İZMİR KATLİAMI I BAKİ SARISAKAL
İZMİR KATLİAMI İzmir in Yunanlılar tarafından işgali gerçekleştiği zaman birçok arkadaşlar gibi bende işgal manzumesi haricine kendimi atamamış idim. Bunun sebebini burada uzun uzadıya izah etmeyi lüzumsuz görüyorum. Yalnız şurasını arz edeceğim ki İzmir in hem de Yunanlılar tarafından işgal edileceğini 15 Mayıs tan çok daha evvel haber almıştım. Rum gazetelerinin ve Rumların şayan hayret ve takdir göstermelerine rağmen Atina nın yaygaracı gazeteleri işgalden pek çok ay evvel İzmir in Yunanlılara verildiğini ilan etmekte beis görmemişler, İtalyan gazeteleri ise Venizolos un muvaffakiyetini kıskanan bir tarzda neşriyatta bulunmaktan geri kalmıyorlar idi. İşgale takdim eden günlerin hayhuyu içinde bu neşriyatı takip ve bu suretle ceryan eden olaylara vakıf olabilmekte idim. Bu korkuya müsteniden İzmir den çıkıp gitmek işten bile değildi. Hatta benim bir an evvel İzmir den uzaklaşmamı samimi bir suretle tavsiye edenlerde pek çoktu. Fakat bütün bu tavsiyelere rağmen işgalden evvel İzmir i terk etmeyi bir türlü gönlüm razı olmamıştı. Böylece işgal gününe kadar İzmir de kalmaya ve işgali müteakipte bazı tesadüfler neticesi olarak şehri terk edememeye mecbur olmuştum. Bu mecburiyetle İzmir de iki ay yirmi sekiz gün kadar gizli bir hayata başladım. Bu üzüntülü ve tehlikeli yaşayış esnasında birçok dostların samimi teşebbüslerinin hedefi oldum. Boş zamanlarında karaladığım yazıları neşre karar verdim. Aradan bir hayli zaman geçtiği ve o heyecanlı zamanlarda not tutmakta kabil olmadığı için bütün vukuatı yazamadım fakat yazdıklarım hayalden ve mübalağadan ari birer hakikat olduğunu katiyetle ifade edebilirim. Şurasını da ifade edeyim ki şahsıma ait maceralar bu makaleler silsilesi yazmağa başladığım zaman İzmir in işgale takdim eden günlerde ceryan eden heyecanlı tarihi vukuatı hatırlamamak benim için mümkün olamazdı. Binaen aliye o bir heyecan günlerinde çalışan arkadaşlarıma mücadele-i milliyenin İzmir cephesinde bir başlangıcı addedebilecek olan ve vatanperverane faaliyetleri muhasırsan olsun zikretmeyi ve işaret etmeyi bir borç telakki eyledim. Bunun için işgalden evvel İzmir Türkocağı nın vatanperverane mesaisinden başlayarak benim ayrılmaya mecbur olduğum güne kadar İzmir de cerayan eden ahvale seri bir nazar atfetmek suretiyle işe başlamayı muvaffak gördüm. O günlerin ateşin faaliyetlerinin pek çok noksanlarına rağmen tekrar feda etmekle o gayretleri bir kere daha takdir ve takdis etmiş oluyorum. Anadolu Gazetesi Başmuharriri Bu gayret ve faaliyetler o günlerde İzmir de Haydar Rüştü Bey bulunanlar için malum olmayan şeylerden değilse de vakanın takibi ve zamanın ilerlemiş olması gibi suinazar itibare alınırsa mazinin çok feci bir macerası olanahval ve hadisenin tekrarından bir zarar husule gelmeyeceği ve hatta bu gibi vakaların zaman zaman tekrar ederek unutulmamasını temin etmenin faydalarını tevellüt edeceği kendiliğinden anlaşılır. İşte bu düşüncede beni birkaç makale ile işgali takip eden günlerde İzmir de ceryan eden ahvalden bahs eylemeye sevk eylemiştir. Haydar Rüştü 1 1 Anadolu 23 Teşrinievvel 1927, Sayı 3914
Gümrük altındaki Hacı Hüseyin Hanı nın kıraathanesi işgalden takriben iki ay kadar evvel İzmir Türkocağı ittihaz edilmişti. O zaman kadar müstakil bir binaya malik olmayan Ocaklılar, ancak Ankara da kendilerinin emrinde bulunan bir içtima yurduna sahip bulunmuş oluyorlardı. Bir müddet İttihat ve Terakki binasının bir odasında bir zamanlar Köylü gazetesi 2 İdarehanesinden kiralanan büyükçe bir salonda toplanan Ocaklı gençler sabah, akşam toplanıp dertleşirlerdi. Ocak ın idare heyetinde Vasıf, Necati, Ragıp Nurettin, Ben ve Doktor Hacı Hasan zade Ethem Bey vardı. Türkocağı Binası Ragıp Nurettin Bey, bu azimkâr ve coşkun arkadaşımız iki ay kadar evvel katılmış çalışkanlığı, doğru görüşü, ateşin sözleri ve derdest ahval ve hareketi ile kendini bütün arkadaşlarına takdir ettirmiş ve sevdirmiş idi. Yeni Ocak binasının tanzim ve idaresini deruhte etmiş idi. Bir taraftan geceli, gündüzlü Ocak ta çalışıyor, diğer taraftan da neşriyatta bulunarak, yaklaşan tehlikeyi işaret eylemekten, ele ele vererek yürümek lazım geldiği fikrini telkinden geri durmuyordu. Ocağımız, günlerin ve gecelerin her saatinde boş kalmıyordu. Vatanın havasında dolaşan tehlike bulutları hassas İzmirlilerin dikkatini celp eylediğinden Ocağımız kendisinden ümitler beslenen aziz bir makam telakki ediliyor ve bundan dolayı Ocaklılarda muhanneti umumiyenin ağuş kalbinde yer buluyor mensup ve gayrı mensup pek çok muhterem zevat Ocağımızın daimi müdavimleri arasında görülüyordu. O anlara kadar sekiz on gencin ara sıra toplanıp gençliğe mahsus münakaşalarla vakit öldürdükleri bir mahal diye tanınan Ocağın şimdi memleketi tehdit eden tehlikeli bir sergüzeşte karşı müdafaa kalesi mahiyetini arz ettiğini Ocaklıların çalışmalarıyla hareketi anlayan İzmir halkı nazarlarını Ocağa teveccüh eylemişlerdi. 2 Köylü gazetesi idarehanesi Birinci Kordon a nakledildikten sonra beyler Sokağındaki bu daire tarafımdan kiralanmış Anadolu ve Duygu gazeteleri işgale kadar bu dairede intişar etmiştir. H. Rüştü
Ocaklılar kemali azim ve şiddetle faaliyete geçmiş ve Rumların, Frenk Mahallesinde yaptıkları taşkınlıklara karşı: Bizde varız be yaşıyoruz. diyen bir mevcudiyet eylemeye koyulmuş idi. Ocaklardan mürekkep heyetler, neşriyat yapıyor, muhtıralar tertip ederek ecnebi memleketlerine veriyor, ahval siyasiyeyi takip ederek malumat istihsal ediyor, Rumların hareketini tetkik ve bunlardan neticeler elde ediyordu. Nihayet İzmir Tiyatrosu binasında bir kapalı miting düzenleyip, Ocağın heyet kararını verdi ve zamanın valisi İzzet beyden buna muvafakat istihsal edinceye kadar akla karayı seçti. Bu mitinge İzmir deki bütün ecnebi mümessilleri davet edildi. Burada Vasıf Beyle diğer zevat tarafından nutuklar irat olduktan sonra evvelce hazırlanıp Fransızca ve İngilizceye tercüme edilen bu muhtıralar mümessillere tevdi olundu. Muhtıraların tercüme ve ihzarında, ecnebi müesseseleriyle ve mümessiller ile temaslarda Şerif Paşazade Remzi Beyle, Sürmelizade Halit ve Nail Beylerin ve daha isimlerini hatırlayamadığım ecnebi lisanı bilir biriki kıymetli gencimizin çok şayanı takdir gayretleri görüldüğümü şurada yad ve ifade etmeyi bir vazife telakki ederim. Bütün bu faaliyetler bir taraftan İzmir halkının ve İzmir deki ecnebilerin dikkatini çekerken diğer cihetten de İzmir deki hükümet heyhulasının endişelerini tahrik etmekten geri kalmıyordu. Ocak madden ve maddeten tazyik altında bulunuyordu. Hükümetle olan işlerimiz adeta bıçağımızın hakkı olarak intaç ediliyordu. Vali İzzet Bey, Ocak dan çok şüphe ediyor, ocaklıların faaliyetine karşı adeta sinirleniyordu. Fakat biz aldırmıyorduk. Toplantılarımızı daha da sıklaştırıyor, gayretlerimizi daha ziyadeleştiriyor ve muhitinden aldığımız kudret ve feyz ile her sahada bütün kuvvetimizle ve samimiyetimizle çalışıyorduk. O aralık İzmir de İhtiyat Zapitleri adında bir cemiyet meydana getirmişler ve aynı zamanda Kasaba ve Aydın Kumpanyalarından kendilerine yol verilen Türk gençleri de aralarında bir birlik teşkil eylemişlerdi. Ocak bu yrni iki kuvvetli teşekkül ile de teşriki mesaiye çalıştı. Emelimiz şu idi: Bütün gençliği bir arada toplamak ve tehlike karşısında toplu bulunmak. Biz bu gayeye doğru olanca kudretimizle ilerlemeye çalışıyor ve muvaffakta oluyorduk. Fakat bu muvaffakiyet o zamanlar İzmir de çıkan bazı gazetelerle, Hükümetin başında bulunan Vali İzzet Beyin ortaya çıkardıkları müşkülat yüzünden bizim çok emekler sarfıyla, çok zaman israfına mal oluyordu. Bazı gazeteler tehlikeyi göremedikleri için, varmak istediğimiz gaye ile aramıza daima engeller koyuyorlar, bizi memleketin başına geleceğini idrak eylediğimizi umumi belalara karşı gelmeye çalışan bir zümre olmaktan ziyade Reis beylerin idareden uzaklaşan İttihat ve Terakki teşkilatının ve başka siyası maksatlara ulaşmanın birer adımı olarak telakki eyliyorlardı. Tabiî ki Hükümet başında bulunan rüesada aynı düşüncenin tersiyle bize karşı bir vaziyet alıyordu. Bunları biliyorduk fakat bildiğimize rağmen, yine çekinmeden, endişe duymadan çalışıyorduk. Bir ihtiyat zabiti olan Ragıp Nurettin, İhtiyat Zabıtan cemiyeti ile temas ederek maksadımızı anlatıyor ve onlarla bizi yaklaştırıyor, Mustafa Necati Bey de Şimendifercilerle görüşerek onlarla birliğimizi temine muvaffak oluyorlardı. 3 Faaliyetimiz tam bu hararetli günlerde Heyet-i Nasiha nın İzmir e geleceği anlaşıldığından bir şehzadenin başkanlık (Şehzade Abdürrahim) edeceği bu heyeti parlak bir suretle karşılamak için Ocak karar verdi. 4 3 Anadolu 24 Teşrinievvel 1927, Sayı 3915 4 Anadolu Heyet-i Nasihası nın başkanlığına Şehzade Abdürrahim Efendi getirildi. Bu heyetin görevi, Batı Anadolu da yaşayan Türklere adından da anlaşılacağı gibi, Rumlarla iyi geçinmeleri, zulüm yapmamaları nasihatında bulunmaktı. (2) Bahriye eski nazırı ve ayandan Ali Rıza Paşa, Sıkıyönetim eski başkanı Mahmut Hayret, Basra eski valisi Süleyman Şefik Paşa, Genel Kurmay mirlivalığından emekli Ali Fevzi, Bursa müftüsü Ömer Fevzi, Pazarcık eski müftüsü Halil Fehim, Karahisar eski milletvekili Yanko Güvenidis, İç İşleri Bakanlığı Memurin-i Kalem müdür Ohannes Ferid kurulda üye olarak yer aldılar.
İzmir İzmir
Çünkü bu vesile ile yapılacak tezahürat hem Türkleri, daha ziyade temsile, hem de Rumluğa karşı dolayısıyla bir nümayiş yapılarak mevcudiyetimiz filende izhar edilmiş olacaktı. İzmir in tarihi hayatında çok hazin bir mevki işgal edecek olan bu heyeti nasiha İzmir e geldi. Abdürrahim Efendi Başkanlığında İzmir Heyeti Nasihası O heyeti gönüllerimiz istemeye istemeye istikbal ettik. Muhteşem bir tören yaparak parlak bir tarzda teşyi eyledik. Hiç unutmam İstikbal Alayı Kemeraltı Caddesini takiben Basmahane den geliyordu. Bütün gençler bayraklarla donanmış, ocak binasının önünde dizilmiş bekliyorduk. Genç şehzade ve arkasından muhteşem sakalıyla Hayret Paşa vesair nasihat üyeleri geçtikten sonra alaya iştirak etmiş olan Hristostomos un arabası derhal derhal acı ve hakaretamiz şiddetlerimiz üzerine celbeylemekten hali kalmamıştı. Bunun farkına varan kurnaz keşiş önümüzden geçerken riyakar tebessümler zuhur ediyor ve iki eliyle birden Ocağı ve Ocaklıları selamlıyordu. İzmir Metropoliti Hristostomos Ocaklı gençler hararetle çalışıyorlardı. Her yere başvuruyorlar, her fırsattan istifade eyliyorlar, her türlü çareleri bularak, memleketin evladı arasında ve hiddet teminine gayret sarf ediyorlardı. Gönüllerde berrak bir emel, tehlikeyi bertaraf edebilmek emeli hüküm ferma idi. Dahili siyaset entrikaları hiç birimizi alakadar etmiyordu. Fırkacılık kaygılarını terk etmiştik. Beynimizde onu tehlike
nakıslarını haklı feryatlarımızla susturmak için canla başla, imanla çalışıyorduk. Biz böyle didinirken Hükümet te memleket evladından bazılarını tevkif ediyor ve ( İttihat ve Terakki) mensuplarını sed ve bent eyliyordu. Şimdi Menteşe Valisi olan Müştak Lütfü Bey tevfik edilmiş, İttihat ve terakki katibi mesulü olan Mahmut Celal Bey (şimdi İzmir Mebusu) ile Jandarma Alay Kumandanı olan Avni Bey (şimdi Cebeli Bereket (Osmaniye) Mebusu) tevkif edileceklerinden haberdar olarak ortalıktan kaybolmuşlardır ve bir aralık Osmanzade Hamdi Bey de (İzmir Mebusu) nezarete alınmıştı. Bu tevkifatın icrasını birçok zevat ın sıkı bir göz hapsine alınması keyfiyeti takip eylediğinden herkese bir korku arz olmuş idi. Heyet ve mesaiyi milliyede tam çalışmamış olan ve çalışan insanlar her an bir polis efendinin: Buyurun karakola diyerek kendilerinin tevkif edilmek üzere sevk edilmesini bekliyorlardı. Türkocağı mensuplarından birçoğu ve bu meyanda bende böyle bir akıbete her saat intizar eylemekte idik. Fazla olarak o zaman ben İttihat ve Terakki nin istihsalinden başka bir şey olmayan Teceddüt Fırkası nın İzmir kâtibi mesul vekili bulunuyordum. Celal Bey in jandarma yüzbaşısı Fethi Bey (bu zat Sakarya Savaşında şehit olmuş arslan yürekli bir Türk idi. Allah rahmet eylesin) delaleti ve Olcikli Salih Efendi nin yardımı ile İzmir den, Ödemiş e geçmiş, bu kâtibi mesulün vazifesinin tarafımızdan vekaleten ifa edilmesini mecburi kılmıştı. Bunu zamanın hükümeti biliyor ve benden azami derecede kuşkulanıyordu. Fakat ortada maddi bir şey bulamıyor olmalı idi ki beni tevkif etmiyordu. Bu tevkif tehlikesi birçok gençleri tehdit eylediği halde bile yine çalışmaktan geri durulmuyordu. Ocakta toplantılar devam ediyor, gazeteler neşriyata veriliyor. Hülasa hükümet ne yaparsa yapsın denilerek mütemadiyen faaliyet sarf ediliyordu. Bir gün umumi bir toplantı akdederek mesaimizin heyeti umumiyesine göz gezdirdiği ve ileride yapacağı gayretin ana hatlarını çizmeyi kararlaştırdık. Belki yüze yakın ocaklı kardeşler toplandık. İdare heyetimiz yaptıklarını anlattı. Yapacaklarımız içinde arkadaşlardan mütalaa sordu. İşte işgalden takriben onbeş - yirmi gün evvele tesadüf eden bir toplantıda Mustafa Necati Bey (İzmir Mebusu) ilk defa olarak bir mukavemet lazım geldiği hakikatini ortaya attı. Necati Bey teklifinin ekseriyetle kabul edilmeyeceğini hissettiği dermiyan ederek idare heyeti azalığından istifa etti. Bir gün sonra Vasıf Bey matbuaya gelerek, benimde idare heyeti azalığından istifamın muvaffak olacağını söyledi. Çünkü hükümet benden şüpheleniyordu. Bazı arkadaşlarda ocağın faaliyetine hükümetin en gel olmasına sebebiyet verdiğim için idare heyetinden ayrılmamın uygun olacağını Vasıf Bey e söylemişlerdi. Vasıf beyin bu teklifine evet dedim ve Ocağın idare heyeti azalığından çekildim. İdare heyetine benim ve Necati beyin yerine iki arkadaş seçildi. Ocak faaliyetine devam eyledi ve en heyecanlı toplantısını da Mayıs ın 14. günü yani Yunan işgalinden bir gün evvel ikindi vakti yaptı. 5 Yunan Askeri İzmir e Çıkıyor 5 Anadolu 25 Teşrinievvel 1927, Sayı 3916
Bu içtima heyecanlı idi, müessir idi, tarihi ve azametli idi. Heyecanlı ve gözyaşlı bir toplantı idi. Ocağa mensup olmayanlarında iştirak ettiği bu toplantıda Yunan işgalinin tahakkuk ettiği ifade edildi. Ertesi günü İzmir i Yunan kuvvetleri işgal edecekti. Yunan İşgal Kuvvetleri İzmir de Yunan İşgal Kuvvetleri İzmir de
Yunan İşgal Kuvvetleri Komutanı Metropolit Hristostomos Tarafından karşılanıyor Buna karşı ne yapılmak icap ederdi. Bu mevzu üzerine heyecanlı nutuklar irad ediliyordu. Herkes bir fikir söyledi ve ağladı. Fakat hiçbir karar ittihaz edilemedi. Neticede idare heyeti ile benimde dahil olduğum beş arkadaşın birleşerek bir karar vermesi istendi ve toplantıya son verildi. Ocaktan çıkarken oradan dağılan gençlere birisi hitap ediyordu: Arkadaşlar Sultani Mektebine İzmir Sultani Mektebi 6 Bu ihtar derhal tesirini göstermekten hali kalmamıştı. Ocaktan çıkan her fert şimdi Adliye Dairesi olan Sultani Mektebi ne doğru koşuyordu. Sultani mektebinde ne vardı? Bunu bilen hiç kimse yok. Yalnız bilinen bir şey varsa o da Sultani Mektebine her Türk ün davet edildiğinden ibaretti. Bir müddet sonra haber aldık ki Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti azaları orada toplanmışlar halka bir takım makrurat tebliğ edeceklermiş. 6 kemeraltı.com
İzmir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Azaları Heyet idare azalarıyla bir karar ittihaz etmek üzere tefrik edilen beş arkadaşa ben katılamadım. Ocaktan çıkınca Milli Kütüphaneye gittim. Dört beş arkadaş orada toplanmış düşünüyorduk. Bana yeni malumat sahibi olup olmadığımı sordular: Her şey bitmiştir. Ümit yoktur. Her şey başının çaresine baksın. dedim ve ayrıldık. O gün sabahtan akşama kadar birçok manzaralara şahit olmuştum. Bir hayli sözler işitmiştim. Haiz, ibret amiz birçok vakaların karşısında kalbim kanamıştı. Millete doğru süratle gelen kara mukadderatın haşin kanatlarının omuzlarıma temas ettiğini hisseder gibi oluyordum. Kütüphaneden çıktım. Arkadaşlarımı son defa görmek üzere matbaaya gittim. Gazetemin her ikisi de dört gün evvel hiçbir sebep göstermeksizin Müttefik Sansür Heyeti tarafından tatil edildiğinden matbaada iş yoktu. Yalnız mütercimimiz merhum Hasan Efendi ile Talat (Şimdi Çankırı Mebusudur) ve Mahmut Reşat (Memleket gazetesi sahibidir.) beyler tahrir odasında konuşuyorlardı. Mürettiphanede vefakâr, emektar Sermuharririmiz Ali Hakkı Efendi ile sadık makineci Mustafa Müştak Efendi işsiz güçsüz bir halde oturuyorlardı. Arkadaşlarla birkaç dakika konuştuktan sonra bende Sultani mektebine doğru yol almaya başladım. Park Kıraathanesinin önünden geçerken kıraathanede oturan Binbaşı Konyalı Hüsnü Beyle, Mülazım Manisalı Kara Osman oğullarından Osman Beyler tarafından çağrıldım. Bu iki zat ile bir aydan beri tanışıyorduk. Hüsnü ve Osman Beylerle üç arkadaşı bir de ben üç ay evvel pek yağmurlu bir gecede tenha olacağını kimsenin düşünmediği Punta daki Lunapark ta bir toplantı yapmıştık. Mukavemet için bazı tedbirler alınmasına dair kararlar vermiş idik. Bu itibarla Hüsnü ve Osman Beylerin davetine icabet ettim. Bu zevat kahvehanenin dış tarafında oturmuş idi. Yanlarında sivil bir zat vardı. Bizi yekdiğerimizle tanıştırdılar. Bu yeni görüştüğümüz Miralay Köprülülü Kazım Bey (Şimdi Meclis Reisi) idi. Park Kıraathanesinin önünde Miralay Kazım Paşa Konyalı Hüsnü ve Manisalı Osman Beylerle bir müddet konuştuk. Ertesi günü İzmir in işgali muhakkak idi. Buna karşı ne gibi tedbirler ittihaz edilebileceğini tetkik ettik. Kazım paşa İzmir e geleli üç-dört gün oluyordu. İzmir de ceryan eden vukuat ve ahvalden etrafıyla haberdar değildi. Askeri kuvvetlerimizin son günlerdeki mahiyetinin ne olduğunu, silahlı bir mukavemet yapılırsa Buna halk ve mevcut askeri kuvvetlerin ne derece iştirak edebileceğini bilemiyordu. Çünkü ne kumanda heyeti ile ne halk ile ne zabıtan ile temasa henüz imkân bulamamış idi. Esasen Kumandan Nadir Paşa, Vali İzzet Bey in emir eri gibi bir vaziyet almış ve birkaç saat evvel kendisini parkta yakalayıp yüzüne karşı:
Paşa ne yapmak gerekiyorsa söyleyiniz yapalım. Bizi eli kolu bağlı düşmana teslim mi edeceğiz diye hitap eden ihtiyat zabitiyle, İzmir gençlerinden oluşan bir gruba karşı yüzünü yerlere eğerek sukuttan başka bir cevap verememiş ve kışladaki silah ve cephanenin halk tarafından yağma edilme ihtimalinin önüne geçmek üzere muhafazasını da emreylemiş idi. Karar vermek kadar güç bir şey olamazdı. Nihayet Kazım Paşa Hazretlerinin tensibiyle Düşmana karşı koymanın İzmir haricinde mümkün olabileceği ve bunun içinde eli silah tutanların İzmir i terk ile Ödemiş cihetlerine çekilmesi icap edeceğini aramızda kararlaştırıldı. Gökçen Efe Celal Bey Ödemiş i tercih ettiğimizin sebebi şu idi. Celal Bey orada idiler. Merhum Gökçeli Efe ile birleşmiş, muhtemel düşman işgaline karşı mukavemet için tedbir ittihazıyla meşgul olmağa koyulmuş idiler. Bir ay evvel Lunaparkta beş zabit beyle yaptığımız toplantıda bu tedbirden malumat almıştık. Aynı zamanda mümkün olursa Divan-ı Harp Tevfikhanesinde bulunan birçok zabit ve zabıta memuru beylerinde o gece tahliyesine ve kışladaki silah ve cephanenin halk tarafından elde edilmesine çalışmayı da hemen oracıkta kararlaştırdık ve dördümüz birden halkın akın akın giden gittiği Sultani Mektebine doğru ilerlemeye başladık. 7 7 Anadolu 26 Teşrinievvel 1927, Sayı 3917