krmz KORİDOR YAYINCILIK - 224 OKTAY MATBAACILIK ISBN: 978-605-4629-42-8 YAYINEVİ SERTİFİKA NO: 16229 MATBAA SERTİFİKA NO: 16318



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Mark Allen Smith - Ne Düşündüğünü Biliyorum

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

3. Zihinden atamadığınız tekrarlayan, hoşa gitmeyen düşünceler. 7. Herhangi bir kimsenin düşüncelerinizi kontrol edebileceği fikri

TURK101 ÇALIŞMA 6 ZEYNEP OLGUN MAKİNENİN ARKASI

* Balede, ayak parmakları ucunda dans etmek. [Ç.N.] ** Balede, ayaklarını birbirine vurarak zıplamak; antrşa şeklinde okunur. [Ç.N.

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

Herkes Birisi Herhangi Biri Hiç Kimse

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Betül Tarıman. Öykü GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ. 2. basım. Resimleyen: Uğur Altun

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

Herkese Bangkok tan merhabalar,

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Uzun Bir Köpek Hakkında Kısa Bir Öykü. Henry Winker. İllüstrasyonlar: Scott Garrett. Çeviri: Bengü Ayfer

BÖCEK ORKESTRASININ MUHTEŞEM SINIFI

Uzaktangörü (Remote Viewing) Basitleştirilmiş Çizim Taslağı Düzenleme V /02/28

ŞİMDİKİ ÇOCUKLAR HÂLÂ HARİKA

PHOSPHORUS. ( Phos. ) Ana fikir ; çabuk parlar, çabuk yanar ama çabuk söner.

SINIRSIZ ZİYARETLER. Nermin Er in ev atölyesi

66 Fotoğrafçı Etkinlik Listesi. 52 Haftalık Fotoğrafçılık Yetenek Sergisi

Bir gün Pepe yi görmeye gittim ve ona : Anlayamıyorum her zaman bu kadar pozitif olmak mümkün değil, Bunu nasıl yapıyorsun? diye sordum.

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Pırıl pırıl güneşli bir günde, içini sımsıcak saran bir mutlulukla. Cadde de yürüyordu. Yüzü gülümseyen. insanların kullandığı yoldan;

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Hipnoz durumu nedir? H İ P N O Z NE DEĞİLDİR? NEDİR? Uyku Uyanık bir durum. Bilinçsiz bir durum Rahatlama durumu. Aldanma Hayalinizde canlandırma

Helena S. Paige Çeviri Kübra Tekneci

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer,

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK

HEM DÜŞÜNECEĞİZ, HEM ÖĞRENECEĞİZ HEM DE SÜRPRİZ HEDİYELER KAZANMA ŞANSINA SAHİP OLACAĞIZ.

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

VÜCUDUMUZUN BİLMECESİNİ ÇÖZELİM

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

ŞEBNEM İŞİGÜZEL Eski Dostum Kertenkele

Ağlat Beni Klip Senaryosu Harun KOLÇAK

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

MİNERALLEŞTİRMENİN BÜYÜSÜ

Zihnindeki Sonu Hayal Et, İstediğini Elde Et! Eski zamanlarda üç yolcunun yolu çölde düşer. Kurumuş bir nehir... Sevgi Tunalı

Ankilozan Spondilit hastaları için Günlük egzersiz programı

Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular

Öykü ile ilgili bitişik eğik yazı ile 5N1K soruları üretip çözünüz. nasıl : ne zaman:

Jiggy kahramanımızın asıl adı değil, lakabıdır. Ve kıpır kıpır, yerinde duramayan anlamına gelmektedir.

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat


GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Öykü KURABİYE EV. Resimleyen: Burcu Yılmaz

ÇAYLAK. Çevresinde güzel bahçeleri olan bir villaydı.

İŞYERİ EGZERSİZLERİ. Hazırlayan: Uzman Fizyoterapist Meral HAZIR

UYGULAMA 1 1. Aşama Şimdi bir öykü okuyacağım, bakalım bu öykü neler anlatıyor?

Evlat Edinilen Çocuğa Multidisipliner Yaklaşım: Vaka Örnekleri Üzerinden Evlat Edinme. Psikolog Reyhan Bahçivan-Saydam

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

Başarıda İç Disiplin. Herkes insanlığı değiştirmeyi düşünür. Ama kimse önce kendini değiştirmeyi düşünmez.

SAGALASSOS TA BİR GÜN

Üniversite Üzerine. Eğitim adı verilen şeyin aslında sadece ders kitaplarından, ezberlenmesi gereken

Tanşıl Kılıç ŞEKERLİ SİNEK. Resimleyen: Vaghar Aghaei

OHIO DOĞAÇLAMASI (OHIO IMPROMPTU)

Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ

Edwina Howard. Çeviri Elif Dinçer

ŞİİR, HİKÂYE, MAKALE. Ekim 2013 Sayı 1. Yazar; HARUN ŞEN

SÖZCÜKTE ANLAM. Gerçek Anlam Yan Anlam Mecaz Anlam Terim Anlam Sözcükler Arasý Anlam Ýliþkileri Anlam Olaylarý Söz Öbeklerinde Anlam

DUA ETTİĞİNİZDE. J. Robert Ashcroft. ICI Elemanlarıyla İşbirliği İçinde Hazırlanmıştır Resimler: David Cahill Çeviren: Hande Taylan ICI

ISBN :

DİKKAT VE DİKKAT TOPLAMA ADEM TOLUNAY ANADOLU LİSESİ REHBERLİK VE PSİKOLOJİK DANIŞMA SERVİSİ

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya


BARIŞ BIÇAKÇI Baharda Yine Geliriz

a) Gerinme: Sırtüstü yatar pozisyonda, eller yana açık, bacaklar düz iken bacakları aşağıya, kolları yanlara doğru iyice uzatmaya çalışın.

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI OCAK AYI BÜLTENİ BELİRLİ GÜNLER VE HAFTALAR. Yeni yıl (31 Aralık-1 Ocak)

SEN SURAT OKUMAYI BİLİR MİSİN?

ESERLERLE BAŞ BAŞA KALMAK. Hayalinizde yarattığınız bir yerin sadece hayal olmadığının farkına vardığınız bir an

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Dekorasyona dair Küçük Sırlar

Duygu, düşüncelere bedenin içsel olarak karşılık vermesidir. Başka bir deyişle, beyne kalbin eşlik etmesidir.

Söyle, üzmesinler onu. Ele güne muhtaç olmasın. Hâlâ sigara. Çünkü gücüm var biraz daha.

Örnek alınacak en güzel insan Hz. Muhammed hayatı boyunca görüntüsüne ve hareketlerine dikkat etmiştir.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ GELİŞTİRME VAKFI OKULLARI ÖZEL LİSESİ ÖĞRETİM YILI I. DÖNEM 11-A SINIFI MF GRUBU DİL VE ANLATIM DERSİ I

YİNE YENİ KOMŞULAR. evine gidip Billy ile oynuyordu.

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Ürünü tüketmesini/satın almasını/kullanmasını ne tetikledi?

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar.

Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda.

9. Sigarayı bırakma zamanı

Transkript:

KORİDOR YAYINCILIK - 224 ISBN: 978-605-4629-42-8 YAYINEVİ SERTİFİKA NO: 16229 MATBAA SERTİFİKA NO: 16318 Ne Düşündüğünü Biliyorum Mark Allen Smith Özgün Adı: THE INQUISITOR 2012 by Mark Allen Smith Bu kitabın Türkiye'deki yayın hakları Akçalı Ajans aracılığıyla Koridor Yayıncılık'a aittir. Yayıncının izni olmaksızın çoğaltılamaz, kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir. Yayın yönetmeni: Erdem Boz Editör. Zübeyde Abat Çeviren: Ender Nail Kapak ve sayfa tasarımı: Tuğçe Ekmekçi Baskı: Oktay Matbaacılık, İstanbul OKTAY MATBAACILIK Davutpaşa Kışla Cad. Kale İş Merkezi C Blok No: 55-56 Topkapı - Zeytinburnu G7f:Umut Matbaacılık, istanbul 1. baskı: Koridor Yayıncılık, istanbul, 2013 KORİDOR YAYINCILIK Maltepe Man. Davutpaşa Cad. MB İş Merkezi No: 14 Kat: 1 D: 1 Zeytinburnu / istanbul Tel.: 0212-544 41 41 / 544 66 68 / 544 66 69 Faks.: 0212-544 66 70 E-posta: info@koridoryayincilik.com.tr www.koridoryayincilik.com.tr Genel Dağıtım: YELPAZE DAĞITIM Tel.: 0212 544 46 46 / 544 32 02-03 Faks: 0212 544 87 86 E-posta: info@yelpaze.com.tr

NE PÜŞÜNPÜOJNÜ fcjljyobuii MARK ALLEN SMITH Çeviren: Ender Nail KORIDOR

GİRİŞ İki buçuk metrekarelik odadaki müşteri arkasındaki loş odayı gözler önüne seren tek taraflı aynanın karşısında oturuyordu. Kayıt cihazından yükselen sinir bozucu kahkahalar duvarlardaki hoparlörlerden yükselen kuru öksürüklerle sık sık kesiliyordu ama müşteri kendisi için bırakılmış kulaklıkları taktığı için herhangi bir şey duymuyordu. Saatine baktı. 23:20. Üç saattir buradaydı ve ikinci viskisini yudumluyordu. Penceresiz oda son derece pahalı, eskitilmiş ahşap mobilyalarla döşeliydi. Sandalye Arne Jacobsen koleksiyonuna aitti. Halıysa antika bir İran halisiydi. Krom sarısı barda aralarında soğutulmuş kovanın içindeki Pinot Noir ve Sancerre şaraplarının da olduğu pahalı içkiler bulunuyordu. Tavandan koni biçimli dört nikel süsleme sarkıyor, kristal viski kadehlerinin ışığı bu süslerde yansıyarak tavanda yıldız biçimli şekiller meydana getiriyordu. Barın alt rafında küçük kırmızı ışığı yanıp sönen bir DVD kayıt cihazı bulunuyordu. 5

MARK ALLEN SMITH Müşteri, Birleşik Devletlerde öncü bir elektronik firmasının güvenlik müdürüydü. Kendisi bu türden lükslere aşina olmasını sağlayacak bir gelire sahip olmasa da yanında çalıştığı insanlar bu tür ortamlara son derece alışkındılar. Ve şu an ondan telefon bekliyorlardı. Little Italy bölgesindeki bir lokantada Carmine Delanotte adlı, son derece şık giyimli, oldukça bakımlı çete lideriyle görüşme ayarlamak bir hafta süren yoğun bir araştırma süreci gerektirmişti. Carmine Delato ancak bir şişe Barolo içip, üzerine de iki duble espressoyu mideye indirdikten sonra bir internet şifresiyle gerçek ismi olmadığı apaçık ortada olan Geiger'in adını vermişti. Şifreyle Geiger'in internet sitesine, DoYouMrJones.com adresine ulaşmış, Delanotte'nin adını kullanması sayesinde süreci de hızlandırmıştı. Gecenin erken saatlerinde müşteri, hedefi yani şirketinin araştırma geliştirme bölümü görevlisi Matthew Gant'ı otoparktan kaçırıp, aldığı talimatlar doğrultusunda Ludlow Caddesi'ndeki, dışarıdan dikkat çekmeyecek bu sade görünüşlü, iki katlı binaya getirmişti. Müşteri sonunda bu odada Geiger'le tanıştığında dikkatini çeken ilk şey adamın gözünü neredeyse hiç kırpmayışı olmuştu. Müşteri kendi soğukkanlılığıyla hep övünmüştü ama açıkçası Geiger onu solda sıfır bırakmıştı. Kadife gibi, pürüzsüz ses tonu da görünüşünün etkisini daha bir arttırıyordu. Gri, elips biçimli gözleri, keskin hatlı, köşeli bir suratı vardı. Oldukça zinde görünüme sahip oluşu insanda düzenli olarak koştuğu ya da dövüş sanatlarıyla uğraştığı izlenimi uyandırıyordu. Sanki yer çekimi iskelet sistemi 6

NE DÜŞÜNDÜĞÜNÜ BİLİYORUM üzerinde kimsede rastlanmayan türden bir etkiye neden olmuşçasına hafif yana eğik duruyordu. Garip olduğu apaçıktı ama onun gibi iş yapan birinin normal olması beklenebilir miydi zaten? Müşteri onunla ilgili sayısız hikaye duymuştu. Geiger'in başından çok şeyler geçtiğini, NSA'yı dolandırdığını, aslında paraya ihtiyacı olmayan, sapkın bir evlat olduğunu ve her şeyi sırf canı böyle yapmak istediği için yaptığını anlatır dururlardı. Ancak herkesin hemfikir olduğu tek bir şey vardı. O da Geiger'in eşinin benzerinin olmayışıydı. El sıkışırlarken müşteri, "Senin en iyisi olduğunu söylediler, bunun doğru olduğunu umuyoruz. Zira Matthew'un çaldığı şeyin milyonlarca dolar değerinde olduğuna dair söylentileri bir hayli ciddiye alıyoruz," demişti. Geiger bir süre ifadesiz bir yüzle ona bakmıştı. "Ben umutlarla filan uğraşmam burada," dedikten sonra dönüp gitmişti. İlk bir saat boyunca odanın diğer tarafı karanlıktaydı. Matthew'un öfke patlamaları arasında cesaret gösterisi adına attığı palavralardan başka hiçbir şey işitilmiyordu. Sonra müşterinin kulağına hoparlörlerden Geiger'in sesi ulaştı. Gazap başlıyordu. "Kes sesini, Matthew. Artık konuşmana müsaade yok." Bu, müşterinin o ana dek işittiği en yüksek sesli fısıltıydı. Sonra ışıkların açılmasıyla müşteri tek yönlü aynadan siyah kazağı ve bol pantolonuyla, duvara yaslanmış vaziyette duran Geiger'i gördü. Oda duvardan duvara beyaz muşamba kaplıydı. Gerek tavana gerekse zemine yerleştirilen gömme ışıklar zeminin parıldatmasına neden oluyordu. Kuzey 7

MARK ALLEN SMITH ve güney istikametlerindeki duvarlara, tavanın köşesine yaklaşık bir metre aşağıda olacak şekilde küçük kameralar yerleştirilmişti. Uzun süre bakmak müşteride göz yanılgısına neden olmuştu, odanın köşeleri yavaş yavaş gözden kayboluyor, Geiger bembeyaz bir mermer zemin üzerinde simsiyah bir heykel misali sanki havada asılıymış gibi duruyordu. Matthew, odanın ortasındaki kırmızı deriden, kenarları parıldayan krom ve porselenle bezeli antika bir berber koltuğuna oturtulmuştu. Metal kemerlerle belinden, göğsünden, el ve ayak bileklerinden sımsıkı bağlanmıştı. Kıpırdadıkça tel kafesleri andıran metal kemerin yüzeyinde ışıklar parıldıyordu. Yüzü kül rengine dönmüş, yanaklarında kırmızı lekeler belirmişti. Göğsü ve ayakları çıplaktı. Geiger yarım saat kadar her on dakikada bir odadaki yerini değiştirerek, hiç konuşmadan Matthew'a baktı. Kollan ve bacakları inceydi ama her nasılsa garip görünmüyor, bu hali ona son derece doğal bir hava katıyordu. Matthew tedirgin bir ifadeyle adamın her hareketini izliyordu. Geiger, hafifçe çevirince berber koltuğu yavaşça dönmeye başladı. Sonra dışarı çıktı ve o anda ışıklar yeniden kapandı. Şimdi hoparlörlerden, her biri birkaç dakika süren çeşitli sesler işitiliyordu. Müşteri, trafik sıkışıklığı içinde korna çalan, ani frenle lastiklerini öttürerek duran araçların seslerini işitti. Sonra mırıldanan bir kadın sesi. Akortsuz bir gitardan yükselen ezgiler. Bir telefon melodisi. Telefon çalıyor, çalıyor sonra susup ardından yeniden çalmaya başlıyordu. Son olarak da sinir bozucu kahkahalar ve öksürük sesleri işitildi. Başta Matthew, "Lanet olasıca!" diye bağır- 8

NE DÜŞÜNDÜĞÜNÜ BİLİYORUM mış ama ardından susmuştu. Bir süre sonra müşteri kulak iıkaçlarını taktı. Geiger yeniden odaya girerken ışıklar da bir kez daha yandı. Geiger elleri arkasında ona apaçık bir öfkeyle bakan Matthew'un yanında durdu. Müşteri kulak tıkaçlarını çıkardı. "Matthew," dedi Geiger. "Kapat gözlerini." Matthew kaşlarını hafifçe çatsa da kendisinden istenileni yaptı. "Şimdi. Boş bir kuyuya düştüğünü hayal et. Zifiri karanlık bir kuyuya. Hiçbir şey göremiyorsun. Duyduğun tek ses de kendi soluğun. Canın yanıyor. El ya da ayak bileklerinden birini kırmış olabilirsin." Geiger, Matthew'un kendisini zifiri karanlık zindanda hayal edebilmesi için bir süre bekledi. "Acıdan beyninde adeta şimşekler çakıyor. Ağzında kan tadı var. Uzanıp etrafına dokunuyorsun. Duvarlar soğuk, nemli ve de pürüzsüz. Tutunabileceğin en ufak bir oyuk ya da çıkıntı yok. Kendini bu kuyunun dibinde hayal edebiliyorsun değil mi, Matthew?" Müşteri ensesindeki tüylerin ürperdiğini hissetti. Matthew'u kuyunun dibinde hayal edebiliyordu. "Soğukkanlılığını muhafaza etmeye çalışıyorsun. Yardım istemek için bağırmaya başlıyorsun. Bir taraftan da kendi kendine, biri beni duyacaktır diyorsun. Ama kısa bir süre sonra büyük bir ihtimalle burada öleceğini fark ediyorsun. Bu düşünce aklında belirir belirmez de içinde bir şeyler ölmeye başlıyor. Bu bedeninde değil ruhunda başlayan bir ölüm. Ne demek istediğimi anlıyor musun, Matthew?" 9

MARK ALLEN SMITH "Sana kaç kere söyleyeceğim be adam, benden ne istediğini bilmiyorum!" "Matthew, sana konuşmana izin verilmediğini söyledim. Sadece başını öne ya da yana sallayarak cevap vereceksin. Sana bunu söylediğimi hatırlıyor musun?" Matthew üzerine yönelen bu hiç kırpılmayan gözlere bakarak başını salladı. Geiger arkasındaki ellerini öne uzatınca tuttuğu kablosuz mikrofonla kulaklıklar ortaya çıkmış oldu. Kulaklıkları Matthew'un kulaklarına oturttu. "Sennheiser 650," dedi. "AKG'den daha çok severim bu kulaklıkları. Dokusu daha rahat. Kapat gözlerini, Matthew." Matthew gözlerini kapattı. Derin, hırıltılı bir soluk koptu ciğerlerinden. Kapalı gözkapakları arasındaki gözleri bir o yana bir bu yana gidip geliyordu. Geiger mikrofonu ağzına yaklaştırıp, sakin bir sesle konuşurken odada dolaşmaya başladı. Müşteri televizyonda seminer veren bir kişisel gelişim uzmanını izliyormuş hissine kapılmıştı. Ama bu uzmanın yalnızca bir tek dinleyicisi vardı. "Beni iyi duyabiliyor musun?" diye sordu Geiger. Matthew başını sallayarak onayladı. "Pekala. Şimdi yeniden kuyuya dönüyoruz, Matthew. Orada mısın?" Matthew yutkununca ademelması yukarı aşağı hareket etti. Başını bir kez daha salladı. "Güzel." Bu kelime müşteriye bir tür dua sözcüğü gibi gelmişti. "Kendini şu an bir kuyunun dibinde olduğuna inandırmalısın, Matthew. Çünkü bu bir zihin oyunu değil. Gerçekten de kuyunun dibindesin ve tek kurtuluşun be- 10

NE DUŞUNDUGUNU BİLİYORUM ııinı. Sana çıkman için gerekli ipi atacak olan da çıkarken Uzanıp ellerini sımsıkı kavrayarak seni çekecek olan da hcııim." Elini usulca Matthew'un omzuna koyunca adam irkildi. "Ve bu ipin sana ulaşmasını da ancak doğruluk sağlayabilir." Müşteri aynaya doğru biraz sokuldu. "Doğruluk ne güzel şeydir! İnsanlığın tek kusursuz icadı. Ve ben ilk işittiğim anda bunu anlarım. Çok zeki olduğum ya da sezgilerim çok güçlü olduğu için değil, haddinden fazla yalan duyduğum için gerçeği daha ilk anda anlarım." Geiger, Matthew'un yüzüne doğru iyice eğildi. Müşteri artık Matthew'un çene kaslarının tedirginlikle iyiden iyiye gerildiğini net biçimde görüyordu. "Tıpkı koca bir orkestrada tek bir kemanın çaldığı yanlış notayı ayırt edebileceğini söyleyen Toscanini gibi. Olağanüstü bir duyma kabiliyetine sahip olmasa da milyonlarca kez aynı notaları dinlemenin getirdiği ustalıkla hatayı anında fark ederdi." Geiger derin bir nefes aldı. "Kısacası, Matthew, sakın bana yalan söyleme." Matthew'un burun delikleri bir açılıp bir kapanıyordu. Geiger biraz daha yaklaştı, yaklaştı. Dudaklarıyla adamınkiler arasında yalnızca küçük mikrofonun sığabileceği kadar az bir mesafe kalmıştı. "Ne dediğimi duydun mu? Sakın bana yalan söyleme!" Bu derece yüksek sesle bağırılmasını hiç beklemeyen Matthew başını müşterinin biran için adamın boynunun kırılabileceğini düşünmesine neden olacak derecede hızla geriye itti. Gözleri fal taşı gibi açılmış, dudakları şaşkınlıktan aralanmış, inlemeye dönüşmeden önce boğazından en az 11

MARK ALLEN SMITH beş saniye kadar süren dehşet dolu bir feryat kopuvermişti. Geiger başını yana doğru eğince müşteri onun boynunun çıtırdadığını işitti. Sonra aynı hareketi ters yöne doğru tekrarladı. Bir çıtırdama daha. Müşteri Geiger'in ifadesinden bir şeyler okumaya çalışıyordu ama bu yüzde en ufak bir duygu emaresi tespit etmek bile mümkün değildi. "Matthew," dedi Geiger. "Gözlerini kapatmanı, inlemeyi kesmeni ve dikkatini toplamanı istiyorum. Bunu yapabilecek durumdaysan başını salla." Matthew'un inleyişi anında kesilirken adeta bir kukla misali başını önce hafifçe kaldırıp sonra hızla indirdi. Gözlerini de kapatmıştı. "İstenen hedefe ulaşma doğrultusunda acı üç farklı yöntemle uygulanır. Bunlar temelde, fiziksel, psikolojik ve duygusal acı olarak tanımlanır. Tabii bunlar da kendi aralarında sınıflanırlar. Fiziksel acılar bağlamında, örneğin ses..." Mikrofona parmağıyla hızla vurunca Matthew aniden irkilip gözlerini açtı. "Gözler kapalı!" Matthew inleyince Geiger uzanıp usulca adamın titreyen göz kapaklarını kapattı. Sonra başparmağını Matthew'un göğüs kemiği üzerine yerleştirdi. "Baskı..." Parmağını görünüşte hiçbir çaba harcamadan olanca gücüyle bastırmaya başladı. Matthew inlerken yüzü de acıyla kasıldı. Müşteri şaşkınlık içindeydi. Merakla parmağını kendi göğüs kemiği üzerine götürüp bastırmaya çalıştı. "Sert darbe..." Geiger kolunu kaldırıp dirseğini doksan derecelik bir 12

NE DUŞUNDUGUNU BİLİ YD RUM açı oluşturacak biçimde büktü. Sonra da dirseğini olanca gücüyle Matthew'un göğsüne patlattı. Ciğerlerindeki bütün hava boşalınca Matthew nefes alamadığından, inlemekte bile zorlanarak acıyla kasıldı. "Kesme, koparma kısmı gelir." Geiger durdu. "Ama o benim için fazlasıyla ilkel bir uygulama," diye devam etti. "Lakin..." Elini kulağının arkasına götürüp iki, üç santim uzunluğunda bir hayli ince, parlak, metal bir cisim çıkardı. "Aç gözlerini." Matthew'un göz kapakları kalktı. Kahverengi gözleri metal cisme adeta yapışıp kalmıştı. "Bunun ne olduğunu biliyor musun?" Matthew gözlerini sıkarak Geiger'in baş ve işaret parmakları arasında tuttuğu cisme gözlerini kısarak bakıp başını iki yana salladı. Müşteri farkında olmadan başını salladı. Bel fıtığı olduğunda biraz olsun rahatlayabilirle umuduyla neredeyse her şeyi denemişti. Bu yüzden de bu cismin ne işe yaradığını biliyordu. "Bu akupunktur iğnesi. Aslen beynin acı olarak tanımladığı hissi bloke ederek sinirlere ulaşmasını engelleme amacıyla kullanılır. Ama aynı zamanda acı yaratmak için de kullanılır." Parmaklarının arasındaki iğneyle oyuncak bir kahramanın kılıcını tutuyormuş gibi oynuyordu. "Mesleğim göz ardı edemeyeceğin kadar çok ironiyle dolu." Bu cümleyi herhangi bir mizah ya da tehdit unsuru katmadan söylemiş bu da müşterinin ense tüylerinin diken diken olmasına neden olmuştu. Geiger diğer eliyle 13

MARK ALLEN SMITH Matthew'un saçlarına yapıştı. O anda adam acıdan ziyade az sonra olabilecekleri fark etmenin neden olduğu korkuyla çığlığı bastı. Geiger'se adeta sağırlaşmışçasına en ufak bir tepki vermeden iğneyi sakince Matthew'un boynuna batırdı. Matthew gözünü bile kırpmamış, bakışları da Geiger'in acımasız ifadeli yüzünden bir an bile ayrılmamıştı. "Aslında insanoğlu son derece savunmasız bir yapıya sahiptir. Bu iğne bir serçenin tüyünden bile hafif, Matthew. Bir çocuğun gözyaşı damlası bile bükülmesine neden olabilir." Geiger iğneyi hafifçe çevirince kulak tırmalayıcı çığlıkları da başlatmış oldu. İğneyi batırdığı yerden çıkardığı anda çığlıklar kesildi. Matthew'un yanaklarından yaşlar süzülüyor, kesik kesik nefes alıyordu. "Ayrıca eklem yerlerini etkileyecek yoğun sıcak ve soğuk uygulamaları, zorla sıvı içirme tatbikatları da var. Kısacası Matthew, bir yaptığımı bir daha yapmadan sana günlerce farklı şeyler uygulayabilirim." Geiger kulaklıkları Matthew'un başından çıkartıp, mikrofonla beraber yere bıraktı. "Psikolojik acıya gelince. Sanırım fiziksel acılara karşı duyarlılığın bu alanı test etmeyi gereksiz kılıyor. Senin gibi bekar, herhangi bir ilişkisi olmayan, anne babası ölmüş, kardeşsiz bir insan için duygusal acılardan bahsetmeyi de hiç faydalı görmüyorum açıkçası. Belki inanmayacaksın ama çok şanslı bir herifsin." Müşteri, Geiger'in Matthew'a itiraf ettirinceye kadar saldırmasını ve böylece bu işe bir an evvel son vermesini istiyordu. O zaman gerekli telefon görüşmelerini yapıp 14

NE DÜŞÜNDÜĞÜNÜ BİLİYORUM evine gidebilirdi. Ama daha Geiger'le karşılaştığı ilk anda bunun hiç de umduğu gibi işleyen bir süreç olmayacağını fark etmişti. "Sana henüz bir şey sormayacağım, Matthew. Çünkü gerçeği söylemeye hazır olmadığını görüyorum. Ve yalan söylemeni de istemiyorum." "Lanet olsun ne istiyorsan sor. Ben... Ben sana bilmediğim bir şeyi söyleyemem ki." "Doğru," dedi Geiger. "Konuyla alakasız ama doğru." Bu düşünce müşterinin karın kaslarının kasılmasına neden oldu. Matthew gerçeği söylüyor olabilir miydi? R&D'nin bilgilerini bir başkasının çalmış olması mümkün müydü? Her şey Matthew'u işaret ediyordu ama..." "Kuyu, Matthew," dedi Geiger. "Kuyunun dibindesin. Bu yüzden kapat gözlerini." Geiger ellerini kaldırıp parmaklarını havada oynatmaya başladı. Olup bitenleri izleyen müşteri acaba parmaklarını belli bir sisteme göre mi hareket ettiriyor diye düşünmeden edememişti. Bu Geiger'i bir hava piyanosu çalarken izlemek gibi bir şeydi. "Pekala. Uzun süredir bu kuyunun dibindesin. Zihnin, durumdan fazlasıyla etkilenmiş olmalı. Vücudun da hareketsizlikten iyice kasılmış. Karanlık ve klostrofobi, algılarını, zaman kavramını, kendinle ilgili yargılarını iyiden iyiye etkilemiş durumda. Hislerin iyice körelmiş. Acı da yerini korkuya bırakarak geri çekilmiş, azalan umutlar ve çaresizlik egemen duygular haline gelmiş. İşte bu anda gerçekte kim olduğunu, gücünün derinliğini ve sınırlarını fark etmeye başlıyorsun." 15

MARK ALLEN SMITH Geiger, Matthew'un önünde diz çöktü. "Ve bu anda da değişiyorsun, Matthew. Hücrelerinin derinliklerine dek nüfuz ediyor bu değişim. Buna nihai uyanış da diyebiliriz." Geiger gözlerini kapatıp, baş ve işaret parmaklarıyla göz kapaklarına masaj yaptı. Bunu ölçülü ama belirgin hareketlerle yapmıştı. "Şimdi kısa bir ara vereceğiz. Sen kuyunun dibinde kal biraz." Cebinden siyah, ipek bir bez parçası çıkartıp, Matthew'un gözlerini bağladı. "Bir şey daha, Matthew. Yıllar bana bir acının yaşanmasının ardından daha sonra yaşanılacak acıları beklemenin en az ilki kadar rahatsızlık uyandırdığını öğretti. Sanırım zaman içinde sen de bana katılacaksın." Geiger uzaklaşırken ışıklar da yeniden yandı. Birkaç saniye sonrasındaysa izleme odasının kapısı açıldı ve Geiger içeri girdi. Müşteriye bakmadan bara doğru yürüyüp kendine bir bardak su doldurup içmeye koyuldu. "Biraz endişeliyim," dedi müşteri. "Doğru adam mı bu?" Geiger başıyla onayladı. "Emin misin?" Geiger bir kez daha başıyla onayladı. "Nereden biliyorsun?" "Bunu Matthew'a açıkladım." Boş bardağı yerine bıraktı. "Dinledin değil mi?" "Evet... Toscanini. Ama neden hâlâ itiraf etmedi?" "Henüz ifşa etme aşamasına gelmedi. Yakında." "İfşa etme aşaması?" Geiger bir kez daha başını salladı ama bunu bir daha yapmak istemiyormuş gibi duruyordu. "Matthew hâlâ itiraf 16

NE DUŞUNDUGUNU BİLİYORUM ederse olacaklardan, etmediğinde olabileceklerden korktu- - ııihiaıı fazla korkuyor. Şu an için işkenceyi ölüm olasılığına yeğ tutuyor. Ama bu değişecek." Müşteri, Geiger'in gülümsediğinde, tabii gülümsüyorsa, nasıl göründüğünü merak ediyordu. "Onu öldürmeyeceğiz," dedi müşteri. "Sadece verileri kime sattığını öğrenmek istiyoruz." Geiger o hiç kırpmadığı gözlerini müşteriye dikerek, "Ama o bunu bilmiyor," dedi. Geiger dışarı çıktı. Müşteri de içini çekerek yeniden aynanın karşısına geçerek karanlığa bakmaya koyuldu. Hoparlörlerden Geiger'in yumuşacık, meleksi sesi işitildi. "Matthew, kuyudasın değil mi? Bana cevap verebilirsin." Matthew'nun sesi iyice çatallanmıştı. "Evet. Buradayım." "Güzel." Sonra Matthew çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Hoparlörlerin net biçimde iletemeyeceği derecede yüksek bir sesle bağırıyordu. Melekler dört bir yana dağılmıştı şimdi. Müşteri dönüp, kulaklıklara uzandı. 17

BİRİNCİ KISIM

Geiger sabah saat dörtte arka kapının önündeki sundurmada ağ ören bir örümceği seyrediyordu. Yağmur yağıyordu. Kül grisi bulutlar ufukta eski bir yorganı andırır biçimde öbeklenmişti. Kapının saçağıyla ondan bir buçuk metre kadar aşağıda kalan tahta parmaklık arasındaki bu yeni ağın hemen üzerinde bir su damlası peyda olmuştu. Hafif hafif esen rüzgarda ağ gitar telleri misali sallanıyor, yağmur damlası titreşiyor ama düşmüyordu. Sonra tombul örümcek kayıp, ağın bir sonraki telini örmeye koyuldu. Daha erken saatlerde Geiger, Matthew'la yaptığı seansın notlarını yazmıştı. Bu sırada 2 metre yüksekliğindeki Hyperion kolonlardan bir Sgt. Pepper parçası işitilmeye başlanınca önce basların sesini, ardından da McCartney'in gitarını duymuştu. Kedi her zamanki gibi masasının üzerinde yatıyor, Geiger onu birkaç dakikadan uzun bir süre okşamayı ihmal edince de ön ayaklarını klavyeye doğru 21

MARK ALLEN SMITH uzatıyordu. Hayvanın mırıldanmaları Geiger sakat gözünün üzerindeki yarayı okşayınca hırlamaya dönüşüyordu. Geiger hayvanın neden bir gözünün kör olduğunu bilmiyordu. Kedi üç yıl önce sundurmada belirdiğinde de bu haldeydi. Kedinin ne adını ne de geldiği yeri biliyordu. Kısacası bir şekilde birbirlerine benziyorlardı. Geiger seans sonrası her seferinde yaptıkları ve karşılığında aldığı tepkiler hafızasında canlıyken notlar alırdı. Bir iki saatlik uykunun bile yaşadıklarının silikleşmesine neden olduğunu öğrenmişti. Ertesi gün, ortağı Harry, seansın video kaydının çözümünü e-posta olarak gönderecek, Geiger de bir kez daha üzerinden geçerek gerekli yerlere yorumlar ekleyecekti. Çalışırken özel olarak onun için yapılmış ergonomik büro koltuğunda oturuyordu. Ama buna rağmen her on beş dakikada bir kalkıp yürümek zorundaydı. Aksi takdirde sol bacağına, ayak parmaklarına dek iğneler saplanıyormuş gibi oluyordu. Bu sorunuyla ilgili zaman içerisinde üç uzmana görünmüştü. Doktorlardan biri bu rahatsızlığını "ölü ayak" olarak tanımlamışsa da nihayetinde hepsi aynı sonuca ulaşmışlar, yapılacak tek şeyin estetik ameliyat olduğunu söylemişlerdi. Geiger de onlara her ne sebeple olursa olsun kimsenin üzerinde bıçak kullanmasına izin vermeyeceğini söylemişti. Onu kısa bir süre önce muayene ettikleri için de konuyla ilgili hislerini net biçimde anlamışlardı. Geiger ayağının uyuşukluğunu gidermek için bir sigara alıp dışarı yöneldi. İçeride sigara içmezdi. Sinmiş sigara kokusunun dikkatini toplamasına engel olduğunu keşfetmişti. Aylar önce, Dr. Corley'e muayene olmaya gittiği ilk gün, 22

NE DUŞUNDUGUNU BİLİYORUM doktor geçmişini babasına ve onun sürekli içtiği Camel sigarasına dek irdelemişti. O gün Geiger'in babası Corley'i ancak tek bir şekilde hayal edebildiği ortaya çıkmıştı. Geiger rüyasında da babasını aynı şekilde görüyordu. Dolgun dudakları arasında bir sigara. Burun deliklerinden çıkan duman. Geiger o an Tanrı da bu şekilde olmalı diye düşündüğünü hatırlamıştı. Belki biraz daha uzun boylu olabilir. Aralık kapıdan dışarı çıkıp bacakları arasında dolaşan kediyi fark etti. Hayvanı kucaklayıp omzuna yerleştirdi. Masadan sonra hayvanın en sevdiği yer burasıyclı. Geiger bir Lucky Strike yakıp örümceği izlemeye koyuldu. Son derece amaçlı bir biçimde sayısız gidiş gelişlerle ağını örmeyi sürdürüyordu. Bir an için çivileri ağzında yapan ve ellerini de çekiç olarak kullanan bir marangoz hayal etti. Ya da enstrümanı kendi bedeni olan bir müzisyeni. Acaba bir öldürme aracı yaratmada böylesine gayretli ve sanatkara yakışır şekilde uğraş veren başka bir canlı daha var mıdır diye merak ediyordu. Tabii insan dışında. Geiger bir tür misyoner gibiydi. Kendine özel bir amacın kölesi. Sürekli bütünü parçalayıp, en ince ayrıntılarına dek didik didik etmek zorundaydı. Zira BE - bilgi edinme - alanında ayrıntılar çok önemliydi. Amacı bu işlemi mümkün olduğunca sanatsal biçimde gerçekleştirmekti. Bu yüzden de Geiger'in odaya girdiği ilk andan itibaren olan her şeyin aslında bir anlamı vardı ve her bir hareketi ayrı ayrı değerlendirilmeliydi. Yüzündeki her bir ifade, ağzından çıkan her bir kelime, her sessizlik anı, her bir mimik, bakış, hareket bir mana içeriyordu. Bir odada hep Jones takma adını uygun 23

MARK ALLEN SMITH bulduğu sorgulanacak şahıslarla geçireceği on beş dakikanın sonunda yüzde doksan olasılıkla, onlar daha farkına bile varamadan, nasıl tepki vereceğini tahmin edebilirdi. Korku, karşı koyma, umutsuzluk, kabadayılık gösterisi, inkar. Bunlar birbirini izleyecek biçimde tekrar tekrar yinelenecek davranışsal nakaratlardı. Bunları görebilmek için sadece çok dikkatli olmak yeterliydi. Bunu müzik dinleyerek öğrenmişti. Her bir notanın bir araya gelerek ezgiyi oluşturduğunu görmüştü. Binlerce notayı artık tek tek ayırt edebilecek seviyedeydi. Her bir notayı zihniyle duyardı. BE'de olduğu gibi bir müzik eserinde de her bir notanın anlamı vardı. Her ne kadar sayısız unsurun değerlendirilmesi gerekse de yine de Geiger'in işi temelde pek o kadar zor değildi. Müşteri ve Jones her seferinde üç temel senaryoya göre hareket ederdi. No 1: Hırsızlık. Jones müşteriden bir şey çalmıştır ve müşteri de onu geri istiyordur. No 2: İhanet. Jones sadakatsizlik ya da hainlik benzeri bir şey yapmıştır. Müşteri de suç ortaklarının ve gerçekleşen eylemin genişliği hakkında bilgi edinmek istiyordur. No 3: İhtiyaç. Jones, müşterinin istediği bir bilgiye sahiptir. İnsanlar farklıdır ama seçenekler sınırlıdır. Geiger'in ses kayıtlarının çözümleri bu durumu zaman içinde kanıtlamıştı. İşe başladığından beri yaptığı seansların kayıtları şu an masasının üzerinde yan yana duran yirmi altı dosyada yer alıyordu. Ayrıca bu bilgileri bilgisayarı aracılığıyla meslek, yaş, din, kişisel servet ve en önemlisi isnat edilen iddialar kategorilerine göre sınıflandırabilirdi. Bu dosyalar 24

NE DUŞUNDUGUNU BİLİYORUM tehditlere, korkuya ve acıya verilen yanıt ve tepkilerin yer aldığı birer ansiklopedi mahiyetindeydiler. Ama hiçbir şayiada ölümle ilgili bir bilgi yoktu. Geiger on bir yıllık zaman zarfında seanslarda bir tek Jones'u bile öldürmemişti. Carmine'in bir zamanlar söylediği gibi, Geiger her seferinde başarıya ulaşmayı biliyordu. Geiger'in müşterileri özel sektörden, ticari şirketlerden, organize suç örgütlerinden, devletten gelirdi. Hatta dört yıl kadar önce gizli bir sitedeki ajan ilanları arasına adını bırakmıştı. Onların hepsi kendi yöntemlerinin kusursuz olduğuna inanıyorlardı ama Geiger kısa zamanda hepsinin geride kaldıklarını, dünyayı kurtarmaktan bahsederken aslında sineklerin kanatlarını koparmakla meşgul olduklarını anlamıştı. BE alanında başarıyı belirleyen tek şey ustalıktı. Vatanseverlik, din, neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair sabit fikirler bütünüyle bir kenara bırakılmıştı. Netice itibariyle ortada sadece gerçek ve yalan vardı ve bu kavramların arasında düşünce ve kanaatlere bırakacak yer yoktu. O sitedeki diğerleri Geiger çalışırken gölgeler arasına sinip onu izlemişlerdi. Zaten Geiger açısından hepsi birinin Zippo çakmağıyla ateş yakışını izleyen mağara adamlarından farksızdılar. Geiger el sanatları eğitimi görmüştü. Aynı zamanda da tarihçiydi. Siyah dosyalar yalnızca çalışmalarının özetlerini değil aynı zamanda yaptığı işin diğer kayıtlarını, kökenleri, gerekçeleri, yöntemleri ve ulaştığı sonuçları da içeriyordu. İnsanlığın en azından 1252'de Papa Dördüncü Innocent'in kafirlerle mücadele edilmekte kullanılması için onay verdiği zamandan beri işkence yöntemini pişmanlık 25

MARK ALLEN SMITH duymaksızın kullandığını biliyordu. Bu resmi izinden sonra da ulaşılamaz kabul edilen bilgiye ya da gerçeğe ulaşmak için acı verme yöntemleri oluşturup bu yöntemleri kusursuzlaştırmak için sayısız çaba harcandı. Uygulamalarda kültürel, coğrafi ya da etnik herhangi bir önyargıya yer yoktu. Tarih çekiç, testere, eğe gibi basit aletlere ve tahta, demir, ip, ateş gibi temel malzemelere sahipseniz başka bir şeye gereksinim duymayacağınızı kanıtlamıştır. Buna temel fizik bilgisi ve insan vücudu bilgisi eklendiğinde işe başlayacak durumdasınız demektir. Geiger eğitimine böcekler üzerinde çalışıp, alandaki öncülerin temellerini attığı yöntemleri inceleyerek başladı. Bazı yöntemler ve teknikler gerçekten de son derece etkiliydi. Bunlar: Keskin materyaller. Yahuda'nın Beşiği (The Judas Chair), Engizisyon döneminde başarısını kanıtlayınca çoğu Avrupa ülkesi kendi versiyonlarını geliştirdi. Çulla di Giuda, Judaswiege, gibi çok sayıda ismi bulunan bu alet Jones'un üzerine iple sarkıtıldığı piramit biçimli bir sandalyeydi. Etrafım sarma ve basınç. Sorguda Demir Bakire adı verilen dikine yerleştirilmiş bir kutu kenarlarındaki deliklerden içeri sokulan çeşitli kesici nesnelerle işkence aleti olarak kullanılmıştı. Bu ileride icat edilecek duyusal yoksunluk yaratan aletlerin de atası sayılır. Çizme, İspanyol Çizmesi ve Malezya Ayak Sıkıştırma makinesi adı verilen aletlerin tamamı ayakları ezerek kırma amacıyla yapılmışlardı. Parmak kelepçesi adı verilen alet de aynı işleve sahipti an- 26

NE DUŞUNDUGUNU BİLİYORUM cak cepte taşınacak kadar küçük olduğundan her türlü yeri bir anda işkence odasına çevirme kabiliyetine haizdi. Kelepçeleme ve germe: Askı, makaraları, kolları ve ayarlanmaya imkan veren tertibatı sayesinde acıyı bir anda artırıp azaltma imkanı sağladı. Su tahtası da engizisyon sorgucularının bir başka parlak buluşuydu. Jones'u suya batırınca bir süre sonra boğulma refleksinin tetikleneceğini ve bunun da ölüm korkusunu çok güçlendireceğini keşfetmişlerdi. Yüksek ısı işkencecilerin yararlandığı başka bir önemli unsurdu. Yüksek ısı ifadesi kişinin ayağını ateşe tutup etinin yanmasını sağlamak olarak düşünülürdü. Ayrıca çok sayıda farklı aletten faydalandırdı. Bunlar arasında tırnak sökmek için kullanılan pense gibi basit aletler olduğu gibi, Armut adı verilen, menteşeli, üzeri keskin dişlilerle dolu, vajinaya ya da anüse sokularak hafif hafif döndürülerek içeride genişlemesi sağlanan karmaşık aletlerden de faydalandırdı. İşkence aletleri katalogu bir hayli zengindi: İşkence çarkı, kedi patisi, kafa ezici, timsah borusu, Piket, Filistin askısı. Endüstri devrimi öncesinde bu ve benzeri birçok alet icat edilmişti. Bunları gören Geiger işkence uygulamalarının kesinlikle bir sapkınlık olarak değerlendirilemeyeceği yargısına ulaşmıştı. Amaca ulaşabilmek ya da arzu ettiği bilgiyi elde etme gayesindeki insanoğlu hep yasaları ihlal etmeye meyilli olmuştu. Bu amaçla da bu tür uygulamaları onaylamayan inançlarına ihanet ederek onları bir şekilde işkenceyi tasvip eder hale getirmişti. Bir hayli çalışıp kafa yoran Geiger sonunda standart bir prosedür geliştirmişti. Sadece müracaat üzerine çalışıyor- 27

MARK ALLEN SMITH du. Eğer bir firma ya da şahıs hizmetine ihtiyaç duyarsa öncelikle websitesine yönlendirilirler oradan da kendilerine bir şifre verilirdi. Ortağı Harry derhal talebi değerlendirir, eğer herhangi bir tehlike işareti görmezse müstakbel müşteriden Jones'la ilgili ön bilgileri göndermesini talep ederdi. Sonra da araştırmaya başlar, birkaç gün içinde de detaylı bir sonuca ulaşırdı. Harry huysuz bir insandı belki ama işinin de en iyisiydi. Jones hakkında karısının, en yakın arkadaşının, devletin hatta Jones'un kendisinin bile bilmediği şeyleri öğrenebilirdi. Sonunda Geiger hazırladığı dosyayı okuyunca da işi yapıp yapmamaya karar verirdi. Geiger'in üç kuralı vardı: Çocuklar üzerinde asla çalışmazdı. Zaten Harry de bu tür bir teklif almış değildi. Geçmişinde kalp rahatsızlığı olanlar üzerinde çalışmazdı. Ve son olarak da yetmiş ikisini geçmiş kimseleri kabul etmezdi. Zira o yaştan sonra kalp krizi ve felç geçirme risklerinin çok yükseldiğini gösteren araştırmaları incelemişti. Bir de kendisi açısından gri kalmış bir alan vardı: 'Bir an evvel' hususu. Geiger'in her şeyi dikkate almak gerek biçimindeki mantığı Jones hakkında gerekli bilgileri edinemediği durumlarda hemen devreye girerdi. Kısacası müşteri bir an evvel der, işin aceleye getirilmesini talep ederse genellikle işi reddederdi. Zira dikkate alınması gerekli çok şey vardı: Vücut dili, konuşma dili, ses tonu, yüz ifadesi, verdiği kararlar ışığında şekillenen çığlıkları, kararları ve ne derece küçük olursa olsun tüm seansı mahvedebilecek hatta tüm kişisel evrenini paramparça edecek yanlış hesaplama ve sonuçlar. İşte Geiger bu yüzden sağlam bilgiler ışığında hareket edip, Harry'nin araştırma sonuçları üzerine 28

NE DUŞUNDUGUNU BİLİYORUM kurduğu plana göre davranmayı yeğlerdi. Dalton gibi bazı meslektaşları detay üzerinde fazla uğraşmadan hemen en sert yöntemleri uygulamaya koyarlardı. Ama bu tür bir yaklaşım tarzında seans sona erdiğinde müşteri Jones'un ne hale gelmiş olabileceğini bilemezdi. Gerçi bazı durumlarda bunun pek de bir önemi yoktu. BE işindeki herkes gibi Geiger de Dalton hakkında çok sayıda öykü duymuştu. Bu öykülerden en ünlüsü de Çöl Fırtınası savaşı günlerine aitti. Kuveyt polisi Saddam'ın adamlarından birini sınırı geçmeye çalışırken yakalamıştı. Iraklıyı bir hafta boyunca konuştunnaya çalışmışlar ama hiçbir sonuca ulaşamamışlardı. Bunun üzerine Dalton'u çağırıp ona sınırsız yetki verdiler. Bu tür seanslara çıkış yok adı verilirdi. Zira sorgu bittikten sonra Jones'un serbest bırakılıp herkes tarafından görülmesinin sağlanması pek akıllıca bir şey olmazdı. Dalton ilk sorusunu yöneltince Iraklı gülümsemişti. Bunun üzerine de Dalton döner başlıklı bıçakla adamın dudağını parçaladı. Sonrasında basınçlı çivi tabancasıyla çalışmaya başladığı anda Jones, Dalton'a istediği bilgiyi verdi. Bu yalan bir öykü de olabilir ama neticede Dalton'un nam salmasına yol açtı. BE işinde nam salmanın hiç zararı olmaz, her şeyi yapabileceğinin düşünülmesini sağlardı. Zira müşterilerin çoğu Jones'u düşmanları olarak görür, bilgiye ulaşmak ya da verdikleri zararı tazmin etmelerini sağlamaktan ziyade canlarını ciddi biçimde yakmayı arzu ederlerdi. Geiger siyaset, ticaret ve dini savaş gazisi bir yumruğun geri kalan üç parmağı olarak görüyordu. Ama gerçek bu 29

MARK ALLEN SMITH yaralı yumruğun dahi tutup, savunacağı bir şeydi. Gerçek çok yönlü olarak kullanılabilecek bir olguydu. Gerçek takas malzemesi olarak ya da amaca ulaşmak için bir araç olarak veya kâr elde etme gayesiyle kullanılabilirdi. Ama gerçek aynı zamanda kararsız, kısa ömürlü bir elementti, bu yüzden de kısa süre içinde kullanılması gerekiyordu. Müşterinin suratında patlamadan önce. Geiger gerçeğin artık kutsal bir şey olmadığını çok uzun süre önce öğrenmişti. Gerçek piyasadaki en popüler kavramdı ve BE alanındaki herkes doğru yöntemlerle yaklaşıldığında saklanması en zor şey olduğunu gayet iyi bilirdi. Kedi Geiger'in omzundan atlayıp, sundurmanın parmaklıkları arasından geceyi geçireceği yere yöneldi. Hiç şaşmadan sabah beşe doğru geri gelecekti. Hayvanın iç saati neredeyse kusursuza yakın bir biçimde işliyordu. Örümcek bu geceki işini bitirmişti. Zaten büyük, benekli bir pervane ilk avı olarak ağa takılmıştı bile. Şimdi ağa kıpırdadıkça daha bir yapışacağından habersiz kıvranıp duruyordu. Örümcek ağın sağ üst kısmından aşağı yöneldi. Ama hiç acele etmiyor gibiydi. Sanki sanat eserinin üretimi sonuca ulaşmaktan daha önemli gibiydi. Geiger, bir Lucky daha yakarken örümcek de ödülüne ulaştı. Tam o esnada Geiger uzanıp çakmağıyla ağın kenarını tutuşturdu. Bir anda ağ, pervane ve örümcek alevler arasında yok oldu. Geiger şimdilik ne yapacağını düşünmemeye karar vererek içeri yöneldi. Yarın konuyla ilgili Corley'le görüşecekti. 30

2 On sekizinci kattaki evinin balkonundaki Dr. Martin Corley her seans arasında yaptığı gibi Marlboro Light'ından bir nefes çekti. Ardından da kaşlarını çattı. Her zaman tercih ettiği markayı sigaranın sağlığına verdiği zararı bu şekilde azaltacağına kendi kendini inandırma gayesiyle değiştirmişti. Altmışında böylesi bir değişiklik elbette hayatı açısından dönüm noktası sayılamazdı ama eski alışkanlıkları terk etmeye çalışmanın boşanmanın etkilerini savuşturmaya faydası oluyordu. Uzun ve sayısız adetlerle dolu evlilik süreci her ne kadar basmakalıp, durağan bir yaşam sunsa da bir taraftan en azından belirgin bir devamlılık yaratıyor, aynı şeyleri tekrarlamak zamanın geçişini bir ölçüde maskeliyordu. Sara'nın gidişinin ardından yalnızlık yüzünden her gün yaşlılığını ve benzeri olası yıpranmaları çok daha net fark eder olmuştu. Bunu fark edince çeşitli değişiklere gitmişti. Önce kahvesine krema yerine süt ilave etmeye başladı. Sonra gerçeği yerine Diet Cola'ya geçerek ağız tadından feragat etti. Bunun sonrasındaysa kendi kendini 31

MARK ALLEN SMITH kandırıp, gerçek bira içtiğini düşünmeye çalışarak Amstel Light almaya başladı. Şimdi de bu hiçbir şeye benzemeyen sigarayı içerken bir yandan da içinde artık geçmişte kalan o eski kıpırtının izlerini hissetmeye çalışıyordu. Tek başına içince bu alışkanlığın gerçek yüzü de ortaya net biçimde çıkıyordu. Bu başkaları üzerinde sergilediği itinalı çabayı kendini keşfetmeye sevk etmeyen üşengeç bir zihnin ara vermeden sürdürdüğü bir alışkanlıktı. Aşağı, Batı 88. Cadde'ye bakarken Corley, Geiger'in köşeyi dönüp binanın yan kapısına doğru yaklaştığını gördü. Geiger, Corley'in adını bir psikiyatri vvebsitesinden öğrenip sekiz ay önce randevu talebiyle aramıştı. İlk seansın sonunda da geliş nedenini izah etmişti. İki ay kadar önce karmakarışık bir rüya görmüş, bu rüyayı korkunç bir baş ağrısı izlemişti. O günden bu yana Corley iki üç haftada bir bu rüyanın benzerlerini gördüğünü öğrenmişti. Ve her seferinde rüya dayanılmaz baş ağrısını da tetikliyordu. Tüm seanslarda Geiger son derece açık sözlü davranmış, en ufak bir sahtekarlık sergilememiş, daha çok duygusuz bir görüşmeci tavrıyla olup biteni izah etmişti. Corley bu yeni hastasının şaşırtıcı derecede çelişkilerle dolu olduğunu düşünüyordu. Tıpkı zeka küpü bir taş parçası gibi. İlk seansın sonunda Geiger görüşmeleri iki şart sunarak devam ettirmeye karar verdiğini bildirdi. Birincisi sadece rüyaları hakkında konuşacaktı. Geçmişi hakkında da Corley'in muayenesinin duvarları dışındaki hayatı hakkında da en ufak bir sohbet olmayacaktı. İkincisi binanın servis kapısının anahtarını istiyordu. Böylece girişten geçmeden doğruca buraya ulaşabilecekti. 32

NE DUŞUNDUGUNU BİLİYORUM Corley sandalyesinde arkasına yaslanıp, kırlaşan sakalını sıvazlayarak bunun nedenini sormuştu. "Çünkü böylesi benim için en iyisi," diye yanıt vermişti Geiger. Bu Corley'in Geiger'in ses tonunun tuhaflığına şaşıracağı sayısız andan ilkiydi. He ne kadar sakin, uysal bir ses tonuyla konuşuyorsa da karşısındaki bu noktadan sonra ısrar etmenin gereksizliğini hatta manasızlığını net biçimde hissediyordu. Geiger'in birinci kuralı, tüm seansları yalnızca rüya alemiyle tutma şartı, olağan terapi yöntemlerini bir hayli zora sokacaktı. Ayrıca anahtar talebi de tüm kuralları aşan bir istekti. O ana dek hiçbir hasta böylesine bir şey istememişti. Ama Corley her iki isteği de kabul etmişti. Geiger'in rüyası adamın farkında bile olmadığı birtakım rahatsızlıkların kanıtı olabilirdi. Bu da Corley'de sönmeye meyletmiş tutkularının üzerine benzin dökülmüş etkisi yaratmıştı. Geiger'in geri dönmesini istemişti. Corley terastan Geiger'in servis kapısını açarak içeri girişini izledi. İzmariti çiçeksiz saksıya atıp, içeri döndü. Corley kucağındaki küçük not defterine bakıyordu. Seanslar sırasında not almaya kısa süre önce başlamıştı. Eskiden hastalardan biri çıkıp diğeri gelmeden önce birkaç satır bir şeyler karalar, akşam da bu yazdıklarını gözden geçirirdi. Sonra yavaş yavaş hafızasının eskisi kadar güçlü olmadığını fark etmeye, hatırladıkları arasında boşluklar meydana geldiğini görmeye başladı. Önceleri Japon eriği yiyerek hafızasını güçlendirmeye çalışırdı ama sonra bu sefer de erik yemeyi unuttuğu için bu girişimden vazgeçti. 33

MARK ALLEN SMITH "Pekala," dedi. "Ağ bitti, pervane yakalandı sonra da sen her şeyi ateşe verdin. Sence tüm bunlar neyle ilgili?" Geiger yattığı kanepeden duvardaki kitaplığa bakıyordu. Raftaki tüm kitapları sırasıyla ezberlemişti. Adları, yazarları, renkleri, kapakları zihnine kazınmıştı. Alt rafın orta kısmında, heybetli ağaçların arasında dalgalanan çayırlığın ortasındaki derme çatma bir binanın bulunduğu çerçeveli bir fotoğraf vardı. Binanın keskin hatları ve sert açılı çatısı hoşuna gitmişti. Corley'e yapının tarihiyle ilgili bir şeyler sormuş ama karşılığında üstünkörü yanıtlar almıştı. Geiger binanın yüz yıllık olduğu ve yaklaşık bir saatlik mesafedeki New York, Cold Spring'de bulunduğu dışında bir şey bilmiyordu. "Bence bunlar neyle mi ilgili?" dedi Geiger. "Bilemiyorum. Sence neyle ilgili?" "Bence," dedi Corley. "Kontrolle ilgisi olabilir. Güçle." Geiger parmaklarıyla kanepenin kenarında düzenli, hızlı bir ritim tutturmuştu. Corley için bu ses artık seansların bir parçası gibiydi. Sözlere ilave edilmiş yumuşacık bir vurmalı çalgı ezgisi gibi. Terapinin ilk dört ayında Geiger yalnızca migreni tetikleyen rüyayı gördükten sonra aramış ve yalnızca bu husus üzerinde konuşmuştu. Ama zaman içinde bu düzensiz randevuların yerini haftalık hatta bazen haftada iki kez gerçekleşen ziyaretler almaya başladı. Son zamanlarda da Geiger'in artık ilk kuralına eskisi kadar sıkı sıkıya bağlı olmadığı görülüyordu. Bazen bugün olduğu gibi günlük yaşamıyla ilgili anılardan bile bahseder olmuştu. "Belki de tamamlamayla ilgili bir şeydi," dedi Geiger. "Enteresan." 34

NE DÜŞÜNDÜĞÜNÜ BİLİYORUM "Öyle mi?" "Bence," diye karşılık verdi Corley. "İmha etme deseydin anlardım ki bu da tamamlamanın tam tersi olarak kabul edilebilir herhalde." "Güzel bir nokta, Martin." Geiger'den önce otuz yıllık kariyeri boyunca hiçbir hasta Corley'e adıyla hitap etmemişti. Adıyla ilk hitap edişi aralarında ufak çapta bir dalgalanma meydana getirmiş, psikiyatrist sandalyesinde huzursuzca kıpırdanmıştı. Şaşkınlığının temelinde bu doğal yakınlığın Geiger'in genel esrarengizliğiyle büyük çelişki oluşturduğunu düşünmesi vardı. Corley bu hususta hiçbir şey söylemedi sonrasında da bunu seansların sıra dışı dinamiklerinin bir parçası olarak kabul etmeyi tercih etti. "Her şey doğal bir işleyişe göre hareket eder," dedi Geiger. "Başlangıcı, ortası ve sonu vardır. Bu açıklama bana en mantıklısı gibi geliyor. Anlıyorsun herhalde. Tamamlama." Geiger'in gözleri tavana yöneldi. Yıllar önce meydana gelen bir baskının izleri göze çarpıyordu. Tamirat sırasında meydana gelen belli belirsiz değişiklikleri hep yakalardı. Bu türden bir tamiratın nasıl yapıldığını, hangi işlemlerden geçildiğini harfi harfine biliyordu. Neticede kendisi de bu tür şeyleri yüzlerce kez yapmıştı. "Sence neden örümcekten bahsediyoruz?" diye sordu Corley. Geiger sağ dizini büküp bacağını yavaş yavaş karnına doğru çekti. Corley aşina olduğu bel kemiği çıtlatma hareketinin bitişini bekledi. "Örümcek, ağını bitirmişti," dedi Geiger. "O zaman 35

MARK ALLEN SMITH neden yaktım?" Bilemiyorum. Benim bölgemde olduğu için mi?" "Ama buna ancak bittikten sonra karar verdin öyle mi?" "Gördüğüm şeylerin kralıyım ben?" Ağzından yumuşacık bir ses çıktı. Tıpkı bir iç çekiş gibi. "Bu bir yerde geçiyordu değil mi?" "Üçüncü Richard mı?" dedi Corley. "Yoksa Kaplumbağa Yertle mi?" "Ne?" "Çocuk kitabı." Corley parmaklarını sakallı yanağında gezdirerek bekledi. Sonra aynı şeyi diğer yanağında yaptı. Ama Geiger'in sessizliği tıpkı çarparak kapatılmış bir kapı gibi kalıcıydı. "Hatırladığın herhangi bir çocuk kitabı var mı?" diye sordu Corley. "Ya da şarkı? Aklına gelen herhangi bir şey? Belki de oyuncak filan..." "Hayır. Aklıma hiçbir şey gelmiyor." Zaman içinde Corley, Geiger'in yalnız ve sorunlu bir çocukluk geçirdiğini ama bir şekilde cesaretini muhafaza etmeyi de başardığını düşünür olmuştu. Zaten Geiger'in rüyaları Corley'in üzerinde çalışabileceği yegane materyaldi. Adam hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyor, sadece seansların sınırları dışında kalan hususlarda tahminlerde bulunabiliyordu. Ama örümcek hikayesi ve bu türden konuşmalar Geiger'in iç dünyasının gerçekten ziyade hayaletlerle dolu yıkıntılarla kaplı olduğu düşüncesine daha sıkı sarılıyordu. Corley bazen kendisini ölüyle temas kurmaya çalışan bir medyum gibi hissediyordu. Corley saatine baktı. Karısının verdiği son hediyeydi bu 36

NE DUŞUNDUGUNU BİLİYORUM saat. Arkasında da, Zaman nereye gidiyor? Sevgiler, Sara, yazılıydı. "Zamanımız bitti sayılır," dedi. "Sonrasında sizden şu örümceği düşünmenizi istiyorum." Dizleri üzerindeki defteri düzeltip, Empati? diye yazdı. "Belki ağı yakmak tamamlamayla ya da egemenlik tesisiyle alakalı değildir." Geiger'in parmaklarının daha hızlı hareket ettiğini fark etmişti. "Belki de örümceğin pervaneyi öldürmesini istememişsinizdir." Geiger'in parmak hareketleri durdu. Sonra da doğruldu. Corley adamın gömleğinin altındaki aşırı gelişmiş omuz kaslarını bakıyordu. Geiger hep uzun kollu, siyah, ütüsüz gömlek giyer, boynuna kadar da iliklerdi. Geiger ayağa kalkıp başını sağa sola çevirdi. Corley iki çıdamayı da duymuştu. "Düşünelim bakalım," dedi Geiger. Sonra," Söylesene, Martin," dedi. Corley bir istekte bulunmasını bekliyordu. Bu artık sürecin, Geiger'in gidiş seremonisinin bir parçası halini almıştı. Genelde, söylesene, diye başlar ardından da sorusunu sorardı. Bazen de bu arada... der, sonra da konuyla alakasız gibi görünen bir bilgi verirdi. Corley bu son konuşmanın Geiger'in doğası gereği açık uçlu sona eren seansları kapatma, böylece anlamlandırarak, kontrol hissini yeniden tesis etme çabası olduğunu biliyordu. "O eve çok sık gider misin?" diye sordu Geiger. "Hayır," dedi Corley. "Neden?" 37

MARK ALLEN SMITH Corley defteri masanın üzerine koydu. "Burada kesmemiz gerek artık." Geiger açısından Corley'in ofisine gelirken ve giderken yaptığı yolculuklar sanki duyularına hitap eden bir ziyafetti. Central Park'ın batısı adeta bir çiçek dürbünü manzarasına sahipti. Trafikte birbirleriyle sarı tenli orta sıklet dövüşçüler gibi kapışan taksiler, tuhaf sesler çıkararak ilerleyen hantal otobüsler, birbirlerini koklayıp süzen köpekler ve sahipleri, parka girmek için bekledikleri kırmızı ışıkta seksi hareketlerle yerlerinde sayan koşucular, soluk tenli, yol kenarında sosisli sandviç ve kebap arabalarını bitkin tavırlarla çeke çeke ilerleyen, hayattan bezmiş tipler. Tüm bunlar Geiger için saf birer uyarıcıydı. Renklere, şekillere, seslere, hareketlere saldırı olarak görüyordu. En ufak bir fısıldama, konuşma ya da mimik bile hemen fark ediliyor ama daha karmaşık olan karşılıkları duyulmuyordu. O da her şeyi algılıyor ama hiçbirini zihninde tutmuyordu. Hem bir elektrik süpürgesiydi hem de dipsiz bir kuyu. On beş yıldır New York'taydı. Kente geldiği ilk gün aynı zamanda en eski hatırasını da oluşturuyordu. Geiger 6 Eylül 1995 tarihinde 42. Cadde'yle 8. Bulvar arasındaki New York Port Authority terminaline yanaşan Greyhound otobüsünün arka sırasında uyuklarken şoför tarafından uyandırıldığında dünyaya gelmişti sanki. Karşısındaki genç adam onun on dokuz yirmi yaşlarında olduğunu tahmin etmişti. Ancak o kendisine tıpkı kaldırımdan geçenler kadar yabancıydı. Korkmuştu. Hiçbir şeyi hatırlamıyor oluşunun neden olduğu.şaşkınlıkla acı çekiyordu. Hafıza kartı olma- 38

NE DÜŞÜNDÜĞÜNÜ BİLİYORUM yan bir insan makineydi adeta. İçgüdüsel bir tepkiyle koşmaya başladı. Ertesi gün, Harlem sokaklarında dolaşırken eski bir binanın pencere pervazlarını değiştiren tamir ekibini izlemek üzere durdu. Sonra kapısız binaya girip iş istedi. Ani, düşünmeden atılan bir adımdı bu. Üstelik adamlar marangozluktan anlar mısın diye sorduklarında da neden öyle söylediğini bilmeden evet yanıtını vermişti. Tamirat işinde dört yıl kadar çalıştı. Hiçbir firmada uzun zaman kalmıyor, sendikanın tanımadığı gece vardiyalarında çalışıyor, genelde Harlem, Brooklyn ve SoHo civarında dolaşıyor, çalıştığı apartmanların bodrumunda gizlice uyuyor, parasını biriktiriyordu. Çalıştığı bütün firmalar ona kayıt dışı ödeme yapıyordu. Kimlik numarası, sigorta bilgileri ve benzeri diğer belgelere ihtiyacı olmuyordu. Önceleri Gray adını kullandı. Ardından da Black. Sonra bir gün Barnes & Noble kitabevinin önünden geçerken H.R. Giger'in bir çizim kitabına gözü takıldı. Kitaptaki anlaşılması güç, karmaşık çizimlerden etkilenmişti. O anda bu ismi ikinci bir e ekleyerek kullanmaya karar verdi. İsme simetri katmak için ilk harfin yanına eklemeyi uygun gördü... Geiger. Bir gece çalıştığı Williamsburd'ta bulunan binadaki vardiyasını bitirip uyumak üzere binanın bodrumundaki karanlık bir köşeye ilişti. Sabaha karşı üç civarında merdivenlerde ayak sesleri duyarak uyandı. Hiç kıpırdamadan küçük bodrum duvarlarında dans eden el feneri ışığını izleyerek bir yandan Carmine Delanotte adlı birini suçlayabilmeyi sağlayacak konuşmaları kaydetmek üzere yeni boyan- 39

MARK ALLEN SMITH mış duvara mikrofon gizlerken bir yandan da sohbet eden adamları dinlemeye koyuldu. "Delanotte'nin burası gibi on tane binası olduğunu duydum," dedi adamlardan biri. "Kayınbiraderim emlakçı," dedi diğeri. "Siyahilerle serseriler buradan atılırsa bu çevredeki binaların paha biçilemeyecek kadar değerleneceğini söyledi. Fiyat düşükken al, pahalanınca sat." "Bu mikrofon işi vakit kaybı biliyorsun değil mi? Delanotte çok akıllıdır." "Belki. Yardımcılarından birini enselemek üzerelermiş diye duydum." "Ya, tabii tabii. O kadar çok yardımcısını enselediler ki. Ama çoğu hiç konuşmadı. Konuştunnak için her şeyi denediler. Şantaj yaptılar, kafayı yemelerini sağlayacak kadar sıkıştırdılar hatta dövdüler. Ama o lanet herifler yine de konuşmadı." "Çok tuhaf bir iş olmalı." "Ne?" "O adamları konuşturmaya çalışmak. Feci derecede zorlu tipler çünkü. Öyle döverek filan konuşturamazsm onları. Çok daha incelikli yöntemlerin olmalı." "Aslında o adamlar işlerinin ustasıdır. Her biri, alanında uzman birer sorgucu. İnsanları nasıl konuşturacaklarını çok iyi bildiklerine şüphe yok." Büyük olasılıkla FBI teknisyeni olan bu iki adam konuşmayı sürdürürken karanlıkta öylece bekleyen Geiger içinde bir şeylerin doğmakta olduğunu hissetmeye başlamıştı. 40

NE DÜŞÜNDÜĞÜNÜ BİLİYORUM Bu ağırlığı olmayan, öylece havada süzülürcesine dolaşan bir düşünceydi aslında. Ama tüm hislerini etkileyip, yepyeni bir bakış açısına neden olmasını sağlayacak kadar da kuvvetliydi. Harlem'deki bu köhne içinde, molekül seviyesinde başlayan bambaşka bir düşüncenin giderek filizlenip büyümekte olduğunu her geçen saniye daha bir hisseder olmuştu. Ve bu düşünce tıpkı bir çığ misali önüne çıkan her şeyi yakıp yıkarak ilerleyen içgüdüsel bir istek halini aldı. 41

3 Harry Boddicker başını kaldırmış ışıl ışıl aydınlatılmış Brooklyn Köprüsü'nün halatlarına bakarken Doğu Nehri üzerinde yaza özgü çivit renkli gökyüzünde devasa bir ateş böceği gibi parıldayan bir helikopter belirdi. Arkaya, FDR Caddesi'nin köşesine park etmiş lacivert minibüse doğru baktı. Jones'un ağzını kapatıp, elini kolunu bağlayarak bu minibüse sokmuşlardı. Adam, Carmine'in satıcılarından biriydi. On beş dakika önce, Carmine'in üç adamı tarafından getirilmişti buraya. Harry'e adamı kız arkadaşını dairesinde becerirken yakaladıklarını ama bunu yapabilmek için de kafasına çekici biraz hızlı vurmak zorunda kaldıklarını anlatmışlardı. İki gözü de morarmıştı. Belki burnu ve birkaç kaburga kemiği de kırılmış olabilirdi. Şimdi Harry, Geiger'i aramak zorundaydı. Geçen sefer Providence'lı bir şirket müdürüne zarar verdikten sonra Geiger'i aramışlar, o da gelip durum değerlendirmesi yapmış, işin öneminin azaldığına karar vermiş ve zerre kadar yükse- 43