Din, Bilim ve Felsefe İlişkisi Risale-i Nur Yaklaşımı

Benzer belgeler
Din, Bilim ve Felsefe İlişkisi Risale-i Nur Yaklaşımı

_MEYVENIN ÇEKİRDEĞİ AĞACIN ÇEKİRDEĞİN NE AYNDIR NE GAYRDIR..._

Risale-i Nur'da; sebeplerin tesirsiz olması...

Nefsini Bilen Rabbini Bilir

DUALAR DUANIN ÖNEMİ Dua

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

Gizlemek. أ Helak etmek, yok etmek أ. Affetmek. Açıklamak. ا ر اد Sahip olmak, malik olmak. Đstemek,irade etmek. Seçme Metnler 25

KUR AN-I KERİM II Yrd. Doç. Dr. Remzi ATEŞYÜREK

Onuncu Söz, Yedinci Hakikat hakkında bilgi verir misiniz?

tyayin.com fb.com/tkitap

Otuz Üçüncü Söz'ün Otuz Birinci Pencere'sini izah eder misiniz?

Değerli Kardeşim, Kur an ve Sünnet İslam dininin iki temel kaynağıdır. Rabbimiz in buyruklarını ve Efendimiz (s.a.v.) in mübarek sünnetini bilmek tüm

İsmi Tafdil. Alimde olan hilimden (yumuşaklıktan) daha güzel bir hilm hiçbir kimsede olmamıştır. Bu misalde ل الك ح lafzı, ismi tafdil olan

Fatiha Suresi'nin Tefsiri ve Faydaları

KUR AN HARFLERİNİN MAHREÇLERİ (ÇIKIŞ YERLERİ)

"Şimdi senin hayatının sureti ve tarz-ı vazifesi şudur ki,.." İnsanın hayatının sureti ve tarzı vazifesi ne demektir, izah eder misiniz?

KUR AN-I KERİM II Yrd. Doç. Dr. Remzi ATEŞYÜREK

İçindekiler. Kısaltmalar 11 Yeni Baskı Vesilesiyle 13 Önsöz 15

İsimleri okumaya başlarken- و ب س ي د ن ا - eklenmesi ve sonunda ع ن ه ر ض ي okunması en doğrusu.

(Dersini sabah namazından sonra yapmanı tavsiye etmekle birlikte, sana uygun olan en münasip bir vakitte de yapmanda bir sakınca yoktur.

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- nurdan mı yaratılmıştır? İlmî Araştırmalar ve Fetvâ Dâimî Komitesi

Question. Neden Hz İsa Ruhullah (Allah ın ruhu) olarak adlandırılmıştır? Yüce Allah ın kendi ruhundan. Peygamberi Âdem e üflemesinin manası nedir?

Kur an ın, şerî meseleleri ders verirken aynı anda tevhid dersi vermesi hakkında izahta bulunabilir misiniz?

Okul Öncesi İçin DUÂLAR SÛRELER. Melek BOZDOĞAN Murat BOZDOĞAN

Ayetlerin Mealleri: الله لا ا ل ه ا لا ه و ال ح ي ال ق ي وم لا ت ا خ ذ ه س ن ة و لا

Kur'an-ı Kerimde tevafuk mucizesi Kainatta tesadüf yok, tevafuk vardır

Hor görme, aşağılama, hakir kabul etme günahını ilk işleyen şeytandır.

Fatiha Suresi ve Meali

zeytinvearkadaslari.com

144. SOHBET ÖNEMLİ İMTİHAN: DİL

İçindekiler. Önsöz 11 Kısaltmalar 15

Peki, bu bayramın bizlere nasıl hediye edildiğini biliyor musunuz? Dilerseniz bu kıssayı hep birlikte hatırlayalım.

Kolay Yolla Kur an ı Anlama

İNSAN ALLAHIN HALİFESİ Mİ? (HALEF- SELEF OLAYI) Allah Teâlâ şöyle buyurur:

ON EMİR الوصايا لعرش

EK: Mucize Avcısı nı yayına hazırlarken, çok

REHBERLİK VE İLETİŞİM 1

BAZI AYETLER ÜZERİNE KÜÇÜK Bİ R TEFEKKÜR ( IV)

başlıklı bir dersine dayanarak vermeye çalışacağız.

Bayram hutbesi nasıl okunur? - İlyas Uçar - Ebû Rudeyha - Evvâh - Kişisel Bilgi Sitesi

Onuncu Söz, Mukaddime, Birinci İşaret hakkında bilgi verir misiniz?

ALLAH`I (C.C.) BİZE TANITAN ÜÇ BÜYÜK TARİF EDİCİ

5. Ünite 1, sayfa 17, son satır

TİN SURESİ. Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ. 3 Bu güvenli belde şahittir;

Kolay Yolla Kur an ı Anlama

HZ. PEYGAMBER (S.A.V) İN HOŞGÖRÜSÜ VE AFFEDİCİLİĞİ

Cenab-ı Hakk neden insanları yarattı, imtihan olmadan cennete gönderseydi olmaz mıydı, insanın Yaratılış Gayesi Nedir?

Borçlunun sadaka vermesinin hükmü

KAZA VE KADERE İMAN *

EV SOHBETLERİ. (Allah) her şeyi yaratmış, ona ölçü, biçim ve düzen vermiştir. (Furkan, 25:2)

Kur an-ı Kerim de şöyle bir ayet bulunmaktadır: Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki:

Öğretim İlke ve Yöntemleri 1

DUÂ-İ TERCÜMÂN-I İSM-İ Â ZAM DUÂ-İ İSM-İ Â ZAM

40 HADİS YARIŞMASI DİKKAT 47'DEN 55'E KADAR Kİ HADİSLERİN ARAPÇA METİNLERİ DÜZELTİLMİŞTİR. SINIFI 5-6,7-8 1-) 9-10,11-12 SINIFI 5-6,7-8 2-) 9-10

ه: د ع ل ض ب او ت ن ل ه ب م ذ ت خ أ إن ا م م كي ف ت ر ك ت د ق ي فإ ن يت للا س ن و با ك ت

şeyh Muhammed Salih el-muneccid

فضل صالة الرتاويح اسم املؤلف حممد صالح املنجد

ARAPÇADA İSİMLER. Sonu ref ile biten sözcüğe ref edilmiş anlamında merfû adı verilir. Ref alametleri:

Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuk Usulü II

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bundan önceki mektuplar gibi. bunu da büyük şeyhi Bakibillah'a yazmıştır.

bartin.diyanet.gov.tr/kurucasile

MUSKA VE NAZARLIK TAKMANIN HÜKMÜ

şeyh Muhammed Salih el-muneccid

İmam Tirmizi nin. Sıfatlar Hususundaki Mezhebi

NOT : İMAM-I RABBANÎ Hz. bu mektubu muhterem şeyhi Muhammed Bakibillah'a yazmıştır.

ORUCA BAŞLAMADA ASTRONOMİK HESABA MI GÜVENİLMELİ YOKSA HİLALİ GÖRMEK Mİ GEREKİR? İlmî Araştırmalar ve Fetvâ Dâimî Komitesi

Kur'an'da Kadının Örtüsü Meselesi - İlyas Uçar - Ebû Rudeyha - Evvâh - Kişisel Bilgi Sitesi

Cidde'de yaşayan ve hac için Mekke'den ihrama giren kimsenin hükmü. Muhammed Salih el-useymîn

REFERANS AYET: HİCR 87

Putperestler farklı varlıkları ve hadiseleri, değişik ilahlara isnat ettiler ve bütün bunları onlar yapıyor dediler.

Tatil kavramını araştırdığımız da tatil için şu anlamların verildiğini görürüz:

Dördüncü Sual: \"Bu Mahlûkatı Allah Yarattı. Öyleyse Allah'ı Kim Yarattı?\"

الصيام برؤية واحدة اسم املؤلف حممد بن صالح العثيمني

Birinci İtiraz: Cevap:

EĞER NEBİ MUHAMMED, BENDEN YAHUDİLİĞİ VE HIRİSTİYANLIĞI İNKÂR ETMEMİ İSTESE; YAHUDİLİĞİ VE HIRİSTİYANLIĞI İNKÂR ETMEM, MUHAMMED'İ İNKAR EDERİM

150. Sohbet TEVHÎDİN TARÎFİ VE MAHİYETİ (2/2)

Terceme : Muhammed Şahin

Kur an Kerim ayetlerinde ve masumlardan nakledilen hadislerde arş ve kürsî kavramlarıyla çok

şeyh Muhammed Salih el-muneccid

KUREYŞ SÛRESİ Nuzul 21 / Mushaf 106

Âyette belirtiliş ifadesiyle Allah a eş ve ortak koşma olan şirk bütün kâinata karşı büyük bir zulümdür.[1]

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şu an hayatta ve yeryüzünde hazır mıdır? Abdulkerim el-hudayr

Kur ân ve iman hakikatlerine ulaşmanın adresi

Melek BOZDOĞAN Murat BOZDOĞAN

ICERIK. Din kelimesinin sözlük anlami Din kelimesinin Kur an daki anlamlari Din anlayislari Dinin cesitleri Ayetlerle din

Hâmile kadın için haccın hükmü

EV SOHBETLERİ 135. Sohbet SOHBET BİZİ ALDATAN BİZDEN DEĞİLDİR! 1

kaza, hükmetmek, Terim anlamı ise kaza, yaratılması demektir.

Allah, ancak samimiyetle ve kendi rızası gözetilerek yapılan ameli kabul eder. (Nesâî, Cihâd, 24)

55. Sizi ondan (arzdan) yarattık, ve ona iâde ederiz ve bir kere daha ondan çıkarırız.

EHL-İ SÜNNET'İN ÜSTÜNLÜĞÜ.

ALLAH TEÂLÂ'YA ÎMÂN. Muhammed Şahin. ] تر [ Türkçe Turkish. Tetkik : Ümmü Nebil

Kur an şöyle buyurmaktadır: Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise oradaki,

Hz. Peygamber'in Tefekkürü

Ö zürsüz oruç tutmayan kimseye kaza gerekir mi? Muhammed b. Salih el-useymîn

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

1 MAYIS - 30 HAZİRAN RAMAZAN KAMPANYASI AFİYET OLSUN İSRAF OLMASIN.

تلقني أصول العقيدة العامة

Otuzüçüncü Söz. Otuzüç Penceredir. deyip, elimizi kaldıracağız? diyorlar.


Transkript:

Din, Bilim ve Felsefe İlişkisi Risale-i Nur Yaklaşımı Sempozyum Bildirileri 8-10 Mayıs 2015 Yüzüncü Yıl Üniversitesi İstanbul İlim ve Kültür Vakfı Van İlim ve Kültür Vakfı tarafından ortaklaşa düzenlenmiştir.

Van, 2016 Tüm yayın hakları anlaşmalı olarak Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yayınları na aittir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir; izinsiz çoğaltılamaz, basılamaz. ISBN: 978-975-7616-60-3 Yüzüncü Yıl Üniversitesi Yayınları - 60 Yayıncı Sertifika No: 21307 Kitabın Adı: Din, Bilim ve Felsefe İlişkisi Risale-i Nur Yaklaşımı Sempozyum Bildirileri Editör: Prof. Dr. İshak Özgel, Yrd. Doç. Dr. Rahmi Tekin Metin Editörü: Özlem Başboğa Yayına Hazırlayanlar: Hakan Gülerce, Celil Taşkın, İhsan Altıntaş Kapak Tasarım: Abdullah Kul İç Tasarım: Abdullah Kul Baskı Yeri ve Tarihi: İstanbul, Baskı ve Cilt: Mega Basım Sertifika No:12026

Kâinat Kitabını Okumada Determinizme Risale-i Nur Penceresinden Eleştirel Bir Bakış 217 KÂİNAT KİTABINI OKUMADA DETERMİNİZME RİSALE-İ NUR PENCERESİNDEN ELEŞTİREL BİR BAKIŞ Doç. Dr. Orhan KÜÇÜK Gümüşhane Üni. İİBF Öğretim Üyesi Öz Cenab-ı Hak kı bilmek, O nun Zat ını bilmenin gayrıdır. Akıl mahlûk olup halikını ihata edemediğinden, Bediüzzaman ın beyanıyla, halikımızı ancak ve ancak isim ve sıfatlarına bakarak tanımak mümkündür. Şu hâlde kâinat kitabı, bize tüm bu âlemlerin yaratıcısını gösteren, tanıtan, anlatan tekvini bir tarif edicidir. Determinizm, ahlaki seçimler dahil bütün olayların, özgür iradeyi ve insanın başka türlü davranabilmesi olanağını dışlayarak, önceden var olan nedenlerce belirlendiğini savunan bir kuramdır. Bu kuram; evrenin tümüyle ussal bir yapısı olduğu, dolayısıyla her şeyin önceden kestirilebileceği, beklendiği şekilde cereyan edeceği ve görünen âlemin her şeyi izah etmede yeterli olacağı görüşlerine dayanmaktadır. Kâinat kitabına bakıldığında, eşyanın sebepsiz de vücuda geldiği, sebeplerin sonucun yanında bulunma zorunluluğunu karşılayamadıkları, sebebin sonuç yanında çok önemsiz kaldığı gibi hususlara parmak basan Bediüzzaman, determinizmin hiçbir şekilde bilimle izah edilemeyeceğini ortaya koymuştur. Bu çalışmanın amacı, özellikle kâinat kitabını okuyarak marifetullaha kapı açacak olan insana yol gösterme adına, her şeyin nasıl bir Zat-ı Vahid-i Ehad tarafından yaratıldığını ve hiçbir gücün buna müdahale edemeyeceğini, Cenab-ı Hak kın sebepsiz de yaratmaya muktedir olduğunu ve sebeplerin hikmetini Risale-i Nur bakış açısıyla incelemek ve böylece materyalist anlamda determinizmin asla bilim ve mantıkla izah edilemeyeceğini ortaya koymaktır. Bunun için Risale-i Nur külliyatı genel olarak incelenerek Bediüzzaman ın bu konudaki değerlendirmeleri bir bütünlük içerisinde sunulacaktır. Anahtar Kelimeler: Bediüzzaman, determinizm, sebep, müsebbep, müsebbibül esbab

218 Din, Bilim ve Felsefe İlişkisi Risale-i Nur Yaklaşımı Sempozyum Bildirileri LOOKING AT DETERMINISM IN READING THE BOOK OF THE UNIVERSE FROM THE WINDOW OF THE RISALE-I NUR COLLECTION (LETTERS OF LIGHT) Since the mind itself has been created and therefore cannot conceptualize its Creator in full sense; it is only possible, in the words of Bediüzzaman, to know our Creator by considering His names and attributes. So, the Book of Universe is an authentic depicter, which shows, introduces and tells us about the Creator of the universe. Determinism is a hypothesis that excludes the possibility of behaving in another way at all events by human beings, including ethical selections, and bases the foundation of the human behaviors on pre-defined reasons. This hypothesis claims that the universe completely consists of a mental structure, and therefore, anything can be predicted before it happens, anything will happen as expected, and the visible realm is sufficient in explaining everything. When the Book of Universe is considered, it is observed that Bediüzzaman pointed out to some issues such as the things having been created without a reason as well as with a basic reason, the reasons not covering the necessity of being close to the results, and the reason becoming very unimportant when compared with the result, and demonstrated that determinism cannot be explained by science at all. The purpose of this study is to demonstrate how the Creator has created everything, and there is nobody to interfere with this, to explain that the Creator has the power to create everything without any reasons; to show the reasons of the causes in the creation with the viewpoint of the Risale-i Nur Collection (Letters of Light) and especially for the purpose of guiding the human being who will open the door leading to the knowledge of the Creator by reading the Book of Universe; and also to reveal that materialist determinism can never be explained with science and reason. For this purpose, the Risale-i Nur Collection will be examined in a general sense, and the viewpoints of Bediüzzaman will be presented in integrity. 1. Giriş İnsan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Ve bütün ulûm-u hakikiyyenin esâsı ve madeni ve nuru ve ruhu; Mârifetullah'tır. İnsan Rabbini mahiyetiyle bilemez, O nu ancak fiilleriyle, sıfatlarıyla ve isimleriyle tanıyabilir. Çünkü insan mahlûktur ve kendini yapanı kavrayamaz. Bu, onun idrak sınırlarını aşar. Görünen âlem tekvini bir kitaptır ve insan bu kitabı okuyarak Yaratanını tanıyabilir, kudretini ve azametini temaşa edebilir. Hikmet âlemi ve imtihan meydanı olan dünyada olaylar belli sırayla, belli vesilelere bağlı olarak veya beraber meydana gelmektedir. Tüm bunlar insanın

Kâinat Kitabını Okumada Determinizme Risale-i Nur Penceresinden Eleştirel Bir Bakış 219 dünyaya Cenab-ı Hak tarafından imtihan edilmek üzere gönderilmesi ile ilgilidir. Yoksa gözle görünen sebepler, eşyanın vücuda gelmesinde bizatihi söz sahibi değildir. Bediüzzaman sebeplerin yaratılması konusunda; Cenab-ı Hak kın esbab ve tabiatı dest-i kudretine perde yapmak suretiyle, izzetini muhafaza ettiğini beyan etmiştir. Ayrıca; sebeb, gâyet âdi, âciz ve ona isnad edilen müsebbeb ise, gâyet san atlı ve kıymetli olduğundan, sebebi azleder. ve Hem müsebbebin gayesi, faidesi dahi, câhil ve câmid olan esbabı ortadan atar diyerek, sebeplerin hiçbir şekilde söz sahibi olamayacağını ilmî usullerle ispat etmiştir. Bu çalışmada, sebeplerin sonuçları doğurduğu, sonuçların her halükârda ve başka bir güce bağlı olmaksızın sistematik olarak sebepler çerçevesinde meydana geleceği anlamında determinizmin mümkün olamayacağı, bunun akılla izah edilemeyeceği gerçeği, üç kategoride; varlık için bir Yaratıcı nın gerekliliği, sebeplerin hikmeti ve determinizm mümkün değildir başlıkları altında incelenmiştir. 2. Varlık İçin Yaratıcının Gerekliliği Bir şeyin, bu en küçük bir varlık, gözle görülemeyen bir canlı dahi olsa meydana gelebilmesi için bir yaratıcıya ihtiyaç vardır. Bir iğnenin bile ustasız olmayacağını ifade eden Bediüzzaman, aynı zamanda bir şeyin var olması için dört ihtimalin olacağını belirtmekte, eğer üçü imkân harici olursa o zaman dördüncü alternatifi kabul etmek lazım geldiğini beyan etmektedir. Bu yollardan birincisi sebeplerin bir araya gelerek eşyayı meydana getirmeleridir. Bu muhaldir çünkü akıl ve şuur sahibi olmayan sebepler gerekli ve belli miktarda, bir ilacı oluşturan eczalar gibi bir araya gelemezler ve maddi sebepler, eşyanın içine nüfuz edemezler. İkinci yol kendi kendine meydana gelmedir. Eşyanın kendi kendine meydana gelebilmesi için, her birinin aklı, şuuru, iradesi olması, birbirinin hem yapan hem de yapılanı olması gerekir. Bu da akıldan uzaktır. Üçüncü yol eşyanın tabiatında var olması dense o zaman da görünen sebeplerin de sonradan yaratılmış olduğu gerçeği, bu iddiayı çürütür. Her şeyin tabiatı, her şey gibi mahlûktur; çünkü sanatlıdır ve yeni oluyor. Hem her müsebbeb gibi, zâhirî sebebi dahi masnu dur. Ve madem her şeyin vücudu,

220 Din, Bilim ve Felsefe İlişkisi Risale-i Nur Yaklaşımı Sempozyum Bildirileri pek çok cihazat ve âletlere muhtaçtır. O hâlde, o tabiatı icat eden ve o sebebi halk eden bir Kadîr-i Mutlak var. Dolayısıyla tek bir yol kalıyor o da; kudretli bir Yaratıcı nın sebep gibi görünenlerle birlikte sebep olunanları ve bildiğimiz bilmediğimiz tüm eşyayı yarattığı gerçeğidir. (Nursi, Lem alar: 187). Bu Yaratıcı nın aynı zamanda tek ve eşsiz olması gereklidir. Çünkü; Hakimiyet müdahaleyi reddeder. Cenab-ı Hak tüm âlemlerin yaratıcısı olarak, her şeyi bizzat kendisi yaratır, tek ve yekta olarak hiçbir elin müdahalesine izin vermez. Böyle bir şeyin olması, O nun ferdiyetine, ehadiyyetine ve vahdetine zarar verir, Zat-ı Uluhiyyetine (haşa) halel getirir. Bediüzzaman bu konuyu şöyle değerendirmektedir: Hâkimiyetin şe ni müdahaleyi reddetmektir. Hattâ en ednâ bir hâkim, bir me mur; daire-i hâkimiyetinde oğlunun müdahalesini kabul etmiyor. Hattâ hâkimiyetine müdahale tevehhümiyle, bazı dindar padişahlar, Halife oldukları hâlde, mâsum evlâdlarını katletmeleri, bu redd-i müdahale kanunu nun hâkimiyette ne kadar esaslı hükmettiğini gösteriyor. Bir nahiyede iki müdürden tut, tâ bir memlekette iki padişaha kadar, hâkimiyetteki istiklâliyetin iktiza ettiği men-i iştirâk kanunu tarih-i beşerde çok acib herc ü merc ile kuvvetini göstermiş. Acaba âciz ve muavenete muhtaç insanlardaki âmiriyet ve hâkimiyetin bir gölgesi, bu derece müdahaleyi reddetmeyi ve başkasının müdahelesini men etmeyi ve hâkimiyetinde iştirâk kabul etmemeyi ve makamında istiklâliyetini nihayet taassubla muhafazaya çalışmayı gör.. sonra, hâkimiyyet-i mutlaka, Rubûbiyyet derecesinde; ve âmiriyyet-i mutlaka, Ulûhiyyet derecesinde; ve istiklâliyyet-i mutlaka, Ehadiyyet derecesinde; ve istiğnâ-yı mutlak, Kadiriyyet-i mutlak derecesinde bir Zât-ı Zülcelâl de, bu redd-i müdahale ve men-i iştirâk ve tard-ı şerik, ne derece o hâkimiyyetin zarurî bir lâzımı ve vâcib bir muktezası olduğunu kıyas edebilirsen et. (Nursi, Asa-yı Musa: 169). Yaratıcı, öyle bir yapıcı olmalıdır ki; O nun kudreti Zat ından olsun ve O na acz ilişemesin. Yoksa bir şeyin yapılması başka şeylere mani olabilir, küçüğü yapan büyüğü yapamayabilir, aynı anda farklı yerlerde birden fazla iş yapılamaz. Oysa bunların örneklerini, aynı anda farklı işlerin görüldüğünü, büyük küçük küreler ve zerrelerin nasıl tek elden yapıldığını, bir anda çok uzak menzillerde farklı mahiyetlerdeki işlerin nasıl bizzat meydana geldiklerini gözümüzle her an görüyoruz. Maahaza, şerik hadd-i zâtında mümteni dir. Bir ferdinin vücudu mümkün değildir. Çünki kudret-i kâmilenin tesiri gayr-ı mütenahîdir. Şerik olduğu takdirde, kudretin tesiri mahdud olur. Mütenahî olmadığı hâlde mütenahî

Kâinat Kitabını Okumada Determinizme Risale-i Nur Penceresinden Eleştirel Bir Bakış 221 olur, inkıtaa uğrar. Bu ise, birkaç cihetten muhaldir. Öyle ise istiklal ve infirad, uluhiyet için zâtî hassalardır. ve keza külfet ve uğraşmak da yoktur. Çünki kudret Sâni in zâtına zâtîdir, arazî değildir. Acz, kudretine tahallül edemez. Kudretin bir lem asına zerreler, şemsler mütesavidir. Büyük, küçükten ağır ve zahmetli değildir. Ve keza hayat, vücud, nur gibi şeylerin zâhir ve bâtınları şeffaf olduğundan, icadları zamanında, vesait-i esbab altında kudretin tasarrufu görünür. Evet hayatın vaziyetlerine ve derecelerine dikkat edilirse, kudretin tasarrufu görünür. (Nursi, Mesnevi-i Nuriye: 58). Yaratıcı'nın gerekliliği konusunda bir husus da akla yatkınlıktır. Kâinatta görünen her şeyi tek bir kudret sahibinin yaratmış olması, çok sayıda sebebin devreye girerek müdahale etmelerine göre daha kolay ve akla daha yatkındır. Çünkü vâcibe daha kolay olur. Meselâ, bir adamdan birkaç şeyin sudûru, birkaç adamdan bir şeyin sudûrundan daha ehvendir. Meselâ bal arısının hilkati, kudret-i İlahiyeye isnad edilmezse nihayetsiz müşkilât olur. Maahazâ, vâhidin kesrete yaptığı vaziyet ve maslahatı, kesret çok meşakkatlerden sonra yapabilir. Meselâ, bir kumandanın pek çok neferlere verdiği intizam vaziyeti, o neferlere verilse sühuletle yapamazlar. Demek Hâlık-ı Vâhid e yapılan isnadda, zâhiren bu d ve garabet varsa da esbab ve kesrete edilen isnadda, muzaaf olarak müteselsil muhaller vardır. Şöyle ki: Her bir zerrede, Vâcib-ül Vücud un sıfatlarını farzetmek lâzım geliyor. Çünki nakıştaki kemal, san attaki hüsün o sıfatları ister. Hem şirketi kabul etmeyen vücub hakkında, gayr-ı mütenahî şeriklerin farzı lâzımdır. Hem her bir zerrenin, bütün zerrelere hem hâkim-i mutlak, hem mahkûm-u mutlak olması lâzım geliyor. Çünki nizam ve intizam öyle ister. Hem her bir zerrede, ihatalı bir şuur, tam bir ilim lâzımdır. Çünki zerreler arasında tesanüd ve müvazene vardır. Bu tesanüd ve müvazene ise ilim ile olur. İşte, eşyayı esbaba isnad etmekte bu kadar muhaller vardır. Amma sahib-i hakikî olan Vâcib-ül Vücud a isnad edildiği vakit, o zerreler şöyle bir vaziyete girerler ki, şemsin cilvelerine, timsallerine, lem alarına mazhar olan su katreleri gibi; kudret-i ezeliyenin nuranî tecellisine, cilvelerine, lem alarına o zerreler de mazhar olup, sahib-i kudretin izniyle, gayr-ı mütenahî olan ilim ve iradesiyle, o zerrelerde teşekkülât ve terkibat yapılır. Binaenaleyh kudret-i ezeliyenin bir lem ası kudretin hâsiyetine mâlik olduğundan, esbabın binler lem asından ve esbabın sultanından daha tesirlidir. Çünki bunda tecezzi ve inkısam vardır, kudret-i ezeliyede ise yoktur. (Nursi, Mesnevi-i Nuriye: 59). Bu konuda ifade edilebilecek bir husus da, Allah ın yardımcıya ihtiyaç duymayacağı realitesidir. Allah, varlığı, kudreti, marifeti, sanatı ve tüm hususiyetleri, hiçbir güce bağlı olmadan kendinden olan, dolayısıyla hiçbir şekilde kendisine aczin arız olamadığı, yaparken, süslerken, hayat verirken hiçbir yardımcıya ihtiyaç duymayan, noksandan münezzeh, kusurdan Müberra, her türlü eksiklikten ve ihtiyaçtan doygun, aynı zamanda

222 Din, Bilim ve Felsefe İlişkisi Risale-i Nur Yaklaşımı Sempozyum Bildirileri hâkimiyetini kimseyle paylaşmayacak bir Vahid-i Ehad-ü Samed dir. Bu, O nun Allah olmasının lazımıdır. Allah ancak böyle olur. Helva gibi yenemez, Güneş gibi Ay gibi kaybolamaz. 3. Sebeplerin Hikmeti Cenab-ı Hak tüm eşyanın, semavat ve arzın Yaratıcısı olmakla beraber, bir kısım hikmetlerini anlayabildiğimiz kadarıyla, eşyanın var edilmesinde belli sebepler var etmiş, insanı da bu sebeplere yönlendirmiştir. Bu durum, kendisi de bir sebep olan insanda, imtihan sırrının bir cilvesi olarak yanlış değerlendirmelere sebep olabilmiştir. Fakat imtihanı kazanacak olanlar, akledenler, tefekkür edenler ve kâinat kitabını doğru okuyanlar gerçek yaratıcıyı ne kadar karmaşık olursa olsun tüm sebeplerin arkasından bulmuş, çıkarmış ve tek şükür merkezi, tek ubudiyet makamı ve tek dua, yakarış ve arz-ı hal mercii olarak kabul etmişlerdir. Burada sebeplerin yaratılmasının bir kısım hikmetleri, Risale-i Nur dan istifade edebildiğim kadarıyla sıralanmıştır. 3.1. Sebepler İmtihan Sırrının Bir Sonucudur İnsan dünyaya imtihan olunmak, Rabbi ni tanıyarak O na ibadet etmek üzere gönderilmiştir. Eğer çevresinde gördükleri sebepsiz ve doğrudan Allah ın kudretiyle var edilse, ibadet etmeyen veya Cenab-ı Hak kın rızası dairesinde hareket etmeyenler peşin ceza görseler o zaman imtihan sırrı ortadan kalkar, iyi ile kötü, Bediüzzaman ın ifadesiyle Ebubekir gibi elmas ruhlar ile Ebu Cehil gibi kömür ruhlar ayırt edilmezdi. 3.2. Sebepler Olumsuzlukları Kendi Üzerine Çeker Hastalıklar ve ölüm meleği gibi sebepler şikâyetlerin Cenab-ı Hak ka gitmemesini sağlar. Hatta Azrail in (as) kulların benden şekva eder hitabına, hastalıkları seninle onlar arasına perde yaparım hitab-ı ilahisi Risale-i Nur da latifeli bir tarzda beyan edilmektedir. Bunun yanında sebepler, görünürdeki bazı kusurların Cenab-ı Hak ka verilmemesini, Yüce Yaratıcı ya kusur atfedilmemesini sağlar. Çünkü görünürde bazı eksiklikler ve kusurlar, hikmet ve kudret sahibi Allah ın izzet ve kemali ile örtüşmez. Evet o hâlde; Hastalıklar birer perdedir, Azrail de (as) bir perdedir. Evet izzet ve azamet ister ki, esbab perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında; tevhid ve celâl

Kâinat Kitabını Okumada Determinizme Risale-i Nur Penceresinden Eleştirel Bir Bakış 223 ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden... (Nursi, Mesnevi-i Nuriye: 10-11). 3.3. Hikmet Dairesinde Sebeplere Müracaat Esastır Sebepler birer perdedir ve onları bu mahiyette yaratan da yine Halik-ı Arz ve Semavat tır. Bu bakımdan sebeplere riayetsizlik de Allah a karşı bir nevi saygısızlık olarak değerlendirilebilir. Sebeplere müracaat etmeyi fiili duaya benzeten Bediüzzaman, şu değerlendirmeyi yapmaktadır: Demek iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareyni iktiza eder. Fakat yanlış anlama. Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs ise, bir nevi dua-i fiilî telakki ederek; müsebbebatı yalnız Cenab-ı Hak tan istemek ve neticeleri ondan bilmek ve ona minnettar olmaktan ibarettir. (Nursi, Sözler: 314-315). 3.4. Sebeplerin Güzel Gösterilmesi Cenab-ı Hak, sebeplere müracaatı güzel göstermiştir. Her bir sebebe ayrı bir güzellik takmıştır. Bu, hem insanları sebeplere yönlendirmesinin ve imtihan sırrının bir şubesi hem de Sani-i Hakîm in güzelliğinin, süsleyiciliğinin, kendini şuur sahibi olan arzın halifesi insana sevdirmek istemesinin bir göstergesidir. Bu konuda Bediüzzaman; Hem müsebbebin yüzündeki tezyinat ve meharetler, kendi kudretini zîşuurlara bildirmek isteyen ve kendini sevdirmek arzu eden bir Sâni -i Hakîm e işaret eder. (Nursi, Sözler: 681) demektedir. Burada bir işin yapılmasında bizzat tesir sahibi olmak değil, aracı olmak, vesile olmak durumu söz konusudur. Cenab-ı Hak bir işi murad etti mi, istemeyenler eliyle de yaptırabilir. Bu bakımdan sebeplere fazla takılmamak, haddinin fevkinde değer vermemek fakat bütün bütün de gözden kaçırmamak gerekir. Ölçüsünde bir teşekkür sebeplere takdim edilmelidir. Bu konuda Efendimiz (sav) yine bize en güzel rehber olmuşlardır. Şöyle ki; Kim kendisine yapılan bir iyiliğe karşı, bunu yapana: Allah sana hayırlı mükâfat versin derse, teşekkürü en mükemmel şekilde yapmış olur (Canan, age. C5/10, s. 11) buyurmuştur.

224 Din, Bilim ve Felsefe İlişkisi Risale-i Nur Yaklaşımı Sempozyum Bildirileri 3.5. Sebeple Müsebbeb Arasında Esmâ-i İlahiyye Yıldız Gibi Tulû Eder İnsan bu dünyaya Allah ı bilmek ve ibadet etmek üzere gönderilmiş, Allah ı da ancak isim ve sıfatlarını okuyarak tanıyabilecek mahiyette yaratılmıştır. Hikmet âlemi olan dünyada işler, sebepler dairesinde vücuda gelmekte fakat sebeple müsebbep arasında mesafe o kadar uzun olmaktadır ki, biraz dikkatli bakıldığında ikisinin arasından Esma-i İlahiye okunmaktadır. Bu durumu Bediüzzaman Yedinci Sırr-ı Belagât te şöyle izah etmektedir: sebebler çendan nazar-ı zâhirîde ve vücudda müsebbebat ile muttasıl ve bitişik görünür. Fakat hakikatta mabeynlerinde uzak bir mesâfe var. Sebebden müsebbebin icadına kadar o derece uzaklık var ki; en büyük bir sebebin eli, en edna bir müsebbebin icadına yetişemez. İşte sebeb ve müsebbeb ortasındaki uzun mesâfede, Esmâ-i İlahiye birer yıldız gibi tulû eder. Matla ları, o mesâfe-i mâneviyedir. Nasıl ki zâhir nazarda dağların daire-i ufkunda semânın etekleri muttasıl ve mukarin görünür. Hâlbuki daire-i ufk-u cibâlîden semânın eteğine kadar, umum yıldızların matla ları ve başka şeylerin meskenleri olan bir mesâfe-i azîme bulunduğu gibi; esbab ile müsebbebat mabeyninde öyle bir mesâfe-i mâneviye var ki, îmânın dürbünüyle, Kur anın nuruyla görünür. (Nursi, Sözler: 422-423). 4. Determinizm Mümkün Değildir Risale-i Nur Külliyatı bütün olarak ele alındığında iman hakikatlerini asrın fehmine uygun olarak izah eden bir eserdir ve temel davası tüm tesirleri reddetmek, Hâkim-i Mutlak ın uluhiyetini ve rububiyetini ihsas etmektir. Sebeplere bir tesir gücü vermenin makul olmayacağının her eserde izah edildiği Risale-i Nur Külliyatı na bakıldığında açıkça şu görülmektedir: sebepler şuursuzdur, bazı sonuçlara nüfuz edemez, bazı sonuçların yanında bulunamazlar. Bunun yanında sebepsiz vücuda gelme vardır ve Hz. Adem ile Hz. İsa örneklerinde olduğu gibi sonucun var olması için sebeplere ihtiyacı yoktur. Bu başlıkta Bediüzzaman ın determinizmin mümkün olamayacağına ilişkin değerlendirmeleri ele alınmaya çalışılmıştır. 4.1. Determinizm, Gerçekte Allah ı Reddetmenin Adıdır Determinizm, materyalist düşüncede olanlar tarafından Yaratıcı'yı inkâr etmenin bir yolu olarak kullanılmakta, sebep sonuç ilişkileri çerçevesinde hadiselerin gerçekleştiği öne sürülmektedir. Bazen de safiyane sebeplere tesir

Kâinat Kitabını Okumada Determinizme Risale-i Nur Penceresinden Eleştirel Bir Bakış 225 verilebilmekte, bunun ne mahsuru olabilir? düşüncesi öne sürülebilmektedir. Oysa hikmet âleminin kuralları dışında başlı başına hiçbir sebep gerçek anlamda bir tesir sahibi veya yapıcı olamaz, yardımcı görevi üstlenemez. Çünkü; başka güce ihtiyaç duymama, tek ve eşsiz olma, yaratıcı olmanın lazımıdır. Bunlarsız yaratıcı olmaz. Bediüzzaman bu konuda şöyle bir tesbitte bulunmaktadır. Maahaza, icadın esbaba isnadında lâyüadd külfet, garabet olmakla beraber pek çok muhalata zemin teşkil ediyor. (Nursi, Mesnevi-i Nuriye: 93-94). * Her bir zerrede Vâcib-ül Vücud un sıfatlarının farzı lâzımdır. * Uluhiyette gayr-ı mütenahî şeriklerin iştiraki lâzım gelir. * Her bir zerrenin hem hâkim hem mahkûm olması lâzım gelir. Kubbeli binalarda birbirine dayanmakla düşmekten kurtulan taşlar gibi. * Şuur, irade ve kudret gibi sıfatların her zerrede bulunması lâzım gelir. Çünki hüsn-ü san at bu sıfatları iktiza eder. 4.2. Şükür Mahlûkata Bırakılamaz Ubudiyet düzeyindeki bir teşekkür, mahlûka bırakılamaz. Cenab-ı Hak insana verdiği nimetlerden ötürü bütün ubudiyet, dua, istiaze ve istianeyi bizzat kendisine yapmamızı istemekte, açık veya gizli şirk veya şirk anlamına gelebilecek her türlü tavır ve düşünceden men etmektedir. Bediüzzaman bu konuyu şu şekilde izah etmektedir (Nursi, Asa-yı Musa: 168-171): Şu kâinatın Hâlik-ı Hakîm i, kâinatı bir ağaç hükmünde halk edip, en mükemmel meyvesini zîşuur ve zîşuurun içinde en câmi meyvesini insan yapmıştır. Ve insanın en ehemmiyetli, belki insanın netice-i hilkati ve gaye-i fıtratı ve semere-i hayatı olan şükür ve ibadeti; o Hâkim-i Mutlak ve Âmir-i Müstakil, kendini sevdirmek ve tanıttırmak için kâinatı halkeden O Vâhid-i Ehad, bütün kâinatın meyvesi olan insanı ve insanın en yüksek meyvesi olan şükür ve ibadetini başka ellere verir mi? Bütün bütün hikmetine zıd olarak, netice-i hilkati ve semere-i kâinatı abes eder mi? Hâşâ ve kellâ... Hem hikmetini ve Rubûbiyyetini inkâr ettirecek bir tarzda mahlûkatın ibadetlerini başkalara vermeye rıza gösterir mi, hiç müsaade eder mi? Hem hadsiz bir derecede kendini sevdirmeyi ve tanıttırmayı ef aliyle gösterdiği hâlde, en mükemmel mahlûkatının şükür ve minnettarlıklarını, tahabbüb ve ubûdiyetlerini başka esbaba vermekle, kendini unutturup, kâinattaki makasıd-ı âliyesini inkâr ettirir mi?

226 Din, Bilim ve Felsefe İlişkisi Risale-i Nur Yaklaşımı Sempozyum Bildirileri 4.3. Sebeplerin Yetersizliği Sebepler, bir şey vücuda gelirken çoğunlukla gerekli olmakta, hatta olmaması durumunda sonuç yine çoğunlukla gerçekleşmemektedir. Fakat sonuçları sebeplere bağlamak, tüm tesiri sebeplere vermek akılcı görünmemektedir. Çünkü sebepler olmadan da sonuçlar gerçekleşebilmekte, sebepler sadece gözle görülen sonuçlar için bile zayıf düşmektedir. 4.4. Sebeplerin Kesilmesi Âlemin nihayetinde sebepler kesileceği gibi, halihazırda sebepler geçerli iken müssebbep yani sebep olunanlar son bulabilmektedir. Tohum varken filiz olmayabilmekte, meyve veren ağaç neslini devam ettirme bir tarafa kendisi dahi kurumaktadır. Sebeplerin kesilmesine rağmen eşyanın vücuduna devam etmesi determinizmin olamayacağına en önemli delillerden biridir (Nursi, Sözler: 685). 4.5. En Güçlü Sebebin Acziyeti Zahire bakıldığında akıl ve şuur sahibi, halife-i arz olan insan oldukça güçlü, icat etmeye, bir şey yapmaya, kendinden bir sonuç ortaya koymaya münasip veya müstaid gibi gözükmektedir. Oysa en güçlü sebep olarak görülen insan bile acz ve fakr ile donatılmış, tüm canlılar içinde ihtiyacı en fazla ve ihtiyaçlarını karşılama noktasında eli en kısa olandır. Birtakım güzellikler kendisinde gözükebilir fakat bunlar insanın kendi malı değildir, Cenab-ı Hak kın onda görünen tecellileridir. Kendinde gaflete de yol açan bu sır, insanda insanın lehinde ve aleyhinde cereyan eden işlere müdahalesinin olamaması ile kolayca anlaşılabilir. Efendimiz (sav) de bu konuda gafletten Allah a (cc) sığınarak; Allahım beni و ال ذ ى ن ف س م ح م د ب ي د ه etmiş, benim gözümde bana küçük göster! diye dua diyerek kendisinin bile nefsinin hakimiyetine sahip olmadığını, Cenab-ı Hak kın kudretinde olduğunu söyleyerek bize yol göstermiştir. Cenab-ı Hak kın, insanın zayıf cüz-i iradesini irade-i külliyesine bir şart-ı adi yaptığını (Nursi, Sözler: 468) belirten Bediüzzaman da bu konuda şu tespitte bulunmaktadır: Esbab içinde, bilbedâhe en eşrefi ve ihtiyarı en geniş ve tasarrufatı en vasi, insandır. İnsanın dahi en zâhir ef al-i ihtiyariyesi içinde en zâhiri; ekl ve kelâm ve fikirdir. Yâni: Yemek, söylemek, düşünmektir. Şu yemek,

Kâinat Kitabını Okumada Determinizme Risale-i Nur Penceresinden Eleştirel Bir Bakış 227 söylemek, düşünmek ise gâyet muntâzam, acib, hikmetli birer silsiledir. O silsilenin yüz cüz ünden, insanın dest-i ihtiyarına verilen ancak bir cüz üdür. Meselâ: Yemekten, bedenin tegaddi-i hüceyratından tut, tâ semeratın teşekkülüne kadar olan silsile-i ef al içinde, insanın dest-i ihtiyarına verilen yalnız ağızdaki dişlerin değirmenini tahrik edip onu çiğnemektir. Ve söylemek silsilesinden yalnız meharic-i huruf kalıplarına, havayı sokup çıkarmaktır. Hâlbuki ağzında bir tek kelime, bir çekirdek gibi iken, bir ağaç hükmündedir. Hava içinde milyonlar aynı kelime gibi meyveler verir. Milyonlarla dinleyenlerin kulaklarına girer. Bu misâlî sünbüle, insandaki hayalin eli ancak yetişebilir. İhtiyarın kısacık eli, nasıl yetişir? Mâdem esbab içinde en eşrefi ve en ziyade ihtiyar sahibi olan insan, böyle hakikî icaddan eli bağlansa, sâir cemadat ve behimat ve anasır ve tabiat; nasıl hakikî mutasarrıf olabilirler? Yalnız o esbab, birer zarftır ve masnuat-ı Rabbâniyeye bir kılıftırlar ve hedâya-yı Rahmâniyeye birer tablacıdırlar. Elbette bir padişahın hediyesinin kabı veya hediyeye sarılan mendil veyahut hediye eline verilip getiren nefer, o padişahın saltanatına şerik olamazlar. Ve onları şerik tevehhüm eden, saçma bir hezeyan eder. Öyle de esbab-ı zâhiriye ve vesait-i suriyenin, rubûbiyet-i İlahiyeden hiçbir cihette hisseleri olamaz. Hizmet-i ubûdiyetten başka nasibleri yoktur. (Nursi, Sözler: 608). Bir başka yerde de; Evet insan kâinatın en eşrefi ve esbab içinde ihtiyarı en geniş olduğu hâlde, ef al-i ihtiyarîsi içinde yemek ve içmek gibi en âdi bir fiilinde, yüz cüz ünden ancak bir cüz ü insana ait olabilir. Esbabın sultanı olan insan, böyle eli bağlı, tesirsiz olursa öteki esbab-ı camide ne halt edebilir? İşte kâinat şu hakikatten tebarüz eden vücud ve vahdet lisanıyla demektedir. yu tilavet eder. (Nursi, Mesnevi-i Nuriye: 57-59) ا لل ه ال ا له ا ال ه و 4.6. Yaratan İçin Az-Çok Farksızdır Cenab-ı Hak halik-ı arz ve semavat unvanıyla, büyük küçük, ulvi süfli her şeyi yaratandır. Hiçbir şey O nun izni dairesinden çıkamaz, O na rağmen olamaz. Aynı zamanda yaratmak konusunda hiçbir güce ihtiyacı olmayıp yaratmasında tek, az veya çok fark etmediğinden bir kısım işleri başka ellere havale etmesi de imkân dışıdır. Bediüzzaman bu hususu da harika bir biçimde izah etmiştir. Yani, ihata edilen cüz iyat ve küll ve külliyatın içinde bulunan ferdler ve tohumlar ve çekirdeklerin, ihata eden büyük külliyata nispetleri, güya küçücük numune ve gayet ince yazı ile çok küçük kıtada yazılmış aynı küll ve külliyatın misalleridir. Öyle ise, ihata eden külliyat, o cüz iyat Halikının kabzasında ve tamamen tasarrufunda bulunmak lazımdır. Ta, ilminin mizanlarıyla ve ince kalemleriyle o büyük muhitin kitabını,

228 Din, Bilim ve Felsefe İlişkisi Risale-i Nur Yaklaşımı Sempozyum Bildirileri o küçücük yüzer kıtalarda, defterlerde derc edebilsin. Hem ihata edilen ecza ve cüz iyatın muhit ile nispetleri, temsilleri, güya süt gibi muhitlikten sağılmış katreler veya biri o muhiti sıkmış, o noktalar ondan akmış. Mesela, kavun çekirdeği, onun umum etrafından sağılmış bir katre veya o kitap tamamen içinde yazılmış bir noktadır ki, fihristesini, listesini, programını taşıyor. Madem böyledir, elbette o cüz iyat ve katreler ve noktalar ve fertler Saniinin elinde, o muhit küll ve külliyat bulunmak elzemdir. Ta, hikmetinin hassas düsturlarıyla o fertleri, katreleri, noktaları ondan sağsın. Demek bir tek tohumu, bir tek ferdi yaratan, elbette o büyük küll ve külliyat ve onları ihata eden ve onlardan çok büyük olan diğer külliyatları ve cinsleri yaratan yine Odur, başka olamaz. Öyle ise, bir tek nefsi yaratan, bütün insanları yaratabilir. Ve bir tek ölüyü dirilten, haşirde bütün cin ve ins ölülerini diriltebilir ve diriltecek. İşte, (Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir. (Lokman/ 28) ayetinin hükmü ve davası gayet kati parlak bir surette hak ve ayn-ı hakikat olduğunu gör. (Nursi, Şualar: 575). 4.7. Sebeplerin Varlığı Kendinden Değildir Her sebep olunanın, sonucun veya müsebbebin sebebi, yani ona aracı olan veya vesile olanlar, bir yanlış anlaşılmayla yapıyor gibi görülseler bile, aslında kendilerinin varlığı kendilerinden olmayıp sonradan yaratıldıklarından, gerçek anlamda yapıcı olamazlar. Bediüzzaman bu konuda yine enfes misaller paylaşmaktadır. (Nursi, Asayı Musa: 168). Ey esbabperest ve tabiata tapan bîçare adam! Mâdem her şeyin tabiatı, her şey gibi mahlûktur, çünki san atlıdır ve yeni oluyor... Hem her müsebbeb gibi, zâhirî sebebi dahi masnû dur. Ve mâdem her şeyin vücudu, pek çok cihazat ve âletlere muhtaçtır. O hâlde, o tabiatı îcad eden ve o sebebi halkeden bir Kadîr-i Mutlak var. Ve o Kadîr-i Mutlak ın ne ihtiyacı var ki âciz vesâiti, Rubûbiyyetine ve îcadına teşrik etsin, Hâşâ! Belki doğrudan doğruya müsebbebi, sebeb ile beraber halkederek, cilve-i esmâsını ve hikmetini göstermek için, bir tertip ve tanzim ile zâhirî bir sebebiyet, bir mukarenet vermekle eşyadaki zâhirî kusurlara, merhametsizliklere ve noksaniyetlere merci olmak için, esbab ve tabiatı dest-i kudretine perde etmiş; izzetini o suretle muhafaza etmiş. Acaba bir saatçi, saatin çarklarını yapsın; sonra saati çarklarla tertip edip tanzim etsin, daha mı kolaydır, yoksa hârika bir makineyi, o çarklar içinde yapsın; sonra saatin yapılmasını o makinenin câmid ellerine versin, tâ saati yapsın, daha mı kolaydır? Acaba imkân haricinde değil midir? Haydi o insafsız aklınla sen söyle..sen hâkim ol! Veyahut bir kâtib; mürekkeb, kalem, kâğıdı getirdi. Onunla kendi bizzat o kitabı yazsa, daha mı kolaydır.. yoksa; o kâğıd, mürekkeb, kalem içinde, o kitabdan daha san atlı, daha

Kâinat Kitabını Okumada Determinizme Risale-i Nur Penceresinden Eleştirel Bir Bakış 229 zahmetli..yalnız o tek kitaba mahsus olarak bir yazı makinesi îcad etsin; sonra o şuursuz makineye: Haydi sen yaz desin de kendi karışmasın, daha mı kolaydır? Acaba yüz defa yazıdan daha müşkil değil midir? 4.8. Standart Olmayan Eşya Sebepler, örneğin tabiat, bir makine gibi değerlendirilse, aynı türden ve standart ürün çıkarması, her bitkinin, kuşun, insanın birbirinin aynısı olması gerekir. Oysa tüm insanlar birbirinden farklıdır, hiçbir parmak izi birbirinin aynısı değildir. Risale-i Nur da bu konu yine temsil dürbünüyle açıklanmaktadır. Nakkaş-ı Ezelî, hadsiz kudretiyle nihayetsiz cilve-i esmâsını, her vakit tazelendirmekle ayrı ayrı şekilde göstermek için, eşyadaki teşahhusları ve hususî sîmâları öyle bir surette halk etmiştir ki; hiç bir mektub-u Samedânî ve hiçbir kitab-ı Rabbânî, diğer kitabların aynı aynına olamıyor. Alâküllihal, ayrı mânaları ifade etmek için, ayrı bir simâsı bulunacak. Eğer gözün varsa, insanın Sîmâsına bak, gör ki: Zaman-ı Âdemden şimdiye kadar, belki ebede kadar, bu küçük simâda, âzâ-yı esâside ittifak ile beraber her bir simâ, umum simâlara nisbeten, her birisine karşı birer alâmet-i fârikası var olduğu kat iyen sâbittir. Bunun için her bir simâ, ayrı bir kitabdır. Yalnız san atın tanzimi için ayrı bir yazı takımı ve ayrı bir tertib ve te lif ister. Ve maddelerini hem getirmek, hem yerleştirmek ve hem de vücuda lâzım olan her şeyi dercetmek için, bütün bütün başka bir tezgâh ister (Nursi, Asa-yı Musa: 168). 4.9. Sonuçta Azim Faydaların Ortaya Çıkması Sebeplerin bir araya gelmesi ile o kadar azim faydalar ortaya çıkar ki; şuursuz sebeplere bu sonucun bağlanması akıl kârı değildir. * Elhasıl: Sebeb, gâyet âdi, âciz ve ona isnad edilen müsebbeb ise, gâyet san atlı ve kıymetli olduğundan, sebebi azleder. * Hem müsebbebin gayesi, faidesi dahi, câhil ve câmid olan esbabı ortadan atar, bir Sâni-i Hakîm in eline teslim eder. Meselâ: Bir salkım üzümün yapılması için ince, camid bir dal ve bir cam parçasında şemsin timsalini tersim için küçük bir delikten ziyanın geçmesi ve bir evi tenvir için bir kibrit tavassut ediyor. Ve bu gibi basit esbab altında yapılan o azîm ve garib işlerde kudretin tasarrufu gündüz gibi görünmesi aşikârdır. Ve keza esbab-ı zâhiriye pek basit, mahdud, fakir, camid, şuursuz, iradesiz ve kanunlar kısmı da itibarî, mevhum şeylerdir. Müsebbebatta bulunan hârika nakışlar, zînetler, garib ve acib san atların o gibi kıymetsiz esbab ile kat iyen münasebetleri yoktur. Binaenaleyh meselâ bedenin

230 Din, Bilim ve Felsefe İlişkisi Risale-i Nur Yaklaşımı Sempozyum Bildirileri hüceyratındaki nizamlı, intizamlı teşekkülâtı, ekmek yemesine; ve kuvve-i hâfızada yazılan gayr-ı mahdud muntazam nakışları, kulaktaki ve baştaki telafife; ve konuşmakta, tefekkürde, harflerin teşekkülâtına ve suver-i zihniyenin husulüne, lisan ve zihnin hareketleri gibi esbaba isnadları ahmakçasına bir hükümdür. Ancak o gibi müsebbebat, gayr-ı mütenahî bir kudret ile bir ilim ve bir iradeyi iktiza ediyorlar. Bu hakikate binaen sabittir ki, kevn ve vücudda müessir-i hakikî, ancak kudreti gayr-ı mütenahî bir Hâlık-ı Kadîr dir. Esbab ise bahanelerdir, vesait de perdelerdir. (Nursi, Mesnevi-i Nuriye: 58). 4.10. Sebeplerin Kendi Güçlerinin Üzerindeki İşleri Yapmaları Bu konu ile ilgili bir husus da; gözümüz önünde gördüğümüz eşyanın, kendi gücünün çok üzerindeki görevleri yerine getirmeleridir. Bu durum açıkça bu varlıkların bu işleri kendi başlarına yapmadıklarını göstermektedir. Bediüzzaman bu konuda: her bir şey, bir Kadîr-i Ezelî nin vücûb-u vücûduna iki cihetle şehadet eder: Biri: Tâkatının binler derece fevkinde vazifeleri görmekteki acz-i mutlak lisaniyle o Kadîr in vücuduna şehadet eder. İkincisi: Her bir şey, nizam-ı âlemi teşkil eden düsturlara ve müvazene-i mevcudatı idame eden kanunlara tatbik-i hareket etmekle, o Alîm-i Kadîr e şehadet eder. demekte ve hadiseyi iki yönüyle ortaya koymaktadır. Örnek olarak da zerre gibi bir câmid, arı gibi küçük bir hayvanın, örümcek ve bülbül gibi hayvanatın Kitab-ı Mübin in mühim ve ince mes eleleri olan nizam ve mîzanı bilemeyeceğini paylaşmakta, bir و ا ن م ن ش ي ء ا ال ي س ب ح ب ح م د ه sırrını, nin bir و س ع ت ر ح م ت ه ك ل ش ي ء hads-i îmanî ile nin bir hakikatını, ا ا م ر ه ا ذ ا ا ر اد ش ي ئ ا ا ن ي ق ول ل ه ك ن ف ي ك ون nun bir düsturunu, nun bir nüktesini anlarsın. demektedir ف س ب ح ان ال ذ ى ب ي د ه م ل ك وت ك ل ش ي ء و ا ل ي ه ت ر ج ع ون (Nursi, Lem alar: 126). 4.11. Sebeplerin Tesirlerine Bir Had Konulmuş Olması Kâinata bakıldığında ağaçlarda, böceklerde ve bitkilerde bir yayılma, her tarafı kuşatma ve istila etme temayülü görünmektedir. Fakat bu yayılma veya istilanın, görünmeyen bir elle tayin edilmiş olan bir hududu vardır ve istila orada durur, daha fazla gidemez. Eğer sebeplere kalsa yayılma devam eder, tüm âlemi sarardı. Fakat anlaşılıyor ki; her şeye sözü geçen bir Kadir-i Alim-i Hakîm vardır. Ağaçların dallarının büyümesinde de takdir edilmiş hudutlara riayet gözlenmektedir.

Kâinat Kitabını Okumada Determinizme Risale-i Nur Penceresinden Eleştirel Bir Bakış 231 4.12. Tabiat Kanunu Denen Adetullah tır Çevremizde meydana gelen bazı olaylar için tabiat kanunu ifadesinin kullanıldığına şahit olmaktayız. Oysa tabiat kanunu dedikleri şey Adetullah tır, Allah ın kanunlarıdır, Sünnetullah tır. Bediüzzaman bu hususa, havas ve hâsiyetler dahi kudretin tecelliyatına ve lem alarına isim ve unvanlardır. Hem kanunlar ve nevamis denilen şeyler, ancak ilim ile irade ve emrin enva a olan tecellilerinin isimleridir. Evet kanun emirdendir, namus iradedendir. İşte kâinat müsebbebatın lisanıyla ا لل ه ال ا له ile Hâlık-ı Hakikî yi ilân ediyor (Nursi, Mesnevi-i Nuriye: 58) diyerek ا ال ه و parmak basmaktadır. 4.13. Birlikte Meydana Gelme Esbab-ı zâhiriyeyi perestiş edenleri aldatan; iki şeyin beraber gelmesi veya bulunmasıdır ki, iktiran tabir edilir, birbirine illet zannetmeleridir. Hem bir şeyin ademi, bir nimetin madum olmasına illet olduğundan, tevehhüm eder ki: O şeyin vücudu dahi, o nimetin vücuduna illettir. Şükrünü, minnetdarlığını o şeye verir, hataya düşer. Çünki bir nimetin vücudu, o nimetin umum mukaddematına ve şeraitine terettüb eder. Hâlbuki o nimetin ademi, bir tek şartın ademiyle oluyor. Meselâ: Bir bahçeyi sulayan cetvelin deliğini açmayan adam, o bahçenin kurumasına ve o nimetlerin ademine sebeb ve illet oluyor. Fakat o bahçenin nimetlerinin vücudu, o adamın hizmetinden başka, yüzer şeraitin vücuduna tevakkufla beraber, illet-i hakikî olan kudret ve irade-i Rabbaniye ile vücuda gelir. İşte bu mağlatanın ne kadar hatası zâhir olduğunu anla ve esbab-perestlerin ne kadar hata ettiklerini bil! Evet iktiran ayrıdır, illet ayrıdır. Bir nimet sana geliyor; fakat bir insanın sana karşı ihsan niyeti, o nimete mukarin olmuş; fakat illet olmamış. İllet, rahmet-i İlahiyedir. Evet o adam ihsan etmeyi niyet etmeseydi, o nimet sana gelmezdi. Nimetin ademine illet olurdu. Fakat mezkûr kaideye binaen; o meyl-i ihsan, o nimete illet olamaz. Ancak yüzer şeraitin bir şartı olabilir. Bediüzzaman bu konuda talebelerine, kendi üstadlığı ve talebelerin yazıya yardım etmeleri hususunda, birbirine iktiran etmiş, birbirinin illeti olamaz. Ben size teşekkür değil, belki sizi tebrik ediyorum. Siz de bana minnetdarlığa bedel, dua ve tebrik ediniz. demiştir. (Nursi, Mesnevi-i Nuriye: 173-174). 5. Sonuç Yapılan incelemeler ışığında inkâr edenlerin veya bir şekilde yaradılışı ya da olayların gelişmesini sebeplere bağlayanların anlayamadıkları (?) birkaç

232 Din, Bilim ve Felsefe İlişkisi Risale-i Nur Yaklaşımı Sempozyum Bildirileri husus olabileceği değerlendirilmiştir. Bunlar şu şekilde ifade edilebilir. * Aynı anda çok sayıda iş yapılıyor. * Aynı anda farklı yerlerde işler oluyor. * Kâinatta meydana gelen her bir işin başlı başına yapılması bile halife-i arz ve eşref-i mahlûkat olmasına rağmen insana ağır geliyor. * Peşpeşe gerçekleşen, zahiren birbirini etkileyen olaylar var. * Bir arada meydana gelen işler oluyor. * İnsanın cüz i bir iradesi var. Kendine ve çevresine tam sözü geçmese de eşyaya belli ölçüde tesir edebiliyor, bu müdahaleyi gözünde büyütüyor. * Bitki ve ağaç gibi şuursuz ama insana fayda sunan sebeplere, ilgili faydayı elde etmek için belli ölçüde hizmet ediliyor. Bu ve benzer durumlar, insanların aldanmalarına neden olabilmekte veya bu sebepler gözde büyütülerek sebeplere bir güç, bir tesir verilmekte, ya da bu yolla insanlar aldatılarak inançtan uzaklaştırılmaya çalışılmaktadır. Oysa sebepler bir hikmet eseri olarak var edilmiş, insanın dünyaya imtihan için gönderilmesinin bir şubesi olan, eksiklik ve zahiri çirkinliklerin Yaratıcı ya verilmesinin önüne geçecek ince bir latife, beraberinde gabi veya inkârcı akılları şirke düşürebilecek bir sırdır. Dolayısıyla eşyanın sebeplere bağlı olarak vücuda gelmesi mümkün değildir, her şeyi sebebi ve sonucuyla birlikte yaratan bir Yaratıcı zorunludur. Nedensellik ise akıl dışıdır. Çünkü; sebepler şuursuzdur, bazı sonuçlara nüfuz edemez ve bazı sonuçların yanında bulunamazlar. Beraberinde sebepsiz vücuda gelme vardır. Hz. İsa örneğinde olduğu gibi sonucun var olmak için sebeplere ihtiyacı yoktur. Yine sebeplerin her bir araya gelişinde aynı sonuç çıkmamakta ve sebep ile sonuç aynı büyüklükte olmayabilmektedir. Yani bu sebeplerin bir araya gelmesi ile bu sonucun çıkması mümkün değildir. Kâinatta görülen ve sebep sonuç ilişkisi anlamında determinizmle açıklanmaya çalışılan düzen aslında bir kanunlar bütünüdür. Determinizmin mümkün olamayacağına ilişkin Risale-i Nurdan tespitler aşağıda sıralanmıştır. * Determinizm, gerçekte Allah ı reddetmenin adıdır. * Şükür mahlûkata bırakılamaz. * Sebepler, sonuçlar için yetersiz kalmaktadır.

Kâinat Kitabını Okumada Determinizme Risale-i Nur Penceresinden Eleştirel Bir Bakış 233 * Sebeplerin kesilmesine rağmen sonuçlar sürmektedir. * En güçlü sebep dahi acizdir. * Yaratan için az-çok farksızdır. * Sebeplerin varlığı kendinden değildir * Standart olmayan eşya söz konusudur. * Sonuçta azim faydalar ortaya çıkmaktadır. * Sebeplerin kendi güçlerinin üzerindeki işleri yapmaları söz konusudur. * Sebeplerin tesirlerine bir had konulmuştur, onun ötesine geçemez. * Tabiat kanunu denen, gerçekte adetullah tır. * Birlikte meydana gelme vardır. Bu ifade edilenler ışığında; Allah ın hikmet âlemi olarak yarattığı dünyada belli sonuçları belli sebeplere bağladığı yani bir sebep sonuç ilişkisinin Cenab-ı Hak kın belirlediği çerçevede var olduğu, bu sebeplere müracaat ederek sonuçlara ulaşılması konusunda yol gösterdiği, özendirdiği, Bediüzzaman ın bunu fiili bir dua olarak kabul ettiği, dolayısıyla sebeplere yönelmenin asıl olduğu fakat her halükârda gerçek yaratıcı ve tesir sahibinin Cenab-ı Hak olduğunun bilinmesi gerektiği, determinizmin bir yönüyle de inançsızlığa dayanak teşkil edecek şekilde kullanılmak istendiği fakat tüm eşyayı öncesi ve sonrasıyla, sebep ve sonucuyla birlikte yaratanın Allah olması münasebetiyle, sebeplere bağlı olarak sonuçların sistematik olarak ortaya çıkacağını ifade eden, haşa, yaratıcıyı dışlayan veya etkisizleştiren determinizm in bunun aklen izah edilemeyeceği ifade edilebilir. Son olarak şu söylenebilir: Sultan-ı Kâinat Bir dir, her şeyin dizgini O nun elinde, her şeyin anahtarı O nun yanındadır. Kaynakça CANAN, İbrahim, Kütüb-i Sitte, Muhtasarı, Tercüme ve Şerhi, Akçağ Basım Yayın, Ankara, 1988. KÜÇÜK, Orhan, Bilimsel Araştırma Yöntemleri: Araştırmacı El Kitabı, SAGE Matbaacılık, Ankara, 2014. NURSİ, Bediüzzaman Said, Risale-i Nur Külliyatı, Envar Neşriyat, İstanbul, 1993.