ÖYKÜLER VE SÖZCÜKLER



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Şimdi olayı şöyle düşünün. Temel ile Dursun iddiaya giriyor. Temel diyor ki

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:


þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Kafkasya ve Türkiye Zor Arazide Komfluluk Siyaseti

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı

Yönetici tarafından yazıldı Çarşamba, 09 Eylül :41 - Son Güncelleme Çarşamba, 09 Eylül :10

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

Hazırlayan: Tuğba Can Resimleyen: Pınar Büyükgüral Grafik Tasarım: Ayşegül Doğan Bircan

Renkli Bir Yazarın Kitabı: Renkli Masallar. Bazı insanlar gezi yazısı okumanın sadece daha önce gitmedikleri ya da hayatlarının

Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Kulübü Başkanı Metin Baykal: Halkla ilişkilerci girişken olmazsa çok şeyi kaybeder..

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

HEM DÜŞÜNECEĞİZ, HEM ÖĞRENECEĞİZ HEM DE SÜRPRİZ HEDİYELER KAZANMA ŞANSINA SAHİP OLACAĞIZ.

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

14. ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ KONGRESİ

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN


EUROSTUDENT ULUSAL ARAŞTIRMASI: TÜRKİYE SONUÇLARI

ΕΘΝΙΚΟ & ΚΑΠΟΔΙΣΤΡΙΑΚΟ ΠΑΝΕΠΙΣΤΗΜΙΟ ΑΘΗΝΩΝ ΤΜΗΜΑ ΤΟΥΡΚΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ ΚΑΙ ΣΥΓΧΡΟΝΩΝ ΑΣΙΑΤΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ Μάθηµα : ΤΟΥΡΚΙΚΗ ΓΛΩΣΣΑ II ΔΕΞΙΟΤΗΤΕΣ ΣΤΟΝ

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

Niğde Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Topluluğu Başkanı Okan Aktaş Toplulukta Görev almak bir İletişimci olarak bana çok faydalı oluyor

Menümüzü incelediniz mi?

Benimle Evlenir misin?

2. Sınıf Kazanım Değerlendirme Testi -1

Cennet, Tanrı nın Harika Evi

YAZAN: VOLKAN ÇAĞAN RESIMLEYEN: MERT TUGEN

YAZAN: VOLKAN ÇAĞAN RESIMLEYEN: MERT TUGEN

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

25. İngilizce Geniş Zaman Konu Anlatımı (Simple Present) (

kanaryamın öyküsü Ayla Çınaroğlu Resimler: Yaprak Berkkan

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

Bir gün Pepe yi görmeye gittim ve ona : Anlayamıyorum her zaman bu kadar pozitif olmak mümkün değil, Bunu nasıl yapıyorsun? diye sordum.

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

Gelin şimdi bu harflerle ilgili örnekler verelim.

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΙΓΡΤΜΑ ΓΙΑΥΔΙΡΙΗ ΑΠΟΓΔΤΜΑΣΙΝΩΝ ΚΑΙ ΒΡΑΓΙΝΩΝ ΔΠΙΜΟΡΦΩΣΙΚΩΝ ΠΡΟΓΡΑΜΜΑΣΩΝ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Cennet, Tanrı nın Harika Evi

ALTIN KALPLİ ÖĞRETMENİM

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

Sosyolinguistik Görüşme. 1) İsim:.. Cinsiyet: Meslek:.. Doğum Tarihiniz:.. Yaşınız:. Milliyetiniz:.

Çocuklar için Kutsal Kitap. sunar. Akıllı Kral Süleyman

Tarih:. Yer:. Katılımcı numarası:... Sosyolinguistik Görüşme 1) İsim:.. Cinsiyet: Meslek:.. Doğum tarihiniz:.. Yaşınız:.. Milliyetiniz:.

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular

.com. Haftanın Diğer Çalışmaları En Kısa Zamanda Yayınlanacaktır.

66 Fotoğrafçı Etkinlik Listesi. 52 Haftalık Fotoğrafçılık Yetenek Sergisi

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Mayıs 2010 DİKKAT

7AB 2 nd SEMESTER TURKISH FINAL REVIEW PACKET. 1. A: Adın ne? B:... a) Adım Alex b) Adın Alex c) Adımız Alex d) Adları Alex

HASAN KOLCUOĞLU ADANA

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

Öğrencilerin çektiği fotokopiye yasal formül şart!

Zeynep in Günlüğü. Hikaye Yazarı Sevinç DOĞAN ( Türkçe Öğretmeni ) Fatma BAŞA. Kapak Tasarımı ve Sayfa Tasarımı Ahmet ŞAMLI

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

Herkese Bangkok tan merhabalar,

Vanlı futbolcu kızlar Bodrum da kamp yapıyor

Babamın Sihirli Küresi AYTÜL AKAL

ÇOCUK VE YETİŞKİN HAKLARI

Biz Fakir Okuluz Bizim Velimiz Bize Destek Olmuyor Bizim Velimizi Sen Bilmezsin Biz Bağış Alamıyoruz Cümlelerini kurarken bir daha düşüneceksiniz.

5. SINIF TÜRKÇE KELİME TÜRLERİ TESTİ. A) Ben ise yağmur yağmasını bekliyordum. Cümlesindeki isimlerin hepsi tekildir.

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ NÜFUS ETÜTLERİ ENSTİTÜSÜ TÜRKİYE DE KADIN VE AİLE ARAŞTIRMASI 2014 HANEHALKI SORU KAĞIDI

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

TOPLANTI BİLGİLERİ MUTLU GÜNLERİMİZ KONUKLARIMIZ

Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz

Yaz l Bas n n Gelece i

ORTA HAZIRLIK TÜRKÇE ORTAK SINAVI Açıklamalar GRADE. (20 Aralık 2015, Pazar)

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: PASAPORT NO:

Seçelim ve yerleştireli. Kutlu : Merhaba. Sophie : Kutlu :. Kutlu... e?

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

Koç Üniversitesi nde ders verme tecrübelerim BURAK ÖZBAĞCI 2013

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

KAHRAMANMARAŞ PİAZZA DA AYDİLGE RÜZGARI ESTİ

EDEBİYATIN İZİ 86. İZMİR ENTERNESYONAL FUARI NA DÜŞTÜ

Transkript:

ÖYKÜLER VE SÖZCÜKLER Konuşmacı: Nezih Kuleyin Tarih: 02. 04. 2008 Yer: Atılım Üniversitesi Seyhan Cengiz Konferans Salonu Sunucu: Sayın Değerli Konuğumuz, Sevgili Öğrenciler; Atılım Üniversitesi tarafından düzenlenen Sayın Nezih Kuleyin in sunacakları Öyküler ve Sözcükler adlı konferansa hoş geldiniz. Değerli Konuğumuzu konferanslarını vermek üzere kürsüye davet ediyorum. Buyurun hocam. Sayın Nezih Kuleyin: Arkadaşlarım burada yazdığı gibi benim adım Nezih Kuleyin Öyküler ve Sözcükler de, aslında ben bir takım edebiyat dergilerinde Son Adım Hayat İçin Bir Kahve Molası diye yazdım, bu kitabı. Aslında Öyküler ve Sözcükler diye, yazıyordum. Ama şimdi ben size şöyle bir konferans vereceğim. Sadece hayatımı anlatacağım ve hayatımı anlatırken yani yaşamımı anlatırken siz aslında benim ne yazdığımı da, kitapta da neler anlattığımı öğrenmiş olacaksınız. Yaklaşık yarım saat, 45 dakika konuşalım. Ondan sonra soru sorarak bir 15 dakikada soru falan sorarız. Böylece sohbetimiz devam eder. Ben 1955 yılında Trabzon da doğmuşum. Tabii ilk kendimi hatırladığım zaman 3-4 yaşlarındaydım. Böyle Trabzon da kocaman kubbeli bir evimiz vardı. Sonra önce Kütahya ya; sonra da Karadeniz Ereğli sine taşındık. İlkokul 2 den itibaren, lise sona kadar Karadeniz Ereğli sinde yaşadım. Karadeniz Ereğli sini bilen var mı, içinizde? Karadeniz, Ereğli si deniz kenarıdır, mükemmel. Her gün lisedeyken, ders biter bitmez koşup deniz kenarında yürüdüğümüz harika bir kenttir. Çok güzel bir yerdi. Orada lise okumak çok hoştu, bizim zamanımızda. Sonunda tabii endüstrileşti. Fabrika büyüdü falan filan, ama şuanda yine de şey derler Mihrap yerinde bakınca güzel bir şehirdir. Çileğiyle ünlüdür. Çileği çok güzeldi; Osmanlı Çileği derler, çok güzel kokulu bir çileği vardır. Ben böyle yaklaşık herhalde zannediyorum. 9-10 yaşındaydım. Bu kitabı yazmama neden olan olay oldu. Annemle birlikte hastaneye gittik. Annemin bir arkadaşı var, hastanede kadını bulamadık. Doktora gittik, annemle birlikte. Doktor, taburcu oldu, dedi. Annem peki dedi, çıktık dışarıya. Tabii o zamana kadar bir tek askeri birlik var, bir de tabur var. Hastaneden çıkan Ayşe Teyze ne diye tabura gitti, beni bir merak aldı. Anne niye tabura gidiyor dedim. Dedi ki, oğlum tabura gitti değil, bu hastaneden çıktı demek dedi, annem. Bende bir merak 10-12 yaşındayım. Ereğli deyiz, biz. Ben Ereğli de herkese soruyorum, bu Ereğli ne demek, diyorum. Bana diyorlar ki, ya Ereğli buraların sahibi, böyle eli eğri bir adam varmış. Eli eğri adam buralara sahip olduğu için buralara Ereğli deniyor, dedi. 4. sınıftayım, haritada Konya da da bir Ereğli var; Marmara da da bir Ereğli var. Normal adamlar bu kadar arazi alamazken, bu eli eğri adamlar nasıl oluyor da bu kadar arazileri ele geçirip de, kendi adlarında şehirler kuruyorlar diye, merak ediyorum tabii. Sonra ona herkes soruyor. Fakat Ereğliler bunu o kadar benimsemişler ki nerelisin diye sorulduğunda, kendilerine eli eğriliyim falan diyorlar. Hani eli eğrinin memleketinden gelmiş gibi sonra anladım ki, durum hiç böyle değil. Ereğli, Heraklit adına kurulmuş, bir kent. Heraklit te, Güneş Sistemi konusunda çok önemli astronomik buluşları olan birisi ve Heraklit de biliyorsunuz. Yunanca da H harfi düşer, sonunda Helakli bir sözden dolayı, Herekli zaman içerisinde dönüşerek Ereğli olmuş. Şimdi ben bunu babamın 1

bir arkadaşından öğrendim. Yaklaşık işte 5. sınıftayım, İlkokul ve böyle bir yaşam başladı, bende. Acaba o ne demek, bu ne demek, şu ne demek gibi ve baktım ki, hakikaten insan yaşamı çok büyük bir derinlik içerisinde yaşıyor ve sözcüklerden, normal sözcükler gibi anlamlarını değiştirerek, anlamlarını geliştirerek büyüyorlar. Zaman zaman ölüyorlar, zaman zaman daha zenginleşiyorlar. Zaman zamanda fakirleşiyorlar. Fakat başka şeyler olduğunu fark ettim ve anladım ki bizim kullandığımız Türk Dili, hem çok zengin bir dil, hem kökü çok sağlam, çok zengin, çok da değişimlerden dolayı kendine yeni yeni elbiseler almış. Yeni yeni elbiseleri var, ondan dolayı da çok renkli bir dil. Bir gün Gürcistan a gittim. Gürcistan da günleri şöyle sayıyorlardı; Orşabati, samşabati, othşabati, humşabati her kelimeden sonra bir şabati var. Fakat şabati Cumartesi, yani Gürcüler, sözcükleri şöyle sayıyorlardı; Cumartesi gün, Cumartesi den sonraki birinci gün, Cumartesi den sonraki ikinci gün, Cumartesi den sonraki üçüncü gün. Ulan uyanık heriflere bak. Ama kolay bir yol bulmuşlar, bir tek Cumartesi yi biliyorlar. Cumartesi ye Şabati demişler. Ondan sonrada Cumartesinden sonra birinci gün, ikinci gün, üçüncü gün diye bakarken sonra dikkatle baktığımız zaman bizim Türkçe de de böyle olduğunu anladım. Şaşırtıcı bir biçimde Türkçe de de Cumartesi haftanın ilk günüydü. Olay şöyle bir baktım ki ben Kırgızistan da, Kırgızlar günleri şöyle sayıyorlar; Şamba, Yekşamba, Düşambe, Seşambe, Caarşambe, Penşambe, Sin. Demek ki bu sistem Türkçe de de böyle yani şam biliyorsunuz. Güneş demektir. Şam, Güneş in doğduğu yer; Şambe gün demek. Aslında Şambe gün olunca, Düşambe be diye başkent var, biliyorsunuz. Düşambe, Pazartesi demek. Cumartesi ve Pazartesi aslında uyduruk iki kelime, yani uyduruk iki kelime derken biri Pazar dan sonraki gün anlamında, biri de Cuma dan sonraki gün anlamında. Asıl Türkler yani Müslüman olmadan önce günleri öyle sayıyorlarmış. Yani Şamba, Yekşamba, Cumartesi den sonraki birinci gün yani Düşambe, Cumartesi den sonraki ikinci gün diye. Sonra ben bu olayı geliştirdikçe gördüm ki İsrail de de böyle; Yunanca da da böyle ve bu olay bizim hayatımızda hiç farkında olmadan yerleşmiş. Caarşambe ne o zaman? Caarşembe dördüncü gün yani Cumartesi den sonraki dördüncü gün. Ama biz şimdi gelse birisi size dese ki, Cumartesi den sonra dördüncü gün buluşalım. Siz hangi gün buluşursunuz? Çarşamba günü. Ama bizim Türkçe ye göre dördüncü gün buluşalım derse Perşembe olur. Çünkü biz şimdi artık kendi sistemimize göre Pazartesi, Salı, Çarşamba ve Perşembe diye sayıyoruz, haftanın günlerini. Bize göre yedinci gün Pazar. Gürcüler bu işi şöyle formüle etmişlerdi, yalnız. Hani sayıyorlardı ya othşapati, hutşapati Pazar a kvira diyorlardı, sadece. Kvira, 7 demek yani hafta oluyor. Kvira, 7 diyerek işi yapıyorlar diye düşünürken, haf sözcüğünün de 7 olduğunu öğrendim ve ilginç bir biçimde sistematik olarak bazı şeylerin kültürel birikimlerin, bazı olayların birbirini etkilediğinin farkına vardım ve ilginç bir şey bu birikimin kökeninin ta Babil e kadar gittiğini öğrendik. Çünkü aslında bu 7 sistemi Babil Kulesinden dünyaya merak salmış. Babillilerin bu dünya kendi etrafında kaç günde bir dönüyor, hesabını yapıp 365 i bulunca bunu anlamlı bir sayıya bölmeleri gerekiyordu. Bu anlamlı sayı ancak 7 nin katları biçiminde oluyordu ve 7 nin katları biçiminde olunca şöyle bir öykü uydurdular. Dediler ki, yeryüzü karanlıktı ve dünya yeryüzünü yaratmak için Tanrı 7 gün çalıştı; 6 gün çalıştı. 7. gün dünyaya ışık geldi. İşte o 7. güne gün dendi. 7. güne gün deyince, haftanın günlerini 7. günden itibaren yani Şambi den, Şabat tan, Şabati den itibaren saymaya başladılar ve ortaya haftanın günleri denilen bir sistem çıktı ve bu neredeyse 6.000 yıl önce kurgulanmıştı ve bütün diller Türkçe de bu kurgudan etkilendi. Sonra başka olaylar oldu. 2

Ben mesela çocukken şey zannederdim. Karakol çok şaşırtıcı bir sözcük, karakol memuru da polisler oldu da; karakoldaki memurlar bunlar için benim yorumum şöyleydi. Koluna kara bant takan adamlar, emniyeti sağlamak için sokağa çıkıyorlar. Birisi birisiyle kavga edince, bu kollarındaki kara kol bantlı adamlar onları dövüyor ve bu adamların bulundukları yerlere de karakol deniliyor, diye düşünmüştüm. Böyle düşüneniz oldu mu aranızda ve karakol, peki ne? Niye karakol diyoruz? Yani böyle düşünmediyseniz. Bana mantıklı açıklama yapıyor, olmanız lazım. Ne için biz karakol diyoruz, o zaman oraya? Neden? Hayır, böyle düşünmedik, dendiği zaman, şöyle bir şey düşünün. Peki kara, kara değildir; siyah anlamında değildir. Ne anlamında? Peki karakoldaki kara suç anlamındaysa, Çaykara daki kara ne, ha Ankara da mesela; kara olması, kötü anılarınız varsa Ankara dersiniz, öyle mi? Öyle mi, sizce? Bence değil. Peki ne, nasıl olay? Kara sözcüğünün bildiğimiz kara rengiyle hiçbir alakası yoktur, arkadaşlar. Çaykara daki karayla, Anakara daki karayla, Karakoldaki karayla, Karakurum daki karanın anlamı aynıdır ve başka bir anlamı vardır. O nedir? Hayır, gözcü birim, yerleşim birimi anlamındadır. Cengizhan; Cengizhan, Çin i aldığı zaman, Çin in başkentine bakıp, biz de bozkırda böyle başkent kuralım, demiş. Böyle bir başkent kuralım, demiş ve bir arazinin üzerine başkent kurmuşlar. Kurdukları başkentin adı Karakurum. Kurum bildiğimiz kurumdur, arkadaşlar. Yeni devlet kurumu deriz. Karakurum; gözcü kurum, bakan, insanları kontrol eden, başkent. Yani kara, kara yerleşim yeri. Peki Karakurum a başkent diyorsak, ülkenin ucundaki şehre ne diyeceğiz? Başkent Karakurum sa; bunun ulaştığı şey nedir? Karakol dur. Kırgızistan da adı Karakol olan bir şehir var. Karakol ise uç yerleşim demektir. Biz bunu aynen bu anlamda kullanırız. Sınır karakolu deriz, mesela. Sınır karakolu, sınırda siyah kollu adama demek, değildir. Sınır karakolu sınırdaki gözcü birim, sınırdaki yerleşim birimi demektir. Dolayısıyla Çaykara da; çayın kara olması demek değildir. Çay üreticilerinin yerleştiği yer anlamındadır. Çay bölgesi demektir. Dolayısıyla kara bizim bildiğimiz kara değildir. Karanın anlamı başkadır. Bunu fark ettim ve bunu fark edince aslında bir sürü sözcüğün kendi içinde büyük bir derinliği olduğunu da fark ettim. En çok şaşırdığım olay; siz de şaşıracaksınız, bana bunu Dil Tarih Fakültesinde Profesör Uğur Çarık var, o anlatmıştı. Bunlar Cengiz Aytmatov u bilirsiniz. Kırgızistan ın çok ünlü bir yazarıdır. Siz de dil topluluğusunuz size böyle bir şey söylemem, doğru değil. Cengiz Aytmatov u okumuşsunuzdur. İnanılmaz öyküleri vardır. Oruç Bey, oğluyla birlikte Cengiz Aytmatov u ziyarete giderler. Evden içeri girerler ve Cengiz Aytmatov, ayağa kalkar ve Oruç Beyin oğlunu kolundan tutarak, pezevenk der. Ortalığı buz gibi hava alır. Fakat Cengiz Aytmatov, bir adama yapılacak en büyük iltifatı yapmaktadır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti dışındaki Azerbaycan, Özbekistan, Kırgızistan gibi ülkelerin tümünde pezevenk; yakışıklı, güçlü kuvvetli ve itibarlı adamdır. Ama düşünür müsünüz? Biraz gülmeden önce pazulu pezevenk, pazulu adam demek; güçlü kuvvetli adam demek. Sonradan bazı sözcükler itibar kaybetmişler. Yosma da öyle. Peki Şıllık ne demektir? Şıllık ne? Urfa ya gittiğinizde şöyle söylersiniz. Ya bana bir tane patlıcanlı kebap, yanında da bir şıllık dersiniz. Size çok güzel sütlü bir tatlı gelir. Ama dikkat ederseniz. Sözcük olarak dikkat ederseniz. İnsanlar şıllığı çok hakaret anlamında da kullanmazlar. Yani böyle birinin yine yanağından makas alıp, vay seni şıllık filan deriz. Yani şöyle denmez, hani böyle bir hakaret anlamında değildir. Aslında sözcüğün böyle bir tarihi bir gelişimi var ve bu tarihi gelişimi içersisinde tatlı, hoş çocuklara şıllık denir. Ama bu biraz böyle hafif itibar kaybetmiş gibi ama pezevenkle ilgili başka bir anımı anlatayım, ben size. Ben bu kitap yazıldıktan sonra havaalanında gidiyorum. Birden bir 3

arkadaşıma rastladım. O da Azerbaycan a gidiyor. Birlikte Azerbaycan a gideceğiz. Ya dedi, Nezih senin kitabı okudum, ben, senin anlattığın hikayeye benzer burada acayip bir hikaye oldu, dedi. Ne oldu, dedim. Ya Haydar Aliyev, Cumhurbaşkanıyken kendisine bir telefon geliyor; telefonda kendisini arayan Süleyman Demirel. Süleyman Demirel diyor ki, Haydar Aliyev e; Haydar aman sana karşı bir darbe yapılıyor. Darbecilerde şu evlerde yerleşmiş vaziyetteler, duruma hakim ol. Yoksa seni devirecekler ve Haydar Aliyev, darbecileri bastırıyor. Tekrar hükümeti ele geçiriyor ve 2 ay sonra teşekkürlerini bildirmek üzere Süleyman Demirel i, Azerbaycan a davet ediyor. Bütün televizyon kanalları var, Haydar Aliyev diyor ki, Süleyman Demirel öyle mühim, öyle kıymetli bir adamdır ki yeryüzünde böyle pezevenk yoktur. Fakat tabii ki bu çok ilginç, Türk kanallarında seyredilmedi. Sonra ben Azerbaycan a gittim, dedim ya hakikaten bu olay böyle mi oldu? Dediler ki bu hani ne kadar övdü, Haydar Aliyev ne kadar itibar gösterdi; olarak göstermek üzere bu tekrar tekrar gösterildi. Şimdi dolayısıyla bazı sözcükler tabii ki itibar kaybediyorlar; bazıları da itibar kazanıyor. Peki çöp nasıl bir sözcük sizce? Peki çöp nedir, aslında? Çöp, şu kadarlık kıymık deriz, biz hani ağaç parçasına çöp denir. Kibrit çöpü denir. Bilir misiniz? Kibrit, çöpü aslında kibritin çöpüdür. Peki Çöpçatan ne? Eskiden evlenmek isteyen kızlar çöpçatanlara giderlermiş. Tabii evlenmek isteyen erkekler de gidiyor, olabilir ama onlar pek söylenmiyor erkeklere. Evlenmek isteyen kızlar giderler kiminle evlenmek istediğine bir isimlendirme yapıp falcı bir kibrit çöpüyle yani bir çöple, öteki çöpü birbirine çatarmış. Yani bunlar birleşsinler, anlamında dolayısıyla çöpçatan böyle bir şey. Fakat başka bir şey daha var. Zannediliyor ki, yabancı dilden gelme bir sözcük, ama değil. O da cop, evet cop da Türkçe, aslında. Küçüğü çöp, büyüğü de cop tur. Bu da Türkçe bir sözcüktür. Düşünen oldu mu hiç aranızda? Yav bu copun, çöple bir alakası var mı acaba? O artık Fransızca daki bir kelime; bazı kelimelerin Türkçe, Fransızca size böyle bir takım sözcüklerden de söz edeceğim. Fransızca zannedilen Türkçe sözcükler; Türkçe zannedilen Fransızca sözcükler falan var. Bizim etkilediğimiz, onların bizi etkilediği gene bir örnek vereyim isterseniz. Bunlardan biri kabandır. Mesela sözcük, kaban Fransızca mı sizce? Kaban çok öz Türkçe bir sözcüktür. Yaban domuzu demektir; kaban. Bütün Özbekler ve Kırgızlar, yaban domuzuna; kaban derler. Zaten kaban dediğiniz şey domuzun derisi kesildikten kurutulduktan sonra elbise içine giyilmesidir. Türkçe de hocam da burada, b ile m zaman zaman yer değiştirir, arkadaşlar. Yani size bir şey soracağım. Aaa diyeceksiniz, şimdi. Mesela Kaman diye bir ilçemiz var, bizim. Biliyor musunuz, Kırşehir de? Yaban evet yabandomuzlarından çok şikayetçilerdir, kendileri. Kaban da aynı kökten gelir. Biz kabanı sonradan ilginç bir biçimde Ruslarla olan savaşta, Rusların kaban dediklerinden fark etmişiz, Osmanlı-Rus savaşlarında. Rus askerleri kaban giyiyorlar ve sanki bir takım giyiciler bunların Rusça dan geldiklerini bize, söyledi. İlginç kitaptan bahsetmek istiyorum, size Mine Hanım Tekleri diye bir Azeri yazar var. Türk Dilci bu; Mine Hanım Tekleri. Mine Hanım Tekleri nin bu Azerbaycan ilginç bir ülkedir. Şöyle bir şey söyleyeyim. Kitaplar 50 bin basılır. Bizde bin bin basılır, biliyor musunuz? 50 basılır ve satılır, çok okurlar. Mine Hanım Tekleri nin Türk Dilindeki Rus söz, Rus dilindeki Türk sözleri ve Türk le ilgili sözleri diye, bir ciddi araştırması var. Bu ciddi araştırmasının sonuçları şöyle; Rusça da hala kullanılan sözcüklerin 2.500 tanesi Türkçe den geçme; peki biz ne kadar Rusça sözcük kullanıyoruz, biliyor musunuz? Taş çatlasa 300 tane, çünkü dil aslında bir tarihi bütünleşik meselesidir. Altınordu İmparatorluğu denilen imparatorluk 300 sene bütün Rus bozkırlarında yer tutmuş ve Altınordu İmparatorluğunda Batuhan dan sonra, 4

Berke Kral olduğunda sarayda konuşulan dil Türkçe dir. Bütün bozkır, bütün Rus stepleri resmi dil olarak Türkçe kullanmışlardır ve Türkçe den, Rusça ya geçmiş 2.500 e yakın sözcük vardır. Böyle bakarsak olaylara yani sözcük mesela size başka sözcükten aklıma geldiği gibi konuşuyorum. Onun için sizde şey yapmayın. Bir gün Özbekistan dayım. Bir baktım ki, onlar şaşlık diyor ete. Paket yapıyor adam; bana veriyor. Benden sonrakine geldiğinde sıra sonraki diyoruz. Onlar ne diyorlar biliyor musunuz? Kayın. Şimdi kayın, kay anlamında da olabilir. Ama ben olayın o anlamında olmadığını ve bizim dilimizde o anlamda kullanılmadığını fark ettim. Kayınbirader, kayınvalide ne demek, sizce? Sonraki anne, sonraki kardeş; kayın ilginç değil mi, sizce? Kayın yani mesela İngilizler bunu mother in law yani yasal yani kanunla annem; aslında annem değilsin ama evlendik. Şimdi anne demek zorundayız. Sen bizim kanuni annemizsin gibi mother in law diyorlar. Peki ama, bizimkiler ne demişler; çok daha güzel bir şey kayınvalide, kayın yani kayınpeder, kayınbirader. Şimdi bu çok ilginç kayın çok öz Türkçe bir sözcük; kayın, sonraki; Kayınbirader, Kayıboyuyla, kayının benzer tarafı yok. Kayın sözcüğü hakikaten bizim dilimize yerleşmiş. Peki size şimdi bir şey soracağım. Madem kayın bu kadar net; görümce ne? Ha ne demek sizce görümce? Evet bakalım, evet hepsine bakabiliriz. Görümce ne sizce? Yani niye görüm, benim şimdi kız kardeşim, karımın görümcesi oluyor. Belki eskiden aile kızı beğeniyordu. Tabii ki eskiden erkek evlendiği kızı görmüyordu. Kızın annesiyle birlikte gidiyorlardı. Fakat birinin kararı çok önemliydi. Evet, görüm bakan ve bu işin notunu veren de görümceydi. Görümce direnirse, bu iş o kadar kolay değil. Şimdi bütün bunların hepsini ekleyebiliriz. Şimdi arkadaşlar benim size vurgulayarak anlatmak istediğim şu, aslında bir sözcüğü kullanıyoruz fakat o sözcüğün çok derin, çok tarihi şeyden gelen bir şeyi var. Mesela geçenlerde bir telefon geldi bana şirkette. Dedi ki, ya Nezih dedi bu senin kitapta böyle bir şeyler yazmışsın. Ama bir şeyi merak ettim. Neyi merak ettiniz? Kahverengi. Evet, kahverenginin neyini merak ettiniz? Kahverengi uydurma bir sözcük dediler. Çünkü şöyle uydurma, biz kahveyi içmeye başlayalı, taş çatlasa 300 sene oldu. Değil mi, yani? Geldi, Brezilya dan, Amerika Kıtası keşfedildi. Keşfedildikten sonra kahve Anadolu ya geldi ve Anadolu ya gelince kahverengi diye bir renk kullanmaya başlamışız ve bu kahverenginin alternatif olan hiçbir Türkçe rengini bilmiyoruz, hiçbirimiz. Mesela bundan 500 sene önce Fatih Sultan Mehmet, ya bana bir kahverengi elbise dikin diye, adamlarını çağırıp söyleseydi. Kahverengi için ne renk derdi, sizce? Değil. Çok şaşıracaksınız. Bir sözcük söyleyeceğim. Vay anasına diyeceksiniz. Ne olabilir? Biraz fikir yürütün. Şimdi söylüyorum, arkadaşlar. Kahverenginin eski adı konurdur. Konur Sokak var ya bizim. Konur Sokak aslında kestane ağaçlarından dolayı o zamanlar adı Konur Sokaktır. Yani kahverengi renkli sokak anlamındadır. Konur, Konural; kahverenginin türevi olarak kullanılır. Çünkü kahverengi aslında size şöyle bir şey söyleyeyim. Bu çok eski değil, mesela bana telefon eden arkadaşım, benim yaşlarımda filan, çocukken Sivas ta kahverengiye konur dendiğini biliyordu, zaten. Yani sonradan İstanbul lehçesinin çok etkin olarak edebiyatta kullanılmasıyla, yaygınlaştı ve dilimize böyle bir sözcük geçti. Şimdi size son bir şey daha söyleyeyim. Ondan sonra sorulara bakabiliriz ya da daha farklı sohbet edebiliriz. Sizce Ankara ne demek? Bak anlaştık, konuştuk. Agora yla olan açıklamayı kabul etmiyorum. Neden? Biraz önce dedim ki, kara yerleşim yeri demektir. Angora; bakın, Ankara nın geçmişte Angora, Ankira, Engörü diye isimlerini kullandığını, Anqua diye isimlerinin kullanıldığını biliyoruz. Ama bir başka mantık yürütmemiz gerekmiyor mu, sizce? Acaba Angara ne demek? Angara derler, Ankaralılar biliyor musunuz? Angara 5

nedir sizce? Hayır değil. Kara, yerleşim yeri demek, doğru. Şimdi böyle düşünün, önce bir açıklamada bulunayım. Hiç Baykal Gölü Haritası gördünüz mü; Asya da? Peki Baykal Gölü Haritasında neye dikkat ettiniz? Baykal Gölü Haritası, şimdi şöyle bir Baykal Gölü haritası düşünün. Baykal Gölüne, Orta Asya yı boydan boya geçen nehir boşalır. O nehrin adı Angara dır. Ona kuzeyden bir başka nehir gelir, onun adı da Yukarı Angara dır. Yani Baykal Gölünü besleyen iki tane nehir vardır; birinin adı Angara; birinin adı Yukarı Angara. Şimdi Mustafa Kemal, gelen yabancı heyetlere Baykal Gölü Haritasında, Baykal Gölünü gösterir. Ankara yı da gösterir, diyor ki Ankara adı Orta Asya dan gelmiş biz kullanmışız. Hiçbirimizin böyle bir yorumu yok. Ben size şimdi soruyorum. Sizce niye kabul görmüyor. Ben de oradan geldiğini düşünüyorum Ankara adının. Buranın adı Türkler geldiklerinde Engörü de olabilir, Anqua da olabilir. Bunlar önemli değil. Çünkü Türkler buraya gelirken, Anadolu ya geldiklerinde giriyorlar, mesela Kars tan ilerledikleri zaman yakaladıkları esirlere burası neresi diyorlar. Onlar ne diyor, bizimkilere? Anatolya diyorlar, değil mi? Anatolya ne demek? Güneşin doğduğu yer, İzmir den doğuyor. Ama bizimkiler ona bakıp ne diyorlar? Kendilerince aaa Anadolu diyorlar. Şimdi Anatolya yla, Anadolu nun sözcük olarak ses uyumundan başka benzeyen bir tarafı var mı? Yok. Ankira yla, Ankara nın söz uyumundan başka benzeyen bir tarafı yok, arkadaşlar ama insanlara burayı sorduklarında gelenler burası neresi dendiğinde, onlar onlara diyorlar ki buraya Ankira denirdi. Onlar da diyorlar ki ha burası Angara hakikaten diyorlar. Çünkü onlarda da başka bir çağırışım yapıyor. Ne çağırışımı yapıyor olabilir, sizce? Hayır, oradan geldi diyorlar. Ama ilginç başka çağırışımlar, buradaki Ank sözcüğü önemli aslında karanın ne olduğunu biliyoruz. Karanın yerleşim yeri olduğunu öğrenmiştik. Şimdi buraya geldiklerinde manzara nasıldı, Ankara da? Ankara da manzara şöyleydi. Bir tane tepe var, tarih 1085-1090 öyle düşünün; 1100 değildi. Bir tane şöyle bir tepe var, tepenin üzerinde bir kale var. Kalenin etrafında ise ilginç garip bir şehir, Kavaklıdere, Bent deresi, Bülbül deresi, Dikmen deresi bilmem ne gibi durmadan dereler akıyor; inanılmaz bir nehirler şehri, kenti burası. Açıklamamı yapıyorum, arkadaşlar. Ank, derin dere demektir. Angara, dereler kenti demektir. Bizimkiler buraya bakıyorlar ve de diyorlar ki, Angara burası; çünkü her yerden dere akıyor, çünkü onlar açısından Ankira, Angora ve Anqua böyle bir şeyle içselleştirilebiliyor. İnsanlar, sözcükleri kendi çağrışımlarıyla özdeşleştiriyorlar. Aslında Ereğli ye, eli eğri derken, onlar açısından anlamlı bir ifade vardı. Mesela geliyorlar, diyorlar ki neresi burası? Poli deniyor, buna. Poli dedikleri yer Bolu. Şimdi poli deyince bunlar kendilerine göre bir içselleştirme mekanizması yapıyorlar; şehirlerde ne olur? Şehirler kırsal alanlara göre daha çok bol malzemenin olduğu yerdir. Dolayısıyla bizimkiler polileri Bolu yapıyorlar; Kastamonu, Safranbolu, Bolu. Çünkü onlara göre şehir biraz zenginlik göstergesi, böyle bir içselleştirme yolu tutuluyor. Fakat gelen atlıların, gelen askerler açısından Ankara çok net belliydi. Ankara hakikaten bir dereler kentiydi zaten ve ben böyle bir yaşam sürdüm, yaşantımda. Acaba bu ne size çok şaşırtıcı bir örnek vereyim. Hepiniz şaşıracaksınız, buna. Bu da çok orijinal bir şey çünkü. Böyle birisini, iki kişiyi birimiz ayaklarından, birimiz kollarından şöyle sallayarak, denize atarız ya da bir havuza atarız. Bu yaptığımız hareketi iki kişinin böyle tutup atma hareketine ne yapmak denir? Karga tulumba, şimdi karga tulumba arkadaşlar; niye karga ve tulumba bir arada yani ne alakası var? Bir yandan karga, bir yanda tulumba bunlar bir araya gelip bir şeyi böylece topluca tutup atmanın anlamına nasıl gelmiş, sizce. Nasıl gelmiş olabilir? Bu tamamen bizim kendimize yönelik bir içselleştirme olayımızdır. Aslında sözcüğün aslı şudur, arkadaşlar. İtalyanca bir sözcük, gemicilerin kullandığı sözcük adı da şu, yani sözcüğün tamamı şu kargo de lumba; kargo de lumba yani 6

yelkeni topla; kargo yapmak ne demek? Bir yerden bir yere götür. Yelkeni topla, kargoyu de lumba götür kenara koy. Kargo de lumba, bizde şimdi karga tulumba olarak yaşamını sürdürüyor. Bu düşünceleri ve bu bulgularını yazdım, ben dergilerde, edebiyat dergilerinde, internetteki bir takım dergilerde. İlhan Uçkan ı tanır mısınız? (Bu Cumartesi kadınlar üzerine) İlhan Uçkan dedi ki bana, yani Nezih bunları kitap yapalım dedi. Bende dedim ki ben bunları dergilerde yazıyorum. Bir tane bile bugüne kadar kimse ya Nezih Bey biz sizin yazınızı okuyoruz. Bir daha haftaki yazınızda merak ediyoruz ya da 15 gün sonraki yazınızı merak ediyoruz, demedi, bana dedim. Bunu bana dememesinden anlıyorum ki, ben bunları kitap yapsam kimse okumaz dedim. Ya öyle olmaz dedi, bu işler. Sen bunu kitap yap. Bak çok satacak, göreceksin. Ben de bunu kitap yaptım. Kitabın ilk andaki kapak için yazmaya kalktığım adı Öykülerle Sözcüklerdi. Sonra bana dedi ki, İlhan Uçkan bu Öykülerle Sözcükler iyi bir şey değil, çünkü sen bunları İnsanlara hayatlarının sıkıcı anlarında böyle bir kahve içerken bir 5 dakika, 3 dakika zaman bulun kendinize, kendiniz için düşünün diye, yazmışsın. Buna Hayat İçin Bir Kahve Molası diyelim, dedi. Biz de kitabın adını Hayat İçin Kahve Molası dedik ve çok ilginç kitap işte 2. baskısı bitiyor; 3. baskısını yapar duruma geldi. Çok ilgi gördü. Ben bu kitap sayesinde Atılım Üniversitesine geldim. Ama ondan önce Kanal A ya çıktım, Kanal Türk e çıktım, Kanal B ye çıktım. Yani bütün televizyon kanalları bu kitaba çok fazla ilgi gösterdiler. Çünkü şöyle bir şeyden dolayı olduğunu zannediyorum, ben bunun. Ben hiçbir sözcüğü olduğu gibi kabul etmedim. Yani ne duyarsam duyayım. Mesela bana açıklayın Kastamonu nasıl, Kastamonu ya gittim ben. Bugünkü Kastamonu ya niye Kastamonu diyorsunuz, dedim. Çünkü dediler, bu kalede kralın kızı varmış. Türkler gelince (kızın adı da Poliymiş) Kral Türklere kapıyı açmış. Kral da demiş ki, kastın ne Poli burası olmuş, Kastamonu. Bunlar bana çok uyduruk geldi. Kastamonu nun daha doğrusu Poli nin şehir olduğunu bilen birisi Caostan ın de Costantin olduğunu bilen birisi için Costan Poli nin, Kastın ne Poli olması beni çok şaşırtmıştı, hakikaten ve şunu anladım ki içselleştireyim diye düşünürken Türk halkı aslında okumadan, araştırmadan sadece aklına geldiği gibi içselleştirmek gibi bir yöntem; bu da en kolay yol oluyor. Bu açıklamaya siz gülüyorsunuz. Değil mi, şimdi? Bakın bütün Kastamonu hakkında kitapların birinci sayfasında bu yazıyor. Olacak şey mi bu sizce ve şaşırtıcı olan da şu ki, insanlar bunu kabul ediyorlar. Şehirde Kastamonu da gezin, şehirde sorun ve şimdi herkes bu açıklamayı aynen böyle anlatıyor. Son televizyon programında, ben yalnız bunun Ankara içinde böyle olduğunu düşündüğümü söyledim. Ne var? Bir tane Ankara var. Ankara nın da Ankira dan geliyor, varsayımı; Kastın Poli yle hemen hemen aynıdır. Çünkü bizim Ankara yı işgal eden yani işgal eden demeyeyim savaştan sonra Ankara ya gelen Selçuklu boyları, Türk boyları Ankira nın çapa olduğunu bilmiyorlardı, zaten. Ne bilsinler onların geldikleri yerlerde zaten çapa deniyordu; Ankira denmiyordu ki. Ondan kalkarak şehir adına Angara demelerini gerektiren hiç bir neden yoktu. Şehre daha önce Ankira denmişte olabilir. Ama onlar açısından bu anlamlı bir açıklama değildi. Dolayısıyla her sözcük açısından bakıldığında, her şehir adı açısından, her sokak açısından bakıldığında böyle bir sıkıntıyla karşı karşıyayız. Karakurşunlar ne demek diye sorduğunda, karakurşunlar çadırları denmiş, adı oradan gelmiş derlerdi ve inanır mısınız böyle inanılıyor, karakurşunlar dendiğinden kaynaklanarak. Dolayısıyla şöyle bir durumla karşı karşıyayız. Çok zengin bir dilimiz var, gördüğünüz gibi. Şıllıklardan, pezevenklerde Ağa sözcüğü var ya o da orijinal sözcüktür. Biliyor musunuz, ağa? Ağa, bir Anadolu sözcüğüdür. Türkçe midir, bilmiyorum? Ama Truva yı ele geçirmeye çalışan orduların komutanı Agamemnun dur, biliyorsunuz. Ağa, Anadolu da komutan anlamında kullanılan bir sözcük, Agamemnun da Komutan 7

Memnun anlamında kullanılıyor. Ağa, Yeniçeri Ağası deniliyor, biliyorsunuz. Yeniçeri ağası demek; Yeniçerilerin Komutanı demektir. Yeniçeriler ortadan kaldırılınca, ağalıkta Tımar ve Zeamet sahiplerinden dolayı sanki toprakla ilgili bir kavrammış gibi yorumlanıyor. Halbuki Ağa da iyi irdelediğimizde biraz askeri bir terim bir anlamda, komutan anlamına geliyor, çünkü. Yeniçerileri kaldırmasaydık biz, belki de emret komutanım yerine emret ağam diye bağırıyor olabilirdik ve bu herkese normal gelebilirdi. Dolayısıyla bütün bunları neden dolayı anlattım. Yani buraya davet edildiğinde seve seve gelmemin nedenlerinden bir tanesi bu. Ben bu kitabı iki nedenle yazdım, arkadaşlar. Birinci nedeni şu; ben Hacettepe Üniversitesi Ekonomi mezunuyum. Bilgisayar Mühendisliğinde yüksek lisans dersleri aldım. Hayatımı bilişimci olarak kazandım. Şimdi de bir şirketim var. Danışmanlık yapıyorum; bu benim hobim. Yani boş zamanlarımda çalıştığım bir şey, boş kaldıkça olduğum şey yaptığım şey dolayısıyla herkese siz de bir kitap yazabilirsiniz, demek için yazdım. Çünkü yazmanın yolu, yazmaya çalışmaktan geçer. Dolayısıyla anılarınızı yazın, düşüncelerinizi yazın. Ne kadar çok yazarsanız, o kadar çok yazabilirsiniz. Türkiye şanssız bir ülke, çok az okunduğu için yazarlık para eden bir meslek değil. Hayatı yazar olarak kazanabilmek için çok ünlü olmanız gerekiyor. Yani Ahmet Altan lar, Orhan Pamuk lar gibi olmazsanız, telif ücretinden dolayı aldığınız bir şey yok. Mesela benim bu kitabın çok satanlar listesinde oldu bir ara ilk 10 a kadar falan çıktı. Şimdi de mesela ben 3. baskıyı yapacak. Belki bir yılda 6 baskı yaparsa çok satanlar listesinde olacak. Ama buradan telif ücreti olarak bir para kazanmanız, mümkün değil. Ama çok yazarlık olarak hayatınızı yazar olarak sürdürmeye kalkarsınız. 10 kitabınız olursa, 15 kitabınız olursa yazar olarak para kazanabilirsin. Ama bu hiç önemli değil. Para kazanmak açısından bakmayın. Yazmak insanı geliştiren bir faaliyet, çünkü düşünmenin bir başka yolu da yazmaktır. Bunun için çok basit bir dille yazıp, herkes yazı yazabilecek, yani inandırmak için yazdım. Bir de başka bir şey için yazdım. Türkçe çok zengin bir dil, hepimizin her kullandığımız sözcüğün tarihten gelen binlerce açıklaması var. Mesela Tirilye diye bir ilçesi var Mudanya nın biliyorsunuz. Tirilye nin adını değiştirmişler. Yeni önemli değil zaten kimse onun yeni adını söylemiyor. Tirilye, üç melek demektir; üç güzel üzerine çok güzel mitolojik hikayeler vardır, biliyorsunuz. İşte Truva Savaşının çıkma nedeni de olarak anlatılan mitolojideki üç güzel üzerine anlatılan bir sürü hikayenin temeli olarak görülen yer Tirilye dir. Burası nedir? Burası Tirilye dediğinizde siz o mitolojiden gelen tarihteki bütün öykülerin özümsenen bir yer olduğunu hissedebiliyorsunuz. Bu topraklar burasıdır. Mor Doğan ı biliyor musunuz? Mor Doğan adı niye Mor Doğan dır? Bir tek Mor Doğan da, Güneş mor doğar. Ondan dolayı Mor Doğan dır. Ama başka bir nedeni de vardır, aslında Mor Doğa nın bu kadar ünlü olmasının. Mor Doğan, Nergis üretim yeridir. Nergis, Mor Doğan dan ilk defa çıkar gelir. Nars ı bilirsiniz, yani kendine aşık olan ve kendi aşkından dolayı nehirde boğulan, ölen Nars var ya ölümüne neden olan Nars. Nars ın boğulduğu yer Mor Doğan dır. Boğulduktan sonra nehirde nergisler çıkar; Nergis Nars ın adını Narkisos tur, zaten adı. Nars ın çiçekleridir yani. Dolayısıyla yaşadığımız ülke böyle bir ülke; dilimiz böyle zengin bir dil. Siz de çok güzel bir topluluk kurmuşsunuz. Yani gerçekten bu kadar dilimizle ilgili, bu kadar çok insanın bir arada olması, bir üniversitede ve böyle bir konferansı ilgiyle izliyor olmanız, beni çok mutlu etti. Bunu söylemek istiyorum ve size birinden söz etmek istiyorum, konuşmamın sonunda. Nizami yi duydunuz mu? Nizami çok önemli birisi, bizim Türk kültüründe de çok yeri var. Ama ben ondan bir iki şey söyleyerek konuşmamı bitirmek istiyorum. Bir tanesi 8

şu; Nizami diyor ki, bu dünya onunla sesleşenindir. Sesine ses versen, dünya senindir. Dünyanın sesine ses vermek. Ancak kullandığınız dille olabilir. Kendi dilinizi çok iyi kullanarak, dünyayla sesleşebilirsiniz. Dünyayla sesleşmek, arkadaşlığınıza sesleşmektir. Dünyayla sesleşmek, çevrenize sesleşmektir. Alıç Ağacıyla Sohbetleri okudunuz mu, bilmiyorum. Alıç Ağacıyla Sohbetler, Dikmen de bir ağacın, Alıç ağacının çevresindeki olan bitenleri anlattığı TÜBİTAK Bilim Yayınlarından çıkmış, bir kitaptır. Ama Alıç Ağacıyla Sohbetler, ancak Alıç Ağacıyla seslenebilecek birisi yapabilirdi. Gerçekten öyle bir kitaptır. Yani söylemek istediğim şu, çevreniz sizi besleyen bir sürü şey sunuyor, size. Eğer bu beslediğiniz şeyleri alabilirseniz, siz de çevrenize bir şey sunar hale gelebiliyorsunuz. Ama unutmayın ki, bu bir tavsiye değil. Sadece bir düşünce tavsiyeler iyi bir şey değil, zaten. Derya ne kadar büyük olursa olsun, kepçeniz kadar alırsınız. Demek ki, kepçeyi büyük tutmak lazım. Her şey önemlidir. Önemsiz olan hiçbir şey yoktur ve gerçekten bu dünya onunla sesleşenindir. Başka kimsenin değildir. Seslendiğiniz sürece zengin yaşarsınız. Zengin yaşamın parayla da bir alakası yoktur. Mutluluğun da parayla da bir alakası yoktur. Ben 50, 52, 53 yaşındayım. Bütün hayatım boyunca şunu anladım. Çok fakir ailelerdeki bazı aileler, bazen çok zengin ailelerden daha mutlu olabiliyorlar. Çünkü mutluluk aslında bir paylaşma meselesidir. Zorlukları paylaşabilirseniz, dostlukları paylaşabilirseniz, dilinizi çok iyi paylaşabilirseniz; zengin olabilirsiniz ve bu zenginliğin size sağladığı şey; arabadan, evden, elbiseden çok daha fazla olabilir ve çok daha mutlu olabilirsiniz bunun için dilinizin zenginliğinin farkına varın. Dilinize sahip çıkın. Söyleyeceklerim bu kadar, teşekkür ederim. Tam 45 dakika bakın, başarılıyım, bu konuda. Şimdi soruları alabiliriz. Evet. Soru: Sayın Hocam ben sizin bahsettiğiniz böyle şeyler üzenine birkaç soru sormak istiyorum. Dedik ki, Türkçe miz ne kadar güzel, ne kadar derin anlamlar içeren, her bir kelimesi ne kadar çok şey ifade eden bir dil; böyleyken bakıyoruz; özellikle biz buna arkadaşlarımızla da Atılım Üniversitesinde de, dışarıdan da arkadaşlarımızla oturup konuştuğumuzda kendimiz bile fark ediyoruz. Günlük konuşma dilimizde bile bir çok yabancı, bizim için çok anlamı olmayan hatta hiçbir şey ifade etmeyen kelimeler kullanıyor; bu bir. İkincisi de; sokağa çıktığımızda bir kafeye gidip oturduğumuzda; o kafenin tabelasında ne yazdığını hiç anlamadan, hiç sorgulamadan, hani bizim için hiçbir şey ifade etmeden belki ikinci kere hatırlamamız çok zor bir şekilde oradan kalkıyorduk, o tabeladaki ismi bilmeden baktığımızda madem bu kadar güzel, bu kadar anlamlı bir dili biz neden bu kadar beceriksiziz bunu kullanmakta. Sayın Nezih Kuleyin: Beceriksizlikle ilgisi yok, arkadaşlar. Bir başka duyguyla ilgisi var. Çok ilginç bir şey, bir tespitimi anlatmak istiyorum. Bu benim kişisel kanım. Claude Cahen diye bir İngiliz yazar var. Claude Cahen Türkçe de de bir kitabı var. Osmanlılardan önce Anadolu da Türkler diye. Bu Anadolu da Türklerin, Selçuklu Uzmanı bu, Selçuklu Tarihçisi; Türkler hakkında bir genelleme yapıyor. Ben ona bir ilave ederek bir şey söyleyeyim. Bu Türklerin her yerde tanırsınız, diyor. Bu Türkler diyor, bir babalarının, dedelerinin adını bilmezler. Şimdi bakın bu çok ilginçtir. Tarihi bir alaka açısından söylüyor, bunu. Babalarının, dedelerinin, dedesinin adını bilmezler. 2-Bulunduğu yere yerleşirler. O yerleştiği yerin dışındakilere Türk diye hitap eder; onları aşağılar diyor. Karahanlılar, Gazneliler, Osmanlılar yerleştikleri zaman yerleşim yerinde kalana Türk derler ve onları aşağılarlar diyor; bu da çok ilginç bir tespit. Üçüncü tespit, yeryüzünde bunlar kendi dillerinden nefret eden başka bir ulus yoktur, diyor. Şimdi dilinden nefret etmek, ben buna şöyle örnek vermek istiyorum. Bu hakikaten çok doğru dilinden nefret etme olayı; bakın, Göktürk Alfabesi, 9

Uygur Alfabesi çok eski alfabelerdir. Gürcistan, 4 milyon nüfuslu bir yerdir. Hala kendi alfabesini kullanır. Gördünüz mü, Gürcü Alfabesi? Çok zor bir alfabedir ve onu kullanırlar. P, Q, R karışımı bir alfabedir, Ermeniler yine kendi alfabelerini kullanırlar. 2.5 milyon nüfusludur, Ermenistan. Ermeni alfabesi kullanırlar. Gürcistan da ülkeye bilgisayarların girmesi, ancak Gürcü alfabesi kullanılır, yoksa giremez. Biz 50 milyon Türk olarak ş, ğ bilmem ne meselesini hala çözdürtemedik. Çünkü İngilizce yazma eğitimi var; şu var, bu var. Geçenlerde bu yabancı dille ilgili; eleştiri anlamında arkadaşlarla aramızda bir sohbet geçti. Onu da size anlatmak istiyorum. Kuverde ne var, dedi arkadaş. Restoranda, Kuverde ne var? Kuver ne şimdi sizce ne arkadaşlar? Arkadaşlar Kuver, hepiniz İngilizce biliyorsunuz. Cover demektir, örtü. Fransızca sı quver dir, bunun. Yani lüks restoranda masanın üstünde örtü örttükleri için bir örtü parası alınır. Budur, kuver. Fakat Türkçe ye ekmek, şu işte turşu filan gibi bir paket adı olarak girdi ve bunu herkes böyle kullanmaya başladı. Neden? Çünkü kendi, insanlar kendi dillerinin zenginliklerini, bilmedikleri zaman başka dilin cazibesinden yararlanırlar. Onu kullanarak mesela bunlardan konsept; mesela konsepti, binanın konsepti, Yani yok mu konseptin karşılığı Türkçe de; çok daha iyisi var, halbuki. Ama kendilerini arkadaşlarından farklı kılmak ve diğer insanlardan farklı kılmanın bir yolu olarak kullanılmaktadır. Bu sizin zamanınızda İngilizce kelimeler kullanmak. Benim babamların zamanında Fransızca kelime kullanmak, Osmanlılar zamanında Arapça sözcük kullanmak, Selçuklular zamanında Farsça sözcük kullanmak olarak geçiyordu. Tümünün temelinde de kendi aşağılık kompleksini yenme duygusu yatar. Dünyada hiçbir dil yoktur ki, Türkçe kadar zengin olsun. Bu çok iddialı bir söz, bunu çok iddialı olarak söylüyorum. Çünkü sadece bir kılavuz yazmaya kalktığında Kaşgarlı Mahmut, Kaşgarlı Mahmut un Divan ı Lügati-t Türk ü neden yazdığını biliyor musunuz, değil mi arkadaşlar? Kaşgarlı Mahmut Divan ı Lügati-t Türk ü o zaman Kölemenlerde devlet yönetimi Türklerin elinde halk Arap; Arap olan halk gelip devlete işleri şey yapması için anlatabilmek, bir sözlüğe ihtiyacı var. Arapça her sözcüğün karşılığına bir Türkçe sözcük yani açıklıyor. Yazma nedeni bu ve de ortaya çıkan sözcük öyle ilginç bir sözcük ki Arapça daki tüm sözleri karşıladığı gibi onun dışında yüzlerce daha başka Türkçe sözcük olduğunu görüyorsunuz; Kaşgarlı Mahmut un Divan ı Lügati-t Türk ünde ve bir Sibirya dan yana yani Yakutistan dan, Anadolu ya hatta Rumeli ye kadar kullanılan bir dilden söz ediyoruz biz. Dünya coğrafyasının, bugün 6 da 1 i Türkçe konuşuyor. Şimdi bu kadar yaygın, bu kadar zengin bu; ben kitabımda bir sözcük yazmıştım. Onu da anlatayım, sözümü bitireyim. Ben dedim ki, kıyafet, kıyafet kıymaktan gelir. Kıymak, Türkçe bir sözcüktür. Dolayısıyla kıyafetin ortaya çıkmasındaki neden şeydir. Bir edebiyat öğretmeni bir eleştiri yazdı. Dedi ki bana kıyafet Arapça dır, dedi. Şimdi ziyafet, kıyafet sözcük olarak bakıldığında hakikaten Arapça dır. Ama ben de bunu başka türlü açıklıyorum. Diyorum ki 1-Araplar, Müslümanlığı yaymak üzere 800-900 lerde Orta Asya dan harekete geçtiklerinde kıyafet nedir bilmiyorlardı. Onlar evham giyiyorlardı. Karşılarındaki adamların üzerlerinde ise kendilerinin giydikleri bir şey vardır ona bir takım boylar giysi diyorlar. Bir takım boylar giyik diyorlardı. Bir takım boylar da kıyık diyorlardı. Anlamadınız mı? Giyim deriz biz değil mi? Giyim nedir? Elbise, giyim giyimdeki g yi k yani, kıyım olur. Yani kıyma dediğimiz şey aslında etin ip gibi yapılmasıdır. Bazı yerde Anadolu da mesela Kazaklar biz biçki dikiş diyoruz, değil mi? Kıyık dikik diyorlar. Anlıyor musunuz? Şimdi dolayısıyla kıymak eki Türkçe bir ek ve bizim bazılarımız giysi, bazılarımız kıysi, bazılarımız da kiysi diyorlar. Arap ordularıyla karşılaşıyoruz. Onlar bizim kiysimizi, giysimiz; kıyafet olarak kendi dillerinde özleştiriyorlar. Şimdi biz Türkiye de bugün kıymak kökü Arapça mıdır, Türkçe midir diye tartışıyoruz. Kıyma kökünün, Türkçe olduğundan daha Türkçe 10

başka hiçbir şey yoktur, kıyafet ve moda kavramı tüm dünyaya Türkler tarafından yayılmıştır, arkadaşlar. İki tane büyük olay vardır. Bakın ben ırkçı, milliyetçi bir adam değilim. Ama kendi değerlerimizi de doğru anlamamız lazım. Bir tanesi şu, en önemlilerinden bir tanesi, dünya da iki tane büyük hareket vardır. 1. Alexander ın yani İskender in Avrupa dan kalkıp da Asya içine kadar gitmesi; 2. de Cengizhan ın önüne katan herkesi kovalayarak, Avrupa ya sürmesi. Bu iki tane büyük hareket de çok büyük etkileşim olmuştur. İkinci Cengizhan ın hareketinde Türkler taa Orta Asya nın içinden başlayarak, Mısır a, Anadolu ya kadar gelmişlerdir. Bu hareketle gelirken neler getirdiler? Kalpak getirdiler. Kaban getirdiler; anladınız mı? Dünya da bir dönem giysilerin tamamının adı Türkçe ydi. Çünkü diğer uluslar daha o kadar ayrıntılı e hali getirdiler. Bütün dünyaya halı Türkler tarafından yayıldı. Halıya Azeriler ne derler, biliyor musunuz? Kalçak ya da kalça derler. Çünkü altta serilen anlamındadır. Bütün dünya halıyı, halı desenlerini ve o halı desenlerinin üzerindeki öyküleri Türklerden öğrendi. Bu kadar zengin bir ulusun bu kadar zengin bir dile sahip bir topluluğunu temsil ediyorsunuz. Sorumluluğunuzu bilin diye anlatıyorum. Evet başka soru yoksa bitirelim. Tamam, evet buyurun. Soru: Ben bu ulan kelimesinin nereden geldiğini merak ediyorum? Bir de hani insandan insana göre de değişiyor. Bazısı lan diyor. Sayın Nezih Kuleyin: Hayır, hayır ulan kızıl demektir, kırmızı, kızıl. Ulan Batur var ya şuandaki Moğolistan ın başkenti, Ulan Batur, kızıl kahraman demektir. Batur, kahraman anladınız mı? Ulan Batur, Kızıl Kahraman yani şehirlerin adı o. Biz bunu ulanı, lanı aşağılamak anlamında kullanırken hani biraz kavgacı, kan düşkünü falan gibi bir kavram olarak kullanıyoruz. Ama bazı yerlerde de sempatik olarak kullanıldığı bazı yerler, oğul anlamında da kullanılır. Gel oğlum, git oğlumdaki bir şey olarak da ama ulan sözcük olarak uluhan gibi yazılan biçimiyle kızıl, kırmızı anlamındadır. Evet. Sayın Nezih Kuleyin: Evet başka soru yoksa bitiriyoruz arkadaşlar. Teşekkür ederim. Sunucu: Değerli konuğumuza çok teşekkür ediyoruz. Günün anısına kendilerine verilmek üzere plaketlerini hazırladık. Yrd. Doç. Dr. Sayın Hayal Zülfikar ı davet ediyoruz. 11