2. Dönem, Sayı 6 Yazdırılabilir Sürüm



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

KAHRAMANMARAŞ PİAZZA DA AYDİLGE RÜZGARI ESTİ

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

2016'nın ilk 5 ayını geride bırakıyoruz. Grup Göktürkler için bu dönem nasıl geçti?

İDİL DİZDAR, HEM OYUNCU HEM YÖNETMEN

23 Yılllık Yazılım Sektöründen Yat Kaptanlığına

Bu resmi ne yönden yada nasıl gördüğünüz,nasıl yorumladığınız çok önemli! Çünkü medya artık hayatımızın her alanında ve her an yanı başımızda!

Bahar Ateşi Evet! Hayır! Belki? Ne? Merhaba.

Bayram Taşcı ya yazarlık kariyeri ve kitabı hakkında bir takım sorular sorduk.


SADECE BİR ÇANKAYALI DEĞİLİM; ULTRA ÇANKAYALIYIM

GÖKYÜZÜ EĞİTİM KURUMLARI

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Kulübü Başkanı Metin Baykal: Halkla ilişkilerci girişken olmazsa çok şeyi kaybeder..

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

Jamie Foxx J

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

KİŞİSEL GELİŞİM NASIL BAŞLAR?

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan


Hazırlayan: Tuğba Can Resimleyen: Pınar Büyükgüral Grafik Tasarım: Ayşegül Doğan Bircan

SORU-- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ PDR ÖĞRENCİSİ AHMET İSA SOYLAMIŞ RECEP YAZICIOĞLU BENİM İÇİN ÖRNEK ŞAHSİYETTİR

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

YALNIZ BİR İNSAN. Her insanın hayatında mutlaka bir kitap vardır; ki zaten olması da gerekir. Kitap dediysem

SİNOPSİS. Fragmanın Youtube Fragmanı: Fragmanın İndirme Linki:

Biz Fakir Okuluz Bizim Velimiz Bize Destek Olmuyor Bizim Velimizi Sen Bilmezsin Biz Bağış Alamıyoruz Cümlelerini kurarken bir daha düşüneceksiniz.

Hatıraların Masumiyeti Hatıraların Masumiyeti Hatıraların Masumiyeti

SEDA ÜREN KURUMSAL


KPSS'de çok konuşulan 'vitamin' sorusu ve çözümü

Başkan Kocadon basına yemek verdi; tarafsızlığınızdan taviz vermeyin

*2012 Mart ayı sonunda çıkardıkları albümleri ile müzik piyasasına Zımba gibi giriş yapan grup ;

Arapgirli Haşim Koç. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

ERASMUS BAHAR DÖNEMİ Accademia della Moda İtalya DİDEM ALTUNKILIÇ

66 Fotoğrafçı Etkinlik Listesi. 52 Haftalık Fotoğrafçılık Yetenek Sergisi

Okuma- Yazmaya Hazırlık. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Ve Ritim. Fen Ve Doğa Etkinlikleri

Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri.

TURK101 ÇALIŞMA 6 ZEYNEP OLGUN MAKİNENİN ARKASI

Hayalindeki Kadını Kendine Aşık Etmenin 6 Adımı - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Pepee den Önce Pepee den Sonra P.Ö- P.S

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

Gençlerin Doğu Ekspresi keyfinde usulsüzlük iddiası

Duygusal ve sosyal becerilere sahip Genç profesyoneller

Sevgi evlerinde kalan kardeşlerimize konser düzenledik. Huzurevi ziyaretlerimiz ara sıra oluyor,gönül Köprüsü diye bir proje de yer alıyoruz.

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Carousel'de Alışveriş AYBIKE TURAN. 54 Carousel Instyle

SORU- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Bugüne kadar nerelerde görev aldınız?

Bir Şizofrenin Kendisine Sorulan Sorulara Verdiği 13 Rahatsız Edici Cevap

MİRKET NİNELER. Parti Veriyor

BURAY DAN 2 İNCİ ALBÜM MÜJDESİ

Hikaye uzak bir Arap Alevi köyünde geçer. Ararsanız bambaşka versiyonlarını da bulabilirsiniz, hem Arapça hem Türkçe.

Sessiz, Sensiz. Sen gülünce güller açar gülpembe Bülbüller seni söyler Biz dinlerdik gülpembe

14. ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KONGRESİ

AHMET ÖNERBAY GÖRELE'DE

Nükhet YILMAZ HAYAT BİLGİSİ Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası nı kutladık. Halk ekmek fabrikası gezisine katıldık. TÜRKÇE * Dilbilgisi:

Kasım/Aralık fındığın başkenti. kirazın anavatanı

Orhan benim için şarkı yazardı

İLHAM VEREN KONUŞMACILAR ALEM-İ İŞ İLE HERKES BİRBİRİNİ DAHA İYİ ANLAYACAK!

R E H B E R L Đ K B Ü L T E N Đ - 3

SUNUM TEKNİKLERİ. Burcu Örentürk Aybat

ÜRÜN KATEGORİSİYLE İLGİLİ:

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

ISTE BIZ BÖYLE ANLAMISIZ ASLINDA BIZI SEVENLERLE DEGIL, BIZIM SEVDIGIMIZ March 2014 (5)

Fotoğraf Sevdalısı Bir Doktor:

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ

OCAK AYI BÜLTENİ ŞEKİL KAVRAMI TEMA ÇALIŞMALARIMIZ KAVRAMLAR RENK KAVRAMI SAYI KAVRAMI SES KAVRAMI ÖZEL BİLGİ İLKÖĞRETİM OKULU 6 YAŞ ANASINIFI

SEN SURAT OKUMAYI BİLİR MİSİN?

Herkese Bangkok tan merhabalar,

Yüreğimize Dokunan Şarkılar

Kızlarla Konuşma Sırları KENDİNİ DEĞİŞTİRMEYE HAZIR MISIN?

MATBAACILIK OYUNCAĞI

Sevgili dostum, Can dostum,

İŞARET DİLİNİN GELİŞİMİ KURUMLARARASI İŞBİRLİĞİNE BAĞLIDIR - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

SORU-Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Hangi okullarda okudunuz bugüne kadar?

Bunu herkes yapıyor! -Gerçekten herkes mi? Nasıl korunmam gerektiğini biliyorum! -Kalbini, gönlünü nasıl koruyacaksın?

Darüşşafaka Cemiyeti Yönetim Kurulu adına hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Bodrum Sutopu Takımı, Başkan Kocadon u ziyaret etti

TÜRK DÜNYASI VAKFI. Bana Bir Hikaye yaz projesinin web portalına hoş geldiniz!

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

ZONGULDAKLI GENÇ ŞAİR VE BÜLENT ECEVİT ÜNİVERSİTESİ DİN KÜLTÜRÜ ÖĞRETMNENLİĞİ BÖLÜMÜ ÖĞRENCİSİ UFUK SİLİK ŞİİR İLE HAYATIM YENİDEN ŞEKİLLENDİ

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer,

Beşiktaş Gazetesi. Günlük web Gazetesi Salkım Söğüt Saç

Sonrası. Jewett, Keman. Özcan Ulucan, Keman. Tuba Özkan, Viyola. Ozan Tunca, Cello. Program ile ilgili detaylar ise

Halk arasında "Ufak atta civcivler yesin" diye bir deyim var. İşte bu söz aşağıdaki röportaja cuk oturmuş.

Edwina Howard. Çeviri Elif Dinçer

Deniz Kantarcıoğlu Anaokulu Rehber Öğretmeni. «Okula Uyum»

Transkript:

2. Dönem, Sayı 6 Yazdırılabilir Sürüm Bu sürüm, bilgisayardan okuyacağı her şeyi, öncesinde yazıcı çıktısını alarak okuyanlar için hazırlandı. Resim yok, renk yok, yazılar 1 punto daha büyük, 4 sütun yerine 2 sütun var. Sapasade! Toner ve kartuş dostu. Kısa ve zamansal açıdan geçici yazılar hemen 2 dakikada monitörden okunabildiği için bu sürüme dahil edilmemiştir. Kağıt israfı yapmamak için öneriler: 1- Bir tarafı kullanılmış, öbür tarafı boş müsvedde kağıtlarından kullanın. 2- Görme sıkıntınız yoksa yazıcınızın ayarlarından iki sayfa yan yana yazdırmayı deneyin. 3- Sadece okuyacağınız yazının sayfalarını yazdırın. 4- Üstteki madde uyarınca bu sayfayı yazdırmak abes bir hareket olacaktır! İyi okumalar dileriz...

Birtakım notlar: 1- Dergideki röportajların kırpılmamış versiyonlarını burada okuyabileceğinizi biliyor muydunuz? 2- Yazılar dergideki sırası korunacak şekilde sıralanmıştır. Dolayısıyla bir içindekiler sayfasına daha gerek kalmadı. 2

Spoilar Dizi-film mevzuları -Ali Hıdımoğlu Okumadan Önce: Burada okuduğunuz her satırda bilinçli olarak spoiler (izlemeden önce okuyunca filmin heyecanını kaçıran detaylar) ile karşılaşabilirsiniz. Sonrasında dergiye aman da ben bunu okudum tüm zevkim kaçtı ya da hani böyle demiştin olmadı temalı e-postalar atmayınız (Bkz: Spoiler Free). Geçen ay sinemadan bahsettik, bu ay dizilerimize geri dönüyoruz. Bu ayın en büyük olayı, tabii ki de Amerikan izleyicisi tarafından çok beğenilmeyen ama bizim tarafımızdan vazgeçilmez olan Fringe üzerine. Dizi bildiğiniz gibi ara bölümleri ile pek de izleyiciyi tatmin edemiyordu, böylece yapımcı şirket doğruca iptaldense ona son bir şans verdi; final sezonu. Bu sezonun haberi tam da duyulurken, öyle bir bölüm yayınladı ki Fringe ekibi, ileriki sezonlarda gösterilecek bir bölüm müydü, yoksa zaten gösterilecek miydi anlamadık. Bölümde gösterilen, 2015 de Observerların dünyayı işgal etmiş olması konusu, tüm Fringe sevenlerin ağzından sular damlamasına sebep oldu. Önümüzdeki sene, öyle güzel bir sezon getirecekler ki, muhtemelen bu sezon Fringe in tüm sezonlarını yerle bir edecek. İptal edilmelerden konu açıldı devam edelim; The River, Pan Am (zaten iptali bekleniyordu uzundur), Missing, GCB, Awake, Bent, Best Friends Forever, Are You There, Chelsea?, Harry s Law, Ringer, The Secret Circle, A Gifted Man, Alcatraz ve The Finder. Gossip Girl altıncı sezonu ile final sezonunu oynayacak ve 11 bölümden oluşacak. Yukarıda verdiğim liste beni bile derinden üzdü diyebilirim, sırf reyting uğruna yenik düşen o kadar çok yapım var ki. Maalesef elimizden pek bir şey gelmiyor. Yakında başlayacak olan dizilerden bir tanesi bildiğimiz gibi True Blood. Beşinci sezonun ilk bölümü 10 Haziran günü yayınlanacak ve o zamana çok az kalmış durumda. Gözlerimiz True Blood ı beklemekte diyelim. Bir başka güzel haber ise, NBC nin macera, gerilim ve dram kategorili yeni dizisi Revolution u onaylaması Dizinin önemli olmasını sağlayan türü değil, senaryosunun Supernatural dizisi ile bildiğimiz Eric Kripke tarafından yazılacak olması ve yapımcısının J.J. Abrams olması. Bu iki süper isim bir araya geldiğinde, erken bitmesini beklediğiniz bir dizi göreceğinizi sanmıyorum. Tabii yine son kararı Amerikan izleyicisi söyleyecek. Yine ilgimizi çekebilecek cinsten bir dizi olan Continuum un promo videoları yayınlandı. Zaman yolculuğu ile ilgili olan dizi izleyiciyi tatmin edecek mi, göreceğiz. Aslında Kanada yapımlı olduğu için ön yargılarım yok diyemem. Yine zaman yolculuğu dizilerinden gidelim (hayır Doctor Who değil, zaten onu heyecanla bekliyoruz). Bu sefer Rewind adında Syfy ın bir dizisi bulunmakta. Konusuna kısaca askeri saha ekibi ve sivil bilim adamlarının, test edilmemiş zaman yolculuğu aletleri ile terörist olayları engellemesi Bu yıl bir sürü zamanda yolculuk görecek gibiyiz. Zaman zaman dedik Doctor Who hakkında da bir bilgi verelim. Yedinci sezonun ilk bölümü için Steven Moffat ın dediğine göre, bu zamana kadar (49 yıl boyunca) gösterilen tüm Dalekleri (hepsini, her yerden, hatta özel olarak silahlanmış olanları bile) bir araya toplayacaklarını belirtti. Şahsen bu lafı ile gönlümü fethetti diyebilirim zira on birinci doktor ile fazla Dalek i bir arada görebilmiş değiliz. Son olarak da Misfits e değinelim. Biliyorsunuz ki yeni sezonunda Nathan karakteri ayrıldıktan sonra tam olarak da istediği ilgiyi ve reytingi toplayamadı. Bu sefer de diziden Alisha, Simon ve Kelly karakterleri ayrıldıklarını açıkladılar. Böylece esas kadrodan neredeyse herkes diziden ayrılmış oldu. 3

Summertime, and Living So Easy... Geçen ayki müzik dünyasına dair bi durum muhasebesi yaptık. Ruhumuzu şenlendirecek bi şeyler aradık. Konser, festival biletleri el yakıyor, yakarsa yaksın, yangın olur biz yangına gideriz... -Alper Kara Aslında ben de diğer arkadaşlarım gibi eli yüzü düzgün, daha çok okunan şeyler yazmak, itibarlı bi yazar olmak, elit ortamlarda örnek kişi olarak gösterilmek, gittiğim gurme restoranları, izlediğim film festivalini yazmak istiyorum. Ama şartlar müsaade etmiyor. Selamlar saygıdeğer okuyucular, Summertime ın hangi versiyonunu seversiniz? Kulağımda ilk dinlediğim Janis yorumu var, hüzünlü de olsa yaz mevsimine en yakışan şarkılardan biri. Güzel hatıralarla yüklü, hiç bitmeyecekmiş gibi gelen o esrik günler, uzun geceler Epey bekledik güneşi görmek için ancak güneş her bünyeyi farklı etkiliyor. Nazlı gelin Lana, anan baban yok mu senin? Öngörü sahibi olmak her vakit iyi olmuyor. Hatırlarsanız mecmuamızın önceki sayısında Lana Del Rey için sesi güzel ancak bakalım onun hükmü ne kadar sürer? demiştik. Evet sesi güzel, kliplerine baksan efsunlu, gizemli hatta çekici falan sanırsın dışındaki cilaya aldanıp. Rammstein la düet yapmak için Berlin e giden Marilyn Manson la önce yemek yerken ardından ucubenin cipine binerken yakalanmış. İyi aile kızlarının gündüz toplum içindeki sahte rol modelleri gece olunca içlerindekini ortaya çıkarır ya işte o hesap. Ne diyelim, hayırlı yolculuklar, güle güle git, kendine de dikkat et (Manson dan sonra boş dilekler tabii). Bu Marilin Mensın 2007 senesinde Radar Live a geldiğinde ülkede kıyamet kopmuştu. Ne yalan söyleyeyim, bi ısınamadık ne kendisine ne müziğine. Yıllar içinde türlü çeşit maymunluğa doymadı, nası bi çileyse bitmek bilmedi. Son numarası da güzel insan Johnny Depp ile yeni albümünde düet yapmakmış. Şimdiye kadar çoktan çıkmış olması gerek, ancak vakit ayırmaya değmez diyerek dinlemedim. Merak eden arkadaşlar, gotikler, siyah pardösülerin, tuhaf makyajların ince ruhlu iblisleri Golden Gods töreninde Sn. Depp in gitarıyla eşlik ettiği The Beautiful People performansını ve bu kepazenin davranışlarını Youtube dan bulabilirler (onu da tesadüfen gördüm). Hadi bu adam şuursuz ve çapsız, sen buna neden uydun Johnny? Üzülsek mi, sinirlensek mi, maça mı gitsek? Paul McCartney nin oğlu James McCartney, grubun diğer üyelerinin oğullarıyla yeni nesil Beatles ı kurmak için çalışmalara başladı. Yeni nesil Beatles ne hafız? 4

Araba mı, cep telefonu mu bu? Sinsi ve babası gibi içten pazarlıklı James bu yolu bulmakla kalmamış, John Lennon ın oğlu Sean ve George Harrison ın oğlu Dhani ile görüştüğünü ve desteklerini aldığını belirtirken, Ringo Starr ın davulcu oğlu Zak in bu işe pek yanaşmadığını söylemiş. Ah canım kardeşim bu ne hırs,bu ne azim? Hadi bu iş oldu diyelim ne çalıp söyleyeceksiniz ve kimden ne sempatisi toplayacaksınız? Küçükken gittiğiniz akşam oturmasında Maşallah annesinin tıpkısı diyen teyzeyi hatırladınız mı? Sanırız bundan ziyade şarkılar, şan-şöhret hazırken bi kez daha bundan voliyi vururuz kafası. Spekülasyonlar hep Yoko Ono nun Beatles ı bitirdiğini söyler ancak Paul McCartney nin grubu mali açıdan bitirdiği ve Yoko yu bahane ettiği de söylenceler arasındadır. Bestelerin de nerdeyse yarısı onundur ama anlaşılan gelen telif oğul McCartney i kesmemiş. İngilizlerin meşhur greedy as pig sözünü bilirsiniz. Bu arada bir başka söylem Paul ün seneler evvel öldüğü ve şu an replikasının rolünü devam ettirdiği yönünde. Replika demişken memleketimizin en kendine has gruplarından Replikas ın yeni albümü Biz Burada Yok İken i çıktığı günden beri zevkle dinliyoruz. 11 adet Anadolu pop/rock coverından oluşan albüm grubun kendine özgü ve deneysellikten korkmayan yapısı içerisinde şarkılar en güzel biçimde eriyip taptaze bir kıvam bulmuş. Yolda, çakırkeyifken, efkarlıyken, mutluyken, aşıkken bu albümü dinleyiniz. Konser sezonu açılmıştır Malumunuz aşk, dünyadaki mevcut şeylerin en harikuladesidir. Hakkındaki her şey doğru, aynı zamanda her şey yanlıştır. Kimi zaman bi şarkı şekline bürünür ve hayatınızın ortasından geçer. Benim için o şarkı, There Is a Light That Never Goes Out 19 Temmuz Perşembe akşamı Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi nde etkileyici sesi, unutulmaz şarkıları ve güçlü sahne performansıyla Morrissey var. The Smiths günlerinden solo albümlerine Moz, meşhur Dandy havasıyla yine sadece kendi istediklerini söyleyecek. Ancak biz daha çok arka cebinde bir demet zambakla, ince danslar eşliğinde, içli şarkılar söylediği günlerin şarkılarını bekleyeceğiz. Yüksek ihtimal ve inanıyoruz ki ikinci biste Cemil Topuzlu susacak, İstanbul susacak ve Morrissey Take me out tonight diyerek söze başlayacak. Gözler dolacak, hatıralar boğazımızda düğümlenecek, ama gülümseyeceğiz. En az Moz kadar heyecanla beklenen Red Hot Chili Peppers 8 Eylül de memleket hudutlarında olacak. Paraya kıydık, bileti cebe koyduk. Senelerdir geldiler-gelecekler-seneye kalmış-onlar gelmez denirken nihayet adamlar ölmeden izleyebileceğiz. Anthony ve Flea nın sevimli şımarıklıkları, o afacan çocuk hallerini izlerken, eski şarkıları birlikte söyleyip yenileri asla beğenmeyeceğiz. Bu hadise bizim gibi yaşını almış veteranlar için de bi nevi bayramlaşma gibi olacak. Sırtında çocuğuyla gelen arkadaşlarımızla, gençliğimizi nasıl tükettiğimizi hatırlayıp eğleneceğiz. Bildiğiniz gibi bunlardan önce Efes Pilsen One Love Festival de bu senenin bombası Pulp. Eh bu kadar aktivite arasında buna da ayırcak bi bütçeniz varsa sizi ayakta alkışlıyoruz. Bizim program artık belli olduğundan bi ay sonra konseri anlatacak olanlara şimdiden haset duyuyoruz. Jarvis neler yapacak kim bilir? Summertime, and the livin so easy Daha aylar varken şimdiden bu kadar heyecanlanmamıza ne dersiniz? N apalım yapımız bu. Böyle şeylerle mutlu olan insanlarız, biliyoruz siz de öylesiniz ki bu satırları okuyorsunuz. Böyle şeylerden büyük mutluluklar çıkarmaya çalışanların indie, post-punk, brit pop nağmeleriyle buluştuğu program Closedown perşembe akşamları 22:00/01:00 saatleri arasında radionovo.com adresinde. Belki seveceğiniz bi kaç şarkı olur, muhabbet ederiz. Bu satırları yazdığımız sırada Ayten Alpman, Meral Okay, Cüneyt Türel, Seyfi Teoman ve Beastie Boys dan Adam Yauch aramızdan ayrıldı. Hepsi bu dünyaya, bizler için çok değerli hatıralar ve eserler bıraktılar. Ne diyelim, hepsini saygıyla anıyoruz Peki biz ne yaptık? Su üstüne yazı yazdık ve o yazının da sonuna geldik. Önümüzdeki ay görüşünceye kadar, sahip olduğumuz herkesi ve her şeyi bi kez daha gözden geçirelim. Zira yapımız gereği bir şeyin değerini ancak kaybedince anlıyoruz. Esen kalın saygıdeğer okuyucular 5

İstanbul Ona Albüm Yaptırdı Hollandalı müzisyen Fleur Odylle, İstanbul a geldi, bir daha gidemedi. Hayallerini gerçekleştirmenin yolunun nereden geçtiğini iyi bilen müzisyen, siz sevgili okuyucularımız için sorularımızı yanıtladı ve İstanbul Bana Ne Yaptın? sorusunun ötesindeki hikayesini anlattı. -Merve Sevinç Müziğe nasıl başladın? Müzikal bir aileden geliyorum zaten. Ailemde herkes müzik yapıyor, amatörler, ama yine de yapıyorlar. Müzikle dolu bir evde büyüdüm ve 10 yaşıma geldiğimde piyano dersi almaya başladım. Yani 10 yaşımdan beri müzikle ilgileniyorum. Türkiye ye ilk ne zaman geldin? İlk 22 yaşımdayken, öğrenci olarak gelmiştim bir dönemliğine. Aslında benim Türkiye ye geliş ve gidişlerim oldu. Bir geldim, sonra gittim, yine geldim Kopamadın yani Evet. Ama ilk geldiğimde tek bir dönem için Boğaziçi Üniversitesi ndeydim. O dönemde bir profesörle tanıştım, sonra Hollanda ya geri döndüm. Program bittiğinde o profesörle yüksek lisans yapmak için Türkiye ye tekrar geldim. Bir sene daha kaldım ve yine gittim. Daha sonra Türkçe yi daha iyi konuşmak istediğime ve burada yaşamak istediğime karar verip tekrar geldim ve o zamandan beri buradayım. Yüksek lisans konun neydi? İki tane konu üzerine yaptım. İlk yazdığım tez politika ve felsefe ile ilgiliydi İki yüksek lisans birden! Evet sonra da müzisyen olmaya karar verdim. Çok mantıklı değil mi? Türkiye de müzik yapmak senin için ne anlam ifade ediyor? Sonuçta Hollanda da da müzik ya- 6

pabilirdin. Aslında Türkiye de olmayı sadece müzik için istemedim. Amsterdam a dönüp danışman olarak çalışmaya başladığımda, çok da mutlu olmadığımı fark ettim. Hayatımda ne yapmak istediğimi düşündüm ve iki şey geldi aklıma. Birisi çok iyi Türkçe konuşmak istiyorum, çünkü Türkçe dil olarak çok hoşuma gidiyor. İkincisi müzik yapmak istiyorum. O zaman napayım dedim, Türkiye de müzik yapayım. Biraz daha burada yaşamak ve Türkçemi geliştirmek istedim. İlgilendiğim iki konuyla birleşim yaptım kısacası. Sonra nasıl gelişti müzik işleri, yani ben birilerini toplayayım bir grup kurayım dedin ve işe mi giriştin tekrar buraya geldiğinde? Geldiğimde yine öğrenci olarak gelmiştim. Çünkü Hollanda da bir üniversiteye devam ediyordum. Buraya geldiğimde ise Sabancı Üniversitesi nde bir programa dahil olmuştum. Görsel sanatlar bölümünde takılıyordum sürekli, zaten görsel şeyleri çok seviyordum. Orada aldığım bir derste kendi projemi yaratmam gerekiyordu. Bir video klip yapmayı düşündüm, proje olarak hoşuma gitti bu fikir. İstanbul la ilgili bir şarkı yazdım ve amatör bir ruhla İstanbul Bana Ne Yaptın? ortaya çıktı. Arkadaşlarımla klibi çektik ve Sabancı da klip bilinir olmaya başladı. Sonrasında şenlikte sahne almam için davet geldi. Ama şöyle bir durum vardı ki, ben şarkıyı kendi odamda yapmıştım. Bilgisayarda hazırlamıştım müziği. Bilgisayarda programlanmış davul ile, gitarları bilgisayarda çalarak Grubum yoktu, nasıl şenliğe çıkabilirim diye düşündüm. O zaman grup kurayım dedim. Video dersinde sınıf arkadaşlarıma iyi müzisyenler tanıyıp tanımadıklarını sordum ve sınıfta hiç daha önceden konuşmadığım bir çocuk, bana gelip iyi birisini tanıdığını söyledi ve Bora nın adresini verdi. Daha sonra Bora ya ulaştım, zaten o da Sabancı dan mezun. Bora müziğimi çok sevdi. Sonra ilk ikimiz başladık ve sonra diğer arkadaşlarımız katılmaya başladı. Bunların hepsi üç yıl içinde oldu, bu üç yılın sonunda nihayet albümü çıkarabildik. Albümde şarkıların hepsi sana mı ait? Söz, müzik Evet, hepsi bana ait. Ama gruptaki diğer müzisyenlerin katkısı çok büyük. Ben şarkıların konseptlerini veriyorum onlara, akortları veriyorum, sözler, melodiler gibi Ben bunu yapıyorum ve bir çerçeve ortaya çıkıyor. Sonra müzisyenlerimle bu çerçevenin içini dolduruyoruz, aslında aranjmanını ben yapıyorum diyebilirim parçaların. Bazı şarkılarda davulcumuz Alp, değiştirelim mi der, değiştiririz, farklı bir şey çıkar. Her şey bana ait olsa da müzisyenlerin etkisi çok. Albüm fikri ilk nasıl oluştu? Artık albüm yapabilirim fikrinin oturmasını sağlayan özel bir olay oldu mu mesela, seni cesaretlendiren bir şey? Hep istemiştim aslında, aklımda vardı. Tabi ki bu kolay bir iş değil, ama güzel bir grubumuz var ve neden olmasın diye düşündüm. Bir süre düşündük çünkü albüm çıkarmak için bir yatırım yapman gerekiyor. O yüzden bunu çözmemiz gerekti önce Lansmandan biraz bahsedebilir misin? Hazırlık süreci nasıldı? İnsanları etkilemek için bir şeyler düşündün mü? Sonuçta bir albüm tanıtıyorsun Konserde ilk 3 şarkı boyunca inanılmaz heyecanlıydım. Genelde çok kolay hareketlenirim, dans ederim, ama ilk 3 şarkıda donmuş gibiydim. Sonra bir anda bir tuşa basılmış gibi geçiverdi bu donukluk. Zaten son provalarımız çok iyi geçmişti. Lansmandan bir kaç gün önce yaptığımız 2-3 provada her şey çok iyiydi. Müzik konusunda problem yoktu. Bir de Lob2 ile anlaşmıştık lansman için ve onlar çok güzel bir fikir ortaya attılar sahne tasarımı konusunda. Ondan da bir şüphem yoktu. Lob2 aynı zamanda sahne tarzımı da üstlendi, yani geriye sadece bir elbise bulmak kalmıştı. O yüzden güzel olacağından emindim, ama yine de düşünmek ve yapmak arasında fark var ve bu fark beni oldukça fazla heyecanlandırdı. Bundan sonra nerelerde konser planınız var? İzmir, Ankara gibi şehirlerde çalma planlarınız var mı? Belki ufak bir turne? Yani buna çok sevinirim. Şuanda 2-3 tane konser planlandı. Devamı da geliyor Yaz boyunca izleyeceğiz sanırım seni? Evet, bir de var olan materyallerimiz ve konser videolarımızla tanıtım videosu hazırlayacağız. Hollanda da çalmayı çok istiyorum, sonuçta oralıyım. Aynı zamanda butik festivallerde yer almayı da çok istiyorum. Şansımız var mı bilmiyorum, ama deneyeceğiz Buradan duyurulur diyorsun yani Evet İstanbul, bizi duy! Yani aslında butik festivallere çok uyan bir grubuz. Tarzımız uyuyor hem hikaye olarak hem müzik olarak. Yani olabilir bence Son olarak dinleyicilerine ne demek istersin? Benim için Odylle nin özel tarafı, hikayesidir. Çünkü benim için Hollanda da müzik yapma imkanı da vardı ama burada kaldım ve biz grup olarak bir hikaye yarattık. Müzisyenlerle çok iyi arkadaş olduk. Benim için bu çok önemli. Lansmanda başardık işte hissi vardı bende. Çünkü çok zor zamanlardan geçtik, olacak mı olmayacak mı sorgulamalarına girdik. Yani kendime çok sorduğum oldu ben bunu niye yapıyorum diye. En başından beri bir şeyler vardı ve vurguladığım şey; insanın bir rüyası olmasının ne kadar değerli olduğuydu. Zor zamanlara rağmen bu rüyanın peşinde olmak gerekiyor. Bu güzel bir şey ve umarım beni dinleyen herkese ilham verebilirim 7

Türkiye nin En Meşgul Koro Şefi Önce metroda caz videosuyla, sonra da Avusturya da Koro Olimpiyatları ndaki şampiyonluklarıyla adından söz ettiren Boğaziçi Caz Korosu şefi Masis Aram Gözbek ile röportajı okumaya sadece birkaç cümle uzaklıktasınız. Röportajda Masis in en ayrıntıcı, en mükemmeliyetçi hallerinden bahsettik. Koca bir akşam durmadan süren sohbetimizin sonunda şuraya vardık ki, Masis in daha yapacak çok işi var. -Gökçe Altınbay Araştırmamı yaptım. Seninle yapılmış röportajları okudum. Her birinde şu ifadeyi gördüm: Müziğe üç yaşında oyuncak bir armonikayla başladı. Sonra kilise korolarında şarkı söyledi... Hahah! Kendileri yazıyor. Ben onu söylemiyorum. Ben kesinlikle yermek adına filan söylemedim de, bunları okuyunca benim içimde şöyle birşey uyandı: Aynı şeyleri yazmayayım. Masis in hayatında değinilmemiş detaylar olmalı! O yüzden önce isminden başlayayım dedim. Masis ne demek? Masis, Ararat olarak da bilinen, Ağrı Dağı nın büyük zirvesinin ismi. Sorularımda terminolojik sıraya doğru gidelim dedim. Şimdi sen doğdun, adın kondu; şimdi çocuksun! Susam Sokağı nı çok seviyormuşsun çocukken. Evet kesinlikle. Bana anlattıklarına göre, orada anlatılanlara göre yaşamışım hayatımın kaç yılı boyunca. Susam Sokağı ndaki şirin karakterlerin insana müzikle alakalı olarak birşeyler kattığını düşünüyorum ben. Muppet Show misali... Karakterler müzikal düzende konuştukları için biz ufaklıklar dünyayı öylece algılamaya başlamış olabiliriz bence. Demem o ki madem üç yaşında başlamışsın müziğe; bir çıkarım da yap yani böyle böyle! Zaten onun güzelliğinin sebebi hayatın içindeki her şeyden öğeler barındırması bana göre. Ne denir ona? Çiğ değil hiçbir şey işte... Saf, güzel yani. Mesela sayıları öğretirken müziği kullanmaları vesaire. Çok güzel bir yolla, al bunu öğretiyoruz demeden bir bakmışsın, öğretmişler. Benim şöyle bir hikayem vardır: Komşumuz anlatmıştı. Susam Sokağı nda şekillerin öğretildiği bir bölüm gösteriliyormuş ben de pötibör bisküvilerden yiyormuşum. O bisküvinin kenarlarını ısırıp ısırıp üçgen yapıp, komşumuza üçgen bu diye gösteriyormuşum. Geldik liseye... Sen lisedeyken nasıl okunduğunu bilmediğim bir müzik grubun varmış. Baalorc evet. İsmiyle alakalı bayağı sorun yaşamıştık. 8

İsmi düşünürken herkes ortaya bir şey atmıştı. Biri balkon öteki matkap der, saçmalamıştık. Geceler böyle geçerken, okul orkestrası olduğu için Beşiktaş Atatürk Anadolu Lisesi Orkestrası tadında bu ismi koyduk işte. Web sitesi işlerini hızlandırmalıydık o zaman. Şimdilik böyle olsun dedik. Ama insanlar bundan haberdar olmadığı için işte ortada Diablo lafları dönüyor, Baal ORK lar, Ballar filan. Herkes bizi metal grubu sanmıştı. Web sitesi için kollar sıyrık ellerde işte o malum işaretlerle poz verdik. Ne yapıyordunuz peki? İşte cover çalıyorduk aynı zamanda da doğaçlamalar yapıyorduk. Yaptığımız doğaçlamalar çok olgun olmasalar da. Ama ismimiz yüzünden çok fazla baskı altına girip metal yapmaya başladık Hahahaha olabilirdi. Bir de ben Baalorc ta hem söylüyordum, hem klavye hem de ritim gitar çalıyordum. Hatta üçünü aynı anda yaptığım bir iki şarkı bile var. Yani parçanın bir kısmında biri-ikisi diğer kısmında da diğer enstrüman gibi canım! Kulağa, ağzında mızıka olan ve gitar vs çalan adamlar gibi geliyor. Evet onlara çok özenirim ben. Lise ikide Boğaziçi Üniversitesi nin düzenlediği Battle of the Bands yarışmasında finale kaldık ve bu bizi bayağı gaza getirdi aslında. Yaşımız çok küçüktü çünkü, etrafımızda bu yarışmaya giren herkes profesyonel ya da en az bilmem kaç yıldır aktif müzik yapan insanlardı. Zaten canlı performansta da herkes başımızı okşamıştı aferin diyerek. Bir yandan da ah canım davranışını gözleyebiliyordum bu insanlarda. Sonra biz birinci olduk! O başımızı okşayan tipler bir anda kayboldu ortadan. Yarı alaycı ifadelerdi. Lise sonda KASDAV da en iyi orkestra üçüncülüğü ödülü aldık. Baalorc liseden sonra da devam etti. Mezuniyetten sonra davulcumuz değişti ve Boğaziçi Üniversitesi nden bir arkadaş geldi. O zaman grubun çehresi değişti ve daha çok enstrümantal doğaçlamalar yapmaya başladık. Klavye-gitar-davul-bas şeklinde devam etmeye başladık. Ne zaman ayrıştınız? Evet bir noktada herkesin hayatları ayrıldı. Farklı yönlere doğru olgunlaşmaya başlayınca artık bir araya gelememeye başladık. İki üç sene önce sona erdirdik Baalorc u herhalde. Tanıdık bir hikaye. Genellikle böyle olur hep. Ama siz liseden sonra devam etmişsiniz. Güzel bir şey. Peki, liseden sonra üniversite. Neden bu kadar çok okuldan okula atladın? Hangi okullardan hangilerine atladın say bakalım. Şöyle bir sıralayayım o zaman başta sonra ayrıntı veririm: 2005 te çok isteyerek Boğaziçi Üniversitesi Matematik Bölümü ne girdim. 2008 de Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Kompozisyon Bölümü ne girdim Matematiği bırakıp. Bir yıl orada okuyup kompozisyon hocamın beni telkiniyle Mimar Sinan ın Kompozisyon ve Orkestra Şefliği Bölümü ne girdim. Hala oradayım nasıl olacak ve neler yapacağım bilmiyorum. Neden böyle karmaşık bir macera üniversite hayatın dersen, Radyo Boğaziçi yüzünden diyebilirim. Yani benim müzik hayatımı onlar şekillendirdi. Geldik röportajımızın sebebine, Caz Korosu... İlk olarak Radyo Boğaziçi ne gittiğimde BÜ Müzik Kulübü ne de uğradım. Oradaki insanlarla tanıştım. Kulübün üç korosundan biri olan Caz Korosu ile tanışmam işte böyle bir günde oldu. Ben de yeni yeni caz ile ilgilenmeye başlamıştım ve koroya girdim. İki sene orada söyledim. Sonra benden önceki şef Cihan Amerika ya gitti. Yerini de bana bıraktı. Zaten sistem öyle işliyordu. Her şeyi öğrenciler yapıyordu yani, profesyonel bir yardım alınmıyordu. Biliyorsun zaten sen de koronun eski üyelerindensin, ses egzersizlerini bile birbirimize yaptırmıyor muyduk? Şefini de kendileri kararlaştırıp aralarında halledip değiştirebiliyor Caz Korosu. 2007 de Caz Korosu şefi oldum. Hazırlıktaydım o zaman ve hazırlığı geçme isteklisi değildim pek. Zamanımın yarısını müzikle geçiriyordum. Ayrıca birkaç grupla da çalıyordum. Bu sende neyin farkındalığını yarattı? Şunu fark ettim: Müzikle hep uğraşıyordum bir şekilde ama o zaman, tamam dedim ben artık hayatımın geri kalanını müzikle geçireceğim. Müzikle hayatımı kazanmanın zor olduğunu biliyordum. Ama bazılarının da bu işle uğraşması gerekliydi. Öbür türlü herkes müzik dışındaki işleri bir şekilde yürütebilir belki. Ne güzel ifade ettin. Bugüne kadar birçok kişiden senin söylediğinin tam tersini duydum. Diğer meslekleri temel alıp asıl onlara ihtiyaç olduğunu öne sürmekteler. Hepimizin karşılaştığı hobi olarak yap mantığı... Hobi olarak yapan bir sürü insan var. Aynen öyle. Eğer varsa bir de diğer tarafı var işin. Aynen aynen. Onlar için öyle, bizim için böyle. Müziğin üzerine eğilmesinin vatana millete dünyaya daha hayırlı olacağı insanlar var bence. Hiç pişman oldun mu bu yolu seçtiğine? Hiç olmadım. Ama olabilirdim de. Üstünü kapatıp geçerdim diyemiyorum. İlgi alanların çok geniş bir yelpazeye yayıldığı için aslında kafanı toparlayabilmekte de şanslısın. Doğru. Bir sürü şeyle uğraştım ben bugüne kadar. Aynı zaman dilimine bile birçok şey sıkıştırdım. O yüzden de yıllardır böyle yaşamaya alışığım. Beni daima bir yerden bir yere koştururken görürsünüz. Tiyatroyla 6,5 sene ciddi olarak uğraştım. Tiyatro benim için, hayatımın tümüne etki eden çok önemli bir olgu. Yolda nasıl yürüdüğümden tut da, en ufak hareketimin ne ifade ettiğine kadar her konuda fikirlerim değişti ve gelişti. Şu andaki Masis i yaratan en önemli dönemim tiyatroyla ilgilendiğim dönemdir. Bilmez miyim? Sahnede seyircilere arkan dönük olduğu için farkında olmayabilirler. Ama akış içinde anlatmak istediklerini, parçanın nüanslarını çok net algılatırdın, patır patır çarpardın yü- 9

zümüze. Çok önemli, cidden çok önemli. Koroda şarkı söyleyenleri yönlendiren adamdır şef. Surat ifadelerinin bunda çok büyük etkisi var. Tiyatronun dışında halk oyunlarıyla ve modern dansla ilgilendim uzun seneler. Lisanslı basketbol oyuncusuydum. Hala yapıyor musun bunları? Yok, bitti artık onlar. Arada denk geldiğinde basket oynamak dışında yaptığım pek bir şey yok. Varsa yoksa müzik. Bende şöyle bir şey var: Çocukluğumdan beri yaptığım şeylere hiçbir zaman hobi gibi yaklaşamadım. Bazen insanlar çok eğlenir benimle. Denizin ortasında mesela, Bozcaada dayız. Oyun oynuyoruz. Ama oyunun da bir rekabet yönü var şimdi. Birinin onu savsakladığını görünce kızıyorum hemen. Oradan insanların ağzına benim söylediğim bir söz yapıştı: Eğlenmeyin oynayın! Masis in amacı, amacı gerçekleştirmek anladığım kadarıyla. Caz Korosu ile yola çıkarken amacın neydi peki? Yani demem o ki, caz korosu, genel olarak caz yapmıyor bilindiği anlamıyla. Ne yapıyor? Şu an için öyle. A capella yapıyoruz. Yani a-chapel (kilisede söylenen müzik). O da insan sesi kavramına seni getiriyor. 1994 te kurulan bir koro. O zamandan bu zamana dek hep BÜ bünyesindeydi. 2005-2007 arasında benim de korist olduğumu şarkı söylediğimi anlatmıştım zaten. 2007 de de şef oldum. O zaman başladık insan sesinin kullanıldığı şarkılardan yeni bir repertuar oluşturmaya. Yeni bir gelişme olarak da BÜ bünyesinden ayrıldığımızı söyleyebiliriz. Amacımız ne, sorusuna da verebileceğim yanıt şu: Benim isteğim o müziğin birilerine ulaşmasını sağlamak. Diğer türlü hayata geçmiyor çünkü. Benim için yapılan işin promosyonu çok çok önemli. O konuya metroda caz videosu üzerinde değineceğiz birazdan. Peki Caz Korosu dışında başka a capella toplulukları var mı Türkiye de? Yok. Yani a capella caz korosu yok. Bizim de söylediğimiz çağdaş besteleri söyleyen topluluklar var ama. Seyirciler sizden ne anlıyor diye düşünüyorsun? Bu soruyu seyirci hangi yönünüzü seviyor, hangisini sevmiyor olarak da düşünebilirsin. Ha, şöyle bir örnek verebiliriz bunu cevaplarken: Ne çalıyorsunuz, diyorlar. Ben de diyorum ki, çalmıyoruz söylüyoruz. Refleks olarak öyle diyor adam. Ardından da nasıl yani, enstrüman filan yok mu sorusu geliyor. Bas deyince basgitar anlayanlar da var. Türk halkı bu duruma biraz yabancı tabii. Bu da Türkiye de koro geleneğinin olmamasından ileri geliyor. Hele bir de işin içinde enstrüman olmayınca iyice garipsiyorlar. Ancak çok özel olarak bu işle ilgilenen bir kesim de var. Sen Boğaziçi Caz Korosunun yaptığı müzikle ilgili olarak ne düşünüyorsun? Zor bir yerde. Çünkü hiçbir referans noktan yok. Herkes birbirinin sesine tutunuyor. Koristlerin tek referansı bir diğeri. Boğaziçi Caz Korosu başarılar elde ettikçe müziğimizle ilgilenen insanların sayısı da arttı. Bu açıdan da bayağı mutluyuz tabii. Kısaca başarılarımızdan bahsedeyim mi sana? Kesinlikle. Son dört senede neler yapıldığından bahsedeceğim çünkü en yoğun zamanımız bu zamandı. 2007 de 9 kişi işe başladık, ben de söylüyordum koroda. Sonra 2008 geldi ve sayımız 5 e düştü. O zaman topluluk daha popülerdi ve insan sesiyle enstrüman taklitleri yapıyorduk. İsmimiz İstanbul Essence di o zaman. O yıl Temmuz da Avusturya daki çok prestijli bir a capella yarışmasına katıldık. Orada iki gümüş diploma kazandık. Ertesi sene repertuar ve konsept tamamen değişti, kadro da. Bu sefer insanların karşısına orkestra ve vokal ensemble olarak çıktık. Orada da ben klavye çalıyordum. Daha çok fusion, pop caz söylüyorduk. Sonra yine değiştik, 19 kişilik bir oda korosu olduk. Çin deki Dünya Koro Olimpiyatları na gittik. Çağdaş Müzik kategorisinde dünya ikincisi, oda koroları ve caz kategorilerinde de dünya üçüncüsü olduk. Bu başarı daha çok tanınmamızı sağladı tabii. En sonunda da bu sezonda, koro oda korosu formatından da çıkıp iyice büyüdü. 35-40 kişiye ulaştık. Sezon boyunca onlarca konser verdikten sonra yine aynı olimpiyatların Avusturya ayağına katıldık. Bildiğin gibi orada da Folklor ve Çağdaş Müzik kategorilerinde dünya şampiyonu, Karma Korolar kategorisinde de dünya ikincisi olduk. Koronun en caz hali hangi sezondu? İki sezon önce. O zaman daha çok caz standartlarına yönelik bir repertuarımız vardı. Bu sezon daha gospel. Aralarda bir sürü şey yaptık. Bunun amacı repertuara renk katmaktı. Latin, swing, Türk halk müziği vesaire. Gelelim Avusturya öncesi sponsor bulma amacıyla çektiğiniz metroda caz videosuna. Evet, o da promosyon ihtiyacının bir ürünüydü ama bir açıdan da artık zamanı gelen bir patlamaydı. Çünkü çok büyük emek var yaptığımız işte ve çok uzun bir yolun sonucunda ulaşmaya çalıştığımız noktaydı bu. Altı boş bir şey değil yani, birikimle dolu. Metro videosunun çıkış amacı aslında bir konserimizi tanıtmaktı. Sezon sonundaki çok önemli bir konserdi. Sponsorluk için de çok fena sıkışmıştık. Acilen bulmamız gerekiyordu. Elle tutulur bir halde nasıl fikir oluştu dersek, hani bizim oturumlarımız vardır ya, sen çok iyi bilirsin. Oturur beyaz tahtanın etrafına, aklımıza gelen fikirleri yazarız. Öyle bir beyin fırtınasında çıkıverdi işte. O sırada Cafe Mitanni deki muhteşem müziğe kendimizi kaptırıp bir dakikalık saygı duruşunda bulunuyoruz. Aslında ben biliyorum, kısaca kesmek istesek de konuştuklarımızı, Masis Ama bunların hepsi önemli ayrıntılar! diyerek vazgeçmeyecek. Bu fikrimi Masis e söylediğimde Aynen öyle deyip kahkahayı koparıyor. Ve devam ediyoruz geceye. Muhteşem Cafe Mitanni nin her müzisyene açık sahnesinde kendimizi buluyoruz. Mitanni nin iki yakışıklısı Deniz ve Turgay ve ismini bilmediğimiz pek samimi kimseler bize sahnede eşlik ediyorlar. Son hatırladığım, Masis in elinde bir bas gitar, benim elimde bir mikrofon olduğu ve MFÖ söylediğimiz... Kayda da girmiş bu keyifli anlar ama, iyisi mi siz şimdi internette Boğaziçi Caz Korosu nun kayıtlarını arayıp bir kuple dinleyin. 10

Ödüllerle Büyüyen Bir Grup Young Mountain EP si ile Rock Sound dergisi tarafından yılın albümü, ilk stüdyo albümleri ile de aynı dergiden yılın en iyi beşinci albümü ödülünü alan This Will Destroy You nun altın çağı geldi. 2011 de Tunnel Blanket albümleri ile post-rock üzerinde ne kadar etkili olduğunu ispatladılar. Her albümünde farklı bir yolculuk sunan grup ile kısa bir röportaj yaptık. -Mert Serim İstanbul a geldiğiniz için teşekkür ederiz. Pek çoğumuz uzun zamandır bizi görmeyi bekliyordu. Aynı türde müzik yapan gruplara göre epey eski bir grupsunuz. Kuruluş hikayenizden bahsedebilir misiniz? Jeremy: Chris ve ben liseden beri tanışıyoruz. This Will Destroy You dan önce de pek çok grupta da birlikte çaldık. Şubat 2002 den beri de bu projeyi sürdürüyoruz. Donovan 2008 de, Alex ise 2010 da aramıza katıldı. Birkaç üyesi değişti ancak yaklaşık 10 yıldır devam ediyoruz. Grubun ismi nereden geliyor? Bizi yok edecek olan nedir? Jeremy: Aslında bu sadece bir şaka. This Will Destroy You isminde bir parça yapmıştık sadece. Alex: Aslında başta bunu kendimizi beğenmiş göstermemek için reddettik ancak sonradan etkileyici geldi bize. Ve grubun ismini bulmuş olduk. Jeremy: Evet aslında böyle oldu. Sizinle karşılaşmam 2009 un son çeyreğinde oldu. Young Mountain albümü harika bir görsele sahip ve tüm parçaların bir hikayesi olduğu hissine kapılıyor insan. Parçaları yazarken neler geçiyor aklınızdan? Jeremy: Her parça için dönemine göre farklı şeyler hissediyoruz. Dinlediklerimiz, yaptıklarımız, düşündüklerimiz bunların hepsi etkiliyor bizi. Tek bir yol ile parçaları şekillendirmiyoruz. Hatta kimi zaman stüdyoya girdiğimiz anda bile aklımızdakiler değişebiliyor. Pek çok farklı yönü var parçaların. Dünya sizin için ne ifade ediyor? World Is Our adlı parçada siz boşluğu ne ile doldurdunuz? Alex: Bunu bir etiket veya belirli bir şey olarak düşünüyorum. Net olarak bir şey yok aklımda. Her şey olabilir bu. Büyük bir boşluk gibi. Herkese farklı anlamlar ifade ediyor. Bu yönü de önemli aslında. Şu anda devam eden yan projeleriniz var mı? Jeremy: Elbette. Chris, birkaç grupta daha çalıyor. Benim de üzerinde çalıştığım farklı parçalar ve gruplar var. Alex aynı zamanda başka grupların prodüktörlüğünü yapıyor. Ben de film yapımcılığı ile uğraşmaya başladım. Hepimiz grup dışında bir şeyle uğraşıyoruz özetle. Bunun da gruba epey katkısı oluyor. Çünkü çok fazla materyal toplayabiliyoruz. Pek çok post-rock grubu, post-rock grubu olarak çağrılmaktan hoşlanmıyor. Donovan bir röportajında Post-rock ın da, post-rock grubu olarak anılmanın da diyor mesela. Niçin bu tarz tanımlamadan hoşlanmıyorsunuz? Alex: Sanırım Donovan ın bu sözü tamamen konu dışındaydı. Bence gerçek anlamı ile söylemek istememişti. Arkasında ciddi bir iğneleme yoktu. Bense çok önemsemiyorum böyle sınıflandırmaları. İnsanlar beğendikleri müziği sınıflandırmayı seviyor. Ben bunun gerekli olduğunu düşünmüyorum fakat itiraz da etmiyorum. Jeremy: Bu bizi rahatsız etmiyor. İnsanlar beğendiği sürece ne dedikleri çok da önemli değil. İstedikleri şekilde çağırmakta özgürler. 11

Sıfırlar Ete Kemiğe Büründü! Geçtiğimiz aylarda Fantazya ve Bilimkurgu Sanatları Derneği (FABİSAD) adında bir dernek kuruldu. Gücünü hayal gücünden alan bütün insanlara açık olan dernek şimdiden, çeşitli alanlarda (yazar, çizer, editör, yönetmen, yayıncı, oyun yapımcısı...) üretken isimleri bir araya getirdi, büyümeye de devam ediyor. Doğu Yücel in Varolmayanlar romanındaki hayalperest örgüt gibi, gerçekçilerin dünyasına hayalleriyle müdahale etmeyi arzulayan dernek şükür ki henüz romandaki gibi gizli değil, üslerini araba mezarlığına saklamıyor. Hayal gücünü kutsayan ve üreten herkes üyeliğe veya gönüllülüğe başvurabiliyor. FABİSAD adına Yücel, sorularımızı cevapladı... -Pınar Derin Gençer FABİSAD ın fikir babası kimdi? Nasıl bir süreçte kuruldu dernek? Fikir babası şu an başkanımız olan yazar/editör Yiğit Değer Bengi ydi. Dört beş sene önce söylemişti. Ya bi git, biz ne anlarız dernekten, dergi mi yapsak, kulüp mü açsak diye onun o fikrini önemsememiştik, hatta biraz maytap geçmiştik. Ama gelişen süreçte böyle bir derneğe ihtiyacımız olduğunu daha iyi fark ettik. Geçen sene Giovanni Scognamillo nun doğum günü partisi organize edildi. Dükkan-ü Hayal de gerçekleşen bu partide, fantastik ilimlere baş koymuş birçok insan bir aradaydı. Yiğit ve ona destek olan yazar Barış Müstecaplıoğlu dernek projelerini bizimle detaylarıyla paylaştılar ve bu defa aklımıza yattı. Bu dallarda emek sarf eden usta isimleri ciddiye alınır bir çatı altında toplamanın vakti gelmişti. Derneği kurarken hangi amaç ve fikirlerle yola çıkmıştınız? Öncelikli amaçlarımız arasında fantastik, bilimkurgu, korku dallarında ürün ortaya koyanları bir araya getirmek var. Sonuçta fantastiğe dair çok iyi işler yapan insanlar var bu ülkede ama birbirlerini iyi tanımıyorlar. O yüzden Giovanni nin geçen seneki doğum günü çok güzeldi mesela, adını bildiğimiz, eserlerini tanıdığımız, takdir ettiğimiz isimlerle kaynaştık. Deneyimlerimizi paylaştık. Tamam, edebiyatçıların bir araya gelebileceği başka platformlar var ama oralarda bizi dışladıkları, ezdikleri de bir gerçek. Abi kitap yazdım desen, sen ona kitap mı diyorsun gibisinden bakışlara maruz kala- 12

bilirsiniz. Şimdi kurduğumuz FABİSAD da öyle değil. Daha yeni kurduk ama birkaç toplantıdan sonra ben şahsen edebiyat konusunda deneyim kazandığımı düşünüyorum. Şimdi yavaş yavaş mevzu bizden çıkacak, yeni isimler aramıza girecek, onların eserleri bu türlerin gelişiminde rol oynayacak. FABİSAD ın kurucu üyelerini bir araya getiren sebepler arasında fantezi ve bilimkurguya olan merak ve ilgiden başka bir şey var mıydı? Dünyaya bakış açısı ve dünyayı değiştirmek arzusu. Bu sanırım fantastik edebiyat ve yan dalları üzerinde çalışan herkesin hayali. Yaşadığımız dünyadan memnun olsak niye ona alternatifler koymak için uğraşalım? Bu ortak amacımızın aracı ise edebiyat. Hayal kurmak özgürleştirir sloganıyla yola çıktınız, bu oluşumla şimdiye kadar hayalleriniz sizleri ne kadar özgürleştirdi, ne kadarı gerçek oldu? Henüz çok yeniyiz. Daha açılış partimiz bile ancak gerçekleşti. Ama ana akım medyada 10 dan fazla haber çıktı hakkımızda. Bunlar okur nezdinde bir uyanışa yol açmış olabilir. Çok sayıda başvuru talebi aldık, hem üye olmak isteyenler var, hem de gönüllü olmak. Bu oluşum hayal gücünü toplumda daha çok konuşulan, değer verilen bir konu haline getirecek diye umuyoruz. İnsanlar daha fazla hayal kurdukça, var olanın ötesine geçme, kendilerine konulan sınırları aşma arzuları da artacaktır. Ana akımın dışındaki edebiyat türlerine olan yönelimin 90 lı yıllardan sonra artmasını neye bağlıyorsun? Neden bu kadar geç fark edildi? Gerçek hayat hikayelerinin tükenişi buna yol açmış olabilir. Gerçekçilik takıntısının bir yere varmadığının farkına varmış olabilirler. Dünyanın gidişatı hakkında daha çok şey söylemek için fantastik türlerin daha ideal olduğunu görmüş olabilirler. Birçok sebebi olabilir. Salman Rushdie, Paul Auster gibi yazarların kitaplarına baktığınızda giderek fantastikleşen bir çizgi görüyoruz. Bu aslında ilk defa fark edilen bir şey değil. Edebiyatın geçmişine baktığımızda fantastik eserlere sıkça rastlıyoruz. Kafka, Melville, Borges, Oscar Wilde, Shakespeare gibi genelde ana akımda kabul edilen yazarların birçok eseri bir hayli fantastik. Zaten edebiyatın çıkışı, halk söylenceleri, eski halkların bize bıraktıkları yazıtlar, bunlar hep fantastik dokuludur. Kurmaca dediğimiz şey zaten özünde fantastiktir. Batıdan öykünmekten ve kötü kopyalar olmaktan ileri gidemeyen çalışmaların da yoğunlukta olduğu Türkiye de bu gidişatı kıran İhsan Oktay Anar, Barış Müstecaplıoğlu gibi isimlere daha başka kimleri ekleyebiliriz? İzzet Yasar, Orhan Duru, Sadık Yemni, Mehmet Açar, Müfit Özdeş, Zühtü Bayar, Dost Körpe aklıma gelen ilk isimler. Müfit Özdeş in Binbir Gece Masalları nı bilimkurgu ile birleştiren tarzı, İzzet Yasar ın Lovecraft in mitosunu Anadolu ya uyarlayan hayal dünyası, Sadık Yemni nin İslami öğeleri, inancı sömürmeden kullanışı bu anlamda çok değerlidir ve tarzın başka bir noktaya gitmesi konusunda ilk adımlardır. İki binli yıllarla birlikte fantazya türünün hızlı yükselişini besleyen kanallar nelerdi? Sanal ağın etkisi konusunda neler düşünüyorsun? İnternetin etkisi şüphe götürmez. Birbirimizi tanımamız, bu tarzların önemli eserlerine daha rahat ulaşmamızı sağladı. Ama bence daha da önemlisi Williom Gibson ın Neuromancer daki sanal ağ fikrinin hayata geçmiş olmasıdır. Jules Verne in hayal ettiği denizaltıların, roketlerin, uzay gemilerinin, helikopterlerin gerçek hayattaki mucitleri etkilemesi ve ardından bu araçların günümüz dünyasının vazgeçilmezleri arasına girmesi gibidir bu. Hayal gücü hayatı değiştirir, geliştirir. Bu örnekler arttıkça da halk ve eleştirmenler bu edebiyatı daha çok ciddiye alır. Atılan birçok adım ve oluşumun kapatılmak ile sonuçlandığı bir ülkede, şu an varlığını sürdüremeyen ve bu alanın gelişmesinde yadsınamaz etkilerinin olduğunu düşündüğünüz internet portalları, fanzin, topluluklar arasından hangilerini halen daha hatırlıyorsun? Benim gençliğimde çok az sayı çıkartmasına rağmen Nostromo çok etkili olmuştur. Metin Demirhan ın ön ayak olduğu bu derginin editör yazılarını Giovanni Scognamillo yazardı. Bir öykü yarışması düzenlediler, o yarışmada dereceye girenler arasında benim haricimde Orkun Uçar, Levent Şenyürek gibi isimler var. Bu bile kısa sürede ne kadar etkili olduklarını kanıtlıyor. FABİSAD ın kadrosuna baktığımızda çizer, grafiker, senarist gibi çok sayıda sanatçı bulunuyor, sadece yazar olmaması özellikle mi tercih edildi? FABİSAD sadece bir edebiyat topluluğu değil. Çizerler de var, oyun tasarımcıları da var, yönetmenler de var. Hayal görmenin tek bir biçimi yok sonuçta. Hayal gücü özgürleştirir sloganıyla çıktığımız bir yolculukta hayal kurmayı tek bir yola indirgeyemezdik. Zaten yazar üyelerine bile baktığımız zaman, hepsinin farklı alanlarda da işler ortaya koyduğunu görüyoruz. Hayalperestlerin başlıca silahı kalem olsa da tek silahı o değil. Kameralar, bilgisayarlar Elimizde ne varsa geliyoruz. Büyük bir arşiv oluşturmaya başlayan FABİSAD bu konuda gönüllü takipçilerinden neler bekliyor? Gönüllüler bizim için çok önemli. Yakın zamanda yarışmalar, törenler, festivaller düzenlemek istiyoruz. Bu tip etkinliklerde takviyeye ihtiyacımız olacak. Büyük işler yapmak istiyoruz ve bu sadece bir avuç sanatçının emeğiyle olabilecek bir şey değil. Bekliyoruz :) FABİSAD hayal gücünün sürekli teşviki için ileriki dönemlerde neler yapıyor olacak? İlk olayımız Giovanni Scognamillo Öykü Yarışması olacak. Bu yarışmayla fantastik, bilimkurgu ve korku dallarında kalem oynatan yeni kalemler keşfedeceğimizi ön görüyoruz. Bu yarışmayı illüstrasyon, çizgi roman, kısa film gibi farklı alanlarda da düzenlemek istiyoruz. Diğer yarışmalarda olmayan, özellikle gençleri daha çok teşvik edecek bazı uygulamalar düşünüyoruz. Ondan sonra fantastik film festivalleri düzenlemek ve özellikle İstanbul dışında etkinliklerle bu türlerin tanıtımını yapmak istiyoruz. Planlarımız da, hayallerimiz de çok. 13

O Şimdi Albüm 1999 da Soulitary ile ODTÜ de başlayan sahne hayatını, 2003 te Dem adlı projesi ile devam ettirerek; tabiri caizse Ankara müzik piyasasını canlı performansıyla sallayan Göktuğ Şahin yeniden dem lendi. Üç kişilik bir organizma olarak tanımladığı yeni oluşumu ile fırtına gibi giriyor dünyamıza -Pınar Derin Gençer Geçmişten bugüne birçok projede adını duyuran bir müzisyen olan Göktuğ Şahin kimdir? Göktuğ Şahin küçüklüğünden itibaren müziğe aşırı ama aşırı ilgi duyan ve 1999 yılında ODTÜ de en yakın arkadaşı ile oluşturdukları Soulitary adlı projesi ile sahne tozu yutmaya başlamış bir sahne adamıdır. Kimine göre müzisyen, kimine göre şarkıcı, kimine göre besteci, kimine göre söz yazarı, kimine göre akademisyen, kimine göre koca, kimine göre organizatör olarak nitelendirilsem de ben kendimi sahne adamı olarak nitelendirmeyi seviyorum. Bahsettiğim üzere başarılı birçok projede yer almama rağmen benim için hep Dem ve Soulitary vardı. Bu iki proje her zaman için verdiğim emeğin karşılığını kat be kat aldığım işlerdi. Çünkü ben sahnede mutluyum ve sahnede var olup devleşirim! Ebedi mabedim sahne olduğu için sahnesizlik bende huzursuzluk yaratır. Yıllarca neredeyse her gün bir şehirde bir sahnede yer almamım en büyük nedeni de buydu: Sadece sevgi! Bzzzt Çok duygusal mı oldu ne? Kendimdeyim devam edelim Dem bir zamanlar grubunun adı iken ne oldu da albüm adına dönüştü? Dem benim küçük evladımdı 2003 de doğmuş olan. O kadar çok güzel ve değişik şeyler yaşadık ki beraber. Yüzlerce sahne; bir sürü başarı, ödül, fan, radyo, gazete; yüzlerce dost; mutluluk, hüzün, coşku, sinir, ter, kavgalar, sarılmalar, koşturmalar, kaçırılan otobüsler, kararlar, planlar, umutlar, güç, sevgi, sahneden aşağı kafa üstü çakılmalar Öncelikle bunca şeye gönderme amaçlı olarak albüm adını Dem koyduk. Dem projesi albüm yapma fikrimizi hayata döndürmeye karar verdiğimizde artık azat edildi ki yepyeni bir oluşumda daha hür hareket edip cesur davranabilelim. Ve hiç tereddütsüz Dem oldu. Diğer bir neden ise artık hem ekipçe biz, hem de eski dinleyicilerimiz olgunluğa erişmek üzereyiz. Bilirsiniz ki kan, alkol, zaman, doyum gibi Dem in birçok anlamından birisi de olgunluğa erişmektir. Albümü dinlediğinizde bunu fark edeceksiniz. Olgunlaşmak üzere bunlar ya da olmuş bunlar yahu kararı sizlerindir. Ama sahneye hiçbir zaman doyamayacağımızın garantisini verebilirim. Neden Göktuğ Şahin Musikisi? Ve nedir ayıran bunu önceki oluşumlarından? Susam Sokağı ve Voltran ile büyüyen biri olarak işbirliğini seven ve elimden geldiğince uygulayan biriyimdir. Soulitary ve Dem benim için miatlarını doldurduğunda, olası bir albümü bireysel olarak yapma kararı almıştım. Çünkü bir grubu ayakta tutmak çok sabır ve zahmet is- 14

teyen bir iştir. Yıllarca bunun çok sıkıntısını çekmiş biri olarak grup adı altında başkalarının disiplinsizliği, egoları, uyumsuzluğu gibi sorunlara takılı kalmak istemedim. Ama grubun olması mutlaka gereken ve en takıntılı olduğum olayı, senin gibi hedefe odaklı, aynı kafadan, birlikte olmayı sevdiğin insanlarla iş bölümü yaparak müzik yapmaktır. Barış ve Öyküm benim için bu yapıda bireyler olduğu için de grup şeklinde işleyen bireysel bir proje hepimizin kafasına yattı ve benimsendi. Musiki bildiğiniz üzere müzik, müzik eseri demektir. Esprili bir isimle grup olarak Göktuğ Şahin in dilinden dökülenleri dinletmek bu projedeki hedefimiz. Ayrıca diğer projelerimden en büyük farkı ve artısı istediğimiz müziği istediğimiz gibi icra edebiliriz bir tür altında ezilmeden ki, çok geniş bir yelpazede çalıştım bugüne kadar. Göktuğ Şahin Musikisi her ne kadar adınız ile vücut bulmuşsa da bir grup ruhunun varlığının üstüne basıyorsun, kimlerdir bu ruhu oluşturanlar? Bahsettiğim gibi bu kadro bir arada olduğu sürece biz bir grubuz! Ve temelde 3 kişi olmamıza rağmen onlarca kişiden oluşmaktayız. Ben solist, söz yazarı, besteci ve azcık da gitarist olarak; Barış Yetkin davulcu, albümün prodüktörü (albümümüz Ankara Retro Stüdyolarında kaydedilmiştir) ve besteci; Öyküm Öztürk gitarist ve besteci olarak GŞM de görev paylaşımı yapmış bulunmaktayız. Barışla daha önce Soulitary, Dem, All Star da beraber çaldık ve kayıtlar yaptık; Öyküm ve Barış ise Fahrenhayt adlı projede birlikte bir albüm kaydetmişlerdi. Artık üçümüzün müzik adresi GŞM oluverdi. Dem albümü ile müziğinde neler değişti? Dem bizim her türlü kaygıdan uzak ve üstünde ince ince yaklaşık 1 yıl uğraştığımız bir albüm. Bu nedenle ortaya gerçekten bizden olan, bizi anlatan, sıcacık bir albüm ortaya çıktı. Ayrıca Barış ın sihirli elleri ile Retro Stüdyoları nın sınırsız imkanları ve desteği bir araya gelince bugüne kadar yaptığımız göğsümü gere gere sunabileceğim en iyi kalitedeki müzik ve kayıtlar diyebilirim. Albümün şarkılarından bahsedecek olursanız, dinleyici kitlenizi kimler oluşturuyor? Albümde herkesin mutlaka sahipleneceği bir parça mevcut. Çünkü Dem insandan bahsediyor ve insana dair birçok hissiyata dokunuyor. Bana kendimce bir şeyler hissettiren şarkıların başkalarına tamamen farklı şeyler düşündüreceğini tecrübeyle sabit olarak bildiğimden albümü anlatmak yerine dinleyenler bize anlatsa daha çok sevinirim. Hedeflediğimiz dinleyici kitlesi hakkında benim hep bir lafımı kullanmışızdır: Annem de dinlesin arkadaşım da Kardeşim de dinlesin düşmanım da Eşim de dinlesin çocuğum da Bu ilke ile hareket ettik hep fakat piyasa kaygısı gütmeden. Bizim derinimizden geleni çok sayıda ve çeşitli segmentlerden müziksever beğendiğinde işimizi doğru yaptığımıza inanıyoruz. Fırtına klibinin verdiği mesajı da göz önünde bulundurursak, bu şarkıyı çıkış parçası olarak kullanmanızda en büyük unsur nedir? İnsan ticaretine yaptığın göndermenin gerisi diğer kliplerde farklı konular için de gelecek mi? Fırtına dağıtım tarihini daha kaliteli sunum amacıyla birazcık ertelediğimiz albümümüzün ilk çıkış şarkısıdır. Bana hissettirdikleri umut üzerine ve insanın ümit edip kendine güvenerek her şeyi değiştirebileceğine dair bir şarkı. Önümüzde bu klip için 2 yol vardı: Ya çok eğlenceli dinamik bir klip ya da izlediğiniz şekilde daha karanlık bir klip. Biz kendi çapımızda bir fark yaratabilmek adına ikinci yolu seçtik. Her zaman için yardıma ihtiyacı olanlara desteğe ve sıkıntılı konulara dikkat çekmeye devam etmek istiyoruz. Fakat bunu içimizden geldiği zaman içimizden geldiği gibi yapacağız. Kesinlikle başka etkenler doğrultusunda değil. Eşsiz bir Pentagram şarkısı olan Sonsuz u yorumladığım bir önceki klipte de insan ticaretine değinmeyi çok istememe rağmen şartlar el vermemişti. Bir yanda öğretim görevlisi bir Göktuğ, diğer yanda müzisyen; nasıl idare ediyorsun? Hayatta insanın birçok rolü vardır. Evde koca, işte patron, sosyal hayatta arkadaş gibi her durumda farklı bir gömlek giyerek hayata devam ederiz. Benim için de bu tip durumlardan iş olarak en önemli ikisi müzisyenlik ve hocalıktır. Her ikisi de benim için inanılmaz zevkli ve severek yaptığım işler. Severek ve isteyerek yapılan şeylere de insan her zaman güç ve vakit bulabiliyor. Dem i hazırlarken çok sayıda gecemi sabah 5 e kadar stüdyoda geçirip devamında okula giderek geçirmişimdir. Ya da sabah 9 dan akşama kadar ders verip koştura koştura stüdyoya gidişim hiç de az değildir. Hiçbir zaman bu durumdan gocunmadım ya da şikayet etmedim veya bir işim yüzünden diğerini ihmal etmedim. Kendi kendime çok sefer sordum: Neden birini seçip devam etmiyorsun? Cevabı ise her seferinde: Denedim ama olmuyor! Ayrıca düşündüğünüzde her iki işim de sahnede ve seyirci karşısında. Özetle sorunun cevabı: Yine sevgi Gelecekteki projelerden bahsedebilir misin? Öncelikle Dem i mümkün olan her dinleyici ile paylaşabilmek en büyük hedefimiz. Olabildiğince çok konser vermek, şarkılarımıza klip çekmek, yepyeni besteler ve kayıtlar hazırlamak, bir sürü röportaj yapmak, daha çok sevgiye maruz kalmak, rock müzik yapabilmek, beyin fırtınalarını şiddetlendirmek, yardım edebileceklerimize yardım etmek gibi her müzisyenin hedeflediği sıradan isteklerimiz var. Bunları da gerçekleştirmek için zevkle çaba harcamak istiyoruz. Bunları gerçekleştirmeye başladıkça daha büyük projelerimizle karşınızda olmaya can atıyoruz. Sizinle röportaj yapmak büyük bir zevk benim için. Bu çetrefilli ve dik yolda önümüze bir basamak daha ekleyen Boo! ya bize yer verdiği için çok teşekkür ederim. Yine özenli, yine mantıklı, yine güzel sorular ve yine Boo! (şair burada Nisan 2006 da çıkan 4. sayımızdaki Dem röportajına atıfta bulunuyor -Alper D.) 15

Avusturya nın Batısında Maceralar Viyana da yaşayan Su Elif Sivarioğlu bir haftasonu yolunu Tirol ve Salzburg a düşürür... Avusturya Tirol Eyaleti, Kufstein Bölgesi... Arkadaşım beni karşılıyor ve evlerine geçiyoruz. Evdekiler Türk olduğuma inanmayıp İsviçreli ya da Romanyalı olduğum konusunda ısrarcı bulunuyorlar, genelde esmer tenli Türkler ile karşılaştıklarını belirtiyorlar. Ardından Kürtçe bilip bilmediğimi soruyorlar. Kız kardeşi benim için tamamı sebzelerden oluşan bir akşam yemeği hazırlamış. Yemekten sonra bir İtalyan tatlısı olan mascarpone yi deniyorum. İtalyanlar ne kadar gevezeler ise bir o kadar da ağızlarının tatlarını biliyor. Yemekten sonra Japonca öğretmeni olan Philipp in ablasının gazetelerden tek tek uğraşıp kestiği kelimelerden bir şiir oluşturmaya çalıştık. Onları izlerken bunu büyük ciddiyetle yaptıklarını fark ettim. Tek tek kelimeleri seçip, kağıda yapıştırıp, gülümseyişlerini izledim. Bundan sonra ise odadaki objelere Almanca şiirler yazıldı. Bu iki oyunda da umduğumdan fazla eğlendim. Ardından Philipp ve küçükken bakıcısı, artık arkadaşı olan Judith gitar çalıp şarkı söylediler, birer kadeh Captain Morgan eşliğinde. Gecenin ilerleyen saatlerinde Kufstein ın var olan tek barına geçtik. Ertesi sabah Philipp piyano çalıyor. Herkes duvardaki Virginia Woolf un karakalem portesi eşliğinde dinliyor. Bu zamana kadar olan tüm oyunlar ve eğlenceler Tirol kültüründe bulunan eğlenceler. Bunlar her hafta sonu dost sohbetlerinde yapılırmış. İlk olarak gölün kıyısındaki ormana gidiyoruz, herkes dağılıyor, yalnız yürüyüşe çıkıyor. Bu doğal güzelliği başka nerede görebilirim merak ediyorum doğrusu. Kufstein, Tirol eyaletinin baş bölgesi Innsbruck tan sonra ikinci büyük bölgesi. Inn Köprüsü nün hemen yanında bölgenin pazaryeri var. Kufstein kalesine geçiyoruz. Bu kalede Avusturya, Hitler Almanyası ile savaşmış. Kalede, içine attığım taşın düşme süresine göre tahminen 250 metre derinliğinde bir kuyu var. Bu kuyuda savaş zamanı bir çok kişi intihar etmiş. Çıkışta Mozart çikolatasını deniyorum, el yapımı olanı. Çok farklı tatların birleşimi. İçinde baharat olduğundan eminim. Kufstein dan bi tık daha büyük olan Salzburg a... Mesafe trenle 2 saat. Salz-burg da gidebileceğiniz teknik işler, kimya ve fizik müzeleri var. Gece eğlencesi için toplam 5-6 mekan mevcut, hepsi yan yana Tuna nehri kenarındaki bir alanda toplanmış. Köprüdeki tel örgüye herkes asma kilit takıp dilek diliyor. Mozart ın doğduğu binanın önü hep bayram yeri gibi. Az ilerisinde Mozart Meydanı var, çoğu yürüyüş ve eylemler Mozart Meydanı nda başlayıp Mirabell Meydanı nda bitiyor. Ayrıca gelin ve damatlar da düğünden hemen önce Mirabell bahçelerine geliyorlar, adettenmiş. Gelmişken de marzipanlı (badem ezmeli) çikolatalardan denemeden gitmiyorum. Alp Dağları nın kuzey sınırındaki Salzburg da Leopoldskron Sarayı tam bir Rokoko mimarisi ile tasarlanmış. Altstadt yani şehrin çok eskiden merkezi olan kısma geçiyorum. Burada daracık sokaklar, minik tüneller mevcut. Her yere tezgahlar kurulmuş, vitrinler ışıl ışıl. Tam paskalya öncesi gelmek ve bu manzarayla karşılaşmak da benim şansım. St. Peter kilisesi şu an şehir merkezi kabul ediliyor. Salzburg da yaşayan bir arkadaşım, Salzburg un tatil için güzel bir yer olduğunu, yaşamak içinse fazla küçük bir yer olduğunu her defasında belirtiyor. Bir gününüzü Kufstein ve Salzburg a ayırsanız yeterlidir. Yola çıkıyorum, trenle 4 saat sonra Viyana ya varıyorum. Tren bazen Almanya nın içinden geçiyor. Viyana dan uzaklaştıkça Almanca nın diyalektiğinin bozulduğunu, Salzburg da idare eder bir halde, fakat Tirol de tamamen farklı bir biçimde karşıma çıktığını söyleyebilirim. Yaşadığım şehre gelmenin iç huzuru ile, MariaHilfer Caddesi nde bir kahve içip günü bitiriyorum. 16

Süleyman Orbay Pekşen Fotoğraftan önceki hayatın nasıl geçti? Mersin in Mut ilçesinde doğduğumdan olsa gerek, gayet Mut lu bir çocukluk geçirdim. Lisede beklenmedik bir şekilde Ankara yı kazanmam hayatım için bir dönüm noktası sayılabilir. Küçük yaşta ailemden ayrılarak Ankara ya yerleştim ve yabancı dil okudum. Uzunca süre müzikle uğraştım. Üniversite de Almanca bölümünü kazanarak Samsun a yerleştim. Fotoğraf çekmeye nasıl başladın? Ankara dan ailemi görmek için Mersin e gittiğimde dolapların birinde eski bir Lubitel II buldum. Fakat o zaman için daha heyecan verici olan şey, içindeki kullanılmış ama henüz banyo edilmemiş 6x6 120mm bir film olmuştu. Lubitel II nin 1955-1980 yıllarında üretildiğini düşünürsek içinden çıkacak fotoğraflar benim için miras değerinde olacaktı. Hissettiğim heyecanı ileride başka birisine yaşatabilecek olmak beni cezp etti sanırım. Sergilenmiş hangi projelerin var? Kurması en keyifli sergi hangisiydi? Sanırım bu konuda biraz takıntılı davranıyorum. Yıllardır içine girilmemiş, tarihi bir Rum konağını restore ederek açtığım KARMAKOMA isimli kişisel sergimden sonra başka bir sergi açmak hep beni düşündürdü. Benim için çok özel bir projeydi. Her ne kadar plan yapsam da onu aldatamıyorum. Toplumsal Cinsiyet adlı proje kapsamında, projenin Samsun ve İstanbul ayağında eğitimler vererek, öğrencilerimle beraber İstanbul da Toplumsal Cinsiyet isimli sergimizi açtık. Çok keyifli bir deneyimdi. Fotoğraf haricinde mobbing konusunu ele alan kısa filmim, JCI (Genç Liderler ve Girişimciler Derneği) panelinde gösterime girdi, sonrasında film tüm Türkiye deki panellerde gösterime sunuldu. Ekipman senin için ne kadar mühimdir? Benim için ekipmanın kalitesinden çok, onunla ne kadar uyumlu çalışabildiğim önemlidir. Ticari işlerdeki önemi yadsınamaz tabi ki. Fakat iş sanat kısmına gelince hiç kimse beni iyi ekipman, iyi fotoğraf lafına inandıramaz. Atölyelerimde ya da fotoğraf söyleşilerimde soru ekipman olunca ilk gösterdiğim şeyler, binlerce liralık ekipmanın yerine kullandığım, DIY (kendin-yap) ürünler olur. İşimiz gereği yüksek fiyatlı ekipmanlar kullanıyoruz ama birkaç çekimimde makinemin pili bittiğinde cep telefonumu çıkarıp çekime devam etmişliğim vardır. Fotoğraflarını izlerken en çok etkilendiğin fotoğrafçılar kimler? Spencer Tunick in enstalasyonları dışında düzenli takip ettiğim kimse yok sayılır. Çoğunlukla moda ve konsept çekimleri yapsam da izlerken keyif aldığım fotoğraflar bunlardan farklı olarak Lomo ve analog fotoğraflar oluyor. Özellikle Lomography ürünü fotoğrafların ruhu olduğuna inanıyorum. O yüzden gayet ünsüz, sadece estetik zevki olan insanlar bulup onların çalışmalarını izliyorum. Fotoğraf çekme eylemine özel anlamlar katanlardan mısın, yoksa sadece severek yaptığım bir uğraş demek yeterli mi? Fotoğraf çekme eyleminden çok fotoğrafların kendileri anlamlı oluyor benim için. Ekiple beraber çalışmak aşırı eğlenceli, bir o kadar da yorucu. Fakat çekimden sonra sert bir kahve eşliğinde düzenlediğim fotoğrafı masaüstü resmi yapıp yatarım. Ertesi sabah yarı uykulu o bilgisayarı açıp fotoğrafı gördüğüm anda hissettiklerim sanırım yeterince özel oluyor :) Fotoğraf çekmekle ilgili geleceğe dair hedeflediğin bir şeyler var mı? Fotoğrafla ilgili olan hedeflerimin çok az bir kısmını yaptım şimdiye kadar ve tabi ki hayatımda olmaya devam edecek. Öyle dev projeler peşinde değilim. Devam eden fotoğraf serilerimi tamamlayıp uzun zamandır gizli kapaklı çalıştığım kısa filmlerime ve soyut video çalışmalarıma dönmeyi planlıyorum. 17

1 Çocukluk Yaptım Biri çocukluktan ergenliğe geçişin ete kemiğe bürünmüş hali, diğeri tüm bu zorlu yolculuk boyunca yanımızda olan çocukluk arkadaşlarımızın şarkısı. Bu ayki malzemelerimiz vazgeçilmez bir ikili; Harika Yıllar (The Wonder Years) ve Beatles grubunun muhteşem şarkısı With a Little Help From 1 Dizi: The Wonder Years Dünyanın öbür ucunda yaşayan bir adam Kevin Arnold. 30 lu yaşlarının başındayken, 30 lu yaşlarının başında olan her fani gibi Nerdeydim? Şimdi nerdeyim? Gelecekte nerde olacağım? Ne umdum? Ne buldum? Genç desen artık değilim, yaşlı desen henüz değilim ne acayip hallerdeyim düşüncelerinin yoğunluğu ile kendini bir anda 20 sene öncesinde, hayatının en harika yıllarında, çocukluğunun bitiminde ergenliğinin başlangıcında buluyor ve dizi boyunca 12 yaşından 17 yaşına kadar neler yaşadığını anlatıyor. Meraklısına bir küçük not; Her ne kadar kahramanımız Kevin Arnold kendi kişisel harika yıllarını 1968-1973 yılları arasında yaşamış olsa da aslında Harika Yıllar, İkinci Dünya Savaşı nın ardından her şeyin çok güzel olduğunu düşünen Amerikalıların 1950-1960 yılları arasındaki döneme verdikleri isim. Yüzünde sımsıcak gülümsemesi ve aklında her an bir muzırlık varmışçasına bakan gözleri ile Kevin görür görmez sanki sizin de çocukluk arkadaşınızmış hissi uyandırıyor. Sonra bir bakıyorsunuz muhafazakâr babası Jack, ara bulucu ev hanımı annesi Norma, hippi ablası Karen, aşkta bir türlü dikiş tutturamayan ağabeyi Wayne, zehir gibi zeki inanılmaz çalışkan en yakın arkadaşı Paul ve dupduru güzelliği ile ilk aşkı Winnie Cooper da bir yerlerden tanıdık sanki. Sanırım dizinin başarısının sırrı da bu, çok keyifli bir hikâyeyi çok keyifli ve rollerine cuk oturmuş oyuncularla anlatıyor olması. Başarısından kasıt Harika Yıllar ın sadece çok izlenmesi de değil üstelik. Dizi, 1988 yılında en iyi komedi dizisi dalında Emmy ödülünü alırken Kevin rolünde izlediğimiz Fred Savage komedi dalında en iyi başrol oyuncusuna aday gösterilen en genç aktör oluyor. Klasik bir aile durum komedisi gibi görünürken aslında sınırları zorlayan ve yeni hikâye anlatma teknikleri kullanan bir yapım olması nedeniyle 1989 yılında Peabody ödülü de Harika Yıllar a gidiyor. Dizi toplamda 22 ödül alıyor ve 54 defa da çeşitli ödüller için aday gösteriliyor. Yaşarken üzüldüğümüz, kahrolduğumuz seneler, sonra düşündüğümüzde ise zamanında bizi böylesine üzen şeyin ne olduğunu dahi hatırlayamadığımız, unutulup giden pek çok şey arasından sıyrılan, hiç unutulmayan, üstüne üstlük her hatırlandığında daha da kıymetlenen güzel anılarımızı sanki Kevin in gözünden anlatıyor dizi. Baba ve ağabey le gidilen sürprizlerle dolu bir balık tutma macerası, ailece yenilen pazar yemekleri, ilk öpücüğün gizemi, şaşkınlığı, mutluluğu, bir arada duramayıp ayrı da kalamamanın mantığını çözme uğraşları, sivilce sorununa getirilen acemice çözümler, size kalın kafalı My Friends. -Ceyda Zeynep Koyuncu diyen bir ağabeyle baş etmenin yolları O ana kadar izlediğimiz 114 bölümünün her birinde hepimizin başından geçen insanlık hallerini çok çarpıcı bir biçimde anlatsa da asıl diyeceğini son bölümde diyor Kevin: Hayatta hiçbir şey planlandığı gibi gerçekleşmiyor. Bütün o kavgaların, tartışmaların sonunda tutku dolu bir öpüşmenin ardından birbirlerine hayatta hiçbir zaman ayrılmayacaklarına dair söz veren Kevin ve Winnie üniversiteye gitmek üzere birbirlerinden ayrılıyorlar. Winnie Paris e giderken, Kevin Amerika da kalıyor ama söz verdikleri gibi birbirlerini unutmuyorlar, 8 sene boyunca her hafta mektuplaşıyorlar. E böyle olunca bizler de ister istemez onlar için planlar yapmaya başlıyoruz ama sonunda 1982 yılında Amerika ya dönen Winnie yi hava alanına karşılamaya giden Kevin in yalnız olmadığını, yanında karısı ve 8 aylık oğlu olduğunu öğreniyoruz. Ekran kararmadan 37 yaşındaki Kevin i oğluyla mutfak masasında otururken görüyoruz. Şöyle diyor Kevin ve bize de söyleyecek başka bir şey bırakmıyor: Büyümek bir kalp atışı hızında gerçekleşir. Bir gün altınızda bez varken ertesi gün gitmişsinizdir. Ama çocukluk hatıraları hep sizinle kalır. Bir ev hatırlıyorum pek çok ev gibi, bir sokak hatırlıyorum pek çok sokak gibi ve esas olan şu ki tüm bu yıllardan sonra hala geriye hayranlıkla bakıyorum. 1 Şarkı: With A Little Help From My Friends İnsanlar bile yana yakıla arayıp da bulamazken kaç diziye, kaç şarkıya nasip olur bu; ruh eşini bulmak? Bilenler bilir Harika Yıllar ın giriş jenerik görüntülerini gözünüzün önüne getirseniz aklınıza o şarkı, o şarkıyı bir yerlerde duysanız aklınıza hemen dizinin jenerik görüntüleri gelir. Dizide kullanılanı ve belki de bugüne kadar başka müzisyenler tarafından seslendirilmiş 50 küsur yorumu içinde en çok bilineni Joe Cocker a ait olan, 1968 yılında İngiliz müzik listelerinde 1 numaraya oturan şarkının aslı Beatles grubuna aittir. Şarkının, grup üyelerinin oturup muhabbet ederlerken ortaya çıktığı söylenir. Şarkıyı eğlenceli hale getiren en önemli şey de belki şarkının soru-cevap şeklindeki kısımlarıdır. John Lennon, Paul McCartney, George Harrison sorarlar İlk görüşte aşka 18

Ama bilinçli olarak tipolojiyi kullanan ilk adam kimdi derseniz; Alphonse Bertillon dur derim. 1879 yılında emniyet müdürlüğünde fişleri kopyalamak için çalışinanır mısın?, Ringo Starr cevaplar: Evet, eminim bu her zaman olur. Şarkının daha hızlı olan Beatles versiyonu insana mutluluk verirken Joe Cocker ın kendinden geçerek söylediği tüm zamanların en iyi coverlarından biri olan muhteşem versiyonu insanı resmen başka alemlere götürür. Özellikle şarkının 1969 yılında Woodstock taki yaklaşık 9 dakika süren canlı kaydı dinlenmeden ölünmesine gönlümün razı olmadığı şarkılar listemin baş sıralarındadır ve size tavsiyem bu güzel Mayıs gününde dizinin jenerik görüntüleri eşliğinde, bu canlı kaydı dinlemenizdir, Oh, I get by with a little help from my friends, I get high with a little help from my friends, gonna try with a little help from my friends kısımlarına eşlik ederken ömrünüzün en naif zamanlarına tanıklık eden çocukluk arkadaşlarınızı hatırlayarak. Tektipliliğin Çeşitliliği Her şeyin bir tipolojisi var; gözle görüp birbirine benzetebildiğimiz, kendimizce ayırıp birleştirebildiğimiz kısaca sınıflandırabildiğimiz her şeyin. Peki fotoğrafta tipoloji nasıl oluyor? Çektiklerimizden mi bir tipoloji oluşturuyoruz, yoksa aslında var olan tipolojileri mi kaydediyoruz? -Gözde Karahan Tip ve tipoloji kavramlarına ülkece aslında aşinayız. Adını bilmesek bile her zaman karşımıza çıkan, aslında ne olduğunu bildiğimiz ama tip denildiğinde aklımıza filmdeki jönün geldiği kavram. Edebiyat derslerinde öğrendiğimiz şeylerden birisi de tip ve karakter farkıdır zaten. Tip edebiyatta bazı özellikleriyle öne çıkan ve bu özellikleriyle diğerlerinden ayrılan birisiyken; genel kullanımda (mimari, bilim, sanat vb.) aynı cinsten varlıkların veya nesnelerin temel özelliklerini büyük ölçüde kendisinde toplayan örnek tip tir. Tipolojiyi anlamak için de tipten yola çıkmak, bu açıdan düşünmek lazım. Gerçi bunun için edebiyattan ya da sinemadaki yakışıklı ağabeylerden örnek veremiyorum. Zira dendiği anda ne olduğu anlaşılıyor. Üstelik günümüzde arkeolojiden psikolojiye, botanikten mimariye kadar pek çok alanda kullanılıyor. Tipoloji bizi çok şaşırtmayacak biçimde Yunanca iki kelimenin birleşmesinden oluşmuş; typos, yani karakter ve logos, yani bilim. Günümüzde de, özellikle sosyal bilimlerde daha çok karşımıza çıkıyor ama her yerde ortak özellikler taşıyan birimlerin oluşturduğu topluluklara ya da tiplere göre gruplandırma yapma işlemine tipoloji deniyor. İsteyenler sadece tipleri benzerliklerine göre sınıflandırırken, isteyenler bunun altında da pek çok alt kategori açabiliyor. Gerçi bu kısım bizi ilgilendirmiyor. Çünkü Platon un idealar/fenomenler ayrımı yapması ile başlayan bir zamandan sonra herkes farkında olarak ya da olmayarak tipolojiyi kullanıyor. Fotografik kayıt elbette uzun zamandır bu sınıflandırmaları yaparken kayıt tutmada bir araç çünkü çoğunlukla ayrıma sebep olan ana farkın, yani dış görünüşün saptamasını yapabiliyor. Ama tipoloji ve fotoğrafı sanat için kullanan fotoğrafçıların sayısı da az sayılmaz. Yine de pek sanatsal diyemeyeceğimiz ilk örneği atlamasak daha iyi olur. Aslında tahmin etmesi çok kolay, fotoğraf makinelerinin gelişmesi, zamanla hızlarının ve keskinliklerinin artması sayesinde 1860 larda fotoğraf makinelerini polisler de kullanmaya başlıyorlar. Örneğin 1872 yılında Fransa polisi bir fotoğraf servisine sahip olmuş bile. Ya da polislerin dışına çıkıp; 1878 yılında Salpétriére Hastanesinde kurulan fotoğraf servisinin pek çok konuda arşivlemeden sorumlu olduğunu söyleyebiliriz. 19

maya başlayan Bertillon, suçluları 10 ayrı noktadan aldığı ölçümlerden faydalanarak vücudun beşte bir oranı ile baş ve gövdeyi cepheden ve sağ profilden olmak üzere fotoğraflıyor ve böyle dosyalama yapıyordu. Genelde bu detaylar sıkıcı ya da önemsiz gelse de tipolojide neyi çektiğinin yanındaki bir diğer önemli konu da nasıl çektiğin oluyor. Çünkü çekimi nasıl yapacağına da neyi çektiğine de aslında amacın yön veriyor. Bertillon sözü geçen fotoğraflarını homojen ışık altında, hiçbir optik müdahalede bulunmadan ve suçluları doğrudan kameraya baktırarak çekmiştir. Bu fotoğrafları da yine sinema filmlerinden hatırlayabiliriz. Alman fotoğrafçılarda sanat, fotoğraf, tipoloji üçlemesi Zaten çok az sayıda olan fotoğrafta tipoloji çalışmalarının, özellikle de en çok bilinenleri çoğunlukla birbirinden de etkilenmişler. Kim bu en çok bilinenler? Hem çok bilinen hem de sanat açısından gerçekten ilk olanları Karl Blossfeldt, August Sander ve çağdaşımız Bernd ile Hilla Becher çiftidir. Saydığım üç isim de Alman dır ki bunun konumuzla pek ilgisi yoktur ama özellikle Sander in çalışmalarının yolunu ve sonunu Alman olması çok etkilemiştir. Ama bu kısma geçmeden önce Karl Blossfeldt e bir bakmalı; bir proje için 1890 yılında bitki toplayıp fotoğraflayan ve buna 40 yıl devam eden sanatçı, bitkileri biyolojik sınıflandırmayla değil formlarının özelliklerine göre sınıflandırmıştır. Bitkileri düz bir fonun önünde, karenin tam ortasında yer alacak şekilde ve doğal bir ışık yardımıyla görüntülemiştir. Sonradan bu görüntüleri büyüterek vurgulamak istediği formu belirgin hale getirir ki bu da bitkiyi artık bitki olmaktan çıkarır; bitki artık mimari bir forma yahut bir makine parçasına benzemektedir. Bir diğer Alman fotoğrafçı August Sander yirminci yüzyıl insanlarını konu olarak ele alır. Sander Alman toplumunu gruplara, hatta bu grupları da alt gruplara ayırır. Sander 1920 lerde bir yayımcının isteği ile başladığı bu çalışmada; insanları doğal ortamlarında, cepheden ve doğrudan kameraya bakarlarken görüntüler. Objesi ile arasındaki mesafesini sürekli korumuştur, böylece işçi ve bürokrat fotoğrafta aynı güçlülükte görünmüştür. Ancak çalışma bir arada incelendiğinde Alman toplumunun sosyal, kültürel ve ekonomik sınıfları arasındaki fark öylesine gözler önüne serilmişti ki, Gestapo projeyi ve Sander in çalışmalarını durdurmuş, hatta sayısı 50 bini geçen negatiflerine el koydurmuştur. Endüstriye Becher bakışı Bernd ile Hilla Becher çiftinin tipoloji yöntemine geldiğimizde ise (ki aynı zamanda günümüze de çok yaklaşmış oluyoruz) anonim endüstriye ait mimari yapıları diziler halinde görüntülediklerini görüyoruz. Sanayi devrimi sonrası kentlerin ve mimarinin gelişimi; sanayiye hizmet edecek şekilde gelişmiştir. Ayrıca Fourier e göre bu değişim sadece sanayinin başlamasıyla değil, uygarlıkla başlamıştır. Monoton, birbirinin aynısı yapılar çevremizi sarmıştır. Becher çifti de endüstri ile çevremize yayılan işçi evleri, fabrikalar, kömür madenleri, silo ve depolar, petrol rafineleri gibi upuzun bir listeyi fotoğrafladılar. Bu listedekilerin çoğu, görüldüğü üzere endüstri ihtiyaçlarına göre oluşan tekdüze yapılardı. Becherler çalışmalarını tüm Avrupa ve hatta Kuzey Amerika da yürüttüler. Bu alan aynı zamanda endüstrinin ilk ve en çok geliştiği alandır da. Böylece çağımızın endüstri alanındaki gelişimini gözler önüne sermişlerdir. Becherler çalışmalarını insandan arındırırlar ama insan yapımı olan objelerde ve dolayısıyla fotoğraflarda doğal olarak insan izleri karşımıza çıkabilmektedir. Fotoğraflama yöntemleri özellikle 1930 lu yıllarda etkili olmuş yeni nesnellik anlayışına uyar. Bu anlayışı günümüze ve kendi sanatlarına uyarlamışlar, bireyselliklerini böyle de ortaya koymuşlardır. Sadece fotoğrafı çekim yollarıyla değil, sergileme yollarıyla da dünya görüşlerini yansıtmaya çalışırlar. Siyah beyaz fotoğraflarını 6, 9 ya da 12 li sayılarda bir araya getiren sanatçılar böylece çalışmalarına da bir bütünlük getirmişlerdir. Bu sunumları sayesinde, izleyicileri nesneler arasında kıyaslama hatta sınıflamalar yapabilmiş, kendini insan ve teknoloji ilişkilerini sorgularken bulmuşlardır. Tipolojinin fotoğraftaki farkı Tipolojinin kendisi fotoğraf disiplininde farklılaşırken, fotoğraf da tipoloji disiplinine girince farklılaşıyor. Sanat için yapılan tipoloji çalışmalarında bile sanatçı kareye kendinden bir şeyleri doğrudan koyamıyor, ancak koydukları ya da koymadıkları ile derdini anlatıyor. Ama günümüze gelen örnekler çoğunlukla yeni nesnellik kriterleri ile oluştuğundan bu karelerle ilgili genelleme de bir yandan yapılabiliyor. Objeyi karenin merkezinde, doğrudan bakış ile cepheden görüntülenmiş, yaygın ışık altında herhangi bir optik ve görsel deformasyona izin vermeden çekilmiş buluyoruz. Çekim kriterleri nedeniyle karelerde görülmeyen fotoğrafçı kareleri birleştirip, onu sergilerken bir anda ortaya çıkıverir. Seyirci sanatçının duygularını alabilir, kendini tartışmasını istediklerini tartışmaya başlamış buluverir. Bilimle fotoğraftaki tipolojiyi de ayıran işte budur. Bilimde sonuç bütün özellikleri bünyesinde toplayan ideal bir tip iken, fotoğrafta benzerleri ile bir araya gelen tipler farklılıkları ile birbirinden ayrılır da. Rengarenk trafolar Tipolojiyi kullanmak ya da kullanabilmek her yiğidin harcı mıdır bilemiyorum. Aktardığım örneklerden canlı olarak tanışabildiğim bir fotoğrafçı olmasa da Türkiye de bu işi başarıyla yapabilen bir fotoğrafçıyla tanışma fırsatım olmuştu. Sevim Sancaktar da farklı semtlerde, hatta bazen farklı şehirlerdeki trafoları fotoğrafladı, bu çalışma sırasında yukarıda belirttiğim çekim kriterlerini kullandı. Aslında tehlikeli olan ancak, estetik görünmesi açısından boyanıp, bu resimlerin arasından dikkat levhasına odaklanamadığımız trafolara farklı bir gözle bakmamı sağlayan bir çalışmaydı. Tipolojinin uygulanabilirliğini de gördükten sonra bir kez daha aklımı çelmesine izin verdim ancak yine korkup kaçtım bu fikirden. Zira uygulanabilirliğinin yanında sabrı ve uzun süreli bir emeği gerektiriyor fotoğrafta tipolojik bir çalışma. Bir de anlatması derdini, anlamaktan daha zor. Ama bir kez başardıktan sonra tipoloji ile değimi yerindeyse anlatılamayacak dert yok. Gerçi belki de vardır. Bir denemek lazım. 20