Reşadcığım, bugün 1 Ocak 1957.

Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

TİYATRO AKADEMİ BAŞVURU FORMU

Jamie Foxx J

YALNIZ BİR İNSAN. Her insanın hayatında mutlaka bir kitap vardır; ki zaten olması da gerekir. Kitap dediysem

Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri.

KAHRAMANMARAŞ PİAZZA DA AYDİLGE RÜZGARI ESTİ

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ VAKFI ADIGÜZEL ANAOKULU GÖKYÜZÜ SINIFI KASIM AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

BABA NERDESİN KAYBOLDUM

AŞKI, YALNIZLIĞI VE ÖLÜMÜYLE CEMAL SÜREYA. Kalsın. Mutsuz etmeye çalışmayacak sizi aslında, sadece gerçekleri göreceksiniz Cemal Süreya nın

Bu kısa Z Nesli tanımından sonra gelelim Torunum Ezgi nin okul macerasına.

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan :15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

Atatürk ün Kişisel Özellikleri. Elif Naz Fidancı

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Sinema filmi yapmak istiyorum

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi

Aruzla şiire başlayan sanatçılar, Ziya Gökalp in etkisiyle sonradan hece ölçüsüyle yazmaya başlamışlardır.

İnci Hoca YEDİ MEŞALECİLER

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

Filmin Adı: Şaban Oğlu Şaban. Oyuncular: Kemal Sunal, Halit Akçatepe, Adile Naşit, Şener Şen. Filmin Yönetmeni: Ertem Eğilmez. Senaryo: Sadık Şendil

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

dündündür 70. SANAT YILINDA B E D I A MUVAHHIT Büyükada'da unutulmaz çocukluk günleri Türk kadınının çalışma yaşamında yer alışının ilk adımları

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

ANTALYA ALTIN PORTAKAL'DA JÜRİ HEYECANI!

Sevgili dostum, Can dostum,

SEN SURAT OKUMAYI BİLİR MİSİN?

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Tragedyacılara ve diğer taklitçi şairlere anlatmayacağını bildiğim için bunu sana anlatabilirim. Bence bu tür şiirlerin hepsi, dinleyenlerin akıl

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI 3 YAŞ GRUBU MAYIS AYI EĞİTİM PROGRAMI

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Kulübü Başkanı Metin Baykal: Halkla ilişkilerci girişken olmazsa çok şeyi kaybeder..

ÇALIŞKAN ARILAR EKİM AYI EĞİTİM PROGRAMI 1.HAFTA NELER ÖĞRENECEĞİZ HAFTANIN KONUSU:OKULUMUZ

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

PİNOKYO EĞİTİM KURUMLARI MART AYI AYLIK EĞİTİM PROGRAMI 1. HAFTA

SORU-- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

14. ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KONGRESİ

SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ ABDULLAH GÜL ÜN YILI TÜBİTAK BİLİM, HİZMET, TEŞVİK ÖDÜLLERİ ve TÜBİTAK ÖZEL ÖDÜLÜ TÖRENİ KONUŞMA METNİ 23 ARALIK 2008

Kitabı mı Çıkmış, Dizisi mi?

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

TSM ÇOCUK KOROSU KONSER PROGRAMI

Vanlı futbolcu kızlar Bodrum da kamp yapıyor

AKADEMİK ÖZGEÇMİŞ. Dokuz Eylül Üniversitesi 1990

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

Yüreğimize Dokunan Şarkılar

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

İLHAM VEREN KONUŞMACILAR ALEM-İ İŞ İLE HERKES BİRBİRİNİ DAHA İYİ ANLAYACAK!

ÇAYLAK. Çevresinde güzel bahçeleri olan bir villaydı.

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

TEMEİ, ESER II II II

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

FARELER VE İNSANLAR ADLI ROMAN ÜZERİNE DÜŞÜNCELER Fareler ve İnsanlar İnsan ilişkilerine ve alt tabaka insanların umut dolu

ÖN OYUN Yer, ağustos böceklerinin yuvası. Cici ve Mimi aynanın karşısında son hazırlıklarını yapmaktadır.

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

BEBEĞİNİZİN BİR SORUNU VAR

-rr (-ratçi KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI YAYINLARI: 961 HALDUN TANER. Mustafa MİYASOĞLU TÜRK BÜYÜKLERİ DİZİSİ : 98

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

AYLA ÇINAROĞLU KİM DEMİŞ NİYE DEMİŞ

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Cennet, Tanrı nın Harika Evi

Türkiye nin köklü şirketlerinden PET HOLDİNG 40 yaşında

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Cennet, Tanrı nın Harika Evi

Aslında bugün İbrahim in Mihrac Ural ın kıçındaki ihanet kılıçları yazısının ikinci bölümü sitede yer alacaktı, ama ne yapayım!

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

Onceki izlenimdeki sevgi titresimleri sevgili Ugurcan'in izleniminde devam ediyor...

UFUK GÜRBÜZDAL TURK 102-3

Ekim Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu Koleksiyonu ve Haldun Özen

Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Bugüne kadar hangi okullarda okudunuz?


İnsan Oyunla Başlar Hayata

Belmin Dumlu SAVAŞKAN,

23 Yılllık Yazılım Sektöründen Yat Kaptanlığına

Orhan Veli. BENİ BU GÜZEL HAVALAR MAHVETTİ Kendi Sesinden Şiirler

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

BODRUM DA GÖRÜCÜYE ÇIKIYOR

1.Mucit kime denir? 2. Bildiğiniz icatları söyleyiniz. Yeni bir buluş ortaya koyan, icat edene mucit denir.

Selman DEVECİOĞLU. Gönül Gözü

manzaraadalar.com.tr

Seyfi Teoman Kısa film çekmeyi düşünmüyorum, çünkü maliyeti çok yüksek, geri dönüşü yok.

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Nedim Saban. Berrin Politi De. Bayar

Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz

Transkript:

AYLIK TİYATRO VE SİNEMA SANATI DERGİSİ Sayı : 1 M A R T 1957 5d Kuruş Reşat Nuri Güntekin'e İKİNCİ MEKTUP Muhsin ERTUĞRUL Reşadcığım, bugün 1 Ocak 1957. Yeni âleminde ilk yeni yılın kutlu olsun. Biliyor musun, sen öldüğün için, sana böyle sık sık mektub yazmamı yadırgıyorlar, senin göçüşünü başka Ölümler gibi sanıyorlar, hattâ bunu bir son sayıyorlar. Ne tuhaf düşünüş, değil mi? Daha söyleyecekleri olan adam Ölür mü hiç? Ben otuz sene önce bir yaymacıdan (BO-YİN-RA) diye takma adlı bir yazarın (ölmek Sanatı) kitabını almıştım. Onu sık sık okurum.. İçinde kolay ölmenin yollarını gösteriyor. Bu adama göre «Sonsuz gece; gözlerimizi uzun bir uyku için kaparken, ruhlarımıza artık ölümsüz yeni bir ömrün güneşi doğuyor. Yorgun varlığımız yıkanmış ve hafiflemiş o larak yeni âlemde ömür sürüyor, böylelikle ölüm, ikinci bir âleme doğuş oluyor âdeta.» Bunun tiyatro ile uğraşanlara göre çevirirsen, ölüm bizim için bir dekor değişmesi, başka bir şey değil. Bir perde kapandıktan sonra bir İkincinin açılması gibi bir şey. Perde kapanıyor ama oyun bitmiyor ki... Biz bitmiyoruz ki... Geçenki mektubumda söylemiştim ya, yeni bir şey olursa sana tekrar yazanm diye... Senden ayrıldıktan sonra bir çok şey oldu. Bir kere Reşad, o dediğin oldu. Oda Tiyatrosun-«daki boş koltuğa senin adın kondu. Bronz üzerine yazı ısmarlandı, geldi, takıldı. Sensiz, gürültüsüz ve gösterişsiz. Ama sorsan, kim ısmarladı, kim getirdi, kim taktı diye, söyleyemem, çünkü kimler olduğu bilinmiyecek kadar üstü kapalı, gizli kapaklı geçti bütün bunlar. Anlıyorsun ya, artık senin aramızda iki yerin v a r: Biri edebiyat tarihindeki yaprağın, öteki de tiyatrodaki koltuğun. Bunların ikisi de birbirinden daha çelimsiz. Elbette seni tam olarak anlatamaz. Hani Victor Hugo, adamın birine sormuş : Le Cid i bilir misin? diye. Adam hayır, demiş. Peki, Cornelle i tanır mısın? deyince adam : Elbet, işte şu karşıdaki heykel! demiş... Nesiller değiştikçe, senin eserlerini görmiyen, okumıyan, bilmiyenler çoğalacak. îşte o zaman Türk tiyatro edebiyatının büyükleri arasında bir (Reşad Nuri Güntekin) in gelip geçtiğini, hiç olmazsa her Allahın günü tiyatro plânında ve her gece tiyatronun içinde görerek hatırlıyacaklar. Küçük ve çürük bir teselli. Yani senin anlayacağın Reşad, dün etiyle, siniriyle, kemiğile aramızda dolaşan senden bugün bize pamuktan, yaydan ve tahtadan bir koltuk kalmış oluyor. Çiliz bir miras ve acı bir değişme. Bu duru ve kuru kış Babanında kafamın içi cenaze günlerinden daha aydınlık, sinirlerim daha yatışmış bir halde, durmuş aramızdaki bir ömür boyu arkadaşlığı düşünüyorum. Yıllar, kilometre taşı gibi, on üç, on dört, on beş diye gözümün önünde birbirlerini kovalayarak elli altıya kadar dayanıyor. Demek seninle kırk dört senedir tanışıyoruz. Ne garib değil mi Reşad, dostluğun ölçüye vurulması için ikimizden birinin, o taşlardan biri arasında, duraklaması gerekiyormuş meğer. Bu kırk dört yılı tek (ŞİRİN) e âşık iki (FERHAT) gibi geçirmişiz. Bu tek sevgilimiz : Tiyatro. Bu sevgili yüzünden aramızda fikir ayrılıkları, basında karşılıklı tartışmalarımız olmuş. Seninle gazetelerde ilk çatışmamız 1918 de başlamış, onu hatırlıyor musun? Ben Salih Zeki adlı bir gence (TE MAŞA) dergisinde 14 Ağustos 1918 tarihli açık bir mektub yazmıştım. Bu genç; aktör olmak, tiyatroda çalışmak için çılgınca bir istek duyduğunu yazarak benden öğüd istiyordu. O zaman benim tiyatroda ancak dokuz yıllık emeğim vardı, ama bu «Bellac Apollonu» nda Nihal Türkmen İle Gün er Sümer

eski devrin dokuz yılı, doksan yaş kadar ağırdı. Beni o kadar ezmiş ve ümıdsizıığe düşürmüştü. İleriyi de büsbütün karanlık görüyordum. J3u aşağılık şartlar işinde bir başkasının da eriyip gitmesine yüreğim razı değildi. Tuttum, o gence şu mektubu yazdım, belki unutmuşsundur diye içinden bazı satırlarını alıyorum: «Tiyatrosu, kadın sanatkârları, sanatı oimıyan bu memlekette ne olursanız olunuz, fakat aktör olmayınız!» diyordum, daha da ne kadar acı, ekşi sözler varsa hepsini sıralıyordum. Dünün bu kötümser satırlarını okuyunca sen ertesi gün (ZAMAN) gazetesinde uzun uzun benim görüşümü tartakladın, hattâ bu pembe yazının bir yerinde «mademki durum bu kadar timidsizdir, niye sen halâ bu işde ayak diriyorsun?» demiştin. Ben de sana verdiğim cevapta «İçimizde bir ateş duyduk da bu cezbeye tutulduk, dokuz yıl yandık, dönüş yok bizim için artık.» demiştim. Paha o zaman bile senin seziş ve uzağı görüş üstünlüğün ne kadar farklıymış bizimkilerden. Dün, ne dersen de, korkunçtu Reşad, tiyatro için çok karanlıktı hava. Bir aralık Cemil Topuzlu'nun (ANTOINE) ı getirmesile çakan şimşek ortalığı bir anda aydınlattı, fakat arkadan Birinci Dünya Harbinin top sesleri geldi. Dünün kötümserliğini yaratan yalnız aktörün toplum arasındaki belirsiz durumu, çalışamamak, oynayacak yer bulamamak, açlık, sıkıntı, yerinde saymak, ilerleyememek değil, Türk tiyatrosunun yarını oluşuydu. Bütünleşebilmesi için büyük bir devrim gerekiyordu. Bunu yapacak kahraman işte tam o tarihlerde daha Tepebaşında seninle ve Kuşenle (Hortlaklar) ı seyrediyordu. Henüz Anadolu ya geçmemişti. Sonra, biliyorsun, Cumhuriyet devrinde karşılaştığımız güçlükler de, gelecek için, pek o kadar ümid verici değildi. İstanbul da bir Tiyatro Mektebi açmıştık, hani öğretmenlerine değil de öğrencilerine aylık veren bir mekteb. Hatırlar mısm, ne kadar uğraşmıştık, Maarif Vekâleti de bu mektebe yardım etsin diye, isterse bir lira ile. İkimizin de gayesi, tahsisat koparmak değil, maarif bütçesine bir vesileyle (Tiyatro) kelimesini sokabilmekti. Bu hep boşa giden didişmeleri düşündükçe nasıl dayanmışız diye başı dönüyor insanın. Dün çok karanlık ve ben de kötümser olmakta haklıydım. Bugün aradan kırk yıla yakın bir zaman geçti. Bir adamın ömründe kırk yıl uzun zaman, ama bir milletin tiyatro tarihinde kırk yıl, iki bin beş yüz sahlfelik kitabda dört satır. Nitekim Atatürk ün, bir gecelik ilgisi, tiyatromuzu bin yıl ilerletti. Bir yandan İstanbul daki eski muhariblerin gayreti, bir yandan Devlet Konservatuvarmdan çıkanların çalışması, tiyatromuzu çok kısa bir zamanda umulmadık noktaya ulaştırdı. Bugün memlekette bir tiyatro kalkınması var, arasıra bugünkü çalışmayı a- zımsıyorsak bu; dünle bugün arasında ne büyük şeyler yapıldığını artık gördüğümüz için, yarına çabuk kavuşalım diyedir. Aktörün toplum i- çinde şerefi yükselmiştir, aktörün geçim şartları düzelmiştir, medenî dünyanın aktöre sağladığı imtiyazlara bizim sanatçılarımız da kavuşmuştur ve bütün bunlar dünle bugün arasında olmuştur. Reşat Nuri Güntekin w - 4 Bugün memleketi baştan başa saran bir tiyatro sevgisi var. Hatırlıy o r musun, sana ben bu memleket tiyatrolarından ilk defa bahsettiğim zaman nasıl gözlerin parlamıştı da : Güzel, çok güzel, fakat gerçekleşmesi* güç bir hayal demiştin, ben de sana : -t-- Zaten tiyatronun kendisi hayalden başka bir şey mi? Tiyatrocu olduğuma göre hayalden başka ne beklersin benden? demiştim ve gülüşmüştük. Reşad, o günden sonra bu hayal nasıl gerçekleşir diye tecrübelere başladım. ilk tecrübe için mübarek bir toprak seçtim, sonra ikinci tecrübeye çl attım. Konya ile Eskişehir u- ğurlu ve hayırlı bir başlangıç oldu. Hasta iken okudun mu, Bursa dan haberin var mı bilmem. Hükümet eski Halkevi ^binasını Devlet Tiyatrosuna verdi, burada bir (Ahmed Vefik Paşa Tiyatrosu) açılacak, düşün Reşad, hayatta seninle ilk karşılaştığımız Bursa da. Hani biz 1913 de Rur- O YÜN DÜNYASI sa ya küçük bir toplulukla gelmiş, yanan tiyatroda, o zaman içm alışılmamış ciddî piyesler oynamıştık. Siz de, bir tulûat kumpanyasıyla karşılaşacağız, güıer, eğıemnz, oıye öğretmen arkadaşlarınızla gelmiştiniz, sonra bir türlü gülüp eğlenemediniz, arzunuz içinizde kaldı, üstelik bir de tiyatro kara sevdasma tutulmuştunuz. işte o tiyatronun daha güzeli, daha olgunu Bursa da her akşam çalışmaya başlıyacak. Bütün Moliere i tercüme eden Bursa Valisi Vefik Paşanm, elmde bastonuyla, Ahmed Fehmi Efendi'ye prova ettirdiği sahne yeniden aydınlanacak, bir zamanlar Türk Tiyatrosuna beşiklik eden Bursa, şimdi onu olgunluk çağında bağrına basacak. Bütün iyimserliğine rağmen dün sen de bana ihtimâl vermezdin değil mi? Bugün İzmir, bir sanat sıtmasına tutulmuş gibi harıl harıl tiyatrosunu açmak için yanıp tutuşuyor. Sana Kayseri den de bahsedeyim, orada da için için kaynayan bir tiyatro sevgisi belirdi, onlar da bir tiyatro yapmak için hazırlandılar, hemen başlıyacaklar. Onları bu işe o kadar canla başla sarılmış gördüm ki, gözlerim yaşardı. Senden sonra ben Adana ya gittim... Adana Belediyesinin başına aydm gençler geçmiş, Adana gibi büyük ve medenî bir şehir tiyatrosuz olmaz demişler, karar vermişler. Tanrının hiç bir nimeti esirgemediği bu şehre, biz de bir tiyatro hediye edelim diyerek işe başlamışlar, ben oraya vardığım zaman çalışılıyordu. AdanalIları çok ateşli buldum, bizim tiyatromuz her yerden ileri, bizim binamız her yerden güzel olacak diyorlar, önümüzdeki yıl Çorumda da bir salon yapılıyor. Bütün bunların hepsi bugün oldu. 5 : ' Yarın... Yarm neler olacak? «Birkaç yıl içinde, her vilâyet kendi tiyatro binasına ve topluluğuna sahip olacak ve bunlar, şimdiye kadar hiç bir değerli eserin oynanmadığı her küçük şehirde, her kasabada ve her köyde temsiller verecekler.» Bu satırları (Comedie de Provence) bölge tiyatrosu dergisinden aldım. Çünkü taniamiyle bizim için yazılmış. Şimdi Reşadcığım, hemen hergün bir vilâyetten mektup alıyorum, bu günün genç, aydın valileri, sanki Ahmed Vefik Paşanm, Ziya Paşanm, Ali Beyin torunlarıymış gibi her bi- * ri bir tiyatro açmak için çırpmıyor. Bu istekler o kadar çoğalıyor ki, yarm yaklaştıkça buraların gerçekleşr meşini görmemek kaygusu ve korkusu benî sarsıyor. Şimdi, Reşad, nenin acısını çekiyorum biliyor musun? Şu bana mektup yazan Salih Zeki ye verdiğim cevabın. Bu çocuk belki bugün Türk sahnesinin en ileri gelen bir sanatçısı olacaktı, Ben onu tiyatrodan soğutmasaydım ve onda da bizdeki ka- (Devamı 10. sayfada) 2 MART 1957

,....T-^OYÜN DÜNYASI Tiyatrodan : P a t l a y a n "Ta b a n c a l a r % Mümtaz Zeki TAŞKIN ^ Sahnede patlayan tabancaların azizliklerini bilir misiniz? Mantar tabancalarından bahsediyorum. Bilhassa amatör sahnelerde mantar tabancalannm büyük önemi vardır. Bütün cinayetler bunlarla işlenir. Tabancanın patlamasile «Ah vuruldum» diye sahneye boylu boyunca uzanan aktör rahat bir uyku uyuyabilir artık.. Baş ucunda geçen yürek paralayıcı sahnelere bıyık altından güler, bazen oynayanları da güldürür. Oyunun en hararetli bir yerinde domuzluğu tutup da patlamayan mantar tabancalannm sebep olduğu fiyaskoyu bir düşünün. Barutlu tabancaların garantisi vardır amma, amatör bir sahne hem bu tabancayı tedarik edemez, hem de kullanması ayrı bir hünerdir. Mantar tabancaları amatör sahnelerin ekseriya oyun bozanlık eden şakacı bir arkadaşıdır. Ama soğuk şakalar yapan, sırasız şakalar yapan kendini bilmez bir arkadaş.. Şimdi anlatacağımız küçük hikâyecik bir amatör sahnesinde olmuştur. Bu sahne bu iki amatör genç tarafından çok güzel prova ediliyor. Tabiî mütemadiyen mantar tabancası kullanmağa imkân olmadığından provalarda bu tabanca sahnesi nazarî olarak yapılıyor. Büyük provada tabanca tedarik edilir, vurma sahnesi tekrarlanır. Mantar tabancası kuzu kuzucuk vazifesini yapar. Oyun esnasında bir aksilik yapmaması için tar Y. R. NURİ GÜNTEKÎN Mantar tabancasmm azizliğine gelin de kızmayın. Efendim, bir amatör topluluğu bir dram temsil edecek. Roller dağıtılmış, provalar başlamış, bir taraftan da dekor hazırlıklarına geçilmiştir. Güzel... Vak anm içinde şöyle bir sahne var : îki düşman genç karşı karşıya kalıyorlar. Birisi sahnenin sağından, ötekisi solundan sür atle içeriye girerler. Birbirlerile karşılaşırlar. -Daha atik davranan birisi tabancasını çıkaracak ve «drrrraannn» diye ateş edecek. Kurşunu yiyen öteki genç «ah vuruldum» feryadı ile yere uzanacak. Gürültü üzerine içeriye girecekler, filân... (1892-1956) D eşat Nuri Gün te kin 1892 yılında İstanbul da dünyaya geldi. Çocukluğu babasile birlikte Anadolu yu dolaşmakla geçti. Bu çevrelerin daha sonra romanlarında da yer aldığı görülecektir. Onun ilk devir e- serlerlnde görülen Anadolu hayatım anlatma eğiliminde, Milli Edebiyat devri kadar, çocukluk hayatının da etkileri vardır. Orta öğrenimini İzmirde Freres ler mektebinde yaptı. İstanbul Darülfünunun edebiyat bölümünü bitrdi. önce Bursa da, sonraları İstanbul da Vefa ve Erenköy liselerinde Türkçe ve edebiyat öğretmeenl olarak çalıştı. Son maarif müfettişi olarak bu sefer Anadolu yu, çocukluk günlerinin tatlı ve hülyalı perdesinden değil, buruk hakikat yüzünden seyretmek fırsatlarını buldu. «Yeşil gece» (1928) adındaki romanile onun Anadolu yu daha olgun bir fikir adamının acısından görmeğe başladığı bellidir. 1989 da Çanakkale milletvekili olarak bu görevinden ayrıldı. Bir devre kadar bu işi yaptıktan sonra vefatından önce bir müddet de Türkiye nin Unesco yanındaki temsilcisi ve talebe müfettişi olarak Paris te kaldı. 7 Aralık 1956 da tedavi için gittiği Londra da kanserden Öldü. Nâşı Türkiye ye getirilerek 13 A- ralık 1956 da Karacaahmet mezarlığındaki aile kabristanına gömüldü. J banca ile tahinler yapılır. Mükemmel işliyor. Daha tetiğe basar basmaz bütün kuvveüle patlıyor. Yalnız mantarını güzel oturtmak lâzım. Hafif yan konursa patlamaması ihtimali var. Fakat binde bir ihtimal. Çünkü tabancayı kullanacak olan aktör artık ona iyiden iyiye alışmıştır. Bütün bu hazırlıklara göre temsilin büyük başarı kazanacağı gün gibi aşikâr.. Temsil günü gelir çatar, tabanca ile vuruşma sahnesine kadar yolunda giden işler birdenbire bozulur. İki gençden birisi sağdan, ötekisi soldan sahneye girerler. Atik davranan genç hemen tabancasını çıkarır ve tetiği çeker. Tabancada ses yok... Aman... Tekrar bir daha çeker, yine ses çıkmaz tabancadan... Saniye meselesi... Ortaklıkta soğuk bir sükût... Kulislerde saçım başını yolan yolana.. Tabanca patlamalı ki, karşıdaki aktör de «ah vuruldum» diye yerlere yatabilsin. Çocuk sağ elindeki tabancayı, sol elinin ayasmda sıkıştırmaya çalışır, belki mantar iyice yerleşmemiştir diye.. Tekrar tetiği çeker, yine ses yok... Oyun bozuluyor... Eyvah ne yapmalı? Müşkül bir durum... Seyircilerde tebessümler... Biraz sonra homurtuya benzer bir takım sesler.. Derken efendim, bu fiyaskoya daha fazla tahammül edemeyen, vurulup yede düşmesi lâzım gelen aktör, bakar ki oyun elden gidiyor. Tabanca patlamadan kaldırır kendisini yerlere atar. Bu o kadar soğuk bir hava yaratır ki sormayın.. Tabii «ah vuruldum» demez. Vurulsa nasıl ve ne ile vurulmuş, herkes kahkahayı basmaya zaten hazır, bekliyor. Genç aktör yere düşer düşmez, güya tabanca sesi üzerine sahneye girecek olan diğer aktörler sahneye dolarlar. Nereden haber aldılar, nasıl olup da burada bir cinayet vukua geldiğini öğrendiler, orası meçhul tabiî.. Rol icabı ayakta durana sorulacak : Sen mi vurdun? Ben vurdum, diyecek ötekisi... Bu sahne nasıl tekrarlanacak? Diz boyu rezalet.. Şipşak bir amatör numarası yapılır. Telâşla içeriye giren aktör sorar : Nasıl öldü bu? Artık yavaş yavaş aklı başına gelen aktör genç cevap verir : Tabancamı çıkardım, vuracaktım.. Fakat tetiği çekmeğe vakit kalmadan o, kalpten öldü. MABT 1967 3

OYÜN DÜNYASI Türk Sinemasını Ellerinde Tutanlar : R E J IS Ö R M ffletlnie KOKUŞUVORDUK... -ff Türk sinemasının bugünkü gidişi Üzerinde düşünceleriniz nelerdir? Bu hususta çok kötümserim. Aydınlarımızın düşüncelerine aynen katılıyorum. Türk filimciliği henüz sıfırdır. Mevcut şartlar içinde bir varlık haline gelmesi de çok güçtür. fo to : Ziya Metin V edat Akdikmen Türk sinemasının kalkınması İçin devletleştirilmesini zorunlu buluyor musunuz? Niçin? Siiiemamız devletleştirilirse bugünkü acıklı durumundan bir dereceye kadar kurtulabilir. Sinemamızda eksik olan yön sizce nedir? Mizansen ve senaryo. Aydınlarımızın sinemamızla ilgilenmesi sonucunda sinemamızın kazancı ne olabilir? Aydınlarımızın sinemamızla ilgilenmleri için, sinemamızın da aydınlarımızla ilgilenmesi gerekir. Böyle (Ezan, mevlût, göbek dansı) ticareti devam ettikçe, aydınlarımız gayet T. KAKINÇ -$$ tabiî olarak Alimlerimizle ilgilenmezler. Yani bir çeşit karşılıklı tâviz meselesi.. Sizce yurdumuzda sinemanın balâ bir sanat olarak kabullenmemesinin sebepleri nelerdir? Sinema henüz çok gençtir. Batıda bile sanat olarak kabullenişi çeyrek asn geçmez. Bizde edebiyat, resim, musiki gibi geçmişi olsaydı, geçmişinde Yunuslar, Levnîler, Itrîler bulunsaydı muhakkak ki, bir sanat olarak kabullendirdi. Şimdiki durum tabiîdir. Belge dokümanter fillmlerinin Türk sinemasının kalkınmasında faydacılığına ve mutlak gerekliliğine inanıyor musunuz? Niçin? Bence belge filimleri pür sinema sanatına giden en kısa yoldur. Ne yazık ki, sinemanın ticaretini yapan ülkelerde belge türü hiç bir zaman gelişemiyecek, dolayısile sinema sanatı da en yüksek noktaya çıkamıyacaktır. Basının sinemamızın kalkınmasında çabası sizce nasıl olmalıdır.? Günümüzde basınımızın bu ilgisizliği neye yoruyorsunuz? Basınımızın yurdun kalkmması yolundaki çabası nedir ki, sinemamızın kalkınmasında ne olsun. Bu hususta da tamamen kötümserim ve mevcut şartlarla durumun düzeleceğine inanmıyorum. Bilirsiniz, Marilyn Monroe nun bacaklarının fotoğraflarını basmak, kârlı iştir. «Anadolu böyle film istiyor, biz de istenilen çeşidinden Alim yapıyoruz.» özrüne katılıyor musunuz? Niçin? Gayet tabiî olarak katılmıyoıum. Üstelik bunun şen î bir iftira olduğunun da farkındayım. Bence sorularınızın en önemlisi büdur. Fakat burada kısaca karşılık veremiyeceğim. İlerde bu konuda bir makale yazmaya çalışacağım. İşin başı; iyi niyet mi, düzenli bir sinema oyunu scn&ario mu, bilgili, İşinin ustası teknisyenler mi, rejisör mü? Herhalde işin başı iyi rejisördür. İyi rejisör iyi senearyo olmadan yola çıkılmıyacağmı bilecek kadar akıllıdır. Böyle bir rejisör iyi teknisyenler seçmesini de becerir. Yaygın ve ünlü bir söz vardır: İyi bir senaryodan kötü bir rejisör, kötü bir filim çıkarır derler. Peki, kötü bir senaryodan İyi bir rejisörün çıkaracağı ne olabilir dersiniz? Bu hususta kesin birşey söylenemez. Önümüzde çeşitli örnekler vardır. iyi bir senaryodan kötü bir rejisörün çıkardığı iyi filim : «Ben Bir Pranga Kaçağıyım - Mervyn Le Roy». Kötü bir senaryodan iyi bir rejisörün çıkardığı iyi filim : «Romeo ve Juliet I Renato Castellani». Tiyatromuzla oyuncu alışverişinde batımn tam tersi, sinemamızın zararla oturmasının sebebi nedir? Tiyatro ve sinema oyunculuğu arasında teknik yönden bazı farklar vardır. iyi bir oyuncu akimı kullanabilirse her ikisine de intibak edebilir. Bizim, sinemada başarı kazanamıyan oyuncularımız, esasen tiyatroda da başan kazanamayıp, seyirciye zorla yuttıfrulmuş kişilerdir. Sinemada tesiri kabulleniyor musunuz? Sinemada tesir nedir, ne olabilir? «Namus Düşmanı» Fadıl Garan (Çerçi) Erdal Kahraman (Süllü) 4 MART 1961

OTUN D Ü N YA SI Sinemayı meydana getiren bütün unsurlar, mizansen, senaryo, oyun, fon musikisi v.b.. daha önce yapılmış filmlerin tesiri altındadır. Tesir sanatta, ilimde, medeniyette daima vardır. Herşey birbirine tesir eder. Bu bir tabiat kanunudur. Batı sinemasında beğendikleriniz kimlerdir, içlerinde size tesir edenler var mıdır? Rejisörlerden Sergey Eisensteln, Luis Bunuel, David Lean ve Renée Clement'ı severim. Tesirleri altmda Hayal Fabrikası Bundan otuz, kırk-yıl önce İstanbul daki sinema koltuklarının sayısı altı bini geçmezdi. Bugün bu miktar otuz bin civarında. O tarihte Türkiye ye yılda çok çok yüz film girerdi. Türk mamulâtımn sayısı da birkaç yılda bir tek filmdi. Bugün ise en azından üç /üz film giriyor ve yerli prolüksiyonun sayısı elliyi geçiyor. Fakat bütün bu sayı artışları, 'stanbul un ve Türkiye nin ger- *ek sinemayı tanıması bakımmktâfl hiç bir kazanç sağlamadı. Sinema tarihine malolmuş Grifıth in, Fritz Lang m, F. W. Humau nun, Duponfnun, G. W. *abst ve René Claire in en yeni denemelerini sıcağı sıcağına gö- cn İstanbul seyircisi, bugün bir rbisiklet Hırsızı» nı hâlâ bekliror. Ne var ki, bu işin bütün so- umluluğunu da Türkiye deki îlm ithalâtçılarına ve film prodüktörlerine yükliyemeyiz. Zia 1920 den bu yana bir dev saayii halini alan sinemada geniş azar metaı filme gösterilen büyük rağbet, bütün dünyada olduğu gibi bizim seyircinin de sinema anlayışını değiştirmiştir. Daha yerinde bir deyişle, bozmuştur. Hollywood tipi yüzlerce filmin otuz yıldanberi.bütün dünya pazarlarını ele geçirmesi karşısında, bizim ithalâtçı ve prodüktörlerimizin direnmesini beklemek, sosyal gerçekleri görmemezlik olur. Sanatların en genci olan sinema, Hollywood tipi geniş pazar metaı filmcilikle giriştiği çetin savaşı, ne yazık ki henüz kazanmış değil. İkinci Dünya Savaşından sonra Avrupanın belli başlı sinema merkezlerinde şu veya bu sanatçının kazandığı geçici başarılar, problemi kökünden kestirip atmağa yetmiyor. Yetmez de. Bisiklet Hırsızı nı yaratan De sica, yaşayışını ve sanat gücünü dévam ettirebilmek için dolgun göğüslü ve cazip bacaklı dilberlerle bir sürü şaklabanlık kordelâsı çeviriyor. Sinemanın otuz, kırk yıl önceki sanat haysiyetine geniş ölçüde tekrar kavuşması ise, sinema sanatının tröstlerarası bir ihracat metaı olmaktan kurtarılmasına bağlı. Burhan ARPAD «Namus Düşmanı» Neriman Alışık (Ana) Tancan Okumuş (Kız) kalıp kalmadığımı bilmiyorum. İnşallah kalmışımdır. Eisenstein ın bir tek filmini, «Aleksandr Nevsky» filimde sadeliği ve montajın önemini.. Fakat gördüğüm zaman kendi filmimin çekilişi bitmişti. İkinci filmimde bu öğrendiklerimi tatbik edebilirsem ne mutlu bana. Üniversiteler Tiyatrosunun Çalışmaları Ankara Üniversiteliler tiyatrosu «Yağ» ve «Bellac Apollonu» temsillerini İstanbul ve Konya ya götürdükten sonra yeni eserlerin çalışmasına başlamışlardır. Bu iki eserden birisi, George Neuveu nün Adalet Ağaoğlu tarafından dilimize «İkili Sistem» adıyla çevrilen bir komedisidir. Tek perdelik olan bu piyes ilk defa oynanmaktadır ülkemizde. İkinci eser, Güner Sümer'in tiyatroya adapte ettiği, Marcel Aymâ den «Sekiz Buçuk» adlı bir hikâyedir. Genç san atçılar ayrıca Şinasi nin «Şair Evlenmesi» nin modernize ederek sahneye koyacaklardır. Gençlerin daha iyi çalışabilmesi için para, aktris ve sahne unsurlarına sahip olmalarım candan dileyelim. MART 1957 5

OYUN DÜNYASI Modern Tiyatro BERTOLT BRECHT # Adalet AĞAOĞLU TT T mumiyetle devrimizde tiyat- I ronım henüz sağlam temel- 1er üzerine oturmadığından bahsedilir. Halbuki bugün tarihteki yerini çoktan kazanmış bir tiyatro mevcuttur : Bu tiyatro Brecht tiyatrosudur. Bertolt Brecht i tanımamız zamanı çoktan gelip geçmiştir. Ama yine de, dünya tiyatrosu, bilhassa Avrupa tiyatrosu bütün gücüyle Brehtiyen tiyatro, onun tiyatro kuralları ve tiyatro eserleri üzerine eğilirken «Halk Tiyatrosu» na en çok tutunmamız gereken bizim, Molière, Strinberg, Kleist ve Pirandello dan sonra bu nevi tiyatroya en yeni ve en sağlam şeklini vermiş bulunan Brecht i büsbütün yokmuş farzetmemiz gerekmez. 1956 yazında Berlin de ölümünden sonra hemen bütün yabancı tiyatro ve san at dergileri, gazeteler birçok sayfalarım Brecht e, hayatı, eserleri ve onun tiyatro anlayışına ayırdılar. Hakkında özel sayılar ve kitaplar yayınlandı. Bilhassa 1956 baharında Paris te yapılan Milletlerarası Tiyatro Festivalinde Berliner Ensemble ta rafından temsil edilen eserlerinden sonra Alman Tiyatrosunun olduğu kadar Fransız Tiyatrosunun da dört elle sarıldığı Brecht 58 yıllık hayatmm 36 yılını ortaya attığı yepyeni ve sağlam kurallar, bu kurallın bizzat yazdığı piyeslerinde denemiş bir tiyatro adamıdır. 1898 de Augsbourg da dünyaya gelmiştir. Sağlam bir kültürle yetişmiş, daha Münih Üniversitesinde tıp talebesi iken, 1918 de bir sıhhiye bölüğünün başına getirilmiş, cephe gerisi bir hastahanede geceli gündüzlü yaralılarla yüzyüze bulunması Brecht te gerçek mesleğini seçme yolunda bir şok tesiri yapmıştır. Harpten sonra Münih e dönen Brecht bir Münih kabaresinde temsili skandalla neticelenen «La Légende du Soldat Mort» (ölmüş Asker Destanı) m yazmıştır. Daha sonra kaleme aldığı «Baal» ilk sahne eseridir. Brecht bu piyesi yazdığı zaman 21 yaşındadır. İkinci piyesi, «Tambours dans la Ville» i ile 1922 yılında Kleist mükâfatım kazanmış, daha sonra Berlin de Reinhardt ve Piscator la beraber çalışan yazar üç sene sonra «L Opéra de Quat sous» isimli eserini meydana getirmiştir. Bu eseri kendisine oldukça büyük bir şöhret kazandırmıştır. Hitler in ik- B ertolt BRECHT tldara gelişinden sonra Brecht memleketinden sürülmüş, önce İskandinav memleketlerinde, daha sonra İngiltere, Fransa ve Amerika da sürgün hayatı yaşamak zorunda kalmıştır. Büyük eserlerinden mühim bir kısmını bu sıralarda meydana getirmişse de henüz tiyatro müdürlerinin ve eleştirmecilerin kendisine karşı gösterdikleri ilgisizliği yıkmağa muvaffak olamamıştır. Brecht in lâyık olduğu yeri bulabilmesi için 1948 de Berlin e tekrar dönüşüne kadar beklemesi gerekmiştir. 1948 de Berlin de Berliner Ensemble'ı kurmuştur. İşte Brecht in sürgün bulunduğu esnada yazdığı eserlerinin bir çoğu bizzat yazarın mizanseniyle Berliner Ensemble tarafından bu sırada tem-? il edilmiştir. Brecht durmadan yolunu aram aktadır, Bu arayış esnasında Reinhardt ve Piscator un da etkisi altında Matlow dan «Edouard II» yi adapte ettiği görülür.bundan bir yıl sonra Darmstadt da ilk politik eseri, «Homme Pour Homme» temsil edilmiştir. Bu eser Piscator un ortaya attığı bir epik tiyatro anlayışı içinde kaleme alınmıştır. K urt Weil in müziği üzerine yazılmış olan «L Opéra de Quat sous» adlı eserinin daha 1928 de Brecht i dünyaya tanıtmış olması beklenirdi. Fakat halk, taşıdığı ahlâkî dersten çok bu eserde pitoresk bir taraf aramıştı. Halbuki «L Opéra de Quat sous» brehtiyen tiyatroda atılmış ilk adımdı. En mühim eserlerinden biri olan «Mère Courage» ı 1938 de yazmış, fakat bu eser ancak 1943 de ilk defa Zürich.de temsil edilmiştir, «Mère Courage» son defa 1956 baharında Paris teki Milletlerarası Tiyatro Festivalinde Berliner Ensemble tarafından temsil edilerek Festivalin en fazla başarı kazanan eseri kabul edilmiştir. 1938 yılı Brecht için çok verimli olmuş, fakat 1940 dan ö- ltimüne kadar artık gayet seyrek yazmıştır. Bu devre içinde meydana getirdiği ve her biri tiyatro anlayışına dair açık notlar taşıyan eserlerini sayısı onu bulur. Brecht in en mühim eserlerinden biri de «Le Cercle de Craie dans le Caucaes» dır. Bilhassa bu eserinde Brecht aynı zamanda da modem tiyatronun kurallarını her cephesiyle açığa koymaktadır. Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki Brecht sadece bir piyes yazarı değildir. Piyes, dekor, müzik, sahneye koyuş, kısacası bir tiyatro eserini meydana getiren bütün unsurları şahsında toplamış olan Brecht aynı zamanda da daha çok halkı tiyatroya çekmek ve onlara bir tiyatro kültürü aşılamak gayesiyle tiyatro san atma yepyeni fikirler getirmiş bir nazariyatçıdır. Brecht in tiyatro anlayışı üzerinde ayrıca duracağız. 6 MART 195?

OYUN DÜNYASI B o g a r t ı n D e d i k l e r i... *1" ERRY FRANK : Şimdiye ka- I dar 75 film çevirdiğiniz doğ- J ra mudur? H. BOGART : Evet, doğrudur. Bugüne kadar tam 75 film çevirdim. Zannederim bu rakam Spencer Tracy ninkinden bir fazladır. IVfaamafilı, her şeyi bildiğimi iddia edemem... JERRY FRANK : Holivutta yenilerin isim yapmasını hakikaten istiyorlar mı? H. BOGART : Gayet tabii ki istiyorlar... Fakat bu, biz yaşlılardan bıktıkları için değil de* onlara çok pahalıya mal olduğumuz için... Bununla beraber bir gencin kuvvetli bir isim yapabilmesi ve hakiki şahsiyetini bulabilmesi için on veya onbeş sene çalışıp, beklemesi lâzımdır... Gable veya Cooper İstedikleri her şeyi yapsalar ve bu yaptıkları fena da olsa, seyirciler f «Ah!.. Bu bizim sevgili Clark ımız!.. Nasıl da her şeyi kendisine yakıştırmasını biliyor!..» diyerek hoş göreceklerdir. ROB BENEVEDES : Bugün Holivutta muvaffak olan genç artistler hangileridir? H. BOGART : James Dean... F a kat buda öldü... Daha sonra, Arthur Kennedy... Bu da en iyilerdendir... Marlon Brando iyi bir aktör ve kuvvetli bir şahsiyettir... Bütün rollerinde hep aynı kuvvet ve kudreti gösterebilmektedir.» GERRY GAYLOR: Mesleğe yeni atılan, güzellik ve kabiliyete sahip bir gencin muvaffak olabilmesi İçin en mühim şey nedir? H. BOGART : Sadece şans... Matlup olan zaman ve yerde kendini gösterebilen bir şans... Gayet tabii ki genç bir istidadın bir bann taburesine otururken keşfedilmesi pekâlâ mümkündür... Fakat, böyle bir hâdisede kadınların şansı erkeklere nazaran yüzde yüz nisbetinde daha fazladır. BOB BENEVEDES : yapmak lâzım?. öyleyse ne H. BOGART: Çalışmak... Nefes dahi almadan çalışmak... Bilhassa tiyatrolarla ve televizyon sttidyolariyle angajmanlar yapmak çok isabetli olur. Eğer hakikaten İçinizde kabiliyet ve cevher varsa, muhakkak birisi bunu keşfedecektir. Sinemada sağlam bir.muvaffakiyete erişebilmek İçin işe tiyatrodan başlamak en münasip hareket tarzıdır. İşe ilk önce beyaz perdeden başlarsanız hiçbir şey öğrenemezsiniz. Fakat, doğrudan doğruya televizyonla temas halinde olmak çok iyi bir egzersiz olur. Televizyonun beyaz perdeden hemen hemen hiç bir farkı yoktur. DENNÎS HOPPER : Holivutta bnlunan kimselerden bir çoğu iyi rol yapamıyorlar.. H. BOGART : Bu hususta ben de sizin fikrlnizdeyim... Fakat, bunu söylerken sanattan ziyade, dış görünüşe ve fizik güzelliğine kıymet veren kimseleri kastediyorum... Böylelerinin ömrü Holivutta çok kısadır.» DENNÎS HOPPER : Fakat, zaman ilerledikçe parlayan bir yıldızın arkasında, daima onun yerine geçecek bir başkası bulunacaktır... H. BOGART : Gayet tabiî... Fakat, hiç içinizde Stanislaski metodunu etüd etmiş kimse var mı? TOM LAUGHLÎN : Evet.. Ben... H. BOGART : Anlatın bakalım nasıl birşeydlr bu». TOM LAUGHLİN : Stanislaski ye göre bir piyesin oynanışı şuur altına dayanır. Şuur altım kontrol ede Humphrey Bogart meyiz. F akat bütün irademizi kullanacak olursak şuur altımızın kapılarını aralayıp, açmak mümkündür... H. BOGART : Teori bakımından bu tamamiyle doğrudur... Fakat bana göre ve şimdiye kadar edindiğim tecrübelere istinaden söylenebilirim ki, seyirci daima rolümüz esnasında bir sonraki hareketlerimizi ve haleti ruhiyemizi daha önceden tahayyül etmek temayülündedir. Eğer haydudun biri sizi tabancasıyla tehdit ediyorsa, korktuğunuzu yüzünüzün mimikleriyle veya hareketlerinizle belli etmek mecburiyetinde değilsiniz. Sadece, başına böyle birşey gelmiş bir insan olduğunuzu düşünmeniz ve hayalen o anı yaşamanız kâfidir. r --------------------------------------------------------------------------------\ T. C. ZİR AAT BANKASI Yurt içinde 532 Şube ve Ajansı, dünyanın her tarafındaki muhabirlerde sayın müşterilerinin emrindedir. Vadeli vadesiz tasarruf Hesaplan 1957 ikramiye tutarı şimdilik 2.000.000 Liradır. BU ZENGİN PLÂNDA Gayrimenkuller, dolgun para ikramiyeleri, eşya traktörler, ziraat aletleri bulunmaktadır. L ) MART 1057 7

TİYATROM AMATÖR ADAMI D İ K K A T!... # Güner SÜMER # Ş ikemizde tiyatroya karşı olan eğilim, genç kuşak arasında baş döndürücü bir hızla artıyor. Bir yerde parlayıveren bir kıvılcımı başka bir yerdeki yenisi kovalıyor. Ülkemizde tiyatroya karşı olan tutkunluk gözle görülür bir duruma geldi artık. Gençlik Tiyatrosu, derken Haldun Dormen ve Cep Tiyatrosu... Sonra bir de bakıyorsunuz Akademi Tiyatrosu, Teknik Üniversite Tiyatrosu, Robert College Tiyatrosu, Federasyon Tiyatrosu ve nihayet şehrimizde kurulan Ankara Üniversiteliler Tiyatrosu... Görülüyor ki ülkemizdeki amatör tiyatroların sayısı kısa zamanda yediyi bulmuş. Bu sayının bir kaç yıl sonra daha da büyüyeceği şimdiden söylenebilir. Bu, kıvanç verici bir durum.. Bu durum karşısında şöyle bir soru çıkıyor karşımıza : Ülkemizde ki amatör tiyatroların tutumu ne olmalıdır? Bu soruyu önce repertuar yönünden ele almak yerinde olur kanısındayım. Ülkemizde bir Devlet Tiyatrosu bir de İstanbul da Şehir Tiyatrosu vardır. Bu tiyatroların tutumları bellidir. Ne olursa olsun halkı hoşnut bırakacak, halkı çekecek oyunlar koymak sahneye.. Bu tiyatrolar ve seyircileri belli bir noktaya, belli bir seviyeye kadar gelmişlerdir. Daha yukarıya çıkamazlar. En yeni oyunları, avant - gard'ı veremiyeceklerdir bize., Örneğin bir lonesco bir Brecht oynıyamazlar. İşte ülkemizdeki amatör tiyatronun önemi burada çıkıyor ortaya. Profesyonel tiyatroların geldikleri noktanın üzerine çıkabilmek, avantgard'ı verebilmek. Onların asıl anlamlan da bu noktada çıkıyor ortaya zaten. Yoksa amatör tiyatrolar oynıyacaklan oyunları bir Devlet Tiyatrosunun repertuarında aradıktan sonra kurulmasını sevinçle karşıladığımız bu toplulukların ne anlamları kalır ne de önemleri... Gençlik Tiyatrosunun «Yağmurcu» gibi bir oyunu oynaması gerçekten üzücüdür. «Yağmurcu», güçlü bir oyun. Ne var ki bu oyun bizim ülkemizde, ancak Devlet Tiyatrosunda oynandığı kadar güzel olabilirdi. Biz,, Gençlik Tiyatrosunu Devlet Tiyatrosuyla kıyashyacak değiliz. Ama Devlet Tiyatromuzda eksiksiz oynanmış bir oyunu, onlar kadar iyi oynanamıyacağı biline biline tekrarlamak neden?.. Repertuar yönünden Devlet Tiyatrosunun girdiği sınırlar içine girmek neden?. Bir amatör tiyatronun ufukları çok daha geniştir. Ülkemizdeki bir gençlik tiyatrosu, Devlet Tiyatrosunun oynamadığı, oynıyamıyacağı oyunları getirmelidir sahnelerimize.. Bu gerçeği kavrıyamamış. Gençlik Tiyatrosunun yönetmenleri. Ve bu yüzden «Yarın Başka olacaktır» da gördüğümüz Gençlik Tiyatrosundan bu yana geçenlerde «Yağmurcu» ile gördüğümüz Gençlik Tiyatrosuunda üzücü bir düşüş var. Hatırladığıma göre sanat tutumunda hiçbir yeni yönü olmayan Samim Kocagöz ün «Sayılı Günler» adlı denemesini oynamışlardı. Bu da görevlerini kavrıyamamış olmalarından geliyor.. Bir Teknik Üniversite Tiyatrosu neden başarılı olabiliyor. Bir lonesco, bir Rice oynuyorlar, bir Ali Beydeki fantaziyi yakalıyabiliyorlar îngil terede : " Y A Ğ M U R C U,, OYUN DÜNYASI da ondan. Haldun Dormenin başarısındaki neden de önce bu değil mi?. Nihayet Federasyon Tiyatrosu «Korku» gibi bir oyunu Devlet Tiyatrosu repertuarından çekip almakla festivalin en başarısız topluluğu olmaya daha başlangıçta adaylığını koymuş olmuyor muydu?. Şimdi, geçenlerde Haldun Dormenin söylediği bir sözü ansıyorum : «Amatör tiyatrolar demişti başarının yüzde ellisini daha oyun seçiminde isabetli bir seçimle elde ederler. Yüzde yirmibeşeri de iyi bir distrübisyona ve iyi niyetli bir çalışmaya kalır.» Bunlar bütün amatör tiyatro yönetmenlerinin bildiği ya da bilmesi gerektiği sözlerdir. Bizce bir amatör tiyatro yönetmeni başarısmı hazırlıyabilmek için yeni bir tutuma yönelmelidir. Tiyatromuzun yücelmesi için gereklidir bu. Yoksa bir amatör tiyatronun görevi hevesli gençleri sahneye çıkarmak değildir. Yazımı bitirirken şunu da söyliyeyim. Ülkemizdeki amatör tiyatroların çoğu «Yeniye gitmek» gibi bir gerçeği kavramış durumdadırlar. Ve bu gencecik topluluklar yarınki olumlu Türk Tiyatrosunun gerçek kurucularıdırlar. Biz, bu yazımızla «Yeni» ye giden yolun üzerinde olmayan amatör tiyatrolara bir çağrı yapıyoruz.. L ondra da seyrettiğim son piyeslerden biri de «Yağmurcu»... Gördüğüm otuz küsur piyesin en mükemmellerinden biri değil Richard Nash ın bu piyesi... Gene de görmeğe değerdi... Bir dostla konuşuyorduk o günlerde : Ankara Devlet Tiyatro sunda oynanan «Yağmurcu» da Yıldız Akçan ı göklere çıkarıyordu bir gazete, okudun mu?.. Görmedim de, okumadım da... Ama Yıldızı tanının, severim, takdir ederim, iyi aktristir Yıldız Akçan... Bizde Yıldızdan gayri kimler oynadı, sahneye kim koydu, dekoru kim yaptı. Hiç bir fikrim yok... Londra da St. Martin Tiyatrosu nda Jack Minster ve S. Wanamaker sahneye koydular... Sahneye giriş sıraslyle de : John Longden, Gordon Tanner, Neil Me, Callum, Geraldine Page, (Aobin Howard) Michael Goodliffe, Launce Maras ha! San Wanamaker, oynadılar... Dekoru da Ralph Alswang yapmıştı... Ben de göreyim mi? Değer ml?.. Değmesine değer, ama Londra gibi tiyatrosu bol bir şehirde «Yağmurcu» ya gelinceye kadar görülecek başka piyesler var. önce onları gör, sonra «Yağmurcu» yu da görürsün.. «Yağmurcu» piyes olarak bir şaheser değil, ama zarif güzel, hoş bir piyes... Güzel de oynuyorlar... Geraldine Page bu rolü Broadway da oynamış, büyük sükse yapmış«. Bizde tercüme mi oynandı, yoksa adaptasyonu mu, bilmiyorum. Ama mükemmel adapte edilebilirdi«. Bu piyes bir rejisörü çok ilgilendirmen... Kurak toprakla kendi çevresinde ve kendi içinde kurumağa yüz tutmuş bir kızın münasebetini bulabilen bir rejisör, bu eseri iyi koyar sahneye... Meselâ Lorca nın şiirinde vardır bu hava... Bizim halk türkülerimizin çoğunda var bu hava... Yağmur görmemiş bir toprakla aşk görmemiş bir kadının ilgisini bulmak lâzım bu piyeste... Ben sadece rejisörün, esere bakması gereken bir noktayı, bir tek noktayı söyledim«. Cahit IRGAT J 8 MART 1957

Japon Tiyatrosu Üzerine özdemir Japonlar kültürlerinde, öbür Uzak Doğu devletlerinin yanında, kendilerine özgüdür. Sanat yapıtları onların tipik gelenekleri ve töreleri içinde yoğunlaşmıştır. Ancak Tiyatro konusuna Kore'nin e t kisiyle girerler. Daha sonraları Çin den izledikleri tiyatro kurallarını Gigaku, Bugaku ve Sangaku pantomimik danslarından alırlar. Adalı olmaları onları bazi nenlerde öyküncü (taklitçi) yapmıştır. Tiyatro da böyleyin öykünme yoluyla girer ve sonra Japonların karakterlerine özgü olarak gelişir. Bu kısa incelememizi yaparken Japon tiyatrosunu dört bölüm içinde göreceğiz. Bugün de bu dört bölüm vardır Japon tiyatrosunda. Tümünün büyük birer etmen olduğunu bugünün batı tiyatrolarına bakarsak anlarız. Noh Tiyatrosunun repertuarı daha çok 14. ve 15. yüzyıl oyunlariyle doludur. Bunraku kukla tiyatrosu için Japonların en önemli yazarları 17. ve 18. yüzyıllarda kalem sürtmüşlerdir; lirik dram niteliğindeki Kabuk! Tiyatrosu bugüne değin halk tarafmdan çok tutulmuştur; Ja pon Modern Tiyatrosu ise batı düşünleriyle bireşime erişmiş ilk uzak doğu tiyatrosudur. NOH TİYATROSU : Batı okurlarmı en çok etkiliyen tiyatro budur. Nedeni de Ezra Pound ve Arthur Waley in bitmez tükenmez çevirileridir. Ozan Yeats in 1915 de döndüğü sanat yapıtı Noh Tiyatrosunun kavramlariyle gelişir. Gordon Bottomley gibi şiir tiyatroları yazan sanatçıları bir çırpıda kendi dünyasına çekmiştir Noh Tiyatrosu. Sonradan Berlin ve Paris avant-garde tiyatrolarını, özgür yönetmenleri etkisi altına almıştır. «Noh» Japonca da kabiliyet anlamına gelir [ı]. Kabiliyet gösterisi veya oyunu kavramında yerleşir. Ne var ki bu deyim son zamanlarda ortaya çıkmıştır. Eski adı «sarugaku» yani maymun müziğidir [2.] Maymun müziği ilk devirlerde dans ve mimik üzerine olur. Sonraları işin içine bir konu girer ve tiyatro ortaya çıkar. i NU TKU # Bu da 15 inci yüzyılda rahip Kanami ve oğlu Zeami ile sahneye sokulur. Noh oyunlarının iki yüyüzü içinden kırk veya ellisi bunlarındır. Thespis*in tiyatro kavramına yakm bir durumda ortaya çıkan Noh Tiyatrosunda bir baş dansör (veya protagonist), bir yardımcı (Veya deuteragonist) bir kaç da oyuncu olur. Yunan tiyatrosunda olduğu gibi Koro nun. görevi de hemen hemen aynıdır. Koro gibi maskenin ve güzel kostümlerin Önemli bir yeri vardır. Pirandello sonradan eşindiği bu yönü Noh Tiyatrosundan almıştır. Koronun yanında bir flüt ve birkaç davul bulunur. Bu müzik araçlarıyla oyunun heyecanı alçaltılıp çoğaltılır. Noh Tiyatrosunun kendine özgü yönü komik oluşudur. Komik unsur (Kyogen) müzikle birlikte danseden iki üç aktörün komik hareketleriyle değil konunun veya görüntünün komik olmasıyla oturur, örneğin, bir savaşeri bir sivrisinekle güreşir. Bir karınca bir file kur yapar. Bu oyunlar altı saat kadar sürer. Beş oyun program düzeninde gösterilir. Oyunların birincisi tanrılar hakkındadır. İkincisi yiğitlik; üçüncüsü kadın; dördüncüsü ruh bozukluğu olan insanlar; ve beşincisi şeytanlar ya da OYUN DÜNYASI Bir Alman Sinemacısının Öğütleri H alk sinemaya dinlenmek İçin gider. Bir filmin ticari değerini ahçımın tepkilerine ba-l karak ölçerim!» Almanya'nın en büyük sinema şirketlerinden birini İdare eden Bayan tise Kubaschewski, bir filmin tutunması İçin şu yedi şartı yerine getirmesi gerektiğini söylüyor : Kahramanlar nazik ve cana yakın olacak; «Flash-back», yani geriye dönüş olmıyacak: Seyirci kendini zahmete sokmaktan hoşlanmaz; Tabiat manzaraları - ormanlar, dağlar, meralar, hayvanlar halkı her zaman heyecanlandırır: bunlara bol bol yer vermekten korkmamalı; Seyirci müziği sever : her İyi filmde, sürekli müzik olmalı, bilhassa çocuk korolarına yer verilmeli; Halk şarkılarındaki mısraları film adı olarak kullanmak seyirci üzerinde iyi bir tesir yapar. dinsel âyinler üzerinedir. Kadm rolleri erkekler tarafmdan oynanır. Genç çocuklar İmparator ve prens oyunlarına çıkar. Bu oyuncuların hareketleri realist değildir. Hareket en aza indirilmiştir. Güzel heykeller vardır sannede. Olay çoğunlukla bir bale kompozisyonunda olduğu (Devamı arka sayfada) MART 1957 9

gibidir. Süsleyici hareketlerle oynanır. Bir kaç adım bir seyahati betimlediği gibi, dize bir vuruş heyecan kavramını getirir. Oyuncular çoğunca maske takarlar. Vahşi hayvan, general, saf adam, şeytan yüzleridir bu maskeler. Maske takmıyan bir oyuncu vardır, o da yardımcı (deüteragonist) dır. Sanki seyirciden biriymiş gibi oyunu seyreder. Bu oyuncu bugün Wilder in ve Williams m oyunlarında gördüğümüz sahneyle seyirci arasında bağ: kuran oyuncudur. «Our Town» da sahne müdürü, «The Glass Menageria» de Laura nın erkek kardeşidir. ilk zamanlar Noh Tiyatrosu bir, mabedin bahçe duvarları içinde olurdu. Çünkü bir âyin havası vardı o zamanlar. Sonradan bu bina içine girdi. Sahnede- gerekli olan eşyalar seyircinin önünde karalar giymiş biri tarafından taşınır. BÖylece seyirci ile sahne bağı iyice sağlamlaşır. Bu yön Çin tiyatrosundan gelir. Bunun en doğal tanımı bu adamın giydiği kostümde görülebilir. Japonlar düz renkten çok çiçekli elbiseleri severler, hele kara renkten hiç hoşlanmazlar. Sahneye eşyaları taşıyan adamın düz karalar giymiş olması bunun Çin den geldiğini belirtiyor, zaten. Resimde de görüldüğü gibi dört direk üstünç mabed biçimi tavanı olan yüksek bir platform sahnedir. Seyirciler bunun.üç çevresine oturur. Sahnenin büyüklüğü takriben 5.5 metreye 9.5 metredir. Oyuncuların danslarına göre ses vermesi için altı boştur. Sahnenin sol tarafındaki çıkıntılı yer perdeyle Örtülü bir kapıya çıkar. Bu oyuncuların girdiği kapıdır. Sahnenin sağ tarafındaki küçük balkon ise koro ve çalgıcılar içindir. Çakıltaşlı yere açılan küçük merdiveni kullanmaz oyuncular. Sahnenin arkasında ipekli bez üzerine işlenmiş bir çam dalı motifi vardır. Oyuncuların girdiği sol taraftaki platformun kenarlarında ise küçük çam ağaçlan dikilidir. Noh oyunlan komik olduğu gibi trajik de olurlar. Bazan trajik hava ağır basarsa, ağır havayı seyircilerin üzerinden atmak için araya bir fars sıkıştırdıkları olur bu tiyatrolarla. Japon seyircisi komik ve trajik arasındaki karşıt ruh halinden çok hoşlanmaları gerekli, çünkü son zamanlarda ciddi ve alayın bireşimiyle oynanmıştır bu oyunlar. Bugün batmm etki altında kaldığı oyunlar Noh trajedileridir. Bu oyunlar hayal yönünden zengin, şiir tutumunda çok üstündürler. Yukarda da dediğim gibi Yeats in ve daha bir kaç ozana tiyatroyu kazandıran bu oyunlardır. Gordon Bottemley «A OYUN DÜNYASI Stage for Poetry» adlı kitabında bu tiyatronun kendi oyunlarına olan etkisinden uzunca bahseder. Bottomley in üzerindeki izlenim o değin derindir ki, yarattığı karakterlerin kostüm biçimleri Noh Tiyatrosu kostümlerinin rengini ve havasını almıştır. Fransız modem yazarlarından Giradoux nun düşün oyunlarının mizanseni Noh Tiyatrolarından alınmıştır diye savunabilirim. Bilinen bir örnek için Üniversiteliler Tiyatrosu tarafından oynanan «Bellac Apollonu» nu ele alalım. Mizanseni Noh Tiyatrosuna çok benzer. Ancak burada çeşitli yeteneksizlik ve biraz da acemilikle konduğu için bu hava başarıyla yaratılamamıştır. Noh Tiyatrosunun sanata açılan kapı anahtarı «güzel» kavramının içindedir. Erek gerçeği bir iki güzel ve ustaca fırça vuruşuyla ortaya çıkarmaktadır, işte impressionist ressamların branda bezi üzerine yaptıklarını Japonlar beş altı yüzyıldır sahnede yapmaktadır. Kısaca Noh Tiyatrosunun durumunu gördükten sonra bir daha yazımda bu oyunların şiir yönü üzerinde duracağım, işte asıl o değin bu oyunlar usumuzda güç kazanacaklar. Gene o değin Batının şiir tiyatroları çıkış yollarının birini ellerimizle bulmuş olacağız. [ı] Keene, Donald : «Japanese Literature». [2] Ibid. (Grove Press, New York) MİNNEAPOLİS - MOLİNE TRAKTÖRLERİ Her zaman Her parçası için Yedeği bulunan Üstün kalite Büyük çeki kuvveti H er çeşit arazide iş kabiliyeti olan Yegâne Traktörlerdir Tam dizel motörlü. MİNNEAPOLİS- MOLİNE TRAKTÖRLERİNİ TÜRKİYEDE YALNIZ ZİRAİ DONATIM KURUMU SATMAKTADIR Reşat Nuri Güntekin e ÎKÎNCt MEKTUP (Başı 2. sayfada) dar sevgi ve inad olsaydı, o da tiyatronun bu mes ud günlerini görecek, bizim gibi rahat ölecekti. Onu; bütün çekilen sıkıntıları unutturan, sevdiği bir işde çalışmış olmanın saadetinden alıkoydum. Hasılı, Reşad, yarın bu memlekette.tiyatronun altm çağı başlıyacak. Yarın Erzurum, Diyarbakır, Elâzığ, Trabzon, Sivas, Samsun da bu akma katılırsa o zaman sana bir ü- çüncü mektup yazacak değilim. Karaca Ahmed'e geleceğim ve mezarını^ başında bağıracağım : Reşad, sevin, hayaller gerçekleşti. Namık Kemale, Abdülhak Hamid e haber ilet, Fehim Efendiye, Muvahhide, Hâzıma söyle : boşboşuna çalışmadılar, maksadsız ölmediler, yarın (AKİF Bey) Kars da, (Finten) Van da oynanacak! Yarın... Yann... 1 0 MART 1957

OYUN DÜNYASI V A N G O G H K erem» den sonra, bir Türk operasına konu olma şerefi ünlü ressam Vincent Van Gogh'a kısmetmiş.. Bülent Sokollu, Orhan Asena ve Aydın Gün ün, Amerikanlı biyografi yazan Irvlng Stone un «Lust for Life» adlı romanından çıkardıkları libretto üzerine Nevit Kodallı nın bestelediği opera iki haftadır Devlet Tlyatrosu nda oynanıyor. Libretto yazarlarının, çok n- ğır bir yükün altından kalkmak İçin oldukça sıkıntı çektikleri besbelli. Koca bir roman, on altı sayfalık bir metne sığdınlıverlnce, karsınıza ancak, Van Gogh un hayatından bir takım bölümler çıkıyor. Büyük sanatçı, aşka olan düşkünlüğüyle, yalnızlığıyla ve daha b ir-ik i yanıyla» kısacası en kaba çizgilerle veriliyor. Bu dar sınırlar içinde, Théo, Gauguin, Dr. Gachet gibi önemli kişilere de şöyle bir dokunulmakla yetiniliyor. Böylece, Van Gogh u tammıyanlar İçin bi- Nevit Kodallı raz zor anlaşılabilecek, çok yanı eksik bir librettoyla karşılaşıyoruz. Bunun bir zorunluk olduğunu düşünürsek, opera sahnemizde duymıya alışmadığımız güzel ve dolu deyişleriyle Librettoyu başardı saymamız gerekir. Yalnız, son tablonun, gene bir zorunluk sonucu olsa bile, yüzlerce benzeri olan bir «ölüm sahnesi» olmaktan kurtulamadığına değinelim, Nevit Kodallı yı daha önce özellikle «Atatürk Oratoryosu» dolayısıyla tanıyorduk. Orada genç besteci, metin üzerine besteleme konusunda hiç te yeni şeyler söylemiyordu. Müziği sıkıntılı, ruhsuz ve zorlamaydı. Belirli bir havası yoktu ve salt metnin hatın İçin yazıldığı belli oluyordu. Van Gogh için B. Kodallı, daha derinliğine ve dolu bir müzik yazmış. Anlatımı, orkestrasyonu çok daha ustalıklı. Belki, sözlü müzik yazma yitikliği o yandan bu yana değişmemiş; bu yüzden, A tatürk Oratoryosuyla Van Gogh arasında birçok yönden bağ kurulabiliyor. A- ma, orada etkisiz, kuru kalan bu noktalar, burada bütün güçleriyle gün ışığına çıkıyorlar. Birinci tablodaki «düğün alayı» korosu ve dördüncü tablonun başlangıcı gibi birkaç yer dışında, melodik yazıya hiç başvurulmamış. H attâ, libretto da arya olması gözetilerek yazılmış olan yerlerde bile, bu kuralın dışına çıkılmamış. İlk İki tabloda müzik, hemen here an en yüksek heyecan sevlyeslnde dolaşıyor. Bu tek düzenlilik, üçüncü perdenin duru yapısıyla bozuluyor ve yapıt gerekli çeşitliliği kazanıyor; Van Gogh un yalnız korkulu düşlerle, sıkıntılarla değil, her İnsanoğlu gibi umutlarla, sevgilerle de uğraştığı gerçeğini duyuyor, ferahlıyorsunuz. Van Gogh ta B. Aydın Gün, sahneye - koyan ve baş oyuncu olarak, bugüne dek kendisinde görmiye alışmadığımız bir başarıya erişmiştir. Uzun zamandır hemen hemen Sevil Berberinden bu yana bunun gibi anlayışlı, düşünülerek ve duyularak hazırlanmış bir sahneye koyusu özlemiştik. B. Gün ün oyunu, Van Gogh un kişiliği üzerinde oldukça düşündüğünü belirten, duygulu ve akıllıca bir oyun. Özellikle «kulak» ve «kargalar» leltmotiv'lerinl kullanışı başarılı. Tremololu sesi, herhangi bir melodik kaygı olmadığından, isteneni vermiye yetiyor. Kendisini her yönden kutlamak gerek. öbür önemli rollerde, her zamanki yüksek ses niteliklerini bu kez sahnesiyle de süsliyen Ayhan Baran (Gauguin), bir de Sevd^Aydan (Maya) en çok başarı gösteriyorlar. Solma Aktuna (Kay), Selim Ünokur (Dr. Gachet) ve Nuri Türkan (Théo) ortadan yukarı çıkamıyorlar. Suna Korad (Ursula) ve Az ra Gün (Rachel) için, yerlerini bulamamış olduklarım söylememekle yetinelim. Bestecinin yönetimindeki orkestra, zor bir partisyonu dolgun, ustaca, dikkatli bir çalışla değerlendiriyor. Koro, özellikle üçüncü tablo için yazılmış olan güzel bölümde, zevkle dinleniliyor. Böylece, müziği, librettosu, sahneye konuşu ve güzel dekorlarıyla ikinci Türk operası, birincisinden çok daha İyi bir kalıp içinde ortaya çıkarılmış olmaktadır. MART 1957 11

İstanbul da Cam Kırıkları M uammer Karaca birçok hamlelerden sonra şimdi de gül* dürü tiyatrosundan sanat tiyatrosuna doğru bir geçiş yaptı.. Ülkemizde yerini yapmış bir sahne adamının bu hamlesi kıvanç verici doğrusu.. Muammer Karaca, sanat temsillerinde repertuara ilk olarak ünlü Amerikalı oyun yazan Tennessee Williams ın «The Glass Menagarie» adlı oyununu almış. Güçlü bir oyun bu. Ne var ki «Cam Kırıkları» nm Karaca Tiyatroda hakkı verilerek oynanmadığını üzülerek söyliyeceğiz. Bay Karaca sanat temsillerine giderken bu iş için yeni bir kadro kurmalıydı bizce.. «Cam Kırıklan» nın dört kişilik kadrosu içinde başarılı olabilen, Avrupai bir oyun verebilen sadece Laura da Gülriz Sururi ydi. 'APARTM AN D A İ R E L E R İ ZENGİN P A R A İK R A M İY E L E R ^ f t T E N Z İ L A T Diğer oyuncular ne yazık ki Karaca Tiyatrodaki diğer oyunlann etkisinden kurtulamamış gibiydiler. Bunun tabii sonucu olarak da alaturka bir oyun veriyorlardı. T. Müzenidis oyunu sahneye koyarken elindeki oyuncuların yeteneklerini göz önünde bülundurmamış. özellikle Gülriz Sururi nin ve Adile Naşit in seslerini ayarlaması gerekirdi.. Bunun dışında T. Müzenidis oyunu ölçülü bir tempo içinde ve kusursuz olarak koymuş sahneye.. CEP TİYATROSUNDA Cep Tiyatrosu her yıl Haldun Dormenin rejisi altmda çalışır.. Sonra da elli kişilik salonuna karşı perdelerini açıverir. Bu elli kişilik salon her temsilde doludur. Cep Tiyatrosunu başarıya götüren iki özellik var.. Birincisi Haldun Dormen gibi tiyatroya kendini vermiş ve kanımızca ülkemizin bir numaralı re SUMERBÂNK OYUN DÜNYASI BEŞİNCİ TİYATRO Pek yakında açılıyor Tuna Cad. No. 3 Yenişehir T el: 27014 t i k Eser: SIRÇA KÜMES Yazan : Tenesse WELLIIAMS Çeviren : Can YÜCEL Sahneye koyan : OĞUZ BORA jisörü olduğunu ispatlamış bir kişinin yönetiminde bulunması. İkincisi oyunculuk yetenekleri az da olsa, amatörce bir çalışma gücüne sahip oyuncuların bulunması.. Cep Tiyatrosunda bu yıl iki oyun, var. Birincisi Cocteau nun «Kaygısız» ı, İkincisi Plautus un «Amphitrion» u.. «Kaygısız» tiyatro yönünden tam notu alıyor.. Burada özellikle bayan Altın Terimin oyunu seyredilmeye değer... «Amphitrion» da ise bir tek şey var.. Bay Dormenin rejisi.. BENÎM ÜÇ MELEĞİM Şehir Tiyatrosu dram bölümünde İstanbulluların Şehir Tiyatrosundan yıllardır görmedikleri güzellikte bir oyun oynanıyor.. Al bert Husson un «La Cuisine Des Anges» Benim Üç Meleğim! değişik ve hoş bir komedi.. Oyunun en güzel yönü kişi oğlunun gözünde pek büyüttüğü Ölüm kavramını küçümsemesi.. La Cuisine Des Anges in, bu yakınlarda «Were Not Angles» adındaki filmi de ülkemizde oynandı... Filmde üç melekten birini, geçenlerde yitirilen usta oyuncu Humphrey Bogart oynuyordu.. «Benim Üç Meleğim» Şehir Tiyatrosunda, alışılmamış bir güzellik içinde oynadı.. Ve ihtiyar tiyatro, yıllar sonra her çeşit seyircisini ilk defa doyurmaya muvaffak oldu.. Üç melek, Jules, Alfred ve Joseph de H. Kemal Gürmen, î. Galip Arcan, Mahmut Morali iyi oyunlar verdiler.. Vedat ÜNAL 1 2 MART 1957