KONUK YAZAR. Son Kapı Mı? METE AKKAYA (S.B.F. Öğretim Görevlisi)



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Başarı Hikayelerinde Söke Ekspress Gazetesi ve Cumhuriyet Ofset Matbaasının sahibi, 1980 yılından bu yana üyemiz olan Yılmaz KALAYCI ya yer verdik.

Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Zeynep in Günlüğü. Hikaye Yazarı Sevinç DOĞAN ( Türkçe Öğretmeni ) Fatma BAŞA. Kapak Tasarımı ve Sayfa Tasarımı Ahmet ŞAMLI

Bu konuda daha kim bilir ne yöntemler bulunacak? Tüm Kişisel Gelişim Uzmanı Meslektaşlarımı ve dostlarımı WC-TERAPİ çalışmalarına bekliyorum!

Kasadaki mevcut para ,- Binekoto alımından doğan senetsiz borç ,- Binekoto ,- P Bankası na kredi borcu ,-

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

Kasa Hesabı 3.985,- Faiz Gelirleri Hesabı 395,- Alacak Senetleri Hesabı 3.590,- - Protestolu Senetler

Tüm uygulamalarda 7/A Seçeneğini kullanınız.

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

Kasadaki mevcut para ,- Depodaki giyim eşyası ,- B Bankası ndaki ticari mevduat ,- K Bankası ndan alınan kredi 25.

Kasadaki para ,- Yapımı devam eden raf 1.450,- Depodaki gıda maddeleri ,- Düzenlenen bonolar ,-

2- Takside. Türk kadınla Alman kadın aynı yerden taksiye bindiler aynı mesafeyi gidip aynı yerde indiler.

(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı

EDEBİYATIN İZİ 86. İZMİR ENTERNESYONAL FUARI NA DÜŞTÜ

Ördek Davranış - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Kasadaki mevcut para? B Bankası na kredi borcu ,-

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK

Eşeğe Dönüşen Kabadayı Makedonya Masalı (Herşeyin bir bedeli var)

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Sezgin Özcan. 18 Haziran Yazarın Diğer Yazıları. Tüm Yazarlar

Yönetici tarafından yazıldı Pazartesi, 24 Ağustos :42 - Son Güncelleme Çarşamba, 26 Ağustos :20

Kasadaki para ,- Mevcut giyim eşyaları ,- A Bankası ndaki ticari mevduat ,- Giyim eşyaları için ödenen KDV 6.

Kasadaki mevcut para ,- Depodaki kuruyemişler ,- B Bankası ndaki ticari mevduat ,- K Bankası ndan alınan kredi 35.

Edwina Howard. Çeviri Elif Dinçer

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı,

İNSANIN YARATILIŞ'TAKİ DURUMU

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen


"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Bu testi yapın, kendinizi tanıyın!

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

Eski Tip Ödeme Kaydedici Cihazları (Yazar Kasaları) Yeni Nesil Ödeme Kaydedici Cihazlarla Değiştirmek İçin 31 Aralık 2015 Tarihini Beklemeyiniz

, ama keseceği faturada

Girişimcilik Eğitimi Ders Notları

Ali Tezel üstat Sosyal Güvenlik konusunda yapılan seminerlerde sunuma başlamadan önce katılımcılara şunu söyler;

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

ECZANELER DURUM ANKETİ

APPLE BİLGİSAYARI İCAT EDEN TEKNİSYEN: STEVE WOZNIAK

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

Şimdi olayı şöyle düşünün. Temel ile Dursun iddiaya giriyor. Temel diyor ki

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Mayıs 2010 DİKKAT

GENEL MUHASEBE SORULARI

Engin arkadaşına uğrar, eve gelir duşunu alır ve salona gelir. İkizler onu salonda beklemektedirler.

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

20 Soruda Kira Gelirlerinin Vergilendirilmesi

ÜRÜN KATEGORİSİYLE İLGİLİ:

Kasadaki para ,- Oyuncak eşyalar için ödenen KDV ,- Satıcı V ye senetsiz borç ,- Alıcı Z den senetsiz alacak 42.

Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda.

ŞEFİM ADİSYON SİSTEMİ SATIŞ EKRANI-MASA SATIŞ

Bu kısa Z Nesli tanımından sonra gelelim Torunum Ezgi nin okul macerasına.

KOBİ ler Nefes alacak / Ankara. TOBB, Ziraat Bankası, Denizbank ve Kredi Garanti Fonu (KGF) ortaklığında hayata

MADDE 4 - MAL/HİZMETİN TESLİMİ, SÖZLEŞMENİN İFA YERİ VE TESLİM ŞEKLİ:

30 MART /1. DÖNEM SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLİK FİNANSAL MUHASEBE SINAVI SORU VE CEVAPLARI

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

Sevgili dostum, Can dostum,

MERHABA ARKADAŞLAR.

MATEMATİK DERSİ GENEL DEĞERLENDİRME

Kemal Akyer: 18 Ocak 2011 Çarşamba

Kadınların Çalışma Deneyimleri

Değerli Yöneticiler, son yıllarda vergi incelemeleri büyük ölçüde bu konu etrafında dönmeye başladı.

Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Kulübü Başkanı Metin Baykal: Halkla ilişkilerci girişken olmazsa çok şeyi kaybeder..

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

Görmeden, dokunmadan, mobilya alınır mı?

O KOLTUĞA GALİP HOCA YAKIŞIR!

Kasadaki para ,- B Bankası ndaki ticari mevduat ,-

ÖYKÜLERİ Yayın no: 170 ADALET VE CESARET ÖYKÜLERİ

30.12 : İşletme, A Bankası ndaki ticari mevduatta kalan parasını işleyen 0,10 oranındaki faiziyle birlikte nakit olarak çekmiştir.

Bir gün Pepe yi görmeye gittim ve ona : Anlayamıyorum her zaman bu kadar pozitif olmak mümkün değil, Bunu nasıl yapıyorsun? diye sordum.

İLETİŞİM TEKNİKLERİ UYGULAMALARI

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

Plaka Tahdidi Çıkmadı

Sektör Haberleri 02 KASIM 2018

Üye İşyerlerimizi Happy Yüzümüzle Donattık! Yeni Reklam Malzemelerimiz ile Üye İşyerlerimiz Hem Gülümsüyor Hem Gülümsetiyor.

2018/2.DÖNEM SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLİK SINAVLARI FİNANSAL MUHASEBE

KİŞİSEL GELİŞİM NASIL BAŞLAR?

Personel alımları devam edecek

PERSONEL GÖREV DAĞILIM ÇİZELGESİ

Yazan : Osman Batuhan Pekcan. Ülke : FRANSA. Şehir: Paris. Kuruluş : Vir volt. Başlama Tarihi : Bitiş Tarihi :

Turkcell in AVON fırsatları bitmiyor!

7.SINIF YÜZDELER. Sefa TUNCAY

VAKA-T ,- Sermaye ,- Aralık 2016 Dönemi Günlük işlemleri:

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

Jiggy kahramanımızın asıl adı değil, lakabıdır. Ve kıpır kıpır, yerinde duramayan anlamına gelmektedir.

Benimle Evlenir misin?

Öykü ile ilgili bitişik eğik yazı ile 5N1K soruları üretip çözünüz. nasıl : ne zaman:


Kariyer & Kazanç Planı

Davanın selameti için sürgün

Başbakan Yıldırım, Piri Reis Ortaokulu nda karne dağıtım törenine katıldı

2017/2. DÖNEM SERBEST MUHASEBECİ MALİ MÜŞAVİRLİK SINAVI FİNANSA MUHASEBE SINAVI SORULARI VE CEVAPLARI 30 Temmuz 2017 Pazar

Öğrencilerin çektiği fotokopiye yasal formül şart!

DARA PLUS PARAKENDE MODULU

MATEMATİK ÖYKÜLERİ BİLGİÇ İLE SAYGIÇ NEŞELİ

CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ İDARİ VE MALİ İŞLER DAİRE BAŞKANLIĞI HİZMET ENVANTERİ TABLOSU

SM - Serbest Muhasebecilik, SMMM - Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve YMM - Yeminli Mali Müşavirli

KANUNEN OLMAYAN, AMA İLİMİZDE UYGULANAN HAYAT STANDARDI.? Yeni bir haftada yine beraberiz.geçen haftaki

Transkript:

KONUK YAZAR Son Kapı Mı? METE AKKAYA (S.B.F. Öğretim Görevlisi) Bak ağabey. Şu kasa defteri, şu teftiş defteri, şunlar fatura, şunlar makbuz, şunlar irsaliye, şunlar senet. Bunları, kardeşim Ayşe nin eşi Tamer söylüyordu. Mülkiye öğrenciliğim sırasında genel olarak elde ettiğim bilgileri şimdi ayrıntılarıyla uygulayacaktım. Muhtasar vergi nedir, gelir vergisi nedir, kurumlar vergisi nedir, vergi iadesi nedir, katma değer vergisi nedir, hem öğrenecek hem de muhasebecimize verilmek üzere gerekli belgeleri hazırlayacaktım. Dışişleri Bakanlığı nda yirmi sekiz yıl ter döktükten sonra, Kelebek Mobilya bayiliğinde çalışıp para kazanmak noktasına nasıl gelmiştim? Kısaca şöyle: Daha Mülkiye de öğrenci iken, Büyüklerim Dışişlerine girmemi önerdiklerinde, yanıtım orası bir cüzam kolonisi; benim de cüzama yakalanmaya hiç niyetim yok olurdu. Gerek Türkiye nin o günkü koşulları, gerek üzerimdeki aile baskısı sonucunda girdiğim Bakanlıkta, yirmi yıl yüzümün akıyla çalışıp, 1972-1974 arası ardı ardına üç derece alıp bir de takdirname ile taltif edilince keyfime diyecek kalmamıştı. Üstelik Atina Büyükelçiliğinde müsteşarlığa atanmıştım. Daha ne isterdim ki? Ancak kazın ayağı öyle değilmiş meğerse. Herşey 1974 Haziranında başladı. Enformasyon Genel Müdürü Semih Akbil, Ottawa da yapılacak NATO Bakanlar Konseyi toplantısına katılmak istemediğini söyledi ve benim gidip gidemeyeceğimi sordu. Kanada yı çok sevdiğim için mutlulukla kabul ettim. Üstelik yanında göreve atandığım Büyükelçi Kamuran Gürün ü de orada görebilecektim. Montreal hava alanında uçaktan indiğimizde, bizden önce oraya gel-miş olan Büyükelçi Gürün, Dışişleri Bakanı Turan Güneş i karşılar karşılamaz, Beyefendi, ben sizden bir kâtip istemiştim, siz bana bir müsteşar daha gönderiyorsunuz demez mi?

Ottawa da kaldığımız dört gün içinde benimle tek kelime konuşmadı. Ne zaman göreve başlamamı istediğine ilişkin sorumu da keyfin nasıl isterse diye yanıtladı. Oysa, daha önce Ankara da da amirliğimi yapmıştı ve ilk kez Büyükelçi olarak dış göreve giderken öpüşüp vedalaşmıştık. Bu nedenle, şimdiki davranışına hiç bir anlam verememiştim. Bu noktada, Dışişleri Bakanlığı memurlarının ilginç bir huyları olduğunu açıklamak gerek: Orada, Tanrıların yan baktığı kişiler yalnız bırakılıverir. Kimse odanıza gelmez, kimse telefon etmez, birşey sorulması gerekirse dünyadan habersiz gençler aracı olarak kullanılır. Koridorlarda sizi görenler yollarını değiştirir, tavanlardaki çatlakları incelemeye başlarlar, hatta sizin çalıştığınız kattan geçmemek için yollar uzatılır. Ne olur ne olmaz. Birileri görüverir ve birilerine haber uçurulabilir. Durup dururken neden başlarına bela alsınlar ki? Kısacası, siz cüzama yakalanmışsınızdır. Ben de tamamen benim dışımda gelişen olaylar nedeniyle mimlenmiştim anlaşılan. Atina da bana ve Tülay a yöneltilen suçlamaları elimden geldiğince yanıtlayıp aslı astarı olmadığını anlatmaya çalıştım. Sözgelimi, Ankara da izin kullandığım bir sırada Yunanistan ı ziyaret eden bir Türk gazeteci ile baş-başa yemek yediğim, ona Büyükelçi, eşi ve genelde tüm çalışma arkadaşlarım hakkında dedikodu yaptığım iddiası ortaya atıldı. Bunun fizik kurallarına aykırı olduğunu söyledim, ama çaresiz Çükü hakkımda karar verilmişti bir kere. Daha sonra, Büyükelçi Necdet Tezel de, Atina ya geldiği ilk günlerde beni çanta gibi yanında her yere taşımaya başlamışken, kendisinin sevmediği bir çalışma arkadaşımla olan dostluğumdan hoşlanmadı ve beni de defterinden sildi attı. Ankara ya döndüğümüzde, Personel Genel Müdürlüğü emrinde çalışacağım bildirildi. Bir başka deyimle, kızağa alınmıştım. İki yıl gün saydıktan sonra, Genel Müdürlük görevine yeni başlamış olan promosyon arkadaşım Ömer Lütem in de gayretiyle Montreal deki Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü nde (ICAO) Türkiye Temsilciliği ne atandım. Beş yıl süreyle aynı derecede kaldıktan sonra, Büyükelçi Turgut Sunalp ın devreye girmesiyle terfi ettim. Kendisi ise bunun benim hak ettiğim bir sonuç olduğunu ve kendisinin hiçbir katkısı bulunmadığını söylerdi; hatta,

Atatürk ün yüzüncü doğum yıldönümü nedeniyle, parasını cebinden vererek, yaptırıp Kanada ileri gelenlerine dağıttığı madalyalardan bir tane de bana hediye etmişti. Ancak, tanrıların gazabı bitmemişti. Bu kez de, Ankara ya döndüğümüzde, Bakanlık merkez örgütünde müşavirlik kadrosu bile bulunmadığı ve bu nedenle evimde oturmam gerektiği bildirildi. Boynumu büküp söyleneni yaptım. Ancak aradan uzunca bir süre geçtikten sonra da maaşımdan bir haber çıkmayınca, akçalı işlere bakan arkadaşımı aradım. Sen verilen göreve başlamamışsın ki maaş tahakkuk ettirilsin dedi. Benimle kafa bulma. Evde oturmak bir görevse, üç haftadır o işi başarıyla yürütüyorum demem üzerine de, maaş alabilmem için bir daire yaratıldığını ve başkanlığına da benim getirildiğimi söyledi. Ancak ortada ne daire, ne oda, ne dosya, ne personel vardı. Eski dostum Mustafa Akşin e bağlı çalışacak olmam tek tesellimdi. Bana uygun bir iş olmadığı için, Montreal e gitmeden önce kurmuş olduğum Bilgi İşlem Merkezi Başkanlığı na atanmamı sağladı. Yine gün saymaya başlamıştım. Bir farkla. Bu kez Bakanlıktan kopacağım günü bekliyordum. O gün geldi Ayşe ve Tamer le birlikte Kelebek Mobilya satacaktım. İlk olarak, iyi bir satıcı olmam gerekiyordu. Konsolosluk görevlerim sırasında, bireysel ilişki kurma yöntemleri eğitimini uygulamalı olarak almıştım. Bana çok yardımı oldu. Günün birinde, çok müşkülpesent bir müşteri ile hemen hemen bir saat kadar uğraşıp parasını alıp yolcu ettikten sonra, Ayşe aman ağabey, bu ne sabır. Ben olsam adamı kovalardım diye neredeyse boynuma sarılınca, yanıtım çok kolay geldi: Ben otuz yıl memurluk yaptım ve her türlü kaprise katlandım. Sonuç beklediğim gibi gerçekleşmedi. Şimdi hiç olmazsa sabrımın sonunda para kazanıyorum. Müşteri ilişkileri kolay da, resmi makamlar ve kişiler başka bir alemmiş meğerse. Önceleri, mağaza kapısından her zabıta memuru ya da defterdarlık elemanı girdiğinde ürpermeden edemiyordum. Giderek alıştım. Belediye zabıtası ile en sık çatışmamız, yangın söndürme aleti konusunda

oluyordu. Aletin yerini her kontrolda değiştirmek zorundaydık. Bir yetkili, aleti vitrinin önüne görünecek biçimde yerleştirmemiz gerektiğini söyleyince öyle yapmıştık. Bir sonraki memur burada güneşin altında yangın söndürme aleti tutulur mu, bunu arkalara bir yere alın buyurdu. Onu da yaptık. Bu arada, aletin şarj tarihi yaklaşır yaklaşmaz. Zabıta da teşrif buyuruyordu. Her işyeri için ayrı bir şarj tarihi çeteleleri vardı sanki. Sıkıntılarımızı anlattığımız bir ahpabımız, itfaiye müdürlüğünün bedava şarj hizmeti verdiğini söyleyince telefona sarıldım. Çeşitli servislere bağlandıktan sonra bürokrasi ile başa çıkılamıyacağını bir kez daha anladım ve pes ettim. Sonuçta en iyi çözümü eniştem Tamer buldu. Kendisi bir boş etiketin üzerine bir şarj tarihi yazdı ve bu tarihi belirli aralıklarla yenilemeye başladı. Bağlantılı olduğumuz şirketin elemanı geldiğinde, sözleşmemizi iptal ettik; zabıta memurlarına da adını bile duymadıkları yeni bir şirketle anlaşma yaptığımızı söyledik. Ya inandılar, ya da bu kez biz onları bıktırmıştık. Bilemiyorum. Aradan birkaç yıl geçince, zabıta ile takışmama üstadı olduğumu sanmaya başlamıştım ki, yanıldığımı gösterdiler. Kapıdan giren memurun her istediği belgeyi gösteriyor, eksik gördüğü her şeyi bulup çıkarıyordum. Ancak, demokraside yollar tükenmediği gibi, zabıtanın esnafa sataşma kaynaklarının da sonsuz olduğunu unutmuştum. Birden bire, sizin etiketlerinizin üzerinde KELEBEK MOBİLYA yazıyor. Bunun için reklam resmi ödüyor musunuz? deyince afalladım. Onu rahat bir koltuğa oturttuktan sonra başbayii aradım; Yahu, karşımda bir tip oturmuş, bana etiketler için vergi ödeyip ödemediğimizi soruyor. Siz baş bayi olarak birşeyler yapıyor musunuz? Hiç öyle şey olur mu? Uyduruyor. Faturalarımızın üzerinde de aynı şey yazılı. Onun için de vergi ödenecek miymiş? Sorsana. Sordum. Bir lahavle çekip gitti. O sırada telefon eden muhasebecimize başımdan geçenleri anlattığımda gülmeye başladı. Meğerse bir başka müşterisine de etiketlerde isim olmadığı için ceza yazmışlar. Hükümetin aldığı bir karar üzerine, yazar kasa kullanmamız gerektiği bildirildi. Bakkal dükkanı işletmediğimizi, mobilya sattığımızı ve faturalı alışveriş yaptığımızı söyledikse de emir demiri keserdi. Yazar kasayı aldık. Bu kez de fiş kesme sıkıntısı çıktı ortaya. İlk günlerde en fazla 100.000 liralık fiş kesilebiliyordu. Bizim sattığımız en küçük parçanın fiyatıysa bunun en az beş katıydı. 500.000 liralık mal alan bir müşteriye

beş tane fiş mi kesecektik? Kesinlikle hayır. Her parça mal için ayrı fiş kesmeliydik; ya da her fiş karşılığı ayrı bir parça mal olmalıydı. Gel de işin içinden çık bakalım. Yazar kasa alınca, kasa defteri tutmamıza gerek kalmadığı bildirilmişti. Ancak, tüm yaşamı boyunca ticaretle uğraşmış olan Tamer in önerisine uyarak yine de defter tutmayı sürdürüyorduk. Günün birinde karşıma bir defterdarlık yetkilisi dikildi. İlk iş olarak kasa defterimizi görmek istedi. Kasıla kasıla çıkarıp gösterdim. Sizin yazar kasanız var; niçin kasa defteri de tutuyorsunuz? demez mi. Sizin gibilerden korktuğumuz için. Madem böyle bir yükümlülüğümüz yok; o zaman neden defter görmek istediniz? diye sorusunu soruyla karşıladım. Sustu; fakat beni kıstırmak ateşiyle yanıp tutuştuğu belliydi. Faturalarımızın bizde kalan kopyalarını görmek istedi ve açığımızı (!) yakaladı. Gerek muhasebecimize, gerek vergi dairelerine kolaylık olsun düşüncesiyle, hem vergi mükelleflerine hem de vergi mükellefi olmayan müşterilerimize verdiğimiz faturalarda KDV tutarını ayrı yazıyorduk. Olmazmış. Vergi mükellefi olmayanlara verilen faturalarda KDV dahil yazıp tek bir miktar göstermeliymişiz. Tepem attı. Ankara Defterdarlığını arayıp bulabildiğim en üst yetkiliye durumu anlattım. Yerden göğe kadar haklı olduğumu, ancak yine de memurun dediğini yapmamız gerektiğini söyleyince, bir derdimiz daha çözüme kavuşmuş oldu. Kiraladığımız mağazanın sahibi tahliye davası açacağını söylemişti. Bizim direnmemizle karşılaşınca, kendisi iş yeri açacağını söyledi. Müşterilerimiz arasındaki bir avukata danıştık. Bana vekalet verin. Adamın dava dilekçesini daha ilk gününde yargıca yırttırıp attırırım dedi. Vekaleti verdik ve daha ilk oturumda tahliye kararı alındı! Müşterimizi bir daha göremediğimizi söylemeye gerek yok sanırım. Sonuçta mal sahibi de işyeri açamadı ve mağazayı başkasına kiraya verebilmesi için gerekli iznimiz karşılığı bize oldukça iyi bir para ödedi. Tülay, çeşitli boylarda taşların üzerine, yemeni boncukları kullanarak ağaçlar yapar ve sergiler. Bodrum da açtığı bir sergiyi gezen bir İngiliz çift, büyük ilgi gösterdi ve İngiltere de sergilenmek ve pazarlanmak üzere 200 ağaç için sipariş verdiler. Ağaçlar ayrı ayrı hazırlanacak, onların monte edileceği taşlar da ayrı paketler halinde gönderilecek ve Tülay İngiltere ye gidip montajlarını gerçekleştirecekti.

Tüm hazırlıklar yapıldı. Sıra ağaçların ve taşların gönderilmesine gelmişti. Tüm resmi işlemler tamamlandı. Ağaçlar kolaydı. Ancak taşlar için uygun bir gümrük tarifesi bulunamadı. Sonuçta, çimento da karar kılındı. Bu ihracatı gerçekleştirmek için ise, konuyla ilgili bir meslek odasının üyesi olunması gerekiyordu. Bir çimento ihracatçıları odasına gereken aidat ödenerek üye olundu ve ihracat gerçekleşti. İngiltere dışında başka bir ülkeye çimento (!) satamadığımız için oda ile başka ilişkimiz olmadı ve bir yıl sonra da, aidat ödemediğimiz gerekçesiyle odadan atıldık. Kelebek bayii olarak yaptığımız iş, temelde en riski az olanıydı. Mal alıp üzerine bayi karı ekledikten sonra pazarlıyorduk. Depodaki malların da değer yitirmesi gibi bir tehlike yoktu. Altı aya kadar taksitle ödeme kabul ettiğimiz için müşterimiz de boldu. Gel gör ki, enflasyon canavarı giderek bizi de yedi. Hemen hemen üç dört ayda bir fabrika fiyatları arttığından, topladığımız taksitler yeni mal almamıza yeterli olmuyordu. Müşterilerimizin büyük çoğunluğunu dar gelirliler ya da yeni deyimiyle orta direk mensupları oluşturduğu için, vadeli mal satışları giderek azalıyordu. Bahis konusu kesimin taksit ödeyecek gücü kalmamıştı. Parası olanlar ise, ya peşin ödeme yapıp fiyat indiriminden yararlanıyor ya da pahalı mobilya almayı yeğliyorlardı. Taksitle mal alan müşteri sayısı başlangıçta iki yüz dolayındayken, bu sayı yirmi-otuza kadar gerilemişti. Taksitten söz açmışken bir olguyu vurgulamam gerek: Kolaylık olsun diye kefil gösterilmesini istemiyor, hatta sırf adet yerini bulsun diye, hiçbir yasal dayanağı olmadığı halde, eşleri birbirine kefil yapıyorduk. Senetleri de tahsil için bankaya vermiyorduk. Buna karşın, tüm bayiliğimiz döneminde bir tek memur ya da emekli müşterimiz taksit ödemelerini aksatmadı; hatırladığım kadarıyla iki kişi borç taktı. İkisi de büyük tüccar geçinen müşterilerimizdi. Ticarete atılmadan (!) önce de, kredi faizlerinin çok yüksek olduğunu biliyor ve bu koşullarda nasıl iş yapılabildiğini merak ediyordum. Başıma gelince daha iyi öğrendim. Sıkışık olduğumuz bir sırada, özel ve ticari hesaplarımızın bulunduğu banka şubesinden, ciromuzun çok küçük bir yüzdesi oranında kredi

almaya yeltendik. İyi ilişkilerimiz birden bire soğudu. Akla hayale gelmeyen belgeler, hesap ve bilanço özetleri, envanter bilgileri istendi. Son olarak bir de bankalarında hesabı bulunan muteber bir şirketin kefil olmasını istemezler mi? Muteber bir firma olmadığımız gerçeğini biz de kabullenip kredi almaktan vaz geçtik. Kelebek Mobilya nın özelliği modüler sistem denilen yöntemle üretilmesiydi. Çeşitli mobilya üniteleri, yerleştirileceği alana, zevke, keseye ve kullanım biçimine uygun olarak birleştiriliyordu. Kutular içinde olan üniteleri kurmak için de montajcı dediğimiz kişiler kullanıyorduk. Onlara ilişkin birkaç anımı aşağıda özetliyeceğim. Ancak, bu konuda karşılaştığımız bir iki müşteri davranışını da belirtmeliyim. Mobilya ünitelerini mağazanın el verdiği kadarıyla sergilemeye çalışıyor, yatak odası, oturma odası, yemek odası gurupları gibi köşeler oluşturmaya özen gösteriyorduk. Bu işlem yapılırken de bazı ünitelerin delinmesi ya da birbirine çakılması gerekebiliyordu. Ayrıca, dolap kapakları sürekli olarak açılıp kapatıldığı için sık sık menteşe değiştirmek gerekiyor, bu da menteşe yataklarını aşındırıyordu. Kısacası, bunlar sergilenen mallardı ve satılmaları söz konusu değildi. Gel gör ki cin gibi zeki (!) bir müşterimiz ben gördüğümü alırım, onun için de hiç kül yutmam, kutudan çıkacak malın ne olduğunu ne bileyim diye tutturdu. Kutudan çıkan üniteler özürlüyse değiştirdiğimizi, ayrıca, keyfi oluncaya kadar da yardım edeceğimizi söylememiz para etmedi. Sergideki mobilyayı söküp gönderdik. O bizi faka bastırdığı için mutluydu; biz de daha yeni üniteler sergileyebileceğimiz için. Zaten, sekiz yıllık tüccarlığım (!) sırasında şunu anlamıştım: Cinleri cin çarpıyordu. İsteyen müşterilerin dolap kapaklarına, anlaşma yaptığımız bir camcı ayna yapıştırıyordu. Bir seferinde, gül kurusu rengi bir ayna taktırmamız gerekti; ancak, ya bizim montajcının saflığı ya aynacının ters anlaması sonucu, karşımıza garip bir yapıt çıktı. Ortası düz ayna, etrafına çerçeve gibi bir gri bir pembe kare aynalar dizilmiş bir dolap kapağıyla karşılaştık. Müşteri için düz pembe yeni bir ayna yaptırıp elimizdeki garip nesneyi segilediğimiz dolaplardan birine taktık. Kısa bir süre içinde en az on müşteriden, sergideki aynalı kapak için sipariş aldık. Güzel sanatlar bilgimiz de bu kadardı anlaşılan Montajcıların nesinden bahis açsam ki Sadece onlar için bir dizi kitap

yazılabilir. Temel olarak iki usta montajcımız vardı. Birincisi, şeytana külahını ters giydirecek kadar zeki ama hem bizimle, hem müşterilerle, hem resmi kuruluşlarla olan ilişkilerinde sahtekarlık derecesinde kestirmeci. Yeni evlendi ve evinin tüm mobilyasını bedavaya getirdiğini ancak yıllar sonra şirketi tasfiye ederken anlayabildik. Bakkallık, hırdavatçılık, tuhafiyecilik gibi bir iş yapsaydık bizi soyup soğana çevirecekti demek. İkincisi ise, göründüğü gibi saf, zaman zaman baş vurduğu sahtekarlığı bile eline yüzüne bulaştıran, kafasını çalıştırmaktan hoşlanmayan bir tip. Altı yıl süreyle kullandığı kamyonetin hastalanacağını anlamaz, zaman zaman bu kamyonet yürümüyor diye karşımıza dikilirdi. Göstergeleri birbirine karıştırdığı için, yağın bittiğini anlamayıp motoru yaktığını mı; karşıdan gelen bir otomobile yol vermek için sağa yanaşıp kaldırımın kenarına park etmiş yedi sekiz arabayı boydan boya çizdiğini mi; soğukta motor zor çalışıyor diye vitesi boşa alıp sadece el frenini çektiği kamyonetin kayıp bir gecekondunun damından içeri düştüğünü mü; yüklediği malları iyi bağlamayıp dört beş kutuyu yollara saçtığını mı; yoksa, Mürted üssüne eşya götürüp bir tek dolap askı borusunu unuttuğu için aynı yolu bir kez daha yaptığını mı anlatsam ki? Hepsi çok tatlı da aşağıdaki hikaye anlatılmazsa tarihte bir boşluk kalır. Tamer ve Ayşe nin Ankara dışında oldukları bir gündü. Ben de bir işim olduğu için erken çıkmak zorundaydım. Saat sekizde mağazayı kapatır gidersin dedim. Sekiz dolaylarında telefon etti ve kapıyı kilitlerken anahtarın kilidin içinde kırıldığını müjdeledi. O saatte çilingir bulunamayacağına göre gece mağazada yatmasını, sabah erkenden geleceğimi ve gerekeni yapacağımızı söyledim. Sabah mağazaya gittiğimde tüm kilidin sökülmüş olduğunu ve içeride kimsenin bulunmadığını gördüm. Biraz sonra kilit takımı elinde teşrif buyurdu ve olanları anlattı: Akşam benimle konuştuktan sonra kapıyı çekip evine gitmiş, karnını doyurmuş, battaniyesini ve kaset çalarını almış, mağazaya dönmüş. Ben daha ağzımı açamadan ekledi, içeri girdikten sonra kapının önüne payanda koyup kendimi güvenceye aldım, ne olur ne olmaz ben uyurken girip birşeyler çalabilirlerdi! Aferin demekten başka yapacak şey kalmamıştı. Gerektikçe, bu iki temel (!) elemana ek olarak yardımcı montajcılar da alıyorduk. Onların becerileri de ustalardan az kalmıyordu doğrusu. Sonuçta askerde iken komutanlarımızdan öğrendiğimiz emir tekrarı

yöntemini uygulamaya başlamış, ancak, zaman zaman bunun da yeterli olmadığını görünce onların değerinin ve neler çektiklerini çok daha iyi anlar olmuştuk. Sözgelimi, kahverengi kitaplıklara beyaz ve beyaz kitaplıklara da kahverengi arkalık çakabilmek için herhalde özel eğitim gerekli. Aralarında biri vardı ki evlere şenlik. Yaz ayları gelince, mağazanın önündeki alanda plastik eşya da sergiliyorduk. Bir sabah mağazayı açtık, ben evraklara daldım o da plastikleri dışarıya çıkarıyor. Bi ara gözüm dışarıya ilişti. Bir garabet var ama ne olduğunu çıkaramıyorum. Uzak gözlüklerimi taktım baktım. Plaj şemsiyesinin tepesinden anten gibi bir şey çıkıyor. Kalktım gittim. Meğerse şemsiyenin germe tellerinden biri kırılmış ve açınca da kumaşı delip çıkmış. Bunu nasıl görmedin diye sorduğumda, gerile gerile görmez olur muyum ağabey; üstelik dün de böyleydi yanıtını alınca neden şaşırmıştım acaba. İlk okulu zor bitirmiş olan bu zavallı, bir de oturduğu gecekondunun duvarına ezilenlere özgürlük gibi birşeyler yazarken jandarma tarafından tutuklanmaz mı? Neyse ki, karakol amiri, yazdıklarının ne anlama geldiğini sormuş ve dünyayı yerinden oynatacak bir yanıt alınca da iki tokat patlatıp salıvermiş. Bir yandan mobilyacılık yaparken bir yandan da başka çıkış alanları araştırıyordum. Bunlardan biri, gazetelere yazı yazmak olabilirdi. Atina da görevli bulunduğum sırada, İsmail Cem in çıkardığı Ekonomi ve Politika gazetesine deneme yazıları göndermeye başlamış ve bu yazılar yayınlanınca da dünyalar benim olmuştu. Başta Çetin Altan olmak üzere pek çok ünlü yazarın katkıda bulunduğu bir gazetede benim yazılarım da çıkmaya başlamıştı. Bundan büyük mutluluk düşünülebilir miydi? Bir süre sonra Ekonomi ve Politika el değiştirince, yazılarım yayınlanmaz olmuş ve ben de yenilerini göndermekten vaz geçmiştim. Bu eski deneyimimden cesaret alarak, o günlerde Milliyet gazetesinin başyazarlığını yapan Mülkiyeli sınıf arkadaşım Altan Öymen e bir iki yazımı gönderdim ve okurlarının ilgisini çekip çekmeyeceğini sordum. Yanıt bile vermedi. Bir süre sonra, emekli Büyükelçi Oğuz Gökmen in anıları Milliyet te özet olarak yayınlanmaya başlayınca dayanamadım, Altan a bir mektup daha gönderip eğer emekli Dışişleri memuru değil de, emekli büyükelçi olsaydım ilk mektubumu yanıtsız bırakır mıydın diye sordum.

Bu sorumu da yanıtsız bıraktı. Daha sonra aklıma, çabalarını büyük bir hayranlıkla izlediğim Çelik Gülersoy a çalışmalarında yardımcı olabileceğim düşüncesi geldi. Kendimi kısaca tanıtan ve emelimi açıklayan bir mektup yolladım. Yanıt olarak, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu na elli yaşın üstündeki kişileri alamadıklarını bildirdi. Ben de, kendisine ve elli yaşından önce ona katılma mutluluğuna erişebilmiş çalışma arkadaşlarına başarılar diledim. En azından benim ikinci mektubumu da yanıtlamak nezaketini gösterdi ve elinde yapabileceği bir şey olmadığını yineledi. Dışişleri tanrıları Bakanlık dışındaki alanlara da mı el atmışlardı ne?... Tüm sıkıntılarımızı atlatmış, iş kendi kendini finanse eder duruma gelmişken, benim şansım mıdır nedir, bir ters anlama sonucu bayiliğimiz iptal edildi; derdimizi kimseye anlatamadık, idam mahkumuna bile son isteği sorulurmuş dedikse de para etmedi; yine hakkımızda karar verilmişti bile. İki yıla yakın süreyle neye el attıksa elimizde kaldı; zaten kalp hastası olan Tamer genç yaşta gümbürdedi gitti. Tutunduğum bir dal daha kırılmıştı. Ayşe uzun süre şirketi tasfiye etmekle uğraştı. Bu günlerde, iyiler ve kötüler yine kendilerini gösterdiler. Aralarındaki bir iyiyi saymak boynumun borcu. Tamer, bir yeni iş kurma çabaları sırasında eski ortağı ve dostu Nevzat Başartan dan bir miktar para almıştı. Tasfiye sırasında bu gerçek dost tüm ısrarlarımıza ve belgeleri göstermemize karşın, kendisinden böyle bir para alınmadığını söyledi durdu. Arkadaşların bol, dostlarınpek az olduğu bir kez daha kanıtlanmıştı. Bana gelince Tamer in ölümünden bir yıl kadar önce bir gün telefon çaldı. Karşımda Mülkiyeli ağabeyim Emekli Büyükelçi Metin Sirman vardı: Mete, İngilizcen nasıldır? Kendime güvenirim ağabey. O zaman neden Mülkiye de diplomatik yazışma dersi vermiyorsun? Aman ağabey, ben kim öğretmenlik kim derken lafı ağzıma tıktı,

Çok sıkışmışlar. Yarın git, hemen işe başla! Böylece önümde üçüncü bir kapı açılıyor ve hiç bilmediğim yeni bir ortama giriyordum. Ertesi sabah, mezun olduktan 34 yıl sonra diplomamı almak için bir kez gittiğim okulumda ders vermeye başladım. İlk saat çektiğim sıkıntıyı ve döktüğüm terleri bir ben bilirim bir de Tanrı. Başka iki fakültede ders veren arkadaşlarım, öğrencilerin çok zayıf olduğunu, birşeyler öğretmek için ellerinden geleni yaptıkları halde yine de olumlu sonuç alamadıklarını anlatmışlar ve cesaretimi kırmışlardı. Genç Mülkiyelilerle tanışmak benim için çok tatlı bir sürpriz oldu. Kelebek işi tasfiye edilince, üniversite kadrosuna geçtim ve çalışmamı büyük bir zevk ve şevkle sürdürdüm. Yaş haddi nedeniyle -bir dostumun deyimiyle mükerrer - emekli olunca, Fakülte kurulu görevi sürdürmemi istedi, büyük bir mutlulukla kabul ettim. Yaşam çok zevkli bir biçimde sürüyor. Bir yandan bu benim için çok doyurucu olan işi yürütüyor, bir yandan sağa sola çeviriler yapıyorum. Umarım bu önümde açılan son iş kapısıdır!..