Büyük Taarruz Öncesi Diplomatik Hazırlıklar Prof. Dr. İhsan Güneş Anadolu ÜniversitesiEdebiyat Fakültesi İnkılap Tarihi Bölüm Başkanı İnsanların yaşamında olduğu gibi, ulusların yaşamında da üzüntülü ve acılı günler vardır. Türk ulusu acıyı ve sevinci diğer uluslardan daha çok tatmıştır. Bunun en son ve en yakın kanıtı da Türk Kurtuluş Savaşıdır. Nedir Türk Kurtuluş Savaşı? Batılı güçlerin ülkemizi sömürgeleştirmeye, devletimizi ortadan kaldırmaya, ulusumuzu köleleştirmeye yönelik eylemlerine karşı Türk ulusunun tarihten, özgürlük tutkusundan, vatan sevgisinden aldığı güçle Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde birbirine kenetlenerek "ya istiklâl ya ölüm" parolası etrafında toplanarak emperyalizme ve onlarla işbirliği içerisinde bulunan saray ve çevresine karşı Türk toplumunu çağın gerisinde bırakan kurallarına, kurumlarına, fikirlerine karşı topyekûn olarak verdiği savaşın adıdır. Bu savaşın bir siyasal yönü, bir de askeri yönü vardır. Askeri yönünün son noktasını, son halkasını büyük taarruz oluşturmaktadır. Ben, bu bildirimde, Büyük Taarruz ve öncesi yapılan diplomatik hazırlıklar üzerinde duracağım. Sakarya Savaşının kazanılması üzerine parlak stratejisi, büyük taktikleriyle Mustafa Kemal, Yunan taarruzunu ezdi diye yazan İngiltere'nin Irak'ta bulunan yüksek komiseri Sir Cooks, Türklere dostluk elinin uzatılmasını önermişti. Londra'daki Türk taraftarı bazı milletvekilleri ise İzmir'in, Doğu Trakya'nın ve İstanbul'un Türklere verilmesini istiyorlar ve bunun için de bir dernek kuruyorlardı. Hindistan İşleri bakanı Montegui ise Kemalistlerle doğrudan ilişki kurulması için İngiliz Dışişleri bakanı Lord Curzon'a baskı yapıyordu. İngiliz Genelkurmayının saptamalarına göre, artık insiyatif Türklere geçmiştir. Yunanlılar, Mustafa Kemal ile anlaşmalıdır. 4 Ocak 1922 tarihli Times Gazetesi ise barışın ilk ve açık şartının Yunan ordusunun Anadolu'dan çekilmesine bağlı olduğunu yazıyordu. Gerçek durum böyle olmasına rağmen, İngiltere Dışişleri Bakanlığı bu gerçeklerin hiçbirini kabul etmiyordu. Dışişlerine göre Sakarya Savaşının galibi henüz belli değildir. Türkler askeri bakımdan güçlü değiller, Yunanlıları Anadolu'dan çıkarmaları olanaksızdır. Mustafa Kemal'le görüşmek, İngiltere'nin politikasına uygun değildir. Lord Curzon İngiltere'nin Mustafa Kemal'le ilişki kurmaya çalıştığını, her yönü denediğini fakat olumlu bir sonuca ulaşamadığını belirtiyor. Curzon aynı zamanda Mustafa Kemal'in kendisiyle görüşmek için her türlü imkana sahip olduğunu da söylüyordu. 1922 yılına girildiğinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetiyle İngiltere arasındaki gerginlik dinmemişti. Zaman zaman resmi olmayan görüşmelerde elde edilen bilgilere göre, İngilizler Misak-ı Milliden taviz verilmesini istiyorlardı. Nitekim, 6-13 Ocak 1922 tarihlerinde Cannes'da yapılan konferansa Yunan Başbakanını da çağırmışlardı. Yunan Başbakanına İzmir'in Yunanlılar tarafından boşaltılmasının, Trakya sınırının 80 mil daha batıya kaydırılmasının uygun olacağını 1
belirtmişlerdi. Yine bu konferansa TBMM temsilcisini çağırmamışlardı. Arkasından Doğu Avrupa'yı yeniden inşa edecek olan Genova Konferansının toplanmasını kararlaştırmışlar fakat bu konferansa da TBMM'den hiç kimseyi çağırmamışlardı. Gerek Cannes konferansı, gerek Genova Konferansına TBMM temsilcisinin çağrılmaması TBMM'de, basında büyük tepkiyle karşılanmıştır. Yunus Nadi Bey, yakın doğuda kan dökülmesinin asıl sonuçlarını böyle konferans düzenleyenler olduğunu belirterek bu olaya parmak basıyordu. Cannes konferansı ve ondan sonraki gelişmeler TBMM Hükümetini rahatsız ediyordu. Ülkede bulunan düşman güçlerini silah zoruyla çıkarmadıkça diplomatik yoldan sorunun çözülmesinin mümkün olmadığı inancı giderek yerleşiyordu. "Kudret ve kabiliyetten mahrum olanlar iltifata mazhar olamaz" deniliyordu. "Dünya karşısında verilecek bir sınava hazırlanırken", her yönden TBMM ordularının hazır olması gerekiyordu. Bunun için de Avrupa Devletlerinin ne düşündüğünün bilinmesi zorunlu idi. İşte Bunun için Mustafa Kemal Paşa, TBMM Dışişleri Vekili olan Yusuf Kemal Beyi, Avrupa'ya göndermeye karar veriyor ve konu bakanlar kurulunda görüşülüyor, şu konularda görüşme yapılması kararlaştırılıyor: " İzmir'in boşaltılması, Fransızlardan mühimmat ve cephane alınması için gerekli çalışmaların yapılması, Franklin Buillon ile görüşülerek Londra'da yapılacak görüşmeler üzerinde durulacak konular hakkında onun görüşlerinin alınması. Türk Sovyet görüşmeleri hakkında bilgi aktarılması". Hükümet bu kararı veriyor ama nihai kararın Meclis'ten çıkması zorunluydu. Çünkü Türkiye'nin kaderini belirleyecek böyle önemli görüşmelerde bulunmak üzere yurtdışına bir bakan giderken, Meclisin ne düşündüğünün bilinmesi gerekiyordu. Nitekim Yusuf Kemal Bey, 4 Şubatta Meclis'e bu konuyu açıyor ve diyor ki, "Milli davamızı TBMM adına, onun Hariciye Vekili olarak doğrudan doğruya yerlerinde müdafaa etmek, bu davanın haklı bir dava olduğunu gücüm yettiği kadar dünyaya anlatmak istiyorum. Bu konuda bana itimadınız var mı?" Meclis'te uzun tartışmalar yapılıyor ve en sonunda şu önerge veriliyor. "Misak-ı Milli esasları dâhilinde ulusal haklarımızın korunması ve her mağdur millet için teslim olunan tamiratın, çiğnenen topraklarımız için dahi kabul edilmesi suretiyle onurlu bir barışın yapılabilmesi için sizi destekliyoruz." Bu önerge 177 oyla kabul ediliyor ve ondan sonra Yusuf Kemal Bey çalışma arkadaşlarını seçiyor. 7 Şubatta Ankara'dan ayrılıyor. Ankara'dan ayrılıyor, İzmit'e geliyor. İzmit'e geldiği zaman Fransızlar gemi gönderip Yusuf Kemal'i almaya çalışıyorlar fakat İngilizler de bir tren hazırlamışlardı. Yusuf Kemal Bey'i alan bu tren defne dallarıyla ve Osmanlı Bayraklarıyla süslenerek büyük bir törenle Haydarpaşa'ya iniyor. Haydarpaşa'ya indiği zaman Yusuf Kemal Bey, İkdam Gazetesi muhabiri ile bir söyleşi yapıyor ve bu söyleşide şu konular üzerinde duruyor. " Avrupa'ya davamızı müdafaaya gidiyoruz. Biz Misak-ı Milli esaslarından ayrılmayarak bu esaslar dâhilinde davamızı müdafaa edeceğiz." Muhabir soruyor, "Peki sizi Avrupa Devletlerinden çağıran oldu mu?" Yusuf Kemal'in verdiği cevap, " Hayır, böyle bir çağrı falan almadık. Ancak düşmanlarımızın faaliyette bulunduğu bir dönemde bizim de Avrupa başkentlerine gitmemiz zorunluydu, bunun için gidiyoruz." "Peki, siz barışa hazır mısınız?" Yusuf Kemal'in 2
söylediği şu: "TBMM Hükümeti harbe de barışa da hazırdır. Savaş isteyenlerle savaşacaktır, barış isteyenlerle barış yapacaktır." Yusuf Kemal Bey İzmit'e gelirken, ülkenin çeşitli yerlerinden, yol üzerinde bulunan yerlerden Adapazarı'nda, Sapanca'da, Yalova'da Karamürsel'de ve Kocaeli'de toplanan halk birer muhtıra veriyorlar. Bu muhtıralarda diyorlar ki, kesinlikle Sevr Antlaşmasını kabul etmeyeceğiz, onun için çizdiği sınırları kabul etmemiz mümkün değildir. Misak-ı Milli'den ayrılmanızı istemiyoruz. İnsanca yaşama hakkımızı temin etmediğiniz takdirde biz yapacağınız görüşmeleri kabul etmeyeceğiz. Yani biz, tek kişi kalıncaya kadar, tek dağbaşı kalıncaya kadar savaşmaya devam edeceğiz. Görüyorsunuz ki, Hükümetin yanında halk da Misak-ı Milli'den hiç bir şekilde taviz verme düşüncesinde değildir. Yusuf Kemal Bey İstanbul'da çeşitli görüşmeler yapıyor. Bu görüşmelerin içerisinde özellikle dikkatimizi çeken bir nokta var, o da Osmanlı Hükümetinin temsilcileriyle yaptığı görüşmedir. Çünkü Yusuf Kemal Bey Avrupa'ya giderken, 1921 Londra Konferansında Bekir Sami Bey'e İstanbul Hükümetinin verdiği bir destek var. O da Tevfik Paşa'nın "Türk halkı adına konuşma yetkisi TBMM temsilcilerindedir, ben sözümü Bekir Sami Bey'e bırakıyorum" demesidir. Şimdi bu sözün devam ettiğini Batı kamuoyuna göstermek istiyor. Onun için İstanbul Hükümetine bir çağrıda bulunuyor ve diyor ki, " ben Batı'ya gittiğim zaman Batı başkentlerinde görüşme yaparken siz bir açıklama yapın, Yusuf Kemal Bey 'in tüm Türkiye hakkında, tüm Türkler hakkında konuşma hakkının olduğunu belirtin" diyor. Tabii gizli toplantılarda bunu kabul ediyorlar ve " siz, bir de Padişah'la görüşün" diyorlar. Eğer Padişah görüşmek isterse ben de görüşürüm diyor ve İzzet Paşa'nın (Osmanlı Hariciye Nazırı) hazırladığı bir seremoni ile Padişahla görüşüyor. Ancak Padişahla yaptığı görüşmede Padişah, Yusuf Kemal Bey'i gözleri kapalı olarak dinliyor. Vermek istediği mesaj şu oluyor: Seni gözüm görmesin. Şu sözü ilave ediyor. "Sizi bir Dışişleri Vekili olarak kabul etmiyorum, sizi riyaset etmekle müftehir olduğum (başkanlık etmekle iftihar ettiğim) millet efradından (bireylerinden) biri olarak kabul ediyorum" diyor. Yani siyasi kimliğini bir tarafa bırakıyor, bir birey, bir vatandaş olarak onu kabul ettiğini belirtiyor. Bu durum Yusuf Kemal'i çok üzüyor. Bununla da kalmıyor İstanbul, son kozunu oynuyor, Yusuf Kemal Avrupa'ya giderken ondan daha önce davranıp Ahmet İzzet Paşa'yı Batı başkentlerine görüşme yapmak üzere görevlendiriyor. Yani Yusuf Kemal, Avrupa'da tek başına görüşme yapmak isterken, Türkiye'nin görüş birliği içerisinde olduğu mesajını vermeye çalışırken, İstanbul, "hayır biz Ankara ile görüş birliği içerisinde değiliz" mesajını bu hareketiyle vermiş oluyor. Yusuf Kemal İstanbul'da sadece Osmanlı Hükümeti temsilcileriyle görüşmekle kalmıyor, onun yanında İngiliz temsilcisiyle, Fransız temsilcisiyle, Amerika Birleşik Devletleri temsilcisiyle, Japon temsilcisiyle, İtalyan temsilcisiyle de görüşüyor. Bu görüşmelerde elde edilen sonuçlar son derece ilginçtir. İngiliz temsilcisiyle Trakya sınırı üzerinde tartıştıkları dikkatimizi çekiyor. İngiliz temsilcisi Trakya sınırı üzerinde bazı düzeltmeler yapabileceğini söylüyor. Yusuf Kemal Bey barış yapmak istediğini belirtiyor. Çünkü Yunanlıların TBMM'ne, TBMM Hükümetinin de Yunanlılara ihtiyacı olduğunu söylüyor. 3
Barışın yapılabilmesi için de Edirne'nin TBMM'ne verilmesini istiyor. Edirne Yunanlılarda kaldığı takdirde Türklerin hiç bir şekilde rahat olamayacağını açık bir biçimde dile getiriyor. Bunun yanında Boğazlar sorunu üzerinde duruluyor. İngiliz temsilcisi Boğazların Türklere verilemeyeceğini belirtiyor. Buna karşılık Yusuf Kemal, "bu sorun sadece bizi ilgilendirmiyor, bu sorun Karadeniz'e sınırı bulunan tüm devletleri ilgilendiriyor" diyor. Ancak Marmara Denizi'nin güvenliğinin sağlanmasının zorunlu olduğunu ve Marmara kıyılarının hiç bir şekilde Yunanistan'a terk edilmesine Türkiye'nin razı olmayacağını söylüyor. Kapitülasyonlar üzerinde duruluyor ve burada çok enteresan bir düşünce ortaya atıyor. Yusuf Kemal Bey, "Biz Osmanlının kötü geleneklerini sürdürmeyeceğiz, biz Anadolu'da uluslaşma dönemini başlattık, artık kapitülasyonlar, ayrıcalıklar gibi hakları hiçbir şekilde kabul etmeyeceğiz" diyor. İtalyan temsilcisiyle yapılan görüşmelerde ise İtalyanların özellikle ekonomik çıkar elde etme peşinde oldukları saptanıyor. İtalyan temsilcisi "Doğu sorununun çözümü için İngiltere ile Fransa anlaşamıyorlar, ben orta yolu bulurum, bunun için de bize biraz ekonomik ayrıcalıklar tanıyın" demek istiyor. Japon temsilcisinin görüşleri son derece ilginçtir. Japon temsilcisi diyor ki, " adalet ve hakkaniyet sizindir. Ancak dünya sorunları adaletle değil, güçle çözülür. Siz, kapitülasyonlar ve malî denetim konusunda birtakım baskılarla karşılaşacaksınız, uysal davranmazsanız barış olmaz." Buna karşılık Yusuf Kemal Bey "Türkiye Büyük Millet Meclisinin malî konularda bağımsızlığını tehdit edecek herhangi bir koşulu kabul etmeyeceğini fakat borçlarını ödemeye devam edeceğini" bildiriyor. Amerikan temsilcisiyle yapılan görüşmelerde genellikle azınlık sorunları ve o sırada Karadeniz Bölgesi'nde boşaltılan bazı Rum köyleri üzerinde durulmuştur. Bristol bu konuyu gündeme getirdiğinde, Yusuf Kemal, bunların Pontus çeteleriyle işbirliği içerisine girdiklerini ve burada bir devlet kurmaya çalıştıklarını, onun için bunların daha iç bölgelere, güvenli bölgelere alındığını belirtmiştir. Bristol: "Evet, siz, Ankara'da azınlıklar konusuna iyi bakıyorsunuz ama taşrada bulunan memurlarınız çok aşırı davranıyor" diyerek şikâyetini dile getiriyor. Bunun üzerine Yusuf Kemal'in söylediği şu söz çok ilginçtir. " Yunanlılar camilerimizi ahır yaptılar, mukaddes kitabımızı kirlettiler. Biz, hiçbir kiliseyi ahır yapmadık, Hıristiyanların kitabına da hürmette kusur etmedik." Yusuf Kemal Bey daha sonra Amerikan üst düzey bir temsilci ile görüşme yapıyor, ona da yeni Türkiye'de kurulacak yasal düzenlemelerden söz ediyor ve yapılacak yasal düzenlemelerin şer'i ilkelere dayanmayacağını bildiriyor. Bu görüşmelerden sonra Yusuf Kemal'in Avrupa başkentlerine gittiğini görüyoruz. Yusuf Kemal, Paris'te çok iyi karşılanıyor ve orada Fransız Dışişleri Bakanı Türkiye'nin haklarını korumak için ellerinden gelen çabayı göstereceğini belirtiyor. Hatta, son derece ilginçtir, Marsilya'da Franklin Buillon'la karşılaşıyor, gördüğü zaman şaşırıyor, "siz niye buradasınız" diyor, Franklin Buillon "suç ortağımı karşılamak için geldim" diyor. Suç ortağı nedir? Franklin Buillon, biliyorsunuz Ankara İtilafnamesinin (Antlaşmasının) oluşturulmasında, imzalanmasında başrolü 4
oynamıştı, fakat İngilizler bu itilafnameden hiçbir şekilde hoşlanmamışlar ve sürekli olarak Franklin Buillon'u suçlamaya çalışmışlardı. İşte suç da bu idi. Yusuf Kemal Avrupa'ya ulaştıktan sonra özellikle Londra'ya geçtikten sonra gazetecilerle çok iyi ilişkiler kurmaya çalışıyor, çünkü Türkiye'nin derdini, TBMM'nin amaçlarını en iyi bir biçimde halka ulaştıracak aracın basın olduğunu düşünüyor. Örneğin, Daily Telgraph Gazetesine verdiği bir demeçte, "Batılı Devletlerin efkârından (fikirlerinden) hükümetimi haberdar etmek, hükümetimin efkârını da Batılı Devletlere bildirmek için buraya geldim" diyor. Daha sonra İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon'la iki kez görüşmüştür. Ancak Yusuf Kemal, Lord Curzon'la görüşmeden önce Avrupa'ya gitmiş olan İstanbul Hariciye Nazırı Ahmet İzzet Paşa da Lord Curzon'la görüşmüştür. Yani Lord Curzon, Yusuf Kemal'den önce İstanbul'un görüşlerini öğrenmeye çalışıyor. Bu görüşmelerde İngiltere'nin düşüncelerinin şu noktalarda toplandığını görüyoruz. Anadolu'da azınlıkların haklarını güvenceye almaya çalışacağız, Boğazların tarafsızlığını sağlayacağız, Marmara sahillerini size bırakmayacağız, borçlar üzerinde duracağız, iktisadi, mali kapitülasyonlar üzerinde duracağız ve bu konuda bazı öneriler sunacağız, askeri hizmetlerin mecburi hale getirilmesini hiçbir şekilde kabul etmeyeceğiz. İzmir konusunu yeniden ele alacağız. Bunları 22-26 Mart tarihinde Paris'te yapılacak konferansa götüreceklerini bildiriyor. 22 Mart tarihinde İngiltere, Fransa ve İtalya Dışişleri Bakanları bir toplantı yapıyorlar. Bu toplantıda TBMM Hükümetine ve aynı zamanda Yunanistan Hükümetine bir mütareke (ateşkes antlaşması) teklifinde bulunuyorlar. Bu mütareke teklifi son derece enteresandır. Bu mütareke teklifinin dikkatimizi çeken yönleri şu. Askeri kıtalar arasında 10 kilometrelik bir mesafe bırakılacaktır. Askeri birlikler sayı ve mühimmat bakımından güçlendirilmeyecektir. Her iki tarafın orduları İtilaf Devletleri tarafından denetlenecektir. Çarpışmalar üç ayla sınırlandırılacaktır. Mütarekeyi bozmak isteyen taraf 15 gün önceden haber verecektir. Bu teklifin amacı ne idi? Bu teklifin amacı, TBMM ordularının Sakarya Savaşından beri yapmış olduğu hazırlıkları gevşetebilmekti. Var olan durumu belirsiz bir hale getirmek, halkı psikolojik baskı altında bırakmak ve gerek Meclis'in gerekse halkın Mustafa Kemal'e karşı sevgisini, saygısını azaltmak ve mümkünse Mustafa Kemal'i Meclis Başkanlığından düşürebilmekti. TBMM Hükümeti buna daha cevabını vermeden bir barış teklifi geldi. Fakat bu barış teklifi de kabul edilebilir ilkeler taşımıyordu. TBMM'nin tekliflerini Batılı Devletler kabul etmiyor; ama TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa, bir yandan orduyu hazırlamaya çalışıyor öte yandan da Batılı Devletlerin bir kez daha görüşlerini, düşüncelerini öğrenmek bahanesiyle belki de askeri hazırlıkları perdelemek amacıyla Fethi Bey'i Paris'te, Londra ve Roma'da görüşme yapmak üzere Avrupa'ya gönderiyor. Fransa'da, Paris'te iyi karşılanan Fethi Bey, Londra'da çok iyi karşılanmıyor hatta İngiliz Dışişleri görevlileri tarafından kabul edilmiyor. Bunun üzerine Fethi Bey, elde ettiği bilgileri, vardığı sonuçları TBMM Başkanına bildiriyor. Ulusal amacın ancak askeri eylemlerle gerçekleştirilebileceğini, diplomatik yoldan Misak-ı Milli'ye ulaşmanın mümkün olmadığını belirtiyor. Sadece 5
Fethi Bey değil, onun dışında Avrupa'da bulunan diğer TBMM temsilcileri de aynı doğrultuda görüş bildiriyorlar. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, işgalci güçleri, Mehmetçiğin süngüsüyle yurttan kovmaktan başka çare olmadığına karar veriyor ve Büyük Taarruzun başlaması için çalışmaları yoğunlaştırıyor. Böylelikle "harp zorunlu ve hayati olmadıktan sonra bir cinayettir" kanısında olan Mustafa Kemal Paşa Büyük Taarruzun yapılmasına karar veriyor. Görülüyor ki TBMM Hükümeti tüm barışçı yolları denemiştir. Ancak büyüklük kompleksine kapılan ve emperyalist amaçlarını gerçekleştirmek için oluk oluk insan kanının akmasına göz yuman Batılı Devletlerin özellikle İngiliz Hükümetinin aymazlığı Büyük Taarruz gibi bir askeri harekâtın yapılmasını zorunlu kılmıştır. Bugün bize düşen görev, dağında, taşında, tarlasında, bağında, bahçesinde kefensiz yatan binlerce şehidin kanı bulunan bu aziz vatanın kolay kolay kazanılmadığını hatırlayarak her karış toprağına sahip çıkmaktır. Din, mezhep, etnik köken, insan hakları, demokrasi ve ideoloji kılıfları adı altında oynanan kirli oyunların tuzağına düşmeden Türkiye'yi çağdaş uygarlığa taşıyacak Atatürkçü düşüncenin aydınlık yolunda ilerlemektir. Makalenin alındığı kaynak: Prof. Dr. İhsan Güneş. (1996). Büyük Taarruz Öncesi Diplomatik Hazırlıklar. X. Milli Egemenlik Sempozyumu "Büyük Taarruz ve Sonuçları" 7 Mayıs 1996, Afyon. s. 39-47. TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No: 82. 6