MAKSİM GORKİ BENİM ÜNİVERSİTELERİM

Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

DESTANLAR VE MASALLAR. Samed Behrengi KÜÇÜK KARA BALIK. Masal. Çeviren: Haşim Hüsrevşahi resimleyen: Mehmet Sönmez

küçük İskender THE GOD JR

UFACIK TEFECİK KURBAĞACIK

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Cem Akaş BUMBA İLE BİBU. Resimleyen: Reha Barış

MATBAACILIK OYUNCAĞI

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Betül Tarıman. Öykü GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ. 2. basım. Resimleyen: Uğur Altun

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Şiir BEZ BEBEKLE KUKLASI. 2. basım. Resimleyen: Burcu Yılmaz

KÜÇÜK UYKULAR BAHÇESİ

ŞİMDİKİ ÇOCUKLAR HÂLÂ HARİKA

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Öykü KURABİYE EV. Resimleyen: Burcu Yılmaz

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Süleyman Bulut. Bilmece ŞİPŞAK BİLMECELER DEYİM VE ATASÖZLERİ. 2. basım. Resimleyen: Ferit Avcı

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Süleyman Bulut. Öykü ORMANDAKİ DEV. 4. basım. Resimleyen: Reha Barış

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

BÖCEK ORKESTRASININ MUHTEŞEM SINIFI

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Süleyman Bulut GÜNAYDIN! GÜNAYDIN! Resimleyen: Burcu Yılmaz

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Cihan Demirci. Şiir ŞİİR KÜÇÜĞÜN. 2. basım. Resimleyen: Cihan Demirci

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

WOLFGANG BORCHERT Fener, Gece ve Yıldızlar. ve Ölümünden Sonra Yayımlananlar

MAVİ KUŞU GÖREN VAR MI?

ANOREKTAL MALFORMASYON DERNEĞİ

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

ECE TEMELKURAN İÇ KİTABI

Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangisi kanıtlanabilirlik açısından farklıdır?

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

KIRMIZI KANATLI KARTAL

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Tanşıl Kılıç. Roman ŞEKERLİ SİNEK. 12. basım. Resimleyen: Vaqar Aqaei

Tanşıl Kılıç ŞEKERLİ SİNEK. Resimleyen: Vaghar Aghaei

* Balede, ayak parmakları ucunda dans etmek. [Ç.N.] ** Balede, ayaklarını birbirine vurarak zıplamak; antrşa şeklinde okunur. [Ç.N.

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Sevda Üzerine Mektup

Babamın Sihirli Küresi AYTÜL AKAL

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı,

Rukia Nantale Benjamin Mitchley Nahide Büşra Ertekin Turkish Level 5

Arda Alyanak Daniela Palumbo Filiz Özdem Carla Manea

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Delal Arya HEYECANLI KİTAPLAR. Serüven. Resimleyen: Mert Tugen YEDİ DENİZLERDE 2. 2 Basım İSKELET SAHİLİ NDEKİ SIR

ÇAĞDAŞ DÜNYA EDEBİYATI. Goscinny / Sempé. Öykü PITIRCIK KÜÇÜK PITIRCIK. Çeviren: Vivet Kanetti. 29. basım

CEM AKAŞ SİNCAPLI GECE EKSİLTMELİ ROMAN

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

İletişim Yayınları 2472 Çağdaş Türkçe Edebiyat 426 ISBN-13: İletişim Yayıncılık A. Ş. 1. BASKI 2017, İstanbul

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Koray Avcı Çakman. Öykü FLAMİNGO GÜNLÜĞÜ. 1. basım. Resimleyen: Reha Barış

ŞEBNEM İŞİGÜZEL Eski Dostum Kertenkele

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Abbas Ünal. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

BARBAROS ALTUĞ. biz burada iyiyiz

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

ZİYA OSMAN SABA CÜMLEMİZ BÜTÜN ŞİİRLERİ

SİNE ERGÜN BAŞTANKARA

5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Süleyman Bulut. Öykü ASLAN KRAL KORK. Resimleyen: Sedat Girgin

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Mayıs 2010 DİKKAT

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

Bu kitabın sahibi:...

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

.com. Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN

Deneyler ve Hayaletler

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

KURALLI VE DEVRİK CÜMLELER. --KURALLI CÜMLE: İş, hareket, oluş bildiren sözcükler cümlenin sonunda yer alıyorsa denir.

Delal Arya HEYECANLI KİTAPLAR. Serüven. Resimleyen: Sedat Girgin PERA GÜNLÜKLERİ. 5 Basım SIRLAR OTELİ. 2. Kitap

EDEBİYATIN İZİ 86. İZMİR ENTERNESYONAL FUARI NA DÜŞTÜ

UĞURBÖCEĞİ NİN MUTLULUK HAPLARI

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

R E H B E R L Đ K B Ü L T E N Đ - 3

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

1. SINIF TÜRKÇE. Copyright YAZAR Ahmet KÜÇÜKAYDIN Hacer KÜÇÜKAYDIN. KAPAK TASARIMI Resul KÖSE. DİZGİ - SAYFA TASARIMI Resul KÖSE

yuvarlak masa yeşil erik üç kalem ihtiyar adam

Edwina Howard. Çeviri Elif Dinçer

İnsan Okur. Resimleyen: Reha Barış MERAKLI KİTAPLAR

olduğunu fark etti. Takdir ettiği öğretmenleri gibi hatta onlardan bile iyi bir öğretmen olacaktı.

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Cümlede Anlam TEST 39. 1) Bu güzellikleri görmek için Uzungöl e gün doğarken gelmelisin. Bu cümlede aşağıdaki sorulardan hangisi nin cevabı yoktur?

TEST. 7. Dişer ne zaman fırçalanmalıdır? A. Yemeklerden sonra B. Okuldan gelince C. Evden çıkmadan önce

Eğitim Öğretim Yılı OKUL ÖNCESİ ŞEKERLİK EĞİTİM SETİ YARIM GÜNLÜK PLAN ÇİZELGESİ

Taşdelen Anaokulu MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI OKUL ÖNCESİ AYLIK EĞİTİM PLANI kelolan anaokulu

SÜPER ÇOCUKLAR-3 KOKU DELİSİ

Mutlu Haftalar! Mutlu Ramazanlar! ilkokul1.com

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

VERİMLİ DERS ÇALIŞMA YOLLARI DAHA İYİ OLABİLMEK BAŞARMA DUYGUSUNU YAŞAMAK KENDİN OLABİLMEK BASKIYI TAKDİRE ÇEVİREBİLMEK KIYASLANMAYI ENGELLEMEK İÇİN

M. Sinan Adalı. Eski zamanlarda yaşamış peygamberlerin ve ümmetlerinin başlarından geçen ibretli öyküler, hikmetli meseller

Zengin Adam, Fakir Adam

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

MİRKET NİNELER. Parti Veriyor

Transkript:

1

2

MAKSİM GORKİ BENİM ÜNİVERSİTELERİM 3

Moy universiteti, Maksim Gorki 2014, Can Sanat Yayınları Ltd. Şti. Tüm hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. 1. basım: Haziran 2014, İstanbul Bu kitabın 1. baskısı 3 000 adet yapılmıştır. Yayına hazırlayan: Sabri Gürses Ka pak ta sarımı: Utku Lomlu / Lom Tasarım (www.lom.com.tr) Ka pak baskı: Azra Matbaası Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi D Blok 3. Kat No: 3-2 Topkapı-Zeytinburnu, İstanbul Sertifika No: 27857 İç baskı ve cilt: Özal Matbaası Davutpaşa Cad. Emintaş Kâzım Dinçol San. Sit. No: 81/39, Topkapı, İstanbul Sertifika No: 26699 ISBN 978-975-07-2197-7 CAN SANAT YAYINLARI YA PIM VE DA ĞI TIM TİCA RET VE SA NAYİ LTD. ŞTİ. Hay ri ye Cad de si No: 2, 34430 Ga la ta sa ray, İstan bul Te le fon: (0212) 252 56 75 / 252 59 88 / 252 59 89 Faks: (0212) 252 72 33 w w w. c a n y a y i n l a r i. c o m y a y i n e v i @ c a n y a y i n l a r i. c o m Sertifika No: 10758 4

MAKSİM GORKİ BENİM ÜNİVERSİTELERİM ROMAN Rusça aslından çeviren Ergin Altay 5

Maksim Gorki nin Can Yayınları ndaki diğer kitapları: Yaşanmış Hikâyeler, 1987 Çocukluğum, 2013 İnsanlar Arasında, 2014 Mujik, 2014 6

MAKSİM GORKİ, 1868 de Rusya da doğdu. Babasını 5 yaşında kaybet ti, annesinin yeniden evlenmesi üzerine büyükbabasının yanına gönderildi. Ancak birkaç ay okula gidebildi; sekiz yaşından itibaren çeşitli işlerde çok ağır koşullarda çalışmaya başladı. Böylece Rus işçi sınıfının yaşamını çok yakından tanıdı. Gerçek adı olan Aleksey Maksimoviç Peşkov yerine Rusçada acı anlamına gelen Gorki soyadını aldı. İlk öyküsü Makar Çudra (1892) Tiflis te çalıştığı dönemde yayımlandı. Dergilerde yayımlanan ilk öykülerinin ardından, en iyi öykülerinden sayılan Yirmi Altı Adam ve Bir Kız la (1899) birlikte ünü hızla yayıldı. İlk romanı Foma yı (1899), Üçler (1900) izledi. Ana (1906) adlı romanını Rus devrimci hareketine adadı. 1902 de Ayaktakımı Arasında adlı ünlü oyununu yazdı. Fırtına Kuşunun Türküsü adlı şiiri, hem yayımlandığı derginin ( Jizn) kapatılmasına hem de yazarın tutuklanmasına neden oldu; ancak dış ülkelerden gelen protestoların da etkisiyle Gorki salıverildi. 1905 Devrimi nde önemli bir rol oynayan Gorki, 1906 da önce ABD ye gitti, ardından İtalya da yedi yıl siyasi sürgün olarak yaşadı. 1913 te ülkesine döndü, Rusya nın Birinci Dünya Savaşı na girmesine ve 1917 de Bolşeviklerin iktidara gelmesine karşı çıktı. Ancak 1919 dan sonra Lenin hükümetiyle işbirliği içine girdi. 1913-1923 yılları arasında başyapıtı sayılan Çocukluğum, İnsanlar Arasında ve Benim Üniversitelerim den oluşan otobiyografik üçlemesini yayımladı. Devrim sonrası yaşadığı düş kırıklıklarından ötürü 1921-1928 yılları arasında İtalya da kaldıktan sonra Stalin döneminde Sovyetler Birliği ne döndü. 1934 te kurulan Sovyet Yazarlar Birliği nin ilk 7

başkanı oldu. Toplumcu gerçekçilik olarak adlandırılan edebiyat yaklaşımının ortaya atılmasına katkıda bulundu. Son dönem yapıtlarının hemen hepsinde devrim öncesi yılları ele aldı. 1936 da kuşkulu bir ölümle Moskova da hayata veda etti. ERGİN ALTAY, 1937 Edirne de doğdu. İlk ve ortaokulu değişik şehirlerde okudu. 1953 te Kuleli Askeri Lisesi ne girdi. 1956 da Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Rus Dili ve Edebiyatı Bö- lü mü nden mezun oldu. Rusça öğretmenliği yaptı. İlk çevirisi, A kb ab a dergisinde yayımlanan bir Mihail Zoşçenko öyküsüdür. Altay, Rus edebiyatının dünyaca ünlü pek çok klasiğini dilimize kazandırdı. Bunların arasında Puşkin den Yüzbaşının Kızı, Gogol den Ölü Canlar, Tolstoy dan Diriliş, Dostoyevski den Suç ve Ceza ile Karamazov Kardeşler gibi unutulmaz başyapıtlar sayılabilir. 8

Ve işte, sonunda, öğrenim için Kazan Üniversitesi ne gidiyorum. Üniversite fikrini bana gözleri kadın gözleri gibi yumuşak, yakışıklı, sevimli bir genç, N. Yevreinov vermişti. Yevreinov benim oturduğum evin tavan arası odasında kalıyordu. Sık sık elimde kitapla görüyordu beni, ilgisini çekmişti bu, tanışmıştık; kısa bir süre sonra da Yevreinov bana bilime karşı olağanüstü bir yeteneğimin olduğunu söylemeye başlamıştı. Uzun saçlarını, yele gibi başını, pek güzel sallayarak şöyle diyordu: Doğa sizi bilime hizmet etmeniz için yaratmış. Ada tavşanı rolünde bilime hizmet etmenin mümkün olabileceğini o zamanlar henüz bilmiyordum ama Yevreinov bunu bana pek güzel anlatıyordu: Üniversitelerin özellikle benim gibi gençlere ihtiyacı olduğunu söylüyordu. Anlaşılan, Mihail Lomonosov un 1 ruhu huzursuz olmuştu. Yevreinov, Kazan da onun evinde kalacağımı, sonbaharda ve kışın liseye gideceğim, birtakım sınavlara gireceğimi tam böyle, birtakım diyordu üni- 1. Mihail Vasilyeviç Lomonosov (1711-1765): Rus bilimadamı, şair, dilbilimci. (Ç.N.) 9

versitede bana burs vereceklerini, beş yıl sonra da bir bilimadamı olacağımı söylüyordu. Ona göre her şey son derece kolaydı çünkü on dokuz yaşındaydı Yevreinov ve son derece iyi yürekliydi. Sınavlarını verdikten sonra gitmişti, iki hafta sonra da arkasından Kazan a ben gitmiştim. Beni yolcu ederken büyükannem şöyle diyordu: İnsanlarla iyi geçin; çünkü her şeye hemen kızıyorsun, çok sert, kibirli bir çocuk oldun! Bu huyunu dedenden mi aldın, bilmem... Huysuz ihtiyar yaşadı, yaşadı, sonunda bir aptal olup çıktı. Yalnız bir şeyi hiç unutma: İnsanları suçlayan Tanrı değildir, şeytan çok sever bunu! Hadi, yolun açık olsun... Güneşten esmerleşmiş cılız yanaklarından gözyaşlarını silerken, Bir daha görüşmeyiz belki, dedi, biliyor musun, yaramaz çocuk, yakında ölürüm ben... Son zamanlarda bu sevimli yaşlı kadına pek uzak duruyordum, hatta çok seyrek görüyordum onu ve o anda birden, bana öylesine yakın, öylesine yürekten bağlı bu insanı bir daha göremeyeceğimi hissetmiştim. Geminin güvertesinde dikiliyordum, onun iskelenin dibinde; bir eliyle haç çıkarırken, öteki eliyle tuttuğu eski atkısıyla yüzünü, insan sevgisinin eksik olmadığı siyah gözlerini silmesine bakıyordum. Ve işte yarı Tatar kentte, tek katlı bir evin dar bir odasındaydım. Küçük ev, kentin bir ucunda dar, yoksul bir sokağın sonunda tek başınaydı. Duvarlarından biri boş bir yangın alanına bakıyordu; boş alan boydan boya çeşit çeşit yabani otlarla kaplıydı: Pelinler, dulavratotları, kuzukulakları... Mürver çalıları arasında tuğla bir evin yıkık duvarları yükseliyordu, yıkık duvarların altında geniş bir bodrum vardı, sahipsiz sokak köpekleri ölüyordu bu bodrumda. Üniversitelerimden biri olan bu bodrumu unutamam. 10

İki oğul, bir de anne, Yevreinov lar çok küçük bir emekli maaşıyla kıt kanaat geçiniyorlardı. Daha ilk gün, saçları kırlaşmış dul, ufak tefek kadının pazardan döndüğünde, aldıklarını mutfakta masanın üzerine yaydıktan sonra büyük bir sorunu nasıl hüzünlü bir halde çözmeye çalıştığına tanık olmuştum: Kalitesiz bir parça etle sağlıklı üç delikanlıya, hadi, kendisi bir yana, nasıl iyi bir yemek yapacaktı? Sessiz bir kadıncağızdı. Gri gözlerinde, bütün gücü tükenmiş bir atın gözlerindeki o ifade vardı: Zavallı at tepeye taşımaktadır sırtındaki yükü ama tepeye kadar çıkamayacağını bilmektedir, gene de taşımaya devam eder! Eve geldiğimin üçüncü gününün sabahı çocuklar henüz kalkmamışlardı, ben mutfakta yaşlı kadının sebzeleri temizlemesine yardım ediyordum. Alçak sesle, çekinerek sordu bana: Niçin geldiniz siz Kazan a? Üniversitede okumak için. Kaşları alnının sarı cildiyle birlikte yukarı kalktı, o anda bıçak, parmağını kesmişti, parmağını emerek sandalyeye çöktü ama hemen ayağa fırladı, Ah, kahretsin... dedi. Mendiliyle parmağını sardıktan sonra övdü beni: Çok güzel patates soyuyorsunuz. Bir de soyamayacak mıydım! Gemide yaptığım işleri anlattım ona. Bunun üniversitede okumanıza yeteceğini mi sanıyorsunuz yoksa? diye sordu. Espriyi o anda anlayamamıştım. Yaşlı kadının sorusunu ciddiye aldım; önümde bilim mabedinin kapılarının açılmasını sağlayacak, yaptığım her şeyi tek tek anlattım ona. Yaşlı kadın iç çekti: Ah, Nikolay, Nikolay... O anda Nikolay, uykulu gözlerle, saçı başı dağınık, 11

her zaman olduğu gibi neşeli, elini yüzünü yıkamak için mutfağa girmişti. Anneciğim, mantı yapsan ne iyi olurdu! Tamam, dedi annesi. Aşçılık konusunda çok bilgili olduğumu göstermek amacıyla, pişirdiği mantının etinin iyi olmadığını, üstelik az olduğunu söyledim. O zaman kızdı Varvara İvanovna, benim için öylesine ağır birkaç söz söyledi ki, kulaklarım kıpkırmızı kesildi, dikleşti. Bir demet havucu masanın üzerine atıp çıktı mutfaktan; Nikolay ise bana göz kırpıp annesinin bu davranışını, Keyfi yok, diye açıkladı. Sonra peykeye oturdu Nikolay; bana, kadınların genelde erkeklere oranla daha sinirli olduklarını, bunun onların doğasında olduğunu, İsviçreli olsa gerek, önemli bir bilimadamının bunu kanıtladığını anlatmaya başladı. İngiliz John Stuart Mill de bu konuda bir şeyler söylemişti. Bana bir şeyler öğretmekten çok hoşlanıyordu Nikolay ve beynime gerekli, yaşam için zorunlu bir şeyler sokmak için her fırsattan yararlanıyordu. Büyük bir dikkatle dinliyordum onu; bu yüzden Faucault, La Rochefoucauld, La Rochejaquelein hepsi kafamın içinde bir kişiymiş gibi birbirine karışıyordu ve kimin kafasını kimin kestiğini hatırlayamıyordum: Lavoisier, Dumouriez in mi, yoksa tersi mi? İyi niyetli delikanlı beni adam etmeyi yürekten istiyordu; büyük bir özgüvenle, bunu yapacağına söz veriyordu bana, gelgelelim bunun için pek zamanı olmuyordu, benimle ciddi olarak ilgilenebilmesi için uygun koşulları da bulamıyordu. Annesinin evi nasıl zorlanarak, nasıl çeşitli yollar deneyerek idare etmeye çalıştığını görmesine gençliğinin bencilliği, tasasızlığı engel oluyordu. Kaba, konuşmayı pek sevmeyen lise öğrencisi kardeşiyse bu konuda daha duyarsızdı. Öte yandan, ben mutfak kimyasının da, ekonomisinin de ka- 12

rışık her türlü hünerini çok iyi biliyordum; ayrıca, iki oğlunun midesini her gün doyurmak, nereden çıktığı belli olmayan davranışları bozuk, çirkin bir genci daha beslemek zorunda olan yaşlı kadının çaresizliğinin de farkındaydım. Çok doğaldır ki, payıma düşen her lokma ekmek taş gibi oturuyordu içime. Nasıl olursa olsun, kendime bir iş aramaya başlamıştım. Öğlen yemeği yememek için sabah erken çıkıyordum evden, yağışlı havalarda ise boş alandaki bodrumda oturuyordum. Orada ölü kedi ve köpeklerin kokuları arasında, bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun gürültüsü, rüzgârın uğultusu arasında çok geçmeden, benim için üniversitenin saçma olduğunu, İran a gitsem daha iyi, akıllıca bir şey yapmış olacağımı anlamıştım. Ama artık kendimi, buğday tanelerini iri elmalara, bir pud 1 ağırlığında patateslere çevirmenin sırrını keşfeden, bunun yanında genel olarak dünya için yaşaması yalnızca benim için değil, herkes için öylesine zor olan dünya için çok hayırlı işler yapan o aksakallı büyücü gibi görmüyordum. Olağanüstü serüvenler, büyük başarılar hayal etmeye alıştırmıştım kendimi. Zor günlerimde bunun çok yararı oluyordu bana, böyle günlerim çok olduğu için de hayal kurmakta giderek ustalaşıyordum. Dışarıdan yardım beklemiyordum, mutlu bir olayın hayalini kurduğum da yoktu; ama içimde yavaş yavaş azimli bir inatçılık gelişmekteydi; bununla birlikte yaşam koşullarım da zorlaşıyordu; kendimi daha sağlam, hatta daha zeki buluyordum. İnsanı çevresine gösterdiği direncin insan yaptığını çok erken anlamıştım. Açlık çekmemek için, on beş-yirmi kapik kazanmanın daha kolay olduğu Volga daki iskelelere gidiyordum. 1. 16,3 kilograma karşılık gelen eski bir Rus ağırlık ölçüsü. (Y.N.) 13

Oralarda hamalların, ayak takımının, dolandırıcıların arasında kendimi kızgın korların arasına sokulmuş bir demir parçası gibi hissediyordum. Her gün çok sayıda sivri, kızgın, yakan izlenimler ediniyordum. Orada önümde, alabildiğine hasis, gözü doymaz, içgüdüsel olarak kaba insanlar dönüp duruyorlardı. Onların hayata öfkesi hoşuma gidiyordu; dünyada her şeye alaylı, düşmanca davranışlarından da, kendi kendilerine umursamazlıklarından da hoşlanıyordum. Başımdan geçen olaylar bu insanlara çekiyordu beni, onların acılarla dolu çevresine girmek isteğini uyandırıyordu bende. Brett Harte ve okuduğum çok sayıda bulvar romanı bu çevreye büyük bir sempati uyandırıyordu bende. Öğretmen Enstitüsü nün eski öğrencilerinden profesyonel hırsız, çok ezilmiş veremli Başkin heyecanla bana şöyle diyordu: Neden kız gibi ezilip büzülüyorsun, namusunu yitireceğinden mi korkuyorsun yoksa? Bir kızın her şeyi namusudur, senin için ise yalnızca yük. Öküz namusludur çünkü otla doyurur karnını. Başkin, bir aktörünki gibi sarı saçlarıyla, tıraşlı yüzüyle, ufak tefek, kıvrak bedeniyle, yumuşak hareketleriyle bir kediyi andırıyordu. Bana karşı öğretmenimmiş, koruyucummuş gibi davranıyordu; başarılı, mutlu olmamı yürekten istediğinin farkındaydım. Çok zekiydi, güzel birçok kitap okumuştu, en çok hoşlandığı da Monte Cristo Kontu ydu. Bu kitapta amaç da, yürek de var... diyordu. Kadınları seviyor; onlardan dudaklarını hazla şapırdatarak, heyecanla, hırpalanmış bedeninde tuhaf bir kasıntıyla söz ediyordu. Bu kasıntıda hastalıklı bir şey vardı, tiksinti uyandırıyordu bende bu ama gene de dikkatle, anlattıklarının güzelliğini hissederek dinliyordum onu. Ka dınlar, kadınlar! diyordu şarkı söyler gibi. Soluk y üzü kıpkırmızı oluyordu, koyu renk gözleri heyecanla parlı- 14

yordu. Kadın uğruna yapamayacağım şey yoktur benim. Şeytan için olduğu gibi, onlar için de günah yoktur! Âşık ol, öyle yaşa, dünyada bundan daha güzel bir şey olamaz! Yetenekli bir konuşmacıydı ve sokak kadınları için mutsuz aşkın hüznünü anlatan çok kolaylıkla duygulu şarkılar yazıyordu. Şarkıları Volga boyunda her kentte dillerdeydi. Bu arada çok söylenen şu şarkı da onundu: Hiç güzel bir kız değilim, yoksulum, Üstümde başımda yok, Bunun için kimse... Almıyor bu kızı... Parmakları müzisyenlerinki gibi ince, yakışıklı, pek şık giyinen esmer Trusov bana çok iyi davranıyordu. Admiralteyskaya bölgesinde, tabelasında Saat Tamircisi yazan bir dükkânı vardı ama çalıntı mal alım satımı yapıyordu. Hafiften kırlaşmış sakalını ağırbaşlı tavırlarla sıvazlayarak, kurnaz, kibirli gözlerini kısarak bana şöyle diyordu: Bak, Maksimıç, hırsızlık işlerine girme, derim ben sana! Farkındayım, senin yolun başka, manevi yanı güçlü bir çocuksun sen. Manevi yanı güçlü ne demek? diye soruyordum. İçinde hiçbir şeye karşı haset olmayan, yalnızca meraklı demek... Benim için doğru değildi bu çünkü çok şeyi, çoğu kimseyi kıskanıyordum. Bununla birlikte, kıskançlığım Başkin in değişik, şiirsel anlatımla, deyişiyle beklenmedik bir biçimde dile getiriliyordu. Kendisinin bir aşk macerasının başlangıç bölümünü anlatmasını hatırlıyorum: Yoksul Sviyajsk kentinde karanlık bir gece odamda, kukumav kuşunun bir ağaç kovuğunda oturduğu gibi oturuyordum. Sonbahardı, aylardan ekimdi; dışarıda, üzgün bir Tatar ın uzun hava söylediği gibi, tembel tembel 15

bir yağmur yağıyor, rüzgâr esiyordu; sonu gelmiyordu şarkının: O-o-o-u-u-u...... Ve işte o kız geldi. Günbatımının kızıllığı, yumuşaklığı vardı üzerinde, gözlerinde ise aldatılmış ruhunun temizliği. Dürüst bir tavırla, Sevgilim, sana karşı suçlu değilim, dedi. Yalan söylediğini biliyordum... ama doğru söylediğine inanıyordum! Aklımla kesin biliyordum bunu; ama yüreğimle kesin inanmıyordum! Anlatırken düzenli olarak öne arkaya sallanıyor, gözlerini kısıyor, yumuşak bir hareketle elini kalbinin üzerine koyuyordu. Sesi boğuk, cansızdı ama sözcükleri ateşli... Bülbül ötüşünü andıran bir şey vardı sesinde. Trusov u kıskanıyordum. Sibirya üzerine, Hive, Buhara üzerine ilginç, piskoposların yaşamlarıyla ilgili çok kötü şeyler anlatıyordu. Bir gün de esrarengiz bir biçimde Çar III. Aleksandr la ilgili şöyle dedi: İşinin ustasıdır bu çar! Trusov u, romanın sonunda okurun karşısına birdenbire yüce gönüllü kahramanlar olarak çıkan canilerden biri gibi görüyordum. Kimi zaman, boğucu sıcak gecelerde bu insanlar Kazan Deresi nin karşısına geçip çayırlara, çalılıklara gidiyorlar orada işlerinden daha çok da hayatın zorluklarından, insanlar arasındaki tuhaf ilişkilerden, özellik le de kadınlardan konuşarak yiyip içiyorlardı. Kadınlardan öfkeli, hüzünlü, kimi zaman da duygulu ve neredeyse her zaman, her türlü kötülüğün dolu olduğu bir karanlıktan söz eder gibi söz ediyorlardı. Sönük yıldızların altında karanlık üç geceyi sık çalıların arasında havasız bir çukurda onlarla birlikte geçirdim. Volga nın yakınlığının rutubetiyle yüklü karanlıkta gemi direklerindeki fenerler her yana altın örümcekler gibi kayıyordu; kıyıda simsiyah dağların yamaçlarında ışıklar sıra sıraydı: Zengin Uslon köyünün meyhanelerinin, evlerinin ışıklarıydı bunlar. Ge 16

milerin çarklarının paletleri uğuldayarak çarpıyordu suya; mavnalarda gemiciler zorlanarak kurtlar gibi uluyorlardı; bir yerde çekicin demire çarpmasına hüzünlü bir şarkı karışıyordu... Şarkı usulca birinin ruhuna işliyordu, yüreğini hüzünle kaplıyordu. İnsanların sessiz süren konuşmalarını dinlemek daha da hüzünlüydü; hayatı düşünüyorlardı, her biri, başkalarının anlattıklarını neredeyse dinlemeden, kendi hayatını anlatıyordu. Çalıların altında yatarak veya oturarak sarma sigaralarını içiyorlar, arada sakin sakin votka veya bira içiyorlar, anılara dalıp geçmişte bir yerlere gidiyorlardı. Gecenin karanlığında yere uzanmış biri, Bakın, bir gün ne oldu, diye başlıyordu. Onun anlattıklarını dinleyenler onaylıyorlardı dediklerini: Olur öyle şeyler, hayatta her şey oluyor... Oldu, Olur, Oluyor... Bunları dinlerken konuşanlar hayatlarının son saatlerini yaşıyorlarmış gibi geliyordu bana... Her şey olmuş bitmişti artık, başka bir şey olmayacaktı! Bu durum Başkin den, Trusov dan uzaklaştırıyordu be ni; ama gene de hoşlanıyordum onlardan ve onların yanında kalsaydım yaşamım mantıklı, doğal olurdu. Bo şa çıkan yükselmek, öğrenimime başlamak umudum da onlara itiyordu beni. Açlık çektiğim, öfkelendiğim, keder lendiğin anlarda kişisel mülkiyetin kutsallığına karşı bile suç işlemeye hazır hissediyordum kendimi. Ancak, gençliğimin romantizmi yoldan çıkmama, kaderimin be ni mahkûm ettiği yolda yürümeme engel oluyordu. İnsancıl Brett Harte ın, bulvar romanlarının dışında ciddi birçok roman da okuyordum; onlar bende açık seçik olmayan; ama daha önce gördüğüm şeylere oranla çok da ha anlamlı birtakım şeylere yönelme arzusu uyandırmışlardı. 17

Bu arada yeni tanıdıklarım, yeni izlenimlerim oluyordu. Lise öğrencileri çelik çomak oynamak için Yevreinov un evinin bitişiğindeki boş alanda toplanıyorlardı. İçlerinden birine, Guriy Pletnev e hayrandım. Guriy Pletnev, Japonlar gibi esmer, siyah saçlıydı, yüzünde barutla ovulmuş gibi siyah noktalar vardı. Oyunda sürekli neşeli, ustaydı; sohbette zekiydi; çeşit çeşit yetenek sahibiydi. Ve yetenekli hemen her Rus gibi, doğanın ona verdiği olanaklarla, onları güçlendirmeye, geliştirmeye çalışmadan yaşıyordu. Hassas bir müzik kulağı vardı ve seviyordu müziği, çok güzel gusli, 1 balalayka, armonika çalıyordu; daha soylu, zor sazları çalmayı hiç denememişti. Yoksuldu, kötü giyiniyordu; ama buruşuk, yırtık pırtık gömleği de, her yanı yamalı pantolonu da, eski, delik çizmeleri de onun yiğit tavırlarına, sıska bedeninin hareketlerine, rahat tavırlarına çok yakışıyordu. Uzun bir hastalıktan sonra yataktan yeni kalkmış birine ya da zindandan dün salıverilmiş bir mahpusa benziyordu. Onun için hayatta her şey yeni, hoştu; her şey gürültülü bir neşe veriyordu ona, olduğu yerde havalara zıplıyordu. Yaşamımın ne denli zor ve tehlikeli olduğunu öğrenince bana, onun yanına taşınmamı, köy öğretmeni olmak için çalışmamı önerdi. Ve işte, Kazan Üniversitesi öğrencilerinin belki de birkaç kuşağının çok iyi bildiği tuhaf, neşeli viranelerinden birinde, Marusovka dayım. Ribnoryadskaya Sokağı nda, sanki aç öğrencilerce, sokak kadınlarınca, ortadan kaybolmuş birtakım değişik insanlarca sahiplerinin elinden zorla alınmış yarı yıkık bir evdi burası. Pletnev tavan arasına çıkan merdivenin altında koridora yerleşmişti. Ranzası oradaydı; koridorun ucunda 1. Eski bir Rus sazı. (Ç.N.) 18

pencerenin önünde ise bir masa, bir iskemle vardı, hepsi o kadar. Koridora üç kapı açılıyordu; bu kapıların ikisi sokak kadınlarının odalarının kapılarıydı; üçüncü kapı ise papaz okulu öğrencilerinden matematikçinin odasının kapısı. Matematikçi uzun boylu, cılız bir gençti; eski püskü bez parçalarıyla yarım yamalak örtülü sarı kıllı bedeninin neredeyse korkunç bir görünümü vardı; bezlerin deliklerinden mor cildi, iskelet gibi kaburgaları görünüyordu. Hayatını tırnaklarıyla onları kanatıncaya kadar kemirerek kazanıyor; gece gündüz bir şeyler karalıyor, hesaplar yapıyor, aralıksız, boğuk sesler çıkararak öksürüyordu. Sokak kadınları deli olduğunu düşünerek korkuyorlardı ondan; ama acıdıklarından, kapısının önüne ekmek, çay, şeker bırakıyorlardı; matematikçi kâğıda sarılı yiyecekleri yerden alıyor, yorgun bir at gibi sallayarak odasına taşıyordu. Kadınlar unutursa ya da herhangi bir nedenle kapının önüne bir şey bırakmazlarsa, kapıyı açıyor, koridora doğru hırlıyordu: Ekmek! Karanlık çukurlarına kaçmış gözlerinde bir manyağın, mutlu büyüklüğünden kuşkusu olmayan birinin gururlu parıltısı vardı. Kimi zaman, bir ayağı sakat, kalın camlı gözlüğü şiş burnunun üzerinde, kır saçlı, hadımlarınki gibi sarı yüzünde kurnaz bir gülümseme olan ufak tefek, kambur biri geliyordu ona. Kapıyı sıkı sıkı kapayıp içeride hiç konuşmadan, tuhaf bir sessizlikte saatlerce oturuyorlardı. Ancak bir gece geç vakit, matematikçinin öfkeli, hırıltılı bağırması uyandırdı beni: Cezaevi diyorum ben sana! Geometri bir kafestir, evet! Fare kapanı, evet! Hapishane! Sakat kambur, kıkır kıkır gülüyor, tuhaf bazı sözcükleri tekrarlayıp duruyordu. Matematikçi birden böğürmeye başladı: Cehennemin dibine kadar yolun var! Defol! 19

20

KLASİKLER Kapak resmi: Apollinariy Mihayloviç Vasnetsov