bilimname XVII, 2009/2, ARAP DİLİNDE GULÜV Metin PARILDI Dr., Erciyes Ü. İlahiyat F.

Benzer belgeler
İsimleri okumaya başlarken- و ب س ي د ن ا - eklenmesi ve sonunda ع ن ه ر ض ي okunması en doğrusu.

5. Ünite 1, sayfa 17, son satır

40 HADİS YARIŞMASI DİKKAT 47'DEN 55'E KADAR Kİ HADİSLERİN ARAPÇA METİNLERİ DÜZELTİLMİŞTİR. SINIFI 5-6,7-8 1-) 9-10,11-12 SINIFI 5-6,7-8 2-) 9-10

HADİS II DERSİ EZBER HADİSLER

İmam Tirmizi nin. Sıfatlar Hususundaki Mezhebi

Öğretim İlke ve Yöntemleri 1

Değerli Kardeşim, Kur an ve Sünnet İslam dininin iki temel kaynağıdır. Rabbimiz in buyruklarını ve Efendimiz (s.a.v.) in mübarek sünnetini bilmek tüm

DUALAR DUANIN ÖNEMİ Dua

İBN SİNA NIN RUH İLE İLGİLİ KASİDESİ İbn Sînâ, el Kasidetü l Ayniyye isimli kasidede insanî nefsin bedenle birleşmesi ve ondan ayrılışını konu

Bayram hutbesi nasıl okunur? - İlyas Uçar - Ebû Rudeyha - Evvâh - Kişisel Bilgi Sitesi

İSİMLER VE EL TAKISI

Kolay Yolla Kur an ı Anlama

(Dersini sabah namazından sonra yapmanı tavsiye etmekle birlikte, sana uygun olan en münasip bir vakitte de yapmanda bir sakınca yoktur.

Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuk Usulü II

KUR AN-I KERİM II Yrd. Doç. Dr. Remzi ATEŞYÜREK

KUR AN-I KERİM II Yrd. Doç. Dr. Remzi ATEŞYÜREK

Damla Yayın Nu: Editör Mehmet DO RU. Dil Uzman lyas DİRİN. Görsel Tasar m Uzman Cem ÇERİ. Program Gelifltirme Uzman Yusuf SARIGÜNEY

Kolay Yolla Kur an ı Anlama

İman; Allah a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe iman etmendir. Keza hayrı ve şerriyle kadere inanmandır.

Onlardan bazıları. İhtilaf ettiler. Diri-yaşayan. Yüce. Sen görüyorsun ت ر dostlar. ..e uğradı

ON EMİR الوصايا لعرش

Question. Neden Hz İsa Ruhullah (Allah ın ruhu) olarak adlandırılmıştır? Yüce Allah ın kendi ruhundan. Peygamberi Âdem e üflemesinin manası nedir?

BİRKAÇ AYETİN TEFSİRİ

REHBERLİK VE İLETİŞİM 1

Melek BOZDOĞAN Murat BOZDOĞAN

Hor görme, aşağılama, hakir kabul etme günahını ilk işleyen şeytandır.

األصل الجامع لعبادة هللا وحده

SALÂT I NÛR VE TERCÜMESİ

Kar veya yağmur sebebiyle Cuma namazını terk etmenin hükmü. Muhammed b. Salih el-useymîn. Terceme: Muhammed Şahin Tetkik : Ali Rıza Şahin

KUR AN HARFLERİNİN MAHREÇLERİ (ÇIKIŞ YERLERİ)

KURAN DA TEKRARLANAN AYETLER

İşaret zamiri. İşaret isimleri. Bu ikisi. Bunlar. Şu ikisi. Şunlar. Onlar. Yakın mesafe için*bu* uzak mesafe için *şu-o* Çoğul İkil Tekil.

(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. (Fâtiha, 1/5)

Ey sevgilim! Sana karşı olan aşırı sevgim hayretim ziyadeleşsin! Ancak, gönlümü yakan aşkınla, ateşler saçan kalbime biraz merhamet eyler misin?

İnsanda bir organ vardır. Eğer o sağlıklı ise bütün vücut sağlıklı olur; eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.

Borçlunun sadaka vermesinin hükmü

İSLÂM DA CEZA SİSTEMİ

Gizlemek. أ Helak etmek, yok etmek أ. Affetmek. Açıklamak. ا ر اد Sahip olmak, malik olmak. Đstemek,irade etmek. Seçme Metnler 25

Allah, ancak samimiyetle ve kendi rızası gözetilerek yapılan ameli kabul eder. (Nesâî, Cihâd, 24)

Kur an ın, şerî meseleleri ders verirken aynı anda tevhid dersi vermesi hakkında izahta bulunabilir misiniz?

Yarışıyorlarkoşuyorlar

1- EBEVEYNLERİN ÇOCUKLAR ÜZERINDEKİ HAKLARI

ی س ر و لا ت ع س ر ر ب ت م م ب ال خ ی ر

İbadet Hayatımızda Şaban Ayı Gönderen Kadir Hatipoglu - Mayıs :46:24

BAZI AYETLER ÜZERİNE KÜÇÜK Bİ R TEFEKKÜR ( IV)

Kur'an'da Kadının Örtüsü Meselesi - İlyas Uçar - Ebû Rudeyha - Evvâh - Kişisel Bilgi Sitesi

şeyh Muhammed Salih el-muneccid

Zekatın Fazileti Gönderen Kadir Hatipoglu - Haziran :57:10

فضل صالة الرتاويح اسم املؤلف حممد صالح املنجد

Tedbir, Tevekkül Ve Kader Anlayışımız Gönderen Kadir Hatipoglu - Ağustos :14:51

DUA KAVRAMININ ANLAMI*

Bir kişinin kalbinde iman ile küfür, doğruluk ile yalancılık, hıyanet ile emanet bir arada bulunmaz. (İbn Hanbel, II, 349)

الصيام برؤية واحدة اسم املؤلف حممد بن صالح العثيمني

Altı aylık iken anne karnından düşen ceninin cenaze namazını kılmanın hükmü

EĞER NEBİ MUHAMMED, BENDEN YAHUDİLİĞİ VE HIRİSTİYANLIĞI İNKÂR ETMEMİ İSTESE; YAHUDİLİĞİ VE HIRİSTİYANLIĞI İNKÂR ETMEM, MUHAMMED'İ İNKAR EDERİM

94. SOHBET İslam da İbadet Kavramı Çerçevesinde "Çalışmak İbadet "midir?

55. Sizi ondan (arzdan) yarattık, ve ona iâde ederiz ve bir kere daha ondan çıkarırız.

SELÂMIN ŞEKLİ. Râşid b. Hüseyin el-abdulkerim. Terceme : Muhammed Şahin Tetkik : Ali Rıza Şahin

Tatil kavramını araştırdığımız da tatil için şu anlamların verildiğini görürüz:

Orucun fazîleti hakkında Selmân'ın rivâyet ettiği zayıf hadis. İlmî Araştırmalar ve Fetvâ Dâimî Komitesi

BERAT KANDİLİ. Dr. Hamdi TEKELİ

Ders 1-5 Tekrar. Rab, efendi. Alem, dünya ه ذا

Münker ve Nekir'in vasfı konusundaki sahih hadisler

(40 Hadis-7) SEÇME KIRK HADİS

Başörtüsünün üzerini mesh etmede aranan şartlar. Muhammed Salih el-muneccid

SURE VE AYET SIRASIYLA KUR AN SÖZLÜĞÜ KİTABINDAN ÖRNEK SAYFALAR OTUZUNCU CÜZ سورة النبا (78)

Rahmân ve Rahîm olan Allâh ın ismiyle Hamd, - Allâh a mahsustur. O na hamd eder, O ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve

ALLAH IN RAZI OLDUĞU KULLAR

İsmi Tafdil. Alimde olan hilimden (yumuşaklıktan) daha güzel bir hilm hiçbir kimsede olmamıştır. Bu misalde ل الك ح lafzı, ismi tafdil olan

[Duhâ Sûresi] [İnşirâh Sûresi] [Tîn Sûresi]

150. Sohbet TEVHÎDİN TARÎFİ VE MAHİYETİ (2/2)

Kolay Yolla Kur an ı Anlama

bartin.diyanet.gov.tr/kurucasile

Şiddetli soğuk günlerde cünüplükten arınmak için teyemmüm almanın hükmü. Abdulaziz b. Abdullah b. Baz

Seyyid Yahyâ-yı Şirvânî nin Vird-i Settâr ı *

1 Bahattin Akbaş, Din işleri Yüksek Kurulu Uzmanı 2 İbn Manzur, Lisanu'l- Arab, Xlll/115 3 Kasas, 28/77. 4 İbrahim, 14/34. 5 İsrâ, 17/70.

124. SOHBET Sözü Güzel Söylemek

DİLİN TEHLİKESİ. Râşid b. Hüseyin el-abdulkerim. Terceme : Muhammed Şahin Tetkik : Ali Rıza Şahin

Cihad Gönderen Kadir Hatipoglu - Şubat :23:10. Cihad İNDİR

Kur an-ı Kerim I. Hafta 10 SAKARYA ÜNİVERSİTESİ. Yrd.Doç.Dr. Alican DAĞDEVİREN

Muhammed Salih el-muneccid

HER YIL KIRK HADİS SINIFLAR

ARAPÇADA İSİMLER. Sonu ref ile biten sözcüğe ref edilmiş anlamında merfû adı verilir. Ref alametleri:

CENAB-I HAKK IN O NA İTAATİ KENDİNE İTAAT KABUL ETTİĞİ ZAT A SALÂT VE SELAM

Misbah İmam Zeynulâbidîn den (a.s.) Mekârimu l Ahlâk / Yüce Erdemler Duası Kış 2014, Yıl: 2, Sayı: 6

Ehl-i Sünnet ve l-cemaat in akîde ve diğer dîni konulardaki esasları

ب Namaz. İbadet ederiz Sen-senin Yol göster

Allah Teâlâ ya hamd eder, Hz. Muhammed (Sallalahu Aleyhi ve Sellem) e, âl ve ashabına selam ederiz.

Öğretmenle öğrenciler arasında tanışma

İHSAN SOHBETLERİ İHSAN SOHBETİ

Dünya ve Ahiret Dengesi Gönderen Kadir Hatipoglu - Eylül :00:00

HER YIL KIRK HADİS SINIFLAR

2 İSLAM BARIŞ VE EMAN DİNİDİR 1

Kabir azabı kıyâmet kopuncaya kadar devam eder mi?

Namazlardan sonra yapılan duâ ve zikirleri, sünneti edâ ettikten sonraya ertelemenin hükmü

şeyh Muhammed Salih el-muneccid

HER YIL KIRK HADİS SINIFLAR

(Tanımı ve Dayanağı)

ICERIK. Din kelimesinin sözlük anlami Din kelimesinin Kur an daki anlamlari Din anlayislari Dinin cesitleri Ayetlerle din

Not: Avrup finali sınavında Raviler de sorulacak. 1. Sünnet. 2. Mütevâtir Hadis sartlarini taşımayan hadise ne denir?

Transkript:

bilimname XVII, 2009/2, 245-263 ARAP DİLİNDE GULÜV Metin PARILDI Dr., Erciyes Ü. İlahiyat F. mparildi@erciyes.edu.tr Giriş Gulüv غ ل و kelimesi, غ لا - ي غ ل و fiilinin mastarı olup, kullanıldığı bütün terkiplerde haddi aşma anlamı taşımaktadır. لا ت غ ل وافي دين كم Dininizde aşırı gitmeyin! (Nisâ, 4/171; Mâide, 5/177) ayetinde olduğu gibi dinde aşırı gitmek ya غ لا في الا م ر ي غ ل و غ ل و اda herhangi bir şeyde aşırı gitmek; غ لا بال سه م ي غ ل و غ ل وا وغ ل و ا ifadesinde ise oku mümkün olduğu kadar uzağa atmak için elini kaldırmak 1 anlamına gelmektedir. Belâgat terimi olarak gulüv (hyperbole), mübâlağa (emphasis/exaggeration) sanatı içinde ele alınmaktadır. Belâgatçıların, teblîğ, iğrâk ve gulüv şeklinde derecelendirdiği 2 mübâlağanın, son aşamasını temsil etmektedir. Bu derecelendirmeye göre mübâlağa, aklen (zihinde tasavvuru) ve âdeten (dış dünyada gerçekleşmesi) mümkün olursa teblîğ; aklen mümkün olup, âdeten mümkün olmazsa iğrâk; hem aklen hem de âdeten mümkün olmazsa gulüv adı verilmektedir. 3 Ancak, eski dönem eleştirmen ve belâğatçıların konuyu ele alış biçimlerine bakıldığında, yukarıdaki gibi sistematik bir ayırım görülmemektedir. Dolayısıyla, hem kapsam hem de isimlendirme bakımından farklılıklar bulunmaktadır. Sözgelimi, Ebû Nuvâs ın (ö.198/814) Hârun Reşîd hakkında söylediği ve sonraki dönem belâğatçılar tarafından gulüv olarak isimlendirilen, وأ خ ف ت أ ه ل ال شر ك ح ت ى إن ه - ل ت خ اف ك ال نط ف ال ت ي ل م ت خ ل ق 1. İbn Manzûr, Lisânu l- Arab, Dâru Sâdir, Beyrût, 1410/1990, XV/132. 2. Ali C. Sellûm; Hasen M. Nûru d-dîn, ed-delîl ile l-belâga ve arûdi l-halîl, Dâru l- Ulûmi l- Arabîyye, Beyrût, 1410/1990, s. 179. 3. el-kazvînî, el-îdâh fî ulûmi l-belâga, nşr: Behîc Gazzâvî, Dâru İhyâi l- Ulûm, Beyrût, 1419/1998, s. 340; el-kazvînî, et-telhîs fî ulûmi l-belâga, nşr: Abdu r-rahmân el-berkûkî, Dâru l-fikri l- Arabî, s. 371-372; Yahyâ b. Hamza el- Alevî, Kitâbu t-tırâzi l-mutedammin li-esrâri l-belâga ve ulûmi hakâiki l-i câz, Matba atu l-muktataf, Mısır, 1332/1914, III, 125; Sa du d-dîn et-teftâzânî, Muhtasaru l-me ânî, Dâru l-fikr, Kum, 1411, s. 278.

246 Metin Parıldı Müşrikleri öyle korkuttun ki, henüz yaratılmamış olan nutfeleri bile senden korkarlar. 4 beytindeki mübâlağa için ifrât 5, igrâk (الا بيات التي أغرق قاي لوها) 6, gulüv ve ifrât 7, gulüv 8 gulüv ve ifrât fi s-sifa 9 gibi farklı ifadelerinin kullanıldığı görülmektedir. Dolayısıyla, bu makalede gulüv konusu, genel olarak aşırı mübâlağa çerçevesinde, belli başlı eleştirmen ve belâğatçılara müracaat edilerek ele alınacaktır. Adı ne olursa olsun, ilk dönemlerden itibaren, edebiyat eleştirmenleri ve belâgat alimleri tarafından gulüv (aşırı mübâlağa) konusu hem olumlu hem de olumsuz yaklaşımlarla ele alınmıştır. Özellikle Abbasiler döneminden itibaren yaygınlık kazanmaya başlayan ve çoğu İran kökenli olan zındıklık ve ahlâksızlığıyla tanınan ediplerin şiirlerinde İslam inanç ve ahlâkıyla, Arap örf ve adetleriyle abartılı ifadeler kullanarak alay etmeleri, gulüv hususunda olumsuz bir bakış açısı ortaya çıkarmıştır. 10 Olumlu bakanlar ise bu konuya şiir sanatı açısından yaklaşmışlardır. Dolayısıyla edebi zevk ile ahlâk/inanç arasında sıkışan edebiyat eleştirmenlerinden ve belâğatçılarından çoğu da gulüv konusunda ihtiyatlı bir tavır takınmışlardır. Bu konuda belağatçıların görüşlerini net bir şekilde kategorilere ayırmak kolay görünmemektedir. Dolayısıyla, görüşlerine müracaat edilen belağatçılar kronolojik bir sıra içinde ele alınacaktır. 1. İbn Kuteybe (ö.276/889) Gulüv konusunu ilk defa İbn Kuteybe ele almıştır. 11 Doğrudan doğruya gulüv kelimesini kullanmasa da ifrât kelimesiyle bunu kastettiği anlaşılmaktadır. İfrat kelimesini seçmesi bir bakıma olumsuz tavrını da ortaya koymaktadır. Aşırı mübâlağadan dolayı kusurlu bulduğu birçok beyit hakkında ifrât ya da ifrât ve kezib şeklinde not düşmektedir. 12 Sözgelimi, en-nemir b. Tevleb in (ö.14/635) aşağıdaki beyti hakkında ifrât ve kezibdir. demektedir. 13 تظ لتح ف ر عنه إن ض ر ب ت به - ب ع د الذراعين وال ساقين والهاد ي (O kılıçla) kolları, bacakları ve boynu vurursan bunları parçalar geçer, yere 4. Ebû Nuvâs, Dîvân, el-matba atu l- Umûmiyye, Mısır, 1898, s. 62. 5. İbn Kuteybe, eş-şi r ve ş-şu ara, Dâru İhyâi l- Ulûm, Beyrût, 1407/1987, s. 547. 6. İbn Tabâtabâ el- Alevî, İyâru ş-şi r, nşr: Abbâs Abdu s-sâtir, Dâru l-kutubi l- İlmiyye, Beyrût, 1402/1982 s. 51. 7. İbn Sinân el-hafâcî, Sirru l-fesâha, Dâru l-kutubi l- İlmiyye, Beyrût, 1402/1982, s. 272. 8. Kudâme b. Ca fer, Nakdu ş-şi r, nşr: M. Abdu l-mun im Hafâcî, Dâru l-kutubi l- İlmiyye, Beyrut, ts., s. 91, 92. 9. el-bâkıllânî, İ câzu l-kur an, nşr: Ahmed Sakr, Dâru l-me ârif, Kahire, 1997, s. 77. 10. İsmail Durmuş, Mübâlağa, TDVİA, İstanbul, 2006, XXXI, 426. 11. Hasan Alî ez-za bî, Zâhiratu l-guluvv fi ş-şi ri inde n-nukkâd ve l-belâgiyyîne l-kudemâ, et- Turâsu l- Arabî, Dimeşk, 2008, CIX, 274. 12. İbn Kuteybe, s. 105, 156, 196, 317, 332, 349, 394, 547, 552, 564, 567. 13. İbn Kuteybe, s. 196.

Arap Dilinde Gulüv 247 gömülür ve sen onu çıkarmak için arar durursun. 14 İbn Kuteybe nin beyit hakkındaki bu hükmüne bakılacak olursa, daha sonraki eleştirmen ve belâğatçıların iğrâk kapsamına soktuğu sözleri de hoş karşılamadığı, kusurlu bulduğu anlaşılmaktadır. 2. İbn Tabâtabâ (ö. 322/933) İbn Tabâtabâ nın gulüv terimi için et-teşbîhâtu l-ba îde (uzak benzetmeler) ifadesini kullandığı söylenmekte 15 ise de verilen örneklerin hepsinin gulüv başlığı altında yer alması zor görünmektedir. İbn Tabâtabâ, Söyleyenlerin latif, hoş söylemediği; sözlerinin ibarede tatlı ve akıcı bir şekilde yer almadığı türdendir. şeklinde tarif ettiği et-teşbîhâtu l-baîde ye en-nâbiga (ö.-/604), Zuheyr b. Ebî Sulmâ (ö.-/609) ve Hufâf b. Nedbe nin (ö.20/640) aşağıdaki beyitlerini örnek vermektedir. 16 ت خ ديبهم أ د م كا ن ر ح الها - ع ل ق ه ر يق على م ت ون ص وار Onları öyle boz develer götürür ki, sanki o develerin yükleri yaban sığırlarının sırtlarına akıtılmış kan gibidir. 17 ف ز ل ع ن ه ا وأو ف ى ر أس م ر ق ب ة - ك م ن ص ب الع ت ر د مى رأس ه ال نس ك Şahin oradan sunakların, tepesini kana buladığı, üzerinde Recep ayı kurbanının kesildiği sunak taşına benzeyen, gözetleme kulesinin tepesine indi. 18 أب ق ى لها الت ع داء من ع ت د ات ها - وم ت ون ها ك خ ي وط ة الك ت ان Koşmaktan sırtları ve ayakları pamuk ipliğine döndü. O halde İbn Tabâtabâ, et-teşbîhâtu l-ba îde ifadesini gulüvü de içine alacak şekilde geniş çerçeveli olarak kullanmıştır. Ancak, bu başlık altında verilen örneklere bakıldığında sadece sonuncu beyitte gulüv bulunduğu görülmektedir. İbn Tabâtabâ gulüv ihtiva eden beyitleri el-ebyât elletî ağraka kâilûhâ (söyleyenlerin iğrâk yaptığı beyitler) başlığı altında ele almaktadır. 19 Üstelik diğer kaynaklardan farklı olarak çok sayıda örnek vermektedir. Aşağıdaki beyitler bunlardan bazılarıdır. en-nâbiga (ö.-/604): ب ل غ ن ا ال سم اء ن ج د ة و تك رما - وإن الن رج و ف و ق ذلك م ظهرا 14. Sadru d-dîn b. Ebi l-ferec el-basrî, el-hamâsetu l-basriyye, nşr: Muhtâru d-dîn Ahmed, Âlemu l- Kutub, Beyrût, 1403/1983, II, 347. 15. Ahmed Matlûb, Mu cemu l-mustalahâti l-belâgiyye ve tatavvuruhâ, Mektebetu Lubnân, Beyrût, 1997, s. 539. 16. İbn Tabâtabâ, s. 93. 17. en-nâbiga ez-zubyânî, Dîvân, Matba atu l-hilâl, Mısır, 1911, s. 51; en-nâbiga ez-zubyânî, Dîvân, Dâru l-ma rife, Beyrût, 2005, s. 56. (Burada تخدي fiili متشي olarak geçmektedir.) 18. Zuheyr b. Ebî Sulmâ, Dîvân, Daru l-ma rife, Beyrût, 2005/1426, s. 43. 19. İbn Tabâtabâ, s. 51.

248 Metin Parıldı Yiğitlik ve şeref bakımından göğe ulaştık. Hatta biz bunun da ötesinde bir yüksekliği (cenneti 20 ) umarız. 21 et-tırimmâh (ö. 125/743) لو ك ان ي خ ف ى على ال رحمن خافية - من خل قه خ ف ي ت عنه بنو أسد ق و م أ ق ام بد ار ال ذ ل أ ول ه م ك م ا أ ق ام ت عليه ج ذ و ة الو ت د Rahman a bir şey gizli kalacak olsaydı, yarattıklarından Esed oğulları O nun bilgisi dışında kalırdı. Bunlar öyle bir topluluktur ki, ataları bir ucu yanmış çadır kazığı kalıntılarının ikamet ettiği zillet yurdunda oturdu. 22 Zuheyr b. Ebî Sulmâ (ö.-/609) ل و كان ي ق ع د ف و ق ال شمس منك ر م - ق و م با ول هم أو م ج د ه م ق ع د وا Şerefinden dolayı bir kavim güneşin üstünde oturacak olsaydı, atalarıyla veya şerefleriyle onlar otururlardı. 23 İmru u l-kays (ö.-/530-540 arasında): م ن الق اص رات الط ر ف لو د ب م ح و ل - من ال ذ ر فوق الا ت ب م ن ه ا لا ث را Bakışlarını sadece kocalarına saklayan sevgililerdendir; (bu sevgilinin) incecik elbisesinin üzerinde bir yaşındaki karınca (çok küçük bir karınca) yürüse teninde iz bırakır. 24 el-farazdak (ö.110/728): وقد خ ف ت ح ت ى لو أر ى الم و ت م ق ب لا - ل ي ا خ ذ ني والم و ت ي ك ر ه زاي ر ه لكان م ن الح جاج أه ون ر و ع ة - إذا هو أغ ف ى وهو س ام نواظ ر ه Öyle korktum ki, ziyaret ettiği kimsenin hoşlanmadığı ölüm, beni almak için geliyor görsem, bu bile gözleri yukarıda uyukladığı (gözlerini kapatarak vereceği cezayı düşündüğü) zamanki Haccâc dan daha az korkutucu olurdu. 25 Ebû Nuvâs: 20. Rasûlullah (s.a.v) bu beyti dinledikten sonra mazhar neresi diye sorar ve cennet olduğu söylenir. (bkz: İbn Kuteybe, Garîbu l-hadîs, Dâru l-kutubi l- İlmiyye, Beyrût, 1408/1988, I, 127; Abdu l-ganî el-makdisî, Ehâdîsu ş-şi r, nşr: İhsân Abdu l-mennân el-cibâlî, el-mektebetu l-islâmiyye, Ammân, 1410, s. 109; İbnu l-esîr, Ebu s-sa âdât, en-nihaye fi garibi l-hadis ve l-eser, nşr: Tâhir A. ez-zâvî; Mahmûd M. et-tanâhî, el-mektebetu l- İlmiyye, Beyrût, 1399/1979, III, 167.) 21. Ebû Zeyd el-kureşî, Cemheretu eş âri l- Arab, nşr: Umer Fârûk et-tabbâ, Dâru l-erkâm, Beyrût, ts., s. 235 (Bu beyit en-nâbiga nın Dîvânında yer almamaktadır). 22. İbn Abdi Rabb ih el-endelusî, el- Ikdu l-ferîd, Dâru İhyâi t-turâsi l- Arabî, Beyrut, 1420/1999, V, 267; Ebu l-ferec el-isbahânî, Kitabu l-agânî, nşr: Alî Muhennâ-Semîr Câbir, Dâru l-fikr, Beyrut, ts., XII, 56 (İkinci beyit burada bulunmamaktadır.) 23. Zuheyr b. Ebî Sulmâ, Dîvân, Dâru l-ma rife, Beyrût, 2005/1426, s. 43. 24. İmru u l-kays, Dîvân, Daru l-ma rife, Beyrût, 1425/2004, s. 97. 25. İliyyâ el-hâvî, Şerhu Dîvâni l-farazdak, Dâru l-kitâbi l-lubnânî, 1983, I, 417-418.

Arap Dilinde Gulüv 249 وأخ ف ت أه ل ال شرك حتى إن ه - لت خ اف ك ال نط ف التي لم ت خ ل ق Cerîr: ولو و ض ع ت ف ق اح بني ن م ير - ع ل ى خ ب ث الح ديد إذا ل ذاب ا إذا غ ض ب ت عليكبنو ت ميم - ح س ب ت ال ناس ك ل ه م غ ض ابا Numeyr oğullarının kıçları demir cürufu üzerine konulsa, bir de bakmışsın bu cüruf erimiş. Temim oğulları sana öfkelendiği zaman insanların hepsini öfkelenmiş sanırsın. 26 İbn Tabâtabâ bu beyitleri harhangi bir görüş belirtmeden serdetmeye başlıyor ancak, bazı beyitlerin altına düştüğü notlardan gulüvü hoş karşıladığı anlaşılıyor. Sözgelimi, el-farazdak ın إذا هو أغ ف ىbeyitlerindeki ifadesindeki letafete dikkât çekmekte ve bununla mübâlağanın şiddetinin vurgulandığını ifade etmektedir. Haccâc ın uyurken bile ölümden daha ürkütücü olması düşünülürse, uyanık halinde nasıl olacağının hayal gücüne bırakıldığını ifade etmektedir. 27 3. Kudame B. Ca fer (ö.337/948) Kudâme b. Ca fer in gulüv sanatını ve terimini ilk dile getirenlerden olduğu belirtilmektedir. 28 Kudâme, bu konuyu mübâlağadan ayrı bir yerde müstakil bir başlık altında ele almakta ve bu sanata olumlu baktığını kesin bir dille belirtmektedir: Bence gulüv, iki ekolden (mübâlağalı ve mübâlağasız olandan) en güzel olanıdır. أحسن Eskilerden, şiir ve şairlerden anlayanların görüşü de budur. Bunlardan bazılarının Şiirin en güzeli en yalancı olanıdır. dediklerini duydum. Yunan filozofları الشعر أكذبه da aynı şekilde düşünmektedirler. 29 Kudâme b. Ca fer, gulüvü tanımlarken Gulüv, bir şeyin mevcut niteliğini aşmaktır; o şeyin tabiatının dışına çıkarak gerçekleşmesi mümkün olmayana ulaşmak değildir. diyerek en-nemir b. Tevleb in تظ لتح ف ر عنه إن ض ر ب ت به - ب ع د الذراعين وال ساقين والهاد ي beytini örnek verir ve şu değerlendirmede bulunur: Kolları bacakları boynu 26. Muhammed İsmâ îl Abdullâh es-sâvî, Şerhu Dîvâni Cerir, Matba atu s-sâvî, Mısır, ts., s. 72.; es- Sâvî, Şerhu Dîvâni Cerir, s. 78. 27. İbn Tabâtabâ, s. 53. 28. Ahmed Matlûb, s. 539; İsmail Durmuş, s. 426. 29. Kudâme b. Ca fer, Nakdu ş-şi r, nşr: M. Abdu l-mun im Hafâcî, Dâru l-kutubi l- İlmiyye, Beyrût, ts., s. 94. (Kudâme b. Ca fer in Yunan Filozoflarına nispet ettiği, şiirin en iyisinin yalan olduğu şeklindeki rivâyetin gerçeği tam olarak ifade etmediği; muhtemelen Platon un (M.Ö. 427-347) Devlet adlı eserindeki şâirleri eleştiren ifadelerine ve mantıkçıların şiir sözlerini yalan saymalarına dayandığı belirtilmektedir. Bkz: Halim Öznurhan, Eski Arap Eleştirmenlerine Göre Şiir Anlamlarında Doğruluk Sorunu, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt: 4, sayı: 2, Temmuz - Aralık 2004, s. 225.)

250 Metin Parıldı kopardıktan sonra toprağa saplanması kılıcın tabiatı dışında değildir, fakat gerçekleşmesi hemen hemen mümkün olmayacak bir durumdur. 30 Muhelhil b. Rabî a nın (ö.-/531): فلولا ال ريح أ س م ع أهل الح ج ر - ص ليل الب ي ض ي ق ر ع بال ذكور Rüzgâr olmasaydı, Hucrlılara parlak/keskin kılıçların yiğitlerin başlarını vururken çıkardığı şakırtıları duyururdum. 31 en-nemir b. Tevleb in: أبقى الحوادث والا يام من ن م ر - أس ب اد سيف قديم إثر هباد تظ لتح ف ر عنه إن ض ر ب ت به - ب ع د الذراعين وال ساقين والهاد ي Günler ve olaylar Nemir oymağından parlaklığı kaybolmuş cilalı bir kılıcın izlerini bıraktı. (O kılıçla) kolları, bacakları ve boynu vurursan bunları parçalar geçer, yere gömülür ve sen onu çıkarmak için arar durursun. 32 Ebû Nuvâs ın: وأ خ ف ت أ ه ل ال شر ك ح ت ى إن ه - ل ت خ اف ك ال نط ف ال ت ي ل م ت خ ل ق beyitlerini eleştirenler, başka bir yerde en-nâbiga nın, Hassân b. Sâbit in (ö.54/674): لنا الج ف ن ات الغ ريلمعن بال ضح ى - وأ س ي اف ن ا ي ق ط ر ن م ن ن ج د ة د م ا Kuşlukta parlayan ziyafet kazanları bizimdir, kılıçlarımız ise bir imdat uğrunda kan damlatır 33 beytine, mübâlağasındaki zayıflıktan dolayı yönelttiği eleştiriyi haklı bulanların düştükleri çelişkili durumunu hatırlatır. Bu beyitte Hassân b. Sâbit in en-nâbiga tarafından eleştirilmesinin sebebi, جفان سيوفyerine جفنات, أسيافyerine gibi azlık البيضeden (damlar), tamamen beyazlık ifade يقطرنyerine (akar) يجرين çoğullar; ifade eden yerine başka bir renk içinde az beyazlık ifade eden الغر ; بالدجى (karanlık gecede) yerine yapmamasıydı. 34 (kuşluk vaktinde) kelimelerini kullanarak yeterli mübâlağa بالضحى Kudâme, ikâu l-mumteni (gerçekleşmesi mümkün olmayan, ama zihinde tasavvur edilebilen) tabirini kullandığı mübâlağa türünü gulüvden ayırır bunun gulüv ile alâkasının olmadığını belirtir. Ebû Nuvâs ın: يا أمين الله ع ش أب دا - د م ع ل ى الا يام والزمن (Ey Allah ın güvenilir kişisi! Ebedi yaşa, zaman durdukça dur!) gibi sözlerin gulüvden sayılamayacağını belirtmekte ve şöyle demektedir: Bunun vuku bulması imkânsızdır. ع ش أب دا sözü 30. Kudâme b. Ca fer, s. 202. 31. Muhelhil b. Rabî a, Dîvân, ed-dâru l- Âlemiyye, Beyrût, 1993, s. 41. 32. el-basrî, II, 347. 33. Abdu r-rahmân el-berkûkî, Şerhu Dîvâni Hassân b. Sâbit el-ensârî, el-matba atu r-rahmâniyye, Mısır, 1347/1929, s. 371. 34. Kudâme b. Ca fer, s. 92; el-enbârî, Esrâru l- Arabîyye, nşr: Fahr Salih Kaddâre, Dâru l-cîl, Beyrût, 1415/1995, s. 309-310.

Arap Dilinde Gulüv 251 ister emir olsun isterse dua, her iki durumda da caiz değildir, çirkindir. Bu ve benzeri sözler ne gulüvdür ne de ifrât. Aksine gerçekleşmesi mümkün olmayacak, mümteni (gerçekte olmayan fakat zihinde tasavvur edilebilen) sınırının dışındadır. 35 4. Ebû Hilâl el-askerî (ö.395/1005) Ebû Hilâl el- Askerî de Kudâme gibi gulüvü mübâlağadan ayrı bir yerde ve daha önce ele almıştır. Belki de bu yüzden Kudâme nin kendisine kaynaklık ettiği ifade edilmektedir. 36 el- Askerî, gulüvü Anlamın sınırını aşma ve o anlamda neredeyse ulaşılamayacak bir noktaya yükselmedir. şeklinde ifade etmektedir. و ب ل غ ت ال ق ل وب ال ح ن اج ر Yürekler hançereye gelip و لا ي د خ ل ون ال ج نة ح ت ىي ل ج ال ج م ل ف ى س م ال خ ي اط dayanmıştı. 37 Deve, iğne deliğinden geçinceye kadar Cennet e giremeyecekler. 38 ayetlerini ve Teabbata Şerran ın (ö.-/540) şu beytini buna örnek olarak vermektedir. 39 ويو م كيو م الع ي ك ت ي ن وع ط ف ة - ع ط ف ت وقد م س الق لوب الحناجر Ayketan daki çatışma günü gibi nice günler ve yaptığın nice hücumlar vardır ki hançereler yüreklere değmişti (kalpler korkuyla dolmuştu). 40 el- Askerî, en-nâbiga nın (ö.-/604) ت خ ديبهم أ د م كا ن ر ح الها - ع ل ق ه ر يق على م ت ون ص وار ve Hufâf b. Nedbe nin (ö.20/640) أب ق ىلها الت ع داء من ع ت د ات ها - وم ت ون هاك خ ي وط ة الك ت ان Koşmaktan sırtları ve ayakları pamuk ipliğine döndü. beyitlerini örnek vererek, bu tür beyitlerin bu işin erbabına göre hoş karşılanan kusursuz beyitler olduğunu, hatta bunların üstünlüğünü bile söyleyenlerin bulunduğunu ifade etmektedir. 41 5. el-bâkıllânî (ö.402/1013) el-bâkıllânî, nitelemedeki gulüv ve vasıfta ifrât ın bedî î sanatlardan olduğunu zikrederek örnekler vermektedir. 42 en-nemir b. Tevleb: 35. Kudâme, s. 201-202. 36. George J. Kanazi, Studies in the Kitab as-sina atayn of Abu Hilal Al- Askari, BRILL, Leiden, 1989, s. 160. 37. Ahzab, 33/10. 38. A raf, 7/40. 39. Ebû Hilâl el- Askerî, Kitâbu s-sinâ ateyn: el-kitâbe ve ş-şi r, nşr: Alî Muhammed el-becâvî Muhammed Ebu l-fadl İbrâhîm, el-mektebetu l- Asriyye, Beyrût, 1406/1986, s. 357. 40. Teabbata Şerran, Dîvân, Dâru l-ma rife, Beyrût, 1424/2003, s. 27. 41. Ebû Hilâl el- Askerî, s. 257. 42. el-bâkıllânî, İ câzu l-kur an, s. 77-78.

252 Metin Parıldı أبقى الحوادث والا يام من ن م ر - أس ب اد سيف قديم إثر ه باد تظ ل تح ف ر عنه إن ض ر ب ت به - ب ع د الذراعين وال ساقين والهاد ي en-nâbiga ez-zubyânî: ت ق د ال سل وق ي الم ض اع ف نسج ه - وت وق د بال ص فاح نار الح ب اح ب (Kılıçlar) çift katlı dokunmuş Selûkî 43 zırhlarını yarar, taşlar üzerinde kıvılcımlar çıkarır. 44 el-buhturî (ö.284/898): ولو أن مشتاقا تكلف فوق ما - في وسعه لمشى إليك المنبر Özlem duyan (bir varlık), gücünün özerindekini yapabilseydi, minber sana doğru gelirdi. 45 el-bâkıllânî Kur an daki şu ayetlerin de bu türden olduğunu söyler: O gün cehenneme, Doldun mu? deriz. O da ي و م ن ق ول ل ج ه نم ه ل ام ت لا ت و ت ق ول ه ل م ن مز يد Daha var mı? der. (Kâf, (50/30 إ ذ ا ر أ ت ه م من مك ان ب ع يد س م ع وا ل ه ا ت غ ي ظ ا و ز ف ير ا Cehennem ateşi uzak ت ك اد 25/12) (Furkân, bir yerden onları görünce onun öfkesini ve uğultusunu işitirler. 67/8) Mülk, Cehennem, öfkesinden neredeyse çatlayacak. ( ت م ي ز م ن ال غ ي ظ el-bâkıllânî nin gulüv hakkında açıkça bir hükmüne rastlanmamaktadır, fakat yukarıdaki ayetleri de bu konuya örnek vermesinden, tutumunun olumlu olduğu anlaşılmaktadır. 6. İbn Reşîk (ö.463/1071) İbn Reşîk, gulüvü mübâlağadan ayırarak daha sonra ayrı bir başlık altında ele almakta ancak, mübâlağa konusu içinde gulüve de kısaca değinmektedir. Ehline göre mübâlağanın en güzel ve farklı olanı, şairin bir şeyin tasvirinde mümkün olduğunca uç noktaya ulaşmasıdır. 46 diyerek mübâlağadan yana tavır koymakta ve Amr b. el-eyhem et-taglibî nin (ö.100/718) şu beytini örnek vermektedir: و ن ك ر م ج ار ن ا م ا د ام ف ين ا - ون ت ب ع ه ال ك ر ام ة ح ي ث مالا Aramızda olduğu müddetçe komşumuza ikram ederiz. Aramızdan ayrılıp her nereye giderse gitsin, ikramı peşinden götürürüz. 47 43. Yemen de bir yer adı. 44. en-nâbiga ez-zubyânî, Dîvân, Matba atu l-hilal, Mısır, 1911, s. 14. 45. el-buhturî, Dîvân, Matba atu Hindiyye, Mısır, 1329/1911, I, 212. 46. İbn Reşîk el-kayravânî, el- Umde fî mehâsini ş-şi r ve âdâbih, nşr: Muhammed Muhyiddîn Abdu l- Hamîd, Dâru l-cîl, Beyrût, 1401/1981, II, 55. 47. Abdu l-kâdir el-bağdâdî, Hizânetu l-edeb, nşr:muhammed Nebîl Tarîfî-Emîl Bedî el-ya kûb, Dâru l-kutubi l- İlmiyye, Beyrut, 1998, VIII, 115; İbn Hicce el-hamevî, Takiyyu d-dîn Ebû Bekr, Hizânetu l-edeb ve gâyetu l-ereb, nşr: İsâm Şaîtû, Mektebetu l-hilâl, Beyrut, 1987, II, 8.

Arap Dilinde Gulüv 253 İbn Reşîk, verdiği örnekle mübâlağada kabul ettiği sınırı da ortaya koymaktadır. Bu sınır, âdeten mümkün olmasa da aklen mümkün olabilirliktir. Yukarıda da belirtildiği gibi, mübâlağanın bu türü, sonraki dönem belâğatçıların sınıflandırmasına göre iğrâk adını almaktadır. İbn Reşîk, bu sınır aşıldığında mübâlağayı kabul edilemez bulmaktadır: Mübâlağayı inkar edenlerin inkar ettiği tür gulüvdür, bunun dışındakiler değil. Eğer mübâlağanın tamamı iptal edilirse ve kusurlu bulunursa, teşbih iptal edilmiş olur; istiare kusurlu bulunmuş olur. Dolayısıyla, söz sanatlarının bir çoğu bu duruma düşer. 48 Buna göre, İbn Reşîk yukarıda sınırını belirlediği mübâlağayı sadece kabul etmekle kalmamakta, aynı zamanda da söz sanatları açısından zorunlu görmektedir. Daha sonra gulüv başlığı altında da şunları söylemektedir: Gulüve iğrâk ve ifrât da denir. Bazıları, Şairin üstünlüğü ancak iğrâk ve gulüv vecihlerini bilmesindedir. şeklinde görüş belirtmektedirler. Ancak ben bunu, hakikate aykırılığından, vacip ve müteâref olandan (olması gerekenden ve mutat olandan) çıkmasından dolayı muhal görmekteyim. Çünkü bu işin erbabı, Sözün en hayırlısı, hakikatlerdir; ya da en azından, hakikatlere yakın ve münasip olanlarıdır. demişlerdir. 49 İbn Reşîk in burada bahsettiği doğruluk kavramı, edebî açıdan olmayıp, daha çok itikadî açıdandır. Benim nazarımda en doğru söz delile dayanan ve Allahu Teâlâ nın kitabından da bu hususta şahidi bulunandır. 50 diyerek bunu açıkça ortaya koymaktadır. Şairin bir takım şartlara uyduğunda nadir olarak iğrâka başvurmasını da kabul edilebilir bulmaktadır: Şair mutlaka iğrâk yapacaksa bunu nadir olarak yapsın; bir kasidede bir beyit gibi olabilir. el-mütenebbi nin yaptığı gibi, bunu adet haline getirmesin. İğrâkın en güzeli de şairin içinde كاد - كا ن لو - لولا gibi kelimeleri kullandığı sözlerdir. Zuheyr in şu beyiti bunun çok hoş bir örneğidir. : ل و كان ي ع ق د ف و ق ال شم س م ن ش ر ف - قوم با حسابهم أومجدهمقعدوا Şerefinden dolayı bir kavim güneşin üstünde oturacak olsaydı, soylarıyla veya şerefleriyle onlar otururlardı. 51 48. İbn Reşîk, II, 55. 49. İbn Reşîk, II, 60. 50. İbn Reşîk, II, 61. 51. ل و كان geçmektedir: İbn Reşîk, II, 64 (Bu beyit Zuheyr in Dîvânında ve Dîvân şerhinde farklı olarak Beyrût, Dîvânu Zuheyr.b Ebî Sulmâ, Daru l-ma rife, ي ق ع د ف و ق ال شم س م ن ك ر م - ق و م لا و ل ه م ي و م ا إذا ق ع د وا,2005/1426.2 Bs.,.s.43 لو كان ي خ ل د أ ق و ام مب ج د ه م - قوم با ول هم أو م ج د ه م ق ع د وا Şerhu Dîvâni Zuheyr, Dâru l-kitâbi l- Arabî, Beyrût, 1424/2004, s. 205.)

254 Metin Parıldı 7. İbn Sinân el-hafâcî (ö.466/1073) İbn Sinân el-hafâcî gulüv hakkında net bir görüş belirtmez, daha çok başkalarının görüşlerini aktarır: İnsanlar gulüvü övme ve yerme hususunda farklı gruplara ayrılmışlardır. Bunlardan bazıları gulüvden yanadırlar ve şiirin en güzeli en yalancı ola- أشعر الناس من استجيد كذبه وضحك من nıdır görüşündedirler. Buna da en-nâbiga nın getirir- Yalanı iyi ve güzel bulunan, kötüsü güldürendir. sözünü delil رديي ه ler ve şiirde Yunanlıların da yolu budur derler. Diğerleri de imkânsızlık derecesine çıkan gulüv ve mübâlağayı iyi karşılamaz, gerçeğe ve doğruluğa وأ خ ف ت أ ه ل ال شر ك ح ت ى إن ه - ل ت خ اف ك Nuvâs ın: yaklaşanı tercih ederler. Dolayısıyla Ebû ku- beytini, gerçeğin dışına çıkaran gulüv ve ifrâttan dolayı ال نط ف ال ت ي ل م ت خ ل ق surlu bulurlar. 52 Kendi görüşüne göre bu tür beyitlerin doğruya daha yakın olması كادiçin ve benzerinin kullanılması gerekir. Ebu Ubâde el-buhturî ve Ebu t-tayyib el-mutenebbî nin aşağıdaki beyitlerinde gulüv olmasına rağmen içlerinde كادgelen kelimesinin bu beyitleri doğruya yaklaştırdığını ifade eder: 53 أ تاك ال رب يع الط ل ق ي خ تال ضاح كا - م ن ال ح س ن حت ى كاد أن ي ت ك ل ما Tatlı bahar güzelliğinden dolayı gülerek kibirli bir halde sana geldi; neredeyse konuşacaktı. 54 ي ط مع الط ي ر فيه م ط ول أك ل ه م - حتى ت كاد على أحي اي ه م ت ق ع (Seyfu d-devle savaşlarda Rumları öldürmeye devam etti) ve kuşlar onların ölülerinin etlerini yemeye öyle alıştı ki neredeyse onlardan canlı olanlara da saldıracaktı. 55 8. İbn Ebi l-isba (ö.654/1256) İbn Ebi l-isba gulüv ve iğrakın birbirine karıştırıldığını belirtmekte ve şunları söylemektedir: Gulüv ile iğrâkı ayırdetmeyenleri ve her ikisini de aynı babta zikredenleri (İbn Reşîk el-kayravânî yi kastetmektedir) gördüm. Bana göre bunların isimleri gibi anlamları da ayrıdır. Ancak iğrâkın aslı yayı sonuna kadar germe dir. Gulüvün aslı ise oku uzağa atmak tır. Atıcı vurmak istediği bir hedef diker, sonra onu vurmak maksadıyla belirli bir uzaklığa kadar gider. Eğer belirli bir hedef gözetmez ve okun 52. İbn Sinân el-hafâcî, Sirru l-fesâha, Dâru l-kutubi l-ilmiyye, Beyrût, 1402/1982, s. 271-272. 53. İbn Sinan el-hafâcî, s. 272. 54. el-buhturî, Dîvân, Matba atu Hindiyye, Mısır, 1329/1911, II, 234. 55. Abdu r-rahmân el-berkûkî, Şerhu Dîvâni l-mutenebbî, Dâru l-kitâbi l- Arabî, Beyrût, 1407/1986, II, 334.

Arap Dilinde Gulüv 255 gidebileceği yere kadar gitmesi maksadıyla atarsa bu oka galve غلوة denir. Gulüv kelimesi de bundan müştaktır. Haktan batıla çıkış da bu ok atışının belirlenen hede- قل يا أهل الكتاب لا ت غ ل وا isimlendirilmiştir. fin dışına çıkmaya benzediği için guluvv olarak (Maide, De ki: Ey Kitap Ehli! Haksız yere dininizde haddi aşmayın! في دين كم غير الحق 5/77) ayetinde olduğu gibi. 56 İbn Ebi l-isba bir çok belâgatçı gibi, bu kullanım tarzının sözü güzelleştirici sanatlardan sayılması için onu gerçeğe yaklaştıran bir takım karinelerin bulunması gerektiğini belirtir. Bunlar ihtimal ifade قدeden, imtina (gerçekte olmayıp zihinde tasavvur edilebilme) ifade لو - لولاeden, yaklaştırma ifade كادeden, teşbih edatı, teşkik edatı ve benzerleri gibi lafzî karinelerdir. 57 İbn Ebi l-isba iğrâk ve gulüvün, Allah ın kitabında ve düzgün dilde daima yukarıdaki karinelerle birlikte kullanıldığını hatırlatır ve böylece iğrâk ve gulüvün imkânsızlık sınırından imkân dairesine girdirdiğini belirtir. 58 Kur an daki bütün mübâlağaların, mümkün كادve gibi bir karineyle gayr-i mümkün olmak üzere iki şekilde geldiğini söyler ve bir karine ile birlikte gelmese de Allah ın ilmine nispetle bunun mümkün olduğunu belirterek, Kur an daki ifadeleri insanların kullandıkları ifadelerden ayrı değerlendirir. 59 Ayrıca gulüv konusunda farklı bir açıdan da değerlendirmede bulunarak şunları söyler: Dinî hususlarda olduğu gibi gulüv, anlam bakımından doğru olabilir. O halde hak ve batıl olmak üzere iki kısımdır. Hak olanı; insanın, dinini derinlemesine araştırması, takvasında ve günahtan sakınmasında aşırılık göstermesidir. Batıl olan gulüv ise Hrıstiyanların İsa (a.s.) hakkında söyledikleridir. Haksız yere dininizde aşırı gitmeyiniz ayeti gulüvün hak olanının da var olduğuna delildir. 60 İbn Ebi l-isba, yukarıdaki ifadeleriyle yerinde yapılan gulüvü kabul etmektedir. Muhelhil.b Rabî a nın فلولا الريح أ س م ع أهل الح ج ر - ص ليل الب ي ض ي ق ر ع بالذكور beytinin de bunun güzel örneklerinden olduğunu belirtmektedir. 61 56. İbn Ebi l-isba, Tahrîru t-tahbîr fî sınâ ati ş-şi r ve n-nesr ve beyâni i câzi l-kur ân, nşr: Hufnî Muhammed Şeref, el-meclisu l-a lâ li ş-şu ûni l-islâmiyye Lecnetu İhyai t-turasi l-islami, Kahire, 1963, s. 323. 57. İbn Ebi l-isba, Tahrîr, s. 323. 58. İbn Ebi l-isba, Tahrîr, s. 321. 59. İbn Ebi l-isba, Bedî u l-kur ân, nşr: Hufnî Muhammed Şeref, Mektebetu Nahdati Mısr, 1957, s. 54. 60. İbn Ebi l-isba, Tahrîr, s. 324. 61. İbn Ebi l-isba, Tahrîr, s. 324.

256 Metin Parıldı 9. İbnu n-nâzım (Bedru d-dîn b. Mâlik) (ö.686/1287) İbnu n-nâzım diye meşhur olan Bedru d-dîn b. Mâlik e göre gulüv, kabul edilebilir (makbul) ve kabul edilemez (merdud) olmak üzere iki çeşittir. Makbul olanı, bir niteliğin nitelenen şeyle hiçbir ilişkisi kalmayacak şekilde, imkân dışı miktarda olma iddiasını taşımamasıdır. Bu da iki kısımdır ve bunlardan kabule en layık olanı onu hakikate yaklaştıracak bir karinesi olandır. İbn Hamdîs in at tasviri yaparken söylediği şu beyti buna örnek olarak verir: ويكاد ي خر ج س رع ة عن ظ ل ه ل و كان ي ر غ ب في ف راق ر فيق Bir yoldaştan ayrılmak isteseydi, hızından dolayı neredeyse gölgesinden ayrılacaktı. 62 Bu hususta en güzel örneğin, ي ك اد ز ي ت ه ا ي ض يء و ل و ل م ت م س س ه ن ار Onun yağı neredeyse ateş dokunmadan ışık verir. (Nur, 24/35) ayeti olduğunu belirtir. İbnu n-nâzım a göre makbul gulüvün diğer kısmı ise, hakikat karinesi taşımayandır. Buna da en-nâbiğa nın ت ق د ال سل وق ي الم ض اع فنسج ه - وت وق د بال ص فاح نار الح ب اح ب beytini örnek verir. 63 İbnu n-nâzım ın kabul edilemez (merdud) dediği gulüvde, bir niteliğin nitelenen şeyle hiçbir ilişkisi kalmayacak şekilde, imkân dışı miktarda olma iddiasını taşıması söz konusudur. en-nemr b. Tevleb in kendisini bir kılıca benzetirken söylediği, أبقى الحوادث والا يام من ن م ر - أس ب اد سيف قديم إثر ه باد تظ ل تح ف ر عنه إن ض ر ب ت به - ب ع د الذراعين وال ساقين والهاد ي beyitleri buna örnek vererek, bu beyitlerde aşırı gulüv olduğu ve kılıcın işi ve özelliği olmayan bir şeyle nitelendirilmeye götürüldüğü şeklinde yorumda bulunur. 64 Ebû Nuvâs ın وأ خ ف ت أ ه ل ال شر ك ح ت ى إن ه - ل ت خ اف ك ال نط ف ال ت ي ل م ت خ ل ق beytinde de aynı durumun söz konusu olduğunu belirtir. 65 10. İbnu l-esîr el-halebî (ö.737/1336) İbnu l-esîr el-halebî, olumlu ya da olumsuz herhangi bir görüş belirtmeden konuyu ele alır. İğrâk, gulüv ve mübâlağayı aynı yerde incelemesine rağmen, bunların birbirinden ayrı şeyler olduğunu söyler: 62. Ebu l- Abbâs Ahmed b. Abdi s-selâm el-curâvî et-tâdilî, el-hamâsetu l-magribiyye, nşr: Mahmûd Ridvân ed-dâye, Dâru l-fikri l-mu âsır, Beyrut, 1991, s. II, 1158. 63. İbnu n-nâzım, Bedru d-dîn b. Mâlik, el-misbâh fi l-me âni ve l-beyân ve l-bedi, nşr: Husni Abdu l- Celîl Yûsuf, Mektebetu l-âdab, Kahire, 1409/1989, s. 226-227. 64. İbnu n-nâzım, s. 229. 65. İbnu n-nâzım, s. 229.

Arap Dilinde Gulüv 257 İğrâk, gulüv ve mübâlağa birbirine yakınlığı dolayısıyla aynı yerde bahsedilen birbirine yakın olan üç isimlendirmedir (terimdir). İğrâk, haddi aşıncaya kadar mübâlağada aşırılıktır. أغرق في النزع Yayı sonuna kadar gerdi sözünden alınmıştır. İğrâka örnek şairin, ص ب ب نا ع ل ي هاظا لمين س ياط نا - ف طار ت ب ها أ ي د س راع و أ ر ج ل Atın üzerine kırbaçlarımızı zalimce yağdırdık ve hızlı eller, bacaklar onu uçurdu. 66 beytidir. ظالمينBeyitteki sözü iğrâktır. Yani, koşmada son haddine varmıştır. غلا في الرمي fazlalıktır. Dolayısıyla, ona zulmen vurmuştur. Gulüv ise, haddi aşmadaki sözünden alınmıştır. Bu söz belirli bir mesafeyi hedef alarak ok atıp da bu belirlediği hedefin ötesine düştüğü zaman söylenir. يا أهل الكتاب لا تغلو في دينكم Size farz kılınan hususunda haddi aşmayın! 67 Yine, ت ظ ل ت ح ف ر عنهإ ن ضر ب ت به - ب ع د ال ذر اع ي ن وال ساق ي ن والهاد ي beyti de bunun örneklerindendir. 68 11. el-kazvînî (ö.739/1338) el-kazvînî, mânâ sanatlarından biri olan mübâlağadan 69 bahsederken gulüv konusunu da ele almaktadır. Bu sanatın tebliğ, iğrâk ve gulüvü içine aldığını söyler ve şöyle devam eder: Niteliğin şiddeti ya da noksanlığı hususundaki iddia haddi zâtında mümkün olur veya olmaz; ikincisi gulüvdür. Yine birincisi âdeten mümkün olur veya olmaz; birincisi tebliğ, ikincisi iğrâktır. Teblîğ, İmru u l-kays ın şu beyitindeki gibidir: ف ع اد ى ع د اء ب ي ن ث و ر و ن ع ج ة - د ر اكا ف ل م ي ن ض ح بم اء ف ي غ س ل Atım erkek ve dişi yaban öküzlerine bir hamlede yetişti fakat vücudu ıslanacak kadar terlemedi. 70 Koşuda bu atın yabani sığır ve öküze yetiştiğini ve terlemediğini söylüyor. Bu aklen ve âdeten imkân dışı değildir. el-mütenebbi nin şu beyiti de bunun örneklerindendir: و أ ص ر ع أ ي ال و ح ش ق في ت ه ب ه - و أ ن ز ل ع ن ه م ث ل ه ح ين أ ر ك ب Hangi vahşi bir hayvan olursa olsun, atımla onu kovaladığımda ona yetişir, yakalayıp öldürürüm. Sonra üzerinden indiğimde aynı bindiğim zamanki halinde 66. Abdullah b. el-mu tezz, Dîvân, Matba atu l-ikbâl, Beyrût, 1332, s. 59; Abdullah b. el-mu tezz, Dîvân, Dâru Sâdir, Beyrût, ts., s. 364. 67. Maide, 5/77. 68. İbnu l-esîr el-halebî, Cevheru l-kenz, nşr: Muhammed Zağlûl Sellâm, Munşeetu l-me ârif, İskenderiye, ts. s. 135. 69. Makbul mübâlağa şeklinde belirtmiş. 70. İmru u l-kays, Dîvân, nşr: Muhammed Ebu l-fadl İbrâhîm, Dâru l-me ârif, Kahire, 1990, s. 22.

258 Metin Parıldı olur (koşmaktan hiç etkilenmemiş, yorulmamıştır). 71 Amr b. el-eyhem et-taglibî nin, و ن ك ر م ج ار ن ا م ا د ام ف ين ا - ون ت ب ع ه ال ك ر ام ة ح ي ث مالا beytini de iğrâka örnek olarak verdikten sonra şu değerlendirmede bulunur: Komşusu kendisinden uzaklaşıp başka bir yere gittiği zaman, ikramı arkasından götürdüğünü iddia etmektedir. Bu durum, aklen mümkün olsa da âdeten mümkün değildir. Her iki şekildeki mübâlağa makbuldur. 72 Ebû Nuvâs ın وأ خ ف ت أ ه ل ال شر ك ح ت ى إن ه - ل ت خ اف ك ال نط ف ال ت ي ل م ت خ ل ق beytini gulüve örnek verdikten sonra makbul olan gulüv çeşitlerini sıralamaya geçer. 73 el-kazvînî ye göre makbul olan gulüvün birincisi; يكاد gibi doğruluğa yaklaştıracak bir lafızla beraber kullanılanıdır. ي ك اد ز ي ت ه ا ي ض يء و ل و ل م ت م س س ه ن ار Onun yağı neredeyse ateş dokunmadan ışık verir. (Nur, 35.) ayetini ve İbn Hamdîs in atı tasvir ederken söylediği ( ي خر ج س رع ة عن ظ ل ه ل و كان ي ر غ ب في ف راق ر فيق (ويكاد beyti buna örnek olarak olarak verir. İkincisi, Mütenebbi nin ع ق د ت س ناب ك ها ع ل ي ها ع ث ي را - لو ت بت غي ع ن قا ع ل ي ه لا م ك ن ا Atın toynakları, (toynakların) üzerinde öyle çok toz topladı ki, bu at onun üzerinde koşmak isteseydi koşabilirdi. 74 beytinde olduğu gibi güzel bir tahyîl içerenidir. Makbul olan gulüvün üçüncüsü ise, mizah ve latife amaçlı olanıdır. Buna da şu beyit örnek verilir: 75 أ س ك ر بالا م س إ ن ع ز م ت ع ل ى ال شر - ب غ دا إ ن ذ ا م ن ال ع ج ب Yarın içmeye niyetlendiğimde, dün sarhoş oluyorum. Bu gerçekten garip bir şey. 76 12. Yahyâ B. Hamza el- Alevî (ö.745/1344) Yahyâ b. Hamza b. Ali b. İbrâhim el-huseynî el- Alevî el-yemenî anlam bakımından fesahatla ilgili olan bedi çeşitlerinden on beşincisi olarak mübâlağayı vermekte ve gulüvü de bu başlık altında ele almaktadır: 71. el-berkûkî, Şerhu Dîvâni l-mutenebbî, II, 303. 72. el-kazvînî, el-idâh, s. 340-341; el-kazvînî, et-telhîs, s. 370. 73. el-kazvînî, el-idâh, s.341. 74. el-berkûkî, Şerhu Dîvâni l-mutenebbî, IV, 336. 75. el-kazvînî, el-idâh, s. 341. 76. İbn Hicce el-hamevî, Takiyyu d-dîn Ebû Bekr, Hizânetu l-edeb ve gâyetu l-ereb, nşr: İsâm Şaîtû, Mektebetu l-hilâl, Beyrut, 1987, II, 17.

Arap Dilinde Gulüv 259 Mübâlağa beyan terimi olarak, bir şeye, diğerlerine nazaran fazlalık kasdederek bir nitelik vermektir; bu nitelik verme işi, imkân (gerçekleşmede mümkünlük), teazzür (gerçekleşmenin çok zor olması) veya istihâle (gerçekleşmenin imkânsız olması) şeklinde olabilir. (Yukarıdaki tarifte) bir şeye bir nitelik vermek sözü geneldir ve bunun kapsamına içinde mübâlağa olan da olmayan da girer. Diğerlerine nazaran fazlalık kasdederek sözüne gelince, böyle olmayan bunun kapsamından çıkar. Çünkü mübâlağanın hakikati fazlalıktır, imkânsızlık değil. Bir nitelik sözü de geneldir ve bununla medih, zem, hamd, şükr ve içinde fazlalık imkânı olan diğer nitelikler kasdedilir. İmkan, teazzür ve istihale şeklinde sözü ise mübâlağa çeşitlerini içerir. Gerçekleşmesi mümkün olursa veya mümkün olmakla birlikte müteazzir (gerçekleşmesi çok zor) olursa veya gerçekleşmesi imkânsız olursa da buna mübâlağa denir. Bunların hepsi mübâlağa içindeki sınırlardır. 77 el- Alevî, yukarıdaki hususlar kavrandıktan sonra mübâlağa meselesini ele almak gerektiğini belirtmekte sonra da beyan alimlerini mübâlağaya yaklaşımları açısından üçe ayırmaktadır. Birinci grubun mübâlağayı söz sanatlarından saymadıklarını belirtir ve bunların düşüncelerini özetle şöyle verir: Sözün en hayırlısı gerçeğe dayanan, ifrât ve tefritten uzak doğruluk yöntemi üzerine söylenendir. Halbuki mübâlağa ifrat ve tefritten uzak değildir. Nitekim, müteahhirinin şiirlerinde mübâlağanın iğrâk ve gulüv şeklinde bir çeşidi bulunmaktadır ki, alışılmış üslupları kullanmaktan aciz olanların, beceriksizliğini örtmek için başvurduğu bir yoldur. 78 İkinci görüşün bunun tam tersine olduğunu, bu görüşte olanların mübâlağayı, fesahatın en kıymetli hedeflerinden, yaratıcılığın en etkin unsurlarından saydıklarını belirtir. Bunlara göre şiirde güzel söyleyişlerin mübâlağa vasıtasıyla ortaya çıktığını söyler ve dayanaklarını da şu şekilde özetler: Şiirin en iyisi en yalancı olanıdır, en iyi söz içinde mübâlağa olandır. Dolayısıyla, içinde mübâlağa olmayan söz zayıf ve değeri düşüktür. 79 Üçüncü görüşün orta yol olduğunu söyler ve bu görüşü de şöyle özetler: Mübâlağa söz sanatlarındandır. Ancak mutedil ve doğrulukla beraber olması gerekir. Ne kadar itidal ve doğruluk üzere olursa o kadar güzel olur; ne kadar gulüv ve iğrâk üzere olursa o kadar da mezmum olur. 80 el- Alevî, bu konudaki üç görüşü de özetledikten sonra kendi görüşünü ortaya koyar ve mübâlağayı ayıplayanların hata ettiğini, elimizin tersiyle itilmesi ve inkar edilmesi mümkün olmayacak büyük bir değer olduğunu söyler. Bu görüşünü mübâlağa, 77. el- Alevî, III, 116-117. 78. el- Alevî, III, 117-118. 79. el- Alevî, III, 118. 80. el- Alevî, III, 118-119.

260 Metin Parıldı ilm-i beyanın en üst mertebelerinde yer almamış olsaydı Kur an ın bir çok yerinde gelmezdi diyerek delillendirir. Mübâlağayı mutlak olarak ayıplayanların hata ettiği gibi mutlak olarak güzel bulanların da kesinlikle isabetli olmadığını söyler. Sınırı aşan, içinde iğrâk ve gulüvün öne çıktığı mübâlağanın bulunduğunu, bunun hoş karşılanamayacağını ifade eder. Bazılarının bu hususta aşırı gittiklerini ve sınırı aştıklarını, sonuç olarak da dedikleri şeyin, uzaktan yakından tasavvur edilemez hâle geldiğini belirtir ve Her şeyin en hayırlısı aşırılıktan uzak olanıdır; sözün de ifrât ve tefritten uzak olup, doğruluk üzerine dayananı tartışmasız güzeldir. der. 81 el- Alevî, Hassân b. Sâbit in mübâlağayı ihlâl etmesinden dolayı kusurlu bulunan beyitlerine de atıfta bulunduktan 82 sonra mübâlağayı incelemeye geçer: Mübâlağa, gerçekte niteliğin şiddetinin aklın kabul edeceği ölçünün üzerine ulaşması iddiasına dayanır. Bu miktar haddi zatında mümkün olur veya olmaz; mümkün olan dış dünyada gerçekleşir veya gerçekleşmez. Buna göre, niteliğin gerçekte olmasa da âdeten vâki olabilecek miktarda olma iddiası mübâlağa olarak isimlendirilir. Niteliğin, gerçekleşmesinin çok zor miktarda olması iddiası iğrâk; niteliğin gerçekleşmesinin mümkün olmayacak miktarda olması iddiası da gulüv olarak isimlendirilir. 83 el- Alevî nin yukarıda üçe ayırdığı mübâlağanın birincisi, aklın uzak gördüğü fakat gerçekleşen mübâlağadır. و اخ ف ض ل ه م ا ج ن اح ال ذ ل م ن ال رح م ة Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger. (İsra, 17/24) ayetini buna örnek verir ve bu ayetteki ifadenin yerine doğrudan doğruya, anne ve babana karşı mütevazi ol denseydi, bu durumda belâğattan soyundurulmuş, belâğatın güzelliğinden mahrum bırakılmış olurdu, yorumunu yapar. 84 el- Alevî ye göre bu şekildeki ifadelerin hepsi iğrâk ve gulüvden uzak olan, hoş karşılanan mübâlağaya delâlet eder. 85 İkincisi; gerçekleşmesi imkân dahilinde olan fakat âdeten gerçekleşmesi mümkün olmayandır. Buna iğrâk denir ve iki kısma ayrılır. Bu iki kısımdan en güzeli, akla en yatkın olanı, كاد, لو, لولا كا ن edatlarıyla birlikte kullanılanıdır. Bu edatlarla birlikte kullanıldığı zaman güzelliği artar, hayranlık uyandırır. İmru u l-kays ın, م ن القاص رات الط ر ف لو د ب م ح و ل - م ن ال نمل فوق الا ت ب م ن ها لا ث را beyti ve el-mütenebbî nin ك ف ى ب ج س م ي ن ح ولا أ ن ن ي ر ج ل - ل و لا م خ اط ب ت ي إ ي اك ل م ت ر ن ي 81. el- Alevî, III, 119-120. 82. el- Alevî, III, 120-121. 83. el- Alevî, III, 125. 84. el- Alevî, III, 125-126. 85. el- Alevî, III, 127.

Arap Dilinde Gulüv 261 beyti bunun örneklerindendir. 86 Üçüncüsü; gerçekleşmesi imkânsız (mümteni) olandır ve buna da gulüv denir. el- Alevî, iyi şairlerin, gulüvü medihlerinde ve hicivlerinde yok denecek kadar az kullandıklarını söyler. Gulüvü iki kısma ayırır; bunlardan birincisinin, imkân dairesine yaklaştıracak bir karineyle beraber kullanılan olduğunu belirtir ve İbn Hamdîs in ويكاد ي خر ج س رع ة عن ظ ل ه ل و كان ي ر غ ب في ف راق ر فيق beyti ile Muhelhil in, فلولا ال ريح أ س م ع أهل الح ج ر - ص ليل الب ي ض ي ق ر ع بال ذكور beytini ve ي ك اد ز ي ت ه ا ي ض يء و ل و ل م ت م س س ه ن ار ayetini örnek olarak verir. Bu türde söylenenlerin en güzelinin ise, en-nâbiga nın, ت ق د ال سل وق ي الم ض اع ف نسج ه - وت وق د بال ص فاح نار الح ب اح ب beyti olduğunu söyler. Gulüvün ikinci kısmının ise, kabul edilmesini kolaylaştıracak bir karinesi bulunmayan olduğunu ve bu çeşidinin hoş karşılanmadığını belirtir. en-nemir b. Tevleb in, beyti ile el-mütenebbî nin, ي كاد ي ح ف ر عنه إن ض ر ب ت به - ب ع د الذراعين وال ساقين والهاد ي أو كان صاد ف ر أ س عاز ر س يف ه - في يو م م عر ك ة لا ع يا ع يس ى Kılıcı savaşta Âzer in 87 başına isabet etseydi, Îsâ (a.s) onu diriltmekten aciz kalırdı 88 beytini örnek gösterir. 13. Hâzim el-kartâcennî (ö.684/1285) Ebu l-hasen Hâzim el-kartâcennî, bu konuya farklı bir yaklaşımda bulunmakta, doğru ve yalan hükümlerinin şiir alanına uygulanamayacağını belirtmektedir. Mantık ve felsefe öğrenimi görmüş bir şair olarak her iki alanı da bilen el-kartâcennî, şiirde doğru ve yalan ifadeler konusuna girmenin uygun olmadığı, bunun mantık sanatına dalmak olduğunu ifade etmektedir. Aristoteles, Arap şiirindeki hikem, emsal, lafız ve mana açısından söz sanatlarındaki yaratıcılık örnekleri gibi çok görülen şeyleri Yunan şiirinde görseydi, şiir sanatının kuralları hakkında söylediklerine ilavede bulunurdu. 89 diyen el-kartâcennî, birbirinden farklı alanlara aynı kuralları uygulamanın cehalet 86. el- Alevî, III, 127. 87. Îsâ (a.s) ın arkadaşlarından biri olduğu ve öldükten sonra kabrinde dua edip dirilttiği rivayet edilmektedir. (İbnu l-esîr, el-kâmil fi t-târîh, nşr. Abdullâh el-kâdî, Dâru l-kutubi l- İlmiyye, Beyrût, 1415, I, 242.) 88. Abdu r-rahmân el-berkûkî, Şerhu Divani l-mutenebbî, Dâru l-kitâbi l- Arabî, Beyrût, 1407/1986, II, 307. 89. Ebu l-hasen Hâzim el-kartâcennî, Minhâcu l-bulegâ ve sirâcu l-udebâ ; nşr: Muhammed b. Habîb İbnu l-hûca, Beyrût, Dâru l-garbi l- Arabî,1996, s. 69.

262 Metin Parıldı olduğunu, bir sanatın kanunlarını başka bir sanatta aramanın mümkün olamayacağını, her şeyin kendi madeninde ve kaynağında aranması gerektiğini belirtmektedir. 90 Sonuç Gulüv ya da daha kapsamlı bir ifadeyle aşırı mübâlağa, erken dönemlerden itibaren belâğatın en tartışmalı konularından biri olmuştur. Genellikle karşı çıkanlar ve taraftar olanlar şeklinde yapılan ayırım, belağatçıların görüşlerine müracaat edildiğinde yetersiz kalmaktadır. Gulüvden ne anladıklarına bakıldığında ayrışma daha da fazlalaşmaktadır. Buna göre belli başlı beş görüş ortaya çıkmaktadır: Kesinlikle mübâlağanın her çeşidine karşı çıkanlar; sadece tebliğ sınırları içindeki mübâlağayı kabul edip iğrâk ve gulüvü kabul etmeyenler; tebliğ ve gerçeğe yaklaştıran bir karinesi olan iğrâkı kabul edip bunun dışındaki iğrâk ve gulüvü kabul etmeyenler; tebliğ ve genel olarak iğrâkı kabul edip gulüvü kabul etmeyenler; tebliğ, iğrâk ve gulüv olarak bütün mübâlağa çeşitlerini kabul edenler. En başta da belirtildiği gibi gulüvün sınırları hususunda da tam bir netlik görülememiştir. Sözgelimi İbnu n-nâzım ın aşırı gulüv dediği, Ebû Nuvâs un Müşrikleri öyle korkuttun ki, henüz yaratılmamış olan nutfeleri bile senden korkarlar. beyiti, İbn Tabâtabâ tarafından bir çok anlamı içinde bulunduran hoş beyitler olarak nitelendirilen, iğrâk kapsamında verdiği örnekler arasında yer almaktadır. Yine aynı beyiti şiir sanatı açısından değerli bulan Kudâme, Ebû Nuvâs a ait Ey Allah ın güvenilir kişisi! Ebedi yaşa, zaman durdukça dur! beytini mantıksız bularak gulüv sınırları içinde değerlendirmez ve kabul etmez. Başka bir yerde iğrâk örneği olarak verilen beyitler, İbn Ebi l-isba tarafından kesinlikle iğrâk olmadığı, mübâlağa olduğu şeklinde değerlendirilir. 91 Gulüv hakkında olumlu ya da olumsuz yönden değerlendirmelere gelince, bunlarda da ortak kriterlere baş vurulmamıştır. Karşı olanlar, ahlâki ve itikadi yönden yaklaşarak, gerçek dışı ve yalan olmasından dolayı kabul etmemişlerdir. Zındıklık ve ahlâksızlığıyla tanınan ediplerin şiirlerinde İslam inanç ve ahlâkıyla, Arap örf ve adetleriyle abartılı ifadelerle alay etmeleri de gulüv hakkındaki bu olumsuz bakış açısında etkili olmuştur. Gulüvün lehinde görüş belirtenler ise şiir sanatı açısından konuya yaklaşmışlardır. Bu görüştekilere göre, şiirde esas olan estetiktir. Günümüzdeki edebiyat eleştirmenlerinin de belirttiği gibi, şiir dili konuşma dilinden farklıdır 92 ve dolayısıyla, şiirde mantık kuralları aranamaz. Ahenk ve ölçü yanında şiirin en temel unsuru hayal(imge)dir. 93 90. el-kartâcennî, s. 103. 91. İbn Ebi l-isba, Tahrîr, s. 321. 92. Muhammed Zaglûl Sellâm, Tarihu n-nakdi l-edebî ve l-belâga, s. 59 93. Muhammed İhsân en-nass, Eseru ş-şu ara ve n-nukkâdi l-garbiyyîn fî şu arâinâ ve nukkâdinâ fî tahlîli n-nassi ş-şi rî, Mecelletu l-mecma i l-lugati l- Arabîyye, Kahire, 2002, XCV, 177.

Arap Dilinde Gulüv 263 Şair el-buhturî, şiiri mantığın kıskacına sokma çabalarına isyan ederek, bu durumu şu beyitlerle protesto eder: ك ل ف ت م ونا ح دود م ن ط ق ك م - في الش عر ي ل غ ي عن ص دق ه ك ذ ب ه و ل م ي ك ن ذو الق روح ي له ج ب ال - م نط ق ما ن وع ه و ما س ب ب ه و الش عر ل مح ت كفيإ شار ت ه - و ل يس ب اله ذ ر ط ول ت خ ط ب ه Mantığınızın sınırlarıyla bizi yükümlü kıldınız; halbuki şiirin yalanı doğrusunu iptal eder. İmru u l-kays, çeşidi ve sebebi ne olursa olsun, mantıkla söz söylemezdi. Şiir bir anlık bakıştır, işareti yeter; boş sözlerle hitabı uzatılmaz. 94 İnsan hayalinin sınır tanımaz özelliği şairin yaratıcılığıyla bir araya geldiğinde, İlyada, Odysseia, Şehnâme gibi yüzyıllar boyu insanların elinden ve dilinden düşmeyen şaheserler ortaya çıktığı da bir gerçektir. Bu gerçeği Abdu l-kâhir el-cürcânî şu sözleriyle vurgulamaktadır: En iyi şiir en doğru olanıdır diyen, yuları sıkılmış aciz hayvan gibidir, dilediği gibi hareket edemez, eli ayağı ve gücü yetersiz kalır. Dahası, dinleyenlere bilinen anlamları, meşhur şekilleri sunar. Bu sunduklarında değerli bir takım kurallara uysa da bunlar, artması ve çoğalması beklenmeyen, sayısı belli saklanmış cevherler; gelişmeyen ve artmayan donuk şeyler; kısır güzel kadın ve meyve vermeyen güzel görüntülü ağaç gibidirler. 95 94. el-buhturî, Dîvân, Matba atu Hindiyye, Mısır, 1329/1911, I, 38. 95. Ebu Bekr Abdu l-kâhir b. Abdu r-rahman b. Muhammed el-curcânî, Esrâru l-belâğa, nşr: Mahmûd Muhammed Şâkir, Matba atu l-medenî, Kahire, 1991, s. 272-273.