alırken onlarla uzun boylu konuşurdum, neler çektiklerini bilir, onları kendimden üstün sayardım: "Onlar şimdiden çalışıyorlar," derdim içimden; "anaları, babaları, kendilerine yük olmuyor diye memnundurlar herhalde? Gelecek yıl ben de onlar gibi olacağım." O yıl gelmiş çatmıştı. Pis bir çul önlükle örtülü o göğüslerden bir saatte kaç inilti koptuğundan habersiz, cesaretle, adeta övünerek iş aramaya koyuldum. İşi bulacak, akşama anama müjdeyi getirecektim. Rasgele gitmiyordum. Ne istediğimi pek iyi biliyordum; her bakımdan bana elverişli gelen bir koltuk meyhanesini gözüme kestirmiştim. Her şeyden önce, bir Rum meyhanesiydi bu. (Angel Dayı bana demişti ki: Rumların yanına gir, onlar çokluk Romenlerden daha cömert olurlar. ) Sonra usta, bekârdı.
(Çırakları döven, onlara çocuklarının iğrenç bezlerini yıkatan patron karılarından nefret ederdim.) Üstelik bu meyhane, sevgili Tuna nın pek yakınında bulunuyordu! Çıraklarının sabahları dükkândaki malların yarısını kaldırımlara taşıyıp akşamları tekrar içeri almaktan ve bütün günü köylüleri öte beri almaya zorlamak için sokağın ortasına kadar kovalayıp külahlarını kapmaktan canları çıkan o manifaturacı ya da bakkallara çırak olmaya dünyada yanaşmazdım. Gerçi, seçtiğim meyhaneci çıraklığının da başka türlü dertleri yok değildi. O iğrenç bulaşık yıkama ve dükkânın akşam değil, gece yarısı, bazen de gün ağarırken kapanması bir yana, bir de korkunç hruba vardı, yerin altında kazılmış bu havasız ve üstünden sular sızan labirent, patronun gözü önünde meteliği uzatarak kendisinden dumanlı dumanlı bir
bardak şarap isteyen her müşterinin hatırı için günde yüz defa oraya inmek zorunda olan zavallı çırağı dehşete düşürürdü. Dediklerine bakılırsa gece yarısına doğru hruba da cinler cirit oynar, fıçılar arasında saklanarak çırağın mumunu söndürür ve onun sırtına atlarmış. Zavallıların çoğu düşüp bayılırmış oracıkta. Korkudan ödleri patlayıp ölenleri de varmış. Bütün bu korkunç şeyleri işitmiştim, ama Angel Dayı kulağımı bükmüştü: Ne cin var, ne peri! Mum, havasızlıktan söner. Hava delikleri topraktan geçtiği için çabuk tıkanır. Onları açık tutmaya gayret et. Dumanlı dumanlı şaraba gelince, onu ancak çok sıcak havalarda, dükkânda buz bulunduğu zamanlar isterler. Sen de kurnazlık yap: Büyük bir kâseye buz doldurup mahzenin bir köşesine koy; yer altına indiğine
hükmetsinler diye biraz bekle; fıçı "tazyik inin yerini tutsun diye biraz da soda kattın mı oldu sana "dumanlı dumanlı şarap. Ama gözünü aç ha: "Erbap müşteriye böyle oyunlar oynamaya kalkma. Kıyı Sokağı (belki şimdi adı da değişmiştir) otuz yıl önce, Süvari Caddesi nden başlayıp yukarıdan dimdik süzdüğü Tuna Vadisi nin üstünde sona eren kısa bir geçitti. Adı da buradan gelir. Karaköy Mahallesi nin ortasında olan bu sokak, çok işlekti. Bu mahallede daha çok Rumlar otururdu. Bunlar neşeli cümbüşlü bir ömür sürerlerdi ama, Kodin de sözünü ettiğim Komorofka halkı gibi tehlikeli insanlar değillerdi. Karaköy, sakin neşesi, kozmopolit tarafıyla beni kendine çekerdi: Orayı kendi ceplerim gibi bilirdim. Orada dolaşırken kendimi,
tanımak için yanıp tutuştuğum ve fotoğraflarına, basılı resimlerine bakarak hayalimde şekil verdiğim Boğaziçi nde, o Cenneti-âlâ da sanırdım: Hülyalı ve hovarda Rumlar; vakur yüzlü Türkler; pek zalimce sevildikleri için ürkek, çekingen genç kadınlar, ölçüsüz derecede kıvrık gür kaşlarıyla, Tanrı yı unutturup adamı şeytana taptıracak kadar şehvetli ve alımlı ezelden sevdalılar. Coşkun bir özgürlüğe kavuştuğum perşembe günleri, İbrail e para kazanmaya gelmiş, uzak yurtlarının hasretiyle yanan ve sonunda bizim o gamlı, gurbette ölenler için iki kat gamlı mezarlıklarımıza gömülen türlü garip milletin kırıntıları arasında avare avare dolaşırdım. Sonraları Kira Kiralina nın konusunu ve havasını yaratmakta işime yarayacak olan bütün o şehvetli izlenimleri daha