BAŞLARKEN. Söz ola kese savaşı Söz ola kestire başı Ağulu ekmeği aşı Bal ile yağ ede bir söz



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

Berk Yaman. Demodur. Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır

Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin?

ÖNCESİNDE BİZ SORDUK Editör Yayınevi LGS Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Yeni Tarz Sorular Nasıl Çözülür? s. 55

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Yazar : Didem Rumeysa Sezginer Söz ola kese savaşı Söz ola kestire başı Söz ola ağulu aşı Yağ ile bal ede bir söz Yunus Emre

Hz. Adem den Hz. Muhammed (s.a.v.)e güzel ahlakı insanda tesis etmek için gönderilen dinin adı İslam dır.

KUR'ANDAN DUALAR. "Ey Rabbimiz, Bize dünyada bir iyilik, ahrette bir iyilik ver. Bizi ateş azabından koru." ( Bakara- 201 )

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

TİN SURESİ. Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ. 3 Bu güvenli belde şahittir;

Dünyada servetin %99 u, nüfusun %1 ine aitmiş... Saddam ın arkasında %90 destek vardı; idam edildi... -Obama.

İLİ : GENEL TARİH : Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

AİLEYE MUTLULUK YAKIŞIR! HAYAT SEVİNCE VE SEVİLİNCE GÜZEL

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

Okul Çağı Çocuğunda Sevgi Yetersizliği Çalma Davranışına mı Neden Oluyor? Pazartesi, 02 Eylül :14

İSMEK İN USTALARI SANATA ADANMIŞ BİR ÖMÜR ETEM ÇALIŞKAN ETEM ÇALIŞKAN KALİGRAFİ SERGİSİ

Kültürümüzden Dua Örnekleri. Güzel İş ve Davranış: Salih Amel. İbadetler Davranışlarımızı Güzelleştirir. Rabbena Duaları ve Anlamları BÖLÜM: 3 URL:

Sevgili dostum, Can dostum,

Evren Nağmesinde Bir Gelincik Tarlası

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

Günaydın, Bana şiir yazdırtan o parmaklar. ( ) M. Mehtap Türk

Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız. (Kur an 50/16 Kaf)

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Allah Kuran-ı Kerim'de bildirmiştir ki, O kadın ve erkeği eşit varlıklar olarak yaratmıştır.

NİÇİN EVLENMEDEN ÖNCE İNSANIN KENDİNİ TANIMASI ÇOK ÖNEMLİDİR? YA DA KENDİNİ TANIMAK NEDİR?

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205)

Adamın biri bir yolun kenarına dikenler ekmiş. Dikenler büyüyüp gelişince yoldan geçenleri rahatsız etmeye başlamış. Gelip geçenler, adama:

Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangisi kanıtlanabilirlik açısından farklıdır?

M14 esnevi den (şirli) r H i k â y ele

Selam vermekle karşımızdaki kimseye neyi ifade etmiş oluruz?

Mehmet Aydın 5. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

SAHİP OLDUKLARIMIZI KORUMANIN 4 RUHSAL ADIMI

KİTABIN TANITIM YAZISI Cuma, 12 Ekim :57

TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN. Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla

Azrail in Bir Adama Bakması

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Nesrin: Ahmet! Ne oturması! Daha gezecek birçok mağaza var, sen oturmaktan bahsediyorsun.

alternatif cevabı olabilir fakat anlatmak veya vurgulamak istediğim konu insanların alışveriş merkezlerine ihtiyacı olsun olmasın gitme durumları.

Gençler, "İrade, Erdem ve Hürriyet" Temasıyla Buluştu

ALTININ DEĞERİNİ SARRAF, KELAMIN DEĞERİNİ ERBAP ANLAR!.. - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Aynı kökün "kesmek", "kısaltmak" anlamı da vardır.

Güzel Ahlâkı Kazanmak

Maksut Genç. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan :15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

Ömer Turhan. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım.

(Seni sevdiğim için eğer benden bedel isterlerse, iki cihânın mülkünü versem bile bu bedeli ödemeye yetmez.)

TÜRKİYE - AFRİKA EKONOMİ FORUMU AÇILIŞ TÖRENİ KONYA 9 MAYIS İş Dünyası ve STK ların Değerli Başkan ve Temsilcileri,


NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

iki sayfa bakayım neler var diye. Üstelik pembe kapaklı olanıydı. Basından izlemiştim, pembe kapaklı bayanlar için, gri kapaklı olan erkekler içindi.

66 Fotoğrafçı Etkinlik Listesi. 52 Haftalık Fotoğrafçılık Yetenek Sergisi


AİLE KURMAK &AİLE OLMAK

Senin bir yaşlı piri fani mi yoksa pırıl pırıl istikbal vadeden bir delikanlı yada erkek mi kadın mı olduğunu bilmiyorum.

Nakarat Alnımızın aklığı kafire kabus olur. Mazlumun canı yansa ahı bize dokunur. 2. Nakarat

Yukarıdaki diyalogda kaçıncı cümlede diğerlerinden farklı türde bir fiilimsi kullanılmıştır?

5.SINIF TÜRKÇE (GENEL DEĞERLENDİRME TESTİ) almıştır?

GÜZEL SÖZLER. (Derleyen; Veyis Susam) * Ne kadar çok olsa koyunun sürüsü, Ona yeter imiş kasabın birisi. * Alçak, ölmeden önce, birkaç kere ölür.

Dostluk en çok sözlere yansır. Bazı sözlerin ise bizzat kendisi hayatımız boyunca bizlere dost olur. İşte o sözlerden bazıları

İntikam. Ölüm Allah ın Emri

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA

MÜBDÎ. Allah MUHSÎ dir. MUHSÎ, her şeyin sayısını bilen demektir.

Bahadın, 2 Ağustos 2014 Sevgili Yoldaşlar, Canlar, Yol Arkadaşlarım, Devrimciler Diyarı Bahadın da buluşan güzel insanlar,

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

EDEBİYATIN İZİ 86. İZMİR ENTERNESYONAL FUARI NA DÜŞTÜ

Kadir Akel "Dert Etme Allah Yeter" diyor. Bunu da neden dediğini bize böyle açıklıyor.

Başbakan Yıldırım, 39. TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği ne gelen çocukları kabul etti

Birbirimize anlatacağımız ne çok şey var; düşündünüz mü? İşte bu yazma nedenlerimden biri. İlki...

2010 yılının son ayına girdiğimiz bu aylarda hıristiyan olan batı toplumunda olduğu gibi

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

Efendim, öğrendiklerimin ikincisi; çok kimseyi, nefsin şehvetleri peşinde koşuyor gördüm. Şu âyet-i kerimenin mealini düşündüm:

BÖLÜM: 2. Oruç Tutarken Nelere Dikkat Etmeliyiz? Orucu Bozan Durumlar. Orucun Kişiye ve Topluma Kazandırdıkları. Ramazan Bayramı Sevinci

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ


Resulullah ın Hz. Ali ye Vasiyyeti

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Cümle içinde isimlerin yerini tutan, onları hatırlatan sözcüklere zamir (adıl) denir.

Mirza Tahir Ahmed Hazretleri Cuma Hutbesinde, duanın aşağıdaki bahsedilen durumda şartsız olarak kabul edileceğini söyledi;

HAYALİ, EFSANEVÎ VARLIKLAR VE İLİMLER

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

Anlamı. Temel Bilgiler 1

Ramazan Alkış. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Tokat Plevne İmam Hatip Ortaokulu Öğrencilerinin Sorularına cevaplarımız

Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları

Parlar saçların güneşin rengini bana taşıyarak diye yazıvermişim birden.

Kendim yanarım aşk ile gayre zararım yok. Ser tâ be kadem ateşim amma şererim yok. Yâri ararım devrederek hâne be hâne

Üç kişi vardır ki, Allah kıyamet gününde onlarla ne konuşur, ne onlara nazar eder, ne de onları günahlarından arındırır, onlara elim bir azap vardır:

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

Agape Kutsal Kitap - God's Love Letter Scriptures

T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (T.M.K. 10. MADDE İLE YETKİLİ) TUTANAK

Transkript:

BAŞLARKEN Gemiler limanlara sığınır, kuşlar yuvalarına, herkes bir yere, ben kelimelere sığınırım çoğu zaman. Dillerin sustuğu yerde kalemler ve kâğıtlar değil midir nice dertlinin derdini hiç itirazsız dinleyen? Bazen bir dua cümlesinde, bazen bir nefret cümlesinde bulurum kelimeleri. Kelimeler yoldaşlık ederler bana geçmişle geleceğin salıncağına bırakınca kendimi. Şimdilerde kelimelerin ruhu kaçmış, hece hece uçmuşlar uzak iklimlere; dilini yutmuş lal bir münzeviyim şimdi. Kelimeler ruhları olan varlıklardır. Onların ruhunu incitmeden bana ait seslerin oluşturduğu kelimelerle cümleler kurarken; kelimelerin ruhuna vakıf olamam, onların kalplerini incitirim korkusuyla tedirgin, yine de kelimelerin insafına sığınarak kalemimi vakfedip satırlara, kalbimin terennümlerini ve ruhumun kıpırtılarını A dan Z ye kadar olan remizlerle AZ da olsa anlatmak isterken kitap dolusu kelimelerin bir damla gözyaşı karşısında aciz kaldığını görmeme rağmen mürekkep yardımıyla okuyucuya ulaşmaktan başka çare olmadığı için bu yolu tercih ediyorum. Mürekkep hoş bir yakıttır. Kalemin bir kıvılcımıyla tutuşur kâğıtlar ve o yangın başka kalplere ulaşır umuduyla yazmaya başlıyorum. Zamanın dar yollarında sesi kesilir insanın bazen. Bu durumda yazıya sığınırız çoğu kere. İki kalb arasındaki soğuk mesafeleri eritip ısıtan ateş olur kelimeler. Duygu ve düşünceleri söze bürüyerek birbirine bitiştiren, kaynaştıran mayadır kelimeler. Allahu teala Âdem e (as) öğretmiştir kelimeleri. Kelimelerle okuruz, kelimelerle yazarız. Kelimeler söz olur ağızlarımızda. O sözler ki Yunusun diliyle: Söz ola kese savaşı Söz ola kestire başı Ağulu ekmeği aşı Bal ile yağ ede bir söz Kelimeler böyle bir söz olduğunda değer kazanırlar. O sözler ki yanlış bir cümlede bulunmaktan hicap ederler. Bu yüzden kelimeleri sık kullanan yazarların işi zordur. İnşallah başımızı kestirecek kelimelerden uzak durur kalemimiz. Arapça bir sözde şöyle denir: Men kesure kelamuhu, kesure sakatuhu. Sözü çok olanın yalanı çok olur demek oluyor. Türkçede bu söz şöyle karşılık bulmuştur: Çok söz yalansız, çok mal haramsız olmaz. Yalandan ve haramdan Allaha sığınarak yazmayı temenni ediyorum. Sürçü lisan edersek ki, insan her an hata yapabilir, bundan da Allaha sığınırım. Kelimenin, kalemin ve elin kendilerini mutlu hissettiği yerdir yazı. El ele tutmak için sevdiklerimizle, onların gönül aynasına gönlümüzden yansıttığımız duygulardır yazı. Yazı, bir başkasının gönlüne ruhumuzun meyvelerini dökmektir. Ellerine bırakmaktır ellerimizi. Ellerimizi kenetlemektir birbirine. Bu yüzden bu sütundan sizlere uzatıyorum ellerimi. Bilmediğiniz bir mekânda tanımadığınız bir okuyucunun sizin yazınızı beğendiği zaman hiç ummadığın hediyeler almak gibidir yazı yazmak. Hiç bilmediğin mümtaz sofralara davet edilmeye benzer yazmak. Hiç bilmediğiniz, belki bilemeyeceğiniz münbit arazilerde filizlenen tohumlar gibidir yazılar. Yazdığınız yazı bir başkasının fikir mumlarını tutuşturan kıvılcım olabilir. Bu yüzden erdemli bir davranıştır yazı yazmak. Hiçbir karşılık beklemeden başka insanların doğru, güzel ve iyi düşünmeleri için çaba sarf etmek. Yazmaktan daha ziyade okumaktır erdem. Okumadan yazmak, bilmeden konuşmak gibi. Bu yüzden Fransız atasözü der ki: Okumak cennettir, yazmak cehennem. Yaşadığımız cennetleri, cehennem ateşlerinden geçirerek okuyucuya ulaştırmaktır gayretimiz. Yazma sebebimiz budur. Bunun içindir say ü gayretimiz.

HARFLERLE SESLENMEK Bu köşede haftada üç kez buluşacağız nasip olursa. Fıkra ve deneme türünde yazılarla Bu iki türde insan ruhunun en seyyal tarafı gün yüzüne çıkar. Çünkü özgürlük alabildiğine geniş... Yani, hürsünüz hayal âleminde. Bu yüzden çok yazanımız var. İşin zor tarafı ise tekrara düşmeden düşünceye sevk etmek. Zaman sonsuza doğru akıp giderken, insan da farkında olarak veya farkına varmadan gündelik yaşadıklarını kayda geçirerek kalıcı tutanaklar oluşturur. İnsan nisyanla mu allel. Yani insanda unutma hastalığı var. Bu yüzden söz uçar, yazı kalır denilmiştir. O nedenledir ki; ilmi kaydedin ki kaybolmasın buyurulmuştur. Yazmak, her kalem erbabı için vazgeçilmez bir tutku olsa gerek. Çünkü hayattan damıtılan kareler, duygular, yazı sayesinde arşivlenebiliyor. Yazı, duyguların, düşüncelerin fotoğrafıdır. Geçmişin arşivi, geleceğin projeksiyonudur... Aslında her insan, farklı bir dünyanın aktörüdür. Ya da her insanın rol aldığı farklı bir sahnesi vardır. Bir de sahne arkası. Kısaca insanın çevresiyle paylaştığı fiziki dünya ve mahrem tuttuğu iç dünyası vardır. Çin atasözünde şöyle der: insanlar çini vazolara benzerler; dışları süslüdür ama içlerini Allah bilir. Her insanda farklılık gösteren bu iç dünyalardır belki de. Yaratana varan yol, bu iç dünyaların terakkisinde saklıdır. Hedef aynı, yollar ise farklı Aynı hedefe varan farklı farklı yollarda iz süreriz yaşam maratonunda. Tasavvuf erbabı buna seyr ü süluk diyor. Bu nedenledir ki; yaratılmışlar sayısınca, yaratana varan yol vardır, diyebiliriz. İşte, asıl kayda geçirilmesi gereken bu iç özel hatlar değil midir? Yani iç güzelliklerimizi yazıya yansıtmak ve eyleme dökmek. Profesör Ali Akyüz şöyle diyor: Ülkemdeki mü min ile münkirin eylem farkı yok söylem farkı var. Lafla peynir gemisi yürümüyor kısaca. İlk yapacağınız iş, yüreğinizin ayarlarını kontrol etmektir. Eylemlerimizin yürek frekansımıza uyup uymadığıdır. Yoksa Facebook kullanıcıları gibi yapmadığımız ve içselleştirmediğimiz cümleleri paylaşırız. Her insanın önemli gördüğü bir hayatı vardır. Ama kaç kişinin özlemi ve hedefi çakışır, kaç kişi aynı duyarlılıkta insanlığın dertlerine çare arar. Bir seyahatten farksızdır hayatımız. Klasik söylemle bir ağaç gölgesinde gölgelenen yolcularız. Önemli olan insanlık adına yaşamaktır. Geçmiş, yaşanmış bir haldir, gelecek ise insana muhal Bu sebeple insanlık adına konuşmalı, düşüncelerimizi aktarmalı Nasıl mı? Yazarak Yazdıklarımızdan faydalanılmasını umarak. Bizim zekâtımız da bu olur. İnşallah sözlerimiz laf derekesine düşmeden tesirini Rabbimiz halkeder de kelam seviyesine yükseltir. Bu yüzden yazı yazmak elzemdir ve bu işi belli bir seviyede yapmak erdemdir.

ADİL OLMAK En ulvi hasletlerden biri adalet... Adalet duygusu insanların toplum halinde yaşayabilmesinin temel taşı. Ekonomik alanda vurgun, soygun ve yağma, sosyal alanda baskı ve zorbalık, din ve fikir alanında hakikat arayışını öldüren ön yargı ve peşin hükümlerden bizi kurtaran adalet duygusu... Bir toplumun düzenini sağlayan en önemli duygudur bu. Adalet duygusunun yok olduğu an kaosun ve karmaşanın hâkimiyeti başlar. Bunun için adalet mülkün temelidir. Adalet olmayan yerde mülk, ülke olmaz. Dikkat edilirse tarih boyunca yıkılan devletlerin adaletten saptığı görülecektir. Osmanlı nın, Sovyet Rusya nın yıkılışının altında adaletin olmayışı yatar. Bu açıdan baktığımızda zulümde direnen devletlerin yıkılacağını söylemek kehanet değil, tarihi bilenler için yakîn bir bilgidir. Aslında çok kolay adil olmak; küçük hesaplardan uzaklaşmak yeterli, adalet için. Eşitlik değil adalet Zor değil adaleti tesis etmek. Biraz çaba, biraz emek, biraz ciddiyet, biraz dikkat, biraz derinlik, biraz ilim, biraz irfan... Evet, hepsi bu kadar... hepsinden bu kadar! Başımızı dik tutmak için adalet sahibi olmak, adil olmak. Ne hoştur adil olmak ki Allahın sıfatlarından, O nun güzel isimlerinden. Bir şeyi yerli yerine koymak demektir adalet. Adalelin yerine getirilmesi ancak adaletsizliğin ortaya çıkması sunucudur. Adaletsizlik ise toplumu kemiren kurt, kanserli hücre Sağlam bir toplum, umutla bakılan bir gelecek için hava kadar, su kadar adalete muhtacız. Adalet, ihtiyacımız olan güzelliğin adı. Adalet, hasretini duyduğumuz sevgili... Uğrunda ömür tükettiğimiz dilber... Her zaman ihtiyacımız olan kavram. O, hani ucuz adamlar karşısında pes edecekken çoğalan gücümüz. Neredeyse yaşamaktan vazgeçecekken gözlerimize gelen fer, bizi yenileyen kuvve... Tam ölecekken bize can veren nefes-i İsâ... Firavunlarla karşılaştığımızda bizi güçlü kılan bir âsâ-yı Mûsâ... Nemrud a karşı en güçlü silahımız o. Her sıkıntıda daralan ruhumuza efil efil esen bad-ı saba Adelesi güçlü olanlara karşı haklı olanın hamisi. İnsan olduğumuz için yanımızda bulunması gereken duygu. İşte bu haslet devletleri ayakta tutan. Adalet için söylenenlerle yazımızı bitirelim: "Bir toplumda suç varsa, orada adalet yoktur." Eflatun "Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun." Freud Yasaların uygulaması, onların yapılmasından daha zordur." Jefferson "Haksızlık yapıp tüm insanlarla birlikte olmaktansa, adaletli davranıp tek başına kalmak daha iyidir." Gandhi "İnsanlar ancak adaletle doyurulur." Emerson "Adalet devletten önce gelir." Aristo "Bir tek kişiye yapılan bir haksızlık, bütün topluma yapılan bir tehdittir." Montesquieu "Adalet kutup yıldızı gibi yerinde durur ve geri kalan herşey onun etrafında döner." Konfüçyus

"Adaletsizliği işleyen, çekenden daha sefildir." Eflatun "Mal cimride, silah korkaklarda, karar da zayıflarda olursa düzen bozuktur." Hz.Ebubekir "Suçlunun beraat ettiği yerde yargıç hüküm giyer". Anonim "Adalet topaldır, ağır yürür fakat gideceği yere er geç varır." Mirabeau "Adaletin kuvvetli, kuvvetlinin de adil olması gerekir. " Pascal

ŞAHSİYETİN İNŞASI Fertlerin toplumsal roller alabilmesi, toplumun bir parçası olabilmesi, tavır alışlarını ve davranış şekillerini gösterebilmesi, daha doğrusu şahsiyet kazanabilmesi için bir sosyalleşme safhasından geçmesi gerekmekte. Bu sosyalleşme safhasında fert, içinde yaşadığı toplumun ve kültürün içinde kendi inşa sürecini tamamlar. Toplumdan aldığı kültür unsurlarını değerlendirerek, analiz ederek, kabul veya reddederek kendine göre bir form oluşturur, bu form o kişinin şahsiyetidir. Her toplum, kendi insanlarına kendi kültürel şahsiyetini kazandırdığı gibi, her birey de edindiklerini işler, içselleştirir böylece toplumun değişmesine ve gelişmesine hizmet eder. Toplumun bireyi şekillendirdiği kadar, birey de toplumu şekillendirir. Buna karşılıklı etkileşim diyebiliriz. Her insan toplumun bir ferdidir, şahıstır İslam ferde şahsiyet kazandırmak için uğraş verir. Şahsiyeti inşa süreci yoğun bir şuurlaşma ile gerçekleşir Buna bilinç hali diyebiliriz. Şahsiyet dediğimiz şey bir bakıma insanlık onuru. İnsanı birey olarak gören modern zamanlar ya da insanı hiç görmeyen kadim zamanların hilafına İslam insana şahsiyet kazandırdı. Modern zamanlar, duyarsız, değersiz, gayesiz, kimliksiz, kişiliksiz yığınlar yetiştirmekte Hedefsiz kitleler, duyarsız kalabalıklar; yani güruh. Modern zamanlar ise yalnız bireyler Modern hayatın tahakküm organları çoktur. Niteliksiz çoğunluk, televizyon, medya, çevre, popülarizm, marka Bu tahakküm unsurları şahsiyetin oluşmasına engeldir. Bu tahakküm unsurlarına karşı bizi koruyacak olan da İslamî düşünce. Tüketim fetişizmine, emeksiz yeme aymazlığına, kredi kartı çılgınlığına, reklam soytarılığına şahsiyet olmadan nasıl karşı durulabilir. Haz ve hızın tahakkümünden bizi kurtaracak olan duruş bu. İnsanoğlunun bir vadi dolusu altını olsa ikinci bir vadi dolusu daha altın ister. (Buhârî, Rikak, 10; Müslim, Zekat, 116-119) Şahsiyetli insan eksiklerini tamamlayarak kamil insan olma yolunda seyri sülukunu tamamlar. İslam insana şahsiyet kazandırdı. Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir. (Tirmizî, Îmân, 12; Nesâî, Îmân, 8.) İslam ın, insana karşı bakışını bu hadisi şerif özetliyor. Kapitalizm ise insanı tüketen varlık olarak tanımlıyor. Rasulullah(sav) Müslüman insanın inşasını sürdürürken merkeze insanı aldı, insanlara şahsiyet kazandırdı. Bu anlamda şahsiyet inşa edilen bir şeydir. Şahsiyet insana ait temel hak ve hürriyetlerin tamamını oluşturan şey dir. Çünkü şahsiyetsiz insan özgürlüğünden ve haklarından vazgeçer. Hz. Ali Efendimizin şu sözünü hatırlatmak gerekiyor. Haksızlık karşısında susmayınız; zira hakkınızla birlikte şerefinizi de kaybedersiniz. Ancak ne var ki Kur an, zaman zaman insanın açgözlü, şımarık, egoist, zayıf, aciz, zora dayanamayan, aceleci, akıl tutulmasına sahip, nankör, gözü doymaz, zalim, cahil gibi pek çok zaaflarla yüklü bir varlık olduğunu, (Meâric, 19-21; Fecr, 16, 20; Nisa, 28; Nahl, 4; Ahzâb, 72; A'raf, 200; Araf, 179) aktarır bize. İnsanı bu hale sokan genelde çevre olur. Popülarizm önce çevremizi ele geçirir. Ardından mahalle baskısı gelir. Şahsiyetli olmak bu çevreyi kaybetmeyi göze almakla eşdeğerdir. Modernizmin ağına düşen insan, değerlerini terk edebilen ama tüketmeyi terk etmeyen insandır. Kapitalizmin ilahları böyle ister. Elbiseyi, makamı, unvanı vel-hasıl her şeyi hızlı bir şekilde tüketir. Tüketir ki kapitalizmin çarkları dönebilsin. Bu tüketim çılgınlığı içerisinde karşısına çıkan her tarzı benimser. Her tarzı benimserken kendine has bir tarz oluşturamaz. Kısaca kendi şahsiyeti ortada kalmaz. Her şahsiyetin rengine bürünen insanın kendi rengi olmaz. Kısaca bulunduğu ortamın rengini alır. Hint kelebeği gibi olur. Daha yaygın bir tabirle bukalemunlaşır.

İnsanı eşref-i mahlûkat yapan bildiğiyle amil olması, başka bir deyişle edindiği şahsiyete sahip çıkmasıdır. Bilinçli suskunluk taşınamayacak bir zillettir. Dilsiz Şeytan durumuna düşmemek için suskunluğa son vermek gerekir. Toplum çağdaş hoşgörü adına bu durumu içselleştirebilir. Ancak Müslümanın böyle bir bakış açısı olamaz. Hâlbuki adaletsiz bir hayat şahsiyetin parçası olamaz. Vasıfsızlığın tahakküm ettiği ortamda vasıf tamamen rüküş gözükebilir. Şahsiyetsizliğin hüküm sürdüğü toplumlarda birçok bireyin vasıfsızlıktan icazet almak için kuyrukta beklemesi insanlık adına utanç verici. Çağdaş ilahlar şahsiyete değil; müşteriye ihtiyaç duyar. Maalesef popüler kültür bu tür ilahları çoktan üretmiş, hatta seri üretime geçmiştir.

RENGİNİZİ DEĞİŞTİRİN Kısa bir kıssa ile başlayalım hisse almak için. Sürekli bahçeyle meşgul olan sofuya sorarlar kimin kulusun diye. Cevap kısa: boyacının kuluyum. Soruyu soran hayretler içindedir. Sofu hayret eden adama döner ve gülleri göstererek sende böyle boyarsan; senin kulun olurum der. *** Tabiatta tadilat yapılıyor bu günler; Manzara gelip parmağını gözümüze sokuyor Görüntü ve gürültü kirliliği arasında kalan şehirlilerin farkında olmadan geçirdiği bahar gelmiş. Yalnız başına ve apartmanlar arasına sıkışmış, yaşama mücadelesi veren bir badem ağacı, açtığı çiçekleriyle müjdeledi baharı bana bugün. Bir badem çiçeği pembesi gelip yapıştı içimin çeperlerine İçimdeki buhran karanlığı birden bire çiçeğin pembe rengini alıverdi Ve bu gün hayatım bahar rengine boyandı O badem ağacının hatırasına her şey pembe bugün, hayat toz pembe Bana yenilenme duygusu aşıladı badem ağacı. Bir şeyleri değiştirme vakti geldi hayatımda Ertelediklerimi yapma zamanı artık Yeni bir motivasyona büründüm bu gün. Usulca ve hiç kimseye çaktırmadan sadece içimdeki coşkuyu alarak çıktım caddeye İşte gün bu gündür... Gün yeni bir renge boyanma günüdür. Bazı köhne düşüncelerden sıyrıldım bu gün kışlık elbiselerimi kaldırır gibi Duyanlar duymayanlara haber versin Bahar gelmiş! Bir yenilenmenin ortasındayız. Baharın havasını pencerenizden teneffüs ederken yeni ufuklara yelken açmanın hesaplarını yapın. Yeni şeyler keşfetmenin cazibesine kapılın. Yenileyin bu gün kendinizi Yeni bir sayfa açın Yeni bir bahar başlasın hayatınızda Yapılacak işleri yapma zamanıdır bugün. Bir yetimin başını okşayın hadi! Haydi, hatırlatın kendinizi eski bir dostunuza Ziyaretine gidin. Bir yoksulla yemeğinizi paylaşın hadi! Bu gün kötülükleri silip iyiliğe adım atmanın vakti Bu gün tevbe vakti Bu gün yeni bir renge boyanma vakti.

Allah'ın verdiği renge uyun; rengi Allah'ınkinden daha güzel olan kim vardır? "Biz O'na kulluk edenleriz" deyin. (Bakara-138) Hoş geldin bahar hayatıma renk verdin Teşekkür ederim bahar İyi ki kendini fark ettirdin.

TÜRKÜLER NE DİYOR? Tarihte en çok şehidi olan millet Türk milletidir. Cihan hâkimiyeti kurmuş üç büyük imparatorluktan birisi bize ait. Osmanlı; Devleti Aliyeyi Osmaniye. Yaklaşık 624 yıl hüküm sürmüş, bunun 300 yılında cihan hâkimi olmuş. Bu hâkimiyette bedelsiz olmamış elbet. II.Abdulhamit in Filistin den yer isteyen Yahudilere verdiği cevap durumu izah eder. Filistin den yer veririz, ancak aldığımız fiyata Evet, kanla aldık. Bu millet çok kan akıttı, çok şehit verdi. Bunu en iyi türkülerimizde hissederiz. Eledim, eledim höllük eledim, Aynalı beşiğe bebek beledim, Büyüttüm besledim asker eyledim, Gitti de gelmedi canan buna ne çare! Bir güzel simadır aklımı alan, Aşkın sevdasını canan serime salan, Bizi kınamasın ehl-i din olan, Gitti de gelmedi canan buna ne çare! Okuyanlarımız höllüğün ne olduğunu bilmeyebilirler. Kil, alüminyum ve mil maddelerinden oluşan ve bir kaç defa elendiğinde taneli bir durum alan, suyu çok çekme özelliği bulunan ve eskiden beşik bebelerinin altına konulan; bu gün ki hazır bezin yerini tutması için kullanılan bir toprak çeşididir. Höllük hafif ısıtılarak mumlanmış bezlerle çocuğun altına konur. Sarıp sarmalanır. O ısının verdiği rahatlıkla, görebileceği yere yerleştirilen küçük aynadan da kendini seyrederek, mışıl, mışıl uyur. O nedenle höllük ve aynalı beşik çocuk büyütmede önemlidir. Beşikler tavana asılır, böylece bebeğe zarar verecek haşaratın beşiğe ulaşması engellenir. Bu türküde ana büyüttüm besledim asker eyledim, gitti de gelmedi buna ne çare diyerek, binbir zorlukla yetiştirdiği evladının gelmeyişindeki sebebi sormaktadır Cepheye gidenlerin geride bıraktıkları, yüzlerce yıldan beri bu soruyu sormuştur. Ah o yemendir Gülü çimendir Giden gelmiyor Acep nedendir? Burası Huş tur Yolu yokuştur Giden gelmiyor Acep ne iştir? Yavuz Bülent Bakiler; Bu topraklar için çok öldük, birazda yaşayalım, diyor. Onun için kanı durduracak, anaların, balaların ve sevdaların gözlerindeki yaşı dindirecek her adıma, her çabaya gönülden destek veriyorum. Analar ağlamasın Hiç kimse ağlamasın.

EKSİK OLAN Hayatımızda bir şeylerin eksik olduğunu hissediyoruz. Nedir bizi eksik kılan, ümitsizliğe düşüren, hayattan lezzet almamıza mani olan? Hayatımızda eksik olan bir şeyi her şey sanıp, çok şeye sahip olduğumuz halde hiç bir şeyimiz yokmuş gibi davranıyoruz. Bu ruh hali de bizi mutsuz kılıyor. Hayatımızda eksik olan şey nedir? Kimine göre para, kimine göre makam, kimine göre kadın, kimine göre erkek, kimine göre erk, kimine göre iş v.s. uzar gider bu. İnsan, dünyada manevi pusulalar olmadan yürüyemez. Yaşadığımız hayat bu gerçekliği bize adeta isbat ediyor. Evet! Modern insanın hayatında eksik olan manevi pusulalardır. Yani irfan kanadı. İçimizde ve ilişkilerimiz de huzuru yakalamanın formül de budur. Bizim kültür iklimimizde ilim ve irfan tezgahları vardı. Bu tezgahlarda ilim ve irfan elbiseleri dokunurdu. İnsanlar ilim ve irfan elbiyselerini giyerlerdi. Bizim kültür ve medeniyetimiz bu iki alanın bilgileriyle donanımlı insanlar tarafından inşa edilmiştir. Zamanla bu tezgahlar kapandı. Artık dünyevi çağrışımlarla yol bulmaya çalışıyoruz. İrfan kanatlarımız kırıldı. Ruhumuz güdükleştikçe, nefsimiz güçlendi. İçimizdeki çatışmalar bu yüzden. Şeytanın aldatmalarına kanmamız bu yüzden Dücane Cündioğlunun okuduğum bir yazısı ufkumu açtı: Aydınlar değil âlimler... âlimler değil ârifler... gazeteler değil dergiler... dergiler değil kitaplar... Miting alanları yerine konferans salonları... konferans salonları yerine sohbet meclisleri... Evet en fazla yirmi kişiyi geçmeyen sohbet meclisleri... Hatipler, değil talipler... Samimi, susamış, söze hasret talipler... Klişe sözler yerine derinlikli düşünmek isteyenler... Bağırmanın yerine konuşma... Konuşmanın yerine öğretme... Öğretmenin yerine öğrenme tataftarı olanlar. Malumatın yerine ilim... İlmin yerine irfan olsun diyenler... Güncelin yerine kadimi... Cemaat, grup, tayfa yerine ümmeti koyanlar... Kuvvet ve iktidarı değil, bilâkis kuvvet ve iktidara rağmen hakikati taleb edebilenler... İhtiyacını hissettiklerimiz bunlar. Bulmak için aramak gerek. Aramayanların bulması mümkün değil. Kendilerini bulamayanların aradıklarını bulma ihtimalleri yok. Ne demişler: Arayan Mevlasını da bulur, belasını da

KUTLU DOĞUM, HİLAL, GÜL, LALE... Hilal İslamın sembolü. Sembol, bir kavramın simge yoluyla ifade edilmesi. Hilal sembolünü görünce aklımıza İslam gelir. Birçok İslam ülkesinin bayrağında hilal mevcuttur bu yüzden. Lale kelimesindeki harfler Allah kelimesindeki harflerle aynıdır. Tabii Arap harfleriyle yazılınca. Hilal kelimesi de böyledir. Bu sebeple lale Allah ı(cc) simgeler. Ebru çalışmalarında lale motifleri bu yüzden çok fazla kullanılmaktadır. Karanfil motifi boynunun büküklüğünden dolayı halkı, ümmeti simgeler. Gül Hz. Muhammed in (sav) sembolüdür. Gül kelimesi Farsçada çiçek cins ismi olarak kullanılır. Bizde bir çiçeğe özel isim olmuştur. Divan edebiyatında gül denilince akla Peygamber(sav) gelir. Klasik kültürde gül kelimesinin yazılışında yer alan kâf ve lâm harflerine bir kısım sembolik manalar da yüklenmiştir. Bu sembolik anlam ve tevilleri Derviş İbrahim el-eşrefi el-kadirî'nin "Risale-i Gül-âbâd" isimli eserinden öğrenebiliriz. Gül kelimesinin kâf'ı Zümer suresinin 36. ayetine, lâm'ı ise Şura suresinin 19. ayetine işarettir. Zümer suresinin ilgili ayeti "Allah kuluna kâfi değil mi?" anlamına gelmektedir. Şura 19 ise, "Allah, kullarına çok lütufkârdır, dilediğini hesapsız rızıklandırır." Bunun anlamı şudur; kullarına çokça lütufkâr olan Allah, onları, tevhit hakikatlerini öğretmek üzere gönderdiği Hz. Muhammed (sav) ile hesapsız rızıklandırmıştır. Bu bakımdan Allah kuluna kâfi değil midir? Kulunu öyle bir öğretici ile onurlandırıyor ki, kendi isimlerinden rauf (çok şefkatli) ve rahim (pek merhametli) sıfatlarını bu yüce öğreticiye veriyor. Bu konu Kur'ân'da şöyle ele alınmaktadır: ''Andolsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O'na çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir." (Tevbe, 128) Kutlu doğum haftası vesilesiyle bu gün gül üzre söyleşelim istedik. Sana benzer cihân içinde yok gül Benüm teg dahı bir bîçâre bülbül Muhibbi (Kanuni Sultan Süleyman) Cihanda sana benzer bir gül yok Benim gibi bir tek çaresiz de yok, demeğe geliyor. Gül ağlama gül bize Ele diken gül bize Gül olanın yüzünden Gül açılır gül bize

Bahçei âlemi hoşbu ile doldurdu o gül; Gonceî gülfem ile âşıkı soldurdu o gül; Şivei naz ile bülbülleri öldürdü o gül; Güle geldi gülerek gülleri güldürdü o gül; Gül güler miydi güle, gelmese gülzara o gül.. (Visalî Efendi) Yılda bir kerre menâr-i sâhdan dîdâr gül, Gösterir nite ki nûr-i Ahmed-i Muhtâr gül. Necati Beg Gül dalın minaresinden yılda bir kere, Hz. Muhammed in nuru gibi yüz gösterir, demek olur.

ÖLMEDEN ÖNCE ÖLMEK Hayat mekanla sınırlı, zamanla kayıtlı Mekanla sınırlanmış hayatımıza, eşya ile kurduğumuz ilişkiler ağı farklı bir boyut katıyor. Eşyalara önem atfediyoruz. Olmazsa olmazlarımız onlar... Sanki ölmeyecekmiş gibi eşyalar yığıyoruz. Halbuki ölümle hayat aynı şeydir Kuranda. Mülk Suresinin ilk ayetlerinde öyle buyurur yaradan. Hak ehlinin mirasıdır bize, ölmeden önce ölmek. Maddenin tozunu diyemiyeceğim çamurunu gönül aynasının üzerinden silmekle görevlendirildik. Gönül aynalarının sırrı kaybolmuş aslında. Ölmeden önce ölünüz. Hadisi Şerifi hayatın ölümle yok olmadığını, aslında hiçliğe bürünenlerin ölmeden ölümle tanıştıklarını anlatıyor bize. Ölmeden önce ölmenin de dereceleri var. Masivadan (Allahtan gayrısından) yüz çevirmek. Bu duygunun kemal noktası. Ölmeden önce ölmenin altyapısını şöyle hazırlamalı: Şehveti öldür. Hırs ve ihtirasların, alışkanlıkların cenderesinden kurtul. İştahını öldür. Tokluğun, ruhu zincire vurmanın ağlarını parçala. Gösterişi öldür. Gurur veren giyimden kuşamdan, benden, bencillikten uzaklaş. Takva elbisesini giyin. Sadece bedeni değil, kalbi örten giysileriden soyun. İnsanın dertleriyle hemhâl olmak da nefsi öldürmenin diğer bir adı. İnsanların içinde Rabbının rızasını aramak. Halvet der encümen diyor buna mutasavvıflar. Kardeşini kendine tercih et. İnsanı yaşat. İnsanlık hayat bulsun. Makamdan, mevkiden, maddeden ve ünvanlardan soyunup Hak karşısında çıplak kal. Tertemiz bir ruh olarak. Rabbin değer vereceği budur. Nefsinden soyun, ruhunu giyin.... Ölmeden önce ölmek... Çok zor. Büyük insanların yapabileceği bir şey. Mevlananın, Yunusun, Yesevinin

Ruhun çarmıha gerilişi Sadece ben'imiz ve ten'imiz var. Para ve makam... Ahlar, günahlar, ayıplar, kayıplar... Hayat var ama hayatta insan yok. Madde var fakat insanlar insanlığından soyunmuş. Hayatın her sahasından insanlık adına ne varsa sürgün etmişiz. İnsanlıktan mahrumiyet hâl-i pür melâli çölleştiriyor insanı, ufuksuzlaştırıyor, verimsizleştiriyor, ruhsuzlaştırıyor, yersiz yurtsuzlaştırıyor. Hakikati kaybettiğimiz bir yana; farkında değiliz kaybettiğimizin. Necip Fazılın dediği gibi: Güneşi ceketinin astarı içinde kaybetmiş zavallıları oynuyoruz. Bu sebeple hakikati arama gibi bir derdimiz de yok. Bizi sanal bir âlemde yaşatmaya alıştıran medya bize sahte bir gerçeklik sunuyor. Modern çağ, modern ağlarla bizi kendisine bağlamış. İnsanlar, kendi hayatlarını değil, devşirilmiş sanal ve sahte hayatları yaşamanın ardında sürükleniyorlar. Yalnızca hızın, hazın ve nefsanî arzuların hükümfermâ olduğu bir hayatımsı cendere. Hayatımtırak. Medyanın küresel ilahları tarafından ayartılmış köleler olarak sefih bir hayat sürüyor insan. Anlamın anlamını yitirdiği, değerlerin değersizleştiği, sözün lafa, kelamın söze indirgendiği süfli bir ortama adapte edilmiş. Şehevi ve nefsani arzuların kutsandığı, komşusundan daha doğrusu insanlıktan bi haber yaşamanın benimsendiği pagan bir hayat. Milyonlarca insan ve milyonlarca amaç ve hiç birisinin ruha dokunan tarafı yok. Ahseni takvimden, esfeli safiline bir düşüş. İnsan bu derekeye düştüğünü göremeden derece derece yükseldiğini zannediyor. Sanalitenin gözleri kör eden büyüsüne kapılıp gidiyor. Yalnızlığa itilmiş, sürgüne verilmiş bedenin dili. Karanlıklar içinde panik dolu, çaresiz ve savunmasız. Damarlarında hazzın acısı, bütün iliklerine kadar işliyor hız tutkusu. Tapınaklar inşa ediyor, içindeki fıtratın sesini susturmak için. Çağın insana sunduğu hediyeler ise alevlerle sarıp sarmalanmış. Erdemin tüm intikamını insanın ruhundan alıyor, çarmıha geriyor... Tanıdık yüzlerden, kimliksiz sokaklardan, kaçıyor insan. Bu yüzden başka başka kentlere gidiyor. Ve gittiği bütün kentlerin yabancısı... İnsanın ruhuna ait bir yurdu olmalı değil mi? Çünkü sunulan, ezberletilen, insanoğluna yetmiyor. İstediğimiz, bu "yaşamak" değil. bizi büyüleyen, bizi sürükleyen, içimizdeki düşlere dokunan "yaşamak"lar istiyor insan... Ruhumuzu izlediğimiz, kendimiz olduğumuz. Bir rüyadamıyız, bağırıyoruz sesimiz çıkmıyor, bağırıyoruz kimse duymuyor. Herkes susmuş, herkes sağır. Vurgun yedik, sürgün olduk. Materyalizmin zemheri ayazlarında bütün duygularımız dondu. İnsanlığın sessiz ölümü bu. Damarlarında eroini gezdiriyor unutmak için. İnsanlığını unutmak için. İnsanlık bileklerini kesip kanatıyor. O yüzdendir kenara itilmişliğinin acısını yalnızca ruhuna yaşatmışlığı Şeytan insanı allah ın yolundan saptırmak için and içmiştir. Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım." (Araf Suresi, 16)

YALNIZLIKLAR ARASINDA Gönül gözlerimizi kör eden ekranların karmaşasında bir hayat yaşıyoruz. Hayatımızın yönünü belirleyen bir çizgimiz var mı? Fikir dünyamızın koordinatları belli mi? Sabit bir kaynaktan, kopmaz bir ipten besleniyor mu düşüncelerimiz? Belli değil. Dalgaya tutulmuş tekneler gibi her dalgada sağa-sola, ileri-geri yalpalıyoruz. Olaylar karşısında duruşumuz var mı? Çizgimizi sağlam tutabiliyor muyuz? Değişik fikir akımlarıyla karşılaştığımızda tutunduğumuz dal hangisidir? Belli değil. Değişim rüzgârı, küreselleşme ve bu günlerde tutulduğumuz bilgi kirliliği karşısında tavrımız nedir? Değişik kanallardan gelen bilgiler bizi kasıp kavuruyor. Akıntıda sürükleniyoruz. Çünkü sabit bir yerimiz yok. Yerimizi sabitleyecek donanımdan yoksunuz. Fikir tembelliğine tutulmuşuz dersek abartı sayılmaz. Bütün tartışmalarda sadece taraf oluyoruz ve kendimize ait fikrimizi ortaya koyamıyoruz. Fikirsiz metalar haline geldik. Fikir üretmek şöyle dursun düşünenleri Karadeniz de gemiler mi battı, diye kınıyoruz. Günümüz iktisadi çarklarını döndüren rüzgâr nefsimizi ayartmış. Bizi tüketici bir varlık olarak kodlama konusunda oldukça başarılı. Sadece tüketiyoruz. Bütün dünyayı sarmış olan tüketim çılgınlığının, kültürleri standart hale getiren popüler kültürün istilası altında kaldığımızın farkında olabilmeliyiz. Nerede o eski günler diye başlayan her cümle bir vurgunla noktalanıyor. Bir hicran, bir melal... Bir yitik ülkedir hayatımız. Hatta bizim olmayan bir hayatı yaşıyoruz. Başkaları adına, başkaları için. Bir zemheri sarıyor her tarafımızı. Beklenmedik mevsimlerin kasırgalarında savruluyoruz. Beklediğimiz cemreler yanaşmıyor iklimlerimize. Havaya, suya, toprağa düşse de gönlümüze düşmüyor cemre. Bir firak zamanıdır gönül ülkesi. Bir hazan mevsimi Sonrası mı? Koyu bir sessizlik. Kopkoyu bir karanlık Sükûtu hayal... Şimdi umut çoban yıldızı kadar yalnız yüreğimizde Gönlün otağ kurduğu obanın adı inziva. Artık keşişlere has bir yalnızlıktır bizimkisi. Bir heykel kadar yalnızlık, bir dağ kadar yalnızlık. Artık cemrelerden bihaber bir hayat yaşıyoruz. Kırlangıç fırtınası, leyleklerin gelme zamanı, bülbüllerin ötme zamanı kovulup gitmiş gündemimizden. Bir yalnızlığın, kalabalık bir yalnızlığın öznesiyiz. O kadar yalnızlık biriktiriyoruz ki yalnızlıkların arasında kayboluyoruz.

ÖLÜM SIRAYLA GELMİYOR Peygamber Efendimiz dünya hayatını, bir insanın yolculuk sırasında bir ağacın gölgesi altında kısaca soluklanması olarak tasvir eder. Yani o kadar kısa. Bununla birlikte, insanoğlunun ölümü gerçekte hiç hatırlamadan dünyaya meyl etmesi de ilginç bir çelişki oluşturmakta. Ölüm sıra ile gelmiyor Kundaktaki bebek ne kadar yakınsa ölüme, yoğun bakımdaki yaşlı hasta da o kadar yakın. Değiştirilemeyecek olan tek gerçek, ecel denilen son nefesin ne bir saniye öne, ne de bir saniye öteye alınamadığıdır. Göz açıp kapayana dek (tarfete ayn) geliyor ölüm Nitekim 'Otuz Beş Yaş' şiirinde Cahit Sıtkı Tarancı şöyle der: N'eylersin ölüm herkesin başında, Uyudun uyanamadın olacak Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında, Bir namazlık saltanatın olacak, Taht misali o musalla taşında? Ölüm gerçeği her gün verilen salalarla hatırlatılıyor. Dünya hırsı ile koşuştururken kulaklarımız bu sese kapalı. 950 sene yaşadığı Kuranda ifade edilen Nuh (as) ashabı ile sohbet ederken, gelecekte insanoğlunun en fazla 70-80 yıl yaşayacağını söyler... Ashabı merakla, Onlar o kadar kısa süre için barınmak amacıyla kendilerine ev yapacaklar mı diye sorarlar... Yani, değmez diye düşünürler... Ancak Rasulullah şöyle buyuruyor: İnsanoğlunun iki vadi (dolusu) malı olsa, bunlara (ek olarak) bir üçüncüsünü ister. İnsanoğlunun içini ancak toprak doldurabilecektir. ALLAH ise tevbe edenin tevbesini kabul eder!" Ayet ise şu gerçeği hatırlatıyor bize: De ki: 'Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan, Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevgili ise, Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fasık kimseleri doğru yola eriştirmez. Tevbe 24 Ölümden ders çıkarmak zor olmasa gerek.

OKUNMAYACAK KİTAPLAR LİSTESİ Kitap okuma oranı düşse de belli bir kesim için kitap tutkusu hala devam ediyor. Belki kitap okumada kemiyet azalmış olsa bile, keyfiyetin arttığı inkâr edilemez. Çünkü birçok bilinçli kitap okuyucusu, okuduklarını yazıyla kalıcılaştırdı ve geleceğe yeni pencereler açtı. Ancak; kitabın hayatımızdan yavaş yavaş çekilmeye başladığını da itiraf etmek gerekir. Çünkü istatistikler de gösteriyor ki, kitap okuma oranımız çok düşük. Kitapkahvehane sayısı yan yana geldiğinde hal-i pür melalimiz kendiliğinden ortay çıkıyor zaten. Ülkemizde her doksan beş kişiye bir kahvehane, her altmışbeşbin kişiye bir kütüphane düşüyor. Gençliğin büyük bir kesiminin ilgi odağı, eğlence, internet, chat...v.s. Bu nedenledir ki, yaşadığımız toplumda yapılan tartışmalar ve oluşturulan gündemler de verimli olmuyor. Okumadaki verimlilik, hiçbir zaman okunan kitap sayfasıyla orantılı değildir. Yani çok kitap okumak, her zaman için faydalı olmayabilir. Bu anlamda Alman düşünür Schopenhauer in düşüncelerine katılmamak elde değil:...okurken bir başka kimse bizim için düşünür: Biz sadece onun zihin sürecini takip etmekle yetiniriz... Ama toplum olarak, kitap okuma konusunda öyle bir noktaya gelindi ki; kitap okuma yöntemini tartışmak bile lüks oldu. Çünkü; yeter ki kitap okunsun, mahiyeti önemli değil, deyivermeye başladık. Geçmişten tecrübeyle daha verimli okumalar yapabileceğimizi düşündüm. En başta kendimizi yeni bir okumaya tabi tutarak kitabın hayatımızın ortasında yer almasını sağlamalıyız. Bütün kitaplar bir kitabı daha iyi anlamak için okunmalı, hayat kitabını, Allahın kitabını. Yoksa okumak için okumak, boşa uğraştır, zaman harcamadır. Zaman bize verilmiş en kıymetli hazinedir, boşa harcamayalım. Son zamanlarda okumak üzerine söz söyleyenler okumamızı öneriyor fakat neyi okumamız gerektiğini söylemiyor. Öğrencilerimizin yaz tatiline hazırlandığı şu günlerde yazın yapacağımız okuma denemeleri için öneriler sunacağım. Binlerce, milyonlarca eser var. Ben bu kadar eser arasından hangilerini okuyacağımıza dair bir liste vermeyeceğim; fakat hangi tür kitapları okumamamız gerekir onu söyleyeceğim. Kişisel gelişim kitaplarından uzak durun. Çünkü bu kitaplar insanı bencilliğe sürükleyen, içi boş kitaplardır. Tamamen piyasa yapmaya yöneliktir. Tarihi romanlardan uzak durun. Tarih romanlardan öğrenilmez. Boşa zaman harcamış olursunuz. Üzerinde şu kadar baskı yaptı, şu kadar sattı yazan kitapların tarafına asla bakmayın. Sizi bir kandırmacanın içine çekecektir, uyanık olun. Sayfa sayısı kabarık set halindeki romanlardan uzak durun. Keçiboynuzu tüketmeye benzer bunları okumak. Falan kitabın yazarından diyerek başka bir kitabı referans gösteren kitaplara boşuna para vermeyin. Üzerinde beğenmezsen iade garantisi gibi ifadeler yazan kitaplar asla beğenilesi kitaplar değildir, paranızı israf etmeyin. Yaşı kırkı geçmemiş ve onlarca eser veren bütün eserleri ibaresini taşıyan yazarların kitaplarına gülüp geçin. İsminde hızlı, hızlandırılmış, teknik, yöntem, beş saatte, on günde kelimeleri olan kitaplar çakmadır, iltifat etmeyin. Meşhurları anlatmaya kalkan romanları almayın, okumayın; onun yerine o kişinin kendi eserini okuyun. Mesela Mevlanayı anlatan roman okumak yerine Mesnevi sini, Divan-ı Kebiri ni, Fih-i Mafih ini okuyun. Mütercimi, yayın evi belli olmayan kitaplar çakmadır, asla elinize almayın.

Popülerleşmiş ve iki ayda bir kitap çıkaran yazarların eserlerinden uzak durun. Artık o kitaplar para kazanma aracıdır. Alet olmayın. Akademik kitaplar herkes için yazılan kitaplar değildir, alıcısı ve okuyucusu farklıdır. Özellikle akademik kaygılarla yazılanlardan uzak durun. Okumak erdem değil okuduğunu anlamak erdemdir. Anlamadan okumaya, anlamsız şeyleri okumaya zaman harcayarak hayatınızı heba etmiş olursunuz. Son olarak Peygamberimizin (sav) bir hadisi şerifini aktaralım: Faydasız ilimden Allah a sığınırım.

HAZRETİ İNSAN İnsan, Allah ın en nadide, en değerli eseridir. Bir eseri önemsemeyen o eserin sanatkârını da önemsemez. Dücane Cündioğlu Hazreti İnsan tamlamasını kullanıyor. Kullandığım başlık ona ait. Her insan doğuşta melek gibi tertemiz yaratılmıştır. İnsan, eşref-i mahlûkat yani yaratılmışların en şereflisi. Bu yüzden ihtirama layık, hürmete layık Ne devlet, ne kamu, ne bir kurum, ne mescid, ne de dünya ve içindekiler, hiçbir şey insandan daha değerli değil. Bütün bunlar araç yani aracı insan ise amaç tır. İnsanın iki cihanda da mutlu edilmesidir gaye. Bütün alemin yaratılış sebebi ise insan. Yüce Allah'ın kâinattaki en büyük sanat eseri, "İnsan"dır. Yüce Yaratan'a saygı duymanın yolu "O"nun en büyük, en değerli eseri, en büyük sanat harikası olan "İnsan"a değer vermek, saygı duymak ve onu korumaktan geçer. Hiçbir sanatçı eserlerinin hırpalanmasını, tahrip edilmesini ve kirletilmesini istemez. Bir şekilde olumsuzluklara bulaşmış insanları o olumsuzluklardan kurtarmak bu yüzden Allah katında değerli. Zira Allah ın en değerli sanat eseri insan. Aksakallı bir koca Hiç bilmez ki hâl nice Emek vermesin hacca Bir gönül yıkar ise Gönül Çalab'ın tahtı Çalap gönüle baktı İki cihan bedbahtı Kim gönül yıkar ise Diyor Yunus Emre. Bu yüzden gönül yıkmak Kabe yi yıkmaktan daha şedid görülmüştür. Topraktan yaratılmış olan bedenimiz, aşk sâyesinde göklere yükseldi, ulvîlik kazandı. (c.1, 25) diyor Mevlana. İnsanın bedeni, turâbîdir; yani toprağa mensuptur. Bu vasfı itibariyle diğer mahlukattan farkı yoktur. Bütün canlılar gibi o da topraktan yaratılmıştır; toprağın bitirdiği gıdalarla beslenir ve sonuç olarak yine toprağa dönüp orada fena bulur. Ayet-i Kerimede, Ona ruhumdan (kudretimden) üflediğim zaman (el-hicr, 29; es-sâd, 72) buyrulmaktadır Cenâb-ı Hak, kendisine doğru yücelebilmesi için kuluna birtakım kabiliyetler lütfetmiştir. Nefsi, beşerî zaafları bertaraf ederek kemâl yoluna girenler, ilâhî vuslata doğru mesafeler katetmeye başlar. İşte Dücane Cündioğlunun Hazreti İnsan diye isimlendirdiği insan budur. Yani, İnsanı kamil. Hazret-i Mevlânâ: Teni aşırı besleyip geliştirmeye bakma! Çünkü o, sonunda toprağa verilecek bir kurbandır. Sen, asıl gönlünü beslemeye bak! Yücelere gidecek ve şereflenecek olan odur. Bedenine yağlı ballı şeyleri az ver. Çünkü onu gereğinden fazla besleyen, nefsânî arzulara düşüyor ve sonunda rezîl olup gidiyor.

Rûha mânevî gıdâlar ver. Olgun düşünüş, ince anlayış ve rûhî gıdâlar sun da, gideceği yere sonsuzluk seyyahı olarak güçlü, kuvvetli gitsin. diyor. Bilesiniz ki, Allâh ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar ki, Allâh a îmân etmişlerdir ve hep takvâ ile (de) korunur dururlar. Onlara dünya hayatında da, âhiret hayatında da müjdeler vardır. Allâh ın sözlerinde değişiklik yoktur. İşte bu, en büyük kurtuluştur. (Yûnus, 62-64) (Hâkim, Müstedrek, IV, 170) Hazreti İnsana karşı çok nazik, çok müşfik, çok hürmetkar davranmak gerekiyor. Çünkü insana hürmet sahibine hürmet etmektir.