RİSALE-İ NUR VE TECDİT

Benzer belgeler
_MEYVENIN ÇEKİRDEĞİ AĞACIN ÇEKİRDEĞİN NE AYNDIR NE GAYRDIR..._

BEDÎÜZZAMAN HAZRETLERİNİN İSİM VE ÜNVANLARI

HZ. PEYGAMBER (S.A.V) İN HOŞGÖRÜSÜ VE AFFEDİCİLİĞİ

Risale-i Nur Külliyat'ının telif tarihleri hakkında kronolojik bilgi verir misiniz?

TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN. Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla

İLİ : GENEL TARİH : Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

EHL-İ SÜNNET'İN ÜSTÜNLÜĞÜ.

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

Fatiha Suresi ve Meali

İçindekiler. Önsöz 11 Kısaltmalar 15

فضل صالة الرتاويح اسم املؤلف حممد صالح املنجد

Bid'at münasebetlerde verilen ödüllerin hükmü

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

HÜCCETİN İKAMESİ VE ANLAŞILMASI

KURAN I KERİMİN İÇ DÜZENİ

1988 yılında Hac ziyareti için Arabistan da bulunuyordum. Hac vazifemi yaptıktan sonra Medine-i Münevvere ye geçmiştim.

ALLAH TEÂLÂ'NIN ARŞA İSTİVÂ ETMESİ

İçindekiler. Kısaltmalar 11 Yeni Baskı Vesilesiyle 13 Önsöz 15

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şu an hayatta ve yeryüzünde hazır mıdır? Abdulkerim el-hudayr

Gizlemek. أ Helak etmek, yok etmek أ. Affetmek. Açıklamak. ا ر اد Sahip olmak, malik olmak. Đstemek,irade etmek. Seçme Metnler 25

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS. Tefsir II ILH

Eğitim Programları ANA HATLARIYLA İSLAM DİNİ

Fatiha Suresi'nin Tefsiri ve Faydaları

KUR'ANDAN DUALAR. "Ey Rabbimiz, Bize dünyada bir iyilik, ahrette bir iyilik ver. Bizi ateş azabından koru." ( Bakara- 201 )

Question. Neden Hz İsa Ruhullah (Allah ın ruhu) olarak adlandırılmıştır? Yüce Allah ın kendi ruhundan. Peygamberi Âdem e üflemesinin manası nedir?

(Dersini sabah namazından sonra yapmanı tavsiye etmekle birlikte, sana uygun olan en münasip bir vakitte de yapmanda bir sakınca yoktur.

Kur'an-ı Kerimde tevafuk mucizesi Kainatta tesadüf yok, tevafuk vardır

Birinci İtiraz: Cevap:

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

Kur an ın varlık mertebelerini beyan eder misiniz ve ilahi vahiyde lafızların yerinin ne olduğunu

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205)

Değerli Kardeşim, Kur an ve Sünnet İslam dininin iki temel kaynağıdır. Rabbimiz in buyruklarını ve Efendimiz (s.a.v.) in mübarek sünnetini bilmek tüm

Asr-ı Saadette İçtihat

ON EMİR الوصايا لعرش

Kur an'daki selaset, selamet, tesanüd, tenasüb, teavün ve tecavüb mucizevî boyutlarındandır; bunları izah edebilir misiniz?

Kur ân ve iman hakikatlerine ulaşmanın adresi

O, hiçbir sözü kendi arzularına göre söylememektedir. Aksine onun bütün dedikleri Allah ın vahyine dayanmaktadır.

Kur an-ı Kerim i Diğer Kutsal Kitaplardan Ayıran Başlıca Özellikleri

Ramazan: Hicri takvimin dokuzuncu ayıdır. Ramazan-ı Şerif veya Oruç Ayı da denilir.

Bu sayfa şu linkten yazdırılmıştır: [

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- nurdan mı yaratılmıştır? İlmî Araştırmalar ve Fetvâ Dâimî Komitesi

DUALAR DUANIN ÖNEMİ Dua

Bir insan, nefs kılıcını ve hırsını çekip hareket edecek olursa, akıbet o kılıçla kendi maktül düşer. Hz. Ali

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bundan önceki mektuplar gibi. bunu da büyük şeyhi Bakibillah'a yazmıştır.

Kur an Kerim ayetlerinde ve masumlardan nakledilen hadislerde arş ve kürsî kavramlarıyla çok

İsmi Tafdil. Alimde olan hilimden (yumuşaklıktan) daha güzel bir hilm hiçbir kimsede olmamıştır. Bu misalde ل الك ح lafzı, ismi tafdil olan

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS

şeyh Muhammed Salih el-muneccid

BEDİÜZZAMAN IN TABİATÇILARA KARŞI MÜDAFAA STRATEJİSİ

REHBERLİK VE İLETİŞİM 1

TİN SURESİ. Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ. 3 Bu güvenli belde şahittir;

ه: د ع ل ض ب او ت ن ل ه ب م ذ ت خ أ إن ا م م كي ف ت ر ك ت د ق ي فإ ن يت للا س ن و با ك ت

Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuk Usulü II

TÂĞUT KELİMESİNİN ANLAMI

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu büyük şeyhi Muhammedi Bakibillah'a yazmıştır.

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

Kabir azabı kıyâmet kopuncaya kadar devam eder mi?

Fırka-i Naciyye. Burak tarafından yazıldı. Çarşamba, 09 Eylül :27

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür

40 HADİS YARIŞMASI DİKKAT 47'DEN 55'E KADAR Kİ HADİSLERİN ARAPÇA METİNLERİ DÜZELTİLMİŞTİR. SINIFI 5-6,7-8 1-) 9-10,11-12 SINIFI 5-6,7-8 2-) 9-10

Kur'an ve Anlam. Yazarlar Mürsel Ethem Yusuf Topyay Mehmet Akın. Editörler İsmet Eşmeli Mehmet Akın ISBN:

Yasin sûresini okuduktan sonra duâ etmek için toplanmanın hükmü. Abdulaziz b. Baz

Ünite 1. Celâleyn Tefsiri. İlahiyat Lisans Tamamlama Programı TEFSİR METİNLERİ -I. Doç. Dr. Recep DEMİR

8. KÂFİRÛN SÛRESİ ÖĞRENELİM

EY İMAN EDENLER! Allah ın emrine uygun yaşayın

KUREYŞ SÛRESİ Nuzul 21 / Mushaf 106

Hz. Adem den Hz. Muhammed (s.a.v.)e güzel ahlakı insanda tesis etmek için gönderilen dinin adı İslam dır.

NOT : İMAM-I RABBANÎ Hz. bu mektubu muhterem şeyhi Muhammed Bakibillah'a yazmıştır.

ICERIK. Din kelimesinin sözlük anlami Din kelimesinin Kur an daki anlamlari Din anlayislari Dinin cesitleri Ayetlerle din

başlıklı bir dersine dayanarak vermeye çalışacağız.

şeyh Muhammed Salih el-muneccid

118. SOHBET Kadir Suresi SÛRE VE MEÂLİ:

KUR AN-I KERİM II Yrd. Doç. Dr. Remzi ATEŞYÜREK

Hafta Konu Ön Hazırlık Öğretme Metodu

7- Peygamberimizin aile hayatı ve çocuklarla olan ilişkilerini araştırınız

Question. Masumların (Allah ın selamı üzerlerine olsun) velayet hakkına sahip olduklarının delili Nedir?

TEMEL İSLAM BİLİMLERİ BÖLÜMÜ

EV SOHBETLERİ 135. Sohbet SOHBET BİZİ ALDATAN BİZDEN DEĞİLDİR! 1

ŞABAN'IN 30. GECESİ HİLAL GÖRÜLMEDİĞİ ZAMAN (NE YAPILIR?)

Efendim, öğrendiklerimin ikincisi; çok kimseyi, nefsin şehvetleri peşinde koşuyor gördüm. Şu âyet-i kerimenin mealini düşündüm:

Değerli büyüğümüz Merhum Fatma ÖZTÜRK ün ruhunun şad olması duygu ve dileklerimizle Lisans Yayıncılık

Kur an ın, şerî meseleleri ders verirken aynı anda tevhid dersi vermesi hakkında izahta bulunabilir misiniz?

5. SINIF DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ

Altı aylık iken anne karnından düşen ceninin cenaze namazını kılmanın hükmü

DOMUZ ETİNİN HARAM KILINMASININ HİKMETİ

İNSAN ALLAHIN HALİFESİ Mİ? (HALEF- SELEF OLAYI) Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI

Question. Kur an ın (Defaten Ve Tedricî) İnişi. Dr.İbrahimiyan

Terceme : Muhammed Şahin

MERYEM SURESİNDEKİ MUKATTAA HARFLERİ كهيعص

ICERIK. Salih amel nedir? Salih amelin önemi Zekat nedir? Zekat kimlere farzdır? Zekat kimlere verilir? Sonuc Kaynaklar

ÖNCESİNDE BİZ SORDUK Editör Yayınevi LGS Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Yeni Tarz Sorular Nasıl Çözülür? s. 55

İslamî bilimler : Kur'an-ı Kerim'in ve İslam dininin doğru biçimde anlaşılması için yapılan çalışmalar sonucunda İslami bilimler doğdu.

Soru : Ebced hesabının, hurufçuluk (hürûfîlik) ile bir irtibatı yok mudur?

Kabirleri ziyaret etmenin, Fatiha sûresi okumanın ve kadınların kabirleri ziyaret etmelerinin hükmü

AİLEYE MUTLULUK YAKIŞIR! HAYAT SEVİNCE VE SEVİLİNCE GÜZEL

Öğretim İlke ve Yöntemleri 1

Bu ay içinde orucu ve namazı o kişiye kolaylaştırılır. Bu ay içinde orucu ve namazı ALLAH tarafından kabul edilir.

Şeyh den meded istemek caizmidir?

Transkript:

RİSALE-İ NUR VE TECDİT SEMPOZYUMU BİLDİRİLERİ Harran Üniversitesi 10-11 Mayıs 2013 Harran Üniversitesi İstanbul İlim ve Kültür Vakfı Haliliye Vakfı tarafından ortaklaşa düzenlenmiştir.

2014, Şanlıurfa Tüm yayın hakları anlaşmalı olarak Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları na aittir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir; izinsiz çoğaltılamaz, basılamaz. ISBN: 978-975-7113-33-1 Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları Kitabın Adı : Risale-i Nur ve Tecdid Sempozyumu Bildirileri Editör : Hakan Gülerce Metin Editörü : Celil Taşkın Kapak Tasarım : Melik Yalçin İç Tasarım : Özlem Başboğa Baskı Yeri & Tarihi : Şanlıurfa, 2014 Baskı & Cilt : Sertifika No :

KUR AN AYETLERİNİN ASRIN İDRAKİNE SUNULMASINDA BİR TECDİD ÖRNEĞİ: BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ VE RİSALE-İ NUR Doç. Dr. Niyazi BEKİ Müceddid kelimesi, sözlük anlamı itibariyle bir şeyi yenileyen, bir konuda yenilik yapan kimse demektir. Tecdid ise, bir mastar olarak yenilemek, tazelemek anlamına gelir. Müceddid kelimesinin ıstılah anlamı ise, İslam dinini yaşadığı asrın idrakine sunan, yeni bir üslupla Kur an a hizmet eden, her asrın başında geleceği müjdelenen, zahir ve batın ilimlerle mücehhez büyük âlim demektir. Bir ıstılah olarak tecdid ise, bir müceddidin yaptığı yenilik, kullandığı yeni bir üslup, asrın idrakine yaptığı yeni bir sunum, asr-ı saadette olduğu gibi dinin hakikatlerini yeniden nazara verme, insanları aşırı dünyevilikten çıkartıp uhrevileştirme çabası manasına gelir. Bir başka ifadeyle tecdid zaman içerisinde bozulmuş dini hayatı tamir etmek, mihverinden kaymış fert ve cemiyet hayatını yeniden ıslah etmek ve ihmal edilmiş sünnet-i seniyeyi ihya etmek demektir. İslam tarihi boyunca her asırda bazı âlimler, bulundukları asrın müceddidi olarak kabul edilmiştir. Bu hareketin ve unvanın temel dayanağı şu hadis-i şeriftir: Allah her yüz yılın başında şu ümmetin dinini tecdid edecek/asrın idrakine uygun bir üslupla beyan edecek bir müceddid gönderir. 1 İslam Tarihinin Seyri İçerisinde Gelen Müceddidlerin İsimleri Celaleddin Suyutî nin Tuhfetu l-mühtedîn bi Ahbari l-müceddidîn adlı urcuzesinde belirttiğine göre hicri asırlarıyla müceddidler şunlardır: Birinci asır: Ömer b. Abdulaziz (61-101). 1 Ebu Davud, Süleyman b. el-eş as el-ezdî, (ö. 275), Sünen, İst. 1401/1981, Melahim, 1; Beyhakî, Ebubekir Ahmed b. Hüseyin el-beyhakî (ö. 458), Merifetu s-süneni ve l-âsâr, Daru l-vefa, Kahire, 1412/1991, 1/208; el-hakim, Ebu Abdillah en-neysaburî, (ö. 405), el-müstedrek ala s-sahîheyn, (tahk. Yusuf Abdurrahman), Beyrut, 1406-1986, 4/522.

Kur an Ayetlerinin Asrın İdrakine Sunulmasında Bir Tecdid Örneği: Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur 39 İkinci asır: İmam Şafii (204-150). Üçüncü asır: Ahmed b. Ömer İbn Süreyc (306-249) (veya Ebu l-hasan el- Eşarî: 324-260). Dördüncü asır: Ebubekir el-bakıllanî (328-402) (veya Ebu Hamid el-isferayînî: 344-406). Beşinci asır: İmam Gazalî (450-505). Altıncı asır: Fahruddin er-razî (543-606) (veya Ebu l-kasım er-rafiî: 555-624). Yedinci asır: İbn Dakiki l-îd (625-702). Sekizinci asır: Siracuddin el-bulkinî (724-805) (veya Zeynuddin el-irakî: 725-806). Dokuzuncu asır: Celaluddin es-suyutî (849-911). (Suyutî, dokuzuncu müceddidin kendisi olduğunu bildirmiştir.) Suyuti den sonra, tecdid kimlikleri hakkında, İslam âleminde yaygın bir kanaat ve kabulün olduğu müceddidler ise şunlardır: Onuncu asır: İmam Rabbanî (971-1034). On birinci asır: Mevlana Halid-i Bağdadî (1192-1242). On ikinci asır: Bediüzzaman Said Nursi (1293-1379). Bir Müceddidte Olması Gereken Vasıflar Celalüddin es-suyutî, adı geçen urcuzesinde müceddid olmanın şartlarını şöyle sıralamıştır: a) Kendisi ile önceki müceddid arasında yaklaşık yüzyılın geçmesi. b) Bulunduğu çağda ilim-irfanına işaret edilen çok mümtaz bir şahıs olması. c) Bütün sözlerinde Hz. Peygamberin sünnetini neşretmesi/hayatının gayesi yapması. d) Hz. Peygamberin âl-i beytinden olması. e) Hadisin belirttiği, âlimlerin cumhurunun kabul ettiği gibi bir fert olması. f) Büyük bir müçtehit olması. Bazı âlimler tarafından d ve e şıkkında yer alan şartlar eleştirilmiştir. Çünkü âlimlerin ittifakla birinci asrın müceddidi olarak kabul ettikleri Ömer b. Abdulaziz âl-i beytten değildir. Keza, İbn Hacer in de aralarında bulunduğu bazı âlimlere göre, tecdid görevini bir ferdin yapması caiz olduğu gibi bir cemaatin yapması da mümkündür. Nitekim İmam Nevevî nin kanaatine göre, Ümmetimden bir kesim (taife), Allah ın emri (kıyamet) gelinceye kadar hak ve hakikat yolundaki hizmetlerine üstün bir şekilde devam edeceklerdir. Onlara muhalif olanlar hiçbir zaman kendilerine zarar veremezler 2 manasındaki hadiste söz konusu 2 Müslim b. Haccac, el-kuşeyrî, (ö. 261), Sahih-u Müslim, İstanbul, 1401/1981, İmare, 170.

40 Risale-i Nur ve Tecdid Sempozyumu Bildirileri olan taifenin cesur/kahraman, savaş dahisi, fâkih, müfessir, muhaddis, husbe görevlisi (emri bilmaruf, nehyi anilmünker yapan), zâhid, âbid gibi değişik mümin gruplardan teşekkül etmesi mümkündür. Bunların aynı ülkede toplanmaları caiz olduğu gibi, dünyanın değişik yerlerinde bulunmaları da caizdir. İbn Hacer in de katıldığı bazı âlimlerin kanaatine göre, İmam Nevevi nin yukarıdaki hadiste yer alan bir taife için söylediği hususlar, her asrın başında geleceği bildirilen müceddidler için de geçerlidir. Buna göre, her asrın başında sadece bir tane müceddidin gelmesi şart değildir. Bilakis aynı asrın başında farklı müceddidlerin gelmesi de mümkündür. Çünkü tecdid edilecek bütün konuların bilgisinin, bütün güzel hasletlerin bir tek şahısta toplanması gerekmez. Bu vasıfların hepsi ilk müceddid Ömer b. Abdulaziz de bulunmuş olabilir. Fakat daha sonrakilerde hepsinin bulunması gerekmez. Hatta ondan sonra gelen İmam Şafii de bile pek çok güzel hasletler bulunmasına rağmen bütün o güzel vasıflar bulunmamıştır. Örneğin İmam Şafii bir halife, bir yönetici olmadığı için, onun cihad veya toplumu adaletle yönetmek gibi bir görevi yoktur. Buna göre, yaklaşık herhangi bir yüz yılın başında ortaya çıkmış ve söz konusu hasletlerden yalnız bir kısmına sahip olsa bile, ister bir kişi olsun, ister değişik şahıslar olsun kendisine/kendilerine müceddid denilebilir. 3 Şunu da belirtelim ki; On iki halife gelip geçmeden bu iş yani İslam ın hâkimiyeti sona ermeyecektir 4 mealindeki hadisi açıklayan hadis şârihleri burada adı geçen on iki halifeden maksat ümmetin kendilerinde birleştiği manevi halifeler olduğunu söylemişlerdir. 5 Bu yorum, her asırda gelen ve birer fert olarak ortaya çıkan müceddidlerin konumuna uygundur. Çünkü tarih içerisinde müceddid olarak kabul gören zatların hiç biri Ömer b. Aziz dışında siyasi hilafet makamında bulunmamıştır. Ve Ömer b. Aziz dahil hepsi de ümmetin büyük çoğunluğu tarafından büyük bir saygı ve sevgiyle karşılanmış mümtaz şahsiyetlerdir. Bütün müceddidlerin kişisel vasıf ve özelliklerini tek tek saymaya bu yazımız izin vermemektedir. Bununla beraber, bunlardan birkaçının vasıflarına kısaca değinmekte fayda vardır. Birinci asrın müceddidi Ömer b. Abdulaziz in kitap-sünnet çerçevesinde inşa ettiği adalet ve takva merkezli icraatı onu müceddid yapmıştır. İkinci asrın müceddidi olan İmam Şafii, sünneti teşriin ikinci kaynağı haline getirmiş, sünnet ve fıkıh usulünü ilk defa tedvin eden ve bulunduğu devirde ilimirfanı, iman ve takvasıyla temayüz emiştir. Ayrıca Kureyşten bir genç yeryüzünü 3 İbn Hacer, Ahmed b. Ali el-askalânî, (ö. 852), Fethu l-barî bi Şerhi Sahihi l-buharî (tahk: Abdulaziz b. Abdullah b. Baz), Riyad, ts. 13/295. 4 Müslim, İmare, 5-10. 5 en-nevevî, Muhyiddin Yahya b. Şeref (ö. 676), el-minhac -Şerhu Sahihi Müslim, Beyrut, 1392, XII/203.

Kur an Ayetlerinin Asrın İdrakine Sunulmasında Bir Tecdid Örneği: Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur 41 ilimle dolduracak 6 manasındaki hadisin işaretine mazhar olduğundan ikinci asrın müceddidi olarak kabul edilmiştir. Üçüncü asrın müceddidi olan Ebu l-abbas Ahmed b. Ömer İbn Süreyc Şâfiî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. Usûl ve furû ilimlerinden başka Kelâm, Meânî ve hesap ilimlerine de vakıftır. Münazara ilmini ilk ortaya koyan ve Ehl-i Sünnete muhalif olanlara karşı reddiyeler yazarak Kitap ve Sünnet e hizmeti hayatının gayesi bilen ve bu sebeple de kendisine Elbâz ul-eşheb unvanı verilen bir müceddiddir. Beşinci asrın müceddidi İmam-ı Gazâlî, Abbasî-Selçuklu döneminde yaşamış, İslam a yönelen hücumlara, dine yapılan taarruzlara karşı müdafaalarda bulunmuş, İslâm ın özünden uzaklaşma yoluna girmiş olan Müslümanları ahlâkî eğitime tabi tutmuş, dinin anlaşılması için tartışmaya açılmış olan meselelere çözümler getirmiştir. Dokuzuncu asrın müceddidi İmam Suyutî, genç yaşta Sarf-Nahiv, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Meani, Beyan, Bedi, lügat ve daha birçok dalda ihtisas sahibi olmuştur. İlk eserini on yedi yaşında yazmış, kaynaklarda 799 eseri listelenmiştir. Kaynaklarda kırk defadan fazla Hz. Peygamber i yakaza halinde görmekle müşerref olduğu bildirilen Suyutî, zamanının en meşhur âlimi olarak şöhret bulmuş, müceddid olduğunu çekinmeden söylemiştir. Bediüzzaman Said Nursi nin Müceddidliği Bediüzzaman Said Nursi nin, yukarıda belirtilen müceddidlik vasıflarına haiz olduğu çok açıktır. Nitekim bulunduğu çağda Bediüzzaman unvanıyla ilmine-irfanına işaret edilen çok mümtaz bir âlim olarak şöhret bulmuştur. Bütün sözlerinde, sohbetlerinde, yazdığı 130 dan fazla eserinde Hz. Peygamber in yolunu ders vermiş, bu yolun kaynağı olan Kur an ve Sünnetin hakikatlerini neşretmiştir. Müceddidin bir fert olması görüşünü benimseyen âlimlerin cumhurunun bu görüşüne uygun olarak kendisi ferdi açıdan müceddid olduğu gibi, meydana getirdiği Nur dairesinin şahs-ı manevisinin mümessili olması açısından da tecdid vazifesini cemaatle ifa ettiğini söyleyebiliriz. Nitekim kendisi bu konuda şöyle demektedir: Bu asırda, Cenab-ı Hakk a hadsiz şükür olsun ki, Risale-i Nur un hakikatına ve şakirdlerinin şahs-ı manevîsine, hakaik-ı imaniye muhafazasında tecdid vazifesini yaptırmış. 7 Hayatı ve eserleri onun büyük bir müçtehit olduğunun göstergesidir. Kendisinden önceki müceddid ile kendisi arsında yaklaşık yüzyıl geçmiştir. Nite- 6 Ebu Nuaym, Ahmed b. Abdullah el-asbahanî (ö. 430), Hilyetu l-evliya ve Tabakatu l-asfiya, Beyrut, 1409, 9/65. 7 Bediüzzaman Said Nursi, Kastamonu Lahikası, s. 190.

42 Risale-i Nur ve Tecdid Sempozyumu Bildirileri kim, Bediüzzaman Hazretlerinin bir talebesi bu konuya dikkat çekmiş ve Hazret-i Mevlâna Hâlid 1193 te dünyaya gelmiş. Üstadım ise 1293 te; tam Mevlâna Hâlid in yüz senesi hitam bulduktan sonra dünyaya gelmiş olduğuna işaret etmiştir 8. Bediüzzaman a göre, yukarıda zikredilen Ümmetimden bir kesim (taife), Allah ın emri (kıyamet) gelinceye kadar hak ve hakikat yolundaki hizmetlerine üstün bir şekilde devam edeceklerdir. Onlara muhalif olanlar hiçbir zaman kendilerine zarar veremezler 9 manasındaki hadis, ebced ve cifir manasıyla, her asırda varlığını devam ettiren o makbul taifenin sonuncusu olan Risale-i Nur talebelerinin hizmeti, kıyamete kadar devam edeceğine işaret etmektedir. Özellikle hicri 1506 yılına kadar gittikçe Kur an dan aldığı güç ve galibiyetini artırarak Hakka hizmetini sürdürecektir. 10 Tecdidin önemi iman hakikatlerinin muhafazası ve tecdidi itibariyledir. Bu husus bazı hadislerde açıkça ifade edilmiştir. Hadislerde emredilen ferdi imanın tecdidi, toplumsal imanın tecdidinin de zorunlu olduğunu göstermektedir. Abdullah b. Ömer anlatıyor: Resulullah şöyle buyurdu: Şu bir gerçektir ki, bir elbise eskidiği gibi, sizden birinizin içindeki iman da öyle eskir. Öyleyse kalbinizdeki imanı tecdid etmesi için Allah a yalvarın 11. Hz. Ebu Hureyre anlatıyor: Resulullah İmanınızı tecdid edin diye buyurduğunda, sahabe İmanımızı nasıl tecdid ederiz? diye sordular. Hz. Peygamber de La ilahe illallah sözünü çok tekrar edin diye buyurdu 12. Hiç şüphe yok ki, imanın tecdidi sadece dille la ilahe illallah sözünü tekrar etmekten ibaret değildir. Bilakis, gerek fert gerek toplum açısından olsun gerçek imanın tecdidi ancak bu mübarek kelimenin manası olan tevhidin yeni delillerini ortaya koymak, unutulmuş burhanları yeniden zihinlere yerleştirmekle olur. Bu da tecdid açısından tevhid hakikatini asrın idrakine sunmakla mümkündür. Bu açıdan bakıldığında Risale-i Nur Külliyatı bu hadislerin emrini yerine getirmiş ve tecdid görevini yapmış ve yapmaya devam etmektedir. Bediüzzaman ın Müceddidlik Hakkındaki Görüşleri Evet bu zaman hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaiye ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için, gayet ehemmiyetli birer müceddid ister. Fakat hakaik-i imaniyeyi muhafaza noktasındaki tecdid vazifesi, en ehem- 8 Nursi, Barla Lahikası, Envar Neşriyat, İstanbul, 1994, s. 164. 9 Müslim, İmare, 170. 10 Nursi, Sikke-i Tasdîk-i Gaybî, Envar Neşriyat, İstanbul, 1993, s. 119-120; Nursi, Kastamonu Lahikası, Envar Neşriyat, İstanbul, 1995, s. 30-31. 11 el-hâkim, 1/4. 12 el-hâkim, 4/256.

Kur an Ayetlerinin Asrın İdrakine Sunulmasında Bir Tecdid Örneği: Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur 43 miyetlisi, en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nisbeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor. Rivayat-ı hadîsiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, imanî hakaikteki tecdid itibariyledir Bu asırda, Cenab-ı Hakk a hadsiz şükür olsun ki, Risale-i Nur un hakikatına ve şakirdlerinin şahs-ı manevîsine, hakaik-i imaniye muhafazasında tecdid vazifesini yaptırmış. Yirmi seneden beri o vazife-i kudsiyede tesirli ve fatihane neşriyle gayet dehşetli ve kuvvetli zındıka ve dalalet hücumuna karşı tam mukabele edip, yüzbinler ehl-i imanın imanlarını kurtardığına kırk binler adam şahadet eder. 13 Bediüzzaman ın Tecdid Metodunda Yenilikler Bediüzzaman ın tecdid metodunda yenilik sayılabilen önemli unsurları görmek mümkündür. Kur an ın metodunu esas alması, dinî ilimler ile asrın fenni ilimlerini birlikte mütalaa etmesi, zamanı büyük bir müfessir olarak değerlendirmesi, eski zamanların tarikat mesleği yerine hakikat mesleğini esas alması, kalb ile aklı mezcetmesi ve benzeri yenilikleri sayabiliriz. Ancak biz bu çalışmamızda onun zamanın taht-ı riyasetinde Kur an ayetlerini yorumlarken ortaya koyduğu tecdidi görmeye çalışacağız. Bilindiği üzere, Bediüzzaman ın kanaatine göre, zaman imanı kurtarmak zamanıdır. Çünkü bu asırda küfür doğrudan fen ve felsefeden geldiği ve okullarda bir eğitim unsuru haline geldiği için, özellikle okuyan bütün gençler için büyük bir tehlike arz etmektedir. Bu sebeple, fen ve felsefeden gelen dalaletin karşısında etkin mücadele etmek için doğru bir metodu kullanmak gerekir. Asrın silahıyla silahlanmak olarak da ifade edilebilen bu metot kalbin ziyası olan din ilimleri ile aklın nuru olan fen bilimlerini birlikte okumaktan ibarettir. Buna göre, asıl maksadı iman esaslarını ders vermek olan Kur an da kullanılan dinî ilimler yanında bu iman esaslarını doğrulayan delilleri ortaya koyan fenni ilimleri de ders vermektedir. Bu metot aslında evrensel bir eğitim sistemi olarak da değerlendirilebilir. Bu açıdan Bediüzzaman Hazretleri Kur an ın metodunu esas almış ve Kur an dan ilham alarak ortaya koyduğu hakikatleri yepyeni bir üslupla asrın idrakine sunmuştur. Burada misal olarak bazı örnekler zikredilecektir. Bu örnekleri kronolojik olarak sıralarken Kur an daki ayetlerin tertibini esas alacağız. 1-Fatiha Suresi, Besmele Ayeti Bediüzzaman Hazretlerinin, Besmeleye getirdiği yorum başka tefsirlerdeki açıklamalardan farklıdır. İşaratu l-i caz da klasik tefsirlerdeki bilgiler çerçevesin- 13 Nursi, Kastamonu Lahikası, s. 189-190.

44 Risale-i Nur ve Tecdid Sempozyumu Bildirileri de bir açıklama yapmış olmakla beraber, 14. Lema nın ikinci makamında yer verdiği Besmelenin açıklaması, Risale-i Nur un esas konusu olan iman penceresinden yapılmış orijinal bir yorumdur. Burada esas dikkat çeken husus, diğer âlimlerin yaptığı gibi, Besmelenin açıklamasını bir ayet olup olmadığı tartışmalı olan Fatiha suresinin başında değil, tartışmasız bir ayet (ayetin bir parçası) olduğu kabul edilen Neml suresinin 30. ayetindeki Besmele esas alınmış olmasıdır. Üstad, önce Besmelenin açıklamasını ayet numarası olan 30 sayısına uygun olarak 30 nurunu açıklamayı düşünmüş, daha sonra bunu altı sır olarak tespit etmiştir. İlgili ifadesi şöyledir: Besmelenin rahmet noktasında parlak bir nuru, sönük aklıma uzaktan göründü. Onu kendi nefsim için Nota suretinde kaydetmek istedim. Yirmi-otuz kadar sırlar ile o nurun etrafında bir daire çevirmek ile avlamak ve zabtetmek arzu ettim. Fakat maatteessüf şimdilik o arzuma tam muvaffak olamadım. Yirmi-otuzdan beş-altıya indi 14. Bu tespit şunu gösteriyor: Risale-i Nur, Kur an ın hakikî bir tefsiri ve hakikatinin bir tercümanı ve meselelerinin burhanıdır. Kur an ise, sair kelâmlar gibi kışırlı, kemikli ve şuuru hususî (belli bazı şeylere yönelik) ve cüz î değildir. Belki Kur an, umum işaratıyla ve eczasıyla ayn-ı şuurdur, kışırsızdır; fuzulî, lüzumsuz maddeleri yoktur. Âlem-i gaybın tercümanıdır 15 diyen Bediüzzaman Said Nursi, Kur an ın bir tek harfinden bile pek harika manalar çıkardığı gibi, Besmelenin rahmet noktasından bir izahı ve imanın mahalli olan kalbe hitap eden bir ders olduğunu belirterek, sünuhat-ı kalbiye nevinden gördüğü beş-altı sırrını çok güzel bir şekilde açıklamıştır 16. 2-Bakara Suresi, İlmî ve İmanî Münacat Prensip olarak İslam âlimleri, mutasavvıfları, evliya ve asfiya makamındaki büyük zatlar, Allah a yaptıkları dua ve münacatlarında, yalvarış ve yakarışlarında Allah ın rahmet, lütuf, şefkat, ikram ve ihsanlarını celp ve cezp edecek isimlerini şefaatçi yaparlar. Bir anlamda bu zatlar kendi isteklerine uygun olarak Allah ın bazı isim ve sıfatlarını dillendirip belagate uygun bir durum sergilerler. Mesela rızık isteyen Rahman ve Rezzak isimlerini, şifa isteyen Şafi ve Rahim isimlerini, fikri istikamet isteyen Alîm ve Hakîm isimlerini zikreder. Bediüzzaman ise, daha önceki zatların yaptığı türden münacatları da olmakla beraber, çok önemli yalvarış ve yakarışlarını kaleme aldığı, Göklerin ve yerin ya- 14 Nursi, Lem alar, Envar Neşriyat, İstanbul, 1994, s. 96. 15 Nursi, Şualar, Envar Neşriyat, İstanbul, 1995, s. 685-686. 16 Üstad, Besmelenin rahmete bakan yönlerini şuhudî tefsir metodu çerçevesinde açıklarken, Mantık ilmindeki burhan-ı innî denilen ve eserden müessire geçen istidlal metodunu kullanmıştır. Mesela: kâinat çapında görünen varlıkların karşılıklı dayanışmaları, yardımlaşmaları... Allah ın uluhiyetine; yeryüzündeki canlılar aleminde görülen benzer rızıkların, lütufların bulunması, Rahman ın rahmaniyetine; insanların fıtratında ve insanlık camiasında görülen ince şefkat tezahürleri, keskin merhamet yansımaları, Rahim in rahmetine şuhud derecesinde işaret eden ve eserden müessire geçen bir delil-i innîdir.

Kur an Ayetlerinin Asrın İdrakine Sunulmasında Bir Tecdid Örneği: Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur 45 ratılışında, gece ile gündüzün sürelerinin değişmesinde, insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin süzülüşünde, Allah ın gökten indirip kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda ve yeryüzünde hayat verip yaydığı canlılarda, rüzgârların yönlerini değiştirip durmasında, gökle yer arasında emre hazır bulutların duruşunda, elbette aklını çalıştıran kimseler için Allah ın varlığına ve birliğine nice deliller vardır 17 mealindeki ayetin bir nevi tefsiri olduğunu belirttiği Münacât adlı eserinde baştan sona, tamamen Allah ın varlığı ve birliğini, sonsuz ilim, hikmet ve kudretini gösteren ilmî ve imanî deliller zikretmiştir. Diğer bir ifadeyle, cismanî değil ruhanî arzularını; nefsanî değil vicdanî ihtiyaçlarını ortaya koymuştur. Dertlerini dillendirmemiş, imanını seslendirmiştir. Ve böylece münacatta da bir nevi tecdid yapmıştır. 18 3-Al-i İmran Suresi, İttiba-ı Sünnete Yapılan Vurgu Bu ayette insanların Allah ı sevdiklerine dair iddialarındaki samimiyetlerini ispat etmelerinin ve Allah ın sevgisini kazanmalarının şartı, Resulullah a tâbi olmak olduğuna vurgu yapılmıştır. Üstad, Resulüm! De ki: Ey insanlar, eğer Allah ı seviyorsanız, gelin bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah gafurdur, rahimdir, çok affedicidir, engin merhamet ve ihsan sahibidir (Al-i İmran, 3/31) mealindeki ayetin tefsirini yaparken, Sünnet-i Seniyenin, Hz. Peygambere uymanın dindeki önemini vurgulamak üzere, On Birinci Lema da şu ifadelere yer vermiştir. ق ل ا ن ك ن ت ت ب ون الل ف ات ب ع ون ي ب ب مك هللا (Resulüm, de ki: Ey insanlar, eğer Allah ı seviyorsanız, gelin bana uyun ki Allah da sizi sevsin) âyet-i azîmesi, ittiba-ı Sünnet ne kadar mühim ve lâzım olduğunu pek kat î bir surette ilân ediyor. Evet şu âyet-i kerime, kıyasat-ı mantıkıye içinde, kıyas-ı istisnaî kısmının en kuvvetli ve kat î bir kıyasıdır. Şöyle ki: Nasıl mantıkça kıyas-ı istisnaî misali olarak deniliyor: Eğer güneş çıksa, gündüz olacak. Müsbet netice için denilir: Güneş çıktı, öyle ise netice veriyor ki: Şimdi gündüzdür. Menfî netice için deniliyor: Gündüz yok, öyle ise netice veriyor ki: Güneş çıkmamış. Mantıkça, bu müsbet ve menfî iki netice kat îdirler. Aynen böyle de: Şu âyet-i kerime der ki: Eğer Allah a muhabbetiniz varsa, Habibullah a ittiba edilecek. İttiba edilmezse, netice veriyor ki: Allah a muhabbetiniz yoktur. Muhabbetullah varsa, netice verir ki: Habibullah ın Sünnet-i Seniyesine ittibaı intac eder. 19 Üstad, Risale-i Nur da genellikle bir ayeti açıklarken, prensip olarak asıl konuyla ilgili olan ifadeye yer vermekle iktifa ediyor. Ayetin önceki kısmını veya sonrasını tefsir etmiyor. Bu husus da tefsirde bir tecdid sayılabilir. 17 Bakara, 2/164. 18 Nursi, Şualar, s. 45-46. 19 Lem alar, 11. Lem a, s. 52.

46 Risale-i Nur ve Tecdid Sempozyumu Bildirileri Mesela burada vurgulamak istediği husus, Allah ın sevgisi ile Hz. Peygamberin sünnetine tabi olma arasındaki sıkı ilişkidir. Bu sebeple, Üstadın, konuyu Allah ın sevgisini nazara veren Kur an ın Ey insanlar, eğer Allah ı seviyorsanız, gelin bana uyun ki Allah da sizi sevsin mealindeki ifadesini esas alması, meseleyi bu çerçevede değerlendirmesi, bu ifadenin ardından devam eden ve günahlarınızı bağışlasın. Allah gafurdur, rahimdir, çok affedicidir, engin merhamet ve ihsan sahibidir mealindeki ifadenin açıklaması cihetine gitmemesi mukteza-yı hâle mutabakattan ibaret olan belagate çok uygun düşmüştür. Belagat-ı Kur aniyeye uygun bir tefsir metodunu takip etmek, tecdidin bir tezahürü olarak değerlendirilebilir. 4-Al-i İmran, Ehl-i Mektep Kavramı İlgili ayetin meali şöyledir: De ki: Ey Ehl-i kitap! Gelin bizimle sizin aramızda birleşeceğimiz, müşterek ve âdil bir sözde karar kılalım. Bediüzzaman, bu ayette olduğu gibi, Kur an da defalarca zikredilen Ehle l-kitab=kitab ehli kavramına gerçekten çok güzel ve pek orijinal bir yorum getirmiştir. Kur an da bu kavram, Tevrat ve İncil gibi semavî kitaplara sahip olan semavî din mensupları için kullanılmıştır. Bununla, kitap ehli olan insanların diğer insanlardan farklı oldukları, daha bilgili, daha görgülü, -deyim yerindeyse- daha tahsilli olduklarına işaret edilmiştir. İşte Bediüzzaman, Kitab sözcüğünün bu etimolojik manasını nazara alarak Ehle l-kitab kavramına şöyle bir yorum getirmiştir. İkinci Cilve: Kur an ın (i caz yönlerinden biri de) şebabetidir. Her asırda taze nâzil oluyor gibi tazeliğini, gençliğini muhafaza ediyor. Evet Kur an, bir hutbe-i ezeliye olarak umum asırlardaki umum tabakat-ı beşeriyeye birden hitab ettiği için öyle daimî bir şebabeti bulunmak lâzımdır. Hem de, öyle görülmüş ve görünüyor Evet en ziyade kendine güvenen ve Kur an ın sözlerine karşı kulağını kapayan şu asr-ı hazır ve şu asrın ehl-i kitab insanları, Kur an ın Ey Ehl-i kitab, Ey Ehl-i kitab hitab-ı mürşidanesine o kadar muhtaçtır ki, güya o hitab doğrudan doğruya şu asra müteveccihtir ve yâ ehlel-kitab lafzı yâ ehlel-mekteb manasını dahi tazammun eder. Bütün şiddetiyle, bütün tazeliğiyle, bütün şebabetiyle De ki: Ey Ehl-i kitap! Gelin bizimle sizin aramızda birleşeceğimiz, müşterek ve âdil bir sözde karar kılalım. O na hiçbir şeyi şerik koşmayalım, kimimiz kimimizi Allah tan başka rab edinmesin deyin 20 sayhasını âlemin aktarına savuruyor. 21 20 Al-i İmran, 3/64. 21 Nursi, Sözler, Envar Neşriyat, İstanbul, 1994, s. 407.

Kur an Ayetlerinin Asrın İdrakine Sunulmasında Bir Tecdid Örneği: Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur 47 5-Maide Suresi, Allah ın Ahkâmı ile Hükmetmeyenler Osmanlı Devleti nin son döneminde yapılan birtakım yenilikler çerçevesinde bir Kanun-u Esâsî nin yazılması ve hürriyetin ilan edilmesi hususu bazı kimselerce küfür sayılmış ve bununla devlet ricâli tekfir edilmiştir. Gerekçe olarak da Kim Allah ın indirdiği (hükümlerle) hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir 22 meâlindeki ayeti delil gösterilmiştir. 23 Bu görüşe katılmayan Bediüzzaman, ayetin mânâsının öyle anlaşılmaması gerektiği hususunu açıklığa kavuşturmaya çalışmış ve konu ile ilgili olarak şunları söylemiştir: Bir kısım insanlar, Araplardan sonra İslâm dininin direği sayılan Türkleri tadlil ediyor. Hatta onlardan bir kısmı, ehl-i kanunu tekfir ediyor. Otuz sene evvel teşkil edilen Kanun-u Esasîyi ve hürriyetin ilanını tekfire delil gösteriyorlar. Kim Allah ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kafirlerin ta kendileridir âyetini delil gösteriyorlar. Zavallılar, Kim ki Allah ın hükümleri ile hükmetmezse cümlesinin manasının Kim ki tasdik etmezse demek olduğunu bilmiyorlar. 24 6-Maide Suresi, Gayr-i Müslimlerle Dost Olmak Osmanlı tebaası olan gayr-i müslimlerle adalet ölçüleri içerisinde iyi geçinmenin gereğine işaret eden Bediüzzaman, Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin 25 ayetini delil getirerek kendisine itiraz edenleri isim vermeden eleştirmekte ve onlara şöyle cevap vermektedir: Evvela delil katiyyü l-metin olduğu gibi, katiyyü d-delâlet olmak gerektir. Hâlbuki bu âyetin mânâsı tevil ve ihtimale açıktır. Çünkü ayette söz konusu yapılan nehy-i Kur anî âmm değil, mutlaktır. Mutlak ise takyid olunabilir. Zaman ise, büyük bir müfessirdir. Kaydını gösterse itiraz edilmez. Kaldı ki, hüküm müştak üzerine olsa me haz-ı iştikak hükmün illetini gösterir. Demek ki bu nehiy, bir insan olarak Yahudi ve Hıristiyanlara yönelik değildir. Aksine, yahudiyet ve nasraniyet olan ayinleri hasebiyledir. Bilindiği gibi, bir insan zâtı için değil, sıfat veya sanatı için sevilir. Öyle ise, her bir Müslümanın her bir sıfatının Müslüman olması lazım olmadığı gibi, her bir kafirin de bütün sıfat ve sanatlarının kafir olması lazım gelmez. O halde, Müslüman olan bir sıfat veya bir sanatı güzel görmek ve onu iktibas etmek neden câiz olmasın? Ehl-i kitaptan bir haremin/hanımın olsa elbette onu seveceksin. 26 22 Maide, 5/44. 23 Nursi, Asar-ı Bediiye, s. 463. 24 A.g.e., s. 434. 25 Mâide, 6/51. Bu âyetin tefsiri için bkz. et-taberî, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir (ö. 310), Camiü l-beyan An Te vili Âyi l-kur an, Beyrut, 1408/1988, IV/276; el-kurtubî, Muhammed b. Ahmed (ö. 671), el-cami Li Ahkâmi l-kur an, Beyrut, 1407/1987, VI/216. 26 Nursi, Asar-ı Bediiye, a.g.y.

48 Risale-i Nur ve Tecdid Sempozyumu Bildirileri 6-Tövbe Suresi, Nefisle -Manevî- Cihad Allah, karşılık olarak cenneti verip müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda mücadele ederler, öldürürler ve öldürülürler. Bu Allah ın Tevrat ta da, İncîl de de, Kur ân da da üstlendiği gerçek bir vaaddir. Verdiği sözde Allah tan daha sadık kim olabilir? O halde yaptığınız bu alış verişten dolayı sevinin ey müminler! Müjdeler olsun size, işte en büyük mutluluk, işte en büyük başarı! 27 Üstad Bediüzzaman, bu ayetin sadece ilk cümlesi olan Allah, karşılık olarak cenneti verip müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır mealindeki ifadeyi açıklamıştır. Ayetin geriye kalan kısmı maddi cihadla ilgili olduğu için onu açıklamamıştır. Çünkü ona göre, bu asırda maddi cihad yerine manevi cihad ön plana çıkmıştır. Çünkü önemli bir görgü ve bilgi birikimine sahip olan bugünkü insanlar artık medenileşmiştir. Medenilere galebe çalmak ise ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir. Üstadın İttihad-ı Muhammedî Cemiyeti ile ilgili şu sözleri onun bu ayeti bu tarzda açıklamasının hikmetini gösterecek mahiyettedir. Bu ittihadın nizamnamesi Sünnet-i Nebeviye ve kanunnamesi evamir ve nevahi-i şer iyedir. Ve kılınçları da, berahin-i katıadır. Zira medenîlere galebe çalmak ikna iledir, icbar ile değildir. Taharri-i hakikat, muhabbet iledir. Husumet ise, vahşet ve taassuba karşı idi. (Bu ittihada dahil olanların) hedef ve maksatları da, i lâ-yi Kelimetullah tır. Şeriatta yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, âhiret ve fazilete aittir. Yüzde bir nisbetinde siyasete mütealliktir; onu da ulu l-emirlerimiz düşünsünler. 28 İşte söz konusu ayetin yalnız ilk cümlesini açıklamak, onu vurgulamak, zihinlerin dikkatini o derse çevirmek, çok orijinal bir tefsir yaklaşımıdır. Çünkü bu metotla, asrın dertlerine deva, hastalıklarına şifa olan, çağdaş insanın en çok muhtaç olduğu evrensel ahlakî değerleri ders vermeyi önceleyen bir tefsir anlayışı ortaya konmuştur. Üstad, bu ayetin açıklamasına şu sözlerle başlamıştır: Nefis ve malını Cenab-ı Hakk a satmak ve ona abd olmak ve asker olmak; ne kadar kârlı bir ticaret, ne kadar şerefli bir rütbe olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciği dinle Daha sonra insanların duyu organlarının Allah ın emrine uygun hareket etmeleri durumunda nasıl cennete layık bir rütbe kazanacağı, isyan etmeleri durumunda ise nasıl cehenneme ehil olacak bir vaziyete gireceklerini çok güzel ve orijinal bir mantıkla açıklamıştır. 29 27 Tövbe, 9/111. 28 Nursi, Divan-ı Harb-i Örfi, s. 20; Tarihçe-i Hayat, s. 66. 29 Nursi, Sözler, s. 25-28.

Kur an Ayetlerinin Asrın İdrakine Sunulmasında Bir Tecdid Örneği: Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur 49 Kur an ve Sünnette Manevi Cihad Anlayışı Maddi savaşın bahis mevzuu olmadığı Mekke döneminde inen Resulüm! Sakın kâfirlere boyun eğme ve bununla (Kur an ile) onlara karşı olanca gücünle büyük bir cihad örneğini göster! mealindeki Furkan Suresinin 52. ayetinde, Kur an ile ön görülen büyük cihad emri, çok açık olarak, bir manevî cihad projesi olan fikrî ve ilmî mücadele anlayışını ortaya koymaktadır. Nefse karşı yapılan cihada büyük cihad adı verilmiştir 30, manasındaki hadiste de manevi cihadın önemine vurgu yapılmıştır. Bediüzzaman, bu asırda en büyük cihadın manevî olduğunu, bunun da ilim ve fikir sahasında söz konusu olacağını ifade ederken 31, bu manevi cihad anlayışını şu ifadelerle vurgulamıştır: Bizim cemaatımızın meşrebi: Muhabbete muhabbet ve husumete husumettir. Yani beyn-el İslâm muhabbete imdad ve husumet askerini bozmaktır. Mesleğimiz ise, ahlâk-ı Ahmediye ile tahalluk ve Sünnet-i Peygamberîyi ihya etmektir. Ve rehberimiz Şeriat-ı Garra ve kılıncımız da berahin-i katıa ve maksadımız i lâ-i Kelimetullahtır 32 Zira medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir. Biz muhabbet fedaileriyiz, husumete vaktimiz yoktur! 33 7-İsra Suresi, Kâinatın Vahdete Şahadeti Sözler de 33. Söz ün 19. Penceresinin başında İsra suresinin Yedi kat gök, dünya ve onların içinde olan herkes Allah ı takdis ve tenzih eder. Hatta hiçbir şey yoktur ki O na hamd ile tesbih etmesin. Ne var ki siz onların bu tenzih ve takdislerini iyi anlayamazsınız. Bunca azametiyle beraber, kullarının gaflet ve cürümlerine karşı, O, halimdir, gafurdur/çok müsamahalıdır, affedicidir mealindeki 44. ayetine yer verilmiştir. Ancak tesbihden bahseden bu ayetin yalnız ilk yarısı söz konusu edilmiştir. 34 Bediüzzaman, bu makamda her şeyin lisan-ı kal ve lisan-ı hal ile Allah ın birliğini tasdik ettiğini, sonsuz ilim, hikmet, rahmet ve kudretini ilan ettiğini ders veriyor. Bu sebeple, konunun iman boyutuna yapılan vurgunun gücünü kısmen zayıflatacak diğer hususları nazara vermiyor. Çünkü bu asrın insanı imana muhtaçtır, onu ön plana çıkarmak gerekir. 30 Suyutî, Celaluddin Abdurrahman b. Ebi Bekr (ö. 911), ed-dureru l-müntesira, fi l-ahadisi l-münteşira, Riyad, ts., 1/126; Aclunî, 1/486; Kenzu l-ummal, h. No:11260. 31 Nursi, Şualar, s. 271; Asa-yı Musa, Envar Neşriyat, İstanbul, 1993, s. 90. 32 Nursi, Divan-ı Harbi Örfi, s. 56; Tarihçe-i Hayat, s. 58. 33 Nursi, Divan-ı Harb-i Örfi, s. 57; Tarihçe-i Hayat, s. 59. 34 Nursi, Sözler, s. 668.

50 Risale-i Nur ve Tecdid Sempozyumu Bildirileri 8-Enbiya Suresi, En Büyük Musibet Dini Musibettir İlgili ayetin meali: Eyyûb u da an. Hani o: Ya Rabbî, bu dert bana iyice dokundu. Sen ise merhametlilerin en merhametli olanısın diye niyaz etmişti. Hz. Eyüp ün hastalığını, onun bu hastalıktan ötürü Allah a yaptığı duasını seslendiren bu ayetin tefsirini yapan Bediüzzaman, açıklamalarını iman nuru zaviyesinden beş nükte içerisinde takdim etmiştir. Her zamanın bir hükmü olduğuna, şu gaflet zamanında musibetin şeklini değiştirdiğine, öyle ki bazı zamanda ve bazı şahıslar için belanın, bela değil, belki bir lütf-u İlahî olarak ortaya çıktığına vurgu yapmış ve bu tarihi olaydan özellikle bu günkü insanlar için beş ibret penceresi açmıştır. 35 9-Enbiya Suresi, Münacatın Gücü: Sırr-ı Ehadiyetin İnkişafıdır İlgili ayetin meali: Zünnûn u da an. Hani o halkına kızmış, onlardan ayrılmış, Bizim kendisini sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Sonra karanlıklar içinde şöyle yakarmıştı: Ya Rabbî! Sensin İlah, Senden başka yoktur İlah. Sübhansın, bütün noksanlardan münezzehsin, Yücesin! Doğrusu ben zalimlerden oldum. Hazret-i Yunus un meşhur kıssası: Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümid kesik bir vaziyette münacatı, ona sür aten vasıta-i necat olmuştur şeklinde çok veciz bir tarzda özetlenmiştir. Bediüzzaman, bu ayetin tefsirinde özellikle şu noktalara dikkat çekmiştir: a. Hazret-i Yunus İbn-i Metta Alâ Nebiyyina ve Aleyhissalâtü Vesselâm ın münacatı, en azîm bir münacattır ve en mühim bir vesile-i icabe-i duadır. b. Bu münacatın yapıldığı ortamın ne kadar korkunç olduğu hususu, şöyle özetlenmiştir: O vaziyette esbab bilkülliye sukut etti. Çünki o halde ona necat verecek öyle bir zât lâzım ki; hükmü hem balığa, hem denize, hem geceye, hem cevv-i semaya geçebilsin... Eğer bütün halk onun hizmetkârı ve yardımcısı olsa idiler, yine beş para faideleri olmazdı. Demek esbabın tesiri yok. c. Bu münacatın azim tesirinin hikmeti, sırr-ı ahadiyeti müşahede eden güçlü bir imanın varlığıdır. d. Üstad, bu teşhis ve tespitten sonra, manevi hayatımız itibariyle Hz. Yunus tan daha korkunç bir vaziyete olan bizim de Hz. Yunus gibi samimi bir şekilde Allah a yalvarıp yakarmamızın gereğine işaret etmiştir... 36 10-Ankebut ve Zariyat Sureleri, Açlıktan Ölmek ve Rızkın Taahhüdü İlgili ayetlerin meali: Nice canlı mahlûk var ki rızıklarını kendileri taşıyamazlar. Ama sizi de, bütün onları da rızıklandıran Allah tır (O her şeyi hakkıyla işitir 35 Nursi, Lem alar, s. 8-13. 36 Nursi, Lem alar, s. 5-7.

Kur an Ayetlerinin Asrın İdrakine Sunulmasında Bir Tecdid Örneği: Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur 51 ve bilir). 37 Asıl bütün mahlûkların rızıklarını veren, kâmil kuvvet ve tam iktidar sahibi olan Allah Teâlâdır. 38 Bediüzzaman Said Nursi, görünürde açlıktan ölenlerin varlığı ile, söz konusu ayetlerin verdiği taahhüt arasında bir çelişki görüldüğünden, bu problemi çok orijinal sayılan bir yorumla şöyle çözmeye çalışır: Rızık doğrudan doğruya Kadîr-i Zülcelal in elindedir ve hazine-i rahmetinden çıkar. Herbir zîhayatın rızkı, taahhüd-ü Rabbanîsi altında olduğundan, açlıktan ölmek, olmamak lâzım gelir. Halbuki zahiren açlıktan ve rızıksızlıktan ölenler çok görünüyor. Şu hakikatın ve şu sırrın halli şudur ki: Taahhüd-ü Rabbanî hakikattır. Rızıksızlık yüzünden ölenler yoktur. Çünki o Hakîm-i Zülcelal, zîhayatın bedenine gönderdiği rızkın bir kısmını ihtiyat için şahm ve içyağı suretinde iddihar eder. Hattâ bedenin her hüceyresine gönderdiği rızkın bir kısmını, yine o hüceyrenin bir köşesinde iddihar eder. İstikbalde hariçten rızık gelmediği zaman, sarfedilmek üzere bir ihtiyat zahîresi hükmünde bulundurur. İşte bu iddihar edilmiş ihtiyat rızık bitmeden evvel ölüyorlar. Demek o ölmek, rızıksızlıktan değildir. Belki sû -i ihtiyardan tevellüd eden bir âdet ve o sû -i ihtiyardan ve âdetin terkinden neş et eden bir marazla ölüyorlar 39 11-Ankebut Suresi, Asıl Hayat Ahiret Hayatıdır Şüphesiz bu dünya hayatı geçici bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir ve ebedî âhiret diyarı ise, hayatın ta kendisidir. Keşke bunu bir bilselerdi! Yirmi Sekizinci Söz ün baş taraflarında cennet hayatının gerçek hayat yeri olduğu, orada bulunan her şeyin hayattar olduğuna delil olarak Ankebut suresinin 64. ayetine yer verilmiştir. Ancak ayetin Keşke bunu bir bilselerdi! mealindeki son cümlesine yer verilmemiştir. Bu çok kısa cümleye yer verilmemesinin elbette bir hikmeti olmalıdır. Bize göre bu hikmet, Risale-i Nur un temel maksadı olan ve bu asırdaki insanların en çok muhtaç oldukları imanın ikinci büyük esası olan ahiretin/cennetin güzelliğine yapılan vurgunun -az da olsa- gücünün kırılmamasıdır. Üstadın aşağıdaki ifadeleri, ilgili ayetin vurgusunu güzelce yansıtmıştır: Madem bu dâr-ı elemde, bu kadar acib ve ayrı ayrı lezzetlere medar; ekl ve nikâhtır. Elbette dâr-ı lezzet ve saadet olan Cennet te o lezzetler, o kadar ulvî bir suret alıp ve vazife-i dünyeviyenin uhrevî ücretini de lezzet olarak ona katarak ve dünyevî ihtiyacı dahi uhrevî bir hoş iştiha suretinde ilâve ederek, Cennet e lâyık ve ebediyete münasib, en câmi hayatdar bir maden-i lezzet olur. Evet Şüphesiz bu dünya hayatı geçici bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir ve ebedî âhiret diyarı ise, hayatın ta kendisidir mealindeki ayetin sırrınca, şu dâr-ı 37 Ankebut, 29/60. 38 Zariyet, 51/58. 39 Nursi, Lem alar, s. 62-63.

52 Risale-i Nur ve Tecdid Sempozyumu Bildirileri dünyada, camid ve şuursuz ve hayatsız maddeler, orada şuurlu hayattardırlar. Buradaki insanlar gibi orada da ağaçlar, buradaki hayvanlar gibi oradaki taşlar; emri anlar ve yapar. Sen bir ağaca desen Filan meyveyi bana getir, getirir. Filan taşa desen Gel, gelir. Madem taş, ağaç, bu derece ulvî bir suret alırlar; elbette ekl ve şürb ve nikâh dahi hakikat-ı cismaniyelerini muhafaza etmekle beraber; Cennet in dünya fevkındeki derecesi nisbetinde, dünyevî derecelerinden o derece yüksek bir suret almaları iktiza eder. 40 12-Ahzab Suresi, En Büyük Emanet: Fıtrî Enâniyet Anahtarıdır Biz emaneti göklere, yere, dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten kaçındılar. Zira sorumluluğundan korktular, ama onu insan yüklendi. İnsan (bu emanetin hakkını gözetmediğinden) cidden çok zalim, çok cahildir. 41 Bu ayette mahiyeti bizce meçhul, manası oldukça kapalı olan/müteşabih bir emanet kavramından söz edilmektedir. Bediüzzaman Hazretleri, bu meçhul mana üzerinde yorum yapmamış, fakat hepimizin yakından bildiği ve her bir yönüyle marifetin zirvesine taşıyabildiği gibi, insanlık kulesinin şerefesinden gayr-ı insanî bir çukurun derekesine de atabilir bir unsurda; insanın benliğinden/enaniyetinden sözetmiş ve ayetteki emanet kavramını bu açıdan değerlendirmiş ve şu ifadelere yer vemiştir: Şu âyetin büyük hazinesinden tek bir cevherine işaret edeceğiz. Şöyle ki: Gök, zemin, dağ tahammülünden çekindiği ve korktuğu emanetin müteaddid vücuhundan bir ferdi, bir vechi, ene dir Ene, künuz-u mahfiye olan esma-i İlahiyenin anahtarı olduğu gibi, kâinatın tılsım-ı muğlakının dahi anahtarı olarak bir muamma-yı müşkilküşadır, bir tılsım-ı hayretfezadır. O ene mahiyetinin bilinmesiyle, o garib muamma, o acib tılsım olan ene açılır ve kâinat tılsımını ve âlem-i vücubun künuzunu dahi açar Sâni -i Hakîm, insanın eline emanet olarak, rububiyetinin sıfât ve şuunatının hakikatlarını gösterecek, tanıttıracak, işarat ve nümuneleri câmi bir ene vermiştir. Tâ ki o ene, bir vâhid-i kıyasî olup, evsaf-ı rububiyet ve şuunat-ı uluhiyet bilinsin. Fakat vâhid-i kıyasî, bir mevcud-u hakikî olmak lâzım değil. Belki hendesedeki farazî hatlar gibi, farz ve tevehhümle bir vâhid-i kıyasî teşkil edilebilir. İlim ve tahakkukla hakikî vücudu lâzım değildir 42 13-Yasin Suresi, Risalet-i Ahmediye ye Yemin Edilmesi Yâ sîn, Hikmetli Kur ân a andolsun: Sen elbette gönderilen resullerdensin. Bu ayetlerden sonra aşağıda mealleri verilen şu ayetler yer almaktadır. 40 Nursi, Sözler, s. 499. 41 Ahzab, 33/72. 42 Nursi, Sözler, s. 535-36.

Kur an Ayetlerinin Asrın İdrakine Sunulmasında Bir Tecdid Örneği: Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur 53 Dosdoğru yol üzerindesin. O, azîz ve rahîmden indirilen bir tenzil olup, ataları uyarılmamış, hâliyle, kendileri de gaflette giden, bir topluluğu uyarmak için gönderilmişsin. Yirmi Beşinci Söz ün Birinci Şulesinin beşinci noktasında Hz. Peygamberin nübüvvetinin vurgulandığı ilk üç ayete yer verilmiş; ardından gelen ve aynı konuyu işleyen 4-6. ayetlerin açıklaması yapılmamıştır. Çünkü maksat konunun iman yönüne dikkat çekmektir. Bu ayetlerde yeminle ilişkisi kuvvetle vurgulanan husus Hz. Muhammed in risaletidir. İşte bu vurgunun kuvvetini hafifletmemek için ilgili ayetlerin tamamlayıcı bir unsuru olmalarına rağmen ardından gelen ayetlerin açıklamasına yer verilmemiştir. Bediüzzaman ın konuyla ilgili açıklamasının özeti şöyledir: Hem makam-ı isbatın en latif misallerinden biri de: Yasin; hikmetli Kur an a kasem ederim, sen Resullerdensin mealindeki ayettir. Burada yer alan şu kasem işaret eder ki, risaletin hücceti o derece yakînî ve haktır ki, hakkaniyette makam-ı tazim ve hürmete çıkmış ki, onunla kasem ediliyor. İşte şu işaret ile der: Sen resulsün. Çünki senin elinde Kur an var. Kur an ise, haktır ve Hakk ın kelâmıdır. Çünki içinde hakikî hikmet, üstünde sikke-i i caz var. 43 14-Hucurat, Gıybet Altı Cihetle Kötüdür Ayetin Meali: Kiminiz kiminizi gıybet etmesin. Hiç sizden biriniz ölmüş kardeşinin cesedini dişlemekten hoşlanır mı? İşte bundan hemen tiksindiniz! Ayetin mucizevî üslubundan bir misal olarak verdiği söz konusu ayetin başında yer alan istifham edatının harikalar harikası fonksiyonunu anlatan Üstad Bediüzzaman, bu asrın idrakine uygun ifadelerle gıybetin ve arkadan çekişmenin aklen, kalben, insaniyeten, vicdanen, fıtraten, asabiyeten ve milliyeten çirkin bir saldırı niteliğinde olduğunu şöyle ifade etmiştir: Makam-ı zemm ve zecirde binler misallerinden meselâ: Söz konusu âyet zemmi altı derece zemmeder. Gıybetten altı derece şiddetle zecreder. Şöyle ki: Malûmdur: Âyetin başındaki hemze, sormak (âyâ) manasındadır. O sormak manası, su gibi âyetin bütün kelimelerine girer. İşte birinci hemze ile der: Âyâ sual ve cevab mahalli olan aklınız yok mu ki, bu derece çirkin bir şeyi anlamıyor? İkincisi: ي ب lafzı ile der: Âyâ, sevmek, nefret etmek mahalli olan kalbiniz bozulmuş mu ki, en menfur bir işi sever? Üçüncüsü: ا ح د ك kelimesiyle der: Cemaatten hayatını alan hayat-ı içtimaiye ve medeniyetiniz ne olmuş ki, böyle hayatınızı zehirleyen bir ameli kabul eder? Dördüncüsü: ا ن اي لك ل ح م kelâmıyla der: İnsaniyetiniz ne olmuş ki, böyle canavarcasına arkadaşını dişle parçalamayı yapıyorsunuz? Beşincisi: ا خ يه kelimesiyle der: Hiç rikkat-i cinsiyeniz, hiç sıla-i rahminiz yok mu ki, böyle çok cihetlerle kardeşiniz olan bir mazlumun şahs-ı manevîsini insafsız- 43 Nursi, Sözler, s. 382.

54 Risale-i Nur ve Tecdid Sempozyumu Bildirileri ca dişliyorsunuz? Hiç aklınız yok mu ki, kendi âzanızı kendi dişinizle divane gibi ısırıyorsunuz? Altıncısı: م ي ت ا kelâmıyla der: Vicdanınız nerede? Fıtratınız bozulmuş mu ki, en muhterem bir halde bir kardeşine karşı, etini yemek gibi en müstekreh bir iş yapılıyor? Demek zemm ve gıybet, aklen, kalben ve insaniyeten ve vicdanen ve fıtraten ve asabiyeten ve milliyeten mezmumdur. İşte bak! Nasıl şu âyet, îcazkârane altı mertebe zemmi zemmetmekle i cazkârane altı derece o cürümden zecreder. 44 15-Necm Suresi, Cemaatin Fatiha Okuması, Şahsi Teşebbüse Bir Çağrı Hükmündedir Bediüzzaman, Osmanlı nın son dönemlerinde Kürt aşiretlerini asrın teknik ve teknolojisine teşvik ederken muhataplarını ikna etmek için, Şafiilerin imamın arkasında Fatiha suresini okumalarını, Şark medreselerinde karşılıklı müzakerelerin yapılmasını delil gösteriyor. Evet, mazinin sahralarında keşmekeşliğinize sebebiyet veren her birinizdeki meyl-ül ağalık ve fikr-i hod-serane ve enaniyet, şimdi istikbalin saadet-saray-ı medeniyetinde fikr-i icada ve teşebbüs-ü şahsiyeye ve fikr-i hürriyete inkılab edecektir, inşâallah... Hattâ diyebilirim ki: Ey Şark vilayetlerindeki vatandaşlarım... Başkalarının sükûtî medreselerine nisbeten, sizin gürültülü olan medreseleriniz bir meclis-i meb usan-ı ilmiyeyi gösteriyor. Hem Şafiî olduğunuzdan ve imam arkasında kıraat-ı Fatiha ile semavî ve ruhanî vızıltılarınız sizi mezheben ve medreseten ve fıtra- إ اال م ا س ع ى ten إ ن س ان nın ( İyi bilinsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir و أ ن ل ي س ل ل şey yoktur 45 mealindeki ayetin) başka bir unvanı olan teşebbüs-ü şahsiyeye teşvik ediyor. 46 16-Mülk Suresi, Ölüm ve Hayat, Hayyu Kayyumun Aynasıdır Sözler de 33. Söz ün 23. ve 24. Penceresinin başında Mülk suresinin ikinci ayetine yer verilmiştir. İlgili ayetin meali şöyledir: Hanginizin daha güzel iş ortaya koyacağını denemek için, ölümü ve hayatı yaratan O dur. O azîzdir, gafurdur (üstün kudret sahibidir, affı ve mağfireti boldur). Ancak bu makam, hayat ve ölüm penceresinden Allah ın vahdaniyeti, sonsuz ilim ve kudretini temaşa makamı olduğu için, ayetin sadece ölümü ve hayatı yaratan O dur mealindeki ifadesinin açıklaması yapılmıştır. Çünkü, maksada ulaştıran yolların en güzeli en kısa olanıdır. Ölümü ve hayatı yaratan O dur ifadesinin manası şudur: Ölüm 44 Nursi, Sözler, s. 381. 45 Necm, 53/39. 46 Nursi, Divan-ı Harb-i Örfi, s. 53-54.

Kur an Ayetlerinin Asrın İdrakine Sunulmasında Bir Tecdid Örneği: Bediüzzaman Said Nursi ve Risale-i Nur 55 ve hayat ancak ölümsüz ve baki bir hayata sahip olan Allah ın işi olabilir. Zira hayatta olmayan hayatı yaratamaz, ölüme mahkûm olan ölümü halk edemez. Üstad Bediüzzaman, bu ayette nazara verilen hayat-memat penceresinden Allah ın varlığını, birliğini ve daha birçok esmasını gözler önüne sermiştir: Hayat, kudret-i Rabbaniye mu cizatının en nuranisidir, en güzelidir. Ve vahdaniyet bürhanlarının en kuvvetlisi ve en parlağıdır. Ve tecelliyat-ı Samedaniye âyinelerinin en câmii ve en berrakıdır... 47 17-Tin Suresi, Ahsen-i Takvimi Işıklandıran İman Şuuru ve Amel-i Salih Nurudur Sözler de, 23. Söz ün başında Tin suresinin tefsirine yer verilmiştir. Ancak surenin insanla iman ilişkisine dikkat çeken 4-5. ayetler ile 6. ayetin ilk yarısının açıklaması yapılmış, geri kalan ilk üç ayet ile son iki buçuk ayete yer verilmemiştir. Risalede tefsiri yapılan ayetlerin meali şöyledir: Biz insanı en mükemmel surette yarattık. Sonra da onu en aşağı derekeye düşürdük. Ancak iman edip güzel ve makbul işler yapanlar müstesnadır. İşte bu ayetlerde dikkat çeken üç nokta vardır: Biri, insanın fıtratındaki ahsen-i takvim konumu; biri bu ahsen-i takvim kulesinin başından aşağılar aşağısına düşüren amiller; bir diğeri ise insandaki bu ahsen-i takvimi koruyan, bu şerefli kulenin şerefesinden baş aşağı düşmesine engel olan iman nuru ve amel-i salih unsuru. Bediüzzaman, bu makamda surenin vurguladığı bu üç unsuru birkaç noktada açıklamıştır. Bunları şöyle özetleyebiliriz: İnsan nur-u iman ile âlâ-yı illiyyine çıkar; cennete layık bir kıymet alır. Ve zulmet-i küfür ile esfel-i safiline düşer; cehenneme ehil olacak bir vaziyete girer. İman bir nurdur, insanı ışıklandırdığı gibi, üstünde yazılan bütün Mektubat-ı Samedaniyeyi okutturuyor. İman hem nurdur, hem kuvvettir. Hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir. İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. 48 18-İhlas Suresi, Altı Cümlesinde Otuz Altı İhlas Suresi Vardır İhlas suresi altı cümleden meydana gelmiştir. İlk ayette iki, ikinci ayette bir olmak üzere tevhidi vurgulayan üç müspet hükme yer verilmiştir. Üçüncü ve dördüncü ayetlerde ise, yine tevhidi pekiştiren üç menfi unsura işaret edilmiştir. Buna göre İhlâs suresinde 36 İhlâs suresi söz konusudur. Surenin her bir cümlesi altı defa delil, altı defa netice olur. Her bir tabloda altı cümlenin altı defa sıralarının değiştirilmesiyle toplam 36 İhlâs suresi elde edilir. Ve altı cümleden ibaret olan İhlâs suresi, yedi çeşit şirki (Üzeyirperestlik, İsaperestlik, melekperestlik, 47 Nursi, Sözler, s. 675-677. 48 Nursi, Sözler, s. 317.

56 Risale-i Nur ve Tecdid Sempozyumu Bildirileri akılperestlik, esbabperestlik, yıldızperestlik, sanemperestlik gibi putperestlikleri) reddeder ve tevhid-i şuhud, tevhid-i ulûhiyet, tevhid-i rubûbiyyet, tevhid-i kayyûmiyet, tevhidi celâl, tevhid-i sermediyyet ve tevhid-i câmi gibi tevhidin 7 mertebesini gösterir. 49 Sure-i İhlas içinde otuz altı sure-i İhlâs miktarınca her biri zil-ecniha olan altı cümlenin terkibatından müteşekkil bir hazine-i ilm-i tevhid bulunur ve tazammun ediyor. 50 Bediüzzaman ın, 36 sureyi ihtiva ettiğini belirttiği İhlâs suresinin bu harika durumunu bilimsel olarak ortaya koyacak matematik formülü Permitasyon prensibi dir. Bu prensibe göre: Bu surede yer alan menfî ve müsbet üçer cümlenin oluşturduğu iki farklı kategorinin normal permitasyonlarının sayısı: 720 şerden toplam 1440 dır. Buna göre İhlâs suresinde, tam 1440 İhlâs suresi vardır. Şüphesiz bu husus tek başına bir mucizedir. Ve bu orijinal tespit, tefsirdeki tecdidin güzel bir yansımasıdır. Sonuç Bu çalışmamızda Risale-i Nur da Kur an ayetlerinin asrın idrakine hitap eden yönlerine ağırlık verildiği, asrın en büyük ihtiyacı olan iman esasları üzerinde durulduğu, asrın şüphe ve tereddütlerini ortadan kaldıracak mahiyetteki zımni cevap teşkil eden bilgiler yeni bir üslupla takdim edildiği müşahede edilmiştir. Bediüzzaman ın, tecdid görevinin unsurları olduğu âlimler tarafından kabul edilen vasıfları haiz bulunduğu hiçbir tereddüde mahal vermeyecek kadar açık olduğu görülmüştür. Gerek eserleri ile gerek sözlü irşadıyla, gerek hayatının fiili izleriyle ortaya koyduğu nurlu tablo, Üstadın bütün maksadı yeniden Kur an a hizmet ve Sünneti ihya olduğunu göstermiştir. Bu çalışmada misal olarak verilen ilgili ayetlerin mutad tefsirlerde yer alan yorumlarının dışında, asrın ihtiyacını ve idrakini göz önünde bulunduran bir yaklaşımla yeni yorumların getirilmiş olması da Üstad Bediüzzaman Said Nursi nin tefsir alanında da bir tecdid gerçekleştirdiğinin göstergesidir. Kendisine Bediüzzaman unvanının verilmiş olması bile müceddid oluşunun en önemli göstergelerinden biridir. Ayrıca bu mümtaz şahsiyetin hayatının harfleriyle yazdığı bu müstesna tablo da onun müceddidliğini gözler önüne seren parlak belgelerden biridir. 49 Nursi, Sözler, Lemeât, s. 739-741. 50 Nursi, Sözler, s. 138.