BEŞİR AYVAZOĞLU NUN NURİ ARLASEZ LE YAPTIĞI RÖPORTAJ BUGÜN BAHA BİÇİLEMEYECEK KİTAPLAR, O ZAMAN KALDIRIMLARDA SÜRÜNÜYORDU!



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)


I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

iki sayfa bakayım neler var diye. Üstelik pembe kapaklı olanıydı. Basından izlemiştim, pembe kapaklı bayanlar için, gri kapaklı olan erkekler içindi.

ΕΘΝΙΚΟ & ΚΑΠΟΔΙΣΤΡΙΑΚΟ ΠΑΝΕΠΙΣΤΗΜΙΟ ΑΘΗΝΩΝ ΤΜΗΜΑ ΤΟΥΡΚΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ ΚΑΙ ΣΥΓΧΡΟΝΩΝ ΑΣΙΑΤΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ Μάθηµα : ΤΟΥΡΚΙΚΗ ΓΛΩΣΣΑ II ΔΕΞΙΟΤΗΤΕΣ ΣΤΟΝ

ISBN :

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

10SORUDA AİLE SİGORTASI

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

Gülmekten Öldüren Fıkralar - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

Başbakan Yıldırım, Piri Reis Ortaokulu nda karne dağıtım törenine katıldı

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

tellidetay.wordpress.com

Başarı Hikayelerinde Söke Ekspress Gazetesi ve Cumhuriyet Ofset Matbaasının sahibi, 1980 yılından bu yana üyemiz olan Yılmaz KALAYCI ya yer verdik.

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

GAZİOSMANPAŞA ÜNİVERSİTESİ PDR ÖĞRENCİSİ AHMET İSA SOYLAMIŞ RECEP YAZICIOĞLU BENİM İÇİN ÖRNEK ŞAHSİYETTİR

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA


20 Derste Eski Türkçe

Einstufungstest / Seviye tespit sınavı

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı

Recep in İlk Üç Orucunun Fazileti

Öğrencilerin çektiği fotokopiye yasal formül şart!

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

Parlar saçların güneşin rengini bana taşıyarak diye yazıvermişim birden.

50 MİMARİ I TAHİR AĞA TEKKESİ TAHİR AĞA TEKKESİ. Yazı ve Fotoğraf: İsmail Büyükseçgin /

Halk arasında "Ufak atta civcivler yesin" diye bir deyim var. İşte bu söz aşağıdaki röportaja cuk oturmuş.

SÖZCÜKTE ANLAM. Gerçek Anlam Yan Anlam Mecaz Anlam Terim Anlam Sözcükler Arasý Anlam Ýliþkileri Anlam Olaylarý Söz Öbeklerinde Anlam

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli?

Doğru bildiğini her yerde haykıran, kimseye eğilip bükülmeyen birisiydi Neyzen Tevfik..

Menümüzü incelediniz mi?

Bu kısa Z Nesli tanımından sonra gelelim Torunum Ezgi nin okul macerasına.

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

Bu konuda daha kim bilir ne yöntemler bulunacak? Tüm Kişisel Gelişim Uzmanı Meslektaşlarımı ve dostlarımı WC-TERAPİ çalışmalarına bekliyorum!

Bunu herkes yapıyor! -Gerçekten herkes mi? Nasıl korunmam gerektiğini biliyorum! -Kalbini, gönlünü nasıl koruyacaksın?

ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΙΓΡΤΜΑ ΓΙΑΥΔΙΡΙΗ ΑΠΟΓΔΤΜΑΣΙΝΩΝ ΚΑΙ ΒΡΑΓΙΝΩΝ ΔΠΙΜΟΡΦΩΣΙΚΩΝ ΠΡΟΓΡΑΜΜΑΣΩΝ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

tellidetay.wordpress.com

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması DAĞINIK ÇOCUK

2. Sınıf Cümle Oluşturma Cümle Bilgisi

Türkiye de üniversiteye giremeyen öğrenciler Fas ta üç dil öğreniyor

Şimdi olayı şöyle düşünün. Temel ile Dursun iddiaya giriyor. Temel diyor ki

Kemal Akyer: 18 Ocak 2011 Çarşamba

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Beykoz Yerel Basını: Yılın Öğretmen Çifti, Adife& Bayram YILDIZ - Özgün Haber

Çok Mikroskobik Bir Hikâye

Otizmli Eymen 10 Okuldan Geri Çevrildi

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

.com. Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 6 (ΔΞΙ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

MERAKLI KİTAPLAR. Alfabe

Küçüklerin Büyük Soruları-4

Sevgili dostlar. 53 yıldan sonra avukatlığı bırakmak zorunda kaldım. Sizlere son bir anımı sunuyorum. Sevgiler, saygılar.

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

NECİP FAZIL KISAKÜREK

Sevgili dostum, Can dostum,

Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin?

Kahraman Kit Misafirlikte

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Mayıs 2010 DİKKAT

6 Çocukla Ahır'da Yaşam Mücadelesi

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Risale-i Nuru Samsat-ta Lise öğrencisi iken Teyzem oğlu vasıtasıyla tanıdım.

Selman DEVECİOĞLU. Gönül Gözü

HEM DÜŞÜNECEĞİZ, HEM ÖĞRENECEĞİZ HEM DE SÜRPRİZ HEDİYELER KAZANMA ŞANSINA SAHİP OLACAĞIZ.

AHIRIN İÇİNDEKİ SARAY 300 Ispartalı filmini hatırladınız mı?

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

Herkes bir arayış içinde

Öykü ile ilgili bitişik eğik yazı ile 5N1K soruları üretip çözünüz. nasıl : ne zaman:

Orhan benim için şarkı yazardı

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

Efendim, öğrendiklerimin ikincisi; çok kimseyi, nefsin şehvetleri peşinde koşuyor gördüm. Şu âyet-i kerimenin mealini düşündüm:

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Bu kitabın sahibi:...

Yaptığım şey çok acayip bir sır da değildi aslında. Çok basit ama çoğu kişinin ihmal ettiği bir şeyi yaptım: Kitap okudum.

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

İnsanların Üzüntüsünün Başlangıcı

Ali VAROL'un Blog Sitesi

Transkript:

BEŞİR AYVAZOĞLU NUN NURİ ARLASEZ LE YAPTIĞI RÖPORTAJ BUGÜN BAHA BİÇİLEMEYECEK KİTAPLAR, O ZAMAN KALDIRIMLARDA SÜRÜNÜYORDU! Efendim, kamuoyu sizi hemen hiç tanımıyor. Ama tanıyanlar, ne kadar farklı bir insan olduğunuzu, bu ülkenin kültürüne ne büyük hizmetlerde bulunduğunu biliyorlar. Biz daha geniş bir kitle, hiç değilse bir kültür ve edebiyat dergisini okuyan kitle tarafından da tanınmanızı istiyoruz. Bize kendinizden biraz söz eder misiniz? Hayhay, evladım. Adım Nuri, soyadım Arlasez. 1910 yılında doğmuşum, İstanbul un Osmanbey semtinde. Babam Hüsnü Selim Bey, devrin en meşhur ceza avukatıydı. Galatasaray da okudum. Tabii, babam benim de hukukçu olmamı istiyordu. Anne ve baba tarafım hep avukat. Benimse değil avukat olmaya, okumaya bile niyetim yok. Tek istediğim, istediklerimi yapabilmek için bol vakit, sadece bol vakit. Babam gibi avukat olsam, şöhret, yazıhane, hepsi hazır... Para kazanmak kolay. Ama ben para değil, hürriyet istiyorum. Zannedilenin aksine, hürriyetin en büyük düşmanı paradır, sizi, kendi şartlarını benimseterek esirleştirir. İstediğim gibi kendi içime dönüp düşünemedikten sonra, parayı ve şöhreti ne yapayım? Asgarî maddî imkân, fakat azami vakit! Bütün istediğim bu! Evliliğe de bunun için yanaşmadım, yanlış anlamayın, evlilik müessesine asla karşı değilim, benim hayat tarzım evliliğe hiç uygun değildi. Hangi kadın asgari maddi imkânla geçinmeye razı olabilir? Hadi kafama uygun bir hanım buldum diyelim, ailesi Bizim damat mı? Geçin onu canım, boş gezenin boş kalfası! deyip bizi devamlı huzursuz etmez mi? Hülasa, evladım, hürriyetimi sonuna kadar muhafaza etmek kararındaydım. Peki, bunu başarabildiniz mi? Babanız bu kararınızı nasıl karşıladı? Önce babamın ısrarıyla Hukuk Fakültesi ne yazıldım, fakat fazla dayanamayıp ayrıldım. Ne yapacaksın? dediler, O benim işim! dedim. Ve evde, asgarî parayla sessiz bir hayat yaşamaya başladım. Aslına bakarsan evladım, tesadüf diye bir şey yok! Bir gün bahçede oturmuş, bir arkadaşımın gelmesini bekliyordum. Derken sokaktan geçmekte olan bir satıcının sesini duydum, şezlong satıyordu. Laf olsun diye çağırdım, Kaça? dedim, bir fiyat söyledi. O kadar param yoktu, Bir pantolonum var, istersen bak, onu al! dedim. Baktı, Ver pantolonu, al şezlongu! dedi. Aldım, kurdum ve uzanıp gökyüzündeki bulutlara bakmaya başladım. Arkadaşım da gelmemişti. On ikiye doğru garip bir hal başladı içimde. Bu bir huzur başlangıcıydı. Benim adeta büyülenmişçesine saatlerce gökyüzüne bakmamdan endişelenen valide telaş içinde geldi, Hasta mısın? diye sordu. Yok! dedim. Ve gece! Yıldızlar görünmeye başladı. Çok garip bir haldi, içimde inanılmaz bir rahatlık hissediyordum. Hayatımda ilk defa o gün kendime ait meseleleri berrak bir biçimde görmeye başladım. Eskiden körüklü fotoğraf makineleri vardı, metrajını yapınca buzlu camında 1

görüntü berrak bir biçimde belirirdi, işte öyle. O zaman farkında değildim; bunun bir çeşit yoga, bir çeşit meditasyon, yani murakabe olduğunu çok sonraları Hint felsefesiyle uğraşmaya başlayınca anlayacaktım. Benim asıl doğum günüm, o gündür evladım. O günden sonra tanıdığım bütün lüzumsuz insanlardan ve okuduğum bütün lüzumsuz kitaplardan uzaklaştım. Hint felsefesine, uzak şark geleneklerine mukayeseli dinler tarihine yöneldim. Ne yapacağımı artık biliyordum. Romain Rolland ın kitabını okuyunca Hint felsefesini nasıl keşfettiniz? Kaynaklara, o günün şartlarında nasıl ulaşabildiniz efendim? Anlatayım. Bir arkadaşımın kız kardeşi kendisi için kitap almamı istemişti. On beş on altı yaşlarındayken İstanbul un bütün kitapçılarını bilirdim. Mutlaka edinmek istediğim bir kitap olursa, eğer alacak param yoksa -ki genellikle olmazdı- o kitabı, başkalarının göremeyeceği bir şekilde, raflardaki kitapların arkasına saklar ve sonunda mutlaka para bulup o kitaba sahip olurdum. O gün arkadaşımın kız kardeşine kitap seçmek için Haşet e gittiğimde de böyle bir kitap gözüme ilişti. Hindistan da, son devrin en mühim manevi adamlarından biri olan Ramakrishna ve onun yetiştirdiği Swami Vive Kananda hakkında Romain Rolland ın bir kitabı, Fransızca bir kitap... Bende kıymetli insanları ve kıymetli kitapları hemen sezme hassası vardır. Zaten soyadımdaki sez sezmek fiilinden gelir. Ar ise bildiğiniz gibi sanat mânâsına gelir, uydurmacılık devirlerinde öztürkçe diye yutturulmak istenmişti. Her ne ise, bu Arlasez soyadı, Sanat yoluyla sez gibi bir mânâya gelir ve dayızadem tarafından bizim için soyadı olarak seçilmiştir. Ne diyordum, Romain Rolland ın kitabı birden çarptı beni. Harikulade bir Fransızcayla yazılmış, Hint felsefesinin en mühim metinlerinin kusursuz tercümelerinin yer aldığı müthiş bir kitap. Çölde, bir vahaya ulaşan susamış adam gibi. Bu kitap bana büyük ufuklar açtı, onun yol göstericiliği ile yeni kaynaklara ulaştım. Hint felsefesiyle ilgili bütün önemli kitaplara sahip olmak için didinmeye başladım. Bazan bir kitaba sahip olmak için üç dört sene uğraşıyordum. Tek başıma bir çölde gibiydim, ama Allah göndermeye başladı. Bir şeyi çok istiyorsan ve samimi isen, Allah mutlaka verir. Böylece Hint felsefesine dair nadide kitaplardan meydana gelen bir kütüphanem oldu. Bu kitaplardan bilginin özünü alıyordum, teferruat arasında boğulup kalmaktan kurtulmuştum. Sene 1965. Bir kültür anlaşması dolayısıyla Bombay Üniversitesi nden bir profesör geldi. Bizden de oraya birinin gitmesi gerekiyormuş Lakin kimseyi göndermedikleri gibi, adamı da küçümsemişler. Güya kendileri Batılı, o adam Hintli. Hâlbuki muazzam bir adam. Kendisiyle tanışıp dost olduk. Bana dert yandı. Bir ara Hindistan a gidip gitmediğimi sordu. Hayır deyince, Gelmeseniz de olur, dedi, siz özünü almışsınız! Sahi bu kitaplar elinize nasıl geçti? Hepsi birinci sınıf! 2

Daha sonra da gitmediniz mi? Gitmedim, hiç gitmedim. Ama o bana geldi. Hindistan da senelerce kalıp da hiçbir şey almayanlar var. Hint felsefesinden kendimi tanımayı ve kendi kendimi aydınlatmayı öğrendim. Bir Hint duası vardır ki, düsturum olmuştur: İçimin ışığı sönmüş olduğu bir demde, elime başkalarını aydınlatmak için meş ale verme Yarabbi! Toprağın tuzu Burada merak ettiğim bir husus var efendim, Osmanlı kültürüne ve sanatlarına aşk ölçüsünde bağlı olduğunuzu biliyoruz. Neden Osmanlı kültürü ve geleneğinin temelindeki tasavvufa değil de, Hint felsefesine yöneldiniz? Yunan felsefesinin kaynağı Hint felsefesidir, Batı felsefesinin kaynağı da. Felsefenin asıl kaynağına yönelerek bilginin özünü aldım. Yeri gelmişken size bir hadise daha anlatayım. Yıl 1962. Şişli de elli yıl oturduğum, babadan kalma, on dört odalı ahşap bir evim vardı. Bir kış günü Hint felsefesiyle ilgili kitapları masama yaymış çalışıyordum. Kapı çalındı, açtım, Fethi Bey in oğlu Osman Okyar, yanında da bir İngiliz. Adını söyledi ama, o anda anlayamadım. Görünüş olarak tam bir İngiliz beyefendisi. Çalıştığım odaya buyur ettim, çünkü başka tarafı ısıtamıyorum. İngiliz beyefendisi masanın üzerindeki kitapları görünce müthiş ilgilendi, oturdu ve incelemeye başladı. İlk defa geldiği bir evde, arkadaşını da, evin sahibini de unutmuş, harıl harıl not alıyordu. Giderken mahcup bir edayla Biz Osman Bey le Bursa ya gidiyoruz, siz de gelir misiniz? dedi. Gelmem mi? Memnuniyetle! dedim. İnanır mısınız, ancak yolda kim olduğunu anlayabildim, Arnold Toynbee, o büyük zekâ... Bir hafta beraber gezdik, hakikaten rüya gibi bir haftaydı. Ayrılırken yüzü kızararak Sizinle dost olalım! dedi, olduk ve yıllarca mektuplaştık. Şu anda bu mektupların kırk elli kadarı IRCICA dadır, inşaallah Ekmeleddin Bey neşredecek. Daha fazlaydı, ama maalesef bir yangında yandı. Toynbee ile dostluğunuz ne kadar sürdü? Onun ölümüne kadar devam etti. Türkiye ye her gelişinde buluşur, uzun uzun gezer ve konuşurduk. Onunla dolaşmanın iki zorluğu vardı: Her zaman hiçbir şey bilmeyen bir insan havasındaydı, haddinizi bilecektiniz. Ve sizi seviyorsa, hiçbir teklifinize hayır demezdi. Onu müşkil durumda bırakmamak için çok dikkatli olacaktınız. Birlikte bir gün güneyde, Antalya ya 70-80 kilometre mesafedeki bir köye gittik. Bir kahve gördük, girdik. Nur yüzlü bir ihtiyar. İçimden geldi, çok samimi olarak gidip elini öptüm. Babacığım, dedim, çok açız, çaresine bakabilir misin? İhtiyar, Oğul, dedi, yeter ki sen fukaranın olanına katlan! Nemiz varsa senindir. Yalnız Rabbim yoktan var eder. Onu bizden bekleme!. Tercüme ettim, Toynbee şaşırdı, Hakiki bir filozof, hikmet âşıkı bir adam! dedi. İhtiyar çok güzel yiyecekler getirdi. Bütün ısrarlarımıza rağmen para kabul etmedi. Taa nerelerden bu kuş uçmaz, kervan geçmez yere geldiniz, gönlümüze ferahlık verdiniz. Bir de para mı vereceksiniz? Ne parası? dedi. Ama ben ısrar ettim. Bunun 3

üzerine, Bak oğul, dedi, misafirimizsin. Daha fazla ısrar edersen paranı kabul etmek zorunda kalacağız. Neş emizi bu kahpe para için kaçırmaya değerse ver! Artık ısrar edemezdim. Toynbee ye söylediklerini aynen tercüme ettim. Büyük İngiliz in gözleri yaşardı ve şunları söyledi: Lütfen söyleyeceklerimi aynen tercüme ediniz. Bize insanlık sahasında kelimenin en kuvvetli mânâsıyla ebedi ölçüde bir insanlık dersi verdi. Bu borcu hiçbir zaman eda edemeyeceğiz. Dünyaları ayakta tutan, her memlekette gizli kalmış bu gibi kahramanlardır. Bunların yüzü suyu hürmetine memleketler ayakta kalır. Bunlara İncil de Toprağın tuzu denilmiştir. Biz sanayileşirken büyük hatalar yaptık. Maddi servet pahasına bütün bu değerleri kaybettik. Siz de aynı tehlikeyle karşı karşıyasınız, bizden ders alın. Hayatta sizi her zaman minnet ve şükranla hatırlayacağız. O ihtiyar gibi ne gizli kahramanlar tanıdım evladım. Onlar, altı yüz yıllık irfanın anahtarını ellerinde tutan, meş alesini taşıyan insanlardı ve hepsi kravat takmıyor, otururken ayaklarını altlarına alıyorlar diye çöplüğe atılmışlardı. Çöplüğe atılmadık kıymet kalmamıştı. Yazma kitaplar, ferman, vakfiye, işlemeler O dönemden biraz söz eder misiniz? Sizin yazma kitap, ferman, vakfiye, işleme vb. toplayarak binlercesini yok olmaktan kurtardığınızı biliyoruz. Bu iş nasıl oldu, nasıl başladınız? Biliyorsun evladım, devir pozitivizm devri. Yeni devlet kurulmuş ve geçmişin bütün kıymetleri düşman ilan edilmiş. Sizler bilmezsiniz, benim ömrüm küçük yaşlardan itibaren yeni devrin çöplüklerinde geçti. Harf inkılâbı sırasında Galatasaray da okuyordum. Girişte altı metre boyunda nefis bir kitabe vardı, ilk iş olarak onu söktüler. İçim isyanla doldu. Ortalıkta bir dehşet havası kol geziyordu. Babadan dededen kalma kitapları yakanlar mı ararsın, gömenler mi ararsın! Bugün paha biçilemeyecek kitaplar o zaman kaldırımlarda sürünüyordu. Bir gün güzel bir yazı gördüm, alıp baktım, II. Beyazıt ın vakfiyesi. Yazıyı inceleyince dehşete düştüm. Çünkü Şeyh Hamdullah hattıydı. Misyonumu o gün fark ettim, kurtarabildiğim kadarını kurtaracaktım. Yemek yemeyip mini minnacık bütçemle bunları satın almaya başladım. Şimdi bir tanesi bile insanı milyarder eder, düşünebiliyor musun? Kendi kendime dedim ki, Bu bir emr-i hayr olacak, aç kalsan açıkta kalsan bile, zinhar satmak yok!. Geçim başka yoldan. Böyle böyle, paha biçilemez cinsten sayısız eser topladım. El yazması kitaplar, fermanlar, vakfiyeler, levhalar, işlemeler... Hani, altı yüz elli yıllık irfan meş alesini ellerinde tutan, kravat takmadıkları, bağdaş kurup oturdukları için çöplüğe atıldıklarını söylediğim adamlardan bahsettim ya, işte onlar, benimle, samimi olarak bu eserleri toplayıp yok olmaktan kurtardığım için ilgilendiler. 4

Mesela kimler efendim? Mesela Sahhaf Raif Yelkenci merhum... Osmanlı kültürünün, hars ve irfanının son meş ale taşıyıcılarından... O küçücek dükkânında ecdattan veraset tariki ile intikal eden maddi ve manevi mamelekimizin, Osmanlı hars ve irfanının henüz düşürülmemiş, en mütevazı ve o nispette de en muhteşem son kal alarından biri idi. Raif Yelkenci merhum sahhaflık mesleği dolayısıyla az çok tanınan biridir. Bir de hiç tanınmayanlar, bu dünyadan sessiz sedasız göçüp gidenler vardı. Misal mi istersin? Elime on üçüncü asırdan kalma bir Selçuklu Kur an ı geçmişti, lakin çok harap vaziyetteydi. Soruşturdum, Bunu ancak Süleymaniye taraflarında oturur, Yakup Efendi adında bir zat var, etse etse o tamir eder! dediler. Gittim, ahşap bir ev, ikinci kata aldılar beni. Hasta yatağında nurlu bir ihtiyar. Altı yüz senelik irfan meş alesini elinde tutanlardan biri. Bu Kelam-ı Kadim in çok kıymetli olduğunu söyleyerek onu kurtarmasını rica ettim. Alıp baktı, Hakikaten çok kıymetli dedi, Bu yatakta gördüğün gibi ölümle cedelleşiyorum ama, bırak, nasipse kurtarırız! Yalnız iki aydan önce gelme! İki ay sonra gittim, güzel bir tebessümle Al oğlum, dedi, kurtarmak nasipmiş. Yoksulluğu her halinde belli olan bu mübarek adam, bütün ısrarıma rağmen emeğinin karşılığı olarak takdim etmek istediğim parayı kabul etmedi. Tıpkı Antalya civarında karşılaşıp ekmeğini yediğimiz Türkmen kocası gibi. Raif Yelkenci nasıl bir sahaftı? Sahhaf Raif Yelkenci den söz ediyordunuz... Merhum Raif Yelkenci, çelebi-meşreb, Osmanlı örf ve adetlerinin en parlak mümessillerinden biriydi. Senelerce evvel bir gün -sık sık olduğu üzere- yine Raif Efendi nin o küçücek dükkânına nasib almağa gitmiştim. Eşine hayatta ender olarak rastlanabilen bir Kelam-ı Kadim i uzatarak Ziyaret buyurun! demişti. Elimde on altıncı asırda İran da yazıldığını tahmin ettiğim, çok küçük ebatta, hesna ve müstesna bir Kelam-ı Kadim vardı. Sadece maddi gözlerle değil, aynı zamanda gönül gözüyle, hayranlıklar içinde bakarak bir müddet nüfuzu nazarla görebilmeye çalıştıktan sonra, herhangi bir fikir yürütmeden, usulca masanın üzerine bıraktım. Hayranlığımı kelimelerle ifade edemezdim, sükûtumla ifade etmeye çalıştım. Üstad büyük bir tevazu ile Bu Kelâm-ı Kadim i edinmenizi istiyorum dedi. Maddi imkânlarımın çok mahdud olduğunu ifade ettikten sonra, Ben bu Kelâm-ı Kadim e bütün maddi ve manevi mevcudiyetimle adeta bir göz kesilerek baktım. Bu bakışın bir neticesi olarak, bu mübarek Kur an, gözümü kapadığım her an zihnimde -in my mind s eye- elle tutarcasına tecessüm edecektir. Dolayısıyla, Allah ın lütf u keremi ile -dilediğim her an- bu Kelam-ı Kadim benim olacaktır. Raif Efendi, İncil in tabiriyle toprağın tuzu olan insanlara has bir bakışla, Gözlerinizi kapadığınız her an bu Kelam-ı Kadim in sizin olabileceğine şüphe etmemekle beraber, yine de edinmenizi istiyorum. Ortada garip bir zaruret var dedi. Meğerse bu nefis yazma Kur an-ı Kerim i edinmek isteyen bir Arap emiri varmış, ne istenirse ödemeye hazırmış. Fakat Raif Bey merhum, Müşarünileyhin parası bol, evet, lakin bizim anladığımız mânâda aşkı yok. Sizin de 5

paranız yok, ama aşkınız var. Dolayısıyla bu Kelam-ı Kadim size teveccüh ediyor dedi. Peki nasıl ödeyecektim? Bu meseleyi lütfen izam etmeyin. Siz bu mübarek kitabı alıp bir an önce ortadan kaybolun. Bilahare meseleyi aramızda hallederiz dedi. Takriben bir ay kadar tekrar uğrayıp meseleyi açtığımda, Elinize fazla para geçtikçe, zaman zaman verebileceğiniz miktarı verirsiniz. Ne vereceğinizi bilmenize de hacet yok dediydi. Filozof Nuri Bey Bu tavır, bugünkü dünyada, bugünkü insanlar tarafından kolay kolay anlaşılır bir tavır değil! İşte hakiki İstanbullular, hakiki Osmanlılar, Raif Yelkenci ve Süleymaniyeli Yakup Efendi gibi adamlardı, evladım. Hâfız-ı Şirazî nin dediği gibi, ben onların kölesiyim: Bu mavi kubbe altında, bağlılık veya menfaat taşıyan her şeyden âzâde olan o kimsenin himmetinin kölesiyim. O insanlar da bitti, o İstanbul da! Bir zamanlar bir İstanbul vardı, çok iyi bilirdim. Onu imarcılar mahvetti evladım. Öyle bir İstanbul du ki, hangi yabancıyı gezdirmişsem, hayran olmuştur. Zaten İstanbul a gelen birçok yabancı önce beni arayıp bulur. Türkiye den çok, Avrupa ve Amerika da tanındığımı söylesem belki de inanmazsınız. Hatta Joan Fleming adlı bir yazarın, konusu İstanbul da geçen When I Grow Rich isimli polisiye romanında benden Filozof Nuri Bey diye söz edilmektedir. Bu roman 1967 senesinde best seller oldu, Türkçeye de çevrilerek Cumhuriyet gazetesinde tefrika edildi. Hatta bir ara film yapmayı düşündülerdi. Yabancılarla bu münasebetleri elbette bildiğiniz yabancı diller sayesinde kurabiliyorsunuz. Fransızcayı Galatasaray da öğrenmiş olmalısınız. Başka hangi dilleri biliyorsunuz? İngilizce ve Almanca... Fransızcayı Galatasaray da öğrendim, evet. İngilizceyi ise kendi kendime... Almancaya gelince, bak sana onun da hikâyesini anlatayım. Ben üç defa askerlik yaptım. Birinci askerliğimi İkinci Dünya Savaşı sırasında Yalova civarındaki tayyare meydanında topçu kumandanı olarak yaptım. On üç er ve ben. Barınmak için salaş bir kulübe ve bir çadırdan başka yer yok. En yakın köy beş kilometre mesafede. Kulübeyi erlere verdim, kendim çadırda kalmaya başladım. Yazın sivrisinek dolu, sıtma yaygın. Kışınsa rutubet. Mutlak bir teslimiyet içindeyim. Allah tan bir defa bile şartları değiştirmesini istemedim. Karşılaştığım bütün zorlukları bir lütuf olarak kabul ettim. Bana belki de Allah ın en büyük lütfu o on sekiz aydı. Şartlara uyum sağlamak için, her gün, ufukta kendime bir nokta seçip oraya kadar yürüyordum. Bütün organizmayı çalıştırır bu yürüyüşler. Zamanla o hale geldim ki, zifîrî karanlıkta, köye iki üç saatte gidip gelebiliyordum. İşte bu yürüyüşler sırasında, kimseden tek ders almadan Almanca öğrendim. Şunu ifade etmeden geçmek istemiyorum; yabancılarla münasebetlerimde her zaman mensup olduğum kültürü temsil etmeye çalıştım. Dünyanın neresine giderseniz gidin, eğer büyük bir kültürün temsilcisi olarak gidiyorsanız, bütün kapılar açılır önünüzde. Bizimkiler, hep Ben de sizdenim! diye gidiyorlar. Kimse 6

adam yerine koymuyor onları tabii. Türkiye ye gelen birçok kültürlü yabancı beni arayıp buluyorsa, kaşıma gözüme hayran oldukları için değil, kültürümü temsil edebildiğim içindir. Elli yıl boyunca topladığınız eserleri nasıl muhafaza ettiniz? Şişli deki babadan kalma on dört odalı ahşap evde... Civardaki bütün evlere hırsız girmiştir, fakat benim evime bir kere bile uğramadı. Allah korudu onları, çünkü ona teslim olmuşum ben. Hayatta bir ablam vardı, Şişli deki evin satılmasını istedi. Israrlı olunca mecbur kaldım. Sattık, hisseme düşen parayla Ortaköy de iki daire satın aldım. Birinde koleksiyonlarımı muhafaza etmek, diğerinin de kirasıyla geçinmek için. Sonunda topladığım bütün ecdad yadigârı eserleri Süleymaniye Kütüphanesi ile Topkapı Sarayı Müzesi ne bağışlamaya karar verdim. Bütün yazma kitaplarım, hilyelerim, fermanlarım, vakfiyelerim, levhalarım şimdi Süleymaniye de. Bunun şimdiye kadar yapılan en büyük bağış olduğunu söylüyorlar. Üç odada ancak yarısı teşhir edilebiliyor. Eserler arasında, bir de bin iki yüz senelik, ceylan derisine kûfi hatla yazılmış bir Kur an-ı Kerim var. Verirken, Yalnız bunu emanet olarak veriyorum! dedim. Doğrusu, bir an bu yaşlılık günlerimde kendimi güvencede hissetmedim. Sonra düşündüm, Hani Nuri, teslimiyet nerede? Eğer böyle böyle yaparsan, teslimiyet iddian edebiyattan öteye geçemez! dedim kendi kendime. Ertesi gün gidip onu da bağışladım. Bir de vakıf kurduğunuzu biliyoruz, Süleymaniye Kütüphanesi için... Evet, olmayan paramla bir de vakıf kurdum: Süleymaniye ve Bağlı Kütüphaneleri Geliştirme Vakfı. Kuruluş safhasında ön masraflar yapıldıktan sonra, avukatım elli milyon liraya daha ihtiyaç olduğunu söyledi. Eyvah! Bende o kadar para ne gezer? Çaresiz kalınca, ömrümde ilk defa bir el yazması bir Kur an-ı Kerim i sattım, o da Kültür Bakanlığı na, yani devlete. Aslında yüz milyondan fazla ederdi, elli milyon verdiler. Tamam, dedim, zaten benim elli milyona ihtiyacım var! Para adıma bankaya yatırıldı. Fakat içimde bir huzursuzluk var. Süleymaniye Kütüphanesi nin müdürü Muammer Ülker beyefendiye dedim ki, Yazma bir Kur an-ı Kerim i satmış olmaktan rahatsızlık duyuyorum. Bu paraya dokunursam murdar olacakmış gibi geliyor. Bir adamını ver, ben imzalayayım, o alsın parayı! Öyle yaptık, yani paraya elimi sürmedim. İki dairemi de bu vakfa bağışladım. İşlemeleri de Topkapı Sarayı Müzesi ne bağışladınız. İşlemeleri Topkapı Sarayı Müzesi ne, fotoğrafları ve matbu kitapları ise IRCICA ya bağışladım. 7

Othmar dan fotoğraf dersi Fotoğraflar, sizin çektiğiniz fotoğraflar mı? Evet, yaklaşık yedi bin siyah-beyaz fotoğraf. İstanbul un her geçen gün biraz daha yok olduğunu görünce, 1970 lerde bir fotoğraf makinesi alıp İstanbul u köşe bucak fotoğraflamaya başladım. Ustam Othmar adında bir fotoğrafçıydı, ondan işin tekniğini öğrendikten sonra çektiğim ilk fotoğrafları götürdüm, hayretler içinde kaldı. Ben fotoğrafa ömrümü verdim, hâlâ bu neticeyi zor alıyorum dedi ve ilâve etti: Ben size teknik öğrettim sadece, hâlbuki sizde göz var! Ve çekmeye başladım. Şimdi benim fotoğrafını çektiğim mekânların yerlerinde yeller de esmiyor, apartmanlar yükseliyor. Dedim ya, İstanbul u imarcılar mahvetti. Bütün koleksiyonlarınızı bağışladınız, dolayısıyla eviniz boşaldı. Şimdi nasıl yaşıyor, ne yapıyorsunuz efendim? Benim için mekân çok evladım. IRCICA, Süleymaniye Kütüphanesi, Topkapı Sarayı Müzesi, benim saraylarım. Evde yatıp kalkıyorum, o kadar. Ölümle dost olarak. Ölüm hayatın öteki yüzüdür evladım. Bir gün babam beni çağırdı, Oğlum dedi, Bende affetmeyen bir kalp hastalığı var. Bana emr-i Hakk ın bir veya bir buçuk sene içinde vaki olacağı kanaatindeyim. Seni bu ölüm hadisesine hazırlamak için çağırmış bulunuyorum. Hayat ve ölüm birbirini tamamlar, ikisi bir küll dür. Biz bulunduğumuz gaflet içinde kıymeti sadece hayata veriyoruz. Sana bir sual sormak istiyorum oğlum: Bu mübarek ölüm olmasaydı hayat çekilir miydi? Dolayısıyla hikmetin ışığı altında ölümü düşünerek kendini benim ölümüme hazırlayabilmeni temenni ediyorum. Bana emr-i Hak vaki olduğu zaman kendini iyi hazırlamış olursan, sarsılmamaya muvaffak olursan, işte sana o zaman hakkımı helal ederim. Sana maddî hiçbir şey bırakamıyorum. Yardımı fazla kaçırdık, sana hiçbir şey kalmadı. Böyle olmakla beraber, gözüm zerrece arkamda değil. Sende kabiliyetler var. Ben de elimden geldiği kadar bunları inkişaf ettirebilmen için meşgul oldum. Neticetü n-netice, dünyanın neresine gidersen git, kendini hazırlayabildiğin nispette, en kıymetli insanlarla dostluk sana nasip olacak. Sana bu mirası bırakıyorum. Dediği de oldu. Çok kıymetli insanlarla dost oldum. Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ediyoruz efendim. NOT: Beşir Ayvazoğlu nun, Nuri ARLASEZ le Eylül 1995'te Dergah dergisi için yaptığı bu ropörtaj... (Dergâh, nr. 67, Eylül 1995, s. 12-13, 15.), 22.04.2012 de Dergiden yazıp gönderen çok değerli dostum Celal Sancar a teşekkürlerimi sunuyorum. 8