JOHN (ROBERT) FOWLES (1926-2005) İngiliz romancı, hikâyeci, şair ve denemeci. Fowles, mit ve gizemi gerçekçilik ve varoluşçu düşünce ile birleştiren



Benzer belgeler
İYREC-İ PÉZÉŞKZÂD 1928 yılında Tahran'da dünyaya gelen Pézéşkzâd'ın babası doktor, annesi öğretmendir. İlk ve ortaöğrenimini Tahran'da tamamladıktan

GAVIN WESTON 1962 yılında Belfast'ta doğan İrlandalı görsel sanatçı ve yazar Gavin Weston, Fine Art at Saint Martin s School of Art and Design ve

DANIEL ALARCÓN Daniel Alarcón, memleketi Lima, Peru da yayınlanan Etiqueta Negra dergisinin editör yardımcısıdır. Öykü seçkisi War by Candlelight,

ROMAN GRAF 1978 yılında, İsviçre de, Winterthur da doğdu. Leipzig te Alman Edebiyatı eğitimi almıştır de Studer/Ganz Ödülü, 2009 da

ROBERT M. PIRSIG 1928 de Minneapolis te doğan Robert Maynard Pirsig Minnesota Üniversitesi nde felsefe, kimya ve gazetecilik öğrenimi gördü.

IRIS MURDOCH 1919 da İrlanda da doğan İngiliz romancı, oyun yazarı, şair, denemeci, felsefeci ve senaryo yazarı. Murdoch hemen her yıl hacimli birer

EDMUNDO PAZ SOLDÁN Nobel ödülü sahibi ünlü yazar Mario Vargas Llosa tarafından yeni neslin en önemli Latin Amerikalı yazarları arasında ilk sırada

JEAN GENET (D. 19 Aralık 1910 Ö. 15 Nisan 1986) Paris te doğdu. Evlilikdışı bir çocuk olduğu için annesi tarafından terk edildi, on yaşına değin bir

DANIEL ALARCÓN Daniel Alarcón, memleketi Lima, Peru da yayınlanan Etiqueta Negra dergisinin editör yardımcısıdır. Öykü seçkisi War by Candlelight,

JULIAN BARNES Çağdaş İngiliz edebiyatının önde gelen adlarından olan Julian Barnes, 1946 da Leicester da doğdu. Oxford Üniversitesi, Magdalen College

ROLF LAPPERT 1958 yılında İsviçre nin Zürih kentinde doğan Rolf Lappert, asıl olarak grafik sanatçısı olarak meslek hayatına başlamıştır.

THOMAS EUGENE ROBBINS 1936 doğumlu Amerikalı roman ve hikâye yazarı Robbins, Oyunculluk, uçarılık değil bilgeliktir görüşünü ön plana çıkarıp

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

THOMAS EUGENE ROBBINS Amerikalı roman ve hikâye yazarı (d. 1936). Robbins, Oyunculluk, uçarılık değil bilgeliktir görüşünü ön plana çıkarıp çılgınlık

Ayrıntı: 609 Edebiyat Dizisi: 177 Hafız Divanı 1. Cilt Hâfız-ı Şirâzi

THOMAS EUGENE ROBBINS Amerikalı roman ve hikâye yazarı (d. 1936). Robbins, Oyunculluk, uçarılık değil bilgeliktir görüşünü ön plana çıkarıp çılgınlık

Ursula K. Le Guin Le Guin 21 Ekim 1929 da ABD nin Kaliforniya eyaletinin Berkeley kentinde doğdu. Babası ünlü antropolog Alfred Kroeber di.

IRIS MURDOCH 1919 da İrlanda da doğan İngiliz romancı, oyun yazarı, şair, denemeci, felsefeci ve senaryo yazarı. Murdoch hemen her yıl hacimli birer

Ayrıntı: 613 Edebiyat Dizisi: 179. Kuzeye Göç Mevsimi Tayeb Salih. Arapça dan Çeviren Adnan Cihangir. Yayıma Hazırlayan Gül Korkmaz

JULIAN BARNES Çağdaş İngiliz edebiyatının önde gelen adlarından olan Julian Barnes, 1946 da Leicester da doğdu. Oxford Üniversitesi, Magdalen College

Julian Barnes. Bir Son Duygusu

ANGELIKA OVERATH Angelika Overath 1957 yılında Karlsruhe'de doğdu. Tübingen Üniversitesi nde dil ve tarih eğitimi aldı. Modern Şiir Estetiğinde Mavi

JOHN (ROBERT) FOWLES ( ) İngiliz romancı, hikâyeci, şair ve denemeci. Fowles, mit ve gizemi gerçekçilik ve varoluşçu düşünce ile birleştiren

DAVID LODGE 1935 te Londra da doğan David Lodge, College London Üniversitesi nden 1955 te mezun olur da aynı üniversiteden yüksek lisans

ZAKES MDA Asıl adı Zanemvula Kizito Gatyeni Mda olan Zakes Mda, 1948 yılında Güney Afrika da doğdu. Romancı kimliğinin yanı sıra, şair, oyun yazarı,

SAMUEL BECKETT İrlandalı romancı, oyun ve senaryo yazarı, öykücü, şair, denemeci ve çevirmen ( ). Dublin in bir banliyösünde doğdu, Protestan

IRIS MURDOCH 1919 da İrlanda da doğan İngiliz romancı, oyun yazarı, şair, denemeci, felsefeci ve senaryo yazarı. Murdoch hemen her yıl hacimli birer

Urs Widmer. Babamın Kitabı

Ayrıntı: 147 Edebiyat Dizisi: 52. Seni İçime Gömdüm Andrew Jolly. Kitabın Özgün Adı Lie down in me. İngilizce den Çeviren Tomris Uyar

HA JIN Çin in Liaoning eyaletinde doğan Ha Jin subay olan babasının izinden giderek, on üç yaşında orduya katılır. Edebiyata ilgisi nedeniyle altı

GEORGES PEREC KAYBOLUŞ

HANS MAGNUS ENZENSBERGER Doğumu Alman şair ve eleştirmen. İkinci Dünya Savaşı sonrası Alman toplumunu hicveden şiirleriyle tanınmıştır.

Hâfız-ı Şirâzi. Hafız Divanı. 2. Cilt

Adım-Soyadım:... Oku ve renklendir.

Julian Barnes. Nabız

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERİSTESİ VAKFI ADIGÜZEL OKULLARI ÇEKMEKÖY ANAOKULU TAVŞANLAR SINIFI MAYIS AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Şiir BEZ BEBEKLE KUKLASI. 2. basım. Resimleyen: Burcu Yılmaz

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

SAMUEL BECKETT İrlandalı romancı, oyun ve senaryo yazarı, öykücü, şair, denemeci ve çevirmen ( ). Dublin in bir banliyösünde doğdu, Protestan

Babamın Sihirli Küresi AYTÜL AKAL

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

İLK OK UMA KİT APLARI

.com. Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN

25. Aşağıdaki deyimlerle anlamca üçlü bir grup oluşturulduğunda hangisi dışta kalır? A) eli bol B) eli açık C) eli geniş D) eli kulağında

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

3 YAŞ EKİM AYI TEMASI

.com. Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN

MARGE PIERCY Amerikalı şair ve yazar Marge Piercy Yahudi bir anne ve Galli bir babanın kızı olarak 1936 da, Detroit in işçi sınıfı mahallelerinden

KÜÇÜK UYKULAR BAHÇESİ

BİZE KATILIR MISINIZ?

KIRMIZI KANATLI KARTAL

Haydi Deniz Kıyısına! Şimdi okuyacağınız hikâye Limonlu Bayır

Itria vadisindeki yuvarlak loca:

SAMUEL BECKETT İrlandalı romancı, oyun ve senaryo yazarı, öykücü, şair, denemeci ve çevirmen ( ). Dublin in bir banliyösünde doğdu, Protestan

MICHEL RAGON Fransa, Fontenay-le-Comte da, yoksul bir köylü ailesinin çocuğu olarak 24 Haziran1924 te dünyaya gelen ve 8 yaşında öksüz kalan Michel,

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Okuma- Yazmaya Hazırlık. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Ve Ritim. Fen Ve Doğa Etkinlikleri

Ursula K. LeGuin LeGuin 21 Ekim 1929 da ABD nin Kaliforniya eyaletinin Berkeley kentinde doğdu. Babası ünlü antropolog Alfred Kroeber di.

T.C. MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI TEMEL EĞİTİM GENEL MÜDÜRLÜĞÜ OKUL ÖNCESİ EĞİTİM PROGRAMI PAMUK ŞEKERİM I (Kavram Eğitimi Kitabı)

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ VAKFI ADIGÜZEL ANAOKULU GÖKYÜZÜ SINIFI KASIM AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

THOMAS EUGENE ROBBINS Amerikal roman ve hikâye yazar (d. 1936). Robbins, Oyunculluk, uçar l k de il bilgeliktir görüflünü ön plana ç kar p ç lg nl k

HİKÂYELERİMİZ FEN VE MATEMATİK ETKİNLİĞİ

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

UFACIK TEFECİK KURBAĞACIK

ANDREW MCGAHAN 1966 yılında Avustralya nın Queensland bölgesindeki Dalby kasabasında doğdu. Çocukluğu dokuz kardeşiyle birlikte bir buğday

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

THOMAS EUGENE ROBBINS Amerikalı roman ve hikâye yazarı (d. 1936). Robbins, Oyunculluk, uçarılık değil bilgeliktir görüşünü ön plana çıkarıp çılgınlık

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

THOMAS EUGENE ROBBINS Amerikal roman ve hikâye yazar (d. 1936). Robbins, Oyunculluk, uçar l k de il bilgeliktir görüflünü ön plana ç kar p ç lg nl k

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

John Fowles. Fransız Teğmenin Kadını

Okuma- Yazmaya Hazırlık. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Ve Ritim. Fen Ve Doğa Etkinlikleri

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

yuvarlak masa yeşil erik üç kalem ihtiyar adam

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Çok Mikroskobik Bir Hikâye

Ilgaz (14 Şubat 2010) Yazı ve fotoğraflar: Hüseyin Sarı (huseyinsari.net.tr)

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

DÜNYA ÇOCUKLARI EL ELE EKİM OKULA GETİRECEKLERİMİZ OKULDA YAPACAĞIMIZ ÇALIŞMALAR

NASREEN AKHTAR 1974 y l nda Pakistan da do an Nasreen Akhtar dört yafl ndayken ailesiyle birlikte Birleflik Krall k a göçmüfltür.

Bir adam... Bel Plan Dış/Gün. Bir şehir... Geniş Açı. Ve insanlar... Geniş Açı

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

ÖYKÜLERİ Yayın no: 170 ADALET VE CESARET ÖYKÜLERİ

ŞEBNEM İŞİGÜZEL Eski Dostum Kertenkele

CHRISTIAN JUNGERSEN Danimarkalı yazar Christian Jungersen 10 Temmuz 1962 yılında Kopenhag da doğdu. İletişim eğitimini ve sosyoloji yüksek lisansını

1) O, bu işin. Yukarıdaki cümle aşağıdakilerden hangisi ile tamamlanırsa zor bir işi başarmak anlamına gelir?

Yazan ve çizen: Michael Ryba

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

03-07 NİSAN 2017 MAVİ YUNUSLAR SINIFI HAFTALIK BÜLTEN

Hiçbir şey olmamış gibi çekip giden, kalpleri hunharca katlederek bırakanların bu hayatta mutlu olacağına inanmıyordum. Zamanla bu inanç alev aldı;

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI. Nİsan AYI BÜLTENİ. Sevgİ Kİlİmlerİmİz

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

ISBN Sertifika No.: 16061

2016 Tudem Edebiyat Ödülleri Öykü Yarýþmasý Mansiyon Ödülü

Transkript:

JOHN (ROBERT) FOWLES (1926-2005) İngiliz romancı, hikâyeci, şair ve denemeci. Fowles, mit ve gizemi gerçekçilik ve varoluşçu düşünce ile birleştiren romanlarıyla yüzyılın önemli yazarları arasına girmiştir. Gerilim romanı, Victoria dönemi romanı, ortaçağ öyküsü ve otobiyografi gibi geleneksel düzyazı biçimleriyle deneyler yapmış, bu biçimler aracılığıyla yirminci yüzyıl sanatını ve toplumunu yorumlamıştır. Fowles karmaşık durumlar ve efsane, sanat ve tarihten alınma unsurlarla dolu sahneler yaratan, anıştırma ve betimleme tekniklerini sık kullanan bir yazardır. Romanlarının anlatı yapısı güçlü, karakterleri canlı ve inandırıcıdır. Bu karakterlerin çoğu toplumun genelgeçer kurallarının dışında yaşar; romanların dramatik gerilimi bu karakterlerin kendilerini yeniden değerlendirmelerini gerektiren can alıcı dönüm noktalarına ulaşmalarıyla sağlanır. Fowles un kadın kahramanları zeki ve bağımsızdır; erkek kahramanlar ise hayatlarındaki bulmacalara yanıt arayan, genellikle kararsız tiplerdir ve yalıtılmış durumdadırlar. Çoğu zaman, aradıkları basit çözümleri bulamadıkları gibi, arayışları esrarın daha da artmasıyla sonuçlanır. Fowles her şeyi bilen Tanrı-yazar rolünü reddeder; bu tavrı, romanlarını okuru tatmin edecek finallerle bitirmeyi reddetmeyi de içerdiği için bazı okurlarını kızdırmıştır. Oysa Fowles yarattığı karakterlere kendi sınırları içinde seçme ve davranma özgürlüğü tanımanın yazar sorumluluğunun gereği olduğuna inanır. Bu uygulama, Fowles un, iradesini ve bağımsız düşüncelerini kullanarak topluma uyum göstermeye direnen ve böylece şansın hayat üzerindeki etkisini sınırlayan sahici insan anlayışına koşuttur. İlk romanı The Collector (1963) [Koleksiyoncu, Çev. Münir Göle, Ayrıntı Yay., 2001] büyük bir ticari başarı kazanmış, kitap hakkında yapılan değerlendirmelerde hikâyenin Herakleitos tan alınan, Az, yani seçkinler ile Çok, yani kitleler arasındaki mücadele temasını işlediği vurgulanmıştır. Fowles bir düşünce metni olan ikinci kitabı The Aristos ta (1964) [Aristos-Yaşam Üzerine Notlar, Çev. Serdar Rifat Kırkoğlu, Ayrıntı Yay., 2001] sanat, din, siyaset ve toplum hakkındaki düşüncelerine yer vermiştir. The Magus (1965) [Büyücü, Çev. Meram Arvas, Ayrıntı Yay., 2006] labirentimsi yapısıyla Fowles un anlatı ustalığını gözler önüne serer. Yazımına 1952 de başladığı bu roman ilk kez 1965 te yayımlanmış, 1977 de yazarın yaptığı birçok üslup ve yapı değişikliğiyle tekrar basılmıştır. The French Lieutenant s Woman (1969) [Fransız Teğmenin Kadını, Çev. Aslı Biçen, Ayrıntı Yay., 1999] Fowles un en başarılı ve yenilikçi romanı olarak değerlendirilmiştir. The Ebony Tower (1974) [Abanoz Kule, Çev. Aysun Babacan, Ayrıntı Yay., 2008] her biri bir sanat biçimiyle bağlantılı ve yaratım sürecinin bir yönüyle ilgili öykülerden oluşur. Ayrıntı Yayınları nın programında bulunan Daniel Martin (1977) bir adamın kendini arayışını konu alan, Fowles un deyişiyle duygusal anlamda otobiyografik bir romandır. Mantissa (1982) [Mantissa, Çev. Aysun Babacan, Ayrıntı Yay., 2001] cinsellikten edebiyat kuramına bir dizi konuyu ele alır ve modern edebiyatta yazarın rolü üzerine odaklanır. Akıl ile boş inanç, delilik ve doğaüstü, özgürlük ve rastlantı, bilim ve büyü gibi kavramların tartışıldığı, çarpıcı bir gerilim romanının ötesine uzanıp metafizik boyutlara da erişen son romanı A Maggot (1985) [Yaratık, Çev. Serdar Rifat Kırkoğlu, Ayrıntı Yay., 2000] ise on sekizinci yüzyılda Shaker mezhebinin ortaya çıkışını konu edinir. Kendi yapıtlarının yazılış serüveninden toplumsal analizlere kadar çeşitli yazılar içeren en son yapıtı Wormholes (1998) [Zaman Tüneli, Çev. Süha Sertabiboğlu, Ayrıntı Yay., 2004] ise makale ve söyleşilerinden oluşuyor. 1968 yılından itibaren Fowles İngiltere nin güneyinde, küçük bir liman kasabası olan Lyme Regis te yaşamıştır. Yaşadığı yerin yerel tarihine duyduğu ilgiden dolayı 1979 da Lyme Regis Müzesi nin küratörlüğüne atanan Fowles, 7 Kasım 2005 te yaşama veda etmiştir.

Ayrıntı: 640 Edebiyat Dizisi: 184 Daniel Martin John Fowles Kitabın Özgün Adı Daniel Martin İngilizce'den Çeviren Nuray Yılmaz Yayıma Hazırlayan Sibel Ercan Son Okuma Tayfun Koç Sheil Land Associates, Akçalı Ajans Bu kitabın Türkçe yayım hakları Ayrıntı Yayınları'na aittir. Kapak Fotoğrafı Stone/Getty Images Turkey Kapak Tasarımı Arslan Kahraman Kapak Düzeni Gökçe Alper Dizgi Esin Tapan Yetiş Baskı Kayhan Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No: 244 Topkapı/İst. Tel.: (0212) 612 31 85 Sertifika No.: 12156 Birinci Basım 2012 Baskı Adedi 2000 ISBN 978-975-539-660-6 Sertifika No: 10704 AYRINTI YAYINLARI Hobyar Mah. Cemal Nadir Sok. No: 3 Cağaloğlu İstanbul Tel.: (0212) 512 15 00 Fax: (0212) 512 15 11 www.ayrintiyayinlari.com.tr & info@ayrintiyayinlari.com.tr

John Fowles Daniel Martin

EDEBİYAT DİZİSİ GÜNDELİK MUTLULUĞA ALIŞMA/Anja Meulenbelt Ë MURPHY/Samuel Beckett Ë MASAL MASAL İÇİNDE/ Khimaira/John Barth Ë ZEN VE MOTOSİKLET BAKIM SANATI/Robert M. Pirsig Ë PARFÜMÜN DANSI/ Tom Robbins Ë SINIRSIZ RÜYALAR DİYARI/J. G. Ballard Ë FRANSIZ TEĞMENİN KADINI/John Fowles Ë BEYAZ OTEL/D.M. Thomas Ë MYRA/Gore Vidal Ë DALGALAR/Virginia Woolf Ë ATLANTİK ÖTESİ/Witold Gombrowicz Ë HAYRANLIK/Anja Meulenbelt Ë FERDYDURKE/Witold Gombrowicz Ë MELEKLER ZAMANI/ Iris Murdoch Ë PAULINA 1880/Pierre Jean Jouve Ë EŞEKARISI FABRİKASI/Iain Banks Ë ROCK LANETİ/Iain Banks Ë KAYIP ZAMAN/Anja Meulenbelt Ë SENİ İÇİME GÖMDÜM/Andrew Jolly Ë BAŞTAN ÇIKARICININ GÜNLÜĞÜ/Søren Kierkegaard Ë KONFIDENZ/Ariel Dorfman Ë ALTIN DAMLA/Michel Tournier Ë BİR GARİP VAKA: MATMAZEL P./Brian O Doherty Ë NIETZSCHE AĞLADIĞINDA/Irvin D. Yalom Ë KIZILAĞAÇLAR KRALI/Michel Tournier Ë AİLEDE BİR ÖLÜM/James Agee Ë KUTSAL BÖLGE/Carlos Fuentes Ë KALPSİZ AMANDA/Jurek Becker Ë 62-MAKET SETİ/Julio Cortázar Ë ÇARPIŞMA/J.G. Ballard Ë ÜÇLEME-Molloy- Malone Ölüyor-Adlandırılamayan/Samuel Beckett Ë DUR BİR MOLA VER/Tom Robbins Ë HIRSIZIN GÜNLÜĞÜ/Jean Genet Ë KÜÇÜK DEĞİŞİMLER/Marge Piercy Ë LILA/Robert M. Pirsig Ë ERGİNLİK YAŞI/ Michel Leiris Ë AŞKSIZ İLİŞKİLER/Samuel Beckett Ë ESİRGEYEN GÖKYÜZÜ/Paul Bowles Ë YALANCI JAKOB/ Jurek Becker Ë DİVAN/Irvin D. Yalom Ë PORNOGRAFİ/Witold Gombrowicz Ë MERCIER İLE CAMIER/Samuel Beckett Ë BİR ERKEĞE NASIL TECAVÜZ EDİLİR?/Märta Tikkanen Ë BENDENİZ VE MARCO POLO/Paul Griffiths Ë DOĞMAMIŞ KRİSTOF/Carlos Fuentes Ë RÜYA SAKİNLERİ/Iris Murdoch Ë HİÇ İÇİN METİNLER ve Uzun Öyküler/Samuel Beckett Ë DUYGU YOLCULUĞU/Laurence Sterne Ë BETTY BLUE/Philippe Djian Ë AĞAÇKAKAN/Tom Robbins Ë ANARŞİST/Tristan Hawkins Ë BAKAKAİ/Witold Gombrowicz Ë PORTNOY UN FERYADI/Philip Roth Ë 10 1/2 BÖLÜMDE DÜNYA TARİHİ/Julian Barnes Ë SUNİ TENEFFÜS/Ricardo Piglia Ë MANŞ ÖTESİ/Julian Barnes Ë ADA/Aldous Huxley Ë GÜLÜN MUCİZESİ/Jean Genet Ë MÖSYÖ/Jean-Philippe Toussaint Ë ÇİÇEKLERİN MERYEM ANASI/Jean Genet Ë BAŞUCU OĞLANI/Alison Fell Ë YARATIK/John Fowles Ë SENİ SEVMİYORUM/Julian Barnes Ë ZENCİLER/Jean Genet Ë TÜNEL/Ernesto Sábato Ë KARA PRENS/Iris Murdoch Ë KARNINDAN KONUŞANIN ÖYKÜSÜ/Pauline Melville Ë TANRI NIN AĞZINDAN EVRENİN HİKÂYESİ/Franco Ferrucci Ë HAYATIN VE AŞKIN YASALARI/Connie Palmen Ë KAHRAMANLAR VE MEZARLAR/Ernesto Sabato Ë KAYNAK VE ÇALI/Michel Tournier Ë CENNETE BİR KOŞU/J.G. Ballard Ë DİŞİ ADAM/Joanna Russ Ë FLAUBERT İN PAPAĞANI/Julian Barnes Ë ALDATMA/Philip Roth Ë KOKAİN GECELERİ/J.G. Ballard Ë ACABA NASIL?/Samuel Beckett Ë MANTISSA/John Fowles Ë KOLEKSİYONCU/ John Fowles Ë BENJAMIN: DAR GEÇİTTEKİ AYDIN/Jay Parini Ë METEORLAR/Michel Tournier Ë ARKADAŞLIK/Connie Palmen Ë AŞK VESAİRE/Julian Barnes Ë SİRİUS TAN GELEN KURBAĞA/Tom Robbins Ë BAYAN GULLIVER CÜCELER ÜLKESİNDE/Alison Fell Ë GELECEKTEN ANILAR/William Morris Ë BENİMLE TANIŞMADAN ÖNCE/Julian Barnes Ë İNGİLTERE İNGİLTERE YE KARŞI/Julian Barnes Ë İYİ İŞ/David Lodge Ë YİTİK RUHLAR IRMAĞI/Connie Palmen Ë TERAPİ/David Lodge Ë ÖLÜRKEN/Jim Crace Ë GÜZELLİK HIRSIZLARI/Pascal Bruckner Ë SÜPER KENT/J.G. Ballard Ë SISKA BACAKLAR/Tom Robbins Ë BETON ADA/J.G. Ballard Ë İLK AŞK, SON TÖRENLER/Ian McEwan Ë GILLES İLE JEANNE/Michel Tournier Ë BİR KOMÜNİSTLE EVLENDİM/Philip Roth Ë KIZILDERİLİNİN ŞARKISI/James Welc Ë SİNEMA MÜDAVİMİ/Walker Percy Ë KARANLIKLARIN EFENDİSİ/Ernesto Sabato Ë METROLAND/Julian Barnes Ë BİZİ NEDEN TERK ETTİN SAYIN BAŞKAN?/François Vigouroux Ë DÜŞÜNCE BALONLARI/David Lodge Ë MİLENYUM İNSANLARI/J.G. Ballard Ë MÜNECCİM KRALLAR/M. Tournier Ë BEYAZDAKİ KARA/ Maggie Gee Ë KAYBOLUŞ/G. Perec Ë HINÇ AYLARI/P. Bruckner Ë LİMON MASASI/J. Barnes Ë BÜYÜCÜ/J. Fowles Ë GÜNDOĞUMUNA YOLCULUK/J. Barnes Ë OKLUKİRPİ/J. Barnes Ë FISKADORO/D. Johnson Ë HAYALETLERİN GÖÇÜ/P. Melville Ë ÖLEN HAYVAN/P. Roth Ë SICAK ÜLKELERDEN DÖNEN VAHŞİ SAKATLAR/Tom Robbins Ë PASTORAL AMERİKA/P. Roth Ë ABANOZ KULE/J. Fowles Ë ARTHUR VE GEORGE/J. Barnes Ë VAHŞET SERGİSİ/J. G. Ballard Ë VİLLA MEÇHUL/Tom Robbins Ë ASKER GRAMAFONU NASIL TAMİR EDER?/Sas a Stanis ić Ë FARMAKON/Dirk Wittenborn Ë NE KADAR İLERİ GİDEBİLİRSİN/D. Lodge Ë GERİYE UÇAN YABAN ÖRDEKLERİ/T. Robbins Ë BİR SAHTEKÂR OLARAK HAYATIM/P. Carey Ë İNTERNETTE BALIK AVLAMAK/Nasreen AKHTAR Ë LANCELOT/Walker Percy Ë ÖLÜ BİR DİLDE AŞK/Lee Siegel Ë VAHŞİ İNSANLAR/Dirk Wittenborn Ë GÜNEŞİ DURDURACAĞIZ/F. Bouillot Ë SHYLOCK OPERASYONU/Philip Roth Ë KAYBEDENLERİN BELLEĞİ/Michel Ragon Ë SAVAŞ ARTIĞI/ Ha Jin Ë YAZAR, YAZAR/D. Lodge Ë B, BİRA/Tom Robbins Ë EVE YÜZMEK/Rolf Lappert Ë HAFIZ DİVANI/ Hafız-ı ŞiraziË KUZEYE GÖÇ MEVSİMİ/Tayeb Salih Ë OEGSTGEEST'E DÖNÜŞ/Jan Wolkers Ë TURİNGİN HEZEYANI/Edmunda Paz Soldán Ë KOVBOY KIZLAR DA HÜZÜNLENİR/Tom Robbins Ë NABIZ/Julian Barnes

Kriz özellikle yaşlı olanın ölmesi ve yeni olanın ise doğamamasından çıkar; bu ara dönemde çok çeşitli marazi belirtiler kendini gösterir. Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri

Hasat Ama bu adamın nesi var böyle? Bütün öğleden sonra (dün, evvelsi gün ve bugün) orada öylece bir aleve bakarak oturdu durduki akşam merdivenlerden inerken rastlaştığımızda bana söyle dedi: "Beden ölür, su bulanır, ruh tereddüt eder ve rüzgâr unutur, hep unutur ama alev aynı kalır." Bana bir de şunu dedi: "Biliyorsun belki de alıp başını öbür dünyaya giden bir kadını seviyorum; böyle terk edilmiş gibi görünmem bu yüzden değil: Kendimi aleve kaptırmaya çalışıyorum çünkü o aynı kalıyor." 7

Sonra adam bana hayat hikâyesini anlattı. YORGO SEFERİS, 'Bay Stratis Thalassinos Bir Adamı Anlatıyor' Bütün manzara, ya da geriye kalan her şey ıssızlıktan ibaret. Kıvrımın sonu, saban sürülemeyecek kadar dik ve taşlı doğu sırtının altına doğru uzanıyordu. Çoğunlukla kayın ağaçlarından oluşan uzun bir koruyu birazcık aşıyordu. Tarla, bir ağaç duvarının aşağısında batıya doğru bir eğim oluşturuyor ve engebesiz geniş bir arazi, Fishacre Yolu'nun açık kapısına iniyordu. Siyah gocuklar, çalılarla örülmüş çitin önünde duruyor, o sabah çok daha erken saatlerde çitin üzerindeki çiğle kaplı tabakayı temizlemek için kullanılan iki tırpanın yanında duran elma şarabı şişesiyle yemek çıkınının üzerini örtüyordu. Buğdaylar yarı yarıya biçilmişti. Lewis; soluk vişne çürüğü rengi biçerdöverin arkasına tüneyerek oturmuş, eli orak biçme makinesinin kolu üzerinde, her an tırpan bıçaklarını kaldırmaya hazır bir şekilde boynunu uzatmış, altın sarısı başak denizindeki taşlara bakıyordu. Biçilmemiş başakların bitişiğindeki yeni anızların arasında onca yıl aynı şekilde ağır ağır yürüdüğü için Kaptan'ın dizginlenmesine bile gerek yoktu. Sadece köşelere geldiğinde, Lewis, ihtiyar atın köşeyi dönmesi için biraz bağırıyordu. Daha dik arazilerin sürülmesi için kullanılan genç kısrak Sally, kapıdan pek uzak olmayan bir alıçın altına bağlanmış duruyor, çalı çiti kemirip, arada kuyruğunu hışırdatıyordu. Çit sarmaşığı mısırların saplarına dolanmıştı. Tohuma kaçan devedikenleri, gelincikler ve aşağıda mısır tarlasının hercai denilen küçük menekşeleri; mavi yavşan otu budakları ve al farekulağı, çoban bardağı, önsezinin şifalı otu. Tarlanın adı Eski Fırınlık fırınlık sözcüğü pişirmekten geliyordu, eski çiftliktekiler kendileri için senelik ekmeklik buğdayı hep orada yetiştirirlerdi. Ağustosun şahane durgun mavi rengine sahip gökyüzünün kahince adı sanki California idi. Biçerbağların üzerinde oturan Lewis dışında tarlada dört kişi daha var: Bay Luscombe, kırmızı suratlı ve sahtekâr sırıtışlı, çelik çerçeveli gözlüklerinin ardındaki gözlerinden biri şaşı, ince gri renkli tek şeritli yakasız gömleği yamalı, yenleri yıpranmış ve arka tarafındaki askılıklarla birlikte kalın deriden bir kemer sayesinde düşmeden duran fitilli kadife pantolon giymişti. On dokuz yaşındaki küçük oğlu Bill, kasketi ve iriliğiyle tarladaki diğer herkesten on beş santim daha uzun, kolları jambon gibi, uyuşuk bir dev, başka her şeyde beceriksiz ama işe gelince... Onu tırpanla ekin biçerken görmelisiniz eğri tırpan kolu ve tırpanın ağzı eline aldığında küçücük kalıyor, ağır ağır alevlenen becerisi ve hiç dur- 8

mayan ritmi, zanaatın saf ve şahane gücünü gösteriyor. İhtiyar Sam, üzerinde pantolonu, kuşağı, ayağında potinleri ve tozluklarıyla, yüzü unutulabilir ama topallaması unutulamaz. O da yakasız gömlek giymiş, üst tarafta bir yeri sökük (içeri birazcık hava girsin ama değil mi?) ve siyah şeridine bir tutam solmuş hercai menekşe sokuşturduğu hasır bir şapka takmış. Son olarak ilk gençliğinin ortalarında, sadece yardım eden bir oğlan çocuk, hasat için uygun olmayan giysiler giymiş: pamuklu kumaş pantolon, elma yeşili Aertex bir gömlek ve eski spor ayakkabıları. Bir grup saat yönünde, diğeri saat yönünün tersine başaklardan demet yaparak tarlanın karşı uçlarında iki ekip halinde çalışıyorlar. Bağlayıcının kınnap ipinin tam üzerinde sağ elleriyle demeti kavrayıp sonra sıradaki demete geçiyor, aynı şekilde sol elle onu da toplayıp iki demeti en yakındaki bağlanmamış öbeğin yanına götürerek kınnap ipini hiç kullanmıyorlar. Bir balya dört çift demetten, bir de her birinin ucuna 'ağzını kapatmak' için konulan tek demetten oluşuyor; birbirine yaslanmış diğer demetlerin önünde durup iki, elle demetleri kaldırıp düzeltiyor, anızların arasında saplardan yığınlar oluşturuyor ve aynı anda buğday başaklarını birbirlerine çarpıyorlar. Bu, o sırada Papazevi'nin sabah temizliğinden dönen, dar sokakta bisikletinin yanında bir an dikilip aylak aylak, sırf keyif için açık kapının aralığından içeriyi seyreden Queenie'ye dünyanın en kolay işi gibi görünebilir. Çocuk tarlanın en yüksek noktasından ona el salladığında, kız da karşılık veriyor. Çocuk bir dakika sonra tekrar ona baktığında beyaz ipek şeridi ve ön tarafına plastikten yapay bir gül takılı olan bej rengi yazlık eski şapkası ve kirli, grimtırak kahverengi elbisesi ayrı, etekliğinin yırtılmaması için arka tekerleğin üzerinde tel kenarlık çevrili, eski, ağır bisikletiyle kız hâlâ orada duruyor. Çocuk ilk iki demet ile yeni bir balyanın temellerini atıyor. Demetler önce duruyor, derken devrilmeye başlıyorlar. Çocuk, demetleri düşmeden yakalayıp sıkıca sabitleştirmek için tekrar kaldırıyor. Ama ihtiyar Bay Luscombe iki metre ötede, iki başak demetinden, ev gibi sağlam öbekler oluşturuyor. Onun balyasının temelleri hiç çökmüyor. Çürük dişleriyle yan yan sırıtıyor, göz kırptığında, gözündeki şaşılık, güneş gözlüğüne vuruyor. Bronz kızılı eller ve eski kahverengi potinler. Çocuk yüzünü buruşturuyor, sonra kendi demetlerini getirip çiftçinin iki demetine dayıyor. Dirsek ve bileklerinin iç kısımları şimdiden ağrıdığı için parmakları demetleri kavrayarak uzağa götürecek kadar güçlü değil. Eğer demetler biraz uzaktaysa, onları yanına doğru koltuğunun altına hızla çekip deve dikenlerine dayıyor. Ama ağrı hoşunada gidiyor çünkü hasat ağrısı ayinin bir parçası, tıpkı ertesi sabahki yorgun kaslar ve o 9

denli deliksiz, derin ve gözlerin hemen kapanıverdiği o geceki uyku gibi. Anızın çıtırtısı, dikilen demet öbekleri, biçerdöverin takırtısı, tırpan bıçaklarının hışırtısı, onların üzerinde rüzgâr değirmeninin kolları ve köşelere gelince Lewis'in sesi duyuluyor: Ho, ho, Kaptan geri, geri, geri, çüş, çüş. Sonra dilini damağında cık cık diye şaklatıyor. İlerleyen takırtı, zincir ve hışırtı. Diken pamukları kuzeyden gelen hafif ılık bir havayla yükselerek tarla boyunca güneye doğru gökyüzünde yeni yıldızlar yaratarak savruluyor. Gün, muhteşem gökmavi kubbenin altında hiç ara vermeksizin başaklardan demetler yaparak böyle sürecek. İhtiyar Luscombe başak tanelerini saplarından durmaksızın ufalayacak, taneleri kaba avuç içlerinde kapçıklarından ayırmak için yuvarlayacak; elini çukurlaştıracak ve kapçıkları üfleyecek; sabit gözlerle bakacak; sonra bir buğday tanesi alacak, toz toprak tadı sinmiş tohumu ısırarak ikiye ayırıp tükürecek ve son olarak geri kalan buğday tanelerini o akşam kümesteki hayvanlarına vermek üzere pantolon cebine koyacak. Sonra biçerdöverin sesi üç dört kez aniden kesilecek. Demetleyiciler ayağa dikilip Lewis'in delikli demir eyerden inişini görecekler ve gene ne olduğunu yani düğüm atıcının sıkıştığını bilecekler. Makinenin arkasındaki bağlanmamış buğdaylar saçılıp; alet kutusu açılacak. Lewis, güneşten kararmış ve çekingen, cüssesi kardeşinden daha küçük, ailenin tamircisi ve çok az konuşanı. En yakındaki demetleyiciler gelip kucak dolusu düğüm atılmamış buğday sapını bir araya toplayacaklar. Üç sağlam buğday sapı alıp demeti bağlayacaklar, sonra kollarının altına götürüp uçlarını denkleştirerek yığacaklar, yalnızca bir düğüm atacaklar ama sıkıca, demetin dağılmaması için başakları bağın altına tıkıştıracaklar ve Lewis'i düğüm atıcıyı tamir etmesi için bırakıp bitirmedikleri sıraları olduğu yere sessizce, birbirlerinden ayrı ayrı çıtırdayan anızların üzerinde yürüyerek geri dönecekler. Bu sırada Bay Luscombe köstekli eski saatini çıkarıp, sonra tarladakilere seslenecek ve bir sigara sarmaya başlayacak. Onlar ayrı ayrı büyük kapının yanındaki çalı çite dönecekler, kan ter içinde koşum takımını çıkarıp Kaptan'ı gölgeye, Sally'nin yanına bağlayan Lewis sona kalıp; gocukların yanında ayakta duracak. Elma şarabının tapası açılarak. İlk içki teneke bir kupada çocuğa ikram ediliyor. Bill galonluk şişeyi kaldırıp ağzına dikiyor. İhtiyar Sam sırıtıyor. Çocuk ise buruk ham şarabın gırtlağından aşağı inişini hissediyor. İki gırtlaktan aşağı süzülen şarap geçen sene yapıldı, güneşin altında meyve bahçesinin gölgesi ve buğday tozu gibi leziz. Lewis tel saplı teneke kutudan soğuk çay yudumluyor. 10

Uzakta bir yerde, biçilmemiş sıra sıra buğday sapları ve bir dişbudak ağacının gölgesine doğru beş adam, dar yoldaki çit boyunca yürüyor. İhtiyar Sam bayıra karşı çişini yapmak için duruyor. Dişbudağın altına oturuyorlar ya da sere serpe yatıyorlar mavi kenarlı beyaz sofra bezinde bir yığın büyük yuvarlak ekmek, ekmeklerin kabukları yanıp kararmış, sapsarı tereyağı, bir tabaka halinde kalınca kesilmiş jambon, pembe et ve beyaz yağ tabakası, ekmeğin iki yanı da yaklaşık üç santim kalınlıkta, sarı tereyağı kesilmiş sütün suyundan incilerle süslenmiş ve mermer gibi damarlı, haftalık tayın bir dilim duruyor. Herkese var herkese var, diyor bunları dağıtan Bay Luscombe ve benim erikler yağlı ekmek nerede? Anam, "Hepsi ye bitir" dedi, diyor Bill. Beciuty of Bath *, çıtır çıtır ve kehribar rengi et, buruk tadlı asidin iştahı açması. Hâlâ Primavera'yı düşünüyor çocuk ve yara bereli ve tüylü Pelham Widow'dan ** çok daha iyi şiirleri. Ama kimin umrunda, dişlerini beyaz yuvarlak ekmeğe geçir, ekmek ve iyi jambon, insan hayatta başka ne ister ki. Yemekten sonra biraz laflayıp elma şarabı içip elma kemirmeye devam ediyorlar. Lewis Woodbines sigarasını tüttürüyor ve güneşin altındaki biçerdövere bakıyor. Çocuk sırtüstü uzandığında, anızlar sırtına batıyor, Devon'ın seslerinin, kendi Devon'ının İngiltere'nin ve atalarının gelecek yıl bu tarlada, sonra diğer tarlalarda yapılacak işleri tartışan canlı ve insana azap veren seslerinin yeşil gölcüğünde yıkanıyor. O denli yerel bir dil ve ses bilgisel açıdan o denli yoğunki zihninde ayrılmaz olan sözcüklerin hecelerini birbirine karıştırmada fazla hoşgörülü ve kendine özgü manzarası, dar vadileri, çiftlik arazileri, kavşakları ve barakalarıyla hep öyle kalacak. Ardından karşıdan sesler geliyor, çok uzaklardan, beş altı mil öteden, bir sirenin baygın uğultusu. Torquay sanırım, diyor Bill. Çocuk, güneye doğru gökyüzünü tarayıp doğruluyor. Suskunlar. Uğultu azalıyor, ses perdesi değişiyor. Bir erkek sülün, tarlanın üst tarafındaki kayınların arasında iki heceyle ötüyor. Bill hızla parmağını kaldırıyor ve parmağını tam olarak havaya dikmeden, uzaklardan bir gümbürtü geliyor. Sonra bir daha ve uzaktan bir uçak kanadından yuvarlanan topun belli belirsiz bas sesi. Üç saniye sessizlik, derken yine toplar ve bir kez daha sülün ötüyor. Onnarı gine gafil avladılar, diyor Bay Luscombe. *Viktorya döneminde yetişen bir İngiliz elması. (y.h.n.) **Petham Dulu. (ç.n.) 11

Onnardan biri ani bombardıman uçağı, diyerek onaylıyor Bill. Dişbudağın gölgesinin öte ayakta durmuş, güneye bakıyorlar. Ama gökyüzü boş, mavi ve sakin. Ellerini gözlerine siper ediyorlar, bir benek, bir iz, hafif bir duman arayarak. Hiçbir şey yok. Ama bir motor, başlangıçta çok belli belirsiz, derken birdenbire daha yüksek sesle, daha yakından, aniden geçiveriyor. Beş kişi ihtiyatla dişbudağın altına geri dönüyor. Uzun vadi çılgınca yaklaşan, azgın bir korkunun ıstırabıyla çığlık çığlığa alabildiğine şiddetli makinelerin akınına uğruyor. Mürekkep yalamış çocuk ölmek üzere olduğunu biliyor. Sonra dünyayı ikiye bölen birkaç saniye boyunca uçak üzerlerinde, tarlanın daha yüksekte kalan yarısının üzerinde, yalnızca iki yüz fit yüksekte, kamuflajı yemyeşil ve siyah, gövdesinin alt kısmı mavi, Balkan haçlı, ince, kocaman iki motorlu bir Heinkel; gerçek, savaş kadar gerçek. Terör ve büyülenme, güvercinler ürkerek kayınların arasından havalanıyor, Sally şaha kalkıyor. Kaptan da aynı şekilde, yularını çeke çeke gevşetip çözüyor, çılgınca kişniyor. Eşkin giderek uzaklaşıyor, derken yavaşlayıp hantal hareketlerle tırıs giderek tarlanın öbür ucuna varuyor. Ama devasa yapışkan bir sinek vahşi kişnemenin peşine düşüyor. Bay Luscombe bağıra bağıra neredeyse at kadar hızlı koşuyor. "Çüş, Kaptan. Yavaş, oğlum, yavaş." Derken Bill de koşuyor, babasını sollayıp geçiyor. İhtiyar at titreyerek biçilmemiş buğdayların kıyısında duruyor. Bir daha kişniyor. Çocuk, Lewis'e dönüyor: Pilotu gördüm! Onnardan mıydı bizden mi, diye soruyor ihtiyar Sam. Çocuk ona bağırıyor. Almandı! Alman! Lewis bir parmağını kaldırıyor, Heinkel'in batıya doğru süzüldüğünü duydukları kuzeyde bir yere doğru. Dartmouth, diyor Lewis alçak sesle. O, nehir boyuna doğru gidecek. Bu büyük yakıcı makinelerin emniyet mandalıyla, çabuklukları ve insaniyetsizlikleri, gücüyle ilgili bir şey onu etkilemiş sanki; pestili çıkmış ihtiyar atlarla birlikte ter dökerek uzaklaşıyor. Çiftlik sayesinde askere gitmekten kurtulmuştu... Metal Romalılara karşılık eski Kelt yumuşaklığı. Tarlanın ortalarında babası, Kaptan'a şaplak atıyor ve onu yavaş yavaş tekrar biçerdövere doğru götürüyor. Bill çitin yanında duran üçlüye bakıyor yukarıdan, sonra Heinkel'in uçuşunu takip ederek ateş eder gibi bir hareket yapıyor ve uçağı düşürebileceği tepeye işaret ediyor. Lewis bile yandan sırıtıyor. 12

Fakat daha sonra tarlaya doğru yukarı yürürken kulak kesilmelerine rağmen hiç ses yok, artık savaş yok, uçak kanadından atılan topun çekiçle döven yankısı yok, Totnes ya da Dartmouth yönünden gelen gümbürtüler yok, ardından gelecek kasırgalar yok. Yalnız, Kaptan'ı tekrar hareket ettirmek için dizginleri şaklatıp da, demet toplayıcılar ilk demetlerini toplamak üzere yere eğildiğinde, masmavi gökten hırıltılı bir ses geliyor. Çocuk başını kaldırıp yukarıya bakıyor. Çok yüksekte, batıya doğru uçarken yuvarlanan, birbirlerine sataşan, birbirlerini karambole düşeren dört kara nokta. İki kuzgun ve yavruları; gökyüzünün uyuklayan ebedi sesi, insanla alay ediyor. Muammalar: Sülün, bombaları insanlardan önce nasıl duydu. Kuzgunları ve bu göçü kim gönderdi? Günlük aşımız: Demetler ve öbekler, öğleden sonra yavaş geçiyor, ince dişbudağın gölgesi anızlara doğru usul usul ilerliyor. Biçerdöver, buğdayları yavaş yavaş acımasızca azaltıyor. İlk tavşan koşarken, Lewis bir çığlık atıyor. Yabani tavşan gibi şeker türden bir tavşan demetlenmemiş buğday öbeklerinin içinde zikzaklar çiziyor, derken bir öbeğin içine saklanıyor. En yakındaki Bill bir taş kapıp sessizce yakınına sokuluyor. Ama tavşan kaçıyor, hızla koşan beyaz, kısa bir kuyruk. Fırlatılan taş hızla gidip tavşanın kafasına çarpıyor zarar vermeden. Üçünden kısa bir süre sonra, sanki sürekli gizlice izleyip, ne zaman ortaya çıkmaları gerektiğini biliyorlarmış gibi tarlaya insanlar dolmaya başlıyor. İki ya da üç ihtiyar adam, bebek puseti süren tombul genç bir kadın, ayaklarının dibinde lurcher cinsi bir av köpeğiyle uzun boylu bir çingene: İnce uzun çenesiyle asık suratlı 'Babe', karanlıkların adamı, polislerin kâbusu, Thorncombe Korusu'nun elma brendisi damıtıcısı ya da dedikodulara göre öyle. Sonra Fishacre köyünün çocukları okuldan dağılıyorlar. Yedi sekiz kişiler, beş küçük erkek çocuk, iki küçük kız ve bir de daha büyük biri var. Açık kapı ağız gibi; yanından geçen herkesi içine çekiyor. Queenie ve ihtiyar Bayan Hellyer ama onlar özellikle yokuş çıkmış olmalılar; ve diğerleri, yetişkinler, çocuklar. Ondan sonra çay sepetini yüklenmiş karakaşlı küçük Bayan Luscombe. Onun yanında, çok sade ve hatta o zaman için bile eski moda denebilecek gri beyaz bir elbise giymiş, uygunsuz alagarson kesilmiş saçlarıyla kibar yüzlü bir kadın... Demet toplayan çocuğun halası. Dahası da var. Artık, biçerdöver altı yedi kez dönecek kadar buğday kaldı ve elli metrelik bir mesafe. Lewis köşeyi dönerken en yakındaki erkek seyircilere bağırıyor: Kulamparalarla al takke ver külah! 13

Demet toplayanlar, çocuklar, ihtiyar adamlar, Bebek ve onun av köpeği, hepsi son partinin etrafında toplanıyor. Lurcher cinsi köpek yılgın, ezik bakışlı, siyah ve kahverengi bir köpek; sürekli çömeliyor, huzursuz, aşırı tetikte, açıkgöz ve sahibinin dibinden bir an olsun ayrılmıyor. Genç kadın şişmiş ayak bilekleriyle yukarı doğru yürürken, oğlan bebeğini kucağında taşıyor, puset giriş kapısının yanında bırakılmış. Bazılarının ellerinde kazıklar, diğerlerinde ise sağlamlaştırmak için taşlar var. Heyecanlı yüzlerden oluşan bir çember, mısır alanındaki her sarsıntıyı dikkatle inceliyor. Komuta eden ihtiyar adamlar durumu bildikleri için ciddi şekilde ihtiyatlılar. Telaşe etmeyin dostlar, uzak durun. Dikdörtgenin merkezindeki başaklarda bir hareketlilik, sallanan sapların deredeki alabalık dalgasına benzeyen çırpıntısı başlıyor. Dişi bir sülün pır diye havalanıyor, tepenin aşağısından kahverengi benekli bir yaylı kukla gibi kalkıp, Fishacre Yolu'nun üzerine uçuyor. Kahkahalar. Küçük bir kız çığlık atıyor. Küçük bir tavşan, yirmi santim ya var ya yok, daha yukarıdaki sınırdan koşarak çıkıyor, şaşkın şaşkın durup, sonra yine koşuyor. On metre uzakta öbeklerin demetlenmesine yardım eden çocuk, iki büklüm olan, duran, hamle yapan ve nihayetinde tekrar buğdayların içine koşan küçük hayvanın arkasından sere serpe uzanıp taklalar atan bir grup çılgın çocuğa sırıtıyor. Mafetmeyin ekini, diye bağırıyor Bay Luscombe en hevesli çocuğa. Küçük şeytan. Lewis şimdi kulak tırmalayıcı bir sesle arazinin diğer tarafından işaret ederek ıslık çalıyor. Bu seferki büyük bir tavşan, dar yoldaki bahçe çitine, av köpeğinin durduğu tarafa doğru koşuyor. Tavşan insan çemberinin içinden geçip, taşların, kazıkların ve demetlerin arasından savuşuyor. Çingene hafif, etkisiz bir ıslık çalıyor. Köpek, damarlarındaki tazı kanı ve ölümcül becerisini kullanarak yıldırım gibi uzaklaşıyor. Bir defaya mahsus tavşan son anda köpekle yer değiştirerek kurtuluyor. Av köpeği kıvrılıp geri dönerken anızların içinden kızıl toprağı tozutarak büyük bir hızla geçiyor. Herkesin gözü köpeğin üzerinde, Lewis bile atı dizginlemiş. Bu sefer av köpeği hataya düşmüyor. Tavşanı ensesinden yakalayıp, şiddetle sarsıyor. Çingene tekrar ıslık çaldığında, köpek süratle sahibinin yanına koşup, eğiliyor ve hâlâ çırpınan hayvanı uzun çenesiyle sıkıca tutuyor. Çingene, tavşanı arka bacaklarından yakaladıktan sonra uzakta tutarak yukarı kaldırıp boş eliyle bir seferde boynunu kesiyor. Oradaki herkes Babe'in av köpeğini nasıl ele geçirdiğini biliyor. Bu, tıpkı lakabı gibi bir köylü şakası: Bir gece Şeytan ona Thorncombe Korusu'nda Kamp'a geri dönen bütün Amerikalılara bu kadar ucuz içki sattığı için teşekkür etmeye gelmiş, hediye olarak da av köpeğini getirmiş. Ama adamı ve köpeği izlerlerken adamın tavşana 14

ihtiyacı olduğu için orada bulunmadığını biliyorlar. Ayışığının aydınlattığı her gece ve tavşanların bulunduğu millerce uzunluktaki tarlalar zaten onun emrinde. Ama onunki kadim bir varoluş, yarı tanrısal, insanların avcı oldukları, tarım yapmadıkları bir zamandan kalma ve hasat zamanı tarlaları şereflendiriyor. Lewis biçerdöveri tekrar çalıştırıyor. Artık her birkaç metrede bir tavşan sıçrıyor, küçük, büyük; bazıları korkmuş, bazıları ise azimli. İhtiyar adamlar birden üstlerine atlayıp, bastonlarıyla vuruyor, tökezleyip yüzüstü düşüyorlar; çocuklar da öyle. Kahkahalar, bağrışlar, küfürler, zafer çığlıkları; sessiz av köpeği hızla koşup, dönüyor, acımasız ağzıyla kapıyor. Son dönüş. Derken biçerdöverin gizli tırpan bıçaklarından küçük bir çocuğunkini andıran acılı bir çığlık geliyor. Lewis biçerdöveri durdurmadan arka tarafı işaret ediyor. Arka bacakları biçilmiş bir tavşan sürünerek uzaklaşıyor. Demetleri yapan çocuk koşup tavşanı kaldırıyor: kızıl, kesik bacaklar. Tüyle kaplı kıçından küçük yeşil dışkı topakları düşüyor. Hayvan çırpınıp silkiniyor, bir feryat daha ediyor. Lewis biçtikçe biçiyor, üçüncü seferden sonra kayıtsızca dönüp cesedi tavşan ölülerinden bir yığının olduğu tarafa fırlatıyor. Dişi tavşanların gözleri donuklaşıyor, bıyıkları, yumuşak kulakları, kar gibi kısa kuyrukları. Çocuk yakına sokularak yerdeki tavşan ölülerinden oluşan yığına bakıyor, hiç yoksa yirmi tane. İçi kalkıyor; uyarıcı, tuhaf bir sarsıntı, bu yüzden çocuk bir gün tarla boşken bunun için ağlayacak. Başını yukarı kaldırdığında, halası görüyor Bayan Luscombe'u, tarlada bu katliama iştirak etmeyen yegâne iki kişiyi görüyor. Dişbudağın altına anızlar üzerine serilmiş masa örtüsünün yanında ayakta dikilmiş, konuşarak etrafı seyrediyorlar. Yanlarında kıvrım kıvrım mavi bir duman var. Eski siyah bir çaydanlık taşlar üzerine oturtulmuş. Etrafı avcılar tarafından belirgin şekilde kuşatılan sonuncu tavşan doğruca ihtiyar miyop Sam'in bacaklarının arasından geçerek onu kovalayan çocukların önüne geçiyor. Av köpeği yıldırım gibi aralarından geçmeye çalışırken, dengesini ve görüşünü kaybediyor. Sonunda kendini hüsran havlayışlarına bırakıp, ümitsizce etrafa, bağırıp çağıran, işaret eden, onu harekete geçirmeye çalışan iki ayaklı hayvanlara bakıyor. Ardından eğildiğinde kalkan kısa kuyruğu görüyor ve tekrar işe girişiyor. Ama tavşan birkaç metre uzaklıktaki çalıdan oluşan çite ulaşıyor. Çingene ıslık çalıyor. Köpek uzun adımlarla kuyruğu aşağıda geri dönüyor. Sonra ödül töreni başlıyor. İhtiyar Bay Luscombe avda öldürülen hayvanların yanında ayakta duruyor, birazcık utanmış, Solomon'u oynamaya alışık değil. Bir sana, bir ona, küçük bir tanesi bir çocuğa, tombul bir çift Babe'e, bir diğeri İhtiyar Sam'e. Altı tanesi de demet toplayan çocuğa. 15

Bunnarı aşşa dişbudağa götürüver, Danny. "Danny", tercih ettiği ismiyle Dan, iki elinde de üç çift arka bacak tutan Nemrut, * tarladan aşağı çay sofrasına doğru yürüyor. Virgül gibi kaşlı Bayan Luscombe ince dallardan yaktığı ateşin yanında elleri kalçasında ayakta durmuş, ona sırıtıyor. Hepsini sen mi yakaladın, Danny? Ben iki tane yakaladım. Biri sayılmaz aslında. Tırpanın ağzına takıldı. Zavallı hayvancağız, diyor halası. Bayan Luscombe kibar ama sert bir şekilde küçümsüyor. Senin kalbin taştan mı be canım, onlar için hiç mi üzülmezsin? Halası ise ona anaç bir tavırla gülümsüyor. Bayan Luscombe tavşanları alıp tartıyor, değer biçiyor, butlarını elliyor ve iyi bir çift tavşan seçiyor. İşte, akşam yemeğin, Danny. Ah harika. Sahiden mi? Çok teşekkürler Bayan Luscombe. Kesinlikle emin misin, diye sorup halasına. şunu ekler: Sen olmasan biz n'apardık? Babam nerede? diye soruyor çocuk. Köy papazı çağırmıştı galiba. Sundurmanın oralarda. Çocuk başını sallıyor. Yalnızlığını iyileştiren korkunç Oedipus gizi, her erkek evladın geçmek zorunda olduğu kavşağa gelmiş nicedir. Demetleri bitireceğiz, diyor. Onların yeniden işe koyuldukları yere yürüyüp gidiyor bir kez daha ama Brueghel'de olduğu gibi artık daha fazla yardım eli var. Çocuklar en uzaktaki demetleri adamların yakınına sürüklemek için birbirleriyle yarışıyorlar, Babe bile son yirmi dakikadır öyle yapmaya başlamış. Sonra Aşai Rabbani gibi bir ayin yaparcasına dişbudağın altına geri dönüyorlar. Eski pembe beyaz ekose sofra bezi, ekmek, dörtte bir galon büyüklüğündeki bir tasta kaymak, ahududu ve frenk üzümü reçeli çömlekleri, desenli beyaz kupalar, iki çay demliği, üzeri sarı şeritli, siyaha çalan kahverengi, kuru üzüm ve frenk üzümü doldurulmuş kek renginde. Uygun olmayan yöntemlerle buhardan geçirilmiş en iyi kaymak, sapsarı kaymağın kabuğu keyif veren bir beyaza dönmüş. Şimdiye kadar yapılmış hiçbir kaymak bunun emsali olamazdı. Hasat açlığı, güneş, seyreden çocukların oluşturduğu çember, ter kokusu birlikte şimdiye kadar yapılmış hiçbir kaymak bunun emsali olamazdı. Ahır, çayır ve Kızıl Devonlar. Ambrosia, ölüm, tatlı ahududu reçeli. Onnarı gördün mü, ana? Gördün mü onnarı Bağyan Martin? Hepiciğimiz onları elleyebilirdik di mi Danny? * Kitabı Mukaddes'te Kûş'un oğlu, büyük bir avcı. (ç.n.) 16