(( Mekânlar doğrudur. Ama birazdan, hikâyeye dâhil olacak iki kişinin adları doğru değildir. Bunun sebebini başta anlatmıştım sizlere.



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

GÜZELLER GÜZELİ BAYAN COONEY


ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK

Cadı böyle diyerek süpürgesine bindi. Daha yüz metre uçmadan. paldır küldür yere düştü. Ağaçtaki kargalar Gak gak diye güldüler.

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

Engin arkadaşına uğrar, eve gelir duşunu alır ve salona gelir. İkizler onu salonda beklemektedirler.

Edwina Howard. Çeviri Elif Dinçer

Eşeğe Dönüşen Kabadayı Makedonya Masalı (Herşeyin bir bedeli var)

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

ESERLERLE BAŞ BAŞA KALMAK. Hayalinizde yarattığınız bir yerin sadece hayal olmadığının farkına vardığınız bir an

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı,

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Haydi Deniz Kıyısına! Şimdi okuyacağınız hikâye Limonlu Bayır

ÇAYLAK. Çevresinde güzel bahçeleri olan bir villaydı.

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

Bu testi yapın, kendinizi tanıyın!

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

ÖYKÜLERİ Yayın no: 170 ADALET VE CESARET ÖYKÜLERİ

Einstufungstest / Seviye tespit sınavı

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

Yazan : Osman Batuhan Pekcan. Ülke : FRANSA. Şehir: Paris. Kuruluş : Vir volt. Başlama Tarihi : Bitiş Tarihi :

Bir gün Pepe yi görmeye gittim ve ona : Anlayamıyorum her zaman bu kadar pozitif olmak mümkün değil, Bunu nasıl yapıyorsun? diye sordum.

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

Söyle, üzmesinler onu. Ele güne muhtaç olmasın. Hâlâ sigara. Çünkü gücüm var biraz daha.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Turkiye' ye dönmeden önce üniversiteyi kazandığımı öğrenmistim. Hayatımın en mutlu haberini de orada almıştım.

Üniversite Üzerine. Eğitim adı verilen şeyin aslında sadece ders kitaplarından, ezberlenmesi gereken

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Derleyen: Nezir Temur Resimleyen: Mert Tugen

ALTIN KALPLİ ÖĞRETMENİM

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması DAĞINIK ÇOCUK


ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΙΓΡΤΜΑ ΓΙΑΥΔΙΡΙΗ ΑΠΟΓΔΤΜΑΣΙΝΩΝ ΚΑΙ ΒΡΑΓΙΝΩΝ ΔΠΙΜΟΡΦΩΣΙΚΩΝ ΠΡΟΓΡΑΜΜΑΣΩΝ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

Samed Behrengi. Püsküllü Deve. Çeviren: Songül Bakar

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

tellidetay.wordpress.com

tellidetay.wordpress.com

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Bir Şizofrenin Kendisine Sorulan Sorulara Verdiği 13 Rahatsız Edici Cevap

Ceviz ile ilgili siz değerli ziyaretçilerimizle,anısının küçük fakat izlerinin çok büyük olduğu ceviz başlangıç öykümü paylaşmak istiyorum!

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Çok Mikroskobik Bir Hikâye

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

Başarı Hikayelerinde Söke Ekspress Gazetesi ve Cumhuriyet Ofset Matbaasının sahibi, 1980 yılından bu yana üyemiz olan Yılmaz KALAYCI ya yer verdik.

Uzun Bir Köpek Hakkında Kısa Bir Öykü. Henry Winker. İllüstrasyonlar: Scott Garrett. Çeviri: Bengü Ayfer

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

yaşam boyu bağlanırsanız.

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

Cumhuriyet Halk Partisi

YİNE YENİ KOMŞULAR. evine gidip Billy ile oynuyordu.

UYGULAMA 1 1. Aşama Şimdi bir öykü okuyacağım, bakalım bu öykü neler anlatıyor?

Eylemlerin, eylemsilerin, sıfatların ve zarfların anlamlarını çeşitli yönden etkileyen sözcüklere zarf denir. Ör. Büyük lokma ye: büyük konuşma. Ör.

Aşşk Kahve ve Laduree

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

Doğru bildiğini her yerde haykıran, kimseye eğilip bükülmeyen birisiydi Neyzen Tevfik..

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

Ürünü tüketmesini/satın almasını/kullanmasını ne tetikledi?

YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

6 Çocukla Ahır'da Yaşam Mücadelesi

Öykü ile ilgili bitişik eğik yazı ile 5N1K soruları üretip çözünüz. nasıl : ne zaman:

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

Berk Yaman. Demodur. Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır

Sevda Üzerine Mektup

Ilgaz (14 Şubat 2010) Yazı ve fotoğraflar: Hüseyin Sarı (huseyinsari.net.tr)

O KOLTUĞA GALİP HOCA YAKIŞIR!

Pırıl pırıl güneşli bir günde, içini sımsıcak saran bir mutlulukla. Cadde de yürüyordu. Yüzü gülümseyen. insanların kullandığı yoldan;

(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı

ÇOCUK VE YETİŞKİN HAKLARI

GİZEMLİ KUTULAR PROGRAMI ÖĞRENCİ GÖRÜŞLERİ

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

Kahraman Kit ve Akıllı Can. Technical Assistance for Promoting Registered Employment. Kayıtlı İstihdamın Teşviki için Teknik Destek Projesi

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Mayıs 2010 DİKKAT

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Bu konuda daha kim bilir ne yöntemler bulunacak? Tüm Kişisel Gelişim Uzmanı Meslektaşlarımı ve dostlarımı WC-TERAPİ çalışmalarına bekliyorum!

Herkes Birisi Herhangi Biri Hiç Kimse

Transkript:

TEMMUZ YAGMURU (( Size şimdi anlatacağım olayların kahramanının adını, yani gerçek adını asla söylemeyeceğim. Çünkü bu hikâye gerçekle alakalı. Elbette bütünüyle alakalı değil. Zaten öyle olsaydı, başım derde girerdi. Bu hikâyeyi baştan sona okuduğunuzda, ne söylemek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. )) On üç temmuz öğleden sonrası Düzce'ye vardığında, yolculuğunun ne kadar kötü geçtiğini düşünerek hayıflanıyordu. Yol boyunca kendi kendine kızmasının sebebi, aptallar gibi öğle sıcağını seçmesiydi. Güneş sanki bindiği otobüsü ısıtmakla görevlendirilmiş gibi, acımasızca takip etmişti aracı. Üstüne üstlük, yırtıcı bir hayvan amblemini taşıyan otobüsün kliması yetersiz kalınca, kendini bir teneke konservenin içinde, mideye gönderilmek için ısıtılan mısırlar gibi hissetmişti. Volkan'ı karşılamaya, arkadaşları Barış ve Burçin gelmişti. İkisi de çok iyi dostuydu kendisinin. Düzce'ye onları ziyarete gelmişti. Tabi, aklının kendisine bile açık olmayan gizli bir yerinde, kim bilir neler vardı? Hani şu orta yaş erkeklerin, arkadaşlarıyla alkolün doruklarına çıktıkları kaçamak tatillerden biri olabilirdi mesela. İki iyi arkadaşıyla da kucaklaştı. Burçin'in saçları biraz daha uzamıştı. Onda hep aykırı bir imaj vardı zaten. Saçları ve parmağındaki iri yüzükleri, kendi dünyasının objeleriydi. Barış'ta ise pek bir değişiklik yoktu. Kirli sakalının arasındaki iddialı tebessümü hiç değişmemişti. Volkan, Barış'ın en çok 'R' harflerini söyleyemeyişini severdi, bu yüzden daha karşılaşır karşılaşmaz onun bu özrüyle dalga geçti. ''Bağış'' demesi yetmişti arkadaşına. Ayaküstü hoş geldin töreninden sonra, hep birlikte, Barış'ın ailesinin dükkânına gittiler. Üç katlı ve görkemli bir mobilya mağazasıydı burası. Televizyon ve buzdolaplarının süslediği mağazanın bulunduğu binanın en üst katında Barış ve ailesi oturuyordu. İlk gece, evin balkonunda rakı masası kuruldu. Bu konuda Barış ın üzerine kimse yoktu. Masada nelerin bulunması gerektiğini ve Volkan'ın, rakının yanında nelerden hoşlandığını çok iyi hatırlıyordu. Bir yanda bin bir çeşit meze, diğer yanda export rakı ve dillerde dolaşan eski anılar. Üç genç, kör kütük sarhoş oluncaya kadar içtiler. Ertesi gün Akçakoca'ya gidildi. Akçakoca'da Burçin'in, denizin kıyısında olmasa da, hatta mükemmel sayılmasa da, güzel bir yazlığı vardı. O gün bütün işleri bıkıncaya kadar denize girmek oldu. Volkan, arkadaşlarıyla güzel saatler geçiriyordu. Bu tatile ihtiyacı olduğu da kesindi. On dört temmuz akşamı da içtiler. Bu sefer Burçin'in yazlığında hazırlanmıştı her şey. Yine rakı vardı ve anılarla birlikte, gecenin sonunda hepsi sızdı. 1

(( Buraya kadar olan kısmı süratle anlattım size. Elbette pek fazla ayrıntıya girmedim. Çünkü buraya kadar olan kısımda, hiç kimseyi ilgilendirmeyecek ayrıntılar vardı. Fakat bundan sonra anlatacaklarımı daha dikkatle okumanızı tavsiye ediyorum. )) (( Mekânlar doğrudur. Ama birazdan, hikâyeye dâhil olacak iki kişinin adları doğru değildir. Bunun sebebini başta anlatmıştım sizlere. )) Volkan, Düzce'deki üçüncü gününde, Barış ve Burçin'den, bir kaç saatliğine izin alarak, diğer dostlarını ziyaret etmek istediğini söyledi. Sokaklarda gezmek ve ortalığa şöyle bir göz atmak istiyordu. Garip bir şekilde özlemişti burayı. (( Burada şunu da açıklamama izin verin; Volkan, beş yıl kadar önce Düzce'de okuyordu. İki yıllık yüksek öğrenimini burada yaptı. Aslında o iki yılı, ancak üç buçuk yılda tamamlayabilmişti. Bunun sebebi, o karın ağrısı alttan aldığı derslerdendi. Ama sonuçta okul bitmiş ve İstanbul a dönmüştü, geride birçok eski dost bırakarak. Bu üç buçuk yıl süresinde düşmanda edinmişti. Gülmeyin, orada dost edinmek kadar kolaydır düşman edinmek. Neden düşmanları olduğunu açıklamak istemiyorum. Ama küçük yerlerde insanların ne kadar çabuk düşman edindiklerini başka bir zaman anlatırım. Şimdi bunun zamanı değil. Hem gereği yok, hem de çok uzun bir hikâye olurdu o zaman. Sadece size bu kadarını anlatmam yeterli. İnanın bana okuyacağınız bu hikâye yeterince enteresan zaten. Bunun sebebi, gerçeğe yakın olması mıdır bilinmez, hikâyenin sonunda, yüzünüzdeki ilginç tebessümü fark ettiğinizde, içinizde karanlıkta kalmış bir duygunun size göz kırptığını hissedeceksiniz. )) (( On beş temmuz günü, bütün eski anılarını hatırlamak ve onlarla yüzleşmek için, bir başına çıkmıştı Düzce sokaklarına Volkan. )) Volkan, tanımlayamadığı garip bir duyguyla doladı. Önce büyük caminin önünden geçerek hastane yoluna yürüdü. Ardından merkeze tekrar geri döndü. Gezisi boyunca birçok değişiklik görmüştü. Bunlardan en göze batanı, eski otogarın bulunduğu yere büyük bir alış veriş merkezi kurulmuş olmasıydı. Kim bilir kaç kez o otogardan İstanbul a bilet almıştı. En az iki haftada bir otogara gelir ve kabuğundan kurtulmaya çalışan bir kuş yavrusu gibi heyecanla yola çıkardı. Bazen otobüs yolculuğu yerine otostopla giderdi memleketine. Oysa pek fazla otostop çekerek yolculuk yapmak isteyen arkadaş bulamazdı kendine. Gülümsedi. Şimdi cesaret edip onca yolu, otostopla gidebilir miydi diye düşündü. Cevap, karanlık bir fotoğrafın negatifine bakmak gibi olumsuzdu. Kültür mahallesi solunda kalıyordu merkeze yürüyüşü sırasında. Hemen her sokağını bildiği, İstanbul u belki sadece zengin binalarından dolayı hatırlatan bu caddeyi, sevip sevmediği konusunda kararsız kaldı. Kendini kibirli bir duruşla ayrı tutan o kaldırımlarda az yürümemişti. Caddenin hemen ortasındaki karşılıklı iki binada da sevgilileri olmuştu. Beş yıl önceydi bunlar ama o zamanın kokusunu hala hissedebilmesi çok güzeldi. Bu caddenin kokusunu hissetmesi sadece kızlardan değildi elbet, çünkü öyle olsaydı, hissettiği kokunun içinde kötü bir şeyler olmazdı. Korku, burnuna gelen ve aklında birçok anıyı çağıran kokunun içinden göz kırpıyordu. Beni unuttun mu? der gibi. Ciğerlerini zorlayan bir nefes aldı. Belki anılarının da bu oksijene ihtiyacı vardı. Kültür mahallesini sol arkasında bırakarak ilerlemeye devam etti. Düzce, sanki biraz daha kalkınmış gibiydi. Caddenin üzerine, birçok pahalı marka dükkân açmıştı. Eskiden öylemiydi? Marka bir şey almanın yolu İstanbul dan geçiyordu o zamanlar. 2

Tuhaf bir bocalama yaşadı içinde, acaba büyük şehirlere benzemesini istemiyor muydu buranın? O eski kültürünün kaybolmasından mı korkmuştu? Kim bilir öğrenci yıllarında, burada, bu kaldırımda durmuş, bunları düşündüğünü görseydi, ne kadar garipserdi. Her şeye rağmen Düzce, Volkan'ın damağında aynı tadı bırakmıştı. Burası ne kadar değişirse değişsin, Düzce yine aynı Düzce ydi anılarında. Yol boyunca, tanıdık bir kaç kişiyle şöyle bir ayaküstü sohbet etti. Fakat hiç biri görmek için can attığı kişiler değildi. Bir ara, tanıdık bir mağazaya girerek yarım saat kadar oradaki arkadaşıyla sohbet etti. Sıkılınca, vedalaşarak oradan ayrıldı. Sonra yeni açıldığı anlaşılan bir hamburgercinin önünden geçti. İçeriye şöyle bir göz attığında, artık Düzce gençliğinin daha kalabalık olduğunu fark etti. Belki eskidende böyleydi ama bunu çok iyi anımsayamıyordu. Kafasında, eskiyle yeninin mukayesesini yapmanın bir anlamı olmayacağına karar verdi. Eskiyle yeninin arasındaki tek fark, anıların tazeliği değil miydi? Hamburgerciden uzaklaşırken, içerde eski sevgililerinden birinin oturduğunu fark etti. Neydi kızın adı, Ebru muydu? Bunu iyice hatırlayamadı ama o kız yüzünden yaptığı sağlam bir kavga geldi aklına. Güldü, içeri girip kızla biraz sohbet etmek istediyse de sonradan, aklına kazınmış bir örfün engeliyle karşılaştı. Buna hiç gerek yoktu. Gün küsüp akşam olmaya yüz tutmuştu. Mevsim yazdı fakat hava Volkan'la dalga geçer gibiydi. Neredeyse yağmur yağacak ve kendisini şaşırtacaktı. Buna pek şaşırmazdı ya. Tekrar derin bir soluk alarak, havayı kokladı ve yürüyüşüne devam etti. Tıpkı naneli bir şekerin ardından su içmiş kadar ferah hissediyordu kendini. Karnının acıktığını fark edince tanıdık bir lokanta aramaya karar verdi. Akşam yemeği için Barış a gidebilirdi. Ama o zaman gezisi kısa sürecekti. Gezecek pek fazla yer kalmamıştı fakat içinde bir his Düzce yi daha tam anlamıyla sindiremediğini söylüyordu. Çok geçmeden aradığını da buldu. Dış camında, yarı silinmiş 'Gülaçtı' ismini görünce, kalbinde garip bir elektrik hissederek, tereddüt etmeden içeri girdi. Daha kapıyı açar açmaz burnuna gelen kuru fasulye kokusunu tanıdı. Aslında içerisi o kadar da fazla kuru fasulye kokmuyordu ama anılarında, buranın hep böyle koktuğunu hatırlıyordu. Gülaçtı, öğrenciliğinin ve parasızlığının lokantasıydı. Tahta masalar aynıydı ve üzerlerindeki muşamba örtülerinin deseni dahi değişmemişti. Biraz solmuşlardı ama yinede o şekillerin her kıvrımını hatırlıyordu. Yeni yağan yağmurun topraktan kaldırdığı kokuyu içine çektiğinde hissettiği mutluluğun bir kopyasını yaşıyordu. Kolay kolay unutamayacağı bir keyif anıydı bu. Üzerinde muşamba bulunan tahta masalardan birine oturdu ve hemen kuru fasulye siparişi verdi. Siparişi alan garsonu tanımıyordu, beş yıl önceki kısa boylu, dört çocuklu, yağlı saçlı güvercin Ahmet i hemen anımsadı. Hiç ilgileri olmadığı halde, sırf tabaklarına biraz daha torpil yapsın diye, çok gururlandığı güvercinlerini sorarlardı ona. O da gözleri parlamış halde, hemen anlatmaya başlardı. Pazar günü paçalı, sineğe çıktı. Veya Bursalımı görseniz kaç takla attığını ben bile sayamıyorum. Der, kuşlarıyla ilgilenen bu mektepli çocuklara elinden geleni yapardı. Harika diye, kimsenin duymayacağı bir tonda mırıldandı. Fasulyenin peşinden pilav ısmarladı. Gülaçtı diye düşündü, başını iki yana gülümseyerek salladı. Burayla ilgili anılar, hep parasızlığını getiriyordu aklına. Az kurular, az pilavlar, bol bol ekmekler. Şimdi yeterli parası vardı var olmasına ama o günlerin anısına yine aynı yiyecekleri ısmarlamıştı. Gülaçtı nın sahipleri değişmişti, fakat dekor yine aynıydı. Duvarlarda hafif buharlı, hafifte kirli dev aynalar ve aynaların önünde sarılı siyahlı meşrubat şişeleri duruyordu. Kasanın hemen arkasındaki duvar saati bile değişmemişti. Türk Hava Yolları amblemi taşıyan saat kararmaya yüz tutmuştu. 3

Kuru fasulye yemeğini bitirip, taskebabının suyuyla ıslatılmış pilavına başlamak üzereydi ki, lokantanın kapısından tanıdık bir yüz içeri girdi. Uzun boylu, geniş omuzlu, iri yapılı, kısa saçlı ve çakır gözlüydü bu kişi. Volkan, içinde durmadan tazelediği o güzel duygularının üzerine, kum serpildiğini hissetti. Gözlerini, içeri giren ve etrafına kararan gökyüzü gibi bakan çakır gözlerden kaçırarak, önündeki pilavına çevirdi. Kapıdan giren kişi hiç de hoş anılar hatırlatmıyordu kendisine. Beynindeki yer değiştiren duygulardan hoşlanmadı. Bu kişiyle temelde bir sorunu yoktu ama onun her an sorun çıkaracak bir insan olduğunu iyi hatırlıyordu. Allah kahretsin diye düşündü Volkan. Ne kadar keyifli bir gün geçirmişti oysa ama şimdi etrafında huzursuzluk dolaşmaya başlamıştı. Yutkundu ve ağzındaki kuru fasulyenin tadının bozmamaya çalıştı. Biraz düşününce bu gerginliği bile özlediğini fark edecekti. Volkan ı görmeden yanındaki masaya oturan çakır gözlünün adı Fuat tı. Düzce'de herkes onu 'Dikiş makinesi.' lakabıyla tanırdı. İçindeki olgun bir duygu, bu lakabın ne kadarda çocukça olduğunu söylüyordu, diğer taraftan yaşamında efsaneleştirdiği olayların bir kaçı, tam tersini fısıldıyordu. Fuat, bu lakabı hak etmişti. Olayları çok iyi hatırlıyordu. Canlı olarak yaşamamıştı ama o kadar çok dinlemişti ki, neredeyse her şeyi biliyordu. Bir gece, kafasını bir güzel parlatan Fuat, Düzce sokaklarında terör estirmeye başlamıştı. Öyle bir terördü ki bu, o gece dışarıda olmadığına birçok kişi şükretmişti, tıpkı kendisi gibi. On beş dakika içerisinde tam yedi kişiyi bıçaklamıştı Fuat. Hem de önüne kattığı herkesi. O gece, Fuat ın gözünün hiçbir şey görmediğini, bıçakladığı kişilerden birinin, yaşlı bir kadın olduğunu duyduğunda anlamıştı. Tabi ona sorarsanız asla yaşlı bir kadını bıçakladığını itiraf etmeyecektir. Hatta bunu iddia eden her babayiğidi de dize getireceğini herkes bilirdi. Sonuçta Fuat, Volkan ın rastlamaktan hoşnut olacağı son kişiydi. Şöyle uzaktan bir görse hoşuna bile giderdi ama bu kadar yakınında olmasının hiç gereği yoktu. Kendine, ondan korkup korkmadığını sordu. Evet beş yıl önce olsa korkardı, hatta kalbi ağzında atardı. Ama şimdi öylemiydi? Evet, bal gibi de öyleydi. Yinede kalbindeki bu gerginliğin, derin derin hoşuna gittiğini fark etti. Sanki Düzce ye gelme sebebinin bu korkusuyla yüzleşmek olduğu hissi uyanmıştı içinde. Sonra saçmaladığını düşündü. Hiçbir şeyle yüzleşmeyecekti. Bu bitirimlerle yüzleşmek gibi bir çılgınlığı ancak yetmişinden sonra düşüne bilirdi. Çünkü ancak o yaşlarda düşüncelerinden mesul olmazdı. Ki düşünmüş dahi olsa, çıplak ellerle bunu nasıl başaracağını planlamamıştı. Ne planı diye çığlık attı. Pilavını yemiyor, ağzını bir fil hortumu gibi kullanarak, tanecikleri çiğnemeden yutuyordu. Pilav da bir türlü bitmek bilmiyordu. Bu ıstırap, Dikiş makinesi Fuat ın sesiyle kâbusa dönüştü. Tanecikler ağzında büyüdükçe büyüdü ve boğazında düğümlendi. Az kalsın öksürüp tabağına kusacaktı. İşte yirmi sekiz yıllık tecrübelerinin kemikleştirdiği his tekrar oluyordu. Bir iş boka bulaşmaya başladıysa, sonuna kadar her yeri boka bulanırdı. Volkan, Fuat'ın sesini duymazdan gelmek istedi. Bu salak herifle muhabbet edip kendisini huzursuz etmek istemiyordu. Tamam, biraz gerginliğin tadını çıkartmıştı ama bu kadarı yeterliydi. Ne kendisi eski Volkan dı, ne de o eski nalkapon oyunlarını kaldıracak sinirleri vardı. Fakat ismini ikinci kez tekrarlayan psikopata yanıt vermemek imkânsız gibiydi. Volkan! Tok ve emrivakiiydi Gülaçtı nın içinde yankılanan ses. Aklını bir türlü toplayamıyordu. Birkaç saniye içinde bir karara varmalıydı. Ya eski korkak Volkan olacak ve pusacaktı, ya da şu anda boğazını yakan öfkesinin ardındaki gururunu dinleyip ona göre davranacaktı. Ooo abısının hoş geldin. 4

Fuat ın sesindeki bitirimlik, inanılmaz doğaldı. Ve baskıcı. O sesin altında hiçbir karar veremeyeceğini anladı. Çakır gözlere dönerken onun, elindeki bardağı ağır ağır masasının üzerine bıraktığını gördü. Volkan, Fuat la göz göze gelince yutmaya çalıştığı tanecikleri asla midesine indiremeyeceğini anladı. Düğümlendikçe düğümlendi pirinç taneleri. Düzce'ye gelmeye karar verdiğinde, böyle manzaralarla karşılaşacağını biliyor muydu acaba? Fakat kendini bu kadar kötü hissedeceğini asla tahmin etmemişti. Babasından ödünç aldığı sakinliği aradı beyninin bir yerlerinde. Merhaba Fuat, nasılsın? Acaba bulabilmiş miydi? İyi, ya sen? Fena değil, iyi sayılırım. Volkan, önüne dönüp hiçbir şey olmamış gibi yemeğine devam etmek istedi. Bunu asla başaramayacağını, karşısındaki gözlerin kararlılığından anladı. Kendi neden kararlı olamıyordu ki? Ne vardı yani? Psikopatsa psikopat. En fazla ne olabilirdi ki? O gözlere yenilmemeliydi. Ne zaman geldin Düzce'ye? Ezici çakır gözler, Fuat'ın en büyük silahıydı kuşkusuz. Acaba bu bakışlar için ne kadar uğraşmıştı, ya da kaç kişinin canını yakmıştı? İki gün oldu. Çok kısa süren suskunluğun sebebi, Fuat ın sigarasını ağır ağır yakmasından dolayıydı. Önündeki yemek bitmemişti ama yeni bir yem bulmuş balık gibi keyifliydi. Derin bir soluk aldı sigarasından ve tekrar Volkan a baktı. Abısının, insan Düzce ye gelirde bize uğramaz mı? Ayıp ettin. Havadaki güvensizlik, üzerine giyindiği ceketi kadar karaydı. Volkan ne söyleyeceğini ve nasıl davranacağını kestiremiyordu. Sadece ciğerlerinden boğazına doğru yükselen öfkesinin farkındaydı ve bu öfkeyi kontrol altına almaya çalışıyordu. Gerçi gücünün buna ne kadar yeteceğini bilmiyordu. Bazı işlerim vardı, onları halletmek için koşturuyordum. Kimseyi ziyaret edecek zamanı bulamadım, kusura bakma. Barış veya Burçin, şu anda Volkan ın yanında olsaydı, onun ne kadar sinirlendiğini anlarlardı. Lokantanın içerisinde fark edilir bir huzursuzluk dalgalandı. Yemeklerin bulunduğu tezgâhın arkasından gelen fiskostan anlaşılıyordu bu. Volkan rahatsız oldu. Kim bilir içerdeki adamlar ne düşünüyorlardı kendisi hakkında? Köşeye sıkıştığından onlarda emindi. Volkan, eğer hemen pes ederse asıl sorunların o zaman başlayacağını da biliyordu. Yıllar önce bilinçaltına gömdüğü öfkesi tekrar uyanıyordu. Diğer yandan ortada bir şeyin olmadığı da aşikârdı. Fuat, ne ters bir şey söylemişti ne de kötü bir şey yapmasına gerek vardı. Bu gerginlik neden Volkan ın içini burkuyordu ki? Ne olacaktı yani? Adam hal hatır soracak ve bir daha ki sefere benim yanıma da uğra diyecek, sonra her şey sona erecekti. Daha fazla ne ola bilirdi ki? Dostça bir sohbet hepsi bu. Volkan, aklından geçenlere güldü. Burası Düzce ydi. Eğer ün yapmış bir kabadayıysan ve biraz eğlenmek istiyorsan, Volkan dan daha iyi bir yem bulamazdın. Önce oltaya gelmesini beklemeli ve onun en zayıf olduğu anda yakalamalıydın. Burada işlerin nasıl yürüdüğünü bilecek kadar yaşamıştı. Volkan, en iyi arkadaşı Cahit in söylediği şeyleri hatırladı; sen bazen paranoyak bir salak oluyorsun. Hiç kimse bu kadar kısa bir sürede, bu kadar çok komplo teorisi üretemez. Gel de şöyle otur biraz. İşte, oltayı çekmeye başladı. Fuat sesindeki emir ifadesiyle, işaret parmağındaki kararlılığı bütünleştirerek, karşısındaki boş sandalyeyi gösterdi. Bakışlarındaki, itiraz kabul etmez anlam, Volkan'ı daha bir çileden 5

çıkmasına sebep oldu. Şu an yaşananları bir oyun gibi hissetmesini emrediyordu beyni ama olgun tarafı karşı çıkıyor, bu saçmalığa daha fazla dayanmak zorunda olmadığını söylüyordu. Cesareti, mantığı ve öfkesi bir birine girmişti. Kafası allak bullak olmuştu. Volkan ın beyninde eğer bir şeytan varsa, neredeydi? İşlerin sarpa sarmasını hiç istemediği bir an Fuat ın masasına oturdu. Nede olsa yarım saat sonra, yaşadığı bu dakikaları düşündüğünde keyiflenecekti. Aklından geçen bu son saçmalıkta, zayıf savunmasının bir parçası olmalıydı. Yarım saat sonra ne kadar eğlenecekti değil mi? Ha hah ha. Vay be ne kadar yoğun bir gün geçirdim, hatta filmlerdeki gibi tehlikeli dakikalar bile yaşadım. Volkan, hafifçe gülümseyerek kendini girdabın içine bıraktı. Kıyametin koptuğunu haber veren meleğe ruhunu teslim etmek gibi bir şeydi bu. Sohbet, sigarasını bitirip tekrar yemeğine devam eden Dikişmakinasının karnını doyurmasına kadar sürdü. Hep Fuat sordu ve Volkan, sıkıldığını belli etmeden cevaplamak zorunda kaldı. Yemeğin bitmesini bekliyordu. Bir fırsatını bulup kalkıp gidecekti. Biraz önce içerde gizli gizli söyleşen garsonlardan biri, Fuat ın yemeğinin bitimine kadar Volkan a iki kere çay getirdi. Her servis yapışında anlamsızca, ya da acır gibi bakıyordu. Bir ara bu bakışlardan iyice rahatsız olmuştu ve az kalsın garsonu paylayacaktı. Olay büyümesin diye bu işten vazgeçti. Eğer dayanamayıp garsona bir şey söyleseydi, Fuat, hemen kendini sahiplenecek ve misafir konumunda olduğu için koruma işini üslenecekti. Sonra garsonun vay haline. Bu akşam seni bir yere bırakmam, biraz bana takıl. Göz kırptı. Sana bira ısmarlamak istiyorum. Kalkıyorlardı. Volkan korktuğunun başına geldiğini anladı. Bunu belirtmekten çekinmedi. Şaşkınlık ve öfke dişlerinin arasına sıkıştı. Galiba çaresizlik soluyordu, çünkü hiçbir duygusunu kontrol altına alamıyordu. Sağ ol Fuat, gitmem gerekiyor. Bu akşam İstanbul a dönmem lazım ve daha halledemediğim bir kaç işim daha var. Dişlerini fazla açamamıştı. Bir şey olmaz, birkaç saat takılırız sonra gidersin gideceğin yere. Gerçekten sağ ol ama gitmeliyim. Volkan iyice daraldığının farkındaydı. Sinirlerine hâkim olamıyordu ve nerdeyse karşısındaki psikopata diklenecekti. Uzatma! Lokantanın kapısından çıkarken, herkes Dikiş makinesinin sesini yükselttiğini duymuştu. Birkaç bira içeceğiz ve sende bunu bir misafirperverlik olarak kabul edeceksin. Ayıp ediyorsun. Fuat ın konuşması artık önü alınmaz ve dayanılmaz bir şekilde Volkan ın canını sıkıyordu. Hemen bir karar vermeliydi. Ya boyun bükecek ve bira içecekti ya da karşı çıkıp şansını biraz daha zorlayacaktı. Eğer ikinci şıkkı seçerse, bu gece kötü bitebilirdi, bunu çok iyi biliyordu. O yüzden birinci şıkkı seçip olacaklara boyun bükmeye mecburdu. Gerçi hiçbir şıkkın sonu iyi görünmüyordu ya. Haydi! Amma yaptı ha. Sen bazen paranoyak bir salak oluyorsun. Tamam Fuat ama erken kaçarsam kızmak, darılmak yok. Tamam, sen canını sıkma. Bayağıdır görüşemiyoruz, biraz daha sohbet etmek istiyorum seninle. İstediğinin yerine gelmesi keyfini artırdı. Volkan, ancak kendi yaşlarında olan bu irikıyım kabadayı karşısında çaresiz kalmaktan dolayı lanetler okumaya başlamıştı. Sinirleri geriliyordu. Bu adam beş yıl önceki Volkan la mı konuştuğunu zannediyordu? Çocuklukla ergenlik arasında bocalayan yeni yetme biri değildi ki artık. Düzce yi terk ettiğinde içinde birçok şeyin katılaştığını biliyordu. O yüzden hangi durumlarda patlayacağını kendisi bile bilemezdi. 6

Dışarı çıktıklarında hava, en az Volkan'ın duyguları kadar alaca karanlıktı. Zaten çılgına dönmüştü, birde bozan bu hava, kendisine acayip kasvetli gelmeye başlamıştı. Galiba bütün her şey şu anda Volkan ın çıldırması için çalışıyordu. Hastane yoluna doğru yürümeye başladılar. Yanlarından geçenler, sahibinden sopa yemiş köpekler gibi siniyorlar ve başlarını önlerine eğerek uzaklaşmanın yollarını arıyorlardı. Volkan, bu kaçış yollarından birini bulamadığı için Fuat ın saçma sapan sorularına maruz kalmaya devam etti. Sadece cadde üzerindeki insanlar değil, neredeyse bütün ülke onları seyrediyor gibiydi. Kimse kendilerine doğru bakmıyordu belki ama elbette görüyorlardı. Düzce'deki diğer kabadayılar gibi yürümüyordu Fuat. Onunki sanki daha ustacaydı. İnsanları korkutmakta uzman olduğu kesindi. Başı omuzlarının arasında gömülü gibi yürür, adımlarını da güvensiz atardı, tıpkı gözlerindeki ifade gibi. Pek fazla başını oynatmaz, bunun yerine sadece gözlerini çevirirdi. Kesinlikle bitirimlikte ustaydı Fuat. Bir ara dikiş makinesi, yolun karşı kaldırımında yürüyen, sarı saçlı ve şık giyinişli bir genci yanına çağırdı. Kendilerine doğru yürüyen çocuğun bir hata yaptığı, hareketlerindeki korkudan anlaşılıyordu. Fuat önce onu azarladı. Volkan konuyu tam çözememişti ama Fuat'ın yirmi yaşlarındaki çocuğa attığı okkalı tokatla sarsıldı. Eğer biraz daha korkak biri olsaydı, oradan alabildiğine kaçardı herhalde. Belki beş yıl önce olsa bunu yapardı. Volkan bu düşüncesini aşırı saçma buldu, ama engelleyemedi. Tokadı yiyen zavallı genç, neredeyse ağlayacaktı. Fuat tan ne kadarda korkuyordu. Çaresizlikle beklemeye koyulan sarı saçlı genç, bir kaç azardan sonra affedildi. Tonlarca özür dileyerek uzaklaşan gencin arkasından bile bakmayan Fuat, haince bir keyif aldığını belli eden bir gülümseyiş saldı yüzüne. Yürümeye başladılar tekrar. Volkan, yanındaki bitirimin kendisine şov yaptığına karar vermişti. Ne gerek vardı buna, kim bilir? Bu tipler hep böyledir diye düşündü. Olayı hemen unutmaya ve bir an önce kurtulmanın yollarını bulmaya çalışmalıydı. Diğer yandan, bu gösterişli şovdan memnundu. Demek buna ihtiyaç duymuştu. Sorular birbiri ardına devam etti. Hatta bir ara sevgilisi olup olmadığından ve aralarının nasıl gittiğinden bahsedildi. Buraya kadar her şey normal gibiydi ama sohbet sevgiliyle yaşanan cinsellik boyutuna gelince Volkan öfkesinin yükseldiğini fark etti. Uygun bir dille bu durumdan rahatsız olduğunu ifade etti. Fuat, Volkan ın sevgilisi hakkında keyif alacağı sorulara son vermeye karar vermişti ki, yanlarında bir araba, acı bir fren yaparak durdu. Fuat o iri cüssesiyle hemen savunmaya geçti ve arabadakinin kim olduğuna bakındı. Eğer biri bir hata yapıyorsa, canına okumaya hazırlanıyordu. Çok enteresan bir elektrik yayılmaya başlamıştı çakır gözlerin sahibi iri cüsseden. Volkan daha neler olduğunu anlamamıştı ki, yanlarında fren yapan arabadan, Düzce'de en son görmek istediği ikinci kişi indi. İşte şimdi bayılacaktı Volkan. Arabadan ağır ağır inerek yanlarına gelen kabadayının adı Feridun'du. Saçlarını eski Türk filmlerindeki jönler gibi taramıştı ve jöleyle parlatmıştı. Hem bitirimdi, hem jön. Üslendiği rol gerçekten takdire şayandı doğrusu. Ooo Volkan Bey hoş geldiniz. Feridun'un sesinden hemen düşmanlık fark edildi ve eski günlerde olduğu gibi dişlerini sıkarak konuştu. Volkan benim konuğum. Fuat arkadaşına çıkıştı. Sesindeki tuhaflık Volkan ın gözünden kaçmamıştı. Kendi aralarında oluşturdukları telepatiyle bir süre bakıştılar. Volkan, alnındaki bütün damarların çatlayacağını hissetti. Artık damarlarında kan değil de, öfke dolaşıyordu, hem de lav kadar sıcak bir öfke. Canı, kullanmadığı halde zift gibi bir sigara çekti. Belki de çok kuvvetli bir yatıştırıcı ancak yeterli olabilirdi. Biraz sakinleşmek için ne olsa yapardı. Ama hiç bir şey öfkesini tamamen dindirmeye yetmeyecekti. 7

Senin konuğunsa benimde konuğumdur. Feridun, yine alaycı bir mimiği sıvadı Volkanın yüzüne doğru. O da, arkadaşı Fuat gibi güvensiz bakmaya çalışıyordu, fakat bunu becerdiğini hiç kimse söyleyemezdi. Kötü bir öğrenci gibiydi. Volkan çıldırmamak için dişlerine olanca gücüyle yüklendi. İkisinin de üzerinde takım elbise vardı ve ikisinin de kravatları eksikti. Feridun un kırışık açık mavi gömleği, cılız göğüs kafesinde o denli emanet duruyordu ki, üzerindeki kahverengi ceketinin altında kaybolup gitmişti. İki şeyi düzgündü. Birincisi saçları, ikinci ise her gün takıldığı kahvenin giriş kapısının yanındaki yaşlı adama boyattığı köseleleriydi. Zavallı boyacı asla parasını isteyemiyordu. Feridun, Fuat a dönerek seslendiğinde, Volkan gerçeklere tekrar geri döndü. Yeni bir şey çarptım, görünce çok seveceksin. Kız gibi valla. Gel arabada göstereyim. diye iştahla konuştu. Şimdi olmaz, bira içmek için sözüm var, daha sonra ilgileniriz. Fuat, yine oturaklı edasını kullanmıştı. Böyle durumlarda hiç kimse ona karşı gelemiyordu. Tamam, biraları benim arabada içeriz. Bende Volkan ı özledim. Başını çevirmeden misafire baktı. Avının hareketlerini takip eden yırtıcı bir kuş gibiydi. Seksen beş model Doğan'ın eski döşemelerine oturduğunda bir kez daha rahatsız oldu. İşler iyice sarpa sarıyordu. Bir tanesiyle uğraşırken şimdi, Düzce'nin en ünlü iki bitirimiyle uğraşmak zorundaydı. Bu saatten sonra onlardan kurtulmak daha da zorlaşmıştı. Araba biraz ilerlemişti ki, Fuat ın emriyle bir tekel bayisinin önünde duruldu. Dikiş makinesi kendine yakışmayan bir çabuklukla arabadan inerek dükkâna girdi. Çıktığında elinde iki siyah poşet ve içlerinde on beş tane bira vardı. Hava tamamen küsmüş, yağmur Volkan ın sinirlerini iflas ettirmek üzere yağmaya hazırlanıyordu. Temmuzun ortasında yağan yağmurun anlamı ne olabilirdi? Feridun arabayı büyük bir zevkle sürüyordu. Önce hastane yolunu bitirdi ve sonra bunca şey yetmezmiş gibi arabayı Melen deresine doğru sürmeye başladı. Yeter artık diye sessiz bir isyanın gerisinde, Melen deresi hakkında bildiği onca şeyi düşündü. Düzce hakkında bir şeyler biliyorum demek için, bu derenin nasıl bir yer olduğunu ve hangi amaçlara hizmet ettiğinden haberdar olmak gerekiyordu. Hiç konuşmadan birer bira açıldı ve yudumlandı. Feridun, ilk yudumun ardından ağzını sildi, oturduğu koltuğun altından bir silah çıkardı. Hareketleri çok abartılıydı, sanki yaptığı şey onu biraz daha önemli biri yapacakmış gibiydi. Bira şişesini apış arasına sıkıştırarak, silahı gösterdi. Nikelaj kaplı bir on dörtlüydü. İşte sana bahsettiğim canavar bu. Silahı gören Fuat ın gözleri parladı. Feridun un elinden kaparak incelemeye başladı. Nasıl, güzel dimi? Kız gibi lan bu. Çocuksu bir coşkuyla silaha bakıyordu. Volkan iyice boka battığını düşündü. Mermi var mı lan içinde. Dikiş makinesi açlar gibi konuştu. Ooo, sorduğun soruya bak. Biz boş silah taşır mıyız Allah ını seversen. Ağzına kadar dolu hem de. Sırıtarak cevap verdi. Volkan burada ne işi olduğunu düşünmeye çalıştı. Aklı oksijensiz kalmış gibiydi, sağlıklı düşünemiyordu. Aslında yaşadığı bu an oldukça eğlenceli olabilirdi. İstanbul a gittiğinde bu akşamı yaşadığına sevinebilirdi bile. Düzce den daha ne bekliyordu ki? Arkadaşlar, alkol ve yıllar önce içine gömdüğü korkuları. İşte şimdi hepsini birden yaşıyordu. Elbette şanslı olduğunu düşünmeli ve bu iki manyakla bu oyunu sonuna kadar oynamalıydı. Hatta oyuna kendide katılmalıydı. Onca kitap okumamış mıydı bugünü hayalinde canlandırmak için. 8

Al işte sana gerçek bir kesit. Televizyondaki sine klasik kanalında oynayan yarı renkli filmlerde yaşanan ani sessizliklerden biri oldu. Volkan o an aklına gelen fikirden ürktü. Düşünceyi kafasından kovmak için uğraştı. İçindeki garip bir istek bunu zorlaştırıyordu. Sanki bunca birikimin ardından olması gereken bir düşünceydi ondaki. Feridun, silahı kimden ve nasıl aldığını övünerek anlatmaya başlamıştı. İkisi de Volkan ın aklında geçen mücadeleden haberdar değildi. Sağlam dövseydin bari herifi. Fuat gözlerini silahtan çekmeden arkadaşını ödüllendiriyordu. Oğlum, adamın ağzına bile sıçtım diyorum sana, sen hala neden bahsediyorsun? Birasından bir yudum aldı ve ballandıra ballandıra anlatmaya devam etti. Volkan, aklında oluşan fikri yoğunlaştırıp elle tutulur hale getirmek için kendini zorlamaya başlamıştı. Bu yüzden anlatılanları pek duymuyordu. Arabanın camından dışarı, Düzce'nin kuytu bölgelerini incelemeye başladığında, aklından geçenleri dinledi. Neden Düzce den vazgeçemiyordu? Çok mu güzel anılar yaşamıştı burada, yoksa hayatını değiştirecek kötü bir olay mı olmuştu? Cevap aslında belliydi. Düzce, Volkan dan bir şey istemiyordu. Volkan Düzce den istiyordu. Evet, bu doğruydu. Peki, ne istiyordu Düzce den? Yâda ne alabilirdi? Cevap ezilmiş duygularının ardında saklıydı. Eğer onları özgür bıraka bilirse, her şey olması gerektiği gibi olacaktı. Araba, eski bir köprüyü geçerek melen deresinin yamacına geldi. Volkan yol boyunca beynindeki planla boğuşmuş, korkuyor olsa da, onu uygulamak için fırsat kollamaya başlamıştı. Artık hiçbir şey düşünmek istemiyordu. Zaten bunun için çok geç olduğunun farkındaydı. Daha doğrusu neyin erken neyin geç olduğunu kestiremiyordu. Bu oyunu tam istediği gibi oynayacaktı. Hayatının oyunu olacaktı bu. Az ilerde orman başlayacaktı. Vay be ne müthiş bir silah! Volkan dı konuşan. Olabildiğince yumuşak olmaya çalışıyordu. Biraz geçte olsa, hayranlıkla gözlerini açtı. Ön koltukta oturan iki kişi, Volkan ın bu aptalca çıkışına şaşkınlıkla baktılar ve yüzlerindeki kibirli ifadeyi silmeden güldüler. Volkan bu küçümseyici bakışlara aldırış bile etmedi. Salak rolü yapmak oyunun bir parçasıydı zaten. Hayranlıkla, Fuat ın elindeki silahı seyrediyordu. Dikiş makinesi, Volkan ın bakışını görünce sağ elini, açık camdan dışarı çıkararak bir el ateş etti. Mermi gökyüzüne uçarken, silahtan kulakları çınlatan bir ses yayılmıştı. Kararan bulutlar, silahtan çıkan sesle aynı anda yağmurunu yağdırmaya başladı. Yağmur tanecikleri, melen kenarındaki arabayı ıslatmaya başladığında, Fuat ta büyük bir gururla elini içeri sokuyordu. Uf be ne manyak ses çıkarıyor, alet harika gerçekten. Aferin oğlum sana. Aynen böyle devam et. Tabi ya, canavar oğlum bu. Feridun, silahı gasp ettiği için tekrar gururlandı. İstanbul da göremezsin böyle bir alet. Fuat, arkadaşının gururunu paylaşır gibiydi. İstanbul da nerde abi böyle silahlar. Onlar hamburger yesinler sadece. Volkan dudağını alaycı bir tebessümle büktü. Hamburger çocukları. Diye düşmanca kahkahalar attı Feridun. Oyuna gelmeye başlamışlardı. Volkan iki bitirimi övmeye başladı. Onların ne babayiğit olduklarından ve Düzce deki herkesin onlardan ne kadar korktuğundan söz etti. 9

Plan iyi işliyordu, kalbinin zembereği boşalmış gibiydi. Ön koltuktaki kabadayılar, Volkan ın pohpohlamalarından dolayı coştular. Bir yandan biralarını hızla içiyorlar, diğer yandan da yaptıkları kabadayılıkları anlatıyorlardı. Şurada o kel kafalı Hasan ı nasıl dövdüğümüzü hatırlıyor musun Fuat? Feridun ormanın yamacındaki bir yeri işaret ederek kahkahalarına devam etti. Hatırlamaz mıyım Oğlum. Adamı buraya getirir getirmez ağlamaya başlamıştı, nasıl yalvarıyordu, nerdeyse altına işeyecekti korkak herif. Fuat elindeki bira şişesini kafasına dikerek bitirdi ve biraz önce ateş ettiği pencereden dışarı fırlattı. İkisinin de kafası bulutlanmaya başlamıştı artık. Onlar için, ne dışarıda yağan yağmur, ne de Volkan ın kafasındaki yangın önemliydi. Sadece arka koltukta oturan İstanbulluya caka satmak ve onu korkutmak istiyorlardı. Bizden herkes korkar tabi ki, Düzce de dövmediğimiz adam mı var? Fuat, kahkahalarına ara vererek imalı bir şekilde konuştu. Bakışlarında, o zaman seni dövmediğim için çok şanslısın der gibi bir ifade vardı. Feridun, arabayı ormanın içine uzanan bir patika yola sokarak durdurdu. Yağmur artık delirmiş gibi yağıyordu. Volkan, yağmurun devam etmesi için dua etti. Biralar neredeyse bitecekti. Oysa Volkan ikinci birasını bile daha bitirmemişti. Okulun ilk yıllarında, Düzceli bir arkadaşı tarafından tanışmıştı ikisiyle de. Başı derde girdiği zaman sığınacak tanıdık, isimli birileri gerekiyordu. Bir kavgada ben Fuat ın arkadaşıyım demeniz yeterliydi. Pek çok kez işe yaradı da. Bir keresinde, kızın biri yüzünden, tam üç bitirimle karşı karşıya gelmek zorunda kalmıştı. Kafaları hap mayhoşluğuyla, elleri bıçaklı üç serseriye diklenmek mümkün değildi. İlk o zaman Fuat ın adını kullanmış ve başını beladan, bedenini de darbelerden kurtarmıştı. Ertesi gün Fuat, bir yaverini göndermiş ve Volkan ı çağırtmıştı. Merak etmemesini kendisine kimsenin dokunamayacağını söylemişti. Ama her iyiliğin bir karşılığı olduğunu öğrenmesi uzun sürmedi. Fuat, bir gün ayağındaki pahalı domuz burun çizmelerini istiyor, diğer gün kolundaki hediye saate sulanıyordu. Oysa bunların karşılığında sadece onun adını birkaç kez kullanmıştı. Artık öyle bir zaman gelmişti ki, Fuat ı gördüğü her yerden kaçar olmuştu. Çok sıkıntılı bir iki sene bekliyordu kendisini. Hep bir şeyler vermek zorundaydı. Çizmesini de saatini de verenler vardı. Hatta harçlığını bile. Ama o hep bir yolunu bulup kaçmayı başarmıştı. Okulun son aylarında sokağa çıkmaz olmuş, alışverişini bile büyük bir gizem içinde yapmıştı. Aklındaki bütün duvarların sıvaları dökülmüştü. Bazılarında ise yumruğu büyüklüğünde delikler açılmıştı. Okulun bittiği akşam Düzce den kaçtı. Ama en fazla iki yıl sonra, gizli gizli Düzce ziyaretlerine başladı. Burada bazı şeylerini bırakmıştı. Onları ne yapıp edip geri almalıydı. Her şeyden önce gururunu. Volkan bir anda suskunluğunu bozdu. Fuat abi. Durdu, yüzünü buruşturarak, ağabey kelimesinin biraz abartılı olduğunu anladı. Sonra, hem sahiden, hem rolü icabı derin bir soluk alarak devam etti. Senden bir şey istesem yapar mısın? Sesine biraz da dram eklemişti. Gülmekten sulanan gözlerini silen Fuat Tabi, söyle abısının. Diye dostça davrandı. Volkan önce durakladı, beynindekileri bir düzene sokmak istedi. Yutkunduğunda hiçbir şeyi düzene sokmasının gerekmediğine karar vermişti. Hayatımda hiç ateş etmedim. Dedi. Sonra, Bir seferlik ateş etmeme izin verir misin? diye sordu. İkisinin de yüzündeki gülümseme soldu. Volkan, küçükken babasına karşı yaptığı suçlardan dolayı hissettiği duyguyu yaşadı. Ümitsizlik, içinde bulundukları orman kadar kararmıştı Volkan ın kalbinde. Fuat, Feridun a bakarak bir anda daha yüksek kahkahalar atmaya başladı. 10

Volkan, kalbindeki ümitsizliğin yerini tekrar öfkenin almasına çok sevindi. Demek hiç ateş etmedin ha. Ya Fuat abi sayende inşallah. Ulan hiç ateş etmeyen adam olur mu? Hay salak herif seni. Volkan patlamamak için sıktıkça sıktı kendisini. Sabretmeliydi. Bırak çocuk bir al ateş etsin. Tabi ki ateş etsin. Bari kullanmayı biliyor musun? Sağ ol abi, kullanmayı biliyorum. Soluğunu kontrol etmeye çalıştı. Bir el atacaksın hepsi o. Fuat ın sesi yarım saatten beri ilk kez oturaklı bir hal aldı. Ama hala gülüyordu. Volkan silahı eline alır almaz, kafasındaki şeytanın göz kırptığını fark etti. Fuat a sevimlilikle teşekkür ederek, sol arka kapıdan dışarı çıktı. Korkuyordu. İçindeki tanıdık duygunun ne olduğunu hatırladı. Abur cubur bir şeyler yediğinde de böyle şeyler hissederdi ve canı hep soda isterdi. Şimdi ise canı sigara ve intikam çekiyordu. Yağmur ensesine damladığında, nasıl bir oyunun içinde olduğunu daha iyi anladı. Eğer biraz daha düşünür ve korkarsa başaramayacaktı. Galiba artık bu işi yapmak istiyordu. Silahı iki eliyle kavrayarak gökyüzüne kaldırdı. Düzce, bana böyle bir şey yaptıracağın kesindi. Bunu biliyordum, diye düşündü. Ama şimdi senin için değil kendim için bir şey yapacağım ve senden intikamımı alacağım. Bu sefer Volkan beynindeki şeytana göz kırptı. Kısa bir süre sonra Volkan silahı indirdi. Sonra, neden çalışmadığını merak ediyormuş gibi, elindeki makineye bakarak, Feridun un bulunduğu cama yaklaştı. Bir şey soruyormuş gibi dudaklarını oynattı. İçerde, Feridun kendisine merakla bakıyordu. Cama çarpan Yağmur tanecikleri, yılanı andıran şekiller çiziyordu. Volkan ın saçı ve yüzü de, tıpkı tişörtü gibi ıslanmıştı. Ama üşümüyordu. Sonunda Feridun, Volkan ın ne söylemeye çalıştığını anlamak için aracın camını, yağmurdan korunmak için bir karış kadar açtı. Ne oldu, sorun nedir oğlum? Sanki bir sağıra yol tarif ediyormuş gibi bağırarak konuşuyordu. Emniyeti açık mı bunun, onu soracaktım? Evet. Sadece tetiğe basman yeterli. Sen ne salak herifsin ya? Tekrar katıla katıla gülmeye başladı. Tam yanındaki dostuna, olanlara inanabiliyor musun der gibi baktığı sırada, Volkan ın sesiyle geri döndü. Böyle mi yani? Volkan, silahı tutmayan elini yumruk yaparak ısırdı. Feridun un gülen suratını ortalayarak, tetiğe bastı. Silah büyük gürültüyle patladı. Tam kafasının ortasından vurulan bitirim, gülen bir çığlık atarak yan koltukta oturan arkadaşı Fuat ın kucağına serildi. Volkan hiçbir şey düşünemiyordu. Bütün kontrolü beynindeki şeytana vermişti. Şimdi gülme sırası beynindeki şeytandaydı. Fuat ellerini ve kollarını siper ederek, kan ve et parçalarından kendini sakladı. Ardından korkak bir çocuk gibi, dışarı çıkmak için kapıya yüklendi. Volkan, Feridun un gülen yüzünden başını kaldırarak, silahı Fuat a hedefledi. Kendi bakışları da, birazdan vuracağı pislik gibi güvensiz miydi acaba diye düşündü. Fuat ı da, sol şakağıyla kulağının ortasından vurdu. Silahtan çıkan ses bu sefer daha alışık bir sesti. 11

Fuat ın oturduğu yan cam patladı ve kabadayının kafası dışarı doğru sarktı. Volkan beynindeki şeytana gülümsedi. Kendisine olan güveninin geri geldiğini hissetti. Artık içindeki o şey özgürdü. Düzce ye gülümsedi. (( Size yaşananları anlattım, hem de bütün ayrıntılarıyla. Volkan a nemi oldu? Tamam, onu da anlatayım. Elindeki silahı güzelce temizledi ve Feridun un eline sıkıştırdı. Hiç ama hiç heyecanlanmadan iki kilometre koştu. Oto yola çıkarak bir müddet yürüdü. Sonrada bir taksiye binerek Barış'ın evine gitti. Gayet sakindi, olması gerektiği gibi. Hatta birazda mutlu gibiydi. Barış a güzel bir yalan söyledi ve gece sona erdi. Volkan ın sonradan aklına gelen iki ayrıntı, onu korkuttu. Birincisi, Feridun'u sol taraftan vurmuştu ama silahı sağ eline sıkıştırmıştı. İkincisi ise; Fuat ın yolda dövdüğü sarı saçlı çocuktu. Çocuk kendisini görmüştü ama o korkuyla aklına hayatta Volkan ın yüzü gelmezdi. Zaten hava alacakaranlıktı. Volkan ın içi rahattı, çünkü cesetleri bulan Düzce polisi, o iki serseri hakkında kapsamlı bir araştırma yapmazdı. Ve yapmamıştı da. On yedi temmuz da, sadece Düzce de yayınlanan bir gazetede çıkan haber şöyleydi. Melen deresi kıyısında bulunan iki ceset Düzce'yi rahatlattı. Kanunsuz işler yapmaktan birçok ceza yemiş iki kabadayı, büyük olasılıkla alkolün etkisiyle kavga edip birbirlerini vurdular. Tabi bu haber aklımda kaldığı kadarıyla böyle. Bu habere, onları tanıyan hiç kimse inanmamıştır. Buna eminim ama bu olay bildiğim kadarıyla böyle kapandı. Daha doğrusu Volkan bu olaydan böyle sıyrıldı. )) (( Şimdi aranızda birkaç meraklı bu konuyu deşmek için harekete geçiyordur. Size bir şey söyleyeyim, eğer o iki serseriyi tanısaydınız, asla böyle bir şeye yeltenmezdiniz. Ama yinede siz bilirsiniz. İllaki bir şeyler bulursunuz, fakat tamamını bulmanız biraz zor. Nede olsa bu hikâyede bazı şeyler hala gizemini koruyor. Sadece benim ve Volkan ın bildiği şeyler. )) (( Volkan'sa şimdi İstanbul da. Ve sık olmasa da Düzce'ye gidiyor. )) SON EROL ÇELİK 24.06.1997 12