Haklarımız ve Geleceğimiz İçin Yürüyüşümüzü Sürdürüyoruz. İçinde bulunduğumuz dönem, hem dünyada hem de Türkiye deki siyasal gelişmeler açısından birçok dönüşümü bünyesinde barındırmaktadır. Ekonomik krizin küresel etkilerinden sıyrılma süreci başlandı denildikten kısa süre sonra Yunanistan, İspanya, Portekiz ve Macaristan gibi ülkelerin ekonomileri ciddi sarsıntılar geçirmiştir. İçlerinde Türkiye nin de yer aldığı birçok ülke krizin etkilerinden kurtulabilmek ve piyasa sistemini tekrar canlandırabilmek için yoğun önlemler almıştır. Alınan tedbirler özellikle istihdam ilişkilerinin yeniden belirlenmesi noktasında güvencesiz ve esnek çalışma ilişkilerine yoğunlaşmış, süreç içersinde mücadele ile kazanılmış haklar eritilmeye başlanmıştır. Devletin özellikle kamu hizmetinin örgütlenmesi kapsamında geçirdiği dönüşüm, kamu emekçilerinin statüleri üzerindeki etkilerini de göstermeye başlamıştır. Özellikle Yunanistan ve İspanya daki gelişmeler, siyasi iktidarların politikalarındaki hedefin kamu hizmetine yöneldiğini açıkça göstermiştir. Türkiye de ise siyasal gündem hayli yoğun bir dönem içerisindedir. Sadece kamu emekçilerinin haklarına dönük saldırılara karşı değil; kamu hizmeti örgütlenme ilkelerinin ve pratiklerinin dönüşümüne karşı, ırkçı-şoven linç girişimlerine, baskı ve şiddet mekanizmalarına karşı da kararlı ve güçlü şekilde mücadele edilmesi zorunluluğu bulunmaktadır. Örgütlü, kitlesel mücadelenin demokratikleşme sürecindeki gücü oranında kazanım sağladığı görülmelidir. Böyle bir mücadele aynı zamanda Türkiye de demokratikleşme sürecinin ulaşabileceği sınırları da görünür kılmakta ve sınırlılıklarını teşhir etmektedir. Devletin denetleyici ve düzenleyici bir aygıt olarak kurgulanması, güvenlik kaygılarını en üst düzeye çıkarmakta, baskı ve şiddet mekanizmaları en sert şekilde işletilmektedir. Siyasal, toplumsal ve ekonomik düzene itiraz eden ya da bu düzenin sınırlarını aşmaya çalışan her hareket şiddete ve baskı yoluyla sindirilmeye çalışılmaktadır. Bu çerçevede 657 sayılı DMK daki değişikliklerin istihdam ilişkilerindeki güvence yaratan düzenlemelere yönelmesi şaşırtıcı değildir. İstihdamın esnekleştirilmesi, hizmet üretiminin esnekleştirilmesini sağlayacak ve böylelikle denetlenebilir ve kontrol edilebilir bir alan haline getirilecektir. Kamu özel işbirliği uygulamaları ve bu çerçevede oluşturulacak mevzuat bu sürecin önemli ayaklarından biri olacaktır. Önümüzdeki I Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası Bülteni I Ağustos - Eylül 2010 I 1
süreçte bu dinamikler göz önünde tutularak hem piyasa ilişkileri içerisindeki güvenceli çalışma koşulları hem de kamu emekçilerinin güvenceli istihdam edilmesi konusunda mücadeleler verilmelidir. Türkiye de yıllardır süregelen sorunların merkezindeki Kürt sorunu, anadilinde eğitim, zorunlu din derslerinin kaldırılması gibi Türk- İslam sentezi bağlamında gerçekleştirilen düzenlemeler korunmaktadır. Bu konuların anayasa değişikliği aşamasında hiç gündeme getirilmemesi de manidardır. Anayasa değişiklikleri üzerinden yürütülen referandum tartışmalarının siyasi partiler arasındaki çekişmeler, iktidar partisinin güvenoyu sorgulaması ve 12 Eylül darbesiyle hesaplaşma üzerinden yürütülmesi Türkiye nin kronikleşmiş sorunlarının da üzerini örtmektedir. 12 Eylül Anayasanın toptan yürürlükten kaldırılması ve toplumun barış içinde bir arada yaşamasının temelini oluşturacak yeni, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir anayasa yapılmadığı sürece, egemenler arasındaki bu kayıkçı kavgasının toplumu bölmesinin önüne geçilemeyecektir. Anayasa değişikliklerinde samimiyetin ölçüsü, toplumun ezilen ve sömürülen büyük çoğunluğunun temsilcileri aracılığıyla Anayasa yapma sürecine katılması ve demokratikleşme ve barış taleplerinin kabul edilmesi üzerinden bir değişiklik yapmaktır. Bursa-İnegöl ve Hatay Dörtyol da askerlerin öldürülmesi sonrasında yaşanan ırkçı-şoven linç girişimleri ile tırmandırılan milliyetçi söylemler ve pratikler bir kez daha demokratikleşme ve barış talebinin daha gür ifade edilmesi gerekliliğini göstermiştir. Bu kapsamda gerçekleştirilen toplumsal barış talebinin önemi, provakatif eylemler sonrasında yaşanan kutuplaşmalar düşünüldüğünde açıkça görülmektedir. Toplugörüşme Süreci Bugüne kadar yaşanan toplugörüşmeler sürecinin gösterdiği en somut gerçek, hükümetlerin kamu emekçilerini oyalaması ve kendi kararlarını dayatmaları olmuştur. KESK in grev ve toplusözleşme hakkındaki ısrarının ve bu talep olmaksızın toplugörüşme mekanizmasının hiçbir anlamının olmadığını göstermiştir. Toplugörüşme sisteminde, kamu emekçileri ile hükümet arasında yapılacak olan görüşmeler sonrasında anlaşmaya varılan konular üzerinde hükümete bağlayıcı bir yükümlülük getirmemektedir. Toplugörüşmenin siyasal iktidarlar tarafından kurgulanışı da sendikaların görüşlerini belirtebileceği bir mekanizmanın ötesine geçilmemesi kapsamında somutlaşmıştır. Toplusözleşme kavramı ise taraflarına yükümlülük getiren bir akit olarak kavranmalıdır. Ancak yöneten ve yönetilenler arasındaki siyasal araçları kullanabilme yetenekleri arasındaki eşitsizliğin giderilebilmesi için kamu emekçilerini temsil eden sendikaların grev hakkı olmazsa olmaz koşul olarak kendisini göstermektedir. Siyasal iktidara karşı sendikal mücadelenin en önemli gücü grev hakkını kullanabilmek üzerinde somutlaşmaktadır. Bu nedenle grev ve toplusözleşme hakkının kullanılması talebi üzerinden sendikal faaliyetlerin yoğunlaştırılması gerekmektedir. KESK in toplusözleşme taslağında yer alan istihdam biçimlerine (kadrolu, sözleşmeli, kısmi süreli vb) yönelik talepler taslağın sadece ekonomik talepler üzerinden hazırlanmadığını göstermektedir. Bu hayati talep kamu emekçilerinin örgütlü olduğu tüm sendikalar ve konfederasyonlar tarafından ödünsüz savunulmak durumundadır. KESK in sendikal mücadele içerisindeki önemi de tam olarak burada belirmektedir. 15 Ağustos günü gerçekleştirilen toplugörüşme oturumlarının birinci turunda KESK toplusözleşme talebini yinelemiş ve temel şartlarını ifade etmiştir. 2007 Temmuz seçimlerinden bu yana % 22 civarında gelişen reel kaybımızın hemen seyyanen yapılacak ve 300 Liraya tekabül eden bir zamla kapatılması istenmiştir. Hükümetin 657 sayılı kanunda yapmak istediği değişikliği reddedilmiştir. 2 I Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası Bülteni I Ağustos - Eylül 2010 I
Çünkü bu değişiklik tasarısı 657 nin demokratikleşmesini getirtmemekte, tersine kamu emekçilerinin iş güvencesini tırpanlamayı hedeflemektedir. Bundan sebepledir ki bu tasarının hemen geri çekilmesi istenmiştir. Ancak 18 Ağustos günü gerçekleştirilen oturumda KESK, Hükümetin toplu sözleşmeyi anayasa değişikliği referandumundan evet çıkmasına bağlaması üzerine toplu görüşmeleri terk etmiştir. Sendikal mücadele içerisinde siyasal iktidarın gölgesinde durarak ondan medet uman yandaş sendikaların ve konfederasyonların varlığı karşısında, siyasal iktidardan bağımsız ve mücadelesini kamu emekçilerinin eşitlikçi, özgürlükçü mücadelesi ile şekillendirmiş KESK in varlığı, mücadelenin nasıl yürütülmesi gerektiği konusunda örnek oluşturacaktır. Çünkü eğer iş güvencesi yitirilir ve birçok işkolunda gerçekleştirilen esnek çalışma yöntemleri yaygınlaşırsa, sendikaların sürekli üye kaybetmesi kaçınılmaz olacaktır. Bu durumda ücret, sosyal haklar ve diğer hakların kazanılması da mümkün olmayacak ve kamu emekçileri haklarının tamamını yitirmeyle karşı karşıya kalacaklardır. Eğitimin, Eğitim ve Bilim Emekçilerinin Sorunları Eğitim sistemi, ekonomik-toplumsal ilişkilerde yaşanan değişikliklere paralel olarak köklü dönüşümler yaşamaktadır. Kamu hizmetlerinde ve çalışma yaşamında, sermayenin ihtiyaçlarına uygun köklü değişiklikler öngörülmektedir. IMF ve Dünya Bankası programları, GATS vb. anlaşmalarla kamu hizmetlerinin piyasa ilişkilerine devredilerek ticarileştirilmesi hedefine uygun adımlar atılmaktadır. Dünya Ticaret Örgütü bünyesinde imzalanan Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS) gereği eğitim hizmetinin piyasaya devredilmesi Türkiye tarafından taahhüt altına alınmıştır. Genel liselerin Anadolu liselerine, dershanelerin özel okullara dönüştürülmek istenmesi ve meslek liselerinin genel liselere oranının yüzde otuzlardan yüzde yetmişlere çıkarılmasının planlanması bu sürecin boyutlarını göstermektedir. Özellikle mesleki teknik eğitim alanında gerçekleştirilmeye çalışılan projeler, tam anlamıyla piyasa için eğitim anlayışını yaratmayı hedeflemektedir. Hizmetin piyasaya devredilmesinin planlanması, beraberinde hizmeti üretenlerin çalışma ilişkilerini de etkileyecek adımlar atılmasını gerektirmektedir. Eğitim hizmetinin piyasa ilişkilerine aşama aşama devri düşünüldüğünde ücretli öğretmenlik, sözleşmeli öğretmenlik gibi istihdam biçimlerinin arka planını görmek kolaylaşmaktadır. Eğitim hizmetinin giderek piyasaya devrinin amaçlanması hem hizmetin örgütlenmesi bağlamında istihdam biçimlerinde güvencesiz ve esnek çalışma ilişkileri yaratacaktır hem de hizmetten yararlanma biçimlerinde eşitsizlik yaratacaktır. Umudunu paralı eğitime bağlamış geniş sermaye çevreleri potansiyel bir piyasa olarak, eğitim arzını kışkırtmaktadır. Bu durum okul öncesinden başlayarak eğitimin bütün kademelerinde özelleştirme uygulamalarını yaygınlaştırmış, özel girişimlerin hızla artmasına yol açmıştır. Günümüzde meslek liseleri üzerinden yapılmak istenen de sermaye çevrelerinin ihtiyaçları doğrultusunda eğitim hizmetinin verilmek istenmesidir. Bu süreç sadece eğitim hizmetini üreten biz eğitim ve bilim emekçilerini değil bu hizmetten yararlanan öğrenci ve velileri de olumsuz olarak etkileyecektir. Her fırsatta onlar bizim geleceğimiz denilen gençlerimizin okul sıralarında işçileştirilmesi, üniversiteye giriş sürecindeki yoğunlaşmanın meslek liseleri imajının cilalanarak eritilmesi amaçlanmaktadır. Gerçekleştirilmesi düşünülen değişiklikler, zaten eşit olmayan bir eğitim sistemi içinde yeni eşitsizlikler ve adaletsizlikler yaratacaktır. Sınavla Anadolu liselerine giremeyen bir öğrenci, meslek liselerine gitmek dışında bir tercih yapamayacaktır I Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası Bülteni I Ağustos - Eylül 2010 I 3
ya da dershanelerden devşirme özel okullara gitmek zorunda kalacaktır. MEB ve YÖK tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan eğitim politikaları ile eğitim, parası olanın yararlanabileceği bir hizmet şekline getirilmeye çalışılmaktadır. Avrupa Birliği uyum sürecinin eğitim alanındaki temel halkası olan Bologna Süreci, yükseköğretimde ticarileştirme uygulamalarına yeni bir boyut kazandırmıştır. Bugün Türkiye de yaşanan yapısal dönüşümlerin yükseköğretim alanında ortaya koyduğu en önemli sorunlardan birisi ise, üniversite emekçilerinin yeni istihdam rejimi uyarınca esnek ve iş güvencesinden yoksun olarak çalışmaya sevk edilmeleridir. İş güvencesinin ortadan kaldırılmasıyla akademik özgürlükler ipotek altına alınmakta, muhalif ve eleştirel bilim insanlarının egemen ideolojiye, YÖK sisteminin otoriter hiyerarşisine ve üniversitelerin muhafazakârlaşma yönündeki piyasacı dönüşümüne karşı ses çıkarmalarının önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Geçtiğimiz yıllarda gerek eğitimin ve yükseköğretimin, gerekse eğitim ve bilim emekçilerinin sorunlarını çözme noktasında hemen hemen hiçbir somut adım atılmamıştır. Eğitimde yaşanan ve acilen çözüm bekleyen sorunları ana hatlarıyla sıralamak gerekirse; Türkiye de okul ve derslik sayısı öğrenci sayısına paralel olarak ve ihtiyaca yanıt veren düzeyde değildir. Okulların üçte ikisinde ikili eğitim yapılmakta, birleştirilmiş eğitim ve taşımalı eğitim uygulamaları sürmektedir. Kalabalık sınıflarda eğitim hem öğretmenler hem de öğrenciler açısından önemli bir sorun olmayı sürdürmektedir. Okulların fiziki yapı ve donanım açısından yaşadığı eksiklikler sağlıklı bir eğitim hizmetinin verilmesini güçleştiren önemli bir unsurdur. İlköğretimde okullaşma oranı %98 ler düzeyindedir. Ortaöğretimde ise okullaşma oranının %60 lar civarında kalması düşündürücüdür. Okula gitmeyenlerin önemli bir bölümünü kız çocukları oluşturmaktadır. Türkiye de 8 milyonun üzerinde engelli vardır. Türkiye nüfusunun yaklaşık % 12 sini oluşturan engellilerin eğitim hakkından yeterince faydalanabildiklerini söylemek mümkün değildir. Sayıları 1 milyonu bulan 4-18 yaş arasındaki engelli çocukların ancak 30.000 kadarı eğitim hakkından yararlanabilmektedir. Öğretmen açıkları giderilmemiş, sayıları 400 bini bulan işsiz öğretmenlerin atamaları yapılmadığı gibi, mevcut öğretmen açıkları, sayılarının yüz bini aştığını tahmin ettiğimiz ücretli ve vekil öğretmenler aracılığıyla kapatılmaya çalışılmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Danıştay ın kararlarına rağmen zorunlu din dersi uygulaması ile ilgili herhangi bir somut adım atılmamıştır. Eğitim ve bilim emekçilerinin ekonomik, demokratik, sosyal ve özlük haklarında kayda değer bir iyileştirme yapılmamıştır. Eğitimde eşitsizlik ve adaletsizliğin en önemli göstergelerinden birisi olarak bölgeler ve iller arası gelir dağılımındaki eşitsizlik devam etmektedir. Ekonomik imkânların kısıtlılığı, çocuğun okula devamını engelleyen en önemli faktördür. Genel liselerin Anadolu liselerine dönüştürülmesi sürecinin eğitim sürecine etkileri öğrenciler ve genel liselerde görev yapan öğretmenler açısından çok sayıda mağduriyet yaratacaktır. Eğitimin herhangi bir alanında düzenleme yapılırken eğitim sendikalarının görüşlerine başvurulmaması, yaşanacak mağduriyetleri daha da arttırmaktadır. Öğretmenliğin kariyer basamaklarına ayrılmasına yol açan 5204 Sayılı Yasa (başöğretmen, uzman öğretmen vb.) öğretmenler arasında çatışmalara, ayrımcılığa, adaletsizliğe, huzursuzluğa yol açmaktadır. Bu düzenleme en kısa sürede iptal edilmeli, bu durumdan kaynaklı yaşanan ekonomik kayıplar giderilmelidir. 4 I Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası Bülteni I Ağustos - Eylül 2010 I
Yakın geçmişte ders ve ek ders saatlerini düzenleyen mevzuatta ciddi değişikler yapılmıştır. 657 ve 439 Sayılı Yasalarda yapılan değişikliklerle ders ve ek ders saatlerine ilişkin Bakanlar Kurulu Kararı neredeyse tamamen değiştirilmiştir. Bu değişiklerin önemli bir bölümü eğitim emekçilerinin aleyhine olmuştur. İLKSAN ile ilgili olarak, daha önce sendikamız tarafından yapılan referandumda katılımcıların %90 ı İLKSAN ın tasfiye edilerek üyelerin hak edişlerinin bir defada ödenmesini istediklerini belirtmiş olmasına rağmen bu konuda herhangi bir adım atılmamıştır. Yönetim kademelerinde cinsiyet eşitliğinin sağlanması konusunda gereken adımlar atılmamıştır. Üniversitelerin özerk, bilimsel, demokratik işleyişini ortadan kaldıran YÖK, bugün üniversiteleri piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillendirmeyi kendisine öncelikli görev edinmiştir. Eğitim ve bilim emekçilerinin, hizmetli ve memurların, üniversite çalışanları, ÖSYM, YÖK ve YURT KUR çalışanlarının yıllardır yaşadığı ekonomik, özlük ve sosyal sorunlarına hala çözüm üretilememiştir. Devletin kamu hizmetlerini büyük ölçüde gözden çıkarmış olması, bugüne kadar geniş halk kesimlerini olduğu kadar eğitim sistemini ve eğitimin bileşenlerini de olumsuz etkilemiştir. Sendikamız üyesi eğitim emekçileri ciddi hak ihlalleri ile karşı karşıyadır. Yetkili kurullarımızda aldığımız kararlar doğrultusunda gerçekleştirdiğimiz etkinlik sonrasında üye ve yöneticilerimiz hakkında disiplin soruşturmaları başlatılmakta, ceza davaları açılmaktadır. Örgütlenme ve Sendikal Mücadele İçinde bulunduğumuz dönem göstermektedir ki çalışma ilişkileri esnekleştirilerek güvencesiz istihdam biçimlerinin çalışma ilişkilerinde egemen kılınmak istenileceği bir süreç bizleri beklemektedir. Böylesine köklü dönüşümlere karşı kazanımla sonuçlanabilecek bir mücadele verebilmenin yolu örgütlenme pratiklerine daha fazla ağırlık vererek mücadele cephesini daha fazla genişletmemiz üzerinden geçmektedir. Özellikle yerellerde izlenen politikalar hem üyelerimizin hem de kamu emekçilerinin gündelik hayatlarına temas edebilecek şekilde örgütlenerek diğer emek ve demokrasi güçleri ile birlikte geniş mücadele alanları yaratılması gerekmektedir. Yerellerde ortak inisiyatifler ve birlikler geliştirerek yerel sendikal platformların güçlendirilmesi zaruri hale gelmiştir. Kamusal alanın tasfiyesine, iş güvencemizin elimizden alınmasına ve birçok kazanılmış hakkımızın hedef haline getirilmesine yönelik uygulamalar ancak bu uygulamaların bütün mağdurlarını içine alacak, birleştirecek bir mücadele hattı oluşturularak engellenebilir. Bu açıdan bakıldığında hak ve çıkarlarımız için yürüttüğümüz mücadeleyi, Eğitim Sen ve KESK dışındaki bütün emek ve demokrasi güçleri ile ortaklaştırarak güçlendirmemiz gerekmektedir. Eğitim Sen olarak tüm eğitim ve bilim emekçilerine, taleplerimizi daha gür şekilde duyurabilmek, gücümüze güç katabilmek, mücadele vererek kazandığımız hakların gasp edilmesine karşı dur demek, etnisite ve cinsiyet başta olmak üzere her türlü ayrımcılığa son vermek için ve kamusal, parasız, demokratik, nitelikli ve anadilinde eğitim, örgütlü, güvenceli çalışma hakkı ve demokratik yaşam taleplerimiz etrafında birleşebilmek için sesleniyoruz, Eğitim Sensiz Olmaz! MERKEZ YÖNETİM KURULU I Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası Bülteni I Ağustos - Eylül 2010 I 5