JOHN (ROBERT) FOWLES (1926-2005) İngiliz romancı, hikâyeci, şair ve denemeci. Fowles, mit ve gizemi gerçekçilik ve varoluşçu düşünceyle birleştiren romanlarıyla yüzyılın önemli yazarları arasına girmiştir. Gerilim romanı, Victoria dönemi romanı, ortaçağ öyküsü ve otobiyografi gibi geleneksel düzyazı biçimleriyle deneyler yapmış, bu biçimler aracılığıyla yirminci yüzyıl sanatını ve toplumunu yorumlamıştır. Fowles karmaşık durumlar ve efsane, sanat ve tarihten alınma unsurlarla dolu sahneler yaratan, anıştırma ve betimleme tekniklerini sık kullanan bir yazardır. Romanların anlatı yapısı güçlü, karakterleri canlı, inandırıcıdır. Bu karakterlerin çoğu toplumun genelgeçer kurallarının dışında yaşar; romanların dramatik gerilimi bu karakterlerin kendilerini yeniden değerlendirmelerini gerektiren can alıcı dönüm noktalarına ulaşmalarıyla sağlanır. Fowles un kadın kahramanları zeki ve bağımsızdır; erkek kahramanlar ise hayatlarındaki bulmacalara yanıt arayan, genellikle kararsız ve yalıtılmış durumdadırlar. Çoğu durumda aradıkları basit çözümleri bulamadıkları gibi, arayışları esrarın daha da artmasıyla sonuçlanır. Fowles her şeyi bilen Tanrı-yazar rolünü reddeder; bu tavrı, romanlarını okuru tatmin edecek finallerle bitirmeyi reddetmeyi de içerdiği için bazı okurlarını kızdırmıştır. Oysa Fowles yarattığı karakterlere kendi sınırları içinde seçme ve davranma özgürlüğü tanımanın yazar sorumluluğunun gereği olduğuna inanır. Bu uygulama, Fowles un, iradesini ve bağımsız düşüncelerini kullanarak topluma uyum göstermeye direnen ve böylece şansın hayat üzerindeki etkisini sınırlayan sahici insan anlayışına koşuttur. İlk romanı The Collector (1963; Koleksiyoncu, Çev. Münir Göle, Ayrıntı Yayınları, 2001) büyük bir ticari başarı kazanmış, kitap hakkında yapılan değerlendirmelerde hikâyenin Herakleitos tan alınan, Az yani seçkinler ile Çok yani kitleler arasındaki mücadele temasını işlediği vurgulanmıştır. Fowles bir düşünce metni olan ikinci kitabı The Aristos ta (1964; Aristos-Yaşam Üzerine Notlar, Çev. Serdar Rifat Kırkoğlu, Ayrıntı Yayınları, 2001) sanat, din, siyaset ve toplum hakkındaki düşüncelerine yer vermiştir. The Magus (1965; Büyücü, Çev. Meram Arvas, Ayrıntı Yayınları, 2006) labirentimsi yapısıyla Fowles un anlatı ustalığını gözler önüne serer. Yazımına 1952 de başladığı bu roman ilk kez 1965 te yayımlanmış, 1977 de yazarın yaptığı birçok üslup ve yapı değişikliğiyle tekrar yayımlanmıştır. 1969'da yayımlanan Fransız Teğmenin Kadını Fowles un en başarılı ve yenilikçi romanı olarak değerlendirilmiştir. The Ebony Tower (1974; Abanoz Kule, Çev. Aysun Babacan, Ayrıntı Yayınları, 2008) her biri bir sanat biçimiyle bağlantılı ve yaratım sürecinin bir yönüyle ilgili öykülerden oluşur. Daniel Martin (1977; Daniel Martin, Çev. Nuray Yılmaz, Ayrıntı Yayınları, 2012) bir adamın kendini arayışını konu alan, Fowles un deyişiyle duygusal anlamda otobiyografik bir romandır. Mantissa (1982; Mantissa, Çev. Aysun Babacan, Ayrıntı Yayınları, 2001) cinsellikten edebiyat kuramına bir dizi konuyu ele alır ve modern edebiyatta yazarın rolü üzerinde odaklanır. Akıl ile boş inanç, delilik ve doğaüstü, özgürlük ve rastlantı, bilim ve büyü gibi kavramların tartışıldığı, çarpıcı bir gerilim romanının ötesine uzanıp metafizik boyutlara da erişen son romanı A Maggot (1985; Yaratık, Çev. Serdar Rifat Kırkoğlu, Ayrıntı Yayınları, 2000) ise on sekizinci yüzyılda Shaker mezhebinin ortaya çıkışını konu edinir. Kendi yapıtlarının yazılış serüveninden toplumsal analizlere kadar çeşitli yazılar içeren en son yapıtı Wormholes (1998; Zaman Tüneli, Çev. Süha Sertabiboğlu, Ayrıntı Yayınları, 2004) ise makale ve söyleşilerinden oluşuyor. 1968 yılından itibaren Fowles İngiltere nin güneyinde, küçük bir liman kasabası olan Lyme Regis te yaşamıştır. Yaşadığı yerin yerel tarihine duyduğu ilgiden dolayı 1979 da Lyme Regis Müzesi nin kuratörlüğüne atanan Fowles, 7 Kasım 2005 te yaşama veda etti.
Ayrıntı: 120 Edebiyat Dizisi: 40 Fransız Teğmenin Kadını John Fowles Kitabın Özgün Adı The French Lieutenant's Woman İngilizce'den Çeviren Aslı Biçen Yayıma Hazırlayan Tuncay Birkan Son Okuma Mehmet Celep Gillon Aitken Associates Ltd. & John Fowles Panther Books/1971 basımından çevrilmiştir. Bu kitabın Türkçe yayım hakları Ayrıntı Yayınları na aittir. Kapak Tasarımı Arslan Kahraman Kapak İllüstrasyonu Sevinç Altan Kapak Düzeni Gökçe Alper Dizgi Esin Tapan Yetiş Baskı Kayhan Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No.: 244 Topkapı/İst. Tel.: (0212) 612 31 85 Sertifika No.: 12156 Birinci Basım 1995 Dokuzuncu Basım 2013 ISBN 978-975-539-075-8 Sertifika No: 10704 AYRINTI YAYINLARI Hobyar Mah. Cemal Nadir Sok. No: 3 Cağaloğlu İstanbul Tel.: (0212) 512 15 00 Faks: (0212) 512 15 11 www.ayrintiyayinlari.com.tr & info@ayrintiyayinlari.com.tr
John Fowles Fransız Teğmenin Kadını
EDEBİYAT DİZİSİ NIETZSCHE AĞLADIĞINDA/Irvin D. Yalom Ë KIZILAĞAÇLAR KRALI/Michel Tournier Ë AİLEDE BİR ÖLÜM/James Agee Ë KUTSAL BÖLGE/Carlos Fuentes Ë KALPSİZ AMANDA/Jurek Becker Ë 62-MAKET SETİ/Julio Cortázar Ë ÇARPIŞMA/J.G. Ballard Ë ÜÇLEME-Molloy-Malone Ölüyor- Adlandırılamayan/Samuel Beckett Ë DUR BİR MOLA VER/Tom Robbins Ë HIRSIZIN GÜNLÜĞÜ/Jean Genet Ë KÜÇÜK DEĞİŞİMLER/Marge Piercy Ë LILA/Robert M. Pirsig Ë ERGİNLİK YAŞI/Michel Leiris Ë AŞKSIZ İLİŞKİLER/Samuel Beckett Ë ESİRGEYEN GÖKYÜZÜ/Paul Bowles Ë YALANCI JAKOB/ Jurek Becker Ë DİVAN/Irvin D. Yalom Ë PORNOGRAFİ/Witold Gombrowicz Ë MERCIER İLE CAMIER/ Samuel Beckett Ë BİR ERKEĞE NASIL TECAVÜZ EDİLİR?/Märta Tikkanen Ë BENDENİZ VE MARCO POLO/Paul Griffiths Ë DOĞMAMIŞ KRİSTOF/Carlos Fuentes Ë RÜYA SAKİNLERİ/Iris Murdoch Ë HİÇ İÇİN METİNLER ve Uzun Öyküler/Samuel Beckett Ë DUYGU YOLCULUĞU/Laurence Sterne Ë BETTY BLUE/Philippe Djian Ë AĞAÇKAKAN/Tom Robbins Ë ANARŞİST/Tristan Hawkins Ë BAKAKAİ/Witold Gombrowicz Ë PORTNOY UN FERYADI/Philip Roth Ë 10 1/2 BÖLÜMDE DÜNYA TARİHİ/Julian Barnes Ë SUNİ TENEFFÜS/Ricardo Piglia Ë MANŞ ÖTESİ/Julian Barnes Ë ADA/Aldous Huxley Ë GÜLÜN MUCİZESİ/Jean Genet Ë MÖSYÖ/Jean-Philippe Toussaint Ë ÇİÇEKLERİN MERYEM ANASI/Jean Genet Ë BAŞUCU OĞLANI/Alison Fell Ë YARATIK/John Fowles Ë SENİ SEVMİYORUM/Julian Barnes Ë ZENCİLER/Jean Genet Ë TÜNEL/Ernesto Sábato Ë KARA PRENS/Iris Murdoch Ë KARNINDAN KONUŞANIN ÖYKÜSÜ/Pauline Melville Ë TANRI NIN AĞZINDAN EVRENİN HİKÂYESİ/Franco Ferrucci Ë HAYATIN VE AŞKIN YASALARI/Connie Palmen Ë KAHRAMANLAR VE MEZARLAR/Ernesto Sabato Ë KAYNAK VE ÇALI/Michel Tournier Ë CENNETE BİR KOŞU/J.G. Ballard Ë DİŞİ ADAM/Joanna Russ Ë FLAUBERT İN PAPAĞANI/Julian Barnes Ë ALDATMA/Philip Roth Ë KOKAİN GECELERİ/J.G. Ballard Ë ACABA NASIL?/Samuel Beckett Ë MANTISSA/John Fowles Ë KOLEKSİYONCU/John Fowles Ë BENJAMIN: DAR GEÇİTTEKİ AYDIN/Jay Parini Ë METEORLAR/Michel Tournier Ë ARKADAŞLIK/ Connie Palmen Ë AŞK VESAİRE/Julian Barnes Ë SİRİUS TAN GELEN KURBAĞA/Tom Robbins Ë BAYAN GULLIVER CÜCELER ÜLKESİNDE/Alison Fell Ë GELECEKTEN ANILAR/William Morris Ë BENİMLE TANIŞMADAN ÖNCE/Julian Barnes Ë İNGİLTERE İNGİLTERE YE KARŞI/Julian Barnes Ë İYİ İŞ/David Lodge Ë YİTİK RUHLAR IRMAĞI/Connie Palmen Ë TERAPİ/David Lodge Ë ÖLÜRKEN/Jim Crace Ë GÜZELLİK HIRSIZLARI/Pascal Bruckner Ë SÜPER KENT/J.G. Ballard Ë SISKA BACAKLAR/ Tom Robbins Ë BETON ADA/J.G. Ballard Ë İLK AŞK, SON TÖRENLER/Ian McEwan Ë GILLES İLE JEANNE/Michel Tournier Ë BİR KOMÜNİSTLE EVLENDİM/Philip Roth Ë KIZILDERİLİNİN ŞARKISI/ James Welc Ë SİNEMA MÜDAVİMİ/Walker Percy Ë KARANLIKLARIN EFENDİSİ/Ernesto Sabato Ë METROLAND/Julian Barnes Ë BİZİ NEDEN TERK ETTİN SAYIN BAŞKAN?/François Vigouroux Ë DÜŞÜNCE BALONLARI/David Lodge Ë MİLENYUM İNSANLARI/J.G. Ballard Ë MÜNECCİM KRALLAR/M. Tournier Ë BEYAZDAKİ KARA/Maggie Gee Ë KAYBOLUŞ/G. Perec Ë HINÇ AYLARI/P. Bruckner Ë LİMON MASASI/J. Barnes Ë BÜYÜCÜ/J. Fowles Ë GÜNDOĞUMUNA YOLCULUK/J. Barnes Ë OKLUKİRPİ/J. Barnes Ë FISKADORO/D. Johnson Ë HAYALETLERİN GÖÇÜ/P. Melville Ë ÖLEN HAYVAN/P. Roth Ë SICAK ÜLKELERDEN DÖNEN VAHŞİ SAKATLAR/Tom Robbins Ë PASTORAL AMERİKA/P. Roth Ë ABANOZ KULE/J. Fowles Ë ARTHUR VE GEORGE/J. Barnes Ë VAHŞET SERGİSİ/J. G. Ballard Ë VİLLA MEÇHUL/Tom Robbins Ë ASKER GRAMAFONU NASIL TAMİR EDER?/Sas a Stanis ić Ë FARMAKON/Dirk Wittenborn Ë NE KADAR İLERİ GİDEBİLİRSİN/D. Lodge Ë GERİYE UÇAN YABAN ÖRDEKLERİ/T. Robbins Ë BİR SAHTEKÂR OLARAK HAYATIM/P. Carey Ë İNTERNETTE BALIK AVLAMAK/Nasreen AKHTAR Ë LANCELOT/Walker Percy Ë ÖLÜ BİR DİLDE AŞK/Lee Siegel Ë VAHŞİ İNSANLAR/Dirk Wittenborn Ë GÜNEŞİ DURDURACAĞIZ/F. Bouillot Ë SHYLOCK OPERASYONU/Philip Roth Ë KAYBEDENLERİN BELLEĞİ/Michel Ragon Ë SAVAŞ ARTIĞI/ Ha Jin Ë YAZAR, YAZAR/D. Lodge Ë B, BİRA/Tom Robbins Ë EVE YÜZMEK/Rolf Lappert Ë HAFIZ DİVANI/Hafız-ı ŞiraziË KUZEYE GÖÇ MEVSİMİ/Tayeb Salih Ë OEGSTGEEST E DÖNÜŞ/Jan Wolkers Ë TURİNGİN HEZEYANI/Edmunda Paz Soldán Ë KOVBOY KIZLAR DA HÜZÜNLENİR/Tom Robbins Ë NABIZ/Julian Barnes Ë DANIEL MARTIN/John Fowles Ë HARABELERDE AŞK/Walker PercyË BAY BLANC/Roman Graf Ë HAVAALANI BALIKLARI/Angelika OverathË DAYICAN NAPOLYON/İyrec-i PézéşkzâdË HARMATTAN/Gavin Weston Ë BİR SON DUYGUSU/Julian BarnesË KAYIP KENTİN RADYOSU/Daniel AlarcónË MESNEVİ/Mevlânâ Celâleddini Rûmî
Her türlü özgürleşme, insan dünyasının ve insanın insanla ilişkilerinin onarılmasıdır. Marx, Zur Judenfrage (1844)
TEŞEKKÜRLER Thomas Hardy nin The Collected Poems inden yapılan alıntılar için Hardy Vakfı na ve Macmillan & Co. Ltd. e; The Death of President Kennedy den yaptığım alıntı için Bay William Manchester a ve Michael Joseph Ltd. e; The Ambidextrous Universe den biraz değiştirerek yaptığım alıntı için Sayın Martin Gardner ve The Penguin Press e; son olarak Human Documents of the Victorian Golden Age aldı kitabından üç uzun bölümü olduğu gibi aktarmama ve sayısız ayrıntı çalmama izin verdikleri için Sayın E. Royston Pike a ve Allen & Unwin Ltd. e teşekkür etmek isterim. Sayın Pike ın bu olağanüstü antolojisini, kitabımın ardındaki gerçekliği daha fazla öğrenmek isteyen her okura hararetle tavsiye ederim. J.F. Yazar ve yayımcı, bu hikâyenin son bölümünde sayfa karışıklığı olmadığını önemle belirtir.
1 Dikip batıya gözlerini Denizde bir noktaya Sert olsun olmasın rüzgâr Hep dururdu orada Büyülenmiş gibi; Sadece oraya Mıhlanırdı gözleri Başka yerde yoktu asla O noktanın sihri. HARDY, Bilmece Lyme Körfezi nde Lyme Körfezi İngiltere nin güney batıya uzanan bacağının altındaki en büyük gediktir en sert rüzgâr, doğu rüzgârıdır; 1867 Mart ının sonlarında, havanın böyle sert olduğu bir sabah, körfeze adını veren küçük ama tarihi Lyme Regis rıhtımında yürüyüşe çıkan çifti gören meraklı biri, onlar hakkında bir sürü isabetli tahminde bulunabilirdi. 7
Cobb mendireği en az yedi yüz yıllık bir alışkanlığın ceremesini çeker; çünkü, Lyme yerlileri ona bakınca pençe şeklinde denize uzanan eski, gri bir duvardan başka bir şey görmezler. Daha doğrusu, Atina daki Pire limanının küçücük bir kopyası gibi kasabanın epeyce dışında olduğu için kasabalı ona sırt çevirmiştir sanki. Gerçi, yüzyıllardır onu onarmak için bir sürü para döktükleri düşünülürse, ona neden içerledikleri anlaşılır. Ama işin maliyetiyle ilgilenmeyenler ya da daha seçici gözler için Cobb, Güney İngiltere kıyılarının kesinlikle en güzel rıhtımıdır. Hem de sadece, turistik kılavuzlarda yazdığı gibi, İngiltere tarihinin yedi yüz yılının kokusunu üzerinde taşıdığından, İspanya Armada sıyla savaşmaya giden gemiler buradan yola çıktığından, Monmouth buraya demir attığından değil... esas olarak halk sanatının eşsiz bir örneği olduğundan. Hem ilkel hem karmaşık, hem hantal hem zarif; bir Henry Moore ya da Michelangelo heykeli gibi ustalıklı kıvrım ve oylumlarla dolu; saf, pürüzsüz, mükemmel, bir yontu şaheseri. Abartıyor muyum? Belki ama söylediklerimin doğruluğunu ölçebilirsiniz; çünkü anlattığım tarihten bu yana Cobb pek az değişti; oysa Lyme kasabasındaki değişiklikler pek de az değil, bu yüzden karadan tarafa bakarsanız bana haksızlık etmiş olursunuz. Eğer 1867 de o adamın da yaptığı gibi, kuzeye yani karaya dönseydiniz, gördüğünüz manzara uyumlu olacaktı. Bir düzine kadar evden oluşan pitoresk bir yığın ve küçük bir kayıkhane kızağında bir balıkçı teknesinin sandığa benzer kaburgası Cobb un karayla birleştiği yerde üst üste yığılmış. Yarım mil doğuda, meyilli otlakların ötesinde, Lyme ın kendisinin kamış ve arduvaz kaplı damları; en parlak günlerini ortaçağda yaşamış olan ve o zamandan beri gerilemekte olan bir kasaba. Halk arasında Ware Commons diye bilinen, kasvetli, kurşuni tepeler batıda, Monmouth un bir gaflet anında girdiği çakıllı kumsaldan başlayarak dimdik yükseliyordu. Onların üzerinde ve gerisinde, karanın epeyce içlerinde yoğun ağaçlarla kaplı başka tepeler yükseliyordu. Bu açıdan bakıldığında Cobb, son istihkâm gibi duruyor; batının o vahşi, aşındırıcı sahil şeridinin önüne dikilmiş. Bu konuda da söylediklerimin doğruluğu ölçülebilir. O 8
zamanlar o tarafta hiç ev yoktu, şimdi de birkaç rüküş plaj kabini dışında durum aynı. O meraklı kişi ki, böyle biri vardı bu ikisinin yabancı olduklarını, zevkli insanlar olduklarını ve sadece sert bir rüzgârın onları Cobb un keyfini çıkarmaktan alıkoyamayacağını tahmin edebilirdi. Öte yandan, teleskobu daha iyi ayarlayınca, onları buraya deniz mimarisinden çok, ortak bir yalnızlığın çektiğini ve dış görünüşlerine bakarak da çok ince bir zevkleri olduğunu anlayabilirdi. Genç hanım son modaya göre giyinmişti; çünkü 1867 de başka bir rüzgâr daha esmekteydi: Kadınlar kabarık etek ve geniş kenarlı şapkalara başkaldırmaya başlamıştı. Teleskopta göze çarpan erguvan rengi etek neredeyse cüretkâr denebilecek kadar dardı. Eteğin boyu için de cüretkâr denebilirdi; çünkü zengin yeşil palto ile yere nazlı nazlı basan siyah botların arasından iki beyaz bilek rahatça görünüyordu; fileli topuzun üzerine, kenarına bir tutam beyaz tüy iliştirilmiş o münasebetsiz küçücük, yassı şapkalardan oturtulmuş: Lyme daki yerli hanımların en azından bir yıl daha giymeye cesaret edemeyecekleri bir şapka modeli; daha uzun boylu olan adam ise, kusursuz, açık gri bir kostüm giymiş, şapkası elinde, favorilerini İngiliz erkeği modası konusunda ahkâm kesenlerin bir iki yıl önce hafif kaba yani gülünç ilan ettiği tarzda fena halde kırpmış. Genç hanımın giysisinin renkleri bugün bize biraz fazlaca cafcaflı gelebilir; ama o zamanlar dünya, anilin boyalarının icadının ilk tatlı sancılarını çekmekteydi. Hem zaten kadın dünyası da, davranışlarında katlanması beklenen kısıtlamaları telafi edercesine, kullandığı renklerde ağırbaşlılık değil, parlaklık arıyordu. Ama kara, kıvrımlı dalgakıranın üzerinde duran diğer kişi bizim teleskopçuyu bile şaşkına çevirirdi. Tam en uçta duruyor, iskele babası gibi kullanılan, tersyüz edilmiş bir topa yaslanıyordu. Karalara bürünmüştü. Rüzgâr giysilerini savuruyordu ama o hiç kıpırdamadan, denize bakıyor bakıyordu; taşrada sıradan bir günün olağan bir parçasından çok, efsanevi bir şeye, boğulanlar anısına dikilmiş canlı bir anıta benziyordu. 9
2 O sene (1851) İngiltere de yapılan nüfus sayımına göre, on yaşını aşmış 8.155.000 kadın, buna karşılık 7.600.000 erkek vardı. Bu da açıkça göstermektedir ki; Viktorya çağında yaşayan bir kızın kaçınılmaz yazgısı bir eş ve anne olmaksa da erkeklerin sayısı buna elvermiyordu. E. ROYSTON PIKE, Viktorya Altın Çağından İnsan Belgeleri Açacağım gümüş yelken kaçacağım buradan Açacağım gümüş yelken kaçacağım buradan Vefasız yârim ağlayacak, vefasız yârim ağlayacak Vefasız yârim ağlayacak ardımdan. BATI YÖRESİNDEN HALK ŞARKISI: Sylvie Yolda Giderken 10
Tina hayatım, Neptün e sadakatimizi gösterdik. Artık ona sırtımızı dönsek bizi bağışlar herhalde. Sende de hiç şövalye ruhu yok. Bu da ne demek şimdi kuzum? Hazır etrafta kimse yokken, kolumu biraz daha tutmak isteyeceğini sanırdım. Ne kadar da hassasız. Londra da değiliz artık. Yanılmıyorsam Kuzey Kutbu ndayız. Uca kadar yürümek istiyorum. Bunun üzerine adam yüzünde yapmacık bir umutsuzluk ifadesiyle dönüp sanki son kez görüyormuş gibi karadan yana baktı; sonra çiftimiz Cobb üzerindeki yürüyüşlerini sürdürdü. Geçen perşembe babamla aranızda ne geçtiğini bilmek istiyorum. Teyzen o tatlı akşamın en ufak ayrıntılarını bile ağzımdan kerpetenle aldı zaten. Kız durup adamın gözlerinin içine baktı. Charles! Bak Charles, benden başka herkese istediğin komikliği yapabilirsin. Ama bana o yapış yapış esprilerinden yapma. Ama hayatım, böyle yapmazsam kutsal evlilik bağı bizi birbirimize nasıl yapıştıracak? Şu berbat espri anlayışını kulüpteki arkadaşlarına sakla. Soğuk bir tavırla yürümeyi sürdürüp Charles ı da yürümeye zorladı. Bir mektup aldım. Ben de bundan korkuyordum. Annenden mi? Bir şeyler olduğunu biliyorum... tam şarap içerken. Charles cevap verene kadar birkaç adım yürüdüler, bir an için ciddileşecek gibi oldu ama sonra vazgeçti. İtiraf etmeliyim ki saygıdeğer babanla aramızda ufak bir felsefi anlaşmazlık çıktı. Çok ayıp etmişsin. Ben sadece dürüst davranmaya çalışmıştım. Peki tartışmanın konusu neydi? 11
Baban Bay Darwin in hayvanat bahçesinde bir kafes içinde sergilenmesi gerektiğini söyledi. Maymunlar bölümünde. Bense Darwin in savunduğu görüşlerin arkasındaki bazı bilimsel tezleri açıklamaya çalıştım. Başaramadım. Et voilà tout. * Bunu nasıl yaparsın, hem de babamın bu konudaki fikirlerini bildiğin halde! En saygılı hallerimi takınmıştım. Yani en kötü hallerindeydin. Dedelerinin maymun olduğunu düşünen bir adamla kızının evlenmesine izin vermeyeceğini söyledi. Sanırım bir süre düşündükten sonra dedemin en azından soyluluk unvanı olan bir maymun olduğunu hatırlayacaktır. Kız ona bakıp başını sitemle öte yana çevirdi; endişelendiğini göstermek isteyince hep böyle yapardı: Şimdi de izdivaçlarının önündeki en büyük engelin bu durum olduğunu düşündüğü için endişeleniyordu. Babası çok zengin bir adamdı ama dedesi manifaturacıydı, Charles ın dedesiyse bir baronetti. Charles gülümsedi ve sol koluna hafifçe tutunan eldivenli eli sıktı. Bir tanem, meseleyi kendi aramızda hallettik ya, yeter. Babandan çekinmen çok yerinde bir davranış. Ama ben onunla evlenmiyorum. Hem benim bilim adamı olduğumu unutuyorsun. Bir monografi yazdığıma göre öyle olmalıyım. Eğer böyle gülersen ben de bütün zamanımı fosillere adar, seninle hiç ilgilenmem. Fosilleri kıskanmaya hiç niyetim yok. Hınzırca sustu. Çünkü en azından bir dakikadır fosillerin üzerinde yürüdüğün halde bakmaya bile tenezzül etmedin. Charles birden yere bakıp hemen çömeldi. Cobb un bazı bölümleri, üzerinde fosil olan taşlarla döşelidir. Vay canına, şuna bak! Certhidium portlandicum. Bu taş Portland daki kireçtaşı ocaklarından gelmiş olmalı. Seni ömrün boyunca o taş ocaklarında çalışmaya mahkûm edeceğim; eğer hemen ayağa kalkmazsan tabii. Charles gülümseyerek boyun eğdi. Ne dersin, seni buraya getirmekle iyi etmemiş miyim? Şuraya bak! Duvara yanlamasına sokulmuş yassı taşların aşağı inen * (Fr.) Hepsi bu kadar. (ç.n.) 12
kaba saba bir merdiven oluşturduğu yere götürdü Charles ı. Jane Austen in İkna romanında Louisa Musgrove u düşürttüğü basamaklar bunlar işte... Ne romantik. Erkekler de romantikmiş... o zamanlar. Şimdiki erkekler de bilimsel, öyle mi? Bu belalı yerden inecek miyiz? Dönüşte. Yeniden yürümeye başladılar. Ancak o zaman Charles yolun sonunda duran kişinin cinsiyetini anladı, daha doğrusu fark etti. Şu işe bak, ben de onu balıkçı sanmıştım ama kadınmış değil mi? Ernestina gözlerini kıstı; o pek güzel gri gözleri miyop olduğundan, gördüğü kara bir şekilden ibaretti. Genç mi? Bu kadar uzaktan anlaşılmıyor. Ama ben kim olduğunu tahmin ettim. Zavallı Trajedi olmalı. Trajedi mi? Takma isim. Ona takılan isimlerden biri. Diğerleri neler? Balıkçılar ona çok kaba bir ad takmışlar. Tina hayatım, lütfen çekinme! Ona, Fransız Teğmenin... Kadını diyorlar. Anladım. Toplumdan dışlandığı için günlerini burada geçiriyor yani, hı? Biraz... deli. Hadi dönelim. Yanına gitmek istemiyorum. Durdular. Charles gözlerini karaltıya dikmişti. Ama meraklandım. Kimmiş bu Fransız Teğmen? Deniyor ki o adama... Âşık mı olmuş? Daha kötüsü. Adam onu terk mi etmiş? Çocuk filan var mı? Yok. Galiba çocuk yok. Hepsi dedikodu. Peki orada ne yapıyor? Onun dönmesini bekliyormuş, öyle diyorlar. 13
Ama... ona bakan kimse yok mu? Yaşlı Bayan Poulteney in yanında çalışıyor. Biz ziyarete gittiğimizde hiç görünmez. Ama orada oturuyor. Hadi dönelim. Onu görmedim. Ama Charles gülümsüyordu. Eğer üstüne atlarsa seni savunarak ne kadar şövalye ruhlu olduğumu kanıtlarım. Gel! Toptan bozma iskele babasına yaslanmış duran kadına biraz daha yaklaştılar. Bonesini çıkarmış, elinde tutuyordu; saçlarını siyah mantosunun içine sımsıkı sokmuştu: mantosu son kırk yıl içinde moda olmuş olan herhangi bir kadın mantosundan çok bir binici ceketini andırıyordu. O da kasnaklı etek giymemişti; ama bunun, en son Londra modasını izlediğinden değil de, unutkanlıktan kaynaklandığı aşikârdı. Artık yalnız olmadığını anlasın diye Charles yüksek sesle, basmakalıp bir şeyler söyledi, ama kadın dönüp bakmadı bile. Charles la Ernestina, profilden kadının yüzünü ve bakışlarının nasıl bir tüfek gibi ufka doğrultulduğunu görebilecekleri bir yerde durdular. Aniden rüzgâr sertleşince, Charles, Ernestina yı tutmak için beline sarılmak, kadın da iskele babasına daha sıkı tutunmak zorunda kaldı. Neden olduğunu kendisi de bilmeden, belki de Ernestina nın yüreğini ağzına getirmek için rüzgâr hafifler hafiflemez ileri atıldı Charles. Bakın bayan, sizi burada görüp de güvenliğiniz için endişelenmemek mümkün değil. Daha güçlü bir esinti... Kadın dönüp ona baktı; daha doğrusu bakışı onu delip geçmiş gibi geldi Charles a. O ilk karşılaşmadan sonra o yüzden aklında kalan, gerçekten de o yüzde olanlar değil, onun o yüzde bulmayı ummadığı şeyler oldu; çünkü, o çağda bir kadından ağır başlı, uysal ve utangaç bir görüntü sergilemesi beklenirdi. Charles birden yasak bölgeye girmiş gibi hissetti kendini; sanki Cobb, Tarihi Lyme Kasabasına değil de o yüze aitti. Ernestina nınki gibi güzel bir yüz değildi. Hiçbir devrin ölçülerine ya da zevklerine göre güzel sayılmazdı. Ama unutulmaz bir yüzdü, trajik bir yüz. Bir dağ kaynağından çıkan su gibi saf, doğal ve engel tanımazcasına fışkırıyordu hüzün bu yüzden. Hiçbir yapaylık, ikiyüzlülük, histeri, maske yoktu orada; hele 14
delilik hiç yoktu. Delilik uçsuz bucaksız denizde, uçsuz bucaksız ufuktaydı, böylesi bir hüzne yeterli sebep bulunamamasındaydı; kaynağın kendisi doğaldı da sırf bir çölden çıktığı için doğal gibi görünmüyordu sanki. Sonraları, tekrar tekrar, Charles bu bakışın bir mızrak olduğunu düşündü: Tabii böyle düşünmek yalnızca nesneyi değil insanın üzerinde bıraktığı etkiyi de tarif ediyor. Kendini o an zalim bir düşman gibi hissetti; mızrak onu delip geçmişti, böylesi küçük düşmeyi hak etmişti o. Kadın hiçbir şey söylemedi. Geriye bakışı en fazla iki üç saniye sürdü; sonra yine gözlerini güneye çevirdi. Ernestina, Charles ın kolunu çekti, o da omuz silkip gülümseyerek döndü. Karaya yaklaştıklarında, İşin içyüzünü anlatmasaydın keşke. Taşra hayatının kötü yanı da bu. Herkes herkesi tanıyınca ne gizem kalıyor ne de hayaller dedi. Bunun üzerine Ernestina onunla dalga geçti: Romanları aşağılayan bilim adamına ne olmuştu böyle? 15
3 Daha da önemlisi, yaşayan her yaratığın yapısının temeli kalıtıma bağlıdır; sonuçta her ne kadar bütün varlıklar doğadaki yerlerine tam olarak oturuyormuş gibi görünse de birçok yapının şimdiki hayat alışkanlıklarıyla doğrudan ilgisi yoktur. DARWIN, Türlerin Kökeni (1859) Akıllı bir adam bütün tarihimizi gözden geçirse, genç olmak için 1850 leri seçerdi. G. M. YOUNG, Bir Çağın Portresi Öğle yemeğinden sonra Beyaz Aslan Hanı ndaki odasına çekildiğinde Charles aynada yüzüne baktı. Düşünceleri anlatılamayacak kadar belirsizdi. Ama esrarlı öğeler içeriyordu; Cobb daki olaydan ziyade, Tranter Teyze nin verdiği yemekte söylediği önemsiz şeyler yüzünden, paleontolojinin doğal yeteneklerine uygun olup 16