Konu: Dilimiz Üzerindeki Yabancı Etkilerin Tarihi Gelişimi



Benzer belgeler
22-26 Nisan 2011Tarihleri arasında TİF(Türkiye İzcilik Federasyonu) nun Çanakkale'deki

ÇANAKKALE ROTARY KULÜBÜ HAFTALIK RESMİ TOPLANTIMIZDAN GÖRÜNTÜLER

ÖZEL KIRAÇ ANADOLU LİSESİ DEĞERLER EĞİTİMİ PROGRAMI (MART 2015)

Bir 18 Mart Çanakkale Şehitlerini anma gününde, şehitlik gezilirken, topluluk içinden biri çıkar ve etrafındakilere yüksek sesle şöyle der:

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Mevzubahis vatansa gerisi teferruattır. Mustafa Kemal Atatürk

Bugün 18 Mart... Çanakkale Zaferi'nin üzerinden tam 95 yıl geçti... Şehidlerin ruhuna. okumak niyetiyle tekrar hatırlayalım o günü / günleri...

TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

İÇİNDEKİLER GİRİŞ...III

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

CÜMLE BİLGİSİ. ( Cümle değildir. Anlamı yok)

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Metin Edebi Metin nedir?

Ekmek sözcüğü, sözlüklerde yukarıdaki gibi tanımlanıyor. Aşağıdaki görselin yanında yer alan tanımlar ise birbirinden farklı. Tanımları incele. 1.

tellidetay.wordpress.com

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

CUMHURIYET DÖNEMINDE COŞKU VE HEYECANI DILE GETIREN METINLER (ŞIIR) Cumhuriyet Edebiyatında Şiir ve Soru Çözümü

5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ

Tek başına anlamı ve görevi olmayan ancak kendinden önce gelen sözcükle öbekleşerek anlam ve görev kazanan sözcüklerdir. Edatlar şunlardır:

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ

İSTİKLÂL MARŞI'MIZ. Her milletin bir milli marşı var fakat bizimkisi ayrı. Bizimkisi İstiklal Marşıdır, başka yazılamaz gayrı.

TEK TEK TEKERLEME. Havada bulut Sen bunu unut

Aynı kökün "kesmek", "kısaltmak" anlamı da vardır.

Zirve 9. Sınıf Dil ve Anlatım

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

BİR BAYRAK RÜZGÂR BEKLİYOR

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ TEMSİLCİLERİ - III

ŞİİR, HİKÂYE, MAKALE. Ekim 2013 Sayı 1. Yazar; HARUN ŞEN

A) servis B) seyis C) başarı. 7. k,u,k,a,l Yukarıdaki harflerin hepsi kullanılarak aşağıdaki sözcüklerden. Al Semender

Eşeğe Dönüşen Kabadayı Makedonya Masalı (Herşeyin bir bedeli var)

SAYI: 1 EKİM 2015 ÖZLÜCE ORTAOKULU BİBLİYOFİLLER BÜLTENİ-6 /MART Arif Akpınar/ Muştu Yayınları ALTAN YILMAZ

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

Şimdi noktalama işaretlerinin neler olduğunu ayrıntılarıyla görelim. Anlamca tamamlanmış cümlelerin sonunda kullanılır.

11.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

NOKTALAMA İŞARETLERİ MUSTAFA NAZIM ÖZGEN

Birinci kadın; Oğlunun çok hareketli olduğunu, ellerinin üzerinde dakikalarca yürüyebileceğini söyledi.

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

S.gky _ Bilgi Kuramı S.gky _ Bilgi Kuramı S.gky _ Bilgi Kuramı

Aşağıdaki resmin içinde yandaki eşyalar gizlenmiş. Onları bulalım ve boyayalım. -16-

1) Eğer tartı eksik gelmişse, bu benim hatam değil, onun hatasıdır.

Rafet El Roman. Amerika. Rafet El Roman. A memo. Burasý New York Amerika. Evler karýþtý bulutlara. Nasýl bir zaman. Nasýl bir yaþam.

YIL DEDE'NİN DÖRT KIZI

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1 BÖLÜM 2

-Anadolu Türkleri arasında efsane; menkabe, esatir ve mitoloji terimleri yaygınlık kazanmıştır.

2. SINIF İŞİTME ENGELLİ ÖĞRENCİLERİ İÇİN TEST ÇALIŞMASI. Hazırlayan Engin GÜNEY İşitme Engelliler sınıf Öğretmeni

Türkçe. Cümlede Anlam Cümlenin Yorumu. Metinde Kazandıkları Anlamlara Göre Cümleler

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

Derleyen: Yücel Feyzioğlu Resimleyen: Mert Tugen

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. İnsanların Üzüntüsünün Başlangıcı

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler

Emine Aydın. Resimleyen: Sevgi İçigen. yayın no: 104 ÇOCUKLAR için islâm TARiHi

İnsanların Üzüntüsünün Başlangıcı

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

ISBN :


ATATÜRK'Ü ANIŞ. Adım-Soyadım:...

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar.

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

En güzel 'Anneler Günü' şiirleri

Ramazan Manileri // Ramazan Manileri. Editors tarafından yazıldı. Cuma, 25 Eylül :55

ÇALIŞKAN ARILAR EKİM AYI EĞİTİM PROGRAMI 1.HAFTA NELER ÖĞRENECEĞİZ HAFTANIN KONUSU:OKULUMUZ

Cadı böyle diyerek süpürgesine bindi. Daha yüz metre uçmadan. paldır küldür yere düştü. Ağaçtaki kargalar Gak gak diye güldüler.

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması DAĞINIK ÇOCUK

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan :15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

MÜBDÎ. Allah MUHSÎ dir. MUHSÎ, her şeyin sayısını bilen demektir.

5. Et et içinde, et fit içinde Dünya dümeni, onun içinde.

Bir sözcüğün zihinde uyandırdığı ilk anlama gerçek anlam denir. Kelimelerin sözlükteki ilk anlamıdır. Bu yüzden sözlük anlamı da denir.

FECRİ-ATİ EDEBİYATI SANATÇILARI

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI SORGULAMA PROGRAMI

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ TEMSİLCİLERİ - I

25. Aşağıdaki deyimlerle anlamca üçlü bir grup oluşturulduğunda hangisi dışta kalır? A) eli bol B) eli açık C) eli geniş D) eli kulağında

Ziyaret. Adabı. Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda Gördüğün bu tümsek, Anadolu nda, İstiklâl uğrunda, namus yolunda Can veren Mehmed in yattığı yerdir.

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Tanrı Herşeyi Yarattığı Zaman

EKİM AYINDA NELER ÖĞRENECEĞİZ?

Sevilen Oğul bir Köle Oluyor

Umutla, harabelerde günlük turuna çıkmış olan bekçi Hilmi Efendi yi aramaya koyuldu. Turist kalabalığı Efes sokaklarına çoktan akmaya başlamıştı.

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Mucizeleri. ÇOCUKLAR İÇİN Peygamberimizin. M. S i n a n A d a l ı. Resimleyen: Sevgi İçigen

YILINDA 18 MART ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNİ ANMA PROGRAMI

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

İÇİNDEKİLER GİRİŞ BİRİNCİ KİTAP

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Eğitim Öğretim Yılı OKUL ÖNCESİ ŞEKERLİK EĞİTİM SETİ YARIM GÜNLÜK PLAN ÇİZELGESİ

TÜRKÇE PAMUK DEDE soruları yukarıdaki metne göre cevaplayınız. 1) Aşağıdakilerden hangisi Pamuk dede nin yaptığı işlerden birisi değildir?

Transkript:

ZONGULDAK KARAELMAS ÜNĐVERSĐTESĐ DEVREK MESLEK YÜKSEKOKULU 2011-2012 AKADEMĐK YILI BAHAR DÖNEMĐ TÜRK DĐLĐ II (TUR182) DERS NOTLARI HAZIRLAYAN: OKT. CELAL CAN ÇAKMAKCI 20-26 Şubat Haftası Ders Notları Konu: Dilimiz Üzerindeki Yabancı Etkilerin Tarihi Gelişimi Dilimiz üzerinde yabancı etkilerin yoğun şekilde görüldüğü ilk dönem Uygur dönemidir. Bu dönemden sonraki yüzyıllar boyunca dilimiz daima, toplumsal ve kültürel temaslarda bulunduğumuz her milletin diliyle karşılıklı etkileşime girmiştir. Bu, seviye korunduğu müddetçe yadırganmaması gereken bir durumdur. Önceki dönemlere nazaran Türklerin yaşamında köklü değişikliklerin meydana geldiği Uygurlar dönemindeki yabancı etkilerin başlıca sebepleri: Mani dinine ait kelimeler, uzun dönem Uygurların hakimiyetinde yaşayan Moğolların kullandığı Moğolcanın etkisi, yerleşik hayata geçişin etkileridir. ( Örneğin; yerleşik hayatla birlikte geçilen tarım ve hayvancılığa ait yabancı kökenli kelimeler dilimize girmiştir. ) Orta Asya dan, başka coğrafyalara göç edilmesinin akabinde, Batı ya gelen Türk kolunun Karahanlılar döneminden başlayarak Đslamiyet i kabul etmesi, Türk milletinin farklı bir kültür dairesine girmesine neden olmuştur. Müslümanlığın kabulüyle birlikte meydana gelen hızlı değişimin etkileri dilimiz üzerinde de görülmektedir. Onbirinci asırdan sonra Türk diline kaynaklık eden ve onu en çok etkileyen başlıca diller Arapça ve Farsça olmuştur. Bu iki dilin büyük bir kültür birikimine sahip olması, kutsal kitap Kuran ın ve diğer dini metinlerin Arapça yazılması ve Türklerin Arapça yı kendi dinlerinin dili olarak görmesi, Türklerin Araplar ve Farslarla komşu olmasının etkileşimi kolaylaştırması gibi çeşitli sebepler dilimizde Arap ve Fars kökenli kelimelerin sayısının artmasına zemin hazırlamıştır. Arapça ve Farsça etkilerin zaman içerisinde güçlerini arttırmasıyla, birçok yabancı kaynaklı kelime ve yapı dilimize yerleşir. Bu unsurlar özellikle Divan Edebiyatı olarak da adlandırdığımız Klasik Edebiyat ürünlerinde fazlasıyla karşımıza çıkar. Yabancı etkiler Klasik Edebiyatın bünyesinde bulunan eserlerde üç farklı alanda kendisini gösterir. 1-Yabancı Yapılar 2-Yabancı Kelimeler 3-Arap Alfabesi Arapça ve Farsça etkiler, Milli Edebiyat dönemi ile azalma gösterir. Bu dönemden önceki Tanzimat, Server-i Fünun ve Fecr-i Ati dönemlerinde ise düşünce batılı, ancak dil yine

yabancı etkilerle doludur. Hürriyet, özgürlük ve demokrasi gibi kavramlar Klasik Edebiyatta karşımıza çıkmazken, Tanzimat akımıyla birlikte fikir hayatımıza ve edebiyata girmiştir. Milli Edebiyat döneminin en önemli temsilcileri Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul ve Ömer Seyfettin dir. Bu aydınlara göre; dil sadeleştirilmeli, millileştirilmeli ve yabancı etkilerden kurtarılmalıdır. Dönemin yaygın fikrine göre; edebiyat gerçek değerini ancak halkın tamamı tarafından anlaşıldığında kazanır. Milli Edebiyat dönemi düşüncesinin temelinde, Osmanlı Đmparatorluğu nun son zamanlarında kurtuluş ümidi olarak gördüğü ideolojilerden Türkçülük fikri yatar ve bu dönemin aydınların dil ve edebiyat konusundaki düşünceleri geniş ilgi görmüş ve Cumhuriyet döneminde de hayat bulmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk de Türk dilinin korunması için pek çok faaliyette bulunmuştur. Bunlardan bazıları; Türk Dil Kurumu nun kurulması, Türk Tarih Kurumu nun kurulması, harf inkılâbı ve eğitim seferberliğidir. Eğitim seferberliği, yurt genelinde pek çok eğitim kurumu açılaması, bu kurumlarda çalışacak nitelikli öğretmenlerin yetiştirilmesi ve yeni Türk alfabesinin her Türk e öğretilmesini kapsar. Mustafa Kemal Atatürk bizzat kendisi bu seferberliğe katılarak yurdu köy köy, kasaba kasaba gezmiş, yeni alfabenin öğretimi konusunda çalışmalarda bulunmuştur. 1950 li yıllardan sonra başta Đngilizce olmak üzere, Türk dili Batı dillerinin etkisi altına girdi. Bu etki artarak devam ettiği için günümüzdeki olumsuz tablo ortaya çıkmıştır. Yapılması gerekenler: 1-) Aileler çocuklarının eğitiminde dilin kullanımı konusunda daha hassas davranmalıdır. 2-) Eğitim öğretim faaliyetleri içerisinde Türkçe derslerine gereken ağırlık verilmeli, öğrencilerde dil bilincini yerleştirmek asıl amaç olmalıdır. 3-) Basın yanlış kullanımı özendirecek yayınlardan sakınmalı, dilimiz ile ilgili programların yayınına başlanmalıdır. Sonuç: Türkçenin içerisinde bulunduğu kıskaçtan kurtulabilmesi için tek anahtar dil bilincine sahip bir milletin var olmasıdır.

27 Şubat- 4 Mart Haftası Ders Notları Konu: Kompozisyon Kavramı ve Anlatım Biçimleri Kompozisyon Kavramı Çeşitli alanlarda kullanılan kompozisyon sözcüğü, ele alınan malzemeyi veya parçaları uyumlu bir şekilde bir araya getirme demektir. Đnsan olarak bizlerin yaşantısı da harika düzenlenmiş bir sistemi andırır. Örneğin vücudumuzun o mükemmel yapısı organlar arasındaki uyumla çok güzel bir kompozisyonlar birleşimidir. Her kompozisyonun bir malzemesi olduğu gibi, edebiyat alanında oluşturulan kompozisyonunun temel malzemesi de dildir. Kompozisyon oluştururken dilin de kullandığı temel malzeme ise kelimelerdir. O zaman kompozisyon, kelimeleri uyumlu bir şekilde bir araya getirmekle ortaya çıkar. Bir kompozisyonu oluşturabilmek için üç temel aşamayı gerçekleştirmek gerekir.bu aşamalar sırasıyla: a) Hazırlık b) Muhteva c) Şekildir. a- Hazırlık: Herhangi bir konuyu konuşmaya veya yazmaya başlamadan önce (bilgilendirmek, yönlendirmek, inandırmak, yanlışları düzeltmek, anlayışları değiştirmek, duyguları, güzellikleri paylaşmak, heyecanlandırmak, eyleme geçirmek vb. gibi) hedefler ve amaçlar belirlenir. Aklımızdaki fikirleri, içimizdeki arzu ve heyecanları bir başkasına anlatmak sosyal hayatımız için çok önemli olduğu kadar psikolojik dünyamız bakımından da çok önemlidir. Bütün bunların gerçekleştirilebilmesi için birikim gereklidir. Birikim de özellikle okumak ve dinlemek yoluyla elde edilir. Birikimi elde eden kişinin duygu ve bilgi açısından kendisini yazı yazmaya hazır hissetmesi de çok önemlidir. b- Muhteva (Đçerik): Kompozisyonda ne anlatılacağı,nasıl anlatılacağı,niçin anlatılacağı ve ele alınan konunun nasıl sınırlandırılacağı gibi soruların cevabı o kompozisyonun muhtevasını oluşturur.muhteva bize kompozisyonun konusunu, ana fikrini ve yazarın bakış açısını gösteren önemli bir aşamadır. c- Şekil : Yaşamdaki her iş nasıl planlı bir şekilde başarıya ulaşırsa kompozisyonda da şekil konusunda plan çok önemlidir.düşüncelerimizi zihnimizde belirlemekten, kompozisyon içersinde hangi kelimeyi nereye yazacağımıza karar verdiğimiz tüm aşamaları kapsayan plan kavramı giriş-gelişme-sonuç sözcükleri ile ifade edilir.yine şekil konusunda önemli bir nokta duygu ve düşüncelerin aktarımında kullanılan çeşitli anlatım biçimleridir.konuya uygun olmayan anlatım biçimi planlanan hedeflere ulaşmayı güçleştirir.şimdi sırasıyla duygu ve düşünce aktarımında önemli bir yere sahip anlatım biçimlerini ele alalım.

Anlatım Biçimleri Anlatım biçimlerini şöyle sıralayabiliriz: 1) Açıklayıcı Anlatım 2) Öyküleyici Anlatım (Hikâye Etme) 3) Betimleyici Anlatım (Tasvir Etme) 4) Tartışmacı Anlatım 1- Açıklayıcı Anlatım: Herhangi bir konu hakkında bilgiler vermek, bir şeyler öğretmek amacına yönelik anlatım biçimidir. Okuyucu veya dinleyicinin zihninde beliren kim, ne, nasıl, niçin, ne zaman gibi soruların cevapları açıklama yoluyla verilerek üzerinde durulan konu açıklığa kavuşturulur.açıklayıcı anlatım biçiminde öğretmek temel hedeftir.öğretme temel hedef olduğu için açıklanacak konunun herkesçe bilinen yönünden hareket ederek aşama aşama hedefe ulaşılır.açıklayıcı anlatım bu yönüyle sade bir anlatımı gerektirir.bu özelliği açıklayıcı anlatımın anlaşırlığını kolaylaştırır. Açıklayıcı Anlatım Kullanılan Bir Paragraf: Akdeniz bölgesi kendine özgü bir bitki örtüsüne sahiptir.kısa boylu bitkilerle, çalılarla kaplı arazi ovada toprak, dağlara doğru kayalıktır. Bu bölgeye ulaşmak için Gülek, Sertavul, Nurdağı gibi geçitlerden yararlanmak gerekir.bu geçitler Torosların dik zirvelerinden ovalara açılan kapılar gibidir. 2- Öyküleyici Anlatım (Hikâye Etme): Bu anlatımda amaç; olayı okuyucunun gözü önünde canlandırmak, anlatmak istenileni bir olay içerisinde vermektir. Öyküleyici anlatımda aktarılan olayların zaman sırası önemlidir. Bu anlatımda olaylar oluş sırasına göre verilir. Öyküleme, tasarlanan yada yaşanan bir olayın anlatımıdır. Yazarın amacı okuru anlattığı olayın içinde yaşatmaktır. Böylelikle okur anlatılan olayı yaşamadığı halde yaşamış gibi olur. Roman, hikâye ve masalların anlatımı öyküleyici anlatım biçimindedir. Öyküleyici Anlatım Kullanılan Bir Paragraf: Sabah ilk işim kendimi sokağa atmak oldu. Mağazaya yürümekle koşmak arası ulaştım. Kapıyı iteleyerek açtım. Đçeride pek müşteri yoktu.tezgahtara yaklaştım. Elimdeki paketi uzattım. Önce pakette ne olduğunu anlamak için gözlerini açıp elimdekini inceledi.kestiremeyince meraklı bakışlarla bana sordu. 3- Betimleyici Anlatım (Tasvir Etme): Betimleme en yalın biçimiyle sözcüklerle resim çizme işidir. Varlıkların niteliklerini, bu varlıkların duyularımız üzerinde uyandırdıkları izlenimleri belirtmektir. Betimleme

nesnelerin, varlıkların, belirgin özelliklerini tanıtıp göz önünde canlandırmaktır. Diğer bir deyişle betimlemede betimlenecek kişi, yer ve görünüşün benzerlerinden ayrılan özellikleri üzerinde durulur. Betimleyici Anlatım Kullanılan Bir Paragraf: Eski bir taş köprü geçildikten sonra fakir mahallelere giriliyor ve sefalet bütün dehşeti ve çirkinliğiyle başlıyordu.ortalarından akan çirkin sularında yarı çıplak çocuklarla çamurdan köpekler, eğri büğrü sokaklar Tezekten, çamurdan yapılmış yarı yarıya toprağa gömülmüş penceresiz kulübeler 4- Tartışmacı Anlatım: Tartışma, herhangi bir konuda, okuyucuyu (veya dinleyiciyi) kendi gibi düşünmeye yönlendirmek ve onların yanlış kanaatlerini değiştirmek isteyen yazarların başvurduğu anlatım biçimidir. Bu yöntem çok yaygın olarak kullanılan bir anlatım biçimi olmasına rağmen, genellikle açıklamayla birlikte kullanılır. Tartışmadan amaç, yanlış anlayışları ortadan kaldırmaktır. Bu anlatım biçiminde önce, değiştirilmek istenen düşünce ele alınır, daha sonra örnekleme, açıklama, karşılaştırma gibi yollarla düşüncenin yanlışlığı bir anlamda ispatlanmaya çalışılır. Yazar sanki ortada çift kollu bir terazi varmışçasına, fikirleri tartmaya çalışır. Açık oturum, panel, forum, münazara, makale gibi türlerde tartışma biçimi daha çok kullanılır. Tartışmacı Anlatım Kullanılan Bir Paragraf: Genç kuşakta yaygın olan bir eğilim var: Edebiyat yapıtlarını, romanları okumak yerine onların filmlerini izlemek, bununla yetinmek.đşin kötüsü bu çalışmaların, esas esere gerek bırakmadığını savunuyorlar. Bence roman kaynaklı da olsa hiçbir sinema ürünü, edebi zevk vermez.

5-11 Mart Haftası Ders Notları Konu: YARATICI VE KURGUSAL YAZILAR MASAL Masal; olağanüstü kişilerin, varlıkların, olayların içinde bulunduğu; ağızdan ağıza, kuşaktan kuşağa anlatılarak süregelmiş hayal ürünü hikâyelere denir. Masal, gerçekle ilgisiz tamamen hayal ürünü olan ve anlattıklarına inandırmak iddiası bulunmayan bir anlatım türüdür. Genellikle yaratıcısı belli olmayan, bu hayal yaratısı masal olaylarının anlatımı da oldukça yalın bir konuşma diliyle gerçekleştirilir ve sözlü anlatı türünün doğallığını, rahatlığını yansıtır. Böyle olunca, öteki bazı edebî türlerde yer alan ve ancak yazı dilinin kalıcılığıyla saptanabilen, uzun doğa betimlemeleri ve ruh çözümlemeleri, masalda pek görülmez. Bu betimlemeler, yalnızca birkaç sözle geçiştirilir. Masal üç bölümden oluşur: 1) Döşeme: Masalın giriş bölümüdür. Bu bölümde süslü, sanatlı söyleyişlerle okuyucunun ve dinleyicinin ilgisi çekilmeye çalışılır. Bölüme, söz başı veya tekerleme bölümü de denmektedir. Toplumda yer alan zıtlıklar, gülünçlükler ve hayal ürünü söylemlerin bulunduğu bu bölümde tekerlemeler yer almaktadır. Bu bölümün içerik yönüyle masalla ilgisi yoktur. Örnek: Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal iken, sinek berber iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken Masal masal matitas Kalaylandı bakır tas Çukura düştü çıkamaz Pır pır eder uçamaz. Var varanın, sür sürenin Habersiz bağa girenin, hali yaman demişler masaldır bunun adı söylemekle çıkar tadı Her kim dinlemezse bunu, hakkından gelsin kambur dadı Bir varmış, bir yokmuş. Çok söylemesi ayıpmış. Az söyleyip çok dinleyenlerin bilgisi artar, çok söyleyip az dinleyenlerin çenesi yorulurmuş 2) Gövde: Kahramanların, olayların anlatıldığı bölümdür. Masalın tamamı gövde bölümünde anlatılır. Ülkenin birinde günlerden bir gün vb. bağlamlardan sonra masal anlatılır. 3) Sonuç: Masalın bitiş bölümüdür. Gökten üç elma düştü biri bu masalı dizip donatana, biri oturup anlatana, birini de okudum, üfledim; insan çocuğunun ruhuna bağışladım diye dua

sözleriyle masala son verilir. Ya da masal kahramanlarının eriştikleri mutlu son, kötülerin cezalarını bulduğu söylenerek de bitirilebilir. Giriş bölümü oldukça geniş olmasına rağmen sonuç bölümü bir ya da birkaç cümleden ibarettir. MASAL ÖRNEĞĐ: SABIR TAŞI Bir varmış bir yokmuş.evvel zaman içinde, kalbur saman içinde develer tellal iken, pireler berber iken ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, uzak diyarların birinde kızından başka bir varlığı olmayan yaşlı bir kadın yaşarmış. Kadının da güzel mi güzel,şirin mi şirin bir kızı varmış. Kadın, güzel kızını çok severmiş. Zaman su gibi akmış. Kadının menekşe gözlü kızı, gelinlik yaşa gelmiş.altın saçlı, pamuk tenli kız,bir gün dışarı bakarken bir kuş çıkagelmiş. Pencerenin önüne konmuş. CĐK CĐK! Sultanım! Senin kısmetin ölü bir şehzade. kırk gün bekleyecek sonra muradına kavuşacaksın demiş. Sonra da pırr diye uçuvermiş.güzel kız çok şaşırmış. Kuşun dediklerini düşünmüş,düşünemez olmuş.unutmak istemiş, unutamamış.ne yapacağını bilemez hale gelmiş. Ertesi gün aynı saatlerde kuş yine gelmez mi! Đyi kalpli kız heyecandan bayılacak gibi olmuş. CĐK,CĐK! Sultanım! Senin kısmetin ölü bir şehzade.kırk gün bekleyecek sonra muradına kavuşacaksın. Bu sefer kız çok korkmuş. Kuşun söylediklerini annesine anlatmaya karar vermiş. Anneciğim,pencereme bir kuş kondu. Bana ölü bir şehzadeden bahsetti. Kırk gün sonra muradına kavuşacaksın dedi. Bin bir zorlukla kızını büyüten kadının gözleri korkudan büyümüş. O nasıl bir kuş öyle yavrum?sana ne demek istedi? Diye heyecanla sormuş: bilmem ki anne. Đn midir cin midir yoksa Allah ın yarattığı küçük bir kuş mudur? Yarın sen de odama gel. Gör bak minik kuş neler söyleyecek. Kadın kızının dediği gibi yapmış ve kuşu beklemeye başlamış. Çok geçmeden kuş yine gelmiş ve sözlerini tekrarlamış. Bu sözler karşılığında annesinin kalbi korkuyla dolmuş. Aman yavrum bu da neyin nesi? Diye ağlamaya başlamış. Sevgili kızım, sultanım. Buralardan kaçalım. Bu kuş başımıza bela olmasın.sakın seni benden almasın. Nasıl istersen anacığım. Öyleyse buralardan hemen gidelim. Ana kız yanlarına birkaç eşya almışlar.hemen yola koyulmuşlar.

Az gitmişler uz gitmişler, kuşun onları bulamayacağı bir yer bulmuşlar.yorgunluktan ayaklarında derman kalmamış. Konuşacak kadar bile güçleri yokmuş. Bir saray duvarının hemen yanındaki çimenlere uzanıp uykuya dalmışlar.gece yarısı aynı kuş yine gelmez mi! Kızı yattığı yerden kaldırmış.sırtına alarak saray duvarlarının üstünden uçmuş.kızı çok güzel bir odanın içinde kuş tüyünden yapılmış bir yatağa bırakmış.kısa bir süre sonra kız uyanmış, uyanmış uyanmasına da o da ne! Yabancı bir odada,başkasının yatağında bulmuş kendisini.ne annesi var ne de üzerinde serildiği çimenler. Güzel kız yataktan kalkmış ve etrafta dolaşmaya başlamış.süslemeli bir yatakta yatan ölü bir adam görmüş, bağırmaya başlamış. Kuş doğruyu söylüyormuş.bu günlerdir anlattığı ölü şehzade olmalı.ben şimdi ne yapacağım burada? Güzel kız sakinleşmiş ama annesi kızını yanında göremeyince deliye dönmüş. Ağlaya ağlaya bağırmış ama fayda olmamış.kuşun söyledikleri doğruymuş. Aman Allahım!yavrumu kendi ellerimle ateşe attım,diye feryat etmiş. Bu arada güzel kız kuşun kendisine söylediklerini hatırlamış.sabırla kırk gün beklemeye karar vermiş.günler geçmek bilmemiş.kuş bir daha gelmemiş ama kız hep kuşu düşünmüş. Biraz sabırlı olmalıyım, demiş.ah ama yalnızlık ne kadar da zormuş.keşke yanında bir de konuşabileceği, dertleşebileceği bir arkadaşı olsaymış. Tam otuz dokuz gün odanın içinde bir oraya bir buraya dolaşmış durmuş.adımlarını saymış, yürümekten vazgeçmiş. Biraz da penceren bakayım demiş. Camdan bakarken sarayın bahçesinde dolaşan bir kız görmüş.sonunda kendime bir arkadaş buldum diye sevinmiş. Seslenerek: Bakar mısınız? Yukarı, odama gelir misiniz? Kız sarayın hizmetçilerinden biriymiş.onun odasına gitmiş. Beni emrettiniz efendim,buyrun.demiş. kız elinden tutarak: Geldiğin için çok teşekkür ederim.otuz dokuz gündür buradayım.ölü prensin başında bekliyorum.canım çok sıkıldı.seni gördüğüme çok sevindim.vaktin varsa burada benimle oturur musun? Kız: Tabi otururum demiş.

Genç kız en sonunda yalnızlıktan kurtulmuş.başlamış konuşmaya. Hizmetçi kıza yüzlerce soru sormuş.ertesi gün hizmetçi kızdan bir ricada bulunmuş. Ben sarayı dolaşmak istiyorum. Burada bekler misin? Hizmetçi kız bu fırsatı kaçırmayarak yakışıklı şehzadeyi beklemiş.belki uyanır diye dikkatlice şehzadeye bakmış.çok geçmeden şehzade uyanmış.gözlerini açar açmaz hizmetçi kızı görmüş. Ona; Benim başımda kırk gün bekleyen sen misin? diye sormuş. Evet şehzadem kırk gün gözümü bile kırpmadım.sizin başınızda bekledim. Yakışıklı şehzade hizmetçinin söylediklerine bütün kalbiyle inanmış.çünkü gözünü açar açmaz onu görmüş. Sarayda senden başkası var mı diye sormuş. Evet alt katta benim hizmetçim var demiş. Güzel kız odaya girince şaşırmış..kırk gün boyunca başında sabırla beklediği şehzade uyanmış.hizmetçiyle sohbet ediyormuş.bir kaç gün sonra hizmetçi kızla şehzade evlenmiş.güzel kız kahrolmuş.kalbi acıyla dolmuş.konuşmak istemiş ama konuşamamış.buna da sabretmeye karar vermiş.yalancı hizmetçi,artık bir şehzadenin karısıymış.incilerle süslü kıyafetler giyiyor, güzel kıza emirler veriyormuş.bir of bile demeden kız kendisine emredilenleri yapıyormuş.günler su gibi akıp geçmiş.bir gün şehzade, Yemen e gitmek istemiş. Karısına gelip sormuş: Yemen den sana ne getireyim? Elmaslarla süslü bir gerdanlık istiyorum. Şehzade daha sonra güzel kıza dönmüş. Senin için ne getirmemi istersin? diye sormuş. Benim için bir sabır taşı getiriniz.eğer bunu almayı unutursanız,geminiz denizde ilerleyemesin. Ayrılma günü gelmiş. Şehzade karısına ve güzel kıza veda etmiş.gemisiyle Yemen e gitmiş.işini gördükten sonra karısının istediği gerdanlığı almış fakat sabır taşını unutmuş.gemisine binerek yola çıkmış. Hava karamaya başladığında olduğu yerde kalakalmış.kaptanın çabaları işe yaramamış ve yüksek sesle: Başımıza gelen nedir bilmem. Bir yalan mı söyledik? Bir söz verdik de onu mu yerine getirmedik? demiş. Şehzade kaptanın söylediklerini duyunca hatırlamış.

Eyvahlar olsun sabır taşı alacaktım. Sonra kaptana: Hemen geri dönmeliyiz. demiş. Gemi çok geçmeden Yemen e varmış ama şehzade bir türlü sabır taşını bulamamış.en sonunda yemen de tanıdığı yaşlı bir adama gidip durumu anlatmış: Sabır taşı denen şeyi nasıl bulurum? Sabır taşını kim için istiyorsun? Evimdeki hizmetçi kız için istiyorum. Ak sakallı ihtiyar karanlık bir odaya girmiş.parlak kağıtlarla sarılı küçük bir kutu getirmiş. Aradığın taş burada.sakın onu kaybetme. Şehzade kutuyu alarak geri dönmüş.gemi sularda balık gibi süzülerek şehzadenin sarayına hızla dönmüşler.karısını ve hizmetçiyi kendisini bekler bulmuş.gerdanlığı karısına vermiş.sabır taşını da kıza uzatmış. Güzel kız şehzadeye teşekkür etmiş.kız çok mutlu olmuş.artık taş da olsa elinde derdini anlatacağı bir şey varmış.gece olmuş ama kız uyanıkmış.sabır taşını kutudan çıkararak onu seyretmiş. Sabaha doğru yatağına uzanmış ve uyumuş. Şehzade ise sürekli sabır taşını düşünüyormuş.bir hizmetçinin ne derdi olabilir ki diye kendine sormuş.bir gün sabır taşının ne işe yaradığını sormaya karar vermiş. Güzel kızı çağırmış. Sabır taşı senin ne işine yarar? Hizmetçi ağlamaya başlamış ama hiç konuşmamış.ona bir şey söyleyememiş. Onun bu hali şehzadeyi daha da meraklandırmış.yine gece olmuş. Herkes en derin uykuya dalmışken güzel kız sabır taşı ile dertleşiyormuş. Güzel sabır taşı! Dertlilerin dinleyicisi sabır taşı! Bir zamanlar anamın bir kızıydım. Gözünün nuruydum. Bir gün bir kuş çıkageldi.pencereme kondu. Güzel mi güzeldi.ama ben korktum doğrusu. Çünkü konuşan bir kuştu. Bana ne mi dedi? Neler demedi ki? Kırk gün bir şehzadenin başında durmamı istedi. Benim kısmetim oradaymış. Her defasında aynı şeyleri söyledi bana. Bir gün ansızın burada buldum kendimi. Şehzadenin odasındaydım o yatağında uyuyordu. Otuz dokuz gün başında bekledim hiç uyumadım. Bir arkadaş aradım kendime. Evin, hizmetçisini çağırdım. Şehzade uyandığında hizmetçiyi ben zannetti. Onunla evlendi. Bu arada sabır taşının ne işe yaradığını öğrenmek isteyen şehzade, tam kızın odasına girecekken kızın anlattıklarını duymuş. Sonunda şehzade bütün olanları öğrenmiş.güzel kız sabır taşına sormuş: Sabır taşı söyle bana ne yapayım ben der demez şehzade güzel kızın kapısında belirmiş.

Bu söylediklerin doğru mu? diye sormuş. Güzel kız gecenin bir yarısında şehzadeyi görünce şaşırmış. Ona cevap verememiş, ağlamaya başlamış. Şehzade gerçekleri öğrenince yalancı hizmetçiyi kovmuş. Güzel kız sonunda sabrının karşılığını almış. HĐKÂYE Hikâye, hayatta yaşanmış veya yaşanması mümkün olayları romandaki gibi kurgulayarak anlatan yazı türüdür. Olay, kahraman, yer ve zaman öğeleri vardır. Hayattan bir kesit ele alınarak edebî bir üslupla okuyucuda heyecan veya zevk uyandıran yazıdır. Romandan ayrılan kısmı olayların sayısı, karakterlerin tahlili ve eserde kullanılan zamandır. Hikâyede süreç kısadır, ayrıntılara girilmez, derinlemesine karakter tahlilleri yapılmaz. Hikâye Çeşitleri: a) Klasik Vak a (Olay) Hikâyesi: Klasik vak a hikâyesi; olay örgüsünün sebep, başlangıç ve giriş noktasından yola çıkılarak geliştirilmesi sonucu tahkiye (hikâye) tekniğinin kurulmasıdır. Bu tip hikâyelerde olay örgüsü şahıs, mekan, zaman unsurları; giriş, gelişme, sonuç zinciri içinde genellikle kronolojik bir sıra içinde verilir. Batıda bu tarz hikâyelerde Fransız Guy De Maupassant ın eserleri meşhurdur. Klasik vak a hikâyelerinde mutlaka bir çatışma vardır. Bu çatışma benzer ya da zıt şeylerin çatışması olduğu gibi bireyin kendi içinde veya bireyin bireyle ya da toplumla hatta tabiat unsurlarıyla da olabilir. Klasik vak a hikâyesinde karşımıza çıkan maddî ve manevî mücadele merak unsurları şeklinde ortaya çıkar. Dinleyen ya da okuyanın sorularına yol açan düğümler örgüsü ile beslenir. Merak unsurlarını heyecanlandıran düğümlerden her biri olayın kahramanın etrafında oluşan ana düğümü besler. Olaylar bir yelpaze şeklinde açılarak bağlı olduğu merak unsurları bir bir çözülüp sona gelinir. Bu sonda bazen yorum okuyucuya bırakılırken bazen de yazar tarafından yapılır. b) Durum Hikâyesi: Merak unsuru yerine, bir durum ve davranışa bağlı, hareket yönü zayıf olayların tertibinden oluşan hikâyelere durum hikâyesi veya Çehov tarzı hikâye adı verilmektedir. Olay sayısının azaldığı, hareket ve merak unsurlarının bilinçli bir şekilde hafifletildiği modern hikâyedir. Bir durumdan bir olaydan yola çıkarak bireysel ve toplumsal yorumlara giden bu tür hikâyelerde asıl ele alınan duygu, düşünce ve hayallerin tertibidir. Bazen birkaç bazen bir olaydan bazen de düşünce ve duygu imkânları sağlayan durum hikâyelerinde giriş, gelişme, sonuç düzeni klasik hikâyeden farklıdır. Figürler (insan, hayvan, bitki, eşya vb..) yeterince tanıtılmadığından arka plan ve derinlikte hareket yoktur. Onların yerine geçen duygulardan, düşüncelerden ve hayallerden doğar. Bu hikâyeler biterken okuyucuya bir sonuç vermez. Yorumu okuyucu hikâyede sembolik izlenim ve çağrışımlardan kendisi tamamlar. Hikâye Planı

Hikâyenin kuruluşunda; olay anlatan yazılarda olduğu gibi; serim, düğüm, sonuç bölümleri vardır. Roman, tiyatro, masal, hatıra, seyahat ve başka yazı türleri bu hikâye planından faydalanır. Bu üç bölüm şöyle uygulanır. a) Serim Bölümü Bu bölüme giriş bölümü de denilir. Olayın geçtiği yer yani dekor, belli başlı nitelikleri söylenerek bu bölümde tasvir edilir. Olayın şahısları, kahramanı en canlı iç ve dış görünüşleriyle belirtilerek tanıtılır; kısaca portre çizilir. Olayın ne olduğu bu bölümde işlenir. b) Düğüm Bölümü Bu bölüme gelişme bölümü de denir. Olayın başlayıp açılması, okuyanın ilgisini, merakını artıracak bir durum alması; olayın düğümü; kişilerin konuşmaları bu bölümdedir. Đsim ve fiil cümleleri kullanarak, farklı yapıda cümlelere yer vererek, konu ile ilgili örnekler alınarak bu bölümde çeşitlilik sağlanmalıdır. c) Çözüm Bölümü Bu bölüme sonuç bölümü de denir. Olayın ne şekilde sona erdiği, olayın kişileri ve görenler üzerindeki etkisi bu bölümde anlatılır. Çözüm bölümü, okuyanları memnun edecek şekilde planlanmalıdır. Hikâyenin sonu bazen bir cümle, bazen de bir paragraf ilavesiyle yapılır. HĐKÂYE ÖRNEĞĐ: HĐMMET ÇOCUK Elvanlarda ihtiyar bir kılavuz aldık. Köy kısmen yanmış, perişan, herkes fersiz ve şaşkın gözlerle kamyon denilen canavarın bilüzum görüntüsüne bakıyordu. Herkesin ruhunda sonu gelmeyen meşakkatin, açlığın, her günün gizli felaket ihtimallerinin yoğurduğu yeis ve lâkaydı vardı. Onun için kimse Uşak'a kadar gelmek istemiyordu. Parayı ne yapacaklardı? Ne alırdı ki? Yalnız zayıf yüzlü bir ihtiyar halsiz bir sesle: - Ben Đney'e kadar yolu biliyorum. Fakat beni Uşak'a götürürseniz ve bana orada bir okka tuz verirseniz gelirim, dedi. Akşam karanlığı basarken kamyon mırıldanarak, homurdanarak Anadolu'nun ıssız, yolsuz beyabanına (çöl) daldı. Kamyonda Đstanbul gazetecileri vardı. Yunan ordusunun emsalsiz mezaliminin külleri ve facia sahnesi üstünde tetkikat yapacaklar, ben cephenin Yunan mezalimi raporunu hazırlarken onlar da ajansla Türk'ü felaketini dünyaya bildireceklerdi. Anadolu'da hakim, insan değil tabiattır. Kuytu ormanlar batak ovalar, sarp keskin yokuşlar, sonra karanlık, kımıldıyormuş gibi insanı keserek dondurarak esen acı rüzgarın ortasından bin bir zahmetle bilmem kaç saat geçtik. Đney, bir derenin yamacından kurşuni bir yangın harabesine inkılap (dönen) eden bir köydü. Kamyon gırlayarak çırpınarak köyün yoluna girerken dünyada hilkati (yaratılış) adem başlamış gibi, etraf insan sesinden, hayatından ariydi. Yalnız bir sürü çakal acı acı, karanlık esiyormuş gibi dereyi yalayıp geçen rüzgarla hemahenk uluyordu. Đçimden:

- Eyvah köyden hepsi gitmiş, nasıl tahkikat yapacağız? diyorum. Biraz sonra sağda bir kaya kovuğunda kızıl bir alevin önünde ısınan iki haki gölgenin kımıldadığını gördüm. Karanlık dereye, kurşuni yangın harabesi olan yamaca vuran yegane ışık bu ateş ve kamuoyunun yürüyen iki göze benzeyen fenerleriydi. Köprünün önünde şoför kocaman atıl makineyi durdurmaya çalışırken önünde birkaç karaltı kımıldadı. Sonra ışığın beyazlattığı taşlı yolda siyah cübbeli, beyaz sarıklı, siyah sakallı bir adam, arkasındaki, henüz ışığın sahasına giremeyen karaltı halindeki arkadaşlarından ayrıldı. Hiç unutamayacağım vahiz bir sesle: - Halide onbaşı, sizi biz Đney istasyonunda bekliyorduk dedi. - Geleceğimizi nereden biliyordunuz? - Đstasyondan biliyorlar. Tahkik heyeti gelecek dediler. Bu sesten gazeteci arkadaşlar hemen harekete geldiler, kalem kağıt çıkardılar, kamyondan fırladılar, karaltılardan sormaya başladılar. Kaç ev yandı? Kaç kişi öldü? Siyah sakallı adam yanıma geldi. Fenerlerin verebildiği ışıkla notlarıma yiyecek gibi baktı. - Kaç ev mi? Bütün köy yandı. Kaç adam mı öldü? Sayısını Allah bilir. Eşkıya gelir öldürür, yakar, soyar. Görüyorsunuz ya ne ev, en yiyecek, ne giyecek var. Sen onları şimdi bırak, Đsmet Paşa'ya başka şey söyle! - Benim işim bunları yazmak. Biraz daha hırçın ve sesi titrek: - Senin işin bizim hâlimizi söylemek... Kaç ev yandı, kaç kişi öldü. Karnımızı doyurur, başımızı örtecek dam yapar mı? Đsmet Paşa'ya söyle... Sesinde hayat için mücadele edenlerin amiriyeti vardı; muti (başı eğik) sordum: - Ne söyleyeyim? - Ev isteriz, rüzgar bıçak gibi kesiyor, çocukların başını sokacak kovuk bile yok. Uşak'ta birçok kereste ve Yunan esiri varmış, bunlardan bize verilmesini emretsin. Hemen kendimize dam yapalım. Ekmek isteriz, askeri ambarlarda buğday var, bir saat ötede... Emretsin, bize versinler, çiğ olsun çocuklarımıza yedirelim. (Sesi acıyla, merhametle yırtılarak devam etti.) Büyükler söz anlıyor, sesi çıkmıyor, ama çocuklar söz anlamıyor, açlıktan hep ağlıyorlar, sabaha kadar ağlıyorlar, bunu Paşa'ya söyle... Çakal ulumasıyla, rüzgarın iniltisi arkasından öyle zannettim ki aç çocuklar ağlıyor, göğsü sütsüz, boş, sırtı çıplak analar yumruklarını sallayarak dünyaya, talihe, hayata haykırıyorlar.

- Yazdım dedim. Şimdi bize Uşak'a kadar bir kılavuz veriniz. Herkes birbiriyle konuştu; biraz meşveret etti (birkaç kişiyle konuştu) sonra: - Şu çocuk sizi şoseye çıkarsın dediler. Kocaman kurt derisi gocuk, kalın çizmeler, yün başlık artık ısıtmıyor, yakıyordu. Bütün gün yemek yememiştik. Yanımızda ihtiyaten alınmış yarım çuval peksimet vardı ki o da daha ziyade yanımdaki şoförle kamyondaki iki muhafız askere aitti. Fakat ne onlar, ne arkadaşlar, biraz evvel açlıktan şikayet ettikleri halde, yemek arzusundan bir günahmış gibi bahsetmiyorlardı. Yalnız makineyi düzeltmekle meşgul görünen nefer şoförün bir şey söylemeden içini yakan arzusu kalbime geçti, yavaşça: - Peksimeti köylülere verelim mi? dedim. Bu söz yanmak için bekleyen kuru çıra ile temas eden bir kıvılcım gibi oldu. Nasıl oldu bilmiyorum, üç nefer peksimet çuvalını nasıl yakalamış, titremiş gözlerle zorla dağıtıyorlardı. Vakur ve mütehammil bir ses: - Uşak'ta belki ekmek bulamazsınız. Yanınızda kalsın diyordu. Yine kamyon hırıldadı, homurdandı, çatırdadı ve karanlığa, rüzgara daldı. Yer olmadığı için kılavuz Himmet kamyonun basamağında, yanımda ayakta duruyordu. Kamyona tutunan küçük çocuk elinin zaafını, zavallılığını görmekle beraber Đney'deki küçüklerin açlık feryadıyla içim dolu gibiydi. Açı düşünüyorum. Bu, kaç senedir gezdiğim sahada kül olan, sükkanı aç ve ölmeye mahkum olan kaçıncı köydü. Anadolu hilkat günlerinin ilk devrelerindeki yoksulluk, harabi ve vasıtasızlık içinde idi. Yeni Türkiye'yi inşa edecek millete yine Hazreti Adem'den sonraki devlere benzeyen kudret ve mesai kabiliyeti lazımdı. Evsiz, ekmeksiz, meyus bir halk... Dünya onların zafer destanını terennüm ederken onlar ölümün gözlerinin içine bakıyorlardı. Memleketi kim yapacak? Nasıl yapacağız? Yanımızda tiz fakat sakin bir çocuk sesi: - Burası Kuzgunderesi, teyze! Başımı çevirdim. Küçük, zayıf bir yüzü vardı. Çenesine doğru uzana ensiz yanağının derileri büzülmüş, çene iskeleti olduğu gibi seçiliyordu. Bu açlık ve yeis içinde başının öyle deruni bir sevimliliği, insanı hayata davet eden bir kudreti vardı ki sordum: - Himmet, niçin peksimetini yemiyorsun? - Sonra yerim, teyze! - Hele bir ye de sonra konuşalım. Yavaş yavaş koynundan küçük lokmalara ayırarak çıkardığı peksimeti yemesini bekledim, başının bütün iskeleti, peksimeti çiğnedikçe daha büyük bir vuzuhla meydana çıkıyordu. Birdenbire gocuğumun içine kaçak başını almak, bilmem neden vaktiyle kendi çocuğumu uyuturken söylediğim ninniyi söylemek istedim. Fakat bu arzum çok sürmedi.

Küçük kuru yüzde merhameti, zaafı meneden bir olgunluk sezdim. Sakin ve arkadaş olmasına çalıştığım bir sesle konuşmaya başladım. Büyük bir gururla on üç yaşında olduğunu söyledi. Yedi yaşında anasız, babasız, ihtiyar bir nine, genç bir kız kardeş bir çift öküzle kalmıştı. Öküzlerle kocasız iki kadının tarlalarını senelerce sürmüş, ortakçılık etmiş, ninesini, kardeşini beslemiş, hatta kız kardeşini ere vermişti. Fakat bir gün o havaliye bir hayvan hastalığı gelmiş, iki öküzü birden ölmüştü. Hikâyenin burası kalbimi burdu. Sordum: - Ne yaptın? Sükunla omuzlarını silkti. Hiç, ne yapacaktı. Öküzsüz çalışmış, gündeliğe gitmiş, dul kadınların tarlalarını sürmüş, üç sene çalışmış ve nihayet iki şişman kocaman dombay almıştı. Hikâyenin burası yine kalbimi heyecana verdi. Kimsesiz, sekiz dokuz yaşında, kuru Anadolu mesaisi ile iki manda alan çocuk, bu benim anladığım bildiğim kahramanlığın en yüksek derecesi gibi bir şey. Avustralya'yı kuru topraktan mesaisi ile yenip medeniyet merkezi yapan ruhlar bu nevi ruhlardır. - Dombaylar duruyor mu? Bu defa gözlerimi yaşartan bir ifade ile ince omuzlarını silkti. Kamyon karanlık vadiden geçiyordu. Anadolu'da vadiler, yarlar, uçurumlar insanın muhayyilesini ve arkasını soğuk soğuk ürpertir. Hicretlerin, kavgaların, cinayet ve soygunculukların sahnesi oralardır. Üç ay evvel bu meşum derede Yunanlılar Himmet çocuğu yakalamışlar, kesmeye yatırmışlar, iki nefer arasında münakaşalar olmuş, biri arabasını, mandalarını alıp bırakmış, öteki öldürmek istiyormuş, nihayet salıvermek isteyen demiş ki: - Arabasında yumurta varsa bırakalım, yoksa keselim. Himmet çocuğun sakin sesi titreyerek: - Ninem yolda yesin diye iki yumurta haşladıydı, teyze... dedi. Derenin sağ tarafındaki uçurum üstünde karanlık rüzgar tuhaf tuhaf uluyordu. Çocuk susmuş, kamyona yapışmış, gidiyorduk. Tabii bir sesle: - Seni Uşak'a kadar götürelim, Himmet dedim. Sen dönmekten korkmazsın, bilirim, fakat biz yolda bir yanlışlık yaparız, şoför bilmiyor. - Olur, teyze. Nefer şoförün yarım aydınlıkta kayadan oyulmuş gibi sabit erkek yüzü garip bir tebessümle harekete geldi. Uşak'a girerken düşündüm. Anadolu'da geçen senelerimde yüz haneden otuz haneye eriyerek dağılan, ölen erkeksiz ve kimsesiz köylerde Himmet çocuğun eşlerine tesadüf ediyor, onlara memleketin hayat tarihinde birer ışık ve nişane diye bakıyordum. Hayat diye, insanlık diye Anadolu'da ne kalmış ise gayyur (gayretli) kadınlarıyla bu küçük gündelik kahramanların

fevkalbeşer mesaisinden kalmıştı. Bunlardan bir tanesi kafamda ve kalbimde içimi kanatan bir çivi gibi saplanıp kalmıştır. Antalya'dan Burdur'a gelirken nihayetsiz, kar bürümüş, bozuk, taşlı, bir yanı uçurum, bir yanında daima eşkıya gizlenen yokuşlardan birine tırmanıyorduk. Buralarda arabalar durur, arabacılar bir araya gelir, her arabaya üç dört çift hayvan takarlar, arabacılar arkasına omuz verir. Bin türlü acayip sesler çıkararak teker teker her arabayı yokuşun başına çekerler. Ve çok zaman da kabl'et tarihî (tarih öncesi) vesaitle, terleyerek, inleyerek günlerce didişip Cine ovasına kadar getirdikleri mallarını eşkıya çeteleri alır götürür, elleri boş geldikleri yere dönerler. Böyle bir hengâme ortasında, kalınlı inceli hayvanları teşvik için birbirine karışan ohlar arasında billûr bir ses: - Ah kadın aman! Ah gel de bir kez halimi gör! dedi. Kalbime ip takılmış gibi, ses gelen yere sürüklendim, on on iki yaşlarında, gocuğundan sular damlayan, el kadar güzel yüzlü, mavi gözlerini örten siyah kirpiklerinde yaş toplanmış bir çocuk arabacı gördüm. Bu da Himmet çocuk gibi ihtiyar bir halaya bakmak için bir fevkalbeşer (insanüstü) hayat mücadelesinde pişen bir çocuktu. Istırabının mercii (döneceği yer) olsa olsa toprak bir kadın kalbi oluyordu. Hâlâ Türkiye'yi bu küçük Himmet çocuklar yürütüyor. Belki hâlâ acıları bir çocuğun değil bir devin kalbi gibi sağlam olan yüreklerinden taşarsa: - Ah kadın anam ah! Gel de bir kez halimi gör! diyorlar. Halide Edip Adıvar DESTANLAR Destanlar bir milletin bütün varlığını; kederlerini, sevinç ve coşkunluklarını kısaca, heyecanlarını hareketlendiren bütün duygu ve düşünce yapısını oluşturan zenginlik hazineleridir. Destanlar, kahramanların olağanüstü eylemlerini coşkulu bir dille anlatır. Genellikle birkaç bölümden oluşur. Destanların önemli özelliklerinden birisi de, milletlerin millet olma yolundaki çabalarından izler taşımasıdır. Bu çabaların sonucunda hatıraları ile geçmişle gelecek arasındaki zamanı canlı ve taze tutması destana millî olma özelliği verir. Destanlar Türk edebiyatında görülen en eski türdür. Destanlar içinde efsane, mitoloji ve tarihi öğeler içerir. Destanlar milletlerin ortak değerlerini, kurallarını, yaşatıldığı toplumun geçmişini ve geleceğini temsil eder. Kronolojik Sıraya Göre Destanlar: 1)Đlk Türk Destanları: 1.Altay - Yakut Yaradılış Destanı 2.Sakalar Dönemi a.alp Er Tunga Destanı

b.şu Destanı 3.Hun Dönemi Oğuz Kağan Destanı 4.Köktürk Dönemi a.bozkurt Destanı b.ergenekon Destanı 5.Uygur Dönemi a. Türeyiş Destanı b. Göç Destanı 2)Đslamiyet in Kabulünden Sonraki Türk Destanları: 1.Karahanlı Dönemi Satuk Buğra Han Destanı 2.Kazak-Kırgız Kültür Dâiresi Manas Destanı 3.Türk-Moğol Kültür Dâiresi Cengiz-name 4.Tatar-Kırım Timur ve Edige Destanları 5.Selçuklu-Beylikler ve Osmanlı Dönemleri a. Seyid Battal Gazi Destanı b. Danişmend Gazi Destanı c. Köroğlu Destanı 3)Çağdaş Türk Edebiyatından Destan Örnekleri: Đçinde yaşadığımız dönemlerin ürünleri olan destanlar, yakın geçmişimizde oluşturulan tarihsel olgulara dayalı, özgün, nitelikli, çağdaş eserlerdir. Bunlardan bazıları şunlardır: 1) Nâzım Hikmet, Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı. 2) Nâzım Hikmet, Kurtuluş Savaşı Destanı. 3) Fazıl Hüsnü Dağlarca, Üç Şehitler Destanı. 4) Cahit Külebi, Atatürk Kurtuluş Savaşında 5) Ceyhun Atuf Kansu, Sakarya Meydan Savaşı Destanı. 6) Gülten Akın, Maraş ın ve Ökkeş in Destanı. 7) Mehmet Yardımcı, Kurtuluş Savaşı Destanı. DESTAN ÖRNEĞĐ:

ERGENEKON DESTANI Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk'e boyun eğmeyen bir yer yoktu. Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türkler'in üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi. Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki: ''Türkler'e hile yapmazsak halimiz yaman olur!'' Tan ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler, ''Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar'' deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkler'i görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkler'i öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler. O çağda Türkler'in başında Đl Kagan vardı. Đl Kagan'ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocukları öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. Đl Kagan'ın bir de Tokuz Oğuz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oguz tutsak olmuşlardı. On gün sonra ikisi de karılarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: ''Dörtbir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım.'' Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler. Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu. Türkler'in vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı'ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye ''Ergenekon'' dediler. Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oguz'un birçok çocukları oldu. Kayı'nın çok çocuğu oldu, Tokuz Oguz'un daha az oldu. Kayı'dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz'dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon'da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti. Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon'a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki: ''Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtla varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım.'' Türkler, kurultayın bu kararı üzerine, Ergenekon'dan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki: ''Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir. Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odun-

kömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tanrı'nın yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu. Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi, Türk'ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt'un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon'dan çıktılar. Türkler o günü, o saati iyi bellediler. Bu kutsal gün, Türkler'in bayramı oldu. Her yıl o gün büyük törenler yapılır. Bir parça demir ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Türk kağanı kıskaçla tutup örse koyar, çekiçle döver. Sonra öteki Türk beğleri de aynı işi yaparak bayramı kutlarlar. Ergenekon'dan çıktıklarında Türkler'in kağanı, Kayı Han soyundan gelen Börteçine (Bozkurt) idi. Börteçine bütün illere elçiler göderdi; Türkler'in Ergenekon'dan çıktıklarını bildirdi. Ta ki, eskisi gibi, bütün iller Türkler'in buyruğu altına gire. Bunu kimi iyi karşıladı, Börteçine'yi kağan bildi; kimi iyi karşılamadı, karşı çıktı. Karşı çıkanlarla savaşıldı ve Türkler hepsini yendiler. Türk Devleti'ni dört bir yana egemen kıldılar. EFSANE Efsaneler tarihi devirler içinde teşekkül etmişlerdir. Konusu bir olay, tarihi veya dini bir şahsiyet yahut belli bir yer olabilir. Toplumun hayal gücünü kullanarak tarihsel olayları olağanüstü öğelerle ezgili bir biçimde ifade ettiği anonim halk edebiyatı türüdür. Toplumda iz bırakmış kahramanların yaşamlarını ve toplumu derinden etkileyen çeşitli olayları konu alır. Efsaneler sözlü geleneğin ürünü olan bir anlatım türüdür. Temelinde inanç unsuru vardır. Efsaneler kısa anlatım türleridir. Bir veya birkaç motif ihtiva ederler. Bu özellikleri ile de diğer anlatım türlerinden ve masallardan ayrılırlar. Efsaneler dört bölümde toplanır: 1) Yaratılış Efsaneleri 3) Tarihsel Efsaneler 2) Olağanüstü Varlıkları Konu Edinen Efsaneler 4) Dinsel Efsaneler EFSANE ÖRNEĞĐ: BÜYÜK VE KÜÇÜK BACI EFSANESĐ Büyük ve Küçük Bacı efsanesi : Çok eski zamanlarda Sürmeli Çukuru uçsuz bucaksız, düzlükler halindeydi. Ağrı Dağı nın yerinde büyük bir orman vardı. Günlerden bir gün iki bacı elele vererek evlerine odun getirmek üzere ormana giderler. Birkaç günde vardıkları bu ormanda çerden çöpten toplayıp, birer yük hazırlarlar. Sıra sırtlarına almaya gelince büyük bacı, Bacı bacı kurban olam. Ne olur gel sırtıma bu yükü kaldır. der. Küçük bacı kaldırmaz ve üstelik de Canın çıksın kendin kaldır. der. Büyük bacı yalvarır, yakarır olmaz. Çaresiz kalır Gel ben senin sırtına kaldırayım. der. Küçük bacı buna da razı olmaz. Aralarında bir kavga başlar. Saç saça kavgada, ikisi de kan ter içinde kalır. Hareket edemezler

ve birbirlerine beddua etmeye devam ederler. Küçük bacı Allah seni öyle bir dağ etsin ki, yaz, kış başında kar eksik olmasın. Büyük bacı da Sen de öyle bir dağ olasın ki, başından yılan, çıyan eksik olmasın. Tanrı beddualarını kabul eder, büyük bacı Büyük Ağrı Dağı olur, başında yaz, kış kar eksik olmaz. Küçük bacı da Küçük Ağrı Dağı olur ve tepesinde yılan ve çıyan eksik olmaz.