(TDV Kadın Kollan Konferans ve Panelleri: 1996-97)



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Mehmet Akif Ersoy ve Çağdaş Bilim Mısraları Videosu Pazartesi, 29 Haziran :54 - Son Güncelleme Çarşamba, 25 Kasım :12

Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin?

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

İÇİNDEKİLER SÖZ BAŞI...5 MEHMET ÂKİF ERSOY UN HAYATI VE SAFAHAT...9 ÂSIM IN NESLİ MEHMET ÂKİF TE GENÇLİK... 17

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Diyanet'in yaz Kur'an kursları bugün başladı

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

Ana Stratejimiz Milletimizle Gönül Bağımızdır BÜLTEN İSTANBUL B İ L G. İ NOTU FİLİSTİN MESELESİ 12 de İÇİN 3 HEDEFİMİZ, 3 DE ÖDEVİMİZ VAR 3 te

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

TORKIYE'DE MiSYONERLİK

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Eziyet Eden Birinden Vaaz Eden Birine

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

MEHMET RAUF - Genç Gelişim Kişisel Gelişim ( )

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli?

Senin için gelmesi mukadder olan şeylere hırs göstermen yersizdir. Senin için olmayan, başkasının hakkı olan şeylere, hasret çekmen yakışıksızdır.

Nasıl? Fark etmez! Ne kadar? Sonsuza kadar! Niçin? Çünkü böyle mutlu olabilirsin!

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Mehmet Akif Ersoy; Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın! Mısralarını şehitlerimize, gazilerimize, en

T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (T.M.K. 10. MADDE İLE YETKİLİ) TUTANAK

Aynı kökün "kesmek", "kısaltmak" anlamı da vardır.

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım.

Kur'an-ı Kerimde tevafuk mucizesi Kainatta tesadüf yok, tevafuk vardır

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

Kütahya Gazeteciler Cemiyeti Ziyareti:

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

Efendim, öğrendiklerimin ikincisi; çok kimseyi, nefsin şehvetleri peşinde koşuyor gördüm. Şu âyet-i kerimenin mealini düşündüm:

VATAN ŞAİRİ MEHMET ÂKİF ERSOY

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan :15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

Eğitim Programları ANA HATLARIYLA İSLAM DİNİ

Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız. (Kur an 50/16 Kaf)

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ BU HAFTA ÜNLÜ ŞAİRİMİZ MEHMET AKİF ERSOY A AYDIN BAKIŞLAR KONFERANS DİZİSİNİN İKİNCİ OTURUMUNU GERİDE BIRAKTI.

SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ ABDULLAH GÜL ÜN YILI TÜBİTAK BİLİM, HİZMET, TEŞVİK ÖDÜLLERİ ve TÜBİTAK ÖZEL ÖDÜLÜ TÖRENİ KONUŞMA METNİ 23 ARALIK 2008

HÜRRİYET İLKOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA PROGRAMI

SEVGİNİN GÜCÜ yılında Manisa da doğan İlhan Berk, Türk şiirinin en üretken, usta şairlerinden

BOSNA-HERSEK TEKİ KÜLTÜR, BİLİM VE EĞİTİM ÜZERİNDEKİ OSMANLI ETKİSİ: MEVCUT DURUM

Eziyet Eden Birinden Vaaz Eden Birine

Beyni geliştirmek ve zekâmızı parlatmak mümkün. Beyin, yeni bilgiler ve beyin faaliyetleri ile gelişir ve büyür.

İntikam. Ölüm Allah ın Emri

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ü Ölümünün 78. Yılında Saygı ve Minnetle Anıyoruz

Yaz l Bas n n Gelece i

Maksut Genç. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Tokat Plevne İmam Hatip Ortaokulu Öğrencilerinin Sorularına cevaplarımız

HALİDE EDİB ADIVAR VURUN KAHPEYE ROMAN

MANİSA'DAN KUDÜS İZLENİMLERİ

olduğunu fark etti. Takdir ettiği öğretmenleri gibi hatta onlardan bile iyi bir öğretmen olacaktı.

Senin bir yaşlı piri fani mi yoksa pırıl pırıl istikbal vadeden bir delikanlı yada erkek mi kadın mı olduğunu bilmiyorum.

Patronun hizmetini yapıyor Çalışan kadından bahsediyorum. Ben kocama muhtaç değilim diye evvela ailesini dağıtıyor.

Başbakan Yıldırım, Seyranbağları Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezini ziyaret etti

Yüreğimize Dokunan Şarkılar

Okul Başarısı Anne Babalardan Dualar İster (2) Perşembe, 06 Aralık :11. Dualar Beddualar

BASKETBOLCU AHMET İLKÖĞRETİM 1. SINIF. Gülşen DEMİR Porsuk İlkokulu /Odunpazarı /ESKİŞEHİR

ÖNCESİNDE BİZ SORDUK Editör Yayınevi LGS Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Yeni Tarz Sorular Nasıl Çözülür? s. 55

"15 Temmuz Şehidimiz hemşehrimiz Mustafa Cambaz ın kendisi artık belki aramızda değil, ancak onun Fotoğrafları Batı Trakya da sergileniyor.

Erbaa lı Genç Şair Muhammed Dikal Lisede edebiyatı gerçekten seven öğretmenlerim bana da Edebiyatı sevdirdiler

MÜSİAD İNGİLTERE ŞUBESİ AÇILIŞI , LONDRA. İş ve Siyaset Dünyasının, STK larının Başkan ve Temsilcileri,

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

T.C. BAŞBAKANLIK Diyanet İşleri Başkanlığı. (İl Müftülüğü)

Akıllı ve Çevreci Hastane Yatırımları

ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ. Doç. Dr. Rıza BAĞCI

8. SINIF T C İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ

Yusuf Kemal TENGIRŞENK ( )

Her milletin dili kimliğidir eğer dilinizi yozlaştırırsanız kimliğiniz erozyona uğrar.

MehMet Kaan Çalen, tarihinde Edirne nin Keşan ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Keşan da tamamladı yılında Trakya


Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

6 Çocukla Ahır'da Yaşam Mücadelesi

İnci Hoca YEDİ MEŞALECİLER

Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.


Herkes bir arayış içinde

EK: Mucize Avcısı nı yayına hazırlarken, çok

Konumuz sol içi cinayetler, özel olarak da Acilciler bünyesindeki cinayetler

Lesley Koyi Wiehan de Jager Leyla Tekül Turkish Level 5

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

YALNIZ BİR İNSAN. Her insanın hayatında mutlaka bir kitap vardır; ki zaten olması da gerekir. Kitap dediysem

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

3647 SAYILI ve 2008 (3647/2008) TARİHLİ YUNANİSTAN VAKIFLAR YASASI VE UYGULAMALARI

Sultanım, müsaade buyurun, ben İstanbul'un çevresini dolaşıp, mevcut suları bir inceleyeyim!.

namazı kılmaları hususunda şöylesi bir yanlış ve tehlikeli bir uygulama vardır.

Cumhuriyet Halk Partisi

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

HÜCCETİN İKAMESİ VE ANLAŞILMASI

Mehmet Aydın 5. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Transkript:

TÜRKIYE DIYANET VAKFI YAYlNLARI /287 (TDV Kadın Kollan Konferans ve Panelleri: 1996-97) I ANKARA 1998

Prof. Dr. Süleyman Hayri BOLAY MEHMET AKİF* Ayşe SUCU (TDV Kadın Kolları Başkanı) -Sayın misafirlerimiz, Türkiye Diyanet Vakfı Kadın Kolları tarafından tertiplenen Mehmet Akif Ersoy isimli konferansa hoşgeldiniz diyorum. Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay, 1937'de Ermenek'de doğdu. 1961 yılında Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakültesini bitirdi. On yıl kadar, orta dereceli okullarda öğretmenlik yaptı. 1967 yılmda Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Irak'a tetkikler yapmak üzere gönderildi. 1971 yılındaankara Üniversitesi ilahiyat Fakültesine Felsefe Tarihi asistanı oldu. "Aristo Metafiziği ile Gazali Metafiziğinin Karşılaştırılması" isimli doktora tezi ile felsefe doktoru oldu. 1987'de Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesine Felsefe Tarihi profesörü oldu. Halen aynı fakültede çalışmaktadır. Başlıca yayınlanmış eserleri: Türkiye'de Ruhcu ve Maddeci Görüşün Mücadelesi Felsefe Doktrinler Sözlüğü Aristo Metafiziği ile Gazali Metafiziğinin Karşılaştırılması Emile Boutroux'da Zorunsuzluk Doktrini Ferit Kam Bilimin Değeri Meselesi Sayın Hocam Süleyman Hayri Bolay Bey'i kürsüye davet ediyorum. Prof. Dr. Süleyman Hayri BOLAY- Muhterem hanımefendiler ve beyefendiler; hepinizi saygıyla selamlıyoruro ve hoşgeldiniz diyorum. Mehmet Akif hakkında konuşmayı niçin tercih ettiğimi önce kısaca açıklamakta fayda görüyorum. MehmetAkif, Yahya Kemal, Namık Kemal veya ona benzer diğer edebi şahsiyetler, yeni nesillere okullarda kısmen tanıtıhyor; ama, bu tamtma okul programları çerçevesinde oluyor ve çoğu zaman da, o programa sadık kahnsa bile yetersiz oluyor. Bazı öğretmenler, ideolojik davrandıkları için, beğenmedikleri şairleri hiç tanıtmıyorlar; bunlar, programda yokmuş gibi davranıyorlar. Gerçi Mehmet Akif, eski ve yeni nesiller tarafından en çok tanınan bir şairdir, İstiklal Marşımızın şairi alınası dolayısıyla, onu, ismen küçük büyük herkes (*) 10 Mayıs 1997 tarihinde Kocatepe Cami Konferans Salonu'nda verilen konferans. -205-

bilir. Fakat, mazide kalmış, bundan 60 sene evvel ölmüş, fikirleri orada kalmış, bugüne hiç hitap etmeyen, bugünün nesilleriyle ilgisi olmayan bir insan gibi mütalaa ediliyor veya öyle anlaşılıyor. İşte, bu anlamanın yanlış olduğunu ortaya koymak maksadıyla, Mehmet Akif hakkında -bu sene 60 ıncı yıldönümüdür- konuşmayı tercih ettik; bu bir. Bir de, konuşmanın konusu olarak "Günümüzün Sosyal Problemleri Karşısında Mehmet Akif' gibi bir başlık seçmek suretiyle, günümüzün problemleriyle Mehmet Akifin, bundan 80 sene evvel, 90 sene evvel ele aldığı meseleler le, bugünkü meselelerin, problemierin nasıl intibak halinde olduğunu, birbiriyle çok farklı olmadığını ve o gün problemlere çözüm olarak ileri sürülmüş bir fikrin, bugünkü problemlere ne derece uyduğunu, mümkün mertebe, şu kısa zaman içerisinde anlatmaya çalışacağım. Hiçbir şair ve fikir adamı aynı durumda değildir; yani, bunların da günümüze ve bizden sonraki nesillere ulaşabilecek fikirleri vardır; ama, bunların içerisinde fikirleri itibariyle hayatiyetini, canlılığını daima koruyabilen, belki en iyi koruyan Mehmet Akiftir. Çünkü, Mehmet Akif, bir defa, II. Meşrutiyet'ten sonraki fikir hayatının içerisinde, diğer şairlere ve ediplere nazaran, en canlı bir şekilde yer almış bir kimsedir. Doğrudan doğruya, Sırat-ı Müstakim Dergisini çıkarmış, sonra o Sebillürreşat adım almış ve İstiklal Harbi esnasında, bu Sırat-ı Müstakim veya Sebilürreşat Dergisini gittiği her yerde Anadolu'ya götürmüş; Kastamonu'ya gitmiş orada çıkarmış, Balıkesir'e gitmiş orada çıkarmış, Diyarbakır'a gitmiş orada çıkarmış; yani, oralarda, 1stıklal Harbine katılmaları, destek vermeleri hususunda, o günkü Mustafa Kemal Hükümetini desteklemeleri hususunda ikna için dolaşıyor, varını yoğunu gece gündüz demeden harcıyor, camilerde vaaz veriyor, meydanlarda konuşuyor, kendi konuşmalarının metinlerini o gazetelerde yayıulamak suretiyle, Türkiye'nin her tarafına, hem kendi imkanlarıyla, hem de o zamanki devletin imkanlarıyla yayma fırsatı buluyor veya temin ediliyor bu fırsat. Dolayısıyla, fiilen karış karış Anadolu'yu dolaşmış. Zaten, daha önceki baytarlık dönemlerinde, yani Osmanlı döneminde vete,riner hekimlik yaptığı için, Hicaz'dan, Mısır'dan, Irak'tan, Suriye'den Balkanlara kadar adeta karış karış dolaşmış Osmanlı ülkesini, onların çeşitli yaşayış tarzlarım, farklılıklarını, inanışlarını vesaireyi tetkik etmiş olduğu için, onlar hakkında da oldukça sağlam bilgilere de sahip. Bir de, garbı iyi biliyor, bilim bakımından biliyor; çünkü, müspet ilim okumuş. Baytar mektebinde veya veteriner fakültesinde fizyoloji okumuş, anatomi okumuş, hayvan vücudunun yapısını görmüş, müspet ilim esaslarına göre bir şey nasıl tetkik edilir onu görmüş, tecrübenin ehemmiyetini orada idrak etmiş; dolayısıyla, onun, sonraki şiirlerine aksi var, yansıması var. Fevkalade gerçekçi bir anlayışla bütün meseleleri ele almış. Diyor ki mesela: -206-

"Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim, İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim. Şudur benim hayatta en beğendiğinı meslek: Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek." Bu fikir, tabii, onun almış olduğu müspet ilim ve tecrübe zihniyetinin bir mahsulüdür. Dolayısıyla, Anadolu'yu karış karış dolaşan bir insan veya Osmanlı ülkesini karış karış dolaşan bir insan, artık İstanbul'u karış karış dolaşıyor, meyhaneye gidiyor, kahvehaneye gidiyor, hastaneye gidiyor, okula gidiyor, nerede bir sefalet yuvası, nerede bir haksızlık, nerede bir adaletsizlik, nerede bir çocukların ezilmişliği, nerede bir fakirin, yoksulun ezilmişliği, nerede bir karısını döven insan vesaire varsa, bunları bir fotoğraf sadakatıyla, bir film sadakatıyla şiire döküyor, daha doğrusu edebiyatımıza, fikir dünyamıza, ta ileriki nesillere de aktaracak şekilde canlı tablolar armağan ediyor. Bu işte, o realist anlayışının mahsulüdür. Hatta, bunda Emil Zola'nm filan da tesiri var, onun romanlarını çok okumuş; ama, Emil Zola gibi ahlaka mugayir şeyler yazmıyor, ona benzer diğer kimseler gibi, sosyalist realizmde olduğu gibi, realizmi ahlakı yıkmak için kullanmıyor. Aksine, ahlakı kuvvetlendirrnek için yazıyor. Dirvas diye bir şiiri var. Dirvas, Emevi Halifesi Hişam zamanında, uzun süre, üç - dört sene hiç yağmur yağmaması dolayısıyla ekin tarlalarmın, mahsulün kuruması, çöl haline gelmesi ve köylülerin açlıktan ölme noktasına gelmesi üzerine Hişam'a gidip dertlerini anlatmak için kurulan heyetin başında geçen ll yaşında bir çocuktur ve orada, Hişam'a, çok güzel hitaplarda bulunmuştur. Bir çocuk nasıl bunları söyler. Vaktim olsa okurdum da, vaktim olmadığı için sadece zikrediyorum. "Sen çocuksun sus" falan gibi bir şeyler söylemek ister Hişam, bu da "akıl yaşta mıdır, başta mıdır" diye Hişam'a hitapta bulunur. Sonra, kendi kabilelerinin açlık durumlarını uzun uzun tasvir ettikten sonra "bu saray senin mi, seninse sana fazla; Hak'tan mı geldi, Hak'tan geldiyse de sana fazla; halkınsa da yine fazla; onun için bize bölüştürmen lazım" diye hitapta bulunuyor. Yani, bizim bugünkü sosyalistlerimizin söylemekte güçlük çektiği sosyalizan fikirleri bile, ama sosyalizm propagandasına kaçmadan, gayet realist bir şekilde, hem de bir çocuğun ağzından söyletiyor. Çocuğun ağzından söyletmesindeki maksat da, bizim çocuk terbiyesindeki davranışlarımızın yanlışlığını göstermektedir. Hiç birimiz, bugün bile, o kadar okumuş, yazmış ileri gelmiş adamların arasmda ll yaşında bir çocuğun başkan seçilip gitmesini belki hazmedemeyiz, saygısızlık deriz, her halükarda karşı çıkarız. "Fatih Kürsüsünde" adlı eserinde, Fatih Camii'ni anlatırken, babasının kendisini ve kızkardeşini -ki kızkardeşi kendisinden küçük. Kendisinin 8 yaşlarında filan olduğunu söylüyor- camiye götürüyormuş, Yatsı narnazına götürüyormuş Fatih Camii'ne ve orada, biz namaza duracağız, sessizce oturun diye tembih ediyormuş. Yani, 8 yaşında bir çocuğa namaz kıldırmıyor bir defa. Hal- -207-

buki, hadisişerife göre, 7 yaşında çocuklara namaz hatırlatılmalı, sık sık hatırlatılmalı. Yani, zorlama yokmuş, onu demek istiyorum. Tanıdığım bazı aydınlar var; 10 yaşında, 12 yaşında, dedesi, babası zorla camiye götürdüğü için, bugün dinden tamamen uzaklaşmış, o zamandan beri nefret duymuş. Akif, demek ki, bunu biliyor. Ama, babamgil namaza durduğu zaman, biz, kızkardeşimle altını üstüne getiriyorduk caminin diyor. Ben görüyorum, 3 yaşında çocuğu camiye getiriyorlar, orada oturuyor çocuk. Ondan sonra çıkarken diyor ki babası, "günah oğlum, sen niye namaz kılmadın?" 3 yaşındaki çocuk günahı ne bilir!.. Yani, Akifbunları, eğitim sistemimizdeki yanlışları, vesaireyi görüp, o zaman bizi uyaran bir insan. Dolayısıyla, o zamanki Türk cemiyeti, onun, adeta bir laboratuvarı. Demin de ifadeye çalıştığım gibi, mesela "Küfe" adlı şiirde, babasının harnal olarak bıraktığı küfeyi sırtında taşımak zorunda kalan bir çocuğun içler acısı durumunu anlatır; onun psikolojik hallerini, küfeyi tekmeleyişini uzun uzun anlatır. "Hasta" şiirinde, okulda bakımsızlıktan, ilgisizlikten dolayı veremden ölmüş bir çocuğun halini ve cenazesinin kaldırılmasındaki güçlüğü vesaireyi anlatır. Mesela, "Meyhane"de gelip gidip gece gündüz içen, ondan sonra karısını döven, çoluğuna, çocuğuna bakmayan, onların nzkını orada harcayan bir erkeğin durumunu anlatır. Karısı gelir, yakasına yapışır, herkesin içinde "bizim hakkımızı korumuyorsun, bizi rezil ediyorsun" vesaire dediği zaman, şeriat bana emretti, seni boşarım, şöyle yaparım filan diye adamın hitabına karşılık, adama, orada, şeri- 11 -ıı-.re:rdi:ri~ Se:rsem imkihı vermemiştir, çocuğuna bile bakınama hakkı vermiştir kadına, çamaşırını bile yıkamama hakkı vermiştir" vesaire gibi şeylerle, onları uyarmaya çalışır. Tabii, her sanatkarın, her fikir adamının, her ilim adamının, her filozofun, hatta her siyasinin yetiştiği bir ortam vardır. Evvelemirde, kendi yaşadıkları dönemin problemleriyle haşır neşir olurlar; yani, fılozoflara baktığımız zaman, Aristo'sundan, Eflatun'undan bilmem kimine varıncaya kadar, dolaylı veya dolaysız olarak kendi dönemlerindeki problemlere çözüm getirmeye çalışmışlardır. Mehmet Akif de, bir Osmanlı kültürü içinde dünyaya gelmiş, Osmanlı İmparatorluğunun devamı için dua edilerek yetişmiş, o idealle yetişmiş, Osmanlı Devletinin yaşaması için kafa yormuş. Zaten, Meşrutiyet Dönemi aydınlarına bakarsanız, en menfi insanı bile, hepsi Osmanlı'yı kurtarma çareleriyle uğraşmıştır. Getirdikleri reçeteler doğru veya yanlış; ama, hepsinin ittifak ettiği nokta, Tanzimat'tan bu tarafa, Osmanlı Devletini kurtarmak, kuvvetlendirmek, eski şaşaasına, kudretine ulaştırmaktır. Akif'te de, bu anlayışla, bir mazi hayranlığı var, tarih hayranlığı var. Mesela, o zamanki nesillerin tarihe, ecdada biganeliğine karşı zaman zaman isyan duygularının yükseldiğini de görüyoruz: "Kahraman ecdadınızdan sizde bir kan yok mudur, Yoksa, istikbalinizden korkulur, pek korkulur." veya, -208-

"Gül devrini görseydim bülbül onun olurdum, Ya Rab, beni 500 sene evvel getireydin ne olurdu." diye, Fatih devrini, Kanuni devrini gül devri olarak görüyor. Yahut o devri, "Donanma, ordu yürürken muzafferen ileri, Üzengi öpmeye hasretti garbın elçileri." gibi ifadelerle yüceltiyor. Mehmet Akif'in "İnsan" diye bir şiiri var, insana bakış açısı çok önemli; adeta yeni bir insan tipini meydana getirmeye çalışıyor. Gerçi bu Namık Kemal'de de var. Devamlı didişen, çalışan, mücadele eden, güçlüklerden yılmayan, tüm güçlükleri yenıneye çalışan bir insan tipi, o "insan" adlı uzun şiirinde diyor ki: "Esirindir tabiat, dest-i teskirindedir eşya," Senin ahkamının mahkumudur bütün dünya." Yani, esirindir tabiat, tabiat senin kulun kölen olmuştur, sen ona hakim olmuşsundur. Desti tesbirindedir eşya yani, senin büyüleyici ellerindedir eşya, varlıklar. Senin alıkarnının mahkumudur bütün dünya, senin koyduğun kanunlarm mahkum udur, onları yürütmek zorundadır. Bu, görüş Batı'da, Kant'tan beri gelişen bir anlayışın eseridir. Çünkü, Kant diyor ki: "Ben, Kopernikvari bir inkılap yaptım, Kopernik gibi bir inkılap yaptım." Çünkü, Kopernik'e gelinceye kadar, dünya merkezli bir alem anlayışı vardı, Kopernik, güneş merkezli bir alem anlayışı getirdi; bütün dünya görüşünü, vesaireyi değiştirmiş oldu tabii. Kant da diyor ki "bana gelinceye kadar hep tabiat merkezdi, insan onun etrafında dönüyordu. Ben, insanı merkez yaptım, insan aklını merkeze aldım, insan zihnini merkeze aldım, insanın koyduğu esaslar tabiata kabul ettirilen kanunlar dır." Akif Kant'ı okudu mu, okumadı mı bilmiyoruz; ama, Akif'te böyle bir anlayışın eserini görüyoruz. Dolayısıyla, çok canlı, dinamik bir Allah anlayışı var. Tabii İslam'dan geliyor bu. Mesela, "Masiua bir şey midir, hiç durmuyor Halık bile! Bak tecelli eyliyor, bin şe'n-i günagun ile." Yani, masiva, bu alemdeki varlıklar, bir şey midir, onlar zaten çalışıyorlar. Hiç ihtiyacı olmadığı halde, yaratıcı bile hiç durmuyor, gece gündüz çalışıyor. Her an yeni bir şey yaratıyor. O öyle yarattığı halde, artık bizim herhangi birşeyi bırakmamız veya ihmal etmemiz, çalışmamamız balıis konusu olmamalıdır. Dolayısıyla Mehmet Akif, gücünü Kur'an'dan alan, esasını Kur'an'dan alan bir anlayışla, Allah'ın çalışmasını örnek göstererek, Allah'ın yaratıcılığını örnek göstererek, Allah'ın yaratmış olduğu insanın da aynı şekilde, gece gündüz demeden çalışması gerektiğini esas alan bir anlayış getiriyor. Bundan dolayı da, "Küfe"de bir ihtiyarın durumunu anlatıyor: "Kuzum ayıp mı çalışmak, günah mı yük taşımak, Ayıp dilencilik, işlerken, yürürken ayak. " -209-

"Seyfi Baba" da, "Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası, Dostunun yüz karası, düşmanının maskarası." Sonra, diyor ki "bekayı hak tanıyan, Sa'yi bir vazife bilir." Ebedi olmayı bir ideal olarak, vazife olarak almış olan kimse, çalışmayı vazife bilir. "Çalış, çalış ki, beka, sa'y olursa hak edilir." Ancak çalıştığın takdirde bunu hak edebilirsin. Tabii, Mehmet Akif'in çalışma üzerinde bence, geniş bir araştırmaya da muhtaç çalışma felsefesi açısından. Mesela, o, bütün atomların çalışmayla meydana geldiğini, çalışarak, hareket ederek enerjinin maddeye dönüştüğünü, maddenin enerjiden o hale dönüştüğünü; zamanın mekanın ancak çalışmanın mahsulü olduğunu; ayın, kamerin, yıldızların, gökyüzü varlıklannın hepsinin gece gündüz çalıştıklarmı, hem de bir aile intizamı içerisinde, birbiriyle asla kavga yapmadan, birbiriyle anlaşmazlığa düşmeden, birbiriyle düzensizliğe çalıştıklarını söylüyor. Mesela, "Kamer çalışnıadadır, gökle yer çalışnıadadır, Güneş çalışmada, seyyareler çalışnıadadır, Didinmeden geri durmaz nücflm-ı güsidar, Bütün alın teridir durnıayıp yağan envar." Görülüyor kı lvi. Akıf müslüman ıdare ve enerjısını harekete geçirmek ve onu bir hamlesine yöneltebilmek için enerjinin, dinarnizmin ve çalışmanın ilahi kaynağına yöneliyor ve onu böylece motive etmeye çalışıyor. Mehmet Akif'in bulunduğu zaman, modernizmin hakim olmaya çalıştığı bir zaman, Lale Devrinde başlayıp Tanzimat'ta hız alan Batılılaşmanın kuvvet kazandığı bir dönem. Dolayısıyla, batılılaşabilecek miyiz, batılılaşamayacak mıyız, ne ile batıhlaşacağız, dini bırakarak mı batılılaşacağız, onların gelenek ve göreneklerini alacak mıyız, almayacak mıyız, kültürlerine ne gözle bakacağız, ilmine tekniğine ne gözle bakacağız vesaire gibi konular, o zamanın gündeminde olan, gündeminden düşmeyen konulardı tabiri caizse. Bugün de aynı problemler vardır, maalesef bu problemler çözülmemiş tir. O zaman, Osmanlı Devletinin, İsla.m dünyasının geri kalmasının ve sömürge devletleri haline gelmesinin sebebi de hep İslam'a yüklenirdi. Ziya Paşa, 1880'lerde veya 70'lerde biliyorsunuz şikayet ediyordu; "İslam imiş alemde pabend-i terakki, Evvel yok idi işbu rivayet, yeni çıktı." Tabii, Batı'dan İslam aleyhine, sizi islam geri bıraktırdı, İslam'ı bırakırsanız ancak ilerleyebilirsiniz, Hıristiyan dünyası ancak Hıristiyanlıkla medeniyet kurdu, ilerledi, dünyaya hakim oldu gibi propagandalar, yapıldığı için, o zama- -210-

nın münevverleri, inanan münevverleri, milletin devletin selametine, dinin gücüne inanan münevverleri, evvela, İslam'ı müdafaa etmek ihtiyacını duydular ve dolayısıyla İslam'a yapılan hücumları da -İslam ilme karşıdır, İslam maarife karşıdır, İslam ilerlemeye karşıdır gibi Fransız Filozofu Ernest Rönan ve benzerleri tarafından ileri sürülen fikirleri- cevaplandırmak ihtiyacını duydular. Mesela Namık Kemal, ta 1884'te, "Rönan Müdafaanamesi" diye, Ernest Rönan'a bir cevap yazmıştır. Türk dünyasmda da bu gibi cevaplar yazılmıştır Rönan'm bu iddialarına karşı. 1883'te, Sorbon'da verdiği bir konferansta -ki, Türkçeye çevrildi o konferans- İslam'ın maarif düşmanı olduğunu, ilerleme düşmanı olduğunu, ilim düşmanı olduğunu ilan ediyordu. Akif veya ona benzer kimseler de, evvela onların yersiz, manasız olduğunu ortaya koymak ihtiyacım duydular, devamlı surette bunlarla uğraşmak ihtiyacım duydular. Tabii, bunun için, İslam'ın büyüklüğünü, İslam'ın getirdiği gücü de ortaya koymak ihtiyacını duyuyorlardı. Mesela, Hazret-i Ömer'e bakıyorsunuz, Hazret-i Ömer kimdir; Müslüman olmadan önce, güçlü, kuvvetli, istediğini asıp kesen, döven, korkutan, titreten bir adam. Bastığı yeri çökerten bir adam. Bu adam, Hazret-i Peygamber'i öldürmek kararına uygun olarak ona doğru gidiyor, kızkardeşine yolu düşüyor, önce oraya uğruyor; fakat, kızkardeşinin, eniştesinin Müslüman olduğunu anlayınca, onları incitiyor, tokatlıyor. Fakat, Taha Süresinin iki ayeti karşısında o katı kalp eriyor, yeni bir insan meydana geliyor ve o insan gidiyor, Hazret-i Peygamber'in huzurunda el pençe divan durup teslimiyet bayrağını çekiyor. Onun için, İslam'ın bu yüksek gücünü, insanileştirici gücünü, medenileştirici gücünü ve onun bu yii.ksek ruhunu anlatıyor, anlatmak ihtiyacım duyuyor, hem de çok veciz bir şekilde. "Önce dehşetli zıpırken, nasıl olmuş da Ömer, Öyle bir adle sarılmış ki, değil kar-ı beşer. "Yani, Hazret-i Ömer, ortalığı yakıp yıkan bir zıpırken, birdenbire dünyanın en büyük adalet timsali haline geliyor; ki, bu insanın işi değil. İnsanoğlunun öyle kolay kolay onu tahakkuk ettirebilmesine adeta imkan yoktur. "Nereden geln,ıiş o Haydar'daki irfam amik." diyor. "Hazret-i Ali, ilmin kapısıdır" diyor Peygamber Efendimiz (A.S.V.) Bu ilim nereden gelmiş Hazret-i Ali'ye, işte onu soruyor. O derin ilim, nereden gelmiş. Hatta, kuru ilim demezsek, irfanı biraz kültürle filan da karıştırırsak, o manayı da verirsek, bu derin anlayış nereden geliyor; İslam'dan geliyor. Elbette, bu İslam'ı iyi bilmek ve iyi anlamak lazım. Çünkü, o İslam dünyayı medenileştirmiştir, dünyaya fikir saçmıştır, ilim saçmıştır, nur saçmıştır ve bugün Müslümanlar ondan uzaktırlar; o günkü İslam'ı anlamaktan ve yaşamaktan uzaktırlar. Bunun ıstırabım yaşıyor Mehmet Akif ve kendi emelinin, esas İslam'ı uyandırmak olduğunu, gayet açık bir şekilde, muhtelif yerlerde, defalarca söylüyor. -211-

Mesela, "Müslümanlık nerede, bizden geçmiş insanlık bile, Alem aldatmaksa maksat, aldanan yok nafile. Kaç hakiki Müslüman gördümse hep makberdedir, Müslümanlık, bilmem ama, galiba göklerdedir." Yani, bugünkü Müslümanların durumu da cehalettir, bu cehaletten doğan bir durumdur, onun telafi edilmesi lazımdır. Demek ki, Meşrutiyet döneminde veya Tanzimat dönemindeki Müslümanların durumu da ekseriyetle böyleydi. Çünkü, ben dedemden böyle gördüm, ben babamdan böyle gördüm sözüyle İslamiyeti en iyi bildiğini veya yaşadığım zannediyorlardı. "Dedemizden böyle gördük sözü, gayet merdüt" diyor Mehmet Akif, onlara karşı çıkıyor, kaynaklara inilmesini istiyor. Tabii, İslam'ın Osmanlı'ya getirdiği haşmetin de hayranı. Demin biraz bahsetim; ama, işte o Kosova'ları, Yıldırım Bayezit'leri, I. Murat'ları, Fatih'leri, Yavuz'ları, Kanuni'leri böyle gözünün önünde geçit gibi tayftan geçiriyar ve onların yaptığı işlerin büyüklüğünü anlatarak, demin söylediğim gibi, ecdada benzemek lazım geldiğini ifade ediyor. Hatta, ecdada karşı gelenlere de birtakım değişik ifadeleri var biliyorsunuz, "Biri ecdadıma saldırdı mı hatta boğarım, Boğamazsın ki, hiç olmazsa yanınıdan kovarını." gibi, ecdada hürmet edilmesini istiyor. "İstenıem o payansız nıefahir dursun bir yana, Gösterin ecdada benzer bir kan baba" gibi bir ifade var. Mehmet Akif, problemleri ortaya koyarken, insanın bilgi sahibi olmasını istiyor, bilim sahibi olmasını istiyor, ahlaklı olmasım istiyor, ailenin bozulmamasım istiyor. Bugün, aynı problemler vardır. Mesela "her şeyi yıktık, yıkmadık sadece bir şey bıraktık, aile" diyor. Hatta, gayet ağır söylüyor, "Aile bir inkılap olsun diyen nıeyus olur, Başka hiçbir şey kazanmaz, sade birdeyus olur." Bu aile hayatında aşırı değişiklik istemenin nerelere kadar götüreceğini ifade babında böyle diyor. Tabii, ahlak meselesinde de bildiğiniz gibi çok değişik ifadeleri var. Mesela, "Ne irfandır veren ahlaka yükseklik ne vicdandır, Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır." Bu Allah korkusunu kaldırdı~ımızı düşünürsek, insanlar, behimiyete, hayvaniyete düşer diyor. Allah'a saygı ve O'nun rahmetinden mahrum olmak korkusu olmasa, bilginin, bilimin, vicdanın insan davranışlarında hiç bir tesiri kalmaz. Çünkü vicdan, nasıl eğitilirse, öyle karar verir: -212-

"Yüreklerden çekilmiş farzedilsin havfi Yezdanın Ne irfanın kalır tesiri katiyyen ne vicdanın!" Bir de o zamanın fitne fesat insanları var. Bunlar, ortalığı devamlı surette karıştırmaktalar. İttihat Terakki'nin iktidara gelişiyle, biliyorsunuz İttihat Terakki'nin fikrine zıt olan kimselerin ortadan kaldırılması hareketi başladı. Yakup Cemil gibi fedaileri filan vasıtasıyla, Mahmut Şevket Paşa başta olmak üzere, sokak ortalarında, birtakım ileri gelen adamları, Harbiye N azırını bile öldürdüler adamlar. İşte onlar için diyor ki, "Sanıyorlar ki, adam öldürmekle, kafa kesmekle Fikr-i hürriyet ölür, hey gidi şaşkın hazele!" Sanki, Susurluk hadisesi için söylenmiş veya bugünkü hadiselerle ilgili olarak söylenmiş bir beyit gibi geliyor. Mesela gazetelerin durumu... Bugün de birçok kimse şikayet ediyor basın yayından, televizyon kanallarından vesaireden. Diyebiliriz ki şu beyit günümüz basını ve medyası için söylenmiş gibidir. "Türlü adlarla çıkan namütenahi gazete, Ayrılık tohumunu bol bol saçıyor memlekete." Bugünkünden farklı değil. Demek ki, o zaman, 1908'de hürriyet ilan edilince, herkes hürriyeti kötüye kullanmaya başlamış. Bugün, bu hürriyeti kötüye kullanmaktan dolayı birtakım etnik ayrılıklar çıkıyor ıneınlekette, memleket birliğinin bozulması ınanasma. O zaman da vardı bunlar. Bu gibi ayrılıkcı, bölücü hareketlere şiddetle karşı. Diyor ki, "Bunu benden işitin, ben ki evet Arnavut'um, Başka bir şey diye me m, işte perişan yurdum." Yani, o zamanki perişan yurdu, bugünküarnavutluk da, eskisinden farklı değil. Niye?.. İçinizdeArnavut kökenli insanlar olabilir, onların ineinmesini de istemem; ama, Osmanlı Devletinde sadrazam veya vezir mevkiinde, yüksek kademelerde en çok hizmet görenlerden, Osmanlı Devletinin nimetlerinden en çok istifade edenlerden Boşnaklar ve Arnavutlar başta gelir, Balkan kavimlerinden bunlar başta gelir. Ama, Abdülhamit'in halli için tebliğe gidenlerin başında, Esat Toptani Paşa vardı ve Arnavut isyanını başlatan adamlardandır. Arnavutlar da, Osmanlı Devletine karşı çıkan Arnavut milliyetçilerine karşı çıkınıştır senelerce. Arnavut milliyetçileri halktan destek istedikleri zaman, karşı çıkmışlardır. "Ne yapacaksınız, niçin isyan ediyorsunuz İstanbul'a" denildiği zaman, "biz devlet kuracağız" demişlerdir. Onlar da demiştir ki "Devlet İstanbul'dadır, siz öyle bir devleti kuramazsınız, oturun oturduğunuz yerde." Ama, 40-50 sene sonra halkı ikna etmişlerdir. Fakat, hep birlikte, Osmanlı Devletini yıktıktan sonra da, hepsinin hali bugün de öyle- -213-

dir, Ortadoğu'nun hali de öyledir. Hatta, bazı yazariara göre de, Osmanlı Devletinin laneti dalaşmaktadır bugün Ortadoğu'da, Balkanlar'da ve hatta Avrupa'da. "Onunla uğraşan hiçbir devlet onmadı, Ruslar, İngilizler, vesaire falan da dahil olmak üzere, hiçbirisi onmadı" deniliyor. Bu doğru tabii. İşte böyle bir bölünmeye karşı, devamlı isyan halinde. M. Akif Bey. Mesela, "Sen ben desin efriid, aradan vahdeti kaldır, Milletler için yıkılmak, işte o zamandır. 11 diyor. Yahut, 11 Vatanın takati yoktur yeniden ihmiile, Doludizgin gidiyor baksana izmihliile. Ey cemaat uyanın, elverir artık uyku, Yok mu sizlerde vatan namına bir duygu?" diyor. Peki, vatan giderse ne olacak. Şimdi devleti diyorlar birtakım gençleri, bir devlet kuralım, şöyle yapalım veya bu Türk Devleti gitsin de, nasıl bir devlet gelirse gelsin gibi... o günden bugüne cevap vermiştir adeta,,;hem vatan gitti mi, size yoktur bir başlw vatan, Çünkü mirasyedi sail lwvulur her kapıdan. " Mirasyedi dilenci, babasının malını mülkünü har vurup harman savuran kimse, her kapıdan aç kaldığı zaman kovulduğu gibi, siz de, bu memleketten değil, gittiğiniz her yerden kovulursunuz, kimse de sizi kabul etmez diyor; ki, Sadece vatanın elden bunu yapıyorsunuz, ama, dım de muhafaza edemezsiniz. bir millet bir vatan anlayışı, yanlış bir din anlayışı, yanlış bir bilim anlayışı, yanlış bir Batı anlayışı bizi bu hale getirmiştir. Bir de, tabii, dini iyi için, tarihi bilmediğimiz için, Mehmet Akife göre, yeis içine düştük, ümitsizlik içerisine düştük. Onun en çok üzerinde konu insanları çalıştığı, cehalet ve yeistir; yani, ümitsizliği ortadan kaldırmak. Tabii, bir de tevekkülün yanlış anlaşılması. Bunlar hallolduğu zaman, birçok problemler hallolacaktır. Ama, Batı'nın tekniğini ve ilmini de almadan bir yere gitrnek mümkün değildir. Dolayısıyla modernleşrnek zaruretini kabul ediyor. "Alınız ilmini garbın, alınız sanatını, Veriniz hem de mesainize son süratini. Çünkü mümkün değil artık yaşamak bunlarsız. 11 Sadece bu da değil. Mehmet Akifin ufku çok geniştir. Birçoğunuz bilirsiniz, mesela... Safahat'ın 6. Kitabının sonunda, Asım'ı Avrupa'ya tahsile gönderir. Daha doğrusu, önceden Asım ve arkadaşlarını Berlin' e tahsile gönderir. Fakat, Birinci Dünya Harbi çıktığı için onlar dönerler, gelirler, tahsillerini yanda bırakırlar vatanın rnüdafaası için. Sonra da, harp kazanılınca, onları tekrar gönderir "bir gün evvel gidiniz, bir saat evvel dönünüz", "giden 300 senelik ilmi sık el- -214-

den edinin" diye. Yani, bu ilimler bizde vardı zaten; ama, onlar yeni metodlarla geliştirdiler; siz, sadece, o metodları alıp geleceksirriz manasında. "Fen diyarında sızan namütenahi pınarı, Hem için, hem getirin yurda o nafi suları." Yani, bu fen ilim diyarından sızan sonsuz pınarm sularını için ve getirin o faydalı suları, aynı membaları ihya için oğlum burada. Mehmet Akif'te ihya meselesi çok önemlidir. Yani, o kaynakları burada canlandırmak için... İnşa demiyor bakınız. Çünkü, bu kaynaklar bizde vardı zaten, kaynaklar kurumamıştır daha, adeta küllenmiştir; onu deşeleyip, oradan, onun ışığından, onun ateşinden faydalanacağız. Onun için yeni metodlar lazımdır bize, onu getirin diyor. Yükselmek, modernleşmek, kendi kaynaklanınıza dönerek, kendi ruhumuzdan güç alarak olmalıdır. Kendimize gelmemiz ancak böyle olacaktır. ''Aynı membaları ihya için oğlum burada, Kafanız işlesin artık, kanal olsun arada." Hatta, bir tabiri var Batılılar için, diyor ki, "Bakın mücahit olan garba şimdi bir kere, Havaya hükmediyor, kani olmuyor da yere." Yani, Batılılar için mücahit tabirini kullanıyor. Burada, biz, mücahidi, din sahasında mücadele eden kimse olarak biliyoruz. Ama ilim sahasında çalışmak, diğer sahalarda çalışmak yine İslam'a göre bir ibadet değil midir? Tabiat sahasında araştırma yapmak, yeni keşifler yapmak, insanlığa faydalı şeyler getirmek, Allah'ın varlığının yeni delillerini bulmak vesaire, bütün bunlar ibadettir. İşte, o adamlar bunu yapıyorsen de oradan bunu alıp, onun üzerine bir şeyler ilave edeceksin. Onun için, yere kani olmadığı için, yer ile yetinmediği için, havaya da hükmediyor diyor. Bugün artık havaya da değil, uzaya hükmediyor veya hükmetıneye çalışıyor. Dolayısıyla Akif'in ileri görüşlülüğü, o zaman iyi anlaşılahiimiş değildi. Hatta, yine orada, Safahat'ın sonunda, 1919'da atom bombasından bahsediyor. Mesela diyor ki, "Maddenin kudreti zeriyesi uğraştığı iş.'m~ddenin kudreti zeriyesi demek, o zaman Batı'nın uğraştığı atom gücü, atom enerjisi. Onu elde ettiği zaman da, "değişir ruyi zemin" diyor. O atom enerjisine ulaşıldığı zaman yeryüzü değişecektir. "Yarının ilmi nedir; halbuki gayet müthiş, Maddenin kudreti zeriyesi uğraştığı iş." Nükleer enerji dediğimiz, bugün santrallarını yapmak için uğraştığımız ve Batılıların bize bir türlü müsaade vermediği enerji. -215-

"O yaman kudrete hakim olabilsem diyerek, Sarf edip durmada birçok kafa, binlerce emek. Ona yükseldi mi artık, değişir ruyi zemin." Yeryüzünün çehresi değişecektir diyor. Bugün değişmiştir; trasatlantikleri de yürütüyorlar, uçak gemilerini de onunla yürütüyorlar, kıtalararası füzeleri de onunla atıyorlar vesaire. Sadece orada değil, tıpta, ziraatta, vesairede istifade ediyorlar. "Çünkü bir damla kömürden edecekler temin, Öyle milyonla değil, namütenahi kudret." Bir damla kömürden, sonsuz kudret elde edecekler diyor. İşte, MehmetAkif'in oradaki gelişmeleri zamanmda nasıl takip ettiğini de gösteriyor bu. Başta dedim ki Mehmet Akif, veteriner olduğu için müspet ilimiere aşina idi; ama, Fransızcası çok iyi idi. Meclisin kapısında, ayakta, en ağır makaleleri bile hemen tercüme edebilecek kadar vakıf buna. Takip de ediyor gelişmeleri, çeşitli sahalardaki gelişmeleri. 1919'da, Türkiye'de atom bombası araştırmalan ile ilgilenen bir başka edebiyatçı, bir şair, hatta bir ilim adamı var mıydı bilmiyorum. Ben tahmin etmiyorum. O zaman fizikçi Salih Murat Özdilek vardı, uğraşsa uğraşsa o uğraşıyormuştur. Metinlerinde var ını onu da bilemiyorum. Diğerlerinden farklı tarafi ve özelliği de, buradadır Mehmet Akif'in. Biz, bugünkü ilmin bile biganesiyiz diyor; ki, doğrudur. Mehmet Akif'i, bugünün sosyal problemlerine o zamandan ışık tu tabilen bir kimse olarak görmek herhalde yanlıs bir şey değildir. Bu kısa süre içerisinde, ana çizgilerle bazı güncel sosyal konulara temas etmeye çalıştık. Mehmet Akif, gecesini gündüzünekatıp çalışan ve kendisini milletin ve İslam dünyasının dertleriyle dertli gören bir insandır. Hatta, biliyorsunuz, 1925'te, İstanbul Eminönü'ndeki Halkevinde bir toplantı yapılıyor Çanakkale Şehitleri münasebetiyle, orada, birisi çıkıyor "Çanakkale şehitleri için en iyi şiiri, maalesef bizden olmayan birisi yazmıştır" diyor. Mehmet Akif'in Çanakkale şiiri okuyor. Oradan da, öğretiimiş bazı gençler, Akif aleyhine bağmyorlar "kör, beyinsiz, sağır" diye. Bunu Mehmet Akif duyuyor, üzülüyor, sonra onlara bir cevap veriyor. Bu cevap Safahat'ta yoktur, ölüm yıldönümü ınünasebetiyle yayınlanan kitaplara konuldu. Orada, kendisinin, yatmış inleyen halkı ayakta tutmak, kaldırmak, uyandırmak için gece gündüz nasıl çalıştığını söylüyor ve ''Ne yapsam neyle kurtarsanı şu yatmış inleyen halkı Deyip, ezberde olsun gezdiğin vaki midir Şarkı, Benim beyninı sağır, yahut gözüm körnıüş, peki lakin Senin görgün yolundaymış da, keskinmiş de idrakin Ne gördün söyle evladını, ne duydun lütfen izah et. Hayır hacet de yok izaha, pek nıeydanda nıahiyetin. O nıahiyet fakat iğrenç, o mahiyet fakat çirkin, -216-

Niçin dersen, sıkılmak hiss-i insanisi yok ilkin. Evet beynim sağırdır; çünkü kainatım hep feryat, Gözüm görmez evet, zira mukitim hep karanlıktır. İşitmem başka bir ses, milletim eylerhen istimdat, Fakat sinemde imanım, müebbed fecri sadıktır." Yani, yalancı şafak değil, devamlı sürecek olan bir şafaktır diyor. "Kör olmaz ağlayan gözler, sağırlaşmaz tutuşmuş beynin, Yaşarmaz gözle, yanmaz beyni kilkat addeder bir şeyn (boş şey), Geçilmez kahkahandan her tarafyangın içindeyken, Yanan bir sineden lakin, ne istersin, nedir öfken?" diye devam ediyor. Yani, Akif, ömrünü bu millete adamış bir insandır. Onu, o büyüklüğü içerisinde, fıkirleriyle, tefekkürüyle, şairliğiyle, bütünüyle görüp yeni nesillere tanıtmak ve onun çözümlerinden bugünün ve yarının insaniarına yeni çözümler getirebilmek lazımdır. O yönüyle de, Akif daima yenidir. Ben, şahsen, ortaokul sıralarından beri Akifi o kurum. Her okuyuşumda da yeni manalar kazamyorum, yeni şeyler görüyorum. O da, Akifin herhalde samimiyetinden ve derinliğinden, şarkı ve garbı kucaklayabilmesindendir. Ben, bütün bu duygularla, beni sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederek, hepinizi saygıyla selamlıyorum ve huzurunuzdan ayrılıyorum. Teşekkür ederim. -217-