A. Alper AKÇAM KUŞATAN DA BEN KUŞATILAN DA...*



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

KARANLIKTA FİLİZLENEN TOHUM

Birbirimize anlatacağımız ne çok şey var; düşündünüz mü? İşte bu yazma nedenlerimden biri. İlki...

BİR ŞEHİR KAVRAMINDA COĞRAFYA ANLAMI; BURSA...*

4.SINIF MATEMATİK KISA YOLDAN ÇARPMALAR

Doğada Keşif Yapıyoruz

Kelaynakların Hazin Öyküsü

MÜBDÎ. Allah MUHSÎ dir. MUHSÎ, her şeyin sayısını bilen demektir.

Parlar saçların güneşin rengini bana taşıyarak diye yazıvermişim birden.

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

Ay Yine Gecikti. Ferhat Şahnacı

Kahraman Kit Misafirlikte

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

Birinci kadın; Oğlunun çok hareketli olduğunu, ellerinin üzerinde dakikalarca yürüyebileceğini söyledi.

Paragraftaki açıklamaya uygun düşen atasözü aşağıdakilerden hangisidir?

YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Ali Rıza Malkoç. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

BİR BAYRAK RÜZGÂR BEKLİYOR

HİKÂYELERİMİZ FEN VE MATEMATİK ETKİNLİĞİ

Uğur Akkaş. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

ÇIRAĞAN A DOKUNMA! Tarihi Fıstıklı Meydanı dev bir beton yığını altında kalıyor.

TÜRKÇE. NOT: soruları yukarıdaki metne göre cevaplayınız. cümlesinin sonuna hangi noktalama işareti konmalıdır?

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Kent ve İnsan İlişkisi. Yrd. Doç.Dr. Çiğdem Vatansever 22 Şubat 2013

20 Mart Vızıltı. Mercanlar Sınıfından Merhaba;

SAGALASSOS TA BİR GÜN

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Şiir BEZ BEBEKLE KUKLASI. 2. basım. Resimleyen: Burcu Yılmaz

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Berk Yaman. Demodur. Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

4.SINIF TÜRKÇE 15. HAFTA SONU ÖDEVİ

Göçmen bir yaşam. Göçleri sırasında fite kadar yükselen telli turnaların en büyük düşmanı kartallardır.

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

İnsan Okur. Resimleyen: Reha Barış MERAKLI KİTAPLAR

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

1) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde yazım yanlışı yapılmamıştır?

EDİRNE UZUNKÖPRÜ DOĞAL ORTAMI TEMİZ HAVASI İLE SÜPER BİR YAŞAM BURADA UZUNKÖPRÜ DE. MÜSTAKİL TAPULU İMARLI ARSA SATIŞI İSTER YATIRIM YAPIN KAZANIN

İtalya nın Üç Büyüğü: Roma, Floransa, Venedik.

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması DAĞINIK ÇOCUK

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin

YAZMAK, İÇİMDEKİ KIRILMANIN KENDİNİ ONARMA ÇABASIDIR yılı Yunus Nadi Öykü Ödülü nü alan yazar Alper Akçam ile söyleşi

YUNUS GRUBU MART AYI BÜLTENİ

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

Küçüklerin Büyük Soruları-2


Alkan Yapı, 1981 yılından beri 2500 den fazla konut teslim etti. Farklı ihtiyaç ve beklentilere göre nitelikli projeler geliştiren Alkan Yapı,

TARSUS DA BİR GÜN...BELKİ DE İKİ... Adanalılar...Mersinliler...Gaziantep, Hatay ve Osmaniyeliler...Türkiye nin gezmeyi sever insanları...

Bahadın, 2 Ağustos 2014 Sevgili Yoldaşlar, Canlar, Yol Arkadaşlarım, Devrimciler Diyarı Bahadın da buluşan güzel insanlar,

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU. NİSAN AYI 1. ve 2. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

Kahraman Kit Misafirlikte

BİZE KATILIR MISINIZ?

Tuğrul Tanyol. Beyaz at. Sönmüş kentleri dolaştım sessizlikte Boş meydanları, kirli sokakları Herkes kendi yankısının peşinde

Mehmet Aydın 5. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat


BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

66 Fotoğrafçı Etkinlik Listesi. 52 Haftalık Fotoğrafçılık Yetenek Sergisi

O.Ö. 100 Temel Eser. Kategori: Türk Şiiri Çarşamba, 28 Nisan :35 tarihinde yayınlandı. Gösterim: 3981

MART AYINDA ÖĞRENDİĞİM DİL GELİŞİM ÇALIŞMALARI

2. Sınıf Cümle Oluşturma Cümle Bilgisi

UFUK GÜRBÜZDAL TURK 102-3

Buse Akbulut. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangisi kanıtlanabilirlik açısından farklıdır?

Günaydın, Bana şiir yazdırtan o parmaklar. ( ) M. Mehtap Türk

: TOROSLARIN ŞİRİN KASABASI; SAİMBEYLİ Çam ağaçlarının süslediği derin vadiler arasında, kıvrak bir dansör edasıyla akan Göksü nun hemen kenarından

MEVSİM İLKBAHAR SAĞLIKLI YAŞAM. İlkbahar mevsiminin özelliklerini öğreniyoruz.

EĞİTİM VE ÖĞRETİM DÖNEMİ DENİZYILDIZI GRUBU MART AYI BÜLTENİ

Roma mimarisinin kendine

OKUMA-YAZMAYA HAZIRLIK ÇALIŞMALARI

Şam / Mart. Medine / Ocak. Semerkand / Şubat. Kayrevan / Nisan. İstanbul / Mayıs. Gırnata / Haziran. Kudüs / Ağustos. Bahçesaray / Eylül

ÖZEL EFDAL ANAOKULU UĞURBÖCEĞİ GRUBU KASIM AYI BÜLTENİ

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

NİŞANTAŞI AKADEMİ MART AYI AYLIK BÜLTENİ YILDIZLAR SINIFI

İstanbul Boğaz Turları

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

Bir$kere$güneşi$görmüş$ olan$düşmez$dara$

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

HAYAT BİLGİSİ HAFTA SONU ÖDEVİ ADI SOYADI:

Duygu, düşüncelere bedenin içsel olarak karşılık vermesidir. Başka bir deyişle, beyne kalbin eşlik etmesidir.

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

Konuksever Mah. Gazi Bulvarı No:220 Antalya TURKEY Tel.(0242) Fax. (0242) /

ayat, tüm doğallığıyla sizi çağırıyor...

Yücel Terkanlýoðlu. HTML clipboard. Yaþamadýklarýndýr Dünyan! Uykuyla geçirdiðim her an, Benim için yitik bir zaman. Rüyayla devirdiðim kazan,

KAVRAMLAR RENK KAVRAMI SAYI KAVRAMI ZIT KAVRAMLAR DUYU KAVRAMLARI. Geometrik Şekil. Yön Mekanda Konum BELİRLİ GÜN VE HAFTALAR.

a 3 -<» rt3 ft3 Ö o\3 CO o\3 Ö o\3 CO v-< 0x3 Ö V-i -i» 3 Gezi / İlgaz Anadolu'nun Sen Yüce Bir Dağısın 0x3 Ö 0x3 Kitap / Kayıp Gül

DENİZYILDIZI GRUBU NİSAN AYI BÜLTENİ 2015

Adım-Soyadım:... Oku ve renklendir.

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer,

TEŞEKKÜR. Kısa Film Senaryosu. Yazan. Bülent GÖZYUMAN

Cornelia, şarkı söylemek isteyen kaz

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

Fethiye, Likya sahilinde bulunan en büyük tatil yöresidir. Ölüdeniz, Hisarönü, unutulmaz anlar yaşayabilirsiniz.

YAZILI SINAV CEVAP ANAHTARI COĞRAFYA

Transkript:

A. Alper AKÇAM KUŞATAN DA BEN KUŞATILAN DA...* Kuzey'den girmelisiniz Bursa'ya, Yalova yönünden... Tam karşınızdan okşamalı yüzünüzü Uludağ. Onun ve eteklerinde oturan Bursa kentinin görüntüsüyle daha ilk karşılaşmanızda, kanınızın oraya doğru çekildiğinizi, yüreğinizin oraya vurduğunu duyumsayacaksınız. Bursa'nın Uludağ'ın karlı zirvelerinden başlayarak kartal uçuşlu kayalıklarına, gün vurmuş doruklarına, daha aşağıda pusun altında yatan çam, kayın, kestane, gürgen ormanlarına, kentin içinde yüz yıllara meydan okuyan çınarlarına, yeşiline, suyuna, havasına, bire bin katan toprağına, kenti bir tül perde gibi örtüp duvak takınmış nazlı bir geline benzeten pusuna işlemiş tarihin, aşkın, coşkunun, belki de hüzünlü ölümlerin anıları ürperecek içinizde. Uludağ, karşınızdaki görüntünün arkasında, tüm geçmişi ve bugünü kavrayan bir simge gibi durmaktadır. Elinin altındaki ovayı, cennet sulu vadilerini yurt seçmiş ayrı soyların, halkların tarihin sisli ve dumanlı karanlıklarında gezinen hikâyelerini anlatır size, "Yüz bin yıllardır ben burdayım, sen gelir geçersin, ben dururum, bilmediklerini bilirim, görmediklerini görürüm, sen ölümcülsün, ben öldürür, koynumda saklayıp kuşaklar sonrasına aktarırım öykünü..." diyen heybetli duruşuyla... da... İki yanınızı sarmış yeşillikler içinden yaklaştıkça büyüsü de artar Bursa'nın, buğusu "Bursa'nın hakiki benliği aşktır." Daha eskileri bilmeseniz de, kentin kendinden öncesini olmamış kılmış Osmanlı dönemini, Osmangazi ile Mal Hatun, Orhangazi ile Nilüfer Hatun arasındaki aşk öykülerini anımsarsınız. Ya da Aburrahman Gazi'ye âşık olup Aydos kale kapısını Türklere açan tekfur kızının heyecanı doldurur içinizi. "Hakikaten Osmanlı macerası bir aşk romanıyla başlar" (1) dememiş midir Tanpınar? Bursa neden yeni ve ölümsüz bir aşk demek olmasın sizin için de? Dağın yamaçlarına yaslanmış yapıların uzaktaki pencerelerinden göz kırpar Bursa'nın işveli güneşi. Düşler dolar içinize... Bursa karşınızda... En yukarda dağa tam tutunamayıp da düştü düşecek gibi aralıklı sıralanmış tek katlı evlerden, dağa tırmanan yolu çevrelemiş çay bahçelerinden sonra birden yoğunlaşır yapılar, eteklere doğru yanaşık düzen dökülür. Ve yapıların arasına sıkışıp kalmış tarihin soluğunu duyarsınız. Bitina çağından başlayarak 1

kölelikle tanışmış kentin toprağına iktidar hırsının, şehvetin yanında kardeş kanının, acının, ihanetin de aktığını anımsarsınız. Yüzlerce yıl öncesinin taş duvarlı zindanlarında, ıslak dehlizlerinde ölümü bekleyen şehzadelerin çığlıkları gelir kulaklarınıza. Bu toprağın bunca bereketli oluşunda belki de kendini yeşilde, çiçekte, sebzeye meyveye kattığı doyumsuz tatta duyumsatan bir bağışlanma dileği yatmaktadır. Bulduğu her topraktan göğe bir tarih olup uzanmış, toprağında sakladıklarına dulda eden bin yıllık yeşil çınar esintileriyle ünlenmiştir Bursa... Her saltanat için ayrı bir görkemle, göz nurunun, alın terinin parıltısıyla dikilmiş camileri, kapısından girerken baş eğdirip önce alçak gönüllü olmayı öğreten taş duvarlı medreseleri, nargilelerin fokurdadığı, felsefenin dingin ruhlarda dinlendiği çay bahçeleri, her girişinde ayrı bir kavuşmanın ya da ayrılığın dile geldiği taş hanları, her biri ayrı bir sanat yapıtına dönüşmüş aşkın ve sevdanın nakışa düştüğü el işlemeleriyle, havlusuyla, çeyizliğeyle, artık tarihe karışmış ipekböcekçiliğiyle tanımışsınızdır bu kenti. Bursa hakkında okuduklarınızla gördükleriniz bir araya gelmeye, Bursa imgesi beden bulmaya başlar kente yaklaştıkça. Kuzeyden girmelisiniz kente, Bursa Kutup Yıldızı'nı anımsatır çünkü. Kuzeyden girmezseniz kente, Bursa'yı Bursa gibi göremezsiniz... Çağrısını duyamaz, gizlerini bilemez, kuşatmanın ruhunu sezemezsiniz. Bursa, Kutup Yıldızı gibi, fırtınalar, tufanlar içinde kalanların, yönünü şaşırmış benliklerin baş vurabileceği bir tek yön, bir kurtuluş umudu gibi ışır uzaklardan. Işığında zamanın koynuna saklanmış acıların, düş kırıklıklarının, şimdi uzak diyarlarda kalmış sıla özleminin, sevgiliye söylenmiş hüzünlü şiirlerin parıltısı da vardır sanki. Yine de uzak ve yitmeyen bir umuttur. Hep aynı yerden uzatır ışığını, çağrırır, çağırır... Yerini hiç şaşırmayan Kutup Yıldızı'na değil de, değişken güneşe uymuş, batıdan, ya da doğudan geliyorsanız, yanlış yoldasınız demektir. Günbatımı ya da gündoğumuyla tam bulamazsınız onu. Üzerine yer yer sis inmiş bir eski düş gibi, gerçekliği gizlenmiş, kuşatma perdesinin arkasındaki kesik, kopuk görünüşleriyle uzaklaşır sizden bu kent. Ankara- İzmir karayolundan kente girer girmez daha ne olduğunu, nasıl olduğunu anlamadan bir karmaşanın içinde can derdine düşer, kaçıp kurtulmaya çabalarsınız. Kalın bir toz, duman ve gürültü örtüsü altında, art arda yanıp sönen trafik lambaları, yanmış mazotunu, yanlamış yükünü üstünüze üstünüze savuran kamyonlar, sağdan soldan akıp giden, bağıran otomobiller, saygısız minübüsler, caddelerin iki yanında koltuk değnekli sakatlar gibi dizelenmiş biçimsiz apartmanlar kovalamaktadır arkanızdan. Aşkın, estetiğin ve güzelin ardındaysanız hele, hiç durmamalısınız. Kent çıkışlarına doğru yan yana, sekmeden kondurulmuş biçimsiz tuğla 2

duvarlar tokatlar ruhunuzu; üst katlarda yeni katlar için bırakılmış filiz demirler batar etinize. Balkonlarda sallanan çamaşırlardan deterjan kokuları saldırır, açıktan akan pis sulardan sinekler gelip konar üstünüze. Yol kenarlarına atılmış mavili siyahlı naylon poşetler uçuşur tepenizde, pet şişeler, dolup taşmış paslı çöp bidonları, ortalığa atılmış çöpler yağar görüntünüze. Kurtulduğunuzu, rahatladığınızı düşündüğünüz zaman ise çoktan geride kalmıştır Bursa. Yazık, düşlerinizdeki o hülyalı kenti göremeden geçip gittiniz! Ya da kuşatılmış herhangi bir kent gibi dokundu size Bursa... Anadolu'yu baştan sona betonarme apartmana, dar sokaklara, sıkışıklığa, trafik karmaşasına, televizyon ve tüketim yozlaşmasına, çöpe, deterjana, naylona, plastiğe, toza toprağa tutsak etmiş herhangi bir hastalıklı kent gibi... Oysa kuzeyden girdiğinizde Bursa'ya, önce elini, sonra ruhunu uzatır size Bursa. Yoğun bir bulut kümesi ya da sis yoksa, hele de Bursa'nın damarlarında dolaşıp onun dört bucağına yaşam taşıyan lodosdan yana da talihliyseniz; bir de dağ güneşi vurmuşsa güneylerden görüntüye, Bursa sizindir. Ona dokunabilir, onu soluyabilir, onu derinlerinizde duyabilirsiniz. Mor samkımlarını, erguvanlarını, çınarlarını, hiç bir yerde Bursa kadar boylanmamış ıhlamurlarını, bereketi sözden tada dönüştürmüş bir ana kadar verici, verdikçe gönençlenen toprağını, hiç ummadık anlarda ummadık yerlerden çıkagelip camlarınızda iç ürperten şarkılar söyleyen rüzgârını, Bursa'da kaldıkça hep üstünüzde durup dünyanın en sıcak ve boğucu yaz neminde bile üstünüze bir soluk ferahlık ulaştırabilen Uludağ'ın karlı doruklarını, camilerde, çeşmelerde, medreselerde taşa ve tarihe ustalarının sevdalarını işlemiş taş yapılarını yakından görürsünüz. Ve tarihi, aşkı, suyu, yeşili kuşatmış o kötü, saldırgan yapılaşmayı... Bursa daha uzaklarda dururken bile rüzgârı gelir size. Rüzgâr kentidir Bursa... Bursa'da aşkın hâlâ yaşadığını fısıldamaktadır hiç kesilmeyen ılık bir esinti kulağınıza ya da şiddetli lodosunda parçalanmış sevgilerin, isyankâr ruhların haykırışı duyulmaktadır ve Bursa onunla ilk karşılaşan herkeste olduğu gibi, hep yeni bir serüven heyecanı, bir yeni yaşam sevinci uyandırmaktadır. Demirtaş'ın hemen sağından geçer yolunuz. Bursa'ya giriyor sayılırsınız artık. Sola doğru baktığınızda göz alabildiğine uzanan yemyeşil bir ovanın nasıl bir çevre yıkımına uğradığına, sanayi için yapılmış seçimin yanlışlığına takılabilirsiniz. Hazırlandığınız yeni aşkların doyumsuz tadı yerine bir düş kırıklığı, bir kaygı sızabilir yüreğinize. Burada önünüze çıkan, insanımıza bir gereklilik, hatta bir zorunlulukmuş gibi tanıtılmış tarihi bir yanlışın, kötü 3

bir seçimin biçimlenişidir. Bir zamanlar en güzel tatların fışkırırca boy attığı bir bereket ovası beton duvarlarla, saç çatılarla, dumanlı bacalarla parçalanmıştır. Geçmişin aşk sayfalarından ak çırpınışlarla geçen Nilüfer çayına doğru yeşil ve pis akıntılar uzanmaktadır; az ilerde önünüze çıkacak Nilüfer, adından utanan pis kokulu ve kimya tüten bir bulanık su olmuştur. Hemen öfkelenmemelisiniz! Geçim kaynaklarının artması, "ülkenin kalkınması" neyle olasıydı canım? Ya da aramızdan birilerinin "girişkenlik" leri ile sıyrılıp öne çıkması, "hür teşebbüs"ün ardına taktığı milleti "muassır medeniyetler seviyesinde" "müreffeh ve mamur" kılması?... Kim karşı çıkabildi ki, "sanayileşmenin tek kurtuluş yolu" olduğu savına? Kim hayır diyebildi deniz kenarlarındaki fidanlıkların bile otomotiv tekellerine bedelsiz devrine? Ekmek parası, geçim kavgası için önce "istihdam" diyen nutuklara atmadık mı oylarımızı? İnsanın kendi köklerinden neden ve nasıl koparıldığını sorgulamadan... Geçim ve yaşam kaygısını aldatmaca politikasına dönüştürmüş biyosiyasetin seçkinhalk bağlaşıklığı, elindeki "Vatan haini" damgası ile hep ensenizde olacaktır bu ülkede ve hele de bu kentte... Politikayı boşverip yürümelisiniz. Aldırmamalısınız aklınıza gelip giden tarımda ileri teknik kullanmanın neden önceliği almadığı düşüncesine. Ya da sanayileşme uğruna neden gözlerin görmez kesilip hep en kolay ulaşılan yerlere duman çıkaran bacalar dikildiğini, kokulu, koyu sıvılar akıtan yapılar yükseltildiğini boşvermelisiniz. Ayrıca batıdan esen her rüzgârda temellerinden çatırdayıp tüm bunalımlarını çalışanlarına yıkan sanayinin iğreti görünen duruşundan, sanayicilerin en sallantılı günlerinde bile bırakamadıkları kocaman jiplerinden ürkmemelisiniz. Dümdüz uzanan Bursa'nın asfalt yollarında gösterişin ve bunalım takılmaların simgesidir onlar... Mudanya yolunun iki yanında, Bademli'de zeytinliklerin böğrüne paslı bir hançer gibi oturmuş, adına villa deseler de, hiç de öyle olmayan, adam başı üç yüz metrekare hesaplı, bir aileye bir apartman "kâşane" görmemişliklerini de görmezden gelmelisiniz. Unutmayın ki, at üstündeki yoldaşından sarayla ilk ayrılışın cezasını Timur'dan yediği acılı bir tokatla çekmiş Yıldırım'ın da kenti ve saray için seçtiği yerdir Bursa... Demirtaş'a girmeli, içerilere doğru yürümelisiniz. Kentin yazgısının bundan sonra değişebileceğinin muştusudur belki de yolunuzun üstündeki... "Her büyük felaketin yeni bir doğuşun da habercisi olacağını" (2) unutmuş olmalısınız. Kuşatmanın ilk surlarından ve sac çatılarından yansıyan güneş yakarken içinizi, bir serin esinti de vurabilir orada üstünüze. Belki Uludağ'ın güney yüzünü yurt tutup kuşatmadan uzak kalmayı yoksullukla cenk ederek 4

başarmış ve yaşam felsefesinde yüzlerce yıllık göçer geleneklerini, kardeşliği unutmamış birilerinin yürek vuruşlarını duymaktasınız. Ya da daha yakındaki birileri çağırmaktadır sizi. Ana caddenin üç yüz metre ilerisinde, soldaki Star Tat Kuruyemiş Fabrikası'nda depo sorumlusu Fehim Usta çıkabilir birden karşınıza. Aykırı ve özgür ruhlarla kazanç hırsının karşı karşıya geldiği bir sapaktasınız o fabrika kapısında. Fehim Usta'nın nasırlı ellerinde sevginin ve insanca direnmenin dokunuşunu duyabilirsiniz. Fabrika bahçesinin çimlenmiş, ağaçlandırılmış her köşesinde, arkasında, sağında solunda bekleyen dostlarıyla tanıştırır sizi. Yoldan geçen otomobillerin ezdiği, parçaladığı köpek yavrularına günlerce pansuman yapıp yaralarını elleriyle sarar Fehim Usta. Yakından ve dikkatli baktığınzda yaralı yavru köpeklerin gözlerinde bedelsiz sevmenin ışıltısını görürsünüz. Daha ötedeki kulübelere doğru yürümelisiniz. Tavşanların ikisi daha yavrulamıştır. Kocaman kulaklarını kırpıp minicik ve ıslacık burunlarıyla hoşgeldin diyecektir size yavrular. Anaç ördekler renk renk parıldayan kanatlarını açarken yolunuzun üstüne, burunlarını uzatacaklardır size tokalaşmak için. Güvercinler az önce dönmüşlerdir dağ gezintilerinden. Sevdiklerinin çevresinde turlarlar bir yandan. Aşkla doludur kabarmış göğüsleri. Yeniden Yalova yoluna dönmelisiniz. Uludağ'ın çağrısı sürmekte ve Bursa sizi beklemektedir. Birden soldaki görüntüye takılır gözleriniz. Yemyeşil uzanan ovanın ve ovadan tüten buğunun ortasında hukukla doğurduğu sorunlarla tanıdığınız, siyasetin en tepesindekilerin, babalarımızın, gurur duyduklarımızın, kurtarıcılarımızın, içimizdekilerin armağanı; Yeşilkent'in yapıları yükselmektedir. O yüksek yapılarla yolunuzun arasındaysa başka bir görüntü uzanmaktadır. İğreti ve alçak yapılarla, duvarlarında pis su atıklarının dalga dalga büyüdüğü apartman bozuntularının yan yana yükseldiği koca bir semt: Panayır Mahallesi... Sola doğru, içeri girdiğinizde semtin daracık sokaklarında bükülür, kıvrılırsınız. Düz bir cadde, geniş bir bulvar, soluk alabilecek rahat bir sokak bulamazsınız bir türlü. Kokuya, toza, dumana da aldırmamalısınız. Burada başka bir yüzü durmaktadır kuşatmanın; "halk"la tanışırsınız Panayır Mahallesi'nde... Toplumu asıl güdüleyen ve iteleyen merkezin dışında kalmış, adına politika denen bir yalanın ve aldatmacanın gönüllü kahramanlarıdır onlar... Aldattığını sanarken aldanan çoğunluk... Kahvehaneleri doldurmuş işsizlerin umutsuz, yılgın bakışları ya okey taşlarında, ya eskimiş oyun kâğıtlarında, ya da at yarışı kuponlarındadır. Köylerinden göçeli beri türkü söylemeyi unuttuklarını, özgün kültürlerini, geleneklerini televizyon kutularında bitirdiklerini anlatır duruşları, oturuşları... 5

Mahallenin muhtarını bulmalısınız. "Ardahanlıyım efendim" diyecektir daha siz sormadan. "Ardahan'ın Çamlıçatak köyündenim. Eski adı Gölebert'ti; Rum- Ermeni köyüymüş zamanında. Şimdi ne Rum kalmış, ne Ermeni elbet. Bizimkilerin de çoğu göçüp geldi buralara. Şimdi nicedir köyün durumu, bilmem. Ben buranın muhtarıyım. Ardahan ilinde vali var, vali yardımcıları, müdürler, daire başkanları, jandarma alayı, komutanları, emniyet güçleri; yüzlerce memur var; nüfusu on beş bindir Ardahan'ın... Ben tek başıma otuz bin nüfuslu Panayır'ı yönetirim." Gülümsemesinin, art arda ısmarlayacağı çaylarının ve gözbebeklerinin ardından göreceğiniz, insanın diğer insanlara bakışındaki karmaşanın, Bursa çekimiyle kendisi olmaktan çıkmış bir yayla insanının yüreğinin içindeki kuşatmanın ruhudur. Yeniden yola koyulun. Yalova yolunun iki yanında koca tanıtım levhaları, duyuruları, sergi ve gösteri salonlarıyla büyük satış mağazaları, BUTTİM'in düş kırıklığı gibi duran gölgesi el sallarlar geçerken. Yeni çağın ve yeni kentin yeni yüzü, "simulakr"ıdır gördüğünüz; aslı olmayan bir kopyanın kopyası... Kuşatmanın tüketim simgesi ve göstergesinde biçimlenmiş ayrı bir görüntüsü... Kente ilk ulaştığınızda otomobil karmaşası, kentin kalabalıklığı ve gürültüsü sıktıysa canınızı, kentin ortasındaki yeşilliğe atın kendinizi. Kültür Park'ın ağacıyla, yeşiliyle, havasıyla soluklanabilirsiniz. Orada, yüz yıllık çınarlardan, at kestanelerinden, söğütlerden ıhlamurlardan, kavaklardan, göğü sarmalamış yeşil yaprakların arasından, aşk şarkılarıyla ötüşen kuşlardan ve parkın içinde el ele dolaşan genç âşıklardan Yeşil Bursa'nın henüz yok olmadığını fısıldayan umut kanatlanmaktadır göklere. Ihlamurlar baş döndüren kokularla eğilmektedir üzerinize. Parktaki çay bahçelerinden, eğlence yerlerinden birinde oturup dinlenmeli, doğayı ve sevginin sesini dinlemelisiniz. Onlarca yıl öncesinin aşk ve yeşil kentini, o eski Bursa'yı burada hâlâ yaşayabilirsiniz. Parkın Çarşamba girişinin hemen üstündeki o dik ve iğreti görüntüyü görmezden gelmeli; adını da sormamalısınız. Kirletmemelisiniz gözünüzü ve dilinizi; Tower Plaza'yla! Kültür Park'tan doğuya, kentin yüreğine doğru giderken suya düşmüş ateş gibi olabilirsiniz birden! Belki kentin tarihini ve doğasını kuşatmış saldırgan yapılaşma, belki Altıparmak caddesinin, Heykel'in, Setbaşı'nın kalabalıklığı, belki vitrinlerde sırıtan yabancı adlar, öykünme, yapmacıklık yaktı içinizi... Su seslerini arıyabilirsiniz; Evliya Çelebi'nin "Velhasil Bursa sudan ibarettir." sözü kulaklarınızda ya... Kenti batı-doğu ekseninde yürüyüp bulabilirsiniz suyu olmasa da su yataklarını... Yeni düş kırıklıkları beklemektedir sizi... Eski 6

zamanlarda yazı kışı çok da ayrımsamadan Uludağ'ın bereketli eteklerine dökülen Bursa'nın berrak sulu çayları ya kuruyup gitmiştir, ya bulanık artıklara dönüşmüştür. Otomobillerden atılmış çöplerle kirlenmiştir köprü altları, su yatakları... Bir Gökdere'de bulursunuz dağdan gelen görece duru suyu, su çevresindeki ağaçların serinliğini, yaban söğütlere tutunmuş, kuşatmaya direnen kuş seslerini... Tüm varlığını dökerek şehrin dört bucağına tam iki yüz çeşme yaptırmış bir adı anımsarsınız birden; Karaçelebizade Aziz Efendi'yi... Tanpınar'ın "... su seslerinden çelenkler, âvizeler, sabahların uyanışına inci dizileri gibi dökülen ve akşamların gurbetinde büyük mücevherlerin parıltısıyla tutuşan gerdanlıklar hediye etmiş. İstemiş ki günün her saatinde bu çeşmeler, kendi ikbalperest ve muztarip ruhunun, doğduğu ve büyüdüğü şehirden uzak, hayat ve harekete yabancı bir tükenmeye mahkûm feryatlarını gelen geçen anlasın." (3) diyerek tanımladığı bu şair ruhlu adamın çeşmelerinden de fazla birşey kalmamıştır geriye. Kentin sıkışık yollarındaki teneke yığınlarından gelen homurtular, korna sesleri ve kuşatma uğultusu su seslerini yutalı on yıllar olmuştur. Bir soluk hava, bir yudum güneş bırakmaksızın yan yana kondurulmuş yapıların içinde ya soğulup gitmiştir çeşmeler, ya bir koca yapının temellerinde eriyip dünyanın dörtte üçünden dörtte birine karışmış, ya da bir damla olamadan buharlaşıp göklere uçmuştur. Muradiye'ye, Tophane sırtlarına, Alacahırka'ya, Teleferik'e, Mesken üstlerine çıktığınzda biraz yatışabilir içinizdeki yangın. Kent merkezindeki karmaşadan uzaktasınız. Uğultu biraz azalmıştır. Hava daha serin ve sağlamdır. Çevrenizdeki yeşil artmıştır. Yer yer soluk alabileceğiniz, üç beş dakika bir duvara çarpmadan yürüyebileceğiniz parklar bile bulabilirsiniz. Yine de, yeşili renk tutmuş bereketli doğanın buralarda da çirkin ve özensiz yapılarla iç ezintisi olmadan ufuk görülemeyecek kadar kuşatıldığını, önceki dönemlere ait sanat yapıtlarının, eski devri simgeleyen kalıtların aç gözlerin "edinme" saldırısıyla çok derinlere ve beton duvarlar içine gömülmüş olduğunu ayrımsayıp hüzünlenebilirsiniz. İnsanın kendinden öncekine, kendi dışındakine saygısızlığının doğurduğu derin bir hüzünle yürürsünüz. yüz yıllar önceden kalmış ve en uzak semtlerde bile yeni yapılarla sıkıştırılmış medreselerin, camilerin, türbelerin taş duvarlarının yanından. Girişine güçlükle ulaşabildiğiniz bir medresenin kente yukardan bakan kubbeli taş penceresinden buğulu bir perde altında yatan kenti izleyip uğultusunu dinlerken tarih boyu kentte olup bitene, kent tarihiyle ilgili bildiklerinize dalıp gidebilirsiniz. Ne kadar çok gezerseniz gezin, kuşatmanın içinde ulaşabildiğiniz, yanına varabildiğiniz en çok Osmanlı dönemidir. M. Ö. 550 yılından bu yana, 7

Bitinia'dan Frigya'ya, Pontus'dan Roma ve Bizans'a iki bin yıllık tarihi sanki yok olmuştur kentin. Bugüne kalan, yakın zaman kuşatmasıyla iyice sarılıp sarmalanmış, neredeyse tek tarih parçası olmuş Osmanlı dönemidir. Yukardan, o medrese penceresinden izlemelisiniz kenti... Karmaşayı ve kuşatmayı ordan görmelisiniz. Orada, ilk "fetih" yıllarından kalma bu Osmanlı yapısındaki taş duvarlarda taşa ruhunu ve imanını işlemiş insanla olağanüstü düzensiz yapılaşmış yeni kentteki yeni insanı karşılaştırabilirsiniz. Nedir iki insanın birbirinden ayrımı? Yanıtı bulmakta zorlanıyorsanız biraz yer değiştirmelisiniz. Kentin başka bir düz ve yeşil ovasına yayılmış başka bir sanayi bölgesi, dumanlı bacalarıyla ovanın batı kısmını bekleyen Pilot Sanayi'nin hemen karşısında yer tutmuş Esentepe'ye uğrayabilir, kentin en batı çıkışındaki Balkan göçmenlerinin yoğunlaştığı Göçmen Mahallesi'ne kadar uzanabilirsiniz. Hatta, Ankara yolunun iki tarafına yığılmış doğu kökenlilerin yoğun yerleştiği semtlere, inancını yaşam biçiminine dönüştürüp kendiyle yüzleşmekten kaçınan insanlara, türbanın, kara çarşafın, camilerin sıklaştığı mahallelere kadar da gidebilirsiniz. Kentin yeni insanını yakından görmelisiniz. Öncelik nedir yaşamlarında, hangi tutkularla basmaktadırlar ayaklarını kent topraklarına? Kentin taşına, toprağına, havasına hangi güdülerle yönelmektedirler? Henüz yapılaşmamış yeşil alanlara, yapıların üstündeki filiz demir çubuklara, kendi tarihlerine, geleneklerine, birlikte yaşadıkları insanlara hangi gözlerle bakmaktadırlar? Ve en sonunda, kentin, Bursa'nın, kucağında beslediği insana tepkisi nedir? Soruların sarmalı yavaş yavaş çözülebilir gözünüzün önünde... Osmanlı döneminde Bursa'nın kendinden öncesini yok saymış, yok etmiş insanla, son otuz yıllık altüstlükte Bursa'ya yığılmış insan arasında Bursa'ya ve diğer insana davranış bakımından hiçbir ayrım olmadığını duyumsarsınız, kentle ilgili yeterli donanım aldıysanız! "Bursa'da Zaman"la kenti edebiyat dünyasında bir deneme zirvesine çıkarmış en ünlü yazarı A. Hamdi Tanpınar'ın tanıklığı dumaktadır önünüzde. Kendini anlatırken aslında kenti de anlatmakta, açıklamaktadır Tanpınar. Sağdan ve soldan kendine yönelmiş eleştirilere, "Ben mâruz ve müşahidim" (4) diyerek yanıt vermiştir kentin o ünlü yazarı. O gözlemekte, etkilenmekte ve tanıklık etmektedir olup bitene. Evet, Bursa da, yazarı gibi "mâruz ve müşahit" bir kenttir. O bir Kutup yıldızı gibi, her tufanda, her fırtına ve karmaşada şaşmaz duruşuyla benlikleri kendine doğru çekmiş, çağırmış, ve Bursa'ya akın akın koşarak gelmiş uğrayan her siyaset Bursa'yı kendi gibi yapmış, kendine benzetmiştir. Kendi dışında olana yaşam hakkı tanımamıştır. 1940'lı yıllarda, "Şimdiye kadar 8

gördüğüm şehirler içinde Bursa kadar muayyen bir devrin malı olan bir başkasını hatırlamıyorum. Fetihten 1453 senesine kadar geçen 130 sene, sade baştanbaşa ve iliklerine kadar bir Türk şehri olmasına yetmemiş, aynı zamanda onun manevi çehresini gelecek zaman için hiç değişmeyecek şekilde tesbit etmiştir." (5) demektedir Tanpınar. Bursa'yı fetheden Osmanlı, Bursa'nın kendinden öncesine nasıl yok sayarca, bencilce davrandıysa, Tanpınar'ın ölümünden sonra yaşanan Anadolu altüstlüğü, yeni çağdaki yeni biyosiyaset de, çarpık sanayileşme ile varoş saldırısı ikizinde kendini yapılandırarak ve tüm geçmişi, gelenekleri, bin yıllık kültürleri yok ederek Bursa'yı yeniden ve belki de "hiç değişmeyecek şekilde tesbit etmiştir." Bu saptamada derin bir ironi yatmaktadır. Değişmeyecek olan, Bursa'nın değişmezliği değil, her tufanda tersine dönecek kertede değişmesidir. Bir başka deyişle, Bursa kentinin ruhunda, insanın direnişçi ve paylaşımcı özü yaşayamamaktadır! Kendinden başkasına yaşam hakkı tanımamış, sorgulamadan güdülenmiş benliklerin cirit attığı bir yumuşak kucak gibidir Bursa. Ve kuşatmanın, yok edilen güzelliklerin, unutulmuş kültürlerin arkasında yatan gerçeklik, giz budur. Tanpınar'ın ömrü kendinden sonraki Anadolu altüstlüğünü, köyden kente savrulmayı, Balkanlar'dan gelen göçü görmeye yetmemiştir. Türkiye'de belki de çoğu büyük batı kentinde yaşanandan çok ayrı, çok başkadır Bursa'da olanlar... Yeni insan yığınları, bir fırtınada kumsala yığılan kocaman deniz parçaları gibi Bursa'daki "yeni zaman"a boşalmıştır. Bursa'nın o karşı konulamaz çağrısıyla, çekim gücüyle koşarak akmıştır... Dolu taneleri gibi patırdayarak dökülmüştür Bursa toprağına insan. Bursa, bir kez daha baştan aşağı değişmiş, yeni bir karmaşaya dönüşmüş, neredeyse tarihine küsmüştür. Bursa'ya kuzeyden girmelisiniz... Bursa size elini ve ruhunu ancak o zaman uzatabilir. Ancak o zaman Bursa'nın her gelene tüm olanaklarını kıskanmadan sunan o yumuşak ve sevecen sesini duyabilirsiniz. Bursa'ya kuzeyden girdiğinizde başka şeyler de sezebilirsiniz... Yeni yeni kıpırdanan, kenti yeni bir coşkuyla, bir heyecanla tanıştırmanın ürpertisini taşıyan, insana ait bir sezgidir bu... Bu sezgi, kuşatmaya karşı duruşunuzda, kendinize bakışınızda ancak bir anlam kazanır, biçimlenir. Kimi zaman bir yaralı hayvana günlerce pansuman yapan, onu elleriyle doyuran bir nasırlı eldir varlığını sezdiğiniz. Kimi zaman kentin ortasına bir ihanet anıtı gibi dikeltilmeye çalışılan yeni bir çıkar yapısına karşı hukuk mücadelesi veren, kentine sahip çıkmaya yönelmiş bir aydın insanın sesidir... Kimi zaman Uludağ'da yeni yapılaşma alanlarına karşı kenti uyarmaya çalışan bir köşe yazısı, kimi zaman İznik'te dünya güzeli bir göl kenarına 9

konmuş, gölden çektiği suyla mısırını işleyen bir fabrikaya karşı şeker pancarı üreticileri yanında yer tutmuş bir çevrecinin eylemi, kimi zaman zeytinlikleri yok eden "villa" saldırısına karşı paranın parıltısını umursamayan bir üretici soluğu, kimi zaman para ve mülk edinme yerine ruhunun ölümsüzlüğünü arayan bir şairin, bir edebiyatçının hüznü, kimi zaman Trilye'de, üç katlı bir eski Rum evinin penceresinden el ele çırpıntılı denizi seyreden tek vücut olmayı başarmış aşk, kimi zaman da en aykırı aşkların, sevdaların burcu burcu tüttüğü bir içli Anadolu ya da Rumeli türküsü... Bursa'daki bu kıpırdanışı mutlak sezmelisiniz. Bu sezgi insan oluşunuzun gereğidir belki. Bu yeni çağrı, "Maruz ve müşahit" olmakla yetinmeyip kendi benliğini hep önde tutmaya çalışan, sürü güdüleriyle davranan çıkarcı insana karşı insanın kendini sorgulamasının, insan direnişinin, paylaşmasının, insanca yaşama mücadelesinin de öncülüğünü yapmaktadır bir yandan. Bursa'ya, tüm tarihini, tüm geçmişini, tüm insanlarını kucaklamaya yönelmiş yeni bir ruh kazandırmaya yönelmiştir. Anadolu ve Rumeli çiçek kokulu bir deste olup daneye dönüşmek için yeniden yaşayacaksa Kutup Yıldızı'nın altında, sen de ben de katılmalıyız bu yeni çağrıya. Kuşatmayı kaldırmanın, ya da kentin yeni bir saldırıyla yaşadıklarının olmamış sayılmasını önlemenin yolu, her şeyi yapanın insan olduğunu bilmekten ve benliğin gizlerini çözmekten geçiyor sonuçta; "kuşatan da ben, kuşatılan da" diyebilmekten... 1. A. Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, YKY Ocak 2001, s. 124 2. Sri Aurobindo (Hintli yazar), Eski Dergisi, Aralık 2001 3. A. Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, YKY Ocak 2001, s.128 4. Mehmet Kaplan, "Tanpınar'ın Hatıra Defteri'nin Son Satırları, Tanpınar'ın Şiir Dünyası, İstanbul 1983, s.21-22. 5. A. Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, YKY Ocak 2001, s. 120 Eczacılar Sitesi, Çağrışan Köyü, Mudanya, 0 224 5663411 0 532 7650723 *Bu yazı Bursa Olay Gazetesi Bursa da Yaşam Eki nde yayınlanmıştır. 10