Bir duyum, bir söylenti, tüyo. Tüyo gibi bir haber. Genelkurmay Başkanlığının müsaadeleri ile Büyük Ağrı Dağı yabancı dağcıların çıkışına açılmıştır.



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Ararat ın itibarı. Necip aynı zamanda Düldül'ün şoförü. Direksiyonda Necip, içinde dokuz Fransız turist ile bizim Düldül İstanbul dan yollandı.

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

ΕΘΝΙΚΟ & ΚΑΠΟΔΙΣΤΡΙΑΚΟ ΠΑΝΕΠΙΣΤΗΜΙΟ ΑΘΗΝΩΝ ΤΜΗΜΑ ΤΟΥΡΚΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ ΚΑΙ ΣΥΓΧΡΟΝΩΝ ΑΣΙΑΤΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ Μάθηµα : ΤΟΥΡΚΙΚΗ ΓΛΩΣΣΑ II ΔΕΞΙΟΤΗΤΕΣ ΣΤΟΝ

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

Einstufungstest / Seviye tespit sınavı


ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

Aşşk Kahve ve Laduree

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

ΤΕΛΙΚΕΣ ΕΝΙΑΙΕΣ ΓΡΑΠΤΕΣ ΕΞΕΤΑΣΕΙΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ 6 (ΕΞΙ) ΣΕΛΙΔΕΣ

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz

Haydi Deniz Kıyısına! Şimdi okuyacağınız hikâye Limonlu Bayır

Seçelim ve yerleştireli. Kutlu : Merhaba. Sophie : Kutlu :. Kutlu... e?

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Evlat Edinilen Çocuğa Multidisipliner Yaklaşım: Vaka Örnekleri Üzerinden Evlat Edinme. Psikolog Reyhan Bahçivan-Saydam

Almanya'da Yaşayan Trabzonsporlu Taraftarın 61 Plakanın İlginç Azmin Hikayesi

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 6 (ΔΞΙ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

SATILMAZ EĞİTİM AMAÇLI KULLANILMAK İÇİN ÇOĞALTILMIŞTIR

Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda.

Yönetici tarafından yazıldı Çarşamba, 09 Eylül :41 - Son Güncelleme Çarşamba, 09 Eylül :10

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular

Cadı böyle diyerek süpürgesine bindi. Daha yüz metre uçmadan. paldır küldür yere düştü. Ağaçtaki kargalar Gak gak diye güldüler.

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan :15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

ÖYKÜLERİ Yayın no: 170 ADALET VE CESARET ÖYKÜLERİ

tellidetay.wordpres.com

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

ÖZEL GÜNLER. Doğum günü/kadınlar günü/anneler günü/babalar günü/sevgililer günü/ Öğretmenler günü

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

ORTA HAZIRLIK TÜRKÇE ORTAK SINAVI Açıklamalar GRADE. (20 Aralık 2015, Pazar)

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

1 Anne çocuğuna ne öğütlüyor?

ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΙΓΡΤΜΑ ΓΙΑΥΔΙΡΙΗ ΑΠΟΓΔΤΜΑΣΙΝΩΝ ΚΑΙ ΒΡΑΓΙΝΩΝ ΔΠΙΜΟΡΦΩΣΙΚΩΝ ΠΡΟΓΡΑΜΜΑΣΩΝ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ

Kelaynakların Hazin Öyküsü

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Lesley Koyi Wiehan de Jager Leyla Tekül Turkish Level 5

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

ŞAHISLAR: Anne:Zişan, Baba:Orhan, Abla:Fehiman, Abla:Güzin, Abi:Osman, Küçük Kardeş:Fikret

* Balede, ayak parmakları ucunda dans etmek. [Ç.N.] ** Balede, ayaklarını birbirine vurarak zıplamak; antrşa şeklinde okunur. [Ç.N.

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

Fethiye, Likya sahilinde bulunan en büyük tatil yöresidir. Ölüdeniz, Hisarönü, unutulmaz anlar yaşayabilirsiniz.

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi YILDIZLAR GRUBU ARALIK

FORUM EGE GÜNEŞİ ANAOKULU 2 YAŞ MİNİK ARILAR SINIFI AYLIK EĞİTİM VE BRANŞ DERSLERİ PROGRAMI

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

25. Aşağıdaki deyimlerle anlamca üçlü bir grup oluşturulduğunda hangisi dışta kalır? A) eli bol B) eli açık C) eli geniş D) eli kulağında

TURKISH DIAGNOSTIC TEST TURKISH DEPARTMENT

Sevda Üzerine Mektup

Otistik Çocuklar. Berkay AKYÜREK 7-B 2464

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

Ekmek sözcüğü, sözlüklerde yukarıdaki gibi tanımlanıyor. Aşağıdaki görselin yanında yer alan tanımlar ise birbirinden farklı. Tanımları incele. 1.

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

============================================================================

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

============================================================================

1. SINIF TÜRKÇE. Copyright YAZAR Ahmet KÜÇÜKAYDIN Hacer KÜÇÜKAYDIN. KAPAK TASARIMI Resul KÖSE. DİZGİ - SAYFA TASARIMI Resul KÖSE

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer,

Bir gün Pepe yi görmeye gittim ve ona : Anlayamıyorum her zaman bu kadar pozitif olmak mümkün değil, Bunu nasıl yapıyorsun? diye sordum.

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Öykü KURABİYE EV. Resimleyen: Burcu Yılmaz

SÖZCÜKTE ANLAM. Gerçek Anlam Yan Anlam Mecaz Anlam Terim Anlam Sözcükler Arasý Anlam Ýliþkileri Anlam Olaylarý Söz Öbeklerinde Anlam

R E H B E R L Đ K B Ü L T E N Đ - 3

ANOREKTAL MALFORMASYON DERNEĞİ

5 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, fiziksel özelliklerim nelerdir? Vücudumuzun bölümleri ve iç organlarımız nelerdir? Ne işe yarar?

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ANTİKA SANDALYE

Çok Mikroskobik Bir Hikâye

Nepal Gezisi (Holi Festivali'nde Nepal'e gidiyoruz!)

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali

Bu konuda daha kim bilir ne yöntemler bulunacak? Tüm Kişisel Gelişim Uzmanı Meslektaşlarımı ve dostlarımı WC-TERAPİ çalışmalarına bekliyorum!

UFACIK TEFECİK KURBAĞACIK


MATBAACILIK OYUNCAĞI

Tek başına anlamı ve görevi olmayan ancak kendinden önce gelen sözcükle öbekleşerek anlam ve görev kazanan sözcüklerdir. Edatlar şunlardır:

Administrator tarafından yazıldı. Çarşamba, 27 Temmuz :46 - Son Güncelleme Cuma, 19 Ağustos :53

1) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde yazım yanlışı yapılmamıştır?

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

İLK OK UMA KİT APLARI

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

ΤΕΛΙΚΕΣ ΕΝΙΑΙΕΣ ΓΡΑΠΤΕΣ ΕΞΕΤΑΣΕΙΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΠΤΑ (7) ΣΕΛΙΔΕΣ

FORUM EGE GÜNEŞİ ANAOKULU 4 YAŞ GÖKKUŞAĞI SINIFI AYLIK EĞİTİM VE BRANŞ DERSLERİ PROGRAMI. Tekerlemeler: Kartal ve tırtıl tekerlemelerini öğreniyorum.

Kepçe kulak ameliyatında yapılan temelde kulak şeklini değiştirmek. Bu yukarıda saydığım iki sorun için ayrı ayrı müdahaleler yapılıyor.

MATEMATİK ÖYKÜLERİ BİLGİÇ İLE SAYGIÇ NEŞELİ

Ceviz ile ilgili siz değerli ziyaretçilerimizle,anısının küçük fakat izlerinin çok büyük olduğu ceviz başlangıç öykümü paylaşmak istiyorum!

UYGULAMA 1 1. Aşama Şimdi bir öykü okuyacağım, bakalım bu öykü neler anlatıyor?

Transkript:

İlk Gidiş Bir duyum, bir söylenti, tüyo. Tüyo gibi bir haber. Genelkurmay Başkanlığının müsaadeleri ile Büyük Ağrı Dağı yabancı dağcıların çıkışına açılmıştır. Haber böyle ve haberin tamamı, eni boyu hepsi bu. Kısa, kesin, net; Genelkurmay Başkanlığının müsaadeleri ile Büyük Ağrı Dağı yabancı dağcıların çıkışına açılmıştır. Belki, bütün ülkede, topu topu iki elin parmakları kadar kişiyi ilgilendiren ufacık bir haber, fakat hiç umulmayan ve beklenmeyen sevindirici bir haber. Bazı Amerikalılar Büyük Ağrı Dağı'na çıkmış. Amerikalılar, sınırda tabii radar gibi duran dağın tepesinden, Rusya'yı gözlemişler mi, dinlemişler mi bir şeyler yapmış. Dağ kapalı. Dağ kapalı idi. Bugün aldığımız bu haber ile dağ yeniden açılıyordu. Emin olmak istedim, haber doğru mu diye sordum soruşturdum, haber gerçekten doğru. Dağ, kontrollü olarak açılmış, ama nihayet açılmış işte. - Büyük Ağrı Dağı nerede? - Türkiye'nin doğusunda. - Öyle mi? - Ne öyle mi? - Yani, Büyük Ağrı Dağı Türkiye'nin mi doğusunda? 7

Ararat ın itibarı - Evet, aynen öyle. Sen ne sanırdın? - Bilmem? Ben onu, masal, efsane, var, yok gibi bir şey sanırdım herhalde. Bizim Düldül İstanbul dan yollandı. Bu bir Ford minibüs. Kırmızı renkte, tamponları, yere yakın kısımları ve radyatörün önüne gelen çubuklar bant şeklinde siyah boyalı, bir minibüs. Minibüse bu adı Necip taktı. Düldül eski bir araba, karbüratörü tamir olmuyor. Karbüratörü tamir ettiriyoruz, karbüratör kısa süre sonra tekrar eski haline dönüyor ve gene kendi keyfine göre açılıyor veya tıkanıyor. Onun için, bizim Düldül, Ret Kit'in atı gibi, isterse dörtnala gidiyor, istemezse tırıs gidiyor. Böylece minibüsün adı Düldül kaldı. Necip Nevşehir Lisesi'nde Fransızca öğretmeni, yaz aylarında turist rehberliği yapıyor. Necip aynı zamanda Düldül'ün şoförü. Direksiyonda Necip, içinde dokuz Fransız turist ile bizim Düldül İstanbul dan yollandı. Bizim Düldül yollandı ama gitmiyor. Gitmesek olmaz mı yav, der gibi gidiyor. İstanbul un karma karışık şehir içi trafiğinde Düldül'ün gidip gitmediği pek anlaşılmadı. Düldül mü gitmiyor, yoksa trafik tıkanıklığından mı yavaş gidiliyordu, başlangıçta bu pek belli olmadı. Ancak daha sonra boğaz köprüsünden E-5 e çıktık. E-5 de bütün arabalar bizi vızır vızır geçmeye başladı, Düldül bir kenarda at arabası gibi kaldı. -Necip bas. Bu araba hiç gitmiyor. Bazıları homurdanıyor. -Sonuna kadar basıyorum Mustafa Bey. Bak, bak, gaz yemiyor. Huyu tuttu gene. -Aksilik, biraz gidip de öyle tıkansa olmaz mıydı sanki? Bozuldu filan diyebilirdik. Oysa şimdi bozuk arabayla yola çıkmış gibiyiz. Necip sol camdan kolunu çıkardı, deh deh diye dıştan kapıya 8

İlk gidiş vuruyor, hadi gülüm diye diye direksiyonu sıvazlıyor, kilometre gösterge panosunun üstünü okşuyor, olmadı şaplaklıyor, fakat nafile. Düldül gitmiyor. Çok geçmeden, gurup arabada bir aksilik olduğunu anladı tabii. Neşesini bozmak istemeyen, hatta neşesine neşe katan bazıları, Necip arabaya deh deh diye vurdukça vas y, vas y (yürü, yürü ) diye Necip'e tempo tutmaya başladı. Fransızlardan bir çift ise, bu araba ile doğu turu yapılmaz, bu araba dört - beş bin kilometre yol yapmaz dedi, hiç olmazsa, İstanbul a geri dönmek zor olmasın, biz buralarda inelim dediler ve Kartal'da indiler. Onlar bizden ayrıldı ve yol yakınken İstanbul a geri döndü. Düldül, sanki iki yolcunun inmesini bekliyormuş gibi, o iki müşterimizin inmesinden az sonra, Pendik civarında açıldı. Ankara, Kapadokya, Kayseri ve Malatya üzerinden, Diyarbakır'a kadar iyi has vardık. Zaten bir minibüslük küçük bir gurup idi. İstanbul da iki kişi ayrılınca, yedi kişi kaldı. Yedi kişilik gurubumuzun beşi kız. Necip ve beni de guruba dâhil ettiğimiz zaman kızların sayısı erkeklerden gene de daha fazla. Diyarbakır'da kaldığımız otelin sahibi, otel broşürü için guruptan bir kaç poz resim rica etti. Otelin mekanları belli olacak şekilde, lobide otururken, barda içki içer vaziyette, lokantada yemek yiyor gibi, terasda çay kahve içerken vs. kızlar poz verdi, resimler çekildi... Sabah kahvaltımızı yapıp tekrar yola koyulduk. Tekrar yola koyulduk ve Diyarbakır'ı çıktık. Diyarbakır'ı çıkar çıkmaz şekil değişti. Birden bire başka bir ortama girdik. Sanki başka bir diyara geldik. Gittikçe şekil değişmeye başladı. Necip de, ben de, hayatımızda ilk defa o gün doğuya gidiyoruz. Necip ve ben otuz yaşlarındayız, gurubun yaş ortalaması ise yirmi beş falan. Para kazanma amacından çok amatör zihniyetli bir gezi. Bazı kitaplar karıştırdık, haritalara baktık, bildiklerimizle, duyduklarımızla bir gezi 9

Ararat ın itibarı programı hazırladık ve ancak masrafları karşılayacak kadar da fiyat verdik. Böylece, Fransa'da bir yer ile bağlantı kurduk ve bir gurup elde ettik. Nevşehir'de yeni kurulmuş küçük bir seyahat acentesiyiz. Hem tur programı hazırlama hem turist gezdirme konularında tecrübe kazanıyoruz. Ancak bu defa, tecrübe kazanmaktan ziyade, Fransız kızların arkasına takılmış Doğu Anadolu'yu geziyor gibiyiz. Ve gittikçe şekil yabancılaşıyor. Dağ yamaçlarına yazılar yazılmış. Yol kenarındaki taşların üstüne yazılar yazılmış. Biri dağa, öteki taşa yazmış. Biri yazmış, öteki yazmış. Öteki yazmış, beriki daha çok yazmış. Gözün gördüğü elin erdiği her yer, dağ taş, yazı dolu. Diyarbakır a kadar böyle manzara yoktu, Diyarbakır dan sonra ortam böyle. Dağ yamaçlarına, küçük taşları yan yana dizip, üstüne kireç dökmek suretiyle, büyük büyük yazılar yazılmış. Müşterilerimiz çocuk gibi, başladılar sormaya: Bu ne demek? Şu ne demek? Burada ne yazıyor? Şurada ne yazıyor? Önce vatan, Bir Türk dünyaya bedeldir, At, vur, öğün vs. gibi dağ yamaçlarına büyük büyük yazılmış vecizeleri müşterilerimize tercüme ettik. Ancak yol kenarlarında, büyük taşlar üstüne yazılmış küçük yazıları tercüme edemiyoruz. Büyük taşlar üstüne yazılmış küçük yazıları, değil tercüme etmek, kendimiz de anlamıyoruz. Çünkü bu yazılar Türkçe değil. Hadi, biraz anladık, biraz uydurduk ve Kürdi azadi yi söktük diyelim. Ya diğer yazılar? Hayli uzunca bir yokuş çıktık ve bir boğazı aştık. Güneş geride kaldı. Akşam saatleri, gölgeler uzamış, dağların gölgeleri vadileri doldurmuş. Göz alabildiğine yamaç ve kıraç topraklar. Kıraç ve yamaç topraklarda yer yer vaha gibi küçük yeşillikler var. Etraf ıssız ve sessiz. Alaca gölgeli akşam vakti sağı solu kolaçan ede ede ilerliyoruz... Ta ilerlerde bir yerde, taşların arasından bir adam usulca şaram- 10

İlk gidiş pole süzüldü. Şarampolde, gölgenin karanlığında kalmış, belli belirsiz bir el kalktı. Durun diyor. Necip, hele bi dur! Hem şu adam, akşam akşam yolda kalmasın, hem o adama taşlarda ne yazdığını sorarız. Adamın hizasına varınca durduk. Adam, temkinli temkinli bizim Düldül'e yanaştı, soran gözlerle minibüsün içini süzdü. O zaman ben kapıyı açtım. Bunlar turist diye açıklamada bulundum. Adam, esmer, elmacık kemikleri çıkık, kısa boylu, zayıf, çelimsiz biri. Adam, ben kapıyı açtıktan sonra, biraz da kapının önünde durdu, düşündü, sonra bindi. Bir-iki kilometre ya gittik ya gitmedik adam bizi durdurdu, arabadan indi, şarampolü aştı, taşların arasına daldı gitti. Adam az sonra geri döndü. Yanında bir kadın var. Kadın daha ufak, siyah elbiseler giymiş ve kara çarşafa bürünmüş. Adam, Bu benim gori dedi. Kadının oturabilmesi için, ön koltuğun altından, alet sandığını çekip çıkardık. Kadına kapı ağzında bir yer hazırladık. Böylece Gori de bindi. Biraz daha ilerde tekrar durdurulduk. Bu defa, taşların arasından bir sürü çocuk süzülüp indi. En küçüğü en büyüğünün kucağında, diğerleri el ele tutuşmuş vaziyette, hemen hepsi birer yaş ara ile, boy boy çocuk. Ne zayıf ne besili, tombul yüzlü, açık tenli, kimi kıvırcık saçlı ve belirgin sarışın çocuklar. Çocukların avuçları, tırnakları ya da saçları kınalı. Şimdi arabada, Necip, ben ve yedi Fransız, gori, adam ve kimi aralarda kimi kucaklarda yedi çocuk. Niye böyle sıkıca saklanıp üç partide bindiklerini sorduk. Aradan bir zaman geçtikten sonra, adam tek kelimelik bir cevap verdi: Şaki. Gayri ihtiyari, dağlara baktım, yamaçlara doğru göz gezdirdim. Pek bir şey, yani eşkıya meşkiya gözükmüyor. Herhalde onlar bizim eşkıya filan olabileceğimizi mi sanıyorlarmış? Üçe ay- 11

Ararat ın itibarı rılıp, taşların arkalarına saklanarak, eşkıyaya karşı tedbir almışlar. Aileyi, aramızda, elimizden geldiğince hoş tutmaya çalışıyoruz. Taşlarda ne yazdığını sorduk. Adam başını biraz sağa eğdi, sağ eliyle başını tuttu ve baş dedi. Elini göğsüne götürdü ve bize dedi. Bize bir baş. Taşlarda Bize bir baş (önder, lider) yazıyormuş, onu öğrendik. Adam bunları tercüme ederken hiç renk vermiyor. O, taşlarda yazılanların ne içinde, ne yanında, ne de karşısında. Adamın yüzünde hiç bir ifade yok. O bu hareketlerin tamamen yabancısıymış gibi, buralardan geçiyormuş da görmüş gibi, ya da bütün bunlar doğal bir olguymuş gibi, yani, buralarda dağlar vardır taşlar vardır, taşlarda bu yazılar vardır der gibi, yadırgamadan tercüme ediyor. Adam kesik kesik ve şiveli Türkçe konuşuyor. Sormazsan hiç bişey sormuyor, söylemiyor. Sorsan da, ağzından ancak cımbızla laf alınıyor. Gori konuşmuyor. Fransızların çocuklara sorduğu Kaç yaşındasın?, Adın ne? gibi maksat tanışıklık - konuşukluk olsun kabilinden soruları adam çocuklarına tercüme ediyor. Fransızların çocuklara söylediğini, çocuklar için biz Türkçeye tercüme ediyoruz, bizim Türkçemizi, adam kendi dilinde çocuklara tercüme ediyor ve aynı yoldan geri tercüme ile anlaşıyoruz. Kısa kollu, mini şortlu, şen şakrak Fransız kızların rahatlığı ve neşesi, başlangıçta içerde bizim ile beraber olan aileyi rahatlatmış, yüzlerinde hafif birer tebessüm, hani Mona Lisa'nın tebessümü gibi bir tebessüm belirmiş ise de, daha sonra ailedeki ürkeklik ve sinmişlik hepimize sindi. Herkes sustu. Hepimiz Van Goch'un, kulağı kesik, asık surat, kendi portresine döndük. Herkes suskun ve yüzler asık bir vaziyette karanlık kavuşurken Tatvan'a vardık. Tatvan'da aile arabadan indi, biz de otelimize gittik. Türkiye Cumhuriyeti Denizcilik Bankası, Devlet Deniz Yolları işletmesi, Tatvan Oteline, kısa adı ile Deniz Yolları Oteline yerleştik. 12

İlk gidiş Anadolu nun orta yerinde gemi. İnsan bunu ilk anda yadırgıyor. Dağlar arasında, Van Gölü'nün maviliklerinde, bir kenarda bir kaç gemi. Beyaz beyaz gemiler. Gemilerin bacalarında, deniz yollarının sarı boyalı çapalı arması var. Hiç beklenmedik şekilde, gemi görmek, daha sonra, insana hoş bir sürpriz gibi geliyor, insan bir an İstanbul da olduğunu hissediyor. Demir yolu bağlantısı için, devlet Van Gölü nde, Tatvan - Van arası gemi işletiyor. Tren gölden gemi ile geçiyor. İşte o işletmeye bağlı olarak, göl kenarına yapılmış yirmi yirmibeş odalı şirin bir otel. Geceyi geçirmek üzere o otele yerleştik. Gecenin ilerlemiş saatleri, renk renk fosforlu ışıklar, diskonun gümbürtüsü, içerideki toz, sigara dumanı, alkolün etkisi, Fransız tutturdu: Sizin Kürt probleminiz var. Yok, kardeşim nereden uyduruyorsun, tek ayaküstü, şimdi bunları? Kürt yok ki, problemi olsun. Benim kafamda, problemmiş, Kürtmüş, varmış, yokmuş gibi bir mefhum yok. Benim kafamda doğu ile ilgili herhangi bir mefhum yok. Doğu yok. Doğunun doğusu hiç yok. Demir Perde.. Ben Fransıza samimiyetle, bizim Kürt problemimizin olmadığını, bizim doğu problemimizin olduğunu, memurların oralara gitmek istemediğini, doğuda mecburi hizmet olduğunu filan anlatıyorum. Aslında, ben ona problem de demezdim ya neyse. Fransız problem problem diye tutturunca, boşda bulundum herhalde, problem kelimesi ağzımdan öylesine kaçıvermişti. Hah işte dedi Fransız: Ben Kürt probleminiz var diyorum, sen ise doğu problemimiz var diyorsun. Demek ki ortada bir problem var. Bunu sen de bal gibi kabul ediyorsun. Tepemin tası attı. Nasıl atmasın? Fransız aslı astarı olmayan bir şeyi, ballandıra ballandıra problem yapıyor. Üstelik beni de kendine destekçi yapıyor. Sen de var dedin ya, sen de bal gibi kabul ediyorsun ya, diyor. 13

Nerede kabul ettim be? Ararat ın itibarı Ne kabul ettim? Ne zaman kabul ettim? Ben hiçbir şey kabul mabul etmedim. Hem de tres bien accepté etmişim, pek bi güzel kabul etmişim, yani bal gibi kabul etmişim. Fransız, bana problem dedirtmekle, aklı sıra beni tongaya düşürdü, aklı sıra bana Kürt problemimiz var dedirtti, tepe tepe kullanıyor. İşte öyle tepemin tası attı. Ben de o zaman, kas katı oldum ve öyle ise bile bu bizim problemimiz, bundan sana ne ha, sana ne, dedim. Fransızı bi güzel haşladım, payladım. Valla azizim, Fransız neye uğradığına şaşırdı, kuyruğu kıstı, sus pus oldu çekildi, iskemlesini aldı, gitti başka yere oturdu. Kim bilir belki de, daha sonra, dayak yemediği için kendi kendine de şükretmiştir... Öyle bir parlamışım ki, böyle parladığıma sonradan ben bile şaştım. Meğer ben neymişim bre? Ama yani, kimse de durup dururken damarıma basmasın. Öyle değil mi? Ben Fransız a, sizde de La Bretagne soit libre deniyor. Bak ben sana, Bretanya özgür olsun diyor muyum? Bak, biz sizin iç işlerinize karışıyor muyuz, falan diyebilirdim. Benim fikrimin doğruluğunu kabul ettirmek için ona belki daha başka argümanlar da getirebilirdim. Fransızların biz Türkleri, medeni olmayan, fikir tartışması yapmayı bile bilmeyen, kaba saba insanlar olarak tanımasını istemezdim. İstemezdim, ama Fransız çoktan yanımdan gitmiş, başka bir yere oturmuştu. Çekip gittiğine üzüldüm ama sonradan yanına gitmek de pek içimden gelmedi. Fransız filolojisi tahsil ettim. Lisanımı ilerletmek için Fransa'da bulundum. Oto stop ile Fransa'yı adım adım dolaştım. Fransa'nın hemen her yerine gittim, gördüm. Fransa yı Fransız- 14

İlk gidiş ların çoğundan iyi bilirim. Doğu ile ilgili ise bütün bildiğim veya aklımda kalan, Nevşehir'de bir otelin diskoteğinde, bir Fransız ile yukarıda geçen meyanda bir tartışma. Tatvan yakınlarında bir akşamüstü şarampolde ürkek bir adam. Daha sonraki yıllar oralara tek tük gidişlerimden oralar hakkında intibaam, ağaçsız kır bayır. Hem, doğu hakkında intiba sahibi olmak veya doğu hakkında bir şey bilmek isteyen kim? Doğu dediğin, Avrupa değil ki, her sene gideyim? Doğu benim gözümde, kimsenin gitmek istemediği, gidenin kalmak istemediği, Allahın ittir ettiği bir yer; Sürgün yeri. Veya doğu benim gözümde, Almanların deyimi ile çok taş, az ekmek (viel Stein, wenig Brot) ve o çok taş, az ekmeğe, çok çocuk... Ama bu haber, yani Ağrı Dağı'nın turizme açıldığı haberi, işte bu, başka bir şey. Sayın Özcivelek, Ankara'daki Özcivelek Seyahat Acentasının sahibidir, ülkemizde ilk seyahat acentası açanlardan biridir, mesleğimizin duayenlerinin başında gelir. Bir büyüğüm olarak, kendisine sormuştum: Büyük Ağrı Dağı'na nasıl gidebilir, oraya nasıl turist götürebiliriz diye. Bu meseleye kim bakar, kime sorulur, kimden müsaade alınır diye. Sayın Özcivelek de, o zaman bana git, sana kim ne karışır, demişti. Hatta birine bir şey sormaya kalkarsan, onlar sana destek olmaktan çok köstek olur demişti. Arkasından da, bunları Lâtif Osman Çıkıgil'e sor. Yaşı epey oldu ama hâlâ keçi gibi dağa tırmanır. Dağlar için yanar tutuşur, dağlara da turist götürelim diye arada bir bizleri toplar ve dağlarla ilgili dia gösterileri yapar. Kendisi benim iyi ahbabımdır, selamımı da söyle diye ilave etmişti. Olur, mu canım, sormadan etmeden gidilir mi diye düşünmüş, üstünde öyle fazla da durmamıştım. Belki, ara sıra, ah şu dağ bir açılsa diye düşünmüş veya kalbimden geçirmişimdir. O zaman bu meselenin üstünde öyle fazla durmamıştım ama o günden sonra Lâtif Bey'i arayıp buldum. 15

Ararat ın itibarı Lâtif Bey dağcılığımızın önderlerindendir. Neşeli, esprili, titiz bir beyefendi, dinç ve sempatik bir ihtiyar. Kendisine dağ turizmi yaptığımı söyleyince pek mutlu oldu. Geç bile kaldınız, şimdiye kadar nerelerdeydiniz, der gibi karşıladı. Alman ve İngiliz Elçilikleri mensuplarından ve bazı dostlarından oluşan, yürümeyi ve dağlara gitmeyi seven bir gurubu varmış, beni o guruba dahil etti. Bazı hafta sonları telefonlaşır bir yerlere yürüyüşe giderdik. Hermann, Erşan, Ayşin, Shirley Hanım ve diğer gelmek isteyenler, hafta sonları, özel arabalarıyla meclisin önünde buluşur, bir yerlere yürüyüşe giderdik. Temiz ve güzel havada yürümek iyi bir spor, Lâtif Bey ile yürümek ise ayrı bir keyf. Lâtif Bey'in, Ankara nın Tırmanma Okulu (Kletterschule) dediği Hüseyin Gazi civarındaki kayalıklara doğru yürüyoruz. Lâtif Bey fıkra anlatıyor. Adamın birinin bir oğlu varmış. Okumuş, tahsil yapmış filan bir delikanlı. Fakat bu delikanlı bir huy edinmiş, her şeyin ismini değiştiriyor. Çatala çatal demek yerine bıçak diyor, bıçağa çatal diyor, masaya sandalye, sandalyeye masa diyor falan. Masaya niye masa densin? Ben buna sandalye diyorum. Eğer herkes buna sandalye derse masanın adı sandalye olur diye diretirmiş. Bir gün yemeğe misafirler gelmiş. Masa kurulmuş, herkes yemeğe oturmuş. - Babacığım çatalı verir misiniz? Baba çatalı vermiş. Oğul itiraz etmiş, ben buna çatal demiyorum ki baba, ben şuna çatal diyorum, bana onu ver. - Öyle değil mi Baba? Mantıklı değil mi? Herkes bıçağa çatal derse bunun adı çatal olur. - Öyle oğlum, gayet mantıklı. Mantıklı ama, herkes buna çatal demiyor ki, herkes buna bıçak diyor. Çatalı ver, bıçağı uzan, ben ona çatal demiyorum. İyice aklı 16