Bir dahaki sayımızda buluşmak dileğiyle..



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Ekmek sözcüğü, sözlüklerde yukarıdaki gibi tanımlanıyor. Aşağıdaki görselin yanında yer alan tanımlar ise birbirinden farklı. Tanımları incele. 1.

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

Rafet El Roman. Amerika. Rafet El Roman. A memo. Burasý New York Amerika. Evler karýþtý bulutlara. Nasýl bir zaman. Nasýl bir yaþam.

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Bahadın, 2 Ağustos 2014 Sevgili Yoldaşlar, Canlar, Yol Arkadaşlarım, Devrimciler Diyarı Bahadın da buluşan güzel insanlar,

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Herkese Bangkok tan merhabalar,

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Ramazan Alkış. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Herkes Birisi Herhangi Biri Hiç Kimse

KARANLIKTA FİLİZLENEN TOHUM

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

Sevda Üzerine Mektup

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

ISBN :

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar.

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı,

Şimdi fazla ileri gitmiş bu gerici diktatörlüğü terbiye etmek, mümkünse biraz değiştirip halka kabul ettirmek istiyorlar.

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri.

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

PİNOKYO EĞİTİM KURUMLARI MART AYI AYLIK EĞİTİM PROGRAMI 1. HAFTA

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

Günaydın, Bana şiir yazdırtan o parmaklar. ( ) M. Mehtap Türk

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti

Bir Şizofrenin Kendisine Sorulan Sorulara Verdiği 13 Rahatsız Edici Cevap

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

Benimle Evlenir misin?

Cumhuriyet Halk Partisi

SEVGİNİN GÜCÜ yılında Manisa da doğan İlhan Berk, Türk şiirinin en üretken, usta şairlerinden

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

Beşiktaş Gazetesi. Günlük web Gazetesi Salkım Söğüt Saç

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

Defne Öztürk: Atatürk ün herkes mutlu ve özgür olsun diye hediye ettiği bayramdır.

Başbakan Yıldırım, Piri Reis Ortaokulu nda karne dağıtım törenine katıldı

T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (T.M.K. 10. MADDE İLE YETKİLİ) TUTANAK

tellidetay.wordpress.com

Birbirimize anlatacağımız ne çok şey var; düşündünüz mü? İşte bu yazma nedenlerimden biri. İlki...

M. Sinan Adalı. Eski zamanlarda yaşamış peygamberlerin ve ümmetlerinin başlarından geçen ibretli öyküler, hikmetli meseller

olduğunu fark etti. Takdir ettiği öğretmenleri gibi hatta onlardan bile iyi bir öğretmen olacaktı.

Söyle, üzmesinler onu. Ele güne muhtaç olmasın. Hâlâ sigara. Çünkü gücüm var biraz daha.

SORU-- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA

Seyyid Abdülkadir Geylâni hazretleri küçük yaşta iken, annesinden Bağdat a giderek ilim öğrenmesi için izin ister.

Lesley Koyi Wiehan de Jager Leyla Tekül Turkish Level 5

İşçi Birlik Cephesi [Söz: Bertolt Brecht (1934), Müzik: Hanns Eisler (1935)] İşçi Yürüyor Baştan [Söz:? (?), Müzik: Saadettin Kaynak (?

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

BİR ÇOCUĞUN KALBİNE DOKUNMAK

2. SINIF İŞİTME ENGELLİ ÖĞRENCİLERİ İÇİN TEST ÇALIŞMASI. Hazırlayan Engin GÜNEY İşitme Engelliler sınıf Öğretmeni

Bu kısa Z Nesli tanımından sonra gelelim Torunum Ezgi nin okul macerasına.

Valeler bezdirdi!..

Somemto Big Data Somemto ile Gezi Parkı Eylemleri Haftasında Sosyal Medya Analizi. Copyright 2012 Etiya All Rights Reserved

Parlar saçların güneşin rengini bana taşıyarak diye yazıvermişim birden.

Samed Behrengi. Püsküllü Deve. Çeviren: Songül Bakar

YIL DEDE'NİN DÖRT KIZI

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Betül Tarıman. Öykü GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ. 2. basım. Resimleyen: Uğur Altun

ULUSLARARASI İŞÇİ DAYANIŞMASI DERNEĞİ. Meslek Liseliler Ne Yaşıyor? Ne İstiyor? Boyun Eğme. Mücadele Et!

İÇİNDEKİLER- haziran 2015

Perşembe İzmir Gündemi

Abbas Ünal. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Yýldýz Tilbe 1 ADAM OLSAYDIN. Söz-Müzik: Yýldýz Tilbe. Sevdim olmadý yar, küstüm olmadý yar. Kendini arattý, beni bulmadý yar

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Yüreğimize Dokunan Şarkılar

DDD. m . HiKAYE. KiTAPLAR! . CİN. ALİ'NİN. SERiSiNDEN BAZILARI. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangisi kanıtlanabilirlik açısından farklıdır?

EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI

Samed Behrengi. Sevgi Masalı. Çeviren: Songül Bakar

Başbakan Yıldırım, 39. TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği ne gelen çocukları kabul etti

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

HALKIN DOKTORLARINDAN KORKUYORLAR

Otistik Çocuklar. Berkay AKYÜREK 7-B 2464

Fiilde Kip / Kişi K O N U. Durum. Oluş ETKİNLİK 1

Cesaretin Var Mı Adalete? Çocuklar günümüz haberleriyle, gündemle ne kadar iç içe?

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI


Yenilenen Geçici Hayvan Bakım Merkezi açıldı

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi UĞUR BÖCEKLERİ OCAK

Sezen Aksu 2. Çok Ayýp. Söz - Müzik: Sezen Aksu. Kulaðýma geliyor, atýp tutuyorsun, ileri geri konuþuyorsun aleyhimde. Çok ayýp, çok ayýp.

Hayatta gerek yaşayarak,gerek duyarak veya görerek,hiç kimse yoktur ki,etti de bulmadı,desin ve de denilsin.

Yüklemin anlamını zaman, durum, yön, miktar, tarz, vasıta, şart, sebep, birliktelik yönlerinden tamamlayan kelimeler ve kelime gruplarıdır.

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Transkript:

Merhaba Sahibi Tavır Yayınları adına Bahar Kurt Genel Yayın Yönetmeni Gamze Keşkek Sorumlu Yazıişleri Müdürü Yeliz Yılmaz Yayın Danışmanı Veysel Şahin Yazışma Adresi İstanbul Mahmut Şevket Paşa Mah. Mektep Sk. No: 4-B Okmeydanı - Şişli - İstanbul Tel: (212) 238 81 46 Fax:238 82 49 e-posta: tavir2007@gmail.com www.tavirdergisi.org Ankara İdilcan Kültür Merkezi Eski 1. Cadde 636. Sk. No: 207/2 Tel: 0 541 336 65 37 Hesap no (TL) 1042-0596147 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST Hesap No (EURO) 1042-0129062 Gamze Mimaroğlu İş Bankası Parmakkapı/İST Fiyatı (DÖVİZ) Almanya: 5 Euro Fransa: 5 Euro Hollanda: 5 Euro Avusturya: 5 Euro İsviçre: 7,5 Frank İngiltere: 4 Sterlin Posta Çeki Hesap No Selma Altın 515 72 82 Baskı Ezgi Matbaa Sanayi C. Altay Sk. No: 10 Çobançeşme/İstanbul Tel: (0 212) 452 23 02 Yayın Türü: Yerel Süreli Dergimizin son şeklini verdiğimiz şu günlerde tahliye haberleri alıyoruz. Dergimiz sahibi Bahar Kurt ve altı devrimci tutsak on ay sonra tahliye edildi. Grup Yorum elemanı Ayfer Rüzgar'ın mahkemesi 10 Eylül'de görülecek. Yine dergimiz genel yayın yönetmeni Gamze Keşkek'in mahkemesi, 10 Ekim'de görülecek. Gelecek güzel günler için ödediğimiz bedellerin bir yanı da tutsaklık işte... 14 yaşındaki Berkin, 16 Haziran'dan bu yana komada. Bu sayımızda mahalleden bir ablası bir mektubuyla sesleniyor Berkin'e. İktidar bütün aymazlığıyla saldırmaya devam ediyor; halkın her kesimine, sanatçılara.. Mesele diyoruz dergimiz sayfalarında, ne on altı ağaçtır yalnızca ne Mehmet Ali Alabora'nın yazdığı bir tweettir. Asıl Mesele, halkların direnme geleneğini diri tutması ve iktidarın saldırıları karşısında pes etmemesidir. Devrimci sanat alanında üretmeye devam ediyoruz. İdil Tiyatro Atölyesi Taksim Gezi Direnişi ni anlatığı oyunuyla 7. Türkiye Tiyatro Buluşması kapsamında Dikili ye gitti. Dikili izlenimlerini ve yazdıkları oyun metnini yayınlıyoruz bu sayımızda. Devrimci sanat alanının 33 yıldır haylaz çocuğu Tavır, bu yıl 21-22 Eylül de 4. kez bir festival gerçekleştirerek, edebiyatı ve sanatı İstanbul un mahallelerinden Okmeydanı na taşımayı hedefliyor. Grup Yorum beş yıl aradan sonra yeni bir albümle dinleyicileriyle buluşacak olmanın heyecanını yaşıyor. Dergimiz Tavır, sayfalarında albüm sürecinden izlenimlere ve albümün içeriğine yer veriyor. Bir yanımız yeni üretimlerle, tahliyelerle, direnişlerle coşkuluyken bir yandan işçi ölümlerinin, direniş şehitlerinin acısını, öfkesini yüreğimizde hissediyoruz. Tüm bunlara bu sayımızda yer vermek istedik. Bir dahaki sayımızda buluşmak dileğiyle.. Dostlukla..

3 4 5 7 8 10 12 13 15 16 18 19 21 22 23 26 28 ŞİİR adnan yücel sen yürürsün rüzgar yürür... DENEME ümit ilter halkız biz! MAKALE fazıl aktaş on altı ağaç değil mesele DENEME ümit zafer mesele MAKALE deniz korcan sanatçıyı sahiplenmek ELEŞTİRİ deniz korcan necati ye şaşmak DENEME ümit zafer ne yapıyorlar DENEME fazıl aktaş müslüman yalan söylemez DENEME kamet topçu çocuk; yüzü hep güneşe dönük bir çiçek MEKTUP dilşah köksal merhaba berkin DENEME mehmet özer beni merak etme oğul, yoldaşlarının yanındayım MEKTUP havin poyraz oğulları öldürülen analara ARAŞTIRMA tavır yılmaz güney bu güne sesleniyor DENEME hasan bakır sıra sanatçılarda ÖYKÜ havin poyraz aşk gemisi DENEME ümit ilter cesaret KİTAP selin toprak ezgili yürek in hissettirdikleri 30 31 32 33 35 38 39 40 42 44 46 49 51 53 55 57 60 62 ŞİİR ayfer rüzgar bir özgürlük şarkısı söyle ŞİİR cahit ırgat insan gibi ŞİİR galip doğan sürgün çocuklar OYUN idil tiyatro atölyesi böyle başbakan bulamazsın DENEME serkan fişek umutlar enkaz altında... KELİMELERİN DİLİ tavır meşruluk DEĞERLERİMİZ deniz ekin direnme geleneği ÖYKÜ nilay fırat zehra ARAŞTIRMA guillermo moncada latin amerika dan haber var İNCELEME zerrin ege hapishanede resim yapmak DEĞERLENDİRME tavır grup yorum ezgileri bir kez daha halkın elleri nde İZLENİM idil tiyatro atölyesi türkiye tiyatro buluşması için dikili deydik. DENEME mehmet esatoğlu vasıf öngören hala sorular soruyor DENEME havin poyraz kerem gibi ELEŞTİRİ devrim savaş iyi polis sadece dizilerde olur KİTAP TANITIMI dilşah köksal intifada dersleri SİNEMA efe boztaş kara melekler HABERLER

şiir şiir sen yürürsün rüzgar yürür... adnan yücel Sen yürürsün rüzgar yürür Sabahlar sığmaz olur gözlerine Her adımda çözülür bir karanlık Şafaklar çiçek sunar ellerine Gün tutuşur Dağlar aydınlanır Yeniden aydınlanır Yeniden canlanan bu yaşam Türküler dizer saçının tellerine Sen yürürsün rüzgar yürür Alıp savurur beni saçların En kalabalık alanlara götürür Bir cellat çıkar apansız Bir fidan yeşermeden çürür Ve kana bulanır ırmaklar Baştan başa geçer kentleri Kan temizlenir cellat ölür Sen yürürsün rüzgar yürür Mahpuslar soluğunla umutlanır Toprak çatlar Gökyüzü bıçak bıçak şimşeklenir Görkemli bir yürüyüş başlar içimde Ve bir tan vakti Kırılır bütün güzellik yasaları Ağaçlar aşk açar bahçelerimde Sen yürürsün rüzgar yürür Dallar eğilir Yapraklar secde eder yürüyüşüne Sular kabarıp dalgalanır Köpüklü başlarıyla selamlar seni Ve tanrılar kalır önünde Ne beyler ne krallar Seninle yazılır en büyük destan En güzel tarih seninle başlar Sen yürürsün rüzgar yürür Bir sevinç boylanır dünyada Çocuklar korkusuz büyür Kan boğulur susar Dokunup geçtiğin her kuraklık Yemyeşil bir vadiye dönüşür Sen yürürsün rüzgar yürür Bizi bu deprem günlerinde İnan ki bir şiirsiz yaşamak Bir de sensiz savaşmak öldürür ağustos-eylül 2013 tavir 3

deneme deneme halkız biz! ümit ilter Bizim istediğimiz çölün içerisinde bir vaha değil, çölün olmadığı bir yaşamdır. * Halkız biz ve kestirmeden söyleyelim: Özgürlük istiyoruz. Öz-gür-lük! Daha anlamayan kaldı mı bunu? Bu, bizim tarihsel ayrıcalığımızdır. Ki sadece, halk özgürlük isteyebilir. Ve işte biz, özgürlük istiyoruz. O en kadim ve hayati isteğimizdir. Vazgeçilmezimizdir bütün zamanlarda. Ve asla vazgeçmeyeceğiz! Anlaşıldı mı? Kör edilen gözlerimize, katledilen kardeşlerimize and olsun! Vazgeçmeyeceğiz ve zerresinden bile taviz vermeyeceğiz. Halkız biz ve doğrudan söyleyelim: Haksızlık yapılmasın istiyoruz. İşte bu yüzden adalet istiyoruz. Bizim için adalet, kimseye haksızlık yapılmamasıdır. Nokta. Ve haksızlık yapandan hesap sorulmasıdır. Üç nokta... Halkız biz ve açıktan söyleyelim: Ekmek istiyoruz. Yalana karnımız tok. Biliyoruz çünkü gerçeği: Ekmek istiyoruz demek, sömürü istemiyoruz demektir. İnsanın insana kul edilmesini reddediyoruz. Ve dünya halklarının sevgili komutanı Ernesto Che Guevara nın şu sözlerine katılıyoruz; Bizim için sosyalizmin, insanın insan tarafından sömürülmesine son verilmesinden başka tanımı yoktur! İşte böyle... Halkız biz ve cepheden haykırıyoruz: Sömürüsüz ve zulümsüz bir hayat istiyoruz biz. Halk düşmanlarının olmadığı bir hayatı yaşamanın bahtiyarlığını paylaşmak istiyoruz halk olarak kendi kendimizle. Şu cennet vatanda, halkların kardeşliğiyle birlikte özgürlük içinde yaşamak istiyoruz. Ve zerresinden vazgeçmeyeceğiz. Hayat denilen kavgada halk düşmanlarına tarih dersi vermeye devam edeceğiz... Ve artık bize: Her Yer Taksim Her Yer Direniş! Bu da böyle biline... q * Melih Cevdet Anday 4 TAVIR AğuSTOS-EYLÜL 2013

makale makale on altı ağaç değil mesele fazıl aktaş Ağır iş makineleri, kepçeler, simsiyah egzoz dumanları püskürten hayvani böğürtülü motor sesleriyle yavaş yavaş hedeflerine ilerliyor. Hedef Gezi Parkı içindeki 16 ağaç! Koskoca kentte kırpıla kırpıla şuncağız bırakılmış akciğerden bir parça daha kopacak birazdan. şen vincin altında kalıyordu Yine aynı tersanede bir gün önce denize düşüp kaybolan bir işçiyi çıkarmak için denize giren dalgıçlar, denizde üç ay önce boğularak ölmüş hiç kimsenin haberinin bile olmadığı başka bir işçiyi çıkarıyorlardı. İş makinesi, gölgesinde belki binlerce insanın yorgunluk attığı yine asırlık bir çınarı tepelediğinde, on işçi metan gazından zehirleniyordu. Grizu patlıyordu ülkenin bir başka madeninde, genç ciğerler göçük altında veriyorlardı son nefeslerini. Bu ülkede her otuz saniyede bir iş kazası oluyor, her üç dakikada bir işçi ya ölüyor ya da sakat kalıyor Nazım diyor ya, ölümün adil olduğunu savunan, şahı da aynı haşmetle vurduğunu söyleyen Acem şaire Yaşam adil miydi diyordu hani, ölüm adil olsun? Geminin fırın bölümünde kömürlerin altında ölen şah gördün mü? diye soruyordu şaire Acem şaire bir de biz soralım mı şimdi: Sen hangi patronun tersanede vinç altında öldüğünü gördün? Sen hangi holdingin sahibinin, kanalizasyonları temizlerken metan gazından son nefesini verdiğine şahit oldun? Şimdi söyle, bunları duyduktan, gördükten sonra yine yazar mıydın aynı şiiri? Kepçe bir selviyi daha devirdiğinde, polisin cop darbesiyle on yedi yaşında bir genç de devriliyordu sokak ortasında. Suçu slogan atmak, her şeyin parayla alınıp satıldığı bir ülkede parasız eğitim istemekti. Aynı anda bir F Tipi hapishanenin giriş yerinde başka bir öğrenci, tutuklulara yapıldığı gibi çırılçıplak soyularak aranıyordu. Bir başka çınarın kökünün söküldüğü sırada F tipi hapishanelerdeki tecrit politikası 13. yılına giriyordu. Bir başka ağaç daha devrildiğinde son on yılda O 16 ağacın altında, bir deri bir kemik bedeni, hırpani giysileriyle uyuyordu. Ölüye çok benzeyen evsizi bir tekmeyle uyandırdı görevli. Gezi Parkı nın yıkılıp AVM yapılmasını önlemek için oralarda sürekli birileri olduğundan, iş makinalarını ve belediye elemanlarını korumakla görevli polislerden biri, az önce tekmeyle uyandırdığı yaşlı evsize ışıksız gözleriyle bir ölüye bakar gibi bakıp Yürü git lan buradan pis herif! dedi. Nereye gideyim, gidecek yerim yok ki dedi yaşlı evsiz. Cehennemin dibine git dedi polis, sonra da okkalı bir tükürük savurdu evsize Adam, sahip olduğu tek şeyi, battaniyesini sırtına alıp, polise kinle baka baka uzaklaştı oradan. İş makinesinin altında kalsa, hiç yoktan soruşturmaya maruz kalacakları tek engel de ortadan kalktığına göre polis rahat rahat vur kepçeyi dedi operatöre Kepçe, asırlık çınarın köküne ilk darbeyi vurduğunda, bir işçi tersanede düağustos-eylül 2013 tavir 5

hapishanelerde hayatını kaybeden hükümlü ve tutukluların sayısı 2400 ü geçiyordu. Bir tutsak daha kansere yakalanıyordu ve başka bir tutsak kansere yakalanıyordu ve başka bir tutsak kanserden hayatını kaybediyordu. Bir adli tutuklu, tecritten kurtulmanın çaresini intihar etmekte buluyordu. Ölümü bekleyen hasta tutsaklara bir kişi daha katılıyordu daha on yaşına yeni girmiş bir çınarın gövdesi iş makinesiyle kırıldığında Bir gelin, sütten kesiliyordu ağaçlar birbiri ardına devrilirken 250 gram kıymayla yaptığı son yemeği, kucağında ölü gözlerle kendisine bakan altı aylık bebeğinin dışında büyüttüğü üç çocuğuna yedirip, kendisi bir lokma bile yemediği için. Aynı anda kocasının eline son asgari ücret bedeli maaşıyla birlikte işten atıldığına dair bir belge tutuşturuluyordu. Bir başka gecekonduda, mahalle bakkalı veresiyeyi kestiği için ekmek alamayan üç çocuklu bir anne, kendi yaptığı bebeklerle oynayan çocuklarına son bir kez bakıp, diğer odaya geçip evin tavanına asıyordu kendini. Kırılan dalların sesine, Şırnak ta açılan toplu mezardaki kemiklerin sesi karışıyordu. Aynı anda Diyarbakır da açılan bir mezarda on altı kişiye ait kemikler bulunuyor, ülkenin bilinmeyen bir ilinde üç devrimci açılan bir mezara gömülüyordu gecenin karanlığında. Köküne bir kepçenin son darbeyi indirdiği çınarın dalından kalkan bir kavganın çığlığı, karakolun mahzeninde dört uzman çavuşun tecavüzüne uğrayan on beş yaşındaki kızın çığlığıyla aynıydı Bir devrimcinin, ormanın ücra bir köşesinde kafasına üç kurşun sıkılıyor, oracıkta katledilen devrimci alelacele kazılan bir çukura gömülüyordu. Son on bir yılda kayıplar hanesi üç rakamlı sayılara ulaşıyor, geride yalnızca gözü yaşlı analar, babalar, kardeşler, eşler, çocuklar kalıyordu. Devrilen bir çam ağacı üzerindeki yuvada yiyecek bekleyen üç serçe, yavrusuyla birlikte ölürken, sağlık güvencesi yok diye hastanenin acil servisinden geri çevrilen bir çocuk babasının kucağında, hastane bahçesinde can veriyordu. Tam o anda bir ambulans, işsizlikten bunaldığı için kendini yakan birini getiriyordu hastaneye. Bir çınarın gövdesi kepçelerle yere serildiğinde, bir mahallede on gecekondu parkı dümdüz eden şirkete ait iş makineleriyle yıkılıyordu, içindeki eşyalarla birlikte. Seksen yaşında bir ninenin bedduaları mahalledeki devrimcilerin sloganlarını bastırıyordu. İşten atılan ve işine geri dönmek için fabrika önünde çadır açan işçilerin üzerine yüzlerce polis saldırıyordu. Gezi Parkı nda bir ağaç daha öldürülürken Kahrolsun la başlayan sloganlar başka bir mahallede dernekleri basılan devrimcilerin haykırdığı sloganların aynısıydı Aynı sloganlar kendilerini işten atan patronlarının sahip olduğu başka bir iş yerinin önünde oturma eylemi yapan işçiler tarafından, çevik kuvvetin sıktığı biber gazına rağmen yüksek sesle atılıyordu şehrin öbür yakasında. Bir ağaç daha devrildiğinde asgari ücret 15 lira zamlanıyor, bir holdingin yıllık cirosu milyarlarca dolarla telaffuz ediliyordu. En zengin beş yüz kişi listesine Türkiye den de giren patronlar her yıl artıyordu. Aynı anda ilaç bulamadığı için derdini bakana anlatan bir genç kıza, bakan dilenci muamelesi yaparak avucuna üç-beş kuruş sıkıştırıyor, Ben dilenci değilim sözüyle afallayan bakanın yüzünde kıza duyduğu öfkenin mosmor rengi açıkça görülüyordu. evrilen her ağaçla birlikte, halkın acıları da artıyordu. Artık 16 ağaç da iş makinelerinin altında kalmıştı. Aynı anda, altında uyuduğu ağaç için ağlayan evsiz, iş cinayetlerinde katledilen işçilerin eşleri, anneleri, babaları, kardeşleri, çıkıyordu sokağa. Metan gazından zehirlenen, göçük altında can veren işçilerin aileleri, ellerinde İş Cinayetlerine Son yazan bir pankartın arkasında yürüyorlardı kentin en büyük meydanına doğru Polisin cop darbesiyle bir gözünü kaybeden on yedi yaşındaki genç de katılıyordu korteje, karısı açlıktan sütten kesilen, dört çocuğunu nasıl doyuracağını düşünen adamın koluna girerek Kızına tecavüz edilen baba da yürüyordu herkesle birlikte kızına tecavüz edenlere lanetler savurarak. Kayıp anaları ellerinde oğullarının, kızlarının resimleriyle, bulundukları her şehirde, meydanlara akan halk nehrine katılıyordu. Biraz önce küçücük bebesini mezarlığa defneden acı içindeki bir baba, mezarlığın önünden geçen öfkeli insanlar içindeki yerini alıyordu Gecekondusu yıkılan seksen yaşındaki nine de gelmişti beddualarıyla alana oğlu ve kızıyla dimdik duruyordu, Evimizi Yıkanın Villasını Yıkarız diyen çocuklara sevgiyle bakıyordu. İşten atılan tüm işçiler sokaktaydı. Faşizme öfke duyan halk sokaktaydı. Yani sorun 16 ağaç değildi! Hiç değildi Devrilen 16 ağacın yerine milyonlar dikilmişti sadece q 6 tavir ağustos-eylül 2013

deneme deneme mesele... ümit zafer Olduğu yerde donup kalmış koşulları, kendi şarkıları eşliğinde dans etmeye zorlamalıyız* Mesele sadece Mehmet Ali Alabora değil arkadaş, sen hala anlamadın mı? Mesele, sanatçının halkının yanında yer almasıdır. İşte bu, mesele olur muktedir zevat için.sanatçı, sırça ve sırça olduğu için köhne köşkün dışına çıkmamalıdır. Kendisine çekilen çiti aşmamalıdır. Her ne yaparsa, sanatın has bahçesinin içinde yapmalıdır. Eş deyişiyle, padişah dalkavukluğu dışında hiçbir şey yapmamalıdır. Yaparsa, mesele olur. Ve düşerler peşine. Önce yalan ile ve sonra resmisi sivili zaptiye kuvvetleriyle... Mesele, sanatçının hizayı bozmamasıdır. Bozarsa, kötü örnek olur ve işte bu, "mesele olur faşizm için. Sanatçı dediğin gündüz Alemdar Polat ise, gece Şaşmaz Necati olması gerektiğini bilecektir. Başka da bir şey bilmeyecektir. natını yapmalıdır. Başka da hiçbir şey yapmamalıdır. Faşizm için mesele sanatçının sahneden inip halkın arasına karışmasıdır. Ve hayatın tarih sahnesinde yer almasıdır. Faşizm için mesele başrolünde halkın yer aldığı hayatın gerçeğinde rol almasıdır sanatçıların... Faşizm için mesele olan, sanatçının yüzünü halka dönmesidir. Egemenler için sanatçı bir tür aynadır. Ayna ayna söyle bana benden güçlü varmola? sorularına Hiç olur mu efendim! bekledikleri yalaka bir ayna olarak bakarlar sanatçıya. İşte böyle bir ayna olmayı reddeden sanatçıyı kırmak istemeleri de malumdur. Faşizm için mesele olan sanatçının baskı karşısında sinmemesidir. İşte o zaman muktedir zevat dengesizleşir. Baskı karşısında sözünü unutmayan, dilini yutmayan sanatçının dik duruşudur bu dengesizliğin sebebi... Faşizm için mesele olan sanatçının da Faşizme Karşı Omuz Omuza olmasıdır. Her koyun kendi bacağından asılır safsatasına karşı, sanatçıların indir- diği bu darbe, faşizm için daha bir yıkıcıdır... Faşizm için mesele olan, sanat ve hayat pratiği ile aydınlık saçmasıdır sanatçının. Oysa yoz karanlığı süslemesini isterler sanatçıdan. mesele sanatçının ne yapacağı ve kim olduğuna dairdir... Faşizm için mesele olan, sanatçının, muktedir zevatın yoksul eti ve kan sunulan sofrasına oturmaktansa, halkın hak ve özgürlük savaşına katılmasıdır. Buna tahammül edemedikleri için mesele ederler... Sanatın faşizm için mesele olmasını sürdüreceğiz. Bertaraf edemeyecekler, icabına bakamayacaklar. Tehditleri sökmez. İşte gitarımız, işte Victor Jara, işte BİZ... İşte saz ve söz, işte Pir Sultan, Dadaloğlu, Köroğlu işte BİZ.. Gerisi hayat ve sanat... Halkımızı, sanatımızı ve bir bütün olarak hayatı ezdirtmeyeceğiz halk düşmanlarına.evet, biliyoruz, faşizmin mesele si halktan yana sanat ve sanatçılarladır. Ki meseleyi, faşizme karşı omuz omuza büyütmeye devam edeceğiz. q *Karl Marx Mesele faşizm için sanatçının halkının yanında doğruyu söylemesidir. Faşizm için doğruyu söylemekten vazgeçmeyen sanatçı mesele olmuştur. Sanatçı dediğin yalanın saağustos-eylül 2013 tavir 7

makale makale sanatçıyı sahiplenmek deniz korcan Oyuncular Sendikası başkanı Mehmet Ali Alabora Taksim direnişinden sonra hedef haline getirildi ve hakkında linç kampanyası başlatıldı. Bu linç kampanyasını başlatan bizzat Başbakan'ın kendisi oldu. Hatta hızını alamayarak Mehmet Ali Alabora nezdinde bütün sanatçılara saldırarak kimini işinden etti kiminin konserini iptal etti. Bütün sanatçılara aba altından sopa göstermiş oldu. Başbakanın besleme yayın organı gazetelerde Mehmet Ali Alabora bizzat hedef gösterildi. Halk ayaklanmasının travmasını uzun süre üzerinden atamayan başbakan emirler vererek "göz çıkartmaktan", "kafa patlatmaktan" vazgeçmiyor. İdeolojik olarak çürümüş, kokuşmuş bir sistemin sahiplerinin faşizimden başka da çareleri yoktur. E tabi ki bir de demagoji. 14 aydır demagoji konusunda neredeyse uzmanlığa eren başbakanın çamur atmadığı dava açmadığı kimse kalmadı herhalde. Her zaman sanat ve sanatçı, korkutmuştur egemenleri. Mehmet Ali'ye olan öfkesi de sadece atmış olduğu o tweet ile ilgili değildir. M. Ali Alabora geçtiğimiz aylarda Mi Minör isimli bir oyun sahneye koymuştu. Oyunun konusu ve kurgusu şöyleydi. Hayali bir gezegende seyircinin katılımını sağlayarak gerçekleşen başarılı bir tiyatro performansı içinde seyircide heyecan uyandırıyordu. Sanatçı ve sanat amacına ermiş, M. Ali bu noktada olumlu bir örnekti bizler için. Gezi Parkı direnişinden sonra akıllara ziyan açıklamalar geldi hemen. Güya Mehmet Ali sergilediği bu oyunla üstelik dış mihraklardan yardım alarak darbe provası yapıyor ve halkı isyana teşvik ediyordu! Zeka düzeyi ile açıklayamayız. Bu bir komplonun ucuz malzemeleridir elbette. Ancak sanatçıya da bir tehdit, bir gözdağıdır aynı zamanda. AKP iktidarının komplocu linçci ve yalancı yüzü bir kez daha ortaya çıkmıştır. Ancak bütün bu yaşananlarda bir de başka bir yönünü tartışmamız gerekir bu meselenin. Ama Mehmet Ali ne yaptı ki Sadece kendi halinde bir oyundu üstelik gerçeklikten uzak, hayal ürünü karakterleri olan bir oyundu. Türünden sözlerle bir sanatçıyı savunmak onu küçük düşürmektir aslında. Acizliktir. Sanat dünyayı değiştirme mücadelesinde bir silah olduğu ölçüde sanattır. Sanatçının silahı sanattır. Bu silah faşizme doğrultulmalıdır. Geri adım atmak, yalpalamak, eveleyip 8 TAVIR AğusTos-EYLÜL 2013

gevelemek bir sanatçıya, aydına yakışmaz. Tiyatronun, sanatın ustaları sanatın kışkırtıcılığına dem vururlar. Augusto Boal tiyatroyu uğruna savaşılması gereken bir silah olarak savunur, tanımlar. Brecht ise sanatı Bütün sanatların en büyüğü olan yaşama sanatına hizmet eder diye tanımlar. Yani bir hizmettir sanatın yaptığı. Sorgulatmak, düşündürtmek, kışkırtmak Yanlış olan bir şey yoktur, Mehmet Ali doğru yapmıştır. Ama büyük suçu Gezi Parkı na giderek işlemiştir. Padişahım sen çok yaşa dememiştir. Bu nedenle saldırıya uğramış hedef gösterilmiştir. Ona düşen ise yaptığını savunmak, gerekirse yine yapmak, dik durmaktır. Kendine ama önce halkına güvenmelidir Mehmet Ali. Bir savunma psikolojisine girmemelidir. Devletten koruma istememelidir çünkü devlettir Mehmet Ali yi karşısına alan. Mehmet Ali yi koruyacak olan halktır, halkın gücüdür, örgütlülüktür. Ki bu halktır başbakanına, içişleri bakanına, valisine yirmi gün kabuslar yaşatan. Tabi ki bir de padişah sofrasından kalan artıklarla beslenen sanatçılar, aydıncıklar da vardı. Onlar her dönem olacaktır. Ancak tarih hiçbir dalkavuğun adını yazmamıştır defterine. Çünkü onların misyonu kullan at tır. Tek kullanımlık diş fırçaları gibidirler. Ki zekalarını ve zihniyetlerini bütün halk görmüştür. Bu bakımdan iyi olmuştur. Meydane çıkmaları!... Bundan sonra yapılacak olan bütün saldırılara karşı tek yumruk olmak, örgütlü güç olmaktır. Sanatçılar Meclisi nin gücü ve dinamiği bir kez de direniş ortasında ortaya çıkmıştır. 20 bin kişi bu pankartın arkasında yürümüş AKP den hesap sormuş, direnen halkın mücadelesinde yer almıştır. Başbakanın korkusu ve hazımsızlığı budur. Mesele tek başına Mehmet Ali değildir. Ayrıca Mehmet Ali yalnız değildir. Bugün üzerimize düşen görev birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için diyebilmek ve Mehmet Ali yi sahiplenmektir. Bütün sanatçılara düşen doğru tavır faşizmin karşısında cesaretle durmaktır. Faşizmi korkutan yegane güç: Cesarettir. q AğusTos-EYLÜL 2013 TAVIR 9

eleştiri eleştiri necati ye şaşmak deniz korcan Konuştu şaştık kaldık. Başbakanla konuştuktan sonra mı bu hale geldi yoksa hep mi böyleydi bilemedik. Oysa o karizmatik bir mahallede kafa kesen, "terörist" dahil herkesi dize getiren "adaletin uygulayacısı" Polat Alemdar'ımızdı. Konuşmasaydı iyiydi ama konuştu... Ne dedi? Özne yüklem ve tümleçlerin birbirini kovalayıp "hazır ol" komutu gelince heyecandan yanlış sıralara girmesinin neticesi miydi bilmiyoruz. Ama anlamadık ne konuştu. Ne dedi? Virgülleri ve noktaları gözyaşları içinde bırakarak yaptığı konuşmasında dedi ki; "Birbirimizi Allah için sevelim bana göre bu ülkeye nazar değmiştir, dua okuyalım, inşallah bu üzerimizden gitsin, güzel şeyler olmakta inşallah bunlar da geçecek arkadaşlar diyebiliyorum, açıkçası ben hissettiklerinin bu düşünceleri anlatmak istedim Topçu Kışlası'nı detaylar son haliyle oluşumlarıyla görmek ve dinlemek de istedim, bana animasyonlarıyla beraber ve nasıl olacağı hakkında olması düşünüldüğü hakkında bunu tabi ki belediyenin yapabileceği sanırım belediye diye biliyorum ben yanlış bilmiyorsam yapabileceği bir kamuoyu yoklaması ya da oy kullanımı herhalde referandum olmuyor tam olarak kelime olarak Türkçesi referandum olmuyor herhalde onun, çünkü o anayasaya bağlı bir şey diye düşünüyorum, ama oy kullanılarak yapılan yine belediyenin yapacağı bir şey ben neticesinde ben çok sevdim açıkçası daha fazla yeşilin olduğunu gördüm orada sayın valimizin söylediği gibi orayı illegal örgütlerden dışarda tutabilirsek orası hepimizin hepimiz orada olmak isteriz. Başbakanıma da teklif ettim, inşallah beraber bir gün gidelim, nasip olur gideriz. Çünkü orası e tabii ki dedi neden olmasın hani ordakilerin arkadaşlar da kendi Dolmabahçe'deki mekanına çağırabileceğini söyledi bu benim de gezmek isteyeceğim, Ankaralısınız, Ankaradansınız. Ya da İstanbul'a geldiğiniz zaman sizlerinde gezmek... (...)!" Siz, Tavır okurlarını bu zulümden kurtarıp burada keselim bu alıntıyı. Zira daha ilk noktaya çok var. (İlk nokta zaten bu konuşmanın sonunda) Ancak Amerikalarda beynini yemiş aptallar böyle konuşur. Burada mesele Türkçe'yi az kelimeyle, çok kelimeyle konuşma meselesi değildir. Halkımız da sınırlı sayıda kelime kullanır ama derdini, çok sade ve açık biçimde anlatır. Bu tip beyinler halktan kopmuş, beyinlerini burjuvaziye satmışlardır. Kendi akıllarıyla konuşamazlar. Aslında bu Necati Şaşmaz vakasına en güzel cevabı yine Gezi direnişçileri vermiştir; "Tayyip işi biliyor, bizimle başedemeyince Necati'yi saldı üstümüze konu neydi unuttuk!" tweetindeki mizahi zekayı tebrik ederiz. Şaka bir yana aslında bu sözde doğruluk payı da yok değil. Gezi direnişi eylemleri bütün ülkeye yayılınca gazı tozu biten başbakan sopayı bir süreliğine bırakıp "havucu" eline aldı ve Gezi'nin direnişi destekleyen sanatçılarına alternatif olarak bazı "sanatçılarını" çıkardı ortaya. Sanki satrançta yeni bir hamle yapar gibi sürdü piyonlarını ortaya. Bakın sanatçı listesine: Necati Şaşmaz, Hasan Kaçan, Hülya Avşar... 13 Haziran günü Necati Şaşmaz ve Hasan Kaçan'ın da içinde bulunduğu bir heyet başbakanla görüştü. Necati'nin ne dediğini kimse anlamadı. İnsana Türkçe'yi unutturacak kadar akıllara zarar bir açıklamaydı ki yukarıda alıntı 10 TAVIR AğusTos-EYLÜL 2013

yapmaya çalıştık. Hasan Kaçan'ın yorumu da kendine yakışan bir tarzdaydı yani: "Gezi sidik kokuyor.." Hülya Avşar da Barbie bebek zekasıyla şöyle dedi: "Bana animasyon izletti, çok güzeldi." Evet. Halkın sanatçısı olurdu da başbakanın sanatçısı neden olmasındı? İşte alın size sanatçı. Başbakanın sadece sanatçısı değil her bir şeyi olurdu. "Çarşılısı" olurdu, MHP'lisi bile olurdu. Her şeyin çakması olurdu da bunların neden olmasındı? Zaten sanatı da sanatçıyı da hiç sevmedi. Karikatüristi sevmedi, müzisyeni sevmedi, Kanuni'yi (Halit Ergenç) sevmedi, Mehmet Ali'yi sevmedi... Tiyatrocuları hiç sevmedi. Tehdit etti, yönetmelikler değiştirdi. Başlarına bürokratlar atadı hizaya getirmeye çalıştı. Gazetecileri sevmedi, köşe yazarlarını sevmedi, haber spikerlerini sevmedi, TV programcılarını sevmedi. Bir tek kendini sevdi bir de kendi gibi düşünenleri... Necati'yi falan sevdi. Oyuncular sendikası başkanı Mehmet Ali Alabora'yı hedef gösterdi. Miting meydanlarında yuhalattı. Kendi beslemesi yayın organı gazetelerde ucuz propagandalar ile hedef göstertti. Gezi direnişine destek veren sanatçılara kinini kustu. Mehmet Ali Alabora'nın hedef haline getirilmesinden sonra sıra diğer "Gezi destekçisi" sanatçılara geldi. Kimisini işinden etti, kimisini tehdit etti, hakaret gırla gitti. ATV'de program hazırlayan Oktay Kaynarca'nın 20 bölümü çekilen "Kapanmadan Kazan" isimli programını daha başlamadan rafa kaldırdılar. Yine ATV'de yayınlanan Huzur Sokağı isimli dizinin senaristlerinden Alev Toprakoğlu facebookta Gezi eylemcilerini desteklediğini açıklayınca işten atıldı. Saba Tümer'in programı Yaşar Nuri Öztürk'ün AKP'yi eleştiren ifadeleri nedeniyle yarıda kesildi! (Yalakalığa bakın) Yıldız Tilbe'nin konseri iptal edildi. Aylin Aslım'ın konseri iptal edildi. Sevcan Orhan'ın konseri iptal edildi. Bunlara gerekçe bile gösterilmedi. Daha pek çok sanatçı da başbakanın öfkesinden nasibini aldı. Ne yapsalardı... Herkes Necati Şaşmaz, Hasan Kaçan, Hülya Avşar olamıyor ki işte. Bir kusurları var "biliyorlar düşünmesini de*" Yazımızın başına, başlığa dönecek olursak aslında Necati'ye şaşılacak bir şey yok. Sistem kendi sanatçısını üretmiştir. Mantar gibi yani.. Hiç uğraşmanıza gerek yok. Onlar ortam bulunca üreyiverirler, şaşarsınız. Bu düzenin böyle dalkavuk ruhlu sanatçıları olur. Onlara yakışan budur. Faşizm karşısında dik durmak, aç kalmak pahasına düşüncenin namusunu korumak ise elbette halkın sanatçılarına yakışır. Kralın soytarıları sofrada arta kalanları yiyedursunlar. Bize onurlu yaşamak düşer. Çok gördük Yeşilçam'ın açlıktan yoksulluktan ölen sanatçılarını. Buna izin vermemek için yapılacak en temel şey örgütlenmek ve direnmektir. Başka yol yoktur. q *B. Brecht AğusTos-EYLÜL 2013 TAVIR 11

deneme deneme ne yapıyorlar? ümit zafer Ne yapıyorlar? Yürüyorlar mı? Yürümesinler! Yürütmeyin üstüme üstüme. Durdurun hemen. Onlar yolları zaptettikçe, sallanıyor saltanatım. Yürümek yasaktır! Ne yapıyorlar? Düşünüyorlar mı? Düşünmesinler! Neyi düşünür bunlar bilmem mi ben! Akılları fikirleri beni tahtımdan etmek. Düşündürtmeyin! Yaradılanın düşüncesizi makbuldür düzenimizde yasaklansın derhal düşünmek Ne yapıyorlar? Gülüyorlar mı? Kime? Bana mı? Hem de bana! Nankörler, somurtmaları için o kadar şey yapmışken hem de karamsar olsunlar diye o kadar uğraşmışken. Yazıklar olsun. Gülmeyi de yasaklayın Ne yapıyorlar? Okuyorlar mı? Ne okur bunlar bilirim ben. Ben her şeyi bildiğim yerde gereksizdir bilgi. Buna rağmen okumak suretiyle bilgi edinmek isteyenlerden hesap sorulacaktır. Okumayı da yasaklayın üflemek serbest kalsın ama Ne yapıyorlar? Halay mı çekiyorlar? Halay çekmek suretiyle omuz omuza gelmeleri maksatlıdır. Nedir bunların maksadı biliyormusunuz? Sevgili Kuala Lumpurlu kardeşlerim bunların halayı da masum sayılmaz. İşte bu yüzden halayınızı da alıp gidin diyoruz onlara ve halayı da yasaklıyoruz Ne yapıyorlar? Şarkı mı söylüyorlar? En tehlikeli işte bu yangından hızlı yayılır bunların şarkısı. Sarar dört bir yanı şimdi meydanlara çıkıp şarkı söylemeleri terördür terör! Bu da böyle bilinsin. Yasaklayın şarkı söylemelerini de Ne yapıyorlar? Açıklama mı yapıyorlar? Ne açıklaması neyin açıklaması? Gerçekleri mi açıklıyorlar? Gidin bastırın o zaman. Yapılacak tek bir açıklama vardır onu da ben yaparım. Buna rağmen açıklama yapmak isteyen gitsin açıklama yapmak caiz değildir. Açıklama yapmak isteyen gitsin açıklamasını evinde yapsın karışan mı var Ne yapıyorlar? Hayal mi kuruyorlar? Eyvah ki ne eyvah! Bugün hayalini kurmaya kalkan yarın gerçeğini kurmaya kalkar. Derhal derdest edin hayal kurmak suretiyle kaos ortamı yaratmaya tevessül edenleri. Bizim gerçeğimizi içselleştiremeyenlerin işidir hayal kurmak. Derhal yasaklayın Ne yapıyorlar? Üç çocuk yapmak için uğraşıyorlar mı? Halbuki kaç kez söyledim değil mi? Böyle parmağımla gösterdim üç diye buna rağmen rekolteye ulaşmak için çaba göstermeyenleri, iyi tanıyın bunları Ne yapıyorlar? Ayaklanıyorlar mı? Niye? Neden? Niçin? Sevgili Kuala Lumpurlu neredesiniz? Burası neresi? Bunlar da kim? halk mı? O da ne! q 12 TAVIR AğusTos-EYLÜL 2013

deneme deneme müslüman yalan söylemez fazıl aktaş Aldatmak maksadıyla bilerek söylenen gerçeğe aykırı söz, asılsız söz ya da Asılsız, uydurma, gerçek bir tarafı olmayan olarak tanımlanıyor sözlüklerde; yalan. Yani gerçeğin, doğrunun tersi olarak. Neden yalan söylenir? Bir insanı yalan söylemeye iten sebep ya da sebepler nelerdir? Bu sorunun cevabı herhalde koca bir kitabı doldurur. Normal yaşam içinde dahi bu nedenlerin kitaplardan taşacak kadar çok olduğunu düşündüğümüzde burjuva siyasetçilerinin söylediklerini ancak sayısız ciltlik ansiklopedilerin alacağını söylemek pek de yanlış olmayacaktır. Sınıflar savaşımının tarihi bilindiği gibi köleci toplumla başlar. Yalanın tarihini de sınıfların oluşumuyla başlatmak mantıklıdır. Çünkü temeli bölüşüm, paylaşım ve eşitlikle tahkim edilmiş ilkel komünal toplumda yalana ihtiyaç yoktur. Yalan çıkarın olduğu yerde doğmuştur. Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya kurulduğunda da ortadan kalkacaktır. lıyorlar: Yalan, demagoji, terör. Yalanın tanımını yukarıda vermiştik. Demagoji de aslında yalanla birebir bağlantılı bir faaliyet. Topluluğun duygularını okşayarak görüşünü kabul ettirme, kendi davasını yürütme yolu veya duyguları etkileyerek temelsiz bir fikri düşünceyi, söz kuvveti ve kelime oyunlarıyla kabul ettirmeye çalışmak olarak yer alıyor sözlüklerde demagoji ve demagoji yapmak. Bu tanımlar yabancı gelmiyor değil mi? Taksim Ayaklanması boyunca yalana, demagojiye boğuldu ekranlar, gazeteler, dergiler Yalan tüm semai dinlerde haramdır! Sadece dinlerde değil, bütün tarikatlarda, mezheplerde, dinsel akımlarda, dini örgütlerde, kısacası dinle alakalı her yerde bu böyledir. Yalan, kesinlikle yasaklanmış, lanetlenmiştir. İnsani ilişkilerde de yalan söylemek kötü bir şeydir yalan söyleyenler sevilmezler. İslam dinine göre de yalan söylemek Kapitalizmin hakim olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Egemen sınıfların çıkarları için hükümet olanlar, bu azgın sömürücü sistemin devamını üç şeyle sağağustos-eylül 2013 tavir 13

haramdır, yasaklanmıştır. Musa peygambere inen on emirden biri Yalan söylemeyeceksin dir. Eline, beline, diline hakim ol der Hacı Bektaşi Veli. Yalanın ve yalancının sevilmediğinin kanıtıdır bunlar. Peki yalan bu kadar lanetlenmişken, bu kadar sevilmezken gözümüzün içine baka baka nasıl bu kadar rahat yalan söylüyor bu din tüccarları, bu sahte Müslümanlar? Öncelikle yalanın, bu iktidar sahipleri açısından dinle, İslamiyetle, Müslümanlıkla ilgisi olmadığını belirtelim. Yalan söylüyorlar çünkü doğruyu söyleyemeyecek kadar haksızlar! Yalan söylüyorlar çünkü doğru olan, haklı olan, meşru olan, adil olan onlar değiller! Doğruyu söylediklerinde iktidarlarını, koltuklarını kaybedeceklerini çok iyi biliyorlar. Müslümanlar ya; Allaha inanıyor ve İslamın şartlarını şeklen de olsa yerine getiriyorlar ya; Cumayı kaçırmıyor, fitne ve zekatlarını (servetleriyle alakasız olarak kendilerince bir rakam belirleyerek de olsa) aksatmıyorlar ya; Hacca gitmekle kalmayıp, turistik gezi babında dörtbeş kez Umre yapıyorlar; eh kaza ve kaderin Allah tan geldiğini dillerinden eksik etmiyor, kelime-i şehadeti belki her gün onlarca kez tekrar ediyorlar ya; elleri titreyerek de olsa cennetten köşe kapmak, hurilerle vuslata ermek adına dilencilere üç-beş kuruş sadaka da veriyorlar ya; Ramazan orucunu eksiksiz tutuyor, o iftar çadırı senin bu iftar çadırı benim her gün ayrı bir yerde oruç açıyorlar ya; yetmiyor, şatafatlı iftarlar düzenliyor ya; konuşmalarına Kur anla başlayıp amin lerle bitiriyorlar ya; üç beş değil en az on kez hatim indiriyorlar ya Ne söylerlerse inanmamızı bekliyor, yalanlarına biat etmemizi bekliyorlar bizden. Bu din tüccarlarının gerçek yüzünü bilenler elbette inanmıyorlar yalanlara, dolanlara Ama İslam yeşili maske takmış bu yalancı takımının, bu sahtekarların söylediği yalanlara birileri inanıyor ne yazık ki.. Onlar da bunu çok iyi biliyor ve Nazizm in yalan ustası Hitler in propaganda bakanı Göebbels ten aldıkları feyzle yalan üstüne yalan söylüyorlar. Göebbels in Büyük Yalan teorisine Yalanda sınır yok şiarıyla katkıda bulunuyorlar. Hükümetin istisnasız tüm üyeleri, kurulan bu Yalan Korosu nda tüm meziyetlerini sergilediler. Öyle bir koro şefine sahiptiler ki, onunla yarışabilmek, onu geçebilmek mümkün olmasada, üzerinden atlanamayacak performanslar sergilediler. Neler demediler ki; iktidarları döneminde 3 milyar ağaç diktiklerini söylediler. Bırakın o kadar fidan üretilmediğini, bunun mümkün olmadığı açıklandı daha sonra. Her şeyleri olduğu gibi çevrecilikleri de yalandı. Çevreci olsalar zaten 3. Köprü inşaatında on binlerce ağaç kesmez, içme suyu havzalarını ortadan kaldırmazlardı. Gezi Direnişi ne katılanların başörtülü bir kadını taciz ettiklerini, 70-100 kişilik yarı çıplak bu güruhun genç anneyi ve bebeğini dövdüklerini, engellemeye kalkan bir çifti de dövdüklerini, hatta kadının üzerine işediklerini bile söylediler. Ne bir görgü tanığı vardı ne de görüntü. Beşiktaş Vapur İskelesi önünde yaşandığı söylenen bu saldırıyı oradaki binlerce kişiden tek biri bile görmemişti. Kırk kere söyledi koro şefi bunu. Göebbels Yalan ne kadar büyük olursa, halkın inanması o kadar kolay olur diyordu ya koro şefi bunu uyguluyordu işte. Polis orantısız güç kullanmamıştır, yasalara uygun müdahale etmiştir dediler. Dört kişi polis kurşunuyla, gaz kapsüllerinin beyinlerini dağıtmasıyla ve polis-sivil faşist dayağıyla can verdi, onlarca kişi gözünü kaybetti, sakat kaldı, tam 4000 kişi hastanelik oldu. Bu mu orantılı güç? Orantılı güç bu ise orantısızından korusun Tanrı herkesi. Ve yalanın en iğrenci. Dolmabahçe deki Bezm-i Alem Valide Sultan Camii ne sığınan eylemciler hakkında uydurulan Camide içki içtiler, ayakkabılarla girdiler, öpüştüler, seviştiler hatta grup seks bile yapmış olabilirler yalanı. Bu derece gözü dönmüş yalancıları, kendilerinden yana olacağına emin oldukları, Valide Sultan Camii nin imamı yalanladı, foyalarını meydana çıkardı. Üzerinde büyük baskı olmasına rağmen, polisçe dört-beş saat sorgulanmasına rağmen Ben Müslümanım, yalan söyleyemem. İçki içeni de, öpüşeni de görmedim. Görmediğim şeyi de gördüm demem. Burası Allah ın evi, sığınanları da dışarı atamazdım dedi. Yani inançlı her Müslüman ın yapması gerektiğini yaptı, doğru söyledi. Birileri ondan ders alır mı bilemeyiz ama ders alacak olan varsa da bunlar kesinlikle AKP liler olmayacaktır. Egemen sınıfların uşakları yalan söylemeye devam edeceklerdir. Dilin kemiği yok demiş atalar ve Çok laf yalansız, fazla mal haramsız olmaz da demişler. Bu sahte Müslümanlar için söylenmiş bu sözler sanki şu an iktidarda olanlara nasıl da uyuyor. Hiçbir şey nedensiz değildir. Bugün hükümet üyelerinin yalan söylemelerinin de mutlaka bir nedeni olduğunu, iktidarlarını yalan ve demagojiyle, yetmediği yerde terörle korumaya çalıştıklarını söyledik. Yalandan medet umuyorlar, halkın örgütsüzlüğünden Cehaletten güç alıyorlar, sırtlarını dayadıkları emperyalistlerden bir de.. Bozuk düzende sağlam çark olmaz demiş ya Pir Sultan. Bu çürümüş düzeni doğru söyleyerek koruyamayacaklarını, yarattıkları bu bataklıkta kendilerinin de boğulacağını çok iyi biliyorlar. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar mış. Bunlarınki yatsıya varmadan söndü çoktan. İnsan olan yalan söylemez, Müslüman hiç! Oysa bunlar ne insan, ne Müslüman. q 14 tavir ağustos-eylül 2013

deneme deneme çocuk; yüzü hep güneşe dönük bir çiçek kamet topçu Çocuk deyince akla umut gelir. Hayatımıza daha girmeden umutları yeşertir. Dâhil olduklarında ise en kötü şeyler bile umutla, dirençle bizim gücümüze güç katar. Sonra büyümeye başlar sakınırsın onu tüm kötülüklerden, olumsuzluklardan. Yaşamı ondan önce gördüğünden midir yoksa gözbebeğin olmasından mıdır bilinmez. Ağlayacak olsa sen haykırırsın içten içe. Düşse yere senin canın daha çok yanar. Üzülse yavrun sen de hüzünlenirsin. Yavrun, kanın, canın gün gelir zalimin hedefi olur. Yüreğin dağlanır. Nasıl dersin? Hani ondan önce gördüklerin vardı ya bir an unutursun hepsini. Canının her noktası yavrun için atarken bir daha yaşarsın tüm hayatı Gözünden bile sakındığın, sıkılmadan, şikayet etmeden hayatın tüm yükünü üstüne aldığın çocuğun kör kurşunlara hedef olurken, hunharca atılan biber gazlarından, plastik mermilerden yaralanırken ne aldığın nefes nefestir ne de yediğin lokmalar bedenine güçtür Kolay mıdır insanın canından can kopması, reva mıdır körpecik yavrulara kıyılması. Ne kolaydır ne de görmezden gelinesidir. Zaman güçlü olma zamanıdır; yılmadan, yıkılmadan. Ne diyordu usta Nazım Hikmet; Düşmana inat bir gün daha fazla yaşayacaksın Sen değil miydin zaten yavruna düşünmeyi öğreten, çevresinde olup bitene duyarsız kalmamasını nasihat eden, mazlumun yanında dur diyen Haksızlığa boyun eğmemeyi kimden öğrenmişti? Senin yanında durmamış mıydı haksız yere işten atıldığında meydanlara çıkarken. Atanamayan öğretmenler için gür sesle bağıran, yaşıtları, arkadaşları F tiplerinde katledilmeye çalışılırken beraber gitmemiş miydiniz dayanışmalara Umudun adı senin gözünde yavrun değil miydi? İşte o çocuklar şimdi meydanlarda, direnişte, haykırışta ve isyan da Ve o çocuklar ki hastanelerde hayata tutunmaya çalışıyor. Mücadele ederken yaralanan ve hatta uzuvlarından birini kaybeden arkadaşları, yoldaşları dışarıda bekliyor. Bekliyor çünkü yaşanacak güzel zamanları, umutlarının adının konacağı günleri, sorulacak hesapları var Pes etmiyorlar, hamurlarında yok çünkü. Onların düşünmesinden dahi korkacak kadar zavallılara inat yaşayacaklar. Geçip karşılarına onurluca dikilecekler. Tarihlerini biliyorlar çünkü. Kitaplara sığmayacak kadar büyük geçmişlerini biliyorlar Tehditlerin, baskıların işe yaramayacağını biliyorlar. İnanıyorlar geleceğe, artık dur dediler bir kere. Yokluğu da varlığı da biliyorlar. Kırılmıyor umutları ve güçleri Geldikleri yerler, kültürleri belli, halktı onlar. Emeğin, alınterinin yüceliğine inanan, bu uğurda yaşamlarını sürdüren ailele- ri vardı. Tek başına bunlar bile oligarşinin önünde başlarını eğdirmez, alınlarını hep dik tutar, öfkelerini dindirmezdi. Öyle de oldu günden güne büyüdüler. Çocuk lar koşuyorlardı aydınlığa, duyuyorlardı zafer marşlarını, evlat acısıyla yanan analara sözleri vardı. Korkuyordu oligarşi çocukların düşlerinden, fikirlerinden, azimli olmalarından, zulme sessiz kalmamalarından, emeklerinden Zulmedenler artık ne yapacaklarını şaşırmıştı. Okudukları okullarla, gelecekleriyle ve hatta aldıkları ya da alacakları bursla tehdit ediyordu onları. Oysa çocuklar gülerek seyrediyordu bu olup biteni. Kürsülerdeki titreyen sesleri onların zaferleriydi çünkü. Pervasızca atılan iftiralar ne kadar onurlu bir kültürden geldiklerini gösteriyordu. Anne babalarıyla, halk deyimiyle, oligarşiye kafa tutuyorlardı. Arkadaşları meydanlarda, hastanelerde, tecritlerde savaş verirken, direnirken onlar da dışarıda koşuyorlar, halkla beraber fikirler üretiyor, inançla ilerliyorlar. Aralarında oluşan birlik ve beraberlik, düzmece suçlamalarla onları tecritlerde hapsedeceğini sanan oligarşi vız geliyor. Okuyarak, düşünerek zalimin karşısında birbirlerine sarılıyorlar. Acıyı da iyi biliyorlar Unutmazlar kahpeliği ve unutmazlar bir dakika bile vazgeçmemeleri gerektiğini. Ne geçmişlerinde ne de karakterlerinde davadan dönmek var... Gün bu gündür! q ağustos-eylül 2013 tavir 15

mektup mektup merhaba berkin dilşah köksal Merhaba Berkin, Ben mahalleden bir ablanım. Zamanının çoğunu seninle geçiren ablalarından sadece biri. Berkin'im, kara kaşlım, kara gözlüm. Yiğidim, korkusuzum. Öfkenin en derini, adaletin en keskin bakışlısı... Haberin bir çatışmanın göbeğinde geldi. O gün, pazar günü, vurulduğun gün. Cumartesi gününden sabahlamıştık Taksim'de, kavga meydanında. Sen de kavganın ortasından, savaş meydanından rüzgar gibi geçerken vurulmuşsun. Sana o günü biraz anlatayım. Öğlen saatleriydi, düşman Okmeydanı halkının yüreğinden korkmuş, kaçmak için yer kolluyordu. Abluka altına almaya geldiği mahallede ablukaya alınmıştı. Korkusu tüm bedenine yayılmıştı, elinde kalkanı titriyordu. Mahallemizin teyzeleri ve amcaları meydana çıkmış, düşmana "Gidin mahallemizden", "Burası Okmeydanı, buradan ya sizin ya bizim ölümüz çıkacak" diyorlardı. Tam o sıra geldi haberin. Bir arkadaşın geldi Abla Berkin'i vurdular dedi. "Hastanede komada" dedi. O halin gözümde hiç canlanmadı biliyor musun? Lapiska saçlım, delikanlım, komada öyle mi? Hareketsiz öylece yatıyor öyle mi? Yoo, imkansız. Berkin sıkılır ki, yatmaz, yatamaz! Sandalyede bile rahat duramayan Berkin, sessizliğe dayanamayan sıkılan Berkin, hastane odasında hareketsiz yatamaz ki! Olmaz ki! Biliyorum kardeşim, sıkılıyor canın. Ben de orada olmalıydım diyorsun. Burada ne işim var çıkarın beni diyorsun. Uyutmayın çıkarın kolumdaki serumu diyorsun. Biliyorum ablam parkı, köpeğimiz Şila'yı, arkadaşlarını, anneni, babanı, Gamze'yi, Özge'yi çok özledin. Bizi özledin, biliyorum. Ama sesimizi duyduğunu, haberimizi aldığını da biliyorum. Bak gülümsüyorsun, bak elini oynatıyorsun. Sesler de geliyor dudaklarından. Bak köyden tanıdık, tanımadık herkes hastanenin önünde. Mahallede serserilik yapıyorlar diye kızdığın akranların da burada. Hiç tanımadığın yedi düvel yabancı dediğimiz insanlar gelmişler. Onlar da burada. Ethem, Ali, Abdullah, Mustafa Ali herkes burada. Kara gözlüm biz mi? Biz yüreğinde, omuz başındayız. Yoruldun mu? Koy kafanı omzuma, biz taşırız seni. Gövden ağır mı geldi sana küçüğüm, yorma bedenini gövdene can oluruz biz. Her gün çifter çifter soluyoruz, senle soluyoruz, senle yatıyor, senle kalkıyoruz. Bir bedene iki yürek sığar mı hiç, sığıyor işte. Bizim yüreğimizin yanında senin de yüreğin atıyor. Öğretmenimiz bir çift göz olmaktan bahseder, bize Bir çift göz olun der. Bir göz ağlarken diğer göz gülemez ya, bizimki de o hesap anlayacağın. Hep gözlerinden anladık ruh halini belli etmezdin bize. Sinirlendiğinde hele, ayağın hiç durmazdı yerinde hep oynatırdın, masada ya da elinin altında bir şey varsa onunla uğraşır, sinirden patlamamak için meşgale arardın kendine. Ama bizden saklayamazdın, tutardık ensenden, elimiz 16 TAVIR AğusTos-EYLÜL 2013

omzuna değdiğinde yaramaz bir çocuğun yakalanışındaki mahcubiyet belirirdi gözlerinde. O an anlatman gerekeni anlatır çözüm arardın sonra. Hemen varsa bir oluru yapalım derdin. Ama öfkenin sebebi hep aynıydı bizimkiyle, aynı bakardı gözlerimiz. Aynı öfkelenirdi yüreğimiz ve bilincimiz, aynı şeyi yapmamız gerektiğine kanaat getirirdik. Yapardık da Hatırlar mısın, akşamın geceye döndüğü saatlerde 3-4 arkadaşınla birlikte Okmeydanı Köşe nin orada, elinizde çuvallarla caddeye doğru çıkıyordunuz koşa koşa. Beni ve yanımdaki abinizi görünce kaçmıştınız, sizi görmediğimizi sanmıştınız. Ama bir sonraki sokaktan arkanıza çıkınca şaşırmıştınız. Hep beraber ne de candan gülmüştük o akşam. Sonra arkamızdan bağırmıştın Abla! Bu senin için. Çık! Çık! Çık! Paat! Hep ellerinle yakardın kavgayı, her zaman ellerinle taşırdın alevi kavgaya. Etrafını açar, bir hışımla koşar, öfkeni bir alev topu gibi atardın Okmeydanı sokaklarında.. Senin için bilmiyor diyorlardı, bilinçsiz diyorlardı. Her zaman verecek bir cevabımız, söyleyecek bir çift sözümüz olmuştur söyleyenlere. Kim demişse halt etmiş! Hiç insan bilmediği şeye sevdalanır mı, bilmediği şeye öfkelenir mi, yanlış olduğunu bilmediği bir şeyi düzeltmeye çalışır mı? Gerçekçi değil, bilime aykırı. Hiç insan bilmediği bir şey için, ölümüne, sonuna kadar gider mi? Gitmez, korkar. Üstelik insan bilmediği şeyden korkar, Berkin biliyordu ve korkmuyordu. Kömürleşmiş bedene öfkeleniyordu Berkin, verilmemiş mektuba, işkencenin her türlüsüne, adaletsizliğe, yanan delikanlı ömürlere, bir sevdalının yarı yolda çekip gitmesine... Normal değil mi bunlara öfkelenmek? Ha insan öfkelenir ama Berkin ama sen bir başka öfkelenirsin. Eee ne de olsa Berkin, Okmeydanı'nın yiğit evladı. Zaten bu yüzden vurmadılar mı seni? Yüreğimizi bu yüzden yangın yerine çevirmediler mi? Seni başından vurduktan sonra birbirlerinin sırtını alçakça sıvazlayıp katil elleriyle alkış tutmadılar mı? İrin akan ağızlarından çıkmadı mı "Aferin iyi vurdun kafasından." sözleri. Ama merak etme Berkin, elimizde hiçbir şeyimiz kalmasa da şimdi yüreklerimiz düşmana tutulan bir silahtır. Biz de Okmeydanı'nın evladıyız. Senin vurulduğun yerden sürüyor kavgamız. Yıldızlar ve sular tanıktır bize Aç ve kavruk bir memeden Direnmeyi yudum yudum emen Bir çocuk gibi öğrendik Ve direndik Ordular kurduk türkü renklerinden Bütün ağıtları bir hücumda yendik Acıya kurşun işlemez artık Biz yaşamayı zulümsüz sevdik* *Adnan YÜCEL q AğusTos-EYLÜL 2013 TAVIR 17

deneme deneme beni merak etme oğul, yoldaşlarının yanındayım! mehmet özer Evladımı kaybettim, aldılar onu benden. Gün ortasında, kalabalığın içindeydi, onu seçti cellat. Dünya başıma yıkıldı. Gündüzüm gecem oldu, gecem zifir karanlık. Bir boşluğa düştüm. Giderek büyüyen ve beni de içine çeken bir boşluk. Anlamıyordum, duymuyordum. Göğsüm daralıyor nefesim kesiliyordu. Nereye baksam oğlumu görüyorum. Neye dokunsam bana sesleniyor. Aklımı yitirmek üzereyim. Canımı söküp aldılar, kuru bir dal gibi kaldım. Durmadan konuşuyor insanlar, sarılmakla yaram sağalır mı? Başımda bir uğultu, ayaklarım taşımaz oldu beni. Çok yorgunum el çektim yemekten sudan, gözlerimin ışığı sönüyor. Gözlerimi yatırdım pencereye, kulağım kapıda oğlum gelmiyor. Ne bir ses, ne bir suret. Hayat terk etti beni. Duvarlar üstüme yürüyor, hiçbir yere sığmıyorum. Sonra fotoğrafını taktım göğsüme, sokaklara çıktım. Karıştım oğlumun arkadaşlarının arasına. Can geldi gözlerime. Bir de ne göreyim, binlerce evladım olmuş. Nasıl oldu ben de anlamadım. Ethem'in acısıyla harap olmuş bedenimi, aklımı iyileştiriyorlar. Ana diyorlar bana. Ethem gibi sevgi dolu seslenişlerle ana. Genci, yaşlısı sanki evvel zamandan beri tanışıyormuşuz gibi sarılıyorlar bana. Diyorum ki kendi kendime bunu Ethem düşünmüştür. Ben yalnız kalmayayım, dayanayım acıya, hesap soracak gücüm olsun diye Ethem yapmıştır bunu. Ben bir Ethem doğurdum, Ethem binlerce yoldaş verdi bana. Beni merak etme oğul, yoldaşlarının yanındayım. q 18 TAVIR AğusTos-EYLÜL 2013

mektup mektup oğulları öldürülen analara havin poyraz Bu mevsimde köyler ne güzeldir. Şehrin gürültüsünden, kargaşasından, telaşından uzak. Çeşmelerinden suları buz gibi akar. Soğukluğu dudakları çatlatır. Çocukları meydanda özgür oynar. Herkes biri birini tanır, acısını, tatlısını bilir. Adamı da bir başka güzeldir. Temizdir, saftır, kirlenmemiştir. Köyümüz güzeldir. Toprağımızdır, memleketimizdir, bizimdir. Balkonda oturmuş kalmışım. İçeri çarim, beklerim yoksun, gelmezsin. Bir umudum da köyümüzde. Severdin köyü. Yazları önce biz giderdik, sonra sen peşimizden gelirdin. İki elin kanda olsa gelirdin. Her şeyi bırakıp yıllar önce Sungurlu ya yerleşen babanı her yıl mutlaka görmek isterdin. Altı yaşındayken seni bırakıp gittiği için kızmazdın babana. Babam bir değişik adam derdin, saygı duyardın. Şehir babana dar geldi. Yıllar önce yuvamızdan uçup gitti. Dağ başlarında kendine has bir yaşam kurdu. Sen de bu Haziran yuvamızdan uçup gittin. Dağlara mı gittin oğul, babanın yanına mı gittin? Tüm bu inançla gittim köye; belki seni görürüm diye. Köye vardığımızda bayramın ilk günüydü. Bayramlaşmaya tanıdık tanımadık herkes geldi. Evimiz ilk defa bu kadar kalabalık oldu. Ethem in annesi, anamız nerede diye sorup, sarılıyorlardı elime. Sağ olsunlar, bayramımı kutladılar, elimi öptüler. Ben de sıkı sıkı kucakladım. Yanaklarından, alınlarından bir bir öptüm. Onlar da sen gibi evlat. Bayram geldi ya, köye gidelim dedik. Seni orada beklerim dedim oğul, açmaz oldun kapılarımı. Sanki uzak diyarlara gitmişsin. Gözlerim kapıda bekleağustos-eylül 2013 tavir 19

ğırırlar gidemem. Dizlerim sanki birbirine kenetlenmiş, açılmaz. Köyce evimizin küçük balkonunda oturmuş, seni beklerim. Gelenler, gidenler Ben olduğum yerde mıhlanmış kalmışım. Gün geceye vurur. Güneş ışığın yavaş yavaş söndürür, başka diyarlarda ışıldanır. Ortalık sessiz. Bir tek cırcır böceklerinin sesi ve gecenin sesi Hafiften bir rüzgâr esti. Ürperdim.Baktım sağıma, yanımda biri oturur. Gözlerini dikmiş gözlerime, bana bakar. Bir evlatça bakar ki, anlatamam. Oğul dedim, kimlerdensin sen, güzel ismin nedir?. Yüzü de bir tanıdık gelir ki. Ana! der demez boynuma sarıldı. Gülümseyerek Ana! Ben Ali İsmail, tanımadın mı?. Dilim tutuldu adeta, bir şey diyemedim. Gözlerine baktım, ellerine dokundum, saçlarını okşadım, kokladım. Oğlum!. Sıkı sıkı sarıldım. Bir süre öylece kaldık. Toparlandım. Ellerini avucumun içine aldım. Sana nasıl kıydılar evlat? Anlat! Avucumdaki küçük ellerini öptüm, gözlerine baktım: Sanki o an yanımda Ethemim oturur. Ali İsmail sokuldukça, Ethemim aklıma gelir, ılık ılık bir şeyler içime akar. Konuşmaya başlayınca başını omzuma yasladı, ikimizde karanlığa doğru bakarız. Sakin sakin anlatmaya başladı: Günlerdir kütüphanede ders çalışıyordum. Sınav dönemi yaklaştığı için bir yandan not topluyorum, bir yandan da sabahlara kadar ders çalışıyorum. Ara ara duyuyorum. Taksim de direnenler varmış, Gezi Parkı yıkılmasın diye çadır kurmuşlar. Yakından takip etmeye başladım, ama çok da dahil olamıyorum. 31 Mayıs gecesi polisin parktakilere azgınca saldırıp, ağaçları dozerlerle yerle bir ettiğini ve başbakanın açıklamalarını dinlemem, artık herkes gibi benim de sabrımın taşmasına neden oldu. Gezi Parkı yla dayanışma amacıyla Eskişehir de öğrencilerin başını çektiği bir yürüyüş düzenlendi. Bu yürüyüşe ben de katıldım. Elimi daha sıkı tutmaya başladı, daha bir kuvvetli sıkıyordu. Heyecanlanmış anlatıyordu. O anlattıkça benim gözlerim doluyordu. İçimden bağıra bağıra ağlamak geliyordu: Polis yürüyemezsiniz dedi. Biz yürümek için ısrar ettik. Polis gaz bombalarıyla üzerimize saldırırınca barikat kurduk ve direnmeye başladık. Çatışmalar her gün sabahlara kadar sürüyordu. 2 Haziran günü yine yürüyüş olacaktı. Sabaha kadar sokaktaydık zaten. Arkadaşlarla toplandık yürüyüş yapacağımız meydana gittik. Yürüyüş başlar başlamaz polis yine gaz bombalarıyla saldırmaya başladı. Gaz bombasından kaçarken ara sokağa girdim. Birileri bağırıyordu. Önce yüzlerini tam göremedim. Yaklaştıkça yüzlerini daha net seçebildim. Bazılarının elinde telsizler vardı. Bu linç güruhundan kurtulabilmek için kaçmaya çalıştım. Biri çıktı önüme kolumdan tuttu sopayla vurmaya başladı, sonra biri daha geldi. Ellerinden kurtulmayı başardım derken biri daha geldi, sonra biri, biri daha Kaçamadım. Çıldırmış gibi vuruyorlardı. Bağırdım. Vurmayın dedim. Kalp ameliyatı oldum dedim. Ben böyle söyleyince daha azgınca vurdular. Etraftan sesler geliyordu: Yazıktır vurmayın gençlere, bırakın diye. Ağızlarından salyalar aka aka bağırarak karşılık verdiler. Vurdular, vurdular, vurdular Her tarafım kan içinde kaldı. Çok acı çekiyordum. Baygınlık geçirince bırakmışlar. Gözlerimi açtığımda hastanedeydim. Doktora başımdan geçen her şeyi anlattım. Pek ilgilenmedi. Yüzüme bile bakmadı. Yaralarımı sarmadı. 24 saat boyunca uyuma demedi. İlaç verdi: Novalgin. Baş ağrısına iyi gelir, evine git dedi. Teşekkür ettim. Sen nasıl doktorsun? Kafama defalarca darbe aldım. Beni nasıl eve yollarsın? İnsan hayatı bu kadar ucuz mu? diyemedim. Arkadaşlarım oradaydı. Birlikte eve gittik. Bir gün sonra gece fenalaştım. Bilincimi kaybettim. Ağzımdan köpükler çıkıyordu. Apar topar hastaneye götürdüler. Hemen ameliyata aldılar. Beyin kanaması geçiriyormuşum. Kanama bir gün önce başlamış. Ameliyattan sonra makineye bağladılar. (Sakince) Sonrasını biliyorsun Başını omzumdan aldım, yüzünü, gözlerini öptüm, saçlarına bakındım; yaralarını gördüm: Ali m, kuzum, Ethemim gibisin Gel sarılayım sana. Yaralarını sarayım. Sizine hevesliklerle, hayallerle doğurduk. Yürümeniz, ilk anne deyişiniz. Gel oğul, yaralarını ben sarayım. Dokunmaya kıyamazdık. Zalimler vura vura seni aldılar. Kanatlarımı kırdılar.döve döve öldürdüler Ali mi, nasıl dayandı körpecik vücudun böylesi zalime, düşküne Ali m? Onları burada görmek istiyorum oğlum, tam karşımda. Yüzüme bakmalarını istiyorum, size yaptıklarını bir bir sormak istiyorum. Sor ana! Unutma bizi, unutmayın! Yüreğinizdeki acınız hiç soğumasın. Yapanların yanına kar kalmasın! Elimden öpünce kendimi tutamadım, yaşlar gözümden boşanıverdi. Ağlama Ana! Gözyaşların akmasın. (Gözlerimi eliyle usulcana sildi) Bir oğlun daha geldi, bak orda sana bakıyor. Ben de Hatay a Emel anamın elini öpmeye gidiyorum Der demez yitti. Döndüm arkama baktım. Yavaş yavaş yanıma yaklaştı: Ana! Ben Ethem! Elini öpmeye geldim! q 20 tavir ağustos-eylül 2013