AHMET ALTAN: GAZETECİLİĞİN YÜZDE 99 U ALÇAKLIK VE



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

RAPORU HAZIRLAYANLAR: Azime Acar & Ender Bölükbaşı

Yaz l Bas n n Gelece i

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Bu haftaki yazımıza geçmişten bir medya kazasıyla giriyoruz Yıl 1983

Fransa da ki saldırıya Bodrumdan tepki

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

MATBAACILIK OYUNCAĞI

TOPLANTI BİLGİLERİ MUTLU GÜNLERİMİZ KONUKLARIMIZ

Hayalindeki Kadını Kendine Aşık Etmenin 6 Adımı - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

KARANLIKTA FİLİZLENEN TOHUM


SARIGÖZLER ORMAN DEDEKTİFLİK AJANSI

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

SORU-- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Patronun hizmetini yapıyor Çalışan kadından bahsediyorum. Ben kocama muhtaç değilim diye evvela ailesini dağıtıyor.

Bir Şizofrenin Kendisine Sorulan Sorulara Verdiği 13 Rahatsız Edici Cevap

ÝÇÝNDEKÝLER. Diyalog Tamamlama Haftanýn Testi...25

özlü bir medya kazası işledi. Yıldırı m

Nasuh Mitap ı Ankara dan tanırım. Kendisi hakkında bir şey yazmayacağım.

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

Türkiye Cezasızlık Araştırması. Mart 2015

Şimdi fazla ileri gitmiş bu gerici diktatörlüğü terbiye etmek, mümkünse biraz değiştirip halka kabul ettirmek istiyorlar.

Başkan Kocadon basına yemek verdi; tarafsızlığınızdan taviz vermeyin

Bir yalanı kaç kere tekrarlarsak gerçek olur?

Konumuz sol içi cinayetler, özel olarak da Acilciler bünyesindeki cinayetler

Sevgili dostum, Can dostum,

2- Takside. Türk kadınla Alman kadın aynı yerden taksiye bindiler aynı mesafeyi gidip aynı yerde indiler.

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

Testversion Ej för ifyllnad

SÖZCÜKTE ANLAM. Gerçek Anlam Yan Anlam Mecaz Anlam Terim Anlam Sözcükler Arasý Anlam Ýliþkileri Anlam Olaylarý Söz Öbeklerinde Anlam

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer,

Atatürk ün Kişisel Özellikleri. Elif Naz Fidancı

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

İSTANBUL AYDIN ÜNİVERSİTESİ SİYASET AKADEMİSİ ANKARA TÜRKİYE DEKİ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜ VE STK LARIN DURUMUNU TARTIŞTI!

KİTABININ GELİRİNİ, İHTİYACI OLAN KIZ ÇOCUKLARINA VERECEK

Başbakan Yıldırım, 25. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı sonrası basın çadırını ziyaret etti

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

KAHRAMANMARAŞ PİAZZA DA AYDİLGE RÜZGARI ESTİ

Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda.

AKP'li Başkan, Peygamberin oğlu Tayyip dedi mi? Sözcü yalan mı söylüyor?

DEVLET BAKANI VE BAŞMÜZAKERECİ BABACAN: TÜRKİYE, İŞ YAPMAK, HİZMET ÜRETMEK, ÜRÜN ÜRETMEK, PARA KAZ

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

ORDU SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLER ODASI

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

Başbakan Yıldırım, gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu

Tarihi karanlık bir aile: Rockefeller

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU

Can kardeş Rehberlik ve Psikolojik Danışma Birimi Nisan Ayı Rehberlik Bülteni Can Velimiz ;

Aslında bugün İbrahim in Mihrac Ural ın kıçındaki ihanet kılıçları yazısının ikinci bölümü sitede yer alacaktı, ama ne yapayım!

Cumhuriyet Halk Partisi

Başbakan Sayın Binali YILDIRIM KANAAT ÖNDERLERİ VE STK İLE BULUŞMASI KAYSERİ

SINIF YÖNETİMİ Sınıfın İlişki Düzeni

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

MÜSİAD İNGİLTERE ŞUBESİ AÇILIŞI , LONDRA. İş ve Siyaset Dünyasının, STK larının Başkan ve Temsilcileri,

Blogger bunu uyguluyor!

MUĞLA GAZETECİLER CEMİYETİNDE GÖREV GENÇLERİN

Etkinliğin konusu öğretmen tarafından bir soruyla açılır: Sizin düşmanınız var mı? Düşmanı olan birini tanıyor musunuz?

Oktay Ekşi Çetin Emeç'i anlattı : Suikast listesindeydi koruma istemedi

Kütahya Gazeteciler Cemiyeti Ziyareti:

Zeka Soruları 4 - Genç Gelişim Kişisel Gelişim ZEKA SORULARI

Soykırım Anma Etkinliği Ocak Krakow-Auschwitz

Standart Eurobarometer 76. AVRUPA BİRLİĞİ NDE KAMUOYU Sonbahar 2011 ULUSAL RAPOR TÜRKİYE

FARELER VE İNSANLAR ADLI ROMAN ÜZERİNE DÜŞÜNCELER Fareler ve İnsanlar İnsan ilişkilerine ve alt tabaka insanların umut dolu

BİR ÇOCUĞUN KALBİNE DOKUNMAK

Yenilenen Geçici Hayvan Bakım Merkezi açıldı

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Türkiye Cezasızlık Araştırması. Mart 2015

Her milletin dili kimliğidir eğer dilinizi yozlaştırırsanız kimliğiniz erozyona uğrar.

Cumhuriyet Halk Partisi

Kafkasya ve Türkiye Zor Arazide Komfluluk Siyaseti


Tanrı dan gönderilen Adam


Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

BAĞLAÇ. Eş görevli sözcük ve sözcük gruplarını, anlamca ilgili cümleleri birbirine bağlayan sözcüklere "bağlaç" denir.

Yeni Göç Yasas Tecrübeleri

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

Biz Fakir Okuluz Bizim Velimiz Bize Destek Olmuyor Bizim Velimizi Sen Bilmezsin Biz Bağış Alamıyoruz Cümlelerini kurarken bir daha düşüneceksiniz.

YENİ AKİT GAZETESİ İNTERNET SAYFASINDAKİ TARİHLİ HABERE İLİŞKİN YORUMUM AŞAĞIDADIR. Erdoğan: Bedeli suç işleyen ödesin

Kadınlar kimsenin namusu değildir

Cesaretin Var Mı Adalete? Çocuklar günümüz haberleriyle, gündemle ne kadar iç içe?

DIPLÔME NATIONAL DU BREVET ÉPREUVE DE TURC TOUTES SÉRIES SESSION 2012

Havacılık Emniyeti. 12. Hafta Emniyet Performansı / Kültürü / Teşviki. Öğr. Gör. Tevfik Uyar, Uçak Müh. & MBA

SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZ ABDULLAH GÜL ÜN YILI TÜBİTAK BİLİM, HİZMET, TEŞVİK ÖDÜLLERİ ve TÜBİTAK ÖZEL ÖDÜLÜ TÖRENİ KONUŞMA METNİ 23 ARALIK 2008

Bayram Taşcı ya yazarlık kariyeri ve kitabı hakkında bir takım sorular sorduk.

PSK 271 Öfke Yönetimi ( Güz Dönemi) Yrd. Doç. Dr. Nilay PEKEL ULUDAĞLI. Öfke Yönetimi: Duyguları İfade Edebilmek ve Duygularla Başa Çıkmak

İÇİNDEKİLER KAVRAMLAR BİR GÜNÜMÜZ. ROLLERİMİZ ve SORUMLULUKLARIMIZ HAKLARIMIZ OKULUMUZ AİLEMİZ SORUMSUZLUK ÇOCUK HAKLARI ÇOCUK HAKLARI BİLDİRGESİ

Transkript:

AHMET ALTAN: GAZETECİLİĞİN YÜZDE 99 U ALÇAKLIK VE KORKAKLIKTIR http://www.platform24.org/guncel/286/altan--gazeteciligin-yuzde-99-u-alcaklik-vekorkakliktir P24 ün Dünya Basın Özgürlüğü Günü nde başlattığı Mehmet Ali Birand Konuşmaları nın ilkini Ahmet Altan gerçekleştirdi 19 Eylül 2013 te Hasan Cemal in başkanlığında kurulan Bağımsız Gazetecilik Platformu (P24), geçen yıl yitirdiğimiz Mehmet Ali Birand anısına özel bir konuşma serisi başlattı. Mehmet Ali Birand ı içine kapanmış bir memleketin pencerelerini dünyaya açmasındaki rolüyle, Türkiye medyasının ve Türkiye nin ufkunu genişleten, tabuları kırarak zihinlerimizin özgürleşmesine yardım eden haberciliğiyle hatırlıyoruz. Bu konuşmalarla Birand ı anarken, esas olarak ufkumuzu geniş, zihnimizi özgür tutmanın yolları üzerine düşünmeyi hedefliyoruz. Her yıl tekrarlamayı planladığımız Mehmet Ali Birand Konuşmaları nın amacı, Türkiye ve dünyada gazeteciliğin hallerine ilişkin gözlemde bulunan ve bu mesleğin önemi, işlevi, nasıl yapıldığı, nasıl yapılabileceği üzerine düşünmenin yollarını açan kalıcı metinler sunmak. Bu konuşmaların ilkini, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü nde edebiyatçılığının yanı sıra gazeteciliğin de her kademesinde çalışmış bir yazar olan Ahmet Altan gerçekleştirdi. Gazeteciliği, yüzde doksan dokuzu alçaklık ve korkaklık olan ama dürüst ve cesur yüzde birlik kısmıyla dünyayı değiştirmeye yardımcı bir meslek olarak tarif eden Altan, konuşmasında, gazetecilerin sadece devletten değil, patronlarından ve okurlarından da bağımsız davranabilmesinin önemini vurguladı. Ayrıca Cemre Birand, Cihan Aktaş, M. Gökhan Ahi, Şafak Pavey ve Şirin Payzın da P24 ün Dünya Basın Özgürlüğü Günü toplantısının çok değerli katılımcılarıydı. Toplantıya ilişkin ayrıntılara daha sonra web sitemizde yer vereceğiz. Ahmet Altan ın Gazeteciler Ne İşe Yarar başlıklı, Mehmet Ali Birand Konuşması nın tam metnini aşağıda sunuyoruz. Ahmet Altan'ın konuşmasının tam metni şöyle: Gazetecilik nedir? Bana sorarsanız yüzde doksan dokuzu alçaklık ve korkaklık, yüzde biri ise dürüstlük ve cesaret olan bir meslektir. Ve o yüzde birlik kısmıyla dünyayı da hayatı da değiştirmekte büyük rol oynar. 1

Niye alçaktır sorusunun cevabını vermeden önce, bu korkunç alçaklıklara birkaç tane sizin de çok iyi bildiğiniz tarihi örnek vermek istiyorum. Sacco ile Vanzetti 1927 de cinayetten mahkûm olarak idam edilen iki İtalyan anarşistiydi bildiğiniz gibi. Suçları hiçbir zaman kesin bir şekilde kanıtlanamadı ama bu belirsizlik onları ölümden kurtarmaya yetmedi. Niye? Ünlü bir tarih profesörü olan Arthur Schlesinger, bu korkunç olayla ilgili çocukluk anısını anlatırken bu niye nin de cevabını veriyor aslında. O yaz New Hampshire daki bir kamptaydım ve gazeteleri beyzbol sonuçlarını öğrenmek için okurdum. 1927 yazında dokuz yaşındaydım. Maç sonuçlarına bakmak için bir Boston gazetesi aldım ve anlatamayacağım bir şokla Sacco ve Vanzetti idam edildi başlığını okudum. Kamp yöneticilerinden birinin diğerine o sırada Allaha şükür bu piçleri hallettiler sonunda dediğini duydum. O kamp yöneticisini böyle insafsızca, vicdansızca, rezilce konuşturan işte o sözünü ettiğim basının alçaklığıdır. Sıradan bir öğretmen olan o Amerikalı adam, davanın detaylarını bilmiyordu, bugün bile belirsizliğini koruyan bu davayla ilgili açık noktalar hakkında bir bilgisi yoktu ama o iki anarşist İtalya nın idam edilmesi gerektiğine inanıyordu. Bu inanca nasıl ulaşmıştı, belki de dürüst bir adam olan o kamp yöneticisini, haksız bir idamın vicdani sorumluları arasına kim sokmuştu? Tek bir cevabı var bunun. Gazeteler ve gazeteciler. Sacco ile Vanzetti davası sırasında göçmen işçiler hakkında korkunç yazılar çıkıyordu Amerikan basınında. Sacco ile Vanzetti yakalandıktan bir yıl sonra 1922 de Saturday Evening Post ta Kenneth Roberts, açlık sınırında yaşayan çok sayıda insan Amerika ya gelip düşük ücretlerle çalışıyor. Para biriktirmek kararlılığıyla pislik ve karanlık içinde yaşıyorlar. Amerikan işçilerinin düzgün bir hayat sürmelerini sağlayacak paraların bir parçasını alıyorlar. Bu, Amerika da hayat standardını düşürüyor diye yazmıştı. Ve bu inanç Amerikan kamuoyu tarafından benimseniyordu. Eğer böylesine bir kamuoyu oluşmasa o iki İtalyan ı elektrikli sandalyeye o kadar kolay oturtamazlardı. Peki, bir bilinen örnek de Almanya dan verelim. Şu ünlü Reichtag yangını. 2

Hitler faşizminin önünü açan bu büyük kırılma noktasında, Meclis i komünistlerin yaktığına Alman halkını kim inandırdı? Kim bu yangını bahane ederek Hitler in faşist diktatörlüğünün yolunu açtı? Cevabını benden daha iyi bildiğinize eminim. Alman basını. Bir de Fransa ya bakalım. Şu zavallı Yüzbaşı Dreyfus. Yahudi Yüzbaşı Dreyfus. Alman casusu olmakla suçlanmıştı ama casuslukla alakası yoktu. Bile bile mahkûm ettiler sırf o sırada Fransa daki Yahudi düşmanlığından yararlanarak. Yahudi düşmanlığı nasıl topluma yayılmıştı peki, kim yaymıştı bu düşmanlığı? Cevabı biliyorsunuz. Peki, hep bildiğiniz şeylerden söz etmeyeyim, biraz da bilmediklerinize değineyim. Daha az dramatik bir iki örnek vereyim. Kendi ülkemde olanlardan, kendi başıma gelenlerden, bizzat yaşadıklarımdan. Benim babam çok ünlü bir solcu yazar, ayrıca İstanbul un ilk sosyalist milletvekillerinden. Babamın sosyalist kavganın tam göbeğinde olduğu, benim çocukluktan gençliğe geçtiğim yıllarda bir gün eve gelen gazetelerin birinin manşetinde kocaman bir yazı gördüm. Babaannemin genelevde çalışmış olduğunu ve vesikası bulunduğunu yazıyordu. Babaannem, Türkiye nin ikinci cumhurbaşkanı olan İsmet Paşa nın topçu okulundaki komutanı olan bir generalin kızıydı. Zavallı kadına gazeteyi o sabah gittiği bankada göstermişler, o da düşüp bayılmıştı. O sıralarda altmışlı yaşlarında olan babaannem ayıldığında ilk sözü küçük bir kız çocuğu gibi ya babam bunu görseydi olmuştu. Büyüdüğümde ben de bu gazeteciliğe ve kavgalara karıştım. On, on iki yıl kadar önce Almanya da bir romanım yayınlandığında oraya gitmiştim, bir de Türk dinleyicilerin geldiği bir toplantıda konuşmuştum. Türkiye ye döndüm. Sabahleyin, kapının önüne bırakılan gazeteleri aldım, gazete tomarının en üstündeki gazetenin dokuz sütuna manşetinde kocaman puntolarla yazılmış iki kelime vardı: Fransız Ahmet. 3

Önce anlamadım. Sonra haberi okudum. Benim hakkımdaydı. Almanya daki konuşmamda hiç söylemediğim sözleri söylediğimi, Türkleri aşağıladığımı iddia ediyordu. Ben öyle sözler söylemedim diye açıklama yaptım, ertesi gün gazetenin yöneticisi, bunlar böyle hem söyler hem inkâr ederler diye yazdı. Gazetenin iki sayfasını benim öyle söylediğimi iddia eden insanların tanıklıklarına ayırdı. Kimse beni savunmadı. Büyük televizyonlara beni çıkarmıyorlardı, ben de küçük televizyonları teker teker dolaşıp gazetenin yalan yazdığını anlatıyordum ama pek inandıramıyordum insanları. Sonra bir gün Almanya dan bir Türk meslektaş telefon etti, ben o gün sizin konuşmanızı izledim ve Köln Radyosu adına kaydettim, isterseniz size bandı göndereyim dedi. O bant sayesinde ancak kanıtlayabildim gazetenin yalan yazdığını, özür dilediler. Bir küçük örnek daha anlatıp sonra neden gazetelerin böyle alçaklıklar yaptığını becerebildiğim kadarıyla daha genel bir çerçevede değerlendirmeye çalışacağım. Gene o sıralarda Aldatmak diye bir roman yazmıştım. Bir sabah gene büyük gazetelerden birinin sürmanşetinde romanı çaldığım iddiası yayınlandı. İddiayı ileri süren gazeteci, benim kitabımı okumadığını ama konuyu karısının kendisine anlattığını ve bunun Arthur Hailey nin kitabından yürütme olduğunu söylüyordu. Bir basın toplantısı yapıp bu iddianın tümüyle yalan olduğunu söyledim. Ertesi gün benim kitabı çaldığımı iddia eden gazete söylediklerimi çarpıtan bir başlık attı. Gazetenin yayın müdürüyle bir gün karşılaştım ve ona neden söylediklerimi çarpıttığını sordum, bana cevabı hiç unutulmaz bir cevaptı. O kadar da gazetecilik yapacağız demişti. Gazetecilik buydu ona göre. Sadece ona göre değil birçok gazeteciye göre öyleydi. Gerçekleri çarpıtmak. Benim kitabımı okumadığını ama benim o kitabı çaldığımı anladığını söyleyen gazetecinin ise geçtiğimiz günlerde bir ses kaydı yayınlandı, başbakanın adamına kamuoyu yoklamalarındaki rakamları hükümetin işine gelecek biçimde çarpıtmayı öneriyordu. Sanırım hem dünyadan hem de Türkiye den yeterince örnek verdim. Şimdi gelelim temel sorumuza, neden gazeteciler böyle alçaklıklar yapıyor? Gazeteciliğin üç büyük düşmanı vardır. 4

Devlet, gazete patronları ve gazete okurları. Devletler, gazeteleri kendi propaganda araçları olarak kullanmaya çalışırlar ve çoğunlukla da kullanırlar. Sırlarının gazetelerde yayınlanmasına engel olmaya uğraşırlar ve genellikle de başarırlar. Biliyorsunuz en ünlü örneklerinden biri, Domuzlar Körfezi çıkartmasını haber alan Amerikan gazetesinin bunu devletin isteği üzerine yayınlamamasıdır. Daha sonra Başkan Kennedy, keşke yayınlasalardı, bu felaketi yaşamamızı önlerlerdi demişti. Bugün gelişmiş ülkelerdeki gazeteler bir ölçüde bu devlet baskısından kurtulmayı başardılar ama hiçbir zaman yüzde yüz kurtulamazlar. Bunun bir nedeni devletle iyi geçinmek arzusu ise, diğer ve belki de daha önemli nedeni gazetecilerin birçoğunun devlet çıkarlarını gazetecilik mesleğinin ilkelerinden daha önemli görmesidir. Bir gazeteci için devlet çıkarı diye bir kavram yoktur, olamaz. Devlet çıkarını korumak devlette çalışanların işidir. Gazetecilerin işi de gerçekleri açıklamaktır. Toplumsal bir işbölümüdür bu. Toplumlar, gazeteciliği bunun için keşfetmiştir, gizli olanları, saklananları bulup çıkarsınlar, halka anlatsınlar diye. Eğer gazeteciler de devlet görevlileri gibi düşünmeye başlarsa bu toplumsal işbölümü aksar. Neyin devletin çıkarına olduğuna devleti yönetenler sadece kendileri karar vermek ister. Peki ya devleti yönetenler yanlış karar veriyorsa, ya devlet çıkarına sandıkları şey aslında devletin ve toplumun çıkarına aykırıysa? Gazeteciler olmadan, gerçekler açıklanmadan bu nasıl anlaşılacak? Gazetecilerin, devlet konusunda kendi mesleklerinden uzaklaşıp devlet görevlisi kılığına girmesi toplum için en büyük tehlikelerden biridir ve bu büyük tehlike dünyanın her yerinde, her toplum için vardır. Dediğim gibi gelişmiş ülkelerde gazeteler yavaş yavaş bu büyük yanılgıdan kurtuluyor ama Türkiye gibi yeterince gelişmemiş ülkelerde bu büyük mesleki ahlaksızlık hâlâ devam ediyor. Bizim ülke, devletin çıkarı için gerçekleri saklamayı gazetecilik sanan gazetecilerle dolu, bir de hiç utamadan bunu övünerek söylediklerini işitiyoruz. Ben bu haberi basmazdım diyen gazetecilerle dolu etraf. Basmazmış, çünkü bu devletin lehine olmazmış. O gazetecilere sormak isterim: Sana ne devletten? 5

Sen devletten sorumlu değilsin, sen sadece toplumuna ve mesleğine karşı sorumlusun ve o sorumluluk da gerçekliğine emin olduğun her haberi basmanı emrediyor. Basmadığın, gerçekleri sakladığın zaman toplumun sana olan güvenini kötüye kullanıyorsun demektir ki bu da seni alçak bir sahtekâr yapar. Gazeteciliğin başındaki ikinci bela, gazete patronlarıdır. Gazete patronları hem devletle hem de ilan verenlerle iyi geçinmek ister. Keskin muhalefetten, ilan verecekleri kızdıracak haberlerden hoşlanmazlar, sürekli olarak yanlarında çalışan gazetecileri frenlemeye çalışırlar. Gazete yönetenler de gazete patronlarının bu arzularından haberdar olarak, bu istekle çok fazla çatışmamaya uğraşarak işlerini yaparlar. Zordur gazete patronlarıyla uğraşmak, insanı işten atarlar çünkü. Bunun yakinen biliyorum, çünkü çok işten atıldım. Ben ilk genel yayın yönetmenliğim sadece on gün sürmüştü, sanırım en kısa genel müdürlük konusundaki rekor hala bendedir. Bir keresinde de Atakürt diye bir yazı yazdım diye atılmıştım işten. Gazete beni sadece işten atmakla kalmamış, bir de ertesi gün birinci sayfaya, tepeden aşağıya inen iki sütunluk bir yazı yerleştirip, beni okuyucu tepkisinden dolayı kovduklarını yazmıştı. Dünyanın her yerinde gazeteciler için gazete patronlarıyla uğraşmak zor bir dengedir. İşini kaybetmeden ama ahlaksızlık da etmeden yerinde kalmak özellikle de gazete yönetenler için çok zordur. Hem gazete yönetip hem ahlakını korumak yeryüzünün en zor işlerinden biridir ve ben bunu aynen böyle yaptım diyebilecek çok az gazete yöneticisi bulunur dünyada. Gazetelerde ne tür ahlaksızlıklar yapıldığını anlamak için sadece yayınlanan haberlere bakmak yetmez, asıl hangi haberleri yayınlamadıklarına bakmak gerekir Ki o haberlerin hangileri olduğunu, dürüst gazeteciler o haberleri yayınlamadıkça okuyucular asla bilemez. Gazeteciliğin en büyük alçaklığı ve sahtekârlığı belki de yayınladıklarından çok yayınlamadıkları haberlerde saklıdır. Ben daima en iyi gazetenin diğer gazetelerin yayınlamadıkları haberleri yayınlayarak yapılacağına inandım, hâlâ da öyle inanıyorum. Diğer gazetelerin yayınlamadığı haberleri yayınlayan küçük bir gazete, büyük gazetelerden daha etkili olur. 6

Biz Taraf diye bir gazete çıkarmıştık, sanırım o gazete benim bu inancımı kanıtladı. Gazetenin patronuna, gazete çıkmadan önce biz otuz bin satarsak Türkiye yi sarsarız demişim, böyle dediğimi unutmuştum, daha sonra gazetenin patronu anlattı bana o konuşmayı, ben öyle söylediğimde içinden benim uydurduğumu düşünmüş. Biz daha otuz bin satışa ulaşmadan sarstık Türkiye yi. Bunu da bir gerçeği açıklamak için değil, övünmek için söylüyorum. Gazetecilerin övünmekten, ilk biz yaptık demekten hoşlanmak gibi bir zaafı vardır ama o başka bir konuşmanın konusu. Gelelim gazetecilerin başındaki belaların en zorlusuna, gazete okuyucusuna. Toplumlar, bütün canlı organizmalar gibi değişmekten hoşlanmazlar ve bütün canlı organizmalar gibi yaşayabilmek için değişmeye muhtaçtırlar. Garip bir duygusal ikilem yaratır bu. Gazetelerin, alçaklıklara hizmet eden yüzde doksan dokuzluk bölümü toplumun değişmek istemeyen tarafına hitap eder, yüzde birlik dürüst yanı da değişmek zorunda olan tarafına. Sıradan bir gazete okuru yeryüzünün her yanında milletiyle, vatanıyla, diniyle, diliyle ilgili övgüler okumaktan hoşlanır. Bütün siyasetçiler de bunu bilir, sürekli olarak halkı överler. Dünyanın en şanlı geçmişine sahip olmayan bir ülke yoktur, bütün ülkeler dünyanın en şanlı geçmişine sahip olduklarına inanırlar. Burada, nasıl oluyor da aynı anda bütün ülkeler dünyanın en şanlı geçmişine sahip oluyorlar diye sormayan bir ahmaklıktan söz ediyoruz. Bu, insanlığın ortak ahmaklığı ve gazeteciliğin en büyük belası. Eğer söylemek zorunda olduğunuz gerçek, dünyanın en şanlı geçmişine sahip olduğuna inanan okurlarınızın inançlarıyla ters düşecekse ne yapacaksınız? Size hemen fevkalade güncel bir örnek vereyim. Ermeni soykırımı. Biliyorsunuz 1915 in yüzüncü yılına yaklaşırken Türkiye de bu konu da gündeme girdi. Başbakan soykırım demeden, ortadan bir ifadeyle Ermenilere taziye diledi. Eğer bugün bir gazete Ermeni soykırımından soykırım diye sözeder de yaşanan gerçekleri anlatırsa, ilk tepkiyi devletten önce okuyucusundan görecektir. Bu okuyucu baskısına direnebilecek çok az gazete vardır. Okuyucu, inançlarına, ezberlenmiş düşüncelerine, yerleşik bilgilerine aykırı haberler ve yorumlar istemez. 7

Türk devletiyle Kürt örgütü PKK arasında yakın zamana kadar savaş vardı. Bu savaşla ilgili gerçekleri ne Türk okuyucular okumak isterdi ne Kürt okuyucular. İkisi de kendi savaşçılarının kahramanlığını ve haklılığını duymak isterdi. Büyük gazetelerin hepsi Türk gazeteleri olduğu için hep Türk askerlerinin haklılığı ve kahramanlığı yazıldı. Kürtlerin uğradığı haksızlığı yazan neredeyse bir tek Türk gazetesi yoktu. Bu sadece devletin, patronun baskısından değildi, bu asıl okuyucu baskısındandı. Bu baskıya boyun eğdikleri için, sürekli Kürtleri haksız gösterdikleri için, devlet barışmaya karar verdiğinde gazeteler okuyucularına barışın yararını anlatmakta çok zorlandılar. Devlet propagandasının, devlet denetimindeki eğitim sisteminin, resmî tarihin yarattığı şartlanmış bir okuyucuyla karşı karşıya dünyanın bütün gazeteleri. Gelişmiş dünyada bu bir parça değişmekle birlikte tümden de değişmiş değil. Üstesinden gelinmesi en zor mesele de budur. Size gene kendi yaşadığımız bir örneği anlatayım. Üç dört yıl kadar önce Kürdistan ın küçük bir mezrasından bir muhtar bizim gazeteyi aradı. Bir askerî birlikten atılan bir havan topuyla küçük bir kız çocuğunun parçalandığını anlattı. Olay yerine bir muhabir gönderdik. Korkunç bir gerçek vardı. Ceylan ismindeki minicik bir kız çocuğu annesine bana makarna yap dedikten sonra evlerinin önünde oynamaya çıkmış, mezranın karşısındaki tepeye yerleşmiş askerî birlikten atılan bir havan topuyla paramparça olmuştu. Haberi manşetten yayınladık. Ertesi gün Türk basınında tek bir satır haber çıkmadı bu olayla ilgili. İkinci günü haberi manşetten yeni ayrıntılarla sürdürdük. Türk basınında gene tek satır çıkmadı. Üçüncü gün haberi gene manşetten devam ettirmek istediğimizde, yazıişlerindeki arkadaşlarımızdan biri, boşuna zorlamayın Ahmet Bey dedi bana, hiç bir tepki yaratmıyor bu haber. Biz gene de üçüncü gün küçük kızın annesinin konuşmasını manşetten yayınladık. Annesi, kızımın parçalarını eteklerime doldurdum diyordu. Ancak üçüncü haberden sonra Taraf ı kaynak göstererek diğer gazeteler bu habere yer verdi ve o küçük kız haksızlığın sembolü haline geldi. 8

Bu haberi yayınlamakta zorlanan gazeteler sadece devletten, ordudan, patrondan değil kendi okuyucularının tepkisinden de korkuyorlardı. Tabii bir başka gerçek daha var burada söylenmesi gereken. Gazetecilerin çoğunluğu, o şartlanmış halkın tepkilerine sahipler, aynı şartlanmışlığın, aynı eğitimin, aynı resmî ideolojinin kurbanları onlar da Onun için halkın tepkisinin ne olacağını çok iyi biliyor, okuyucu o tepkiyi göstermeden önce kendileri o tepkiyi gösteriyorlar. Bu şartlanmışlıkları onların gazeteciliğini önlüyor. Nasıl bazen devletle bütünleşip devlet gibi düşünüyorlarsa, bazen de okuyucularıyla bütünleşip okuyucuları gibi düşünüyorlar. Böyle yaptıklarının farkına bile varmıyorlar. Ve böyle yaparak okuyucularına karşı sorumluluklarına ve mesleklerine ihanet ediyorlar. Gazetecinin sadece devletten değil, okuyucunun şartlanmışlığından kendisini arındırması, kendisini bundan kurtarması gerekir. Okuyucunun değişmek istemeyen yanı gerçeklerden rahatsız oluyor ama aynı okuyucunun farkına bile varmadığı değişim ihtiyacı da gerçeklerin onun ilgisini çekmesini sağlıyor. Cesaretle ve dürüstçe davranan gazeteci o tepkiyle birlikte o ilgiyi de çekiyor ve gazetecilik varlığını bu ikili gerginlik sayesinde sürdürüyor. Biliyorsunuz, Seymour Hersh, My-Lai katliamının iç yüzünü yazdı ve bu haberiyle Pulitzer kazandı. Size basit bir soru sorayım: Hersh, bu katliamı bilen tek gazeteci miydi yoksa bunu yayınlayan tek gazeteci miydi? Kesin cevabı bilmiyorum ama benim tahminim ilk bilen değil ilk yayınlayan gazeteci olduğudur. Böyle zorlu vakalarda bilgi genellikle tek gazetecide olmaz ama cesaret çoğunlukla böyle tek bir gazetecide, gazeteciliğin yüzde birinde görülür. İşte o yüzde bir de hayatı ve dünyayı değiştirir. Hersh ün o haberi, Amerikan halkının Vietnam savaşıyla ilgili algısının değişiminde büyük bir pay sahibidir. Hersh, devlet gibi düşünseydi, patron gibi düşünseydi, okuyucu gibi düşünseydi o haberi yayınlayamazdı, gazeteci gibi düşündü, gazeteci gibi davrandı ve bugün adı İstanbul un bir köşesinde bu cesareti sayesinde anılıyor. Gazeteciliğin yüzde doksan dokuzu unutulur, yüzde biri hatırlanır. 9

O yüzden, devletle, patronla, en önemlisi okuyucuyla çatışmayı göze alır gerçek gazeteci. Yüzde doksan dokuzunun gerçekleri sakladığı bir mesleğin yüzde biri olmak, karanlık bir odada çakılan bir kibrit gibi olmaktır, herkes seni görür. Karanlıkta yanan bir kibrit, aydınlıkta yanan bir projektörden daha parlaktır. Onun için kimsenin yazmaya cesaret edemediği gerçekleri yazan gazeteciler hemen fark edilir. Öfke toplar, tepki çeker ama unutulmaz olur. Bunu çok iyi biliyoruz, çünkü bugün bu konuşmayı karanlık bir odaya dönen bir toplumda yapmaktayız, gelişmiş ülkelerin yavaş yavaş geride bıraktığı o karanlığın ne olduğunu biz burada hâlâ en koyu biçimde yaşıyoruz. Gazeteciliğin en ağır baskılar altında olduğu bir dönemden geçiyor Türkiye. Tek bir eleştiri bile istemeyen bir hükümet var. Basının büyük bölümüne bizzat sahip. Sahip olmadıklarını ise çeşitli biçimlerde tehdit ediyor. Hoşuna gitmeyen gerçekleri yazanları vatan hainliğiyle suçluyor. Kendi çıkarıyla vatanın çıkarının aynı olduğunu söyleyen bir yönetim bu. Sadece yaptıklarından hoşnut olmadıkları gazetecileri değil, karılarının ya da kocalarının yaptıklarından hoşnut kalmadıkları gazetecileri bile işlerinden çıkartıyorlar. İşsiz gazetecilerin sayısı her gün artıyor. Yandaşlarını zengin edip, muhaliflerini açlığa mahkûm etmeye uğraşıyorlar. Çok ağır baskılar altında bugün Türk basını. Bizim basın, sihirbazların kazlarına benzer, ne kadar bastırırsanız bastırın o baskının altında ezilerek ve itiraz etmeden varlığını sürdürür, bugün de sürdürüyor. Yüzde doksan dokuzu alçakça davranıyor. Gerçekleri saklıyor, çarpıtıyor, gerçeği söyleyenlere saldırıyor. Ama burada da yüzde bir var. Karanlıkta bir kibrit gibi, etraflarını aydınlatıp gerçekleri söyleyebilmek için kendilerini tüketerek yanıyorlar. Onların ışığını görüyor, onların ışığıyla umutlanıyor, onların cesaretine ve dürüstlüğüne güveniyoruz. Epeyce uzayan bu konuşmayı bitirirken, dünyanın her yanındaki o yüzde biri, o koyu karanlıktaki alevleri, bir ışık yakmak için kendilerini de yakanları saygıyla ve minnetle selamlayıp, buraya gelip beni dinlemek nezaketini gösterdiğiniz için hepinize teşekkür ediyorum. 10