Murat ın Sabri (AK) 1925 doğumluyum. Balıkçılığa 14 yaşında başladım. Çocukluğumda İkiz Osmanlar, Çerkezler, Lütfi Yetmişbir, Uzun Osmanlar Yakakent in önde gelen balıkçılarıydı. Yedi yıl İkiz Osmanların, Çerkezlerin kayıklarında gemici olarak çalıştım. Askerden geldikten sonra kayık almaya karar verdim. Irmakta (Kızılırmak) balıkçılık yapmakta olan, Lütfi Reisin (YETMİŞBİR) kayınbiraderi Yakup tan, satılığa çıkardığı 7 metrelik motorsuz kayığını aldım. Av aracı olarak barabatım, uzatma ağım ve kalkan ağlarım vardı. Balık yakalamak için çok uzaklara gitmek gerekmezdi. Hemen yakında bir yere gider, bir barabat çeker, kayığı barbunya ile yükleyip gelirdik. Kalkan ağı kurar, kaldırdığımızda 80-100 balık alırdık. Kışın kalkan ağlarına hamsi takıldığı olur, ağa takılanları silkeleyerek 5-10 kasa hamsi yapardık. Karadeniz balıklarının ilginç bir özelliği de birbirinden farklı dilleri konuşan Karadeniz ülkelerinde benzer isimlerle anılıyor olmalarıdır. Türkçe hamsi (Karadeniz ağzında hapsi), Lazca kapça ve kapçia, Pontus Rumcası hapsia, Romence hamsie, Gücüce hamsa veya hamsia, Bulgarca hamsiya, Rusça hamsa, Abhazca ahamsa ve akamişiya, Mergelce hamsa veya hamutsia, Çerkezce tseji Türkçe lüfer, Rusça lufar; Türkçe uskumru, Bulgarca skumria, Gürcüce skumbria gibi (s.56) Özhan ÖZTÜRK, Pontus (Antikçağ'dan Günümüze Karadeniz'in Etnik ve Siyasi Tarihi) Genesis Yayınları, Ankara, Eylül 2011 Ağlarımızı pamuk ipliğiyle elimizde dokur, malzemeleri Samsun dan alırdık. Mantarları balya işi alır, keserek kullanırdık. Kurşunları hazır 257
alır, ya da kendimiz dökerdik. Barabatımın uzunluğu 50 kulaç, derinliği de iki kulaçtı. İkişer kişi, iki ucundan çekebilirdi. Bu barabatla birkaç kulaç derinliklerde balığa sarardık. Barabatla barbunya avcılığı bu balığın sahile indiği Nisan-Mayıs aylarında olurdu. Barbunyanın içinde istavrit de çıkardı. Hamsi Mart-Nisan aylarında kıyıya vururdu. Bu dönemde manyatla bol miktarda hamsi avlardık. Bir manyatta 400-500 kilo hamsi alır, ambarımız dolunca, Yakakent e dönerdik. Avladığımız hamsileri sepetlerle ya da büyük sandıklarla satacağımız yerlere götürürdük. Ulaşım imkânları sınırlı olduğu için uzak yerlere balığımızı götüremez, Yakakent te ya da en fazla Alaçam da satmaya çalışırdık. Uskumru ağları 50-60 kulaç olur, 5-6 parça ağ kurardık. Uskumru 1960 yılların sonuna doğru kayboldu. Yılbaşına kadar uskumru avcılığı olurdu. Ayancık ve kalkancılık Ayancık ta iyi kalkan olduğu için, her sene yılbaşından itibaren kalkancılık için gidilirdi. Gidenler arasında Çolağın Hamdi (ÖZTÜRK), Senai (ÖZTÜRK), Ferhat (YILDIZ), Kozköy den Mithat (BAYRAKTAR) olurdu. Kayığıma asma motor alınca ben de Ayancığa kalkancılık yapmaya gittim. Bir gün Ayancık sırtında 60 kulaçlarda ağ çekerken 70-80 metrelik büyük bir gemi yanıma yaklaştı, benden epeyce yaşlı olan kaptanı selam verdi. - Rast gele dedi. Ben de - Teşekkür ederim dedim. - Burada ne yapıyorsunuz? diye sordu. - Ağ çekiyoruz dedim. - Siz deli misiniz, bu kayıklarla buraya gelinir mi? dedi. Çalıştığımız yer Ayancığa üç saatlik mesafede idi. - Oğlum deli olmayın, bu kayıklarla buralarda durulmaz, buranın havası bir estiğinde burada biter, gidemeyip batarsınız 258
dedi. Bir şey söyleyemedim. Kalkan balığı vermeyi teklif ettiysem de; - Bu zorluklarla, burada çalışanların balığı alınıp yenmez, ne olur bu kayıklarla buralara gelmeyin, kendinize, çoluk çocuğunuza acıyın diyerek, teklifimi kabul etmedi. Sonra çekti gitti. O dönemlerde her yerde balık bilinmiyor, bu nedenle insanlar çok da balık yemiyordu. Ayancık deniz kenarında olduğu halde, fazla balıkçılık olmadığından balıklar pek bilinmezdi. Tuttuğumuz kalkan balıklarını bir liraya satamazdık. Sokaklarda balığımızı satmak için dolaşır, kalkan balığını evlerinin üzerine koydukları taşa benzeterek, samanlık örtüsü mü diye soranlar olurdu. Tuttuğumuz balıkları almaya gelen kabzımallar olur, ya da biz gönderirdik. İstanbul a kalkan balığı göndermeye korkardık. Bir yıl İnebolu dan gemiye vererek, İstanbul a göndermiş, balık sal altı gelmişti. Bir kuruş bile balık parası gelmemişti. İstanbul da balıklar salda satılır, satılamayan balıklar da akşam salın altına, denize atıldığından, dökülen balıklar için bu deyim kullanılırdı. Bu nedenle balığımızı göndermektense, Ayancık ta satmayı tercih ederdik. O zamanlarda tutmaktan, satmak daha zordu. Masraflarımız az olduğu için, satabildiğimiz balıkların parası geçimimizi sağlardı. Gümenüz Balık İstihsal ve Satış Kooperatifi adıyla kurulan kooperatifin kuruluş tarihi 14.04.1955 iken çalışmaya başladığı tarih: 27.6.1955 tir. Zühtü Dilmaç a ait, Yazı İşleri Mesul Müdürü Faruk Güven in olduğu 30 Haziran 1955 tarihli BAFRA gazetesinin 2-6 sayfalarında Gümenüz Balık İstihsal ve Satış Kooperatifi Statüsü ilanı yer almaktadır. Statünün 17 nci maddesinde kurucu ortaklar ve taahhüt ettikleri hisse miktarı bulunmaktadır. Balık satmanın sıkıntı olması, bu sorunun üstesinden gelinebilmesi için kooperatif kurulması ihtiyacını ortaya çıkardı. Mehmet NOGAY yenilikleri takip eden, kafası çalışan, girişimci bir adamdı. 1955 yılında onun girişimi ile su ürünleri kooperatifini kurduk, ben kurucu 259
üyeler arasında yer aldım. Balıklarımızı kooperatif vasıtası ile satmaya başladık. Para ihtiyacımız olduğunda Kooperatif üzerinden karşılardık. Adı Soyadı Hisse Tutarı Miktarı Lira Kr. Mesleği Mehmet Nogay 53 265 00 Balıkçı Başkan Hasan İnan 53 265 00 Balıkçı Baş. V. Celal Yarış 53 265 00 Katip Balıkçı Lütfi Yetmişbir 53 265 00 Muhasip Enver Kılıç 53 265 00 Veznedar Zühtü Batı 53 265 00 Üye Şükrü Öztürk 53 265 00 Üye 1970 li yıllarda kooperatif çok iyi gelişme gösterdi. Fabrika yapıldı, buzhane yapıldı. Ancak sonrasında gelişmelere ayak uyduramadık. Fotoğraf, Fabrikanın buzhanesine konmak üzere hazırlanmış balıklar(soldan sağa; Necmi KARABACAK, (? ), Sabri AK, Salih USTAOĞLU, Yaşar NOGAY, Ali AYDINGÖZ) 260
Havyarcılık Kızılırmak eskiden beri çok sayıda balıkçının mersin balığı avcılığı için geldiği, Türkiye nin en önemli havyarcılık merkeziydi. Havyarcılık sezonu olan 3-4 ayı bulabilen dönemde 50-60 kg havyar yapılırdı. 100 kg dan fazla havyar yapanlar parmakla gösterilirdi. Ancak havyar iyi para ettiğinden, miktarı az olsa dahi, işler biraz yolunda giderse, güzel para kazanılabiliyordu. Karadeniz e dökülen ırmaklarda, mersin balığı avı yıllık olarak şöyledir: Kızılırmak ın ağzında (Bafra) 800 parça, yani 14.000 kilo et ve 2.000 kilo havyar; Yeşilırmak ve ağzında (Çarşamba) 1000 parça, yani 15.000 kilo et ve 1.200 kilo havyar; Sakarya da 800 parça (çoğu çuka balığı), yani 7.000 kilo et ve 500 kilo havyar. (s.204) Türkiye de Balık ve Balıkçılık, Karekin DEVECİYAN, İstanbul Balıkhanesi Eski Müdürü,1915 Osmanlıca ilk baskı, 1926 Fransızca baskı, 2006 Aras Yayıncılık, Yeniden basım Irmakta havyarcılık yapmaya karar verince, Tahsin KOÇ ile ortak olarak, Sürmeneli Giderin Dursun dan yirmi takım kanca ve bir kayık aldık. Bir miktar parayı peşin verdik. Geri kalan borcumuzu da çalışıp ödemek üzere anlaştık. Bir takımda 60 ardan 120 kanca bulunur, iki kanca arası 25-30 cm olurdu. Çalışmaya başladık, 10 takımımız denizde kurulu, 10 takımımız da dışarı da idi. Takımları Foto:Tahsin KOÇ gidip elliyor, uçları körelince, trampa yapıp, dışarıdakiler ile değiştiriyorduk. Çalışmaya başladığımızın üzerinden çok gün geçmemişti ki, bir sabah, akşamdan kurduğumuz takımları, sabahtan ellemeye gittik. İlk gittiğimiz takımı elleyeceğiz, baktık iyice karışmış, uğraşmak gerekecek. Tahsin bunu şimdi bırakalım, diğerlerini elleyince bakar, hem de düzeltiriz dedi. Bunun üzerine gidip diğer takımları elledik. Bir tane golan balığı vurmuştu onu aldık. Daha sonra karışmış olan, sona bıraktığımız takımın başına gittik. Takımı kaldırmaya başladık, bir şey takımı dürtmeye başladı, balık olmasından şüphelendim. Bunu ima ederek Tahsin e, takımı bir şey dürtüyor dedim. O da takım 261
iyice karıştığı için, balık olacağına ihtimal vermediğinden, bunun neresine balık gelecek diyerek, dediğimi ciddiye almadı. Az sonra takımın çatı yerine baktık ki, koca bir şip oraya yaslamış duruyor. Hemen balığa kanca attık, ancak balık büyük olduğundan, takımdan kayığın içine alamıyoruz. Almak için en az 3-4 kişi lazım. Tahsin bu işlerde benden daha tecrübeli idi. Hemen kayıkta ipler vardı, onlarla manevralar yapıp, bir şekilde balığı kayığın içine almamızı sağladı. Bu sırada uğraştığımız görenler yardım için bize doğru yönelmişse de, onlar gelene kadar biz işimiz halletmiştik. Bu tür durumlarda kayıklar birbirine yardıma gelirdi. Bize yardım için yönelen kayıkların birinde Laz Ali vardı, ula ne yaptınız dedi. Biz de biraz zor oldu, ama balığı güç bela aldık kayığın içine aldık dedik. Yakaladığımız balığın üzerinde mantarlı bir kanca vardı. Ancak mantardaki nişan ırmaktakilerden kimsenin nişanına benzemiyordu. Çünkü Kızılırmak ta çalışanların nişanlarını biliyorduk. Laz Ali ye bu nişan kimin nişanı, tanıyor musun diye sorduk. Nişanı görünce bu Çarşamba da çalışan Gökkur Ahmet in nişanı dedi. Sanırım balık önce Yeşilırmak a girecekken onun takımına vurmuş, sağlam olmadığından olacak, takımı koparıp kaçmış, kanca da sırtında kalmış. Yakaladığımız balığın karnının şişliğinden, havyarlı olduğunu anladık. Kıyıya getirip, karnını yarıp havyarını çıkardık. Balıktan 12 kilo havyar çıktı. Şiplerden 25-30 kg bile havyar çıktığı olur. Havyarı Bafra da Ali İŞMAN a götürüp sattık. Havyarın parası kalan borcumuzu ödemeye rahatlıkla yetmişti. Daha sonraki bir tarihte, yakaladığımız bu balık nedeniyle Tahsin in başından bir olay geçmiş. Tahsin in kendi yaptığı, iyi balık avlayan mersin ağı vardı. Çarşamba Fenerinin oralardan bu ağ ile 7-8 kilo havyarı olan bir balık yakalamış. Balığı balıkhaneye Kel Halit e götürüyor. Kel Halit havyarını Gökkur Ahmet e yaptıralım diyor. Tahsin in Gökkur Ahmet in adını duyunca, aklına herhangi bir kötülük gelmemiş. Meğer Gökkur Ahmet ondan kaçan balığı yakaladığı için Tahsin e kinliymiş. 262
Gökkur Ahmet balığın havyarını mastalyaya koyup ezmeye başlıyor. Bunu gören Tahsin, Kel Halit i havyarı eziyor diye uyarmışsa da, Kel Halit yok o iyi havyar yapar, sen karışma diyor. Havyar elekten süzülüp torbaya döküldüğünde, havyar su gibi olup, olduğu gibi çıkıyor, kabukları üzerinde kalıyor. Havyarın ziyan olduğunu gören Tahsin dayanamıyor, Gökkur Ahmet e dalacak, zorlukla zapt ediyorlar. En sonunda bu şekildeki havyarı satamayız deyip, 8-10 kutu olmuş havyarı Tahsin e geri vermişler. O havyarı ne yapacağını bilemiyor, son çare olarak Bafra ya Ali İŞMAN a gitmek aklına geliyor. Ona gideyim, bir şey yapılabilecekse, o yapar diye düşünüyor. Ali İŞMAN a gittiğinde durumu izah diyor. O da ben seni severim, ama bu şekildeki bir havyarı bir şey yapamayız, satılmaz. En fazla ben bunu az az ekmekle yerim, madem buraya kadar geldin, sana yol paranı vereyim diyor. Irmakta çalışırken havyarını aldığımız balıkların leşlerini, erkek balıklarını Bafra da atları ile gelen yükçülere verirdik. Onlar balıkları ya tartarak ya da tane işi alırlardı. Ancak asıl önemli olan balığın havyarı olduğundan, etinin önemi yoktu. Yükçüler balık alma dışında ufak tefek ısmarladığımız ihtiyaçlarımızı da getirirlerdi. Irmakta kalan balıkçıların yiyecekleri arasında balık, fasulye, mısır ekmeği başta gelirdi. Kancalarla yıl boyunca avcılık yapmak mümkündü. Mersin avcılığı bizim ağlarla yapacağımız avcılığa engel olmazdı. Kancaları ellemek için bir saat kadar vakit ayırmak yeterdi. Karmakları kurduktan sonra, ağlarla avlanmaya devam ederdik. Irmakta kendi yaptığımız keliklerimiz vardı. Onlarda mevsiminde 3 ay 4 ay kalır, havyarcılık yapardık. Bazı yıllar yaz balıkçılığına da kaldığımız olurdu. Ancak orada yaz balıkçılığına kalmak tehlikeliydi. Her taraf sazlık, bataklık olduğundan çok sivrisinek olurdu. Oralarda bu yüzden kimse yaşamaz, araziler boş durur, kimse sahiplenmezdi. İstesek oralardaki arazileri çevirip kendimize almamız işten bile değildi. 263
Alman uzmanlar Tahsin küçük yaşlardan itibaren ırmakta çalıştığı için, orada bir çok olaya da tanık olmuştu. Havyar yapma konusunda Almanlarla ilgili anlattığı bir olay bana hayli ilginç gelmişti. 1939 senesinde Almanya dan iki tane havyar alıcısı gelmiş. Havyarın kaç liraya verildiğini soruyorlar. Sattığınız fiyatın iki katına satın alacağız, havyarlarınızı bize getirin, paranız peşin diyorlar. Almanlar o sezon ırmakta kalıp havyar yapmışlar. Almanların havyar yapma yöntemi, o güne kadar bizim balıkçıların yaptığından farklı imiş. Onlar havyarı koydukları tuza, tartıyla koydukları bir ilacı karıştırıyorlarmış. Bizim balıkçılar havyarları sadece tuzla yapıp, torbalara koyduklarından, yaptıkları havyar yerken tuzlu olurdu. Almanlar ilaçlı tuzlarına havyarı koyup, saat ile süre tutar, süre dolunca da havyarları alıp, kutulara koyuyorlarmış. Sezon bittiğinde ayrılırken seneye geleceğiz, bu yılkinden daha fazla fiyat vereceğiz diyorlar. Ancak sonraki sene savaş çıkınca gelememişler. Almanların yaptığı yöntemi öğrenmek isteyen bizim açıkgöz bir balıkçımız onların ilaçlarını çalmış. İlaç diyerek tuza kattıkları maddenin karbonata olduğunu öğrenmişler. Trolcülük 1960 ların ortalarına doğru 8 metrelik Peter marka motoru olan bir tekne aldım. 1972 yılında da 18 metrelik, 90 lık General motoru olan Kervan Reis adlı trol teknesini 120 bin liraya Şileden aldım. Teknede kardeşim Adem, kardeşimin oğlu Hüseyin, Çavuşun babası Deli Fesin Mustafa (YILMAZ), Yörük köyünden Doroğun Muharrem (DURU) beraber çalışmıştık. Tekneyi aldığım ilk sene sezon bitmesine iki ay kaldığı için, Yalıköy e Kaptan İbrahim e yakıt, kumanya ondan olmak üzere 17 bin liraya yedek olarak gittim. Fatsa, Görele, Giresun civarında çalıştım. Tekneye 40 ton kadar hamsi koyabiliyorduk. Bir seferinde tekneyi hamsi ile yükleyip, boşaltmak için Giresun a doğru giderken, Giresun Adası nın oralarda yıldız-karayel havaya rast geldim. Dalgalar tekneye vurdukça, güvertedeki hamsilerin hepsini denize dökmüş, güç bela Giresun limanına girebilmiştim. 264
Yedeklik yaptığım ilk yıldan sonra, trolcülük yaptım. Trolcülük yaptığım ikinci yıl, bir gün Gerze ye gittik, tekneleri iskeleye bağladık. Gerze içinde yürürken, yolun kenarlarında oturanların, bizi tanımadan, bizim iskeleye bağladığımız tekneleri kast ederek, trolcülere sövdüğünü duydum. Asabi bir adam olmama karşın bir şey diyemedim. Tekneye döndüğümüzde, göz göre göre anamıza avradımıza sövdüler, bir şey diyemedim. Ben bu işi yapmayacağım, bırakacağım dedim. Tekneyi Rize ye sattım. 150 bin liraya aldığım kayığı, 250 bin liraya sattım. Aynı kayıklar bir yıl sonra 2.5 milyon lira olmuştu. Trolü sattıktan sonra 1975 yılında Ayancık ta Yakup SARI dan Gonca adlı 7.5 metre boyunda, dokuz beygirlik pancar motoru olan tekneyi aldım. Daha sonra 11 metrelik Ak Kardeşler teknesini yaptırdım. Ak Kardeşler teknesinde 250 beygirlik deniz Fıat motoru vardı. Denizin şakası olmaz Balığa üç kişi, dört kişi, beş kişi gittiğimiz olurdu. Bir seferinde kürekle 5 kişi palamuda gitmiştik, kötü bir havaya yakalandık, kayığımız battı. Veysel in babası, amcamın oğlu Hasan kurtulamayarak boğulmuştu. Kötü havalarda denizde kayık olursa, o zamanlar liman olmadığından herkes bu kayıkların dışarı çekilmesi için seferber olurdu. Irmakta beraber ortaklık yaptığım Tahsin (KOÇ) sonraki yıllarda Samsun a yerleşmişti. Palamut zamanı çok balık çıkıyor diye Sinop a gitmiş. Sezon bitiğinde aslen Gerze li olan komşusu ile dönüyorlar. Dönerken Gerze ye uğruyor, biraz oyalandıktan sonra akşamüzeri yelken makine Yakakent e yollanmışlar. Yolda havda esiyor. Yakakent deniz altı bir yer, orada dalyanlar yarıyordur, tehlikeli olur diye aklından geçse de, başka da bir çare olmadığı için yoluna devam ediyor. Komşusuna seni küreğe oturtacağım, benim komutlarıma bakacaksın, denizleri kollaya kollaya gideceğiz, sana tut dediğimde, tutacaksın diyor. Yakakent e yaklaşınca felekleri, gidabozu 265
hazırlıyor, akşam karanlık olduğu için dışarı ışık çakarak işaret veriyor. Ben de kahvedeydim. Denizde kayık var denilince kahve boşaldı. Kayığın kimin kayığı olduğunu kimse bilmiyor, gerçi bilmesinin de bir önemi yoktu. Tahsin in kayığı olduğunu ben de kıyıya çıkınca anladım. Nasıl geldiğini o zaman anlatmıştı. Arkadaşı fazla tecrübeli olmadığından, batacağız diye endişeye kapılıyor. Ben denizleri kollayarak sana siya, tut üzerine diye komutlar vereceğim, sen komutlara göre hareket et, merak etme selametle kayığı kıyıya yaklaştıracağım deyip, onu sakinleştirmiş. Kayık kıyıya gelince hemen atlayıp, gidabozu gençlerin eline verdiğinde, felek vermeye yeltenmesine fırsat kalmadan, kayık bir anda, arkadaşı daha kürekte iken kahvenin önüne çıkarılmıştı. Arkadaşı üzerinden şaşkınlığını atamamışken, Tahsin e bu nasıl iştir, bura nasıl bir yerdir, adam burada boğulmaz demişti. Her mıntıkanın balıkçılığı başka Kozköy altından Alaçam atına kadar iyi palamut olur. Kalkan balığı Çayağzı başında, kayalarda daha fazla olur. Barbunya Yakakent Alaçam arası boldur. Mevsimi gelmeyince kötek balığı olmaz. Ağustos ayında kötek balığı bol olurdu. Irmak tarafı köteğin iyi olduğu yerlerdendi. Hiç unutmam, ırmak ağzında çalışma ağı ile bir seferde kayığı kötekle doldurmuştum. Irmakta yakaladığımız balıkları Yakakent e götürmez, at arabası ile Bafra ya gönderirdik. At arabaları ya orada bekler, ya da biz haber verirdik, gelirlerdi. Irmakta o zaman 50-60 kayık olurdu. Denizde duramadığımız için, kayıklarla 1-2 km kadar ırmağın için girer, kenarlara kayıkları bağlardık. Irmak bizi dalgalar ve denizden korurdu. Irmakta arazi düz olduğu için, sel tehlikesi yoktu. Irmak Bafra ovası boyunca akarken, bizim kayıklarımızı bağladığımız yere gelene kadar hızı kesilir, sular bazen yükselse de sorun olmazdı. Ak kardeşler teknesi ile kalkancılık ve volicilik yaptım. Kalkancılık yaparken Sinop u merkez yaparak, kepez kayalıklar olan Çakıroğlu, Adabaşı, İnceburun, Sarıkum üzerlerinde kuyu kenarları olan atmış 266
kulaçlara kalkan ağlarımızı kurardık. Balıklarımızı Sinop ta Zeki KANAL a verirdim. Kozköy den Kemal (ŞENER), Müftünün oğlu Halit (GÜL), Yukarı Elmadan Fedai gemicilerimdi. Sarıkum üzerinde Mart 21-22 sinde çok sert karayel fırtınasına yakalandık, Sinop a dönemedik. Zorlukla İstefhan a gitmek durumunda kalmıştık. O gün çektiğimiz zorluğun bir faydası da oldu. Bu zorluğu yaşayan Halit, geleceğini balıkçılıkta aramak yerine, memuriyeti seçti, polis oldu. Balıkçılık yapıp da denizde zorluk yaşamayan yoktur. Bir seferinde de Ak Kardeşler teknesi ile oğlum Didi Murat ve Birol ile Kemal kalkan ağlarını çekerken öğleden sonra saat iki civarında fırtınaya yakalanmışlardı. Motor da bu sırada hava yapıyor. Motorun havasını alalım derken, aküyü bitiriyorlar. Bunun üzerine, kayık kontrolsüz olarak sürüklenmesin diye, kayıkta bulunan battaniyeleri dikerek yelken yapıp, kamaranın üzerindeki demir puntellere tutturuyorlar. Demiri de pikoda, dibi bulmayacak şekilde bırakarak, teknenin kendi başına sürüklenmesini önlüyorlar. Motor arıza yaptığında bulundukları Adabaşı 6 millerden Balıksan üzerine 16 saatte iniyorlar. Havada o sırada kalmış oluyor. Kıyıya seslerini duyuracak kadar yaklaştıklarında, bağırarak yardım istiyorlar. Gerze den Sezai OLGUNSOY gelip, onları bağlayarak Gerze ye çekiyor. Balıkçılığı bırakalı 30 sene oluyor, ancak iki oğlum bu işi yapmaya ve geçimlerini balıkçılıktan sağlamaya devam ediyorlar. 267