tasavv~f İlrrll ve Akademik Araştırma Dergisi



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Diyanet'in yaz Kur'an kursları bugün başladı

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

SORU-- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

MİLLİ EĞİTİM MÜDÜRÜ GEÇİN DEN ÖZEL AÇIKLAMALAR

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

Erbaa lı Genç Şair Muhammed Dikal Lisede edebiyatı gerçekten seven öğretmenlerim bana da Edebiyatı sevdirdiler

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

Bölge Uzmanı Nihai Form

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

14. ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KONGRESİ

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Anlamı. Temel Bilgiler 1

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde



&[1Ô A w - ' ",,,, . CiN. ALl'NIN. HiKAYE. KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI Rasim KAYGUSUZ

Eğitim Öğretim Yılı OKUL ÖNCESİ ŞEKERLİK EĞİTİM SETİ YARIM GÜNLÜK PLAN ÇİZELGESİ

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı

DDD. m . HiKAYE. KiTAPLAR! . CİN. ALİ'NİN. SERiSiNDEN BAZILARI. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

Bu kısa Z Nesli tanımından sonra gelelim Torunum Ezgi nin okul macerasına.

Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Kulübü Başkanı Metin Baykal: Halkla ilişkilerci girişken olmazsa çok şeyi kaybeder..

AHMET ÖNERBAY GÖRELE'DE

Başbakan Yıldırım, Piri Reis Ortaokulu nda karne dağıtım törenine katıldı

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda.


23 Yılllık Yazılım Sektöründen Yat Kaptanlığına

Zeynep in Günlüğü. Hikaye Yazarı Sevinç DOĞAN ( Türkçe Öğretmeni ) Fatma BAŞA. Kapak Tasarımı ve Sayfa Tasarımı Ahmet ŞAMLI

Tokat Plevne İmam Hatip Ortaokulu Öğrencilerinin Sorularına cevaplarımız

ZONGULDAKLI GENÇ ŞAİR VE BÜLENT ECEVİT ÜNİVERSİTESİ DİN KÜLTÜRÜ ÖĞRETMNENLİĞİ BÖLÜMÜ ÖĞRENCİSİ UFUK SİLİK ŞİİR İLE HAYATIM YENİDEN ŞEKİLLENDİ

Küçüklerin Büyük Soruları-4

İslâmî Türk Edebiyatı Sempozyumu

olduğunu fark etti. Takdir ettiği öğretmenleri gibi hatta onlardan bile iyi bir öğretmen olacaktı.

Aslında bugün İbrahim in Mihrac Ural ın kıçındaki ihanet kılıçları yazısının ikinci bölümü sitede yer alacaktı, ama ne yapayım!

20 Derste Eski Türkçe

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ PDR ÖĞRENCİSİ AHMET İSA SOYLAMIŞ RECEP YAZICIOĞLU BENİM İÇİN ÖRNEK ŞAHSİYETTİR

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

Çok Mikroskobik Bir Hikâye

SATILMAZ EĞİTİM AMAÇLI KULLANILMAK İÇİN ÇOĞALTILMIŞTIR

ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΙΓΡΤΜΑ ΓΙΑΥΔΙΡΙΗ ΑΠΟΓΔΤΜΑΣΙΝΩΝ ΚΑΙ ΒΡΑΓΙΝΩΝ ΔΠΙΜΟΡΦΩΣΙΚΩΝ ΠΡΟΓΡΑΜΜΑΣΩΝ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ

Bilim,Sevgi,Hoşgörü.

Ramazan Manileri // Ramazan Manileri. Editors tarafından yazıldı. Cuma, 25 Eylül :55

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

M. Sinan Adalı. Eski zamanlarda yaşamış peygamberlerin ve ümmetlerinin başlarından geçen ibretli öyküler, hikmetli meseller

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Bölge Uzmanı Nihai Form

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

Beykoz Yerel Basını: Yılın Öğretmen Çifti, Adife& Bayram YILDIZ - Özgün Haber

İstanbul 24 Kasım 2004 SULTANAHMET TİCARET LİSELİ OLMAK BÜYÜK AYRICALIK;

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

BİLİŞİM SEKTÖRÜ, HİÇ TARTIŞMASIZ, KENDİNİ EN HIZLI VE EN ÇOK YENİLEYEN SEKTÖRLER ARASINDA YER ALIYOR

SORU- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Bugüne kadar nerelerde görev aldınız?

Nasuh Mitap ı Ankara dan tanırım. Kendisi hakkında bir şey yazmayacağım.

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Biz Fakir Okuluz Bizim Velimiz Bize Destek Olmuyor Bizim Velimizi Sen Bilmezsin Biz Bağış Alamıyoruz Cümlelerini kurarken bir daha düşüneceksiniz.

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Eylemlerin, eylemsilerin, sıfatların ve zarfların anlamlarını çeşitli yönden etkileyen sözcüklere zarf denir. Ör. Büyük lokma ye: büyük konuşma. Ör.

Ali VAROL'un Blog Sitesi

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

NAFAKA. Nafakasının yiyecek sınıfları ekmek veya un, tuz, yağ, sabun, odun ve her ihtiyaçta kullanılmak üzere laz

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

25. Aşağıdaki deyimlerle anlamca üçlü bir grup oluşturulduğunda hangisi dışta kalır? A) eli bol B) eli açık C) eli geniş D) eli kulağında

Onların minneti sadece Allah a ve millete ve millete hizmette araç olarak gördükleri devletlerinedir.

Yayınevi Sertifika No: Yayın No: 220 HALİM SELİM İLE 40 HADİS

'Kıyma Parası ile Kitap Almıştım'

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

AHMETLER İLKOKULU. Okul Binası

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

Kelaynakların Hazin Öyküsü

ÖYKÜLERİ Yayın no: 170 ADALET VE CESARET ÖYKÜLERİ

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Kurban Nedir Ve Niçin Kesilir?

Bir gün Pepe yi görmeye gittim ve ona : Anlayamıyorum her zaman bu kadar pozitif olmak mümkün değil, Bunu nasıl yapıyorsun? diye sordum.

Hilton Garden Inn Istanbul Golden Horn

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Bugüne kadar hangi okullarda okudunuz?

HASAN KABLI GÖREVE BAŞLADI, PERSONEL İSTİFA DİLEKÇESİ VERDİ

Uzun Bir Köpek Hakkında Kısa Bir Öykü. Henry Winker. İllüstrasyonlar: Scott Garrett. Çeviri: Bengü Ayfer

Okul Çağı Çocuğunda Sevgi Yetersizliği Çalma Davranışına mı Neden Oluyor? Pazartesi, 02 Eylül :14

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

Transkript:

tasavv~f İlrrll ve Akademik Araştırma Dergisi Ankara 2004

tasawuf İlıili ve Akademik Araştırma Dergisi ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi Bayram Yayıncılık Adına Hasan BAYRAı'vl Editör Etheın CEBECİOGLU Hakem Kurulu Mustafa f..şkar, Etheın CEBECİOGLU, Mehmet DEMİRCİ, Dilaver GÜRER, Mustafa KARA, M. Erol KILIÇ, Hiınınet KONDR, Turan KOÇ, Mustafa TAHRAU, Osman TÜRER, Süleyman ULUDAG, Erhan YETİK, H. Kaınil YILMAZ, Abdülhakiın YÜCE Genel Yayın Yönetmeni Ali ÇINAR Yayın Kurulu Mustafa AŞKAR (Sorumlu), Etheın CEBECİOGLU, Baki ADAM, Mehmet AKKUŞ, İrfan A YCAN, Şaınil DAGCI, Zülfıkar GÜNGÖR, Sabri HİZMETLİ, Mehmet ÖZDEMİR, Mehmet PAÇACI, İbrahim SARIÇAM, Ahmet Nedim SERİNSU, İdris ŞENGÜL, İsınail Hakkı ÜNAL, Ali YILMAZ İdare Merkezi 1 Yazışriıa Prof. Dr. Etheın CEBECİOGLU AÜ ilahiyat Fak. Beşevleri Ankara Tel. (0 312) 212 68 00/229 Web Sitesi www.tasavvufdergisi.coın e-posta tasavvufdergisi@yahoo.coın Dizgi / Teknik Hazırlık tasavvuf Kapak Tasarım Sarakusta o 312 468 96 90 Baskı Erkaın Matbaası o 212 671 07 00 tasavvuf İlın! ve Akademik Araştırma Dergisi bakem/i bir dergi dir. Dergi ye gelen yazılardan yazarları sorumludur. Yayın hakları dergiye aittir. Yazılı izin olmadan, hiçbir şekilde kısmen ya da tamamen çoğaltılaınaz. Gelen yazılar yayınlansın, yayınlanmasın iade edilmez. Altı ayda bir yayımlanır. Yıl: 5 Sayı: 13 Temmuz-Aralık 2004 Fiyatı 15.000.000 11.. (KDV Dahil)

Osman Türer: "Tasavvuf insanın kendisini, varlığı ve Allah'ı keşfetme gayretinin bir ifadesidir." -Bismilltibirrabmanirrabfm. Mubterem Hocamız, önce bayatınızdan bahseder misiniz? Çocukluğunuzdan, aile bayatınızdan... -EüzübilHihimineşşeytanirraclı:n, Bisrnillahirralunanirrahlm. Elhamdü lillahi Rabbi'l-aleı:nln. Ve'ssalatü ve's-selamü ala Rasülina Muhammedin ve ala alihi ve sahbilu ecmaln.. Aziz rnisafırlerim, değerli kardeşlerim. Cevaba geçmeden önce size hoş geldiniz diyorum. Erzurum'a şeref. verdiniz. Bizleri memnun ettiniz. İnşallah emekleriniz boşa gitmez, geldiğinize değer ve bu yapacağımız sohbet hayırlara vesile olur. Erzunım, gördüğünüz gibi Anadolu'nun ücra bir köşesi sayılır. Dalıa bu mevsimde, kış havası hissedilmeye başladı. Bizler burada biraz merkezden uzak olmanın dezavantajını yaşıyoruz. Sorunuza gelince, bendeniz Mersin'in Silifke ilçesinin Kavak köyi.i.nde dünyaya gelrnişim. Kavak köyi.i., Toros dağlannda Silifke'ye alimış kilometre uzaklıkta, 1300-1400 m civannda rakımı olan, genellikle ardıç ormanının hakim olduğu, kırsal bölgede ücra bir Anadolu köyi.i.,. Silifke'nin yaylası olan doğup büyi.idüğüm yer, kış şartları hakim olan, Akdeniz salıilinden yaylaya çıkılan bir yöredir. Kışın kar yağar ve uzun süre kalır. Kısacası, her ne kadar Silifkeli de olsam, aslında bir yayla çocuğuyum. Salıille alakam yok Çocukluğum ilkokulu bilirineeye kadar tamamen köytimüzde geçti. Köyi.in dışında hiçbir yere çıkma inıkanım olmadı.

518 tasauvuf -Yörük asıllı mısınız hocam? -Tabii. Toroslar boyunca Akdeniz bölgesipde meskun olan insaniann yerlileri genellilde Yörük'tür. Siz de Akşehirli olduğunuza göre, belli ki aynı yörenin insanlanyız. Köyiimüzden bahsetmişken, bazı hususlan hatırlatayım: Bizim köyiimüz, Akdeniz bölgesinde ve İç Anadolu'ya yakın bir köy olmasına rağmen, aslında yeni yeni kalkınınışlık düzeyine ulaşan, elektriğe bundan on dört on beş sene önce kavuşan, üç dört sene önce içme suyu şebekesi kurulan, yolu belki bundan sekiz-on sene önce yapılmış olan ücra bir Anadolu köyii. Köyiimüzün geçim kaynağını kısmen tanmcılık, kısmen hayvancılık, kısmen bağ, bahçe, sebzecilil{ oluşturmaktadır. Böyle, kıt kanaat geçinen bir köy görünüm ünde. 150-200 hane civarında orta büyiiklükte bir Anadolu köyii. Benim çocukluğumda köyiimüz, her ne kadar dışa kapalı da olsa, daha bir canlı, daha bir hareketliydi. Mesela ben ilkokulda okurken, bu malınırniyete rağmen yiiz civannda talebe bulunur, dört beş tane de öğretmen olurdu. Son yıllarda ise on kadar öğrenci ya bulunur ya bulunmaz oldu. O yüzden de okul kapatıldı ve çocuklar "taşımalı" usulle komşu nahiyeye gidip geliyorlar. O zamaulu öğretmen tayin usulleri, devletin bu konudaki politikası köyleri pek ihmal etmiyordu. Askerliğini öğretmen olarak yapan kişiler, öğretmen olarak gelebiliyo_rlardı. Demek istediğim, o günlerden bu yana, bildiğiniz Anadolu'daki köyden şehre göç olayı bizim köyiimüz-. de de canlı bir şekilde yaş'\nmıştır. Bu özelliklerine rağmen, eskiden o yörede "hocalar köyü" diye anılırmış. Çünkü medrese usulü okuyan kimseler eksil{ olmazıruş. Cumhuriyet döneminde de, okuyankimsel erin en ÇGk çıktığı köylerden biri durumundadır. Köylümüz olan bir emekli öğretmenin, "köyiimüzün yetiştirdiği insanlar rahatlıkla bir ili yönetecek durumdadır" dediğini hatırlıyorum. Yaz mevsiminde ise köyiimüz, yayla olduğu için oldukça kalabalıklaşır ve şenlenir. Ama güz geldikten sonra, genelde çocuklanın okula kayıt ettirenler, çalışmaya gidenler vs. köyden aynlırlar ve kışın köy iyice ıssızlaşır. Ben bunları anlatırken, esasında şunu ifade etmek istiyorum: Bizim köyiimüz ve civardaki benzer köyler, uzun yıllar malınırniyet ve sıkıntılar çekmiştir, hala da çekiyor. Bella o yörelerde hala suyu, yolu, elektriği olmayan köyler de vardır. Ama bizim insanlanıruzın aklına, Anadolu'da mahrum bırakılmış bölge deyince, genelde Doğu ve Güneydoğu Anadolu gelir ve oranın insanlan hep şikayet ederler, şöyle geri kaldık, böyle geri kaldık filan diye devleti suçlamaya kalkarlar. Böyle şikayetleri bizim oralarda görmezsiniz. Ne kadar fakir de olsa, geri de kalmış olsa, devletten şikayet etmek, yöneticileri suçlamak çok fazla akıllanna gelmez. Yani bizim köy ve o yörenin insanlannda devletiyle barışık ve ona güvenen bir insan yapısı var. Anadolu'nun birçok yerinde böyledir malum. Sadece Toroslar'da değil, Karadeniz bölgesinde, İç Anadolu'da, belki batıda bile böyle malınırniyet içerisinde nice bölgeler vardır ama, asla devletini suçlamayı düşünmez.

osman türer ile ınıi/iikat 519 Evet bendeniz böyle bir köyde dünyaya gelip büyüdüm. Biraz önce Yörük müsün üz diye sordunuz. Yörüğüm. Anam beni bir kıl çadırda dünyaya getirmiş. Bilirsinizdir, köylü aileler bahar gelince köyi.in dışındaki tarlasına koyunuyla, keçisiyle çıkar, çadırını kurar ve kış yaldaşınca tekrar köye dönerler. Yakın zamana kadar bizim köyde de öyle yapılırdı. Ama son zamanlarda bu gelenek hüyi.ik çapta terk edildi. Eskiden yaz gelince köyde kimse kalmazdı. Her aile iki, üç veya beş km. mesafede, köyi.in etrafındaki tarlasına hayvaruyla çıkar, kıl çadırını kurar ve bir iki ay içerisinde birkaç tane de yer değiştirir. O kıl çadırlan taşıması kolaydır. Ben de ağustos ayının sonlarında bir harman mevsiminde, böyle bir kıl çadırda dünyaya gözlerimi açmışım. Annem Yörük kadını. Bir taraftan ev işleriyle meşgul oluyor, bir taraftan babamın işlerine yardımcı oluyor. Yanında yardım edecek kimse yok. Harman mevsiminde böyle bir tarla ve hamıan işinde uğraşırken sancılaruyar zavallı kadın ve ebe filan yok, hastane şartları yok, kendi kendisine biz dünyaya geliyoruz. Derken evde bir gün ya duruyor ya durmuyor, tekrar elini kolunu sıvıyor, aynı işlere devam ediyor. İstirahat etmek filan mümkün değil. İster istemez, çünkü şartlar onu gerektiriyor. Bizi sırtına yi.iklüyor, tabir yerindeyse sırtına bağlıyor, -bizde "sırtına hop etmek" derler, yani sırtına iple bağlamak- ondan sorıra işine devam ediyor. Bizim ailemiz başkasına muhtaç olınayan, ama zengin de sayılınayan, köy şartlarında kendi yağıyla kavrulabilen bir aile idi. Bahsettiğim gibi kısmen hayvancılık, kısmen tanm, kısmen biraz kendine yetecek kadar sebze vs. işleriyle geçinip giden bir aile. Babam bundan iki sene önce dar-ı bakaya irtilial eyledi. -Allah rahmet ey/esin. -Allah razı olsun. Babam üç sene ilkokul okumuş. 1918 doğumlu. O günün şartlarında okuma imkanı zaten yokmuş. Yani o kadar okuması bile bir şans diyebiliriz. Ama kendisi, hani "ümml" tabir edilen, okurnamasına rağmen ilınin kıymetini anlayan, "keşke imkanım olsa da okuyabilseydim" diyen bir insandı. Kendi işinde gücünde, kendine göre birtakını prensipleri olan, inancı bütün, kimseye zararı doh."urunayan, hallnı-selim bir insan. -Derviş gönüllü bir insan. -Evet, öyle diyebilirim. Hani "Allah adamı" derler ya, öyle bir tip. Köyde de, o yönüyle belki parmakla gösterilecek cinsten bir insandı. Mesela herkes kahveye gider ama o hiç gitmez! gitseydim diye aldına bile gelınezdi. Sigara dahi içmez, herhangi bir kötü alışkanlığı yoktu. Böyle hallı:n-sellı:n bir insandı. Çok fazla konuşmayı da sevmezdi. Kur'an-ı Kerlı:n okumasını kendi kendine öğreruniş: ti. Herhangi bir hocanın dizinin dibine oturup da okuma imkanı olmamış. -Validen iz hakkında hatırladıklarmız? -Annem de aynı köyden. O Sağ elhamdülillah. Yine o da sadece illmkulu okuyabilıniş. Okı.ıma yazmayı biliyor ama, tabi ondan sorıra bu işlerle uğraşma-

520 tasavımf dığı için ümm1 diyebileceğimiz bir köy kadını, ev hanımı. Ama bahsettim ya, ev hanımı olmak, bizim oranın şartlannda bir hayli zor. Hem ev hanımı hem tarhi hanımı, bağ bahçe hanımı demek lazım. -Kadın çalışır, kocası kabvede otunu~ bu sizde söz konusu mudur, bocam? -Hayır, ama istisna! de olsa, kahveye düşkün olan, kahvede vaktini geçiren, evde daha çok kadın çalışan tipler vardır. Fakat bizim ailede, olabildiği kadar her iş müşterekti. Annem, kadın haliyle hem kadın işini, hem erkek işini üstlenirdi. Babam sadece erkek işlerini yapar, annerne çok fazla yardımcı olamazdı. Annem gece yarılarında kalkar, evin işlerini yapar, ekmeğini, yemeğini pişirir, yayığını yayar, sabah erken saatte işe gidecek erkeğin veya ev halkının yemeğini hazırlar. Kendisi de gündüz babamla beraber tarla işlerinde çalışırdı. - Yörı"lkler çalışkan olur bocam. -Evet öyle. Annem o manada hakikaten çok çile çekmiş bir kadındır. -Kaç kardeşsiniz bocam? -Biz dokuz kardeşiz. O şartlarda dokuz çocuk dünyaya getirmiş annem. Bunlann üç tanesini ben tanımadım. Küçükken vefat etmişler. Ben beşinciyim. Benden küçük daha üç kardeşim vardı. Bunlardan iki tanesi de, abiarn ve benden küçük bir biraderim, buridan altı sene önce peşpeşe rahmetli oldular. Abiarn bir kalp krizi neticesinde, ondan bir ay sonra, Fen Bilgisi öğretmeni olan biraderim de bir trafik kazası sonucu Rahmet-i Ralunan'a kavuştu. Şu anda dört erkek kardeş hayattayız. En büyükleri benim. -Onlar okumuş mu? -Onlann, bir tanesi yine lise öğretmeni, matematikçi. Bir tanesi İmam-Hatip mezunu. Sonra okuma fırsatı olmadı, şu anda Mersin'de imamlık yapıyor. Bir tanesi de liseden sonra devam edemedi ve pedere yardımcı olma düşüncesiyle köyde kaldı. Annem onun yanında sayılır. Bazen diğer biraderlerin, bazen de bizim yanımızda kalır ama, yaz mevsiminde özellikle köyde kalmayı tercih eder. -Oradan kopamıyor, değil mi? -Koparnıyor, bilirsiniz ne kadar da eviadı olsa, analar ve babalar, onların yanında rahat edemiyor. Kendi ocağında bulunmayı tercilı ediyorlar. Annem de öyle. Annem çile çekmiş bir kadın demiştiın. Biz bugün onların çektilderine tahammül edebilir miydil{ biimiyorum. Annem bazen: "Evladıın sen o kadar zor büyüdü~, bana o kadar sıkıntılar çektirdin ki, çok sık hastalanırdın, bir türlü durmazdın, avııtmak zor, bal<:acal{ kimse yok. Ben derdim ki: Şu çocuk bir büyüse, evden uzaldaşsa gitse de 'Nereye gitti acaba?' diye arkasından hayıflansam derdim." diye anlatır. Sonra da, "Sana git dediysem bu kadar da uzal( git demedim", diye takılır. Bebekliğiınde ben sık sık hastalanırrnışım ve avutmak da zor olurmuş. Koyun sağılacak, iş yapılacak, bakacak kimse yok. Anlatırdı annem: "En nihayet çare bulamazdım, koyun sağarken ardıç ağacının gövdesine yönün bize bakar şekilde iple bağlardım seni, o zaman biraz susardın." derdi.

osman türer ile mıiliikat 521 Ben küçüklüğümde dw konulara meraklı, okumayı seven biri iclim. Hatırlıyorum,. ilk aklım erdiği sıralarda, üç beş yaşlannda oğlak güderken, diyelim ki bir ağaç kütüğü veya büyükçe bir taş gördüğümde, onun üzerine çıkar, elimi kulağıma koyar, kendi bildiğim kadarıyla sesiice ezan olrurdum. Bir defasında böyle kendi kendime ezan okurken, babam haberim olmadan yakınıma gelmiş, beni dinlemiş, çok hoşuna gitmiş, memnun olmuş. Sonra yine o günün şartlarında, kitap yok, dergi yok, okuyacak bir şey yok; herhangi bir yerde bir gazete veya bir kitap parçasına rastlasam, orada ne yazıyor diye merak eder, dikkatlice okur, bir şeyler öğrenmeye çalışırdım. Babam: "Biz okuyamadık, hiç olmazsa çocu~larımız olrusun, bütün imkanlarımı seferber edip orılann okuması için ne gerekiyorsa yapacağım, buna azmettim." derdi. Hakikaten de öyle yaptı. Ablamızın dışında, sonraki beş oğlanın hepsini az çok okuttu. Onun şartlarında bizleri liseye kadar okutınası bile bir başandır. O muradı bir bakıma yerine gelmiş oldu. -Çocukluğunuza geçmeden önce köyün genel yapısından, yani d inf anlamda, insanf anlamda, sosyal anlamda yapısından söz etseniz. Dindar bir köy nıüydil mesela? Yetişme şartlannızın tespiti açısından... -Evet, bunu sorduğunuz iyi oldu. Bizim köy, bahsettiğim gibi Af?.adolu'nun ücra bir köyü olmasına ve kuruluşu da bir buçuk iki asn geçmemesine rağmen, eskiden "hocalar köyü" olarak bilirıirmiş. Sebebi de şu: Konya'ya gitmiş, veya Mersin civarında, Silifke yöresinde bir şekilde az çok medrese tahsili görmüş bazı insanlar varmış. Mesela onlardan bir tanesinin lakabı Sofu Hoca' dır. Sofu hoca, bundan belki 70-80 sene önce yaşamış, Konya'da medrese tahsili yapmış, icazet almış ve çoğu yazma olmak üzere, temin ettiği pek çok kitap ile, köy şartlannda oldukça zengin diyebil~ceğimiz bir kütüphane oluşturmuş. Ben daha sonra o kitaplann kalırrtısına rastladım. Vefat ettikten sonra çocuklarından olmyan olmamış, o gelenek devam edememiş ve kitaplar sahipsiz kalmış. Zaman içerisinde etraftan gelenler bir şekilde peyderpey o kitapları seçip götürmüşler. Bir kısmını da her türlü dw tedrisatın yasaklandığı dönemde ya yakmışlar veya mezarlıkta toprağa gömmüşler.talebeliğim döneminden hatırlıyorum, hala o kitaplardan kalarılar vardı ama çok fazla orijinal olmayan kitaplardı. Birçoğu da bakırnsızw<: ve ilgisizlikten tahrip olmuştu. O kitaplardan birkaç tanesini ben de hatıra olarak hala saklarım. Yani, ücra bir köy olmasına rağmen, ilimle alakası olan, az çok okuyan kimse yetiştirmiş bir köy görünümünde olduğu için, ~'hocalar köyü" derlermiş o civarda. Fakat Cumhuriyet döneminde malumunuz Osmanlı dönemindeki o okuma düzeyi, ilme olan merak vs. bizim oralarda da birden azalmış, hele hele din1 eğitim noktasında tam bir inkıta söz konusu olmuş. Ne zamana kadar? 1950'li 1960'lı yıllara kadar. -Bu biraz da bem baif inkılabı, bem de devletin ilk dönemdeki dine yaklaşınıma halk tarafından mesajeli yaklaşılması ile alakatı galiba.

522 tasavvuf -Bu hususta kesin bir şey söylemek zor ama, şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Yeni harfler kabul edilmeden önce bizim köyüroüzde okuma yazma oraru hayli yüksekmiş. Osmanlıca yazıp okuyabilen insanlar çokmuş. Ama bu insanlar harf inkıhibından sonra yeni harfleri öğrenme fırsatı bulamamış. Okul yok, öğrenme fırsatı yok. Dolayısıyla okuma düzeyi otomatik olarak birden düşmüş. Yeni harflerle tekrar okuma düzeyini yükseltineeye kadar epey bir zaman geçmiş. -Birkaç neslin devrilmesi gerekiyor yani. -Tabü, en azından bir-ila nesil geçmesi gerekmiş. Ama buna rağmen, yine bizim o bölgede köyümüz Cumhuriyet döneminde de okuyan insanın en çok çıktığı köy olarak bilinir.. Bunun da sebebi şu: Az çok aklı eren, yetişen bir çocuk, köy şartıarım gördüğü için, ya orada kalıp o olumsuz şartlarda çiftçi olup, kıt kanaat geçinmeye razı olacak, veyahut da bir şekilde okuyup hayatını kurtaracak. Böyle bir anlayış bütün gençlerde ister istemez oluşurdu. Beniın talebelik dönemirnde gelen hocalar da halukaten az çok ileriyi gören, çocukların okumasının ehemrniyetini kavramış insanlardı. Dolayısıyla çocukları okumaya teşvik ederler, babalarıru da ilma ederlerdi. Bu yüzden köyi.imüzde pek çok insan akümuş ve değişik Icademelere gelıniştir. Bunların arasında valisi var, Sayıştay denetçisi var, haltiıni, avukatı, öğretinı üyesi, doktoru var vs. Demek istediğim, köyüroüzde okumaya önem veriyorlar. Biraz da şartlar bunu zorluyor. Salili kesiıne baktığıruzda ise, mesela Mersin' de, Siliflce'de, Erdemli' de, bella maddi düzey daha iyi, geçiın iınkanları daha bol olduğu için, okumaya fazla yönelınedilderini görürsünüz. -Dört buçuk yaşlannda oğlak güdüyordum, dediniz. Bir koyun giitmenin veya bir deve gütmeııin peygamberlerle alakasını biliyoruz hepimiz, sizin hayatıııızda bunun bir karşılığı oldu mu? İnsantarla ilişkiniz açısından, insanlan yönetme anlammda karşılığı oldu mu sizde? -Tabii o yaşlarda Peygamberimiz'in deve güttüğünü vs. bilmiyordum doğrusu. Muhaldcak insarun şuur altında birtakım duyguları yerleştirmiş olabilir Bunu bilinçli olarak yapmasaruz bile, bir oğlak gütınek, koyun ya da sığır gütınek, bunlar insana sorumluluk bilinci yi.ildüyor. Peygamberimiz'in buyurduğu gibi: "Hepiniz çobansınız". Neticede hepimiz çoban durumundayız. Ben onu çocukluk ve gençlik yıllarımda hayvanlara karşı fiilen yaşadım -Yani şebir çocuklarına göre bir m1mız var. -Mutlaka. Daha küçük yaşta hayatın zorluklanyla karşı karşıya kalınak, o zorluldarı yakından tammak ve yaşamak, bunlar önemlidir. İnsaru pişiren, olgunlaştıran, geliştiren faktörlerdir, bunlar. Henüz ilimkul çağındayırn. Babam yalııız, yardımcısı yok. istiyor ki, bir an önce şu oğlan bir yetişsin, gücü yetsin de, şöyle işin ucundan rutınaya başlasın. Herhalde 12-13 yaşlarındayken, karasaharun kulpuna beni soktu. İlk defa karasabanla çift sürmeye başladığımda, onun kulpu boyurodan yi.iksekti. Gücüm yetıniyordu, bastırıyordum ki toprağa girsin. O şekilde toprağı sürmeye çalışıyordum.

osman türer ile mıiliikat 523 Hayvan otlatmaya giderdik Atımız vardı. Babam beni o ata bindirirdi, "hadi oğlum sığırlarımızı otlat gel" derdi. At uysal da olduğu halde ona söz geçiremezdim. Atın üzerindeyim ama atı ben idare etmiyomm, at beni idare ediyor. Yolda giderken istediği yerde ot yiyecek, istediği yerde bir ekinin kenanndan alacak, gönlü olduğu zaman devam edecek. Bu şartlarda büyüdük, bu şartlarda çocukluğumuz geçti. -0 sırada size yönlendiren bir öğretmen var mıydı? -Ben ilkokulda okurken, olmlda yüz kadar talebe olurdu. Karma sliilflar, dört ve beşler beraber, ild ve üçler beraber, birinci sınıf ayrı sınıfta okurdu. Sadece birinci sınıfları okutan bir öğretmen olurdu, ona eğitınen denirdi. Diğerlerine öğretmen denilirdi bizinı zaınanımızda. Eğitmeniıniz bizim köydendi ve geçtiğinıiz sene rahmetli oldu. Allah rahmet eylesin ilk oktıınayı ondan öğrendik. Çok prensipli, idealist bir insandı. Bize okumanın güzelliğinden, iyiliğinden bahsederdi. İyi öğretti. Daha sonra yine köyi.iınüzden olan Cemal Gönül isnıinde bir başka hocaınız, birkaç sene dersinıize geldi. O da çok prensip salıibi, disiplinli bir insandı. Sadece okulda değil, olmlun dışında, köyde talebelerini kollar, gözetlerdi. Ne yapıyorlar, nerede oynuyorlar, derslerini yapıyorlar mı, kontrol ederdi. Biz ondan çekinirdilc Biraz disiplin, yani kerimtınaya dayalı bir usulü vardı. Yalııız o tavrı bazı arkadaşlar üzerinde olumsuz tesir de yapmış olabilir. Ben bunu daha sonra anlıyomın. Yani sevdirınekten ziyade korkuya dayalı, biraz disiplirıle işi götürmeye çalışan bir anlayışı vardı. Ondan başka hocalar da vardı. Bunlar Köy Enstitüsü tabir edilen okullardan çıkışlı hocalardı ama, bizirn hocaınız köy enstitüsü eğitimi alınış alınasına rağmen, dinini diyarıetini unutrnaınıştı. Ne de olsa köylü çocuğu, o ınanada bize çok olumsuz bir tesiri olınadı. Hatta ileride okumamızın faydasından filan bahsederdi bize. İlkokulda üç dört ayrı hocadan okuduk. O zamanın şartlarında dört beş tane hoca olurdu köyde. Ben, ilkolmlda ild sene sınıfta kaldım. Bir tanesi gönüllü kalış, bir tanesi de hak ederek kalış. Üçüncü sınıftayken tembelliğimiz tutmuş. O zamanlar öyle bedavadan sınıf geçmek filan yok. Hak ederseniz geçeceksiniz. Hocalar da titiz. Tabiatıyla o sene sınıfta çal<:tık. Dördüncu sınıfa gelince belki geçecekti!<:, ama babam dedi ld: "Bak sen, sınıfını geçebilecek durumdasm, ama hacaya söyleyeceğim, özellilde bu sene seni sınıfta koyduracağım, temelin iyi atılsın, bunun faydasını görürsün." dedi. Hakil<:aten de öyle yaptı. Bir sene de dördüncü sınıfta öyle kaldılc Ama beşinci sınıfa gelince gerçekten de bunun faydası oldu. Olmlun gözde talebderinden alınaya başladım. O dönemden aklıında kalan özelliğim, yazıın gayet güzeldi. Sınıftald arkadaşlarını buna imrenirdi. -Özel yazı çalışması yaptınız ını? -Hayır. Ama belli ki kabiliyetim vardı. O sıralar okulda uysal ve uyumlu bir yapıya salıiptiın. -Babanıza çekfiğinizi söylediniz zaten. -Belld. Aslında annem de babam da yumuşak huylu idiler. Yalrıız nıizaç iti-

524 tasavmtf bariyle çok farklılardı. Babam, işi olunma bırakır, çok acele etmez, "nasıl olsa olur" derdi Hani derler ya, "ağır takım", öyle birisi. Annem tam aksine tez canlı, aceleci, bir an önce iş oluversin diyenlerden. Fakat öyle hırçınlığı fılan da yok. -0 dönemde camiyle ilişkiniz nasıldı? Mesela Kur'an-ı Kerim okumayı öğ- renmiş miydiniz o yaşlarda? Yoksa İmam-Hatip'te mi öğrendiniz? - -İlkokul bitineeye kadar Kur'an-ı Kerlın okuma!j:nkarum olmadı. Babam da belki o zaman tam bilmiyordu veya imkan olmadı. Ben Kur'an-ı Kerlm'i İmam Hatip'e gittiğim zaman öğrendim. İlkokuldayken aklım erdiği zamanlarda bazen babamla birlikte camiye giderdik Namaz kılmasını taldidi de olsa yapmaya çalışırdık. Daha ilkokuldayken namaz sürelerini, dualannı öğrenmiştik. Bir ramazan dolayısıyla mı gelmişti; yoksa bir iki sene kalmış mıydı bilemiyorum, geçmiş gün, genç bir hoca gelmişti camiye. Sarışın birisiydi ve ona San Hafız derledi. Ben çoculduk yaşımda onun Kur'an okumasına, ezan okumasına çok heveslenirdim. Yani gözümde model bir kişi olmuş ve hani küçük çocuklara sorarlar, "büyüyünce ne olacaksın", diye. Bana da sorduldannda "San Hafız olacağım." dermişim. Hafız olmak nasip olmadı ama hiç olmazsa o mesleği devam ettirmiş olduk. Dini manada bir eğitim almasak bile, ilkokul çağlannda az çok dilli hayata karşı bir meylimin olduğunu söyleyebilirim. Mesela ilkokuldayken ramazan ayı tam kış aylarına denk gelmişti. O karda, kışta kıyamette, gazla yanan bir el fenerini alır, teravilı namazı için camiye giderdile -Yakınlarmızdan kimler vardı sizi teşvik eden? -Şunu belki başta söylemem gerekirdi. Daha önce bazı hocalanmızla mülakat yaptınız. Oralarda da görüldü. Bazı insanlar, hani derler ya, "doğarken şanslı doğar". Aile ortamı, bulunduğu sosyal çevre, babası, dedesi vs. açısmdan. Yani adeta ilim ortamında doğar, çok kolay bir şekilde o ortamın havası içerisinde yetişir ve kendisini geliştirir. Ben, maalesef, bu yönden şanssız bir insan sayılının. Köyümüzde, bu manada bize rehberlik edecek dilli eğitim almış kimse yoktu. Ailemiz ümmi bir aile, akrabalarırnızdan böyle kimse yok. Dolayısıyla dilli eğitim açısından tamamen hasbelkader, o günün şartlarında kendi kendimize ne öğrenebildiysek, o kadar. Namazı kılacak kadar fılan. Onun dışında maalesef bir müsait ortamla yüz yüze gelmedik. -0 zamanlar köyden birilerinin tasavvujla herhangi bir ilgisi var mıydı? Bu anlamda zihninizde kalan bir şey var mı? -0 zamanlar bunu ölçüp tartacak irnkanımız zaten yoktu Ama şu anda bakıyorum maalesef yokmuş! Bir tek, bahsettiğim o sofu hoca var, o da medrese tahsiliyapmış ama devamı gelmemiş. Köyde dilli eğitim adeta sıfırlanmış. Babamın çağında veya ondan daha genç olan, bizden önceki nesil, malumunuz Türkiye'nin pek çok yerinde olduğu gibi dilli noktada tamamen calili bırakılmışlar. -Kayıp nesil! -Evet aynen öyle, kayıp nesil. Biz o neslin çocuklanyız. İlkokulu bitimıe aşa-

osman türer ile mıiliikat 525 masına geldiğimizde, babam, "oğlum inşallah seni olrutacağım." diyordu. Her ne kadar ikisene kaldıysak da aslında kabiliyetim vardı. Bunu babam da, hacalanın da biliyordu. Biraz önce bahsettiğim ilkokul hocam, beni gözüne kestirmişti. Bir de şu özelliğim vardı: İlkokuldayken, kendi kendime zihinden problemler çözmeye çalışırdım. Derdim ki, "gelin bana bir problem sorun da çözeyim". -Analitik zekanın gelişmesi söz konusu. -İlkokul bitince, şimdi ne yapacağız, nereye gideceğiz, nerede okuyacağız meselesi ister istemez gündeme geldi. Hocalarırnız, özellikle Cemal Gönül hocamız kendi yetişme tarzı gereği, bizim öğretmen okuluna gitmemizi, en kısa yoldan hem okuyup öğretmen olup hem de bir meslek kazanıp hayata atılınarnızı arzu ederdi. O günün şartlarında belki, çok da normaldi bunu düşi.inmesi. Ama babam benim daha çok dlnl tahsil alınarnı isterdi. Kendisi zamanında alamarnış, onun ezikliğini çekiyor, eksikliğini hissediyordu. Hiç alınazsa çoculdarım dini eğitimle yetişsin arzusundaydı. Fakat nasıl gönderecek? Bizim köy Silifke'ye 60 km. Silifke'de İmam-Hatip yok, Mersin'de de yok, en yakın Adana'da var. Köyle Adana arası en azından 250 km. lik mesafe. O günün şartlarında ulaşım imkanlan zor. Orada nerede kalacağız? Gönlünden İmam-Hatip'e göndermek istiyor. Benim de meylim o tarafa. Bir de, sağdan soldan, "Yahu İmam-Hatip'e gidip de ne yapacaksın, imam mı olacaksın, cenaze yıkayıcısı- mı olacaksın?" tarzında olumsuz telkinler var. Ama bir şansımız vardı, köyüroüzde bizden büyük üç ~ ne genç, daha önce İmam-Hatip'e girmişti. Bir tanesi daha sonra Konya Yüksek İslam Enstitüsünü bitirdi. Ben birdeyken o yedinci sınıftaydı. Yani altı yedi sene öncesinden girmişti ve köyde bir numune olarak İmam-Hatip'i temsil ediyordu. Çok da seviliyordu. Bir de bizden yine iki sene önce giden iki arkadaş daha vardı. Bunlar İmam-Hatip nesli olarak bizim köyde bizden önceki örneklerdi. -Yı/1964 mü? -64-65 eğitim yılı. Dolayısıyla onlardan da cesaret alarak biz İmam-Hatip'e gitmeye niyedendile Bu arada öğretmen okulu için imtihanlar açılıyor. Ona da müracaat ettik. Öğretmenimiz imtihana girme ve başarma şansı olan dört beş tane talebeyi seçmişti. Bir tanesi de bendim. Silifke'de imtihana girdik. Tabi! kazanmak da zor. imtihan olduk. imtihandan çıktıktan sonra Cemal hocamız, "Kazanırsa belki Osman kazanır, yoksa kimse kazanamaz." demişti. Tabi! takdir-i ilahi, hiçbirimiz öğretmen okulu imtihanını kazanamadık Kazansaydık, istemesek de kısa zamanda meslek sahibi olacağız diye bellti de gidecekille Kazanamayınca o kapı kapanmış oldu ve artık İmam-Hatip' e gitmeye karar verdik. Ama hala, "Niye oraya gönderiyorsun, başka yere gönder." diye babama olumsuz telkinlerde bulunanlar da eksik olınuyordu. -Maddf durumu nasıldı babanızın? -İlk defa beni okııla gönderecekti. Zor şartlarda da olsa beni okutabilecek durumda idi. Onu göze almış. "Sen yeter lti oku!" diyor. İmam-Hatip' e başlamadan

526 tasammf önce, Adana'ya gidişimiz tam bir macera. Babam Toroslar'ın temiz havasında, tabil besinlerle beslenmiş. Yani teneffüs ettiği hava temiz, aldığı gıdalar tabii, saf gıdalar. Köyden dışanya çıkmamış, egzoz kolrusu duymamış bir Anadolu insanı. Belki biraz da fizyolojik yapısı gereği, araba çok tutardı, perişan olurdu. Bu yüzden arabaya binrnekten hiç hoşlanmazdı. O günlerde ulaşım imkanı da çok zayıf. Bizim köyden Silifke'ye gitmek için gece yansı kalkacaksınız. Eşyanızı hayvanla 6 km. mesafedeld nahiyeye getireceksiniz. Nalliyeden sabah namazı vakti bir tane kamyon Silifke'ye gider. Ona yetişrnek gerekiyor. Kasasına biniyorsunuz. Şoför mahalline kaç ldşi binecek? Biz de öyle yaptık. Bizimle beraber aynı dönemden bir arkadaş daha gitmeye karar vermişti. Onun babası, benim babam ve biz, dört kişi gece yansı yolu ele aldık. Nalliye'ye vardık. Sabah vakti, sabah namazından önce. Kamyona bindile Allahu a'lem 55 lanjik yolu, beş veya altı saatte aldık. Yollar stabilize, bozuk. Kamyonun üzerinde, açık hava olduğu halde yine <;le pederi sarstı araba. Silifke'ye yaklaştığı zaman biraz istifra etti. Fakat çok fazla sarsılmadı. Silifke'ye indik. Silifke'den minibüsle Mersin' e gitmek gereldyor, güz günü, henüz daha sıcak mevsim. O zamanın şartlannda, minibüsler de temiz değil, çok pejmürde, kokusu ağır vs. Mersin'e gitmek üzere minibüse bindile Hiç unutmuyorum, daha Silifke'den 10-15 km gittik veya gitmedi!<:, peder başladı istifra etmeye. Benzi sarardı, araba tuttu, derken beni de tuttu. Başka yolcular da var. Bir taraftan da malıcup oluyoruz. Ama ben, hiç olmazsa biraz - af buyunın - istifra edince rahatlıyorum, şöyle bir kendime geliyorum. Ama bakıyerum peder çok fena oluyor. Derken güç bela Silifke'den Erdemli'ye geldik Orada baktım babamın benzi, sapsan geçnliş, adeta cenazeye dönmüş. Konuşacal<: hali yok. Minibüs orada bir çeşmenin başında durunca, indil<: arabadan. O şöyle bir elini yüzünü yıkadı. Öbür arkadaşın babasına dedi ki: "Arkadaş! Ben burada kalıyorum, daha ileriye gidemem. İstersen götür bizim oğlanı da kaydettir, istersen bırak. Benim yapabileceğim bir şey yok. Ben mahvoldum." Allah'tan babalı oğullu onları bari tutinuyor. Unutmadan söyleyeyim, o arkadaşırnın ismi Durhasan Serin'dir. İmam Hatip'ten sonra şimdi bizim bulunduğumuz Erzurum'daki İslam! İlimler Fakültesi'ni kazandı, mezun oldu. Şu anda Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersleri öğretmeni olarak Silifke'de görev yapıyor. O amca, "Ne demek, sen rahatına bak, burada biraz istifahat et. Kendine gelince buradaki tanıdıklardan birine gidersin, kendine gelince mernlekete dönersin." dedi. "Biz gidelim, bakalım Allah ne gösterir, kaydettirmeye çalışınz." dedi. Pederi orada bıral<:tık, biz.devam ettik. Tabii beni yine tutuyor ama artık o kadar perişan olmadık. Önce Mersin' e, oradan Adana'ya vardık. İlk defa köyden çıkmışım, o saldn havadan bir şellir ortamına, gürültünün içerisine. Sıcak da çok, su gibi terliyorum. Sıkıcı, acaip bir hal idi, lliç unutmuyorum. Adana'ya vardık ve okulu bulduk. Müdürlüğe uğradık; oradald yetkili, "Hoş geldiniz, buyurun amca." dedi. "Biz çocukları kaydettirmeye geldik, Silifke'nin

osman türer ile mıiliikat 527 köyünden geliyoruz." "İyi ettiniz, hoş geldiniz. Tamam, çocuklan kaydedelim, ama bir tane veli bulmanız gerekir." dedi. "Sen bunlan bırakıp gideceksin. Burada bir vellsi olması lazım bunlann. Eğer hocalardan birisini bulabilirseıiiz belki, o velisi olur ve o iş halledilir." dedi. Adana'da aile çay bahçesi var, merkezi bir yerde. O çay bahçesine gitmemizi söyledi. "Orada bazı hocalar olabilir. Sorarsınız, bir hoca bulursunuz, kabul ederse velisi olur, kaydettirirsiniz." dedi. Peki, dedik. Çıktık oradan, öğle val<:ti vardık o çay bahçesine, sorduk: "Burada İmam-Hatip hocalanndan kimse var mı?" Dediler ki, "İşte şurada bir hoca var." Vardık. Selam verdile "Buyurun amca, hayırdır inşallah, nedi,r derdiniz?" dedi. "Siz İmam-Hatip'te hocayrnışsınız herhalde?" dedi amca. "Biz çocuklan sizin olrula kaydettireceğiz, ama veli lazımnuş. Dediler ki, orada herhangi bir hoca belki velisi olursa kayıt yapa~ilirsiniz. Biz de geldik ve sizi bulduk. Eğer lütfedip kabul eder, bu çocukların velisi olursanız kaydettireceğiz." O da, kulaldarı çırılasırı, herhalde yaşıyordur, Arif Kır isminde Anamur'lu bir hoca, zannediyorum meslek dersleri hocasıydı. Böyle deyince, o da sağ olsun, Allah kendisinden razı olsun, "Ne demek amca, seve seve olurum." dedi. Artık o velimiz oldu, kaydı yaptık. Önce paralı yatılı kalacağız. Parasız yatılı imtihanına girmemişille Okulun müştemilatı içerisinde pansiyonu var, orada kalacağız. Kayıt yaptınnca hemen okul başlamıyordu. Tekrar köye döndük. Köyde bir süre kaldıktan sorıra okul açılınca geldil<: ve okula başladık. Ama biz i& defa köyden ayrılmışız, küçük yaştayız. Düşünün ki on ilu yaşında çocuk. Hiç gurbete çıkmamış o yaşlarda. Haberleşme imkanı yok. Mektup, kırk yılda bir ya gelir ya gelmez. Uzak yere, gurbete gidiyorsun uz. O çoculduk anlarında yaşadıidarımı şimdi hatırlıyorum da, halukaten zordu. Bayağı güçlük çektik. En azından birkaç hafta geçip alışırıcaya kadar. Allah'tan ki o bahsettiğim üst sıruftaki bizim köylü çocuklar biraz destek oluyordu. O zaman son sınıfta olan Mehmet Yüksel ismindeki ağabeyimiz bize salıip çıktı. Artık bize ağabeylik yapıyor, rehberlik yapıyor, teselli ediyor, moral vermeye çalışıyordu. Diğer taraftan da, hangi şartlarda köyde yetişti!<, okuduk, hangi şartlarda gelip kaydolduk, btmlan bildiğiıniz için, tek alternatifinıiz vardı: Başarılı olmak, çalışma!<:, zamanımızı değerlendirmek; oyunda oynaşta vaktimizi fazla geçirmeden işinıize gücümüze bakmak ve iyi bir talebe olmale Düşüncemiz bu. Hakikaten öyle de oldu. Mesela hatırladığıma göre, okul başladı, iki hafta içerisinde sıfırdan başlayarak Kur'an-ı Kerim'i okumaya geçtim. Mütalaalar olurdu yatılı olduğumuz için. O bahsettiğim ağabey de rehberlik yapıyor ve yardımcı oluyordu. Diğer çoculdar genelde oyunda oynaşta, çok fazla çalışmıyorlai, ama biz çalışıyorduk. İlginçtir, bu zor şartıann insanın okumasırıda, işi ciddiye almasırıda ne kadar motivasyon unsuru teşkil ettiğini anlatması bakımından örnektir: Bizim şubede lıiç yoksa 35-40 talebe var. O beraber kaydolduğumuz köyümüzdeki çocukla ayru sırııftayız. Şubat dönemi, karneleri aldıle Bir baktık lu, zayıfı olmayan sadece iltimiz varız.

528 tasatjmif O ücra dağlık yöreden gelen iki yörük çocuğu, sınıfın en başanlısı. O bize veli olan hocamız henüz dersimize de gelmemişti. Yani veli olarak imza yı attı, resmiyette fornialite yerine geldi, iş orada bitti. Karneyi imzalattırınak için ve11m olan Arif Hoca'yı buldum. Dedim ki, "Siz benim velimdiniz, karnemi imzalamamz lazımmış." Aldı karneyi, baktı, iyi. Hiç zayıf yok. "Ooo!",dedi, "Böyle talebeye veli olmaya can kurban!" Biraz da iltifat etti. İşte Adana'da İmarn-Hatip'e başlayış hikayemiz böyle. Tabii zamanla o gurbetlik havası kayboldu, alıştık Arkadaşlar edindik. İlk üç sene Adana'da okudum. -0 zaman ortaokul dö1t yıl mı? -Orta kısrm dört, lise kısrm üç seneydi. İki sene pansiyonda kaldık. Üçüncü sene, sonraki dönemde yine köyi.imüzden gelen üç dört kişiyle, bir tanesi bizden iki sene önce gelmişti, onun önderliğinde bir eve çıktık. Adana'nın bir mahallesinde ahşap bir ev, biraz gecekonduvarı bir ev bulduk. İyicesaretti o şartlarda eve çıkınak, ama herhalde daha ucuz olur diye, evi tercih ettik, çıktık.. İmam-Hatip'te birden itibaren benim sürekli başarı grafiğilll yi.ikseldi. Ufak tefek de bir yapım olduğu için en ön sıralarda otururdum. Sınıftayken hocaları iyi dinlerdim, dersi takip eder, zamanında çalışırdım, hocalar da ister istemez severdi beni. Bayan bir Türkçe hocarmz vardı. Ben biraz çok terlerdim. Dolayısıyla çabuk üşütüyordum ve çok sık rahatsp; oluyordum. Bir defasında revire yatınaın icap etti. İki üç gün sınıfa gidemedim. O Türkçe hocarmz merak etmiş. "Çocuklar Osman nereye gitti, ne oldu?" diye sormuş. Hasta olduğumu duyunca, yaruma geldi. Bana, "Geçmiş olsun, aman evladım, kendineiyi bak, iyileşirsin inşallah." diye teselli vermişti. Beni çok severdi. -Bu arada, annenizin duasının ilk aşaması da gerçekleşmiş oluyor. -Birden fazla uzak gittik yani. Üçüncü sınıftayız, zor şartlarda o evde kalıyoruz. Derslerilll yine iyi. Fakat o zaman Çok sayıda ders olurdu. İmam-Hatip liselerinde, hem ortaokul ve lisede okutulan dersler okutuluyor, hem de buna ilaveten mesleki dersler vardı. Mesela, hiç unutınuyorum, üçüncü sınıftayken sene sonunda karneyi aldık, yukandan aşağıya bir saydım, tam 24 tane ders var. -Haftada 40 saat miydi o zaman dersleriniz? -Olsun da, en fazla 35-40 saat olsun. Ders sayısı çok, hepsine çalışacaksımz. Ama Allah'a şükür, o şartlarda çalışıyorduk, üçüncü sıiuftaki _karnede sene sonunda 24 dersten dört tan~si 8, dört tanesi de 10, geri kalarn 9'du. Yani ortalama 9. SınıEta da iyiyim. Hakikaten hocalar da seviyordtı, teşvik ediyordu. Adana İmam-Hatip'ten zihnimde birtakım önemli izler kalrmştır: İmam-Hatip talebesi, diğer liselerden farklı olarak daha çok taşradan, Anadolu'dan gelmiş, malınırniyet içensinde olan ailelerin çocukları ve işin ciddiyetini biliyorlar. Bir de İmam-Hatip'li olmanın verdiği bir idealizm söz konusu. Dolayısıyla talebelerde genelde olgun bir hava hissedilirdi. Mesela o bizi kaydettii-en amca, daha sonra nadir de olsa oğlunu ziyarete gelirdi, onun şu dikkatini çekmiş: "Bakıyonım,

osman türer ile? mıillikat 529 diyordu, talebeler teneffi.ise çıkıyorlar, boş vakitlerinde, öğle tatillerinde hiç boş durmuyorlar. Benim bildiğim bir ortaokul veya lise talebesi dersten çıktığı zaman oynar, koştuiur, yerine göre yaramazlık yapar. Böyle olmas ı gerekirken, bakıyonım talebeler büyük insan gibi ciddi, ağır başlı. İki üç kişi bir araya gelmiş, bir kitap okuyorlar, yürüyerek bir şeyler müzakere ediyorlar. O çok hoşuma gidiyor." derdi. Hakikaten de öyleydi. İmam-Hatip talebesinin bir ciddiyeti vardı o zaman. Bir şeyi daha unutınuyonım: Daha çok Trabzon'dan gelıniş üst sıruflarda parasız yatılı aklıyan bir grup talebe vardı. Onlar, Karadeniz insarurun yapısında hareketlilik var ya, kışta kıyamette, çamur demez, yağmur demezler; teneffiiste, öğle tatilinde, hafta sonu tatilinde, okul bahçesinde sürekli futbol oynarlardı. Ne kadar topa düşkün insanlar diye dikkatim çekerdi. Adana İmam-Hatip, ayru zamanda, spor dallarında özellikle güreşte çok başanlıydı. -Sizin bir de güreş maceranız var değil mi? -Daha sonra o. O zaman henüz kilomuz da yetıniyor. Bir de, öyle bir düşüncemiz yok o anda. Ama güreş müsabakalan olurdu ve seyretıneye giderdile İmam Hatip, Adana Erkek Lisesi'yle biraz çekişirdi, ama çoğu zaman birinci olurdu. Güreş deyince, ilkokul çağlarında gi.ireşle ilgili bir hatıraını anlatayım isterseniz. Arncaının benimle aleran bir oğlu vardı. Onunla iltiı:nizi, ilkokulun ilk yıllarında veya daha küçüldcen, zaman zaman güreştirirdi, seyreder, ondan zevk alırdı. Bir defasında birkaç defa güreştirirdi bizi. Yıkıyorum, telcrar güreştiriyor. Epey güreştileren sonra bıraktırdı artık. Sonra dedi ki: "Bizim oğlan üç defa yıktı, Osman ise sekizcil< yıktı." Ben de hemen gayri ihtiyar!, "Ama seldz daha çok!" demiştiın. -Adana İmam-Hatip'in öğretim kadrosunda, o zamanın meslek öğretmenlerinden veya başka branşlardan daha sonra sizi etkileyen isimler var mı?

530 tasawzif -Tabii değişik branşlardan hocalar varclı. Meslek hocalanmız varclı. Remzi Yavuz isminde bir müdür yardımcısı vardı, onu hatırlıyorum. Yusuf Kılıç, meslek dersi öğretmeniydi. Bizim dersimize girmedi ama daha sonra akademik çalışmalara devam etti. Şu anda Mam_:ıara İHihiyat'ta İslam Hukuku profesörü biliyorsunuz.. Orada hocayclı o zaman. Yine rahmetli Günay Tümer, Adana İmam Hatip'te hocalık yapıyordu. Ama bizim dersimize ginnemişti. Necdet Özkaya vardı, şu anda Milli Eğitim Bakanlığında, müsteşar yardımcısı. O zamanlar Adana İmam-Hatip'te hocaydı ve çok da otoriter biriydi, talebeler çok çekinirdi. Bekir Güneş diye bir müdürümüz varclı. Bahs ettiğim Arif Kır meslek dersleri hocasıydı. Yine zihnimizde iz bırakan hocalardan Riliarnettin Erenruğ isminde, bir hocamız vardı. Birinci sınıfta din dersimize gelmişti. O hocamız, biz pansiyonda kalclığımız yıllarda, sabahleyin talebderi biraz sert bir üslupla namaza kaldınrdı. Ondan biraz çekinirdik ama aslında çok mülayim, çok iyi niyetli, idealist bir insandı. Yıllar sonra Ankara'da karşılaştık kendisiyle. Kendimi taruttım, memnun oldu. Onun bir hatırasını hiç unutmuyorum. Talebe üzerinde müspet tesir bırakma ve hoca-talebe ilişkisi açısından güzel bir örnek: Bir veya ikinci sınıftayız. O hocamız din dersimize giriyor. imtihan yaptı. Ben de sırufta başarılı bir talebeyim. Hoca beni biliyor, seviyor. Yazılı imtihan yapacak. Soruları sordu. Ben biraz da erken bitirerek kağıdı verdim hocaya. "Herhalde yaptım hepsini." dedim: Kağıdı verince çılanıyorduk, yerimizde oturuyorduk. Kürsüsünden kağıda bir göz attı, "Gel bakayım, dedi, bu kağıdı al tamamla." Meğer 10 değil de 9 alacakmışım. "Olmaz, bu sana yakışmaz." dedi bana. "Bir taneeksiğin var, onu düzelt." Rahatlıkla, "Tamam evladım, kağıdımverdin, hakkın neyse onu alırsın." diyebilirdi. O jesti bende öyle bir iz bıraktı ki, artıl\: mümkün mü o hocanın dersinden 1 O' dan aşağı not almak?!. Allah selam et versin hoş bir hocaydı. Hocalar olarak Adana İmam-Hatip'te aklımda kalanlar bunlar. "Şu hoca bizde çok fazla iz bırakmıştır, bize yön vermiştir." diyebileceğim çok fazla kimse doğrusu yok. -Üçüncü sınıfla mı Adana'dan ayrıldınız? -Üçüncü sınıftan dörde geçtiğim sene. Parasız yatılı imtihanına girdim ve başarılı oldum. Hatırladığıma göre o imtihanı birineilikle kazanrnıştım. Kazananları kontenjana göre başka yerlere gönderiyorlardı, beni de Halil Bilge isminde Hatay'lı bir arkadaşla birlikte Ankara'ya gönderdiler. O imtihanla Adana maceram bitıniş, Ankara'nın yolunu tutmuş oldum. -Zorunlu olarak Ankara'ya hicret. Validenizin duası devam ediyor. Uzaklaştıkça uzak/aşıyorsunuz yani. -Evet. Ama bir şeyi daha bilmemde fayda var. Babam okula kaydetmeye gelemediği gibi, ne Adana' da, ne de Ankara'da talebelik yıllarırn boyunca bir defa olsun yanıma uğrayamarnıştır. Arada bir mektup gönderiyor, lazım olduğunda bir şekilde harçlığımı yolluyordu. Allah rahmet eylesin.

osman türer ile mıiliikat 531 -Siz yaz tatillerinde mi gidebiliyordunuz? -Bir şubatta, bir de yaz tatilinde. Yaz talilinde köye vardığını gün veya en fazla ertesi günü işe koyuluyordum. Köy şartlannda mecbursunuz çalışmay<ı;, pedere yardımcı olacaksınız. Fakülte'ye devam ederken ve daha sonraki yıllarda köye vardığımda, ister istemez pederin işlerine yardımcı olmak durumunda kalıyordum. Vaziyete bakıyorsunuz, yalnız, ihtiyacı var. Erzurum'da öğretim üyesiyken Fransa'ya gitmiştim. Yıl 1986. Fransa'da üç ay kaldıktan sonra döndüm ve memlekete geldim. Aylardan Temmuz, tam ekin mevsimi. Paris'ten gelmişsin ama baban, kardeşlerin, herkes ekin biçiyor. Orada "Ben Paris'ten geldim, tarlada çalışamam." diyemiyorsun! Gelişimin ertesi günü soyundum, ehme orağı aldım, başıma fötr şapkayı çektim ve girdim ekin tarlasına. O sıra köyde olan birader, şaka yollu "Yahu şu adama bak! Daha dün Paris'ten geldi, bugün ekin tarlasında!" diye espri yapmıştı. -Ankara İmam-Hatip'te dunımlar nasıldı? -Ankara'ya bizim nakil yapıldı. Adana'nın bende bıraktığı bir intiba da şuydu, çocukluk yaşlarımda: Dedimyayayla çocuğuyum. Yaylada köyümüze kışın kar ya ğar. Adana'ya geldim, kış geldi geçti ama kar yağrnıyor. Bende, şehre kar yağmaz diye bir düşünce oluştu. Köye kar yağar, ama şehre yağmaz. Derken Ankara'ya geldim. Kış geldi, bir de baktım, kar yağıyor. "Allah Allah, demek ki şehre de kar yağarmış!" dedim keiıdi kendime. Ankara'ya gehşim dördüncü sıruftayken oldu. Ankara İmam-Hatip'te Osman Turan isminde, daha sonra tanıştığım bir arkadaş vardı. Bu arkadaş sırufta kalmış, kalmasa aynı sırufta olacakmışız. Daha sonra beni tanıyınca anlatıyor, biraz da nüktedan birisi: "Okullar açılınca geldim, bir baktım ki, dördüncü sınıflarm arasında Osman Türer diye birisini var,. Bu herhalde benim ismimdir. Bir dalgmlığa gelmiş, sınıfı geçirmişlerdir diye düşünüyorum. El altından da kolluyorum. Şu ismin salıibi bir çıkmasa, bir gelmese. Gelmese de ben onun yerine devam etsem dördüncü sınıfa diye. Nereden çıktın geldin be kardeşim?!" diye bana takılırdı. Ankara'ya geldim, tabi! yine farklı bir ortam. Okul değişmenin belli bir dezavantajı oluyor. Avantajlan da olmuştur ama bir intibak problemi yaşanıyor.. Hocalar değişiyor, sizin alıştığınız ortam değişiyor. Adana'da iyi bir ~?aşan grafiği tutturmuştum. Ankara'ya varınca, bazı dersler açısından uyum sorunu yaşadım sayılır. Mesela Fransızca'ya bir bayan hoca gehyordu, stiline alışamamış ve o dersten biraz düşüş yaşamıştım.. Sadece hocaların stil değişikliği, bir intibak dönemi, ondan sonra çabuk toparladım. Adana'yla ilgili bir küçük hatıraını daha nakletınek isterim: Yatılı imtihanını kazandım, Ankara'ya nakil yapmak üzere idareye dilekçe vermem gerekiyor. Bir dilekçe yazıp getirdim Müdür Bey' e. Bekir Güneş okul müdürü. Dilekçeyi aldı bir baktı; "Bunu sen mi yazdın?" dedi. "Evet hocam." dedim. "Sen yaz-

532 tasavvıif dıysan aferin, dedi, ne kadar güzel yazmışsın, işte dilekçe böyle yazılır." diye iltifatta bulundu. Demek ki önceden dilekçeye benzemeyen nice dilekçeler almış ki, benim dilekçeyi görünce hoşuna gitmiş. Ankara'da intibak dönemini geçirdim, şehre alıştım, yatılı olduğum için çabucak arkadaşlar da edindim. Güzel ve samimi bir arkadaş çevrem oluştu ve talebeliğe kaldığımız yerden devam ettik. İlk dönem notlanmda biraz düşüş göriil' düyse de, ondan sonra yine normal seyrinde başarıyla devam etti. -0 yurtta samimi olduğun arkadaşlar kimlerdi, böyle seni etkileyen, ağabeylik yapan, yol gösteren kimseler var mıydı?. -Anlıyorum. Tabii o şartlarda, gençlik çağlannda, hatta çocukluk yaşları diyebiliriz, o dönemlerde beni etkileyen Ankara İmam Hatip'te hoca olarak, şu anda aklıma gelen çok flaş bir isimden bahsedemeyeceğim. Ama aklımda kalan hocalar, mesela rahmetlik Günay Tümer hocamız. Benden bir yıl önce Adana İmam Hatip'ten Ankara'ya gelınişti. Peşinden ben de oraya geldim. Ben, Ankara İmam Hatip'i bitirmeden, o Ankara İHihiyat'a asistan olarak atanrnıştı. Peşinden ben yine Ankara İHihiyat'a geldim. Bir defasında bana demişti ki: "Arkadaş ne oluyor, peşimi bir türlü bırakmıyorsun?!" -Profesör de oldun, yine arkasında oldun, doğnt, bakikaten doğru. -Latife yapmıştı yani, peşimi bırakmayacaksın diye. Allah rahmet eylesin. Daha sonra Bursa'ya gitti aı::iıa, ben artık peşini bıraktım ve Bursa'ya gitmedim. -Mehmet Soyak falan? -Mehmet Soyak vardı, sonra Harndi Mert. idealist insanlardı. İsmet Şimşek Bey vardı. Bizim dersimize gelmedi, ama talebeler üzerinde etkili bir hoca olduğunu biliyorum. MüdürümUz Kemalettin Erdil Bey'di, hatırlarsınız. Güreşe meraldı bir insandı. Şevket Meraki ismindeki Arapça hocamız. Hakkı Okan isminde yaşlı bir Matematikçifniz vardı. Orhan Kadıgil isminde de bir tarih hocamız. Yaşlı, iri-yarı. Ali Aras, Rüştü Erkul vardı. Nasuhi Ünal Karaarslan vardı. Şimdi Çanakkale ilahiyat Fakültesi'nin Dekanı. Bizim dersimize gelmemişti ama pansiyanda kalırdı. Bekardı o zaman. Ben de yatılı olduğumuz için kendisini tanırclım. O pansiyonda sıkça nöbet tutar, öğrencilere refakat ederdi. Bir defasında, hiç unutmuyorum, bizim sınıfta muzip, yaramaz bir arkadaş vardı. Balıkesirli, İbrahim Kaya isminde, hatırlarsınız belki. Pansiyonda bir akşam yemeği saatinde, önceden bir suçu olacak ki, onu yakalayıp hesaba çekecek istedi. Ama arkadaş kaçtı, hoca da peşinden koştu yakalamak için. Masalann arasında o kaçıyor, o da peşinden kovalıyor, sonuçta bir türlü yakalayamarnıştı. Geçmiş gün, hiç aklımdan çıkmıyor. Nasuhi Bey'iı1 öyle bir hatırası var bende. -Başka kimler vardı orada batırlayabildiğiniz? -Başka hatırımda olan, mesela Mehmet Atay vardı, Edeb~yat öğretmenimiz. -Ankara İnıam-Hatip'teki güreş seriiveniniz, o dönemdeki öğrenciliğiniz ve üzerinizde en çok etki bırakanlar?

osman türer ile mıiliikat 533 -Ankara İmam-Hatip'e geldikten sonra, her genç gibi ben de derslerin dışında başka kitaplar okumaya çalışıyor, o dönemlerde revaçta olan gençlik ve fıkir akımlanyla ilgilenmeye çalışıyordum. Benim talebelik döneminde Ankara İmam-Hatip'te bir ülkücü hareketin, bir de Milli Mücadele Birliği adındaki, Aykut Edibati'nin liderliğini yaptığı gençlik hareketinin taraftarlan vardı. Ben o günkü şartlarda biraz Mücadele Birliği hareketini tasvip ediyordum. Biraz onlarla düşüp kalktım. Fikri phinda o dönemde biraz onlarla hemlıaj. oldum diyebilirim. O zamanlar onların çıkardığı dergiler vardı. Pınar dergisi, Gerçek dergisi gibi, Otağ Yayınevi'nin neşrettiği bazı kitaplar vardı. Onlar ilgimi çekiyordu. Yine, Cevat Rıfat Atilhan'ın bazı. kitaplarını ilgiyle okuduğum u hatırlıyorum. Bu ve benzeri fıkir harekerleri ve neşriyada az çok irtibatımız olmuştu. Bu arada tabii bazı arkadaşlanrnızdan, hocalarımızdan etkilendik. Mesela Nurettin Topçu rahmeilinin bazı kitaplannı okuduğumu hatırlıyorum. Mustafa Yazgan'ın roman ve hikaye türünden bazı eserlerini olrumuştum. Mehmet Kaplan'ın, ne bileyim, Necip Fazıl'ın, Sezai Karakoç'un vs. kitaplarından okuyabildiğimiz kadar okumaya çalışıyorduk. Ama o zamanlar çok fazla aktıyan birisi olduğumu da söyleye:. mem. O günlerde yoğunluklu bir okuma alışkanlığım olmadı maalesef. İşte bu tarzda bir eddlenişif? oldu. Daha çok derslerimle alak:adar oluyordum desem doğru olur. Yatılı olduğum içirı nispeten disiplinli çalışıyordum. Bu arada, eski-. den de sevdiğim içirı birtakım sportif faaliyedere de iştirak ettim. -Güreş sen1veniniz? -Küçüldüğümden beri güreşe merakım vardı. Ona yakın ilgim Adana' da, okı.ıl takımını seyretınekle başladı. Adana İmam-Hatip, güreşte hep birinci olurdu, güzel güreşçiler vardı. Osman Paksoy vardı, Hüseyin Adı vardı. Adana'da herhangi bir çalışınam olmadı. Küçük yapılıyclım, güreş yapacak kadar kilarn da yoktu zaten. Ankara'ya geldikten bir sene sonra 5. sınıftayken bilfiil güreş yapma düşüncesi doğdu. Yatılı olan güreşçi arkadaşlar vardı. Mesela Arif Katrancı ismirıde bir 52 kilomuz vardı. İyi de bir güreşçiydi. O da yatılıydı. Özellilde o beni teşvik etti, bana cesaret verdi. Daha ldlarn da 48'in bile altındaydı. Tüy sıklet yani. Derken kıyısından köşesinden başladık. Müdürümüz Kemalettin Erdil de güreşe meraldı. O da bende bir kabiliyet olduğunu fark etti ve beni teşvik etti. Derken güreşle alakam fiilen başlamış oldu. Zaman zaman Yaşar Doğu Spor Salonu ve Türk Ocağı binasında hoca nezaretinde antrenmanlara katıldım. Bir süre sonra da okulun güreş talamına girdim. 48 kiloda güreşiyordum. Bir-iki sene kadar okulun güreş takımında 48 ldloyu temsil ettim. Ankara çapında bayağı başan da sağlamrştım. Birkaç defa birinci de oldum. Güreşte lise düzeyirıde böyle bir alakam oldu. Arif Kat~ rancı 52 ldloda, ben 48 kiloda, ikimiz de iyi güreş yapıyoruz. Bu arada derslerimizde de gayet başanlıyız. O günlerde müdürümüz Kemalettin Erdil Bey şöyle bir latlfe yaparak, " 'Atın alımağı rahvan, insanın alımağı pehlivan olurmuş.' derler ama, bunlar bu kuralın dışında. Bu iki güreşçimiz hem derslerinde başanlı,

534 tasawıif hem de güreşte." demiş ve bize iltifatta bulunmuştu. Tabü ben hep dersi ön planda tutuyordum. Yani güreşle ilgileniyordum ama derslerimi engellemeyecek derecede. Bu yüzden dersleıimde son sınıflarda iyi bir başan seviyesi tutturmuştum. Okulu da beşinci veya altıncı olarak bitirmiştim. -Güreş le ilgili söyleyecekleriniz bittiyse başka bir şey sormak istiyontm. O dönemde tasavvuja ilişkin bir kitap jalan okuduğunuz oldu mu? - Doğrusu o dönemde ben tasavvufun ne olduğunu fazla bilmiyordum. Sade~ ce edebiyat kitaplarında yer alan Yunus Ernre, Mevlana vs. gibi sfıfi şairlerin dışında, tasavvuf geleneği hakkında fazla bir bilgi sahibi olamarnıştım. Bildiğiniz gibi okulda Tasavvuf diye müstakil bir ders de yoktu. Nurettin Topçu rahmetlinin kitaplarında bile onu fazla sezdiğimi söyleyemem. Kısacası o dönemde tasavvuf ilgi alanıının dışında. Tasavvufu tanımaya daha çok ilahiyat Fakültesi'nde başladım. Ama İmam-Hatip'te böyle bir şey henüz yok. Sadece İmam-Hatip kültürü, dilli kültür, efendim olabildiği kadar dilli ilimlerden bir şeyler öğrenme. -Peki Necip Fazı/'ın konferansianna gider miydiniz? -Üstad Necip Fazıl'ın konferansıarına giderdim. Muhammed Hamidullah'ın konferansiarına da bir-iki defa gittiğiini hatırlıyorum. Necip Fazıl'ı bir-iki defa dinlemiştim. Ama Sezai Karakoç'u dinlediğimi hatırlamıyorum. Ancak kitaplanndan haberdardım. -0 zamanlar Bugün Gazetesi vardı değil mi? -Evet onu da zaman zaman okumaya çalışırdık O zamanlar, biraz önce bahsettiğim o gençlik hareketi Yeniden Milli Mücadele dergisini çıkarırdı. Doğrusu daha çok onu ve Pınar'ı okurdum. Gerçek isminde bayağı oturaklı ve ilm! bir dergi daha çıkanyorlardı, onu da okumaya çalışırdup.. -Kaç lı yıllar? -Yıl1972. Ankara İmam-Hatip'ten mezuniyet yılım. O yıl, yani son sıruftayken imtihanlardan birkaç hafta önce kısa bir süre de hastanede yattım. -Bitirme imtihanları mı? -Evet. Son sınıfta bitirme imtihanlarına gireceğiz. Ateşli bir hastalığa yakalandım ve bir haftaya yakın Ankara Numune Hastanesi'nde yattım. O günleri de hala unutarfııyorum. Nihayet bir çocuk sayılırsın. Kimsen yok Ne refakatçin var, ne de bir ziyaretçin. Bir doktor, sağ olsun ilk muayeneden sonra "Yatırmarnız lazım." dedi ve yatırdı. O hastanedeyken de yüksek ateşten bayağı hafakanlar geçirdiğimi, kabuslar gördüğümü hatırlıyorum. Öyle bir gece, Allah'tan bir hemşire geldi, bir iğne yaptı da, ondan sonra biraz kendime geldim. Kısacası o sıra bir ara kendimden ümidi bil~ kesmiştim. Daha sonra sınıf arkadaşlarımdan birkaç kişi ziyaretime gelınişti de, sanld dünyalar benim olmuştu. Öyle bir zamanda bir ziyaretçi, insanı haltilmten çok mutlu ediyor. Tabü imtihanlarda da bunun biraz ~lumsuz tesiri oldu. Evet böylece Anlmra İmam-Hatip Lisesi maceramız da bitti. Üniversite inıti-