UFUK GÜRBÜZDAL 21302411 TURK 102-3 (Ayhan Türker/ Çiçekçi / turkerart.com) BÜTÜN YEMİŞLER DALLARINIZDADIR Çiçekçi bir abi var kireci dökülen binamızın önünde, yaşı binanın kapısından bakınca kırk, kırk beş, mahallemizin kedilerinin o çok sevdiği çöp tenekesinden elli. Yüz hatlarındaki kederli kırışıklıklarının, orta boylu çamları serice
istifleyen elleri kadar ustalıklı olduğunu farkedince gerek duymadım sormaya. O ustalıktır ki yaşamın mayhoş hamurunu mayalar, kaç asırdır yeryüzünde olduğunu sormaya gerek mi var? Odam soğuktu, odam yalnız ve kederliydi. O dehşetli hüznüne rağmen kahrımı çekiyordu üstelik bir süredir; uykusuz kalınca ağız dolusu sövgülerimi, kanepenin köşesinde birikmiş kirli çamaşır yığınını, şikayetlenmelerimi sonra bir yığın başka şeyden... Tüm bu zırvalıklara katlanan dört duvara ve o dört duvardan birine kümelenmiş zavallı poster yığınına ufak bir hediye vermek istedim kendimce, belki o dural yalnızlığımızı biraz daha paylaşabiliriz diye, tuttum çiçekçi abinin yolunu. Adetten bir selam verdim elimde kahvaltı için bir simitle, adetten karşılık verdi o da. Abi dedim sonra, bana benim gibi sıcağa, soğuğa, suya veya susuzluğa aldırış etmeyen cinsten
bir çiçek lazım, yoldaşlık edeceğiz onunla ve yolum epey çetince, koşullara dayanması gerekecek anlayacağın. Soğuktan köpek gibi titreyeceğiz yeri gelince, bazen de aç kalacağız, bahar da gelecek elbet penceremize ama bahar gelene kadar her şeye katlanacağız. Hünerli eller doğruldu yerinden birkaç çiçek gösterdi bana, yapraklarını okşadı bir tanesinin incitmeden ve övdü yaprakların kokusunu uzun uzadıya. Abi dedim ben, kokulu çiçeği herkes sever, yetiştirir, asıl hüner kokusuzu sevebilmekte, sen iyisi mi bana kokusuzundan ver. Emekçi halkı, yine emekçi halkın üzerine sinmiş yılgınlığa rağmen öyle seviyorum ki ben, çiçeği de kokusuzluğuna rağmen sever ve ona öğretmeye çalışırım her fırsatta bütün yemişlerinin dallarında olduğunu. Acı acı güldü kederli yüzüyle. Adım Osman dedi, şuradaki semaver yedi gün yirmi dört saat kaynar, canın ne zaman sıkılırsa atla gel, muhabbet edelim. Sevinçle kabul edip âbi dedim sen çayı demlersin ben de sana Nâzım'dan dizeler okurum, nasıl fikir. Gözleri ışıldadı, çok memnun kalırım, lütfen unutma dedi. Nereliydi,
kimlerdendi, hünerli ellerin öyküsü neydi, hiçbirini bilmeden henüz, kanım oracıkta ısındı Osman âbiye. Bu halka baktığında yalnızca karanlığı görenler ve onu termektek isteyenlere karşı muzaffer olmuştum bir kez daha, bu zaferin haklı gururunu yaşadım tüm yeğnikliğimle. Osman âbilerden çiçek, Ayşe teyzelerden ekmek alırken onlardaki güzelliği görebilmekte asıl hüner. Hüner kokusuz çiçeği de sevebilmekte. Terk etmekte değil bir keşmekeşi, tüm zorluklara inat, onu tutup değiştirebilmekte. Her şeye rağmen hâlâ karanlığa teslim olup terk etmek isteyen varsa memleketi, bu kokusuz çiçeği, tüm korkaklıklarını yüzlerine vurabilmekte asıl hüner. Ben burada kalıp çiçekler büyüteceğim karanlığa karşı mücadeleye; ben âşık olduğum kadını anlatacağım Osman abiye, konuşamıyorum abi diyeceğim, heyecanlanıyorum. Biliyorum ben kokusuz bir çiçeğim ve belki de onda kokusuz
çiçeği sevebilecek hüner yoktur, ne dersin? O belki elime birkaç çiçek tutuşturacak en kokulusundan ona vermem için, belki teselli için gençliğinden bir hikâye anlatıp biz de sizin gibi acemiydik diyecek. Ben Osman âbiyle semaver çayının tadına övgüler dizeceğim ve belki kaçak çayın güzelliği üzerine de birkaç kelam edeceğiz. Ben Ankara nın soğuğundan şikayetleneceğim ona, o da katılacak bana ve belki de yaz gelince Kasım ın keskin soğuklarını özleyeceğiz. Çiçekler hakkında ne biliyorsa öğreneceğim sonra, boş zamanlarımda karaladığım defterime çiçekler üzerine de bir şeyler karalayacağım belki. Her şeyden önemlisi, ona söz verdiğim gibi biz Osman abiyle karanlığın tasfiyesi için memleketimizden, emekçi halkı boğazlayan karanlık elleri kırıp aydınlığa kavuşmak için, umut dolu dizeler okuyacağız beraber: Bu memleket bizim!