CUMHÛRİYET TÂRİHİNDE TÜRK MÜHENDİSLİĞİNİN YERİ VE BU ALANDA KAYDEDİLEN GELİŞMELER Prof. Dr. Mustafa TEMİZ Konuşmama, yüksek huzûrlarınızda bahşettiğiniz hitâbetme mutluluğunu dile getirerek başlıyorum. Üniversitelerimizde her sene kutladığımız belli ve kutsal günler dolayısı ile dile getirilen konularda anlatılmak istenen en önemli husus, yavan tekrarlardan kaçmaktır. Ele alınan mevzûlarda Türk Milleti olarak insanlığa yapmış olduğumuz katkıların belirtilmesinin, bilim ve hizmet heyecânı kazandırmak üzere, istikbâlimizin birer güvencesi olan gûzîde gençlerimizin bilim ve teknoloji sahâsında ortaya koyacakları gelişme ve ilerlemelerde dayanacakları ve övünerek şahsiyetlerini bulacakları, geleceğe dönük bir potansiyel kaynağı oluşturacağının vurgulanmasıdır. Bir milletin geçmişinin bilim ve teknolojiye yaptığı katkılar, o milletin ileri araştırma ve geliştirme azminin potansiyel gücünü verir. Bu gün çoğumuz bütün bilimlerin kaynağının Batı olduğu inancı içindeyiz. Bu yüzden, Batı'da bilim ve teknoloji sahâsında meydana gelen her gelişme karşısında yeis ve ümitsizliğe düşenlere rastlanmaktadır. Bu hal, kendi öz varlığımızı ve benliğimizi geliştirerek bir şeyler yapma, bir şeyler gerçekleştirme çabalarımızı körleterek, her şeyi Batı'dan bekleyen şahsiyetsiz, taklitçi ve kopyacı bir ruh yapısına yol açabilir. Bu sebepten, kendi öz bilim târihimizin altın sayfalarından bize intikal eden gurur ve gayret potansiyelinden, mahrum olmak, aslında, hiç de küçümsenecek bir şey değildir. Tersine bu târihi gurur ve potansiyel, günümüzde her türlü gayret ve başarının çekirdeğini oluşturan itici, ateşleyici bir moral kaynağını oluşturmaktadır. Bu gün Türkiye miz, geçmişte olduğu gibi, bilim, mühendislik ve teknoloji alanında lâyık olduğu yeri alma yarışını başlatmış bulunmaktadır. Hızla çoğalan üniversitelerimizde inşâat, makine, elektrik, elektronik, bilgisayar gibi mühendisliklere ilâveten, kimya, fizik, matematik, biyoteknoloji ve optik gibi sahâlarda da yeni yeni mühendisliklerin açılması ya da açılacak seviyeye gelme gayretleri bunun belirgin bir işâretidir. Cumhûriyet Devri ndeki gelişmeleri daha iyi bir şekilde kavrayabilmek ve târihî bilim potansiyelimizin verdiği bir güç ile geleceğimizi en iyi bir şekilde tasarlayabilmek (tasarlayabilmek) için, daha önceki devirleri de kısa bir şekilde de olsa gözden geçirmekte fayda vardır. Bu konuşma 1992 yılında yeni kurulmuş olan Pamukkale Üniversitesi nin, Mühendislik Fakültesi Dekanlığı tarafından verilen bir görev üzerine, Rektörlükçe organize edilen geniş katılımlı bir kutlama merâsiminde yapılmıştır. Yazının içeriği hakkında bilgi almak isteyenler için ÖNEMLİ BİLGİLERİN SAYFA NUMARALARI ŞUNLARDIR: Orta Çağ Karanlığı Batılıların Târihlerinde Vardır, Sayfa No: 2, Milletimiz'in ve Orta Çağdaki bilimin, günümüz bilim, mühendislik ve teknoloji sahâsına yaptığı katkı %65 civârındadır, Sayfa No: 2, Müslüman İlim Adamlarının Bilime Yaptığı Hizmetler Sayfa No: 3, Ahmet bin Musâ nın "Harika Düzenler"i, Sayfa No: 4, Mühendis Başı!.. Bana öyle bir şey yapasın ki, ben onunla iştigal edeyim., Sayfa No: 4, Ebü'l İz'in hidromekanik güç ile işleyen Tavus Kuşları bulunan eserleri, Sayfa No: 5, Türkiye de İlk Kurulan Üniversiteler, Sayfa No: 6.
2 Bu bakımdan konuşmamın esâsı üç kısımdan meydana gelmektedir: 1. Batılılar'ın "Müslümanlar" dedikleri, biz Türkler, Îranlılar ve Araplar'dan müteşekkil Orta Çağ'da Orta Doğu daki bilim adamlarının çalışmalarının bu günkü bilim ve teknolojiye olan yansımaları, 2. Osmanlı Dönemi, 3. Cumhûriyet Dönemi. Konuşmamın başlangıcında Geçmişte olduğu gibi" tâbirini kullandığıma her halde dikkat etmişsinizdir. Evet!.. Bu sözcüğü boşuna kullanmış değilim., Sık sık Orta Çağ Karanlığı'ndan bahsedildiğini duymuşsunuzdur. Bu karanlık çağ vardır, fakat bu karanlık bizim geçmişimiz için değil, Batlılar'ın geçmişi için geçerlidir. Bunu burada uzun uzun anlatmak, konumuzun dışında kalır. Ancak şu kadarını belirtmekle yetinmek istiyorum. Biraz sonra Orta Çağ'da, Orta Doğu'daki bilim adamlarından günümüze akseden bilim ve mühendislik sahâlarındaki gelişmelerden de anlaşılacağı gibi, Orta Çağ, Avrupalılar'ın Rönesans'ının bilim-alt yapısını hazırlayan Müslüman Bilim Adamları'nın altın çağını oluşturmaktadır. Bilim Târihi'nde derinleştikçe görülmüştür ki, Milletimizin ve Orta Çağdaki bilimin, günümüz bilim, mühendislik ve teknoloji sahâsına yaptığı katkı %65 civârında bulunmaktadır. Konuyu fazla uzatmamak için bâzı Batılı Bilim adamlarının bu konuda söylemiş oldukları şu sözlerden hareket etmek, belki, daha da açıklayıcı olacaktır. Brifoult diyor ki: "Roger Bacon ve gerekse adaşı deney metodunu Avrupa ya sunma şerefini kazanmaya lâyık değildirler. Onlar İslâm ilim ve metodunu Avrupa ya nakledici olmaktan öteye gidememişlerdir. Deney metodunu kimlerin îcat ettiği konusunda münâkaşaya girişmek, Avrupa medeniyetinin kaynaklarını inkâr etmekten başka bir şey değildir." Yazar İnsanlığın Oluşu adlı eserinde ise şöyle demektedir: "İslâm Medeniyeti nin modern dünyâya en büyük hediyesi ve yardımı ilimdir... Fakat Avrupa'yı yeniden hayâta kavuşturan şey sâdece ilim de değildi. İslâm medeniyetinden gelen daha başka tesirler de Avrupa hayâtına ilk parlaklığı vermişti... Avrupa'nın ilerlemesinde İslâm Kültürü nün kesinlikle tesirini göremeyeceğimiz bir basamak yoktur. Bu tesirin bütün açıklık, büyüklük ve devam eden gücüyle kendini gösterdiği, en büyük zaferlerin kazanılışına sebep olduğu alan, tabiat ilimleriyle ilim zihniyeti olmuştur." Fransız matematik ve târihçisi Libri (1803-1869) diyor ki: "Târihten Müslümanları silecek olursanız, ilmî Rönesans mız asırlarca geri kalır." Gustav Lebon ise: "Avrupa'nın kara bir barbarlık içine daldığı bir devrede, Bağdat ve Kurtuba gibi, İslâm'ın hüküm sürdüğü iki büyük merkez parlak nûrlarıyla Dünyâ yı aydınlatan bir medeniyetin ocaklarıydı. diyor.
3 Sedillot'un,(1808-1875), sözleri ise şöyledir: "9. asırla 13. asır arasında Dünyânın en geniş edebiyat dâirelerinden biri teşekkül etmiştir. Bir çok kültür mahsülleri, kıymetli keşifler fikrî faâliyetlerin ne derece mükemmel olduğunu göstermektedir. Bu mükemmellik Hıristiyan Avrupa üzerinde de tesirini gösterdi. O kadar ki, bu Müslümanlar'ın her hususta bizim hocalarımız olduğu hakkındaki görüşe haklılılk kazandırmış olabilir." "Müslümanları ve onların bütün Ortaçağ boyunca yeni medeniyet üzerinde meydana getirdikleri tesiri, unutulmaya mahkûm etmekte herhalde özel bir kast olsa gerektir." Prof. E. F. Gautier ise şöyle diyor: "Rönesans'ın ilk kekeleme anları öyle bir devreye rastladı ki, barbarlıktan uyanmakta olan Avrupa, İslâm Medeniyeti'ne bitkin bir hürmetle bakmaktaydı. Taklidi imkânsız bir örnek karşısında cesâretini kaybeden Batı'nın kolları sarkıyordu." "Yalnız Cebir i değil, diğer matematik ilimlerini de, Avrupa kültür dâiresi, Müslümanlardan almış olduğu gibi, bugünkü Batı matematiği gerçekten İslâm matematiğinden başka bir şey değildir." Ernest Renan'ın sözleri ise çok enteresandır. O şöyle diyor: "İçimde derin bir eziklik duymadan, Müslüman olmadığıma teessüf etmeden aslâ bir câmiye girmedim." Prof. Jaques Risler, "Rönesansımızın matematik hocaları Müslümanlar dır." demektedir. Bu konuyu şu tespitle bitirmek istiyorum: Câbir bin Hayyan'ın bir kitabını 14. asırda tercüme eden Batılılar, onu ancak 16. yüzyılda anlamışlar, bundan hepimizin bildiği Lavoisier Prensibi ortaya çıkmıştır. 17. asırda diğer bir eserini anlamışlar Geylusak Prensibi doğmuş, 19. yüzyılda anladıklarından ise, Nevton Prensibi meydana gelmiştir. Câbir bin Hayyan ilim târihinde ilk defâ laboratuar kuran ve deney ve gözlemi ilme getiren kimsedir. O laboratuarında ilk sunî hücreyi yapmıştır. Cardano, onu Dünyâ nın 12 dahîsi arasında göstermiştir. Sıfırı Avrupa ya bir Türk olan Harizmî, (780-859), hediye etmiştir. Trigonometriyi Müslüman ilim adamları geliştirmiş, Gıyâseddîn Cemşid bir derecenin sinüsünü 0.017 452 404 437 238 571 olarak daha o zamanlar hesaplamıştır. Aynı bilim adamı pi sayısını 3.141 592 635 589 743 olarak kullanmıştır. Newton'a atfedilen Binom Açınımı nı aslında Ömer Hayyam, (?-1123), bulmuştur.
4 Differansiyel Hesâbı, Newton'dan evvel Sâbit bin Kurrâ, (?-901), tarafından bulunmuştur. Geometriyi aritmetiğe ilk defâ uygulayan Dekart değil, Sâbit bin Kurrâ'dır. Ondalık sayıyı bulan, bu konuda ilk eser veren Gıyâseddîn Cemşid'dir, (?-1429). Virgülü de ilk defâ o kullanmıştır. Ahmet bin Musâ "Harika Düzenler" adlı eserinde 1000 kadar otomatik kontrol sistemi çizmişir. O, her modern ev kadınının ve her köylünün vazgeçemeyeceği, günlük pratik hayatta kullanılacak, o zaman için birer fantezi îcat gibi görünen, en basitinden en karışıklarına kadar değişen çeşitli âletler, çok üstün bir zekâ ile tertiplenmiş teknik oyuncaklar yapmıştır. Yaptıkları arasında her defâsında bir miktar su akıtabilen testiler, sıvıların izâfî yoğunluklarını hesaplayan kaplar, ihtiyaca göre ayrı veyâ karışık su akıtabilen şişeler, fitilleri yandıkça kendi kendine çıkan, içlerine otomatik şekilde yağ akan, rüzgârda sönmeyen lâmbalar vardır. Su muayyen bir seviyeye vardığında vereceği otomatik işâretlerle sulamanın tamamlandığını belirten düdüklü âletler, dâimâ değişik figürlerle su fışkırtan fıskiyeler ve su san'atının en çeşitli türleri onun yaptıklarından bâzılarıdır. O, suyu, otomatik düzenlerde bu günün mühendisinin elektriği kullandığı gibi kullanmıştır. Yüksek müsaadelerinizle şimdi burada sibernetiğin kurucusu, Ebû'l İz İsmâil el-cezerî, (?-1206), için özel bir sayfa açmak istiyorum: Türk olan El-Cezerî nin adı, Doğu Anadolu da bulunan Cizre kasabasında gelmektedir. Orada yaşamış ve orada ölmüştür. El-Cezerî, 13. yüzyılda Diyarbakır'da Artuk Türkleri zamanında yaşamış bir bilim adamımızdır, Kitabü'l Hiyel adlı eseri ile sibernetik ilminin ilk kurucusu olmuştur. Zamanımızdan 8 asır önce Diyarbakır'da Artuklu hükümdarı Sultan Mahmut bin Mehmet bin Karaaslan, sarayın başmühendisi olan El-Cezerî'yi huzûruna çağırarak ona şu emri verir: Mühendis Başı! Bilirsin ki, abdest işlerinde adamlarımın bana su dökmelerine rızâm yoktur. Bana öyle bir şey yapasın ki, ben onunla iştigal edeyim. Bu emri alan başmühendis derhal işe koyulur ve otomatik bir su dökme makinesi yapar. Onun yaptığı otomatik makineleri, bu arada su dökme makinesinin resimlerini TÜBİTAK yayınlarından Bilim ve Teknik dergisinin 110 ve 112. sayılarında merak edenler görebilirler. Bilim adamımızın 55 âdet su, mekanik veyâ sedef bilyeler ve miller yardımıyla türlü türlü yürüyen ve hizmet eden, robot adamlar, mızıkalar, orglar, eğlence araçları, bentler ve barajlarda kullanılan çark sistemleri ve kilit mekanizmaları gibi âletler yapmıştır. Batı'da sibernetik biliminin prensipleri daha 1925 yılında tespit edilirken, İbnül İz adındaki Türk bilim adamımız tâ 13. yüzyıl başlarında su ve basınç kuvvetine dayanarak kendi kendine çalışan birçok aygıt ve robotlar gerçekleştirmiştir.
5 32 yıl başmühendislik yapan Cezerî nin Mekanik Hareketlerden Mühendislikte Yararlanmayı Kapsayan Kitap olarak bu günkü dile çevirebileceğimiz Arapça yazılı eserinin orijinali mevcut değildir. Fakat 5 tânesi Türkiye de bulunmak üzere, bütün dünyâda 15 kopyası vardır. Türkiye dekilerin 4 ü Topkapı, 1 tânesi Süleymâniye kütüphânesindedir. Eserin nüshalarından bir tânesi Topkapı Müzesi 3. Ahmet Kütüphânesi nde 3472 numarada kayıtlıdır. Ebü'l İz, bu kitabını 1205-1206 yılları arasında yazmıştır. Bu kitabı ecnebiler Dortrecht ve Boston'da İngilizce olarak basmışlar ve 96 dolar fiyatla satışa çıkarmışlardır. Nature adlı dergi 1974 yılının Mart sayısını, ünlü Türk bilgini Ebü'l İz'e ayırmıştır. İngilizce yayınlanan dergide Kitab-ûl Hiyel deki bir otomat şeklini kapağına koymuştur. Dergi, orada şu cümleleri zikretmektedir: 12. Yüzyıl Müslüman Mühendisliğinin Doruğuna Erişmiş Cizre li İbn ür- Rezzaz (Ebû l İz). Ebü'l İz'in yaşadığı çağda elektrik gücü, manyetik güç, foton etkisi ya da elektromanyetik güçler yoktu. Ellerinde bulunan yalnız su gücü ve basınç etkisinden faydalanarak bu sistemleri kurabilmiş olmaları, atalarımızın ilmin bir ana kolu olan bilime de ne kadar yatkın olduklarını ve önem verdiklerini ve ilmin asıl sâhibi olduklarını göstermektedir. Kezâ, bu ilim adamlarımızın faydalandığı sâdece su gücü ve basınç etkisi olduğu halde, bu kadar muazzam hidromekanik prensiplerle çalışan otomatik makineler yapabilmiş olmaları, milletimizin, Avrupalıların prensiplerini 1925 yıllarında kurduklarını söyledikleri sibernetik bilimi târihi içinde de ne kadar eski ve ileri olduğunu belgelemektedir. Nature adlı derginin 286. sayfasına Ebü'l İz'in hidromekanik güç ile işleyen Tavus Kuşları bulunan eserlerinin resimleri konulduktan sonra, bu resmin altına özetle şu satırlar yazılmıştır: Onun mekanik aygıtlardan bir tânesi su gücü ile işleyen saati idi. Oldukça büyük bir havuzdan boşalan su, her yarım saatte bir boşalarak pistona hareket sağlıyordu. Bu nedenle de bütün sistem saat başı makaralar ve palangalarla dönüyordu. Bu anda da erkek tavus kuşu ile dişi tavus kuşu, karşılıklı dönüş hareketinde bulunuyorlar ve bu anda da dişi tavus kuşu ötüyor. Dönen bu su çarkı, iki genç tavus kuşunun birbirine karşı bağırıp çağırmalarını düzenliyordu. Sol tarafta bulunan kaldıraç kolu ise, suyun boşalmasını ve tekerleğin dönüşünü sağlıyordu. Ebü'l İz'in söz konusu kitapta târif ettiği makinelerden bir kaç tânesi Alman profesörlerinden Widemann tarafından yapılmış ve bunlar mükemmel olarak çalışmıştır. Bu gün bu makineler, Almanya'da Erlangen Üniversitesi'nde bulunmaktadır. Prof. Dr. Kazım Çeçen, Köprü Dergisi nin Eylül 1982 sayısında yazdığı bir makâlede eserin mühendislik açısından son derece büyük bir değer taşıdığını belirtmektedir. Memleketimizde ilk defâ Cezerî ve eserlerinden söz eden İbrâhim Hakkı Konyalı olmuştur. Konyalı, Diyarbakır da çıkan Kara Amîd adlı derginin 1969 yılına âit 2. cilt, 5. sayısında 8 Asır önce Türk Sarayları Makineleşti başlığı altında yazdığı bir yazıda Cezerî yi tanıtmıştır. Kitab-ûl Hiyel in bir nüshası 1978 yılında Londra da Hagop Kevorkyan tarafından 16000 siterline satılmıştır.
6 Bu gün lazerin târihçesi yazılmaya kalkılsa, İbni Heyzem'i atlamak mümkün değildir. Optik ilminin temellerini İbni Heyzem, (965-1051), kurmuştur. O, Görüntüler Kitabı ile Roger Bacon, (1214-1294), Kepler, (1571-1630), ve Leonardo, (1452-1519), gibi bilginlerin çalışmalarında onlara rehber olmuştur. Farabî,(870-950), sesin fiziksel îzâhını yapmış, İbni Kara, (?-1100), ilk torna tezgâhını kurmuştur. Uçağın öncülüğünü 880 de İbni Firnas adındaki bir ilim adamı yapmıştır. Firnas uçağıyla uzun sürede havada kalmış ve süzülerek yere inmiştir. Batı'da ise ilk uçuşu Orville Wright Kardeşler ancak 1903 te başarabilmişlerdir. Firnas'tan sonra ilk uçuş denemesini İsmâil Cevherî, (950-1010), yapmış ve bu hayâtına mal olmuştur. Hazerfen Ahmet, 17. yüzyılda gazâsız ilk uçuşu başarmıştır. O, Galata kulesinden Üsküdar'daki Doğancılar a uçmuştur. İlk füze denemesini 4. Murat zamanında Lagarî Hasan Çelebi başarmıştır. Yerçekimi ile Newton'dan evvel, Câbir bin Hayyan, Râzî, Birûnî ve Hazinî adlı âlimler uğraşmışlar, boşlukta çekimin ispatını Râzî yapmıştır. Will Durant, The Age of Faith-Îman Çağı adlı eserinin 328. sayfasında Hazinî'nin yerçekimi ile ilgili bir teori kurduğundan bahseder. Hazinî ayrıca terâziler hakkında bilgi vermiş, havanın yoğunluğunu hesaplamış, rüzgarın hızıyla hava yoğunluğu arasındaki bağıntıyı Toriçelli den, (1647), önce bulmuştur. Sarkacı saate Galile den, (1564-1642), evvel İbni Yunus uygulamıştır. Atomdaki enerjiden ilk bahseden Câbir bin Hayyan, (721-805), olmuştur. Gökkuşağı olayını Dakart'tan 300 sene evvel îzah eden Kudbeddîn Şirâzî'dir. Havan topunu ilk kullanan ise Fâtih Sultan Mehmet olmuştur. Osmanlı döneminde bilimin önemi Fâtih le başlar. Bu günkü Fâtih semtindeki Fâtih Medreseleri'nde o dönemlerde din, tıp, matematik, astronomi ilimleri öğretilirdi. Kânûnî iki medresesinden birini tıp için, ikincisini matematik için ayırmıştı. III. Ahmet devrinde matbaa açılmış, I. Mahmut döneminde, (1734), Üsküdar da Hendesehâne ve III. Mustafa döneminde, (1773), Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyun kurulmuştur. O zaman dersler Fransızca idi. 1843'de ise, İngilizce zorunlu, Fransızca seçimli ders olmuş, lll. Selim ve Abdülhâmit devirlerinde bunlar yeniden düzenlenmiştir. II. Mahmut devrinde kurulan Tıphâne, Cerrahâne ve 1839' da açılan Tıbbiye ile Osmanlılar Batı'ya açılmaya başlamıştır. 1883'de de Hendese-i Mülkiye Mektebi (Mühendislik okulu), 1882'de ise, Sanayî-i Nefîse (Güzel sanatlar) kurulmuştur. Batılılar a hocalık eden Orta Doğu nun Bilim Dünyâsı, Avrupa'daki Rönesans hareketinden sonra çok çeşitli nedenlerden dolayı bilim alanındaki üstünlüğünü yitirerek eski ihtişamını kaybetmiştir.
7 Mühendislik sahâsındaki gelişmelerin Cumhûriyet dönemi öncesinde gelişememesinin esas sebeplerinden bir tânesi de, matbaanın Batı'dan 300 sene sonra Türkiye'ye girmesi ve XVII. yüzyıldan sonraki dönemlerde Osmanlı devletinin zincirleme isyan ve şekâvetlerle uğraşması sebebiyle bu sahâya eğilememesi olmuştur. Dolayısı ile bugünkü nesle Batı anlamında Osmanlı döneminden bir bilim ve mühendislik birikimi aktarılamamıştır. Bununla berâber, Osmanlılar kendilerine özgü bir stil içinde mühendisliğin mîmarlık gibi bâzı sahâlarında bu gün bile görenleri hayretlere düşüren ölmez eserler bırakmışlardır. Nitekim Mimar Sinan Üniversitesi'nin ismi bu ebedîliğe işâret etmektedir. Batı ile bilim ve mühendislik sahâsındaki açığı kapatma gayretleri Cumhûriyet'in ilk kuşaklarına düşmüştür. Mühendislik birimleri üniversitelerin esas ünitelerinden biri olduğundan, memleketimizin bu alandaki gelişmeleri genel olarak üniversitelerimizin gelişmeleri ile paralellik arz etmektedir. Cumhûriyet döneminde üniversiteleşme hareketi 1933 de Atatürk'ün yaptığı Üniversite Reformu ile başlamıştır. Almanya'nın kovduğu kendi ırkından olmayan bilim adamları Türkiye tarafından kabul edilmiş, bu yüksek seviyedeki öğretim üyeleri gerek mühendislik ve gerekse diğer sahâlarda kıymetli elemanların yetişmesinde etkili olmuşlardır. Türkiye de doktora çalışmaları bu dönemde başlamıştır. Türkiye'ye 1933 yıllarında gelen yabancı profesörlerin 1940'lardan sonra memleketimizi terk etmeleri ile, onların yanlarında yetişen veyâ yurt dışında yetişip de Türkiye'ye dönenlerin gayretleriyle yeni bir dönem başlamıştır. 1946, 1970, 1973 ve 1981 de üniversite yasaları değişikliklere uğramıştır. 1944 yılında Kurulan İstanbul Teknik Üniversitesi ile Cumhûriyet döneminde Mühendilik hizmetlerinin önemi vurgulanmış olmaktadır. Bundan sonra Mühendislik eğitiminin verildiği teknik üniversitelerin sayısı günden güne artmıştır. 1955 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi, 1959'da Orta Doğu Teknik Üniversitesi açılmış, mezun olan mühendisler, Türkiye nin ve Orta Doğu'nun her tarafına, Kafkasya ve Doğu Avrupa ya yayılmaya, tâ Rusya steplerinde mühendislik hizmetleri sergilemeye başlamışlardır. Üniversite sayısı 1950-1960 arasında 7'ye yükselmiştir. Bunlardan Atatürk ve Karadeniz Teknik Üniversitesi üç büyük ilin dışında bulunmaktadır. 1971-1980 döneminde Ankara, İstanbul ve İzmir dışında 10 yeni üniversite daha açılmıştır. Mühendislik eğitimi gün geçtikçe artmaktadır. 1982'de 19 âdet olan üniversite sayısı 1989'da 29'a çıkmış,!992 yılında bunlara 23 üniversite daha ilâve edilmiştir. Bu üniversitelerimizin çoğunda mühendislik fakülteleri açılmış ya da açılmaya devam etmektedir. İlk 29 üniversite'miz şunlardır: 1. İstanbul Üniversitesi (1933) 2. İstanbul Teknik Üniversitesi (1944) 3. Ankara Üniversitesi (1946) 4. Karadeniz Teknik Üniversitesi (1955) 5. Ege Üniversitesi (1955) 6. Atatürk Üniversitesi (1957) 7. Orta Doğu Teknik Üniversitesi (1959) 8. Hacettepe Üniversitesi (1967) 9. Boğaziçi Üniversitesi (1971)
8 10. Dicle Üniversitesi (1973) 11. Anadolu Üniversitesi (1973) 12. Çukurova Üniversitesi (1973) 13. Cumhûriyet Üniversitesi (1974) 14. İnönü Üniversitesi (1975) 15. Fırat Üniversitesi (1975) 16. Ondokuzmayıs Üniversitesi (1975) 17. Selçuk Üniversitesi (1975) 18. Uludağ Üniversitesi (1975) 19. Erciyes Üniversitesi (1978) 20. Akdeniz Üniversitesi (1982) 21. Dokuzeylül Üniversitesi (1982) 22. Gâzi Üniversitesi (1982) 23. Marmara Üniversitesi (1982) 24. Mimar Sinan Üniversitesi (1982) 25. Trakya Üniversitesi (1982) 26. Yıldız Teknik Üniversitesi (1982) 27. Yüzüncüyıl Üniversitesi (1982) 28. Bilkent Üniversitesi (1986) 29. Gâziantep Üniversitesi (1987) 3.11.1988 târihi îtibâriyle sâdece İ.T.Ü, K.T.Ü, O.T.Ü.nin toplam öğrenci sayısı 43 613'dür. Sâdece bu üniversitelerdeki mühendislik eğitimine ilâveten ayrıca diğer üniversitelerimizde bulunan mühendislik fakülteleri de hesâbâ katılırsa, günümüzde mühendisliğe verilen önem açık bir şekilde anlaşılmış olmaktadır. Sayısı gün geçtikçe artan mühendislik fakültelerindeki eğitimin Dünyâ standartlarında olduğunu söylememiz mümkün değildir. Konuyu biraz daraltarak bir örnek verecek olursak, 1991 yılı îtibâriyle, bütün Türkiye'de elektrik, elektronik ve bilgisayar konusunda profesör, doçent ve yardımcı doçent olmak üzere 220 civârında öğretim üyesi, 12000 kadar da öğrenci vardır. Öğretim üyelerinin 61 tânesi İ.T.Ü. de, 55 tânesi O.T.Ü. de ve geri kalan 100 civarındaki öğretim üyesi ise Elektrik-Elektronik öğretimi yapan diğer 15 üniversiteye dağılmış bulunmaktadır. Öğretim üyesi başına 60 civârında öğrenci düşmektedir. Sâdece öğretim üyesi bakımından yapılan bu karşılaştırma bile, bu iki üniversitemizin dışındaki üniversitelerimizde öğretimin sağlıklı olmadığını bâriz bir şekilde göstermektedir. İyi bir öğretimin elde edilmesi için 220 öğretim üyesini en az üçe katlamak lâzımdır. Bundan başka, mühendislik öğretimi yapan çoğu üniversite ve fakültelerimiz gerekli teknik deney, laboratuar ve modern techizâttan mahrum bulunmaktadır. Ayrıca, buna öğrencilerin çeşitli sosyal, ekonomik ve demokratik sahâlardaki problemlerini de eklemek gerekmektedir. Geçmişte bilim ve fennin öncüsü olan Milletimiz, bütün güçlüklere rağmen, bu gün içinde bulunduğumuz bilim ve teknoloji seferberliği ile yakın dönemlerdeki açıkları kapatarak yine dünyâya nizam verme rolünü yakalamak zorundadır. Bunu Milletimiz ancak, diğer milletler nazârında eziklik ve aşağılık kompleksine kapılmadan, geçmişin gurur ve bilim potansiyelini büyük bir azimle yılmadan yürüttüğü çalışmalarına destek ve basamak yaparak, çağımızın tüm bilim disiplinlerini aşmakla başaracaktır. Kaynaklar: 1.Hunke, S., Allahs Sonne über dem Abendland-Unser arabisches Erbe (Türkçe'ye Avrupa'nın Üzerine Doğan İslâm Güneşi adı altında tercüme edilmiştir.), Bedir Yayınevi, 1972.
9 2. Bilgi İşlem, Sayı 6, Ekim 1993. 3. Yüksek Öğretimdeki Gelişmeler (YÖK Yayını). 4. Temiz, M. Bilgi Toplumu (Kültür Bakanlığı Yarışmasında Mansiyon Ödülü kazanmıştır), Sehâ Neşriyat, 1991. 5. Elektrik Mühendisliği, Sayı 379, 1991. 6. Döven, Ş., Müslüman İlim Adamları Ansiklopedisi. 7. Nasr, S.H., İslâm ve İlim, İnsan Yayınları, 1989. 8. Güven, K.C., İnsan ve Kâinât, Sayı 59, 1990. 9. Erbakan, N., İslâm ve İlim, Ağaç-İş Matbaası, Ankara, 1972. 10.Güven, K.C., İnsan ve Kâinât, Sayı 43, 1989. 11.Bilim ve Teknik, Sayı 110, 112. 12.İdealler ve Gerçekler (Nobel Ödülü Fizik armağanı sâhibi ve Trieste'de bir BM Milletlerarası Fizik Merkezi başkanı olan Prof.Dr.Abdüsselâm'ın Ideals and Realities adlı bu eseri Kâzım Güleçyüz tarafından Türkçe'ye tercüme edilmiştir.) 13.Gürkan, A., İslâm Kültürü nün Garbı Medenîleştirmesi, 3.baskı, Nûr Yayınları, Ankara, 1975.