İcad-ı eşya -2- âyetinin sırrıyla, bütün zeminin yüzündeki zîhayatı, bir sineğin ihyâsı kadar kolay yapar. Bir baharı, birtek çiçek kolaylığında icad eder. Çünkü toplamaya muhtaç değil. Emr-i kün feyekûn'a mâlik olduğundan; ve her baharda hadsiz mevcudat-ı bahariyenin madde-i unsuriyesinden başka hadsiz sıfât ve ahvâl ve eşkâllerini hiçten icad ettiğinden; ve ilminde herşeyin plânı, modeli, fihristesi ve programı taayyün ettiğinden; ve bütün zerrat Onun ilim ve kudreti dairesinde hareket ettiklerinden, kibrit çakar gibi her şeyi nihayet kolaylıkla icad eder. Ve hiçbir şey, zerre miktar hareketini şaşırmaz. Seyyârat mutî bir ordusu olduğu gibi, zerrat dahi muntazam bir ordusu hükmüne geçer. Madem o kudret-i ezeliyeye istinaden hareket ediyorlar ve o ilm-i ezelînin düsturuyla çalışıyorlar;işte o eserler, o kudrete göre vücuda gelir. Lemalar shf (241) Yukarıdaki pasajda umum eşyanın yani Herşey in ilm-i ezelide planı, modeli, fihristesi, ve programının olduğu söylenmektedir. Cenab-ı Hakkın Nur-u Muhammed-i den sonra yani ilk taallukatından sonraki icad-ı eşya silsilesine risaleden ve müsbet bilimden aldığımız veriler ışığında bakacak olursak; Öncelikle şunu belirtmek isterim ki; atom altı olarak verilen sembolik şemalar teoridir. Bilim adamlarının araştırmalarına göre aslında atoma bakıldığı zaman karanlıkta bir boşluktur. Peki atom karanlıkta bir boşluksa nasıl oluyorda bilim adamları atomu( sembolik olarak) şematize edip,hatta saniyenin trilyonda biri bir zaman diliminde atom altında bir parçacık ( hıggs bozonu) nu görebilmişlerdir. Bu sorunun cevabı şöyledir. Protonlara aşırı enerji yüklemesi yaparak ve çok süratli hızla çarpıştırarak parçacıkları görünür hale getirdiklerini söylemektedirler. Ben bu çalışmada şu an geldiğim nokta itibariyle nacizane ilm-i ezelide olan bilgilerin nasıl vücud-u hariciyeye çıkıp alem-i şehadette taşıdıkları bilgileri ifadelendirdiklerini anlatmaya çalışıcam inşallah ( burada verdiğim silsile şecere-i hilkat haritası baz alınarak hazırlanmıştır.) Her şey in İlm-i ezeli de ( planı, modeli, fihristesi, programı) bir plân, bir fihriste, bir model, bir program takdir etsin, ona göre mânevî kalıba giren zerrâtı eritip döksün, tâ dağılmasın, intizamını bozmasın. Halbuki herşeyin şekli, heyeti hadsiz tarzlarda olabildiği için, hadsiz had ve hesaba gelmez eşkâller, miktarlar içinde birtek şekil ve miktarda, sel gibi akan anâsırın zerreleri dağılmayarak, muntazaman, miktarsız, kalıpsız, birbiri üstünde kitle halinde durdurmak ve zîhayata muntazam bir vücut vermek, ne derece imkândan, ihtimalden, akıldan uzak olduğu görünüyor. Elbette kimin kalbinde körlük yoksa görür. Lemalar shf (240) İşte, bütün mevcudatındaire-i âzamı, Kehkeşandan, yani Samanyolu tabir edilen mıntıka-i kübrâdan tut, tâ kan içindeki küreyvât-ı hamrâ ve beyzânın daire-i hareketlerine kadar herbir dairesini, herbir mevcudunu hassas bir mizan, bir ölçüyle biçilmiş bir şekil ve bir vaziyetle, baştan başa, yıldızlar ordusundan tâ zerreler
ordusuna kadar bütün mevcudatın(quark, nötron,proton) emr-i musahhariyetle itaat ettiklerini gösteriyor.lemalar shf (352) 'dan gelen emirlere kemâl-i Demek mevcudatın daire-i azamı Samanyolu galaksisi en küçük daireside hücre denmiş. Biz hücreninde ilk oluşumu olan kısmına yani esir maddesinin teşekkülüne bakacağız şöyle ki; Bir zaman sonra gördüm ki, mevcudatın şahıslarında ve suretlerindeki dekaik-i san'at devam etmiyor; gayet sür'atle tazeleniyor, tebeddül ediyor, nihayetsiz bir faaliyet ve bir hallâkıyet içinde tahavvül ediyorlar. Bu hallâkıyet ve bu faaliyetin hikmeti, elbette o faaliyet derecesinde büyük olmak lâzım geliyor, diye tefekküre başladım. Bu defa mezkûr iki hikmet kâfi gelmemeye başladılar, noksan kaldılar. Gayet merakla ayrı bir hikmeti aramaya ve taharrîye başladım. Bir zaman sonra, lillâhilhamd, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın feyziyle, sırr-ı kayyûmiyet noktasında azîm, hadsiz bir hikmet, bir gaye göründü. Ve onunla, "tılsım-ı kâinat" ve "muammâ-yı hilkat" tabir edilen bir sırr-ı İlâhî anlaşıldı. Yirmi Dördüncü Mektupta tafsilen beyan edildiğinden, burada yalnız icmâlen iki üç noktasını Üçüncü Şuada zikredeceğiz. Evet, sırr-ı kayyûmiyetin cilvesine bu noktadan bakınız ki, bütün mevcudatı ademden çıkarıp, herbirisini bu nihayetsiz fezada, sırrıyla durdurup, kıyam ve beka verip, umumunu böyle sırr-ı kayyûmiyetin tecellîsine mazhar eyliyor. Eğer bu nokta-i istinat olmazsa, hiçbir şey kendi başıyla durmaz; hadsiz bir boşlukta yuvarlanıp ademe sukut edecek. -1- Hem nasıl ki bütün mevcudat, vücutları ve kıyamları ve bekaları cihetinde Kayyûm-u Zülcelâle dayanıyorlar, kıyamları Onunladır. Öyle de, mevcudatın( Quark, nötron.proton) keyfiyat ve ahvâlinde binler silsilelerintemsilde hata olmasın-telefon, telgraf silsilelerinin merkezi ve santral direği hükmünde olan sırr-ı kayyûmiyette -2- sırrıyla uçları bağlıdır. Eğer o nuranî nokta-i istinada dayanmazlarsa, ehl-i akılca muhal ve bâtıl olan binler devirler ve teselsüller lâzım gelecek. Belki mevcudat adedince bâtıl olan devirler ve teselsüller lâzım gelir. Meselâ bu şey (hıfz veya nur veya vücut veya rızık gibi) bir cihette buna dayanır, bu da ötekine, o da ona... Git gide, herhalde nihayetsiz olamaz, bir nihayeti bulunacak. İşte, bütün böyle silsilelerin müntehâları, elbette sırr-ı kayyûmiyettir. Sırr-ı kayyûmiyet anlaşıldıktan sonra, o mevhum silsilelerde birbirine dayanmak rabıtası ve mânâsı kalmaz, kalkar; herşey doğrudan doğruya sırr-ı kayyûmiyete bakar.lemalar shf (346) bir plân, bir fihriste, bir model, bir program takdir etsin, ona göre mânevî kalıba giren zerrâtı eritip döksün, tâ dağılmasın, intizamını bozmasın. levh-i mahfuz da ( zerrelerin manevi kalıba girdiği yer) levh-i mavf ve ispat kudret kalemi ve kalemin uçları olan kaderin harekat ve ihtizazatıyla yazıldığı yer (şey---esir ) kader her şeye bir miktar ve o miktara göre kalıp vermiştir. Feyyaz-ı Mutlaktan aldığı feyze olan kabiliyeti o kalıba göredir. Mesnevi N uriye shf (181) ÜÇÜNCÜ NÜKTENİN BİRİNCİ NOKTASI Onuncu Sözde işaret edildiği gibi, ism-i Hakemin tecellî-i âzamı şu kâinatı öyle bir kitap hükmüne getirmiş ki, her sayfasında yüzer kitap yazılmış; ve her satırında yüzer sayfa derc edilmiş; ve her kelimesinde yüzer satır mevcuttur; ve her harfinde yüzer kelime var; ve her noktasında kitabın muhtasar
bir fihristeciği bulunur bir tarza getirmiştir. O kitabın sayfaları, satırları, tâ noktalarına kadar yüzer cihette Nakkaşını, Kâtibini öyle vuzuhla gösteriyor ki, o kitab-ı kâinatın müşahedesi, kendi vücudundan yüz derece daha ziyade Kâtibinin vücudunu ve vahdetini ispat eder. Çünkü bir harf kendi vücudunu bir harf kadar ifade ettiği halde, kâtibini bir satır kadar ifade ediyor. Lemalar shf (311) Hem insanların bir kısmı, güya daha ileri görüyor gibi, daha ziyade cahilâne bir dalâletle, Sâni-i Zülcelâlin gayet lâtif, nâzenin, mutî, musahhar bir sahife-i icraatı ve emirlerinin bir vasıta-i nakliyâtı ve zayıf bir perde-i tasarrufâtı ve lâtif bir midâd-ı (mürekkep) kitabeti ve en nâzenin bir hulle-i îcâdâtı ve bir mâye-i masnuatı ve bir mezraa-i hububatı olan esir maddesini, cilve-i rububiyetine aynadarlık ettiği için, masdar ve fâil tevehhüm etmişler. Bu acip cehalet, hadsiz muhalleri istilzam ediyor. Çünkü esir maddesi, maddiyyunları boğduran zerrat maddesinden daha lâtif ve eski hükemanın saplandığı heyulâ fihristesinden daha kesif, ihtiyarsız, şuursuz, câmid bir maddedir. Bu hadsiz bir surette tecezzî ve inkısam eden ve nâkillik ve infial hassasıyla ve vazifesiyle teçhiz edilen bu maddeye, belki o maddenin zerreden çok derece daha küçük olan zerrelerine, herşeyde her şeyi görecek, bilecek, idare edecek bir ihtiyar ve bir iktidar ile vücut bulan fiilleri, eserleri isnad etmek, esirin zerreleri adedince yanlıştır. Lemalar shf (343) Esir maddesi; San-i Zülcelalin gayet latif, nazenin, muti, musahhar, bir sahife-i icraatı ve emirlerinin bir vasıta-i nakliyatı ve zayıf bir perde-i tasarrufatı ve latif bir midad-ı( mürekkep) kitabeti ve en nazenin bir hulli icadatı ve maye-i masnuatı ve bir mezra-i hububatı. Esir; zerrat maddesinden daha latif, esir maddeside; heyula fihristesinden daha kesif, şuursuz, camid bir maddedir, denilmiştir. Midad-ı (mürekkep)tanımı için ise külliyattan şu örneği verebiliriz; Meselâ, nasıl ki göze görülmeyen eczalı bir mürekkeple yazılan bir kitaba, o yazıyı göstermeye mahsus bir ecza sürülse, o koca kitap birden herbir göze vücudunu gösterip kendini okutturur. Aynen öyle de, o Kadîr-i Ezelînin ilm-i muhitinde, herşeyin suret-i mahsusası, bir miktar-ı muayyenle taayyün ediyor. O Kadîr-i Mutlak, emr-i kün feyekûn ile, o hadsiz kudretiyle ve nâfiz iradesiyle, o yazıya sürülen ecza gibi, gayet kolay ve suhuletle, kudretin bir cilvesi olan kuvvetini o mahiyet-i ilmiyeye sürer, o şeye vücud-u haricî verir, göze gösterir, nukuş-u hikmetini okutturur. Lemalar 240 şeye--- heyula Önce eczalı bir mürekkeple bir kitap yazılıyor, ve kitabın yazısıyla aynı formatta yazıyı göstermeye mahsus bir madde sürülüp o koca kitap birden herbir göze vücudunu gösterip kendini okutturuyor. Burada göze görülmeyen tabiri önemli çünkü heyula fihristesi müsbet bilimde karanlık enerji olarak adlandırılan içinde eşyanın kodlandığı kitabtır, kendisini okutturmak için ise kitabın yazısıyla aynı formatta suretlenmelidir ki, içeriği okunup herbir göze kendini okutturabilsin. Buradan da anlaşıldığı üzere; ilm-i ezelinin içinde olan suretlerin ilk vücud-u hariciyeye çıktığı yer heyuladır. İlm-i ezelinin içeriğinin, yani planı, programı,modeli, fihristesinin ilk ifadelendiği sayfa. Plan--- kader * fihriste--- heyula * model--- suret * program evamir-i tekviniye Üçüncü nüktenin birinci noktası; onuncu sözde işaret edildiği gibi: ism-i hakemin tecelli-i azamı şu kainatı öyle bir kitap haline getirmiş ki, her sahifesinde yüzer kitap yazılmış.. ve her satırında yüzer sahife derc edilmiş.. ve her kelimesinde yüzer satır mevcuddur.. ve her harfinde yüzer kelime var.. ve her noktasında kitabın muhtasar bir fihristeciği bulunur bir tarza getirmiştir. Lemalar shf (311) Şimdi bu verileri birleştirecek olursak; Kitap sayfa satır kelime nokta fihriste Atom elektronlar atom çek. Nötron,proton esir heyula Bir başka nokta-ı nazardan heyula müsbet bilimde karanlık enerji tabir edilen, ilmi-i ezelide bulunan suretlerle birlikte mi yoksa önce mi vücud-u hariciyeye çıkar;
Ayinedir bu alem herşey hak ile kaim Ayine sıfattır, görünen esmanın cilve, cemal, nakşıdır tezini baz alırsak; Suret musavvir esmasına bakar, eğer suret esmaya bakıyorsa, görüneceği ayine heyula sıfatıdır diyebiliriz. O kitabın sahifeleri satırları, ta noktalarına kadar yüzer cihette nakkaşını, katibini öyle vuzuhla gösteriyorki, o kitabı kainatın müşahedesi, kendi vücudundan yüz derece daha ziyade Katibinin vücudunu ve vahdetini isbat eder. Lemalar shf (311) Harf, gayrın manasını izah için bir alet, bir hadim olduğu gibi, şu mevcudatta esma-ı hüsnanın tecelliyatını izhar, ifham, izah için bir takım ilahi mektuplardır ki, içlarinde yazılı delalil, berahin, havarık mu cize-i kudrettir.mevcudat bu vecihle nazara alınması ; ilim,iman, hikmettir. Mesnevi Nuriye shf (214) Getirdiği nur ile herbir şeyin kemali görünür ve herbir mevcudun kıymeti tezahür eder, ve herbir mahlukun vazife-i rabbaniyesi müşahede olunur ve herbir masnudaki makasıd-ı ilahiye tecelli eder. Lemalar shf (271) Şey (Esir) * mevcud (quark,nötron,proton) * mahluk (atom çek.) * masnu (atom) Kemali görünür tezahür eder müşahede olunur makasıd-ı ilahiye tecelli eder fihriste; içinde kitabın konularının yer aldığı, kitapta olan her mevzunun içinde olduğu liste. Heyula fihristesi tabiri sadece Lemalar shf (343) de geçen tasavvufi bir terimdir. Ve tasavvufcuların burada yani varlığın ilk zuhur ettiği yerde saplandıkları ifade edilmiştir. Heyulaya bir maddedir denmemiş, fihristedir denmiş, dolayısıyla suretlerinde içinde kodlandığı fihriste. Sinemadaki filmin göründüğü zemin olan perde filmin görünmesi için uygun olmalı ki film orada görünüp izlenebilsin. Yani suretlerin ilk göründüğü perde, sayfa heyula fihristesidir. Burada bir noktayı nazara vermek istiyorum; heyula fihristesi tabirinin geçtiği paragrafta esirin zerreleri adedince denilmiş, demek esirin zerreleri var ki bu tabir kullanılmış. Ve heyulanın içeriğinin anlatıldığı yerde bu örnekleme manidardır. Ve paragraf bu şekilde bitirilmişse heyula fihristesi esirin zerreleridir denilebilinir. Yani esir maddesi de ; (kün emri ezelisi ile yusrü vahdet sırrıyla heyulaya kodlanmış) heyula zerreciklerinden teşekkül etmiştir denilebilinir. (Allahualem) Bu tezimize lemalar shf (322) den örnek verecek olursak; belki, ayinedeki aksin fotoğraf vasıtasıyla kağıt üstünde vücud-u harici giymesi ve yahut görünmiyen bir yazı ile yazılan bir mektuba gösterici maddeyi sürmekle görünmesi gibi, Ferd-i Vahidin ilm-i ezelisinin ayinesinde bulunan mahiyet-i eşyave suver-i mevcudata gayet suhuletle, kudret onlara vücud-u harici giydirir. Ve alem-i manadan alem-i zuhura getirir., gözlere gösterir. Sahife-i alemin eb ad-ı vasiasında Nakkaş-ı Ezelinin yazdığı silsile-i hadisatın satırlarına hikmet nazarıyla bak ve fikr-i hakikatle sarıl. Ta ki mele-i aladan uzanan şu selasil-i resail, seni alay-ı illiyin-i tevhide çıkarsın Mesnev-i Nuriye shf (247) Eğer ahiret alemininde yapı taşı esir ise ki öyledir; esir de hıggs bozonu denilen parçacıksa, hıggs bozonuda saniyenin trilyonda biri bir zaman diliminde görülen bir parçacıksa, cennet hayatı dünya hayatının saniyenin trilyonda biri kadar bir hızda yaşanıyor demektir. Demek insan nötron, proton hızını geçebilirse cenneti görebilir. Efendimizin miracdan döndüğünde yatağının hala sıcak olması bu hakikatın bi nevi ispatıdır denilebilir. Bu nokta-ı nazarda Âlem-i şehadet, avâlimü'l-guyûb üstünde tenteneli bir perdedir. Mektubat shf (453) veya bu kainatın perdesi altında olan Alem-i Gaybın arkasında söyleyen.. Lemalar shf (336) den, alem-i şehadetle alem-i gaybın arasındaki perdenin zaman olduğuna intikal edilebilinir.( Allahualem) Duanıza muhtaç kardeşiniz.. Halime Kara