THE INTERNATIONAL SYMPOSIUM ON ALEVIS, BEKTASHIS AND NUSAYRIS IN TURKEY 21-23 NOVEMBER 1997 İSTANBUL / TARİHSEL VE AKTÜEL BOYUTLARIYLA TÜRKİYE DE ALEVİLER BEKTAŞİLER VE NUSAYRİLER (TARİH - İNANÇ -SOSYAL YAPI KURUMLAR ) MİLLETLERARASI TARTIŞMALI İLMİ TOPLANTI 21-23 KASIM 1997 - İSTANBUL ENGİN DR. İSMAİL 1980 li yılların ortalarından itibaren Türkiye de oluşan hızlı değişimle bağlantılı olarak, Türkiye gündemine, giderek yoğunlaşan bir şekilde etnik, dini ve ideolojik sorunlar girdiği saptamasından yola çıkan, İstanbul da bulunan İslami İlimler Araştırma Vakfı - The Foundation for Research in Islamıc Sciences- (İSAV), Türkiye de Osmanlı İmparatorluğunun toplumsal mirasının doğal ürünü olarak değerlendirği Ortodoks İslami topluluklar dışındaki Heterodoks ( Sünnilik dışı ) topluluklar Aleviler, Bektaşiler ve Nusayriler üzerine 21-23 kasım 1997 de bir uluslararası Sempozyum düzenlendi. İlk kez Türkiye de Sünni kesim tarafından, Alevilik olgusunu tartışmak üzere bir Sempozyum düzenlenmesi ve Sempozyuma Alevi yazar, düşünür ve bilim adamlarının da gerek bildirileriyle, gerekse tartışmacı olarak katılması önemliydi. Sempozyumda 6 oturumda 13 bildiri sunuldu ve tartışıldı. Her bildirinin önce iki ayrı uzman tarfından ele alınması ve tartışılması, daha sonra da tartışmanın dinleyicilerin katılımına açılması, dikkati çeken bir noktaydı. İlk oturumun başkanı Ekmeleddin İhsanoğlu nun -ki o İslam Konferansı Teşkilatı İslam Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi Genel Direktörüdür-, söz konusu sempozyumun Türkiye de günümüzdeki en hassas konu yu, içerdiğine değinmesinin arkasından, açılış konuşmasıni ilahiyat profesörü Ali Özek - ki o Vakıf Başkanıdır- yaptı. Özek, din-inanç konusundaki çatışmalar üzerine oturttuğu konuşmasında, insanlar ve dinler arasındaki farklılıkların doğal olduğuna dikkat çekti ve farklılıklarla bir arada yaşayabilmenin öneminin altını çizdi. Farklı kimliklerdeki bireylerin faklı düşüncelerin, farklı inançların barış ve hoşgörü içinde bir arada olmasının yaşanılan hayatın gerçeği olarak bir bakıma zorunlu olduğunu belirtti. Farklılıklardan ve farklı inançlardan korkulmaması gerektiğini vurguladı. İhsanoğlu, Özek in konuşmasını, İslam dininin başkalarına, Müslüman olmayana karşı takındığı tavrın bir özeti olarak değerlendirdi. Ona göre, Türkiye nin önünde bu anlamda var olan ideolojik kutuplaşmayı ve çatışmayı aşmak gerekmektedir. Sempozyum koordinatörü Ahmet Yaşar Ocak - ki o Hacettepe Üniversitesi tarih profesörüdür-, özellikle son 10 yıldan beri medyanın etkisiyle giderek artan bir şekilde Türkiye de Aleviler kendi varlığını ortaya koyduğunu, Sünnilerin farkında olmadığı başka bir toplumun birdenbire ortaya çıkmasıyla büyük bir şok yaşadığını ve gerek medyanın, gerek halkın ve siyasilerin büyük bir bilgi yoksunluğu içerisinde bulunduğunu söyleyerek toplantıyı Alevilerle Sünnilerin bir arada yaşaması
yolunda önemli bir adım olarak nitelendirdi. İlk kez Türkiye de Nusayrilik konusunun gündeme getirildiğine dikkat çekti. İlk bildiriyi Fransa Strasbourg Üniversitesi türkoloji professsörü Irene Melikoff Bektaşilik : Bektaşi-Kızılbaş (Alevi ) Tarihi Müşterekleri ve Sonuçları başlığıyla sundu. Melikoff, Bektaşiliğin bir Türk halk dini olduğu üzerinde durdu. Aleviliğin ve Bektaşiliğin dışardan gelen yeni öğelere açık olduğunu belirten Melikoff, Anadolu daki kızılbaş hareketinin Türk- Sefevi çatışmaları sonucu oluştuğunu ; Yesevi öğretisinden kaynaklanan Bektaşiliğin, Bektaşilik ve Kızılbaşlık olarak ikiye bölündüğünü ileri sürdü. Bektaşilik ve Aleviliğin, aynı kökenden gelen halk dini olduğunu savundu. Kızılbaşlığa zamanla kötü bir anlam yüklendiği için, yakın bir geçmişte yanlış bir terim olan Alevilik denildiğini belirterek, önemli bir hususun altını çizdi. Bildirinin tartışmacılarından Ahmet Yaşar Ocak, Ahmet Yesevi nin Bektaşiliğe etkisi konusunda bir noktaya açıklık getirdi. Ona göre Nakşilik öncesi Ahmet Yesevi imajının Bektaşilik için önemi vardır. Ancak Nakşilik sonrası Ahmet Yesevi imajı, sünni bir nitelik taşımaktadır. Ankara Üniversitesi tarih profesörü İlber Ortaylı Alevilik, Nusayrilik ve Devlet-i Aliyye başlıklı birdiri ile sempozyuma katıldı. Ortaylı Türk şamanizmi ile bağlantısı olan Aleviliğe Din demenin mümkün olabileceğini, ileri sürdü. Bunun yanı sıra, Aleviliğin, merkezi bir teşkilatlanması olmadığını, Osmanlı nın da Aleviliği bir inanç grubu olarak görmediğini belirtti. Ağırlıklı olarak Alevilik alanında karanlıkta karan ve irdelenmesi gerekli olan alanlara dikkat çekti. Ona göre, Alevilerin Hristiyanlık ve Sebataycı yahudilerle ilişkisinin ollup olmadığı daha belirsizdir. Ancak, incelenmesi gereklidir. Ortaylı daha sonra Türkmen denizi ortasında Arap adakcıkları olarak nitelediği Nusayrilerin Osmanlı idaresi ile ilişkileri üzerine genel bilgiler verdi. Bu arada bildirinin tartışmacılarından İsrail Haifa Üniversitesinden Kais Firru, özellikle Nusayriler üzerine arşiv bilgilerinin yetersiz olduğunu ve onlar gibi marjinal grubların kendi tarihlerinden yararlanmak ve karşılaştırmalı incelemeler yapmak gerektiğini söyledi. Bildirinin ikinci tartışmacısı İstanbul Üniversitesinden Tarih profesörü Mehmet İpşirli de Osmanlının eyleme dönüşmediği zaman içerisinde, her inanca tolerans gösterdiğini, toleransın zaman zaman Aleviler gibi topluluklar tarafından istismar edildiğini ve bunların münferit olaylar olduğunu ileri sürdü. USA Wiskonsin Üniversitesi nden Hakan Yavuz, Geleneksellikten Modernizme Geçiş Sürecinde Alevilik başlığını taşıyan tebliğinde, öncelikle Alevilerin kapalı bir topluluk olduğunu, aralarına girmenin mümkün olmadığını ; Aleviliğin de Said - i Nursi nin yazdığı Risale-i Nur da yer alan kapsamlı bir konu olmadığını belirtti. Ağırlıklı olarak Alevilerin kimlik sorunu üzerinde durdu. Yavuz a göre Aleviler kendilerini tanımlamayı beceremediler. Toprağa dayalı bir kimlik ve yeni bir kıble arayışına girdiler: Adlarımız farklı soyadımız Türkiye dir. Kamu alanına taşınma, kimlikte çözülmeyi getirdi. Değişen Alevîlik, ayrıştı. Yavuz, bunun en önemli nedeni olarak da kitle iletişim araçları olduğunu ileri sürdü. Ona göre, en olumsuz homojen Alevî kimliği tanımına Sünnîler sahiptir. Ancak, gizli, uzaktaki öteki, kitle iletişim araçları sayesinde evlere taşındı. Yavuz,Alevilerle Sünnîler arasındaki sorunların çözümünü toprağa dayalı vatan değil, seyyar vatan Kur an olduğunu savundu.
İsrail Halifa Üniversitesinden Butruz Abû Mannem in Tanzimat Döneminde Bektâşîlik ve Nakşîlik başlıklı bildirisini, USA CaliforniaÜniversitesi nden İslâm bilimleri profesörü Hamid Algar ın İranlı Şiî Dervişlerin Gözüyle Bektâşîlik başlıklı bildirisi izledi. İran da Bektâşî varlığının olup olmadığını sorgulayan Algar, İran da Bektâşî varlığının ve izlerinin bulunmadığını sorgulayan Algar, İran da Bektâşî varlığının ve izlerinin bulunduğu şeklindeki kaynakları, kuşkuşla karşıladı. Ancak, ehl-i Hakk ile Bektâşîler arasında kimi ortak noktaların varlığını kabul etmekle birlikte, bunu her iki grubun Heteredoks yapısına bağladı. Bektâşîlik ile İran Şiîliği arasında benzerlikler olduğunu da belirtti. Buna karşın önemli farklılıkların bulunduğunun altını çizdi. Bildirinin tartışmacılarından Uludağ Üniversitesi ilâhiyat profesörlerinden Süleyman Uludağ, Bektâşîlik ve Alevîliğin teori olarak İran kökenli olduğunu belirtti. Bektaşîliğin başlangıç dönemine ilişkin İran kaynaklarında fazla bilgi olmadığına değindi. Tanıtıcı bilgilerin 16. Asır sonrasına ait olduğunu söyledi. Caferî mezhebindeki değişik tarikat ve farklılaşmalara dikkat çekti ve bunların Bektaşîliğe bakışının bir olmadığını vurguladı. Ehl-i Hakk ı bir çeşit İran Bektaşîliği Aleviliği olarak gördüğünü belirten Uludağ a göre, Bektaşîlik ve Alevîlik, Anadolu da sadece Türkler e özgü bir harekete değildir, Kürtler arasında da % 30 oranında yaygındır. Böylece Uludağ, bildirinin tartışma kısmında dolaylı olarak Melikoff a da eleştiriler yöneltti. Buradan hareketle, Bektaşîliğin ve Alevîliğin millî bir özellik içermediğini savundu. İran da, Suriye de, Irak ta da Kerbelâ, Ali, Ehl-i Beyt motiflerinin varlığını da buna örnek olarak verdi ve Bektaşîliği-Alevîliği bir hareket olarak niteledi. Marmara Üniversitesi İlâhiyat Profesörü Mustafa Öz ün genel hatlarıyla Nusaryrîlik: Tarihî Gelişimi ve İnançları nı içeren bildirisin, Kais Firro -nun Nusayrîliğin, Milliyetçilik ve Millî Devlete Adaptasyonu başlıklı bildirisi izledi. Suriye, Lübnan ve Türkiye de ( Hatay da) yaşayan Nusayrîlerde milliyetçilik akımları ve milliyetçilik akımlarına karşı Nusayrîlerin durumları üzerinde duran Firro nun bildirisin tartışmacılarından İlber Ortaylı da Nusayrîler'in BAAS partisiyle ilişkileri üzerine açıklayıcı bilgiler verdi. İstanbul Üniversitesinden felsefe profesörü Niyazi Öktem in Anadolu Alevîliğinin Senkretik Yapısı başlıklı bildirisi, sempozyumda en fazla tartışılan bildirilerden birisiydi. Senkretizmin, diniî anlamda kullanılan bir ram olduğunu belirten Öktem, Ortodoksluk ve Heterodoksluk kavramları üzerinde de durdu. Ortodoksluğu, doğru yol, Heteredoksluğu anayoldan sapma şeklinde tanımlarken, Alevîliğin Sünnî İslâm karşısında Heterdedoksi olduğunu söyledi. Heterodokslukta ve Ortodokslukta devletin ve ideolojinin rolünün bulunduğunu ileri sürdü. Öktem, devleti Ortodoks, diğeri ni Heterodoks olarak tanımladı. Bildirinin tartışmacıları, Ankara Üniversitesi İlâhiyat profesörü Mehmet Said Hatipoğlu ve Marmara Üniversitesi İlâhiyat profesörü Ömer Faruk Harman, Öktem e sert eleştiriler yönelttiler. Hatipoğlu, Müslüman meselerinden söz edildiğini; ama Ortodoksluk ve Heteredoksluk gibi Hristiyanlığa ait kavramlarla bir doğu problemini tetkik ettiğinu, bunun ise gerçekçi olamayacağını belirtti. Bunun üzerine, Ahmet Yaşar Ocak, tartışmacıları eleştirdi. İslâm literatüründe, şu ana kadar Alevîliği belirtebilecek kavramlaştırmaların yapılmadığınıyapılamadığını, Heterodoks, Ortodoks gibi kavramların kullanılmasının bir zorunluluktan kaynaklandığını ileri sürerek, tartışmacılar havanda su dövüyor dedi. Niyazi Öktem, sözü edilen kavramların yerine hangi kavramların kullanılacağını tartışmacıların önermesini istedi. Tartışmacılar, sözü edilen kavramlar üzerine herhangi bir öneri yapmadılar. Orient-Institut der DMG/İstanbul dan Karin Vorhoff, Türkiye de Alevî Kadını: İddialar ve Gerçekler başlıklı bildirisinde idealize edilen Alevî kadın tiplemesini ve gerçek Alevî kadınının toplum içindeki statüsünü ele aldı. Alevî kadınının, söylenildiği gibi aktif bir şekilde toplum hayatına katılmadığını, Türkiye deki geleneksel kadın tipinin değişik bir
varyantının oluşturduğunu ileri sürdü. Bu anlamda, ekonomik ve sosyal yaşama katkı bazında Sünnî kadın tipiyle pek farklılıklarının bulunmadığını vurguladı. Alevî mitosunun yaratıldığını, bunun da gerçeği yansıtmadığını belirtti. Tartışmacı Nejat Birdoğan, Vorhoff a eleştiriler yöneltti. Vorhoff un gerçekleri çarpıttığını, Alevî kadın tipinin, Türkiye deki çağdaş kadın tipi olduğunu, ilerici, demokrat, laik bütün özellikleri taşıdığını savundu. Alevî kadınının dinî ayinlerde aktif rol oynadığını belirtti ve Anşa-Bacılılar ın buna örmek olarak verilebileceğine dikkat çekti. Deutsches Orient-Institut tan İsmail Engin Alevîlerin Kendi Görüntüsünü Algılayışı ve Alevî İmajına Yönelik Bakış Açıları başlıklı bildirisinde, Cumhuriyet dönemi Türkiyesinde Alevî kimliğinde oluşan değişmelerin nedenlerinin anlattı. Ağırlıklı olarak Alevîlerden ve Alevî kimliğinden bağımsız bir şekilde oluşturulan Alevî imajının Alevî kimliğini nasıl etkilediği üzerinde durdu. Alevî kimliğinin olumsuz yakıştırmalardan korunmak için diğerine karşı aldığı pozisyonlardan örnekler verdi. Sünnîlerin, devletin ve ideolojilerin oluşturduğu Alevî imajının muhtevasının, diğeri tarafından nasıl doldurulduğnu, burada hangi kıstasların ve niçin göz önünde bulundurulduğunu açıkladı. Tartışmacılardan Galatasaray Üniversitesi hukuk profesörü ve Alevî dedesi İzzettin Doğan, Engin in bildirisinde uç noktaları aldığını; bunların genelleştirilmemesi gerektiğini, değişik zamanlarda değişik olaylar karşısında Alevî toplumunun tepkilerin dile getirdiğini, Alevîlerin kimlik sorunu olmadığını belirtti. Wales Üniversitesinden sosyal antropolog David Shankland Alevîlik te Dede ve Talip Arasındaki Değişen İlişkiler Hakkında Bir İnceleme başlıklı bildirisinde 1988-1990 yılları arasında Türkiye de İç Anadolu da yaptığı alan çalışmalarından örneklerle dede ve talip ilişkileri üzerine bilgiler verdi. Ancak, Shankland değişme faktörünü konu almasına karşın, dede-talip ilişkilerinde nasıl değişmeler oluştuğunu ve neden oluştuğunu ele almadı. Arkasından İslâm bilimci İlyas üzüm, Alevî-Bektaşî Örgütlenmeleri başlığını taşıyan bildirisinde Almanya daki ve Türkiye deki Alevî örgütlenmelerini, örgütlenme politikaların genel olarak ele aldı. Örgütlenmelerle birlikte, örgütlerin çıkardığı yayın organlarına değindi. Sempozyumun son bildirisi Ahmet Yaşar Ocak ın Aleviler in Tarihsel Sosyal Tabanı ve Bu Tabanda Gelişen Sosyal Hareketler başlığını taşıyan bildirisiydi. Ocak, bildirisiyle, Aleviliğin ve Bektaşiliğin tarihsel sosyal tabanı ile teolojisi arasındaki bağlantıyı kurmaya çalıştı. Tarihsel sosyal tabanı tarih boyunca Aleviliği-Bektaşiliği oluşturan toplumsal kesimleri kasteden Ocak, bu taban doğru tanımlandığı takdirde, Alevî-Bektaşî teolojisinin Sünnî teolojiden farklılığına dikkat çekti. Aleviliğin, tarihsel adıyla Kızılbaşlığın ve Bektaşiliğin 14. Asrın sonlarında ve 15. Asrın başlarında ortaya çıktığını ileri sürdü. Bu dönemin, bugünkü Aleviliğin-Bektaşiliğin teolojik yapısının nihai halini alması açısından önemli olduğunu vurguladı. Aleviliği-Bektaşiliği iki döneme ayırdı: Alili dönem, Alisiz dönem. Alisiz dönemin genelde göçebe Türk topluluklarını ilgilendirdiğini, bu dönemde en önemli unsurun geleneksel dinî mitoloji olduğunu belirtti. Bu dönemde Şamanların kiminin Budist ve aynı zamanda kabile yöneticileri olduğunu ve bunun Alevilikteki dedelik kurumu için önem taşıdığını kaydederek, bunların günümüzün dedelerini oluşturduğunu savundu. İslâmiyet in göçebe ve Şamanist, Budist kabileler arasında yayılmasıyla kitap İslâmından farklılışmanın başladığına; bu kabilelerin kendi mitolojisiyle geleneksel İslâm mitolojisinin kaynaştığına dikkat çekti. Alili dönemi, teolojik muhtevası henüz monografik düzeyde ele alınmayan Safevî propogandasının başladığı dönemle özdeşleştirdi. Ali kültünün bu dönmede aşılandığını ve bugün bilinen Aleviliğin bu aşıyla gerçekleştiğini ileri sürdü. Aleviliğin bir mezhep olmadığını; Alevî-Bektaşî teolojisinin, teologları ve sistematiği olmayan senkretik, mitolojik, sembolik ve koyu mistik bir teoloji olduğunu belirtti. Tartışmacılardan Irene Melikoff, Alisiz dönem anlayışına karşı çıktı. En sert eleştirileri, İzzettin Doğan yöneltti. Ona
göre, bildiri gerçekleri yansıtmıyordu ve gerçek İslâmiyet Alevilikti. Dedelerin kabile reislerinden, Şamanlardan geldiği tezi son derece gerçeklerden uzaktı. Sempozyum Irene Melikoff, Ahmet Yaşar Ocak, İzzettin Doğan, Butrus Abu Manneh ve Mustafa Öz ün yer aldığı değerlendirme paneliyle sona erdi. Bu panelde, değerlendirmeden çok yapılan eleştiriler el alındı. İzzettin Doğan, Ahmet Yaşar Ocak ın bildirisinde yer verdiği görüşlerine ve tezlerine katılmadığını, tekrarladı. Bununla birlikte, Irene Melikoff un tezlerinin de artık bilinen bilgilerden ibaret olduğunu, yenilik getirmediğini ileri sürdü. AhmetYaşar Ocak, Doğan ın tarihsel gerçekleri ve kronolojiyi çarpıttığını belirtti.