BALZAC TOURS PAPAZI ÖNSÖZ TOURS PAPAZI'NIN ÇEVİRİSİ KONUSUNDA BİR İKİ SÖZ



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

KARANLIKTA FİLİZLENEN TOHUM

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

DÜNYA İNSANLIK AİLESİNİN YÜZAKI YAZARLARINDAN!... Ekmel Ali OKUR; Hemşerimiz, Adanalı, Adam gibi adam! İnşaat Mühendisi,

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı'yla birlikteydi ve Söz Tanrı'ydı.

BAHARA MERHABA. H. İlker DURU NİSAN 2017 İLKOKUL BÜLTENİ

Yönetici tarafından yazıldı Pazartesi, 24 Ağustos :42 - Son Güncelleme Çarşamba, 26 Ağustos :20

meslek seçmişim kendime! Her gün dolaş dur! Masa başında çalışmaktan beter sıkıntıları var bu işin; yolculukların çilesi de işin cabası: Değiştirilen

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.


Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

Cümle içinde isimlerin yerini tutan, onları hatırlatan sözcüklere zamir (adıl) denir.

Bu konuda daha kim bilir ne yöntemler bulunacak? Tüm Kişisel Gelişim Uzmanı Meslektaşlarımı ve dostlarımı WC-TERAPİ çalışmalarına bekliyorum!

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

YALNIZ BİR İNSAN. Her insanın hayatında mutlaka bir kitap vardır; ki zaten olması da gerekir. Kitap dediysem

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri.

Ö.Ç BİLFEN ANAOKULU 5 YAŞ GRUBU GÜNLÜK EĞİTİM PROGRAMI

Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangisi kanıtlanabilirlik açısından farklıdır?

İNSANIN YARATILIŞ'TAKİ DURUMU

Samed Behrengi. Sevgi Masalı. Çeviren: Songül Bakar

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. İlk Kilisenin Doğuşu

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI OCAK AYI BÜLTENİ BELİRLİ GÜNLER VE HAFTALAR. Yeni yıl (31 Aralık-1 Ocak)

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

tellidetay.wordpress.com

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK


Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

Türkiye nin köklü şirketlerinden PET HOLDİNG 40 yaşında

Cümlede Anlam TEST 38

ÇAĞIMIZIN HASTALIĞI: YALAN. biri dünya üzerinde neler olup bittiğinden bihaber, yani olabilecek en saf şekilde dünyaya

Gürkan Genç, 1979 yılının Ocak ayında dünyaya geldi. Hemen hemen her çocuk gibi en büyük tutkusu bisikletiydi. Radyo-Televizyon-Sinema bölümünden

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

FK IX OFFER BENLİK İMAJ ENVANTERİ

20 Mart Vızıltı. Mercanlar Sınıfından Merhaba;

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Ilgaz (14 Şubat 2010) Yazı ve fotoğraflar: Hüseyin Sarı (huseyinsari.net.tr)

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Eziyet Eden Birinden Vaaz Eden Birine

Haydi Deniz Kıyısına! Şimdi okuyacağınız hikâye Limonlu Bayır

İnsanların Üzüntüsünün Başlangıcı

YIL DEDE'NİN DÖRT KIZI

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Samuel, Tanrı Çocuğu Hizmetkarı

Zeka Soruları 4 - Genç Gelişim Kişisel Gelişim ZEKA SORULARI

UFUK GÜRBÜZDAL TURK 102-3

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Bu kısa Z Nesli tanımından sonra gelelim Torunum Ezgi nin okul macerasına.

Insanı başa taç yaptım. Ne eğildim, ne de saptım. Acılardan ilaç yaptım. Aşık Şahturna Hayatı ve Şiirleri

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

ARAMIZDA ÇOK FARKLAR VAR

BİR BAYRAK RÜZGÂR BEKLİYOR

M. Sinan Adalı. Eski zamanlarda yaşamış peygamberlerin ve ümmetlerinin başlarından geçen ibretli öyküler, hikmetli meseller

Samuel, Tanrı Çocuğu Hizmetkarı

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Tanrı İbrahim in Sevgisini Deniyor

YARATICI OKUMA DOSYASI. En sevdiğiniz tatil kitabını anlatan bir resim çiziniz.

ÜNİTE 14 ŞEKİL BİLGİSİ-II YAPIM EKLERİ. TÜRK DİLİ Okt. Aslıhan AYTAÇ İÇİNDEKİLER HEDEFLER. Çekim Ekleri İsim Çekim Ekleri Fiil Çekim Ekleri

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

MERAKLI KİTAPLAR Kavramlar

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali

FARELER VE İNSANLAR ADLI ROMAN ÜZERİNE DÜŞÜNCELER Fareler ve İnsanlar İnsan ilişkilerine ve alt tabaka insanların umut dolu

APOCRYPHA KRAL JAMES İNCİLİ 1611 SUSANNA. Susanna

Umutla, harabelerde günlük turuna çıkmış olan bekçi Hilmi Efendi yi aramaya koyuldu. Turist kalabalığı Efes sokaklarına çoktan akmaya başlamıştı.

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Tanrı Herşeyi Yarattığı Zaman

NESLİHAN AYDINLIOĞLU EŞİN BİRİKİMLERİM VE BİRİKTİRDİKLERİM

TARSUS DA BİR GÜN...BELKİ DE İKİ... Adanalılar...Mersinliler...Gaziantep, Hatay ve Osmaniyeliler...Türkiye nin gezmeyi sever insanları...

Zeynep in Günlüğü. Hikaye Yazarı Sevinç DOĞAN ( Türkçe Öğretmeni ) Fatma BAŞA. Kapak Tasarımı ve Sayfa Tasarımı Ahmet ŞAMLI

* Balede, ayak parmakları ucunda dans etmek. [Ç.N.] ** Balede, ayaklarını birbirine vurarak zıplamak; antrşa şeklinde okunur. [Ç.N.

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. İnsanların Üzüntüsünün Başlangıcı

GİRİŞ... 1 ATLETİZM OYUNLARI... 9 DÜZ KOŞU OYUNLARI...

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

H.CAHİT DERMAN 18. KİŞİSEL RESİM SERGİSİ 30 MART-13 NİSAN

EYLÜL 2014/2015 ANASINIFI BÜLTENİ. Eylül 2014 Bülten

ÇAYLAK. Çevresinde güzel bahçeleri olan bir villaydı.

MERAKLI KİTAPLAR. Alfabe

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan :15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Agape Kutsal Kitap - God's Love Letter Scriptures

Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular

Bir sözcüğün zihinde uyandırdığı ilk anlama gerçek anlam denir. Kelimelerin sözlükteki ilk anlamıdır. Bu yüzden sözlük anlamı da denir.

Tanrı İbrahim in Sevgisini Deniyor

.com. Haftanın Diğer Çalışmaları En Kısa Zamanda Yayınlanacaktır.

İletişim Yayınları SERTİFİKA NO Κρατύλος

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

Atatürk ün Kişisel Özellikleri. Elif Naz Fidancı

KURALLI VE DEVRİK CÜMLELER. --KURALLI CÜMLE: İş, hareket, oluş bildiren sözcükler cümlenin sonunda yer alıyorsa denir.

ESERLERLE BAŞ BAŞA KALMAK. Hayalinizde yarattığınız bir yerin sadece hayal olmadığının farkına vardığınız bir an

Güzellerden Güzellemeler...

...Bir kitap,bir mesaj!

Transkript:

BALZAC TOURS PAPAZI ÖNSÖZ TOURS PAPAZI'NIN ÇEVİRİSİ KONUSUNDA BİR İKİ SÖZ "Tours Papazı", Balzac'ın doğduğu kentte geçen, görünüşte sıradan, tekdüze bir konudur. Birçok romanında olduğu gibi, bize dar, karanlık bir çerçevenin içinden, insan ruhu denen uçsuz bucaksız okyanusu kimi zaman durgun, uyuyan, kimi zaman tatlı bir meltemle ürperip bürümcüklenen, çoğu zaman da homurtulu fırtınalarla kudurup köpüren "engin deniz"i seyrettiren bu yapıtta Balzac, papazlarla, evlenmeyen ve yaşı geçerek kocayan (Cousine Bette yüzlü) "kız kurusu" tipini ele almaktadır. Klasikler dizisi için kararlaşmış yapıtlardan birini çevirmek dileğiyle Milli Eğitim Bakanlığı'na başvurduğumda, Georges Sand'dan Daudet'den romanlar çevirmeye istekli olmuştum. "Tours Papazı"nın çevirisini üstlenince de, doğrusu, bu karara önce pek sevinmemiştim. Balzac'a özgü olan anlatım hokkabazlıklarını, o uzun, -nerdeyse bir sayfa süren- tümceleri Türkçeye olduğu gibi aktarabilmek zorluğundan başka, bu yapıtta, üstelik, karşılıkları bulunmaz birtakım papaz ve kilise terimleri vardı. "Tours Papazı"nın gücü, özellikle karmaşık tümce kuruluşlarındaki hünere ve beceriye dayandığı için, bunları bölmeden, uzunluklarını olduğu gibi koruyarak dilimize aktarmak zorluğu başta geliyor; sonra da, Türkçede yer etmemiş bir sürü kilise terimine, papaz rütbesine, açık ve kısa karşılıklar bulmak gerekiyordu. Birinci zorluğun çözümü, çeviride gösterilecek yeteneğe, Türkçe karşılıkları seçişteki titizliğe, kısaca söylemek gerekirse, yazara duyulacak saygı duygusuna bağlıydı. Bir çevirmen için gerekli olan bu özelliklere ne dereceye kadar yaklaştığımı söylemek bana düşmezse de, şuncasını açıklamadan geçemeyeceğim: Bir tümcenin üzerinde, -abartısız- bir saat çalıştığım zamanlar olmuştur. Bu tür bir çalışma biçimiyle de, günde, sürekli yedi saat uğraşma sonunda, ortaya ancak iki sayfanın çevirisi çıkabilmiştir. İkinci zorluğun çözümüne, yani kilise terimlerine gelince: Ayaspaşa'daki Jésuite (Cizvit) Kilisesi ileri gelenleriyle, Kadıköy Saint-Joseph Lisesi frèreleriyle, yine Kadıköy Ermeni Kilisesi başpapazıyla görüşüp danıştım. Bu girişimlerimden büyük bir sonuç alamayınca, Fransızca'da tek bir sözcükle anlatılan kimi kilise terimlerine, Türkçe'de, -biraz uzuna, tanımlamaya kaçsa da- üç beş sözcüklük karşılıklar bulmak, açıkçası bağlamlarından yardım ummak zorunda kaldım. Başka türlü yapmaya olanak yoktu sanıyorum. Şunu da söyleyebilirim ki, "Tours Papazı"nın Türkçesi, şimdiye dek çevirdiğim -hem de iki üç katı uzunluktaki- yapıtlardan daha yorucu, daha üzücü bir emek harcamama yol açtı. Ortaya, kusursuz diyemezsek de, az kusurlu bir Balzac çevirisi çıktıysa; gençliğe, yapıtın aslıyla Türkçesini karşılaştırmak hevesini duyuracak değerde bir çeviri verebildikse, gösterdiğimiz çabanın titiz karşılığını bol bol almış, tatmış sayılabiliriz. Mebrure ALEVOK BALZAC'IN YAŞAMINA KISA BİR BAKIŞ

Honoré de Balzac, 20 Mayıs 1799'da Tours kentinde doğdu; 1850'de, elli bir yaşındayken Paris'te öldü. Büyükbabası Balssa adında Tarnlı bir çiftçi, babası (elli yaşındayken kendisinden otuz iki yaş küçük bir kızla evlenmiş) görgülü, çalışkan bir adliyeci, annesi de Parisli, soylu, hırçın, kavgacı, alıngan ve aynı zamanda mistik ruhlu bir kadındı. Balzac iç sıkıcı bir çevrede büyüdü. 22 Haziran 1807'de, sekiz yaşındayken girdiği, Vendôme'da Papazların yönetimindeki bir kolejde on dört yaşına dek okuyan Balzac, sıkınıtılı, tatsız bir okul yaşamı geçirdi. Çocuk ruhuna derinden derine acısı işlemiş bu içezici günlerin izini, kimi yapıtlarında, özellikle "Vâdideki Zambak"ta görüyoruz. Balzac, bu ilk öğrenim döneminde pek çalışkan bir çocuk değildi. Dersleriyle uğraşacak yerde, sürekli kitap okurdu. Doğuştan güçlü düşlemgücüne, böylelikle, daha engin ufuklar açmış oldu. Babasının zoruyla Paris'te hukuk öğrenimine ve bir noter yanında çalışmaya başlayan Balzac, kendisini hiç benimsemediği bu yazmanlık işine değil de, kafasında kaynaşıp duran büyük ve bambaşka hülyalara vermişti. Yaşamının bu döneminde onu anlayan tek insan, sık sık mektuplaştıkları kızkardeşi Laure'du. 1816'da, yani on yedi buçuk yaşında, Sorbonne derslerini izlemeye başlayıp, 1819'da hukukun ikinci sınıfını bitirerek noterlik yapma hakkını kazandı. Yine babasının zoruyla, az kalsın noter olacaktı da. Ama içinde yanan ateş, ona yürüyeceği asıl büyük yolu; tırmanacağı, günün birinde de doruğuna ulaşacağı yüce dağı gösteriyordu... Böylece yazı yaşamına ilk adımı attı; ama babasıyla da bozuştu. Bununla birlikte bir süre sonra, babasından, Balzac'ın yazı alanında iki yıllık bir deneme yapmasına izin çıktı. Lesdiguières sokağı 9 numarada, yıllığı altmış franga, kışın dondurma kutusuna, yazın fırına dönen küçük, tamtakır bir tavanarası odasında durup dinlenmeden çalışan ve yazan Balzac; aç kaldı, yakacaksız kaldı, yine de yılmak bilmedi. Bütün bu sıkıntılar, hele ilk doğan yapıtların değersizliği bile, ruhundaki o sanat ve deha müjdeleyici meşalenin alevini söndürmedi; tersine coşturmaya, güçlendirmeye yaradı. Balzac, önündeki ulu onur dağının yalçın, çetin kayalarıyla cenkleştiği bu "ilk tırmanma döneminde" dahi, tepeye varacağına inanıyordu. "Yaşamda en büyük isteğim ünlü olmak, zengin olmak ve sevilmek..." diyen yazar, üne kolay kavuşamayınca, para yapabilmek hevesine düşüp ticarete atıldı. Tanınmış kimi kalem üstatlarının yapıtlarını bastırmak üzere, bir basımcıyla ortak oldu. İyi yürümeyen bu basımevi işi, yazara zarar, üzüntü ve yüz bin franklık bir borçtan başka bir şey getirmedi. Borcun yalnızca faizlerini ödeyebilmek, bir yandan da geçinmek için, yılda on bin frank kazanmak zorundaydı. Bu uğurda ölesiye çalışması, günde on iki saat, durmaksızın yazması gerekiyordu! Yazar iri yapılı, ateşli, coşkun yaratılışlı bir insandı. İçindeki duygu çağlayanını, söyleşiler, mektuplaşmalar, ziyaretler, serüvenler, eğlencelerle taşırmak, harcamak gereksinmesinde bir varlıktı. Parayı severdi, ama paranın sıcak yüzünü, deste deste istiflenmesini sevmek değildi bu; güzel yaşamayı, çalımlı, gösterişli bir ömür sürmeyi sevdiği için bol kazançlar ister dururdu. Alacaklıların elinden kurtulamadığı dönemlerde, gücünü aşan tasarılar kurar, Polonya'nın ormanlarını, Sardunya'nın madenlerini işletmeye kalkışır; böylelikle de milyonların akın edeceğini umardı... Milyonlar gelmeyince, bir zaman için bezen Balzac, hemen yine başını doğrultur, "Bir savaş alanındaki komutan gibiyim ben; bu çarpışmayı yitirdik; iş ötekini kazanmakta!" derdi. "Napolyon'un kılıç gücüyle yapamadığını ben kalemimle başaracağım," diye yazar, mektuplarından kimilerine "Bu benim Marengo meydan savaşım! Ya da Champaubert savaşım!" gibi tümceler sıkıştırırdı. Bu denli büyük bir amaca ulaşmak için de, hiçbir eziyetten, yorgunluktan kaçınmaz, kendisini "yazın'ın pranga cezasına", "kalemle mürekkebin kürek mahkûmluğuna" uğratırdı. 1834'te Madam de Girardin'e şu satırları yazmıştı: "Hocam, üstadım dediğiniz insan, köledir... siz saat altıda, süslü zarif yuvanızda bir bir mumları yakar, zekânızın ışıklarını çevreye büsbütün saçarken, bu köle, bu tutsak, yatağa giriyor... sonra da gece yarısı kalkıp, on iki saat sürecek bir çalışmaya koyuluyor..." Yapıtlarını yetiştiredururken, altı hafta, kimi zaman iki ay pancurlarını, perdelerini kapatır; dört mumun ışığında, sırtında papaz cüppesine benzeyen beyaz bir entari, hiç ara vermeksizin, on sekiz saat çalışırdı. Uzun uzun düşünüp tasarladığı bir roman konusunu, çalakalem kâğıdın üstüne döker, sonra

basımevinden düzeltiler gelince baştan başa değiştirir, bozar, çizer, türlü ekler yapar, dizgicileri çileden çıkarırdı. Yetmiş iki saatte yazdığı "Köy Hekimi", yazarı altmış gece süren bir düzelti işine girişmek zorunda bırakmıştı. Romanın yayımından sonra da, her baskısında yeni yeni değişiklikler yapıp dururdu. Evet, ün ve servet için çalışırdı; ama, aslında bütün bu çabaları çalışma zevki uğruna gösterirdi. Borç derdi yüzünden zengin olma umudunu yitirmişti; ancak başka bir ülküsüne, ünlü olma amacına kavuştu. 1829'da, o zamana dek kullanmamış olduğu kendi adıyla, "Les Chouans" (Şu anlar) adlı tarihsel romanıyla ün kalesine saldırdı. Bu yapıt, "İnsanlık Güldürüsü"nün ilk cildi olacaktır. Ama yazarın kafasında, henüz "İnsanlık Güldürüsü" diye bir "roman senfonisi" yaratma düşüncesi yoktur. Aynı yıl içinde çıkan "Physiologie du Mariage" ile yazarın imzası büsbütün tanınmaya başladı. Bundan sonra da Balzac, artık yirmi yıllık yazı yaşamının hiçbir yılını verimsiz bırakmamak üzere, ölene dek, soluk almadan çalışacak, yayımcılara, gazetelere yazı yetiştirecektir. İlk yapıtlardan sonra, daha kapsamlı bir plan üstünde yürüdü. Yaşadığı çağın "toplumsal roman tipini" kurdu. Sanki Flaubertlere, Goncourtlara, Daudetlere, Zola ve Maupassantlara yolu, çığırı açtı. Araştırma ve gözlem alanını gittikçe genişletti. Romanlarında yarattığı insanları ve bunlara uyacak adları bulmak için Paris'i, taşrayı dolaştı, her türlü çevreye girdi çıktı. 1844'te bütün yapıtlarını İNSANLIK KOMEDYASI adı altında toplamaya karar verdiği zaman "Peau de chagrin", "Médecin de campagne" (Köy Hekimi) ve "Eugénie Grandet" adlı ölmez romanlarından birkaçını yazmış bulunuyordu. Bir de, "Revue Parisienne" adlı bir dergi çıkarmıştı. Birçoklarının ileri sürdüğü gibi, şu güzel İNSANLIK KOMEDYASI başlığını ona, Dante'nin Tanrısal Komedyası'yla ilgili yorum ve anılarla 1841'de İtalya'dan dönen dostu Marki de Belloy mu esinlendirmişti? Olabilir. Nitekim, Balzac 1842'den 1846 yılına dek, on altı cilt tutan İNSANLIK KOMEDYASI'nı yayımlamaya başladı. Bunlar ona yetmiyordu. 1845'te, kimi basılmış, kimi henüz taslak ve düşünce halinde, ama aynı diziye, o görkemli ruh senfonisine sokmak istediği 143 yapıtın kataloğunu yazıp hazırladı. Ne yazık ki bunların hepsini yazmaya ömrü yetmedi. Balzac'ın yaşamının aşk ve serüven yönü de epey canlı geçti. İlk büyük sevgiyi, Vâdideki Zambak'a yansıyan madam de Berny'ye karşı duydu. 1832'de Kontes Hanska adlı, soylu bir Polonyalı kadınla mektuplaşmaya başladı ve bu gönül oyunundan Balzac'ın en büyük aşkı doğdu. Sevgilisiyle buluşmak üzere İsviçre'ye, Viyana'ya, Roma'ya, Saint-Petersburg'a, Kiev'e "aşk kaçamakları" yaptı. Yıllarca sevdiği, günün birinde de evlenmeyi düşündüğü Kontes'e layık bir yaşam kurabilmek için, üstelik eskisinden çok çalıştı, düşleminde can bulan gelecekteki yuvasına, bu gezilerinde bir sürü güzel şey satın aldı. İnsan gücünü aşan bir çalışmayla borçlarından da kurtuldu. Yalnızca, başkaları onun sayesinde, ceplerini bol bol şişirdikleri halde, Balzac hiçbir zaman zengin olamadı. Kontes'in kocası ölünce, yine epey üzüntülü beklemelerden sonra, ancak 14 Mart 1850'de, onunla evlenebildi. Çok geçmeden de, 18 Ağustos 1850'de, ecel, Balzac denen koca meşaleyi söndürüverdi. "Balzac güneşi"nin de tutularak karanlıklarda kaldığı, bu "dev" yazarın da türlü dokundurmalara, yergilere uğradığı zamanlar oldu. Bu değerbilmezlik döneminde, "Balzac biçemci değildir. Dili düğüm düğüm, dolaşık bir biçime sokuyor..." denerek iyilikbilmez bir eleştiri akımı başgöstermişse de ona bir tanrı gibi tapanlar da olmuştur. Bugünse, artık zaman yargısını vermiş, bu savaştan, "tanrı"nın ölmez, silinmez zaferiyle çıkılmıştır. Vikont de Lovenjoul, sonra da Marcel Bouteron gibi, yaşamlarını Balzac dinine vermiş adlar sayabiliriz. Dünyanın bir ucunda, Uruguay'da, Santiago Gastaldi adında, yazın meraklısı ve Balzac tutkunu bir insan; Montevideo'daki evini Balzac müzesi haline getirmiştir. Konferansları ve incelemeleriyle "tanrıyı" Latin Amerika'ya öyle sevdirmiştir ki, uyandırdığı bu sevgi dalgası artık Avrupa'yı da yeniden sarsmıştır. Bugün yazın dünyasında, Balzac'la ilgili olayları, haberleri, yazar için yazılmış kitapları, romanlarından çekilen filmleri, New York'taki bir gece toplantısına çağrılılardan her birinin İNSANLIK KOMEDYASI kahramanlarının kılığına bürünüp gelişlerini bildiren; "Peau de Chagrin", "Albay Chabert" gibi yapıtların eski bir baskısının, filan arttırmada kaç paraya kadar yükseldiğini müjdeleyen "Balzakçılar Postası" diye aylık bir dergi bile vardır.

"Balzac Severler Derneği'nin" genel sekreteri mösyö Léon Gédéon, şimdi de, Balzac tarikatçılarının önünde yeni bir sancakla yürüyor. Yazarın yüzüncü ölüm yılının, yüz ellinci doğum yılının dönüm tarihi yaklaştığı şu günlerde, 20 Mayıs 1949'dan 18 Ağustos 1950'ye dek sürecek zaman aralığına "Balzac yılı" adının verilmesini öneriyor! Ölmezliğe erişmiş büyük yazar için duyulan bütün bu duyguların en güzel yanı da şu: Balzac müritlerinin hiçbiri kişisel bir amaç peşinde değil; yapılanlar, yazılanlar, söylenenler yalnızca ruhsal bir zevk için. Mebrure Alevok İstanbul,1949 YAPITLARI "İnsanlık Güldürüsü" üç büyük bölümden oluşur: I. Etudes de Moeurs- Töre İncelemeleri. II. Etudes Philosophiques - Felsefe İncelemeleri. III. Etudes Analytiques - Çözümsel İncelemeler. I. TÖRE İNCELEMELERİ. (Altı altbölüme ayrılır:) 1. Scénes de la Vie Privèe - Özel Yaşamdan Sahneler. 2. Scénes de la Vie de Province - Taşra Yaşamından Sahneler. 3. Scénes de la Vie Parisienne - Paris Yaşamından Sahneler. 4. Scénes de la Vie Politique - Siyaset Yaşamından Sahneler. 5. Scénes de la Vie Militaire - Askerlik Yaşamından Sahneler. 6. Scénes de la Vie de Campagne - Köy Yaşamından Sahneler. 1. Özel Yaşamdan Sahneler (I. ciltten IV. cilde dek) La maison du chat qui pelote - Top Oynayan Kedi Mağazası - Türkçesi: Necdet Bingöl. Le Bal de Sceaux - Sceaux'da Verilen Balo. Mèmoires des deux jeunes mariées - İki Yeni Gelinin Anıları - Türkçesi: N. Ataç. La Bourse - Borsa. Modeste Mignon - Türkçesi: O. Rifat. Un début dans la vie - Yaşama Bir Başlangıç. Albert Savarus. La Vendetta - Kan Davası - Türkçesi: N. Ataç. Une double famille - Çifte Aile. La Paix du ménage - Evlilik Yaşamında Dinginlik. Madame Firmiani. Etude de Femme - Kadınlar Üzerine. La fausse maîtresse - Sahte Metres. Une fille d'eve - Bir Havva Kızı. Le colonel Chabert - Albay Chabert - Türkçesi: Yaşar Nabi Nayır. Le message - İleti (Mesaj, Haber)

La Grenadière. La Femme abandonnée - Bırakılmış Kadın. Honorine. Beatrix. Gobseck - Tefeci Gobseck - Türkçesi: V. Günyol. La femme de trente ans - Otuz Yaşındaki Kadın - Türkçesi: M. Urgan (MEB); Cemil Meriç (Arif Bolat Kitabevi) Le père Goriot - Goriot Baba - Türkçesi: Nahit Sırrı Örik. Pierre Grassou. La Messe de L'Athée - Dinsiz Kadının Ayini. L'Interdiction - Yasak. Le Contrat de Mariage - Evlilik Sözleşmesi. Autres etudes de femmes - Yine Kadınlar Üzerine. 2. Taşra Yaşamından Sahneler (V. ciltten VIII. cilde dek) La Lys dans la Vallée - Vadideki Zambak- Türkçesi: N. S. Örik (MEB); Cevdet Perin (Remzi Kitabevi) Ursule Mirouet. Eugenie Grandet - Türkçesi: Nasuhi Baydar. Les Célibataires - Bekârlar. Bu bölüm üç kitaptan oluşur: Pierrette. Le Curé de Tours - Tours Papazı - Türkçesi: Mebrure Alevok. Un ménage de garçon en Province - Taşrada Bir Bekâr Evi. Les Parisiens en Province - Taşrada Parisliler. Bu bölüm iki kitaptan oluşur: L'Illustre Gaudissart. La Muse du département. La Femme supérieure - Üstün Kadın. Les Rivalités - Bu bölüm üç kitaptan oluşacaktı; ama yazar yalnız üçüncüsünü yazmıştır: La vieille fille - Kız Kurusu. Les provinciaux a Paris - Taşralılar Paris'te - Yazar, iki kitaptan oluşturmayı tasarladığı bu bölümün yalnızca birincisini yazmıştır: Le cabinet des antiques. Illusions perdues - Kaybolan Hayaller - Bu bölüm üç kitaptan oluşmaktadır. Les Deux poétes. Un grand homme à Paris. Les souffrances de l'inventeur. 3. Paris Yaşamından Sahneler (IX. ciltten XII. cilde dek) Histoire des Treize - On Üçlerin Öyküsü - Bu bölüm üç kitaptan oluşmaktadır: Ferragus - Çeviren: Cemil Meriç. La Duchesse de Langenis - Langenis Düşesi - Çeviren: Cemil Meriç. La Fille aux yeux d'or - Altın Gözlü Kız - Çeviren: Cemil Meriç. Les Employés - Memurlar Sarrasine - Arap Kızı César Birotteau - Çeviren: Cevdet Perin. La Maison Nucingen. Facino Cane. Les secrets de la Princesse de Cadignan - Prenses Cadignan'ın Gizleri.

Splendeurs et Misères des courtisanes - Kibar Fahişelerin Görkemi ve Sefaleti - Bu bölüm dört kitaptan oluşmaktadır: Comment aiment les filles - Orospular Nasıl Sever. A combien l'amour revient aux vieillards - Aşk Yaşlılara Kaça Mal Olur. Ou menent les mauvais chemins - Kötü Yollar İnsanı Nereye Götürür. La derniere incarnation de Vautrin - Vautrin'in Son Dirilişi. Un Prince de la Bohème - Çingenelerin Bir Prensi. Les Comèdiens sans le savoir - Bilgisiz Komedyenler. Echantillons de causeries françaises - Fransız Söyleşilerinin Örnekleri. Les petits bourgeois - Küçük Kentsoylular. Envers de l'histoire contemporaine - Çağdaş Tarihin İç Yüzü. 4. Siyaset yaşamından sahneler (XII. ciltten XV. cilde dek) Un épisode sous la Terreur. Une Ténébreuse Affaire - Gizemli Bir Olay. Député d'arcis. Z. Marcas. 5. Askerlik Yaşamından Sahneler (XVI. ciltten XIX. cilde dek) Les Chouans. Une Passion dans le désert. 6. Köy yaşamından sahneler: Les Paysans - Köylüler. Le médecin de campagne - Köy Hekimi - Çeviren: N. Baydar. Le Curé de Village - Köy Papazı. II. FELSEFE İNCELEMELERİ (XX. ciltten XXIV. cilde dek) La Peau de chagrin - Tılsımlı Deri - Çeviren: Hamdi Varoğlu. Jésus-Christ en Flandre. Melmoth réconcilié. Massimilia Doni. Le Chef-d'oeuvre inconnu - Bilinmeyen Şaheser: Çeviren N. S. Örik. Mahvolan Şaheser - Çeviren: Adnan Benk. Gambara. La recherche de l'absolu - Mutlak Peşinde - Çevirenler: O. Rifat - S. Rifat. L'enfant maudit. Adieu - Hoşçakal. Les Marana. Le Réquisitionnaire - Kur'a Askeri - Çeviren: Adnan Benk. El Verdugo. Un drame au bord de la mer - Deniz Kıyısında Bir Dram. Maitre Cornélius - Cornélius'un Elmasları - Çeviren: Cevdet Perin. III. ÇÖZÜMSEL İNCELEMELER (Bu bölümde bir tek yapıt vardır:)

Physiologie du mariage - Evliliğin Fizyolojisi TOURS PAPAZI (Le Curé de Tours) 1826 güzünün başlarında, bu öykünün başlıca kahramanı rahip Birotteau, akşam konukluğuna gittiği evden dönüşte, hiç ummadığı bir sağanağa tutuluverdi. Bu yüzden de, Tours kentindeki Saint Gatien Kilisesi baş kısmının (1) arkasına düşen le Cloître (2) adlı küçük, ıssız alanı, şişmanlığının izin verdiği ölçüde hızla geçiyordu. Kısa boylu, bodur yapılı, yapı bakımından inme inmesine elverişli, aşağı yukarı altmış yaşlarında olan papaz Birotteau, zaten birçok kez yeğin nikris nöbetlerine tutulmuştu. Babacan rahibi, yaşamın birçok küçük çilesi arasında en çok yıldıran şey, iri gümüş kancalı pabuçlarının ansızın ıslanıp, tabanlarının sular içinde kalıvermesiydi. Din adamlarında görülen o can kaygısıyla, her zaman ayaklarına -sanki sarıp sarmalarcasına- geçirdiği konçlu, içi fanilalı lastiklere karşın yine de biraz nem alır; ertesi günü de nikris, inadından hiç şaşmaksızın ortaya çıkıp ona bağlılığının bir iki belirtisini gösterirdi. Böyle olmakla birlikte, Cloître'ın kaldırımı her zaman kuru kaldığı ve rahip Birotteau, madam de Listomère'in evinde oynanan whistte (3) üç gümüş parayla on metelik kazandığı için, yağmurun adamakıllı yağmaya başladığı Archevêche (4) alanının ortasından beri "bu rahmet"e boyuneğmeyle katlandı. Zaten şu dakika pek tatlı düşlere; artık on iki yılı bulmuş bir isteğe, bir papaz dileğine dalmıştı! Her akşam yeniden tasarlanıp düşlenen bir isteğe belki de şu sıralar kavuşulacak, erişilecek gibi görünüyordu; sözün kısası, "gelecekte elde etmesi olası, bir sürü vakıf gelirleri ve türlü rahatlıkları olan Piskopos danışmanlığı"nın kukuletesine düşleminde öyle güzel bürünüp sarınmıştı ki, havanın kötülüğünü hemen hemen hiç duyumsamıyordu. Akşam konukluğuna gittiği Madam de Listomère'de öteden beri toplanmak alışkanlığında olanlar, ona, Saint-Gatien Kilisesi'nin "Başpiskoposluk Dinsel Meclis"inde şu aralık açık bulunan "piskopos danışmanı papazlık"a yükselmesi ve atanması kesinmiş, olacak bir işmiş gibi göstermişler; onca zamandır çiğnenen, yadsınmaz haklarıyla, artık bu yere hiç kimsenin kendisi kadar layık olmadığını kanıtlamışlardı. Oyunda ütülmüş rakibi rahip Poirel'in, piskopos danışmanlığına yükseldiğini öğrenmiş olsaydı, adamcağız elbette o sıra yağmuru pek soğuk bulurdu. Belki ömrün böylesine atar tutardı da. Ama, sevinçli etki ve duygulanımlarla, insanın her şeyi unuttuğu o az görülür yaşam cilvelerinden birine uğramıştı. İvedi ivedi yürürken, kendi istemi dışında, sanki makinemsi bir devinime uyuyor; -bir dönemin, bir insan sınıfının göreneklerini ve yaşadıklarını anlatan öykülerde çok önemli olan doğruluk tutumu şunu da söylemeyi gerektiriyor ki,- ne sağanağı, ne de nikrisi düşünüyordu. Bir zamanlar Cloître'da, Grand' Rue yönüne düşen yerde bir duvar bölmesiyle kuşatılarak birleşik duruma getirilmiş, içinde "Dinsel Meclis" üyesi kimi kodamanların oturduğu, Katedral (5) malı birkaç ev vardı. Din adamları topluluğunun mülklerinin satışa çıkarılışından beri, kent, bu evleri ayıran geçidi Psalette adı verilen ve Cloître'dan Grand' Rue'ye geçmeye yarayan bir sokak durumuna getirdi. Bu ad (6), bir zamanlar orada okullarıyla birlikte kilise okuyucularının başöğretmeni papazın ve onun buyruğu altındaki insanların bulunmuş olduğunu yeterince belirtiyor. Bu sokağın sol yanını tek bir ev kaplamaktadır; bir ev ki, küçük daracık bahçesine sanki temel kakmış olan Saint Gatien Katedrali'nin kemerli payandaları, yer yer duvarlarını da yarıp geçmekte, insanı "Acaba koca kilise bu antika evden önce mi, sonra mı yapılmış" diye kuşkuya düşürmektedir. Ama, bu evin pencerelerinin biçimini, dıştaki oymaları, kapı kemerini, zamanla kararmış dış yüzünü inceleyen bir arkeolog, yani bir eski yapıtlar bilgini, onun şu kaynaşıp kenetlendiği olağanüstü anıta öteden beri ait olan bir parça olduğunu görür. Tours'da (Tours ki, Fransa'nın yazınsal işlerle en az ilgilenmiş bir kentidir) bir antika uzmanı bulunsaydı, Cloître Alanı'na giren geçitte bile, bir zamanlar kilise emektarlarının evlerinin alay kapısı olmuş ve katedral yapısının genel görünüşüne uygun olması gereken kemerden arta kalma bazı izler bulup seçebilirdi. Saint Gatien'in kuzeyine düşen bu ev hep loşluklar içinde; üzerine yılların kara harmaniyesini attığı, kırışıklarını bastığı, nemli soğuğunu, yosunlarını, boy salmış otlarını saçtığı bu büyük kiliseden çöken gölgeler içinde kalır. Hem de bu yapıyı her zaman derin bir sessizlik sarmaktadır; yalnızca ara sıra çanların gürültüsü, kilise duvarlarını aşıp geçen ayin ezgileri ya da çan kulelerinin tepesinde yuva

kurmuş alacakargaların çığlıklarıyla bozulan bir sessizlik... Kentin bu noktası sanki bir taş çölüdür; kendisine özgü bir ağırbaşlılığa bürünmüş öyle ıssız bir yalnızlık köşesidir ki, burada ancak, tam anlamıyla "hiçliğe" yuvarlanmış ya da şaşılacak bir ruh gücü taşıyan insanlar yaşayabilir. Sözünü ettiğimiz evde, öteden beri hep papazlar otururdu, sahibi de Matmazel Gamard adında bir "kız kurusu"ydu. Matmazel Gamard'ın babası, bu yapıyı "terör dönemi"nde (7), ulustan "sızdırma" yoluyla ele geçirdiyse de, yaşlı kız burada yirmi yıldır papazları oturttuğu için düzeltim ve yeniden canlandırma dönemi olan Restorasyon Hükümeti sırasında da dini bütün, sofu bir kadının ulusal mallardan sayılan bir yeri elde tutmasını kimse hor görmeye kalkışmıyordu. Belki de din adamlarının, Matmazel Gamard'ın vasiyet edip bu yapıyı Dinsel Meclis'e bırakmak niyetinde olduğu gibi bir kuruntuları vardı; dünyadan el etek çekmemiş olanlar da, böylelikle evin ilerde ne olacağı konusunda pek farklı düşünmüyorlardı. Rahip Birotteau, işte iki yıldır oturduğu bu eve doğru gidiyordu. Bu dairesi, tıpkı şimdi bütün emel ve isteklerinin yöneldiği geliri olan, rahatçacık Danışman Papazlığı gibi, on iki yıldır içi titreyerek istediği bir şey, ömrünün "hoc erat in votis"iydi (8). Matmazel Gamard'ın pansiyoneri olmak, Piskopos Danışmanlığı rütbesine ulaşmak, yaşamının en büyük iki sorunu durumunu almıştı. Hoş, belki de sorun durumunu alan bu iki amaç, kendisini sonsuza doğru yolculuğa çıkmış sayarak, şu ölümlü dünyada güzel bir konut, iyi bir sofra, temiz giysiler, gümüş kancalı pabuçlar, yani hayvansal gereksinmelere yetecek şeylerle, bir de gururunu ve onurunu; söylenenlere bakılırsa ölümden sonra bile yakamızı bırakmayacak, erenler arasında da sanlar ve rütbeler olduğuna göre Tanrı'nın huzuruna çıktığımızda dahi peşimizden ayrılmayacak o tanımlanamaz duyguyu tatmin için de onurlu, geliri olan, rahat bir konumdan başkaca dileği olmayacak bir papazın tutkusunu tümüyle özetlemektedir. Ama rahip Birotteau'nun artık kavuştuğu bu daireyi hırsla ve şiddetle istemesi; dünyayla ilgisini kesmemiş insanların gözünde küçümsenecek olan bu duygu, bir zamanlar bizim papaz için, başlı başına bir tutku, engellerle dolu, en suçlu tutkular gibi umutlar, zevkler, azaplarla dolu bir tutkuya dönüşmüştü. Evinin iç bölümlenmesi ve sığışma olanağı, Matmazel Gamard'a iki pansiyonerden çoğunu almaya olanak vermemişti. Papaz Birotteau'nun bu kız kurusuna kiracı olabilmek mutluluğuna erdiği günden aşağı yukarı on iki yıl önce, matmazel cenapları, Rahip Troubert Efendi'yle Rahip Chapeloud Efendi'ye kanat germek görevini almış bulunuyordu. O sırada Rahip Troubert yaşıyordu. Rahip Chapeloud rahmetli olmuş, Birotteau da hemen onun dünyalık yerine geçmişti. Bu ölümlü dünyadayken Saint Gatien'in piskopos danışmanlığını yapan, toprağı bol olası rahip Chapeloud, rahip Birotteau'nun yakın dostuydu. Bizim yardımcı papaz, dostu piskopos danışmanının yanına her girişinde, bıkmaz usanmaz, hep bu daireye, eşyalara, kitaplığa imrenirdi. Günün birinde, bu imrenme ve hayranlıktan bütün bu güzel şeylere sahip olma hırsı doğdu. Rahip Birotteau, içindeki bu isteği boğamaz, susturamaz duruma geldi; üstelik bu gizli ama gittikçe artan mal hırsını, ancak en aziz dostunun ölümüyle tatmin edebileceğini düşündükçe de büyük bir acı çekiyordu. Rahip Chapeloud ile "can dostu" Birotteau, zengin değildiler. Köy çocuğu olan bu iki papazın da, rahiplere verilen küçücük aylıklardan başka gelirleri yoktu; zar zor biriktirdikleri birkaç para da devrimin o kötü zamanlarını geçirebilmek uğrunda harcandı. Napoleon, Katolik mezhebini yeniden kurup eski durumuna getirince, rahip Chapeloud, Saint-Gatien'in piskopos danışmanlığına, Birotteau da katedralin yardımcı papazlığına atandı. İşte o zaman Chapeloud, Matmazel Gamard'ın evine pansiyoner olarak girdi. Birotteau, piskopos danışmanı papaz dostunu yeni evinde ziyarete geldiğinde, bu katın oda düzenini pek güzel buldu; ama başka bir şey görmedi. Bu eşya tutkunluğunun ilk belirtileri, köklü, gerçek bir tutkunun başlangıcına benzedi; o derin duygu ki, kimi zaman genç bir erkekte, sonradan hep seveceği kadına karşı duyulmuş soğuk bir hayranlıktan doğar. Taş bir merdivenden çıkarak girilen bu kat, evin güneye bakan bölümüne düşüyordu. Sokak üstündeki asıl yapının yer katında, öteki kiracı papaz Troubert; birinci katında da Matmazel Gamard oturuyordu. Chapeloud kendi bölüğüne ayak bastığı zaman, odalar bomboş, tavanlar da dumandan kararmış bir durumdaydı. Epey biçimsiz olan taş şöminelerin pervazları, hiç boya yüzü görmemişti. Piskopos danışmanı papaz efendi, önce buraya, sözde eşya diye topu topu bir karyola, bir masa, birkaç iskemleyle elindeki üç beş kitabı koydu.

Koca daire, çullar, paçavralar içindeki güzel bir kadına benziyordu. Ama iki üç yıl sonra, yaşlı bir hatun, rahip Chapeloud'ya iki bin frank vasiyet edip göçünce, adamcağız bu parayla, Kara Çete'nin (9) parçalayıp yıktığı bir şatodan düşme ve sanat tutkunlarının hayranlığını çekecek oyma, kabartma süsleriyle gerçekten göz çelen, meşe bir kitaplığı satın aldı. Rahibin bunu satın almasının nedeni, kitaplığın ucuzluğundan çok, ölçü olarak, galeri adını verdikleri dehlizimsi odanın eninin uzunluğuna tam tamamına uygun düşmesiydi. Bunun üstüne, kendi parasından artırıp biriktirebilmiş olduğu toplam da, o zamana dek bomboş, yüzüstü bırakılmış olan galeriyi baştan başa onarımdan geçirebilmesini sağladı. Parkesi güzelce ovuldu, tavan badana edildi, tahta kaplamalar meşenin rengine, budak yerlerine özenen bir biçimde boyandı. Mermerden yapılmış yeni bir şömine eskisinin yerine kondu. Piskopos danışmanı papaz efendi, cevizden yapılmış, oymalı ve kabartmalı eski koltuklar arayıp bulacak denli de zevk olgunluğu gösterdi. Sonra, abanozdan uzun bir masayla iki Boule (10) mobilyası da, galeriye özellikli ve ağırbaşlı bir görünüm verme işini tamamladılar. Aradan iki yıl geçince, bazı dini bütünlerin eliaçıklıkları ve günah çıkarıp tövbe etmeye taşınmış sofu kadıncağızların (ufak tefek de olsa) birtakım vasiyetleri, bir zamanlar boş duran kitaplık raflarını, cilt cilt kitaplarla doldurdu. Sonunda Chapeloud'nun bir amcası (eski vaizlerden bir papaz) ona "Kilisenin Babaları" adlı koleksiyonuyla, bir kilise emektarı için değerli sayılan daha birçok başka güzel yapıt bıraktı. Bir zamanlar tamtakır duran bu galerinin üst üste süren değişiklikleri karşısında gün geçtikçe büsbütün şaşalayan Birotteau, elinde olmayan bir imreniş duydu; bu imreniş, giderek hırslı bir isteğe dönüştü. Kilise emektarlarının ağırbaşlılıklarına ve ciddiliklerine pek yakışan bu odaya sahip olmak tutkusuna kapıldı. Bu tutku günden güne arttı. Şu gönül dinlendirici yerde, sabahtan akşamlara dek çalışmakla görevli olan papaz yardımcısı, önceleri odaların bölünüş biçimindeki uygunluğa, güzelliğe hayran kaldıktan sonra, bu kez de burada kavuşulan sessizlik ve dinginliğin tadını almaya, tiryakisi olmaya başladı. Sonraki yıllarda, Rahip Chapeloud, küçük odayı, dini bütün "hatun kişilerin" güzelleştirmek merakına düştükleri bir dua hücresi biçimine soktu. Daha sonraları, bir "hanım kadın", piskopos danışmanı papaz efendinin odası için, uzun zaman, hem de ona hiç haber vermeden, bu nazik ve terbiyeli adamın gözü önünde, kendi elceğiziyle işlediği halı taklidi kanaviçe kaplı bir eşya parçasını armağan etti. O zaman, yatak odası da galeri gibi, papaz yardımcısının gözlerini kamaştırdı. Sonunda, rahip Chapeloud, ölmeden üç yıl önce, salonu da döşeyip süsleyerek, oturduğu katın güzel, rahatçacık halini tamamlamış oldu. Yalnızca kırmızı Utrecht kadifesi (11) kaplanmış olmasına karşın, Birotteau bu mobilyaya da gönlünü kaptırdı. Piskopos danışmanı papaz efendinin "can dostu", yeni boyanmış bu geniş odayı süsleyen kırmızı ipek perdeleri, akaju eşyaları, Aubosson halısını gördüğü günden beri, Chapeloud'un dairesi, zavallı için, gizli bir takanak, delice bir tutkuyla düşünülen, bir an bile akıldan çıkarılamayan tek ve inatçı bir konu durumunu aldı. Orada yaşamak; piskopos danışmanının yattığı koca ipek perdeli karyolada yatmak; Chapeloud'ya nasip olduğu gibi, dört bir yanında insanı tiryakisi kılan bütün rahatlıkları bulmak, Birotteau'nun gözünde eksiksiz bir mutluluk olarak tütmeye başladı: Bundan üstün, bundan aşkın birşey göremiyordu. Başka erkeklerin yüreğinde, dünya nimetlerinin yarattığı bütün hırslar, bütün yeğin istekler; papaz Birotteau'da, rahip Chapeloud'nun "kendi sevgili canı" için kurup oluşturduğu eve benzer bir yere sahip olmak uğruna beslenen gizli, derin duygunun içinde toplandı. Dostu hastalandığında, evine candan bir sevginin etkisiyle geliyordu, ama piskopos danışmanının keyifsizliğini öğrendiğinde ya da yanıbaşında oturup ona arkadaşlık ederken, elinde olmadan, ruhunun ta derinliklerinden, hep en sıradan biçimi "Chapeloud ölüverse, şu kat benim olurdu" düşüncesiyle özetlenebilecek olan bin türlü düşünce yükseliyordu. Bununla, birlikte, Birotteau'nun çok iyi bir yüreği, dar bir görüşü, bönce bir kafası olduğu için, işi, arkadaşının kitaplığını, eşyalarını kendisine bıraktırma yollarını tasarlamaya değin vardırmıyordu. Nefsine düşkün, ince davranışlı, zarif, geniş yürekli bir adam olan papaz Chapeloud, arkadaşının tutkusunu sezmişti; aslında bu sezilmeyecek gibi de değildi. Üstelik onu içinden bağışlamış, hoş görmüştü; bu her papazın gösterebileceği bir tepki değildi. Ama, dostluk duygusu hiç değişmeyen papaz yardımcısı da, her Tanrının günü, arkadaşıyla birlikte aynı "Mail de Tours" yolunda, hem de yirmi yıldır bu gezintiye verdiği zamanı bir an bile yanındakinin başına kakmadan gezinme alışkanlığını elden bırakmamıştı. Elinde olmadan, isteklerini birer suç sayan Birotteau, pişmanlıkla karışık bir hüznün etkisiyle, sanki suçunu bağışlatmak gereksinmesiyle, rahip Chapeloud uğruna en büyük özverileri

yapabilirdi. Öteki de bu denli saflıkla içten olan "kardeşçe dostluğa" karşı duyduğu gönül borcunu, ölümünden birkaç gün önce kendisine Quotidienne gazetesini okuyan papazcığa, "Bu kez dairem artık senin olacak. Benim için her şeyin bittiğini duyumsuyorum," diyerek ödedi. Rahip Chapeloud, gerçekten de kitaplığını ve bütün eşyasını, vasiyet ederek Birotteau'ya bıraktı. Bu denli tutkuyla istediği bu şeylere sahip olmak ve Matmazel Gamard'ın yanına pansiyoner girmek umudu, Birotteau'nun, piskopos danışmanı dostunun ölümü yüzünden duyduğu acıya epey merhem oldu. Belki onu diriltmezdi, ama arkasından göz yaşı döktü. Birkaç gün boyunca, Gargantua'ya (12) döndü; Pantagruel dünyaya gelirken karısı ölen, oğlunun doğmasına mı sevineceğini, yoksa cancağızı Badbec'i gömdüğüne mi yanacağını bilemeyen ve yanlışlıkla karısının ölümüne bayram edip, Pantagruel'in dünyaya gelişine ilençler yağdıran Gargantua'ya döndü. Rahip Birotteau, yasının ilk günlerini, ne yazık ki notaya alınmamış bir edayla "Zavallı Chapeloud!" diye diye, kendi kitaplığındaki kitapları incelemek, kendi eşyalarını kullanmak ve onlara dokunmakla geçirdi. Sözün kısası, sevinci ve üzüntüsü zamanını ve kafasını öylesine almıştı ki, rahmetli Chapeloud'dan boşalan piskopos danışmanlığına onun ardılı olarak kendisinin atanacağını ummuş olan Birotteau, o göreve bir başkasının geçirildiğini öğrenince, hiçbir üzüntü duymadı. Matmazel Gamard, papaz yardımcısını pansiyoner olarak sevinerek evine soktuğu için de, adamcağız o gün bugündür, rahmetli dostunun ballandıra ballandıra anlatmış olduğu dünyasal ve bedensel yaşam mutluluklarının hepsine karışıp, hepsinden pay alıyordu. Sayılmakla bitmez nimetler! Toprağı bol olası Chapeloud'nun anlattıklarına göre, Tours'da yaşayan papazların hiçbiri, başpiskopos efendi de içlerinde olmak üzere hiçbiri, Matmazel Gamard'ın iki kiracısına bol bol gösterdiği zarif, ince, dikkatli özeni görmezlerdi. Mail yolunda gezerlerken, piskopos danışmanının arkadaşına söylediği ilk sözcükler, hemen hep biraz önce atıştırmış olduğu nefis yemeklerin ayrıntılarıyla ilgili olur ve haftanın yedi gezintisinde de, hiç değilse on dört kez, "Bu kutlu hatunda, kiliseye hizmet aşkı, kesinlikle bir hidayet-i Rabbaniyedir!" demediği pek az görülürdü. Rahip Chapeloud, Birotteau'ya: - Düşünsenize bir kez, derdi, aralıksız tam on iki yıl, sakız gibi çamaşır, apak ayin giysisi, ak harmaniye, ak yaka; hiçbiri, hiçbir zaman eksik olmadı. Her şeyimi yerli yerinde, yeterince, üstelik susam çiçeği kokuları içinde buluyorum. Eşyalarım ovulup parlatılıyor; her zaman öyle güzel bakılıyor ki, artık yıllardır, toz denen şeyi bilmez oldum. Evimde tozun zerresini görüyor musunuz? Dahası var, seçtiği odun bile iyi türden, en ufak ayrıntıya dek her şey pek iyi; kısacası, Matmazel Gamard'ın bir gözü sanki hep benim odamda. Şu on yıl içinde, herhangi bir şey istemek için çıngırağa iki kez uzandığımı anımsamıyorum. İşte yaşamak diye buna derler! Hiçbir şeyi, terliklerini bile aramak zorunda kalmamak. Her zaman alev alev bir ocak, nefis bir sofra. Örneğin odamdaki körüğe sinirleniyordum; tık nefes mi olmuştu nedir; soluğu iyi işlemiyordu; iki kez yakınmaya kalmadı. Bir kez söylemek yetti efendim, yetti; hemen ertesi gün hatuncağız bana pek güzel bir körükle, hani ateş karıştırırken elimde görmüşsünüzdür, işte o maşayı verdi. Birotteau'nun ağzından, yanıt ola ola: - Susam çiçeği kokuları içinde! tümcesi çıkardı. Bu "susam kokuları içinde" sözü, onu hep etkilerdi. Piskopos danışmanının sözleri; derli toplu olmamak yüzünden ak yakalarını, ak ayin giysisini bulup bir araya getirene dek başı dönen, çoğu zaman yemeğini ısmarlamayı unutan zavallı papaz yardımcısı için, akıllara sığmaz, sanki düşlemsel bir mutluluğu açığa vururdu. Bundan dolayı da, kilisede yardım toplar ya da dua okurken, Matmazel Gamard'ı gördü mü, kadına, ancak azizelerden Sainte Thèrèse'in gökyüzüne dikebileceği denli sevecen, iyilik dolu bir bakışla bakmaktan asla geri kalmazdı. Her yaratılmışın dilediği ve kendisinin de ne çok düşlemini kurduğu rahatlık ve mutluluğa böylece kavuşmak nasip olduğu halde; herkes için, bir papaz için bile "tutturup dert edilecek bir şey" olmaksızın yaşamak zor geldiğinden, rahip Birotteau da doyurulmuş olan iki tutkusunun yerini, piskopos danışmanlığına yükselmek isteğiyle doldurmuştu. "Piskopos danışmanı papazlık konumu", onun gözünde, halk sınıfından bir bakan için senato üyeliği neyse, öyle bir durum almıştı. Bu nedenle de, gözünde tüten yere en sonunda atanması olasılığı ve biraz önce Madam de Listomère'in evinde belirtilen umutlar kafacağızını öyle bir döndürmüştü ki, şemsiyesini unutmuş olduğunu ancak evine vardığı zaman anımsadı. Çarşamba akşamlarını salonunda geçirdiği Madam de Listomère'in, bu kibar ve yaşlı hanımefendinin konuklarından, atanma konusunda işittiği bütün güzel şeyleri için için yineleme

zevkine o denli dalmıştı ki, o dakika yağmur pek artmamış olsa, olasılıkla bunu anımsamayacaktı bile. Papaz yardımcısı, sanki hizmetçi kadına, bekletilmemesini söylemek ister gibi, hızla çıngırağı çaldı. Sonra da elinden geldiğince az ıslanmak için, kapının köşesine büzüldü; ama damdan süzülen sular, tersliğe bakın ki, tam pabuçlarının burnuna aktı, rüzgâr da zaman zaman, (duş altındaki durumu oldukça anımsatan bir biçimde) esintili yağmur püskürtülerini üzerine doğru savurdu. Mutfaktan çıkmak ve gelip kapının altındaki ipi çekmek için yetecek zamanı hesapladıktan sonra, ortalığı çıngır çıngır, pek anlamlı kaçan sürekli sesler bürüyecek biçimde, çıngırağı bir daha çaldı. İçerden ses seda duyulmayınca, kendi kendisine, "Evden çıkmış olamazlar ya!" dedi. Kapıyı üçüncü kez, yeniden çalmaya başladı. Çıngıraktan, evin içinde çın çın öten; koca kilisenin duvarlarında yankılanan o denli sert ve acı sesler yükseldi ki, bu allak bullak edici gürültüden, uyanmamak olanaksızdı. Nitekim bir iki saniye sonra, doğrusu öfke karışık bir sevinçle, hizmetçinin küçük taşlıkta tıkırdayan nalınlarını duydu. Hoş, ayakları nikrisli adamcağızın çektiği bu eziyet, yine de umduğu gibi çabuk bitmedi. Marianne yalnızca ipe asılacak yerde, koca anahtarla kapının kilidini açmak, sürgüleri çekmek zorunda kaldı. Kadına: - Bu havada, nasıl olur da bana üç kez kapı çaldırırsınız? dedi. - Öyle ama efendim, kapının kilitli olduğunu görüyorsunuz. Herkes çoktan yattı, saat handiyse on biri çalacak. Belki matmazel de sokağa çıkmadınız diye düşünmüş olacak. - Ya siz, siz benim dışarı çıktığımı pekâlâ gördünüz! Zaten her çarşamba, Madam de Listomère'e gittiğimi matmazel de bilir. Marianne, bir yandan kapıyı kaparken: - Vallahi, matmazel ne buyruk verdiyse, onu yaptım efendim, dedi. Bu sözler, Rahip Birotteau'ya, biraz önceki güzel düşlemlerin verdiği eksiksiz mutluluk üstüne, büsbütün dokunaklı kaçtı. Sustu; her zamanki yerine konmuş olduğunu düşündüğü şamdanını almak üzere Marianne'ın peşi sıra mutfağa girecek yerde, Marianne rahip efendiyi dairesine doğru yürüttü ve papazcağız şamdanını, orada, kırmızı salonun kapısı önünde, rahmetli piskopos danışmanının büyük bir câmekanla ayırtıp kapatarak küçük bir bekleme odası biçimine soktuğu merdiven sahanlığında, bir masanın üstünde durduğunu gördü. Şaşkınlıktan dili tutulmuş durumda, çabucak odasına girdi; ocakta ateş görmeyince, henüz aşağı inmemiş olan Marianne'a seslendi. - Ateş yakmadınız mı kuzum? Kadın: - Kusura bakmayın rahip efendi. Sönmüş olacak, diye karşılık verdi. Birotteau yine ocağın içine baktı, ateşe sabahtan beri ilişilmemiş olduğunu gördü. - Ayaklarımı kurutmak istiyorum, ateş yakın, dedi. Marianne bu buyruğa, uymak isteğinde olan bir insanın zoraki çabukluğuyla boyun eğdi. Papaz efendi de, bir zamanlar çevrildikleri yerde, karyola önündeki halının ortasında bulamadığı terliklerini ararken, bir yandan da kafasında, Marianne'ın giyimiyle ilgili olarak, "öyle, kadının ileri sürdüğü gibi, yataktan çıkmış olamayacağı" kesin sonucuna varan düşünceler döneniyordu. O zaman, on sekiz aydır, yaşamını tatlı bir biçime sokmuş olan bütün ufak tefek özenlerden, şöyle böyle on beş günden beri yoksun bırakıldığını anımsadı. Kafalarını büyük konularda işletemeyen insanların yaratılışı, en küçük ayrıntıları sezmeye yatkın olduğu için de, herhangi bir kimsenin gözünden kaçıp gidecek, ama onun gözünde önemli olan dört olay konusunda, birdenbire, pek derin düşüncelere daldı. Terliklerin unutulmasında, Marianne'ın ateş için kıvırdığı yalanda, şamdanın hiç de alışılmış değilken ara odanın masasına götürülüp konmasında, şakır şakır yağmur altında kapı önünde bekletilmesi için kurulan düzende, kuşku yok ki, mutluluğunun kökten, temelden yok olup gitmesi söz konusuydu. Ocakta alevler parlayınca, gece lambası yakılınca ve Marianne bir zamanlar yaptığı gibi, "Başka bir buyruğunuz var mı efendim?" diye sormadan çekilip gidince, rahip Birotteau, rahmetli dostunun yüksek arkalıklı geniş koltuğuna usulca kendini bırakıverdi; ama, bu düşercesine oturuşta, üzünçlü bir durum vardı. Adamcağıza, birtakım öncü duyguların etkisi altında, ürkünç bir yıkımın korkusu çökmüştü. Gözlerini birinden ötekine çevirerek, güzel duvar saatine, konsola, koltuklara, perdelere, halılara, kumaş geçme tavanının ön bölümü aşağı doğru eğimli, dört yanı perdeli, etekli karyolaya, kutsanmış suyun durduğu süslü kaba, üstünde Mesih gerili çarmıha, Valentin'in fırçasından çıkma Meryem'e, Lebrun'ün yapıtı İsa tablosuna, sözün kısası bu odanın nesi var nesi yoksa hepsine, bir bir baktı; sonra da

yüzündeki anlatım; bir âşığın ilk sevgilisine ya da yaşlı birinin dikmiş olduğu son ağaçlara içi yana yana veda ederken duyabileceği acıyı açığa vurdu. Papaz yardımcısı, Matmazel Gamard'ın, yapmaya şöyle böyle üç aydır başladığı ve kötü niyetle yapıldıklarını, zeki ve açıkgöz bir insanın kendisinden çok daha önce sezebileceği o gizli, o için için eziyetlerin, cefaların belirtilerini, doğrusu biraz geç, ama artık adamakıllı anlamaya başladı. Evlenmeden kocamış "kız kurularının" hepsinde de kin duygusundan esinlenerek yaptıkları ve söyledikleri şeyleri daha etkili kılma konusunda bambaşka bir hüner yok mudur? Kediler gibi tırmık atarlar. Üstelik yalnızca yaralamakla kalmaz, yaralamaktan ve ellerine düşmüş zavallıya, "Oh, seni yaraladım ya!" demekten haz duyarlar. Dünya işlerine alışkın bir erkeğin, kendisine ikinci tırmığı attırmayacağı bir konuda, babacan Birotteau'nun, ortada kötü bir niyet olacağını anlayana dek, suratına birkaç pençe yemesi gerekliydi. Durum bu kerteye gelir gelmez de, rahip Birotteau, günah çıkarılan kuytu hücrelerin dibinde vicdanlara yol göstermeye, hiçten şeyleri derinden derine eşeleyip kazmaya alışmış papazların gitgide edindikleri inceden inceye araştırıcılık anlayışı ve becerisiyle, sanki ortada dinsel bir "tartışma" varmış gibi, şöyle bir önermeye ulaştı: "Matmazel Gamard'ın, Madam de Listomère'de toplandığımızı anımsamadığını ve Marianne'ın ocağı yakmayı unutmuş olduğunu düşünsek, o saate dek eve dönmüş olduğumu sandılar desek dahi, şamdanımı!!! bu sabah aşağıya kendim indirdiğime göre, Matmazel Gamard'ın bunu salonunda gördüğü halde, beni yatmış sanabilmesi olanak dışıdır. İmdi (13), Matmazel Gamard beni yağmurun altında kapıda bırakmak istedi; şamdanımı kendi katıma göndermekle de bana şunu bildirmek istedi..."gerekli nedenlerin önemi ve tehlikesiyle" coşarak yüksek sesle, "Neyi?" dedi; bir yandan da ıslak giysilerini çıkarmak, robdöşambrını giymek, başına gece takkesini geçirmek için ayağa kalktı. Bunun üstüne, el kol devinimleri yaparak, her biri sanki ünlem imlerinin yerini tutmak ister gibi inceye kaçan seslerle bitip türlü ses perdelerine bürünen şu aşağıdaki tümceleri fırlatarak, karyolasından şömineye yürüdü: - Tövbeler olsun Tanrım, bu kadına ne yaptım ben? Zoru nedir? Marianne ateş yakmayı unutmuş olamaz! Yakma diye uyaran kendisidir! Takındığı tavırlardan, benimle konuşurken sesinin aldığı acayip tondan, matmazel cenaplarına karşı bir kusur işlemek yıkımına uğradığımı anlamamak için, çocuk olmalı! Chapeloud'nun başına, asla bu türlü bir şey gelmedi! Böyle eziyet ve sıkıntı içinde yaşamama olanak kalmayacak... Hem de bu yaşta... Nice zaman özlemini çektikten sonra, iki yıl kadar da tadını çıkardığı bir mutluluğu, artık bir daha ele geçmemecesine yıkıp yok etmekte olan kinin nedenini ertesi sabah açıklayıp aydınlatabilmek umuduyla yatağa girdi. Ne yazık! Matmazel Gamard'ın kiracısı için beslemekte olduğu duygunun gizli etkenleri, zavallı için sonsuza dek bilinemeyecekti; bunun nedenini de, böyle bir durumu anlamanın zorluğunda değil; yalnızca umarsız adamın, kararlılık ve duyarlık sahibi olanlarla, kurnazlıktan yana şeytana taş çıkarır türünden insanların kendi içgüdülerine karşı koymayı ve davranışlarını mantıklı bir akıl yürütmeden geçirmeyi bilmelerine yarayan o "kendine güven" denen duygudan yoksun bulunuşunda aramak gerekirdi. Yalnızca, zekâdan yana deha derecesine varan bir insanla dolap çevirmeyi iş edinmiş bir kimsedir ki, kendi kendine, "Kusur bende," demesini bilir. İnsanoğlunun doğru, vicdanlı öğüt vericileri, yalnızca çıkarla kararlılıktır. İmdi, Rahip Birotteau'ya; yürek temizliğini ve saflığı budalalığa vardıran, eğitimi öğretimi ancak sürekli ve zorlu çalışmalarla sanki "altı başka üstü kaplama" türünden edinmiş olan, dünya işleri bakımından kör acemi denecek denli deneyimsiz bulunan, kentin kız yatılı okullarıyla, kendisini beğenen birkaç soylu ruhlu kadının günah çıkarma papazlığını yaptığı için, ömrü dua kürsüsüyle günah çıkarma hücresi arasında mekik dokumak, en basit şeylerden de doğsa, "vicdan sorunlarını" çözümleyeceğim diye uğraşıp paralanmakla geçen rahip Birotteau'ya; tıpkı toplumsal davranış ve ilişkilerin önemli bir bölümüne yabancı kalmış koca bir çocuk gözüyle de bakılabilirdi. Yalnızca, insanoğullarının hepsinde görülen o doğa vergisi bencillik, papaz takımına özgü ve taşra kentlerinde sürülen yaşamın yarattığı bencillikle de güç bulup artan "bu can benim canımdır," duygusu, onun benliğinde kendisi farkına varmadan, belli belirsiz gelişip büyümüştü. Biri çıkıp da ona yaşayışının pek küçük ayrıntısı, yaşamının en önemsiz görevleri arasında, meslek edinmiş olduğunu sandığı o özverili olma duygusundan tümüyle yoksun bulunduğunu kanıtlamak için, papaz yardımcısının ruhunu didikleyip araştıracak denli bir ilgi duymuş olsaydı, kesindir ki Birotteau da tam bir inançla kendini cezalandırır, tövbenin en acı verici biçimlerine katlanmaktan kaçınmazdı. Ama, bilmeden ya da fark etmeden kırdığımız, gücendirdiğimiz kimseler, bu işteki suçsuzluğumuzu pek öyle

hesaba katmazlar, öç almak isterler, üstelik bunun yolunu da bilirler. Nitekim, ne denli güçsüz olursa olsun, bizim Birotteau da, hani kimi budalalarca yaşamın çileleri diye adlandırılan karar ve yargılarının yerine getirilmesini dünyaya yükleyerek yürüyüp giden o denli kısmet dağıtıcı ve Adaletli Feleğin yazdıklarını çekmeye mahkûm edildi. Rahmetli rahip Chapeloud ile papaz yardımcısının arasında şu fark vardı ki, biri, zeki, usta bir bencil; ötekiyse özü sözü bir, beceriksiz bir bencildi. Rahip Capeloud, Matmazel Gamard'ın yanına pansiyoner olarak girdiği zaman, ev sahibesinin huyu suyu konusunda, dosdoğru bir akıl yürütmesini bilmişti. Günah çıkartma hücresi ona, toplumsal yaşam dışında kalma yıkımının, kocayıp gitmiş bir kız kurusunun yüreğine nasıl buruk bir acı çökerttiğini öğretmişti; bu sayede de, Matmazel Gamard'ın evinde nasıl davranacağını akıllıca hesaplayarak belirledi. O zaman, ancak otuz sekiz yaşında bulunan ev sahibesinin, bu gibi içten pazarlıklı insanlarda zamanla dehşet verici bir "kendisini beğenmezlik"e dönen kimi düşünceleri ve "hüsnü kuruntuları" vardı. Piskopos danışmanı, Matmazel Gamard'la hoş geçinmek için ona hep aynı ilgileri, aynı gurur okşayıcı pohpohlama siyasetini göstermek, "kusursuz ve yanlışsız" olma bakımından Papa hazretlerinden daha ileri olmak gerektiğini anladı. Böyle bir sonucu elde etmek için de, ev sahibesiyle kendi arasında, azı çoğu olmamak üzere, ancak inceliğin gerektirdiği ve aynı çatı altında yaşayanlar arasında ister istemez ortaya çıkan ilişki sınırlarından başka bir şeyin yer almasına meydan vermedi. Nitekim kendisi de, Rahip Troubert gibi günde düzenli olarak üç öğün yediği halde, Matmazel Gamard'ı yatağına bir fincan kremalı kahve yollamaya alıştırarak, ortak kahvaltıyı paylaşma konusunda kendini tuttu. Sonra, ikindi üstü konukluğuna gittiği evlerde, her akşam çay sofrasına konarak, akşam yemeği derdinden de kurtulmuştu. Böylece, ev sahibesini koca gün içinde, öğle yemeği zamanı dışında seyrek olarak görüyor; ama, her zaman kararlaşmış bulunan saatten birkaç saniye önce geliyordu. Bu sözüm ona nazik ziyaret anı süresince, Matmazel Gamard cenaplarına, çatısı altında yaşamış olduğu on iki yıl boyunca, ondan da aynı yanıtları alarak hep aynı soruları sormuştu. Bu gündelik konuşmanın bütün konusu; Matmazel Gamard'ın geceleyin nasıl uyuduğu, nasıl kahvaltı ettiği, ufak tefek ev işleri, sağlığı, havanın durumu, ayinlerin ne kadar sürdüğü, dua sırasında geçen küçük olaylar, filan ve falanca rahibin sağlık ya da keyifsizlik haberiydi. Sofra başında da, bir balığın özelliğinden, yemek üstüne dökülü terbiyenin ya da salçanın seçimindeki doğruluktan başlayıp Matmazel Gamard'ın iyi huylarına, ev kadınlığındaki artamlarına geçerek, açıktan açığa değil de dolambaçlı bir yol tutturan pohpohlamalara girişirdi. Reçellerinin, hıyar turşularının, konservelerinin, hamur işlerinin, mideyle ilgili daha ince başka icatların yapılış ya da hazırlanışındaki sanatı bol bol övmekle, kocamış kızın bütün gurur duygularını okşadığına emindi. Sözün kısası, piskopos danışmanı sanını taşıyan bu kurnazlık oyuncusu, ev sahibesinin salonundan, Tours kentinin hiçbir evinde, o sıralar tadının keyfine vardığı bu kahve kadar iyisinin ve güzelinin içilmediğini söylemeden, kesinlikle dışarı çıkmamıştı. Matmazel Gamard'ın ahlakı konusunda gösterilen bu üstün anlayış gücü ve piskopos danışmanı tarafından on iki yıl boyunca iş güç edinilen bu yaşam bilimi sayesinde, aralarında hiçbir zaman tartışma konusu yaratacak en ufak bir "iç disiplin sorunu" olmadı. Rahip Chapeloud, her şeyden önce bu kız kurusundaki (çarpmaya, değmeye gelmez) köşeleri, yalçınlıkları, sertlikleri tanıladı ve varlıklarının arasındaki kaçınılmaz ilişki çizgisini, yaşamının dinginliği, mutluluğu için gerekli olan ayrıcalıkları kadının elinden kolayca koparabilecek bir biçimde hesaplayıp çizdi. Öyle ki, üstelik Matmazel Gamard cenapları, Rahip Chapeloud'nun çok nazik, terbiyeli, son derece kolay geçinilir, uysal ve pek zeki bir insan olduğunu söylerdi. Öteki kiracısı rahip Troubert'e gelince, dindar kadın, onun hakkında hiçbir şey demezdi. Bir uydunun bağlı olduğu gezegenin çekim alanı içinde kalışı gibi, yaşamının davranış biçimine tümüyle uyup gitmiş bulunan Troubert, onun gözünde, insan türüyle köpek türü arasında bir yerde olan bir yaratık gibiydi sanki; ev sahibesinin yüreğindeki yeri, dostlara ayrılmış olan yerin altında, kadının gerçekten içli bir sevecenlikle sevdiği, yassı ve kara burunlu, tüysüz, tıknefes, koca köpeğin tuttuğu yerden hemen önce gelen bir yerdeydi. Adamı tümüyle avucunun içine almıştı ve türleri değişik çıkarların iç içe karışıp kaynaşması öyle göze batar bir duruma gelmişti ki, Matmazel Gamard'la ahbap geçinenlerden birçoğu, Rahip Troubert Efendi'nin kocamış kızın parasına puluna göz diktiğini, sürekli bir sabır siyaseti güderek hiç sezdirmeden onu kendisine bağladığını, yaşlı matmazeli dilediği yolda yürütme konusunda en ufak bir isteğini açığa vurmadan,

sanki kadına hep kendisi boyun eğiyormuş gibi görünerek, onu daha ustalıkla kullanıp yönettiğini düşünüyorlardı. Rahip Chapeloud ölünce, yumuşak başlı, kendi halinde bir kiracı isteyen kız kurusunun aklına, doğallıkla papaz yardımcısı geldi. Henüz zamanı dolup piskopos danışmanının vasiyetnamesi öğrenilmişti ki, Matmazel Gamard hemen "bodrum katında oturmasını" pek rahatsız, pek yakışıksız bulduğu rahip "Troubertciği"ne, rahmetlinin dairesini verme işini düşünmeye koyuldu. Ama Rahip Birotteau, pansiyon koşullarını, yaşlı kızla kararlaştırıp resmî onaylara, mühürlere kalkışmadan, yalnızca özel bir senetle saptamaya geldiği zaman, adamı bu daireye karşı (artık ne çılgınca oldukları açığa vurulabilecek isteklerle, hem de ne zamandır) öylesine tutkun gördü ki, ona bir değiş tokuş yapmak konusunu açmayı göze alamadı ve içindeki sevgiyi, çıkar duygusunun zoruyla susturdu. Yaşlı matmazel sevgili, gözde papazcığını avutmak için de, bodrum katındaki dairenin beyaz Chateau-Renaud tuğlasıyla kaplı taşlığına, Macar usulü denen geometrik resimlerle süslü bir parke geçirtti ve şömineyi yeni baştan yaptırdı. Rahip Birotteau, "canciğeri" Chapeloud'yu, Matmazel Gamard'la olan ilişkilerindeki aşırı sağgörünün ve temkinin nereden ve neden ileri geldiğini asla araştırmak düşüncesine kapılmaksızın, tam on iki yıl boyunca görüp durmuştu. Bu kutlu kızın evine yerleşmeye gelirken muradına ermek üzere bulunan bir sevdalının durumundaydı. Zaten zekâsı yaratılış bakımından kıt olmasaydı bile, gözleri Matmazel Gamard'ı ölçüp biçmesine ve aralarında geçecek gündelik ilişkileri ölçülü bir biçime sokmayı düşünmesine olanak bırakmayacak derecede kamaşmıştı. Matmazel Gamard, uzaktan ve papaz yardımcısının bu hatun kişi yanında tatmayı düşlemlediği maddî mutlulukların (aldatıcı renkler yaratan) prizması ardından bakılınca, ona, yaşamın üstüne tanrısal bir cennet kokusu yayan, alçakgönüllü erdemlerle kuşatılmış kusursuz bir varlık; Hıristiyan dininin yetkin bir simgesi, yaratılışça sevecen, acıma dolu bir insan, İncil-i Şerîf'te övülen o kutsal kadın; namuslu ve olgun erden [bâkire Meryem] gibi görünmüştü. Bunun için de uzun zamandır özlenen bir amaca erişmiş erkeğin bütün duygusal coşkunluğuyla; bir çocuk saflığı ve dünya işlerinde hiç deneyimi olmayan yaşlı bir adamın aptalca aymazlığıyla, Matmazel Gamard'ın yaşamına, tıpkı bir sineğin kendisini örümcek ağına kaptırışı gibi girdi. Böylece de yaşlı kızın evinde yemek yiyip yatmaya geldiği ilk gün, ev sahibesiyle tanışmak isteğine kapıldığı denli, utangaç insanları şaşırtarak kızartıp bozartan ve onları odadan dışarı çıkmak için bir konuşmayı kesmekle "kabalık yapmış olacağım" korkularına uğratan o tanımlanmaz kararsızlığa da tutularak, kadının salonunda epey oyalandı kaldı. Yemekten sonra oturma ve söyleşi saatlerini hep orada geçirdi. Akşamleyin, Birotteau'nun ahbabı, Matmazel Salomon de Villenoix adında başka bir kız kurusu daha geldi. O zaman da Matmazel Gamard cenapları evinde bir boston (14) partisi kurmak sevincine erdi. Papaz yardımcısı, yatağına girerken çok keyifli bir gece geçirmiş olduğunu düşünüyor, bu kanıyı taşıyordu. Matmazel Gamard'la rahip Troubert Efendi'yi henüz pek üstünkörü tanıdığı için özyapılarının ancak dış yüzünü görmüştü. Kusurlarını, hemen b#irdenbire açığa vuranların sayısı azdır. Genellikle herkes kendisini göz alıcı bir kabuk altında tutmaya çabalar. Rahip Birotteau, işte böylece, akşamlarını dışarda geçirecek yerde, Matmazel Gamard'la birlikte geçirmek gibi parlak bir tasarı kurdu. Birkaç yıldır, ev sahibesinin içinde de, gün geçtikçe daha güçlenerek can bulup büyüyen bir istek doğmuştu. Yaşlı kimselerin, dahası, güzel kadınların bile besledikleri bu dilek, zavalı kız kurusunda, tıpkı Birotteau'nun, dostu Chapeloud'nun dairesi için duyduğu tutkunluğa benzer bir tutku durumunu almış ve yeryüzü insanlarında bütün öteki şeylerden önce gelen gurur, bencillik, özlem ve kurumsatıcılık gibi duygularla yaşlı kızın yüreğine dalıp kök salmıştı. Bu öykü, her dönem ve zamana uyan türdendir: Şu önümüzdeki kahramanların, içinde bocaladıkları dar çemberi azıcık genişletmek, toplumun en yüksek çevrelerinde olagelen olayların örnek nedenini bulmaya yeter. Matmazel Gamard, akşam yemeğinden sonraki saatlerini, sıraya konmuş bir yöntemle, başka başka, sekiz on evde geçirirdi. İster insan yüzü görmek için kalkıp bir başka dünyanın ayağına gitmek zorunda kalışından üzüntü ve pişmanlık duyduğu, artık bu yaştan sonra kendisini de kimi karşılıklar dilemekte haklı gördüğü için olsun, ister çevresinde belirli bir konuk topluluğu yaratamamaktan gururu incindiği için olsun; ya da kısacası, ahbaplarının tatlı tatlı keyfine vardıkları iltifatlara, pohpohlara, onurlandırmalara yüreğinin o kurumsatma isteklisi duygularıyla imrendiği için

olsun; bütün hırsı, isteği, şu bildiğimiz salonunu belirli birtakım insanların her akşam zevkle geldikleri bir söyleşme ve buluşma merkezi durumuna getirebilmek amacında toplanmıştır. Birotteau ile "sevgili ahbabı" Matmazel Salomon, sadık ve sabırlı rahip Troubert'in de eşliğiyle birkaç akşamı Gamard'ın bu konuk yoksunu kalmış konuk odasında geçirince, matmazel cenapları da tuttu, bir ikindi üstü kiliseden çıkarken, o zamana dek kendisini köleliklerine düşmüş bilen sevgili ahbaplarına, artık onu görmek isteyenlerin, bir boston partisine bol bol yetecek sayıda "eşin dostun" toplandığı "fakirhanesine", haftada bir, pekâlâ gelebileceklerini söyledi; yeni kiracısı rahip Birotteau'yu yalnız bırakmaması gerekiyordu; Matmazel Salomon, şimdiye dek haftanın bir gününü bile kaçırmamıştı; herkes bilir ya, bu kibar kadın baş dostlarındandı, şöyleydi, böyleydi... daha da birtakım lâflar... Matmazel Salomon de Villenoix'nın Tours'taki en kibar, en soylu sınıftan olması, Matmazel Gamard'ın sözlerindeki, alçakgönüllülüğe bürünmüş gibi görünen cakayı ve bir sürü tatsız, yapmacıklı incelik numaralarını artırmaya büsbütün elverişli geliyordu. Matmazel Salomon her ne kadar sırf papaz yardımcısına karşı duyduğu dostluk duygusuyla gelmişse de, Gamard cenapları onun ziyaretini sağlamayı bir zafer bildi ve Madam de Listomère'in Matmazel Merlin de la Blottière'in, kısacası Tours'daki dini bütünler tabakasını ağırlamayı kendi kişiliklerine mal edinmiş daha birtakım başka kutlu hatunların elde ettikleri konuk topluluğu denli kalabalık, hoş bir çevre kurabilme konusundaki büyük isteğine, sonunda rahip Birotteau sayesinde kavuşmak üzere olduğunu gördü. Ama ne yazık ki, Birotteau, Matmazel Gamard'ın bu umudunu suya düşürdü. İmdi, yaşamlarında uzun zaman özlemi çekilmiş bir mutluluğa kavuşmanın tadına, keyfine eren bütün o insanlar, papaz yardımcısının, Chapeloud'nun yatağına girmekle duyabileceği sevinci anladılarsa, Matmazel Gamard'ın can damarı tasarısının tepetaklak edilmesiyle uğradığı üzüntü konusunda da, küçük bir bilgi sahibi olmalıdırlar. Birotteau, altı ay süregelen mutluluğunu az çok sabırla kabullendikten sonra, yanı sıra Matmazel Salomon'u da ayartarak, akşamları eve gelmeyi savsaklamaya başlamıştı. Gözü yükseklerde olan Gamard, büyük çabalarına karşın sürekli gelecekleri pek kuşkulu olan beş altı kişiyi, o da zar zor çelip toplayabilmişti; üstelik bir boston partisi kurmak için, hiç değilse toplantılara sürekli gelen dört insana gerek vardı. Böylelikle de, suçunu bağışlatmak kaygısıyla diller döküp, eski ahbaplarının evlerine dönmek zorunda kaldı; çünkü kuru başlarına kalakalmak yaşlı kızları öyle kötü eder ki, toplumsal yaşamın kuşkulu, bulanık zevklerini aramaktan geri duramazlar. Papaz efendinin evden uzaklaşma nedenini anlamak kolaydır. Birotteau cenapları her ne denli Akıl yoksulu kullar, mutlulardandır! (15) sözü uyarınca bir gün "cennet-i âlâ"ya girecek olanlardan biriyse de, adamcağız, gene birçok aptallar gibi, başka aptalların kendisine verdiği can sıkıntısına dayanamazdı. Akılları, zekâları kıt olan kimseler, güzelim topraklardan hoşlanan zararlı otlara benzerler; kendi başlarına kalınca duydukları can sıkıntısı nasıl büyükse, eğlendirip oyalamayı da öyle çok severler. Hışmına uğradıkları "iç sıkıntısı cinleri", kendi kendilerinden sürekli bir ayrılıp uzaklaşma gereksinimiyle de birleşerek, bu gibilerle duygulanma yeteneğinden yoksun kalmış insanlarda, amaçlarına erişememişlerde ya da kendi yanlışları yüzünden acı çekenlerde görülegelen o devinim aşkını, bulundukları yerde duramayıp hep başka bir yerde olmak gereksinmesini ve dileğini doğurur. Umarsız Papaz Birotteau, Matmazel Gamard'ın boşluğunu, değersizliğini iyice kurcalayıp anlamaya, ne de bu tamtakır kafadan çıkma düşüncelerin yavanlığını, sıradanlığını kendi kendine açıklamaya kalkışmadan, onun bütün kız kurularıyla paylaşmakta olduğu ve ayrıca kendine özgü kıldığı eksiklerini, talihsizliğe bakın ki, biraz geç anladı. Başkalarındaki kötülük, iyiliğe o denli baskın çıkar ki, hemen her zaman, daha bizi incitip kırmadan önce gözümüze çarpar. Bu ahlaksal gariplik, bizi az çok dedikoduya doğru sürükleyen eğilimi, sırası düştü mü, bağışlatabilir. Toplumsal bakımdan düşünülürse, başkalarının eksikleriyle alay etmek öylesine doğaldır ki, kendimizdeki gülünçlüklerin izin verdiği alaycı boşboğazlıkları bağışlayıp, yalnızca uğrayabileceğimiz karalamalara şaşmalıyız. Ama tonton papaz yardımcısının gözlerinde; hiçbir zaman, dünya işlerine alışık insanların, komşudaki yanaşmaya, sürünmeye gelmez yalçınlıkları görüp bunlardan hemen sakınmayı, korunmayı olanaklı kılan o derin, uzak görüş özelliği yoktu; bundan dolayı da, ev sahibesindeki eksiklerin kafasına dank etmesi için, doğanın her yaratığına yaptığı uyarıya, yani, acıya uğraması gerekti! Kız kuruları, kadınların uymaya yazgılı oldukları kuralın dışında kalarak yaşamlarını ve ahlaklarını başka bir yaşama, başka ahlaklara bağımlı kılmamış ve onlara boyun eğmemiş olduklarından, çoğunda da,

çevrelerindeki her şeyi kendilerine boyun eğdirme merakı vardır. Bu duygu Matmazel Gamard'da niteliğini değiştirerek "baskıcılık" niteliğini almıştı; ama, bu başkaları üstünde baskı kurma isteği, ancak birtakım eften püften şeyleri parmağına dolayabiliyordu. İşte binlerce örnek arasından biri: Rahip Birotteau için boston masası üstüne konan fiş ve marka sepeti, kadının koyduğu yerde durmalıydı; papaz efendinin bu sepete ilişmesi, yerini bozması, matmazelin canını pek sıkıyordu; üstelik adamcağız bu marifeti her akşam yapıyordu. Aptalca bir titizlikle, hiçten şeyler için gösterilen bu gücenip öfkelenme huyu nereden çıkıyor, ne gibi bir amaç güdüyordu? Bu sorunun karşılığını kimse veremezdi; "aslını faslını" Matmazel Gamard'ın kendisi de bilmezdi; her ne denli yeni kiracı, yaratılışından dolayı koyun gibi uysalsa da, gene tıpkı kuzular gibi, çoban değneğini, hele ucu da çivili oldu mu, sürekli sırtında duymaktan hoşlanmazdı. Birotteau, rahip Troubert'in gösterdiği büyük sabra akıl erdirmeye çalışmadan, Matmazel Gamard'ın kendi söylediğince adama bol bol tattırdığına inandığı mutluluktan kurtulup savuşmak istedi. Matmazel Gamard'ın söylediğince diyoruz, çünkü kadın, mutluluğu da reçelleri gibi bir şey sanıyordu. Yalnızca, zavallı papaz efendi, bönlüğü ve saflığı yüzünden beceriksizlik gösterdi. Bu ayrılık, Birotteau'nun aldırış etmemeye çalıştığı birtakım gerginlikler, iğnelenmeler ortaya çıkmadan gerçekleşemedi. Matmazel Gamard'ın çatısı altında geçen birinci yılın sonunda, papaz yardımcısı, haftanın iki akşamını Madam de Listomère'de, üçünü Matmazel Salomon'da, öteki iki akşamı da Matmazel Merlin de la Blottière'de geçirerek eski alışkanlıklarını yeniden ele almış oldu. Bu insanlar, Tours kentinin soylular tabakasından, Matmazel Gamard'ın kabul edildiği kibarlar sınıfındandılar. Bundan dolayı da, Rahip Birotteau'nun, ev sahibesine değersizliğini duyumsatan bu "evden kaçma" suçu, kadına pek ağır, pek kötü geldi; "seçim yapma"nın her türlüsünde, geri çevrilen nesne için bir "aşağı görme" de vardır. Matmazel Gamard evindeki toplantılardan vazgeçmek zorunda kalınca, Rahip Troubert, yaşlı kızın ahbaplarına: - Mösyö Birotteau'ya kendimizi beğendiremedik. Akıllı ve düşünceli bir adam, üstelik boğazına da düşkün! Zengin bir çevre, gösteriş, nükteli söyleşiler, kent dedikoduları arıyor, dedi. Bu sözler Matmazel Gamard'ı hemen her zaman, gözde kiracısı Birotteau'nun özyapısındaki olağanüstülüğü, onu yererek kanıtlamaya yöneltiyordu: - Hiç de öyle akıllı makıllı değil, diyordu. Rahip Chapeloud olmasa, Madam de Listomère'in evine zor ayak basardı! Ah Ah! Rahip Chapeloud'yu yitirmekle neler yitirdim neler... O ne ince, ne uysal adamdı! Uzatmaya ne gerek, tam on iki yıl ondan yana en ufak bir yakınmam, en ufak bir hoşnutsuzluğum olmadı. Matmazel Gamard rahip Birotteau'nun portresini öyle kötüler biçimde çizdi ki, suçsuz, günahsız kiracı, soylular sınıfının gizliden gizliye düşmanlığını güden bu orta halliler arasında, yaratılış gereği her işte bir zorluk çıkaran, geçimsiz mi geçimsiz bir adam olarak tanındı. Sonra da kız kurusu birkaç hafta boyunca, ahbabı hatunların "vah vah"larını işitmek zevkini tattı; bunlar ağızlarından çıkan sözlerin bir tekine bile inanmadan, durmadan şu sözleri yineliyorlardı: "Nasıl olur da sizin gibi halim selim, melek yaratılışlı biri, karşısındakinden nefret görebilir?" Ya da "Üzülmeyin Matmazel Gamardcığım, herkes sizi öyle iyi biliyor ki..." vb. Ama haftanın bir gününü Tours'un merkezi sayılan mahallelerden en uzak, ıssız mı ıssız bir yerde, adı üstünde Cloître'da (16) geçirmek derdinden kurtuldukları için hepsi de yardımcı papaza dua ediyorlardı. Birbirinden hiç ayrılmayan kimseler arasında, kin ve sevgi duyguları her zaman artarak büyür; insan, her an birbirini sevmek ya da birbirine daha beter diş bilemek için nedenler, bahaneler bulur. Nitekim böylece rahip Birotteau da Matmazel Gamard için çekilmez, dayanılmaz bir yaratık oldu çıktı. Papazı evine aldıktan on sekiz ay sonra, adamcağızın, bir zamanlar, kinin suskunluğu içinde hoşnutluğun huzur ve dinginliğini görmek aymazlığına düştüğü ve Latince kökenli bir sözcük (17) kullanıp, Kocamış kızla pek güzel uyuşmasını bildim! diyerek kendi kendini alkışladığı bir sırada, acımasız ev sahibesinin elinde soğukkanlılıkla hesaplanıp güdülen bir öç ve içten içe didiklenen bir işkence hedefi olduğuna kuşku yoktu. Bu ürkütücü düşmanlık, kafacağızına yalnızca kapalı kapı, unutulan terlikler, yakılmayan ateş, odasının önüne götürülen şamdan gibi önemli dört nedenle "dank edebilirdi"; bir düşmanlık ki, sonuçlarının ancak onarılamaz duruma gelecekleri anda beynine inmesi kesindi. Uykuya dalarken, Matmazel Gamard'ın garip denecek denli kaba davranışını açıklayabilmek için papaz efendi işte böylece, ama ne çare ki boş yere, beynini oya kurcalaya kafasının ta derinliklerine dek dalmak istiyor,

kuşkusuz çabucak da bunun dibine varıvermiş oluyordu! Şurası kesindi ki, önceleri bencilliğinin doğal yasalarına boyun eğerek pek akılcı davranmış olduğu için, ev sahibesine karşı işlediği kusurları ve suçları anlamasına olanak kalmıyordu. Yaşamın büyük şeylerinin anlaşılması ve anlatılması kolaysa da, küçük şeyler pek çok ayrıntıyı ve açıklamayı gerektirir. Orta halli insanlar arasında geçen bu dramın, tiyatroda perde açılmadan önce gösterilen ön oyunda olduğu gibi, içinde bir sürü tutkunun büyük çıkarlardan doğuyormuşçasına buluşup karşılaştığı olaylarını anlatmak zorunluluğu, bütün bu uzun başlangıcı gerekli kılıyordu; doğruluk düşkünü bir tarihçi için, olayların önemsiz ve küçük göründükleri halde derinden derine dikkat isteyen gelişme aşamalarını daha kısa anlatmak zor olurdu. Ertesi sabah uyandığında, Birotteau cenapları piskopos danışmanlığına yükselme konusunu öyle güçlü olarak düşünmeye koyuldu ki, bir akşam önce içlerinde yıkımlarla dolu bir geleceğin uğursuzluk başlangıcını görüp okuduğu dört konuyu, artık anımsamaz oldu. Yardımcı papaz, ateş yakılmadan kalkacak adamlardan değildi, Mairanne'a uyandığını haber vermek, kadını odasına getirtmek için çıngırağı çaldı; sonra da her zamanki gibi, uykuyla uyanıklık arası düşlerine daldı gitti. Bu öyle bir mahmurluk ve uyku sonu anıydı ki, bu durumdan, hizmetçinin ocağı alev alev tutuşturduktan sonra şunu bunu sormasından, ordan oraya yürümesinden doğan uğultuyla, o hoşlandığı, sanki kulağına müzik gibi gelen sesle, tatlı tatlı sıyrılıp açılmaya alışıktı. Marianne ortalarda görünmeden bir yarım saat geçti, piskopos danışmanlığı konumuna yarı yarıya ulaşmış papaz yardımcısı, yeniden çıngırağı çekmeye hazırlanıyordu ki merdivende bir erkeğin ayak sesini duyarak, elinden çıngırağının kordonunu bıraktı. İşittiği gerçekti; kapıya hafifçe vurduktan sonra, Birotteau'nun "buyurun" demesi üzerine Rahip Troubert içeri girdi. İki rahibin, oldukça düzenli olarak ayda bir kez birbirlerinden esirgemedikleri bu ziyaret, yardımcı papazı hiç de şaşırtmadı. Piskopos danışmanlarından olan Rahip Troubert, odadan içeri adımını atar atmaz, nerdeyse kendisinin eşiti sayılabilecek dostunun ocağını o zamana dek yakmamışlar diye şaşkınlık gösterdi. Bir pencereyi açtı; sert sesle Mairanne'ı çağırarak Birotteau'nun odasına gelmesini söyledi, sonra da "kardeşi"ne dönerek, "Matmazel odanızda ateş olmadığını duyacak olsa Marianne'ı azarlar," dedi. Bu tümceden sonra Birotteau'ya hal hatır sordu ve tatlı bir sesle, piskopos danışmanlığına atanmasını umduracak yeni haberler alıp almadığını yoklayan sorular yöneltti. Papaz yardımcısı yapmış olduğu başvuruları anlattı; üstelik büyük bir saflıkla, Madam de Listomère'in başvurduğu yüksek kimselerin kimler olduğunu söyledi; Troubert'in değil danışmanlık, piskoposluğa bağlı dinsel yönetimde genel papaz yardımcısı olmak için iki kezdir atanma hakkı kazanmış "koskoca rahip" Troubert'in, bu hanımefendinin evine kabul edilmemeyi bir türlü bağışlayamamış olduğunu bilmeden, düşünmeden olanı biteni ortaya döktü. Şu iki papazın yüzleri gibi karşıtlıklar gösteren iki yüze raslamak olanaksızdı. Uzun boylu, kupkuru Troubert'in sapsarı, "safra gibi" bir rengi vardı; oysa papaz yardımcısı, alışık olduğumuz bir sözcük kullanmamız gerekirse yuvarlak, tombul tombalak bir adamdı. Birotteau'nun testekerlek, kırmızı yüzü, çapraşık düşüncelerden uzak kalmış, yalın ve babacan bir kişiliğin aynasıydı; oysa Troubert'in derin kırışıklarla oyuk oyuk olmuş upuzun suratı, kimi zamanlar alay ve küçümsemeyle dolu bir anlatımın kasılmalarını taşırdı. Yalnızca şurası da kesin ki, bu iki duyguyu anlayıp sezebilmek için bu yüzü dikkatle incelemek gerekirdi. Piskopos danışmanlığına ulaşmış olan kuru papaz efendi, göz kapaklarını, isteğine, huyuna göre bakışları kimileyin dupduru, kimileyin keskin bir görünüş alan o bir çift portakal rengi gözlerinin üstünde hemen her zaman inik tutarak genellikle tam bir dinginlik içinde görünürdü. Çatkın ve önemli düşüncelerin insan yüzüne örttüğü o peçeyle durmadan kararan bu karanlık yüz, kızıl saçlarla tamamlanmış oluyordu. Birçok kimse, önceleri onu yüksek ve derin bir hırs, makam ve ün hırsı içinde bocalıyor sanabilmişlerdi; ama adamı herkesten iyi tanıdığını ileri süren kimi "hatun kişiler", papaz efendiyi Matmazel Gamard'ın baskısı altında şaşkına dönmüş ya da uzun oruçlarla yorgun düşmüş bir durumda göstererek bu düşünceyi yok etmişlerdi. Az konuşur, hiçbir zaman da gülmezdi. Nasılsa hoşlandığı bir şey karşısında duygulanıvermek fırsatı düştükçe de yüzünün kırışıkları arasında yiten hafif bir gülümsemeyle, güya gülerdi. Birotteau ise tersine, içi dışı bir, apaçık, yemeğin, içkinin iyisine bayılan bir adamdı; kine ve kötülüğe aklı ermeyen bir insanın yalınlığıyla, en sıradan ve en saçma sapan şeyleri kendine zevk ederdi. Rahip

Troubert, ilk bakışta insanın içine, elinde olmadan bir korku duygusu verir; papaz yardımcısıysa, yüzünü gören herkesi hemen o saniye tatlı bir gülümsemeyle gülümsetirdi. Uzun boylu papaz, Saint-Gatien Kilisesi'nin kemerleri ve sütunlu dehlizleri arasında dinsel bir törende kendisinden geçmiş olduğu duygusunu veren adımlarla, başı eğik, gözleri sert, yürür ve dolaşırken, insana saygı aşılardı; arkaya doğru bükülü boyu, kilisenin sarımtrak kubbe ve kemerlerinin çukurlu, eğimli biçimiyle nasıl da uyuşur, cüppesinin kıvrımları yontucu eline layık, sanki anıtımsı bir görünüm alırdı. Papaz yardımcısına gelince, o aynı yerlerde, hiç de ürkütücü, sert tavırlar takınmadan, teker meker yuvarlanıyormuş duygusunu veren bir yürüyüşle, ayaklarını şap şap vura vura gezer dolaşırdı. Hoş, bu iki adamda yine de benzeyen bir yan vardı: Troubert'in açgözlü, kendinden emin görünümü, nasıl insanların kendisinden ürkmesine neden olarak onu belki de sıradan bir danışmanlık rolüne yargılı kılmakta etkili olduysa, Birotteau'nun özyapısı ve davranışları da, zavallıyı yıllar yılı katedralin yardımcı papazlığına adayacak gibi görünüyordu. Bununla birlikte, artık elli yaşını bulan rahip Troubert, korkunç yüzü ve herkesçe kestirilen yeteneği dolayısıyla, üstlerinde uyandırmış olduğu kaygıları; hesaplı, ölçülü davranışı; ün, makam hırsı gibi şeylerden tümüyle sıyrılmış görünüşü ve evliyalara yakışır yaşam biçimiyle bütün bütüne silip dağıtmıştı. Bir yıldır, sağlığı da adamakıllı bozulduğu için, başpiskoposluk merkez yönetimine bağlı piskopos vekilliğine yükselmesi olası bile görünüyordu. Troubert'in bu yere atanmasını, kendi rakipleri bile diliyor, süreğen bir hastalığın bağışına kalmış üç beş günlük ömrü arasında, aynı makama kendilerini geçirtmenin yolunu daha iyi, daha rahatça hazırlayabilmek amacıyla, üstelik bu işi yürekten istiyorlardı. Birotteau'nun bu tür umutlar vermekten pek uzak duran üç katlı gerdanıysa, adamcağızın elinden piskopos danışmanlığını kapmak için didişen rakiplerin gözüne, dört başı mamur bir sağlığın belirtilerini sokmuş oluyor; nikris derdi de, bilinen atasözü uyarınca, uzun bir ömrün "verilmiş sağlam sözü" yerine geçiyordu. Toplantıların tuzu biberi sayılan birtakım hoş sohbet insanlara, başpiskoposluğun türlü türlü üst düzey memuruna inceliğiyle her zaman kendisini aratmasını bilmiş, pek akıllı, düşünceli bir adam olan rahip Chapeloud, keşiş Troubert'in yükselmesine her zaman için engel kesilmiş, ama bu işi gizliden gizliye ve büyük bir kararlılıkla yapmıştı; Troubert Efendi, ona her zaman büyük bir saygıyla yaltaklanmış, her fırsatta en derin saygıyı göstermişse de, rahmetli papaz, Tours kentindeki kalburüstü tabakanın toplandığı bütün salonları, pek kurnazca bir yol tutturarak, adama yasak etmesini bilmişti. Troubert'deki o sürekli yazgıya boyun eğme ve söz dinleme durumu; son gezintilerinde bile, Birotteau'ya dönüp, "Şu kuru sırık Troubert'den sakının, bu adam Sixte-Quint'in (18) küçük bir taslağıdır!" diyen rahmetlinin düşüncesini değiştirmişti. Ev sahibesinin, deyim yerindeyse, zavallı Birotteau'ya savaş ilan ettiği günün ertesi sabahında, adamcağıza sanki konukluğa ve dostluğunu göstermeye gelen Matmazel Gamard yardakçısı ve "sadık dostu", işte böyle bir insandı. Piskopos danışmanı, hizmetçinin odaya girdiğini görünce: -Marianne'ın kusurunu bağışlamalısınız. Galiba işe benim odamdan başladı. Alt kat çok rutubetli oluyor da... hem bütün gece öksürdüm... dedi; sonra da gözlerini kornişlere dikerek, sağlık bakımından, buraya diyecek yok! diye ekledi. Birotteau gülümseyerek: - Ya, öyle! Burada piskopos danışmanı gibi yaşıyorum; dedi. Azla yetinmesini bilen alçakgönüllü rahipse: - Bendeniz de papaz yardımcısı gibi, yanıtını verdi. Herkesin mutlu olmasını isteyen iyi yürekli, tonton papaz efendi: - Öyle ama, yakında başpiskoposluk konağında oturacaksınız, dedi. - Ya da mezarlıkta. "Tanrı'nın yazdığı" neyse öyle olsun! Ve Troubert cenapları Tanrı'ya boyun eğiş gösteren bir tavırla gözlerini gökyüzüne kaldırdı, sonra da şunları ekledi: - Ziyaretimin nedenini açıklayayım; piskoposlarla ilgili "vakıf ve mallar çizelgesi"ni, daha sonra geri vermek üzere ricaya gelmiştim. Bu yapıtı Tours'da zatıâlînizden başka kimseden bulma olanağı yok da... Piskopos danışmanının son tümcesiyle yaşamının bütün sevinçlerini, zevklerini anımsayıveren Birotteau:

- Buyurun buyurun, kitaplığımdan alın, yanıtını verdi. Sırık boylu piskopos danışmanı kitaplığa geçti ve papaz yardımcısı yanına gelene dek orada kaldı. Arası pek uzamadan, kahvaltı çıngırağı duyuldu. Nikrisli papaz efendi, "Troubert'in şu sabah konukluğuna gelmesi olmasaydı, yataktan çıkınca ateş yüzü göremeyeceğini" düşünerek, kendi kendisine, "İyi adam, sonuç olarak!" diye fetva yürüttü. İki papaz, her birinin elinde birer "büyük defter"le, yan yana aşağı indiler. Bunları yemek odasındaki konsollardan birinin üstüne koydular. Matmazel Gamard, ekşi bir sesle Birotteau'ya seslenerek: - Bunlar da neymiş? diye sorduktan sonra, daha yanıt verilmesine meydan kalmadan, umarım yemek odama eski partal kitaplarınızı yığmak niyetinde değilsinizdir! sözünü yapıştırdı. Rahip Troubert: - Bu kitaplar bendenize gerekti de, rahip efendi ödünç vermek lûtfunda bulundular, dedi. Kız kurusu, yüzünde küçümseyen bir gülümseyişle: - Bunu anlamalıydım; mösyö Birotteau'nun bu koca ciltleri öyle sık sık açıp okuduğu mu var ki! yanıtıyla sözü gediğine koydu. Kiracı efendi, şekerliye kaçan bir sesle: - Nasıl matmazel, sağlığınız iyidir inşallah? diyerek konuyu tatlıya bağlamak istedi. Ev sahibesiyse, sert sert: - Doğrusu pek iyi değilim. Henüz dalmışken, sizin yüzünüzden uyandım. Uykumu kaçırmanızın zararı bütün geceme dokundu, yanıtını verdi; sonra da masanın başına oturarak: - Efendiler, süt soğuyacak; diye ferman buyurdu. Ev sahibesinin özür dilemesini beklerken, böylesine soğuk, haşin bir davranışla karşılanmaktan afallayan, ama hele konu ve hedef kendi kişilikleri olunca bir tartışma kapısı açılmasından, bütün utangaç ve ürkek insanlar gibi, korkup çekinen zavallı papaz yardımcısı, hiç sesini çıkarmadan yerine oturdu. Sonra da Matmazel Gamard'ın suratında "açık seçik" görünen öfke belirtilerini bir bir keşfettikçe, bir yandan özyapısı gereği kavgadan kaçınmaya bakarken, bir yandan da ev sahibesinin bu saygısızlığını sineye çekmemeyi buyuran mantığıyla sürekli bir çekişme içinde kaldı. Birotteaucuk, bu iç sıkıntısıyla bocalarken, Matmazel Gamard'ın ne aşınmış kenarlarına ne de sayısız yara bere izlerine acımadan, yıllardır alıştığı gibi sofrada tuttuğu muşamba örtünün kalın yüzünde oluşmuş koca yeşilimsi çatlakları ciddî ciddî incelemeye başladı. Ev sahibesinin, yastıklarla süslü arkasını sobaya vererek masanın baş köşesine kurulduğu büyük iskemlesinin tepesinden "egemen" olduğu bu kare biçimi görkemli masanın iki ucunda, karşı karşıya çifte hezaren koltuklarda, evin çifte kiracısı otururdu. Bu oda, bir de ortaklaşa kullanılan salon, birinci katta; Birotteau'nun odasıyla salonun altında bulunuyordu. Papaz yardımcısı, daha önceleri Matmazel Gamard'ın elinden şekerli kahve fincanını aldığı zaman, yaratılışı ve alışıklığı gereği hep güle söyleye geçirdiği kahvaltı süresini, bugün nasıl derin bir sessizlik içinde atlatmak zorunda kaldığını görerek, sanki iliklerine kadar dondu. Ne Troubert'in kupkuru suratına, ne de kocamış kızın kavgaya hazır çatkın yüzüne bakmayı göze alamayarak, durumunu açığa vurmama kaygısıyla, sobanın yanındaki bir yastık üstünde yatan ve her zaman solunda tatlı türünden abur cubur doldurulmuş küçük bir tabak, sağında da tertemiz su dolu bir kâse bulduğu için hiçbir zaman kımıldamayan, yağ tulumu kesilmiş, basık burunlu, tüysüz, koca köpeğe döndü: - Anlaşıldı nazlı bebek, kahveni bekliyorsun; dedi. Evin bu en önemli, ama artık havlamaktan vazgeçtiği ve söz hakkını hanımına bıraktığı için kimseye pek tedirginlik vermeyen kişisi, Birotteau'ya, şaşırtıcı suratının yağdan kat kat olmuş kırışıkları arasında yitip giden küçücük gözlerini kaldırdı; sonra da bunları, sinsi sinsi yeniden yumdu. Umarsız papaz yardımcısının içezincini anlamak için, şunu da söylemek gerekir ki, adamcağız, bir balonun patlaması gibi boş ve çın çın kulakta öten türünden bir konuşkanlık, gevezelik hünerine sahip olduğundan, çene çalmanın sindirime çok yararlı olduğunu, hekimlere bu kuramının hiçbir zaman tek bir nedenini ve kanıtını bile gösteremeyerek, ileri sürer dururdu.

Bu sağlık inancını paylaşmakta olan matmazel cenapları, aralarındaki anlaşmazlığa karşın; şimdiye dek yemeklerde bol bol konuşmaktan geri kalmamıştı; ama papaz yardımcısı, birkaç sabahtan beri, kadının dilini çözebilmek sevdasıyla, aldatıcı sorular bulmak uğruna boş yere kafa patlatmıştı. Bu öyküyü dört bir yandan kapayan dar sınırlar izin verip de, çoğu zaman, papaz Troubert Efendi'nin acı ve alaycı gülümsemelerine yol açan bu karşılıklı konuşmalardan, birini bile aktarabilseydik, önümüze, taşralıların yavan yaşamı konusunda, her bakımdan eksiksiz, renkli bir resim serilmiş olurdu. İnce zekâ oyunlarını seven kimileri, belki de, rahip Birotteau ile Matmazel Gamard'ın siyaset, din ve yazın konularında, kişisel görüş ve düşüncelerindeki gariplikleri öğrenmekten hoşlanmayacak da değillerdir. Örneğin, gerek 1826 yılında, her ikisini birden Napoléon'un ölümünden hâlâ ciddî olarak kuşkulandıran nedenleri, gerekse koca bir ağaç kütüğünün kovuğunda bulunup kurtarıldığı varsayımıyla XVII. Louis'in hâlâ yaşadığına onları eni konu inandıran şaşırtıcı kestirim ve olasılıkları bir bir ortaya dökmenin, elbette gülünç bir tuhaflığı olurdu... Onların, kuşkusuz, sırf kendi söyledikleriyle sınırlı kanıtlar ileri sürerek, bütün vergilerin tek başına Fransa kralının keyfi için alındığını; Millet Meclisi'nin, papazlar topluluğunu yok etmek amacıyla toplandığını; devrim zamanında yüz otuz binden çok insanın idam sehpasında can verdiğini kanıtlama çabasıyla çene yormalarını duyup da kim gülmezdi ki? Bununla da kalmaz, gazetelerin sayısını bilmeden, bu çağdaş silah konusunda en ufak bir bilgileri olmadan, dillerine basını dolarlardı. Sözü uzatmayalım, Birotteau cenapları, Matmazel Gamard'ın savuradurduğu bütün hikmetleri dikkatle dinler, kadının örneğin "her sabah bir yumurtayla beslenen kişi, yıl sonunda kesinlikle öbür dünyayı boylarmış"; "birkaç gün, hiçbir şey içmeden yumuşak francala içi yenirse, siyatik hastalığı şıp der geçermiş!"; "Saint-Martin Manastırı'nın yıkılma işinde çalışan bütün işçiler, altı ay geçmeden öbür dünyaya yollanmışlar!"; "Bonaparte döneminde bilmem hangi vali, Saint- Gatien'in kulelerini yıkmak için elinden geleni yapmışmış..." gibi öykülerine, daha nice fetva ve masallarına canla başla kulak kesilirdi. Ama şu dakikada, Birotteaucuk dilini döndürecek gücü bulamıyordu. Bundan dolayı da konuşmaya kalkışmadan yemeğe katlandı. Ancak çok geçmeden, bu suskunluğu midesi için tehlikeli buldu ve bir cesaret atılımı göstererek: - Kahve olağanüstü! dedi. Bu yiğitlik boşa gitti. Saint-Gatien'in, bahçenin üzerine dikilen iki kapkara kemer payandası arasında kalan küçük açıklıktan gökyüzüne baktıktan sonra, papaz yardımcısı bir kez daha ağzını açıp şunu söyleme çabasını gösterdi: - Bugün hava dünden güzel olacak... Bu boş sözün üstüne, Matmazel Gamard, en anlamlı, cilveli bakışlarından birini rahip Troubert Efendi'ye çevirmekle yetindi; sonra da, bereket versin, gözlerini önüne indirmiş olan Birotteau'yu ürkütücü bir hışımla, sert sert süzdü. Kocamış kızların gamlı ve yaslı yaratılışını anlatabilmek ve resmedebilmek için, kadın cinsinden hiçbir varlık yoktu ki, Matmazel Sophie Gamard'dan daha yetenekli olabilsin; ama özyapısıyla bu dramın küçük olaylarına ve canlandırdıkları oyun kişilerinin önceki yaşamlarına çok büyük bir önem katan bir kişiyi iyice çizmek, renklendirebilmek için, belki de kocamış kızın benliğinde canlı anlatımını bulan düşünceleri burada şöylece özetlemek gerekir: Alışılmış yaşam biçimi, ruha biçim verir, ruh da yüzü biçimlendirir. Her şeyin, gerek toplumda gerekse evrende her şeyin, bir amaç ve isteği olması gerekiyorsa, kesindir ki şu ölümlü dünyada hedefi ve yararı açıklanması olanaksız kalan bazı var oluşlar da vardır. Zaten "ahlak bilgisi" ve "siyasal iktisat bilimi"; üretmeden yani yaratmadan harcayarak tüketen kimseyi, çevresine ne iyilik ne de kötülük saçmadan dünya yüzünde yer tutan kişiyi, el birliğiyle geri çevirmektedir. "Kötülük" dedik, çünkü kötülük de, kuşkusuz sonuçları hemen tezi tezine ortaya çıkmayan bir tür iyiliktir. Kocamış kızların, bu verimsiz yaratıklar sınıfına kendiliklerinden çekilmeyişlerine az rastlanır. İmdi, iş gördüğünü ve emek verdiğini bilmek inancı, çalışan bir insana, yaşama dayanabilmesi için yardımcı olacak hoşnutluk duygusunu verirse; şuna buna yük olmak, gereksiz bir insan olarak görülmek kanısının da tam tersi bir etki yaratması; aylak ve cansız bir ömür süren bu yaratığa, çevresindekilerde uyandırdığı kendini aşağılama duygusunu, kendi kendisi için duyurtması gerekir. Acı gelen bu toplumsal suçlama, yüzlerinin gösterdiği üzüncü ve üzüntüyü, kendileri de bilmeksizin, bu kız