Kentl er Ki ta bı 2008



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Adım-Soyadım:... Oku ve renklendir.

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Ilgaz (14 Şubat 2010) Yazı ve fotoğraflar: Hüseyin Sarı (huseyinsari.net.tr)

Kentl er Ki ta bı 2008

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERİSTESİ VAKFI ADIGÜZEL OKULLARI ÇEKMEKÖY ANAOKULU TAVŞANLAR SINIFI MAYIS AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

DDD. m . HiKAYE. KiTAPLAR! . CİN. ALİ'NİN. SERiSiNDEN BAZILARI. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

Cadı böyle diyerek süpürgesine bindi. Daha yüz metre uçmadan. paldır küldür yere düştü. Ağaçtaki kargalar Gak gak diye güldüler.

KURALLI VE DEVRİK CÜMLELER. --KURALLI CÜMLE: İş, hareket, oluş bildiren sözcükler cümlenin sonunda yer alıyorsa denir.

ΤΕΛΙΚΕΣ ΕΝΙΑΙΕΣ ΓΡΑΠΤΕΣ ΕΞΕΤΑΣΕΙΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΠΤΑ (7) ΣΕΛΙΔΕΣ

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Betül Tarıman. Öykü GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ. 2. basım. Resimleyen: Uğur Altun

5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Ramazan Alkış. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

KÜÇÜK UYKULAR BAHÇESİ

&[1Ô A w - ' ",,,, . CiN. ALl'NIN. HiKAYE. KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI Rasim KAYGUSUZ

2. Sınıf Kazanım Değerlendirme Testi -1

İletişim Yayınları 2472 Çağdaş Türkçe Edebiyat 426 ISBN-13: İletişim Yayıncılık A. Ş. 1. BASKI 2017, İstanbul

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Pırıl pırıl güneşli bir günde, içini sımsıcak saran bir mutlulukla. Cadde de yürüyordu. Yüzü gülümseyen. insanların kullandığı yoldan;

(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı

yuvarlak masa yeşil erik üç kalem ihtiyar adam

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan :15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması DAĞINIK ÇOCUK

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΙΓΡΤΜΑ ΓΙΑΥΔΙΡΙΗ ΑΠΟΓΔΤΜΑΣΙΝΩΝ ΚΑΙ ΒΡΑΓΙΝΩΝ ΔΠΙΜΟΡΦΩΣΙΚΩΝ ΠΡΟΓΡΑΜΜΑΣΩΝ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ

Herkese Bangkok tan merhabalar,

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar.

Haydi Deniz Kıyısına! Şimdi okuyacağınız hikâye Limonlu Bayır

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Okuma- Yazmaya Hazırlık. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Ve Ritim. Fen Ve Doğa Etkinlikleri

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer,

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ VAKFI ADIGÜZEL ANAOKULU GÖKYÜZÜ SINIFI KASIM AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

Engin arkadaşına uğrar, eve gelir duşunu alır ve salona gelir. İkizler onu salonda beklemektedirler.

Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangisi kanıtlanabilirlik açısından farklıdır?

AĞIR ÇANTA. Aşağıdaki soruları metne göre cevaplayınız. 1- Fatma evden nasıl çıktı? 2- Fatma neyi taşımakta zorlanıyordu?

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

Söyle, üzmesinler onu. Ele güne muhtaç olmasın. Hâlâ sigara. Çünkü gücüm var biraz daha.

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

ANLATIM BOZUKLUKLARI

Parlar saçların güneşin rengini bana taşıyarak diye yazıvermişim birden.

1) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde yazım yanlışı yapılmamıştır?

Kahraman Kit Misafirlikte

DÜNYA ÇOCUKLARI EL ELE EKİM OKULA GETİRECEKLERİMİZ OKULDA YAPACAĞIMIZ ÇALIŞMALAR

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

3. Yazma Becerileri Sempozyumu. Çağrışım: Senden Kim Çıkacak?

SAKA (SAtır KApama) Ağustos Umut & Yeşim Uludağ SAKA V. 1.0

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

KEREM ASLAN Her Şey Dahil

Doğada Keşif Yapıyoruz

ÖZEL NİLÜFER ANAOKULU BUKET SARICA

2. Sınıf Cümle Oluşturma Cümle Bilgisi

KIPTAS LA ISTANBUL SIZE KALBINI ACIYOR

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Öykü KURABİYE EV. Resimleyen: Burcu Yılmaz

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Eğitim Öğretim Yılı OKUL ÖNCESİ DÜŞÜNEN ÇOCUKLAR EĞİTİM SETİ YARIM GÜNLÜK PLAN ÇİZELGESİ

CİN ALİ İLE BERBER FİL

Yüreğimize Dokunan Şarkılar

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI OCAK AYI BÜLTENİ BELİRLİ GÜNLER VE HAFTALAR. Yeni yıl (31 Aralık-1 Ocak)

3 YAŞ EKİM AYI TEMASI

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

kural tanımayan cafer Adı-Soyadı:...

MÜBDÎ. Allah MUHSÎ dir. MUHSÎ, her şeyin sayısını bilen demektir.

AHMET ÖNERBAY GÖRELE'DE

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

Transkript:

Kentler Kitabı 2008

Kentler Kitabı Kentler Kitabı Sürüm: Mayıs 2008 Tasarım: Cem Uçan 2008 altkitap Yapıtın tüm yayın hakları saklıdır. Tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında yayıncının izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. www.altkitap.com altkitap@altkitap.com

YAZARLAR Ahu Parlar 1977 yılında doğdu. Kadıköy Anadolu Lisesi mezunu. Ekonomi alanında lisans ve kültürel incelemeler alanında yüksek lisans eğitimi aldı. İş yaşamına gazeteci olarak başladı. Şu anda bir firmanın kurumsal iletişim yöneticiliğini yapmaktadır. Metinleri altzine, Uç, Altıkırkbeş, Varlık, Radikal İki gibi yayınlarda yer almıştır. Attilâ Şenkon 21 Ağustos 1962 de Ankara da doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini bu kentte tamamladı. 1987 de Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü nden yüksek lisans derecesiyle mezun oldu. 1990 da yayımlanan ilk kitabı Her Gün Perşembe Olsa ile, 1991 Akademi Kitabevi Öykü Özendirme Ödülü ne değer görüldü. Bu kitabı, Uykusuz Gece Düşleri (1993) izledi. Nazlı Eray ın yaşamöyküsünden yola çıkarak yazdığı Bütün Düşler Nazlı dır (1998) ve Gökkuşağına İki Bilet (2004) adlı romanları da bulunan Şenkon un, aldatılmış erkekler üzerine kurduğu bir üçlemeyi oluşturan kitaplardan Ten Yükü 1995 te, Bıyık İzi Yalanları ise 2002 de yayımlandı. Üçlemeyi tamamlayacak olan Sustum Duydun mu, Can Yayınları nda yayımlanmak üzere sırada. Attilâ Şenkon ayrıca 2005 ten bu yana TRT-Radyo-1 deki Gece Yatısı programını hazırlayıp sunuyor. w w w. a l t k i t a p. c o m 1

Cem Uçan 1973 yılında İzmir de doğdu. 1996 yılında Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü nü bitirdi. İlk öykü kitabı Bambaşka Hayatlar 2005 yılında ikinci öykü kitabı Boşluğun İzinde (2007 Yunus Nadi Öykü Ödülü) 2006 yılında yine Sel Yayıncılık tarafından yayımlandı. Evren Yiğit Evren Yiğit 1978 de İstanbul da doğdu. İstek Özel Kemal Atatürk Lisesi ni bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı ndan mezun oldu. Ortaokul yıllarından beri yazıları çeşitli dergilerde ve toplamalarda yer aldı. Küstah Mizah dergisinde Deniz Kızı adlı köşeyi ve tiplemeyi yarattı. İlk kitabı Kipat 2005 yılında, ikinci kitabı Aşk Yüzünden 2006 yılında yayımlandı. İlk çocuk kitabı Masal Ülkesine Yolculuk 2008 yılında, Masal Masal İçinde adlı dizi masallarının ilk kitabı olarak basıldı. Feryal Tilmaç 1969 yılında Adana da doğdu. Adana Anadolu Lisesi ni ve Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü nü bitirdi. Öyküleri, yazıları, çevirileri Artimento, Ceysanat, Varlık, Eşik Cini, İmge Öyküler, Deniz Yıldızı, Beyaz, Kül Öykü dergilerinin yanısıra Altzine, Borges Defteri, Enkoyu vb elektronik ortamlarda yayınlandı. Trilobis adlı öyküsü Altkitap 2006 Öykü Ödülü Yarışması nda birincilik ödülüne değer görüldü. İlk öykü kitabı Mevt Tek Hecelik Uyku 2007 de Okuyan Us Yayınevi nden çıktı. w w w. a l t k i t a p. c o m 2

Murat Gülsoy 1967'de İstanbul'da doğdu. Mühendislik ve Psikoloji eğitimi gördü. Boğaziçi Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışıyor. 1992-2002 yılları arasında Hayalet Gemi dergisini yayına hazırlayan editörlerden biri olarak çalıştı. 2000 yılından bu yana elektronik yayınevi altkitap 'ın editörlerinden. 2000 yılı Sait Faik Hikaye Armağanı, Bu Kitabı Çalın adlı kitabına; 2004 yılı Yunus Nadi Roman Ödülü, Bu Filmin Kötü Adamı Benim adlı romanına verildi. 2004 yılından bu yana Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, Yayın Kurulu Başkanı olarak görev yapıyor. Mustafa Ziyalan 1959 da Zonguldak ta doğdu. Şimdilerde New York ta psikiyatristlik yapıyor, Red Hook (Kızıl Kanca) semtinde yaşıyor. Fotoğraf çekiyor. Şiir, deneme ve öyküleri 1983 ten bu yana sürekli yayınlarda yer aldı. Dünle Yarın Arasında (1990), New York un Arabı (1998) ve Kızıl Kanca Şiirleri (2007) adlı şiir kitapları, Su Kedileri adlı (2005) bir öykü kitabı var. Özge Baykan 1981 yılında İzmir'de doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset ve Uluslararası İlişkiler bölümünden 2005 yılında mezun oldu. 2003-2004 döneminde eğitimini Japonya'da sürdürdü. Gazetecilik alanındaki yüksek lisans eğitimini 2007 yılında Londra Westminster Üniversitesi'nde tamamladı. Pınar Türen Patterson 1969 İstanbul doğumlu. Saint Benoit ve Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji bölümü mezunu. Hayalet Gemi tayfası. Hayalet Gemi de yayınlanan yazılarından derlediği deneme kitabı Denedim Altkitap ta yayınlandı. Boğaziçi Dergisi nin editörlüğünü yapmakta. Deniz in annesi. w w w. a l t k i t a p. c o m 3

Yavuz Ekinci 1979 yılında Batman da doğdu. Dicle Üniversitesi Siirt Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliği Bölümü nü bitirdi. Yazın hayatına öykü ile başladı. 2001 yılında Yaşar Nabi Nayır Dikkate Değer Öykü Ödülünü, 2003 yılında Kafatası öyküsüyle Gençlik Kitabevi ve 2005 yılında Eşikteki Hayatlar öyküsüyle de Gila Kohen Öykü ödüllerini aldı. Sırtımdaki Ölüler adlı dosyası 2005 Haldun Taner Öykü Ödülü ne layık görüldü. Öyküleri, Adam Öykü, Varlık, Kitap-lık, İmgeöyküler, Eşik Cini, Kül Öykü, İnsancıl, vb. dergilerde yayımlandı. İlk kitabı Meyaser in Uçuşu 2004 yılında Cadde Yayınevi nden çıktı. İkinci kitabı Sırtımdaki Ölüler Doğan Kitap tarafından 2007 yılında yayımlandı. Batman da sınıf öğretmeni olarak çalışıyor. w w w. a l t k i t a p. c o m 4

İÇİNDEKİLER Adana Seni Uzaktan Sevmek Aşkların En Güzeli Feryal Tilmaç 6 Ankara Otuz Beş Yıl Sonra Yenişehir de Başka Bir Öğle Vakti Attilâ Şenkon 15 Aşiyan Zamanın Dışındakiler Kenti ve Ağaç Kabilesi Evren Yiğit 19 Batman On Üç Yaşım ve Batman Yavuz Ekinci 22 Bozcaada Bir Garip Rüya Renginde Ahu Parlar 27 İmroz Ada Murat Gülsoy 34 İzmir Bir Şehre Gidememek... Cem Uçan 42 New Jersey Düşülmüştür Mustafa Ziyalan 54 Sapporo Buzlu Bira, Çilekli Çikolata ve Siyah Lavanta 札 幌 Özge Baykan 64 Saraybosna Hiç Bitmeyecek Bir Hüzün, Saraybosna Pınar Türen Patterson 77 w w w. a l t k i t a p. c o m 5

-Adana- Seni Uzaktan Sevmek Aşkların En Güzeli Feryal TİLMAÇ w w w. a l t k i t a p. c o m 6

Seni Uzaktan Sevmek Aşkların En Güzeli İki yıl aradan sonra yine son dakikada bulduğum bir biletle çıkıyorum yola. Bir önceki akşam kardeşim aradı, Abla amcamı yoğun bakıma kaldırmışlar, durum hoş değil gibi görünüyor, yarın konuşalım da gel olmazsa. Bir başka seyahatten henüz dönmüşüm, bavullarım holde duruyor. Nasıl gideceğim, bir an gözüme büyüyor ama huzursuzum. Kahve üstüne kahve, sigara ucuna sigara ekliyorum. Gece yarısını geçe ikinci telefon geliyor. Abla, amcamı kaybettik. Taş kesiliyorum. Kurulmuş gibi bilet işlemlerimi hallediyorum. Bavulu olduğu gibi bırakıp yeni bir çanta hazırlıyorum. Güneşli bir kış günü, tıpkı daha öncekiler gibi ama zaman acıyı karşılama biçimimizi değiştiriyor. Artık büyüklerimizi kaybedebileceğimiz bir yaşa geldiğimizden olacak ağlamıyorum. İçimde tüm yaşananlara ilişkin tatsız bir tortu var sadece, taksiye annemin evini tarif ediyorum. Evin önünde karşılaşıp apar topar cenazeye gidiyoruz. Bir temsilci göndermiş gibiyim; öyle hissiz. Şehrin köhne mahallelerinden geçiyoruz. Bir tüp kamyonu trafiği tıkamış, tablalarda portakal mandalina, havada kebap ve soğan kokusu, toz duman korna sesleri, hepsi birbirine karışıyor. Hiç yabancısı olmadığım bu manzarayı egzotik bir seyahate çıkmış turist gözleriyle izliyorum; içimde garip bir utanç. İnsan doğup büyüdüğü yere yabancılaşır mı bu denli? İç sesimle boğuşup dururken Asri Mezarlık a varıyoruz. Akrabalar, ahbaplar Yüzleri şehrin sokakları kadar yabancılıyorum. Cenaze namazı kılınırken istemsiz on beş yıl öncesine gidiyorum. Her şeyi o gün yüzünden yabancılaştırdım kendime, belki de hiç gelmemeliydim. Namaz bitiyor, amcam eller üstünde doğumundan önceki yalnızlığına dönüyor. Kalabalığı takip ediyoruz. Babamın w w w. a l t k i t a p. c o m 7

mezarını görünce amcamı unutuyorum, neden orada olduğumu unutuyorum. Dizlerimin üstüne çöküp kalıyorum. Ben seni aklıma gömmüştüm, gelmeyecektim hiç buraya. İnanmıyorum burada olduğuna zaten ya! Mezar taşının üzerinde adın yazmasa! Mermerin üzerindeki siyah oyuklarda, ince çizgilerde dolaştırıyorum ellerimi. Güzel adın Sen burada yatıyor olamazsın. Üzerinde sapsarı kır çiçekleri bitmiş. Sana dokunur gibi dokunuyorum taç yapraklarına. Birisi kolumdan tutup uzaklaştırıyor; bir dua etseydim bari! Vazifemizi yaptık, artık gidebiliriz. Amcamın çocuklarının gözlerine bakıyorum. Kıpkırmızı olmuş gözlerinde kendimi görüyorum. Ateş düştüğü yeri yakıyor. Gidip sarılıyorum önce sonra dayanamayıp sarsıyorum ikisini de: Dik durun! Artık çıkıyoruz. Birileri büyük kapının yanındaki mermer çeşmede abdest alıyor. Tüm sevdiklerimizi alıp içinde öğüten bu mezarlık! Umarım uzun bir süre gelmek zorunda kalmam. Arkama bakmadan gidiyorum. Dönüş yolunda sessiziz. Belki de hepimiz kendi kayıplarımızı, daha iyisi kendi ölümlerimizi düşünüyoruz. E-5 den şehir merkezine doğru giderken tüm düşüncelerim sisleniyor. Aidiyet duygusu damarlarıma sızıyor. Aslında hep orada da farkına varmak için dönüp gelmem gerekiyor. Eksik parçam tamamlanıyor. Öncesiz sonrasız gibi bir dalgınlıkla yaşadığım yetişkin hayatımdan uzaklaşıyorum bu şehre her gelişimde. Bir an önce eve, odama gitmek için sabırsızlanıyorum. Kapıyı anneannem açıyor, kucağına atılıyorum. Sarılıp kalıyoruz öylece. Biraz da, ya ona da bir şey olursa, son bir kez görmeliyim duygusuyla apar topar geldiğimi biliyorum. Galiba o da biliyor. Kulaklığı ötünce gülerek bırakıyoruz birbirimizi. Bu kargaşada bile sevdiğim yemekleri yapmış. Mutfağa gidip bakıyorum, hoşuna gidiyor. Annem amcamlara gidiyor, ikimiz yalnız kalıyoruz. Bu çocukluğumdan beri bir daha bulamadığım özel cennetim benim. Dünyada benden daha değerli ve özel biri yok, bu yaşımda bile ne zaman baksam anneannemin gözlerinde bunu görüyorum. İçim hafifliyor, düpedüz mutlu oluyorum. Hemen bir Türk kahvesi yapıyorum, sigaralarımızı yakıp karşılıklı içiyoruz. Kulağı ağır işittiği halde her şeyi öğrenmek istiyor, yeni evimi merak ediyor, işlerimi, diğer torunlarını w w w. a l t k i t a p. c o m 8

Sordukça soruyor Bağıra çağıra anlatıyorum. Gözleri dolu dolu, yüzüme dalıp gidiyor. Neler düşünüyor kim bilir? Ben çocukluğuma gidiyorum istemsiz Yaz akşamları şehirdeysek sinemaya giderdik en çok. Televizyonun gündüz belirli saatlerde paket yayın yaptığı zamanlar. Henüz ilkokula bile gitmiyordum. Akşam yemeğinden sonra iki dirhem bir çekirdek giyindiğimizi hatırlıyorum. O zaman henüz üniversite öğrencisi olan dayım da bize eşlik ediyor. Daima sırtına attığı beyaz merserize hırkası, keten plili etekleri ve zarif terlik pabuçlarıyla anneannem. Ben tiril tiril elbiselerimle bazen ellerinden tutup yürüyorum, bazen de dayımın omuzlarında. Ara sokaklardan geçerek gidiyoruz Renk Sineması na. Yolda arabası lüks ışığıyla aydınlatılan tablacılardan birinden kırmızı kabuklu taze fıstık alıyoruz mutlaka. Anneannem ayıklıyor ben yiyorum. (Yemeğe hazır halde uzatacak kimse olmadığından beridir o fıstığı da yemez oldum, düşünüyorum da.) Dayım briketle örülüp ayrılmış loca lardan alıyor biletimizi. Büfeden aldığımız sade gazozlarımızla yerleşiyoruz kolçaklı beyaz ahşap iskemlelerimize. Onlarcasını seyretmişimdir o yazlık sinemalarda ama zihin perdeme iki film geliyor her anımsadığımda: Tuzsuz Deli Bekir ile Keloğlan; ilkini hiç hatırlamıyorum ama ikincisinde başrolde Rüştü Asyalı. İmgesi zihnimdekiyle öylesine örtüşürdü ki onu sahiden keloğlan zannederdim çocuk aklımla. (Tursil deterjanının paketlerindeki siyah dalgalı saçlı, ince belli, güzel elbiseli kadını da anneannem sandığım gibi. Çok benzemeleri bir yana anneannemin temizliğe, çamaşıra olan merakı da bu düşüncemi onaylardı sanki. Banyosundaki mavi çivit dolu kavanozlar...). Filmin sonuna doğru kucağına kıvrılıp uyuya kalırdım her seferinde. Dönüş yollarını hiç hatırlamamam bundandır belki. Anneannem Hadi gel sarımsaklı köfte koyayım sana deyince âna dönüyorum. Saatlerce uğraşmıştır, yememek olmaz. Çaresiz kalkıp yürüyorum peşinden. İnce bedeni iyiden iyiye küçülmüş, sertçe dokunsam kemikleri kırılacak sanki; içimden çekip çıkartabilsem, gösterebilsem bendeki imgesini! Bir söyleşimi okuduğunda bana telefon açtırmıştı, anneannen konuşacak demişti annem de şaşırmıştım, Telefonda hiç duymuyorum yavrum, ben söyleyeyim sen dinle: Her yazdığını harfi harfine okuyorum, bana w w w. a l t k i t a p. c o m 9

gençliğimi geri verdin, teşekkür ederim sana! Ben sana teşekkür ederim asıl, hem de her şey için. Sarımsaklı köfte çok güzel olmuş anneanne ellerine sağlık diye hafifçe bağırıyorum. Bir tabak daha koymaya yelteniyor. Sonra diye işaret ediyorum. Balkona çıkıp birer sigara daha yakıyoruz. Anneanne torun bir bu sigaradan vazgeçemiyoruz. Etrafı seyrediyoruz. Taş taş üstüne, apartmanlar, apartmanlar Eski yıllara gidiyor aklım yine, ne kadar farklıydı şehir o zamanlar. Yetmişli yılların başı olmalı, okula da gitmediğimden hemen tüm vaktimizi birlikte geçirirdik anneannemle. Oturduğu apartman semtin tek tük apartmanlarından biri. O zamanlar, ne kadar modern diye içten içe gurur duyduğumu hatırlıyorum. Kocaman bir de bahçesi vardı, arkada tırmanmayı çok sevdiğimiz beyaz, kalın dallı ceviz ağacı. Karşısındaki arsada dutlar, bize koca koca kayalar gibi gelen taşlar; yağmur yağdığında aralarına sular birikir, minicik siyah balıklar ürerdi içinde: Kurbağa yavruları. Elimizde siğil çıkar diye dokunamazdık korkudan ama maceralar yaşadığımız kayalıklarımızın vazgeçilmez canlılarıydılar. Gündüzleri mutlaka gezmeye gidilirdi o yıllarda. Hayat ne kadar sade, ne anlaşılır şeymiş düşününce! Öğle yemeğinin ardından giyinip çıkardık. Apartmanın önündeki elektrik direğine monte edilmiş derme çatma zile basar, megafona doğru usulca uzanırdı anneannem: Ceviz Apartmanı na bir fayton lütfen! Sokağın başından gelişini gördüğümde içime bir lunapark sevinci dolardı her seferinde. Oysa hemen her gün biner, şehir dışında değilse gideceğimiz yer, ya yürür ya faytonla giderdik. Kırmızı meşinden klapalı kanepesi... O zamanlar parke taşlarla kaplıydı sokaklar, caddeler; tekerleğin dönüşleri, atların nal seslerine karışır, araba portakal bahçelerinin, tek katlı sömürge stili güzel evlerin arasından aheste revan geçerken, bir garip müzik oluşurdu. Şimdi çevre yolları, uydukentler, büyük alışveriş merkezleri, plazalarla hiç durmadan büyüyüp genişleyen şehrin ritmi, çok değil otuz yıl önce bir faytonun ritmiydi işte; öyle dingin, huzur verici. Yeni bin yılın çılgın temposundan, kaosundan burası da nasibini alıyor kaçınılmaz olarak. Gelişme dedikleri bu olgu elini değdirdiğini bozuyor. İçim sıkılıyor, sigaralarımızı bitirip giriyoruz içeri. w w w. a l t k i t a p. c o m 10

Kitaplarımı karıştıracağım bahanesiyle odama çekiliyorum. Odam olduğu gibi duruyor ama yıllar içinde pey der pey taşıdığımdan kitap namına pek bir şey kalmamış kitaplığımda. Nasıl olduysa bıraktığım Keşifler ve İcatlar Ansiklopedisi (biraz karıştırdıktan sonra hemen çantaya atıyorum), okul yıllıklarım, bir kutuda pen friend lerimden gelen mektuplar, hatıra defterlerim, bir günlük, bir pul defteri, bir de çekmecede eski walkman im var. Almanya dan geldiği zamanı hatırlıyorum. Ortaokulda olmalıyım, seksenlerin ilk yarısı demek; haftasonları arkadaşlarımla buluşup sinema öncesi Gazipaşa Bulvarı nda turluyoruz. Hepimiz tornadan çıkmış gibi giyiniyoruz. Kıbrıs tan gelme kenarları fosforlu pembe ya da yeşil Fiorucci kotlar, çizgilerle aynı renklerde angora kazaklar, ayaklarımızda ya pembe arkalı Lady Ascott, ya da yine pembe Pony. Bir kaçımızda da aksesuar niyetine walkman. Laura Branigan dinliyoruz o sıralar, You take myself you take my self control Hatırladıkça hem gülüyor, hem hüzünleniyorum. Dolaşmaktan sıkılınca ya Tatlıcı Fehmi ye, ya Sun Pastanesi ne oturuyoruz. Facebook ta yıllar sonra bir kez bile Tatlıcı Fehmi nin önünde arkadaşlarınızla buluşup sinemaya gittiyseniz şehrimizin grubuna üye olmalısınız diye okuduğumda nasıl alelacele Join this group linkine tıkladım! Kitaplığın altındaki kapalı gözde bir torba dolusu da kaset buluyorum. Liste verip Stop ta, Melodi Uğurses te ya da Burhan Plak ta doldurtmuşum herkes gibi. Boney M, Lionel Richie, George Benson, Chris De Burgh, Olivia Newton John, Ottowa, Genesis, Chicago, Foreigner, Air Supply, Alan Parsons Project, Duran Duran, Eurothymics, Barış Manço, Pink Floyd, Led Zeplin, Eagles, Wham, Laura Branigan, Nilüfer, Bonnie Tyler, Kim Wilde, Kiss, Mazhar Fuat Özkan, Survivor, Dire Straits, Deff Leppard, Scorpions hatta Prenses Stephanie Duyan gelmiş gibi. Ne ararsan var! Anılar, çağrışımlar ruhuma hücum ediyor. Daralıp kendimi ön balkona atıyorum bu sefer. Gazi Paşa Bulvarı ile Atatürk Bulvarı nı birbirine bağlayan ara yola bakıyor balkon. Karşımda Celalettin Sayhan İlkokulu. İlk okulum Hâlâ çocuklar teneffüse bağırarak, koşarak çıkıyor. Bazı şeylerin değişmediğini görmek rahatlatıcı! Bu sokak gençlerin yeni buluşma mekânı olmuş anlaşılan. İki katlı büyük bir Mado w w w. a l t k i t a p. c o m 11

açılmış, başka birkaç kafe, Mavi Jeans, Stefanel, Burger King yan yana sıralanmış. Önlerindeki geniş kaldırımlarda öbek öbek gençler; yaydıkları uğultu sekizinci kata kadar yükseliyor. Tatlıcı Fehmi yi de görüyorum durduğum yerden, girip eli kolu paketlerle çıkanlar var ama yan tarafındaki salonda kimseler oturmuyor. Sosyal anlamını yitireli çok olmuş belli ki. Zaman hiçbir şeyi olduğu gibi koymuyor. Gelmişken bir kebapçıya da giderim diye düşünüyorum. Bir oraları zamandan etkilenmemiş gibi görünür ne zaman gelsem. Şehrin kurtarılmış noktaları; örtülerinin üstü pembe selofan kağıtlarıyla kaplı masalar, floresan ışığın tuhaf beyazlığı, havada kuyruk yağıyla karışık kuzu eti kokusu, tabaklarda deste deste maydanoz, turp, tere, turunç, limon; altları yağdan portakal rengine kesmiş bardakaltı lahmacunlar, minik kayık şeklinde peynirli pide, yanında kimyonla ciğer şiş, sumaklı soğan, kebap, kadın müşterilere yaşına göre ya bacım ya da yenge diye hitap eden garsonlar Her şey ama her şey iki sene önceki, beş, on, yirmi, otuz sene önceki gibidir. İyi ki kebapçılar var! Yoksa bu yeni şehirde kaybolmak işten bile değil. Anneannem gelip yanımdaki sandalyeyi çekiyor. Eskiden, yeniden konuşuyoruz. Seçimlerden, memleketin vaziyetinden şikayetçi. Burada bile türbanlılar var diyor. O zaman dikkatimi çekiyor, saatlerdir etrafı seyrediyorum, hiç türbanlı kadın geçmiyor. Oysa İstanbul da artık başımı nereye çevirsem rastladığım bir görüntü bu. Atatürk ün Türkiyesi nde hiç olacak şey mi? Geri kafalılar! deyip öfkeyle bir nefes çekiyor sigarasından. Anneanne diyorum bu da bir şey mi? Sen bir de İstanbul u görsen! Duymuyor, belki de duymak, dinlemek istemiyor. Bu şehri benim içimde çok önemli bir yere oturtan özelliklerinden biri de din konusunda asla bağnaz, tutucu, kısıtlayıcı, dayatıcı, gerici bir atmosferi olmaması galiba. Yıllar öncesinde de yoktu, hâlâ da yok. Bu şehirde oruç da tutar, namaz da kılar insanlar ama iftar sofrasına oruç tutmamış bir arkadaşıyla oturmakta da beis görmez. Biri yemeğini yer huzurla, öbürü zevkle rakısını yudumlar. Anlayabilmek için hoşgörünün sadece sözlükte bir kelime olmadığını bilmek gerekir. Anneannem karganın masalını hatırlayıp hatırlamadığımı soruyor. Hiç unutur muyum? Bana anlattırıp w w w. a l t k i t a p. c o m 12

gülerlerdi çocukluğumda: Günün birinde rahip, günlük işlerini bitirdikten sonra eline şarap dolu tasını alıp kilisenin çan kulesine çıkar. Etrafını seyrederek yarısını içer, kalanını da orada bırakır iner. Ertesi akşam tekrar çıktığında tasın boş olduğunu görür. Üstelik şarabı içen, bir de çana çişini yapmıştır. Etrafı temizler ama merak eder, inip tası yeniden doldurur, kuleye bırakır. Ertesi gün çıktığında yine aynı manzarayla karşılaşır. O akşam tası yine doldurup pusuya yatar. Belli bir saatte karganın biri gaklayarak gelir, tastaki şarabı yudum yudum içer, uçup gitmeden önce çişini yapmayı da ihmal etmez. Rahip şaşkın baka kalır arkasından. Kendi kendine söylenir etrafı temizlerken: Müslüman olsa şarap içmez, Hıristiyan olsa çana çiş yapmaz, bu karga olsa olsa Adanalı dır! Biz konuşmaya dalmışken okulun dağılma zili çalıyor. Yol servis araçlarıyla, velilerin arabalarıyla ana baba günü oluyor bir anda. Annem de gelmek üzeredir. Toplanıp içeri giriyoruz. Anneannem çay koyuyor, televizyonu açıyor, ajans dinleyecekmiş. Gülüyorum. Bu yarım haliyle dünyada olanı biteni kaçırmak istemeyişine gülüyorum. Ben havlu atalı, handiyse dünyadan umudumu yitireli çok olmuş! Birkaç gün olsun uzak kalmak istiyorum günlük hayattan; yıllar önce delip çıktığım kozama döndüğüm, açtığım delikten usulca içeri süzüldüğüm, kıvrılıp yattığım yanılsamasıyla huzur bulmak. Onu neredeyse son sesiyle açtığı televizyonla baş başa bırakıp odama gidiyorum. Zamanı geriye alıp başka türlü yaşamak mümkün olsaydı burada kalmak ister miydim? Her geldiğimde olduğu gibi bu soruyla boğuşuyorum. Çok daha sakin, mutlu, huzurlu bir hayatım olabilir miydi? Kim bilir? Tanıdık birine rastlamadan sinemaya bile gidemezdim, hatta yolda yürüyemezdim. Kimin benimle evlenmek istediğinden, dahası kiminle evleneceğimden, girdiğim sınavdan, aldığım nottan, satın aldığım, alacağım evden, arabadan, ne kadar ve nasıl ödeyeceğimden, girdiğim, gireceğim işten, yılda ne kadar para kazandığımdan, kazanacağımdan, çocuk yapıp yapmak istemediğimden, doğacak çocuğumun cinsiyetinden hatta ona konacak isimden ve ondan ve bundan, kısaca benimle ilgili her şeyden, benden önce başkalarının haberinin w w w. a l t k i t a p. c o m 13

olacağı bir yaşam. Biri bizi gözetliyor. Öyle olsa iyi! Tüm şehir birbirini gözetliyor. Bu boğuntu duygusu değil mi zaten kozaların yırtılmasına sebep olan? Sıkıntıyı damarlarında hisseden herkes gibi ben de uzaklaşmışım işte. Daha az sevgi, daha fazla özgürlük! Kapı çalınıyor. Annem gelmiş olmalı. Kalkıp açmaya gidiyorum. Sevgili şehrim seni çok seviyorum. Ama seçme şansım olsaydı yine giderdim senden, biliyorum. Şarkımı söyleyerek yürüyorum: Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli w w w. a l t k i t a p. c o m 14

-Ankara- Otuz Beş Yıl Sonra Yenişehir de Başka Bir Öğle Vakti Attilâ ŞENKON w w w. a l t k i t a p. c o m 15

Otuz Beş Yıl Sonra Yenişehir de Başka Bir Öğle Vakti Ben kentleri doğup büyüyen, acı çekip mutlu olan, zamanla yaşlanan, hatta ölen canlılar olarak görüyorum. Kentlerin de kaprisleri, kompleksleri, hırsları, hırçınlıkları,edaları, nazları var. Onlar da tıpkı bizler gibi kırılıp küsme, içine kapanma hakkına sahipler. Günümüz kentlerinin anlayışa gereksinimi olduğunu düşünüyorum. Çok yorgunlar. Denetimsiz gelişme, hızlı büyüme, çabuk değişim ve tutarsızlıklar kentleri çok yıprattı. Kentlerin sahip olduğu, kentliye sunduğu olanaklar nüfus artışına ve zamana ayak uyduramıyor artık. Ulaşım bir sabır sınavı haline geldi. Kentler, karışık, gürültülü, yaşanması zor yerlere dönüştüler. Kırk altı yılına gönüllü tanıklık ettiğim Ankara nın psikolojisi böyle işte. Gönüllü tanıklık diyorum; çünkü bu kentte yaşamayı kendi isteğimle seçmiş biriyim ben. Zorunlu hizmet, tayin, hatta sürgün nedeniyle bir kentte yaşamımı sürdürmek zorunda kalmadığım için şanslıyım. Ankara yı neden sevdiğimi hiç sorgulamadım. Yıllar geçtikçe tanıdık birbirimizi. Çok sıkı iki dosta dönüştük. Her sokağında, her köşesinde başka bir anımı saklayan sırdaşım oldu. Zayıf noktalarını, hassas ve güçlü yanlarını keşfettim kentin. Beklentilerimle, bana sunabileceklerini dengeledim. Sakin zamanlarını, sinirli yorgun anlarını öğrendim. Bu kurak bozkır kentinin suyuna giymeyi bildim kısacası. Onunla çatışmayı değil, çakışmayı seçtim. Kentin psikiyatristi oldum belki de. Bugünlerde Ankara, acemi bir doktorun ameliyat ettiği bir hasta gibi bütün iç organları çevreye saçılmış yatıyor önümde. Söz verilen bitiş tarihinin üzerinden yıllar geçmiş olmasına karşın kimsenin hesap sormadığı metro inşaatı kentin göbeğine atılmış derin bir kesiğe benziyor. Kentsel planlamaya ilişkin ilke ve kuralları gözetmeksizin anlık kararlarla yapımına başlanan alt ve üst geçitlere, tamamlanış sürelerini ölümsüzleştirecek adlar veriliyor: 70 Gün w w w. a l t k i t a p. c o m 16

Köprüsü, 60 Gün Altgeçidi. Bunlara çok yakında Aklıma Esti Caddesi, Canım Böyle İstedi Kavşağı, Keyfimin Kâhyası mısınız Göbeği, Ben Yaptım Oldu Konutları gibi yenilerini ekleyeceklerinden kuşkum yok. Bahçelievler de bahçeli bir tek ev bulmak olanaksız. Sokaklar ne zamandır iğde kokmuyor artık. Kumrusuz bir Kumrular Sokağı, kavakları kesilmiş, deresi kurumuş bir Kavaklıdere kaldı geriye. Bu yazı için kenti dolaşmaya çıkarken, rehber olarak Sevgi Soysal ın Yenişehir de Bir Öğle Vakti adlı romanını aldım yanıma. Yayımlanışından tam 35 yıl sonra, bir başka öğle vakti geçirmeye karar verdim Yenişehir de. Roman; bireylerin duyarsızlığı, kişisel sorunlarından başka hiçbir şeyi umursamamaları üzerine kuruludur ve bence ana fikri bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın dır. Şu tümceyle başlar roman : Sanki büyük bir gürültüyle devriliverecekmiş gibi sallandı kavak. O her an oluşan, değişen şeyleri görmeyenler sezemediler bunu. (s:5) Öğlendi. Kızılay semtinin en civcivli, gürültülü, servisi en çabuk, en ayakaltı olan Piknik in oraya akıyordu kalabalık. Bulvarın öteki kaldırımındaki Tezkan mağazasının satış müdürü, mağazanın alt katındaki yazı masasının başındaydı. (s:5) Kalabalık, tıpkı romanın açılış bölümündekine eş bir biçimde Piknik in oraya doğru akıyordu. Piknik in önce yer, sonra el değiştirdikten sonra kapandığını, binanın yıkılıp yerine büyük bir işhanı yapıldığını biliyordum. Eski Piknik in önüne geldiğimde ilginç bir tabelayla karşılaştım. Çin mahallesinden ödünç alınmışa benzeyen bir tabelada TAWUK-CHU yazıyordu. Hemen yanındaki patiserrie de gençler oturmuş yanında ice-tea içip yüzlerine gözlerine bulaştırarak cheese-cake lerini yiyorlardı. Kasanın yanına konmuş ahşap bir kutu ise, üzerindeki tip-box sözcüğünü anlayıp içine bahşiş atacak kişileri bekliyordu. Sandviç yemek kendi başına bir değişiklik, yenilikti çoklarınca. İlk sandviççi, Büyük Sinema nın yanındaki dar pasajda açılmıştı. Bulvar kaldırımı w w w. a l t k i t a p. c o m 17

üstüne Hot Dog diye bir ilân asmıştı sahibi. Açılır açılmaz iğne atsan yere düşmeyecek kadar dolmuştu. (s:18) Yiyecek ad ve alışkanlıkları otuz beş yıl önce değişmeye başlamış demek. Bu parçada önemli olan, dikkatimi çeken bir başka şey ise sinemanın adı. O yıllarda Büyük Sinema, Renkli Sinema, Ulus Sineması vardı Ankara da. Şimdi ise Cinepol, Cinemagic, Moviecity, Cinemaxx, Odeon Cineplex... Her hafta toto oynarken, kazanınca alacağı giysileri düşünmeyi severdi Ahmet. Bu giyim, alışveriş de bir bilim. Öyle Samanpazarı nda eskici dükkânlarından elden düşme pantolon almakla öğrenilmez. Babası şu ABC ye girse ne yapardı kim bilir? Ahmet babasının dükkânda düşeceği halleri düşünerek eğlendi, sonra utandı. (s:16) Bulvar boyunca HSBC, NTV, D&R gibi adları Amerikan abecesindeki seslerle okuyarak yürüyecek olan Ahmet in babası bu koşullandırılmışlıkla ABC yi de ey-bi-si diye okuyacaktı mutlaka. Ne var ki, ABC de Piknik gibi kapanmış, onun yerine de vitrininde türbanlı mankenler dizili, tabelasında TEKBİR GİYİM yazan bir dükkân açılmıştı. Çürük kökleri üstünde fazla duramayan kavak, özsuyunu tümüyle tüketmiş gövdesini bir sağa bir sola salladı, sonra büyük bir çatırtıyla, ama o sondaki kimsenin artık hiçbir şeyi değiştiremeyeceği andaki hızıyla Mevlüt ün üstüne devrildi diye bitiyor Yenişehir de Bir Öğle Vakti. Ben kalemimi, romanın başkişisi kapıcı Mevlüt ün sonuyla karşılaşmamak için, devrilmeye yüz tutmuş, bilerek isteyerek çöküşüne terk edilmiş kavak ağacına destek olacak biçimde kullanmaya çalışıyor, sivriltip sivriltip batırıyorum kâğıtlarıma. Amacım, kara sevdam Ankara nın her şeye boyun eğen suskun sakini değil, onun gerçek anlamda sahibi olabilmek. Alıntılar : Yenişehir de Bir Öğle Vakti, Bilgi Yayınevi, Şubat 1988, Yedinci basım. w w w. a l t k i t a p. c o m 18

-Aşiyan- Zamanın Dışındakiler Kenti ve Ağaç Kabilesi Evren YİĞİT w w w. a l t k i t a p. c o m 19

Zamanın Dışındakiler Kenti ve Ağaç Kabilesi Uçaktayım. İnsan bir şehirde ne kadar kalırsa kalsın bazen benimseyemiyor o şehri. Hep nehir gibi akmak istiyor ait olduğu mekâna. Önüne setler koysalar da duramıyor yerinde. Ancak şehrine kavuştuğunda, nehir denize karışıyor. Hayat insana, soğuk sıcağa. Uçaktayım, aklımda bunlar var. Bir daha uzun süreli ayrılık istemiyorum. Bütün giysilerim de benimle beraber uçakta. Geri dönerken zaten, benim şehrime yakışmaz dediğim her şeyi birilerine hediye ettim. Yanımda oturan adama, Nerelisiniz? diye soruyorum. İsveçliyim diyor. Ama bir dünya vatandaşı da olabilirim ben. Otuz senedir hiçbir yerde üç seneden fazla kalmadım. Dünyanın neredeyse her bölgesinde yaşadım -Anlıyorum. Benim sizin gibi arkadaşlarım var. Hatta, bir tanesi bana ben çingene kabilesi ndenim demişti. Bir yerde fazla kaldığımı hissettiğimde kanım kurtlanır. Ben de, onun öyle biri olduğunu düşünürdüm. Sanki evinin ön bahçesinde hayalî bir karavan park halinde bir sonraki yolculuğu beklerdi. -Aynen öyle. Ben de o kabiledenim. Çingene kabilesi mi demiştiniz? Evet. Çingene kabilesi. Ama başka kabileler de var tabii dünyada. Mesela ben komşu kabiledenim galiba. diyorum. Beni sürekli dolaşmak yorar. Sanki kök salamıyormuşum, toprağımdan beslenemiyormuşum gibi hissederim. Ağaç kabilesi diye bir şey varsa sanırım ben onlardanım diyorum gülümseyerek. Olsun, biz çingeneler ağaçları severiz diyor, o da gülümsüyor. Şehrimi de seversiniz umarım diyorum. Sevdim zaten. Bu w w w. a l t k i t a p. c o m 20

ikinci gelişim. Belli olmaz, belki bir sonraki durağım şehriniz olur diyor. Ne güzel, diyorum, biz de değişik kabilelerden misafirleri severiz. İniyorum şehre. Gökyüzünden yağan karlar gibi iniyorum. Şehrim aynıymış gibi yapıyor bana. Oysa tanıyorum onu, biliyorum ne kadar hızlı değişebileceğini, yaşına rağmen var olan çevikliğini. Arabalar bile sanki eski model. Gittiğim zamanda kalmış gibiler. Yorgun argın varıyorum evime. Kapıyı açınca durmuş hava kokusu, tozlar ve kapının altından atılmış mektuplar karşılıyor beni. Bavullarımı bir kenara bırakıp, panjurları açıyorum. Geceyi denize bakarak geçiriyorum. Koltukta uyuyakalıyorum. Ertesi gün, erkenden kalkıyorum. Gitmem gereken bir yer var, şehrime, mekânıma geldim diyebilmem için. Bir taksiye atlıyorum. Bebek yokuşundan aşağı iniyorum. Kenarda indirir misiniz beni? diyorum. Badem ezmecisinin, kedilerin, balıkçıların, kayıkların, elele tutuşmuş sevgililerin yanından geçiyorum. Azıcık daha yürüyeceğim ve varacağım, biliyorum. Bu yollarda gençliğim saklı, her köşesinde bir anı bana el sallıyor. Geçmiş şimdiye karışıyor. Solda görüyorum daracık yokuşu ve sarı siyah tabelayı: AŞİYAN. Yavaş yavaş yokuştan yukarı çıkıyorum. Nefesim ve kalp atışlarım hızlanıyor. Sağda ardına kadar açık simsiyah demir kapı görünüyor. Giriyorum mezarlıktan içeri. Girer girmez solda karşılıyor beni. Ahmet Hamdi Tanpınar ın sonsuzluk evi. Mezartaşının üstünde Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında yazıyor. Bunun için buradayım, zamanın hem içinde hem dışında, mekânın özünde olmak için diye düşünüyorum. Oradaki heybetli ama davetkar erguvan ağacına bakıyorum, o da pespembe, capcanlı. Bana, Hoş geldin diyor şehrine. Hoş bulduk diyorum. Sonra teker teker bu şehre ruh üfleyenlerin, sesleri gökte yankılananların mezarlarını ziyaret ediyorum. Köklerim yine uzamaya başlıyor. Eve dönüşte, yemyeşil dallarım arabalara, heykellere, bulutlara değiyor. w w w. a l t k i t a p. c o m 21