Bursa' da Dünden Bugüne Tasavvuf Kültürü-3
BURSA KÜLTÜR SANAT VE TURİZM V AKFI YA YINLARI BURSA K.İTAPLIGI:17 Bursa'da Dünden Bugüne TasavvufKültürü-3 ISBN 975-7093-15-7 Birinci Basım Ekim2004 Y ayına Hazırlayan Dr. Hasan Basri Öcalan Kapak Hicabi Gülgen Baskı F.Özsan Matbaası İzmirYolu No:22 ı Beşevier-BURSA Tel: (O 224) 44ı 33 82 e-mail:fozsan@e-kolay.net Açıkhava Tiyatrosu Yanı, Kültürpark-Bursa Tel: (O 224) 234 49 ı2 (3 hat) Faks. (O 224) 234 49 ı 1 E-posta:info@bkstv.org
ALP'LERiN ERENLEŞMESİ Prof. Dr. Tuncer BA YKARA* Alpler ve onların erenleşmesi konusuyla ilgili olarak, farklı bakış açılarıyla da konferans vermiş, bazı makale taslağı kaleme almış idim. Şimdi Bursa toplantısı vesilesiyle bir başka açıdan konuyu ele almak isterim. Konuyla yakın ilgim, doğduğum toprakların, uzun bir süre Türk Bizans sınırı hemen gerisinde olması idi. Bu arada, tarihçi olduktan sonra, çevremdekileri bir başka gözle incelemeye başlamış idi. Mesela ilk dikkatimi çeken gerçekleri kendi köyümden biliyorum. Oradaki Çal dağının tepeı:;inde, Bubalar diye bilinen, taşla çevrili gibi görünen bir yer vardı. Hemşehrilerim için orası bir kutsal mekan, kimine göre ise bir yanardağ ağzı idi. Bence burası en çok bir yapı kalıntısına benziyordu. Burası gibi olan, kimi zaman bir mezarı andıran yerler hakkında bir şeyler de anlatılırdı. Sonradan dağ tepelerinde, veya yüksek tepeler üzerinde de ermişlerin, dede ve babaların mezar, makam veya tekketeri bulunmaktadır. Bu ve benzeri durumları, bir düzen ve esasa bağlamak, ilk bakışta bir hayli zor gibidir. Geçtiğimiz yıllarda (1996 Mayıs ayı içinde), Türk Tarih Kurumunda verdiğim konferansda, R i b at gerçeğine, Ribatların Tekkeleşmesi açısından temas etmiştirn. "Tekke", ilk bakışta adeta olumsuz bir kavram gibi göründüğünden bu konferansırnın metni yayınlanmadı. Fakat genel anlamıyla Ribat, eski İslam gazilerin hudutlarda, düşmanla mücadelelerinin bir timsali gibidir. Buraları İslam gazilerinin Afrika ve Asya içlerindeki adeta sınır karakollarındakilerin kaldığı yerler olarak bilinir. VIII yüzyıldan itibaren (belki de daha erken bir zamaridan beri) İslam aleminin doğusundan. batısına pek çok yerde bilinir. - Konumuz, vaktiyle bir hıristiyan diyarı olan Rum ülkesindeki ribatlara gelirsek, genelde bilinenler sınırlıdır. Bunlarla ilgili olarak, kalan yapıların kitabeleri veya tarihi kaynaklardaki birkaç kayıt dışında ayrıntılı bilgimiz yoktur. Bununla birlikte, sonradan Han ve Kervansaray olarak bilinen bazı yapıların Kİtahelerinde "Ribat'' olarak tanındıklarını biliyoruz. Burada * Ege Üniversitesi. 145
muhakkak: ki "Ribat" bir "güvenlik unsuru" olarak özellikle yolculuklarda etkili olmaya devam etmiş idi. Bir ülkeye sahip olunması, benimdir denmesi için, muhakkak ki bazı yerlerin devamlı elde ~tulması gerekmektedir. Böylesine her z~an elde tutulan yerler arasında, temas mıntakası, yani hudud muhtakası da gelir. Buraları Anadolu sahasında ise Uc diye anılmaktadır. ''Uc", kelime anlamıyla da hudud anlarnındadır ve buraları, Alplerin, kendilerini düşmanla mücadeleye adamış kişilerin yeridir. Alpler, İç Asya'dan durmaksızın akıp gelen, gaziler topluluğu idiler. Ve onlar, en ileride, uçda ve adeta hudud karakolu gibi kabul edilebilecek olan ribatlarda kalırlardı. Burada, "ribat" kavramının yerine hudut karakolu demeyi tercih edeceğiz. Buraları dağ tepeleri, geçit=boğaz=bel üzerindeki en hakim noktalardır. Buralar "kale" değildir, ama düşmanın ilk saldırısını bir zaman için göğüsleyen, hemen geriye haber gönderen, geriye, mukalıele ve karşı koymak için belirli bir zaman kazandıranların yeridir. Bu hudut karakoiları, genelde düşman sahasına bakan bir yerde, ama ana yola hakim bir yerdir. İşte bu ribat= hudud karakolunda ölüme, şehid olmaya her zaman hazır Alpler gece gündüz kalırlardı. Burada her zaman insan olur, ışık yanar, güçlüğe ve sıkıntıya uğrayanlar başvurabilirdi. " Genellikle, hudut karakolları, yani ribatlarda kalanların, en gözü-pek ve yarnan kişiler olduklarından savaşıp orada gerektiğinde, şehit düştükleri tahmin edilebilir. Burada kalan, sınırlı sayıdaki (10-20 kişi kadar) Türk alpi, gerektiğinde ölmesini bilecek insanlardır. Fakat., daha yararlı olunması imkanı ortaya çıktığında, kendilerini boşuna feda etmeyip, edindikleri bilgileri geridekilere iletmeyi de amaç edinmişlerdir. Bununla birlikte, düşmanın ilk saldırını durdurmayı sağlamak amacıyla, bir kısım arkadaşlarının şehit düşmüş olabilir. İşte böylece saldıran düşmanın durumu iyice bilindikten sonradır ki, ya geriye çekilinir, yahud da düşmana direnijip püskürtülür. Düşman saldırısı durdurulduktan, veya birçok şehit verilmesine rağmen elden çıkan tibat, tekrar ele geçtikten sonra ki, şehitler buraya, karakolun etrafına gömülürler. Böylece karakolun, etrafında, bir gaziler mezarlığı da ortaya çıkabilir. Bu arada, eğer geri çekilmişler, bir zaman sonra oraya geri gelmişlerse, şehit bıraktıkları yoldaşları aranıp bulunursa defnedilirler. Eğer nam u nişanları kalmamış ise, yine de bir makarn yapılarak, onun büyük mücadelesinin sembolü olarak bir mezar belirtilir. Çünkü iki taraf arasındaki mücadele sert ve amansız geçtiğinden, hasımlar sağ veya ölü ele getirdikleri karşı taraf mensuplarını, akala gelemiyecek şekilde davranabilirler. Belki bunun içindir ki, Gaziler Sultanı İkinci Murad Han, V ama muharebesine girerken, koynundan içeriye biraz 146
toprak serpmişti. Eğer şehid düşerse vücudu toprağa temas etsin. Yoksa düşmanın böyle bir olumsuz durumda ne edeceği, kendi vücudunu ne edeceği hiç belli olmazdı. Böylece "Alp", ister gazi olsun, ister şehid, bir süre sonra "eren"leşmektedir. Bunun en güzel örnekleri, XII-XIII yüzyıl Türk Bizans sınırında görülmektedir. Çünkü bu sahadaki bir kısım karakol=ribatlar, daha sonra "tekke" haline gelmişlerdir. Bu sürec şöyle oluşmakta ve gerçekleşmekte idi. Yukarda kısmen belirttiğimiz gibi, bir zaman geçtikten sonra, Türk Bizans sınırının daha uzaklara kaymış, o hudut karakolu artık işlevsiz hale gelmiştir. Oysa orada 9-1 O kişinin kalabileceği bir yapı mevcud idi. Orada yıllardır kalanların meydana getirdiği, bazı alışkanlıklar da çevrede yaşayanlarda etkili olmuştu. Orada her zaman insanların bulunduğu, başı sıkışan Türklerin orada bir güvenlik imkanı bulmaları alışkanlığı zihinlerde devam ediyordu. İnsanlar biliyordu ki, buradaki binada her zaman muhakkak birileri bulunmaktadır. Onlar, her zaman uyanıktır ve oraya günün veya gecenin her hangi bir vaktinde varılabilir. İşte böylesine alışkanlıkların, birden bitmemesi gerektiği de insanların zihninde yer etmiş olabilir. Böylesine bir durumda, oradaki yapı, muhtemelen aynı işlevi sürdürmek zorundadır. Ama, artık biraz şekil ve görünüş değiştirecektir. İşte böylesine bir durumda, yöredeki en nüfuzlu ve varlıklı kişi, gazi özellikleri artık gerileyen kimselerin yine orada kalmaları için, bazı imkanlar ve ayrıcalıklar sağlamak gereğini hissetmiştir. Orada kalanlar için gelir imkanları tahsis etmiş, yani vakfetmiştir. Bize kalırsa burada, sosyal ihtiyaçların karşılanması beklentisi ve amacı, asıl etkili.olan unsurdur. İnsanların, öncelikle bu dünyada ve bu çevrede rahat ve huzurlu bir hayat sürmeleri gereği, yeni işlevi ortaya çıkarmıştır. Bu yeni işlev ise, yaygın ifadesi ile artık bir tekke olmuştur. Biliyoruz ki hemen her tekke, bir azizin, bir kutsal şahsiyetin türbesi veya mezarı etrafında oluşmuştur. Aslında bunun tersini de düşünmek olağandır: Yani önce tekke ortaya çıkıyor, zaman içinde bu tekkenin kurucusu veya etkili bir başka kişisi vefat edince, oraya gömülüyar ve böylece mezar=türbe de ortaya çıkabiliyor. Fakat bize kalırsa, öncelikle bir "mezar" gerçektir. Bu mezar, dağ tepesinde de olsa fark etmez; çünkü orası da çevredeki insanlar için bir yol göstericisi unsur, bir ümittir. Böylesine bir mezarın etrafında oluşacak tekke de aynı işlevi sürdürebilir. Hemen aklımıza gelebilir. V aktiyle, o karakol un, ribatın çevresindeki mücadelede şehit düşenler buraya gömülmüşlerdi. Bunlar arasında, kahramanlığı ve mücadelesi, yani Alp özelliği ve ünü olan kişi, artık bu tekkenin de temel şahsiyeti olmuş olabilir. Dolayısıyla, vaktiyle doğrudan 147
1 bir Alp, bir asker ve bir kahraman gazi iken, gaza için şehid düşen bu insan, aynı yerin, yeni işlevinde, bir ermiş, bir kutsal şahsiyet olarak, oraya gelenlerin manevi olarak karşısına çıkmaktadır. Böylesine etkili askerlerin, kahramanların, vaktiyle çevrelerinde bir destan havası yaratmış olması da olağandır. aynı özelliğinin, yadırganmıyordu. Dolayısıyla, böylesine bir destani hüviyete sahip "Alp" in; şimdi bir başka şekilde devam etmesi, çevredekiler tarafından da Ribat, yani hudud karakolunda bir Alp=gazi olarak hizmet eden kimse, şehid düştüğünde veya öldüğünde oraya sade bir mezara gömülmüş idi. Böylesine sadelik içinde geçen hayatı, sonraki ilk ve yakın bir devirde de aynı şekilde devam edebilir. Ama bir zaman sonra, şartlar değişip, orasının mali imkanı güçlenince, sade mezarın yerini görkemli bir türbe almış olabilir. Türbelerin mimari özellikleri, yapılış tarihleri bizi şaşırtmamalıdır; çünkü böylesine türbeler, daha geç zamanların eseri olabilir. Denizli yöresinde, mesela Beğce Sultan Türbesi, Xlli yüzyılı g6sterebilirken, zaman olarak belki aynı çağın insanı olan Baklan'daki Hüsameddin Dede türbesi, XVI. yüzyıl mimari özelliklerini yansıtmaktadır. Gerçi bunların hayatı arasında da belirli zaman farkı da mevcud olabilir. Sonradan Anadolu adını alacak olan R u m diyarının, Türk-İslam ülkesi halini alması, uzun bir zaman süresince bağlı olmuştur. Ülkenin doğu ve iç kesimleri için fetih hareketi ve olaylar, ı 07 ı -91 arasında geçmiş olabilir; fakat kenar ve uc kısımlarında bu hareket, birkaç yüzyılı bulmuştur. Uc ve kenar kesimlerinde, yukarda belirlemeye çalıştığım tabloyu, az-çok bulabiliyoruz. Fakat ülkenin iç kesimlerinde, mesela Ankara ve çevresinde, olay ve oluşumlar çok daha erken bir zamanda geçtiğinden, buradan örnek vermek, benim için imkansızdır. Ancak, sonradan farklı efsanelere bürünmüş olsa da, meselenin kökeninde temel özellikler aynı kalmaktadır. Buna karşılık Bursa yöresinden örnekler oldukça fazla olabilir. Burada şunu da ilave etmek gerekir. Alp-erenlerine dair halk arasındaki söz ve söylentiterin zaman içinde, bazı küçük de olsa değişmelere uğramış olması ihtimali vardır. Fakat böylesine söylentilere, hiçbir şekilde müdahale edilmemesi, doğru veya yanlış denmemesi icab eder. Hele, bizim aklırnıza ve mantığunıza uymayan hususları göz ardı etmemek gerekir. Unutmamak gerekir ki bilgimiz yetersiz olabilir; fakat bir başkası, bize ters gelen hususun da bir gerçeğin yankısı olduğu bilip gösterebilir. Geçmiş yıllarda, böylesine rivayet ve destani bilgiler üzerinde ne yazık ki durulmadı; ama günümüzde bunların kesinlikle derlip toplanması, tesbit edilip yayınlanması gerekmektedir. Bu ülkenin, ü I k e m i z i n olmasında onların da büyük payları vardır. ı48
Diyar"'ı Rum'da XI-XIII yüzyıl Alplerinin, bir zaman sonra Alp-eren olma gerçeği, muhtemelen yukarda sözünü ettiğimiz süreç içinde gerçekleşmiştir diye düşünüyoruz. 149