BAYT, BİLİMSEL ARAŞTIRMALAR BASIN YAYIN VE TANITIM LTD. ŞTİ.

Benzer belgeler
BİLİMSEL PROGRAM 1. GÜN 12 MAYIS 2016 PERŞEMBE

& DEĞERLENDİRME Nisan 2013,Belek ANTALYA

1. GÜN 12 MAYIS 2016 PERŞEMBE

DAVET. Değerli Meslektaşlarımız,

JİNEKOLOJİK VE GENİTOÜRİNER

MEZUNİYET SONRASI GÜNCELLEME KURSLARI ÖDÜLLÜ İNTERAKTİF MEME KANSERİ KURSU

1. Oturum: Meme Kanserine Giriş, Patoloji ve Alt Tiplendirme Oturum Başkanları : Dr. Orhan ŞENCAN, Dr. İrfan ÇİÇİN

MEZUNİYET SONRASI GÜNCELLEME KURSLARI ( ) GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ KURSU

5. Türk Tıbbi Onkoloji Kongresi

2. MUĞLA MULTİDİSİPLİNER ONKOLOJİK ARAŞTIRMALAR SEMPOZYUMU. ""Her Yönü ile Kanserde Tartışmalı Konular"" (MORE 2018) 05 Ekim 2018 CUMA

ONKOLOJİ 2010 ONKOLOJİ 2010 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ SEMPOZYUMU Kasım 2010 Bilkent Otel - Ankara

Antalya Koordinatörler Dr. Erkan TOPUZ Dr. Adnan AYDINER

MEZUNİYET SONRASI GÜNCELLEME KURSLARI SANTRAL SİNİR SİSTEMİ TÜMÖRLERİ VE SARKOMLAR KURSU

MEZUNİYET SONRASI GÜNCELLEME KURSLARI HEMATOLOJİK MALİGNİTELER KURSU

PRİMER VE METASTATİK KARACİĞER KANSERLERİNE MULTİDİSİPLİNER YAKLAŞIM: TERANOSTİK UYGULAMALAR

Multidisipliner Onkoloji Günleri

Dr. Ersin Arslan KINIYORUZ

Kanserde Destek Tedav ler ve Palyat f Bakım Sempozyumu

VIII. Pediatrik Febril Nötropeni Sempozyumu

Sayın Meslektaşlarımız,

Uz.Dr. Saadet TOKLUOĞLU

Dr. Hasan Şenol COŞKUN

2. GERİATRİK ONKOLOJİ KONGRESİ

T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü BASIN TARAMASI

BAŞ-BOYUN KANSERLERİ & MSS KANSERLERİ

KURS BAŞKANLARI. N. Serdar TURHAL (Türk Tıbbı Onkoloji Derneği) Kubilay DEMİRAĞ (Klinik Enteral Parenteral Nütrisyon Derneği)

19-23 Ekim 2011 Titanic De Luxe Hotel Antalya

Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Güz Dönemi Klinik Radyasyon Onkolojisi (TRF5003) Ders Programı

KONGRESİ, (3 4 NİSAN 2009)

BEST OF ASCO İSTANBUL & ONKOLOJİDE ENDÜSTRİ DESTEKLİ KLİNİK ARAŞTIRMALAR SEMPOZYUMU

Değerli Meslektaşım, Prof. Dr. Meltem Çağlar Tuncalı Sempozyum Koordinatörü

Davet. Değerli Meslektaşlarım,

17 Aralık Aralık 2006

7.ULUSAL KANSERLİ HASTALAR KONGRESİ

Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ KANSER ENSTİTÜSÜ SEMPOZYUMU. Düzenleyen Kuruluş

Türk Jinekolojik Onkoloji Derneği Genç Jinekolog Onkologlar Platformu Over Kanseri Calıştayı

2 Mayıs ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERLERİNİN BİYOLOJİK TEMELLERİ Kurs Moderatörleri: Safiye Aktaş, Elif Güler

Genç Jinekolojik Onkoloji Grubu Çalıştayı &

20. PEDİATRİ GÜNLERİ BİLİMSEL PROGRAMI. 7 Mart 2019

Nod-pozitif Meme Kanserinde Lenf Nodu Oranı Nüks ve Mortaliteyi Belirleyen Bağımsız Bir Prognostik Faktördür

1. Duyuru Mart 2016 EÜTF Muhiddin Erel Amfisi.


11:30-12:30 RADYOTERAPİ TEKNİKERLİĞİ GÜNCEL DURUM DEĞERLENDİRMESİ Oturum Başkanı: Yavuz ANACAK

BİLİMSEL PROGRAM I. GÜN 03 Mayıs Oturum: Serviks Kanseri / Session I: Cervical Cancer

AKADEMİSYEN YAYINEVİ BİLİMSEL ARAŞTIRMALAR KİTABI 2018 ONKOLOJİ

MEME ve TİROİD HASTALIKLARINDA GÜNCEL YAKLAŞIMLAR 3 EKİM 2015

15 Mart 2019, Cuma. TOETVA Özer Makay. Robotik tiroid cerrahisi Fatih Tunca. Konuşmacı: Bilgi Baca. Laparoskopik sleeve gastrektomi Hasan Altun

Program. 10: Pediatride Nörolojik Nükleer Tıp Uygulamaları

6 Nisan 2016, Çarşamba ANA SALON. 09:15-09:30 TÜRKÖK Projesi Son Durum ve Onkolojik Tedavi Planlamaları Dr. Doğan ÜNAL

Ayrıca son yıllarda giderek artan şekilde kullanılan PET-BT görüntülemenin Radyoterapi simülasyonunda kullanılmasından da toplantıda bahsedilecektir.

TÜRKİYE NÜKLEER TIP DERNEĞİ 2017 YILI NÜKLEER TIP OKULU PROGRAMI

26 Eylül 2014 Cuma (Mavi Salon)

Boulevard Hotel Bakü - Azerbaycan

TÜRKİYE - AZERBAYCAN ONKOLOJİ GÜNLERİ

BİLİMSEL PROGRAM. 09 Mayıs 2018, Çarşamba Dizi Analizi için Örnek ve Materyallerin Toplanması, Nükleik Asit İzolasyonu Metin Ceyhan

Bilimin ışığında adalet KONGRE PROGRAMI

Türk Hepatopankreatobilier Cerrahi Derneği Kolorektal ve Nonkolorektal Karaciğer Metastazlarına Yaklaşım: Benzerlikler-Farklılıklar Çalıştayı

Tıbbi Onkoloji Uzmanları için TEMEL ONKOLOJİ KURSU

Onkoloji Hemşireliği Derneği

Sempozyum Başkanından

ULUSAL ONKOLOJİK ARAŞTIRMALAR ÇALIŞTAYI TÜRK ONKOLOJİ GRUBU. 29 Ekim 2 Kasım 2008 Sheraton Çeşme Otel Çeşme, İzmir. Son Duyuru. g d. o. w. t o.

1. HAFTA PAZARTESİ SALI ÇARŞAMBA PERŞEMBE CUMA. Kuramsal Ders Non-viral kronik karaciğer hastalıkları S. Cihan Yurdaydın

Multidisipliner Onkoloji Günleri

Baş Boyun Kanserleri Kongresi Prof. Dr. Ercihan Güney anısına

Lösemi. Lenfoma Miyelom. Hastaları. Kongresi Mayıs 2013, Ankara. Yer: Congresium, Söğütözü. Lösemi Lenfoma Miyelom

KONGRE PROGRAMI 2 NİSAN 2003 ÇARŞAMBA 3 NİSAN 2003, PERŞEMBE, BİRİNCİ GÜN

4. KARADENİZ ONKOLOJİ SEMPOZYUMU

XV. ULUSAL KOLON VE REKTUM CERRAHİSİ KONGRESİ VIII. KOLOREKTAL CERRAHİ HEMŞİRELİĞİ KONGRESİ MAYIS 2015 SUSESİ OTEL / ANTALYA

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ EĞİTİM, BİLİM ve KURUM FAALİYET PROGRAMI

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ EĞİTİM ve BİLİMSEL FAALİYET PROGRAMI TÜMÖR KONSEYLERİ

2015 EYLÜL AYI HEKİM ÇALIŞMA PROGRAMI KLİNİK 1 KLİNİK 2 KLİNİK 3 KLİNİK 4 KLİNİK 5

TTOD MEME KANSERİ GÜNCELLEME KURSU HAZİRAN 2015 İSTANBUL 08:25-08:30 Açılış 08:00-08:30 Pratiği değiştiren çalışmalar. (salonda kahvaltı ile)

AKCİĞER KANSERİNDE TEDAVİ

28 Şubat 2018, Çarşamba

DİSİPLİNLER ARASI ÜROONKOLOJİ TOPLANTISI 2014 BİLİMSEL PROGRAMI 1. GÜN - 28 KASIM 2014, CUMA. Açılış Seramonisi

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ ENSTİTÜSÜ

NÖROŞİRÜRJİ HEMŞİRELİĞİ DERNEĞİ 14. BİLİMSEL KONGRESİ KONGRE PROGRAMI SÖZEL VE POSTER BİLDİRİ SUNUMLARI

Paratiroid Kanserinde Yönetim İzmir den Üç Merkezli Deneyim

T.C. Sağlık Bakanlığı GAZİANTEP ŞEHİTKAMİL DEVLET HASTANESİ UZMAN DOKTOR LİSTESİ

GEBELİK VE MEME KANSERİ

KOLOREKTAL KARSİNOMLU HASTALARDA PRİMER İLE METASTAZ ARASINDA KRAS DİSKORDANSI

6 EKİM 2016, PERŞEMBE

Tıbbı Onkoloji Dışkapı Yıldırım Beyazıt E.A.H Görevler: Görev Unvanı Görev Yeri Yıl Uzman Doktor-

: Konferans II Neoadjuvan radyoterapinin radikal cerrahi girişim üzerindeki etkisi; dün, bugün, yarın 30' Rob Glynne-Jones

UBEK

4 Eylül 2014 Perşembe

Akciğer Kanserinde Güncel Tanı ve Tedavi Yaklaşımı

Tıbbi Onkoloji Kongresi

UYGULAMA ÖĞRETİM ELEMANI DOÇ. DR. EMRE ÜNAL DOÇ. DR. EMRE ÜNAL DOÇ. DR. EMRE ÜNAL


Yrd. Doç. Dr. Ayda ÇELEBİOĞLU Proje Araştırmacısı

TRAKYA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ RADYASYON ONKOLOJİSİ ANABİLİM DALI

T.C. Sağlık Bakanlığı GAZİANTEP ŞEHİTKAMİL DEVLET HASTANESİ Uzman Doktor Listesi

ULUSAL SAĞLIK BAKIM HİZMETLERİ KONGRESİ. Sağlık Bakım Hizmetlerinde Hep Birlikte Daha İyiye

Davet. Saygıdeğer meslektaşlarımız

TEMD ENDOKRİNOLOGLAR İÇİN İLERİ TİROİD ve BOYUN ULTRASONOGRAFİSİ KURSU

GERİATRİK HEMATOLOJİ DERNEĞİ

5-8 Mart 2015 Çeşme Sheraton Otel-İZMİR

8 MART 2017 ÇARŞAMBA 12:00-15:30 KONGRE KAYIT KONGRE AÇILIŞI

Transkript:

Susesi Otel, Antalya

KONGRE SEKRETARYASI Serenas Uluslararası Turizm Kongre Organizasyon A. Ş. Mansuroğlu Mah. 95/ Sk. Ege Sun Plaza A Blok No: 76 Bayraklı - İzmir Tel: 0 486 0 0-Fax: 0 486 0 70 hande.boyacioglu@serenas.com.tr info@ukk0.org YAYIN TASARIM VE UYGULAMA BAYT, BİLİMSEL ARAŞTIRMALAR BASIN YAYIN VE TANITIM LTD. ŞTİ. Ziya Gökalp Cad. 0/, 0640 Kızılay, Ankara Tel: 0 4 0 6 Faks: 0 4 6 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ ÖNSÖZ Kurullar...V Kurs Programı... VII Bilimsel Program...VIII Sözel Bildiriler... Poster Bildiriler... 6 Yazar Dizini... 407

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ YÖNETİM KURULU KONGRE BAŞKANI M. Tezer KUTLUK KURULLAR EŞ BAŞKANLAR Emin DARENDELİLER Şuayib YALÇIN GENEL SEKRETER Mehmet KANTAR SAYMAN Ethem Nezih ORAL ÜYELER Mustafa ERMAN Sedat KOCA Nur OLGUN Pınar SAİP BİLİMSEL KURUL BAŞKAN M. Tezer KUTLUK BİLİMSEL KURUL SEKRETERİ Mustafa ERMAN ÜYELER Cengiz CANPOLAT Mustafa CENGİZ Hasan Şenol COŞKUN Rıza ÇETİNGÖZ İnci ERGÜRHAN İLHAN Mehmet KANTAR Ethem Nezih ORAL Berna ÖKSÜZOĞLU Susesi Otel, Antalya V

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ RADYOTERAPİ KURSU Radyoterapide planlama ve tedavi aygıtlarında yeni gelişmeler (Radyasyon onkologları için) Koordinatörler: Rıza Çetingöz, Ethem Nezih Oral TEMEL ONKOLOJİ KURSU Moleküler ve translasyonel onkoloji (Medikal onkologlar için) Koordinatörler: Nejat Dalay, Dicle Güç İLERİ İYİ KLİNİK UYGULAMALAR KURSU KESİTSEL GÖRÜNTÜLEME YÖNTEMLERİ VE KESİT ANATOMİSİ KURSU (Medikal ve pediatrik onkologlar için) Koordinatörler: Utku Şenol, Aydın Yavuz PEDİATRİK RADYASYON ONKOLOJİSİ KURSU (Radyasyon onkologları için) Koordinatörler: Ferah Yıldız Fulya Yaman Ağaoğlu KURS PROGRAMI 09:00 0:0 09:00 09:45 Tarihçe: Planlama ve tedavide iki boyuttan dört boyuta: Rıza Çetingöz 09:45 0:0 Modern teknolojide temel kavramlar: Mustafa Cengiz Oturum Başkanı: Nejat Dalay 09:00 09:0 Yeni nesil dizileme yaklaşımları ışığında kanser genomuna bakış: Tayfun Özçelik 09:0 0:00 Kanserde moleküler tedavi hedefleri: Kılavuzlarda belirtilen algoritmalar: Ajlan Tükün 0:00 0:0 Sinyal iletimi ve kliniğe yansıması: Lale Doğan İLERİ İYİ KLİNİK UYGULAMALAR KURSU 0:0 :00 KAHVE ARASI :00 :0 :00 :45 Eksternal radyoterapide tedavi aygıtlarında yenilikler: Şefik İğdem :45 :0 Tedavi planlama programlarında yenilikler: Mahmut Özşahin Oturum Başkanı: Tayfun Özçelik :00 :0 Kanser ve mikroçevre: Dicle Güç :0 :00 Myeloid kökenli baskılayıcı hücreler: Güneş Esendağlı İLERİ İYİ KLİNİK UYGULAMALAR KURSU 09:00 09:0 Açılış, tanışma, beklentilerin alınması, kurs öncesi değerlendirme formu: Utku Şenol 09:0 0:00 BT ve MRG temel fizik ilkeler: Utku Şenol 0:00 0:0 Küçük grup çalışması :00 :5 Modül : Temel beyin anatomisi: Utku Şenol :5 :45 Grup çalışması: Temel beyin anatomisi- anatomik yapıların bulmacası :45 :0 Modül :Baş-Boyun anatomisi: Kamil Karaali Çocukluk çağı tümörlerinde geçmişten günümüze radyoterapinin değişen rolü: Ferah Yıldız Pediatrik radyoterapide özellikli tedavi alanları: Nelere dikkat edelim? Fulya Yaman Ağaoğlu Pediatrik radyoterapide yeni teknolojilerin yeri: Serap Akyürek Çocukluk çağı beyin tümörlerinde radyoterapi endikasyonları ve olgu tartışmaları: Ayşe Nur Demiral 9 Nisan 0, Cuma :0 :0 ÖĞLE YEMEĞİ :0 5:00 :0 4:5 Brakiterapide yenilikler: Seden Küçücük 4:5 5:00 Niteliğin sağlanması: Beste Atasoy, Murat Okutan Oturum Başkanı: Dicle Güç :0 4:00 Kanserde heterojenite: Nejat Dalay 4:00 4:0 Kimyasal karsinogenezde moleküler mekanizmalar: Hilal Koçdor İLERİ İYİ KLİNİK UYGULAMALAR KURSU :0 4:00 Grup çalışması: Baş-Boyun anatomisi 4:00 5:00 Modül : Toraks anatomisi: Gökhan Arslan Çocukluk çağı Hodgkin lenfoma tedavisinde literatür eşliğinde olgu tartışması: Melis Gültekin, Ali Varan 4:0 5:00 Hücre ölümü ve kanser: Devrim Gözüaçık 5:00 5:0 KAHVE ARASI 5:0 8:5 5:0 6:5 Satınalma ve ihale süreci: Yaşanan sorunlar ve çözüm önerileri: Şule Karaman, Durmuş Etiz, Nadir Küçük, Şükran Eskici 6:5 7:0 Erken evre prostat ve nazofarenks kanserlerinde farklı tedavi planlamalarının karşılaştırılması: Enis Özyar, Uğur Selek, Mahmut Özşahin 7:0 8:5 Modern teknolojinin kliniğe katkıları: Gökhan Özyiğit Oturum Başkanı: Lale Doğan 5:0 6:00 Metastaz biyolojisi: İbrahim Güllü 6:00 6:0 Anjiogenez: Nur Buyru Oturum Başkanı: İbrahim Güllü 6:0 7:00 Kanser tanısında yenilikler: Hande Canpınar 7:00 7:0 Kanser kök hücre kavramı: Safiye Aktaş 7:0 8:00 Translasyonel araştırmaların güncel konumu: Şuayib Yalçın İLERİ İYİ KLİNİK UYGULAMALAR KURSU 5:0 6:00 Modül 4: Abdomen anatomisi: Can Çevikol 6:00 6:0 Grup çalışması: Abdomen anatomisi - anatomik yapıların bulmacası 6:0 7:0 Günün değerlendirilmesi, demonstrasyon serbest çalışma 7:0 8:5 Biçimlendirici değerlendirme 5:0 6:00 TPOG çalışmaları: Mehmet Kantar 6:00 6:0 Pediatrik radyoterapide anestezi: İlknur Yıldırım 6:0 7:0 Pediatrik radyoterapide geç yan etkiler: Vuslat Çaloğlu Çocuklar nasıl izlenmeli ve destek tedaviler nasıl olmalı? Betül Sevinir 8:0 8:45 Genel tartışma ve kapanış Susesi Otel, Antalya VII

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ BİLİMSEL PROGRAM 0 Nisan 0, Cumartesi 08:00 08:45 08:45 09:0 09:0 0:5 SALON A SALON B SALON C SALON D SALON E Vaka eşliğinde güncel pratik yaklaşım: Anal kanal kanseri Oturum Başkanları: Mine Genç, Abdullah Büyükçelik Tartışmacılar: Murat Çaloğlu Ülkü Yalçıntaş Aslan Konferans: Kanser tedavisinde dünden bugüne antianjiyogenik tedaviler Oturum Başkanı: Haluk Onat Konuşmacı: Napoleone Ferrara Konferans: Her+ meme kanseri tedavisi Oturum Başkanları: Fuat Demirelli, Serdar Turhal Konuşmacı: Joseph Gligorov Vaka eşliğinde güncel pratik yaklaşım: Mezotelyoma Oturum Başkanları: Aziz Yazar, Meltem Serin Tartışmacılar: Tamer Elkıran Hale Başak Çağlar Özkök Karşıt görüş: Meme kanserinde sentinel lenf nodu pozitif olgularda yaklaşım Oturum Başkanları: Ayfer Haydaroğlu, Hüseyin Bora Meme ve lenfatik bölgelere radyoterapi: Hilmi Alanyalı Aksiller diseksiyon ve memeye radyoterapi: Maktav Dinçer Vaka eşliğinde güncel pratik yaklaşım: Oligometastatik meme kanserine yaklaşım Oturum Başkanları: Mustafa Altınbaş, Meriç Şengöz Tartışmacılar: Feyyaz Özdemir Zümre Arıcan Alıcıkuş Panel: Over kanserinin sistemik tedavisi Oturum Başkanları: Erkan Topuz, Ertuğrul Seyrek Tedavi standartları: Adnan Aydıner Yeni ajanlar: Özden Altundağ 0:5 0:45 KAHVE ARASI Panel: Erken evre meme kanseri tedavisi Oturum Başkanları: Evin Büyükünal, Ahmet Öber Meme kanseri cerrahisinde yenilikler: Savaş Koçak 0:45 :00 Meme koruyucu tedavi: Radyoterapi: İlknur Bilkay Görken Adjuvan hormonoterapi: Gül Başaran Adjuvan kemoterapi ve hedefe yönelik tedaviler: Kadri Altundağ :00 :00 Uydu Sempozyum Panel: Baş boyun kanserlerinde güncel yaklaşım Oturum Başkanları: İbrahim Tek, Fadime Akman Moleküler prognostik faktörlerin kliniğe yansımaları: Sercan Aksoy Lokal nükslere yaklaşım: Mustafa Esassolak Metastatik hastalık tedavisi: İlhan Öztop Uydu Sempozyum Panel: Kanser tedavisinde komplikasyon yönetimi Oturum Başkanları: Murat Gürkaynak, Bülent Orhan Kanser hastasında fertilitenin korunması: Nejat Özgül Radyoterapiye bağlı ikincil kanserler: Meral Kurt Hormonoterapi ve kardiyovasküler komplikasyonlar: Özlem Yavaş Ata Konferans: Pediatrik febril nötropenide güncel yaklaşımlar Oturum Başkanları: Emel Ünal, Ayhan Dağdemir Konuşmacı: Mehmet Ceyhan Konferans: Düşük dereceli gliomların tedavisi Oturum Başkanları: Münevver Büyükpamukçu, Gülnur Tokuç Konuşmacı: David Walker İnteraktif olgu tartışması: Relaps/refrakter AML olguları Oturum Başkanları: Leyla Ağaoğlu, Sema Anak Sunanlar: Mustafa Büyükavcı, Handan Uğur Dinçaslan, Ceyhun Bozkurt 08:0 Açılış Onkoloji Hemşireliği Derneği Başkanı 0. Ulusal Kanser Kongresi Başkanı Konferans: Genomikler ve bireyselleştirilmiş tedavide hemşirenin rolü Oturum Başkanı: Sevcan Atay Konuşmacı: Sultan Kav Panel: Kanserden korunma, erken tanı ve taramalar Oturum Başkanları: Zuhal Bahar, Asım Yörük Aygül Kıssal, Gülbahar Okutucu Panel: Meme kanserinde güncel hemşirelik yaklaşımları Oturum Başkanları: Özgül Karayurt, Özlem İyimaya Cerrahi tedavi ve sonrası bakım: Ayla Gürsoy Kemoterapi, hormonoterapi, hedefe yönelik tedaviler ve yan etkilerin kontrolü: Yıldız Çayır Radyoterapi ve yan etkilerin kontrolü: Şahika Mert mhrpk tedavisinde farklı bir ışık Oturum Başkanı: Sevil Bavbek Konuşmacılar: Joaquim Bellmunt, Mustafa Özgüroğlu Onkolojide nütrisyon desteği Oturum Başkanı: M. Tezer Kutluk Kanserin seyrinde malnütrisyon: Gerard Nitenberg Malnütrisyon tedavisinde nutrisyonel uygulamalar: Diclehan Kılıç :00-4:00 ÖĞLE YEMEĞİ 4:00 5:5 Sözel Bildiriler: Oturum Başkanları: Süreyya Saruhan, Ramazan Yıldız Meme kanseri S007-S008-S009-S00-S0-S0- S0-S04-S05-S06-S07-S08 Sözel Bildiriler: Oturum Başkanları: Candaş Tunalı, Mehmet Artaç Gastrointestinal sistem kanserleri S09-S00-S0-S0-S0-S04- S05-S06-S07-S08 Sözel Bildiriler: Oturum Başkanları: Faik Çetindağ, Orhan Şencan Tümör biyolojisi S09-S00-S0-S0-S0-S07- S05-S08-S04-S06 5:5 5:45 KAHVE ARASI Panel: Prostat kanseri Panel: Hodgkin dışı lenfoma Panel: Destek ve palyatif tedavisindeki gelişmeler Oturum Başkanları: tedaviler Fadıl Akyol, Sevil Bavbek Oturum Başkanları: Oturum Başkanları: Semra Paydaş, Cem Uzal Cerrahide yenilikler: Çağ Çal Şeref Kömürcü, Arif Aras Agresif B hücreli lenfomaların Lokal ileri prostat kanserinde Kanser ve tromboz: tedavisi: Evren Özdemir 5:45 7:00 tedavi standartları: Sezai Vatansever T hücreli lenfomalar: Serdar Özkök Oğuz Kara Kanserde beslenme: Kastrasyona dirençli hastalık Tuğba Yavuzşen Radyoterapi: Kime, ne zaman?: tedavisinde gelişmeler: Mustafa Özgüroğlu Nuran Beşe Yüksek doz uygulamaları: Yener Koç Gastrointestinal komplikasyonlar: Diclehan Kılıç Uydu Sempozyum TPOG protokol oturumu: Nöroblastom 009 Nur Olgun, Emre Çeçen İnteraktif olgu tartışması: Glial tümör olguları Oturum Başkanları: Gülsan Yavuz, Savaş Kansoy Sunanlar: Burça Aydın, Gürses Şahin, F. Betül Çakır Sözel Bildiriler: Oturum Başkanları: Begül Küpeli, Figen Bay Onkoloji Hemşireliği S09-S040-S04-S04-S04-S044- S045-S046-S047-S048 Panel: Pediatrik kanserler Oturum Başkanları: Haldun Öniz, Nurseven Karaman Kansere bağlı yetersizlik/ engellilik durumu: Medine Çalışkan Yılmaz Tedavi sonrası uyum ve eğitim sorunları: Figen Işık Esenay Onkolojik sorunu olan çocuğun kardeşi olmak, sağlıklı kardeşlerin süreçteki rolü: Furkan Türkay 7:00 8:00 8:00 9:00 60 RCC Oturum Başkanı: Şuayib Yalçın Konuşmacılar: Axel Bex, Manuela Schmidinger Açılış ve Ödül Töreni 0. Ulusal Kanser Kongresi Başkanı: M. Tezer Kutluk VIII 9- Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ 08:00 08:45 08:45 09:0 09:0 0:5 SALON A SALON B SALON C SALON D SALON E Vaka eşliğinde güncel pratik yaklaşım: Seminom dışı testis tümörleri Oturum Başkanları: Zafer Akçalı, Bahar Baltalarlı Tartışmacılar: Mert Saynak, Işıl Somalı Konferans: Klinisyen gözüyle meta-analizler Oturum Başkanları: Gökhan Demir, Rıza Çetingöz Konuşmacı: Branislav Jeremic 09:0 09:45 Konferans: ESMO: Mission and perspective Oturum Başkanı: Yavuz Özışık Konuşmacı: Martine Piccart 09:45 0:5 Konferans: Meme kanserinde geçmişten geleceğe bakış Oturum Başkanı: Yavuz Özışık Konuşmacı: Martine Piccart Vaka eşliğinde güncel pratik yaklaşım: Gastrointestinal stromal tümör Oturum Başkanları: Necati Alkış, Arzu Yaren Tartışmacılar: Alper Sevinç Nuriye Yıldırım Özdemir Panel: İnvaziv mesane kanseri tedavisi Oturum Başkanı: Metin Güden Adjuvan ve neoadjuvan kemoterapi: Aziz Karaoğlu Organ koruyucu tedavi: Nilgün Özbek Okumuş Panel: Kemik ve yumuşak doku sarkomlarının tedavisindeki gelişmeler Oturum Başkanları: Fikret Arpacı, Murat Beyzadeoğlu Sistemik tedaviler: Gökhan Erdem Radyoterapideki Gelişmeler: Sevil Kılçıksız Vaka eşliğinde güncel pratik yaklaşım: Kolanjiosellüler kanser Oturum Başkanları: Güngör Utkan, Meltem Nalça Andrieu Tartışmacılar: Oktay Tarhan, Melek Gamze Aksu Panel: Nöroendokrin tümörlerde güncel yaklaşımlar Oturum Başkanları: Ahmet Özet, Salahattin Sanal Nöroendokrin tümörlerde semptom kontrolü ve somatostatin analoglarının rolü: Sezer Sağlam Nöroendokrin tümörlerde radyonüklid tedaviler: Özlem Küçük Nöroendokrin tümörün sistemik tedavisindeki gelişmeler: Hande Turna Panel: Nazofarinks kanseri: Standartlar, yenilikler Oturum Başkanları: Ali Varan, Musa Altun Radyoterapi: Mehmet Şen Sistemik tedavi: İrfan Çiçin 0:5 0:45 KAHVE ARASI Konferans: FEN dışındaki önemli infeksiyonlar Oturum Başkanları: Ömer Devecioğlu, Vural Kesik Konuşmacı: Volkan Hazar Panel: Yüksek dereceli glial tümor tedavisinde güncel yaklaşım Oturum Başkanları: Canan Akyüz, Nurdan Taçyıldız Cerrahi: Memet Özek Radyoterapi: Melek Nur Yavuz Kemoterapi: Maura Massimino Konferans: Ependimom tedavisi Oturum Başkanları: Aynur Oğuz, Funda Çorapçıoğlu Konuşmacı: Maura Massimino Konferans: Prostat kanseri progresyon mekanizmalarını anlamak: Klinik kararlarda önemli bir yol gösterici Oturum Başkanı: Mustafa Özgüroğlu Konuşmacı: Eleni Efstathiou 08:0 09:0 Panel: Kanserli hastalar tarafından sık sorulan sorular Oturum Başkanları: İbrahim Bayram, Fatma Gündoğdu Hekime yöneltilen sorular Zeki Üstüner Kemoterapi uygulayan hemşireye yöneltilen sorular Kıymet Akgedik Diyetisyene yöneltilen sorular Dilşat Baş Psiko-onkoloji hemşiresine yöneltilen sorular Songül Kamışlı Konferans: Geriatrik kanser hastalarına yaklaşım Oturum Başkanları: Nuran Akdemir, Sevinç Kutlutürkan Konuşmacı: Sevgisun Kapucu BİLİMSEL PROGRAM Nisan 0, Pazar 0:45 :00 Seçilmiş Sözel Bildiriler S00-S00-S00-S004- S005-S006 Oturum Başkanları ve Tartışmacılar: Rejin Kebudi, Ahmet Demirkazık, Faruk Zorlu Panel: Metastatik akciğer kanseri tedavisi Oturum Başkanları: Nil Molinas Mandel, Uğur Yılmaz KHDAK tedavisinde moleküler patolojinin yeri: Büge Öz Oligometastatik hastalık tedavisi: Fazilet Öner Dinçbaş Sistemik KHDAK tedavisi: Başak Oyan Uluç KHAK tedavisi: Fulden Yumuk Panel: Santral sinir sistemi metastazlarının tedavisi Oturum Başkanları: Ahmet Karadeniz, Alpaslan Mayadağlı Cerrahi: Hangi hastalara? Sertaç İşlekel Radyoterapi: Tüm beyin radyoterapisi mi, stereotaksi mi? Kaan Oysul Sistemik tedavi: Leptomeningeal ve parankimal hastalık tedavisi: Güzin Gönüllü Panel: Karaciğer tümörleri Oturum Başkanları: Nazan Çetingül, F. Güçlü Pınarlı Histopatoloji: Zuhal Akçören Cerrahi: M. Orkan Ergün Kemoterapi: Bilgehan Yalçın Panel: Jinekolojik onkoloji Oturum Başkanları: Kafiye Eroğlu, Nezihe Kızılkaya Beji Jinekolojik onkolojide karşılanmayan gereksinimler: Gülcihan Akkuzu Lenf ödem: Yeşim Bakar Onkoloji tedavilerinin sağlık sonuçları - kolostomi, paralitik ileus menopoz, infertilite: Çiğdem Yaman Yeni radyoterapi yöntemleri: Yeter Soylu Uydu Sempozyum Uydu Sempozyum :00 :00 Mestatatik kastrasyona dirençli prostat kanserinde yeni bilgi, yeni çözüm Oturum Başkanları: Mustafa Özgüroğlu, Levent Türkeri Konuşmacı: Karim Fizazi Kanser tedavisinde EGFR blokajının rolü Oturum Başkanı: İbrahim Güllü Metastatik kolorektal kanser tedavisinde kişiye özgü yaklaşım: Gökhan Demir Metastatik / tekrarlayan baş boyun kanserleri tedavisinde güncel gelişmeler: Mustafa Özdoğan :00 4:00 ÖĞLE YEMEĞİ Susesi Otel, Antalya IX

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ BİLİMSEL PROGRAM Nisan 0, Pazar 4:00 5:5 SALON A SALON B SALON C SALON D SALON E 4:00 4:45 Konferans: KHDAK nde reirradyasyon Oturum Başkanları: Ömer Uzel, Mahmut Gümüş Konuşmacı: Branislav Jeremic 4:45 5:5 Sözel Bildiriler: Akciğer kanseri S049-S050-S05 Oturum Başkanları: Mehmet Koç, Hüseyin Engin Sözel Bildiriler: Santral sinir sistemi tümörleri/ Diğer S05-S05-S054-S055-S056- S057-S058-S059-S6 Oturum Başkanları: Rasim Meral, Murat Dinçer Sözel Bildiriler: Genitoüriner sistem kanserleri/ Kemik ve yumuşak doku sarkomları/jinekolojik kanserler S060-S067-S06-S068-S06- S06-S066-S065-S064 Oturum Başkanları: Haldun Erkal, Meltem Ekenel 5:5 5:45 KAHVE ARASI 5:45 7:00 7:00 7:45 5:45-7:05 Panel: İleri evre meme kanserinde sistemik tedaviler Oturum Başkanları: Süheyla Serdengeçti, Fikri İçli Neoadjuvan tedavi: Erhan Gökmen Metastatik hastalık tedavisinde hormonoterapi ve kemoterapi: Yeşim Eralp Hedefe yönelik tedaviler: Handan Onur Meme kanseri tedavisinde bireyselleştirilmiş tedavi stratejileri: Banu Arun 7:05 7:45 Konferans: Malign melanom tedavisindeki gelişmeler Oturum Başkanları: Melek Erkişi, İsmail Çelik Konuşmacı: Paolo Ascierto Panel: Nüks yüksek dereceli glial tümörlerde tanı ve tedavi Oturum Başkanları: Lütfi Özkan, Taflan Salepçi Nüks mü, nekroz mu, psödoprogresyon mu? Serra Sencer Re-irradyasyon: Ufuk Abacıoğlu Sistemik tedavi: Ulus Ali Şanlı Karşıt görüş: Mide kanserinin adjuvan tedavisinde kemoterapi yeterli midir? Oturum Başkanları: Volkan Kaynaroğlu, Nezih Meydan Evet: Cem Börüban Hayır: Görkem Aksu 5:45 6:0 Panel: Ağrı ve tedavisi Oturum Başkanları: Özgür Özyılkan, Filiz Çay Şenler Klinik değerlendirme ve medikal tedavi: Meltem Uyar Girişimsel yöntemler: Süleyman Özyalçın Radyoterapi: Senem Alanyalı 6:0 7:00 Konferans: Moleküler patolojide gelişmeler Oturum Başkanı: Necdet Üskent Konuşmacı: Sibel Erdamar Konferans: Jinekolojik tümörlerin tedavisinde IMRT Oturum Başkanları: Sait Okkan, Melahat Garipağaoğlu Konuşmacı: Eric Lartigau Sözel Bildiriler: Oturum Başkanları: Tiraje Çelkan, Sema Vural Pediatrik tümörler S069-S070-S07-S07-S07- S074-S075-S076-S077-S078 İnteraktif olgu tartışması: Hemanjiom olguları Oturum Başkanları: Faik Sarıalioğlu, Kudret Çağlar Sunanlar: Nazmiye Yüksek, Nalan Yazıcı, Murat Elli Konferans: HeadSmart: Be Brain Tumour Aware Oturum Başkanları: Atila Tanyeli, Yavuz Köksal Konuşmacı: David Walker Sözel Bildiriler: Oturum Başkanları: Gülbeyaz Can, Kezban Özcan Onkoloji Hemşireliği S079-S080-S08-S08- S08-S084-S085-S086- S087-S088 Konferans: Kanser sürecinde seksüalite Oturum Başkanları: Meral Bakar, Ayşe Sarı Konuşmacı: Ümran Yeşiltepe Oskay Uydu Sempozyum 8:00 9:00 İmmuno-onkolojide yeni ufuklar Oturum Başkanı: İsmail Çelik Kanser tedavisinde immuno-onkoloji: bugün ve gelecek: Michele Maio Metastatik melanom tedavisinde immuno-onkoloji ve Türkiye deneyimi: Alper Sevinç X 9- Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ 08:00 08:45 08:45 09:0 09:0 0:5 SALON A SALON B SALON C SALON D SALON E Vaka eşliğinde güncel pratik yaklaşım: Özofagus kanseri Oturum Başkanları: Salim Başol Tekin, Zafer Koçak Tartışmacılar: Mahmut İlhan, Cem Önal Konferans: Ekstrakraniyal stereotaktik radyoterapi uygulamaları Oturum Başkanı: Ahmet Kizir Konuşmacı: Eric Lartigau Konferans: Primer ekstranodal lenfomalar Oturum Başkanları: Mustafa Ünsal, Gülyüz Atkovar Konuşmacı: Mary Gospodarowicz Vaka eşliğinde güncel pratik yaklaşım: Timoma Oturum Başkanları: Coşkun Tecimer, Cengiz Kurtman Tartışmacılar: Esra Sağlam, Türkkan Evrensel Karşıt görüş: Evre I seminomlarda orşiektomi sonrası yaklaşım Oturum Başkanı: Levent Türkeri Tercihim izlem: Haluk Özen Tercihim kemoterapi: Müge Akmansu Tercihim radyoterapi: Ömer Dizdar Karşıt görüş: Yaygın metastatik akciğer kanserinde (KHAK ve KHDAK) konsolidasyon radyoterapisi verilmeli midir? Oturum Başkanı: Eray Karahacıoğlu Evet: Erkan Topkan Hayır: Bünyamin Kaplan Vaka eşliğinde güncel pratik yaklaşım: Primeri bilinmeyen metastatik kanserler Oturum Başkanları: Mustafa İzmirli, Özkan Kanat Tartışmacılar: Gamze Gököz Doğu, M. Vecdi Ertekin İnteraktif olgu tartışması: Lokal ileri rektum kanseri Oturum Başkanları: Nurullah Zengin, Dilek Öztürk Konuşmacılar: Saadettin Kılıçkap, Yıldız Güney, Sümer Yamaner 09:0 0:0 Panel: Karaciğer metastazlarına yaklaşım Oturum Başkanları: Aydın Alper, Ali Arıcan Girişimsel radyoloji: Okan Akhan Cerrahi: Osman Abbasoğlu Nükleer tıp: Fani Bozkurt Stereotaktik radyoterapi: Merdan Fayda 0:5 0:45 KAHVE ARASI Konferans: Onkoloji kliniğinde sepsis ve septik şok Oturum Başkanları: İnci Ayan, Elif Güler Konuşmacı: Bülent Karapınar İnteraktif olgu tartışması: Sepsis/septik şok olguları Oturum Başkanları: Bülent Zülfikar, Vedat Köseoğlu Konuşmacılar: H. Ahmet Demir, Ayşe Erbay, Ferhan Akıcı Panel: Santral sinir sistemi rabdoid teratoid tümörü Oturum Başkanları: Ceyda Karadeniz, Nilgün Kurucu Cerrahi: Nejat Akalan Radyoterapi: Ayşe Hiçsönmez Kemoterapi: Serap Aksoylar 08:45 0:5 Panel: Palyatif bakım Oturum Başkanları: Ayfer Elçigil, Gamze Göksel Palyatif bakımın Türkiye deki durumu: Murat Gültekin Terminal dönem kayıp ve y as süreci: Ülgen Okyaysuz Semptom kontrolü: Miray Aksu BİLİMSEL PROGRAM Nisan 0, Pazartesi 0:45 :0 Panel: Hedefe yönelik ajanlarda tedavi optimizasyonu Oturum Başkanları: Burhan Savaş, Bülent Berkarda Hedefe yönelik tedavilerin cerrahi öncesi ve sonrası kullanımı: Mustafa Özdoğan Anti angiogenik tedavilerde yan etki yönetimi: Bülent Yalçın 0:45 :0 Konferans: Kanser salgının temel nedeni: Tütün Oturum Başkanları: Mustafa Ertek, Sertaç Polat Konuşmacı: Elif Dağlı :0 :0 Konferans: Dünya da ve Türkiye de meme kanseri Oturum Başkanları: Eşmen Baltalı, Münir Kınay Konuşmacı: Vahit Özmen 0:45 :00 Panel: Temel onkoloji Oturum Başkanları: Şevket Ruacan, Berksoy Şahin Kanser kök hücre kavramı: Celalettin Camcı Yeni hedef yolaklar: Sinan Yavuz İmmün sistem ve kanser: Hakan Akbulut Tümör uykusu: Dicle Güç Konferans: Kanserli çocukta ağrı yönetimi Oturum Başkanları: Canan Vergin, Elvan Çağlar Çıtak Konuşmacı: Kamer Mutafoğlu Panel: Psikososyal yaklaşım Oturum Başkanları: Gülşen Terakye, Sevgi Erdal Onkoloji hemşiresi olmak: Gülşen Terakye Stres azaltma programları: Azize Atlı, Sibel Demirel :0 :00 Konferans: Global fight against cancer: the role of UICC (Union for International Cancer Control) Oturum Başkanı: M. Tezer Kutluk Konuşmacı: Mary Gospodarowicz Uydu Sempozyum Konferans: Bilimsel sunum teknikleri Oturum Başkanı: Dilek Dinçol Konuşmacı: İbrahim Güllü Uydu Sempozyum :00 :00 Küçük hücreli dışı akciğer kanserinde ALK inhibisyonu Oturum Başkanı: Ahmet Demirkazık Konuşmacılar: Hakan Bozcuk, Benjamin Levy Update on the management of neuroendocrine tumors Oturum Başkanı: Şuayib Yalçın Konuşmacı: Barbro Eriksson :00 4:00 ÖĞLE YEMEĞİ Susesi Otel, Antalya XI

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ BİLİMSEL PROGRAM Nisan 0, Pazartesi 4:00 5:5 SALON A SALON B SALON C SALON D SALON E Panel: Kolorektal kanserde sistemik tedavi Oturum Başkanları: Gülten Tekuzman, Mehmet Alakavuklar Adjuvan sistemik tedavi: Faruk Aykan Metastatik hastalık tedavisi: Alberto Sobrero Panel: Medikal onkolojide özel durumlar Oturum Başkanları: Özlem Er, Murat Koçer Geriatrik hastaya yaklaşım: Ender Kurt İlaç etkileşimi: Hakan Harputluoğlu Panel: KHDAK nde Evre III hastalığa yaklaşım Oturum Başkanları: Erdem Göker, Nezih Özdemir Cerrahi: Alper Toker Radyoterapi: Deniz Yalman Sistemik tedavi: Hakan Bozcuk 5:5 5:45 KAHVE ARASI 5:45 7:00 7:00 7:45 Panel: Renal hücreli karsinom tedavisi Oturum Başkanları Osman Manavoğlu, Süleyman Alıcı Minimal invaziv yöntemler: Cenk Yücel Bilen Metastatik hastalık tedavisi Hangi ilaç, hangi sırayla? Mert Başaran Şeffaf hücreli dışı RHK tedavisi: Faysal Dane Panel: İyi diferansiye tiroid kanserleri: Standartlar ve güncel gelişmeler Oturum Başkanları: Fazıl Aydın, Mehmet Bilici Radyonüklid tedavi: Murat Tuncel Sistemik tedavi: Gökhan Kandemir Radyoterapi: Binnaz Sarper Panel: Mide kanseri Oturum Başkanları: İdris Yücel, İsmet Şahinler Neoadjuvan/adjuvan kemoterapi: Hüseyin Abalı Cerrahi teknik ve standartlar: Sancar Bayar Radyoterapide gelişmeler: Füsun Tokatlı Metastatik hastalık tedavisi: Bülent Karabulut Karşıt görüş: Opere pankreas kanserinde adjuvan kemoterapi yeterli midir? Oturum Başkanları: Şaban Çakır, Sabri Barutça Evet: Özcan Yıldız Hayır: Ömür Karakoyun Çelik Panel: Kanserden korunma ve erken tanı Oturum Başkanları: İsmail Çelik, Mutlu Hayran Serviks kanseri: Önleme ve tarama: Nejat Özgül PSA taraması: Nedir? Ne işe yarar? Sinan Sözen Diabet ve kanser: Canfeza Sezgin Panel: Endometrium kanseri tedavisindeki gelişmeler Oturum Başkanı: Işık Aslay Sistemik tedavi: Nilüfer Güler Radyoterapi: Zeynep Özsaran Sözel Bildiriler: Oturum Başkanları: Erol Kısmet, Dilek İnce Pediatrik tümörler S069-S070-S07-S07-S07- S074-S075-S076-S077-S078 Panel: Agresif fibromatosis Oturum Başkanları: Suna Emir, Neriman Sarı Cerrahi: Dündar Sabah Radyoterapi: Serra Kamer Arun Kemoterapi: Alp Özkan Panel: Onkolojide zor vakaların yönetimi Oturum Başkanları: Esra Sönmez, Hülya Sevük Vaka Sunumları: Elif Sözeri, Mine Buluş Karar ağacı oluşturma: Nurgün Platin 5:45 6:5 Konferans: Hedeflenmiş tedavilerde yan etki yönetimi Oturum Başkanı: Sevinç Kutlutürkan Konuşmacı: Sevcan Atay 6:5 7:00 Onkoloji Hemşireliği Derneği Leman Birol Ödülü ve Kapanış 0:00 GALA YEMEĞİ Nisan 0, Salı SALON A Konferans: Akılcı ilaç kullanımı 08:00 08:0 Oturum Başkanı - Konuşmacı: Burçin Budakoğlu Panel: Dünya da ve Türkiye de palyatif bakım Oturum Başkanları: Ahmet Özet, Nurullah Zengin 08:0 09:0 Palyatif bakımda Sağlık Bakanlığı yaklaşımı: Murat Gültekin Sağlık Bakanlığı palyatif bakım 0 planlamarı: Fatih Göksel Kanser tedavisine erişim ve sorunlar Türk Tıbbi Onkoloji Derneği Başkanı: Pınar Saip 09:0 0:45 Türk Radyasyon Onkolojisi Derneği Başkanı: Sedat Koca Türk Pediatrik Onkoloji Grubu Derneği Başkanı: M. Tezer Kutluk 0:45 :00 Kanser politikaları. Ulusal Enstitüler a) Hacettepe Kanser Enstitüsü: Kadri Altundağ b) İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü: Ahmet Kizir c) Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü: Nur Olgun. S.B.Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire Başkanlığı: Murat Gültekin. İlaca erişim de güncel durum, S.B. Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu: Akif Akbulat :00 :00 Genel değerlendirmeler ve kapanış oturumu :00 4:00 ÖĞLE YEMEĞİ SALON B Sözel Bildiriler: Oturum Başkanları: Gökhan Özyiğit, Mustafa Erman Akciğer kanseri / Baş boyun kanserleri / Santral sinir sistemi tümörleri S8-S9-S0-S-S-S-S4-S5 Sözel Bildiriler: Oturum Başkanları: Şefik İğdem, Hasan Şenol Coşkun Gastrointestinal sistem kanserleri S08-S09-S0-S-S-S-S4-S5-S6-S7 Sözel Bildiriler: Oturum Başkanları: Ferah Yıldız, Mustafa Erman Meme kanseri S099-S00-S0-S0-S0-S04-S05-S06-S07 XII 9- Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER Ref No: S00 Susesi Otel, Antalya Seçilmiş Sözlü Sunumlar - Diğer KEMOTERAPİ ALAN KANSERLİ HASTALARIN YAKINLARININ PSİKOSOSYAL DURUMLARININ İNCELENMESİ (TURQUOISE ÇALIŞMASI): TÜRK ONKOLOJİ GRUBU DERNEĞİ DESTEK TEDAVİLER ÇALIŞMA GRUBU Özgür Tanrıverdi, Serdar Turhal, Diclehan Kılınç, Tuğba Yavuzşen 4, Asiye Özkan 5, Özlem Uysal Sönmez 6, Şuayib Yalçın 7, Sernaz Uzunoğlu 8, Gülcan Muhlis 9, Bilge Aktaş, Güllü Yurtseven 0, Döndü Akbaş, Nesrin Topaloğlu, Taner Babacan 7, Şeref Kömürcü, Arzu Yaren 4, Filiz Çay Şenler 5 Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, Muğla Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Ankara 4 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İzmir 5 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Psikoloji Birimi, Ankara 6 Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, Sakarya 7 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara 8 Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Edirne 9 Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kemoterapi Birimi, Muğla 0 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kemoterapi Birimi, İstanbul Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kemoterapi Birimi, İzmir Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kemoterapi Birimi, Ankara Bayındır Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, Ankara 4 Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Denizli 5 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Giriş: Kanserli hasta ile yakından ilgilenen aile bireylerinin tedavi süresi boyunca depresyon ve anksiyeteye eğilimleri artabilir, belirgin sosyo-ekonomik kayıplar yaşayabilir ve yaşam kalitesinde önemli ölçüde bozulmalar görülebilir. Bu çok merkezli, ulusal çalışmada, Türkiye de kemoterapi gören kanser hastalarının yakınlarındaki sosyoekonomik durumun belirlenmesini, depresyon sıklığının ve ilgili faktörlerin irdelenmesini ve kanserli hastaların yakınlarının psiko-sosyal profilinin oluşturulması amaçlanmıştır. Yöntem-Gereçler: Bu çalışma, 7. Onkolojik Araştırmalar Çalıştayı (0) nda TOG Destek Tedaviler Çalışma Grubu nun bir projesi olarak kabul edildikten sonra başlatıldı ve etik kurul onayı alındı. Bu çalışmaya, kemoterapi alan hastaların sürekli refakatçisi konumunda olan yakınlarından sadece birisi dahil edildi. Çalışma beş yanıtlı bir Likert tipi anket çalışması olarak planlandı. Bu anket, kanserli hastanın yakınlarının demografik ve sosyo-ekonomik özelliklerinin yanısıra kendisi, hastası ve kanser hastalığı ile ilgili gösterdikleri tutum ve davranış biçimlerini ölçen sorulardan oluşmaktadır. Ayrıca, yakını oldukları hastaların kanser tanısını bilip bilmediklerine göre sahip oldukları tutum ve davranış biçimleri de ölçüldü. Anketin son bölümü Beck Depresyon Envanteri nden oluşuyordu. Türkiye nin üç ana merkezi çalışmaya dahil edildikten sonra (İstanbul, Ankara, İzmir) bu merkezlere yakın ve lokal değerlendirme sağlanacak diğer merkezler davet edildi. İstatistiksel analizde tanımlayıcı istatistiksel yöntemler, student t-testi, ki-kare, korelasyon testleri ve logistik regresyon testi kullanıldı. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 706 hasta yakınına ait demografik, sosyo-ekonomik özellikler, yakını oldukları kanserli hastalar ile ilgili bilgiler Tablo- de gösterilmiştir. Çalışmaya katılanlarda depresyon görülme oranı %64 (n=476) olarak saptandı ve bunların %9 i hafif derecede depresyona sahipti. Bu çalışmada genç yaş, kadın cinsiyet, yüksek eğitim durumu, düşük ekonomik düzey, tedavi sürecinde yaşanan maddi kayıp, hasta tarafından tanısının bilinmiyor olması, metastatik hastalık ve düşük sağkalım süresi ile depresyon varlığı arasında anlamlı ve pozitif korelasyon olduğu saptandı. Tüm bireylerin %64 ünde kanser olma kaygısı ve %44 ünde diğer bireylere kızgınlık/öfke hisleri mevcuttu. Logistik regresyon analizinde anlamlı kabul edilen depresyon risk faktörleri Tablo de gösterilmiştir. Multivariate analizde hasta tarafından tanısının bilinmiyor olması bağımsız risk faktörü idi (OR:.04 %95 CI.4-5.; P=0.08). Sonuç: Bu çalışmada, kanser tanısını bilmeyen hastaların yakınlarında psikososyal sorunların daha sık olduğu saptanmıştır. Kanserli hasta ile iletişim kurulurken hasta yakınlarının da içinde bulundukları psikososyal durum mutlaka göz önüne alınmalıdır. Hasta ve hekim arasındaki uyum için, hasta yakınlarından depresyon ve anksiyete yönünden riskli olanların sosyal ve psikolojik yönden desteklenmesi gerekir, kansındayız. Tablo. Çalışmaya katılan bireylerin demografik özellikleri, sosyal ve ekonomik durumları, hastaları ile ilgili genel özellikler Değişkenler Hasta Sayısı (n) % Yaş ortalaması Tüm hastalar Erkek Kadın Cinsiyet Eğitim durumu Yüksek okul Diğerleri Meslek İşveren Çalışan İşsiz Emekli Ev hanımı Öğrenci Medeni durum Evli Diğer Yakınlık derecesi Eşi-partneri Diğer Maddi kayıp Var Yok Hastanın hastalığı hakkındaki bilgi durumu Biliyor Bilmiyor Depresyon Var Yok Depresyon derecesi Hafif Orta Ağır Kanser korkusu-kaygısı* Var Yok Diğer insanlara öfke* Var Yok Sosyal aktivitede kayıp* Var Yok Diğer insanlara/olaylara ilgisizlik* Var Yok Durumunda rahatsızlık duyma hissi (hastasına gerçeği söyleme arzusu)*,** Var Yok Gerçeklikten kaçış*,*** Var Yok Hastalık evresi Erken evre Lokal ileri Mestatik evre Primer tümör Meme Akciğer Kolorektal Mide-pankreatikobilyer Genitoüriner Diğer Umutsuzluk*** Var Yok 54±9 5±4 54±6 8 88 5 8 84 47 8 8 87 484 47 459 68 48 40 76 476 0 4 8 5 45 55 0 96 89 7 94 6 5 64 66 47 48 06 4 78 57 45 55 46 54 5 5 7 6 5 69 5 65 8 6 46 9 64 6 9 5 4 64 6 44 56 55 45 57 4 58 4 6 9 5 5 0 0 5 0 8 6 4 58 94 4 * Anketteki soruların altında yatan ve bireyin psikolojik durumu belirleyen ana duygulanımlar **Hastalığını bilmeyen hastaların yakınları için (n=76) Hastalığını bilen hastaların yakınları için (n=40) ****Anketteki soruların ve Beck Depresyon Envanterindeki ilgili sorularından elde edilen çıkarım

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Tablo Depresyon ile ilişkili çalışma değişkenleri (Univariate logistik regresyon analizi) Değişken (n= OR %95 CI P değeri Cinsiyet Erkek.5.47-.98 0.0 Kadın Yaş (yıl) <40 yaş.98.-.08 0.04 >40 yaş Eğitim durumu Yüksekokul.5 0.75-.9 0.45 Diğerleri Medeni Durum Evli.04 0.95-4. 0.4 Diğerleri Ekonomik düzek Yüksek.48 0.45-5. 0.04 Düşük Maddi kayıp Var. 0.86-.45 0.98 Yok Hastanın tanısını biliyor olması Evet.8.04-. 0.06 Hayır Metastatik hastalık Evet.4.4-5.74 0.04 Hayır Kısa sağkalım beklentisi Var.4.-.78 0.045 Yok Yakınlık derecesi Eşi-partneri Oğlu-kızı.6.09-. 0.048 Diğerleri Meslek Çalışıyor Emekli/ev hanımı İşsiz.45 0.75-.5 0.7 Ref No: S00 Seçilmiş Sözlü Sunumlar - Diğer TANI ANINDA METFORMİN KULLANAN MEME KANSERLİ HASTALARDA METFORMİN İN KLİNİKOPATOLOJİK ÖZELLİKLERİ ÜZERİNE ETKİSİNİN İNCELENMESİ Sercan Aksoy, Mehmet Ali Nahit Şendur, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Giriş: Diyabetik Hastalarda insulin direncine bağlı olarak meme, kolorektal, pankreas, mesane ve hepatoselüler kanser riski artmaktadır. Ancak diyabetik hastalarda metformin kullanan hastalarda yapılan çalışmalarda ve meta-analizlerde meme kanseri riskinin azaldığı ve meme kanserine bağlı morbidite ile mortalitenin azaldığı gösterilmiştir. Ancak metformin kullanımının, meme kanserli hastalarda klinikopatolojik özellikleri üzerine etkisi net olarak bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı tanı anında metformin kullanan hastalarda metforminin klinikopatolojik özellikleri üzerine etkisi incelenmiştir. Materyal-Metod: Kliniğimize 00-0 yılları arasında başvuran yeni tanı meme kanserli hastaların verileri retrospektif olarak incelendi. Toplam 598 hasta incelendi. Metformin kullanan 48 hasta ile aynı yaş grubunda metformin kullanmayan 66 hasta eşleştirildi. Genel sağkalım (GS) ve hastalıksız sağkalım (DFS) Kaplan-Meier istatistiksel analizi ile hesaplandı. Sonuçlar: Bu çalışmada toplam 784 hasta çalışmaya alınmıştır. Her hasta grubunun da medyan yaş ortalaması 57 (-87) idi. Hastaların bazal tümör çapı (P=0.6), evresi (P=0.76) ve lenf nodu pozitifliğinde (P=0.) fark saptanmadı. Ancak metformin kullanan hastalarda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak daha düşük oranda grad III tümör izlendi (P=0.0). Aynı şekilde metformin kullanan hastalarda kontrol grubuna kıyasla, daha düşük oranda triple-negatif tümör (P=0.0) ve daha yüksek oranda estrojen receptörü (P=0.008) ve progesteron reseptörü (P=0.0) saptandı. Aynı zamanda DFS metformin kullanan hastalarda 8 ay iken, kontrol grubunda 69 ay olarak bulundu (P=0.09). Medyan genel sağkalıma ulaşılamadı. Ancak 5 yıllık GS metformin kullananlarda %9.8 iken, kontrol grubunda ise %90.5 olarak bulundu. Tartışma: Literatürde çelişkili sonuçlar olsa da, son yapılan meta-analiz ve çalışmalarda, metformin tedavisi alan hastalarda meme kanseri riskinin metformin kullanmayan hastalara göre yaklaşık olarak %0 azaldığı bulunmuştur. Preklinik çalışmalarda metformin kullanan hastalarda triple-negatif tümörlerin azaldığı ve progesteron reseptör ekspresyonunun arttığı saptanmıştır. Bu çalışmada metformin kullanan hastalarda istatistiksel olarak daha yüksek oranda hormon reseptör pozitifliği saptanmıştır. Aynı zamanda istatistiksel olarak anlamlı olmasa da DFS metformin kullanan hastalarda daha iyi bulunmuştur. Bu çalışma metformin tedavisinin klinikopatolojik özellikler üzerine etkisini araştıran ilk çalışmadır. Ref No: S00 Seçilmiş Sözlü Sunumlar - Akciğer Kanseri EVRE IIIB KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİ TANISIYLA EŞZAMANLI KEMORADYOTERAPİ UYGULANAN HASTALARDA UZUN KEMORADYOTERAPİ SÜRESİ KÖTÜ PROGNOZLA İLİŞKİLİDİR Erkan Topkan, Cem Parlak, Ozan Cem Güler, Cem Önal, Uğur Selek Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Adana Amerikan Hastanesi, Teksas Üniversitesi, MD Anderson Radyasyon Onkolojisi Merkezi, İstanbul Amaç: Evre IIIB küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) tanısıyla definitif eşzamanlı kemoradyoterapi (EZ-KRT) uygulanan hastalarda tedavi süresi ile hastalık prognozu arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçladık. Hastalar Yöntem: Ocak 007-Aralık 0 tarihleri arasında kliniğimizde 60-66 Gy ( Gy/fr) torasik radyoterapi (TRT) ve - kür eşzamanlı kemoterapi uygulanan evre IIIB KHDAK tanılı 84 hastanın verileri retrospektif olarak incelenmiştir. Çalışmaya 8-70 arası ve adenokanser veya skuamöz hücreli kanser tanılı hastalar dahil edilmiştir. Hastalara TRT ile eşzamanlı olarak haftalık sikluslar halinde - kür sisplatin + vinorelbin/dosetaksel kemoterapi protokollerinden biri uygulanmıştır. Primer sonlanım noktası EZ-KRT süresi ile genel sağkalım (GS), sekonder sonlanım noktaları olarak da bu sürenin hastalıksız (HS) ve lokal-rejyonel yinelemesiz sağkalım (LRYS) arasındaki ilişkinin incelenmesi olarak belirlenmiştir. Bulgular: Medyan takip süresi,8 ay (7.4-5.) olup tüm hasta grubu için medyan GS, HS ve LRYS sırasıyla. (%95 CI: 0.-.), 9.9 (%95 CI: 9.4-0.) ve.7 ay (%95 CI:.-4.) olarak belirlenmiştir. EZ-KRT süresi için ROC (receiver operating characteristic) eğrisinde 50.5 gün eşik değer olarak tespit edilmiş ve buna göre hastalar <=50 (n=40) ve >= 50 (n=404) gün olarak iki gruba ayrılarak incelenmiştir. Karşılaştırmalı analizlerde tedavi süresi kısa olan hastaların medyan GS (6.6 vs.5.5 ay; p<=0.00), HS (.8 vs.7.7 ay; p<=0.00)ve LRYS (6.4 vs.0. ay; p<=0.00) süreleri istatistiksel olarak anlamlı düzeyde uzun bulunmuştur. Hasta yaşı, performans durumu, cinsiyet, histoloji, T evresi, N evresi, kemoterapi tipi, kemoterapi kür sayısı, TRT dozunu da içeren çok değişkenli 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER analizlerde EZ-KRT süresinin GS, HS ve LRYS üzerine etkisinin değişkenlerden bağımsız olduğu bulunmuştur (p<=0.00 her biri için). Sonuç: Çalışmamızdan elde edilen sonuçlar evre IIIB KHDAK tanılı hastalarda EZ-KRT süresinin 50 günün üzerinde olmasının GS, HS ve LRYS yi anlamlı şekilde kısalttığı görülmüştür. Dolayısıyla dini ve resmi bayram tatilleri gibi sebeplerle tedaviye ara verilmemeli ve tedavinin olası en kısa sürede bitirilmesi için toksisiteye bağlı öngörülemeyen tedavi aralarının etkin önleyici ve/veya semptomatik tedavilerle minimalde tutulması gerekmektedir. Ref No: S004 Seçilmiş Sözlü Sunumlar - Jinekolojik Kanserler EŞZAMANLI KEMORADYOTERAPİ VE BRAKİTERAPİ İLE TEDAVİ EDİLEN SERVİKS KANSERLİ HASTALARDA FDG-PET-CT İLE BELİRLENEN TEDAVİ ÖNCESİ METABOLİK AKTİVİTENİN PROGNOSTİK ÖNEMİ Cem Parlak, Ezgi Oymak, Mehmet Reyhan, Erkan Topkan, Cem Önal Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Adana Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Sakarya Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Adana Amaç: Bu çalışmada kontrastlı bilgisayarlı tomografi (BT) ve 8F-fl oro-deoksi-glukoz pozitron emisyon tomografisi (FDG-PET- BT) füzyonuyla belirlenen Maksimum Standart Uptake Value (SUVmax) ile ölçülen metabolik aktivitenin serviks kanseri tanısıyla eşzamanlı kemoradyoterapi (KRT) ile tedavi edilen hastalarda prognostik önemi araştırılmıştır. Materyal-Metod: Çalışmaya dahil edilen hastalara toplam 50.4 Gy (.8 Gy/8 fr) pelvik radyoterapiyle birlikte eşzamanlı olarak haftalık sisplatin (40 mg/m/gün) sonrası 4x7 Gy intrakaviter brakiterapi uygulanmıştır. Tüm hedef ve kritik organ delineasyonlarıkontrastlı- BT/FDG-PET-BT füzyon imajları üzerinden yapılmıştır. Hastalar receiver operating characteristic (ROC) eğri analiziyle belirlenen tedavi öncesi SUVmax değerinin altında (Grup ) ve üstünde (Grup ) kalanlar şeklinde iki gruba ayrılmış olup, genel (OS) ve hastalıksız (DFS) sağkalım açısından karşılaştırılmıştır. Bulgular: Çalışmaya toplam 40 hasta dahil edilmiştir. Çalışmada medyan yaş 58 yıl (-86) idi. Hastaların 9 unda (%9) histopatolojik alt tip skuamöz hücreli iken inde (%8) adenokarsinomdu. Hastaların evrelere göre dağılımı 4 hastada (%0) evre IB, 7 hastada (%5) IIA, 79 hastada (%56) IIB, 5 hastada (%) IIIA, hastada (%6) IIIB ve ünde (%) IVA şeklindeydi. Tedavi öncesi medyan SUVmax değeri 6.00 (4.0-6.00) idi. ROC eğrilerinden belirlenen SUVmax sınır değeri %9 lik sensitivite ve %68 lik spesifisite ile 5.6 olarak belirlenmiş olup eğri altında kalan alan %90 dı. Çalışmada medyan 5.5 aylık (.-75 ay) takip süresinde 8 i hastalıksız olmak üzere toplam 46 hasta eksitus olmuştur. Hayatta kalan hastaların medyan takip süreleri 44. aydı (5.5-75). Hastaların yapılan tek değişkenli sağkalım analizlerinde Grup hastaların hem OS hem de DFS açısından Grup hastalardan hem OS hem de DFS bakımından istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde daha üstün sonuçlara sahip olduğu gözlendi (her iki sağkalım parametresi için p<0.00). Grup ve Grup hastaların 4-yıllık OS ve DFS oranları sırasıyla %8.7 ye %48.8 ve %75.8 e %40.9 du. Sonuç: Grup hastaların Grup hastalara kıyasla sahip oldukları daha üstün GS ve DFS FDG-PET-BT ile belirlenen tedavi öncesi metabolik aktivitenin eşzamanlı KRT ile tedavi edilen serviks kanserli hastalarda klinik sonuçları ve tedavi seçeneğini öngörme potansiyelini göstermektedir. Ref No: S005 Seçilmiş Sözlü Sunumlar - Pediatrik Tümörler PEDİATRİK KANSER KAYITLARI 00-008 (TÜRK PEDİATRİK ONKOLOJİ GRUBU VE TÜRK PEDİATRİK HEMATOLOJİ DERNEĞİ) Tezer Kutluk, Mehmet Akif Yeşilipek Türk Pediatrik Onkoloji Grubu (TPOG) Türk Pediatrik Hematoloji Derneği (TPHD) Temel bilgi: Çocukluk çağı kanserlerinde yaşam hızları gelişmiş ülkelerde %80 leri aşmasına karşın, bazı gelişmekte olan ülkelerde %0-0 lere kadar bile düşmektedir. Güvenlir pediatrik Kanser kayıtları tüm ülkelerde bulunması gereklidir. Metod: Türk Pediatrik Onkoloji Grubu (TPOG) ve Türk Pediatrik Hematoloji Derneği (TPHD) web-tabanlı bir kanser kayıt sistemi geliştirmiştir ve pediatrik onkoloji ve hematoloji merkezlerine gelen tüm kanserler bu veri tabanına kaydedilmektedir. 00-008 yılları arasında 65 merkezden 898 vaka kaydedilmiştir. Sınıflandırmada Uluslar arası Çocuk kanserleri sınıflandırması kullanılmıştır. Sonuçlar: Tüm vakalar incelendiğinde 898 hastada, tanı anında ortanca yaş 6 yıl (E/K= 6786/5=.) idi. Yaş gruplarına dağlım ise: 0-4 yaş, 4.5%; 5-9 yaş, 7.%; 0-4 yaş,.4%; 5-9 yaş, 6.8%; >9 yaş, 0.%. Vakaların %.8 si klinik ve radyolojik olarak tanı almıştır, geriye kalanında tanı histopatolojik olarak doğrulandı. Hastalıkların dağılımına bakıldığında ise [ortanca yaş yıl olarak, E/K]: Lösemi (n=777).7% [5.5, 7/640=.]; Lenfomalar (n=040) 7.% [8., 405/65=.]; SSS tümörleri (n=588).% [6.9, 9/675=. ]; Sempatik sistem tümörleri (n=889) 7.5% [., 45/46=.0]; Retinoblastom (n=7).% [, 8/90=0.95]; Böbrek tümörlerin (n=655) 5.5% [, /=.0]; Karaciğer tümörleri (n=66).4% [.8, 0/65=.5]; Kemik tümörleri (n=77) 6% [., 407/0=.]; Yumuşak doku tümörlerin (n=77) 6.5% [6.5, 44/=.]; Germ hücreli tümörler (n=5) 4.5% [5, 0/=0.6 ]; Karsinom ve diğer epitelyal tümörler (n=).7% [, 64/59=.0]; Diğer/spesifiye edilmemiş malign tümörler (n=68) 0.6% [4.5, 40/8=.4]. Beş yıllık genel yaşam hızı ise tüm vakalar için %65 olarak bulundu. Sonuç: Bu kayıt sistemi, ülkemizde pediatrik kanserler hakkında önemli bir bilgi kaynağıdır. TPOG ve TPHD kayıt oranını ve kalitesini geliştirmek için çalışmalarını sürdürmektedir. Böylece çocukluk çağı kanserlerinin dağılımı hakkında bilgi sahibi olmanın yanı sıra, ulusal ve uluslar arası düzeyde karşılaştırmaların yapılması için kayıtlar yararlı bir kaynak olmuştur. Ref No: S006 Seçilmiş Sözlü Sunumlar - Pediatrik Tümörler TÜRK PEDİATRİK ONKOLOJİ GRUBU-NÖROBASTOM 009 PROTOKOLU: YÜKSEK RİSK KONVANSİYONEL KEMOTERAPİ TEDAVİ KOLU ERKEN SONUÇLARI Ali Varan, Emre Çeçen, Aynur Oğuz, Mustafa Büyükavcı 4, Sema Vural Doğan 5, Ceyhun Bozkurt 6, Funda Çorapçıoğlu 7, Betül Sevinir 8, Serhan Küpeli 9, Haldun Öniz 0, Suna Emir, Nur Olgun Hacettepe Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Aydın Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Ankara 4 Atatürk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Erzurum 5 TC Sağlık Bakanlığı, Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul 6 TC Sağlık Bakanlığı, Dr Sami Ulus Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara 7 Kocaeli Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Kocaeli 8 Uludağ Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Bursa 9 TC Sağlık Bakanlığı, Diyarbakır Çocuk Hastanesi, Pediatrik Onkoloji Bölümü, Diyarbakır 0 TC Sağlık Bakanlığı, Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, İzmir TC Sağlık Bakanlığı, Ankara Hematoloji-Onkoloji Hastanesi, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Dokuz Eylül Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, İzmir Amaç: Türk Pediatrik Onkoloji Grubu-Nöroblastom 009 protokolu (TPOG-NBL 009) yüksek risk konvansiyonel kemoterapi kolu Susesi Otel, Antalya

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ ile tedavi edilen hastaların klinik özellikleri ve tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi Hastalar ve Metod: TPOG-NBL 009 protokolu ile tedavi edilen 40 hasta analiz edildi. Protokolde hastalar indüksiyon olarak 6 siklus dönüşümlü dakarbazin + siklofosfamid + adriamisin + vinkristin ve siklofosfamid + sisplatin + etoposid ile tedavi edildi. İndüksiyon sonunda mümkün olan hastalarda cerrahi yapıldı. Cerrahi sonrası rezidü kalanlar radyoterapi ve iki siklus intensif tedavi aldı, ardından idame tedaviye geçildi. 40 hastanın demografik incelemeleri verildi. Bu hastalardan son durumları bildirilen 8 hastanın yaşam analizi Kaplan Meir metodu ile değerlendirildi. Sonuçlar: Tüm hasta grubunda yaş dağılım ay - 7 yıl (ortanca.6 yıl), erkek/ kız oranı ise.5 idi. 06 hasta evre IV, hasta evre III, iki hasta evre II (yüksek N-MYC amplifikasyonlu) özelliğe sahipti. Ortanca LDH seviyesi 09 U/L (N=0-450), ortanca ferritin seviyesi ise 9 ng/ml (N=4-6) idi. N-MYC analizi yapılabilen 74 hastadan inde N-MYC amplifikasyonu yüksek bulundu. Genel yaşam oranı %6., hastalıksız yaşam oranı ise %45.7 idi. Ortanca izlem süresi 8 ay idi. 8 hastanın 7 si (%) hastalıksız izlemde, 5 hasta halen tedavi altında, 6 hasta progesif hastalıkla, bir hasta tedavi komplikasyonu ile bir hasta ise tümör dışı neden ile kaybedildi. Tartışma: TPOG-NBL 009 yüksek risk konvansiyonel kemoterapi kolunun erken sonuçları ümit verici olup uzun süreli sonuçlar ileride verilecektir. Ref No: S007 Meme Kanseri METASTATİK MEME KANSERLİ, DAHA ÖNCEDEN ANTRASİKLİN VE TAKSAN KULLANILMIŞ OLAN HASTALARDA İNTRAVENÖZ (İ.V.) SİSPLATİN VE ORAL ETOPOSİDİN ETKİNLİĞİ Lokman Koral, Melih Cem Börüban, Çağlayan Geredeli, Tunç Güler, Mustafa Karaağaç, Mehmet Artaç Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Giriş: Metastatik meme kanserinde uygulanan tek ajan ya da kombine kemoterapi ile hastalarda ortalama 5-6 ay (progresyonsuz sağkalım) PFS elde edilmektedir. Çalışmamızda metastatik meme kanserli, önceden antrasiklin ve taksan kullanılmış hastalarda intravenöz (iv) sisplatin ve oral etoposidin; PFS ve tüm sağkalım a (OS) etkisi ve beyin metastazlı hastalarda prognoza katkısı araştırıldı. Yöntem ve Sonuçlar: 004-0 yılları arasında Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji polikliniğinde takip edilmiş 600 hasta retrospektif olarak tarandı. İ.v. sisplatin ve oral etoposid uygulaması yapılan hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi. Adjuvan ya da metastatik aşamada antrasiklin ve taksan bazlı kemoterapi sonrasında progresyon gelişen ve sonrasında değişik basamaklarda i.v. sisplatin ve oral etoposid uygulanan 44 hasta değerlendirmeye alındı. Hastalara sisplatin i.v. 70 mg/m/gün. gün ve etoposid 50mg oral * 7 gün süre ile günde bir verilen sikluslar halinde uygulanmıştı. Hastalar -0 tedavi almışlardı. Ortalama 6 kür tedavi verilmişti. Tedavi sonrası değerlendirmede 9 hastada progresyon saptandı. 5 hastada progresyon izlenmemiş olup komplet cevap, parsiyel cevap ve 9 stabil hastalık izlendi. Hastalarda medyan PFS 5.5 ay (güven aralığı:5.-5.8) saptandı. Tripl (-) olan hastalarda medyan PFS 4.4 ay (GA:.9-4.8) ve tripl (-) olmayan hastalarda medyan PFS 5.5 ay (GA:5.-5.7) olarak saptandı. Tripl (-) hastalarda medyan OS. ay (GA:.-4.0) olarak bulunmuşken, tripl negatif olmayan hastalarda medyan OS 7.5 ay (GA:.9-.) saptanmıştır. Beyin metastazı olan hastaların medyan OS ları. ay (GA:.9-4.4) ve beyin metastazı olmayan hastaların medyan OS ları. ay (GA: 8.5-.6) saptanmıştır. ER/ PR (+) hastalarda medyan PFS 5.4 ay (GA: 5.-5.7) iken ER/PR (-) hastalarda medyan PFS 4.7 ay (GA:.9-6.6) saptandı. ER/PR (+) hastalarda medyan OS 7.8 ay (GA:.8-.8) ve ER/PR (-) hastalarda medyan OS 9.5 ay (GA:.0-7.) saptandı Beyin metastazı saptanmadan önce i.v. sisplatin - oral etoposid kullanılmış olan hastalarda medyan PFS 5.6 ay (güven aralığı:.8-7.) ve medyan OS 7.8 ay (GA:0.-5.0) saptanmıştır. Beyin metastazı saptandıktan sonra i.v. sisplatin-oral etoposid kullanılan hastalarda medyan PFS 4. ay (GA:.-6.) ve medyan OS 7. ay (GA:.-.) saptanmıştır. i.v. sisplatin ve oral etoposid kemoterapisinin progresyon sonrası. ve. sırada kullanıldığı hastaların PFS si 9.6 ay iken,. ve 4. sırada kullanılan hastaların PFS si 5. ay olarak bulunmuştur. Yorum: Çalışmamızda metastatik meme kanserli hastalarda i.v. sisplatin ve oral etoposid ile literatürdeki metastatik meme kanserli hastalarda kullanılan diğer tedavi ajanlarına benzer medyan PFS ve OS oranları saptanmış olup, taksan ve diğer yeni ajanların kullanıldığı hastalarda da bu seçeneklerden önce veya sonra etkin bir kombinasyon olarak görülmektedir. Bunun yanında beyin metastazlı hastalarda etkin bir tedavi seçeneği olabilir. Ref No: S008 Meme Kanseri HUMAN EPİDERMAL GROWTH FACTOR RECEPTOR -POZİTİF MEME KANSERLİ HASTALARDA LAPATİNİB- KAPESİTABİN TEDAVİSİ -TEK MERKEZ DENEYİMİ İbrahim Türker, Berna Öksüzoğlu, Öznur Bal, Kaan Helvacı, Onur Eşbah, Ülkü Yalçıntaş Arslan, Burçin Budakoğlu, Necati Alkış Ankara Dr.Abdurrahman Yurtaslan Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Ankara Human epidermal growth factor receptor -pozitif (HER+) meme karsinomu tüm invaziv meme tümörlerinin / ünü oluşturur, klinik olarak daha agresif bir seyir gösterir ancak anti-her tedavilerin kullanıma girmesi ile prognoz dramatik olarak iyileşmiştir. Lapatinib dual HER/HER inhibitörü olan küçük bir molekül olup, klinik uygulamalarda trastuzumab sonrası yerini kanıtlamıştır. Çalışmada HER+ ve lapatinib-kapesitabin tedavisi almış 5 kadın hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Hastaların ortanca yaşı 47.0 (aralık:7-69) idi. Tanı anındaki evresine bakıldığında hasta evre I, 6 hasta evre II, hasta evre III ve hasta evre 4 olarak tanı almıştı. Östrojen reseptörü 0 (%9.), progesteron reseptörü (%45.) hastada pozitifti. Hastaların hepsinde HER ya immünohistokimyasal olarak + ya da FISH testi pozitifti. Hastalar lapatinib-kapesitabin tedavileri süresince ortanca.0 ay (aralık: -8+ ay) izlendi. Otuzdört hasta (%66.7) ECOG, 4 ECOG performans skoruna sahipti. Altı hastada (%.8) adjuvan trastuzumab tedavisinin hemen sonrasında metastaz geliştiği için lapatinib-kapesitabin tedavisi.basamak olarak başlanmıştı. Dokuz hasta (%7.6).basamak, 4 (%66.6).basamak ve daha sonra lapatinib-kapesitabin aldı. Tüm hasta grubunda ortanca trastuzumab kullanım süresi 6 hafta (aralık:-4) iken ortanca lapatinib-kapesitabin kullanım süresi 8 ay (aralık -8+) olarak saptandı. Lapatinib-kapesitabin kullanan 0 (%9.6) hastada kısmi yanıt görülürken, (%4.) hastada stabil hastalık ve 0 (%9.) hastada progresif hastalık görüldü. Tam yanıt görülmezken, klinik fayda (%60.8) olarak hesaplandı. İzlemdeki 5 hastanın 0 (%58.8) u kaybedilirken, (%4.) hasta hayattaydı. Metastatik hastalık sonrası genel sağkalım 6.0 ay (%95 güven aralığı:.5-0.6), lapatinib-kapesitabin tedavisi sonrası genel sağkalım ise 0.0 ay (%95 güven aralığı:7.8-.) olarak hesaplandı. Toplam kullanılan trastuzumab süresi (kullanım haftası) ve lapatinib-kapesitabin kür sayısı arttıkça metastaz sonrası genel sağkalımda artış olduğu görüldü (sırasıyla log-rank p=0.040 ve p=0.000). Ancak sağkalım değerinde artış için hem trastuzumab hem de lapatinib-kapesitabin için belirli bir eşik değer tespit edilemedi. Lapatinib-kapesitabin tedavisi sırasında en sık görülen advers olaylar çoğunluğu grad ve grad olmak üzere görülüş sırasıyla halsizlik (%98.0), iştahsızlık (%90.), el-ayak sendromu (%90.), bulantı (%74.5), kusma (%5.0), diyare (%45.), ka- 4 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER rın ağrısı (%4.), stomatit-mukozit (%5.) oldu. Kardiyak toksisite görülmedi. Refrakter diyare nedeni ile hastada kapesitabin tedavisi kesilirken lapatinib devam edildi. Bir hastada fungal enfeksiyon, bir hastada grad anemi ve bir hastada travmatik humerus fraktürü nedeniyle tedaviye ara verildi. Sonuç olarak, metastatik dönemde kullanılan anti-her tedavilerden lapatinib-kapesitabin tolere edilebilir etkin bir rejimdir. Ref No: S009 Meme Kanseri SOLUNUMU İZLENEN SOL MEME ALAN İÇİ ALAN TANJANSİYEL IŞINLAMALARDA SERBEST SOLUNUM VE DERİN NEFES TUTMA ARASINDAKİ DOZİMETRİK FARKLAR Gül Alço, Tülay Ercan, Şefik İğdem, Maktav Dinçer, Metin Barlan, Funda Oral Zengin, Sait Okkan Florence Nightingale Gayrettepe Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Bölümü İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Florence Nightingale Gayrettepe Hastanesi, Radyoloji Bölümü Amaç: Meme kanseri nedeniyle antrasiklin ve trastuzumab gibi kardiotoksik sistemik tedaviler ile birlikte radyoterapi alan sol taraf meme kanserli olgularda uzun dönem sağkalım beklendiği için kalbin maruz kaldığı dozlar daha da önem kazanmaktadır. Varian video-based Real Time Position Management (RPM) cihazıyla derin nefes tutma (DNT) sırasında solunum kontrolü yapılan tedavi ile serbest solunumda (SS) tedavinin dozimetrik karşılaştırılmasını yapmaktır. Gereç-Yöntem: Kliniğimizde Kasım 0-Şubat 0 tarihleri arasında sol meme koruyucu cerrahi sonrası postoperatif radyoterapi almış ardışık olguya SS ve DNT sırasında dört boyutlu 4D-BT ve RPM kontrolüyle iki set halinde.5mm kalınlığında tomografi kesitleri alınmıştır. Hedef volümler olarak meme ile tümör yatağı, risk altındaki organlar olarak kalp, sol akciğer ile karşı meme olguların hepsinde tek radyasyon onkoloğu tarafından konturlanmıştır. Left anterior descending arter (LAD) ise radyolog gözetiminde çizilmiştir. Standart tanjansiyel alanlardan 6MV fotonlarla alan içi alan tekniği ile 50Gy/5 fraksiyonda plan yapılmıştır. Her iki set planlarda alan segmentleri yaratılırken kalp ve LAD (hedef volümü kapatmayacak şekilde) korunarak plan yapılmıştır. Her iki BT setinde yapılan planlarda doz volüm histogramları yardımıyla dozlar karşılaştırılmıştır. İstatistiksel analiz için student t testi kullanılmıştır. Bulgular: Olguların ortanca yaşı 57 (0-79) dir. Dozimetrik sonuçlara ait istatistikler Tablo de bildirilmiştir. Derin nefes tutma ile akciğer volümü ortanca 64.6 cc (8.-08.8cc) artmıştır. Akciğer ve karşı meme dozlarında anlamlı bir fark gözlenmemiştir. LAD ortalama dozu, LAD 5,0 ve 0Gy alan volümleri (LAD V5, V0, V0) ile kalp ortalama dozu ve kalbin 0Gy alan volümündeki (V0) azalma istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Sonuç: Derin nefes tutma ile tedavi sol taraf meme kanserli olgularda hedef volüm dozlarından ödün vermeden kalp ve LAD dozlarını azaltmak mümkündür. Karşı meme ve akciğer dozlarında anlamlı fark gözlenmemiştir. Kalp ve koroner arterlerin doz azalması uzun dönem takiplerde kardiak geç yan etki ve mortaliteyi de azaltacaktır. Tablo. Standart tanjansiyel FinF meme planlarına ait dozimetrik değerler: DNT-RPM ortalama Meme V95 %97.8 48.4Gy Serbest Solunum ortalama %97.9 48.6Gy Student t testi (p) 0.64 0.46 Kalp ortalama doz.gy.84gy 0.004 Kalp V5 %.6 %9. 0.7 Kalp V0 %0.6 %.56 0.00 LAD ortalama doz.55gy 9.5Gy 0.0 LAD V5 %8.74 %40.84 0.000 LAD V0 %.8 %.85 0.004 LAD V0 %0.9 %5.77 0.0 Sol akciğer volüm 85cc 65cc 0.000 Sol akciğer ortalama doz 5.7Gy 5.66Gy 0.94 Sol akciğer V5 %9.87 %0. 0.775 Sol akciğer V0 %.9 %.9 0.48 Sol akciğer V0 %8.6 %9.57 0.4 Karşı meme ortalama doz 0.08Gy 0.4Gy 0.65 Karşı meme maksimum doz.75gy.9gy 0.59 Ref No: S00 Meme Kanseri ÇOK GENÇ YAŞ MEME KANSERLİ KADIN HASTALARDA BCL- VE Kİ-67 EKSPRESYONU Arsenal Sezgin Alikanoğlu, Mustafa Yıldırım, Dinç Süren, Ayşegül Kargı, Mustafa Yıldız, Cem Sezer, Birsel Tutuş Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, Antalya Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Batman Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Antalya Amaç: Meme kanseri insidensi yaşla birlikte artar ve hastaların yaklaşık %85 i 50 yaşından sonra tanı alır. Genç hastalarda meme kanserinin klinik seyri ileri yaştaki hastalara göre daha kötüdür. Çalışmamızın amacı çok erken yaş meme kanserli hastalar ile ileri yaş meme kanserli hastalar arasında Bcl- ekspresyonu ve Ki-67 proliferasyon indeksi açısından fark olup olmadığının belirlenmesi ve eğer belirlenebilirse bu farkın klinik öneminin araştırılmasıdır. Gereç-Yöntem: Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi nde 008-00 yılları arasında meme kanseri tanısı almış 5 yaş ve altı 5 hasta (Grup A) ile 5 yaş üzeri meme kanserli 0 hasta (Grup B) çalışmaya alındı. Bulgular: Bcl- ekspresyonu hastada (7.%) pozitif, hastada (6.7%) negatif olarak değerlendirildi. Bcl- ekspresyonu açısından Grup A ve B hastalar arasında fark saptanmadı. (p:0.475). Bcl- ile ER ekspresyonu arasında daha belirgin olmak üzere hormon reseptör ekspresyonu arasında anlamlı ilişki saptandı. (p<0.00, p:0.00). Ki-67 proliferasyon indeksi 8 hastada (7.8%) negatif, 0 hastada (.%) düşük ve 7 hastada (60%) yüksek olarak bulundu. Grup A ve Grup B hastalar arasında Ki-67 proliferasyon indeksi arasında ilişki saptanmadı. (p:0.555) Ki-67 proliferasyon indeksi ve bcl- ekspresyonu arasında anlamlı ilişki saptanmadı. (p:0.76). Grup A hastalarda daha ileri evre hastalık saptandı. Sonuç: DNA mikroarray çalışmaları meme kanserinde farklı moleküler subtiplerin farklı klinik sonuçlarla ilişkili olduğunu göstermiştir. Çalışmamızda çok genç yaş hastalar (Grup A) ile diğer hastalarda (Grup B) immunohistokimyasal yöntemle araştırılan bcl- ve Ki-67 ekspresyonu arasında fark saptanmadı. Susesi Otel, Antalya 5

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Ref No: S0 MEME KORUYUCU CERRAHİ VE RADYOTERAPİ SONRASI ERKEN MAMMOGRAFİK TARAMANIN DEĞERİ VARMIDIR? Meme Kanseri Lütfi Doğan, Mehmet Ali Gülçelik, Niyazi Karaman, Yavuz Selim Kahraman, Cihangir Özaslan, Erhan Reis S.B Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi Kliniği, Ankara Amaç: Meme kanserinin meme koruyucu cerrahi (MKC) ve radyoterapi (RT) ile tedavisi sonrası mammografik takibin amacı lokal nüksü ve ikinci primer meme kanserini erken dönemde saptamaktır. Lokal nüksün prognoza olumsuz katkısı bilinirken, tedavi sonrası ilk mammografik taramanın ne zaman yapılması gerektiği tartışmalıdır. Bu çalışmanın amacı tedavi sonrası dönemde yapılan mammografik tarama sıklığının rekürrens saptama oranlarını ve bu girişimlerin ileri tetkik ve biyopsi yapma nedeni olarak etkilerini araştırmaktır. Gereç-Yöntem: MKC ve RT uygulanmış, ilk yıllık takip süresi içerisinde düzenli kontrolleri yapılarak en az bir adet bilateral mammografi (MG) çekilen 78 adet hasta retrospektif olarak incelendi. Hastaların tümör özellikleri ve evreleri, ilk MG çekilme zamanları ve MG bulguları, ek görüntüleme tetkikleri ve biyopsi sonuçları kaydedildi. Hastalar RT bitiminden sonraki ilk 6 ayda MG çekilenler (Grup-) ve daha geç dönemde MG çekilenler (Grup-) olarak iki grupta incelendi. Bulgular: Cerrahi sonrası ortalama RT ye başlama zamanı.9±0.9 ay olarak saptandı. Yaş, vücut kütle endeksi, tümör boyutu, lenf nodu pozitifliği, grade ve reseptör durumu açısından gruplar homojendi. Grup- deki 57 hastaya RT den ortalama 5 hafta (6-4 hafta) sonra MG çekilmişti. Ayrıca 4 hastaya meme ultrasonografisi (USG) ve 6 hastaya da meme MRI çekilmişti. MG de kalsifikasyon, nodül ve ayrıştırılamayan postoperatif değişiklikler saptanan 6 hastaya stereotaktik tel lokalizasyon ile eksizyonel biyopsi yapılmış ancak hiçbirinde maligniteye saptanmamıştı. Grup- deki hastaya ise ilk MG, RT den ortalama hafta (4-6 hafta) sonra çekilmişti. Bu hastalara ek tetkik olarak USG ve MRI gerekmişti. Yalnızca hastaya kalsifikasyon içeren nodül nedeniyle eksizyon yapılmış ve lokal nüks saptanmıştı. Preoperatif dönemde çekilen MG bulguları ile postoperatif dönemdeki bulgular arasında anlamlı bir ilişki yoktu. Grup- deki hastalara anlamlı olarak daha fazla sayıda ek radyolojik girişim yapıldığı saptandı (p:0.0). Ortalama 8 aylık takipte MG ile malignite saptama oranımız %0.5 olarak bulundu. Sonuç: MKC sonrası lokal nüksün erken tanı ve tedavisi sağkalımı arttırır. Bu nedenle tedaviyi takiben erken dönemde mammografik inceleme yaygın olarak kullanılmaktadır. Ancak cerrahi girişim ve RT sonrası memede meydana gelen yapısal değişikliler, erken yapılan radyolojik girişimlerde tanısal zorluklara neden olmaktadır. Bu girişimlerin daha sonraki lezyonların ayrıştırılması için başlangıç grafisi olarak değerleri tartışmalıdır. Bu çalışmada, erken dönemde MG taramalarının lokal kontrol açısından beklenen faydayı sağlamadığı, maliyet artışına ve gereksiz biyopsilere neden olduğu saptanmıştır. İlk tarama için cerrahiden sonra geçen süreden çok, RT bitiminden sonra geçen süre dikkate alınmalı ve RT bitiminden en erken 6 ay sonra MG çekilmelidir. Ref No: S0 Meme Kanseri METASTATİK MEME KANSERİNDE RADYOTERAPİ NİN VASKÜLER ENDOTEL DİSFONKSİYONUNA ETKİSİ Aylin Fidan Korcum, Selvinaz Dalaklıoğlu,Şule Kale, Nuray Erin Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı, Antalya Amaç: Meme kanseri tüm dünyada kadınlarda en sık görülen kanserdir ve birçok meme kanserli kadın kanserden çok kardiak nedenlerden dolayı hayatını kaybetmektedir. Bu çalışmada, Radyoterapinin kardiovasküler sistem üzerine etkisi ve özellikle metastatik meme kanserli farelerin vasküler aktivitesine olan etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı. Materyal-Metod: 4THM Murin meme kanserinin beyin metastazı yapan hücrelerinden üretilen metastaz kapasitesi yüksek 4TBM hücreleri kullanıldı. Bu hücreler dişi Balb-c farelerinin meme bölgelerine enjekte edildi. Uygulamadan gün sonra ve görünür tümör oluşumunu takiben 8 Gy Radyoterapi lokal olarak yapıldı. Tümör hücre enjeksiyonundan 5 gün sonra Torasik aorta çıkarıldı. Potasyum klorid (KCl), Fenilefrin (Phe), Asetilkolin (ACh, Endotele bağlı vazodilatatör) ve Sodyum nitroprusid (SNP, Endotelden bağımsız vazodilatatör) kullanılarak izometrik tension çalışmaları yapıldı. İstatistiksel analiz Student t-testi kullanılarak yapıldı. Bulgular: Radyoterapi belirgin olarak hem primer, hem de metastatik tümörün büyümesi baskıladı. Metastatik hastalık varlığı endotele bağlı vazodilatasyonu belirgin inhibe etti. Ancak Radyoterapinin bozulan endotel fonksiyonunu restore ettiği Asetilkolinle indülenen relaksasyonla gösterildi. Sonuç: Bu çalışma Radyoterapinin metastatik meme kanserinde endotel disfonksiyonu gelişmesini yavaşlattığını gösterdi. Ref No: S0 Meme Kanseri KAPASİTABİN TEDAVİSİNİN HER-NEGATİF BEYİN METASTAZI OLAN MEME KANSERLİ HASTALARDA ETKİNLİĞİNİN İNCELENMESİ Sercan Aksoy, Mehmet Ali Nahit Şendur, Nilüfer Güler, İbrahim Güllü, Yavuz Özışık, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Giriş: Meme kanserli hastalarda santral sinir sistemi metastazları yaşam kalitesini ve sağkalımı olumsuz etkilemektedir. Genellikle sistemik kemoterapiler santral sinir sistemi metastazlarında kan-beyin-bariyerini geçemediklerinden dolayı etkisizdirler ve beyin metastazları bu nedenle kemorezistan olabilmektedir. Literatürde kapasitabin tedavisinin santral sinir sistemi metastazı olan hastalarda kullanımı ve etkinliği ile ilgili bilgiler kısıtlıdır. Bu çalışmada, santral sinir sistemi metastazı olan meme kanserli hastalarda kapasitabin monoterapisinin etkinliği ve toksisite verilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Merkezimize başvuran HER-negatif beyin metastatik meme kanserli hastaların verileri retrospektif olarak incelendi. Tüm hastalara kapasitabin monoterapisi günde bir 4 gün süre ile,500mg/m/gün verildi. Genel sağkalım (GS) ve progresyonsuz sağkalım (PFS) Kaplan-Meier istatistiksel analizi ile hesaplandı. Sonuçlar: Bu çalışmada 58 kadın hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Hastaların ortanca tanı yaşı 4 (0-68) idi. Ortanca tanıdan beyin metastazı gelişene kadar geçen süre. yıl (0.5-5.5) idi. Beyin metastazı gelişen hastaların 0 unun (%5) hormon reseptörleri pozitif iken, 9 hastanın (%49) ise triple-negatif idi. Hastaların %78 ne kapasitabin tedavisi beyin metastazı geliştikten sonra birinci basamak tedavi olarak başlanmıştı. Sadece 4 hastanın beyin metastazından dolayı opere edildiği saptandı. Toplam 5 hasta (8.5%) ise cyberknife ile tedavi edilmişti. Hastaların tamamına kemoterapi öncesinde tüm beyin ışınlaması yapılmıştı. Hastalara uygulanan kapesitabin ortanca kür sayısı 5 kür (-4) idi. Altı hastada (%0) tam yanıt ( hastaya kraniyal metastazektomi yapıldı), hastada (%6) ise parsiyel yanıt gözlenirken, 9 hastada (%5) ise stabil yanıt izlendi. Progresyon ise 6 hastada (%8) hastada izlendi. Altı hastanın ise radyolojik değerelendirlmesine ulaşılamadı. Ortanca PFS 5 ay iken, GS ise 8.6 ay olarak saptandı. Toksisite nedeniyle doz azatlımı 0 hastada (%4.4) yapıldı. El ayak sendromu en sık görülen yan etki olup, 9 hastada (%50) izlendi. El ayak sendromu 6 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER gelişenlerin 40% ı grad idi. Hastaların % de diyare, %9 da bulantı izlenirken, grad -4 myelosuprsyon ise 5% hastada saptandı. Toksisiteye bağlı ölüm ise saptanmadı. Tartışma: Kapasitabin hastalarda genellikle iyi tolere edilmiş olup etkin bir tedavidir. HER-negatif beyin metastatik meme kanserli hastalarda özellikle nörolojik defisiti olan hastalarda oral kullanım kolaylığı nedeniyle uygun bir tedavi seçeneği olabilir. Ref No: S04 Meme Kanseri TANI ANINDA METASTATİK MEME KANSERLİ HASTALARDA PRİMERE YÖNELİK LOKAL-BÖLGESEL KÜRATİF TEDAVİ Melis Gültekin, Gülnihan Eren, Ferah Yıldız, Kadri Altundağ, Yavuz Özışık, Nilüfer Güler, Pervin Hürmüz, Gözde Yazıcı, Gökhan Özyiğit, Faruk Zorlu, Murat Gürkaynak Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Amaç: Memeye yönelik cerrahi sonrası adjuvan lokal-bölgesel radyoterapi (RT) uygulanan metastatik olgularda tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi. Gereç-Yöntem: Haziran 000-Ocak 0 tarihleri arasında tanı anında metastatik olup multidispliner yaklaşımla tedavi edilen 84 hasta retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Ortanca yaşı 47 yıl (- 74 yıl) olan olguların 4 ü (%5) premenapozal, si (%8) postmenapozal ve 9 u (%) perimenapozaldir. Tanı anında olguların 7 sinde (%) soliter metastaz mevcut iken, 57 sinde (%68) multiple metastaz saptanmıştır. Otuz dört (%4) olguya lokal tedavi öncesi ortanca 4 kür neoadjuvan kemoterapi (KT) uygulanmıştır. Neoadjuvan KT sonrası olguların 0 unda (%9) tam yanıt, 4 ünde (%4) parsiyel yanıt, 8 inde (%4) stabil hastalık ve sinde (%6) progresif hastalık gözlenmiştir. Yetmiş beş (%89) olguya mastektomi ve 9 (%) olguya meme koruyucu cerrahi (MKC) uygulanmıştır. Üç (%4) olguya yalnız meme veya göğüs duvarına yönelik RT ve diğer tüm olgulara (%96) meme ya da göğüs duvarı + lenfatik bölgeye yönelik RT uygulanmıştır. Olguların 70 ine (%8) ortanca 4 kür adjuvan KT verilmiştir. Adjuvan tedavide 65 (%77) olguya hormonal tedavi ve Her/neu (+) olan olguya Trastuzumab tedavisi eklenmiştir. Primerine RT uygulanan 9 (%) olguda ek olarak metastazlara yönelik ortanca 0 Gy (8-40 Gy) palyatif RT uygulanmıştır. Bulgular: Tanı tarihinden itibaren ortanca izlem süresi 4 ay dır (-6 ay). Son kontrolde olguların ü (%5) hastalıksız ve 4 ü (%4) ise hastalıklı olarak hayattadır. Otuz altı olgu hastalık (%4) ve olgu ise (%) kardiyak toksisite nedeniyle kaybedilmiştir. Sırasıyla ve 5 yıllık genel sağkalım (GS) oranları %94 ve %58, progresyonsuz sağkalım (PFS) oranları ise %55 ve % dir. Tek değişkenli analizde sağkalıma etkili parametreler (yaş, menapoz durumu, metastaz sayısı, metastaz tipi, neoadjuvan KT varlığı, neoadjuvan KT tipi, cerrahi tipi, RT alanı ve adjuvan KT tipi) incelenmiştir. Ortanca PFS, premenapozal olgularda ay, perimenapozal olgularda 6 ay ve postmenapozal olgularda 5 aydır (p=0.8). Ortanca PFS; soliter organ metastazı olan olgularda 5 ay, multiple metastazı olan olgularda ay, soliter kemik metastazı olan olgularda 48 ay (p=0.6); multiple kemik metastazı olan olgularda ay, multiple organ metastazı olan olgularda 5 ay, multiple kemik-organ metastazı olan olgularda ise 4 ay dır (p=0.0). İki yıllık PFS soliter organ metastazı olan olgularda % iken soliter kemik metastazı olan olgularda %57 dir (p=0.0). Primere ek olarak metastazlara yönelik RT uygulanan olgularda yıllık PFS %47 vs %58 dir (p=0.05). Sonuç: Metastatik meme kanserli olgularda cerrahi, kemoterapi ve radyoterapi ile küratif tedavi yaklaşımı yüksek sağkalım oranları ile umut vaat etmektedir. Daha fazla hasta içeren çok merkezli çalışmalar ile prognostik faktörler daha net değerlendirilebilir. Ref No: S05 Meme Kanseri ADJUVAN RADYOTERAPİ UYGULANAN İNVAZİV MİKROPAPİLLER KARSİNOM HİSTOLOJİSİNDEKİ MEME KANSERLİ OLGULARDA GENEL ÖZELLİKLER VE PROGNOSTİK FAKTÖRLER Uğur Yılmaz, Senem Demirci Alanyalı, İlker Tosun, Levent Yeniay, Ayfer Haydaroğlu, Osman Zekioğlu, Arif Bülent Aras, Zeynep Özsaran Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, İzmir Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı, İzmir Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı, İzmir Amaç: Adjuvan radyoterapi uygulanan invaziv mikropapiller karsinom histolojisindeki meme kanserli olgularda genel özellikleri ve prognostik faktörleri değerlendirmektir. Gereç-Yöntem: Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi AD da 999-0 yılları arasında invaziv mikropapiller karsinom (İMPK) tanısıyla adjuvan radyoterapi uygulanan 68 olgu genel özellikleri ve prognostik faktörler açısından geriye dönük olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Olguların medyan yaşı 5 (aralık: -78) olup, ü (%.8) premenapozal, 40 ı (%58.8) postmenapozal, 5 i (%7.4) perimenapozal di. Otuzbir (%45.6) olgu sağ, 7 (%54.4) olgu sol meme kanseriydi. Olguların evre dağılımları, uygulanan operasyon tipi ve kemoterapi yaklaşımları Tablo de özetlendi. Altmış sekiz olgunun 4 ü (%5.) İMPK olup 44 ünde (%64.7) İMPK a bir diğer meme kanseri varyantı da eşlik etmekteydi. Histolojik dereceleri II veya III olanlar 60 (%88.); nükleer dereceleri II veya III olanlar ise 6 (%89.7) olguydu. Östrojen reseptörü (ER) 5 (%77.9), progesteron reseptörü (PR) 4 (%6.8), cerbb ise 6 (%8.) olguda pozitifti. Olguların 7 (%54.4) sinde lenfovasküler invazyon saptanırken, aksiller lenf nodu metastazı olan 60 olgunun 9 unda da (%57.4) kapsül dışına yayılım mevcuttu. Radyoterapi total mastektomili olgularda göğüs duvarı ve periferik lenfatiklere 50 Gy, parsiyel mastektomili olgularda nodal evreye göre meme ± periferik lenfatiklere 50 Gy+ 0-6 Gy boost dozu şeklinde uygulandı. Yaşayan olgulardaki medyan takip süresi 69 ay (aralık:8-5) dı. Takip süresince olguda ( i göğüs duvarı, i cilt) lokal yineleme, 5 olguda ( i aksilla, 4 ü supraklaviküler bölge lenfatikleri) bölgesel yineleme, 8 (%6.5) olguda uzak metastaz, (%4.4) olguda da karşı memede karsinom saptandı. Sağkalım sonuçları incelendiğinde, 5 yıllık lokal-bölgesel yinelemesiz sağkalım (LBYSK), hastalıksız sağkalım (HSK) ve genel sağkalım (GSK) oranları sırasıyla %90, %75 ve %8 di. Tedavi sonuçlarını etkileyen prognostik faktörlerin değerlendirilmesinde tek değişkenli analizde 5 yıllık LBYSK ın invaziv mikropapiller karsinomda mikst tipe göre (%8- %95, p=0.04), HSK ın lenfovasküler invazyonu olan (%65- %87, p=0.0), metastatik aksiller lenf nodunda perikapsüler invazyon olan (%6-%89 p=0.05) ve ER negatif olgularda (%60- %79, p=0.05), GSK ın ER negatif olgularda (%7- %8 p= 0.07 (eğilim)) olumsuz yönde etkilendiği saptandı. Çok değişkenli analizde HSK için LVI olması (p=0.0), ER negatifliği (p=0.00) ve metastatik aksiller lenf nodunda perikapsüler invazyon olması (p= 0.009) olumsuz prognostik faktörler olarak saptandı. Sonuç: İMPK, olguların yaklaşık %90 ının histolojik ve nükleer derecelerinin II-III olduğu, aksiller lenf nodu metastaz oranının %88, LVI oranının %60 lara ulaştığı lenfotropizm gösteren agresif bir meme kanseri alt tipidir. Lokal tedavi kararlarında (cerrahi ve radyoterapi) nodal metastaz riskinin yüksek oluşunun göz önünde bulundurulması gerektiğini düşünmekteyiz. Susesi Otel, Antalya 7

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Tablo. Olgu özellikleri Özellik Olgu sayısı (%) Cerrahi tipi Modifiye Radikal Mastektomi Basit Mastektomi Basit Mastektomi+Aksiller disseksiyon (AD) Parsiyel Mastektomi+ Sentinel lenf nodu biopsisi (SLNB) Parsiyel Mastektomi+ AD Parsiyel Mastektomi+ SLNB+ AD T evresi T T T T4 N evresi N0 N N N Evre IA IIA IIB IIIA IIIB IIIC Kemoterapi Yok Neoadjuvan Adjuvan Sandwich Neoadjuvan ve Adjuvan Ref No: S06 46 (67.6) (.5) (4.4) (4.4) (6.) 4 (5.9) 8 (6.5) (48.5) 8 (.8) 9 (.) 8(.8) 4(0.6) 9 (4.6) 7 (5) 4 (5.9) 6 (8.8) 0 (4.7) 8 (4.) (4.4) 7 (5) (4.4) (.9) 5 (76.5) 9 (.) (.9) Meme Kanseri HİPOFRAKSİYONE TÜM MEME RADYOTERAPİSİ UYGULADIĞIMIZ OLGULARDA ERKEN YAN ETKİ SONUÇLARIMIZ VE HASTA MEMNUNİYETİ Gül Alço, Maktav Dinçer, Şefik İğdem, Tülay Ercan, Sait Okkan Florence Nightingale Gayrettepe Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Bölümü İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Amaç: Hipofraksiyone tüm meme radyoterapi (HTMR) uyguladığımız erken evre düşük risk grubu meme kanserli olgularımıza ait akut yan etkileri ve hasta memnuniyetini bildirmektir. Gereç-Yöntem: Aralık 008-Ocak 0 tarihleri arasında kliniğimizde postoperatif HTMR uygulanan olgu (9 sağ, sol taraf yerleşimli) kozmetik açıdan takip edilmiştir. Bu çalışma için her olguya anket ile memede şişlik, ağrı, dolgunluk hissi, küçülme, büzüşme, sertleşme ve cilt değişikliği bulguları ile cerrahi ve radyoterapi memnuniyet oranı sorgulanmıştır. Tüm memeye tanjansiyel alanlardan 6MV fotonlarla ortanca 4.5Gy (7.5-4.6Gy) 6 fraksiyonda verilmiş, iki olguda tümör yatağında 46 ve 50Gy e çıkılmıştır. Oniki olgu üç boyutlu konformal, 0 olgu ise alan içi alan yoğunluk ayarlı radyoterapi tekniği ile (ortanca segment sayısı= ) tedavi edilmiştir. Bulgular: Ortanca takip.5(-5) ay, olguların yaşı ise ortanca 68.5(50-8) dir. Akut yan etkiler RTOG akut cilt toksisitesi skoruna göre derecelendirilmiş, olguda grad 0, 8 olguda grad I, olguda da grad II eritem izlenmiştir. Meme ve tümör lojuna ait dozlar Tablo de verilmiştir. Uzun süreli takipte olguların yalnızca birinde memede sertlik oluşmaksızın %0 oranında küçülme gelişmiştir. Anket ile sorgulamada cerrahi sonrası memnuniyet oranı ortanca %90 (%70-00), radyoterapi sonrası memnuniyet oranı ortanca %00 (70-00) olarak yanıtlanmıştır. Radyoterapiden ay sonra KLL ye bağlı hematolojik nedenlerle kaybedilen bir olgu dışında tüm olgular remisyonda ve hayattadır. Sonuç: HTMR uyguladığımız olgularımızda akut ve subakut cilt toksisitesi sonuçlarımız literatür ile uyumlu olup hasta memnuniyeti ve kozmetik sonuç üst düzeydedir. Tedavi süre ve maliyetini azaltıp, hasta uyumunu arttıran bu fraksiyonasyon şeması dünyada olduğu gibi ülkemizde de uygun hasta grubu için tercih edilmelidir. Tablo. Doz volüm histogramı analizi Meme CTV Volüm 577.55cc (5-974.cc) Meme seperasyon 8.cm (5.4-.7cm) Meme maksimum doz %08.5 (%05.9-.) Meme minimum doz %65.55 (%5.5-88) Meme ortalama doz %0.55 (%87.8-0.9) Tümör yatağı maksimum doz %06.45 (%0.5-08.8) Tümör yatağı minimum doz %97.5 (%9.-0.) Tümör yatağı ortalama doz %0. (00.7-05.) Meme V95 %98.7 (%95.5-00.7) 4.7Gy (8.5-4.0Gy) Tümör yatağı V99 %99. (%94.7-0.7) 4.45Gy (7.94-48.4Gy) Ortanca değerler Ref No: S07 Meme Kanseri MEMENİN PAGET HASTALIĞİNIN KLİNİKOPATOLOJİK ÖZELLİKLERİ Mustafa Yıldırım, Birsel Tutuş, Vildan Kaya, Dinç Süren, Cumhur Selçuk Topal 4, Sevinç Keser 5, Özlem Demirpençe 6, Ayşe Nimet Karadayı 5, Fatma Nilgün Kapucuoğlu 7 Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Batman Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, Antalya Süleyman Demirel Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Isparta 4 Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniğ, İstanbul 5 Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniğ, İstanbul 6 Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Biyokimya, Batman 7 Süleyman Demirel Üniversitesi, Patoloji Ana Bilim Dalı, Isparta Amaç: Paget hastalığı meme ve meme dışı dokuları içeren intraepitelyal adenokarsinomun nadir bir formudur. Memenin Paget hastalığı meme karsinomunun yaklaşık % -% kadarını oluşturur. Memenin paget hastalığı invaziv kanser, insitu kanser veya tek başına saptanabilir. Paget hastalığı gelişiminde rol oynayan klinik ve epidemiyolojik predispozan faktörler bilinmemektedir. Bu çalışmada ülkemizden beş farklı merkezde tanı almış meme paget hastalarının klinikopatolojik özellikleri değerlendirilmiştir. Gereç-Yöntem: Çalışmaya Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Süleyman Demirel Tıp Fakültesi, Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesinde 996-0 tarihleri arasında histopatolojik olarak tanı almış meme Paget hastalığı olan hastalar dahil edildi. Hasta dosyaları retrospektif taranarak yaş, cinsiyet, altta yatan meme hastalığı, hormon reseptör statusu gibi bilgiler elde edildi. Verilerin istatiksel analizinde SPSS 6.0 yazılım programı kullanıldı ve anlamlı p değeri <0,05 olarak kabul edildi. Bulgular: Çalışmaya 50 si (%98) kadın, i (%98) erkek toplam 5 hasta dahil edildi. Hastaların ortalama yaşı 54.-+.9 (range -89). Bütün hastalarda meme tutulumu tek taraflı idi. Hastaların 4 üne (%84.) modifiye radikal mastektomi, sine (%.9) lumpektomi, 6 sına kor biyopsi uygulanmıştı. Hastaların 0 unda (%58.8) sol meme, inde (%4.) sağ meme tutulumu mevcuttu. Memenin Paget hastalığı hastaların 9 unda (%7.65) invaziv kanserle, 6 (%.8) hastada ise duktal karsinoma insitu ile iken 4 (%7.8) hastada meme kanseri ile ilişkisizdi. Paget hastalığı ile birlikte olan invaziv kanserli hastaların %8.5 ünde östrojen resptörü, %. ünde progesteron 8 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER resptörü immünhistokimyasl olarak pozitif tespit edildi. Invaziv kanserli hastaların %4 inde cerb B üç pozitif olarak tespit edildi. Tümör gradı değerlendirilen invaziv kanserli hastanın 8 inde (%58.) grad, ünde grad tümör histolojisinde idi.duktal karsinoma insitu ile birlikte olan paget hastalarının %5 inde östrojen, %.5 inde progesteron reseptörü pozitif olarak tespit edildi. Bu hastaların %5 inde cerb B üç pozitif olarak tespit edildi. Sonuç: Memenin paget hastalığının klinik ayırıcı tanısında meme atopik veya kontakt dermatiti gibi inflamatuar değişiklikler, kronik egzama, psöriasis, kronik meme başı akıntısı, sifiliz, benign intraduktal papillom, Bowen hastalığı, bazal hücreli tümörler, ektazi ile duktal karsinom, eroziv adenomatosis, malign melanom (özellikle pigmentli lezyonlar) göz önünde bulundurulmalıdır. Deri lezyonlarına yakın benzerlik tanıda gecikmeye yol açabilir. Memenin paget hastalığı ile birlikte olan invaziv meme kanserinde kötü prognostik kriter olarak cerb B ekspresyonun daha fazla olduğunu saptadık. Bu nedenle invaziv kanserlerin histopatolojik incelenmesinde paget hastalığı komponentinin belirlenmesinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Ref No: S08 Meme Kanseri ERKEN EVRE MEME KANSERLİ HASTALARDA İNTRAOPERATİF ELEKTRON RADYOTERAPİSİ (IOERT) DENEYİMİ Yıldız Güney, Tamer Çalıkoğlu, Gülhan Güler Avcı, Cihangir Özarslan, Mehmet Ali Gülçelik, Melda Bulut, Güldeniz Argun 4, Bülent Küçükpilakçı, Berna Öksüzoğlu 5, Burçin Budakoğlu 5, Erhan Reis Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Ankara Ankara Onkoloji Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği, Ankara Ankara Onkoloji Hastanesi Patoloji Kliniği,Ankara 4 Ankara Onkoloji Hastanesi Anestezi Kliniği, Ankara 5 Ankara Onkoloji Hastanesi Medikal Onkoloji Kliniği, Ankara Giriş: Erken evre meme kanserinde meme koruyucu cerrahi sonrası adjuvan radyoterapinin rolü oldukça önemlidir. Akselere parsiyel meme radyoterapisi (APMR) seçilmiş erken evre meme kanseri olgularında geleneksel tüm meme radyoterapisine alternatif bir yaklaşım olarak uygulanmaktadır. Intraoperatif elektron radyoterapisi (IOERT) ile terapötik radyoterapi dozunun cerrahi ile aynı seansta ve tek fraksiyonda verilmesi hedeflenir. Radyoterapinin doğrudan cerrahi sınıra verilmesi, deri ve deri altı dokunun ışınlama sahasından uzaklaştırılması ile deri dozunun azaltılması ve tedavi süresinin kısalması IOERT nin avantajlarındandır. Amaç: Mobil Mobetron (Intraop Medical Incorporated, Santa Clara, CA) ile IOERT uygulanan seçilmiş erken evre meme kanserli olgularda hasta ve tedavi özelliklerinin, tedaviye bağlı akut toksisitenin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Araç ve yöntem: Ankara Onkoloji Hastanesinde 0..0 ile 5.0.0 tarihleri arasında seçilmiş erken evre meme kanserli 8 olguya Mobil Mobetron (Intraop Medical Incorporated, Santa Clara, CA) ile IOERT uygulandı. Hastanemizde hastalar multidisipliner bir konsey tarafından belirlenmektedir. Seçilmiş her hasta için; fizik muayene, hastanın frontal ve profilden fotografının çekilmesi (hastanın izni dahilinde), kozmetik sonuçları değerlendirmek için ölçü alınması, hayat kalitesini değerlendirmek için EORTC QLQ C0 anketinin doldurulması, hastanın onamının alınması, uygulama ön hazırlık formunun doldurulması gibi birtakım hazırlıklar yapılmaktadır. Hasta seçim kriterlerimiz; >=50 yaş, tümör çapı <= cm, invaziv karsinom (invaziv lobuler karsinom hariç), unisentrik, unifokal, cerrahi sınır ( ), patolojik N0, lenfovasküler invazyonun olmaması, neoadjuvan tedavi almamış olmasıdır. Erken evre meme kanserli 8 olgunun özellikleri ve tedavi özellikleri aşağıda tabloda verilmiştir (Tablo ). Yedi olguda parsiyel meme ışınlaması olarak tek doz Gy %90 referans izodoza, 6-9 MeV enerji kullanılarak IOERT uygulandı. Bir hastaya ise frozenda sentinel lenf nodu pozitif olduğu için boost dozu olarak 9 MeV enerji kullanılarak 9 Gy uygulandı. Tedavi süresi medyan,08 dakika (aralık, 0,8-, dakika) idi. Hastalar nihayi patoloji sonucu ile konsey tarafından tekrar değerlendirildi. İki olguda, frozen sonucu pn0 iken nihayi patolojisi pnmic olması nedeni ile bu olgularda aksiler diseksiyon yapılmayacağı ve eksternal radyoterapi eklenmesi kararı verildi. Olgu 5 ise nihayi patolojisinde pozitif cerrahi sınır olması nedeni ile IOERT sonrası mastektomiye gitti. Bulgular: Bir hastada postoperatif 7. günde seroma gelişti ve seroma aspire edildi. Diğer hastalarda ise IOERT ye bağlı akut toksisite gözlenmedi. Sonuç: İntraoperatif radyoterapi, seçilmiş meme kanserli olgularda terapötik radyoterapi dozunun cerrahi ile aynı seansta, görünen tümör yatağına, tek fraksiyonda verilmesine olanak sağlayan, tedavi süresini kısaltan ve hasta konforunu artıran bir tedavi modalitesidir. Tablo. IOERT uygulanan erken evre meme kanseri olguları Hasta yaşı Tümör çapı (cm) Histoloji Sentinel lenf nodu Ioert dozu (gy) olgu 5 0.8 İDK+DCIS pn0 olgu 5. invaziv pnmic mikropapiller karsinom olgu 6.8 İDK+DCIS pn0 olgu 4 65.8 İDK+DCIS pn0 olgu 5 5.5 İDK+DCIS pn0 olgu 6 57. İDK+DCIS pn 9 olgu 7 6.5 İDK+DCIS pnmic olgu 8 6. İDK+DCIS pn0 İDK+DCIS: invaziv duktal karsinom+duktal karsinoma insitu Ref No: S09 Gastrointestinal Sistem Kanserleri HELİCOBACTER PYLORİ POZİTİF MİDE ADENOKANSERİNDE FGF VE FGF MRNA EKSPRESYONU Derya Kıvrak Salim, Haydar Adanır, Mehmet Şahin, Sadi Köksoy 4, İnci Süleymanlar Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Gastroenteroloji Bilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Sağlık Bilimleri Araştırma ve Uygulama Merkezi, Antalya 4 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı, Antalya Giriş: Fibroblast growth faktör (FGF) ailesi embriyolojik gelişimde, doku onarımında, anjiogenezde ve bazı tümörlerin büyümesinde önemli role sahiptir. Endotel hücreleri için kemotaktik ve mitojeniktir. FGF ve FGF malign tümörlerin otokrin ve parakrin büyümesinden sorumlu mitojenik polipeptidlerdir. FGF otokrin ve parakrin yollardan proteazlar üreterek doku invazyonu, metastaz ve artmış anjiogeneze sebep olur. FGF ve FGF karsinom hücrelerinde epitelden mezenkim benzeri morfoloji oluşmasını indükler. Gastrik kanserlerde FGF ve FGF nin ekspresyonlarının arttığını gösteren çalışmalar olduğu gibi non-neoplastik epitele göre FGF ekspresyonun artışına karşılık FGF ekspresyonunda azalma izlenen çalışmalar bulunmaktadır Amaç: Hp ile infekte hastalarda histopatolojik değişikliğe (normal gastrik mukoza, kronik aktif gastrit, gastrik adenokarsinom gibi) göre FGF ve FGF mrna ekspresyon düzeyi değişikliklerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Susesi Otel, Antalya 9

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Materyal-Metod: Çalışmada Eylül 0-Mart 0 tarihleri arasında klinik olarak üst gastrointestinal sistem endoskopi endikasyonu olan 8-70 yaş arası Hp infeksiyonu saptanan 9 hastanın [4 (%46.) kadın, 50 (%5.8) erkek] mide dokuları değerlendirildi. Histopatolojik bulgulara göre normal gastrik mukoza hasta (%4.4), kronik aktif gastrit hasta (%5.5), gastrik adenokanser 8 hasta (%0.) FGF ve FGF mrna düzeyleri RT-PCR yöntemi kullanılarak prospektif inceleme yapıldı. Bulgular: Hastaların histopatolojik tanılarına göre normal gastrik mukozaya sahip kontrol grubunda FGF mrna ekspresyonu ortalama 7.4 (±0.9) iken kronik aktif gastrit grubunda 8.85 (±0.94), adenokanser grubunda ise 9. (±7.96) olarak saptandı. Kronik aktif gastrit grubunda kontrole göre. kat FGF ekspresyon artışı anlamlı saptanmazken adenokanser grubunda kontrole göre.9 kat artış (p<0,00) ve yine adenokanser grubunda kronik aktif gastrit grubuna göre. kat artış (p<0,05) anlamlı saptandı. FGF m RNA ekspresyonu normal gastrik mukozaya sahip kontrol grubunda 4.45 (±0.57) iken kronik aktif gastrit grubunda 5.94 (±0.7), adenokanser grubunda ise 6.87 (±.) olarak saptandı. Kronik aktif gastrit grubunda kontrole göre. kat, adenokanser grubunda kontrole göre.5 kat FGF artışı anlamlı saptanmadı. Sonuç: Bu verilerle FGF in inflamasyonda ve karsinogenez gelişiminde rol aldığı söylenebilir. Malign lezyon varlığında FGF düzeyleri takipte yararlı olabilir.literatürdeki farklı görüşlerin aksine bizim çalışmamızda FGF benign ve maling değişikliklerle ilişkili bulunmamıştır. Tablo. FGF mrna ekspresyonu FGF Normal Gastrik Mukoza Kronik Aktif Gastrit Gastrik Adenokanser Minimum,00,90,5 5% Persantil,58 4,70 9,5 Median 6,0 7,96 6,55 75% Persantil 9,99 0,5 6,80 Maximum 0,46 7,6 9,9 Tablo. FGF mrna ekspresyonu FGF Normal Gastrik Mukoza Kronik Aktif Gastrit Gastrik Adenokanser Minimum,00,6,0 5% Persantil,05,66,87 Median,80 5,69 4,70 75% Persantil 5,750 8,07 7,98 Maximum 4,09 7,7 5,80 Ref No: S00 Gastrointestinal Sistem Kanserleri ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ NDE TANI KONULMUŞ PANKREAS KANSERLİ HASTALARIMIZIN RETROSPEKTİF OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ VE DERİN VEN TROMBOZU İLE METASTAZ YERİ VE ORTALAMA TROMBOSİT HACMİ ARASINDAKİ ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ Çiğdem Usul Afşar, Pınar Kum, Berksoy Şahin, Berna Bozkurt Duman, Meral Günaldı, Vehbi Erçolak, Semra Paydaş, İsmail Oğuz Kara, Melek Erkişi Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kanser Kayıt Birimi Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Pankreas kanseri tüm kanser tipleri arasında en agresif seyreden ve sağkalımı en düşük olan kanser tipidir. Bununla beraber tedavi sırasında derin ven trombozu gibi onkolojik acillerin gelişimi de sık görülür. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesinde pankreas kanseri tanısı alan ve derin ven trombozu gelişen hastaların genel özellikleri, DVT gelişme ilişki varlığı ve sağkalımı değerlendirmek amacıyla bu araştırma yapılmıştır. Materyal-Metod: Araştırmaya Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesine pankreas kanseri tanısıyla başvuran 87 hasta dahil edilmiştir. Veriler hasta dosyalarından sağlanmış ve istatistiksel analizi SPSS 5.0 paket programıyla yorumlanmıştır. Bulgular: Çalışmaya 87 pankreas kanserli hasta dahil edildi. Hastaların yaş ortalaması 58±, olarak saptandı. Hastaların cinsiyeti erkek 5 (%59.8), kadın 5 (%40.) idi. Tümör lokalizasyonu pankreas başı 5 (%59.7), gövde 7 (%0), pankreas kuyruk 8 (%0.) idi. Histolojik tipler 68 (%78.) adenokarsinom, 0 (%.5) nöroendokrin karsinom ve 9 (%0.) malign epitelyal tümör olarak belirlendi. Bu hastaların 55 (%6.) i evre 4, 0 (%.5) u evre, (%.4) ü evre ve (%.) i evre hastalığa sahipti, geri kalan hastaların ise evresi bilinmiyordu. Hastaların 6 (%4.4) sında tanı anında karaciğer metastazı vardı. Sağ kalımı bilinen 66 hastanın 4 (%9.) ü sağ, (%5.) si hayatını kaybetmişti ve (%5.6) inin ise yaşam durumu bilinmiyordu. Ayrıca 54 (%6) hastanın kemoterapi aldığı, (%0.4) ünün ise kemoterapi almadığı görülürken 0 (%7.6) unun ise tedavi bilgisine ulaşılamamıştır. Hastalardan 5 (%7.) inde DVT gelişirken, 7 (%8.7) sinde gelişmemişti. Hastaların MPV değerleri ne bakıldığında 5 (%58.6) i normal sınırlarda, 8 (%.) i normalin üstünde, 8 (%9.) i ise normal değerlerin altında olarak belirlendi. Histolojik tanılara göre ortalama sağkalım süreleri kıyaslandığında adenokarsinom olanlar 8.9 ay, nöroendokrin tümörler 4 ay, epitelyal tümörler ise 0.5 ay olarak saptanırken aralarında istatistiksel olarak anlamlılık bulunamadı (p:0.75). Yine yaş, cinsiyet, tümör lokalizasyonu, DVT varlığı, evre ile sağkalım arasında istatistiksel olarak anlamlılık bulunamadı (sırasıyla p:0.07, p:0.45, p:0.666, p:0.685, p:0.98). Kemoterapi varlığıyla sağkalım kıyaslandığında anlamlıya yakın fark bulundu(p:0.06). DVT gelişimi le cinsiyet, lokalizasyon, histolojik tanı, metastaz varlığı, evre, kemoterapi varlığı kıyaslanınca anlamlı fark bulunamamıştır (sırasıyla p:0.549, p:0.68, p:0.09, p:0.078, p: 0.90, p:0.608). MPV değerleri ile DVT varlığı arasında da istatistiksel açıdan anlamlı fark elde edilmemişken (p:0.08), metastaz yeri (karaciğer) ile DVT varlığı kıyaslandığında ise anlamlı fark elde edilmiştir (p:0.0). Tartışma: Pankreas kanseri mortalitesi yüksek bir hastalıktır. DVT de mortalite ve morbiditeyi arttırmaktadır. Hastalarımızda karaciğer metastazı olanlarda DVT yüksek oranda saptandığı için bu hastalar özellikle yakından izlenmelidir. 0 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER Ref No: S0 Gastrointestinal Sistem Kanserleri HUMAN KALLİKREİN MİDE KANSERLİ HASTALARDA SAĞKALIM İLE İLİŞKİLİ MİDİR? Dilek Ünal, Arzu Taşdemir, Arzu Oğuz, Celalettin Eroğlu 4, Yasemin Cihan Benderli, Esra Ermiş Tutak 5, Hatice Karaman, Serdar Soyuer 4 Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Kayseri Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Bölümü, Kayseri Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Kayseri 4 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Kayseri 5 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Kayseri Giriş-Amaç: Human kallikreinler (hk) serin proteaz enzim ailesinin bir alt grubudur. Prostat, meme, over ve testis gibi steroid hormon üreten veya hormon bağımlı birçok dokuda eksprese edilirler ve bu dokulardan kaynaklanan kanserler için umut vaat eden biyobelirteçlerdir. Bu çalışmada biz mide kanseri olan hastalarda hk in ekspresyonun prognostik değerini araştırmayı amaçladık. Hastalar ve Yöntem: Bu çalışmaya cerrahi ve adjuvan kemoradyoterapi ile tedavi edilen mide kanserli 55 hasta alındı. Mide kanseri olan dokulardan alınan örnekler anti-hk antikoru ile immunohistokimyasal olarak boyanarak değerlendirildi. Hastaların hastalıksız ve genel sağkalımları kaydedildi. Bulgular: Ortalama yaş 58 ± 0 yıldı. Hastaların 6 (%65.5) erkek, 9 (%4.5) kadındı. Elli beş hastanın 5 (%6.6) tanesinde hk boyama sonucu pozitif iken, 0 (%6.4) tanesinde negatifti. Hastalıksız sağkalım oranları hk pozitif hastalarda hk negatif hastalara kıyasla anlamlı olarak yüksekti (sırasıyla 4 aya karşın ay; p: 0.04). Genel sağkalım oranları da benzer şekilde hk hastalarda hk negatif hastalardan anlamlı olarak yüksekti (sırasıyla 9 aya karşın ay; p: 0.08). Genel sağkalım ile ilişkili risk faktörlerini belirlemek için tek değişkenli ve çok değişkenli analizler yapıldı (Tablo ). Sekiz olası faktörden beşi istatistiksel olarak anlamlıydı (p <0.05). Çok değişkenli Cox regresyon analizinde genel sağkalım oranları infiltrasyonun derinliği ve lenf nodu tutulumu ile anlamlı olarak ilişkiliydi. Öte yandan hk durumu için istatistiksel anlamlılık sınırda idi (p: 0.054). Sonuç: Mide kanserli hastalarda hk ekspresyonu daha iyi prognoz ile ilişkilidir. hk mide kanseri için prognostik bir biyobelirteç olabilir. Diğer taraftan mide kanserinde hk ekspresyonun regülasyonuna dair altta yatan mekanizmaların aydınlatılmaya ihtiyacı vardır ve bu konu gelecekte yapılacak çalışmalarda ele alınabilir. Tablo. Genel sağkalım için potansiyel risk faktörlerinin tek değişkenli ve çok değişkenli analizi Tek değişkenli analiz P RR (95% GA) değeri Çok değişkenli analiz P değeri Risk faktörü RR (95% GA) Yaş (>=60 yaş veya <60 yaş).0 (0.6-.7) 0.556 - - Cinsiyet (erkek veya kadın).5 (.9-5.) 0.06 - - Lauren sınıflaması (intestinal veya diffüz).4 (0.6-.) 0.665 - - Tümör lokalizasyonu (üst veya orta veya distal.69 (0.55-5.5) 0.54 - - veya tüm mide) İnfiltrasyonun derinliği 5.45 (.0-.79) 0.00 (T- veya T-4)* 6.0 (.4-5.6) 0.04 Lenf nodu tutulumu.9 (0.98-0.4) 0.045 (N0 veya N-)*.88 (.6-.89) 0.07 Gastrektomi tipi (subtotal veya total).49 (.04-5.98) 0.040 - - Human kallikrein (negatif veya pozitif).94 (.0-.7) 0.045.90 (0.98-.66) 0.054 *American Joint Committee for Cancer Staging System (AJCC) 00. RR: rölatif risk, GA: güven aralığı Ref No: S0 Gastrointestinal Sistem Kanserleri EKSTRAHEPATİK BİLİER KANSERDE LENFOSİT İLE NÖTROFİLLERİN DAĞILIMI VE CD5 (+) DÜZENLEYİCİ T LENFOSİTLERİN KONAKÇI İMMÜN YANITTAKİ YERİ Halil Hakan Özgür, Pınar Erçetin, Nüket Eliyatkın, Aslı Seren 4, Safiye Aktaş Özel Güneş Patoloji Laboratuvarı, Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Temel Onkoloji Anabilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Temel Onkoloji Anabilim Dalı, İzmir İzmir Bozyaka EAH Patoloji Bölümü, Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Temel Onkoloji Anabilim Dalı, İzmir 4 Ege Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Biyoteknoloji Anabilim Dalı, İzmir Amaç: Safra kesesi karsinomu ekstrahepatik bilier traktın en yaygın malignitesidir. En önemli risk faktörü safra taşı olup, genellikle seyrek vakalarda operasyon sırasında keşfedilir. Son zamanlarda; Tümör alanlarında tümör spesifik CD4+ Düzenleyici T hücrelerin (Treg) varlığının kansere karşı immün yanıtların baskılanması ile T hücre yanıtlarının inhibisyonunda derin bir etkisinin olabileceği düşünülmektedir. T hücrelerinde CD 5 in ekspresyonu, düzenleyici T hücrelerinin faydalı bir belirleyicisi gibi kullanılmıştır. Çalışmanın amacı, safra kesesi kanseri vakalarında konakçı immün yanıtta rol alan lenfositler, nötrofiller ve CD5 (+) T hücrelerin tümör içi ve çevre dokuda dağılımının belirlenmesi ve prognostik parametrelerle karşılaştırılmasıdır. Gereç-Yöntem: 5 Safra kesesi kanser vakasının parafin bloklarından hazırlanan preparatların incelenmesi ile prognostik parametrelerin belirlenmesi, kesitler üzerinde intra ve peritümöral lenfosit ile nötrofillerin hafif ve şiddetli olarak skorlanması ve kaydedilmesi, immünhistokimyasal olarak boyanan CD5+ T hücrelerin sayılarak kaydedilmesi, sonrasında bunların istatistiksel olarak prognostik paramatrelerle karşılaştırılması aşamaları gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Çalışılan parametrelerin karşılaştırması nonparametrik Mann Whitney U ve Kruskall Vallis testleri ile yapılmıştır. Çalışmada, 5 safra kesesi karsinom vakasında intratümöral alanlarda, immün yanıt hücreleri lenfositler ve nötrofillerin peritümöral alanlara göre daha yoğun olarak bulunduğu saptanmıştır. Regulatör T hücrelerinin güvenilir bir belirteci olan CD5(+) T lenfositlerin intratümöral alanlarda peritümöral alanlara göre ortalama 6.5 kat daha fazla miktarda olduğu bulunmuştur. Lenfosit, nötrofil ve CD5+ T hücre sayıları, prognostik parametreler ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunamamıştır (P>0.05). Sonuç: Çalışmamızda, Safra Kesesi Karsinom vakalarında tümöre karşı konakçı immün yanıtta belirgin bir artış olduğu saptanmakla beraber, bu artış prognostik parametrelerle karşılaştırıldığında anlamlı bulunmamıştır. Aynı zamanda immün sistemi baskılayan regulatör T hücrelerinde de intratümöral alanlarda belirgin bir artış dikkati çekmektedir. Bu da, Regülatör T hücreleri yok etmeye yönelmiş tedavilerin, kansere karşı T hücre bağımlı hücresel immün yanıtı artırabileceği düşüncesini destekler niteliktedir. Ref No: S0 Gastrointestinal Sistem Kanserleri KOLOREKTAL KARSİNOMLARDA KRAS/BRAF MUTASYON STATUSU VE KRAS KODON MUTASYONUNUN ÖNEMİ Sibel Erdamar, Deniz Tural, Fatih Selçukbiricik, Emre Akar, Esra Şimşir, Nil Molinas Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı Amaç: RAS/MAPK yolağını bloke eden anti-egfr tedavinin Metastatik Kolorektal Karsinomlarda (mkrk) kullanımı için KRAS mutasyon durumunun bilinmesi önemlidir. Çalışmamızda mkrk olgularında KRAS ve aynı yolakta yer alan BRAF gen mutasyonla- Susesi Otel, Antalya

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ rının varlığını, KRAS mutasyon alt tiplerinin klinikopatolojik parametreler ve prognoz ile ilişkisini incelemeyi amaçladık. Gereç-Yöntem: Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Patoloji AD Moleküler Patoloji Laboratuvarında; mkrk tanılı 47 olguya ait %75 in üzerinde invaziv karsinom alanı içeren parafin bloklardan 0 mikronluk kesitler alınarak DNA ekstraksiyonu yapıldı. Elde edilen DNAlardan KRAS geninin.ekzonundaki kodon ve de toplam 7 ayrı nokta mutasyonu (VAL, ASP, CYS, ALA, ARG, SER, ASP) analizi LC480 cihazında Real-Time PCR yöntemi ile Therascreen Kiti kullanılarak gerçekleştirildi. BRAF geninin 5. ekzonundaki V600E mutasyon analizi TibMolbiol Kiti kullanılarak aynı cihazda yapıldı. KRAS/BRAF sonuçlarının klinikopatolojik parametrelerle korelasyonu ve ortalama genel sağ kalım (OGS) ile ilişkisi, korelasyon testleri ve Kaplan-Meier analizleri ile irdelendi. Bulgular: Serimizde E/K:,56, ortalama yaş: 60,64 (-8) idi. KRAS mutasyonu olguların %44,8 (n=87) inde saptandı. En sık mutasyon tipleri ASP(%6,), ASP(%,8), VAL(%,), CYS(%7.4) idi. BRAF mutasyon sıklığı %5.5 (n=) idi. Musinöz morfoloji gösteren 4 olguda KRAS/BRAF mutasyonu birlikte görüldü. KRAS mutant olgularda OGS (6 ay) KRAS-Wild tip olanlara (55 ay) göre anlamlı olarak daha kısaydı (p=0.05). KRAS kodon mutasyonu gösteren olgular kodon ye göre daha çok musinöz adenokarsinom fenotipinde olup median GS daha yüksek idi (64 ay vs 46 ay, p>0.05). BRAF mutant olgularda ortalama GS (4. vs 6.5 ay) daha kısa olmakla birlikte sayı azlığı nedeniyle anlamlı değildi. KRAS mutasyon statusu ile yerleşim yeri, tümör boyutu, invazyon derinliği ve histolojik grade ile anlamlı korelasyon izlenmedi. Sonuç: mkrk olgularında ülkemizde yapılan tek merkezli en geniş seri olan çalışmamızda, KRAS ve BRAF mutasyon oranı batı literatürleri ile benzerdir. KRAS ve BRAF mutasyonu kötü prognozla birliktedir. Serimizde KRAS/Kodon mutasyonu kodon mutasyonlarına göre daha uzun sağkalım göstermektedir. Metastatik KRKda BRAF ve KRAS alt tip analizi yapılması KRAS mutant olgularda yol gösterici olabilir. Ref No: S04 Gastrointestinal Sistem Kanserleri MİDE KANSERİ NEDENİ İLE POSTOPERATİF KEMORADYOTERAPİ UYGULANAN HASTALARDA RENAL FONKSİYONLARIN ANALİZİ Güler Yavaş, Rengin Elsürer Afşar, Çağdaş Yavaş, Özlem Ata 4 Selçuk Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Konya Selçuk Üniversitesi, Nefroloji Bilim Dalı, Konya Konya Eğitim Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Bölümü, Konya 4 Selçuk Üniversitesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Konya Amaç: Bu çalışmanın amacı, mide kanseri nedeni ile postoperatif konkomitan kemoradyoterapi uygulanmış olan hastalarda renal fonksiyonların değerlendirilmesidir. Metod: Merkezimizde mide kanseri tanısı ile total gastrektomi ve lenf nodu diseksiyonu ve adjuvan kemoradyoterapi uygulanmış olan 59 hasta çalışmaya alındı. Hastaların demografik özellikleri (yaş, cinsiyet), ve bazal ve. ay biyokimyasal parametreleri kayıt edildi. Radyoterapi (RT) sırasında uygulanan ortalama böbrek dozları (OBD) belirlendi. Hastaların bazal ve.ay glomerüler filtrasyon hızları (GFH) MDRD formülü ile hesaplandı. Sonuçlar: Çalışmaya alınan 59 hastanın 5 i kadın (%4,4) ve 4 ü erkekti (%57,6). Hastaların ortalama yaşı 60,8±,9, ortalama takip süresi 5,6±9,8 ay idi. Çalışma grubundaki hastaların ü (%9) >=65 yaşındaydı ve (%5,6) hastanın bazal GFH ı <90 ml/ dk/.7m ydi bulunmaktaydı. RT öncesi ve RT sonrası. ay GFH karşılaştırıldığında, 7 hastada (%45,8) GFH ında azalma tespit edilirken, hastada (%54,) GFH nda azalma bulunmamaktaydı. Cox regresyon analizi ile RT sonrası. ayda GFH nda azalma ile yaş, cinsiyet, OBD, bazal GFH ve albumin değerleri arasında bir ilişki olup olmadığı araştırıldı. OBD nun >500 cgy ve bazal GFH ı <90 ml/ dk/.7m nın olması ile RT sonrası. ayda GFH azalma riskinin anlamlı olarak arttığı görüldü (sırasıyla HR=,88, %95 CI (,009 5,88), p=0,048; ve HR=,854, %95 CI (, 7,6), p=0,08). Tartışma: Bulgularımıza göre, bazal GFH ı <90 ml/dk/.7m ve OBD>= 500 cgy olan hastalarda. ayda GFH azalma riski anlamlı olarak daha yüksektir. Ref No: S05 Gastrointestinal Sistem Kanserleri METASTATİK PANKREAS ADENOKARSİNOMUNDA KOAGÜLASYON TESTLERİNİN KLİNİK AÇIDAN ÖNEMİ Rumeysa Çiftçi, Senem Karabulut, Leyla Kılıç, İbrahim Yıldız, Serkan Keskin, Didem Taştekin, Sezai Vatansever, Faruk Taş İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Çeşitli kanser tiplerinde koagülasyon ve fibrinolitik sistem aktivasyonu tümör stromasının şekillenmesi ve metastaz ile ilişkilidir. Çalışmamızın amacı, metastatik pankreas adenokarsinomlu hastalarda koagülasyon testlerinin çeşitli klinikopatolojik faktörlerle ilişkisini araştırmaktır. Method: Çalışmaya önceden herhangi bir tedavi uygulanmamış olan 7 metastatik pankreas adenokarsinomlu (MPA) hasta dahil edildi. Tedavi öncesi alınan kan örneklerinde PT (protrombin zamanı), APTT (aktive parsiyel tromboplastin zamanı), PTA (protrombin aktivitesi), INR, D-dimer, fibrinojen düzeyleri ile trombosit sayıları değerlendirildi. Kontrol grubuna, malinite yada hemostaz bozukluğu öyküsü olmayan, yaş ve cinsiyet bakımından eşleştirilmiş 50 sağlıklı olgu alındı. Bulgular: Median tanı yaşı 59 (5-7) idi. PT (6 vs 4. sec), INR (.5 vs.0), D-dimer (9.5 vs 7.8 IU/ml), fibrinojen (40 vs 45 mg/dl), trombosit (79000 vs 0000/mm) kontrol grubuna kıyasla hasta grubunda anlamlı olarak daha yüksekti; ancak APTT düzeyi hasta grubunda (5. vs.8 sec) anlamlı olarak daha kısaydı (tüm parametreler için p<0.0). D-dimer düzeyi, anemik hastalarda (996 vs 505 IU/ml, p:0.00) ve CA9.9 değeri yüksek olanlarda (650 vs 505 IU/ml, p:0.0) anlamlı olarak daha yüksekti. Sedimentasyon hızı yüksek olanlarda INR daha kısa olma eğilimindeydi (. vs.4, p:0.05). Diğer koagülasyon testleri ve klinikopatolojik özellikler arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmadı. Univariate analizde kemoterapiye yanıtsızlık (5.7 vs 4.9 ay, p:0.06) ve uzun INR değerinin (5.6 vs.9 ay, p:0.078) sağkalımı kısalttığı, diğer koagülasyon parametrelerinin ise sağkalım üzerinde etkisinin olmadığı belirlendi. Sonuç: Plazma PT, INR, D-dimer, fibrinojen düzeyleri ve trombosit sayısı MPA hastalarında anlamlı olarak artmıştır ancak bu koagülasyon testlerinin sağkalım üzerine etkisi gösterilememiştir. Ref No: S06 Gastrointestinal Sistem Kanserleri OXALİPLATİN KULLANIMININ İŞİTME DÜZEYLERİNE ETKİSİ Salim Yüce, Mehmet Metin Şeker, Mehtap Doğan, Turgut Kaçan, Mansur Doğan, İsmail Önder Uysal, Nalan Babacan, Saadettin Kılıçkap Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Sivas Amaç: Oksaliplatin kolorektal kanser, pankreas kanseri, non-hodgkin lenfoma, over kanseri gibi birçok malignitede etkili bir platin türevidir. Nöropati, gastrointestinal yan etkiler ve nötropeniye neden olabilir. Oksaliplatin ilişkili ototoksisite bildirilen vakalar vardır ancak bu konuda çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmada oksalip- 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER latin uygulanan kanserli hastalarda ilacın ototoksik etkisi olup olmadığını değerlendirmek amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Bu çalışmaya Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı nda oksaliplatin tedavisi planlanan si kolorektal kanserli, 4 ü metastatik pankreas kanserli toplam 6 hasta dâhil edildi. Dört hastaya (%5) kapesitabin-oksaliplatin (Capeox), hastaya ise (%75) florourasil-folinik asit-oksaliplatin (Folfox) uygulandı. Hastaların tedavi öncesi ve sonrası işitme düzeyleri yüksek frekans odyometri ve otoakustik emisyon ölçümleri ile değerlendirildi. Bulgular: İlk okzaliplatin dozu ile son okzaliplatin dozu arasında geçen süre, ay idi (-7 ay). Her iki kulaktan tedavi öncesi ve sonrası yapılan 500, 000, 000, 4000, 6000, 8000, 000 ve 6000 Hz frekanslarındaki işitme testlerinde işitme kaybı izlenmedi. Ayrıca tedavi öncesi ve sonrası yapılan otoakustik emisyon ölçümlerinde de fark saptanmadı. Sonuç: Oksaliplatin, birçok kanserin tedavisinde kullanılan etkili bir ajandır ve ototoksisite yönüyle güvenilir bir ajandır. Ref No: S07 Gastrointestinal Sistem Kanserleri MİDE KANSERİNDE PRİMER TÜMÖR İLE METASTATİK LENF NODUNUN ERBB EKSPRESYONU AÇISINDAN İNCELENMESİ Fatih Selçukbiricik, Sibel Erdamar, Fuat Demirelli, Deniz Tural, Evin Büyükünal, Süheyla Serdengeçti Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları AB, Tıbbi Onkoloji Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji AB, Moleküler Patoloji Amaç: Gastrik kanserde (GC) olası intratümöral heterojenite kaynaklı olduğu düşünülen primer ve metastatik lenf nodu arasında ERBB reseptörlerinin ekspresyonunun değişebilmektedir. Bu durum metastatik odağın primerden farklı bir klonal proliferasyonda çalışabileceğindan kaynaklanmaktadır. Materyal-Metod: Çalışmaya, subtotal yada total gastrektomi uygulanmış ve aynı zamanda lenf nod pozitif olan 74 hasta dahil edilmiştir. Hastaları, n=47 (%64) erkek, n=7(%4) kadın oluşturmaktadır. Range 9-87 ve medyan yaş 58 idi. Tüm hastaların preperatları gastrik rezeksiyon ve lenf nod diseksiyon materyalinden elde edilmiştir (tablo). Aynı hastanın hem gastrik rezeksiyon materyaline hem de karsinom metastazı olan lenf nod materyaline immünhistokimyasal (IHC) ve silver insitu hibridizasyon (SISH) yöntemiyle ERBB ekspresyonu bakılmıştır. Ayrıca hastaların HER- durumuna göre disease-free survival (DFS) ve overall survival (OS) hesaplanmıştır Sonuçlar: Hastaların primer dokusundan elde edilen SISH verileri; SISH (-), n= 59 (80%), SISH (+), n= 5 (0%) iken lenf nodundan elde edilen SISH verileri, SISH (-), n=56 (75%) iken SISH (+) olgular 8 (5%) şeklinde idi. Primer dokuda IHC (-),IHC +, IHC +, IHC + sırasıyla; n=4 (57%), n=5 (0%), n=7 (0%), n= 0 (%) iken lenf nodundan IHC örneklemeleri sırasıyla; IHC (-),IHC +, IHC +, IHC +; n=4 (58%), n=9 (%), n= (4%), n=9 (6%) şeklinde idi. En çarpıcı olanı, primer ile lenf nodu arasındaki değişimin olguda saptanmasıdır. Bu üç olguda primer dokuda SISH negatif iken lenf nodunda pozitif olmasıdır (tablo,). Tartışma: Meme kanserinde olduğu gibi, mide kanserinde de intratümöral heterojenite nedeniyle primer tümörden farklı olarak, metastatik lenf nodunda ERBB ekspresyonu farklılık gösterebilmektedir. Hastanın olası trastuzumab yararını ortaya koymak için primerden farklı olarak metastatik lenf nodu ERBB ekspresyonuna bakılmalıdır. Tablo. Primer ve lenf nod SISH statüsü primer lenf nod SISH (-) SISH (+) SISH (-) SISH (+) Genel 59(80) 5(0) 56(75) 8(5) Histoloji Diffüz 5 0 6 İntestinal 8 0 6 Evre StageII 7 9 0 StageIII 7 8 7 8 Lokalizasyon Antrum 4 4 4 4 Korpus 7 7 4 0 Kardiya 8 4 8 4 Primer SISH (-) histoloji p 0.87, primer SISH (-) stage p 0.5, primer SISH (-) lokalizasyon p 0.9, primer SISH (+) histoloji p 0., primer SISH (+) stage p 0.5, primer SISH (+) lokalizasyon p <0.05 Tablo. Primer ve lenf nod IHC dağılımları IHC (-) Genel 4 (57) primer IHC (+) 5 (0) IHC (+) 7 (0) IHC (+) 0 () IHC (-) 4 (58) lenf nod IHC (+) 9 () IHC (+) (4) IHC (+) 9 (6) Histoloji Diffüz 4 7 4 7 İntestinal 8 8 5 7 0 5 Evre StageII 4 8 5 5 5 8 StageIII 8 7 5 5 8 4 Lokalizasyon Antrum 9 5 8 5-5 Korpus 9 5 5 5 9 Kardiya 4 5 6 Primer IHC histoloji p 0.75, primer IHC stage p 0.4, Primer IHC lokalizasyon p 0.84, lenf nod IHC histoloji p 0.546, lenf nod IHC stage p 0.5, lenf nod IHC lokalizasyon p <0.05 Ref No: S08 Gastrointestinal Sistem Kanserleri ADJUVAN KEMORADYOTERAPİ UYGULANMIŞ LOKAL İLERİ EVRE MİDE KANSERLİ HASTALARDAKİ TEDAVİ SONUÇLARIMIZ: DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ DENEYİMİ Lütfiye Zümre Arıcan Alıcıkuş, Nesrin Dağdelen, Meltem Kırlı, Tuğba Yavuzşen, Seymen Bora, İlknur Bilkay Görken Dokuz Eylül Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi, Tıbbi Onkoloji Anabilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi,Genel Cerrahi Anabilim Dalı, İzmir Amaç: Lokal ileri evre mide kanseri (LİEMK) tanısıyla adjuvan eşzamanlı kemoradyoterapi (KRT) uyguladığımız hastalardaki tedavi sonuçlarımızı değerlendirilmektir. Hastalar-Yöntem: Ocak 00-Ağustos 0 tarihleri arasında LİEMK tanısıyla adjuvan kemoterapi(kt) ve eşzamanlı KRT uygulanmış 98 hasta çalışmaya alınmıştır. Ellisekiz(%59) hastaya total(tg), 40(%4) ına subtotal gastrektomi(sg),tüm hastalara lenf nodu diseksiyonu(lnd), ardından infüzyonel 5-FU (5mg/m) ile eşzamanlı KRT ve 5-FU temelli KT(Modifiye ECF/DeGramount) sıralı uygulanmıştır.konformal RT;CTV (mide loju/kalıntı mide+tümör yerine göre lenfatikler) ye.8 Gy fraksiyon dozunda toplam 45 Susesi Otel, Antalya

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Gy, cerrahi sınır (CS) (+) olanlara boost ile 50,4 Gy, yüksek enerjili X ışınlarıyla uygulanmıştır.yan etkiler RTOG ye göre derecelendirilmiştir.sağkalımlara etki eden faktörler olarak; yaş,cinsiyet,tümör yerleşim yeri,cerrahi tipi,ajcc 00 TNM evreleri,histolojik tip,- derece,çıkarılan LN ve (+)LN sayısı,lenfovasküler invazyon(lvi),adjuvan KT kür sayısı değerlendirilmiştir.sağkalım analizleri Kaplan Meier,değişkenlerin analizi Log-Rank ve Cox regresyon yöntemleriyle SPSS 5.0 kullanılarak yapılmıştır. Bulgular: Medyan yaş 56(4-77),K/E oranı /64,medyan izlem süresi 8 ay(6-) dır.en sık tümör yerleşimi korpus(%7),antrum(%),küçük kurvaturdadır(%7).evre dağılımı sırasıyla,(%) hasta Evre Ia, 4(%4) Ib, (%) IIa, (%4) IIb, 0(%) IIIa, 5(%6) IIIb, (%) IIIc şeklindedir.en sık histopatoloji adenokarsinom(%74) ve taşlı yüzük hücreli(tyh) karsinomdur(%). Histolojik derece 0 hastada(%0) derece, (%) inde, 46(%48) sında, (%4) ünde 4 tür. LVİ ve perinöral invazyon 60(%6) ar hastada saptanmıştır. Medyan çıkarılan LN sayısı 5(8-04), (+) LN sayısı 7(-8) dir. Perikapsüler invazyon 5 hastada(%5) saptanmıştır.on iki hastada(%) CS(+) olup %55 i distal CS dadır. Adjuvan KT toplam medyan 8(-) kür uygulanmıştır.hastaların %7 sinde medyan 5(7-4),%0 unda (-5) ayda yerel ve uzak yineleme saptanmıştır.iki ve 5 yıllık GSK,HSK,YYSK,UYSK oranları sırasıyla;%74,%66,%94,%7 ve %5,%50,%88,%60 şeklindedir.gastrointestinal sistem derece -4 akut yan etki %,geç yan etki %4 olarak saptanmıştır.tek değişkenli analizde GSK ve HSK ı ileri T(p:0,045;p:0,0) ve N evresi(p:0,00;p:0,00),tg uygulanması(p:0,004;p:0,006),>=0 (+)LN (p:0,00;p:0,00) istatistiksel anlamlı olumsuz(iao) etkilemektedir.yysk ı >=0 (+)LN(p:0,049),ileri N evresi(0,,,)(p:0,00),tyh histoloji(diğer,tyh)(p:0,07);uysk yı ileri T evresi(t-,-4)(p:0,0),tg uygulanması(p:0,00),>=0 (+) LN (p:0,09) İAO etkilemektedir. Çok değişkenli analizde GSK ve HSK yı ileri N evresi(0,,,)(p:0,00 ve 0,0) ve TG uygulanması(p:0.006 ve 0,00);UYSK yı >=0 (+)LN(p:0,00) ve TG uygulanmasının(p:00) İAO etkilediği bulunmuş,lysk yı etkileyen faktör bulunamamıştır. Sonuç: Lokal İEMK,sağkalımın düşük olduğu bir kanser grubudur. Bu grup hastada uygulanacak adjuvan KRT ve KT ile yerel kontrol düşük tedavi toksisitesi ile sağlanabilmektedir. Senesans engelinin aşılmasının HSK gelişiminde merkezi bir rol oynayabileceği düşüncesinden hareketle, tüm genom ifade analizleri ve biyoinformatik işlemlerle, sirozda ve HSK da senesans ve ölümsüzlük ile ilişkili olarak ifade değişimine uğrayan genleri belirlemeyi ve bu genler aracılığı ile HSK tanısında kullanılabilecek bir test geliştirmeyi amaçladık. Gereç ve Yöntem: Hepatoselüler senesansla ilişkili genleri belirlemek için in vitro koşullarda senesant ve ölümsüz fenotipindeki Huh-7 hücre klonlarında, buna paralel olarak 5 siroz ve 5 HSK örneğinde, Affymetrix mikrodizin çiplerini kullanarak, tüm genom ifade analizleri gerçekleştirdik. Böylece elde edilen verileri, GEO (Gene Expression Omnibus) veri bankasında bulunan diğer mikrodizin verileri ile birlikte geniş kapsamlı biyoinformatik yöntemlerle inceledik. Gen seti zenginleşme ve kümeleme analiz yöntemleri kullanarak karaciğer kanserinin gelişiminde rol oynayan senesans ve ölümsüzlük gen ağlarını tanımladık. Bulgular: Senesansla ilişkili genlerin ifade profilleri, normal karaciğer, siroz, displazi ve HSK örneklerinde karşılaştırmalı olarak incelendiğinde, siroz dokuları senasans fenotipi ile HSK tümörleri ise ölümsüzlük fenotipi ile benzeşti (p=0.005). Displazi örnekleri ise bir geçiş aşamasına uygun bir profil gösterdi. Buna göre, sirozdan HSK ya geçişte tüm genom ifade profilleri senesans tipinden ölümsüzlük tipine aşamalı bir geçiş göstermektedir. Gen seti zenginleşme analizlerine göre, sirozdan HSK ya geçişte lipid, retinol ve glikoliz metabolizma genlerinin ifadesi azalırken, hücre döngüsü ve DNA hasar onarım genlerinin ifadesi artış gösterdi (p<0.05). Ayrıca, senesans ve ölümsüzlük genlerinin karşılaştırmalı analizleri ile, HSK yı sirozdan %97.5 doğrulukta ayrıştırabilen ve 5 genden oluşan bir profil (gen imzası) tanımladık. Sonuç: Bulgularımız, sirozlu dokulardan HSK gelişimi sırasında, kanserli hücrelerin senesans fenotipinden kurtularak ölümsüzlük fenotipini kazandıklarını göstermiştir. Bu kazanım sırasında metabolizma, hücre döngüsü ve DNA hasar tamir genleri başta olmak üzere, bir çok genin ifadesi anlamlı olarak değişmekte, tüm genom düzeyinde ifade kalıpları yeniden düzenlenmektedir. Bulgularımız ayrıca, 5 genden oluşan bir senesans-ölümsüzlük gen seti ndeki ifade değişikleri üzerinden, sirozlu hastalarda HSK tanısının çok yüksek bir doğruluk derecesi ile gerçekleştirilebileceğini de ortaya koymuştur. Ref No: S09 Tümör Biyolojisi KARACİĞER KANSERİNDE SENESANSTAN ÖLÜMSÜZLÜK FENOTİPİNE GEÇİŞE BAĞLI OLARAK ORTAYA ÇIKAN TÜM GENOM İFADE DEĞİŞİKLİKLERİNİN TANIMLANMASI VE TANI AMAÇLI KULLANIMI Gökhan Yıldız, Ayça Arslan Ergül, Sevgi Bağışlar, Özlen Konu, Hilal Özdağ, Esra Erdal, Sedat Karademir 4, Özgül Sağol 5, Hakan Bozkaya 6, Hakkı Gökhan İlk 7, Nejat Akar, Mehmet Öztürk İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Ankara Ankara Üniversitesi Biyoteknoloji Enstitüsü, Ankara Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji Ana Bilim Dalı, İzmir 4 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı, İzmir 5 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Ana Bilim Dalı, İzmir 6 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Ankara 7 Ankara Üniversitesi Elektronik Mühendisliği Bölümü, Ankara Amaç: Hücre senesansı, telomer kısalması ve aşırı DNA hasarı gibi streslere yanıt olarak gelişen ve hücre bölünmesini geri dönüşümsüz bir şekilde durduran bir mekanizmadır. Bu mekanizma tümör gelişiminin önünde majör bir engeldir. Tümörlerde TP5 ve CDKNA gibi senesans kontrol genlerinin sıklıkla inaktifleşmesi ve TERT enziminin aktif hale geçmesi, kanserli hücrelerin senesans engelini aşarak ölümsüz bir fenotip kazandıklarını düşündürmektedir. Sirozlu hastalarda hepatoselüler karsinoma (HSK) gelişimi sırasında da, böyle bir durumun söz konusu olduğu tahmin edilmektedir. Ref No: S00 Tümör Biyolojisi BAŞ-BOYUN KANSERİNDE MRNA EKSPRESYON PROFİLLEME YÖNTEMLERİ İLE EPİGENETİK YOLLA SESSİZLEŞTİRİLEN GNG7 GENİNİN TANIMLANMASI Semra Demokan, Alice Y. Chuang, Xiaofei Chang, Tanbir Khan, Ian M. Smith, Kavita M. Pattani, Santanu Dasgupta 6, Shahnaz Begum 4, Zubair Khan, Nanette J. Liegeois, William H. Westra 4, David Sidransky, Wayne Koch, Joseph A. Califano 5 İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye; Johns Hopkins Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Otolaringoloji-Baş-Boyun Cerrahisi Bölümü, Baltimore, MD, Amerika Birleşik Devletleri. Johns Hopkins Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Dermatoloji Bölümü, Baltimore, MD, Amerika Birleşik Devletleri. Johns Hopkins Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Otolaringoloji-Baş-Boyun Cerrahisi Bölümü, Baltimore, MD, Amerika Birleşik Devletleri. 4 Johns Hopkins Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Patoloji Bölümü, Baltimore, MD, Amerika Birleşik Devletleri. 5 Johns Hopkins Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Otolaringoloji-Baş-Boyun Cerrahisi Bölümü, Baltimore, MD; Greater Baltimore Tıp Merkezi, Milton J. Dance Baş-Boyun Merkezi, Baltimore, MD, Amerika Birleşik Devletleri. 6 Virginia Commonwealth Üniversitesi, İnsan ve Moleküler Genetik Bölümü, Virginia; Johns Hopkins Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Otolaringoloji-Baş-Boyun Cerrahisi Bölümü, Baltimore, MD, Amerika Birleşik Devletleri. Amaç: Tümör supresör genlerin (TSGs) sessizleştirilmesi, baş-boyun kanserlerinde (HNSCC) sık gözlenen önemli bir role sahiptir. Bilinen ya da aday genlerin promotör bölgelerinde meydana gelen metilasyon değişikliklerine, HNSCC de dahil olmak üzere çeşitli kan- 4 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER serlerin karsinogenezinde sıklıkla rastlanmaktadır. Transkripsiyonel olarak baskılanan genlerden birçoğunun HNSCC gelişimindeki rolü henüz tanımlanmayı beklemektedir. Bu çalışmada, HNSCC de epigenetik yolla baskılanan yeni genleri tanımlamak amacıyla farmakolojik demetilasyon ve genişletilmiş mrna ekspresyon profilleme yaklaşımı ile mikroarray ekspresyon analizi yöntemleri kullanıldı. Gereç-Yöntem: İki HNSCC hücre soyu, 5-aza- -deoxycytidine (5-Aza-dC) ile muamele edildikten sonra mikroarray analizi yapıldı. HNSCC tümörü ve 5 normal mukoza örneği Affymetrix 47K mrna gen ekspresyon array ile incelendi ve hücre soyu verileriyle karşılaştırıldı. Aday genlerin promotör bölgeleri bisülfit DNA dizi analizi yöntemi ile tarandı. Seçilen aday genlerin metilasyon durumları kantitatif metilasyon-spesifik PCR (QMSP) yöntemiyle normal tükürük, 4 normal mukoza ve HNSCC tümör örneğinde incelendi. Bulgular: 5-Aza-dC muamelesi sonrası, iki HNSCC hücre soyunda ayrı ayrı ve kombine olarak elde edilen analiz sonuçları değerlendirildiğinde, sırasıyla 960, 64 ve 47 genin ekspresyonunda artış saptandı. Mikroarray analizi ile normal mukozaya kıyasla HNSCC tümör örneklerinde 740 genin ekspresyonunda azalma gözlendi. Tümör örneklerinde TSG lerde normal mukoza örneklerine kıyasla tumorde düşük ekspresyon profilleri elde edildi. 6 aday genin tanımlandığı integratif analiz ve bisülfit dizi analizi sonrası, HNSCC de farklı seviyelerde hipermetile olan 7 aday gen seçildi. Tümör örneklerinde sadece 7 gene ait promotör bölgede CpG adacıklarında metilasyon gözlenirken, normal mukoza örneklerinde metilasyona rastlanmadı. QMSP yöntemi ile doğrulama sonrası, HNSCC ile ilişkili gen tanımlandı. Sonuç: Tanımlanan aday genlerden guanine nucleotide-binding protein gamma-7 (GNG7), geni tümör örneklerinde yüksek düzeyde metile ve normal tükürük ile mukoza örneklerinde ise metillenmemiş olduğundan bu genin, HNSCC tümör dokusuna özgü metilasyon gösterdiği sonucuna varıldı. TXNIP ve TUSC genleri ise tümör ve normal tükürük örneklerinde düşük düzeyde metile iken normal mukozada metilasyona rastlanmadı. Sonuç olarak GNG7 promoter bölgesinde gözlenen yüksek seviyeli metilasyon HNSCC ile kausal ilişkili bulunurken, TXNIP ve TUSC genleri de HNSCC için potansiyel biyomarker adayı oldukları düşünülmektedir. Ref No: S0 Tümör Biyolojisi MEME KANSERİ HÜCRELERİNE AKTARILMAK ÜZERE CRAM-A VE CRAM-B ATİPİK KEMOKİN RESEPTÖRLERİNİN KLONLANMASI VE FONKSİYONEL ANALİZİ Parisa Sarmadi, Güneş Esendağlı Hacettepe Üniversitesi, Kanser Enstitüsü, Temel Onkoloji Anabilim Dalı, Sıhhiye- Ankara Genel bilgiler: Atipik kemokin reseptörleri, inflamatuvar yanıtların sonlandırılmasında rol oynar. CCRL atipik kemokin reseptör ailesinin en yeni üyesidir. İnsan CCRL geninin CRAM (Chemokine Receptor on Activated Macrophages) -A ve -B olarak adlandırılan iki farklı transkript varyantı bulunmaktadır. Bu reseptörler CCL5, CCL9 ve chemerin ligandlarına bağlanarak ortamdaki kemokin miktarını azaltır ve immün hücre migrasyonu engellenir. CCRL nin meme kanserindeki rolü henüz araştırılmamıştır. Amaç: Bu çalışmanın amacı, insan CRAM-A ve CRAM-B genlerini ökaryotik ekspresyon vektörlerine klonlamak ve fonksiyonelliğini araştırmaktır. Klonlanan bu genler daha sonra meme kanseri hücrelerinde CCRL nin fonksiyonunu araştırmak için kullanılacaktır. Gereç-Yöntem: MDA-MB- meme kanseri hücrelerinden izole edilen RNA dan cdna RT-PCR yöntemi ile sentezlendi. CRAM-A ve CRAM-B protein kodlayan cdna dizileri, özel primerler ve pfu DNA polimeraz ile çoğaltıldı ve NheI-XmaI restriksyon enzimleri ile kesildi. CRAM-A ve CRAM-B amplikonları pires-egfp ökaryotik ekspresyon vektörüne T4 DNA ligaz reaksiyonu ile yerleştirildi. Daha sonra, kompetan E.coli bakterilerine transforme edildi. Koloni seçimi ve plazmid izolasyonundan sonra, rekombinant DNA ürünleri PCR, restriksyon kesim ve DNA dizi analizleri ile doğrulandı. Bu rekombinant plazmidler ve boş vektör lipozomal transfeksyonla HEK9T hücrelerine aktarıldı. Transfeksyon verimliliği (GFP ekspresyonu) ve rekombinant CRAM ekspresyonu analizleri akım sitometri yöntemi ile incelendi. Klonlanan rekombinant CRAM genlerinin fonksiyonel analizleri, Ca+ flux (FuraRed II boyası ile), ligand bağlanma ve reseptör internalizasyon deneyleri CRAM geni aktarılan HEK9T hücrelerinde akım sitometri yöntemi ile yapıldı. Bulgular-Sonuç: Yapılan moleküler analizler sonucunda elde edilen rekombinant ürünlerin dizileri doğruluğu NCBI gen bankası verileri ile karşılaştırılarak belirlendi. Rekombinant klonlar pcram-a-ires-egfp ve pcram-b-ires-egfp, CRAM ve EGFP nin bisistronik ekspresyonunu sağladı. pcram-a/b-ires- EGFP ekspresyon düzeylerine göre transfeksyon verimliliği %66.- 84., CRAM-A ekspresyonu %8.8 ve CRAM-B ekspresyonu %5.4 olarak bulunmuştur. Kemokinlerle uyarılmamış kontrol hücreleri ve CCL5, CCL9 ve chemerin kokteyli eklenen hücrelerde hücre-içi Ca+ miktarında bir değişim görülmezken pozitif kontrol olarak kullanılan ionomycin iyonoforu varlığında hücre içine Ca+ akümülasyonu gözlendi. Bu kemokinler varlığında CRAM reseptörünün de etkin bir şekilde yaklaşık 0 dk. lık periyodlarda internalize olduğu belirlendi. Tartışma: Klonladığımız CCRL varyantlarının ökaryotik hücrede eksprese olduğunu ve kemokinleri bağlayarak ortamdan uzaklaştıran tuzak reseptör fonksiyonunu taşıdığını belirledik. Bu klonlar meme kanseri hücrelerine aktarılacak ve ilerde, CCRL nin meme kanserinde oynadığı rol araştırılacaktır. Ref No: S0 Tümör Biyolojisi ANDROJENLE MUAMELE EDİLEN PROSTAT KANSERİ HÜCRELERİNDEN MİKRORNA SALINIMININ İN VİTRO KARAKTERİZASYONU Duygu Tiryakioğlu, Merve Çetinkaya, Emre Özgür, Nejat Dalay, Uğur Gezer İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Prostat kanseri erkeklerde en sık rastlanan malin tümördür ve kanserden ölümlerde akciğer tümörlerinden sonra ikinci en yüksek ölüm nedenidir. Prostat kanseri androjen bağımlı bir malinitedir ve hormonal tedavi, ileri ve/veya metastatik prostat kanserinin en yaygın olarak kullanılan tedavi yöntemidir; ancak hastaların önemli bir bölümünde androjene direnç gelişir ve hastalık hızla ilerler. Bu nedenle diğer kanser türlerinde olduğu gibi prostat kanserinde de hastalığın progresyonunun takibi açısından yeni biyobelirteçlere gereksinim vardır. Son yıllarda yapılan çalışmalar mikrorna ların (mirna lar), diğer kanserlerde olduğu gibi prostat kanseri patogenezinde de rol aldığını ortaya koymaktadır. mirna lar ile prostat kanseri arasındaki ilişkiyi araştırmak için yapılmış olan çalışmalar özellikle mir-4 ve mir-75 in artmış plazma düzeylerinin ileri evre/metastatik prostat kanseri ile ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır. Bu gözlemler, prostat kanseri progresyonu sürecinde bu iki molekülün androjen hormonu tarafından düzenleniyor olabileceğini düşündürmüştür. Bu noktadan hareketle, çalışmamızda hormona duyarlı bir prostat kanseri hücre soyu olan LNCaP hücreleri model sistem olarak kullanılarak androjen muamelesinin, mir-4 ve mir- 75 moleküllerinin ifade düzeylerini nasıl etkilediği ve hücrelerden kültür ortamına salınıp salınmadığı incelendi. mirna ifadesi ve hücrelerden salınması, prostat spesifik antijen (PSA) ve bir prostat kanser spesifik kodlamayan RNA olan PCA ün ekspresyonu ve salınımı ile karşılaştırıldı. Gereç-Yöntem: Yaklaşık 00.000 hücre 48 saat steroid hormonlardan arındırılmış kültür ortamında büyütüldükten sonra, 0,, 0 ve Susesi Otel, Antalya 5

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ 00 nm konsantrasyonlarda 5-alfa-dihidrotestosteron (DHT) eklendi ve hücreler 4 saat bu koşullarda tutuldular. Hasat edilmelerini takiben hücrelerden ve kültür medyumundan total RNA izole edildi. cdna oluşturulmasını takiben mirna lar, PSA mrna ve PCA nicel gerçek-zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu ile incelendi. Sonuçlar göreceli olarak ifade edildi. İstatistiksel analizler student s t testi ile yapıldı. Bulgular: DHT nin LNCaP hücrelerinde doza bağlı bir şekilde moleküllerin ifadesini ve salınımını etkilediği saptandı. En yüksek konsantrasyonda (00 nm), DHT mir-4 ve mir-75 gen ifadesini yaklaşık.5 kat arttırırken, bu iki molekülün hücrelerden kültür medyumuna salınımlar -.9 kat arttırmıştır. Aynı koşullarda hücrelerde PSA ve PCA gen ifadesi yaklaşık olarak sırasıyla 9 ve 400 kat artış göstermiştir (p<0.0). Androjen muamelesi PSA nın hücrelerde kültür ortamına salınımını yaklaşık kat arttırırken (p<0.0) PCA hücre kültürü medyumunda saptanmamıştır. Sonuç: Bulgularımız, mir-4 ve mir-75 in androjen tarafından düzenlendiğini ve hücrelerden salınımlarını uyardığını ortaya koyarken etkinin PSA ve PCA kadar olmadığını göstermektedir. Ref No: S0 MEME KANSERİ KÖK HÜCRELERİNİN GEN EKSPRESYON PROFİLİ Tümör Biyolojisi Sait Murat Doğan, Pınar Ayşe Erçetin, Zekiye Altun, Duygu Dursun, Safiye Aktaş Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Temel Onkoloji Ana Bilim Dalı, İzmir Amaç: Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser tipi olup tüm kanser ölümleri arasında ikinci sırada yer almaktadır. Kanser kök hücreleri kendilerini yenileyebilmekte, kanser tedavilerine iyi yanıt vermemekte, ilaçlara karşı direnç göstermektedirler. Kanser tedavi araştırmalarında kanser kök hücrelerinin de hedeflenmektedir. Bu çalışmada farklı moleküler ve biyolojik karakteristikteki meme kanseri hücrelerinin kök hücrelerindeki gen ekspresyon profilindeki farklanmaları ortaya çıkararak yeni moleküler hedefler bulunması amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Farklı moleküler ve biyolojik özellikteki meme kanseri hücre hatları MDA-MB- (östrojen reseptörü ER-, progesteron reseptörü PR-, insan epidermal büyüme faktörü reseptörü-, HER-), MCF-7 (ER+PR+HER-), HTB-0 (ER+PR+HER+) HTB- (ER+PR+HER-) kültüre edildi. Hücrelerin bir kısmı kontrol grubunu oluştururken, kalan kısımdan CD44+CD4- meme kanseri kök hücreleri manyetik yolla izole edildi. Hücrelerden RNA izolasyonu yapılarak cdna sentezi gerçekleştirildi. PAHS-Z array i kullanılarak 84 meme kanseri karsinogenezi ile ilişkili gen ekspresyonları aynı hücre hatlarının kontrol ve kök hücre grupları ile kıyaslandı. Gen ekspresyon analizleri SABioscience ın data analysis sayfasında yapıldı. T test tabanlı p<0,05 değerlendirmeye alındı. Bulgular: HTB- kök hücrelerinde anjiyogenez ilişki VEGFA gen ekspresyonu artarken, epiteliyal hücrelerin mobilitesinde etkili TFF gen ekspresyonu belirgin olarak azalmıştır. HTB-0 kök hücrelerinde epiteliyalden mezenkimale dönüşümde etkili CTNBB, DNA hasarı ve apoptoz ilişkili CDKNA ve transkripsiyon faktörü JUN genleri belirgin artarken; nükleer steroid hormon reseptörü PGR, TFF, hücre proliferasyonu ilişkili MKI67 ve nükleer steroid hormon reseptörü ESR genleri azalmıştır. MCF-7 kök hücrelerinde taşıyıcı protein ailesinden SLC9A6, TFF, transkripsiyon faktörü XBP, RB, MAPK artarken; hücre-matriks ilişkisinde etkili ADAM, migrasyon ve proliferasyon ilişkili PLAU, antioksidan enzim kodlayan GSTP, steroid hormon reseptörü AR, anti-apoptotik BCL, invazyon ve metastaz ilişkili MMP, MMP9 ve DNA hasarı tamirinde görevli MGMT gen ekspresyonları belirgin azalmıştır. MDA-MB- kök hücrelerinde MMP9 ve MKI67 genlerinde belirgin azalırken ABCB ve SLC9A6 gen ekspresyonlarında artmıştır. Sonuç: Farklı meme kanseri kök hücrelerinin normal meme kanseri hücrelerine kıyasla meme kanseri ilişkili gen ekspresyonlarında belirgin artış ve azalışlar saptanmıştır. Bu değişikliklerin başlıca hücre-hücre ilişkisi, anjiyogenez, tümör migrasyonu ve proliferasyonu ve DNA hasar tamiri ilişkili genlerde olduğu saptanmıştır. Yeni tedavi hedeflerinin bu değişiklikleri de hedef alacak şekilde planlanması uygun olacaktır. Ayrıca doğada tek tip meme kanseri kök hücresi bulunmamakta olup farklı fenotipte meme kanserlerinin kök hücrelerinin farklı ekspresyon göstermesi, kanser başlatıcı hücre deyimi kullanılmasının daha mı kullanışlı olacağı sorusunu gündeme getirmektedir. Ref No: S04 MEME KANSER TEDAVİSİNDE P95HER: TRASTUZUMAB DİRENCİNDE BİYOBELİRTEÇ OLABİLİR Mİ? Tümör Biyolojisi Nuket Eliyatkın, Hakan Özgür, Pınar Erçetin, Safiye Aktaş, Ali Küpelioğlu 4, Metin Ceyhan, Baha Zengel 5 İzmir Bozyaka EAH Patoloji Bölümü ve Dokuz Eylül Üniversitesi Temel Onkoloji Anabilim Dalı, İzmir Özel Güneş Patoloji Laboratuvarı ve Dokuz Eylül Üniversitesi Temel Onkoloji Anabilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Temel Onkoloji Anabilim Dalı, İzmir 4 Özel Güneş Patoloji Laboratuvarı, İzmir 5 İzmir Bozyaka EAH Genel Cerrahi Bölümü,İzmir Giriş: Günümüzde, hedefe yönelik tedavi programları arasında, meme kanseri hastalarında trastuzumab kullanımı, en bilinenlerindendir. HER+ meme kanserinin tedavisinde trastuzumabın,sağkalımda belirgin artışa neden olduğu gösterilmiştir. Ancak HER+ meme kanser hastalarının %70-80 inde, tek ajan tedavisi olarak uygulanan trastuzumaba karşı primer yada kazanılmış direnç görülür. Trastuzumab direncini açıklayan çeşitli mekanizmalar tanımlanmış olup bunlardan birisi, ekstrasellüler trastuzumab bağlanma yeri bulunmayan HER reseptörünün truncated formudur. Bu form genelde p95her yada karboksi terminal fragmanları olarak tanımlanır ve gerçekten de bazı tümörlerde baskın olan HER formudur. p95her nin lenf nodu metastazı ile korele olduğu gösterilmiş ve agresif bir subtipi predikte eden bir biomarker olarak kullanılabileceği öne sürülmüştür. Ayrıca trastuzumab direncinin öngörülmesini de sağlamaktadır. Biz de bu çalışmada, RT-PCR yöntemi ile overekspresyonunu değerlendirdiğimiz p95her formunun, trastuzumaba direnç gelişiminde etkinliğini araştırdık. Gereç-Yöntem: Çalışmamıza primer tümörü değerlendirilerek invaziv meme karsinomu tanısı almış 6 olgu dahil edilmiş ve in situ komponent tümör dokusunun %0 dan az olan blok seçilmiştir. Bu bloklardan hazırlanan kesitlere HER için İHK ve CİSH uygulanmıştır. Tüm 6 olguya ait ve direnç gelişen olguya ait H&E kesitlerde invaziv tümör hücrelerinden zengin, stromadan fakir alan işaretlendi ve bu alana uyan doku örneği RT-PCR değerlendirilmesi için bloktan çıkarıldı. Bulgular: Çalışmamıza alınan 6 olguya ait HER durumu, İHK yöntemle tümünde (Şekil ), CİSH ile 6 inde (Şekil ), RT-PCR ile 60 ında belirlenmiştir. Değerlendirme sonuçları karşılaştırmalı şekilde tablo ve tablo de özetlenmiştir. Direnç gelişen yeni olgu ve önceki 6 olgu içinden seçtiğimiz 0 olguda, RT-PCR yöntemi ile hem HER hem de p95her çalışılmıştır. Yalnızca bir olguda p95her için sonuç alınamamıştır. HER değerlendirilen olgunun sinde overekspresedir. p95her ise değerlendirilen olgunun ünde overekspresedir. HER ve p95her formlarının ikisi de overeksprese olan olgu sayısı 8 iken HER ve p95her formunda overekspresyon görülmeyen olgu sayısı 6 olarak saptanmıştır. HER overekspresyonu gösteren ve p95her overekspresyonu göstermeyen olgu sayısı dür. İlginç olarak HER overekspresyonu bulunmayan p95her overekspresyonu olan 5 olgunun ünü çalışmaya sonradan dahil ettiğimiz direnç gösteren olgular oluşturmaktadır ve p95her oransal değerleri en yüksek olguları kapsamaktadır. 6 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER Sonuç: p95her+ meme kanserlerinin, trastuzumab yerine lapatinib gibi tirozin kinaz inhibitörleri ile tedavisinin etkin olacağı açıktır. Biz de çalışmamızda bulunan olguların retrospektif olarak prognozlarını değerlendirerek ve yeni direnç gösteren olguları da çalışmaya dahil ederek, meme kanserinde hedefe yönelik tedavide bir öngörü sağlayabilecek bir biobelirtecin önemini belirlemeye çalışmaktayız. Şekil. HER- durumu İHK + olan invaziv meme karsinomu Ref No: S05 Tümör Biyolojisi GENOTOKSİK STRES İLİNTİLİ APOPTOZDA UZUN KODLAMAYAN RNA LARIN İNCELENMESİ Emre Özgür, Uğur Gezer İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Temel Onkoloji Ana Bilim Dalı İstanbul Giriş: İnsan genomunun yaklaşık %70 kadarının RNA ya okunduğu bilinmektedir. Hücrede proteine çevrilmeyen RNA molekülleri, kodlanmayan RNA lar olarak adlandırılır; mikrornalar ve yakın zamanda keşfedilen uzun kodlamayan RNA lar (lncrna lar, >00nt) bu gruptan moleküllerdir. Genotoksik stres ilişkili apoptozda kodlanmayan RNA ların önemi ve işlevi konusunda bilgi sınırlıdır. Çalışmamızda, deneysel hücre kültürü sisteminde, γ-radyasyon ve kemoterapötik ajan bleomisin ile oluşturulan DNA hasarının yol açtığı apoptotik süreçte aday lncrna ların (HOTAIR, MALAT ve TUG) ifade düzeyleri incelendi. Gereç-Yöntem: HeLa ve kaspaz- den yoksun olan MCF-7 hücreleri model sistemler olarak kullanıldı. Kullanılan dozlar, bleomisin için 0, 7 ve 75 μg/ml, γ-ışınları için 0, ve 5 Gy şeklinde idi. 4 saatlik muamele sonrasında nükleozom ELISA ile apoptoz düzeyi, nicel PCR yöntemi ile moleküllerin ifade düzeyleri incelendi. Bulgular: Bazal apoptoz düzeyinde bleomisin ile muamele edilen HeLa hücrelerinde doza bağlı olarak sırasıyla 0 ila.5 kat, MCF-7 hücrelerinde ise 0 ila kat artış saptandı. Buna karşın, γ-radyasyon apoptoz düzeyini HeLa hücrelerinde kat arttırırken, MCF-7 hücrelerinde değişim saptanmadı. İncelenen koşullarda lncrna molekülleri arasında ifade düzeyi anlamlı şekilde değişen tek molekül HOTAIR idi. HOTAIR düzeyinin sadece bleomisin ile muamele edilmiş hücrelerde azaldığı ve bunun iki hücre soyunda farklı düzeyde gerçekleştiği görüldü. Azalış MCF-7 hücrelerinde yaklaşık 7 kat iken HeLa hücrelerinde.5 kat olarak gerçekleşti. Sonuç: Bulgularımız, genotoksik strese maruz bırakılmış farklı hücrelerde kodlamayan moleküllerinin davranışlarının farklı olabildiğini göstermektedir. Ref No: S06 Tümör Biyolojisi SİLMARİN NÖROBLASTOM HÜCRELERİ ÜZERİNDE POTANSİYEL ANTİ-TUMORAL AJAN MI? Zekiye Altun, Pınar Erçetin, Banu Demir, Emre Çeçen, Ayça Pamukoğlu, Safiye Aktaş, Nur Olgun Dokuz Eylül Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, İzmir Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Aydın Şekil. CİSH ile yüksek amplifikasyon, büyük kümeler şeklinde. Tablo. İHK ve CISH ile HER durumu değerlendirilmesinin dağılımı Ekspresyon 0/+ (n=4) Amplifikasyon negatif Amplifikasyon pozitif + (n=5) + (n=4) 4 6 6 0 7 (5AP-D/AP-Y) 8 (6AP-D/AP-Y) n: olgu sayısı, AP-D: Amplifikasyon pozitif-düşük, AP-Y: Amplifikasyon pozitif-yüksek Tablo. İHK ve RT-PCR ile HER durumu değerlendirilmesinin dağılımı Ekspresyon 0/+ (n=4) + (n=5) + (n=4) Normal ( AN) (AP-D/AP-Y/9AN) ( AN) Artmış 0 0 (AP-D/AP-Y/5AN) (6AP-D/AP-Y/5AN) n: olgu sayısı, AP-D: Amplifikasyon pozitif-düşük, AP-Y: Amplifikasyon pozitifyüksek, AN: Amplifikasyon negatif. Giriş: Nöroblastom çocukluk çağında en sık görülen ekstrakraniyal solid tümördür. Sisplatin çocukluk çağı kanserlerinde yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Silmarin milk thistle dan ekstrakte edilen bir poliflavonoid bileşiktir. Bugüne dek karaciğer üzerinde koruyucu etkileri gösterilmiştir. Pro-inflamatuar sitokinlerin nöroblastomda tümör gelişimi ve metastazı ilişkili oldukları bilinmektedir. Bu çalışmanın amacı nöroblastom hücrelerinde silmarinin tek başına ve sisplatin ile kombine edildiğinde anti-proliferatif ve pro-inflamatuar etkilerinin olup olmadığını değerlendirmektir. Yöntem: C00 fare nöroblastom hücreleri 7C %5 CO ve DMEM hücre çoğalma ortamı kullanılarak çoğaltıldı. Silmarinin tek başına ve sisplatin ile birlikte fare C00 nöroblastom hücrelerinin canlılığı üzerindeki etkisi WST- hücre canlılık testi ile değerlendirildi. Pro-inflamatuar sitokinler olan IL-6, IL-β ve TNF-α düzeyleri fare ELISA testleri kullanılarak ölçüldü. Gruplar arasındaki farklar SPSS 5.0 programında Mann-Whithney-U analizi ile değerlendirildi ve p<0.05 istatistiksel anlamlı kabul edildi. Bulgular: Silmarin doz bağımlı olarak hücre canlılığını azalttı. Silmarin-sisplatin kombinasyonu hücre canlılığını sisplatine göre daha da azalttı. Sisplatin pro-inflamatuar sitokin düzeylerini Susesi Otel, Antalya 7

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ kontrole göre arttırdı. Buna karşın pro-inflamatuar sitokin düzeyleri tek başına silmarin ile değişmedi. Silmarin-sisplatin kombinasyonu pro-inflamatuar sitokin düzeylerini sisplatine göre azalttı. Sonuç: Bulgularımız silmarinin özellikle sisplatin ile kombine edildiğinde potansiyel anti-tumoral bir ajan olduğunu göstermektedir. Silmarin-sisplatin kombinasyonunun anti-tumoral etkisi pro-inflamatuar sitokin düzeylerinin azaltılması ile gerçekleşiyor olabilir. Silmarinin anti-tumoral etkisinin ve etki mekanizmalarının in-vivo hayvan modelleri üzerinde denenerek kanıtlanması gerekmektedir. bilinmesine rağmen kanser hücrelerini hangi meknanizma ile öldürdükleri bilinmemektedir. Bu çalışma benzotiyazol türevi bileşiklerin topoizomeraz II α inhibisyonu ile (topoizomeraz II ticari olarak kullanılmakta olan antikanser ilaçların %50 sinin hedefidir) etkilerini gösteren ilk çalışmalardan biridir. Sonuç olarak BM bileşiği yeni bir antikanser ilaç adayı olma potansiyeline sahip görünmektedir. Ref No: S07 Farmakoloji ADET BENZOTİYAZOL TÜREVİNİN ÖKARYOTİK DNA TOPOİZOMERAZ İNHİBİSYON POTANSİYELLERİNİN ARAŞTIRILMASI (INVESTİGATİON OF EUKARYOTİC DNA TOPOİSOMERASE INHİBİTİON POTENTİAL OF BENZOTHİAZOLE DERİVATİVES) Çiğdem Özen, Egemen Foto, Zeliha Soysal, Fatma Zilifdar, Betül Tekiner Gülbaş, İlkay Yıldız, Esin Akı, İsmail Yalçın, Nuran Diril Bilkent Üniversitesi, Fen Fakültesi, BilGen Biyoteknoloji ve Genetik Merkezi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Ankara Hacettepe Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Moleküler Biyoloji Anabilim Dalı, Beytepe, Ankara Ankara Üniversitesi, Ezcacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Tandoğan Ankara Amaç: DNA topoizomeraz enzim inhibitörleri antikanser ilaç olarak yaygın şekilde kullanılmaktadır. Bu çalışmanın amacı da daha önce biyolojik aktiviteleri incelenmemiş adet benzotiyazol türevinin ökaryotik DNA topoizomeraz I ve II enzimlerine karşı inhibisyon potansiyellerinin ortaya çıkarılmasıdır. Gereç-Yöntem: adet bileşiğin IK 50 (%50 enzim inhibisyonu yapan konsantrasyon) değerleri hem sığır timusu topoizomeraz I enzimi hem de insan topoizomeraz IIα enzimi ile Relaksiyon yöntemi kullanarak belirlendi. En etkili olduğu belirlenen bileşiğin etki mekanizmasını ortaya çıkarmak amacıyla bir seri moleküler biyolojiği tekniği [DNA Cleavage Yöntemi, EMSA (Electrophoretic Mobility Shift Assay), DNA topoizomeraz I ve T4 DNA ligaz sarmal açma yöntemleri, polimeraz zincir reaksiyonu (PZR), DNaz I inhibisyon yöntemi, Restriksiyon Endonükleaz Yöntemi) kullanıldı. Bulgular: Relaksiyon yöntemi ile yapılan taramada test edilen bileşiklerin DNA topoizomeraz I enzimi yerine insane topoizomeraz II α inhibitörleri olduğu belirlendi. En etkili bileşik olan -amino--(-bromobenzil)-,-benzotiyazol--ium 4-metilbenzensülfonat BM ün insan topoizomeraz II α IK 50 = 9 nm olarak hesaplandı. Bu değer halen kanser terapisi diyetlerinin %50 sinde yer alan ve pozitif kontrol bileşiği olan etopozit (IK 50 =0 μm) ile karşılaştırıldığında, BM ün etopozitten çok daha etkili bir insane topoizomeraz II α inhibitörü olduğu görülmektedir. Mekanistik çalışmalar BM ün topoizomeraz IIα inhibisyonunu öncelikle enzimle interaksiyona girerek gerçekleştirdiğini ancak etkinin DNA etkileşimiyle de arttığına işaret etmektedir. DNA sarmal açma, DNaz I inhibisyonu yöntemleri BM ün DNA interkalasyonu yerine DNA küçük oluğuna bağlandığını göstermektedir. Restriksiyon endonükleaz yöntemi ile BM bileşiğinin BamHI ve Hindi III enzimlerinin tanıma ve kesim noktaları olan 5 GGATCC or 5 AAGCTT DNA dizilerine spesifik olarak bağlandığı bulunmuştur. 5 mm BM in vitro replikasyon olan polimeraz zincir reaksiyonunu bilinen topoizomeraz I (CPT) ve topoizomeraz II (etopozit ve mamsa) inhibitörlerinden daha etkin şekilde inhibe etmiştir. Sonuç: Bu çalışmada 6 adet benzotiyazol ve bunların N-amin tosil tuzlarının DNA topoizomeraz I ve II inhibisyon potansiyelleri belirlendi. bileşiğin de insan topoizomeraz II α enzimini değişik konsantrasyonlarda inhibe ettiği, ana bileşiklerin genel olarak daha etkin olduğu ancak tosilenmiş türevlerden BM ün nm düzeyde etki gösterdiği bulundu. Benzotiyazol bileşiklerinin antikanser özellikleri Şekil. Benzotiyazol Türevlerinin Topoizomeraz II inhibisyonu (A) Benzotiyazollere ait IK50 değerleri (B) BM insan topoizomeraz II alfa inhibisyon sonucu Şekil. BM küçük oluğa bağlanarak DNA yı DNaz I kesiminden korur Ref No: S08 Tümör Biyolojisi KROMONİL TİAZOLİDİNDİON TÜREVİ BİR KARMA BİLEŞİĞİN HEPATOSELÜLER KARSİNOMA HÜCRELERİNE KARŞI YÜKSEK BİYOAKTİVİTESİ VE ETKİ MEKANİZMASI Çiğdem Özen, Meltem Ceylan Ünlüsoy, Oya Bozdağ Dündar, Rahmiye Ertan, Mehmet Öztürk Bilkent Üniversitesi, Fen Fakültesi, BilGen Genetik ve Biyoteknoloji Merkezi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Ankara Ankara Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmasötik Kimya Anabilim Dalı, Tandoğan, Ankara Amaç: Hepatoselüler karsinoma (HSK) konvansiyonal kemoterapi ve radyoterapiye yüksek direnç gösteren, bu nedenle ilaçla tedavi başarısının çok düşük olduğu bir kanser türüdür. Kromon türevlerinin PI kinaz inhibitörü, PPAR-γ agonistleri olan tiyazolidindion türevlerinin anti-diyabetik ve anti-kanser etkileri bilinmektedir. Çalışmamızda bu iki aktif bileşiğin karması olan kromonil tiazolidindion türevlerinin biyolojik aktiviteleri HSK hücre hatlarında test edildi. Gereç-Yöntem: Çalışmadaki 8 bileşiğin sentezleri daha önce yayınlanmıştı (Ceylan-Unlusoy, et al 00; 0). Bileşiklerin sitotoksik etkileri sulforodamin B (SRB) yöntemiyle iki farklı HSK hücre hattı (Huh7 ve PLC/PRF/5) kullanılarak tarandı. İK 50 değerleri, beş HSK (Huh7, PLC, Snu449, HepB, HepG) ve bir meme kanseri (MK) hücre hattı (MCF-7) için belirlendi. Hücre döngüsündeki değişimler ise akış sitometresi yöntemiyle incelendi. Bulgular: Huh7 ve PLC hücre hatlarındaki ilk taramada 0 μm konsantrasyonda kromonil - tiokso-benzimidazolidin-4-on (C9) bileşiğinin hücre büyümesinde anlamlı bir baskılamaya (%9-56 sitotoksisite) neden olduğu bulundu. Diğer bileşiklerin çoğunda baskılama düşük ya da gözlenmedi. Çalışmalara C9 ile devam edildi. 8 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER Beş adet HSK ve bir adet meme kanseri hücre hattında C9 un İK 50 değerleri belirlendi. Bu bileşiğe karşı Huh7 (HSK) ve MCF7 (MK) hücre hatlarının en hassas hatlar oldukları (İK 50 : 4,9-5. μm) saptandı. Diğer HSK hücre hatları ise 8-50 μm arasında değişen İK 50 ile daha dirençli bir yanıt verdiler. C9 Snu449 hücrelerinin boyutlarında aşırı büyümeye neden olduğu bulundu. Bunun hücre döngüsündeki bir değişimden dolayı ortaya çıkabileceği düşünüldü. C9 ile 4 ve 7 saat muamele edilen Snu449 ve Huh7 hücreleri PI ile boyanarak akış sitometresiyle incelendi. Sonuçta 4 saatte düşük dozda C9 a maruz kalan Huh7 hücrelerinde DNA sentez (S) evresinde bir artış gözlenirken, yüksek dozda hücrelerin G/Mitoz evresinde bloke oldukları saptandı. Snu449 hücrelerinin ise, C9 muamalesini izleyen 4. saatte hücre döngüsünün G evresinde bloke olduğu gözlendi. Sonuç: Literatürde HSK ya karşı etkin oldukları rapor edilmiş tiyazolidindion türevleri (troglitazon, rosiglitazone) ile karşılaştırıldığında, bu raporda tanımlanan C9 bileşiğinin çok yüksek bir toksisiteye sahip olduğu anlaşıldı. Ticari kullanımda olan tiyazolidindion türevleri 50-00 μm dozlarda etkin iken, C9 bileşiğinin bazı hücre hatlarında 0-0 kat daha etkin olduğu saptandı. Ayrıca, bu etkinin hücre hattına bağlı olarak hücre döngüsünün G/mitoz veya G evresinde bloke olmasına bağlı olduğu gösterildi. C9 un etki potansiyelindeki bu artışın, kromonil grubunun ana moleküle eklenmesine bağlı olduğu tahmin edilmektedir. Bazı kromon türevlerinin PI Kinaz aktivitesini baskıladığı olgusundan hareketle, araştırmalarımız C9 muamalesi sonucunda HSK hücrelerinde PI Kinaz yolağındaki değişiklerin tanımlanması yönünde devam etmektedir. Ref No: S09 Onkoloji Hemşireliği ORAL KEMOTERAPİ KULLANAN HASTALARIN TEDAVİYE UYUMUNUN DEĞERLENDİRİLMESİNE YÖNELİK STANDART BİR ÖLÇEĞİN GELİŞTİRİLMESİ: ORAL KEMOTERAPİ UYUM ÖLÇEĞİ Gülcan Bağçivan, Nalan Akbayrak GATA Hemşirelik Yüksek Okulu, İç Hastalıkları Hemşireli Bilim Dalı. Ankara Giriş: Kanser tedavisinde oral kemoterapi kullanımının, hem hasta hem de sağlık çalışanları açısından birçok avantajları olmasına rağmen tedaviye uyumsuzluk oral kemoterapi kullanımında önemli bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Uyum, vücuda etki eden biyolojik bir faktör değildir; ancak uyumsuzluk, tedavinin başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olan önemli bir etkendir. Bu açıdan, hastanın tedaviye uyumu, doğru tanı konması ve tedavinin doğru ve zamanında başlanması kadar önem taşımaktadır. Hemşirelerin, tedaviye uyumu standart ölçüm araçları ile değerlendirmesi ve sonuçlarını bakım sürecine katması, bakımın kalitesinin yanı sıra, ilacın biyoyararlanımının ve dolayısıyla tedavi başarısının da artırması açısından önemli bir konudur. Oral kemoterapi kullanan hastaların tedaviye uyumunun değerlendirilmesi için, kullanım kolaylığı olan ve psikometrik değerlendirmeleri yapılmış standart bir ölçek bulunmamaktadır. Amaç: Bu çalışmada, oral kemoterapi kullanan hastaların tedaviye uyumlarının değerlendirilmesi amacı ile kullanılacak oral kemoterapi uyum ölçeğinin geliştirilmesi ve geçerlilik ve güvenilirliğinin analiz edilmesi amaçlanmıştır. Gereç Yöntem: Metodolojik bir araştırma olan bu çalışma çok merkezli olarak Nisan 0-Mart 0 tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırmanın örneklemini, en az bir aydır kanser tedavisinde oral ajan kullanan 06 katılımcı oluşturmuştur. Araştırmada veri toplama aracı olarak, hastaların tanıtıcı bilgilerine yönelik veri toplama formu, Oral kemoterapi uyum ölçeği ve ilaç tedavisine bağlılık/uyum öz-etkililik ölçeği (MASES) kullanılmıştır. Veriler; ayaktan kemoterapi ünitelerinde poliklinik bekleme salonlarında, hastalar ile yüz yüze görüşme yöntemi ile toplanmıştır. Görüşmeler ortalama 0-5 dk sürmüştür. Ölçeğin güvenilirlik analizi için, iç tutarlılık analizi ve test-tekrar test analizi yapılmıştır. Geçerlilik analizi için, kapsam, yüzey, ölçüt ve yapı geçerliliği değerlendirilmiştir. Bulgular: Ölçek için hesaplanan Cronbach alfa iç tutarlılık kat sayısı 0.78 dir. Katılımcıların test-tekrar test puanları arasında ileri derecede anlamlı ve pozitif yönde bir ilişki bulunmuştur. Katılımcıların, Oral kemoterapi uyum ölçeğinden aldıkları toplam puanlar ve MASES ten aldıkları toplam puanlar arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki olduğu görülmüştür. Ölçeğin yapı geçerliliği için yapılan faktör analizi sonucunda toplam varyansın yaklaşık %4 ünü açıklayan üç faktör oluşmuştur. Sonuç ve Öneriler: Bu çalışmada elde edilen sonuçlar, 9 maddeden oluşan Oral kemoterapi uyum ölçeğinin oral kemoterapi kullanan hastaların tedaviye uyumlarının belirlenmesinde kullanılabilecek güvenilir ve geçerli bir ölçek olduğunu göstermiştir. Bu sonuçlar doğrultusunda, ölçeğin kanser tedavisinde oral ajan kullanan hastalarının tedaviye uyum durumlarının değerlendirilmesi ve izlenmesi amacı ile bu hasta grubu ile çalışan sağlık profesyonelleri tarafından kullanılabileceği önerilmektedir. Ref No: S040 Onkoloji Hemşireliği ONKOLOJİ KLİNİĞİNDE ÇALIŞAN HEMŞİRELERDE GRUP İÇİ İLETİŞİMİN GELİŞTİRİLMESİNDE PSİKODRAMANIN KULLANIMI Azize Atlı Özbaş, Sevinç Kutlutürkan, Figen Bay Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Onkoloji çalışanları, klinik tıpta en fazla zorlanma yaşayan gruplardandır. Onkoloji hemşireleri, bu alanın zorluklarıyla en fazla karşılaşan gruptur. Bu alanda çalışıyor olmanın getirdiği olumsuz durumlarla baş etmek, her zaman mümkün olmamakta ve fizyolojik ve psiko-sosyal sorunlarla sonuçlanabilmektedir. Bu sorunlar, hafif fizyolojik ve psikolojik belirtilerden, tükenmişlik ve depresyona kadar farklı aşamalarda görülebilir. Tükenmişlik insanlara karşı olumsuz tutumla karakterize bir durumdur. Bu tutum önce kişinin kendisine yönelerek değersizlik, düşük benlik saygısı ve güçsüzlük olarak hissedilmekte, daha sonra ise, kişinin, iş ve özel yaşamında yakın etkileşimde bulunduğu gruba yönelir. Sonuç olarak da, kişiler arası ilişkilerde bozulmaya ve olası destek sistemlerinin kaybına yol açar. Yani baş etmede en önemli kaynaklardan bir olan sosyal destek, tükenme ve yoğun stres nedeniyle zarar görür. Bu kısır döngünün kırılması, kişinin baş etme mekanizmalarını harekete geçirebilmesinde, grup içi iletişimin arttırılması fayda sağlayabilir. Amaç: Bu çalışmanın amacı, onkoloji kliniğinde çalışan hemşirelerde grup içi iletişimin güçlendirilmesinde psikodrama yönteminin etkisini belirlemektir. Yöntem: Çalışma, hematoloji-onkoloji kliniğinde çalışan hemşire ile Nisan-Haziran 0 tarihlerinde yapılmıştır. Hemşirelerin sosyo-demografik ve psikolojik değişkenleri belirlemek için, Katılımcı Bilgi Formu, Maslach Tükenmişlik Ölçeği ve Back Depresyon Envanteri kullanılmıştır. Çalışma öncesi hemşirelere çalışmanın amacı açıklanmış, aydınlatılmış onamları yazılı olarak alınmıştır. Çalışma sürecince, 5 oturum psikodrama uygulanmış, her oturum yaklaşık saat sürmüştür. Uygulamada, kendini tanıma ve grup içi iletişimini artırmaya yönelik, psikodramatik teknikler kullanılmıştır. Değerlendirmede, en az oturuma katılan 8 hemşire ile yarı yapılandırılmış bir görüşme yapılmıştır. Bulgular: Hemşirelerle yapılan görüşmelerdeki ortak temalar belirlenerek, çalışmanın bulguları oluşturulmuştur. Hemşirelerden, kendilerine ve gruba yönelik değerlendirme yapmaları istenmiştir. Hemşireler kendilerine yönelik değerlendirmede; kendileri ile ilgili bazı özelliklerin farkına vardıklarını, diğer üyelerin farklı özelliklere sahip olmakla birlikte sorun alanlarının ortak olduğunu görmenin onları şaşırttığını, diğer üyelerin duygusal yönlerini gördüklerini sorunlar önemsenme durumlarındaki benzerlikleri fark ettiklerini Susesi Otel, Antalya 9

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ belirtmişlerdir. Grubu değerlendirmede ise; bazı uygulamalarda, başlangıçta kaygı yaşamakla birlikte, grup olarak bir işi başarma hissinin iyi geldiğini ifade etmişlerdir. Bazı katılımcılar, çalışma arkadaşları ile grup ortamında olmayı daha güvenli olarak algılarken bazıları bunu kendilerini açmayı sınırlayıcı algılamıştır. Sonuç: Onkoloji hemşirelerin desteklenmesi ve ekip çalışmasının geliştirilmesi için psikodrama etkili bir yöntemdir. Psikodramada oturumlarının sayısının arttırılmasının grup içi etkileşimin güçlenmesinde yararlı olacağı düşünülmektedir. Ref No: S04 Onkoloji Hemşireliği KANSER HASTALARININ KEMOTERAPİYE BAĞLI GELİŞEN SORUNLARA İLİŞKİN YAPTIKLARI UYGULAMALAR VE YAŞAM KALİTESİNE ETKİSİ Sevinç Kutlutürkan, Elif Sözeri, Figen Bay Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Hemşirelik Bölümü /Ankara Gazi Üniversitesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezi, Gazi Hastanesi /Ankara Giriş: Kanserli hastalarda yaşam kalitesinin en üst düzeyde tutulması ve hastaların kendi tedavi ve bakımlarının sorumluluğunu alarak yaşamlarını sürdürmeleri büyük önem taşımaktadır. Kemoterapi alan hastaların semptomlarının giderilmesine / azaltılmasına ilişkin kendi yaptığı uygulamalarını belirlemek, hastaların bireysel bakım ve tedavilerinin planlanmasına, bireyin öz bakımını yapabilme yeteneğine ve tedaviye uyumuna katkı sağlayarak yaşam kalitelerini yükseltecektir. Amaç: Bu çalışma kemoterapiye bağlı olarak hastaların sıklıkla yaşadıkları semptomları ve bu semptomlara yönelik aldıkları tedavilerhastaların kendi kendilerine yaptıkları uygulamalar ve yaşam kalitesi üzerine etkilerini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntemler: Bu çalışma Hematoloji-Onkoloji servisinde yatan ve Ayaktan Kemoterapi Merkezinde tedavi görmekte olan 80 hasta ile gerçekleştirilmiştir. Hastaların sosyodemografik özellikleri, yaşadıkları semptomlar, semptomlara yönelik aldıkları tedaviler ve kendi kendilerine uygulamaları belirlemek için anket formu ve yaşam kalitelerine etkisine yönelik SF 6 Yaşam Kalitesi Ölçeği kullanılmıştır. Verilerin analizi yüzdelik, ortalama, t testi kullanılarak yapılmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan hastaların %50 si kadın, %,5 i meme kanseri, %, ü akciğer kanseridir. Yaş ortalaması 48,4, %4,5 i ilköğretim mezunu, %7,8 evli, %6, ü çalışmamaktadır. %, nün tanı alma süreleri altı ay ile bir yıl arasında değişmektedir.. Hastaların yaşadıkları semptomlara ve bu semptomların şiddetine bakıldığında hastaların %6,5 i yorgunluğu, %,5 i hematüriyi farklı şiddet düzeylerinde yaşadıklarını ifade etmişlerdir. Ayrıca hastaların %7,5 i şiddetli düzeyde tat değişikliği, %0 si orta şiddette bulantı-kusma, %6,5 i hafif şiddette konstipasyon ve %,75 i orta şiddette iştah kaybı yaşadıkları belirlenmiştir. Hastaların yaşadıkları semptomlara yönelik yaptıkları uygulamalara bakıldığında; hastaların %,5 i yaşadıkları semptomların hiçbirine yönelik uygulama yapmadığını, konstipasyon yaşayan hastaların %6, ü kayısı, elma gibi lifli besinleri tercih ettiğini, %, ü konstipasyon yaşadığı dönemde bol su tükettiğini ifade etmiştir. Yorgun hisseden hastaların %4 ü yorgun hissettikleri dönemde aktivite kısıtlılıkları yaşadıklarını/yatarak dinlenerek vakit geçirdikleri belirlenmiştir. Sonuç ve öneriler: Kanserli hastaların SF- yaşam ölçeğinden aldıkları puanlar ortalamanın altındadır. Hastalar en yüksek puanı fiziksel fonksiyon alt başlığından, en düşük puanı sosyal fonksiyon alt başlığından almıştır. Hastaların kemoterapiye bağlı yaşadıkları semptomlar ve yaşam kalitesi alt boyutlarındaki aldıkları puanlar bir arada düşünüldüğünde hastaların kendi kendilerine yaptıkları uygulamalar göz önünde bulundurularak desteklenmeleri gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Hastaların gereksinimi oldukları alanda eğitim ve danışmanlık almaları yaşam kalitelerinin yükseltilmesine katkıda bulunacaktır. Tablo. Hastaların yaşam kalitesi ortalama puanlarının dağılımı Fiziksel Fonksiyon Sosyal Fonksiyon Fiziksel Rol Kısıtlılığı Emosyonel Rol Kısıtlılığı Mental Sağlık Zindelik Ağrı Genel Sağlık Anlayışı N 80 80 80 80 80 80 80 80 X 4..4 9.0 7.9 46. 9.8 7. 4.0 Min 0 0 0 0 0 0 0 0 Max 00 88.8 00 00 00 95 80 90 SD 4.9.9 4.5 4.. 6. 6.5 6.9 SH.9.8 4.8 4.7.5.9 4.0.0 Ref No: S04 Onkoloji Hemşireliği ÇOCUKLARDA UYGULANAN KEMOTERAPİ İLİŞKİLİ YORGUNLUĞUN YAŞAM KALİTESİ ÜZERİNE ETKİSİ Nurseven Karaman, Hayriye Dilek Yalvaç, Nilgün Kurucu, Neriman Sarı, İnci Ergürhan İlhan S.B. Ankara Onkoloji EA Hastanesi, Pediatrik Onkoloji Kliniği, Ankara S.B. Ankara Onkoloji EA Hastanesi, Psikiyatri Kliniği, Ankara Amaç: Kemoterapi (KT) ilişkili yorgunluk yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen önemli bir yan etkidir. Bu çalışmada 0-8 yaş grubu KT almakta olan çocuklarda karşılaşılan KT ilişkili yorgunluğun, yaşam kalitesi üzerine etkisini araştırmak amaçlanmıştır. Hastalar ve Yöntem: Pediatrik onkoloji kliniğinde Ocak 0 - Ocak 0 tarihleri arasında yatan ve en az ay süreyle KT uygulanan 5 çocuk hastada anket yöntemiyle yorgunluk ve bunun yaşam kalitesine etkisi araştırılmıştır. Bu amaçla Amerikan Onkoloji Hemşireler Derneği Yorgunluk Ölçeği ile Çocuk Depresyon ve Anksiyete Tarama Ölçekleri kullanılmıştır. Anksiyete için 5 ve üzeri, depresyon için ise 9 ve üzeri değerler tanısal pozitif olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların yaş ortalaması 4.9 (0-8) olup bunların i erkekti. Hastaların yirmiikisi osteosarkom, onbiri Ewing sarkom, dördü non-hodgkin lenfoma, üçü sinovyal sarkom, üçü germ hücreli tümör, üçü rabdomyosarkom ve birer olmak üzere kemik lenfoma, anjiyosarkom, nazofarenks karsinom, hodgkin lenfoma ve epandimom tanısı almış olup çoğunluğunda tedavi sürecine ebeveynleri de refakat etmişlerdi. Ortalama tanı süresi 9.75 (4-48) ay olarak bulunmuştur. Kırkiki hasta ilk tanı anında, 9 hasta ise relaps sonrası çalışmaya alınmıştır. En sık uygulanan KT protokolleri ise; hastada ifosfamid + etaposid, 0 hastada cisplatin + Adriamisin ve 4 hastada yüksek doz metotreksat şeklindedir. KT protokolleri ortalama. (-0) günde, 5.5 (-8) kür olarak uygulanmıştır. Tüm bu tedaviler süresinde hastaların vücut ağırlıklarında belirgin bir değişim gözlenmemiştir. Çalışma süresinde hastalar ağrı açısından da değerlendirilmiş; 5 hasta ağrısının olmadığını ifade ederken, 6 hasta az-orta düzeyde ağrı bildirmiştir. Çalışmada 47 hasta (%9.) tedavi sonrası yorgunluk hissettiğini bildirmiştir. Yorgunluk ölçeği kullanıldığında; hastalardan hasta (%44.6) hafif, 6 hasta (%4) orta, 7 hasta (%4.8) oldukça fazla ve hasta (%6.) da şiddetli yorgunluk bildirmiştir. Kırk hasta yorgunluğu en sık KT bitimindeki -.günlerde ve en yoğun olarak öğle saatlerinde (9 hasta) hissettiğini bildirmiştir. En sık etkilenen günlük yaşam aktiviteleri; 7 hastada koşma, hastada oyun, hastada spor ve hastada öğrenme zorluğu şeklinde sıralanmıştır. Yorgunlukla başa çıkmak için 7 hasta yatakta kalmayı, 4 hasta günü odada geçirmeyi tercih etmiştir. Psikiyatrik değerlendirmede 5 (%9.8) hastada anksiyete bozukluğu, 6 hastada uyum bozukluğu (%.7), 4 hastada depresyon (%7.8), 0 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER hastada sosyal fobi (%.9) saptanmıştır. Anksiyete tarama ölçeği puan ortalaması 8.5, çocuk depresyon ölçeği puan ortalaması 7. olarak hesaplanmıştır. Sonuçlar: KT uygulanan çocuk hastalarda yorgunluk fark edilenden çok daha sıktır. Bu durumun farkına varılması ve gerekli tıbbi ve palyatif bakımla bu hasta grubunun yaşam kalitesinin yükseltilmesi tedavi başarı oranlarını artıracaktır. Ref No: S04 Onkoloji Hemşireliği KEMOTERAPİ İLAÇLARINDAN KAZANILABİLECEK MİLLİ SERVET Niyazi Serdar Arslan¹, Sinan Kütük¹, Ferit İbili¹, Ufuk Yeşiltaş¹, Pervin Horasan² ¹Biyolog, Erciyes Üniversitesi Mehmet Kemal Dedeman Onkoloji Hastanesi ²Eğitim Hemşiresi, Erciyes Üniversitesi Mehmet Kemal Dedeman Onkoloji Hastanesi Giriş: Kanser tedavisinde kemoterapi, giderek artan kanser vakaları ile paralel olarak çok sık kullanılmaktadır. Büyük kısmı oldukça pahalı olan bu ilaçların en etkili şekilde ve israf edilmeden kullanımı önem arz etmektedir. Amaç: Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi nde Onkoloji, Hematoloji ve Kemik iliği nakli erişkin ve pediatri ünitelerinin kemoterapilerinin hazırlanması tek bir elden merkezi kemoterapi hazırlama ünitesinde gerçekleştirilmektedir. Hastalar için hazırlanan bu ilaçların bir kısmının kontaminasyon ve enfeksiyon riski olduğundan saklanamamakta ve kullanım sonrasında imha edilmesi gerekmektedir. Bu amaçla merkezi kemoterapi ünitesinde temiz oda içerisinde ilacın sterilitesini koruyan kapalı sistem ilaç transfer cihazı kullanarak kontaminasyon ve enfeksiyon riski önlemekte ve uygun saklama koşulları sağlanarak ilaç tasarrufu yapılmaktadır. Bu çalışmada ünitemizde hazırlanan kemoterapi ilaçlarının artan kısımlarından elde edilen ilaç miktarının belirlenmesi ve bunun ne kadar (Türk Lirası) tasarruf sağladığının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Ocak 0-Aralık 0 tarihleri arasında merkezi kemoterapi hazırlama ünitesinde Laminar akımlı temiz oda ve kapalı sistem ilaç transfer cihazı ile hazırlanan kemoterapi ilaçları ve kalan miktarları kayıt altına alınmıştır. İlaçların saklama süreleri ve saklama koşullarına dikkat edilmiştir. Çalışmamızda ilaçların total miktarları ve kalan miktarları mg olarak hesaplanmıştır. SGK ilaç fiyatları esas alınarak ilaç maliyetleri hesaplanmıştır. Bulgular: Çalışmada tedavi protokollerinde yoğun olarak kullanılan 8 adet ilaç değerlendirilmiştir. Kapalı sistem ilaç transfer cihazı kullanarak Transtuzumab dan %0, Docetaxel den %, Paclitaxel den %5, Pemetrexet den %8, Bevasizumab dan % Rituximab dan % oranında geri kazanım sağlanmıştır. Kullanılan 8 ilacın iki yıllık total maliyeti üç milyon iki yüz bin sekiz yüz altı lira olarak hesaplanırken uygun şartlarda, merkezi hazırlama ve kapalı sistem kemoterapi hazırlanması sonucunda elde edilen geri kazanımın maliyeti beş yüz yetmiş sekiz bin dört yüz yetmiş yedi lira olarak hesaplanmıştır. Bu da %8 oranında geri kazanılmış milli servet demektir. Sonuç: Merkezi kemoterapi ilaç hazırlama üniteleri, profesyonel bir ekiple, güvenli kabin sistemleri ve kapalı sistem kemoterapi ilaç hazırlama cihazı ile oldukça yüksek maliyetli olan kemoterapi uygulamalarında ilaç kayıplarının önlenmesi ve artan ilaçların güvenli bir şekilde tekrar kullanıma sunulması açısından önemlidir. Ref No: S044 Onkoloji Hemşireliği İLERİ EVRE KANSER HASTALARININ SEMPTOM DAĞILIMLARI VE ETKİLEYEN FAKTÖRLERİN BELİRLENMESİ Hanife Özçelik, Yasemin Güzel, Çiçek Fadıloğlu, Fatma Aksoy, Rüçhan Uslu Niğde Üniversitesi Zübeyde Hanım Sağlık Yüksekokulu, Niğde Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İzmir Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, İç Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, İzmir Amaç: İleri evre kanser hastasının sağlık bakımına gereksinim duymasına sebep olan nedenlerin en başında hastada var olan semptomlar gelmektedir. Semptomlar, bireyin biyolojik, psikososyal ve kognitif fonksiyonlarında değişikliklere neden olabilen çok boyutlu, kompleks ve subjektif deneyimlerdir. Bu yüzden bu hastaların bakımın temeli hastaların deneyimledikleri bu semptomlarını kontrol altına alınmasını ve etkili bir şekilde bu semptomların yönetimini içerir. İleri evre kanser hastalarının deneyimledikleri bu yoğun semptomlar, bireylerin fonksiyonel durumlarını ve yaşam kalitelerini olumsuz etkilemektedir. Bu yüzden bu dönemde semptom yönetimi bakımın temeli oluşturmaktadır. Bu araştırmanın amacı ileri evre kanser hastaların semptom dağılımlarını ve etkileyen faktörleri belirlemektedir. Materyal Yöntem: İleri evre kanser hastaların deneyimlediği semptomları belirlemek amacıyla yapılmış olan bu çalışma, İzmir ili içerinde yer alan bir Üniversite Hastanesinin palyatif bakım ve tıbbi onkoloji kliniğinde Ağustos 0 Aralık 0 tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırmaya yaşı 8 ve üstü, bilinci açık, görme ve işitme problemi olmayan, ileri evre, metastazları olan ve araştırmaya katılmayı kabul eden hastalar alınmıştır. Araştırma verileri Hasta tanıtım formu, Edmonton Semptom Tanılama(ESAS) Ölçeği ve Karnofsky Peformans Skalası(KPS) ile yüz yüze görüşülerek elde edilmiştir. Skaladan alınan yüksek puanlar yüksek semptom düzeyini göstermektedir. Bulgular: Araştırmaya katılana hastaların, %47,6 sı kadın, %5,4 erkek, %8, i evli olup, %,9 u ilkokul mezunu ve %8,7 sinin mesleği ev hanımıdır. Hastaların hastalık özelliklerine göre dağımlarına baktığımızda; hastaların çoğunluğu (%7) evre IV olup, %9,5 inin metastazı bulunmakta ve %59, si palyatif tedavi almaktadır. Hastaların %50 sinin performası önemli derecede yardıma ihtiyaç duyma (karnosky performans puanı 50) düzeyindedir. Hastaların semptom dağılımları; ESAS toplam ölçek puanı 45,58±,4 olup, ölçek alt puan ortalamaları ise, ağrı 5.56±,6, yorgunluk 6,89±,4, bulantı,64±,8, depresyon 5.09±.6, anksiyete 4.8±,9, uyuşuluk 4.±.7, iştah 5.9±., esenlik 5.00±.7, nefes darlığı.4±.08, kabızlık.87±.07 şeklindedir. Hastaların semptom düzeylerini etkileyen faktörlerin dağılımına baktığımızda, ESAS toplam ölçek puanının yaş, cinsiyet, eğitim ve performans düzeyi etkilenmediği bulunmuştur (P>0,05). Semptom ölçeğinin alt boyutlarından ağrı ve uyuşukluk semptomları ile hastaların performans düzeyi ve nefes darlığı semptomu ile eğitim düzeyi arasında arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur (P<0.05). Sonuç: Hastaların toplam semptom düzeylerinin yüksek olduğu, semptom alt boyutlardan ağrı ve yorgunluk semptomlarını yoğun yaşadıkları, aynı zamanda iştah ve esenlik düzeylerinin düşük olduğu bulunmuştur. Perfromans düzeyi düşük olan hastaların ağrı ve uyuşukluk semptomunu daha yoğun yaşadıkları tespit edilmiştir. Susesi Otel, Antalya

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Ref No: S045 Onkoloji Hemşireliği KANSERLİ ÇOCUKLARIN EVDE FİZİKSEL BAKIM GEREKSİNİMLERİNE İLİŞKİN EBEVEYNLERİN DENEYİMLERİ: KALİTATİF BİR ÇALIŞMA Hatice Yıldırım Sarı, Medine Yılmaz, Süheyla Altuğ Özsoy, Mehmet Kantar, Nazan Çetingül İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, İzmir Ege Üniversitesi, İzmir Amaç: Bu araştırmanın amacı yeni tanı alarak kanser tedavisi devam eden, tedavi protokolleri arasında taburcu olan çocukların evde bakımına ilişkin ebeveynlerin deneyimlerini belirlemektir. Metod: Araştırma Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tülay Aktaş Transplantasyon ve Onkoloji Hastanesi Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı nda yürütülmüştür. Tanımlayıcı olarak planlanan araştırmanın örneklemini 0-8 yaş arasında yeni kanser tanısı almış, tedavi görüp taburcu olduktan sonra ilk veya ikinci defa eve çıkmış olan çocuğun annesi oluşturmaktadır. Kalitatif araştırma yöntemi ile yürütülen araştırmada, derinlemesine görüşme yöntemi ile veriler toplanmıştır. Veriler Orem in Özbakım teorisine göre analiz edilmiştir. Bulgular: Veriler temel durumsal faktörler, özbakım ajanı ve öz bakım gereksinimleri olmak üzere üç ana tema altında açıklanmıştır. Bazı ailelerin tedavi nedeniyle yaşadıkları şehri değiştirdikleri, çocuğun iyileşmesine odaklandıkları, korku, endişe ve algılama güçlüğü yaşadıkları, beslenme, enfeksiyon kontrolü, ağız ve cilt bakımı, acil durumların yönetimi ve semptom yönetimine ilişkin güçlükler yaşadıkları belirlenmiştir. Sonuç: Bu çalışmada annelerin tamamen çocuklarının bakımına odaklandıkları ve sosyal desteklerinin güçlü olduğu görülmüştür. Buna karşın çocuklarında enfeksiyon gelişme riski nedeniyle günlük yaşam aktivitelerini karşılamada birçok ikilem ve endişe, özellikle beslenme konusunda güçlükler yaşamaktadırlar. Anneler evde kullanmak üzere yazılı / basılı materyal istediklerini belirtmişlerdir. Tüm bu güçlüklerin çocuğun evde bakımına ilişkin tekrar tekrar yapılan eğitim ve danışmanlıklar ile üstesinden gelinebileceği düşünülmektedir. Ref No: S046 Onkoloji Hemşireliği MEME KANSERİ TEDAVİSİ UYGULANAN KADINLARDA UYKU KALİTESİ VE BUNU ETKİLEYEN RİSK FAKTÖRLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Sezen Dülger, Gülcan Uslu, Gülün Erdoğan, Derya Erkoca, Aysel Baykal, Neriman Gedik, Nermin Ünlüyol, Aysun Çağlar, Mehmet Ali Nahit Şendur, Nuriye Yıldırım Özdemir, Doğan Uncu, Nurullah Zengin Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Amaç: Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türü olup, tedavisi uzun ve zorlu bir süreçtir. Yapılan çalışmalarda kanserli hastalarda uyku sorunlarının sağlıklı toplumlardan yaklaşık kat daha sık olduğu bildirilmiştir. Depresyon ve anksiyetenin yanında meme kanserli hastalarda uyku kalitesi önemli bir sorun olabilir. Bu nedenle, çalışmamızda meme kanseri nedeniyle kemoterapi tedavisi alan hastalarda uyku kalitesinin incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Ekim-Aralık 0 tarihleri arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gündüz Kemoterapi Ünitesi ne başvuran ve kemoterapi uygulanan meme kanserli 5 kadın hastadan 85 i çalışmaya katılmayı kabul etmiştir. Meme kanseri olup kemoterapi verilen hastalara Pittsburg uyku kalitesi indexi (PUKİ) ile uyku kalitesi değerlendirilmiştir. Aynı zamanda hastalara depresyon ve anksiyete ile ilişkisini belirlemek amacı ile Beck depresyon anketi ve anksiyete ölçeği yapılmıştır. İstatistiksel analiz yöntemi, SPSS 8 Paket programı kullanılarak uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmaya alınan meme kanserli hastaların medyan yaşı 50 (-84) idi. Hastaların %64,0 ne modifiye radikal mastektomi (MRM) %9, ne ise meme koruyucu cerrahi (MKC) yapılmıştı. Dört (%4,7) hasta ise lokal ileri veya metastatik olduğundan opere edilmemişti. Tanı sırasında hastaların %6, si postmenapozal, %8,8 ni premenapozal hastalar oluşturmakta idi. Hastaların TNM evresine göre değerlendirmesinde; hasta (%4.) Evre I, 7 hasta (%44.0) Evre II, 6 hasta (%.0) Evre III, 9 hasta (0.7) Evre IV meme kanseri idi. PUKİ ölçeğine göre 9 hastanın (%45,9) uyku kalitesi iyi, 46 hastanın (%54,) uyku kalitesinin kötü olduğu saptandı. Hastalar medyan 4. kür (-7 kür) kemoterapisini almaktaydı. PUKİ ölçeği ile; sigara kullanımı, medeni durumu, komorbid hastalıklar, eğitim durumu, çocuk sayısı, gelir seviyesi, cerrahi tipi, radyoterapi öyküsü, menopoz durumu, kişinin çalışıp çalışmadığı, vücut kitle indeksi ve hastalık evresi arasında ilişki bulunamadı. Beck Depresyon Ölçeğine göre depresyonu olan hastalarda uyku kalitesinin istatistiksel olarak bozulmuş olduğu izlendi (%5.4 vs. %69.5, P=0.0). Aynı zamanda Beck Anksiyete Ölçeği ne göre anksiyetesi olan hastalarda uyku kalitesinin istatistiksel olarak bozulmuş olduğu izlendi (%4. vs %66.0, P= 0.00). Sonuç: Bu çalışmada PUKİ ölçeğine göre %54. hastada bozulmuş uyku kalitesi olduğu gözlenmiştir. Risk faktörlerinden bağımsız olarak depresyonu olan ve anksiyetesi olan hastalarda uyku kalitesinin daha kötü olduğu izlendi. Bu çalışma göstermiştir ki, meme kanserli hastalarda depresyon ve anksiyete kadar uyku kalitesi bozukluğu da azımsanmayacak kadar yüksektir. Hastaların yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilemektedir. Ref No: S047 Onkoloji Hemşireliği KANSER HASTALARINA BAKIM VEREN ÖĞRENCİ HEMŞİRELERİN YAŞADIKLARI GÜÇLÜKLER Sevgisun Kapucu, Hülya Deniz Bulut Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Amaç: Kanser hastalarına bakım veren öğrenci hemşirelerin yaşadıkları güçlüklerin belirlenmesi. Yöntem: Çalışmada yarı yapılandırılmış odak grup yöntemi ve bu yöntemin sonucunda geliştirilen soru formu kullanılmıştır. Veriler 9..007-.0.008 tarihleri arasında Ankara da bulunan iki üniversitede eğitim alan. sınıf hemşirelik öğrencilerinden toplanmıştır. Kurum ve örnekleme alınan öğrencilerden yazılı onam alınmıştır. Araştırmacılar tarafından literatür doğrultusunda hazırlanmış sorular toplam 58 öğrenciden oluşan her bir grubun 8- kişi içerdiği 6 odak grup görüşmesi yapılmış ve analizler sonucunda elde edilen bilgiler doğrultusunda soru formu oluşturulmuştur. Örneklem kapsamını genişletmek için oluşturulan soru formu 58 kişiyi de kapsayacak şekilde toplam 9 öğrenciye uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde yüzde kullanılmıştır. Bulgular: Örencilerin yaş ortalamaları 0.6 olup tamamı kız öğrenciden oluşmaktadır. Öğrencilerin %6 si kanser hakkındaki bilgiyi derslerinden edindikleri, %78. ünün kanserli akrabası olmadığı, tamamının iç hastalıkları hemşireliği dersi aldıkları ve %7 sinin onkoloji kliniğinde uygulama yapma deneyimi olduğu tespit edilmiştir. Öğrencilerin çoğunluğu onkoloji kliniklerinde çalışır iken ölüm korkusu yaşadıklarını ve kanserli hastaya karşı acıma, üzülme ve kanserden korkma gibi duygularının olduğunu ifade etmişlerdir. Öğrencilerin %85. ü kanserli hasta ile çalışır iken güçlük yaşadıklarını, %7. de kendilerini onkoloji kliniklerinde çalışmak için yeterli hissetmediklerini ifade etmişlerdir. Öğrencilerin yaşadıkları güçlükler içinde; hastaların bakım için kendilerini reddetmesi, kanserli hasta bakımında yaşanan kompleks durumların fazla olması, iletişim sorunlarının olması, ölüm korkusu olan hasta ve yakınları ile ça- 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER lışma ve bakıma izin vermeyen hasta refakatçilerinden kaynaklanan sorunlar yer almaktadır. Öğrenci ifadelerinden örnekler; Hastam ölmek için çok genç onun için çok üzülüyorum.. Ailemden birisi kanser olur diye korkuyorum.. Hasta ona bakım vermeme izin vermedi... Hastamdan bilgi alamıyorum, benimle konuşmak istemiyor Kanser hastalarının hem fiziksel hem de psikolojik sorunları var, çok zorlar... Sonuç: Araştırma sonucunda. sınıf hemşirelik öğrencilerinin çoğunluğunun kanser hastaları ile çalışır iken güçlük yaşadığı saptanmış olup, öğrencilerin eğitimciler ve onkoloji hemşireleri tarafından desteklenmesi ve eğitimlerinde müfredatın bu konuda yeniliklere açık olmasının sağlanması önerilmiştir. Ref No: S048 Onkoloji Hemşireliği ONKOLOJİ KLİNİKLERİNDE ÇALIŞAN HEMŞİRELERİN KANSER HASTALARIYLA İLGİLİ ALGILARI Songül Kamışlı, Burçin Karakılıç, Sadettin Kılıçkap, Mutlu Hayran Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Hastanesi Amaç: Bu çalışma, bir üniversite onkoloji hastanesinde vardiyalı çalışan hemşirelerin bu alanla ilgili duygu ve düşüncelerini ortaya çıkarmak amacıyla yapılmıştır. Gereç-Yöntem: Onkoloji hastanesinde vardiyalı çalışan tüm hemşirelere çalışmayla ilgili bilgi verilip görüşüldü. Çalışmanın verilerini toplamak için; hemşirelerin sosyo-demografik özellikleri ve kanser hastasıyla çalışmaya yönelik olarak hemşirelerin duygu ve düşüncelerini belirleyen bir anket formunun yanı sıra, Likert tipli 7 ifadeden oluşan kanser hastasıyla çalışmaya yönelik bir değerlendirme skalası kullanıldı. Bulgular: Çalışmada 70 hemşire değerlendirildi. Katılımcıların yaş ortalaması 9.9±5.7 (min: 4 - max. 5) idi. Hemşirelerin %94. ü lisans mezunu ve %5.4 ü evliydi. Ortalama çalışma süresi 7.±5.9 yıl ve onkoloji alanında ortalama çalışma süresi 4.6±.4 idi. Onkoloji servisinde 5 yıldan daha az çalışanların oranı %64. idi. Hemşirelerin %58.5 i onkolojide çalışmanın tükenmişliği artırdığını belirtti. Yüzde 5 i hastaların psikolojik sorunlarıyla baş etmede yetersizlik, %4 ü ölümle sık karşılaşma, % i hastalığın tedaviye yanıt vermemesi, %0 si ümitsizlik, %7 si hasta ve yakınlarının bakıma müdahalesi konularında güçlük yaşadıklarını belirtti. Hemşirelerin karşılaştıkları güçlükler konusunda ümitsizlik (p=0,0) ve hastalığın tedaviye yanıt vermemesi (p=0,05) onkolojide çalışma süresi ile ilişkili idi (Tablo ). Hemşirelerin onkolojide çalışmakla ilgili düşünceleri değerlendirildiğinde: %65. ü onkoloji alanında deneyimli olduğunu düşünmekteydi. Hemşirelerin en başarılı gördükleri alanlar hastalık ve tedavi süreciyle ilgili bilgi sahibi olma (%9.4), iletişim kurma (%88.6) ve hastayı bütüncül değerlendirme (%84.4) idi. En sık sorun yaşadıkları konular hasta ve yakınlarına bilgi verme (%6.4), liderlik yapma (%6.4) ve iş stresini yönetme (%54.) idi. Korelasyon analizinde deneyim (p=0,00), liderlik yapma (p=0,007), tedavi süreci ile ilgili bilgi sahibi olma (p=0007), semptom kontrolünde yeterli olma (p=0,0) ve hasta ve yakınlarına bilgi verme (p=0,049) onkolojide çalışma süresi ile ilişkili bulundu (Tablo ). Çalışma süresi ise deneyim ve (p=0,005), hasta ve yakınlarına bilgi verme ile ilişkili idi (p=0,0). Sonuç: Bu çalışmanın ortaya çıkardığı en önemli sonuç, onkoloji alanında daha az süre çalışan ve genç olan hemşirelerin iş stresini yönetme, hasta ve yakınlarını bilgilendirme, semptom kontrolü gibi bazı konularda kendisini eksik hissettiklerini ve desteğe ihtiyaçları olduğunu göstermektedir. Kanser hastalarıyla yeni çalışmaya başlayan hemşirelerin bakım kalitelerini yükseltmek için hizmet içi eğitimleri yeniden yapılandırılmalı ve hemşireler stres yönetimi, psikosoyal destek, hasta ve yakınlarına bilgi verme konularında desteklenmelidir. Tablo. Hemşirelere göre kanser hastasıyla çalışmanın güçlükleri Güçlükler Ölümle sık karşılaşma Hasta ve yakınlarının bakıma müdahalesi Hastalığın tedaviye yanıt vermemesi Çalışma Yılı Onkolojide Çalışma Yılı Ortanca p Ortanca p Yok 5 0.0 0.07 Var 7 5 Yok 5 0,56 4 0.944 Var 5 4 Yok 5 0,4 0.0 Var 6 6 Ümitsizlik Yok 5 0.56 0.05 Var 6.5 6 Tükenmişlik Yok 5 0.7 4 0.597 Var 5 4 Hastaların Yok 5.5 0.695 4 0.4 Psikolojik Sorunlarıyla başetme Var 5 Tablo. Hemşirelerin Onkolojide Çalışmakla İlgili Düşünceleri Çalışma Yılı Onkolojide Çalışma Yılı Hemşirelerin Düşünceleri r p r p Hastaların tedavi ve 0,9 0,874 0,09 0,44 bakımında kararlara katılma Deneyim 0. 0.005 0.40 0.00 Liderlik yapma 0, 0,058 0, 0,007 Bakım sürecini 0, 0,7 0,4 0,6 değerlendirme Klinik beceri 0, 0,94 0,5 0,0 Hasta ailesi ile işbirliği 0,0 0,775 0,04 0,75 İletişim becerisi -0,0 0,806 0, 0,8 Hastaya duygusal -0,0 0,98 0,04 0,77 destek verme Hasta ve yakınlarıyla etkili -0, 0,9 0,08 0,54 iletişim kurma Hasta ve yakınlarına bilgi 0,7 0,0 0,4 0,049 verme Hastanın manevi 0, 0,9 0,7 0,70 ihtiyaçlarını fark etme Takım ruhu -0,0 0,00 0,07 0,595 Hastalık ve tedavi 0,0 0,86 0, 0,007 süreciyle ilgili yeterli bilgiye sahip olma Semptom kontrolünde 0,0 0,089 0,0 0,0 yeterli olma Hastayı bütüncül 0,0 0,85 0,09 0,470 değerlendirme Beden dilini etkin 0,09 0,458 0,5 0,0 kullanma İş stresini yönetme 0,8 0,4 0, 0,069 Susesi Otel, Antalya

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Ref No: S049 İLERİ YAŞTAKİ KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERLİ HASTALARDA KOMORBİDİTELERİN SAĞKALIM ÜZERİNE OLAN ETKİSİ Akciğer Kanseri Metin Kaya, Ömer Dizdar, Samed Rahatlı, Nadire Küçüköztaş, Selim Yalçın, Özden Altundağ, Özgür Özyılkan Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Ankara Amaç: Akciğer kanseri daha çok yaşlı bireylerde görülmektedir. Yaşlı hastaların bir çoğunda bir ya da birden fazla komorbidite görülebilir. Bu hem hastaların yaşam süresini ve kalitesini, hem de tedaviyi tolere etme olasılığını etkileyebilir. Ancak akciğer kanserinde komorbiditelerin prognoz üzerine etkisini inceleyen veriler kısıtlıdır. Bu çalışmada 65 yaş ve üzerindeki küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) hastalarında komorbiditelerin objektif bir risk skalası olan Charlson komorbidite indeksine (CKİ) göre derecelendirilerek hastalıksız ve genel sağkalım üzerine etkisinin incelenmesi planlandı. Hastalar ve Metod: Çalışmaya KHDAK tanısı almış 65 yaş ve üzeri toplam 54 hasta dahil edildi. Veriler retrospektif olarak hastaların dosyalarının incelenmesi ile elde edildi. Hastaların komorbid hastalıkları CKİ ile sınıflandırarak hastalıksız ve genel sağkalım üzerindeki etkisi araştırıldı. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen hastaların ortalama tanı yaşları 70 ti. Hastalık evresi 0 hastada (%9,4) evre, 7 hastada (%) evre II, 46 hastada (%9,9) evre III, 6 hastada (%9,6) evre 4 olarak bulundu. Hastalardan (%85,7) tanesinin en az bir komorbid hastalığı vardı (min;0 maks;6). Charlson komorbidite skorları hastada (%4,) 0 puan, 59 hastada (%8,) puan, 9 hastada (%5,) puan, hastada (%4,) puan, 8 hastada (%5,) 4 puan, hastada(%,9) 5 puan, hastada (%0,6) 6 puan olarak hesaplandı. CKİ skoruna göre hastalar gruba ayrıldığında (. grup CKİ 0-,. grup CKİ >= ).gurup ve. grubun hastalıksız sağkalım süreleri, ay ve 6,9 ay, genel sağkalım süreleri,9 ay ve, ay olarak bulundu ve aralarında istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmadı (tüm karşılaştırmalar için p>0.). Yaşa göre düzeltilmiş CKİ skorlarına göre hastalar gruplandırıldığında yine hastalıksız ve genel sağkalım açısından anlamlı fark saptanmadı. CKİ skorları evre ile birlikte değerlendirildiğinde aynı evredeki hastalarda da CKİ skorunun hastalıksız ve genel sağkalım üzerinde anlamlı etkisinin olmadığı görüldü. İstatistiksel olarak yapılan çok değişkenli Cox regresyon analizinde kilo kaybının varlığı, hastalık evresi ve Eastern Cooperative Oncology Group (ECOG) performans skoru ile hastalıksız sağkalım ve genel sağkalım arasında anlamlı ilişki saptandı. Sonuç: KHDAK tanısı olan yaşlı hastalarda hem genel sağkalım ve hem de hastalıksız sağkalımı asıl etkileyen faktörlerin tüm hasta popülasyonunda daha önce de belirlendiği gibi kilo kaybının, hastalık evresinin ve performans skorunun olduğu, komorbiditelerin sağkalım üzerinde doğrudan bağımsız etkisinin olmadığı görüldü. Negatif sonuçlar CKİ nin KHDAK için uygun bir komorbidite skalası olmamasından, hasta dosyalarında komorbiditelerin eksik belirtilmesinden veya komorbiditelerin hasta sonuçları üzerine belirleyiciliğini sınırlandıran KHDAK nin agresif biyolojisinden dolayı olabilir. Bu bulguların daha büyük hasta serilerinde prospektif çalışmalarla doğrulanması gereklidir. Ref No: S050 Akciğer Kanseri LOKAL İLERİ KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE NEOADJUVAN KEMORADYOTERAPİ Alper Toker, Esra Kaytan Sağlam, Berker Özkan, Züleyha Akgün, Ebru Tuncay, Yeşim Eralp 4, Serap Yücel, Sedat Ziyade 5, Serhan Tanju İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Ana Bilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, İstanbul 4 İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul 5 Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Ana Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Neoadjuvan kemoradyoterapi (KRT) evre III küçük hücreli dışı akciğer kanserinde(khdak) standart tedavidir. Çalışmamızda neoadjuvan tedaviyi takiben cerrahi rezeksiyonun etkinliği ve güvenirliği incelenmiştir. Hastalar ve Yöntem: İki klinikte Mart.00 ve Eylül.0 arasında evre KHDAK li neoadjuvan KRT sonrası cerrahi rezeksiyon uygulanmış 7 hasta retrospektif olarak incelendi. Evreleme prosedürü toraks BT ve FDG/PET, bronkoskopi, kranial MR I içeriyordu. Neoadjuvan KRT öncesi toplam 6 hastaya mediastinoskopi yapılmıştı. Yeniden evreleme torks BT ve mediastinoskopi ile yapıldı. Neoadjuvan kemoterapi Cisplatin 80 mg/m/.gün, Etoposid 0 mg/m/gün/.gün/ günde bir, maksimum siklus olacak şekilde uygulandı. Hastalar iki gruba ayrıldı: Grup hastalar 60 Gy/0 fraksiyon radyoterapi (n=6), grup hastalar ise 46 Gy/ fraksiyon radyoterapi (n=47) aldı. Radyoterapi primer tumor loju ve tutulu lenf noduna.kür KT ile beraber başladı. Cerrahi rezeksiyon neoadjuvan KRT nin bitiminden 4-6 hafta sonra uygulandı. Bulgular: Hastaların medyan yaşı 56 (aralık 6-7); kadın/erkek =58/6; evre T-4NM0/T-4NM0= 6/8 idi. Neoadjuvan KRT genellikler iyi tolere edildi. Tüm hastalarda komplet rezeksiyon gerçekleşti. Tümör rezeksiyonu ise lobektomi (sleeve lobektomi dahil) 57 hastada(%78), bilobektomi 5 hastada(%6.8), pnomonektomi hastada (%5) gerçekleştirildi. Patolojik mediastinal evre azalması, KRT öncesi mediastinal tutulumu olan 0 hastada (%57.7) gözlendi. Patolojik T evre gerilemesi ise 6 hastada (%59) gözlendi. Patolojik tam yanıt olan(ypt0n0) toplam 7 hasta(%9.5) vardı. Tek değişkenli analizde evre gerilmesi grup hastalarda istatistiksel anlamlı olarak daha fazla görüldü (%4., %0.8 sırasıyla, p:000). Kemoterapiye bağlı toksisite ise 5 hastada (%4) grade - nötropeni, 9 hastada(%,) febril nötropeni şeklide idi. Radyoterapi sırasında 7 hastada (%50) grade - özefajit gözlendi. Tedaviye bağlı pnömoni ise hastada gözlendi. Cerrahiye bağlı major morbidite %, operasyon mortalitesi ise %.8 dir. Cerrahi morbidite ve mortalite açısından her iki grupta fark yoktur. yıllık tüm sağkalım %74,, medyan takip aydır. Sonuç: Evre III KHDAK hastalarda cisplatin ve etoposid ile beraber neoadjuvan KRT sonrası cerrahi rezeksiyon efektif ve tolerabl bir tedavi şeklidir. Bu tedavi ile yüksek patolojik tam yanıt oranları elde edilebilir. 4 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER Ref No: S05 Akciğer Kanseri METASTATİK KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERLİ HASTALARDA XRCC, XPD, P5 VE ERCC POLİMORFİZMİNİN PROGNOSTİK DEĞERİ Mehmet Artaç, Çağlayan Geredeli, Selman Yıldırım, Ali İnal, Tunç Güler, Cem Börüban, Tuba Akkuloğlu, Abdurrahman Işıkdoğan, Hakan Bozcuk 4, Ahmet Demirkazık 5 Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Genetik Ana Bilim Dalı, Konya Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Diyarbakır 4 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Antalya 5 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Giriş: Metastatik küçük hücreli dışı akciğer kanserinde (KHDAK) platin bazlı palyatif kemoterapinin sağkalım yararı gösterdiği bilinmektedir. Bu evrede kemoterapi yararını gösteren prognostik faktörlerin ortaya konması KHDAK li hastalar için önemlidir. Bu çalışmada amacımız DNA tamir sistemi ile ilgili gen polimorfizmlerinin palyatif kemoterapi alan KHDAK li hastalardaki prognostik değerini ortaya koymaktır. Materyal-Metod: Tıbbi onkoloji kliniklerine başvuran metastatik KHDAK li hastaların periferik venöz kanından DNA izolasyonu yapıldı. İzole edilen DNA dan XPD Lys 75 Gln, XRCC Arg 99 Gln, TP5 Arg7Pro ve ERCC Asn 8 Asn single nükleotid polimorfizmleri real time PCR yöntemi ile bakıldı. Hastaların demografik ve tedavi ile ilişkili sağkalım verileri dosyalarından kaydedildi. Kaplan- Meier ve Cox regresyon analiz yöntemleri kullanıldı. Sonuçlar: Metastatik KHDAK tanılı 45 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların 6 sı erkek, 9 u kadın idi. Hastaların median yaşı 60 (4-79) bulundu. Patolojik değerlendirmede 64 hasta adenokarsinom ve 55 hasta yassı hücreli karsinom, 6 hasta ise diğer histolojik tanıları almıştı. Hastaların median progresyonsuz sağkalım (PSK) süresi 5. ay (%95 CI, 4.-5.8 ay) ve median genel sağkalım (GSK) 0.9 ay (%95 CI, 8.-.6 ay) bulundu. Univariate analizde GSK ile ilişkili faktörlerden performans skoru (HR, 5.5; %95 CI,.45-9.04; p = 0.0), ERCC genotipi (HR, 0.6; %95 CI, 0.-0.57; p<0.0) ve XRCC genotipi (HR, 0.7; %95 CI, 0.6-0.8; p= 0.0) anlamlı bulundu. Multivariate analizde GSK ile ilişkili faktörlerden performans skoru (HR, 4.80; %95 CI,.-8.87; p = 0.0), ERCC genotipi (HR, 0.6; %95 CI, 0.4-0.9; p = 0.0) ve XRCC genotipi (HR, 0.7; %95 CI, 0.4-0.98; p = 0.04) anlamlı idi. Median GSK ERCC mutant (TT) genotipi olanlarda 5.5 ay (%95 CI, 9.5-4.5 ay), ve heterozygot (CT) genotipi ve normal (CC) genotipi olanlarda 45. ay (%95 CI, 5.-65.0 ay) bulundu (p <0.0). Tartışma: Bu çalışmada, metastatik KHDAK li hastalarda DNA tamir gen polimorfizminin prognostik değeri olabileceği gösterilmiştir. ERCC ve XRCC genotiplerine periferik venöz kandan bakılabiliyor olması hastalar için uygulanması oldukça pratik bir yöntem olacaktır. Ancak kesin sonuçlara ulaşmak için single nükleotid polimorfizmleri ile ilgili daha ileri prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır. Ref No: S05 TIBBİ ONKOLOJİ VE RADYASYON ONKOLOJİSİ DIŞINDAKİ HEKİMLERİN SON DÖNEM KANSER HASTASI VE DESTEK TEDAVİSİNE YAKLAŞIMLARI (ALONE ÇALIŞMASI): TÜRK ONKOLOJİ GRUBU DERNEĞİ DESTEK TEDAVİLER ÇALIŞMA GRUBU Diğer Özgür Tanrıverdi, Tülay Akman, Burcu Yapar Taşköylü, Gökçen Akaslan, Tuğba Yavuzşen 4, Arzu Yaren, Filiz Çay Şenler 5, Serdar Turhal 6, Şeref Kömürcü 7, Özgür Özyılkan 8 Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, Muğla Balıkesir Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, Balıkesir Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Denizli 4 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İzmir 5 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara 6 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul 7 Bayındır Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, Ankara 8 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Giriş: Metastazlı veya son dönem kanserli hastalarda semptom kontrolü yaşam kalitesini arttırır. En iyi destek tedavisi, sistemik tedavinin yarar sağlamayacağı hastalarda ve/veya son dönem kanserli hastalarda önemli bir tıbbi yaklaşımdır. Bu çalışmada, tıbbi onkoloji ve radyasyon onkolojisi dışındaki branşlarda görev yapan hekimlerin metastazlı ve/veya son dönem kanser hastasına yaklaşımları ve destek tedavisi konusundaki bilgi ve tutumları araştırılmıştır. Yöntem-Gereçler: Bu çalışma, 7. Onkolojik Araştırmalar Çalıştayı (0) nda TOG Destek Tedaviler Çalışma Grubu nun bir projesi olarak kabul edildikten sonra başlatıldı ve etik kurul onayı alındı. Çalışma beş yanıtlı Likert tipi anket çalışması olarak planlandı. Anketler, tıbbi derneklerin mail listelerinden ve sosyal paylaşım sitelerinden duyurulmak suretiyle hekimlere ulaştırıldı ve ankete katılan hekimlerin yanıtları elektronik ortamda kabul edildi. Anket soruları; katılımcıların demografik ve mesleki özellikleri yanısıra metastatik hastalık ve en iyi destek tedavisi ile ilgili bilgi ve pratiklerini analiz eden soruları içeriyordu. Toplam 598 katılımcıdan toplanan anket yanıtları tek tek incelendi ve soruların %40 ından fazlası boş bırakılan anketler çalışma dışı bırakıldı. Sonuç olarak, çalışmaya toplam 57 katılımcı dahil edildi. İstatistiksel analizde tanımlayıcı istatistiksel yöntemler, ki-kare, wilcoxon veya Fisher exact test, korelasyon testleri kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan hekimlerin demografik özellikleri Tablo- de gösterilmiştir. Hekimlerin %4 ünün her metastazlı kanser hastasını terminal dönem olarak tanımladığı, bu hekimlerin %6 ünün genel cerrahi ve genel dahiliye branşlarından olmayan hekimler olduğu saptandı. Kanser hastasının ağrı ve diğer semptomlarının onkoloji hekimi tarafından yönetilmesi gerektiğini düşünen katılımcıların oranı %7 idi. En iyi destek tedavi (BSC) tanımını bilen katılımcıların oranı %4 olarak saptandı. Destek tedavisinin, hasta ve hasta yakınlarının yaşam kalitesini önemli ölçüde düzelteceğini ifade edenlerin oranı %6 idi. Katılımcıların %9 u, metastatik evredeki her kanser hastasının kemoterapi almasının uygun olmadığını belirtti. Terminal dönem kanserli hastaların son dönemini hastanede geçirmesi gerektiğini düşünen hekim oranı % dir. Fakat, hekimlerin %64 ünün, kendi kliniklerinde son dönem kanser hastasını görmek istemedikleri belirlendi. Ülkemiz koşullarında en iyi destek tedavisi için evde bakım koşullarının uygunluğu konusunda %64 hekim çekimser kalmıştır. Sonuç: En iyi destek tedavisi, hastaların semptomatik tedavisinde ve yaşam kalitesinde oldukça önemli rol oynar ve multidisipliner yaklaşımı gerektirir. Bu yaklaşım içersinde evde bakım birimlerinin de önemi büyüktür. Sonuç olarak, tüm hekimlerin destek tedavisi ile ilgili olarak daha iyi bilgilendirilmesi gerektiği kanısına varılmıştır. Susesi Otel, Antalya 5

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Tablo. Çalışmaya katılan hekimlerin demografik ve mesleki özellikleri Değişken N Yaş (yıl) 4±6 Mesleki tecrübe (yıl) 8±6 Cinsiyet Erkek Kadın Ünvan Pratisyen hekim Uzman hekim Akademisyen Branş Genel cerrahi Genel dahiliye Aile hekimliği Diğer En iyi destek tedavisi Bilgisi olanlar Bilgisi olmayanlar Destek tedavisi eğitimi Eğitim alanlar Eğitim almayanlar 08 90 65 0 9 8 74 05 9 4 457 5 49 8 5 0 9 0 4 66 4 76 Amaç: Bu çalışmada Onkoloji Kongrelerinde kabul edilen bildirilerin yayınlanma oranları, ne tür dergilerde yayınlandıkları ve bu yayınların özelliklerini belirlemeyi amaçladık. Gereç-Yöntem: Çalışmada 006 ila 0 yılları arasında yapılan Tıbbi Onkoloji Kongresi ve Ulusal Kanser Kongre lerinde bildiri olarak kabul edilen tüm çalışmaların türü ve özellikleri veri tabanına kaydedildi. PUBMED ve Ulusal indeks taranarak bu bildirilerin bilimsel dergilerde yayınlanma durumu ve yayınlanan çalışmaların hangi dergilerde yayınlandıkları ve bu dergilerin özellikleri kaydedildi. Yıllara ve çalışma türüne göre analizler yapıldı. Bulgular: 006-0 arasında yapılan toplam 6 Onkoloji Kongresi nde toplam 45 bildiri kabul edilmiş idi. Bu 45 bildiriden 86 sı (%.7) ulusal (n=8) veya uluslararası (n=58) dergilerde yayınlanmıştı. Bildirilerin yıllara göre yayın olma durumu 006 da %9, 007 de %6.5, 008 de %8, 009 da %0, 00 da %9 ve 0 de %7 idi. Bildirinin yayın olma süresi ortanca yıl idi. Yayınların %0,5 i pediatrik onkoloji çalışması iken, hemşire bildirileri arasında 4 çalışma yayın olmuştu. Yayınların yapıldığı dergilerin %59 u C grubu dergiler olduğu görüldü. Bildirilerin %48 i SCI, %7 si SCI-Expanded kapsamındaydı. Yayınların %85 i retrospektif, %9 u ise prospektif çalışma, %6 sı anket çalışmasıydı. Yayınlanan bildirilerin %5 i olgu sunu iken, sadece % inin randomize çalışma olduğu izlendi. Yüzde 0 ile meme kanseri en sık yayınlanan hastalık grubu idi. Yayınlanan çalışmalardaki yazar sayısı diğer çalışmalara göre istatistiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte daha fazla idi (7 vs 6; p=0,077). Hasta sayısı her iki grupta benzer bulundu. Yıllara göre çalışmaların yayınlanma durumları incelendiğinde son kongrelerde sunulan bildirilerin, genel olarak bildirilerin yıl içinde yayın oldukları dikkate alındığında daha düşük oranda yayın oldukları görüldü (p<0,00; %50 oranda daha düşük). UKK de kabul edilen bildirilerin yayın olma durumu TOK oranla daha düşük idi (% vs %.7; p=0,065). Olgu sunumları ve tek grupta yapılan çalışmaların daha yüksek oranda yayın oldukları gözlendi (p<0,00). Multidisipliner yapılan çalışmaların daha yüksek oranda yayın olarak kabul edilmekte idi (%69 vs %; p<0,00). Çalışma tipi ve türü her iki grupta da benzer bulundu. Hemşirelik bildirilerinin çok düşük oranda yayınlandıkları izlendi (p=0,004). Son yılda yapılan yayınların daha yüksek oranda C grubu dergilerde ve daha düşük oranda SCI tarafından indekslenen dergilerde yayınlandığı görüldü (p=0,070). Sözel bildiri olarak kabul edilen çalışmaların poster bildirilerine oranla daha yüksek oranda yayın oldukları izlendi. Sonuç: Son yıllarda onkoloji kongrelerinde sunulan bildirilerin yayınlanma oranlarının önceki yıllara göre daha düşük olduğu, yayınların daha düşük kalite dergilerde yayınlandıkları, multidisipliner yapılan çalışmaların daha yüksek oranda yayın oldukları gözlenmektedir. Ref No: S05 Diğer ONKOLOJİ KONGRELERİNDE KABUL EDİLEN BİLDİRİLER VE BİLİMSEL YAYIN OLMA DURUMU: EKTİĞİMİZİ NE KADAR BİÇİYORUZ? YAYIN OLMAYI BELİRLEYEN FAKTÖRLER NELERDİR? Saadettin Kılıçkap, Beril Husein Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Merkezi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Sivas Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Prevantif Onkoloji Anabilim Dalı, Ankara Şekil. Yıllara göre bildirilerin yayın olma durumu Şekil. Yıllara ve dergi grubuna göre bildiri olan yayınlar 6 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER Ref No: S054 Diğer PORT KATATER TAKILDIKTAN SONRA KEMOTERAPİ İÇİN İLK KULLANIM ZAMANI: İLK 4 SAAT VEYA DAHA SONRASI Hatice Odabaş, Hasan Karanlık, Fatma Şen, Sıdıka Kurul, Leyla Kılıç, Serkan Keskin, Kürşat Serin, Enver Kunduz, Alişan Fathalizadeh, Adnan Aydıner İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü,Cerrahi Onkoloji Ünitesi, İstanbul İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilimdalı, İstanbul Amaç: Çalışmamızda port kataterlerin takıldığı gün kullanılmasının güvenli olup olmadığını inceledik. Gereç-Yöntem: Ocak 007 ve Ekim 00 tarihleri arasında port kateter takılan 5 kanser hastasının verileri retrospektif olarak incelendi. Hastalar, port kateter takılması ile kemoterapi için ilk kullanılması arasında geçen süre açısından gruba ayrıldı. Grup e port kateter takılmasından sonra ilk 4 saat içinde kateteri kullanılmaya başlanmış olan hastalar alınırken, grup ye ise port kateter takıldıktan 4 saat geçtikten sonra katateri kullanılmaya başlanmış olan hastalar alındı. İki grup port kateter takılma özellikleri ve takıldıktan sonra gelişen komplikasyonlar açısından karşılaştırıldı. Bulgular: Erken komplikasyonların hepsi katater takılması ile ilişkili idi ve kemoterapi uygulanmadan önce gelişti. Her iki grupta port kateter ile kemoterapi uygulandıktan sonraki 6 ay içinde infeksiyon ve venöz tromboz en sık görülen komplikasyonlardı. Geç komplikasyonlar her iki grupta benzer bulundu. Sonuç: Port kateterlerin 4 saat içinde kullanımı güvenilirdir. Katater takılması ile kataterin kemoterapi için ilk kullanılması arasında geçen sürenin uzatılması komplikasyon oranında değişikliğe neden olmamaktadır. Ref No: S055 Diğer SAĞLIK ÇALIŞANLARINDA RADYASYON GÜVENLİĞİ FARKINDALIĞI Duriye Öztürk, Mustafa Yıldırım, Vildan Kaya, Evrim Duman, Eda Parlak 4, Zeynep Akarsu, Yeşim Yalçın Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyosyon Onkolojisi Kliniği, Antalya Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Batman Süleyman Demirel Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Isparta 4 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyaloji Kliniği, Antalya Amaç: Günümüzde radyolojik görüntüleme yöntemlerinin kullanımındaki artış bu yöntemleri kullanan sağlık personelinin daha fazla radyasyona maruz kalma riskini arttırmaktadır. Çalışmamızda sağlık çalışanlarında radyasyon güvenliği farkındalığı ve bu farkındalığa etki eden faktörler araştırılmıştır. Gereç-Yöntem: Tanımlayıcı olarak planlanan bu çalışmada üniversite hastanesi (Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi), bir eğitim ve araştırma hastanesi (Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi) ve bir Devlet hastanesi (Antalya Atatürk Devlet Hastanesi) olmak üzere 4 farklı merkezde nükleer tıp, radyoloji ve radyasyon onkolojisi ünitelerinde çalışan sağlık personeline araştırmacılar tarafından hazırlanan anket soruları soruldu. Anket soruları ile katılımcıların sosyodemografik özellikleri, radyasyona maruziyetleri, radyasyondan korunma açısından yeterli eğitim alıp almadıkları sorgulandı. Bulgular: Çalışmaya 4 farklı merkezden 87 si (%47.8) erkek 95 i (%5.) kadın toplam 84 sağlık çalışanı katıldı.kurşun yelek 75 (%4.) katılımcı kullanırken 04 katılımcı kullanmıyordu. Kurşun yeleğin koruyucu olup olmadığı sorusuna cevap veren 8 katılımcıdan 5 si (%6.4) kurşun yeleğin koruyuculuğuna güvenirken 0 u güvenmediklerini belirttiler. Kurşun yelek kullanımı ve güvenirliği açısından katılımcıların görevleri açısından anlamlı fark saptandı (p<0.00, p:0.0). Doktorların %68. ü kurşun yelek kullanırken teknisyenlerde bu oran %4.6 idi. Kurşun yeleği güvenilir bulanlar doktorlar arasında %76.7 iken teknisyenler arasında bu oran %47.5 idi (Figür ) Dozimetre kullanım oranı %89.6 iken katılımcıların %80 ni doğru ölçüm yaptığına ve güvenilir olduğunu belirtti. Dozimetre kullanımı ile katılımcıların görevleri arasında anlamlı ilişki saptandı (p:.006). Medikal fizikçilerin tamamı dozimetre kullanırken doktorların %9.8 i teknisyenlerin %6.7 si hemşirelerin %.6 si dozimetre kulanmıyordu. Bütün merkezlerde radyasyon güvenliği komitesi olmasına karşın katılımcılara bu komitenin bilinirliği sorulduğunda %4.4 oranında bilinmediği %9. ü ise böyle bir komitenin olmadığını belirttiler. Katılımcıların %98. i ALARA prensibini biliyordu. Katılımcılara güvenlik sınırları üzerinde radyasyona maruz kalıp kalmadıkları sorulduğunda %5.8 i bazen yüksek doz radyasyona maruz kaldıklarını belirttiler. Katılımcıların %6.4 ü radyasyon güvenliği eğitimi almışken %7.6 sı böyle bir eğitim almamıştı. Katılımcıların görevleri ile radyasyon eğitimi açısından anlamlı ilişki vardı (p<0.00). Sonuç: İş yaşamından kaynaklanan sorunlar çalışanın sağlık durumunu etkilemektedir. Sağlık çalışanının sağlıklı olması verdiği sağlık hizmetinin kalitesinide etkilemektedir. Radyasyona maruz kalan sağlık personelinin daha kaliteli hizmet verebilmesi için personel radyasyondan korunmayı öğrenmelidir. Radyayon güvenlik komiteleri aktif şekilde çalışarak çalışanlara radyasyon eğitimi vermeli doktorların bu eğitime katılmalarını sağlamalıdır. Ref No: S056 Diğer EGE ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ KANSER KAYITLARI: 860 KANSER OLGUSUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ Gül Kitapçıoğlu, Ayfer Haydaroğlu, Suriye Özgür, Mehmet Nurullah Orman Ege Üniversitesi Kanserle Savaş Uygulama ve Araştırma Merkezi Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik ve Tıbbi Bilişim Anabilim Dalı EÜKAM 99 den bu güne İzmir Kanser İnsidansı ve Veri Toplama Projesi kapsamında Ege Üniversitesi Hastanesi(EÜH) hastane tabanlı kanser verilerini toplanmaktadır. Bu araştırmada, EÜH de 99-0 yıllarında kanser tanısı ile tedavileri yapılan 860 kayıtlı olguya epidemiyolojik özellikler değerlendirilmiştir. Amaç: EÜH nin 0 yıllık kanser olgularının epidemiyolojik değerlendirilmesidir. Gereç Yöntem: EÜKAM nin özel eğitimli ve sertifikalı görevlilerince 99-0 yılları arasında, EÜH de, 860 kanser kaydı yapılmıştır. CANREG ile kaydedilen veriler SPSS programına aktarılmıştır. İstatistik analizde ki-kare yöntemi ve doğrusal modellemeler yapılmış ve p <0.05 anlamlı kabul edilmiştir. Bulgular: 860 olgunun %5,5 i erkek ve %46,5 i kadındır. Erkeklerin yaş ortalaması 56,9±7, kadınların ise 5,±7,4 tür. Erkeklerde kanser sıklığının en yüksek olduğu yaş grubu 60-69 iken, kadınlarda ise 50-59 yaştır (p<0,000). Kayıtlı tüm olguların %6,7 sini GİS; %,9 unu Akciğer ve %,9 unu baş boyun kanserleri oluşturmaktadır(tablo-). Kadınlarda ve erkeklerde en sık görülen kanserler Şekil- de görülmektedir. Kanser kayıtlarımızda yıllara ve sistemlere göre değişimlerde son yıllarda akciğer kanserlerinde düşüş, GİS kanserlerinde artış görülmektedir (Şekil-). Kadınlarda ise tiroit kanserlerinde belirgin artış dikkat çekicidir. Kadın olguların %8,7 si lokal ve %,9 u lokal ileri evrede tanı alırken, erkeklerin %4,5 i uzak yayılım ve %,9 u lokal evrede tanı almıştır (Tablo-). Kadınlar erkeklere göre anlamlı olarak daha erken evrede tanı almıştır (p<0,000). Susesi Otel, Antalya 7

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Olguların %44,7 sinin İzmir de yaşadığı saptanmıştır. Kırsal alanda yaşayan erkeklerin, kentsel alanda yaşayan erkeklere göre istatistiksel anlamlı düzeyde daha geç evrede tanı aldığı saptanmıştır (p=0,06). Kadınlarda ise bu fark anlamlı bulunmamıştır. Olguların cinsiyet, yerleşim yeri ve tümör evresine göre dağılımları incelendiğinde İzmir ilinde yaşayan erkeklerin, İzmir dışındakilere oranla daha erken evrede hastaneye başvurdukları görülürken kadınlarda bu fark saptanmamıştır (p<0,00). Sonuç: Çalışmamızda EÜH de kadınların erkeklere göre istatistiksel olarak daha erken evrede tanı aldığı belirlenmiştir (p<0,000). Kırsal bölgede yaşayan erkek olguların kentselde yaşayanlara göre daha ileri evrede hastaneye başvurdukları gözlenmiş olup kadınlarda bu fark görülmemiştir (p=0,06). İzmir dışında yaşayan erkek olguların, İzmir dekilere göre daha ileri evrede hastaneye başvurdukları saptanırken kadınlarda ise fark bulunmamıştır (p<0,00). Kadınlara yönelik etkin kanser farkındalık programları ve kadınların bedenleri ile daha ilgili olmaları kadınlarda erken tanı açısından bir avantaj oluşturmaktadır. Erkeklerde en sık görülen kanserin akciğerde olması, kırsal kesimde erkeklerin kanser tarama yöntemlerine uyum sağlayamamaları nedeniyle geç evrede başvurmaktadırlar. Erken tanı için özellikle kırsal kesimdeki erkeklere yönelik kanser farkındalık çalışmaları yapılmalıdır. Tablo. Olguların Yerleşimlerine Göre Dağılımı Lokalizasyon Sayı % GİS 540 6,7 Akciğer 05,9 Baş boyun 96,9 Meme 97,5 Cilt 78 8,8 Kadın Genital 598 7, Kan Kemik iliği 458 5,6 Beyin, Meninks 47 5,4 Üriner sistem 940 4,8 Erkek genital 550 4,4 Lenf 684, Primeri bilinmeyen 660, Kemik yumuşak doku 0,7 Diğer 47,4 Toplam 860 00,0 Tablo. Evrelerin cinsiyete göre dağılımı Cinsiyet Insitu Lokal Lokal İleri Uzak Yayılım Bilinmeyen Erkek,,9,0 4,5 9,5 Kadın, 8,7,9 0,4 5,7 Toplam, 6,,4,6 7,7 Kikare: 499,7; p<0,000 (İstatistiksel analiz Bilinmeyen grubu çıkarılarak yapılmıştır) Ref No: S057 KÖK HÜCRE NAKLİ SONRASI FEBRİL NÖTROPENİ GELİŞEN HASTALARDA ENFEKSİYOZ AJANLAR Diğer Şükrü Özaydın, Mustafa Öztürk, Mithat Eser, Nuri Karadurmuş, Gökhan Erdem, Fikret Arpacı GATA Tıp Fakültesi, Tibbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara GATA Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara Şekil. Olguların cinsiyetlere göre yerleşimlerinin dağılımı Şekil. Olguların yıllara ve sistemlere göre dağılımı Kök hücre nakli sonrası febril nötropeni tüm hastalarda görülmektedir. Hastalara nakil sonrası antibiyotik ve antifungal proflaksisi önerilmektedir. Çalışma: 00-0 yılları arasında GATA tibbi onkoloji kliniğinde otolog ve allojenik kök hücre nakli yapılan hastalarda nakil sonrası enfeksiyöz ajanlar araştırıldı. Nakil yapılan hastalar ateş geliştikten sonra fizik muayeneleri yapıldıktan sonra kan ve idrar kültürleri alınarak geniş spektrumlu antibiyotik başlandı. Araştırmaya uygun 78 hastanın verilerine ulaşıldı. Bu hastalardan 67 hasta ve 95 kültür incelemesinde pozitiflik saptandı. 8 hastaya allojenik kök hücre nakli 59 hastaya otolog kök hücre nakli yapıldı. Non Hodgkin lenfoma(- no=0), testis kanseri(no=), multipl myeloma (no=0), Hodgkin lenfoma (no=9), akut miyeloid lösemi(no=4), akut lenfoblastik lösemi(no=), ve diğerleri (no=) vakalarından oluşmaktaydı. Kan kültürü sonuçlarına göre tespit edilen ajanların %44,5 i koagülaz negatif stafilokoklardan oluşurken, %4 ü gram negatif basil ve %5 i candidalardan oluşmaktaydı. İdrar kültür sonuçlarına bakıldığında %66,8 ini gram negatif basil oluştururken, %, ini koagülaz negatif satafilokok ve %5,5 ini candidadan oluşuyordu. Hodgkin lenfomalı hastaların kan kültüründe %80(N=4) gram negatif basil üremesi gözlenirken, %0(N=) koagulaz negatif stafilokok üremesi gözlendi. Kateter kültür sonuçları %66,8 ini koagulaz negatif stafilokoklar oluştururken, %, sini acinetobakter baumannii ve %6,6 sını enterokoklar gözlendi. 8 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER Ref No: S058 Diğer KANSERDE ERKEN TANI VE TARAMA KONULARINDA TIBBİ ONKOLOGLARIN UYGULAMA ALIŞKANLIKLARI Ece Esin, Saadettin Kılıçkap, Deniz Yüce, Serdar Turhal Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Prevantif Onkoloji Anabilim Dalı Marmara Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Kanserde mortalite ve morbiditenin azaltılmasının başlıca yolu tarama programları ile hastalık gelişiminin mümkün olduğunca erken tanı konularak yakalanması ve uygun müdahalelerin gerçekleştirilmesidir. Bu konuda topluma yol gösterici olması gereken kişilerin başında onkoloji alanında uzmanlaşmış hekimler gelmektedir. Bu çalışmanın amacı ülkemizdeki tıbbi onkologların erken tanı ve tarama konularındaki uygulama alışkanlıklarının değerlendirilmesidir. Yöntem: Tıbbi onkologların erken tanı ve tarama konularındaki uygulama alışkanlıkları 7 soruluk bir anket ile değerlendirildi. Bulgular. Anketi 94 medikal onkoloji uzmanı cevapladı. Cevaplayanların %60 ı üniversitede, %7 si devlet hastanesinde çalışıyordu. Katılımcıların % i profesör, %8 i doçent, %9 u yardımcı doçent, %4 si uzman ve %9 u fellowdu. Mesleki deneyimler incelendiğinde %48 i -0 yıl arasında, %7 si - yıl arasında, % si 0 yıl üzerinde idi. Katılımcıların hangi kanser tipleri için tarama yapılması gerektiği yönündeki düşünceleri ve önerileri Şekil de sunulmuştur. Katılımcıların yaklaşık yarısı akciğer kanseri için tarama yapılması gerektiğini düşündüklerini bildirmişler, ancak % si rutin taramayı önermişlerdir. Ankete yanıt verenlerin erken tanı ve tarama yöntemleri hakkındaki algı ve uygulama durumları ise Tablo de özetlenmiştir. Buna göre en az gaitada gizli kan incelemesinin faydalı olduğuna inanıldığı (%55,) ve en az rektal muayenenin hasta ve sağlıklı bireylere önerildiği (%45,7) belirlenmiştir. Mamografinin ise faydalı olduğuna en çok inanılan (%96,7) ve önerilen (%98,9) yöntem olduğu görülmüştür. Sonuç: Onkoloji ile ilgilenen sağlık profesyonellerinin kanserde erken tanı ve tarama yöntemleri hakkındaki algı ve uygulama alışkanlıklarının genelde benzer olduğu, ancak kanser taraması için yararlı olduklarını düşündükleri bu yöntemleri günlük pratikte hastalarına daha az önerdikleri dikkati çekmiştir. Bu konunun sağlık hizmetlerinin bir parçası olduğu unutulmamalıdır. Ref No: S059 Diğer KANSER HASTALARINDA KONTRASTLI BİLGİSAYARLI TOMOĞRAFİ ÇEKİMİ SONRASI KONTRAST MADDE NEFROPATİSİ GELİŞME RİSKİ VE PREDİKTİF FAKTÖRLER ÇALIŞMASI FİNAL SONUÇLARI Esma Türkmen, Bülent Erdoğan, Sernaz Uzunoğlu, Hilmi Kodaz, İrfan Çiçin Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Edirne Amaç: Kanserli hastalarında kontrast nefropati sıklığı ve prediktif faktörleri belirlemek Gereç-Yöntem: Kontrastlı BT çekilen >=8 yaş, GFR değeri >=50 ml/dk olan kanserli hastalar çalışmaya alındı. Böbrek yetmezliğine yol açabilecek diğer nedenler dışlanarak kontrastlı bilgisayarlı tomografi (BT) çekimi sonrası gün süreyle kreatinin düzeyinde, çekim öncesi kreatinin değerine oranla %5 ve üzeri artış olması veya kreatinin değerinde 0,5 mg/dl ve üzeri artış olması kontrast madde nefropatisi (KMN) olarak değerlendirildi. Yaş, cinsiyet, kanser orjini ve evresi, aktif kanser varlığı, kemoterapi ajanları ve kür sayıları, kemoterapi seçim sayısı, kemoterapiden BT çekimine kadar geçen süre, eşlik eden komorbit hastalıklar üre, kreatinin, sodyum, potasyum, LDH ve hemoglobin verileri ile KMN arasında ilişki irdelendi. Bulgular: Çalışmaya 90 hasta alındı. Onsekiz (%0) hastada KMN tespit edildi. Yaş, cinsiyet, kemoterapi kür sayısı, kemoterapi seçim sayısı, kanser orjini ve evresi, aktif tümör varlığı, üre, kreatinin, sodyum, potasyum, LDH, hemoglobin değerleri ve diabetes mellitus varlığı ile KMN arasında risk saptanmadı. Hipertansif hastalarda KMN daha sık ortaya çıktı (%4.6 vs %4.7 p=0.044). Elli beş hastaya (%6) kemoterapi (KT) uygulandı. Son kemoterapiden <=45 gün sonra BT çekilen hastalarda KMN gelişme riski diğer tüm hastalarla karşılaştırıldığında (%5 vs %0.7) KMN gelişme riski yüksekti (OR=4.5 (.5-.7); p=0.005). Kemoterapi ajanları arasında yalnız irinotekan/bevacizumab tedavisi (OR=7.0 (.-45.6); p=0.0) ile KMN gelişme riski arasında belirgin ilişki bulundu. Logististic regresyon analizinde yalnız son kemoterapiden <=45 gün sonra BT çekilmesinin bağımsız risk faktörü olduğu saptandı (OR=4,; p=0.07). Hipertansiyon anlamlı olmaya eğilimli düzeyde saptandı (p=0.078) Sonuç: Hastanede yatan ve BT <=45 gün önce kemoterapi almış kanser tanılı ve böbrek fonsiyonu normal hastalarda 4.5 kat artmaktadır. Hipertansiyon ve bevacizumab kanser hastalarında KMN gelişmesi için ek risk faktörü olabilir. Şekil. Kanser tiplerine göre tarama yapılması gerektiğinin düşünülme ve önerilme oranları Tablo. Erken tanı ve tarama yöntemleri hakkındaki algı ve uygulama durumları Ref No: S060 Genitoüriner Sistem Kanserleri İLK SEÇİM SUNİTİNİB TEDAVİSİ ALMIŞ METASTATİK RENAL HÜCRELİ HASTALARDA TEDEVİ ÖNCESİ SERUM M0 VE M65 SEVİYELERİNİN PROGNOSTİK BİR ÖNEMİ VAR MIDIR? İbrahim Yıldız, Fatma Sen, Leyla Kilic, Serkan Keskin, Sevil Bavbek, Mert Basaran İstanbul Universitesi, Onkoloji Enstitüsü, Tibbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Metastatik renal hücreli karsinomda, özellikle son yıllarda hedefe yönelik ajanların tedavi girmesiyle, prognozu ve tedaviye yanıtı tahmin ettiren etkin biyobelirteçlere ihtiyaç artmıştır. M0 ve M65 seviyeleri apoptotik hücre ölümü sırasında ortaya çıkan, epiteliyal tümörlere özgü hücre ölümünü gösteren ve ELİSA ile serumda saptanabilen belirteçlerdir. Serum M0 selektif olarak apopotozisi gösterirken, serum M65 toplam hücre ölümünü (apoptozis ve nekroz) yansıtır. Bu çalışmanın amacı daha önce tedavi almamış metastatik renal hücreli kanseri (RHK) tanısı olan hastalarda serum M0 ve M65 seviyelerinin prognostik değerlerini tespit etmektir. Susesi Otel, Antalya 9

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Yöntemler: Ardışık olarak polikliniğimize başvuran metastatik RHK tanılı 9 hasta ve 9 sağlıklı kontrol grubu bu çalışmaya alınmıştır. Sunitinib tedavisi öncesi toplanan serum örneklerinde M0 ve M65 seviyeleri ELISA ile ölçülmüştür. Bulgular: Hastaların ve kontrol grubunun medyan yaşları sırasıyla 60 ve 58 yıl olarak bulundu. Her iki grupta medyan serum M0 seviyeleri açısından anlamlı fark yoktu (5.7 vs. 49. U/l, P= 0,). Medyan serum M65 seviyesi metastatik RHK hastalarında, kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (4.0 vs. 79. U/l, P<0.00). Progresyonsuz sağkalımı (PFS) predikte etmek için yapılan Receiver operating characteristic (ROC) analizinde plazma M65 için en iyi cut-off değer.6 U/l olarak hesaplandı. Tek değişkenli analizde medyan PFS değeri, M65 seviyeleri <=.6 U/l olan hastalarda M65 seviyeleri >.6 U/l olanlara kıyasla daha iyi saptandı (4.0 vs. 7.6 ay, P = 0.0). Ancak çok değişkenli analizde serum M65 seviyelerinin PFS ye etkisi doğrulanamadı. Sonuç ve Tartışma: Serum M65 seviyeleri metastatik RHK hastalarında sağlıklı kişiler ile karşılaştırıldığında anlamlı derecede daha yüksekti. Serum M0 düzeylerinde ise kontrol ve hasta grubunda anlamlı fark bulunamadı. Bu bulgular, RCC hastalarında majör hücre ölüm tipinin apoptozdan çok nekroz olduğunu düşündürmektedir. Bundan başka, nekrozun belirleyicisi olan serum M65 seviyeleri PFS yi tahmin etmede öngördürücü olabilir. Artmış serum 65 düzeyleri RHK hastalarında agresif tümör biyolojisini ve/veya tümör yükünü yansıtabilir. Şekil. Kontrol ve Hasta grubunda serum M65 seviyeleri Ref No: S06 Genitoüriner Sistem Kanserleri METASTATİK RENAL HÜCRELİ KANSERDE BİRİNCİ BASAMAK İNTERFERON TEDAVİSİNİN ETKİNLİĞİNİ BELİRLEYEN FAKTÖRLER: TOG GRUBU ÇALIŞMASI Mehmet Artaç, Hasan Şenol Çoşkun, Murat Koçer, Nazım Serdar Turhal 4, Hüseyin Engin 5, İsa Dede 6, Semra Paydaş 7, Berna Öksüzoğlu 8, Hakan Bozcuk, Ahmet Demirkazık 6 Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Konya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Antalya Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Isparta 4 Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul 5 Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Zonguldak 6 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara 7 Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Adana 8 Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Giriş: Renal Hücreli Kanser (RCC) tüm kanserlerin yaklaşık olarak % sini oluşturmaktadır. Renal hücreli kanserle ilgili standard bir tarama testi olmadığından hastaların üçte biri tanı anında metastatik olarak gelmektedir. Güncel kılavuzlarda vasküler endotelyal büyüme faktörünü hedef alan tirozin kinaz inhibitörleri metastatik hastalık tedavisinde birinci basamakta önerilmektedir. Ancak, halen ülkemizde metastatik RCC için tirozin kinaz inhibitörleri sadece sitokin tedavisi sonrası ikinci basamak tedavide ruhsatlıdır. Bu çalışma ile metastatik RCC de interferon tedavisinin etkinliğinin değerlendirilmesi planlanmıştır. Materyal-Metod: Bu çalışmada Tıbbi Onkoloji kliniklerine başvuran metastatik RCC tanılı hastaların dosya verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Metastatik RCC tanısı olan hastaların interferon tedavi süresi, ikinci basamak tedavi durumu ve sağkalım süreleri çıkarıldı. Kaplan-Meier ve Cox regresyon analiz yöntemleri kullanıldı. Sonuçlar: Toplam 8 merkezden hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların 8 si (%7.9) erkek, 9 u (%6.) kadın idi. Hastaların median yaşı 57 (9-88) idi. İnterferon sonrası median progresyonsuz sağkalım (PSK) 4. ay (%95 CI,.0-5.8) olarak hesaplandı. İnterferon sonrası 66 hasta tirozin kinaz inhibitörü olarak sunitinib kullanmıştı. Sunitinib kullanan hastalarda median PSK 0.6 ay (%95 CI, 5.97-5.9) olarak bulundu. Univariate analizde interferon sonrası PSK ile ilişkili faktörler; Karnofsky performans skoru (HR,.86, %95 CI, 0.9-.75; p =0.07), hemoglobin değeri (HR, 0.56, %95 CI, 0.0-.06; p = 0.07), nötrofil sayısı (HR, 0.6; %95 CI, 0.-.65;p<0.0), trombosit sayısı (HR, 0.; %95 CI, 0.4-0.75; p<0.0) saptandı. Multivariate analizde faktörlerin hiçbirisi PSK ile ilişkili bulunmadı. Median PSK trombosit değeri normal olanlarda.7 ay ve yüksek olanlarda.9 ay olarak bulundu (p<0.0). Tartışma: Bu çalışmada interferon tedavisi ile ilişkili prognostik faktörler değerlendirilerek interferon sonrası kullanılan sunitinib tedavisinin etkin bir tedavi olduğu gösterildi. Metastatik RCC de birinci basamakta kullanılan interferon tedavisinin hangi hasta grubunda etkili olduğunu bulabilmek için daha fazla hasta sayısının olduğu prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır. Şekil. Serum M65 cut-off değerine göre (ROC analizi ile belirlenen) progresyonsuz sağkalım. 0 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER Ref No: S06 Genitoüriner Sistem Kanserleri MGMT(O6-METİLGUANİN-DNA METİLTRANSFERAZ) VE TGASE- (DOKU TRANSGLUTAMİNAZ-) İN RCC (RENAL HÜCRELİ KARSİNOM) HASTALARINDA PROGNOSTİK VE MRCC (METASTATİK RENAL HÜCRELİ KARSİNOM) HASTALARINDA SUNİTİNİB KULLANIMI İÇİN PREDİKTİF DEĞERİ Didem Tunalı, Banu Sarsık, Raika Durusoy, Yalçın Çırak, Umut Varol, Burcu Çakar, Uğur Muslu, Sait Şen, Erhan Gökmen Ege Universitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dali, İzmir Ege Universitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Tıbbi Patoloji Ana Bilim Dalı, İzmir Ege Universitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı, İzmir Amaç: Metastatik renal hücreli karsinom hastalarında (mrcc) anti-anjiojenik ajanlar sık kullanılmasına rağmen bu ajanlar için prediktif belirteçler henüz tam olarak belirlenmiş değildir. MGMT proteinin anti-anjiogenik özelliği ve glioblastoma hücre hattında sunitinibin anti-proliferatif etkinliğinden sorumlu olduğu gösterilmiştir. Preklinik çalışmalarda MGMT pozitif hücrelerin daha yüksek svegfr-/vegfa oranı ve artmış VEGFR- düzeyi ve azalmış VEGFR- düzeyine sahip olduğu gösterilmiştir. TGase- ise ilaç direnci, hücre proliferasyonu, hücre göçü ve anjiogenezden sorumlu tutulmaktadır. In vitro çalışmalarda TGase- in VHL i inhibe ettiği ve bunun sonucu olarak da HIF-α ve IGF-R artışına yol açtığı gösterilmiştir. Çalışmanın amacı; MGMT (O6-metilguanin-DNA metiltransferaz) ve TGase- (Doku transglutaminaz-) in RCC hastalarında prognostik ve mrcc hastalarında sunitinib kullanımı için prediktif değerini araştırmaktır. Gereç-Yöntem: 8 mrcc hastası retrospektif olarak araştırılmıştır. 4 hasta metastaz gelişmemiş grupta olup, 9 hasta metastatik grupta (tanı anında metastatik veya takipte metastaz gelişmiş) yer almıştır. Her iki grupta da MGMT ve TGase- protein düzeyleri doku örneklerinde immunohistokimyasal olarak incelenmiştir. Metastatik olan grupta bütün hastalar anti-anjiojenik tedavi olarak sunitinib kullanmış ve sağ kalım (OS) analizi sunitinib başlangıç zamanı esas alınarak hesaplanmıştır. Tüm grubun (metastatik grup ve metastaz yapmamış grup) OS analizi ise tanı zamanı esas alınarak hesaplanmıştır. Bulgular: Metastatik ve sunitib kullanan grupta (n=9), düşük MGMT düzeyi olanların sunitinibe bağlı sağ kalımı 0 ay olup, yüksek MGMT olanlarda bu süre 47 aydır (p=0.498). Düşük TGase- düzeyi olanların sunitinibe bağlı sağ kalımı 5. ay olup, yüksek TGase- olanlarda bu sure 7.9 aydır (p=0.66). Tüm grupta (n=8) düşük MGMT düzeyi olanların ortanca sağkalımı 5 ay olup, yüksek MGMT düzeyi olanların sağkalımı 89 aydır (p=0.498). Düşük TGase- düzeyi olanların ortalama sağkalımı ay olup, yüksek TGase- düzeyi olanların ortalama sağkalımı aydır (p=0.8). Sonuç: Yüksek MGMT düzeyi ve düşük TGase- düzeyi, sunitibe iyi yanıtın prediktörü olabilir. Tedaviden bağımsız olarak ise tüm grupta daha yüksek MGMT ve daha düşük TGase- düzeyi olanların sağkalımı daha iyidir. Tüm bu sonuçlar istatiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte daha yüksek hasta sayısı ile araştırmanın genişletilmesi faydalı olabilir. MGMT GÜÇLÜ EKSPRESYON Şekil. MGMT nükleer boyanma (x 40) RCC hücreleri TGASE- GÜÇLÜ EKSPRESYON Şekil. TGase- sitoplazmik boyanma (x 40) RCC hücreleri Ref No: S06 Genitoüriner Sistem Kanserleri PROSTAT KARSİNOMLARINDA MATRİKS METALLOPROTEİNAZ EKSPRESYONLARININ PROGNOSTİK PARAMETRELER VE SAĞKALIM İLE İLİŞKİSİ Caner Saygın, Didem Uzunaslan, Ferhat Özden, Şermin Güven, Bülent Önal 4, Haydar Durak, Hilal Akı İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Onkoloji Bilim Dalı 4 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı Giriş: Tümör mikroçevresi çeşitli kanserlerde progresyon, invazyon, ve metastaz aşamalarında önemli rol oynamaktadır. Matriks metalloproteinazların (MMP) ve bunların doku inhibitörlerinin (TIMP) karsinogenezdeki rolleri pekçok tümörde gösterilmiş olsa da prostat kanserinde MMP/TIMP ekspresyon düzeylerinin hastalığın seyriyle ilişkisi net olarak ortaya konmamıştır. Amaç: Bu çalışmanın amacı prostat karsinomunda MMP/TIMP ekspresyon düzeylerini incelemek, bu proteinlerin çeşitli klinikopatolojik parametreler ve sağkalım üzerine etkisini araştırmaktır. Gereç-Yöntem: 005-0 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi nde tanı konmuş prostat karsinomu olguları çalışmaya dahil edildi. MMP-, MMP-9, ve TIMP- ekspresyon düzeyleri üç ayrı kompartmanda (tümör hücreleri, non-tümoral gland dokusu, stromal hücreler) immünhistokimya ile değerlendirildi. 0%ve üzerindeki boyanmalar pozitif kabul edildi. MMP/TIMP düzeylerinin klinikopatolojik parametreler (Gleason skoru, Gleason patterni, tedavi öncesi PSA düzeyi, evre, vasküler invazyon, perinöral invazyon, ekstrakapsüler invazyon, lenf nodu metastazı) ile iliş- Susesi Otel, Antalya

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ kisi ki-kare yöntemi ile; hastalıksız sağkalım üzerine etkisi Kaplan- Meier sağkalım eğrileri ve log-rank testi ile araştırıldı. Bulgular: Olguların özellikleri tabloda özetlenmiştir. Tümör hücrelerinde MMP- pozitifliği, yüksek Gleason skoru (p<0.00), Gleason patern 4 ve 5 (p<0.00), yüksek PSA değerleri (p=0.05) ile anlamlı olarak ilişkili olup bu vakalarda vasküler (p=0.009), perinöral (p<0.00), ve ekstrakapsüler invazyonlar (p=0.0) daha az görüldü. MMP-9 pozitif olgularda Gleason skorları daha düşük olup (p=0.00), MMP-9 negatif olgular tanı anında daha ileri evredeydi (p=0.048). Tümör çevresindeki normal glandüler kompartmanda TIMP- ekspresyonu, düşük Gleason paterni (p=0.00), erken evre kanser (p=0.046) ve düşük perinöral invazyon (p=0.0) ile ilişkili bulundu. Tümör hücrelerinde MMP- ve MMP-9 pozitifliği olan olgular ile normal glandüler kompartmanda TIMP- ekspresyonu gösteren vakalarda hastalıksız yaşam süresi daha uzundu (sırasıyla p=0.009, p<0.00 ve p=0.006). Sonuç: MMP ve TIMP ekspresyonlarının prostat karsinomu vakalarındaki değişken düzeyleri bu proteinlerin karsinogenez ve klinik gidiş ile ilişkisini ortaya koymayı zorlaştırmaktadır. MMP/TIMP sisteminin tümör biyolojisindeki yerinin anlaşılması, prostat kanserinde yeni hedefe yönelik tedavilerin geliştirilmesine olanak verecektir. Şekil. Kaplan-Meier Hastalıksız Sağkalım Eğrileri. MMP, MMP9, ve TIMP pozitif tümörlerde sağkalım anlamlı olarak daha uzundu (sırasıyla p=0.009, p<0.00 ve p=0.006). Tablo. Hasta populasyonunun özellikleri (n=45) Ortalama tanı yaşı (yıl) 6.8 ± 8.79 Preoperatif PSA düzeyi (ng/ml) 0.5 ± 0.9 <0 /5 (%8) >0 /5 (%7) Evre T T Gleason skoru >= 7 <7 Gleason paterni - 4-5 Vasküler invazyon Var Yok Perinöral invazyon Var Yok Ekstrakapsüler invazyon Var Yok MMP- Ekspresyonu Tümör Stroma Non-tümöral glandlar MMP-9 Ekspresyonu Tümör Stroma Non-tümöral glandlar TIMP- Ekspresyonu Tümör Stroma Non-tümöral glandlar 68/ (%60.) 45/ (%9.8) 9/45 (%0) 6/45 (%80) 88/45 (%60.6) 57/45 (%9.) /09 (%9.) 88/09 (%80.7) 98/0 (%75.4) /0 (%4.6) 45/4 (%9.5) 69/4 (%60.5) %9. %.58 %0.6 %89.85 %64.96 %87.5 %4.04 %74.8 %4. Ref No: S064 Genitoüriner Sistem Kanserleri RADİKAL PROSTATEKTOMİ UYGULANAN PROSTAT KANSERLİ OLGULARDA ADJUVAN VEYA KURTARMA RADYOTERAPİSİ SONUÇLARIMIZ Ayça İribaş, Fulya Ağaoğlu, Ebru Tuncay, Selnur Özkurt, Seden Küçücük, Murat Tunç, Faruk Özcan, Yavuz Dizdar, Rian Dişçi, Emin Darendeliler istanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Amaç: Radikal prostatektomi sonrası adjuvan veya kurtarma radyoterapisi uygulanan hastalarımızın tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi hedeflenmiştir. Gereç-Yöntem: Kliniğimizde 004-0 yılları arasında radikal prostatektomi (RP) sonrası postoperatif radyoterapi (RT) uygulanmış 9 prostat kanserli hasta retrospektif olarak incelenmiştir. Hastaların %5 üne adjuvan,%47 sine kurtarma RT si uygulanmıştır. Pre-op PSA median 0,ng/ml(,45-85 ng/ml)bulunmuştur.patoloji örneklerinde Gleason skoru % olguda -6,%44 olguda 7,% olguda 8-0 olarak raporlanmıştır.olguların %4 inde vesiküla seminalis tutulumu,%8 inde cerrahi sınır pozitifliği, % sinde lenf bezi tutulumu,%75 nde kapsül dışına yayılım,%77 sinde perinöral invazyon görülmüştür. RT öncesi medyan PSA 0,8 ng/ml (0,00-5, ng/ml) bulunmuştur. RP den RT ye kadar geçen median süre adjuvan grupta ay(-8 ay), kurtarma grubunda 4 ay (6-70 ay) idi. Olguların %4 sine pelvik RT uygulanırken,%76 sına sadece prostat yatağına RT uygulandı. Prostat yatağına verilen doz 64 Gy (60-7,8 Gy)idi. İstatistiksel olarak, sağkalım değerlendirme-sinde Kaplan- Meier, karşılastırmada log-rank,çoklu analizde Cox-regresyon analizleri kullanılmıştır. Bulgular: Ortanca takip süresi 48 (-00) ay, ortanca yaş 64(4-77) tür. Tüm grup için 5 yıllık biyokimyasal kontrol, metastazsız sağkalım ve genel sağkalım sırasıyla %8, %9 ve %97 olarak belirlendi. Tek değişkenli analizde; kurtarma RT si yapılan olguların 5 yıllık genel sağkalım (%00 vs%9,p:0,08)ve biyokimyasal kontrol oranları (%90 vs 7,p:0,04) adjuvan RT ye göre anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Adjuvan RT alan olguların özellikleri incelendiğinde; patolojik evrenin,pre-operatif psa ve post-operatif gleason değerinin,cerrahi sınır ve vesikula seminalis pozitifliğinin kurtarma RT si alanlara göre yüksek olduğu ve istatiktiksel anlamlılığı etkilediği görülmüştür. Gleason skoru -6 olan olguların yüksek olan olgulara göre biyokimyasal kontrol oranları (%00 vs%58,p:0,04) istatistiksel olarak anlamlı ölçüde yüksektir. Evre II olguların ileri evrelere göre (%95 vs %58,p:0,05) biyokimyasal kontrol oranları daha iyi seyretmektedir. Adjuvan RT alan olguların tek değişkenli analizinde yaşın 65 ve üstü (%00 vs %45,p:0,0) olması,vesikula seminalis (%00 vs %46,p:0,06) ve lenf nodu tutulumu olmaması (%89 vs %8,p:0,00) biyokimyasal kontrolü oranlarını anlamlı olarak arttırmıştır. Kurtarma RT si alan olguların tek değişkenli analizinde Gleason skoru -6 olan olguların yüksek olan olgulara göre biyokimyasal kontrol oranları (%00 vs%8,p:0,05) istatistiksel olarak anlamlı ölçüde yüksektir. Sonuç: Prostat kanseri tedavisinde radikal prostatektomi standart tedavi modellerindendir; fakat operasyon sonrası tekrarlama riski yüksek olan hastalara adjuvan RT veya tekrarlama durumunda kurtarma RT si uygulanmalıdır. Her iki tedavi modeli de biyokimyasal kontrol ve genel sağkalım üzerinde anlamlı katkı sağlamaktadır. 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER Ref No: S065 Jinekolojik Kanserler LOKAL İLERİ EVRE SERVİKS KANSERİNİN EŞ ZAMANLI KEMORADYOTERAPİSİNDE YOĞUNLUK AYARLI RADYOTERAPİ SONUÇLARI: LOKOREJYONEL KONTROL VE TOKSİSİTE Hale Başak Çağlar, Asli Saran İkizler, Banu Atalar, Nihat Sözer, Özlem Er, Enis Özyar Acıbadem Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Acıbadem Üniversitesi, Medikal Onkoloji Anabilim Dalı Lokal ileri evre serviks ca tanısıyla eş zamanlı kemoradyoterapi uygulanan hastaların tedavi sonuçlarının ve toksisitelerinin bildirilmesi amaçlandı. Çalışmaya 7/009 ve 8/0 tarihleri arasında yoğunluk ayarlı radyoterapi (IMRT) tekniği ile definitif kemoradyoterapi uygulanan lokal ileri evre serviks kanserli, en az 6 aylık takibi olan hastalar alındı. Tedavi planlama öncesinde her hastaya uygun immobilizasyon kullanılarak BT çekimi yapıldı. Görüntüler PET-CT ve MR incelemeleri ile üst üste bindirildi. Fizik muayenede veya görüntülemelerde görülen tümör ve uzanımları GTV, uterus, parametriumlar, lenfatikler CTV olarak belirlendi. CTV e 0.7 cm emniyet verilerek PTV oluşturuldu. PET-CT ve MR incelemelerinde patolojik olarak gözlemlenen lenf nodu bölgelerine simultane integre boost (SIB) tekniği ile doz artırımı yapıldı. Yoğunluk ayarlı radyoterapi (IMRT) tekniği kullanılarak pelvise 5 fraksiyonda 45Gy (SIB bölgelerine ise 6.5Gy) tedavi uygulandı. Eksternal radyoterapinin son haftasında hastalara intrakaviter brakiterapi 4 veya 5 fraksiyonda uygulandı. Eksternal RT ile eş zamanlı olarak haftalık 40 mg/m cisplatin planlandı. Hastalar haftalık kan analizi ve fizik muayene ile takip edilerek akut toksisite kayıt altına alındı. Yanıt değerlendirilmesi. ay PET- CT ile yapıldı. Toplam 49 hasta çalışmaya dahil edildi. Medyan yaşı 55 (0-8) idi. Evre dağılımına bakıldığında %80 hasta evre IIB idi. Kırk yedi hastanın (%96) PET-CT si tedavi planlamasında kullanıldı. Tanı anında %47 sinde pelvik, %0 unda paraaortik metastaz saptandı. Paraaortik metastazı olan hastaların tümünde pelvik metastaz da vardı. PET-CT evrelemesi olmayan hasta dahil olmak üzere toplam hastada cerrahi evreleme yapılmış (laparoskopik pelvik ve paraaortik lenf nodu diseksiyonu) ve lenfatik metastaz varlığı patolojik olarak gösterilmişti. Cerrahi evreleme ve diseksiyon uygulanan hasta haricinde tüm hastaların pelvik ve paraaortik gros tümörüne SIB tekniği ile doz artırımı uygulandı. Kırk sekiz hastaya (%98) EBRT bitiminde intrakaviter brakiterapi DCRT tedavi planlama ile uygulandı. Kırk-yedi (%96) hastaya eş zamanlı cisplatin uygulaması yapıldı, PET-CT ile tedavi yanıtı değerlendirilmesi 47 hastada yapıldı (%96) ve bu hastaların %76 sında metabolik tam yanıt, % inde metabolik kısmi yanıt, % ünde ise progresif hastalık gözlendi. Progresif hastalık görülen 6 hastanın i lokal, ü rejyonel si sistemik rekürrens idi ve kurtarma tedavisi önerildi. Medyan 9 aylık (6 4 ay) takip süresi olan hasta grubunda yıllık lokal, rejyonel ve uzak kontrol oranları %9, %80 ve %78 olarak hesaplandı. 4 hasta kaybedildi. Ölüm nedeni hastada hastalık progresyonu idi. yıllık tüm sağkalım oranı %89 olarak hesaplandı. Tedavi bitiminden sonra 8 hastada (%6) radyasyon rektiti ve kanama gizlendi ancak sadece hastada grade >= idi. Lokal ileri evre serviks kanserinde IMRT ile uygulanan kemoradyoterapi hastalık sonuçları ve toksisite açısından güvenli ve uygulanabilir bir yöntemdir. Ref No: S066 Jinekolojik Kanserler ADJUVAN RADYOTERAPİ UYGULANAN ENDOMETRİUM KANSERLİ OLGULARDA YAŞAM KALİTESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Havva Karabuğa, Ferah Yıldız, Melis Gültekin, Gökhan Tulunay, Kunter Yüce, Ali Ayhan 4, Murat Gürkaynak Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Ankara Etlik Zübeyde Hanım Kadın Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Ankara 4 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, Ankara Amaç: Adjuvan radyoterapi (RT) uygulanan endometrium kanserli olguların, uzun dönemdeki yaşam kalitesi ve seksüel fonksiyonlarının değerlendirilmesi. Gereç-Yöntem: Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı nda 000-009 yılları arasında adjuvan RT uygulanan 44 endometrium kanserli hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Olguların ortanca yaşı 64 tür (48-88 yaş). Yaşam kalitesinin değerlendirilmesinde EORTC QLQ-C0 ve CX-4 anketleri kullanılmıştır. Olguların 6 sında (%94) uygulanan cerrahi total abdominal histerektomi (TAH)+bilateral salfingo-ooferektomi (BSO) iken, 0 (%8) olguda ek olarak pelvik+paraaortik lenf nodu diseksiyonu ve 7 (%) olguda sadece pelvik lenf nodu diseksiyonu yapılmıştır. Adjuvan RT 76 (%5) olguda vajinal brakiterapi (BRT), 5 (%6) olguda sadece eksternal RT ve 6 (%) olguda eksternal RT+vajinal BRT şeklindedir. Bulgular: Eksternal RT uygulanan hastalarda sadece vajinal BRT uygulanan hastalara kıyasla semptom skoru (p=0.0), lenf ödem (p=0.0), ağrı (p=0.0) ve diyare (p=0.009) daha yüksek; fiziksel durum (p=0.0), rol fonksiyon (p=0.0) ve seksüel zevk alma (p=0.0) daha düşük bulunmuştur. Eksternal RT ye eklenen vajinal BRT nin semptom skalası ve seksüel fonksiyon üzerine kötüleştirici ek katkısı bulunmamıştır. Sistemik kemoterapi alan hastalarda fiziksel durum (p=0.0) daha kötü bulunmuştur. Altmış beş yaş altındaki hastalarda vücut algısı (p=0.0), seksüel aktivite (p<0.00) ve seksüel kaygı (p<0.00) anlamlı yüksek iken, yorgunluk (p=0.005) 65 yaş üstünde anlamlı yüksek bulunmuştur. Obez olan hastalarda lenf ödem (p=0.0) daha fazla iken, normal kilolu hastalarda kognitif durum (p=0.0) ve rol fonksiyon (p=0.0) daha yüksek bulunmuştur. Hastalık evresi arttıkça; lenf ödem (p=0.008), periferik nöropati (p=0.0), yorgunluk (p=0.0), ağrı (p=0.04) ve diyare (p=0.009) artmaktadır. Tedaviden sonra geçen süre arttıkça, hastaların vücut algıları (p=0.0) ve emosyonel durumlarında kötüleşme (p=0.004) izlenmiştir. Sonuç: Eksternal RT, endometrium kanserli hastalarda yaşam kalitesi ve seksüel fonksiyonları negatif yönde etkilemektedir. Vajinal BRT, daha yüksek yaşam kalitesi sağlamaktadır. Endometrium kanserli hastalarda vücut kitle indeksinin normal sınırlarda olması yaşam kalitesini yükseltecektir. Ref No: S067 Kemik Ve Yumuşak Doku Sarkomları ERİŞKİN METASTATİK EWİNG SARKOMUNDA SİKLOFOSFAMİD TOPOTEKAN KEMOTERAPİSİ Zeki Gökhan Sürmeli, Pınar Gürsoy, Atike Pınar Erdoğan, Aslı Erdoğan, Burcu Çakar, Burçak Karaca, Canfeza Sezgin, Bülent Karabulut, Ulus Ali Şanlı, Rüçhan Uslu Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, İzmir Giriş: Ewing sarkomu, erişkinlerde nadir görülen bir kemik tümörüdür. Metastatik Ewing sarkomunda kurtarma tedavisi amaçlı kullanılan siklofosfamid topotekan (ST) kemoterapisinin etkinliği ile ilgili kısıtlı veri mevcuttur. Susesi Otel, Antalya

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Yöntem: Metastatik Ewing sarkomu tanısı ile merkezimizde izlenen hastaların verileri retrospektif olarak değerlendirilmiş, ST kemoterapisi uygulanan hastalar çalışmaya dahil edilmiştir. Hastaların klinik ve patolojik özellikleri, tedavi yanıtları kaydedilmiş, ST tedavisi ile genel ve progresyonsuz sağkalım süreleri ve yanıt oranları hesaplanmıştır. Bulgular: Ağustos 994 Eylül 0 tarihleri arasında tanı alan ve metastatik Ewing sarkomu nedeniyle ST kemoterapisi (topotekan 0.75 mg/m 5 gün, siklofosfamid 50 mg/m 5 gün) uygulanan 7 hasta saptandı. Sadece kür uygulanan hasta analize dahil edilmedi. Çalışmaya dahil edilen 4 hastanın ( erkek, kadın) median yaşı (aralık 7 5) bulundu. Hasta grubunun klinik ve patolojik özellikleri tablo de verilmiştir. Dokuz hastanın küratif tedavi sonrası metastazı mevcuttu, 5 hasta ise tanı anında metastatikti. Tüm hastalara neoadjuvan, adjuvan veya metastatik ilk basamak tedavi olarak olarak ifosfamid etoposid, vinkristin doksorubisin siklofosfamid içeren kemoterapi uygulanmıştı. Metastatik hastalığa yönelik 6 hastaya birinci hat, 8 hastaya ise ikinci hat olarak ST verilmişti. Toplam 60 kür ST uygulandı, medyan ST kür sayısı (aralık 9) idi. Beş hastada (%5.7) kısmi yanıt görüldü. Medyan progresyonsuz sağkalım ay (aralık.5 0.55), medyan genel sağkalım 5.5 ay (aralık.5.) bulundu. Sonuç: Literatürde metastatik Ewing sarkomunda pediatrik hastaların dahil edildiği hasta gruplarında ST kemoterapisi ile yanıt oranları %,, yanıt süresi 8 ay olarak bildirilmiştir. Bulgularımıza göre erişkin Ewing sarkomunda ST kombinasyonu kısıtlı etkinlik göstermektedir. Bu hasta grubunda, yeni çıkan moleküler belirteçler ışığında farklı ve hedefe yönelik tedavi seçeneklerine ihtiyaç vardır. Ref No: S068 Kemik ve Yumuşak Doku Sarkomları YUMUŞAK DOKU SARKOMLU HASTALARDA UYGULANAN PREOPERATİF RADYOTERAPİ SONUÇLARI Ayça İribaş, Selnur Özkurt, Fulya Ağaoğlu, Mert Başaran, Harzem Özger, Levent Eralp, Yavuz Dizdar, Sevil Bavbek, Emin Darendeliler İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Amaç: Ekstremite ve ekstremite dışı yumuşak doku sarkomlu hastalarda uygulanan preoperatif radyoterapi ve/veya kemoterapi sonuçlarının değerlendirilmesi hedeflenmiştir. Gereç-Yöntem: Kliniğimizde 996-00 yılları arasında yumuşak doku sarkom olgusuna preoperatif radyoterapi uygulanmıştır. Hastaların 65 i erkek (%50), 66 sı (%50) kadındı. Hastaların 09 u T, si T tümördü. olguda tümör ekstremitede iken,8 olguda ekstremite dışında yerleşmişti. Histopatolojik tanı 0 olguda fuziform sarkom,6 olguda sinovyal sarkom, 4 olgu liposarkom,5 olgu pleomorfik sarkom, olgu mezankimal sarkom, 0 olgu malign fibroz histiositom, 5 olgu diğer histolojiler şeklindeydi. Medyan tümör çapı 9 cm (4-5 cm) idi. Preoperatif olarak 5 olguda 8 Gy/8 fr, 6 olguda 45-50 Gy /-5 fr eksternal radyoterapi, %49 hastaya cerrahi öncesi ve/veya sonrası KT uygulandı. Radyoterapi sonrası preoperatif yanıt değerlendirilmesinde 96 olguda (%7) parsiyel yanıt, 9 unda (%5) stabil yanıt, inde (%8) yanıt görülmemiştir. Olguların cerrahisi radikal eksizyondu. Cerrahi sınır %79 unda negatif, %7 sinde mikroskopik pozitif, %5 inde yakın olarak belirtilmiştir. Bulgular: Ortanca takip süresi 8 (-4) ay, ortanca yaş 4 (5-84) tür. 6 olguda (%) lokal nüks, 6 olguda (%7) uzak metastaz görülmüştür.en sık uzak metastaz yeri akciğer ve kemiktir. ve 5 yıllık lokal kontrol, hastalıksız sağkalım ve genel sağkalım sırasıyla %9, %74, %9 ve %8, %58, %77 olarak belirlendi. Tek değişkenli analizde; tümör çapının >=0cm olması 5 yıllık genel sağ kalım (%86 vs %64, p:0,05) açısından anlamlı kötü prognostik faktör olarak saptandı. Kemoterapi yüksek gradlı,metastaz riski yüksek olan hastalarda verildiğinden; KT almayan hastaların alanlara göre prognozu daha kötü olarak saptandı (%87 vs %65, p:0,04). Uzak metastaz gelişen hastaların prognozu kötüdür (%88 vs %44,p:0,000). Preoperatif radyoterapiye bağlı yara iyileşme sorunu görülme oranı %4 tür. Sonuç: Yumuşak doku sarkomlarında organ koruyucu yaklaşım modern tedavi yöntemidir. Rezeksiyonu zor hastalarda preoperatif RT ile total rezeksiyon mümkün hale gelmekte ve başarılı lokal kontrol sonucuna ulaşılmaktadır. Ref No: S069 Pediatrik Tümörler TÜRKİYE DE YÜKSEK RİSK NÖROBLASTOMA: TPOG- NBL 00 ULUSAL TEDAVİ PROTOKOLÜ SONUÇLARI Serap Aksoylar, Ali Varan, Canan Vergin, Volkan Hazar 4, Ferhan Akıcı 5, Ayhan Dağdemir 6, Mustafa Büyükavcı 7, Rejin Kebudi 8, Dilek İnce 9, Nur Olgun 9 Ege Universitesi Tıp Fakültesi, İzmir Hacettepe Universitesi Tıp Fakültesi, Ankara Behçet Uz Çocuk Hastanesi, İzmir 4 Akdeniz Universitesi Tıp Fakültesi, Antalya 5 Kanuni Sultan Suleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul 6 Ondokus Mayıs Universitesi Tıp Fakültesi, Samsun 7 Atatürk Universitesi Tıp Fakültesi, Erzurum 8 İstanbul Universitesi Onkoloji Enstitüsü, İstanbul 9 Dokuz Eylül Universitesi Tıp Fakültesi, İzmir Amaç: Yüksek riskli nöroblastoma tüm dünyada halen tedavi sonuçlarının iyileştirilmesi için en çok çaba sarfedilen hastalık gruplarından biridir ve ülkemizde nöroblastoma olgularının yarısından çoğu ileri evre hastalık olarak tanı almaktadır. TPOG-NBL 00 ulusal tedavi protokolü ile, yüksek risk grubu nöroblastoma olgularında, yoğun multimodel tedavi ve kök hücre desteği kullanılarak tedavi sonuçlarının iyileştirilmesi amaçlanmıştır Gereç-Yöntem: Olguların yüksek risk tanımlaması için COG kriterleri kullanıldı.. Altı kür yoğun indüksiyon kemoterapisi sonrası protokol konvansiyonel kemoterapi (KKT) ve yüksek doz kemoterapi+otolog kök hücre desteği (OKİT) kolu olarak gruba ayrıldı. Tüm olgulara idame tedavide -cis-retinoic acid verildi. İkinci indüksiyon kürü sonrası hastalık progresyonu olmayan olgular hekimin (tedavi merkezinin koşullarına bağlı olarak) ve/veya ailenin (sosyo-ekonomik koşullar ve toksite riskine bağlı olarak) kararı ile tedavi kolundan birine ayrıldılar. Bulgular: Protokole kayıt edilen tüm nöroblastoma olgularının %56 sı (7 hasta) yüksek risk grubu olarak değerlendirildi. Induksiyon kemoterapisine yanıt %8 (CR/VGPR: %, PR: %49) idi. Tüm olgularda yıllık yaşam oranı (OS) %45, olaysız yaşam oranı (EFS) %6 olarak bulundu. Intention-to-treat analizi ile indüksiyon tedavisi sonrası, EFS KKT kolunda (7 hasta) %46, OKİT kolunda (55 hasta) %7 (p= 0.07) olarak bulunurken; OS sırasıyla %59 ve %4 (p=0.05) olarak belirlendi. Otuzbir hasta (%) tedavi ilişkili nedenlerle kaybedildi. Sonuç: Ülkemizde bu protokol ile yüksek risk nöroblastoma da yaşam oranları artmıştır. Ancak lokal kontrol oranları, erken hastalık progresyonu ve erken toksik ölümler en önemli sorunlardır. Yüksek doz kemoterapi + otolog KİT, ülkemiz koşullarında tedavi sonuçlarına katkıda bulunmamıştır. Daha iyi destek tedavi, daha iyi lokal kontrol, hastaların tedaviye daha iyi uyumu ile daha iyi sonuçlar elde edilmesi beklenmektedir. 4 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER Ref No: S070 Pediatrik Tümörler BEŞ YAŞ ALTI HODGKİN LENFOMALI 0 HASTANIN TEDAVİ SONUÇLARI Asuman Karhan, Ali Varan, Canan Akyüz, Burça Aydın, Bilgehan Yalçın, Gülsev Kale, Tezer Kutluk, Münevver Büyükpamukçu Hacettepe Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Pediatrik Patoloji Bilim Dalı Amaç: 5 yaş altı Hodgkin lenfomalı hastaların klinik özellikleri, tedavi rejimleri ve sonuçlarının değerlendirilmesi. Hastalar ve Metod: 97 ve 0 yılları arasında 5 yaş altı Hodgkin lenfoma tanısı alan 0 hasta retrospektif olarak incelendi. Tüm hastalar COPP türevleri (Siklofosfamid veya nitrojen mustard+ onkovin + prednizolon + prokarbazin), ABVD (Adriamisin+ Bleomisin + Dakarbazin + Vinblastin), alterne ABVD/COPP kemoterapi rejimleri ve/veya radyoterapi ile tedavi edildi. Evreleme Ann Arbor sınıflandırma sistemine ve histopatolojik inceleme Rye sistemine göre yapıldı. Demografik özellikler için ortanca değerler kullanıldı. Yaşam analizi için Kaplan-Meier yaşam eğrileri kullanıldı. Log-rank testi ile de gruplar arasında yaşam süreleri karşılaştırıldı. Sonuçlar: 8 erkek ve kız hastanın ortanca yaşı 4 tü ( to 4.9). hastanın B semptomu ve 5 hastanın kitlesel ( bulky ) hastalığı mevcuttu. Evrelere göre hastaların dağılımı ise sırasıyla I, II, III ve IV için 45,, 6, ve 9 hasta idi. Histopatolojik alt tiplerin dağılımı ise; mikst selüler, noduler sklerozan, lenfositten zengin, lenfositten fakir ve noduler lenfosit hakim ve sınıflandırılmayan olmak üzere; 6,,,,, idi. Tüm grupta genel yaşam (OS) ve hastalıksız yaşam (EFS) 89.7 ve 74.8% idi. Genel sağ kalım oranları evreye göre belirgin farklılık göstermekteydi (p=0.008). İstatistiksel olarak anlamlı farklılık olmamasına rağmen, bulky hastalık ve B semptom varlığı da kötü prognozla ilişkili bulundu. Genel yaşam; bulky hastalığı pozitif ve negatif olan hastalar için 77% ve 9.9% idi (p=0.09). B semptom varlığında ise bu oranlar 77.9% ve 9.9% idi (p=0.07). Sonuç: Bu seri 5 yaş altı Hodgkin lenfomalı hastalarla ilgili yapılan tek merkezli en büyük serilerden biridir. Erken evre hastalar en iyi sağ kalım oranlarına sahip olmakla birlikte, B semptom varlığı ve bulky hastalık kötü prognozla ilişkili bulunmuştur Ref No: S07 Pediatrik Tümörler RETİNOBLASTOM OLGULARIMIZ: 0-YILLIK TEK MERKEZ DENEYİMİ Rejin Kebudi, Samuray Tuncer, Fatma Betül Çakır, Nihan Aksu, Ömer Görgün, İnci Ayan 4, Gönül Peksayar, Fulya Yaman Ağaoğlu 4, Emin Darendeliler 4 İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji-Onkoloji; İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, İstanbul İstanbul Üniversitesi, Oftalmoloji Anabilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji-Onkoloji, İstanbul 4 İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, İstanbul Giriş: Intraoküler retinoblastomlarda sağkalım güncel tedavilerle yüksektir. Tanı ve tedavideki gelişmelerle hayatı kurtarma yanında, vizyonu korumak önem kazanmıştır. Retinoblastom tedavisinde son dekadda kemoreduksiyonun kullanılmasıyla Enternasyonel Retinoblastom Sınıflamasına (ICRB) göre grup A-D hastalıkta %85 olguda gözün kurtarılması sağlanmakta, ancak grup E de bu oran %47 de kalmaktadır. Amaç: Merkezimizde takip edilen retinoblastomlu hastaların demografik özelliklerini, adjuvan, neoadjuvant ve lokal oftalmik tedavilerle aldığımız sonuçları ortaya koymayı amaçladık. Metod: 990-00 tarihlerinde İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü ve İstanbul Üniversitesi, Oftalmoloji Anabilimdalı tarafından takip edilmiş retinoblastomlu hastalar retrospektif olarak incelendi. Kemoterapi (KT) olarak, hastalara 009 yılına kadar OPEC (vinkristin 0.5mg/kg/g, sisplatin.mg/kg/g, etoposid 5mg/kg/g, siklofosfamid.mg/kg/g), 009 yılından itibaren VEC (vinkristin 0.5mg/kg/g, etoposid 5mg/kg/g, karboplatin 8mg/kg/g), her haftada bir tedavi cevabına göre -8 kür şeklinde uygulandı. Her KT öncesi hastalar genel anestezi altında oftalmolojik muayene yapıldıktan sonra, bulgulara göre tedaviye devam edildi. Bulgular: Ortanca yaşı 8 ay (ay-5 yaş) olan 80 çocuğun (9 erkek, 89 kız), 64 ünde bilateral, 60 ında sağ, 56 sında sol göz olmak üzere toplam 44 retinoblastomlu göz tedavi edildi. İki hastada trilateral retinoblastom vardı. Beş hastada ailede retinoblastom öyküsü mevcuttu. Ortanca takip süresi 6.5 yıl (6 ay- yıl) idi. ICRB sınıflamasına göre 4 göz grup E, 50 göz grup D, göz grup C, göz grup B, göz grup A şeklinde sınıflandırıldı. Enukleasyon 8 (%56) göze uygulanırken, bunlardan 49 göz ek tedavi almadı. Gözlerin 6 sinde koroid ± optik sinir ± sklera tutulumu mevcut olduğundan enukleasyon sonrası bu hastalara KT verildi. Toplam 4 (50%) göze neoadjuvan KT ve (%54) göze çeşitli lokal oftalmik tedaviler (transpupiller termoterapi, kriyoterapi, radyoaktif plak tedavisi) uygulandı. Ellibeş (%) göze eksternal radyoterapi uygulandı. Son yıllarda intraarteriel kemoterapi de lokal tedaviler arasında yerini almıştır. ICRB sınıflamasına göre grup A, B ve C tümörlerinin kemoredüksiyon ve lokal oftalmik tedavilerle yanıtları ve vizyon korunma oranı yüksekti. Bilateral retinoblastomlu bir hastada 4 yıl sonra femurda osteosarkom gelişti. hastada yaklaşık 4 yıl sonra radyoterapi alaninda sekonder malignite (osteosarkom) saptandı. Sonuç: Son dekadda kullanılan kombine KT ve lokal tedavilerle grup A, B ve C tümörlerinde sağkalım ve vizyon korunma oranı yüksektir. Ancak grup E hastaların çoğunda enukleasyon gerekmektedir, son yıllarda intraarteriel kemoterapilerle bu gözlerin de kurtarılmasına çalışılmaktadır. Ref No: S07 Pediatrik Tümörler METASTATİK REZEKE EDİLEMEYEN OSTEOSARKOMLU HASTALARDA KLASİK TEDAVİNİN SORAFENİB VE ANTİ-VEGF İLE KOMBİNE EDİLMESİNİN NEKROZ ORANLARI VE EKSTREMİTE KORUYUCU CERRAHİ ŞANSI ÜZERİNE OLUMLU ETKİLERİ (İLK SONUÇLARIMIZ) Gülsan Yavuz, Handan Dinçaslan, Nurdan Taçyıldız, Emel Ünal, Gülşah Tanyıldız, Yusuf Yıldız, Yener Sağlık, Gülşah Kaygusuz, Suat Fitöz 4, Başak Aksoy, Pınar Reis Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ortopedi Anabilim Dalı, Ankara Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Ankara 4 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Ankara Giriş: Günümüzde tanıda metastatik veya rekürrens gösteren osteojenik sarkomlu (OS) olguların prognozu halen kötüdür ve yıllık yaşam oranları %0-0 dur. Bu nedenle son yıllarda alternatif ajanların araştırılması gerekli olmuştur. Preklinik ve klinik çalışmalarda multikinaz inhibitörü sorafenib ve anti anjiogenetik ajanların (Vasküler endotelyal growth faktör-vegf) OS de tümör büyümesi ve metastazların kontrolünde etkili olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada, son 0 yılda klasik tedavi alan metastatik unrezektabl OS lu olgularımızın sonuçları ve son yıldır neoadjuvan ve adjuvan tedaviyle birlikte sorafenib ve anti-vegf kullanımının prognostik öneminin araştırılması amaçlanmıştır. Hastalar: 00-0 yılları arasında klasik tedavi alan 6 OS lu hasta (yaş:5-7 yıl) (Grup ) ile 0-0 tarihleri arasında klasik tedaviyle birlikte sorafenib ve anti-vegf kullanılan 9 hasta (yaş:8-6 yıl) (Grup ) çalışmaya alındı. Grup de 7 hasta (%6.8) nonmetastatik unrezektabl (Grup-A), 9 hasta (%7.) metastatik (Grup -B) hastalık tanısı aldı. Neoadjuvan kemoterapi protokolü içinde HDMTX (8g/m), ADM, CDDP, Bleo, Susesi Otel, Antalya 5

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ CMP, Act-D yer aldı. Grup -B içindeki 9 hastanın si progresif akciğer metastazlarıyla ilk ay içinde kaybedildi. Bu gruptaki 7 hastanın ine (%64.7) amputasyon, 6 sına (%5.) ekstremite koruyucu cerrahi yapıldı. Nekroz oranları hastada (%7.6) >%90, 7 hastada (%4.) >%50 ve 7 hastada (%4.) <%50 olarak belirlendi. Grup -B deki hastaların sadece 6 sı (%.5) hastalıksız olarak (DFS) 6-0 ay (median 40 ay) dır izlenmektedir. Hastaların %5.6 sı (0/9) progresif hastalıkla kaybedildi. Halen hasta (%5.7) progresif metastatik hastalık nedeniyle tedavi altındadır. Grup hastalara klasik tedavi ile birlikte sorafenib 400 mg/gün po, anti-vegf 0 mg/ kg IV 5 gün ara ile başlandı. Sorafenib dozu 4 hastada cilt döküntüleri, avuç içi ve ayak tabanlarında soyulmalar, eozinofili, mukozit ve iştahsızlık gibi yan etkiler nedeniyle 00 mg/gün e indirildi. Preoperatif kemoterapisi tamamlanan 5 hastada ekstremite koruyucu cerrahi uygulandı. Nekroz oranları hastada (%40) >=%95, hastada (%40)>%50 (parsiyel yanıt), hastada (%0) <50 olarak belirlendi. Hastaların hiçbirinde akciğer metastazları progresyon göstermedi. Halen 4 hastanın preoperatif kemoterapileri devam etmektedir. Sonuç: Hastaların en az %70 i metastatik unrezektabl hastalık olarak tanı almaktadır. Metastatik unrezektabl OS lu olgularımızda klasik kemoterapi ile birlikte sorafenib ve anti-vegf kullanılması hastalarda ekstremite koruyucu cerrahi şansını artırdı. Nekroz oranları yükseldi. Pulmoner metastazlar kontrol altında tutuldu. Bu yeni ilaçlar hastalar tarafından iyi tolere edildi. Henüz hasta sayımız az olmakla birlikte, ilk sonuçlarımız tanıda metastatik unrezektabl olgularda klasik tedavinin sorafenib ve anti-vegf ile kombine edilmesinin prognozu iyileştirdiğini ve sonuçlarımızın umut verici olduğunu göstermiştir. Ref No: S07 Pediatrik Tümörler SOLİD TÜMÖRLÜ ÇOCUK HASTALARDA EVRELEME VE REMİSYON DEĞERLENDİRMESİNDE 8F-FDG PET BT NİN ROLÜ Arzu Okur, Aynur Oğuz, Ümit Özgür Akdemir, Ceyda Karadeniz, Faruk Güçlü Pınarlı, Funda Tekkeşin, Özlem Kapucu, Öznur Boyunağa, Nahide Gökçora Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı Amaç: Çocukluk çağı kanserlerinin tanı ve tedavisinde nükleer tıp uygulamalarının rutin klinik kullanıma girmesi onkolojik hastalıkların daha iyi değerlendirilmesini sağlamıştır. Bu çalışmada solid tümör tanısı almış olguların tanı sırasında evreleme, tedavi sonrası remisyon ve nükslerin değerlendirilmesinde konvansiyonel görüntüleme yöntemleri ile pozitron emisyon tomografisi/bilgisayarlı tomografi (PET/BT) nin karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkoloji bölümünde 99-0 yılları arasında MSS dışı solid tümör tanısı almış ve konvansiyonel yöntemlerle birlikte PET/BT incelemesi yapılmış 9 erkek, 4 kız toplam 7 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya alınan solid tümörlü olguların ortalama yaşı 9.±5.6 yıl(0.-7 yıl) idi. Değerlendirme amacıyla PET/ BT yapılmış solid tümörlü olguları Ewing/PNET=8(%4.7), nöroblastom=6(%.9), yumuşak doku sarkomu=8(%), nazofarenks karsinomu=5 (%6.8), germ hücre tümörü=5(%6.8) ve diğer tümörler=(%8.7) oluşturmaktaydı. Hastaların %80 i tanı sırasında ileri evre olarak saptandı. Hasta başına yapılan PET BT sayısı.09±0.94(-4) idi. Hastaların tanı anındaki primer tümörlerinin ortalama SUV değeri 6.98±5.08(0-0.6) olup, metastatik bölgelerin ortalama SUV değerleri.86±.6(0.0-4.) idi. Tanı sırasında 58 hastaya evreleme amacıyla, ara değerlendirmede 47 hastaya, izlemde nüks ve remisyonu değerlendirmede 4 olguya PET/BT çekimi yapıldı. Hastaların tanı sırasında konvansiyonel yöntemler ile uzak organ metastazlarını saptamada duyarlılık %7, özgüllük %76, pozitif prediktif değer(ppd) %75 ve negatif prediktif değer(npd) %7 olarak bulunmuştur. Tanı sırasında PET/BT nin uzak organ metastazlarını belirlemede ise duyarlılık %8, özgüllük %79, PPD %80 ve NPD %8 bulunmuştur. Tanı sırasında uzak organ metastazlarını saptamada konvansiyonel yöntemler ile PET/BT karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel fark saptanmıştır (p<0.05). Solid tümörlü hastaların izleminde nüks ve remisyonu değerlendirmede konvansiyonel yöntemlerin duyarlılığı %00, özgüllüğü %76, PPD%75 ve NPD%00 olarak bulunmuştur. PET/ BT nin izlemde nüks ve remisyonu değerlendirmede duyarlılık ve özgüllüğü ise %00 olarak bulunmuştur. İzlemde 9 hastada (%9.7) nüks görülmüştür. Ortalama nüks süresi.00±.4 ay(-60 ay) olup, en sık akciğer, kemik ve lenf nodunda nüks saptanmıştır. Hastaların ortalama takip süresi ise 8.±.95(-97) ay olup, 4 olgu(%46.6) tam remisyonda izlenmiştir. Sonuç: Nöroblastom ve rabdomyosarkomlu olgularımızda konvansiyonel yöntemlerle karaciğer, lenf nodu ve kemik metastazının saptanamadığı, sadece PET/BT incelemesinde metastaz saptanan olgular olduğu görülmüştür. Hasta serimizde cm in altındaki metastatik akciğer nodüllerinde PET/BT tutulumu görülmemiştir. Çalışmamızda tedavi kesiminde konvansiyonel yöntemlerle kemoterapi ve radyoterapi sonrası fibrotik ya da reaktif olarak yorumlanan lezyonlarda PET/BT ile de tutulum saptanmamıştır. Ref No: S074 Pediatrik Tümörler TPOG 009 NÖROBLASTOM PROTOKOLÜ DOKU MOLEKÜLER İNCELEME İŞLEYİŞ ANALİZİ (TPOG NÖROBLASTOM GRUBU ADINA) Safiye Aktaş, Zekiye Altun, Banu Demir, Pınar Erçetin, Metin Ceyhan, Nur Olgun Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, İzmir Amaç: Nöroblastom tedavisinde risk sınıflaması önem taşımaktadır. Bu sınıflamada evre, yaş, Shimada histolojik sınıflama yanı sıra moleküler incelemeler ile değerlendirilen MycN amplifikasyonu, p6, q, 7q5 aberasyonları ve DNA indeksi yer almaktadır. Bu çalışmada Kasım 0- Şubat 0 tarihlerinde Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Temel Onkoloji Anabilim Dalı Laboratuarında TPOG 009 nöroblastom 009 protokolü kapsamında incelenen nöroblastom olgularının moleküler sonuçlarının retrospektif değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Soğuk zincir ile RPMI ortam içinde kargo ile gönderilen taze doku örneklerinin tümör içerip içermediği kontrol edilmiştir. Tümör doku örneklerinden imprint yapılarak Floresan İn-situ hibridizasyon yöntemi ile Myc N gen amplifikasyonu değerlendirilmiştir. Tümör dokusundan DNA ekstrakte edilip Real-Time PCR yöntemi ile p6., q., 7q5 ve p4. gen bölgelerine özgü dizayn edilmiş primerler kullanılarak bu bölgelerdeki gen kaybı yada kazanımı değerlendirilmiştir. Bulgular: Gönderilen 50 örnek 8 merkezden olup 49 hastaya aittir. 9 tanesi yeterli olup değerlendirmeye alınmıştır. Olguların si erkek, 7 si kız çocuğudur. Ortalama yaş 0,40aydır (-44 ay) (ortanca yaş: 5,50 ay). MycN amplifikasyonu %6 oranında saptanırken, p6. bölgesinde kayıp %56,4, q. anbalansı %8,7, 7 q kazanımı %5, oranında görülmüştür. Sonuç: Doku ulaştırılmasında belirgin sorun yaşanmamıştır. Gönderilen 5 adet kemik iliği aspirasyonu ve biyopsisi yeterli tümör hücresi içermediği için çalışılamamıştır. 5 adet örnek tümör içermediği için çalışılmamıştır. Nmyc amplifikasyonu için FISH ve Real Time PCR sonuçları korele saptanmıştır. Sonuçlar e posta ile gönderilmiştir. Bulgularımız TPOG NB009 veri sistemine yüklenmektedir. Moleküler çalışmaların ön çalışmaları başlamış olan DNA indeksi incelemesinin de panele eklenmesi ile sürdürülmesinin uygun olacağı düşünülmüştür. 6 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER Ref No: S075 Pediatrik Tümörler METASTATİK KEMİK SARKOMALI ÇOCUKLARDA NEOADJUVAN TEDAVİ VE ONA EKLENEN SORAFENİB, ANTİVEGF KOMBİNASYONUNA YANITI DEĞERLENDİRMEDE FLUORİNE-8- FLUORODEOKSİGLUKOZ POSİTRON EMİSYON TOMOGRAFİ (8F-PET) YÖNTEMİNİN ÖNEMİ: PROGNOZ BELİRLEYİCİ OLABİLİR Mİ? Nurdan Taçyıldız, Özlem Küçük, Gülşah Tanyıldız, Elgin Özkan, Gülsan Yavuz, Emel Ünal, Handan Dinçaslan, Zeynep Bıyıklı 4, Yusuf Yıldız, Yener Sağlık, Zülfükar Gördü, Başak Aksoy, Pınar Reis Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Onkoloji Bilimdalı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilimdalı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ortopedi Anabilimdalı 4 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, istatistik Anabilimdalı Giriş: Halen metastatik kemik sarkomalı hastaların prognozu kötüdür.bu nedenle klasik neoadjuvan tedavi yanısıra son zamanlarda kliniğimizde sorafenib (multikinaz inhibitörü) ve Anti-VEGF (anti -anjiogenik ilaçlar) prognozu iyileştirmek amacıyla tedaviye eklenmeye başlanmıştır. Hastaların primer bölge lezyonlarının yanı sıra, metastatik lezyonların bu tedavilerden ne kadar etkilendiğini izlemek amacıyla 8F-PET yönteminin katkısını ve prognozu belirlemede önemini saptamak amacıyla bu çalışma planlanmıştır. Hastalar: 00-0 yılları arasında metastatik kemik sarkoması tanısı ile izlenen, tanıda ve neoadjuvan tedavi sonrası 8F-PET uygulanan 0 hastaya (osteosarkom:, Ewing: 7; yaş: 7-7 yaş; Median (M):.5 yaş) neoadjuvan tedavi (HDMtx 8 gr/m, ADM, CDDP, Bleo, CMP, ACD) uygulanmıştır (izlem süresi:6-7ay;median: 7 ay).tedavi başlangıcında Sorafenib ve Anti-VEGF eklenen (tedavi süresi 5-0;M:8.5ay), tedavi öncesi ve sonrası 8F-PET uygulanmış 6 hastanın sonuçları,klasik neoadjuvantedavi alan diğer 4 hasta ile karşılaştırılmıştır. Ayrıca,yaşayan 6 hastanın 8F-PETdeğerleri, kaybedilen 4 hastanın değerleri ile kıyaslanmıştır. İstatistik için SPSS programı kullanılmıştır. Bulgular: Tedavi öncesi Primer bölge SUVMax (PSUV) değerleri(,-5.5; M(Median): 8.4) iken Tedavi sonrası primer bölge SUVMax (PSUV) (0-4; M:.4) idi. Yaşayan hastaların PSUV (.-5.5; M:7.5), PSUV değerleri(0-6.6; M:,5) iken, kaybedilenlerin PSUV (8.7-4.8;M:4.),PSUV (.-4;M:.) bulundu(p<0.00). Yaşayan hastaların tedavi öncesi Metastatik lezyonlarının SUVMax (MSUV)değerleri (,-4,0;M:.), iken, MSUV değerleri sıfıra düşmüştü. Kaybedilen hastaların ise MSUV (-9.4;M:4.8), MSUV (-5;M:.) idi (p:0.0). Sorafenib-AntiVEGF tedavisi eklenen 6 hastanın MSUV değeri denetlenen 5 hastada PET tutulumu kaybolmuşken, eklenmeyen 4 hastanın MSUV değeri denetlenen 5 hastadan ü kontrol altında değildi.8f-pet yanıtlarına paralel olarak, Median 8.5 izlem sonucunda, klasik tedavi grubundaki hastaların %8.6 sı kaybedilirken, neoadjuvan tedavi başlangıcında sorafenib ve AntiVEGF eklenen hastalardan kaybedilen olmamıştır (p<0.006) Sonuç: Metastatik kemik sarkomalı çocuklarda neoadjuvan tedavi öncesinde ve izleminde 8F-PET hastalığın yaygınlığını gösterme de ve yanıtı değerlenmede güvenilir görünmektedir. Çalışmamızın ön sonuçları,sorafenib ve AntiVEGF tedavisinin klasik tedaviye eklenmesinin, hastaların PET yanıtları ve ona paralel olarak yaşam süresi üzerine olumlu katkıda bulunduğunu göstermektedir. Ayrıca, 8F-PET tetkinin yeni adjuvan tedavi yöntemlerinin değerlendirilmesinde, primer bölge hakkında bilgi verirken,metastatik lezyonların yanıtını da değerlendirmeye katkıda bulunduğu, dolayısı ile metastatik kemik sarkomalı hastalarımızı izlemde prognostik öneme sahip olabileceği kanısındayız. Ref No: S076 Pediatrik Tümörler DİFFÜZ BÜYÜK B HÜCRELİ LENFOMALI ÇOCUKLARIN KLİNİK ÖZELLİKLERİ VE TEDAVİ SONUÇLARI Erman Ataş, M. Tezer Kutluk, Canan Akyüz, Gülsev Kale, Ali Varan, Bilgehan Yalçın, Burça Aydın, Münevver Büyükpamukçu Hacettepe Universitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Pediarik Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Hacettepe Universitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Pediarik Patoloji Ünitesi, Ankara Amaç: Diffüz büyük B-hücreli lenfomalı (DBBHL) çocukların klinik özellikleri ve tedavi sonuçlarının incelenmesi Yöntem: 97 yılından bu yana kaydedilen 486 Hodgkin-dışı lenfoma (HDL) olgusu arasında DBBHL lı çocuğun demografik, klinik ve tedavi özellikleri incelendi. Ortanca yaş 9.7 yıl (aralık;.4-6.9) ve erkek /kız oranı=4/9=.6 idi. Analizde Kaplan-Meier yöntemi ve logrank testi kullanıldı. Bulgular: 486 HDL olguları arasında DBBHL sıklığı %. olup, 000 li yıllardan sonra tanı alanlar olguların %9. idi. Olguların %40 ında ekstranodal hastalık var iken geri kalan olgularda nodal hastalık saptandı. Primer tümör lokalizasyonu olguların 6 sında (%8.9) abdomen, 5 inde (%5.5) primer barsak, 5 inde (%5.5) Waldeyer halkası, 5 inde (%5.5) servikal, 5 inde (%5.5) yaygın, ünde (%9.09) kemik, sinde (%6.06) mediasten, inde (%.0) santral sinir sistemi ve inde (%.0) akciğer tutulumu olarak saptandı. Olguların ünde (%9) evre I, 6 sında (%8.) evre II, 0 sinde (%60.6) evre III ve 4 ünde (%.) evre IV hastalık bulundu. Eşlik eden hastalık ve durumlar olarak DOCK8 eksikliği, ataksi-telenjiektazi, post-böbrek nakli sonrası immunsupresyon, antikonvülzan kullanımı, atrofik böbrek ve ventriküler septal defekt saptandı. Çocukların 4 ü (%7.7) LMB89, 4 ü (%.) LMB96, ü (%9) LSAL, si (%6.) diğer protokoller ile tedavi edildi. Olaysız yaşam hızı (OYH) ve genel yaşam hızı (GYH) sırasıyla %6 ve %65. idi. Düşük evreli (Evre I-II; n=9) ve ileri evreli (Evre III-IV; n:4) gruplar arasında GYH (%) ve OYH (%) açısından anlamlı fark vardı (GYH; 00 vs 50, p=0.05, OYH; 00 vs 46, p=0.009). Eşlik eden hastalık varlığı (p=0.04) ve 4 yaşından büyük olmak (p=0.009) kötü prognostik faktörler olarak saptandı. Sonuç: Diffüz büyük B-hücreli lenfomalı çocuklarda yaşam hızlarının daha da geliştirilmesi gerekmektedir. Bu durum ilerlemiş hastalık tablosu altında çocukların geç başvurusu ile ilgili olabilir. Uygun tanı ve erken sevk daha iyi bir yaşam için bu çocuklarda önemlidir. Kötü prognostik faktör olarak bulunan eşlik eden hastalığı olan çocuklar dikkatle incelenmelidir. Ref No: S077 Pediatrik Tümörler ÇOCUKLUK ÇAĞI YÜKSEK DERECELİ BEYİN TÜMÖRLERİ NDE MİR-7-9 KÜME VE MİR-4A ONKOMİR LERİNİN DNA DİZİLEME YÖNTEMİ KULLANILARAK MUTASYONLARININ TARANMASI Avni Saraç, Ferda Alpaslan Pınarlı, Aylar Poyraz, Ahmet Yeşilyurt 4, Aynur Oğuz, Ceyda Karadeniz, Abdullah Ekmekçi 5, İrem Doğan 5, Kemali Baykaner 6, Faruk Güçlü Pınarlı Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkoloji Bilim Dalı Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Etlik Polikliniği Genetik Tanı Merkezi Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı 4 Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genetik Merkezi 5 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji ve Genetik Anabilim Dalı 6 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı Amaç: Günümüzde, moleküler çalışmalar santral sinir sistemi (SSS) tümörlerini fenotipik farklılıklarına göre, klinik seyir ve prognozlarıyla uyumlu olarak sınıflandırmaktadır. Klinik açıdan, yüksek Susesi Otel, Antalya 7

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ dereceli SSS tümörlerinde multimodal tedavi uygulamalarına karşın kür oranları düşüktür ve etkin tedavi ajanlarına gereksinim vardır. MikroRNA lar gen ifadelenmesini translasyonel düzeyde kontrol ederek hücre fizyolojisinin düzenlenmesinde etkili olan küçük RNA lardır. MikroRNA ifadelenme ve düzenlenme değişikliklerine yol açan dizi mutasyon ve polimorfizmleri ile farklı kanserler arasında ilişki olduğu saptanmıştır. Bu çalışmada, çocukluk çağı yüksek dereceli beyin tümörlerinin patogenezinde rol oynadığı düşünülen mikrorna lardan mir-7-9 küme si ve mir-4a nın DNA dizilemesi yöntemi ile mutasyonlarının araştırılması hedeflenmiştir. Tümör dokularında mikrorna DNA dizilerinin saptanması, prognozu çok kötü olan ve konvansiyonel tedavi yöntemlerinin yetersiz kaldığı bu tümörlerin biyolojik kökenlerinin belirlenerek hedef tedavilerin geliştirilmesine katkıda bulunacaktır. Gereç-Yöntem: Hasta grubunu Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkoloji Bilim Dalında 99-0 yılları arasında yüksek dereceli SSS tümörü tanısıyla izlenen, 0-8 yaş arası 5 olgu (9 erkek, 4 kız) oluşturdu. Kontrol grubu benzer yaş ve cinsiyetteki 7 sağlıklı bireyden oluştu. Hasta grubunun tümör dokusu ve yaşayan olguların periferik kan örneklerinden; kontrol grubunun periferik kan örneklerinden izole edilen genomik DNA dan mir-4a ve mir- 7-9 küme sini kodlayan bölgeler mutasyon açısından tarandı. Bulgular: Nöro-epitelyal doku tümörleri 44 olguda (7 glial, mikst glial-nöronal, 4 embryonal), diğer doku kaynaklı tümörler 9 olguda saptandı. Hastaların %4,7 sinde nüks saptanırken tüm sağkalım ve olaysız sağkalım oranları %4 ve %7 ydi. Hasta grubunun tümör dokusu (n=5) ve periferik kan lenfositlerinden (n=5), kontrol grubunun periferik kan lenfositlerinden eldelenen (n=7) DNA dizilemesi örneklerinin hiçbirisinde mir-7-9 kümesi ve mir-4a DNA dizilerinde bu mikrorna ların ifadelenme değişikliklerine ya da fonksiyon kayıplarına yol açabilecek kopya sayısı değişikliği, amplifikasyon, delesyon, insersiyon, duplikasyon, yeniden düzenlenme (rearanjman) ve tek nükleotid mutasyon ve polimorfizmleri saptanmamıştır. Sonuç: Çalışmamız sonuçlarına göre, yüksek dereceli SSS tümörlerinde birçok çalışmada saptanmış olan mir-7-9 ve mir-4a ifadelenme değişiklikleri, ilgili DNA dizilerinin mutasyon/polimorfizmlerinin sonucu değildir. Bu mikrorna ların ifadelenme değişiklikleri transkripsiyon hataları, biyogenezde görev alan proteinlerde fonksiyon ya da düzenlenme bozuklukları ya da epigenetik değişiklikler ile açıklanabilir. Ref No: S078 Pediatrik Tümörler NON-METASTATİK VE METASTATİK EKSTREMİTE OSTEOSARKOMUNDA TEDAVİ SONUÇLARI Şebnem Önen, Mehmet Kantar, Zuhal Önder Siviş, Burçin Keçeci, Serap Aksoylar, Dündar Sabah, Nazan Çetingül, Savaş Kansoy Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkolojisi Bilim Dalı, İzmir Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi Anabilim Dalı, İzmir Bu çalışmada, 996-00 yılları arasında ekstremite osteosarkomu nedeniyle kliniğimizde tedavi edilen toplam 5 hastanın analizi yapıldı. Ortanca 4 (7-8) yaşında olan hastaların ü kız (%44), 9 u erkek (%56) idi. Tanıda hastaların 8 i (%5) metastatikti. Hastalara neoadjuvan kemoterapi olarak 4 haftalık Mayo Clinic protokolü (ifosfamid, sisplatin, metotreksat ve doksorubisin) başlandı. Ortanca 5. (9-) haftada cerrahileri yapılan hastalara adjuvan tedavi olarak, %90 altında tümör nekroz oranına (TNO) sahip olanlara 4-6 kür yüksek doz (4 gr/m) ifosfamid; %90 ve üzerinde TNO na sahip olan hastalara da, aynı protokole devam edildi. Hastaların 45 ine (%86.5) ekstremite koruyucu cerrahi, 5 ine ise amputasyon uygulandı. İki hastaya ise progresyon nedeniyle cerrahi uygulanamadı. Ekstremite koruyucu cerrahi olarak 4 hastaya eksternal protez; hastaya ise ekstrakorporeal irradiasyon ve endoprotez uygulandı. Metastatik ve non-metastatik olan tüm hastaların ortanca izlem süresi 56.5 ay (.5-65) idi. Tedavi süresince hastada progresyon izlendi, 5 hastada relaps gelişti. İzlem süresince 4 (%46) hasta eks oldu, 8 hasta sağ (%54) idi. İzlemde non-metastatik 4 hastanın ünün eks olduğu; metastatik 8 hastanın inin eks olduğu görüldü. TNO %90 ve üzerinde olan hastanın 6 sı sağ iken; TNO %90 altında olan 5 hastanın 0 u sağ idi (p=0.08). 5-yıllık-olaysız sağkalım hızı, non-metastatikler için %58.7 iken, metastatikler için %7.8 saptandı (Log-rank, p=0.0); TNO %90 ve üzerinde olanlar için %76. iken, TNO %90 altında olanlar için %7.4 olarak saptandı (Log-rank, p=0.00). 5-yıllık-tüm sağkalım hızı, non-metastatikler için %60.9 iken, metastatikler için %. saptandı (Log-rank, p=0.04); TNO %90 ve üzerinde olanlar için %7. iken, TNO %90 altında olanlar için %7.5 olarak saptandı (Logrank, p=0.0). Sonuç olarak, merkezimizde elde edilen veriler, non-metastatik ve metastatik osteosarkom hastaları için literatür ile uyumludur. Merkezimizde ekstremite koruyucu cerrahi oranının yüksek olduğu (%86.5) görülmektedir. Ref No: S079 Onkoloji Hemşireliği KANSERLİ HASTA VE YAKINLARININ KEMOTERAPİYE İLİŞKİN BİLGİ GEREKSİNİMLERİ DOĞRULTUSUNDA ÖĞRETİM MATERYALİ GELİŞTİRİLMESİ Sultan Kav, Arzu Akman, Betül Altıntaş, Cansu Batmaz, Mehtap Boz, Banu Bulduk, Özlem Türük Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Başkent Üniversitesi Adana Hastanesi Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Bu çalışma kanserli hasta ve yakınlarının kemoterapiye ilişkin bilgi gereksinimlerinin belirlenmesi ve bu doğrultuda öğretim materyali geliştirilmesi amacıyla aşamada yürütülmüştür.. aşamada kanserli hasta ve yakınlarının kemoterapiye ilişkin bilgi gereksinimlerini belirlemek amacıyla 5 Mart- Nisan 0 tarihleri arasında Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi hematoloji/onkoloji ve jinekoloji-onkoloji polikliniklerinde ulaşılabilen 56 hasta ve 5 hasta yakınına literatürden yararlanılarak hazırlanan ayrı soru formu uygulanmıştır.. aşamada belirlenen gereksinimler doğrultusunda hasta ve yakınlarının kemoterapi öğretimine yönelik kitapçık oluşturulmuş ve kitapçığın anlaşırlığını değerlendirmek amacıyla uzmandan görüş alınmıştır.. aşamada oluşturulan kemoterapi öğretim materyaline ilişkin hasta ve yakınlarının görüşleri alınacaktır. Elde edilen veriler, Statistical Package for Social Science programı ile araştırmadaki değişkenlerin sayı ve yüzde dağılımları incelenerek, uzman değerlendirmeleri için Kendall W testi kullanılarak analiz edilmiştir.çalışmaya katılan hasta ve hasta yakınları kemoterapiye ilişkin bilgi almak istediklerini ve kemoterapi tedavisine karar verildikten sonra sağlık personeli (doktor/hemşire) tarafından bilgilendirme yapılmasını tercih ettikleri belirlenmiştir. Hastalar kemoterapi deneyimi ile ilgili destek almak istedikleri konuları kemoterapinin yan etkileri ve evde kontrolüne/yönetimine ilişkin bilgi verilmesi ve kemoterapiye karar vermeden önce kemoterapinin yararları ve yan etkileri konusunda yeterli bilgilenme olarak sıralamışlardır. Hasta yakınları bakıma yönelik yaşadıkları sorunları hijyen, ateş, beslenme, hipoglisemi, bilgi eksikliği, psikolojik sorunlar, kanama, yorgunluk, ağrı olarak belirtmişlerdir. Hasta yakınlarının çoğunluğu bakıma yönelik sorunlarda destek almadıklarını belirtmişlerdir. Hazırlanan öğretim materyaline ilişkin uzman görüşlerin değerlendirilmesi Kendall W testi ile yapılmış ve uzmanın değerlendirmelerine ilişkin Kendall Uyuşum Katsayısı(W) 0.8 olarak 8 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER bulunmuştur (p=0.000). Bu test sonucuna göre öğretim materyaline ilişkin uzman değerlendirmelerinin uyumlu olduğu görülmüştür. Çalışmanın birinci ve ikinci aşamasından elde edilen bulgular doğrultusunda; eğitim materyallerinin içeriğinde yapılacak tetkikler ve kontroller, kemoterapi alırken dikkat edilmesi gereken konular, kendi bakımları ile ilgili dikkat edilmesi gereken konular, kemoterapiye bağlı gelişebilecek yan etkiler, tamamlayıcı tedaviler, kemoterapinin nasıl ve ne zaman verileceği konularına ilişkin bilgilerin yer alması; öğretim yöntemi olarak sağlık personeli tarafından sözel bilgilendirmenin olması, yazılı ve görsel materyallerle öğretimin desteklenmesi; hasta ve hasta yakınlarına yönelik verilen öğretimin etkinliğinin artması için öğretimin tedaviden önce verilmesi, hasta ve hasta yakınlarının kemoterapi tedavisi boyunca karşılaştıkları sorunlar ve yan etkilere yönelik eğitimin aralıklarla tekrarlanması önerilebilir. Ref No: S080 Onkoloji Hemşireliği PEDİATRİK ONKOLOJİ BÖLÜMÜNDE YATAN ÇOCUKLARDA VENÖZ PORT KATATER İZLEMİ VE KOMPLİKASYONLARI Elif Şentürk, Nurseven Karaman, Neriman Sarı, Nilgün Kurucu, İnci Ergürhan İlhan Dr Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Hastanesi, Çocuk Hematoloji Onkoloji Kliniği Amaç: Pediatrik Onkoloji kliniğinde tedavi alan, Ocak 00- Aralık 0 yılları arasında port takılan hastalarda gelişen port ilişkili komplikasyonları saptamak Hastalar ve Yöntem: Pediatrik Onkoloji kliniğinde Ocak 00- Aralık 0 tarihleri arasında yatan ve kemoterapi uygulamak amacıyla port takılan 9 hastanın dosyası geriye dönük olarak incelendi. Komplikasyonlar değerlendirildi. Bulgular: Bu süre içinde 9 hastaya port katater takıldığı, defa komplikasyon geliştiği gözlendi (%66). Port takılma sırasında veya erken postoperatif dönemde hiçbir hastada pnömotoraks ve hemotoraks gözlenmedi. Cerrahi yara iyileşmesinde gecikme ve insizyon yerinde açılma iki hastada gözlendi. Bu portlar çıkarıldı. Blokaj (kan alınamaması ve enjeksiyon yapılamaması) iki portta gözlendi. Farklı iğneler kullanıldığında durumun düzeldiği görüldü. Bir hastada portun haznesi ile kateterin birbirinden ayrıldığı ve ayrılan kateterin tamamının süperior vena kava içerisinde ilerlediği görüldü. Kateter, girişimsel angiografi ile çıkarıldıktan sonra port haznesine de çıkarıldı. Bir hastada IV mayinin damar dışına sızdığı gözlendi ve port çıkarıldı. Bir hastada port haznesi üzerinde nekroz gelişmesi nedeniyle port çıkarıldı. Bir hastada port ucunda intraatrial trombüs gelişti. Hastaya Clexan tedavisi başlandı ancak emboli riski nedeniyle port çıkarılmadı. Port kültüründe üreme 0 defa gözlendi. Bunların üçünde eş zamanlı periferik kan kültüründe de üreme mevcut idi. Candida ve pseudomonas üremeleri olan portlar çıkarıldı. Diğerleri antibiotik tedavisi ile temizlendi. İki hastada port cebi infeksiyonu gelişti. Bunlarda biri çıkarıldı. Toplam yedi portun çıkarıldığı (%) görüldü. Ortanca komplikasyon gelişme süresi 60 gün (min:- mak:), ortanca port kalış süresi 6 gün(min:-mak:69) olarak hesaplandı. Sonuç: Kanser hastalarındaki kemoterapi gibi uzun süreli tedavilerde venöz port kateter yerleştirilmesi tercih edilmektedir. En sık karşılaşılan komplikasyon porttan alınan kan kültüründe üremedir. Hasta yakınlarının eğitimi ve girişimler sırasında antisepsi kurallarını maksimum düzeyde uygulayarak bu komplikasyonun sıklığı azaltılabilir. Port takan ekibin tecrübesinin artması ile mekanik komplikasyonlar da azalacaktır. Ref No: S08 Onkoloji Hemşireliği KANSERLİ HASTALARA BAKIM VERENLERİN TAMAMLAYICI ALTERNATİF TIP YÖNTEMLERİ KULLANIMINA İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ Tuğba Karataş, Sevinç Kutlutürkan Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Giriş: Kanser hasta ve yakınları tarafından Tamamlayıcı ve alternatif tıp (TAT) yöntemleri, toplumun inançlarının alternatif tıbbın etkili olduğu yönünde olması, karşılanamayan sağlık gereksinimleri, tamamlayıcı ve alternatif tedavi ürünlerine kolayca erişilmesi, sosyokültürel özellikler, davranışlar ve tutumlar nedeniyle gittikçe daha fazla ilgi çekmektedir. Kanserli hastalara bakım verenlerin tamamlayıcı alternatif tıp ve bu yöntemlere ilişkin görüşlerini belirlemek amacıyla bu araştırma yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı nitelikte olan bu çalışma Onkoloji Kliniği ve Ayaktan Kemoterapi Uygulama Ünitesi ne başvuran kanserli hastalara bakım veren kişilerle (n=00) yapılmıştır. Araştırma ile ilgili etik kurul izni ve bakım veren kişilerin yazılı onamları alınmıştır. Araştırmada veri toplama aracı olarak, anket formu kullanılmış ve veriler yüz yüze görüşme yöntemiyle toplanmıştır. Veriler SPSS programında yüzdelik ve sayı hesaplamaları ile değerlendirilmiştir. Bulgular ve Sonuç: Kanserli hastalara bakım verenlerin yaş ortalaması 45. ±.75, %65 i kadın, çoğunluğu (%7) lise mezunu, %59 u çalışmamakta, %70 inin hastalarıyla birlikte yaşamakta, %6 si hastanın eşi ve ortalama bakım süresi ise 7.4 ± 5.847 dir. Kanserli Hastalara Bakım Verenlerin Tamamlayıcı Alternatif Tıp Yöntemlerine İlişkin Görüşleri: Bakım verenlerin %45 i tamamlayıcı alternatif tıp terimini, ilaç dışında kullanılan diğer yöntemler olarak, %0 si modern tıpın tamamlayıcısı olarak tanımlamıştır. Tamamlayıcı alternatif tıp yöntemlerinin kullanılma amacına ilişkin; %7 sinin modern tedaviye yardımcı olmak, %8 inin psikolojik destek sağlamak, % inin bu yöntemlerin faydalı olması nedeniyle kullandıklarını; bakım verenlerin %66 sı tamamlayıcı alternatif tıp yöntemlerinden sadece bitkisel yöntemleri, % i bitkisel yöntemler, reiki ve bionerjiyi, % i bitkisel yöntemler ve masajı, % i ise bitkisel yöntemler, bioenerji ve refleksolojiyi bildiğini, % i ise hiçbir yöntemi bilmediğini belirtmiştir. Araştırmaya katılanların %50 si tamamlayıcı alternatif tıp yöntemleri hakkında bilgi aldığını, bilgi alanların %56 sının televizyondan, %4 sinin ise internetten bilgi aldığı; bakım verenlerin %4 ünün kendi hastalarında bu yöntemleri kullandıkları saptanmıştır. En çok kullanılan yöntemin bitkisel yöntemler (%85.8) olduğu, bu yöntemleri kullanma nedenleri ise %8.6 sına göre modern tedaviye yardımcı olması, %8.6 sına göre de psikolojik destek sağlaması olarak saptanmıştır. TAT yöntemleri kullanımındaki bu artış dolayısıyla sağlık çalışanlarının bu yöntemlerin etkisi ve güvenilirliği konusundaki bilgilerini arttırmaları ve ailelerin gerekli eğitim ve danışmanlık gereksinimlerini karşılamaları gerekmektedir. Susesi Otel, Antalya 9

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Ref No: S08 Onkoloji Hemşireliği ÜNİVERSİTE PERSONELİNİN SERVİKS KANSERİ VE PAP SMEAR TESTİ YAPTIRMAYA YÖNELİK TUTUM VE İNANÇLARI Gülcihan Akkuzu, Nalan Özhan Elbaş, Cemile Kırkpınar, Nevin Doğan, Ali Ayhan, Gülten Güvenç 4 Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik ve Sağlık Hizmetleri Bölümü Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Jinekolojik Onkoloji Servis Hemşiresi Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı 4 GATA Hemşirelik Yüksekokulu Gelişmiş ülkelerde özellikle son 50 yılda, topluma dayalı organize sitolojik tarama programlarının uygulanması ve prekanseröz lezyonların tedavisi sonucunda, serviks kanseri insidansı ve mortalitesinin %4-80 arasında azaldığı bildirilmiştir. Buna karşın sağlık hizmetlerine ulaşımın sınırlı olduğu, tarama programlarının olmadığı ya da yetersiz olduğu gelişmekte olan ülkelerde, hala kadınlar arasında kansere bağlı ölümlerin önde gelen nedenlerindendir. Ulusal Kanser Tarama Programına göre; serviks kanseri erken tanısı için, 0-65 yaş arasındaki kadınlar 5 yılda bir smear testi ve HPV testi ile taranmalıdır. Türkiye de farklı bölge ve gruplarda yapılmış çalışmalarda kadınların pap testi yaptırma oyüzdeleri % %56 arasında değişmektedir. Kadınların kanser taramasına katılma davranışları bir çok faktörden (bilgi, utanma, korku, vb.) etkilenmektedir. Taramaya yönelik hizmet organizasyonlarında kadınların Pap smear yaptırmasını etkileyen faktörler ve sağlık inançları dikkate alınmalıdır. Sağlıklı ve hasta bireylerle en uzun süre bir arada olan bireyler olarak hemşireler, kadınların Pap smear yaptırma davranışlarını etkileyen bireysel, psikososyal ve çevresel engellerin belirlenmesinde ve aşılmasında önemli bir role sahiptir. Bu çalışma, üniversite personelinin serviks kanseri ve pap smear testi yaptırmaya yönelik tutum ve inançlarının incelenmesi amacıyla tanımlayıcı türde planlanmıştır. Veriler, elektronik ortamda hazırlanan sosyodemografik özellikleri içeren soru formu ve Guvenc, Akyuz ve Acıkel tarafından 00 yılında geliştirilen Rahim Ağzı Kanseri ve Pap Smear Testi Sağlık İnanç Modeli Ölçeği kullanılılarak toplanmıştır. 5 li likert tipi ölçek 5 maddeden ve 5 alt ölçekten oluşmaktadır. Ölçeğin her boyutu ayrı ayrı değerlendirilmekte, toplam puanda birleştirilmemektedir. Puanların yükselmesi duyarlılığın, önemsemenin ve motivasyonun arttığını; yarar algısı için yararların, engel algısı için engellerin yüksek algılandığını ifade etmektedir. Bireyin engel algısı puanının yüksek olması, Pap smear yaptırmayla ilgili engellerinin yuksek olduğunu göstermektedir. Güvenilirlik analizinde, ölçeğin alt boyutların iç tutarlılığı 0.6 ile 0.86 arasında bulunmuştur. Başkent Üniversitesi Bağlıca Kampüsü nde çalışan akademik ve idari bayan personel, e-posta yoluyla çalışmaya davet edilmiştir. Çalışmada akademik ve idari personelin %80 ine ulaşılması hedeflenmiştir (50 kadın). Çalışmanın veri toplama ve değerlendirme aşaması devam edilmektedir. Veriler SPSS for windows paket programı kullanılarak bilgisayar ortamında araştırmacılar tarafından değerlendirilmektedir. Verilerin istatistiksel analizlerinde temel tanımlayıcı istatistikler (ortalama, SD, sıklık), yüzdelik ki kare testi, Independent-Samples t-testi, Mann Whithney U testi, One-Way ANOVA testi ve Kruskal-Wallis H testi ile yapılacaktır. 0.05 in altında olan p değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edilecektir. Ref No: S08 Onkoloji Hemşireliği KEMOTERAPİ VERİLEN MEME KANSERLİ HASTALARDA ANKSİYETE SEVİYESİNİN ÖLÇÜLMESİ VE RİSK FAKTÖRLERİNİN TESPİT EDİLMESİ Sezen Dülger, Gülcan Uslu, Gülün Erdoğan, Derya Erkoca, Aysel Baykal, Neriman Gedik, Nermin Ünlüyol, Aysun Çağlar, Mehmet Ali Nahit Şendur, Nuriye Yıldırm Özdemir, Doğan Uncu, Nurullah Zengin Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Giriş: Meme kanseri dünya genelinde görülen en yaygın kanser türüdür. Meme kanserli hastalarda artmış morbidite oranı psikolojik kaygıyı arttırmaktadır. Pek çok araştırmacı meme kanserli hastalarda tedavi anında anksiyete görülme sıklığını araştırmıştır. Meme kanseri tedavisi gören hastalarda kaygı düzeyinde farklılıklar saptanmıştır. Bu nedenle çalışmamızda, Gündüz Kemoterapi Ünitesi ne başvuran meme kanserli bireylerin, yaşadığı anksiyete seviyelerinin belirlenmesi ve risk faktörlerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Ekim-Aralık 0 tarihleri arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gündüz Kemoterapi Ünitesi ne başvuran ve kemoterapi verilen meme kanserli 5 hastanın, 85 i çalışmaya katılmayı kabul etmiştir. Bilimsel Araştırmalar Değerlendirme Komisyonu ndan etik kurul onayı alındı. Hastaların verileri, sosyo demografik ve klinik bilgileri hastaların kişisel dosyaları incelenerek elde edilmiştir. Hastalara soruluk Beck Anksiyete Envanteri (likert tipi ölçek) uygulanmıştır. Analiz yöntemi:spss 8 Paket programı kullanılarak ki kare bağımsızlık testi ile sonuç elde edilmiştir. Sonuçlar: Çalışmaya alınan meme kanserli hastaların medyan yaşı 50 (-84) idi. Hastaların %64.0 ne modifiye radikal mastektomi (MRM), %9. ne ise meme koruyucu cerrahi yapılmıştı. 4 (%4.7) hasta ise lokal ileri veya metastatik olduğundan opere edilmemişti. Tanı anında hastaların %6. si postmenopozal, %8.8 ini premenopozal hastalar oluşturmakta idi. Hastaların TNM evresine göre değerlendirmesinde; hasta (%4.) Evre I, 7 hasta (%44.0) Evre II, 6 hasta (%.0) Evre III, 9 hasta (0.7) Evre IV meme kanseri idi. Beck anksiyete envanterine göre hastada (%7.6) anksiyete görülmez iken, 0 hastada (%5.) hafif anksiyete, 4 hastada (%6,5.) orta anksiyete, 9 hastada (%0.6) ise şiddetli anksiyete saptandı. Hastalar medyan 4. kür (-7 kür) kemoterapisini almaktaydı. Anksiyete riski ile; sigara kullanımı, medeni durumu, komorbid hastalıklar, eğitim durumu, çocuk sayısı, gelir seviyesi, cerrahi tipi, radyoterapi öyküsü, menopoz durumu, yaşadığı yer, kişinin çalışıp çalışmadığı ve evre arasında ilişki bulunamadı. Sonuç: Meme kanserli hastalarda anksiyete önemli bir sağlık sorunudur. Yaşam kalitesi üzerine olumsuz etkisi olan anksiyetenin tanımlanması ve meme kanserli hastalarda tedavinin düzenlenmesi için risk faktörlerinin iyi bilinmesi gereklidir. Bu nedenle prospektif daha yüksek hasta sayılı kohort çalışmalara ihtiyaç vardır. Ref No: S084 KEMOTERAPİ ALAN KANSER HASTALARININ YAKINLARININ YAŞAM KALİTESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Pervin Horasan, Gülseren Yıldız, Cem Soylu Erciyes Üniversitesi Mehmet Kemal Dedeman Onkoloji Hastanesi Onkoloji Hemşireliği Amaç: Kanser tanısının konulması,birey ve ailesi için travmatik bir deneyimdir.tanı çoğunlukla hasta yakınlarına açıklanmakta,hasta yakınları da sorumluluk ve duygusal bir yük altında kalmaktadır. Bu çalışmada kemoterapi alan kanserli hastaların birinci derecede yakınlarının yaşam kalitesini etkileyen faktörlerin değerlendirilmesi amaçlandı. 40 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER Gereç-Yöntem: Araştırmaya Kasım 0-Ocak 0 tarihleri arasında birinci derecede yakınları Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı nda kemoterapi alan 6 hasta yakını dahil edildi.veri toplama aracı olarak ilgili literatüre dayalı oluşturulan kişisel bilgi formu,güvenilirlik ve geçerlilik çalışması yapılmış olan yaşam kalitesini ölçen kanserli hastalarda yaşam kalitesi ölçeği aile versiyonu kullanıldı.ölçekte psikolojik ve manevi sağlık durumu,fiziksel sağlık durumu,tanıya yaklaşım durumu,destek ve ekonomik etkilenme durumu olmak üzere dört alt boyut vardır ve bu gruplar sırası ile hasta yakınlarının cinsiyeti, yaşları, hastalarının tanı zamanları, radyoterapi alma durumları ve kemoterapi siklus sayıları ile istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışma grubunun 6 si kadın ve 74 ü erkek idi.ortanca yaş 4 yıl (aralık;0-74) idi.hasta yakınlarının yaşları ilerledikçe tanıya yaklaşım tutumlarının daha olumlu olduğu saptandı (R=0.88, p=0.09).ayrıca hasta yakınlarının yaşları ile fiziksel sağlık durumları arasında da istatistiksel olarak anlamlı bir ilişkiye rastlandı ve yaş ilerledikçe fiziksel sağlık problemlerinin ortaya çıktığı gözlendi (R=-0.99, p<0.00).yine hastaların tanı zamanları ile hasta yakınlarının fiziksel sağlık durumu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardı ve süre uzadıkça hasta yakınlarının fiziksel sağlıklarında problemlerin ortaya çıktığı gözlendi (p=0.08).araştırma sonucunda dört alt grubun hiçbiri ile bireylerin cinsiyetleri, hastalarının Radyoterapi alma durumları ve kemoterapi siklus sayıları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişkiye rastlanmadı (p>0.05). Sonuç: Ailede kanser hastasının olması rolleri,günlük yaşam rutinlerini hatta aile içi etkileşimi farklılaştırmakta yeni durumlara uyum sorunları yaşatmaktadır.kanserin hasta ve ailesinde neden olduğu fiziksel,ruhsal ve sosyal etkileri,bu kişilerin yaşam kalitelerinin tartışılmasına neden olmuştur.hemşirelik biliminde yaşam kalitesine yönelik uğraşlar; hastayı olduğu kadar hasta yakınına da yardım etme,uygun bakım verme ve yaşamın biyolojik,psikolojik ve sosyokültürel yönünü içeren esenlik durumunu yükseltmeye yöneliktir.sonuçlar göstermiştir ki,hasta yakınlarının da yaşam kalitesini arttırmak için ciddi desteğe ihtiyaçları olabilmektedir. Ref No: S085 Onkoloji Hemşireliği KEMOTERAPİ VERİLEN MEME KANSERLİ HASTALARDA DEPRESYON SIKLIĞININ ÖLÇÜLMESİ VE RİSK FAKTÖRLERİNİN BELİRLENMESİ Sezen Dülger, Gülcan Uslu, Gülün Erdoğan, Derya Erkoca, Aysel Baykal, Neriman Gedik, Nermin Ünlüyol, Aysun Çağlar, Mehmet Ali Nahit Şendur, Nuriye Yıldırım Özdemir, Doğan Uncu, Nurullah Zengin Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gündüz Kemoterapi Ünitesi, Ankara Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Giriş: Meme kanseri kadınlarda en sık görülen bir kanser türüdür. Kadının yaşamında önemli bir sağlık sorunu oluşturmaktadır. Meme kanseri, depresyon sıklığının artışı için önemli bir risk faktörüdür. Meme kanserli hastalarda tedavi sırasında depresyon sıklığı ve risk faktörleri ile ilgili bilgiler sınırlıdır. Bu nedenle bu çalışmada gündüz kemoterapi ünitesine başvuran meme kanserli hastalarda depresyon sıklığının belirlenmesi ve risk faktörlerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Ekim-Aralık 0 tarihleri arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gündüz Kemoterapi Ünitesi ne başvuran ve kemoterapi verilen meme kanserli hastalar çalışmaya alındı. Bilimsel Araştırmalar Değerlendirme Komisyonu ndan etik kurul onayı alındı. Toplam kemoterapi verilen 5 hastanın 85 i çalışmaya katılmayı kabul etti. Hastalara soruluk Beck Depresyon anketi verildi. Hastaların sosyodemografik ve klinik bilgileri hasta dosyalarından öğrenildi.analiz yöntemi:spss 8 paket programı kullanılarak,ki kare bağımsızlık testi ile sonuç elde edilmiştir. Sonuçlar: Çalışmaya alınan meme kanserli hastaların medyan yaşı 50 (-84) idi. Hastaların %64.0 ne modifiye radikal mastektomi (MRM), %9. ne ise meme koruyucu cerrahi yapılmıştı. 4 (%4.7) hasta ise lokal ileri veya metastatik olduğundan opere edilmemişti. Tanı anında hastaların %6. si postmenopozal, %8.8 ini premenopozal hastalar oluşturmakta idi. Hastaların TNM evresine göre değerlendirmesinde; hasta (%4.) Evre I, 7 hasta (%44.0) Evre II, 6 hasta (%.0) Evre III, 9 hasta (0.7) Evre IV meme kanseri idi. Beck Depresyon skalasına göre hastada (%5.) depresyon saptanmaz iken, 7 hastada (%4.0) hafif depresyon, 6 hastada (%0.) orta depresyon, 9 hastada (%0.) ise ağır depresyon saptandı. Hastalar medyan 4. kür (-7 kür) kemoterapisini almaktaydı. Depresyon riski ile; sigara kullanımı, medeni durumu, komorbid hastalıklar, eğitim durumu, çocuk sayısı, gelir seviyesi, cerrahi tipi, radyoterapi öyküsü ve evre arasında ilişki bulunamadı. Çalışan hastalarda ağır depresyon %0 hastada görülürken, çalışmayan hastalarda ağır depresyon %9, hastada izlendi (P=0.0). Premenopozal hastalarda orta-ağır depresyon %5. hastada izlenirken, postmenopozal hastalarda orta-ağır depresyon %8.8 hastada izlendi (P=0.0). Tartışma: Meme kanserli hastalarda depresyon önemli bir sağlık sorunudur. Bu çalışmada postmenopozal olan veya çalışan hastalarda depresyon riski daha yüksek olarak saptandı. Yaşam kalitesi üzerine olumsuz etkisi olan depresyonun tanımlanması ve meme kanserli hastalarda tedavisinin düzenlenmesi için risk faktörlerinin iyi bilinmesi gereklidir. Bu nedenle prospektif kohort çalışmalara ihtiyaç vardır. Ref No: S086 Onkoloji Hemşireliği KANSER HASTASINA BAKIM VERENLERİN HASTALARIN GÜNLÜK YAŞAM AKTİVİTELERİNİ YERİNE GETİRİRKEN YAŞADIKLARI ZORLUKLAR VE NEDENLERİNİN İNCELENMESİ Özlem Uğur, Ayfer Elçigil, Deniz Arslan, Ayfer Sönmez Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, Onkoloji Ana Bilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Gündüz Tedavi Merkezi, İzmir Günümüzde kanseri olan birey sayısı arttıkça yeni tedavi yöntemleri geliştirilmekte, fakat çeşitli kısıtlılıklar nedeniyle hastalar evde bakıma yöneltilmektedir. Bakımverenler evde hasta bireyin fiziksel bakımına yardımcı olurken, evde faaliyetlerine devam etmekte, hasta bakımında kullanılan cihazların bakımını (infüzyon pompaları, intravenöz sıvı destekleri, kolostomi torbasının değişimi ), hastanın taşınması, güvenliğinin sağlanması gibi durumları da yönetmek zorunda kalmaktadır. Hastanın yerine getiremediği günlük yaşam aktiviteleri sayısı arttıkça, evde hasta bakımı onlar için giderek zorlaşmaktadır. Bu nedenle çalışmamızda, bakım verenlerin kanser hastalarının günlük yaşam aktivitelerini yerine getirirken yaşadıkları zorluklar ve nedenleri incelenmiştir. Gereç ve yöntem: Çalışma bir üniversite hastanesi gündüz tedavi merkezi nde yürütülmüştür. Araştırma evrenini; gündüz tedavi merkezi ne ayaktan tedavi almak için gelen hasta yakınları oluşturmuştur. Araştırma örneklemini; 8 yaş ve üzerinde olan, Türkçe konuşup anlaşılabilen, hastasıyla birlikte yaşayan, aydan fazla hastasına bakım veren, en az ilkokul mezunu olan, ücret karşılığında hastasına bakım vermeyen ve araştırmaya katılmaya gönüllü olan bakımverenler alınmıştır. Araştırmada veri toplama aracı olarak; Bakım Verenin Tanıtım Formu ve Bakım Verenlerin Günlük Yaşam Aktiviteleri Anket Formu kullanılmıştır. Araştırmanın yürütülebilmesi için çalışmanın yapıldığı üniversite hastanesi etik kurulundan, bakımveren ve hasta bireyden izin alınmıştır. Bulgular: Çalışmada bakımverenlerin %70.8 ini kadınların oluşturduğu, %.6 sının hastasına 6- ay süreyle bakım verdiği sap- Susesi Otel, Antalya 4

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ tanmıştır. Bakımverenlerin %54 ünün hastasının evde beslenmesine yardımcı olduğu, hastadaki iştahsızlık nedeniyle beslenmesinde zorluk yaşadıkları (%9), banyoda vücudunu (%44.5) ve saçını yıkamasına yardım ettikleri (%6), %5.8 inin hastasına giysilerini değiştirirken yardımcı olduğu (pijama, günlük kıyafetler ) fakat hastasını düşürmekten korktukları (%4.6) belirlenmiştir. Bakımverenlerin hastasının ateşi çıktığında(%48.), ağrısı olduğunda (%50.7) bakım verdikleri ve gerektiğinde acil servise gitmek zorunda kaldıkları, tüm bunlara rağmen %6.5 inin ise bakım sürecinde yardım almadığı saptanmıştır. Sonuç: Çalışmamızda bakım verenlerin hastasının günlük yaşam aktivitelerini yerine getirirken çeşitli şekillerde ve düzeylerde zorlandığı saptanmıştır. Sağlık profesyonelleri bakımverenlerin evdeki gereksinimlerini saptamalı, hastaneden taburculuk öncesi kanserde evde bakıma ve semptom yönetimine onları hazırlamalı, yeni rolüne uyumu artırmak için uygun girişimler yapılandırmalıdır. Ref No: S087 Onkoloji Hemşireliği SAĞLIK PERSONELİNİN SERVİKAL KANSER VE PAP SMEAR TESTİNE YÖNELİK TUTUMLARININ BELİRLENMESİ Gülcihan Akkuzu, Nalan Özhan Elbaş, Ummahan Turkay, Ali Ayhan, Gülten Güvenç 4 Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik ve Sağlık Hizmetleri Bölümü Başkent Üniversitesi Kemoterapi Ünitesi Sorumlu Hemşiresi Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı 4 GATA Hemşirelik Yüksekokulu Gelişmiş ülkelerde özellikle son 50 yılda, topluma dayalı organize sitolojik tarama programlarının uygulanması ve prekanseröz lezyonların tedavisi sonucunda, serviks kanseri insidansı ve mortalitesinin %4-80 arasında azaldığı bildirilmiştir. Buna karşın sağlık hizmetlerine ulaşımın sınırlı olduğu, tarama programlarının olmadığı ya da yetersiz olduğu gelişmekte olan ülkelerde, hala kadınlar arasında kansere bağlı ölümlerin önde gelen nedenlerindendir. Ulusal Kanser Tarama Programına göre; serviks kanseri erken tanısı için, 0-65 yaş arasındaki kadınlar 5 yılda bir smear testi ve HPV testi ile taranmalıdır. Türkiye de farklı bölge ve gruplarda yapılmış çalışmalarda kadınların pap testi yaptırma oyüzdeleri % %56 arasında değişmektedir. Kadınların kanser taramasına katılma davranışları bir çok faktörden (bilgi, utanma, korku, vb.) etkilenmektedir. Taramaya yönelik hizmet organizasyonlarında kadınların Pap smear yaptırmasını etkileyen faktörler ve sağlık inançları dikkate alınmalıdır. Sağlıklı ve hasta bireylerle en uzun süre bir arada olan bireyler olarak hemşireler, kadınların Pap smear yaptırma davranışlarını etkileyen bireysel, psikososyal ve çevresel engellerin belirlenmesinde ve aşılmasında önemli bir role sahiptir. Bu çalışma, sağlık personelinin serviks kanseri ve pap smear testi yaptırmaya yönelik tutum ve inançlarının incelenmesi amacıyla tanımlayıcı türde planlanmıştır. Veriler, elektronik ortamda hazırlanan sosyodemografik özellikleri içeren soru formu ve Guvenc, Akyuz ve Acıkel tarafından 00 yılında geliştirilen Rahim Ağzı Kanseri ve Pap Smear Testi Sağlık İnanç Modeli Ölçeği kullanılılarak toplanmıştır. 5 li likert tipi ölçek 5 maddeden ve 5 alt ölçekten oluşmaktadır. Ölçeğin her boyutu ayrı ayrı değerlendirilmekte, toplam puanda birleştirilmemektedir. Puanların yükselmesi duyarlılığın, önemsemenin ve motivasyonun arttığını; yarar algısı için yararların, engel algısı için engellerin yüksek algılandığını ifade etmektedir. Bireyin engel algısı puanının yüksek olması, Pap smear yaptırmayla ilgili engellerinin yuksek olduğunu göstermektedir. Güvenilirlik analizinde, ölçeğin alt boyutların iç tutarlılığı 0.6 ile 0.86 arasında bulunmuştur. Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi nde çalışan bayan sağlık personeli (hemşire, ebe, ATT ve paramedik), e-posta yoluyla çalışmaya davet edilmiştir. Çalışmanın veri toplama ve değerlendirme aşaması devam edilmektedir. Veriler SPSS for windows paket programı kullanılarak bilgisayar ortamında araştırmacılar tarafından değerlendirilmektedir. Verilerin istatistiksel analizlerinde temel tanımlayıcı istatistikler (ortalama, SD, sıklık), yüzdelik ki kare testi, Independent-Samples t-testi, Mann Whithney U testi, One-Way ANOVA testi ve Kruskal-Wallis H testi ile yapılacaktır. 0.05 in altında olan p değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edilecektir. Ref No: S088 Onkoloji Hemşireliği KEMOTERAPİ UYGULANAN KANSER HASTALARINDA CİNSEL İŞLEV BOZUKLUKLARI Zeliha Ünal, Sibel Güngör, Filiz Arslan, Asiye Özkan, Filiz Çay Şenler, Fikri İçli Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Onkoloji hastalarında cinsel işlevlerde değişik düzeylerde ve çeşitli bozukluklar yaşanmaktadır. Kemoterapi uygulanan kanserli hastalarda bu sorunları tanımlamak amaçlandı. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Gündüz Tedavi Ünitesi nde ayaktan kemoterapi uygulanan hastalar üzerinde bir anket çalışması yapıldı. Ankete 5 kadın, 6 erkek hasta katıldı. Kadın hastaların ortanca yaşı 49 (0-80) idi ve %70 i menopoza girmişti. Hastaların 9 unda meme kanseri tanısı vardı. Hastaların %55 inin tanıdan sonra cinsel sorun yaşadığı, en sık görülen sorunların libido ve cinsel ilişki sayısında azalma olduğu saptandı. Hastaların 6 sı tanı sonrasında eşlerinin davranışında değişiklik olmadığını düşünüyor. Tedaviden önce cinsel sorunlar hakkında bilgilenen hasta sayısı dü ve bilgi kaynakları sırasıyla hemşire, internet ve doktoruydu. Cinsel sorunlarını sağlık çalışanları ile paylaşanlar 9 kişi vardı ve hepsi bundan yararlandıklarını söyledi. Erkek hastaların ortanca yaşı 54 idi. Otuz altı hastadan si kolon, 0 u akciğer kanseriydi. Hastaların yarısı tanı sonrasında cinsel sorunlar yaşamış olduğunu belirtti. En sık görülen sorunlar uyarılma ve sertleşme güçlükleri ile libido azalması olarak tanımlandı. Hastaların yarısı tanı sonrasında eşlerinin davranışlarının değişmediğini, %5 i ise daha yakın davrandığını söyledi. Hastalardan sadece ikisi tedavi öncesinde cinsel sorunları olabileceği konusunda bilgilendirilmişti. Hastaların 6 sı cinsel sorunlarını sağlık personeli ile paylaşmış ve biri dışındakilerden bundan yarar görmüştü. Sonuç olarak, kanserli hastalarda cinsel sorunlar diğer tıbbi sorunların yanında geri planda kalmaktadır. Oysa sorun tahmin edilenden daha önemli boyuttadır. Kanserli hastalarda cinsel işlevlerin değerlendirilmesine ve danışmanlık ile tedavi hizmetlerinin verilmesine gereksinme vardır. Ref No: S089 Pediatrik Tümörler NÖROBLASTOMALI OLGULARIN ÖZELLİKLERİ VE TEDAVİ SONUÇLARI Betül Sevinir, Metin Demirkaya, Ülviye Yalçınkaya, Candan Abakay, Salih Güler, İrfan Kırıştıoğlu 4, Arif Gürpınar 4, Zeynep Yazıcı 5, Lütfi Özkan Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Bursa 4 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Bursa 5 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Bursa Amaç: Nöroblastom tanısı alan hastaların özelliklerinin, tedavi yaklaşımlarının ve sağkalıma etkili faktörlerin değerlendirilmesi amaçlandı. 4 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER Hastalar ve Yöntem: 995-0 yılları arasında merkezimizde tanı alan nöroblastomlu hastaların hastane kayıtları retrospektif olarak değerlendirildi. Klinik ve laboratuvar verileri, tedavi yaklaşımı ve yanıtları incelendi. Sağkalım hızları ve prognostik faktörler belirlendi ve istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Bulgular: Nöroblastom tanısı alan 5 hastada tanıda ortalama yaş,57 ±.49 yıl (sınırlar 0- yaş) olup % si bir yaşından, %89 u beş yaşından küçüktü. Erkek/kız oranı 0.9 bulundu. Hastaların %74.8 inde karında (%66 sı sürrenal, %8,8 i sürrenal dışı abdominal), % sinde paraspinal alanda, %7 sinde mediastende, %,5 inde pelvik yerleşimde kitle saptandı. Tümör evresi olguların %0.4 ünde evre I ve II, % ünde evre III, %46. inde evre IV ve %0.4 ünde evre IV-S olarak belirlendi. Olguların % i klinik bulgular, sitoloji ve VMA değerleri ile tanı aldı. İlk tanıda hastalardan % ünde biyopsi, %54 ünde laparatomi, %6 sında torakotomi yapıldı. İdrarda kantitatif VMA yüksekliği olguların %7 ünde saptandı. Bakılan olgularda MYC-N amplifikasyonu saptanma oranı % (9/4) bulundu. Serideki hastaların %0 sinde yalnızca cerrahi tedavi uygulandı. Hastaların %80 i kemoterapi aldı. Küratif amaçla radyoterapi alan hastaların oranı % idi. Olguların %60 ı (n:69) TPOG Nöroblastom 00 ve 009 protokollerine göre tedavi aldılar. TPOG -NB 00 protokolündeki 4 hastadan %46 sı düşük risk, % si orta risk, %4 si yüksek risk grubunda idi. TPOG NB 009 protokolündeki 8 olgunun risk gruplarına dağılımı sırasıyla %6, % ve %8 idi. Tüm grupta iki ve beş yıllık genel yaşam hızı %87 ve %6, hastalıksız yaşam hızları %80 ve %58 bulundu. Ölümlerin %95 i ilerleyici hastalık bulguları ile oldu. Beş yıllık genel yaşam hızı evre I ve II de %00, evre IV-S te %9, evre III ve IV te %7 ve %4 bulundu (p:0.000). Tümör yerleşimine göre sağkalım paraspinal kitlelerde %89, pelvik ve mediastinal kitlelerde %70 ve %67 iken sürrenal tümörlerinde %44 idi (p:0.0). Bir yaşından küçüklerde 5 yıl genel yaşam hızı %9, iki yaşından büyüklerde %5 bulundu (p.0.000). İki yıllık sağkalım düşük risk grubunda %89, orta risk grubunda %60, yüksek risk grubunda %5 idi (p:000) MYC -N negatif olgularda yıllık genel yaşam hızı %79 iken amplifikasyon tanımlanan olgularda %45 bulundu (p:0.00). TPOG protokollerinden önce izlenen olgularda en geç nüks 7. ayda iken son protokollerde en geç nüks 5.ayda gözlendi. Diğer protokollerde nükste % olarak görülen SSS tutulumu TPOG- NB protokollerinde %7 idi. Sonuç: Merkezimize başvuran nöroblastomlu hastaların son yıllarda daha erken evrelerde tanı aldığı izlendi. Nöroblastom tanısı alan hastalarda yaş grubu, evre, tümör yerleşimi ve MYC-N amplifikasyonunun sağkalıma etkisi anlamlı bulundu. Ref No: S090 Pediatrik Tümörler YENİ TANI PEDİATRİK RABDOMİYOSARKOMDA AKTİNOMİSİN-D YERİNE KARBOPLATİN KULLANIMI Gülay Sezgin, Can Acıpayam, Ayşe Özkan, Defne Ay Tuncel, İbrahim Bayram, Serhan Küpeli, Atila Tanyeli Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkoloji Bilim Dalı Rabdomiyosarkom çocukluk çağı ekstrakranial tümörleri içinde nöroblastom ve Wilms tümöründen sonra üçüncü sırada gelir. Tedavide kullanılan temel ilaçlardan biri aktinomisin-d dir. Son birkaç yıldır bu ilacın piyasada olmaması dolayısıyla, yerine rabdomiyosarkom relapsında önerilen karboplatin kullanılmıştır. Bu çalışmada karboplatin uyguladığımız rabdomiyosarkomlu hastalarımızın sonuçlarını sunmak istiyoruz.çalışmaya Aralık 000 ve Haziran 0 tarihleri arasında takip edilen 4 rabdomiyosarkom olgusu alınmıştır. Olgular karboplatin alan ve almayan grup olarak ikiye ayrılmıştır. karboplatin 50 mg/m dozda gün kullanılmıştır. Olguların 7 si (%70.8) erkek, 7 si (%9.) kız ve tanı anındaki yaş ortancası 48.5 ay (dağılım 0-99 ay) idi. Olguların ü (%54,) karboplatin aldı, i (%45,8) almadı. Karboplatin alan grubun ortalama takip süresi,±0 ay iken, karboplatin almayan grubun takip süresi 4,6±4ay idi. Karboplatin alan grubun yıl, 5 yıllık sağ kalım (OS) %68, olarak saptanırken, karboplatin almayan grupta yıl ve 5 yıl OS %78 ve %40 olarak saptandı. Karboplatin alan grubun olaysız sağ kalım (EFS) oranı ise yıl ve 5 yıllık %68,6 olarak bulunurken, karboplatin almayan grubun EFS oranı ise %57, ve %4,6 olarak bulundu. Bulgular karboplatin verilen grupta istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamasına rağmen, EFS ve OS nin daha yüksek olduğunu göstermiştir. Bu bulgularla rabdomiyosarkom tedavisinde kullanılan aktinomisin-d ilacının temin edilememe durumunda karboplatinin kullanılabileceği sonucuna varılmıştır. Ref No: S09 Pediatrik Tümörler ÇOCUKLUK ÇAĞI NAZOFARENKS KARSİNOMUNDA TEDAVİ SONUÇLARI: TEK MERKEZ DENEYİMİ Neriman Sarı, Nilgün Kurucu, Yıldız Güney, İnci Ergürhan İlhan Dr Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Hastanesi, Çocuk Hematoloji Onkoloji Kliniği Dr Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği Nazofarenks karsinomu çocukluk çağının nadir tümörlerindendir. Neoadjuvan kemoterapi radyoterapi ile yaşam hızları belirgin ölçüde artmıştır. Amaç: Tek merkezde pediatrik onkoloji bölümünde nazofarenks karsinomu tanısı alan ve neoadjuvan kemoterapi, radyoterapi ve konsolidasyon tedavisi ile izlenen çocuk hastaların tedavi sonuçlarını değerlendirmek Yöntem: Pediatrik Onkoloji Bölümünde izlenen 50 hastanın kayıtları geriye dönük olarak incelendi. Hastaların demografik özellikleri, tedavi yaklaşımları ve yaşam analizleri sonuçları SPSS v5 kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Hastaların %8 si boyunda şişlik nedeniyle başvurmuştur. Ortanca tanı yaşı 4 yıl (7-7 yıl) olup erkek:kız oranı.: bulunmuştur. Düşük evrede gelen hasta sayısı oldukça az olup hastaların %94 ü evre III ve IV olarak değerlendirilmiştir. Hastalara iki kür sisplatin ve 5-Fluorourasil tedavisi sonrası eksternal radyoterapi uygulanmış ve ortanca radyoterapi dozu 66 Gy (50-76) olarak tespit edilmiştir. Radyoterapi sonrası, kür sayısı -8 arasında değişen, aynı ilaçlardan oluşan kemoterapi protokolü ile devam edilmiştir. Yaşayan hastalarda ortanca izlem süresi 5 ay (-0 ay), beş yıllık hastalızsız yaşam hızı %64, beş yıllık genel yaşam hızı %70 bulunmuştur. Prognostik faktörler incelendiğinde sadece cinsiyet anlamlı bulunmuştur. Erkeklerde beş yıllık genel yaşam hızı %6 iken, kızlarda %9 (p=0.0) olarak saptanmıştır. Düşük evre hasta sayısı çok az olduğu için hastalık evresinin prognostik değeri gösterilememiştir. Sonuç: Merkezimize hastalar büyük çoğunlukla ileri evrede başvurmaktadır. Neoadjuvan kemoterapi, radyoterapi ve konsolidasyon tedavisi ile diğer merkezlerle karşılaştırılabilir sonuçlar elde edilmiştir. Cinsiyetin prognostik önemi bizim çalışmamızda da ortaya çıkmıştır. Ref No: S09 Pediatrik Tümörler KANSERLİ ÇOCUKLARDA ANTRASİKLİN UYGULAMASINA BAĞLI KRONİK KARDİYOTOKSİSİTENİN DEĞERLENDİRİLMESİ Funda Çorapcıoğlu, Eviç Zeynep Başar, Kadir Babaoğlu, Sema Büyükkapu Bay, Meriban Karadoğan, Esma Ulusoy Çakmak, Uğur Demirsoy Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı Bu çalışmada subklinik kronik kardiyotoksisitenin erken dönemde tanınmasını sağlayacak yöntem önerisi belirlenmesi amaçlanmıştır. Susesi Otel, Antalya 4

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Yöntem: Çocuk Onkoloji Bilim Dalı nda antrasiklin uygulanan lösemi dışı kanserli çocuklarda yapılan prospektif nitelikte bu çalışmaya; 56 çocuk onkolojik tedavi kesiminde en az ay geçtikten sonra dahil edildi. Tüm hastalar demografik özelliklerin yanı sıra kümülatif antrasiklin dozu, saatlik antrasiklin infüzyon hızı ve mediastinal radyoterapi uygulanması yönünden değerlendirildi. Subklinik kardiyotoksisite öykü, fizik muayene, elektrokardiyografi, Holter monitorizasyonu, ekokardiyografi (EKO), radyonüklid ventrikülografi (MUGA), kardiyak manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ve beyin natriüretik peptid (BNP) ile değerlendirildi. Bulgular: Çalışma periyodu kapsamında değerlendirilen ve yaş ortalaması,±4,6 (,5-,0) yıl olan 7 erkek, 9 kız hastanın sinde çarpıntı yakınması mevcuttu. Kümülatif antrasiklin dozlarına göre değerlendirilen hastalarda yüksek doz antrasiklin tedavisi alan hasta grubunun EKG ve Holter monitorizasyonunda ortalama kalp hızları belirgin olarak yüksek ve EKG de saptanan QTc mesafesi anlamlı olarak uzundu. Elektrokardiyogramda hastada sinüs taşikardisi mevcuttu. Holter monitorizasyonunda hastada modifiye Lown- Wolff sınıflamasına göre grade ventriküler ekstra atım saptandı. Çalışma grubunda 8 hastada EKO da sistolik disfonksiyon saptandı. Yüksek doz kümülatif antrasiklin alan hasta grubunda interventriküler septum kalınlığı anlamlı yüksek ve diyastolik bir parametre olan deselerasyon zamanı anlamlı düşüktü. Radyonüklid ventrikülografide 6 hastada sistolik, 4 hastada diyastolik disfonksiyon saptandı ve yüksek doz antrasiklin alan grupta kalp hızı anlamlı olarak yüksek, ejeksiyon fraksiyonu (EF) değeri anlamlı olarak düşüktü. Manyetik rezonans görüntülemede yüksek doz kümülatif antrasiklin alan hasta grubunda EF değeri anlamlı olarak düşüktü. Sol ventrikül duvar hareketlerinin MRG ile incelenmesinde 6 segmentte akinezi, segmentte dizkinezi ve segmentte anevrizma ve segmentte hipokinezi saptandı. Ekokardiyografi, MUGA ve MRG tetkiklerinin tümünde sistolik disfonksiyon saptanan sadece bir hasta mevcuttu. Diğer hastada ise EKO ve MUGA kardiyak disfonksiyonu birlikte göstermişti.yüksek doz antrasiklin alan hastalarda EKO da EF değeri normal sınırlardayken, MRG ve MUGA incelemelerinde EKO ya oranla düşüktü. Ekokardiyografide mediastinal radyoterapi alan hasta grubunda sistolik bir parametre olan miyokard perfüzyon indeksi anlamlı olarak düşük bulundu. Kümülatif yüksek doz antrasiklin alan hastalarda BNP değerindeki artış anlamlı bulunmadı. Sonuç: Antrasiklin uygulanan kanserli çocuklarda subklinik kardiyotoksisitenin saptanmasında EKO nun yanı sıra MUGA ve MRG nin klinik öneminin yüksek olduğu saptandı. Ref No: S09 Pediatrik Tümörler KEMOTERAPİ GÖREN ÇOCUKLARDA SEPSİS, SEPTİK ŞOK VE PROGNOZ Zuhal Önder Siviş, Mehmet Kantar, Bülent Karapınar, Muhterem Duyu, Pınar Yazıcı, Serap Aksoylar, Nazan Çetingül, Savaş Kansoy Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, İzmir Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Pediatrik Yoğun Bakım Bilim Dalı, İzmir Amaç: Febril nötropeni, onkoloji kliniklerinde en sık görülen infeksiyon sorunu olmakla beraber morbidite ve mortalitesi yüksek olan sepsis ve septik şok da nadir değildir. Septik şok tanısı, sistolik ve/veya diastolik hipotansiyon, kapiller dolum zamanının uzaması, taşikardi, oligüri, bilinç değişikliği durumlarında düşünülür. Bu çalışmada 009-0 yılları arasında kliniğimizde kemoterapi görmekte iken sepsis ve septik şok tablosu gelişen hastaların retrospektif analizi yapılmıştır. Gereç-Yöntem: Çalışmaya hastada gelişen septik şok atağı alınmıştır. Hastaların yaşı ortanca 5 yıl (-8) olup, si kız, 9 u erkek idi. Hastaların 4 ünde tanı lösemi-lenfoma iken, 7 hastada solid tümördü. Bulgular: Septik şok geliştiği gün mutlak nötrofil sayısı, (%54.5) hastada 500/mm altında, (%9) hastada 500-000/mm arası ve 8 (%6.4) hastada 000/mm üzerinde idi. Atakların 0 sinde (%90,9) septik şok tanısı konulduğunda ateş varken, (%9.) hastada ateş yoktu. İzlenen hastaların 5 i (%68) TMP/SMX profilaksisi almaktaydı. Çalışmaya giren hastaların si (%54) steroid almış ya da almakta olduğu steroid kesilme programında idi. Dört hastada ARDS tablosu varken, hastada ayrıca mültiorgan yetmezliği vardı. Atakların 0 unda (%45.5) kültürlerde üreme saptanmamış iken, 8 inde (%6.) kateter infeksiyonu, inde (%4.5) bakteriyemi, inde ektima gangrenozum, inde üriner infeksiyon, inde de gastroenterit saptandı. Etkenler, 7 atakta Gram (-) bakteriler, 4 Gram (+) bakteri ve kandida idi. Hastalarda gelişen septik şok atağı onkoloji servisinde izlenmiş iken, büyük çoğunluğu (9 atak) pediatrik yoğun bakım ünitesinde izlendi. Yoğun bakım ünitesinde ortanca yatış süresi gün (-6) olup hastaların 7 sinde (%77) 5 günden daha az, ikisinde (%) 5 günden fazla bulundu. Atakların tamamına ilk müdahale olarak onkoloji kliniğinde agresif intravenöz sıvı yüklemesi yapıldı, 0 atakta (%90.9) inotrop (dopamin, dobutamin, adrenalin, nor-adrenalin infüzyonu) desteği uygulandı ve yalnızca 4 hastaya ARDS nedeniyle mekanik ventilasyon uygulandı. Tüm hastalara ampirik antibiyoterapi olarak karbapenem-aminoglikozid-glikopeptid başlandı. Septik şok ataklarının 8 i başarı ile tedavi edildi. Hastaların kemoterapileri planlandığı gibi devam etti. Dört hasta yoğun bakım izleminde kaybedildi. Sonuç: Çocuklarda febril nötropeni dışında, sepsis ve septik şok, onkoloji kliniklerinde sık görülmektedir. Özellikle lösemi-lenfoma tedavisi gören hastalar risk altındadır. Nötropenik olmayan hastalar da nötropenik olanlar kadar risk altındadır. Doğru tanı, hızlı yaklaşım ve iyi bir yoğun bakım desteği ile hastaların çoğunda septik şok geri döndürülebilir bir klinik tablodur. Ref No: S094 Pediatrik Tümörler ANAPLASTİK BÜYÜK HÜCRELİ LENFOMALI ÇOCUKLARIN KLİNİK ÖZELLİKLERİ VE TEDAVİ SONUÇLARI Erman Ataş, M. Tezer Kutluk, Canan Akyüz, Gülsev Kale, Ali Varan, Bilgehan Yalçın, Burça Aydın, Münevver Büyükpamukçu Hacettepe Universitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Pediarik Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Hacettepe Universitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Pediarik Patoloji Ünitesi, Ankara Amaç: Anaplastik büyük hücreli lenfomalı (ABHL) çocukların klinik özellikleri ve tedavi sonuçlarının inclenmesi Yöntem: 97 ve 0 yılları arasındaki 486 Hodgkin dışı lenfoma (HDL) olgusu içinde ABHL lı çocuğun klinik özellikleri ve tedavi özellikleri incelendi. Ortanca yaş.4 yıl (dağılım.6-7.8) ve erkek/kız=4/9=.5 idi. Analizde Kaplan-Meier yöntemi ve logrank testi kullanıldı. Bulgular: Toplam 486 HDL olgusu içinde ABHL sıklığı %.5 olup, 000 li yıllardan sonra tanı alanlar arasında bu sıklık %9.6 idi. Yüzde 0 unda nodal ve geri kalanı ekstranodal hastalık vardı. Primer tümörün lokalizasyonu olarak olguların 9 (%9.8) unda yaygın hastalık, (%.04) ünde servikal lenf nodu, (%.04) ünde mediastinal, (%8.69) sinde abdominal, (%8.69) sinde kemik, (%4.4) inde barsak, (%4.4) inde deri, (%4.4) inde aksiller lenf nodu, (%4.4) inde akciğer-deri tutulumu saptandı. Evre dağılımı olguların 5 inde (%.8) Evre II, 4 ünde (%60.8) Evre III, 4 ünde (%7.4) Evre IV olarak bulundu. Bir olguda aynı zamanda ataksi-telenjiektazi vardı. Çocukların 4 (%60.8) inde LMT89, 5 (%.8) inde LMB89, 4 (%7.4) ünde diğer protokoller ile tedavi edildi. Beş yıllık genel ve olaysız yaşam hızı olgu için sırası ile %64,7 ve %7 idi. 44 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER Anaplastik lenfoma kinaz (ALK) en önemli prognostik faktör olarak bulundu (p=0.006, HR=.6). Uzun süreli genel ve olaysız yaşam hızları ALK pozitif olan olgularda sırası ile %9.7 ve %6 iken, ALK negatif olanlarda her ikiside % idi. Sonuç: Anaplastik büyük hücreli lenfomalı çocuklarda yaşam hızları kabul edilebilir sınırlarda olmasına karşın, olaysız yaşam hızları genel yaşam hızlarından daha düşüktür. Bu, ABHL olgularda karşılaşılan bir durumdur. Bu açıdan geç dönem rölapsları engelleyerek, olaysız ve genel yaşam hızını artırmak için yeni araştırmalara gerek bulunmaktadır. Ref No: S095 Pediatrik Tümörler TÜRKİYE DE PEDİATRİK ONKOLOJİ HASTALARINDA TEDAVİ ÖNCESİ VE TEDAVİ SONRASI HBV, HCV, VE HIV SEROPREVALANSI Rejin Kebudi, Tarkan Agasoy, Gül Nihal Özdemir, Tiraje Celkan, Hilmi Apak İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Yoğun kemoterapi alan pediatrik onkoloji hastaları sık kan ve kan ürünleri transfüzyonuna gereksinim duyarlar. Bu hastalar hepatit B, hepatit C ve insan immünyetmezlik virüsü (HIV) gibi transfüzyonla bulaşan hastalıklar açısından yüksek risk altındadırlar. Bu çalışmada pediatrik onkoloji hastalarında HBV, HCV ve HIV seroprevalansının tespit edilmesi ve sonuçların, Türkiye de ulusal HBV aşı programından ve kan donörlerinde HCV tarama programından önce yapılmış çalışmalarımızla karşılaştırılması amaçlanmaktadır. Gereç-Yöntem: Ocak 00 ve Ocak 0 tarihleri arasında kanser tedavisi görmüş 00 çocuk (5 kız, 49 erkek) hastanın tedavi öncesi ve sonrası HBsAg, Anti-HBs, Anti-HCV ve Anti-HIV sonuçları değerlendirildi. Hasta grubu 998 de ulusal hepatit B aşı programı sonrası doğmuş hastalardan oluşmaktaydı. Bulgular: HBsAg, anti-hbs, anti-hcv ve anti-hiv seroprevalansı tedavi öncesi %0, %58, %0, %0 ve tedavi sonrası %0, %4, %0, %0 olarak bulundu. Tedavi öncesi ve tedavi sonrası da HBsAg %0 saptandı. Bu sonuç 986-89 yıllarında %40 ve 994-95 yıllarında %0 olarak saptanan HBsAg prevalansına göre düşüktür. 994-95 yıllarında %4 olarak saptanan HCV seropozitifliğine karşın Anti-HCV %0 olarak saptandı. Anti-HIV önceki çalışmalarda olduğu gibi %0 bulundu. Anti-HBs, tanıda aşılı bu grupta beklenenin altında (%58) bulundu. Aşılı olup tedavi öncesi seronegatif olan hastaların hiç birinde hepatit B enfeksiyonu gelişmedi. Yoğun kemoterapi alan onkoloji hastalarında beklendiği gibi, tedavi öncesi Anti-HBs seropozitifliği olan hastaların 7 inde tedavi sonrası Anti-HBs seronegatifliği saptanmış, bu hastaların hiç birinde hepatit B enfeksiyonu gelişmemiştir. Sonuç: Bu sonuçlar ulusal hepatit B aşılama programının kanserli çocuklarda da önemini göstermektedir. Ayrıca, HBsAg, HCV ve HIV seropozitifliğinin saptanmaması kan bankalarında duyarlılığı yüksek metodlarla tarama testlerinin önemli olduğunu düşündürmüştür. Ref No: S096 Pediatrik Tümörler ÇOCUKLUK ÇAĞI KEMİK SARKOMLARINDA SERUM PRO-ANJİOJENİK PROTEİN DÜZEYLERİNİN KLİNİK DEĞERİ Neriman Sarı, Çiğdem Sönmez, Nilgün Kurucu, İnci Ergürhan İlhan Dr Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Hastanesi, Çocuk Hematoloji Onkoloji Kliniği Dr Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Hastanesi, Biyokimya Laboratuvarı Anjiojenez tümör oluşumu ve metastaz gelişimi için gerekli olan bir basamaktır. Anjiogenez için kullanılan belirteçler arasında pro-anjiojenik proteinler yer alır. Bu proteinler immünohistokimyasal (IHK) yolla dokuda gösterilebildiği gibi serumda da gösterilebilir. Kemik sarkomlarında ise anjiojenezin prognostik rolü tartışmalıdır. Amaç: Bu çalışmada çocukluk çağı kemik sarkomlarında serum Vasküler Endotelyal Büyüme Faktörü (VEGF), Bazik Fibroblastik Büyüme Faktörü (bfgf), Endoglin (CD 05) ve Transforme Edici Büyüme Faktörü β(tgf β) düzeylerinin hastalığın evresi ve tedavi ile ilişkisini saptamak hedeflenmiştir. Yöntem: Osteosarkom tanısı almış 9 hasta ile Ewing sarkom tanısı almış hastada tedaviden önce, primer cerrahiden sonra ve tedavi bitiminde ve 4 sağlıklı çocuktan oluşan kontrol grubunda serum pro-anjiojenik protein düzeyleri ELISA yöntemiyle ölçülmüştür. Bulgular: Tedavi öncesi ortalama serum VEGF ve endoglin düzeylerinin hem osteosarkomlu hem de Ewing sarkomlu hastalarda kontrol grubuna göre yüksek olduğu, bfgf nin sadece Ewing sarkomlu hastalarda yüksek olduğu gözlenmiştir. Tedavi ile VEGF ün osteosarkomlu hastalarda, bfgf ve Endoglinin ise Ewing sarkomlu hastalarda düştüğü tespit edilmiştir. TGF-B düzeyleri açısından hastalıklı grup ile kontrol grubu arasında fark saptanmamıştır. Sadece tedavi sonu endoglin düzeyi relaps yapan grupta yüksek bulunurken diğer protein düzeyleri ile metastaz ve relaps açısından ilişki bulunamamıştır. Sonuç: Kemik sarkomlu hastalarda serum VEGF, endoglin ve BFGF düzeyleri tanıda ve tedaviye yanıt izlemi açısından kullanılabilecek belirteçlerdir. Endoglin dışında diğerlerinin rekürens ile ilişkisi gösterilememiştir. Ref No: S097 Pediatrik Tümörler ÇOCUKLUK ÇAĞI EKSTRAKRANYAL GERM HÜCRELİ TÜMÖRLER: TEK MERKEZİN -YILLIK DENEYİMİ Rejin Kebudi, Fatma Betül Çakır, Ömer Görgün, İnci Ayan 4, Bülent Zülfikar, Dilek Uludağ, Fulya Yaman Ağaoğlu 4, Emin Darendeliler 4 İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji-Onkoloji; İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi Pediatrik Hematoloji-Onkoloji, İstanbul İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji-Onkoloji, İstanbul 4 İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, İstanbul Amaç: Germ hücreli tümörler (GHT), tüm çocukluk çağı malignitelerinin % ünü oluştururlar. Bu çalışmada kranyum dışı germ hücreli tümörlerin demografik özellikleri ve tedavi sonuçları irdelenmiştir. Metod: Tüm olgular histopatolojik tanı aldı. Matur teratomlar, evre I testis ve over GHT, cerrahi sonrası AFP ve B-HCG ölçümleriyle (ek tedavisiz) takip edildi. Tekrarlayan evre I ve diğer tüm hastalar BEP (bleomisin 5 mg/m ilk gün, etoposid 00 mg/m/g x 5 gün, sisplatin 0 mg/m/g x 5 gün) tedavisi aldı. Kürler, hafta arayla, remisyon sağlanıncaya kadar ve/veya normal AFP/B-HCG düzeyleri görüldükten sonra kür daha verilerek sonlandırıldı. Rezidu tümör cerrahiyle alındı. Bulgular: 989-0 tarihlerinde takip ve tedavi edilen, ortanca yaş yaş ( ay-6 yaş) olan 94 GHT (56 kız and 8 erkek) çalışmaya alındı. Tanıdan itibaren ortanca takip süresi 0.5 yıl ( ay- yıl) olan olgularda, uygulanan ortanca BEP kür sayısı 5 (-7) idi. Altmışbeş (%70) gonadal (40 over, 5 testis), sakrokoksigeal, 4 mediastinal, orta hat dışı baş-boyun hastasının histolojik tanıları; endodermal sinus tümörü %50 (n = 47), disgerminom (n = 6), miks GHT (n=9), matur teratom (n=6), immatur teratom (n =6) şeklindeydi. Hastaların 9 una sadece cerrahi yapıldı, 65 hastaya ise BEP tedavisi ve gecikmiş cerrahi uygulandı. On yıllık genel ve olaysız sağkalım sırasıyla %87. ve %84. bulundu. Tedavi ve destekle düzeltilen hematolojik toksisite görüldü. Sekonder malignite görülmedi. Sonuç: Kranyum dışı-ght de prognoz iyidir. BEP kemoterapisi, AFP ve BHCG takipleriyle, etkilidir. Matur ve immatur teratoma ile cerrahi sonrası normal AFP, BHCG ölçümleri bulunan testis ve over endodermal sinus tümörlerinde sadece cerrahi yaklaşım yeterlidir. Susesi Otel, Antalya 45

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Ref No: S098 Pediatrik Tümörler ÇOCUKLUK ÇAĞI RABDOMYOSARKOMLARINDA RADYOTERAPİ SONUÇLARI: EGE PEDİATRİK ONKOLOJİ GRUBU DENEYİMİ Serra Kamer, Bengü Kadıoğlu, Haldun Öniz, Mehmet Kantar 4, Serap Aksoylar 4, Ulviye Nabizede, Ahmet Çelik 5, Canan Vergin, Nazan Çetingül 4, Yavuz Anacak Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Behçet Uz Çocuk Hastanesi Pediatrik Onkoloji Kliniği Tepecik Eğitim Hastanesi Pediatrik Onkoloji Kliniği 4 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı 5 Ege Üniversitesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Giriş: Rabdomyosarkom (RMS) çocukluk çağında görülen ve vücudun farklı yerlerinde ortaya çıkabilen bir tümördür. Lokal-bölgesel tedavisinde radyoterapi sıklıkla kullanılmaktadır. Bu tümörlerin yerleşim yerleri, yayılım özellikleri ve tedavi için gerekli radyasyon dozları nedeniyle çocuklarda özellikle geç yan etki oluşturmadan tedaviyi planlamak ve yürütmek önem kazanmaktadır. Bu çalışmada radyoterapi uygulanan RMS tanılı 8 hastadaki tedavi sonuçları değerlendirilmektedir. Gereç-Yöntem: Ocak 000 ile Ekim 0 arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi nde 8 çocuk hastaya RMS tanısıyla radyoterapi uygulanmıştır. Yaş aralığı -8 ve ortanca yaş 8; erkek / kız oranı.4 / olan olgularda histolojik alt tip olarak 7 olgu embriyoner, 6 olgu alveolar, olgu botroid ve 4 olgu mikst tip olarak tanımlanmıştır. Tümör yerleşimi: pelvik 6 olgu ( paratestiküler, 7 vajinal-vezikal), baş-boyun 0 olgu (7 paramenenjial), gövde 7 olgu, ekstremite 5 olgu. Tedavide 000-006 yılına dek SIOP/MMT protokolleri ( olgu) ve 006 yılından sonra IRS protokolleri (7 olgu) kullanılmıştır. Radyoterapi dozları subklinik tümör için 4-45 Gy ve makroskopik tümör için 45-59 Gy olarak düzenlenmiştir. olguda eksternal radyoterapi, olguda brakiterapi ve olguda eksternal radyoterapi brakiterapi kombinasyonu kullanılmıştır. Bulgular: 0 aylık medyan izlem sonrasında (izlem aralığı 5-00 ay), olguda lokal-bölgesel yineleme ve 0 olguda uzak metastaz gelişmiştir; 4 olgu hastalık progresyonu ve olgu kemoterapiye bağlı toksisite nedeniyle kaybedilmiştir. yıllık hastalıksız sağkalım %6 ve genel sağkalım %64 olarak hesaplanmıştır. Radyoterapiye bağlı derece -4 geç yan etkiler değerlendirildiğinde 6 olguda kemik-yumuşak dokuda gelişim bozukluğu, olguda renal atrofi ve olguda azospermi saptanmıştır. Sonuç: Çocukluk çağı RMS radyoterapinin etkili olduğu ve dikkatle planlanması gereken bir tümör grubudur. Olguların önemli bir kısmında cerrahi, kemoterapi ve radyoterapinin birlikte uygulanması nedeniyle disiplinler arası planlamanın özenle yapılması gereklidir. Geç yan etkiler uzun dönemli izlenmelidir. Ref No: S099 Meme Kanseri ERKEN EVRE MEME KANSERİNDE PATOLOJİK AKSİLLER TUTULUM DURUMUNUN, POZİTRON EMİSYON TOMOGRAFİ VE MANYETİK REZONANS GÖRÜNTÜLEME İLE KARŞILAŞTIRARAK DEĞERLENDİRİLMESİ Hüseyin Kadıoğlu, Serap Başkaya Yücel, Zeynep Güral, Şeyma Yıldız, Nurhan Gözübüyükoğlu 4, Yeliz Ersoy, Züleyha Akgün, Zuhal Gücin 5, Sedenay Öskeroğlu, Esra Kaytan Sağlam, Mahmut Müslümanoğlu Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı 4 Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı 5 Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı Amaç: Erken evre meme kanserinde lenf ganglion (LG) tutulumunun belirlenmesi günümüzde evreleme ve tedavi için mutlaka gerekli görülmektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalar ise erken evrede sadece lenfatik tutulum olan LG larının çıkarılmasının yeterli olduğunu göstermektedir. LG tutulumu olan hastalarda tüm lenfatik alanın disseke edilmesinin sağkalım üzerine etkili olmadığı savunulmaktadır. Lenfatik durumun invaziv olmayan yöntemlerle belirlenmesi morbiditeyi önemli ölçüde azaltacaktır. Bu amaçla Diffüzyon Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG) ve 8F-Flurodeoksiglikoz Pozitron Emisyon Tomografi/Bilgisayarlı Tomografi (8F-FDG PET/ BT) ile aksillanın patolojik durumunun karşılaştırılması yapılmıştır. Gereç-Yöntem: Eylül 0- Aralık 0 arasında klinik olarak erken evre düşünülen ve rutin tetkikleri yapılmış 5 meme kanserli hastaya, cerrahi öncesi Diffüzyon MRG ve PET/BT çekilmiştir. Hastaların final patoloji raporundaki LG tutulumu ile Diffüzyon MRG VE 8F-FDG PET/BT de göre metastatik olduğu düşünülen LG durumları karşılaştırılmıştır. Analizde PET-BT ve MRG için doğru pozitif (DP), yalancı pozitif (YP), doğru negatif (DN), yalancı negatif (YN) değerleri saptandı ve duyarlılık, özgüllük, pozitif prediktif değerler (PPD) ve negatif prediktif değerler (NPD) hesaplanmıştır. Bulgular: Hastalar T evresine göre değerlendirildiğinde T %7, T %67, T %6 ve N evresine göre N0 %5, N %9, N %5, N %4 olarak bulunmuştur. 8F-FDG PET-BT ile patoloji sonuçlarının analizinde Duyarlılık %84, Özgüllük %9, PPD %9, NPD %86 bulunmuştur. Diffüzyon MRG analizinde ise bu oranlar sırasıyla %64, %66, %64 ve %66 saptanmıştır. Sonuç: Literatürde MRG, PET/BT ve nihai patoloji sonuçlarını direk olarak kıyaslayan çalışma yoktur. ACOSOG Z0 çalışması sonucunda iyi seçilmiş erken evre meme kanserli hastalarda makroskopik sentinel LG tutulu olsa dahi aksiler disseksiyonun genel sağkalım ve hastalıksız sağkalım üzerine etkisi görülmemiştir. Sentinel LG durumunun noninvaziv yöntemlerle belirlenmesi ve tedavi planlaması yan etkilerin azalması ile sonuçlanacaktır. Difüzyon MRG sonuçları PET-BT e göre düşük bulunmuştur. PET-BT ile özgüllük oldukça yüksek bulunsa da duyarlılık beklenildiği gibi daha düşüktür. İlerleyen zamanda PET-BT i kısıtlayan şartların teknolojik olarak ilerlemesi ile invaziv yöntemlere gerek kalmayacak olabilir. Tablo. PET-BT ve MRG ile patoloji sonuçlarının karşılaştırılması PET-BT (+) PET-BT (-) MRG (+) MRG (-) Patolojik LG tutulumu (+) (DP) 4 (YN) 6 (DP) 9 (YN) Patolojik LG tutulumu (-) (YP) 5(DN) 9 (YP) 8 (DN) Toplam 9 5 7 46 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER Ref No: S00 Meme Kanseri MEME KANSERİNDE ÖSTROJEN RESEPTÖRÜ, PROGESTERON RESEPTÖRÜ VE HER- EKSPRESYONUNUN PRİMER TÜMÖR, AKSİLLA VE UZAK METASTAZDAKİ DURUMUNUN BELİRLENMESİ VE TEDAVİ PLANI ÜZERİNE ETKİSİNİN ARAŞTIRILMASI Düriye Sıla Karagöz Özen, Mehmet Akif Öztürk, Övgü Aydın, Şennur İlvan, Zeynep Hande Turna, Mustafa Özgüroğlu İstanbul Üniversitesi,Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,İç Hastalıkları Anabilim Dalı,İstanbul İstanbul Üniversitesi,Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,İç Hastalıkları Anabilim Dalı,Medikal Onkoloji Bilim Dalı,İstanbul İstanbul Üniversitesi,Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, İstanbul Amaç: Çalışmamızda Cerrahpaşa Tıp Fakültesi (CTF) Medikal Onkoloji Polikliniğinde takip edilen metastatik meme kanseri tanılı hastaların primer tümör, aksilla ve uzak metastaz arasındaki östrojen reseptörü (ÖR), progesteron reseptörü (PR) ve HER- durumunun ortaya konularak karşılaştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Primer tümör ve uzak metastazdan biyopsisi bulunan 08 hastanın verileri kaydedildikten sonra çalışmanın homojen olması amacıyla blokların Patoloji Anabilim Dalında yeniden boyanması planlandı. Bunun için öncelikle CTF Patoloji Anabilim Dalı tarafından önceden boyanmış olan bloklar listelendi. Primer tümör, aksilla ve metastazında biyopsi raporu veya tümör bloku bulunan 58 hasta çalışmaya dahil edildi. Biyopsi raporunda hormon reseptörü bilgisi olmayan hastaların arşivde bulunan bloklarında yeniden immünhistokimya yöntemiyle reseptör tayini yapıldı. Olguların tümünde tüm primer tümörlü, aksiller metastazlı, lokal nüks ve/veya uzak metastazlı blokların hematoksilen eozin kesitleri tekrar incelendi. Bulgular: Primer tümörün hormon reseptörü ve HER- analizinde ÖR, PR ve HER- pozitif boyanma sıklıkları sırasıyla 4/58 (%70,7); 46/57 (%80,7) ve 5/48 (%,) olarak bulundu. Metastatik odakların ÖR, PR ve HER- pozitiflik oranları sırasıyla 7/56 (%66); 8/55 (%,7) ve 6/45 (%,) olarak bulundu. Yapılan istatiksel analizde primer tümör ve aksilla arasında ÖR ve PR ekspresyonu açısından uyum bulunurken HER- ekspresyonunun uyumlu olmadığı gösterildi. (Sırasıyla p=0,04, p=0,0 ve p>0,05) Çalışmamızda hastaların %77,7 sinde primer tümör ve metastaz arasında HER- uyumu mevcuttu. Primer tümör ve uzak metastaz arasındaki reseptör uyumsuzluğu oranları ÖR, PR ve HER- için sırasıyla %7,4, %45,4 ve %, olarak bulundu. Reseptör değişiminin genel sağkalım ve hastalıksız sağkalıma etkisi gösterilemedi. Sonuç: Saptanan oranlar nüks edip metastatik aşamaya gelen hastalarda tedavimizi metastatik bölgelerden biyopsi alarak şekillendirmemizin o hasta için en uygun tedaviyi belirlememize katkısı olacağını düşündürtmektedir. Şekil. Hasta seçimi Tablo. Primer tümör ve uzak metastaz arasındaki reseptör korelasyonu Metastazdaki ÖR Negatif (n) Pozitif (n) Toplam (n) Primerdeki ÖR Negatif (n) 4 7 Pozitif (n) 6 9 9 7 56 Metastazdaki Toplam (n) PR Negatif (n) Pozitif (n) Primerdeki ÖR Negatif (n) 6 4 0 Pozitif (n) 4 5 7 8 55 Tablo. Primer tümör ve uzak metastaz arasındaki HER- korelasyonu Metastazdaki HER Negatif Şüpheli Pozitif (0 ve+) (+) (+) Toplam (n) Negatif (0 ve+) 6 Primerdeki HER Şüpheli (+) - - - - Pozitif (+) 4 4 9 Toplam (n) 5 4 6 45 Susesi Otel, Antalya 47

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Ref No: S0 Meme Kanseri NEOADJUVAN KEMOTERAPİ UYGULANAN MEME KANSERLİ HASTALARDA KAN MİKRORNA PROFİLİNİN YANIT VE PROGNOZ İLE İLİŞKİSİ Yeşim Eralp, Abdullah İğci, Mustafa Tükenmez, Duygu Tiryakioğlu, Merve Çetinkaya, Serkan Keskin, Rian Dişçi 4, Nejat Dalay, Uğur Gezer İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Temel Onkoloji Ana Bilim Dalı İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı 4 İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Biyoistatistik Bilim Dalı Amaç: Meme kanserli hastalarda uygun kemoterapi seçimi önemli bir sorun oluşturmaktadır. Tedavi etkinliği ve direncini belirleyebilecek prediktif belirteçlerin aydınlatılması amacıyla günümüzde birçok çalışma yürütülmektedir. Son yıllarda özellikle mikrorna ların (mirna lar) hücresel fizyoloji ve patolojide önemli düzenleyici görevler üstlendiği ortaya çıkarılmıştır. Meme kanserinde de mir- NA ların gerek kanser gelişiminde, gerekse kanserli hastaların prognozunda etkili olduğuna yönelik veriler gün geçtikçe artmaktadır. Çalışmada primer operabl veya lokal ileri meme kanserli hastalarda neoadjuvan kemoterapi etkinliğinin, kan mikrorna düzeyleri ile predikte edilip edilemeyeceği araştırılmaktadır. Gereç-Yöntem: Primer operabl (T-N) veya lokal ileri (T- N veya T4Nx hastalık), meme kanseri ile başvuran 8-70 yaş arası, kemoterapi uygulanması için kontrendikasyonu bulunmayan ve gönüllü olur formunu imzalamış hasta çalışmaya alındı. Hastalardan kemoterapi öncesi ve 4. kür sonrası periferik kan alınarak plazmada meme kanseri ile ilişkili olduğu bildirilmiş 8 mirna dan oluşan panel (let-7a, mir-0b, mir-, mir-4a, mir-55, mir-95, mir- 00c, mir- ve mir-5) nicel gerçek-zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu ile incelendi. Bazal ve 4. kür değerleri mirna düzeyleri hastaların klinik özellikleriyle ilişkilendirildi. İstatistiksel analizler SPSS ile gerçekleştirildi. Bulgular: Hasta örneklerinde bazal (tedavi öncesi) mirna düzeyleri incelendiğinde, moleküllerin plazma düzeylerinin düşükten yükseğe doğru sıralanışı mir0b (ortanca rölatif değer 0,4), mir-00c, mir4a, mir-55, let7a, mir-00c, mir-, mir-95 ve mir- (ortanca rölatif değer,5) şeklinde gerçekleşti. Sperman korelasyon testi, tüm mirna lar arasında pozitif bir ilişki olduğunu ortaya koydu (tümü için p<0.05). Bazal değerler ile, klinik evre, östrojen ve progestrojen reseptörleri, c-erb ve Ki67 arasında ilişki bulunmadı. Kemoterapinin 4. küründe saptanan değerler bazal düzeylerle karşılaştırıldığında, bazı hastalarda mirna düzeylerinin azaldığı (N=), bazılarında ise artış (N=) gösterdiği gözlendi. Değişimin boyutu mirna düzeyleri azalan örneklerde daha yüksek olurken (yaklaşık 5500 kat), artış en fazla 980 kat olarak gerçekleşti. Plazmada yüksek miktarlarda bulunan mirna larda (mir-, mir- 95 ve mir-) değişim boyutu daha yüksekti (ortalama yaklaşık 500 kat). mirna değişim oranları hastaların klinik parametreleri ile karşılaştırıldığında, daha erken evrelerde mirna azalma düzeylerinin daha yüksek olduğu saptandı. Değerler mir- ve mir-95 için anlamlı bulundu (p<0.05). Sonuç: Çalışmanın ilk bulguları neoadjuvan kemoterapi sürecinde 4. kür kan mikrorna düzeylerinin tedavi etkinliğini değerlendirmede informatif olabileceğini göstermektedir. Elde edilen bulguların daha büyük hasta serilerinde test edilmesi gerekmektedir.. Ref No: S0 POSTMENOPOZAL HORMON RESEPTÖR POZİTİF MEME KANSERLİ HASTALARDA AROMATAZ İNHİBİTÖRLERİNİN ETKİNLİĞİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Meme Kanseri Mehmet Ali Nahit Şendur, Sercan Aksoy, Kadri Altundağ Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Giriş: Postmenopozal hormon reseptör meme kanserli hastalarda aromataz inhibitörleri sıklıkla kullanılmaktadır. Postmenopozal hormon reseptörleri pozitif olan meme kanserli hastalarda aromataz inhibitörlerinin tamoksifene üstünlüğü birçok çalışmada gösterilmiştir. Ancak postmenopozal hastalarda aromataz inhibitörlerinin etkinliğini karşılaştıran bir çalışma yoktur. Bu nedenle, bu çalışmada postmenopazal hormon reseptörü pozitif hastalarda anastrazol ile letrozolün etkinliğinin karşılaştırılarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Kliniğimize 00-0 yılları arasında başvuran yeni tanı meme kanserli hastaların verileri retrospektif olarak incelendi. Toplam 598 hasta incelendi. Toplam 00 postmenopozal hastadan, tanı anında triple-negatif olanlar, hormon reseptörleri negatif olanlar, tanı anında metastatik olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Toplam 566 hastanın demografik ve patolojik özellikleri karşılaştırıldı. Hastalar anastrazol kolu (5 hasta) ve letrozol kolu ( hasta) olmak üzere gruba ayrıldı. Genel sağkalım (GS) ve hastalıksız sağkalım (DFS) Kaplan-Meier istatistiksel analizi ile hesaplandı. Sonuçlar: Çalışmaya toplam 566 hasta alındı. Anastrazol kolundaki hastaların ortalama tanı yaşı 59.±8.5, letrozol kolundaki hastaların ortalama tanı yaşı ise 60.±8.4 idi (P=0.9). anastrazol kolundaki hastaların bazal vücut kitle indeksi (VKİ) 9.4±5. kg/m iken, letrozol kolundaki hastaların ortalama VKİ ise 9.±5. kg/m idi (P=0.84). Ortalama takip süresi 5. ay olarak hesaplandı. Her iki tedavi grubunda da tümör çapı, lenf nodu tutulumu, grad, lenfovasküler boşlık invazyonu, perinöral invazyon, kemoterapi ve radyoterapi kullanımı açısından istatistiksel olarak fark saptanmadı. Ancak letrozol kolunda ekstrakapsüler ekstansiyon (ECE) pozitifliği daha yüksek oranda saptandı (P=0.0). Hastalıksız sağkalım (DFS); anastrazol kolunda. yılda %95.5,. yılda %8. ve 5.yılda %66.0 iken, letrozol kolunda. yılda %90.6,. yılda %78.7 ve 5.yılda %68.5 olarak saptandı ve istatistiksel olarak her grupta benzer idi (P = 0.5). Üç yıllık GS ise anastrazol ile tedavi edilen bireylerde %98.8, letrozol ile tedavi edilen bireylerde ise %96.7 olarak saptandı (P=0.84). Tartışma: Postmenopozal hastalarda aromataz inhibitörleri ile tamoksifenin karşılaştırıldığı çalışmalarda aromataz inhibitörleri ile daha düşük oranda nüks ve daha uzun DFS elde edilmiştir. Bu nedenle hormon reseptör pozitif postmenopozal meme kanserli hastalarda aromataz inhibitörleri adjuvan tedavide standart olarak önerilmektedir. Klinik çalışmalarda letrozolün, anastrazole oranla daha yüksek oranda aromataz inhibisyonu yaptığı bilinmektedir. Ancak literatürde bu anastrazol ile letrozolün etkinliğini karşılaştıran çalışma yoktur. Bu retrospektif çalışmada postmenopozal hormon reseptör pozitif hastalarda hem letrozolün hem de anastrazolün benzer etki gösterdiği izlenmiştir. 48 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER Ref No: S0 Meme Kanseri NEOADJUVAN TEDAVİ SONRASI MEME TÜMÖRÜNDE İMMÜNOHİSTOKİMYASAL BELİRTEÇLERDE DİSKORDANS Bala Başak Öven Ustaalioğlu, Ahmet Bilici, Fügen Vardar Aker, Burçak Erkol Yılmaz, Mehmet Aliustaoğlu, Günay Gürleyik 4 haydarpaşa numune eğitim ve araştırma hastanesi, tıbbi onkoloji şişli etfal eğitim ve araştırma hastanesi, tıbbi onkoloji haydarpaşa numune eğitim ve araştırma hastanesi, patoloji 4 haydarpaşa numune eğitim ve araştırma hastanesi, genel cerrahi Giriş: Neoadjuvan kemoterapi klinik olarak evre ve meme kanserinde meme koruyucu cerrahi şansını artırmak için uygulanabilir. Preoperatif tedavi planı yapabilmek için yapılan tru-cut biopsi hormon reseptör ve her durumunu belirlemede tercih edilir. ER, PR ve her statüsü, primer ve nüks meme kanserinde değişebilir. Değişim oranları hormon resptörleri için yaklaşık %0-0 civarı her için %0- dir. Neoadjuvan tedavi sonrası HR statüsünde değişim %8- olarak rapor edilmiştir. Biz çalışmamızda neoadjuvan kemoterapi sonrası hormon reseptör durumu ve her açısından diskordans olup olmadığını geriye dönük olarak değerlendirdik. Gereç ve Method: Çalışmamızda üç merkezde takip ve tedavi edilen 000 meme kanserli hastanın dosyası retrospektif olarak değerlendirildi. Neoadjuvan tedavi alan 8 hastanın preoperative tru-cut biopsi preperatları ve tedavi sonrası operasyon materyalleri immünohistokimyasal boyalarla ER, PR, cerbb açısından tekrar değerlendirildi. Neoadjuvan tedavi sonrası reseptör statusu değişimi diskordans olarak tanımlandı. Tekdeğişkenli analiz ile klinkopatolojik özellikler ile imunohistokimyasal belirteçlerdeki diskordansın DFS için önemi araştırıldı. Ki-kare testi ile diskordans ile ilişkili faktörler analiz edildi. Bulgular: Hastalarımızın 4 ü (%6.) premenopoze iken, klinik olarak tedavi öncesi %8 si evre hastalıktı. Ortanca yaş 44.5 (0-94) olup, ortanca takip süresi 5.7 (-04) aydı. Ortanca neoadjuvant kemoterapi sayısı 4 (-4) idi. Tedavi sonrası opere edilen hastalarda ortanca tümör boyutu.6 cm (0-0) iken, çıkarılan lenf nodu sayısı 4 (0-8) idi. Hastaların tanesi neoadjuvant tedavi olarak yalnız hormonoterapi almış, 8 hasta yalnız antrasiklin, diğerleri ise antrasiklin ve taksan beraber almışlardı. 4 hastaya neoadjuvan tedavide trastuzumab da eklenmişti. Yaklaşık %80 hastaya tedavi sonrası MRM uygulanırken, 6 hastaya MKC, hastaya basit mastektomi yapılmıştı. Hastaların 5 yıllık hastalıksız sağkalım (DFS) oranı ve ortanca DFS süresi sırasıyla %0 ve 0.4ay (8.7-4.) olarak bulundu. Beş yıllık genel sağkalım (OS) oranı ise %74 iken, ortanca OS a ulaşılamadı. ER, PR, cerbb discordansı sırası ile 4 (%0.5), 8 (%.) ve 8 (%.) tümörde görüldü. İmmunohistokimyasal boyamadaki diskordans ile klinikopatolojik faktörler arasında ilişkiye bakıldığında, cerbb diskordansı ile nüks varlığı (p=0.0) ve PR diskordansı (p=0.04), ER diskordansı ile ise yalnız patolojik evre ilişkili bulundu (p=0.0). Tekdeğişkenli analizde, operasyon tipi, evre, lenfovasküler invazyon ve perinöral invazyon DFS ile ilişkili iken, yaş, ER, PR, menapoz durumu, lokalizasyon ilişkili değildi. Tartışma: Karşılaştırmalı yeni çalışmalar yapılana dek, neoadjuvant tedavi sonrası kalan tumor dokusunda reseptör durumunu yeniden değerlendirilmesi adjuvan tedaviyi etkileyebileceğinden önerilir. Tablo. Neoadjuvan tedavi sonrası hormon reseptör ve cerbb ststüsünde diskordans diskordans ER (%) diskordans PR(%) diskordans her(%) var 4(0.5) 8(.) 8(.) yok 4(89.5) 0(78.9) 0(78.9) Ref No: S04 MEME KANSERLİ HASTALARDA ADJUVANT/ NEOADJUVANT DOZ-DENSE KEMOTERAPİ DENEYİMİMİZ Meme Kanseri Berna Bozkurt Duman, Ciğdem Usul Afsar, Meral Günaldı, Oğuz İsmail Kara, Berksoy Sahin, Pınar Kum Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Medikal Onkoloji Kliniği Çukurova Universitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı. Giriş: Bazı yüksek riskli hasta gruplarında kemoterapi ajanlarının kombinasyonlar halinde granülosit koloni stimüle edici faktör (G-CSF) eşliğinde uygulanması veya konvansiyonel haftada bir uygulama yerine haftada bir antrasiklin ve taksan içeren doz yoğun uygulamalar modern şemaların meme kanseri nüks riski üzerindeki olumlu etkisi yaygın kabül görmektedir. Kliniğimizde meme kanseri tanısıyla adjuvant/neoadjuvant olarak doz- dense kemoterapi alan hastalarda tedavinin uygulanabilirliği, yan etki profili, etkinliğini araştırılmak üzere bu tedaviyi alan hastaları retrospektif olarak analiz ettik. Materyal-Metod: Kliniğimizde 006-0 yılları arasında neoadjuvant veya adjuvant olarak nonmetastatik evrede; doz-dense antrasiklin siklofosfamidi(doksorubisin 60 mg/m, siklofosfamid 600 mg/m ) takiben paklitaksel (75mg/m ) haftada bir GCSF desteiği alan hastalar çalışmaya alındı. Sonuç: Toplam 4 hasta çalışmaya alındı. Hastaların ortalama yaşları 47, (min:-max:7) idi. Hastaların 96 sı (%68,) i premenapozal diğerleri postmenapozaldi. Histolojik subtip %95 oranında invaziv duktal karsinom %5 oranında diğer subtiplerdi. Kırkaltı hastada (%,6) duktal karsinoma insitu komponenti mevcuttu. Lenfovasküler invazyon 60 (%4,6), perinoral invazyon 9 (%0,6) hastada gözlendi. ER 95 (%67,4), PR 88 (%6,9) HER 50 (%5,5) hastada pozitifti. Lenf nodu pozitifliği ortalama 5 adetti. Otuz yedi hasta (%6,) neoadjuvant olarak doz dense tedavi alırken diğerleri adjuvant olarak aldı. Hastalardan 8 (%5,7) nüks hastalık gelişti. 4 hasta metastatik hastalık nedeniyle ex oldu. Yanetki olarak hastalarımızın hiçbirinde myeloid neoplazi ve MDS gözlenmezken 6 hastada (4,%) sitopeniler nedeniyle kemoterapi ertelemesi yapıldı. Sonuç olarak doz dense adjuvant-neoadjuvant kemoterapi; yanetki profili tolere edilebilen etkin bir rejimdir. Bu sonuçlar çalışmamızın ön sonuçları olup; çalışma sürmektedir; detaylı sonuçlar bildirilecektir. Ref No: S05 Meme Kanseri YÜKSEK RİSKLİ LENF NODU NEGATİF MEME KANSERLİ HASTALARDA ADJUVANT TAKSAN İÇEREN KEMOTERAPİLERİN SADECE ANTRASİKLİN İÇEREN KOMBİNASYONLARA GÖRE ETKİNLİK VE TOLERABİLİTESİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Ahmet Bilici, Bala Başak Öven Ustaalioğlu, Mesut Şeker, Mahmut Gümüş şişli etfal eğitim ve araştırma hastanesi, tıbbi onkoloji bölümü haydarpaşa numune eğitim ve araştırma hastanesi, tıbbi onkoloji bölümü dr.lütfi kırdar kartal eğitim ve araştırma hastanesi, tıbbi onkoloji kliniği Giriş-Amaç: Adjuvan taksan içeren kombinasyon kemoterapilerinin lenf nodu pozitif meme kanserinde kullanımı standart yaklaşım olmasına rağmen, lenf nodu negatif hastalarda taksanların kullanımları ile ilgili halen kesin bir görüş birliği yoktur. Çalışmamızda, lenf nodu negatif meme kanserli ve en az bir tane yüksek risk faktörü nedeniyle taksan içeren kombinasyon kemoterapisi almış hastalarla sadece antrasiklin içeren kombinasyon kemoterapisi almış olan hastalar, tedavi etkinlik ve tolerabiliteleri açısından karşılaştırıldı. Gereç-Yöntem: 004 ve 0 yılları arasında iki onkoloji merkezinde Susesi Otel, Antalya 49

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ takip ve tedavi edilmiş, erken evre meme kanserli ve en az bir risk faktörü olan 9 hasta geriye dönük olarak analiz edildi. Tümör çapı - cm arası olan hastalar çalışmaya dahil edildi. Ellidokuz hasta taksan ve antrasiklin içeren (Grup-), geriye kalan 70 hastada sadece antrasiklin içeren (Grup-) kombinasyon kemoterapileri ile tedavi edilmişlerdi. Her iki tedavi grubunda klinikopatolojik faktörler ve sağkalımlar karşılaştırıldı. Bulgular: Ortanca yaş grup- de 48 iken grup- de 47 (p=0.97) iken, ortanca tümör çapı her iki grupta da cm olarak saptandı. Ortalama disseke edilen lenf nodu sayısı, sırasıyla 8+.5 ve 9+. idi (p=0.0). Klinikopatolojik faktörler karşılaştırıldığında, menapoz durumu, tümör lokalizasyonu, cerrahi tipi, histopatolojik alt tip, grade, lenfovasküler ve perinöral invazyon varlığı, östrojen, progesteron reseptör ve c-erbb durumu, ve üçlü negatif hastalık varlığı açısından gruplar arasında anlamlı farklılık saptanmadı (p>0.05). Diğer taraftan, multisentrisite (p=0.05) ve nekroz varlığı (p=0.0) taksan grubunda, yalnız antrasiklinli hasta grubuna göre anlamlı olarak daha fazla bulundu. Nüks gelişimi iki grupta benzerdi (p=0.54). Ortanca 4.6 aylık takip süresinde, ortanca hastalıksız sağkalım (HSK) ve -yıllık HSK oranları grup- de grup- e göre daha uzundu, ancak aradaki farklılık istatistiksel olarak anlamlı değildi (8. e karşın 5.9 ay, ve %94 e karşın %86., p=0.). Ortanca genel sağkalım (GSK) lara ulaşılamazken, -yıllık GSK oranları da benzerdi (%00 e karşın %97., p=0.9). Tüm hastalarda, çok değişkenli analizde, HSK için tümör çapı (HR:.0, p=0.0) ve nekroz varlığı (HR:0.57, p=0.04) bağımsız prognostik faktörler olarak bulundu. Diğer taraftan, grup- de 47 hasta dosetaksel almışken, sadece 9 hasta paklitaksel almıştı. Taksan tipine göre HSK lar benzerdi (p=0.7). Çok değişkenli analiz sadece taksanlı grup için yapıldığında HSK üzerine etkili herhangi bir prognostik faktör saptanmadı. Sonuçlar: Çalışmamızda, yüksek riskli lenf nodu negatif meme kanserli hastalarda sadece antrasiklin içeren adjuvan kemoterapilere göre, taksan içeren adjuvan kemoterapi kombinasyonlarının yararı gösterilemedi. Lenf nodu negatif meme kanserli hastalarda, adjuvan tedavide taksanların rolü literatürde tartışmalı olmasına rağmen, seçilmiş yüksek riskli hastaların tedavisinde kar zarar oranı göz önüne alınarak düşünülebilir. Olguların fonksiyonel kapasiteleri altı dakika yürüme testi ile değerlendirildi. Altı dakikalık yürüme testi sırasında ölçülen kalp hızı, kan basıncı, yorgunluk, dispne algılaması, yürüme mesafeleri kaydedildi. Avrupa Kanser Araştırma ve Tedavi Organizasyonu Yaşam Kalitesi Anketi (EORTC QOL-C0) ile yaşam kaliteleri değerlendirildi. Sonuçlar: Her iki gruptaki olguların altı dakikalık yürüme testi mesafesi ve yaşam kalitesinde istatistiksel olarak anlamlı bir artış olduğu saptandı (p<0.05). Yoga ve aerobik egzersiz eğitimi grubunda 6 dakika yürüme testi mesafesinde (94 m, 509.6 m den 60.0 m ye) aerobik egzersiz eğitimi grubunda (69m, 58.59 m den 5.8 m ye) artış bulunmuştur (p<0.05). Grupların EORTC QOL-C0 değerleri karşılaştırıldığında yoga ve aerobik egzersiz grubunda genel iyilik, rol fonksiyon, emosyonel fonksiyon ve sosyal fonksiyon skorları aerobik egzersiz grubuna göre daha iyi bulundu. Ayrıca yoga ve aerobik egzersiz grubunda EORTC QOL-C0 semptom alt ölçeğinde uyku bozukluğu ve konstipasyon değerleri, aerobik egzersiz yapılan gruba göre istatistiksel olarak daha iyi bulundu (p<0.05). Tartışma: Meme kanserli bireylerde aerobik egzersiz eğitimi ve yoganın fonksiyonel kapasiteyi artırdığı ve yaşam kalitesini iyileştirdiği belirlendi. Sonuç olarak kanserli hastaların rehabilitasyonunda aerobik egzersiz programlarının yanı sıra yoga gibi akıl vücut birlikteliğini içeren uygulamalarla psikososyal etki ile fonksiyonel iyileşmenin artırabileceği düşünülmektedir. Ref No: S06 Meme Kanseri MEME KANSERİ TANISI İLE TAKİP EDİLEN HASTALARDA AEROBİK EGZERSİZ EĞİTİMİNİN VE YOGA PROGRAMININ FONKSİYONEL KAPASİTE VE YAŞAM KALİTESİ ÜZERİNE ETKİLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Naciye Vardar Yağlı, Gül Şener, Hülya Arıkan, Melda Sağlam, Deniz İnal İnce, Sema Savcı, Ebru Çalık, Kadri Altundağ, Barış Kaya 4, Tezer Kutluk 5, Yavuz Özışık Hacettepe Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir Hacettepe Üniversitesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara 4 Hacettepe Üniversitesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Ankara 5 Hacettepe Üniversitesi, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Giriş-Amaç: Meme kanseri kadınlarda en sık tanı alan kanserdir. Kanser tedavilerinin uzun sürmesi ve tedavinin yan etkileri fonksiyonel kapasiteyi azaltır. Ayrıca kas kuvveti, esneklik vücut kompozisyonunu ve sağlıkla ilişkili yaşam kalitesi olumsuz etkilenir. Bu çalışmanın amacı meme kanseri olgularında aerobik egzersiz eğitimi ve yoga programının fonksiyonel kapasite ve yaşam kalitesi üzerine etkilerini karşılaştırmaktı. Gereç-Yöntem: Çalışmaya meme kanseri tanısı ile takip edilen 40 olgu alındı. Olgular rastgele olarak iki gruba ayrıldı. Her iki gruba da haftada gün 6 hafta boyunca 0 dakika süre ile submaksimal egzersiz eğitimi verildi. Diğer gruba ise aerobik egzersiz eğitiminin yanı sıra 6 hafta boyunca haftada gün saat yoga programı uygulandı. Şekil. Aerobik egzersiz eğitimi Şekil. Hacettepe Umut Evi 50 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER Ref No: S07 Meme Kanseri MEME VE KOLOREKTAL KANSERLİ HASTALARDA ADJUVANT KEMOTERAPİNİN TİMİDİN KİNAZ AKTİVİTESİ ÜZERİNE ETKİSİ Murat Bolayırlı, Çiğdem Papila, Gülcan Güntaş Korkmaz, Berrin Papila 4, Fatih Aydoğan 4, Adem Karataş 4, Hafize Uzun İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Kırklareli Üniversitesi, Sağlık Yüksek Okulu, Kırklareli 4 İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, İstanbul Amaç: Timidin kinaz (TK), prolifere olan normal ve malign hücrelerde sitozolik ve mitokondriyal olmak üzere iki farklı izoenzim formunda bulunmaktadır. Sitozolik TK, DNA metabolizmasında pirimidin sentezindeki tek basamaklı kurtarma (salvage) yolunda rol oynamaktadır. Bu çalışmadaki amacımız meme ve kolorektal kanserli hastalarda adjuvant kemoterapiye yanıtta TK düzeylerinin önemini belirlemektir. Gereç-Yöntem: Çalışmaya 6 meme kanserli ve 5 kolorektal kanserli toplam 4 hasta dahil edildi. Sonuçlar 8 sağlıklı kontrolün verileri ile karşılaştırıldı. Kemoterapinin başlangıcında ve 6 kür sonunda olmak üzere kez kan örneği alındı. TK düzeyleri ELISA yöntemi ile tayin edildi. Bulgular: TK aktivitesi, meme ve kolorektal kanser grubunda kontrole göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu. TK aktivitesi kolorektal kanserli grupta meme kanserli gruba göre istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı. 6 kür kemoterapiden sonra her iki kanser grubunda TK aktivitesi bazal değerlerine göre anlamlı olarak düşük bulundu. Meme kanserli hastalarda TK aktivitesi ile CA5-, kolorektal kanserli hastalarda TK aktivitesi ile CA9-9 arasında pozitif korelasyon bulundu. Yapılan ROC analizi sonucunda tüm hastalarda TK için cut-of, sensitivite, spesifite ve eğri altındaki alan değerleri sırasıyla; > 44.6 Du/L, 68.9 %, 00 %and 0.89 bulundu. Sonuç: Sonuç olarak meme ve kolorektal kanserde serum TK aktivitesinin sensitivitesi düşük olmakla birlikte spesifitesinin yüksek olması solid tümörlü vakaları yakalamada etkili olabileceğine işaret etmektedir. Ayrıca, TK aktivitesi özellikle kemoterapiden sonra azaldığından, solid tümörlerde tedavinin izlenmesinde bağımsız bir proliferasyon belirteçi olarak kabul edilebilir. Ancak bu sonuçları destekleyecek konu ile ilgili daha büyük gruplarla yapılacak yeni çalışmalara ihtiyaç vardır. Ref No: S08 Gastrointestinal Sistem Kanserleri BEVACIZUMAB (ANTI VEGF) İLE TEDAVİ EDİLMİŞ STAGE-4 KOLON KANSERLERİNDE STRAIL VE CXCL8 PROTEOMICS PATTERNLERİ, -[8F]FLUORO-- DEOXY-D-GLUCOSE UPTAKE İLE KORELEDİR Arzu Didem Yalçın, Atil Bisgin, Burhan Savaş, Ayşegül Kargı 4, Antonia Dimitrakopoulou Strauss 5, Ludwig Strauss 5 Department of Internal Medicine, Allergy and Clinical Immunology Unit, Antalya Education and Research Hospital, Antalya, Turkey. Division of Oncology, Department of Clinical and Experimental Medicine, University of Linköping, Linköping, Sweden. Oncology Unit, Akdeniz University Hospital, Antalya, Turkey. 4 Oncology Unit, Antalya Education and Research Hospital, Antalya, Turkey. 5 Clinical Cooperation Unit Nuclear Medicine, German Cancer Research Center, Im Neuenheimer Feld 80, 690, Heidelberg, Germany. Contex:TRAIL is a newly identified member of this superfamily, which induces apoptosis of transformed cells but not normal cells. Like TNF and Fas ligand (FASL), TRAIL also exists physiologically in a biologically active soluble homotrimeric form, serum soluble-trail; strail. Several recent studies have indicated that strail is involved in the pathophysiology of different disease states such as cancer and inflammation, and defective apoptosis due to its interaction with its ligand preventing signaling for apoptosis may contribute to these diseases. It has also been observed that the cytotoxic effects of antiangiogenic agents are increased in clinical phase II and III studies when these agents are combined with TRAIL-related therapies The changes and correlations of strail and CXCL8 prior to treatment and three months following therapy as well as the corresponding Positron emission tomography (PET/CT) results were evaluated. Methods: The measurements were taken before and after treatment for comparison purposes. The study population comprised 9 patients with MCRC, undergoing PET/CT scanning prior to treatment. Results: There were significant changes prior to treatment and three months later for strail (p=0.0080) and CXCL8 (p=0.000). Generally, strail values were increasing during therapy, while a decrease was observed for CXCL8. Correlation analysis was applied to the data and revealed significant correlations for the SUVmax in the primary tumor prior to treatment and CXCL8 prior to therapy (p=0.00). Furthermore, significant correlations were observed for the SUVmax and strail (p=0.07) as well as CXCL8 (p=0.000) three months after treatment initiation. CXCL8 prior to treatment was also correlated with the SUV three months after onset of treatment (p=0.007). A significant correlation was noted for one combination of two variables, the SUVmax in the metastases and CXCL8 prior to treatment (p=0.075). These results are supported when we group the SUVmax in the metastases following treatment into two groups with SUVmax<5 and SUVmax>5. Conclusions: This study provides evidence that proteomics patterns of strail and CXCL8 predict tumor response und survival in MCRC patients treated with bevacizumab and within a high concordance of FDG-PET/CT findings. The high correlation of CXCL8 and FDG uptake in metastases prior to treatment with survival direct to a promising approach to individualize treatment of patients. Ref No: S09 Gastrointestinal Sistem Kanserleri GERİATRİK YAŞ GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLİ HASTALARDA TEDAVİ KARARI Ümmügül Üyetürk, İbrahim Türker, Öznur Bal, Ayşe Demirci, Özlem Sönmez, Kaan Helvacı, Burçin Budakoğlu, Ülkü Yalçıntaş Arslan, Berna Öksüzoğlu Abant izzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Bolu Dr. Abdurrahman Yurtarslan Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Amaç: Yaşlılarda özellikle gastrointestinal sistem kanserleri (GİS) daha fazla görülmektedir. Yaşlanma ile vücutta oluşan moleküler değişiklikler, bağışıklık sistemindeki zayıflama karsinojenlere duyarlılığını artırmaktadır. Ayrıca kanserojen maddelere uzun süre maruz kalınması da kanser oluşmasında önemlidir. Yaşlanmaya bağlı oluşan fizyolojik değişiklikler, birlikte yandaş hastalıkların bulunması, hastaların tedavi seçeneklerinde önemli değişikliklere neden olmaktadır. Bu çalışmada 65 yaş ve üstü GİS kanserli hastaların genel özelliklerinin değerlendirilmesi ve yaşın tedavi kararı üzerindeki etkisinin araştırılması planlandı. Materyal-Metod: Ocak 009 ile Aralık 0 tarihleri arasında 65 yaş ve üstü GİS kanserli hastalar retrospektif olarak araştırıldı. Yaşları, cinsiyetleri, kanserin yerleşim yeri, evreleri, performans durumları, yandaş hastalıkları, aldıkları tedaviler kaydedildi. Bulgular: Bu süre içinde 790 hastanın GİS kanseri tanısı aldığı, bunlardan 65 yaş ve üzeri 86(%48.8)hasta olduğu bulundu. Hastaların median yaş 7.7(min 65-maks 90) yıl, 5 ünün(%9.) kadın, 5 inin(%60.9) erkek olduğu görüldü. En sık yerleşim yeri 84 ünde (%47.7) kolo-rektal, 5 inde(%.4) mide, 57 sinde(%4.8) pankreotikobiliyer sistem, 5 inde(%.9) primer karaciğerdi. Erkeklerde kolorektal kanser 0(%4) ve mide kanseri 9(%9.) ilk sırayı alırken,kadınlarda da 8(%55) ve (%.9) oranlarıyla benzer şekilde olduğu görüldü. Hastaların sinin(%.8) evre, 66 sının(%7.) evre,9 unun (%0.8) evre, 90 ının (%49.) evre 4 olduğu görüldü. Susesi Otel, Antalya 5

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Yandaş hastalık açısından 8 ünde(%.5) hipertansiyon(ht) ve koroner arter hastalığı(kah), 68 inde(%7.6) HT, KAH ve diyabetes mellitus (DM) birlikteliği, 0 unda(%7.8)dm olduğu görüldü. Hastaların tedavileri değerlendirildiği zaman 04(%6.9) hastanın ine(%5.6) endikasyon konmadığı,7 sine(%4.4) performansı düşük olduğu, 65 ine(%6.8) hasta istemediği için kemoterapi verilmediği bulundu. Kemoterapi alan 79(%7.) hastadan 89(%5.) hastanınsa alması gereken tedaviden daha inferior bir tedavi aldığı tespit edildi. Sonuç: Yaşlılarda halsizlik, iştahsızlık, kabızlık gibi şikayetlerin önemsenmemesi yüzünden GİS kanserlerinde tanı ileri evrelerde konulmaktadır. Bu yüzden yaşlılar tarama programlarına alınmalıdır. Ayrıca yaşlılarda tedavi almama ve hekimlerinde tedavi vermeme eğilimi mevcuttur. Hastaların yaşlarından ziyade fizyolojik durumlarını değerlendirerek tedaviye başlanmalı, hastalar tedavi konusunda desteklenmelidir. Ref No: S0 Gastrointestinal Sistem Kanserleri KOLOREKTAL KANSERLİ HASTALARDA AİLE ÖYKÜSÜ VE AMSTERDAM KRİTERLERİ NE GÖRE HNPCC SIKLIĞI Çağatay Arslan, Menice Güler, Bilgin Demir, Ömercan Topaloğlu, Ruchan Uslu Izmir Tepecik Research and Training Hospital, Department of Medical Oncology, Izmir, Turkey Izmir Tepecik Research and Training Hospital, Department of Internal Medicine, Izmir, Turkey Ege Üniversitesi, Tülay Aktaş Onkoloji Hastanesi, Medikal Onkoloji Bilimdalı, İzmir, Turkey Giriş: Ortalama tüm kolon kanserlerinin %5 inden Herediter non-poliposis koli (HNPCC) sorumludur. Türk toplumunda HNPCC sıklığında ilişkin veri bulunmamaktadır. HNPCC otosomal dominant kalıtılan yüksek penetranslı bir hastalıktır. HNPCC geninde mutasyon olan bireylerde genç yaşta kolon kanseri görülür. Ayrıca HNPCC II (Lynch II) sendromu olan bireylerde over, pankreas, mide, ince barsak, meme, endometrium ve genitoüriner kanserler de gelişebilmektedir. Missmatch repair genleri ndeki mutasyon sonucu gelişen mirosatellit instabilite nedeniyle oluşmaktadır. Klinikte HNPCC tanısı için Amsterdam kriterlerde ve Bethesda kriterleri kullanılmaktadır. Metod: İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümü ve Ege Üniversitesi Tülay Aktaş Onkoloji Hastanesi Medikal Onkoloji Bilimdalı nda takip edilmekte olan kolorektal kanser tanısı almış hastalar ile içerisinde demografik özellikler ve Amsterdam Kriterleri ne ilişkin sorular bulunan anketler sorumlu hekim tarafından yüz yüze olarak dolduruldu. Hastaların, ve. derece yakınları ile ilgili kolon kanseri ve diğer maligniteler e ilişkin sorular tek tek her bir akraba için sorularak kayıtları tutuldu. Çalışma Mart 0 - Eylül 0 tarihleri arasında yapıldı. İstatistiksel olarak tanımlayıcı analizler SPSS for Windows 5.0 da yapıldı. Sonuçlar: Çalışmaya bu süre içerisinde anketleri doldurulabilen 00 hasta alındı. Hastaların demografik özellikleri Tablo de özetlendi. Hastaların ortalama yaşı 6±9.9 (0-89), tanı yaşı 58.7±9.7 (0-87) idi. Hastaların 96 sının (%98) kardeşi, 88 inin (%94) çocuğu, 84 ünün (%9) annesinin kardeşi ve 74 ünün (%87) babasının kardeşi vardı. Hastaların kanser öyküsü sorgulanan akrabalarının detayları Tablo de verilmiştir. Kolorektal kanser öyküsü sorgulanan, ve. derece akrabaların toplam sayısı 70 tü. hasta 50 yaşın altında kolorektal kanser tanısı almıştı.. derece akrabalardan 8 kişi,. derece akrabalardan kişi 50 yaşın altında kolorektal kanser tanısı almıştı.. derece akrabalardan 50 yaşın altında tanı alan yoktu. Akrabaların kolorektal kolorektal dışı kanser öyküsü Tablo te özetlenmiştir. İncelen bu 00 kişilik hasta grubunda toplam 6 (%) hasta Amsterdam kriterlerine göre klinik olarak HNPCC kriterlerini dolduruyordu. Bu hastalara HNPCC için tıbbi genetik konsültasyonu planlandı. Toplam 80 aile bireyine kolonoskopik tarama önerildi. Tartışma: Ülkemizde HNPCC sıklığı bilinmemektedir. Bu küçük çalışmada batı kaynaklı literatürlere göre sıklık daha düşük saptanmıştır (% vs %5). Ülkemizde HNPCC sıklığını belirleyecek, ulusal hasta grubunu temsil edecek daha büyük hasta sayıları ile yapılacak epidemiyolojik araştırmalara ihtiyaç vardır. Klinik pratikte hastaların aile öyküsü açısından sorgulanması olası HNPCC açısından diğer aile bireylerinin taranması ve erken tanısına olanak sağlayacaktır. Tablo. Akrabaların kolorektal ve kolorektal dışı kanser öykülerine göre detaylar N % Kolorektal kanser. derece akrabada 6/00 Bir kişide /6 85 İki kişide /6 Dört kişide /6 4. derece akrabada 9/00 5 Bir kişide 9/00 5. derece akrabada /00 Kolorektal dışı kanser. derece akrabada 6/00. derece akrabada 0/00 0. derece akrabada 5/00.5 Tablo. Hastaların demografik özellikleri ve kanser öyküsü sorgulanan hasta ve akrabalarının sayıları N % Cinsiyet (K/E) 75/5 7/6 Eğitim durumu Okur yazar 7 9 İlköğrenim 6 58 Lise 9 5 Üniversite 8 9 Medeni durum (Evli/Bekar) 79/ 90/0 Gelir düzeyi <000 TL 6 8 000-000 TL 56 78 >000 TL 8 4 Tanı anındaki evre Bilinmiyor 6 II-III 6 IV 67 4 Uygulanan tedaviler Cerrahi 8 9 Kemoterapi 00 00 Radyoterapi 60 0 Kanser öyküsü sorgulanan hasta ve akrabaların sayıları Ortanca (min - maks) N (Toplam) Hastalar 00 Çocuklar (sayı/yaş) (-8) / (-6) 5 Kardeşler (sayı/yaş) (-9) / 55 (0-89) 69 Anne kardeşleri -teyze/dayı (sayı/yaş) (0-8) / 68 (0-98) 587 Baba kardeşleri-amca/hala (sayı/yaş) (-7) / 70 (8-98) 5 Anne-baba 400 Dedeler-anneanne/babaanneler 800 TOPLAM 70 5 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER Ref No: S Gastrointestinal Sistem Kanserleri LOKAL İLERİ EVRE REKTAL KANSERLİ OLGULARDA NEOADJUVAN RADYOTERAPİ VE EŞZAMANLI ORAL KAPESİTABİNİN ETKİNLİĞİ Züleyha Akgün, Zeynep Güral, Serap Yücel, Sezer Sağlam 4, Emre Balık, Gökhan Çipe, Esra Kaytan Sağlam Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı, İstanbul 4 Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Çalışmamızda bir oral floropirimidin olan kapesitabinin lokal ileri evre rektal kanserin neoadjuvan tedavisinde bir radyoduyarlaştırıcı olarak etkinliğini ve tolerabilitesini inceledik. Method ve Materyal: Bu faz çalışma da kapesitabin (85 mg/ m oral, sürekli günde iki kez) ve radyoterapi (50 Gy/8 fraksiyon pelvis alanına, rektal PTV volümünün %95 i verilen dozun %98 ini alacak şekilde) ile tedavi edilen pelvik difüzyon MR ve PET ile evrelendirilmiş 57 lokal ileri evre (nod-negatif >=T veya nod pozitif olanlar) hasta değerlendirilmiştir. Neoadjuvan tedavi sonrası klinik yanıt 5.haftada çekilen pelvik difüzyon MR ile değerlendirildi. Neoadjuvan tedaviden sonraki 6-8 hafta içinde total mezorektal eksizyon uygulandı. Çalışmanın primer sonlanım noktası patolojik cevap oranı, ikincil sonlanım noktası toksisite idi. Bulgular: Neoadjuvan kemoradyoterapi uygulanan 57 lokal ileri rektum kanserli hastanın medyan yaşı 60 (aralık 6-84) idi. PET ve pelvik MR ile evrelendirilen hastaların 4 inin (86%) TN0 üzeri hastalığı mevcut idi. Toplam 4 hasta opere olmadı; 4 hasta cerrahi tarafından inoperabl olarak değerlendirildi, 0 hasta ise klinik olarak regresyon gözlenmesine rağmen cerrahiyi reddetti. Patolojik cevabı değerlendirilebilen 4 hastanın Dworak regresyon skoruna göre dağılımı ise şöyleydi: Onbir hastada grade (%9,), hastada grade (%,8), hastada grade (%8,8), hastada grade 4(yp T0N0, %9,) gerileme tespit edildi. Toplam 0 hastada(%7,5) grade / diare, hastada(%,8) grade / mukozit gelişti, hastanın oral kapesitabin tedavisine rektal kanama geliştiği için ara verildi. Sfinkter korunma oranı tümör yerleşimi anal vergeden <=5 cm olan hastalarda %64 (/7) olarak gözlendi. Çalışmamızda görülen diğer bir sonuç ise RT bitiminden 0 hafta ve daha sonrasında cerrahi olanlarda tam yanıt oranının daha fazla (p:0.0) olmasıdır. Sonuç: Oral kapesitabinin rektum kanserinin neoadjuvan tedavisinde yüksek patolojik tam yanıt oranıyla etkili bir kemoterapi ajanı olduğu görülmektedir. Kapesitabin ve radyoterapinin eş zamanlı verildiği tedavi rejimi iyi tolere edilmiştir. Hastaların RT bitiminden 0 hafta ve üzeri süre sonrasında cerrahiye alınmaları ile tam yanıt oranları arasında istatistiksel anlamlı bir ilişki gözlendiğinden bunu destekleyici geniş serilere ihtiyaç vardır. Ref No: S Gastrointestinal Sistem Kanserleri REMİSYONDAKİ GENÇ YAŞ ERKEK KOLOREKTAL KANSERLİ HASTALARDA EREKTİL DİSFONKSİYON SIKLIĞININ VE RİSK FAKTÖRLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Mehmet Ali Nahit Şendur, Sercan Aksoy, Şebnem Yaman, Ozan Yazıcı, Nuriye Yıldırım Özdemir, Doğan Uncu, Nurullah Zengin Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Giriş: Kolorektal kanserli hastalarda tarama programlarının etkinliği ve erken teşhis ile yaşam süreleri belirgin olarak uzamaktadır. Radyoterapi ve kemoterapi tedavileri ile yaşam sürelerinin uzaması ile birlikte uzun dönemde kişilerin sosyal ve seksüel yaşamı etkilenebilmektedir. Yaşam sürelerinin uzaması ile birlikte, tedavi tamamlanan hastaların seksüel yaşamını etkileyen faktörlerin bilinmesi gerekmektedir. Bu nedenle bu çalışmada remisyondaki kolorektal kanserli erkek hastalarda erektil disfonksiyon sıklığı ve risk faktörlerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Çalışmaya 55 yaş altında olup, remisyonda olan kolorektal kanserli hastalar alınmıştır. Kolorektal kanser tanısı öncesinde erektil disfonksiyonu olanlar, tedaviye devam eden hastalar ile tedavinin ilk 6 ay içinde olanlar çalışmaya alınmamıştır. Çalışma öncesinde Bilimsel Araştırmalar Değerlendirme Komisyonu ndan etik kurul onayı alındı. Haziran 0 ile Aralık 0 tarihleri arasında kliniğimize başvuran 55 yaş altındaki toplam 6 hasta çalışmaya alındı. Hastaların klinik, demografik ve patoloji bilgileri ise dosyalarından alındı. Çalışmaya katılan hastalara kontrolleri sırasında 5 soruluk IIEF(International Index of Erectile Function) anketi dolduruldu ve hastaların FSH, LH ile serbest testesteron düzeyleri incelendi. Sonuçlar: Çalışmaya katılan hastaların ortalama yaşı 47.6±6.7 (8-55) idi. Hastaların ortalama takip süresi 6 ay olarak saptandı (4-0 ay). Hastaların %54. i ( hasta) kolon kanseri, %45.9 u (9 hasta) rektum kanseri tanısı ile tedavi edilmişti. IIEF anketine göre hastaların %8.6 da erektil disfonksiyon saptandı; %4.6 hafif, %6.4 orta, %4.6 sı ise ağır erektil disfonksiyon idi. Erektil disfonksiyon risk faktörleri incelndiğinde erektil disfonksiyon 40 yaşının üstünde olanlarda (P=0.0), rektum kanseri olanlarda (P=0.0), cerrahi tipi (P=0.0), radyoterapi alan hastalarda (P=0.005) ve kolostomisi olan hastalarda (P=0.00) istatistiksel olarak daha yüksek olarak saptandı. Bunun dışında erektil disfonksiyon için risk faktörü olarak kabul edilen hipertansiyon, sigara içimi, diyabet ve kardiyovasküler hastalıklar ile erektil disfonksiyon arasında ilişki bulunamadı. FSH, LH ve testesteron seviyeleri ile erektil disfonksiyon sıklığı ve şiddeti arasında ise ilişki bulunamadı. Tartışma: Bu çalışmada kolorektal kanserli genç yaş erkek hastalarda IIEF skoruna göre %8.6 oranında erektil disfonksiyon saptanmıştır. Erektil disfonksiyon risk faktörleri olarak; tümör lokalizasyonu, stoma varlığı, radyoterapi tedavisi, ileri yaş ve cerrahi tipi istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Yaşam süreleri uzadıkça, ortaya çıkan risk faktörlerinin iyi bilinmesi gerekmektedir ve yaşam kalitesini olumsuz etkileyen erektil disfonksiyonun azaltılması için gerekli önlemler alınmalıdır. Ref No: S Gastrointestinal Sistem Kanserleri METASTATİK KOLOREKTAL KARSİNOMDA İNDÜKSİYON FOLFİRİ+BEVACİZUMAB I TAKİBEN İDAME CAPECİTABİNE+BEVACİZUMAB TEDAVİSİ Ali Murat Tatlı, Hasan Şenol Coşkun, Mükremin Uysal, Deniz Arslan, Sema Sezgin Göksu, Şeyda Gülenay Gündüz, Selda Uçar, Hakan Şat Bozcuk, Burhan Savaş Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Medikal Onkoloji Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Amaç: Bevacizumab vasküler endotelyal groft faktörü inhibe eden insan monoklonal antikorudur ve metastatik kolorektal kanserin tedavisinde kemoterapi ile kombine edildiğinde progresyonsuz sağkalım ve genel sağkalımda hem birinci basamakta hem de daha sonraki basamaklarda iyileşme sağladığı gösterilmiştir. Bu çalışmanın amacı FOLFIRI+bevacizumab tedavisi ile yanıt alınmış metastatik kolorektal kanserli hastalarda idame capecitabine artı bevacizumab tedavisinin etkinliğini göstermektir. Metod: Çalışmaya birinci sıra tedavide FOLFIRI+Bevacizumab alan metastatik kolorektal karsinomlu hastalar alındı. FOLFIRI- Bevacizumab tedavisi ile objektif yanıt alınan hastalara ortalama 6 Susesi Otel, Antalya 5

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ aylık bir tedaviden sonra, progresyona kadar veya toksisiteye kadar idame capecitabine + bevacizumab tedavisi verildi (Capecitabine *000mg/m, -4 gün, günde bir, bevacizumab 7.5mg/m, günde bir). Bevacizumablı tedavinin başlangıcından progresyona kadar geçen süreye bakıldı. Bulgular: Onaltısı erkek, 4 ü kadın toplam 0 hasta çalışmaya alındı. Hastaların ortalama yaşı 6 idi. İdame capecitabine+bevacizumab ortalama kür verildi. Median PFS ±4 ay, overall survival 9±4 ay bulundu. PFS ve OS nin indüksiyon tedavisine tam veya tama yakın yanıt alınanlarda çok daha belirgin yüksek olduğu görüldü (Tablo ve Grafik). Capecitabine+bevacizumaba bağlı hastaların 4 ünde (%5) kabul edilebilir el ayak sendromu görüldü, ağır toksisite görülmedi. Tartışma ve Sonuç: Indüksiyon FOLFIRI+Bevacizumab tedavisine belirgin objektif yanıt veren seçilmiş metastatik kolorektal karsinomlu hastalarda; indüksiyon FOLFIRI+Bevacizumabı takiben progresyona kadar idame capecitabine+bevacizumab tedavisi verilmesi uygulanabilir, etkili ve tolerabıl bir rejim olabilir. Bununla ilgili daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. Şekil. indüksiyon tedavisi ile parsiyel yanıt alınanlar ile komplet ve komplete yakın yanıt alınan hastalarda genel sağkalım farkı Şekil. indüksiyon tedavisi ile parsiyel yanıt alınanlar ile komplet ve komplete yakın yanıt alınan hastalarda progresyonsuz sağkalım farkı Tablo. İndüksiyon tedavi yanıtına göre PFS ve OS farkı Induksiyon FOLFIRI-B ye yanıt Induksiyon FOLFIRI-B ye yanıt Parsiyel yanıtlı (N:) tam ve tama yakın yanıt (N:7) PFS (ay) 5 40 OS (ay) 9 50 Ref No: S4 Gastrointestinal Sistem Kanserleri TEDAVİSİ TAMAMLANMIŞ KOLOREKTAL KANSERLİ HASTALARDA VİTAMİN D SEVİYELERİ VE OSTEOPOROZ/OSTEOPENİ SIKLIĞININ İNCELENMESİ Mehmet Ali Nahit Şendur, Sercan Aksoy, Şebnem Yaman, Ozan Yazıcı, Fahriye Tuğba Köş, Burak Civelek, Nuriye Yıldırım Özdemir, Doğan Uncu, Nurullah Zengin Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Giriş: Yakın zamanda yayımlanan çalışmalarda vitamin D eksikliği ile kolorektal kanser sıklığının arttığı ve vitamin D replasmanı ile kolorektal kanser gelişme riskinin azaldığı prospektif çalışmalarda tespit edilmiştir. Düşük vitamin D seviyelerinin özellikle ileri evre kolorektal kanserli hastalarda mortaliteyi arttırdığı saptanmıştır. Bu çalışmada remisyondaki kolorektal kanserli hastalarda vitamin D seviyelerinin incelenmesi ve osteopeni/osteoporoz risk faktörlerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Kolorektal kanser tanısı ile remisyonda izlenen hastalar prospektif olarak incelendi. Mayıs 0 ile Eylül 0 tarihleri arasında kliniğimize başvuran remisyonda olan hasta çalışmaya alındı. Hastaların klinikopatolojik özellikleri dosyalardan kaydedildi. Remisyonda olan hastaların serum vitamin D düzeyleri ve kemik mineral dansitometrisi (KMD) incelendi. KMD skoru L- L4 veya femur boyun -,5 ve altındaki değerler osteoporotik, -.0 ve altındaki değerler ise osteopeni olarak kabul edildi. Serum vitamin D düzeyi 0 ng/ml nin altında olanlar vitamin D eksikliği olarak kabul edilirken, 0-0 ng/ml hafif, 0-0 ng/ml orta, <0 ng/ml ağır vitamin D eksikliği olarak sınıflandırıldı. KMD değerleri osteoprotik olan 7 hasta ile olmayan 96 hastanın özellikleri karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışmaya alınan hastanın 4 si kadın (%0.0), 79 sı (%70.0) erkek idi. Hastaların ortanca tanı yaşı 58 (40-76) olarak saptandı. hastanın 60 ı kolon (%5.), 5 ü (%46.9) rektum kanseri tanısıyla izlenmekteydi. Hastaların ortanca takip süresi 48 ay (6-0 ay) idi. Hastaların %6.6 da (75 hasta) osteopeni/osteoporoz saptandı. Osteopenik/osteoporotik hastalar ile olmayan hastalar karşılaştırıldığında her grupta hastalık evresi, kemoterapi ve radyoterapi öyküsü istatistiksel olarak benzer bulundu. Vitamin D eksikliği 0 hastada (%97.) saptandı. Hastaların %7. sında hafif, %49. de orta, %.0 de ciddi vitamin D eksikliği saptandı. Vitamin D seviyesi ile osteoporoz gelişimi arasında istatistiksel olarak anlamlılık saptanmaz iken, kadınlarda erkeklere oranla osteopeni/osteoporoz gelişimi istatistiksel olarak daha yüksek bulundu (%79.4 vs %60.5, p=0.0). Tartışma: Bu çalışmada remisyonda olan kolorektal kanserli hastalarda vitamin D eksikliği ve osteopeni/osteoporoz risk faktörleri ile sıklığı incelenmiştir. Remisyonda olan hastalarda da Vitamin D eksikliği önemli bir sorun olabilmektedir ve bu çalışmada %97. hastada vitamin D eksikliği saptanmıştır. Vitamin D eksikliğinin dışında bu çalışmada %6.6 hastada osteopeni/osteoporoz saptanmıştır. Bu çalışma göstermiştir ki; remisyonda olan hastalarda da vitamin D eksikliği ile osteopeni/osteoporoz önemli bir sorun teşkil etmektedir. 54 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER Ref No: S5 Gastrointestinal Sistem Kanserleri KOLOREKTAL KANSERLİ HASTALARDA FONKSİYONEL KAPASİTE İLE FİZİKSEL AKTİVİTE, YORGUNLUK VE YAŞAM KALİTESİ ARASINDAKİ İLİŞKİ: PİLOT ÇALIŞMA Murat Tomruk, Didem Karadibak, Tuğba Yavuzşen Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir, Türkiye Dokuz Eylül Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Anabilim Dalı, İzmir, Türkiye Amaç: Kolorektal kanserler, gastrointestinal sistemin en çok rastlanan kanser türüdür. Kolorektal kanserli hastalarda performans testlerini kullanarak fonksiyonel kapasiteyi ölçen ve fiziksel aktivite düzeyi, yorgunluk ve yaşam kalitesi arasındaki ilişkiyi araştıran bir çalışma bulunmamaktadır. Bu pilot çalışmanın amacı kolorektal kanserli hastalarda fonksiyonel kapasite ile fiziksel aktivite düzeyi, yorgunluk ve yaşam kalitesi arasındaki ilişkiyi incelemektir. Gereç-Yöntem: Çalışmaya Dokuz Eylül Üniversitesi Medikal Onkoloji ve Radyasyon Onkolojisi polikliniğine başvuran ve Tümör, Nod, Metastaz (TNM) sınıflamasına göre evre II-III kolorektal kanser tanısı alan, lokal ve sistemik tedavileri en az 6 ay önce tamamlanmış 4 hasta alındı. Hastaların fonksiyonel egzersiz kapasitesi altı dakika yürüme testi (6DYT) ile değerlendirildi ve yürünen maksimum mesafe metre (m) cinsinden kaydedildi. Bunun yanında fiziksel aktivite düzeyi Eastern Coorperative Oncology Group Performans Skalası (ECOG- PS) ile, yorgunluk düzeyi Kısa Bitkinlik Anketi (KBA) ile, yaşam kalitesi Kanser Tedavisinin Fonksiyonel Değerlendirmesi Kolorektal (FACT-C) ile değerlendirildi. Verilerin istatistiksel analizi için korelasyonun hesaplanmasında Pearson Korelasyon Analizi kullanıldı. Bulgular: %54,8 i erkek (n=), %45. si kadın (n=9) olan hastaların %6.9 u (n=6) evre II, %8. i (n=6) evre III kolorektal kanserdi. Hastaların yaş ortalaması 60.57±9.0, Beden Kütle İndeksi (BKİ) ortalaması 8.7±.68 idi. 6DYT te yürünen maksimum mesafe ortalaması 8.5±74.7 m idi. Hastaların fonksiyonel kapasitesi ile fiziksel aktivite düzeyi arasında pozitif yönde, güçlü ve anlamlı ilişkinin olduğu saptanırken (r=0,59, p=0,000); fonksiyonel kapasite ile yorgunluğun günlük yaşam aktivitelerine etkisi arasında negatif yönde, orta güçte ve anlamlı ilişki (r= -0,79, p=0,0); fonksiyonel kapasite ile yaşam kalitesi arasında pozitif yönde, orta güçte, anlamlı ilişkinin olduğu saptandı (r=0,69, p=0,06). Sonuç: Kolorektal kanserli hastalarda fonksiyonel kapasitenin arttırılması için fiziksel aktivite düzeyinin arttırılması, yorgunluğun azaltılması ve yaşam kalitesinin arttırılması önemlidir. Bu hedeflere ulaşmak amacıyla planlanan tedavi programına fizyoterapi ve rehabilitasyon uygulamalarının dahil edilmesinin yararlı olacağı düşünülmektedir. Ref No: S6 Gastrointestinal Sistem Kanserleri METASTATİK KOLOREKTAL KANSERLİ HASTALARDA KRAS MUTASYON DURUMUNUN KLİNİKOPATOLOJİK ÖZELLİKLER, SAĞKALIM SÜRELERİ VE TEDAVİ YANITLARI İLE İLİŞKİSİNİN RETROSPEKTİF OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ Tülay Akman, İlhan Öztop, Olçun Ümit Ünal, Yasemin Baskın, İlkay Tuğba Ünek, Necla Demir, Hülya Ellidokuz 4, Ahmet Uğur Yılmaz 5 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü Temel Onkoloji Bilim Dalı, İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İzmir 4 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü Preventif Onkoloji Bilim Dalı, İzmir 5 Medikal Park İzmir Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bölümü, İzmir Amaç: Kolorektal kanserde (KRK) RAS-RAF-MEK-ERK yolağının ardışık aktivasyonunda KRAS ve BRAF mutasyonları önemli rol oynamaktadır. Sporadik KRK in yaklaşık %0-%5 sinde KRAS mutasyonu bulunmaktadır. KRAS ın farklı tip klinik ve histopatolojik özelliklerle ilişkili olduğunu gösteren veriler ve prognostik bir belirteç olarak kullanılmasının yararı ile ilişkili elde edilen veriler günümüzde halen belirsiz ve çelişkilidir. Bu çalışmada metastatik KRK tanısı ile izlenen hastaların KRAS genotiplerinin klinikopatolojik özellikler ve sağkalımlarla olan ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır Gereç-Yöntem: Bu çalışmamızda 000-0 yılları arasında Dokuz Eylül Üniversitesi Tıbbi Onkoloji bölümüne başvurmuş olan, KRAS mutasyon durumu belirlenmiş 5 metastatik KRK hastasının dosya kayıtları incelendi. Demografik özellikler, klinik ve patolojik özellikler, uygulanan tedavi şekilleri ve sonuçları ile sağkalıma ilişkin verileri kaydedildi. KRAS mutasyon durumu analizi için parafin bloklarından PCR amplifikasyonu ile DNA dizilme yöntemi kullanıldı. Hastalarda KRAS mutasyon durumuna göre klinikopatolojik özellikler ve sağkalım analizleri istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Bulgular: Hastaların 7 inde KRAS mutasyonu saptanmazken, 44 hastada KRAS mutasyonu saptandı. Demografik, klinikopatolojik özelliklerle KRAS durumu karşılaştırıldığında istatiksel anlamlı ilişki saptanmadı. Neoadjuvan kemoradyoterapi yanıtları ile KRAS mutasyon durumu analiz edildiğinde anlamlı farklılık saptanmadı. KRAS mutasyon durumuna göre yapılan genel sağkalım (OS) analizinde median sağkalım KRAS vahşi grupta 46,9 ay, mutant grupta ise 5, ay saptandı., ve 5 yıllık OS, vahşi grupta sırasıyla %96, %66, %7, mutant grupta %96, %67 ve %46 saptandı. Tanıda metastaz bulunmayan hastaların hastalıksız sağkalım (DFS) süreleri KRAS mutasyon durumuna göre değerlendirildiğinde median DFS, vahşi grupta 8, ay, mutant grupta ise 6, ay saptandı.,, 5 yıllık DFS oranlarına bakıldığında vahşi grupta sırasıyla %68, %0, %, mutant grupta %7, %6, %0 saptandı. Genel sağkalım ve DFS analizinde KRAS vahşi grup ve mutant grup arasında istatiksel farklılık saptanmadı. Tüm hasta grubunun metastatik hastalıktaki ilk sıra tedavi sonrası progresyonsuz sağkalımları (PFS) ve setuksimab içeren tedavi alan hastalarda KRAS mutasyon durumuna göre median PFS değerlendirildiğinde istatistiksel farklılık saptanmadı. Sonuç: KRAS mutasyon durumu ile tümör lokalizasyonu arasında anlamlı biri ilişki saptanırken, diğer klinikopatolojik özelliklerle ve OS, DFS ve PFS süreleri ile anlamlı bir ilişki saptanmadı. KRAS mutasyon durumunun klinikopatolojik, sağkalım süreleri ve prognoza etkisi belirsizdir. KRAS mutasyon durumunun klinikopatolojik özelliklerle ve prognozla ilişkisi ile ilgili kesin sonuçlara varılabilmesi için spesifik KRAS mutasyon alt tiplerinin ve BRAF mutasyon tiplerinin bilindiği homojen hasta gruplarında yapılacak, geniş çaplı çalışmalara ihtiyaç vardır. Ref No: S7 Gastrointestinal Sistem Kanserleri KOLOREKTAL KARSİNOMLU HASTALARDA TÜMÖR ÖZELLİKLERİ VE LENF NODU SAYISI İLE SAĞKALIM ARASINDA İLİŞKİ Dilşen Çolak, Arzu Oğuz, Doğan Yazılıtaş, Ahmet Karaman 4, Fatma Aykaş 5, Gökşen İnanç İmamoğlu, Hatice Karaman 6, Gökmen Zararsız 7 Yıldırım Beyazıt EAH, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Kayseri EAH, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Kayseri Meram EAH, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Konya 4 Kayseri EAH, Gastroenteroloji Kliniği, Kayseri 5 Kayseri EAH, İç Hastalıkları Kliniği, Kayseri 6 Kayseri EAH, Patoloji Kliniği, Kayseri 7 Erciyes Üniversitesi, Bioistatistik Anabilim Dalı, Kayseri Amaç: Kolorektal karsinomda bilinen en önemli prognostik faktörler lenf nodu tutulumu ve evredir. Sağkalımla ilişkili diğer faktörler üzerindeki çalışmalar halen devam etmektedir. Tümörün lokalizasyonu, çıkartılan toplam ve pozitiflik tespit edilen lenf nodu sayısı ile sağkalım arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmalar mevcuttur. Çalışmamızda, kolon karsinomu tanısı olan hastalarda hasta ve tü- Susesi Otel, Antalya 55

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ mör özelliklerinin, çıkartılan toplam(p) ve pozitif lenf nodu(q) sayısının ve Q/P oranının belirlenmesi ve sağkalım ile ilişkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Kolorektal karsinom tanısı ile takip ve tedavisi uygulanmış vakaların dosyaları retrospektif olarak tarandı. Demografik verilerin yanı sıra başvuru şikayetleri, tümörün yerleşimi, vasküler ve nöral invazyon varlığı, çıkartılan toplam ve pozitiflik saptanmış olan lenf nodu sayıları, Q/P oranları ve hastaların tanı tarihleri ile exitus olanlar için ölüm tarihleri, yaşayanlar için de son kontrol tarihleri ve genel sağkalım süreleri belirlendi. Bulgular: Toplamda 50 kolorektal karsinomlu vakanın dosyaları tarandı ve vakaların 4 ü (%4.6) metastatik evrede idi. Vakaların 7 i (%5.9) erkek, si (%46.) kadın ve ortalama yaş 60.±.0 idi. Tümör lokalizasyonu ve gradları ile sağkalım arasında anlamlı ilişki tespit edilmedi. Vasküler invazyon varlığı sağkalımla ilişkisizken, perinöral invazyon varlığı ile sağkalım arasında anlamlılık tespit edildi. Nonmetastatik evredeki 69 hastada çıkartılan toplam lenf nodu sayısı (P) medyan değeri 0 idi ve pozitif lenf nodu sayısı (Q) medyan değeri ise idi. Bu vakalarda genel sağkalım 4.4 ay idi. Çıkartılan toplam lenf nodu sayısı ve pozitif lenf nodu sayısı ile sağkalım arasında anlamlı ilişki tespit edildi (p değerleri sırasıyla 0.04 ve <0,00). Tek değişkenli analizlerinde T-evresi, N-evresi ve Q/P oranı ile sağkalım arasında anlamlı ilişki tespit edildi. Çok değişkenli analizlerde ise sadece T evresi ve Q/P oranı ile sağkalım arasındaki anlamlılık devam etmekteydi. Kaplan-Meier plot analizinde, Q/P oranında sağkalım için anlamlı olabilecek 0.5 eşik değeri tespit edildi (p<0.00) (Şekil ). Tartışma: Kolon karsinomunda lenf nodu tutulumu dışında, prognostik öneme sahip olabilecek tümör ve hasta özellikleri konusundaki çalışmalarda net ilişki ortaya konamamıştır. Çalışmamızda olduğu gibi, perinöral invazyonun anlamlılığına dair çalışmalar mevcuttur. Literatürde, çıkartılan toplam ve pozitiflik saptanan lenf nodu sayısının sağkalım için anlamlı prognostik faktör olduklarını gösteren veriler mevcuttur. Ayrıca farklı pozitif lenf nodu oranı eşik değerlerinin (0.8, 0.5,0.4) sağkalımla ilişkilendirildiği çalışmalar da mevcuttur. Çalışmamızda da pozitif lenf nodu saptanan grupta, bu oran için sağkalımla anlamlılık gösteren eşik değer olarak 0.5 oranı belirlenmiştir. Pozitif lenf nodu oranının sağkalımı predikte etmedeki klinik önemini belirlemede prospektif çalışmalar yol gösterici olacaktır. Ref No: S8 Akciğer Kanseri EŞZAMANLI SİSPLATİN-VİNORELBİN VE TORASİK RADYOTERAPİ UYGULANAN EVRE IIIB KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİ TANILI HASTALARDA UYGULANAN KEMOTERAPİ SİKLUS SAYISININ PROGNOSTİK ÖNEMİ Erkan Topkan, Cem Parlak, Ozan Cem Güler, Cem Önal, Uğur Selek, Özgür Özyılkan Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Adana Amerikan Hastanesi, Teksas Üniversitesi, MD Anderson Radyasyon Onkolojisi Merkezi, İstanbul Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Adana Amaç: Bu çalışmada torasik radyoterapi (TRT) sırasında toksisite veya hasta tercihi nedeniyle - siklus eşzamanlı CV protokolü uygulanan evre IIIB KHDAK tanılı hastalarda KT siklus sayısı ile hastalık prognozu arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Ocak 007 ile Aralık 0 tarihleri arasında 60-66 Gy ( Gy/fr) TRT ve en az bir siklus eşzamanlı CV kemoterapisi uygulanan evre IIIB KHDAK tanılı 8-70 yaş arası 475 hastaya ait veriler retrospektif olarak analiz edilmiştir. Bütün hastalarda kemoterapi protokolü haftada bir sisplatin-vinorelbin kombinasyonu şeklinde uygulanmıştır. Birincil sonlanım noktası genel sağkalım (GS), ikincil sonlanım noktaları ise progresyonsuz (PS) ve lokal-rejyonel nükssüz sağkalım (LRNS) olarak belirlenmiştir. Bulgular: Medyan takip süresi.7 ay olup hastaların%5.8 i skuamöz hücreli karsinom %48. si ise adenokarsinom tanısıyla tedavi edilmişti. Eşzamanlı KRT ye bağlı ölüm 6 (%.) hatada rapor edilmemiştir. Grad 4 non-hematolojik toksisite görülmezken grad 4 hematolojik toksisite 59 hastada (%.4) gözlenmiştir. Grad non-hematolojik ve hematolojik toksisite sırasıyla 69 (%4.5) ve 7 (4.6) hastada görülmüştür. Lökopeni (9.) ve esofajit (%7.) en sık grad toksisite nedenleri olarak gözlenmiştir. Tüm grup için medyan GS, PS ve LRNS sırasıyla 0.7 (%95 CI: 9.4-.0), 9.9 (%95 CI: 9.9-0.4) ve.4 ay (%95 CI:.6-4.) olarak gözlenmiştir. Kemoterapi siklus sayısına sağkalım analizlerinde medyan GS, PS ve LRNS (n=44), (n=68) ve (n=6) siklus KT alan hastalar için sırasıyla. vs. 9. vs..9 ay (p<=0.00), 6. vs. 9.7 vs. 0.5 ay(p<=0.00), 6.6 vs..8 vs.4. ay (p<=0.00) olarak bulunmuştur. Tüm sağkalım parametreleri veya siklus KT alan gruplarda siklus alabilen gruba göre istatistiki olarak anlamlı olarak üstünken (p<=0.05, her biri için) ve kür alan gruplar arasında herhangi bir fark bulunamamıştır (p>=0.05, her biri için). Univaryan analizlerde KT siklus sayısının ( vs. -) yanısıra T evresi (- vs. -4) ve N evresi ( vs. ) de GS yi etkileyen faktörler olarak bulunurken, multivaryan analizlerde sadece T evresi (p=0.004) ve KT siklus sayısı (p<=0.00) anlamlılığını koruyabilmiştir. Sonuç: Sonuçlarımız evre IIIB KHDAK tanılı hastalarda TRT ile eşzamanlı uygulanan CV protokolünün görece iyi tolere edilebildiğini ve eşzamanlı olarak uygulana(bile)n KT siklus sayısının prognoz açısından önemli bir parametre olduğunu göstermiştir. Bu çalışmanın sonuçları TRT ile eşzamanlı olarak uygulanacak siklus CV protokolünün etkinlik bakımından siklusa anlamlı olarak üstün siklusa ise benzer olduğunu göstermektedir. Randomize kanıtlara ihtiyaç olsa da yerine siklus CV protokolü uygulanmasının etkinlik kaybına sebebiyet vermeden toksisiteyi ve dolayısıyla tedavi toleransını ve hasta yaşam kalitesini arttırabileceğini öngörmekteyiz. Şekil. Kaplan-Meier plot analizi; sağkalım ve Q/P oranı 56 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER Ref No: S9 Akciğer Kanseri SENKRON SOLİTER BEYİN METASTAZLI KÜÇÜK HÜCRELİ-DIŞI AKCİĞER KANSERLİ HASTALARDA BEYİN METASTAZINA YÖNELİK CERRAHİ REZEKSİYON VE RADYOCERRAHİ YÖNTEMLERİNİN SAĞKALIM SONUÇLARINA ETKİSİ Cem Parlak, Ozan Cem Güler, Cem Önal, Erkan Topkan Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Adana Amaç: Bu çalışmada yeni tanı almış senkron soliter beyin metastazlı (SSBM) küçük hücreli-dışı akciğer kanserli (KHDAK) hastalarda beyin metastazlarına yönelik uygulanan cerrahi rezeksiyon ve radyocerrahi yöntemlerinin sağkalım sonuçları açısından karşılaştırılması amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Çalışmada Anabilim Dalımıza soliter beyin metastazlı, başkaca metastazı olmayan, performans durumu iyi KHDAK tanılı hasta kayıtları retrospektif olarak incelenmiştir. Toplam 64 hastanın evrelemesinde konvansiyonel görüntüleme yöntemlerine ek olarak PET-CT verilerinden de faydalanılmıştır. Beyin metastazlarına yönelik cerrahi rezeksiyon+0 Gy (0 Fr) tüm beyin eksternal radyoterapi (WBRT) (N:) veya 0 Gy WBRT+ stereotaktik radyocerrahi (SRS) (N:) uygulanmış olup; daha sonra hastalar 66 Gy eşzamanlı platin-tabanlı torasik kemoradyoterapi (KRT) almışlardır. Bulgular: Hastaların tedavi öncesi özellikleri Tablo da verilmiştir. Hastaların tamamı beyine yönelik tedavi sonrası planlanan torasik radyoterapi ve eşzamanlı kür KT yi tamamlamıştır. Medyan 0.7 (7.-58.7) aylık takip sonunda medyan genel (OS), nörolojik progresyonsuz (NPFS), lokal-bölgesel progresyonsuz (LRPFS) ve progresyonsuz sağkalım (PFS) sırasıyla.4,.8, 4.9, ve 9.4 aydı. İki grup arasında yapılan sağkalım karşılaştırmalarında herhangi bir istatistiksel fark saptanamamıştır (p>0.05; her bir sağkalım parametresi için) (Figür ). Tek değişkenli analizlerde, performans durumu ECOG 0- olan (P<0.00), medyan 50 yaştan büyük (p:0.0) ve klio kaybı olmayan (p:0.00) hastaların daha uzun yaşadığı görülmüştür. Bu faktörler dahil edilerek yapılan çok değişkenli analizlerde yaş prognostik önemini yitirirken diğer faktörler bağımsız prognostik değerini korumuştur (p<0.05; her bir parametre için). Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları göstermiştir ki; SSBM ye yönelik radikal tedavi seçeneklerinden cerrahi veya radyocerrahi güncel literatüre benzer bir şekilde birbirlerine sağkalım açısından üstünlük gösterememiştir. Bu nedenle hastaların beyin metastazına yönelik tedavi seçeneğinin eldeki teknik imkanlar, hasta ve hastalığa özgü özellikler dikkate alınarak kişiselleştirilmelidir. Ayrıca, tüm grupta gösterilen ve lokal ileri KHDAK tanılı hastalarınkine benzer sağkalım oranları SSBM tanılı hastaların torasik primer hastalıklarının da agresif olarak tedavi edilmesi gerektiğini göstermektedir. Ancak daha kesin bir kanıya varmadan önce sonuçların daha geniş prospektif serilerce doğrulanması gerekmektedir. Şekil. Karşılaştırmalı sağkalım eğrileri Tablo. Tedavi öncesi hasta özellikleri Özellik Medyan yaş (yıl) Aralık Cinsiyet [N,(%)] Kadın Erkek Performans Durumu [N,(%)] ECOG 0- ECOG Histoloji [N,(%)] Skuamöz hücreli Adenokanser T evresi T T T T4 N evresi N0 N N N >=%5 Kilo Kaybı [N,(%)] Var Yok Ref No: S0 Tüm Grup 5.0-68 4 (64.) (5.9) 5 (79.7) (0.) 4 (5.) 0 (46.9) 9 (4.) 4 (.9) 7 (4.) 4 (.9) (7.) (0.) 4 (7.5) 6 (5.0) 9 (7.) (6.7) Cerrahi+ WBRT 5. -68 (0.) 0 (.) 8 (4.8) 5 (7.8) 8 (8.) 5 (.4) 4 (6.) 8 (.5) (7.) 0 (5.6) 7 (0.9) 9 (4.) (7.) 6 (9.4) 9 (7.6) (.6) WBRT+ SRS 48. 8-6 0 (5.6) (.8) (4.) 8 (.5) 6 (5.0) 5 (.4) 5 (7.8) 6 (9.4) 6 (5.0) 4 (6.) 4 (6.) 4 (6.) (0.) 0 (5.6) 0 (9.6) (4.) P değeri 0.55 0.7 0. 0.5 0.8 0.7 0.6 Akciğer Kanseri NÖTROFİL/LENFOSİT ORANI AKCİĞER KANSERİNDE KÖTÜ PROGNOSTİK BİR FAKTÖR OLABİLİR Mİ? Turgut Kaçan, Saadettin Kılıçkap, Nalan Akgül Babacan, Metin Şeker, Mehmet Fuat Eren, Ayfer Eren, Birsen Yücel Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Merkezi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Merkezi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Sivas Amaç: Akciğer kanseri için birçok prognostik faktör tanımlanmasına rağmen hastalığın seyrini belirleyecek yeni prognostik faktörlere ihtiyaç vardır. Son zamanlarda cerrahi veya tedavi öncesinde nötrofil/lenfosit oranının (NLO) yüksek olması kötü prognostik bir faktör olabileceği dile getirilmektedir. Bu çalışmanın amacı kendi merkezimizde takibi yapılan akciğer kanserli hastalarda tedavi öncesi NLO nın prognostik değerini değerlendirmektir. Yöntem: Çalışmaya merkezimizde takip ve tedavisi yapılan küçük hücreli dışı akciğer kanserli olgular dahil edildi. Hastaların demografik ve klinikopatolojik özellikleri veri tabanına kaydedildi. Tedavi öncesi NLO oranı hesaplandı. Bulgular: Çalışmaya 70 i (%90) erkek, 9 u (%0) kadın toplam 99 hasta alındı. Hastaların yaş ortalaması 60.5±9.8 (en düşük - en yüksek 80) idi. Yüzde 44 olguda yandaş bir hastalık mevcuttu. En sık izlenen ECOG performans durumu 0 idi (%45). Yüzde 6 olgu Evre ve ; %45 Evre ve %9 Evre 4 hastalardan oluşmaktaydı. Histopatolojik olarak %4 olgu yassı hücreli, % adenokanser iken, % olguda küçük hücreli dışı akciğer kanseri olarak belirtilip ayrıntılı bir tiplendirme yapılamamış idi. Standart tanımlanmış bir NLO olmaması nedeniyle normal laboratuvar değerleri dikkate alınarak oran 5 in altı ve 5 ve üzeri olarak iki gruba ayrıldı. Yapılan ikili karşılaştırmalarda NLO ile ECOG performans durumu arasında anlamlı bir ilişki olduğu görüldü (p=0.00). NLO ile cinsiyet, evre, anemi varlığı, histopatolojik tip, LDH ve CEA düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. NLO düşük ve yüksek olan gruptaki hastalarda ortanca yaş arasında fark bulunamadı (60,5 vs 6; Susesi Otel, Antalya 57

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ p=0.55). CRP düzeyi ile NLO arasında anlamlı derecede orta kuvvette pozitif korelasyon izlendi (r=0.; p=0.06). Evre (p<0.00), ECOG performans durumu (p<0.00), yüksek LDH (p<0.00), tanı anında anemi varlığı (p<0.00) ve NLO >=5 olması (p=0.09)sağkalım için prognostik faktörler olarak bulundu. Sonuç: Tedavi öncesi yüksek NLO küçük hücreli dışı akciğer kanseri için prognostik bir faktör olabilir. Literatürde tanı öncesi ve tedaviye yanıtın bir prediktörü olarak kullanılabileceğine dair son zamanlarda yayınlar olmasına karşın, NLO için kesin olarak tanımlanmış bir cut-off değeri yoktur. Amaç: Erken evre küçük hücre dışı akciğer kanserinde (KHDAK) yapılan çalışmalar sterotaktik yöntemlerle ablatif dozlara çıkmanın (BED>00) daha iyi lokal kontrol (>%90) sağladığını göstermiştir. Akciğer solunumdan dolayı sürekli hareket halinde olan bir organ olup radyoterapisi özel teknikler gerektirmektedir. Akciğerin kendi yapısı ve etrafındaki hassas organlardan dolayı tedavinin uygulanma şekli ve süresi de önem arzetmektedir. Bu nedenle kliniğimizde erken evre medikal inop KHDAK tanısı ile sabit alan yoğunluk ayarlı radyoterapi (IMRT) veya RapidArc (Volümetrik Modulated Ark Tedavisi-VMAT) tekniği ile stereotaktik ablatif radyoterapi (SABR) yapılan hastalarda erken sonuçların ve yan etkilerin değerlendirilmesi amaçlandı. Materyal-Metod: Kliniğimize Eylül 0 - Şubat 0 arasında başvuran T-N0M0 KHDAK tanısı ile başvuran 6 hastaya TrueBeam STx ve Trilogy cihazlarında SABR uygulandı. Planlama için T-Bar ve vakumlu yatak kullanılarak.5 mm aralıklarla solunum kontrollü 4D CT görüntüleri alındı ve PET/CT görüntüleri ile füzyon yapıldı ve GTV belirlendi. CT MIP ten yararlanarak ITV oluşturuldu ve 5 mm emniyet payı verilerek PTV oluşturuldu. Planlarda tanımlanan dozlar non-koplanar, sabit alan IMRT veya RapidArc tekniği kullanılarak, karşı akciğere doğrudan ışın gelmeyecek şekilde planlar yapıldı. Hastalar TrueBeam STX ve Trilogy cihazında 6 MV, 0 MV, 6MV veya 0MV (Flattening Filter Free) enerjilerle, CBCT ile günlük IGRT yapılarak tedaviye alındı. Tüm tedaviler normal radyoterapi aralıkları olan 5 dakikalık sürelerde gerçekleştirildi. Yapılan planlarda PTV, tüm akciğer, taraf akciğer, karşı akciğer, kalp, kostalar, ana damarlar, brakiyal pleksus ve özofagusun hacimsel dozları değerlendirildi. Bulgular: Tüm olgularda PTV ye ortanca 5 fraksiyonda (-0 fraksiyon arası), 50 Gy (48-60 Gy arası) verildi ve PTV inin %95 i tüm planlarda planlanan dozun %95 inin üzerindeydi. Akciğerler, spinal kord, kosta, özofagus, brakiyal pleksus, kalp ve anadamarların aldığı hacimsel ve maksimum dozlar tolerans sınırları içinde idi. Erken dönem izlemlerde hiçbir hastada klinik olarak radyasyon pmömonisi tablosu görülmedi. Yanıt değerlendirmesinde hiçbir hastada progresyon görülmezken, radyolojik kısmi yanıtlar ve radyolojik/metabolik tam yanıtlar gözlendi. Geç dönem izlemlerde sadece hastada grade radyasyon pnömonisi tablosu görüldü. Sonuç: Erken evre KHDAK de SABR çok iyi lokal kontrol sağlayan, minimal toksisiteye yol açan etkili bir tedavi yöntemdir ve medikal inop hastalarda standart tedavi yöntemi olmuştur. Operabl hastalarda cerrahi ile karşılaştırılması konusunda çalışmalar devam etmektedir. Şekil. Nötrofil/lenfosit oranı ve prognoz Ref No: S Akciğer Kanseri ERKEN EVRE KÜÇÜK HÜCRE DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE STEREOTAKTİK ABLATİF RADYOTERAPİ Ufuk Abacıoğlu, Alptekin Arifoğlu, Basri Günhan, Zeynep Özen, Roman İbrahimov, Namık Kayalılar, Kevser Yakar, Esra Sağlam, Ahmet Öber, Sedat Turkan, Salih Gürdallı Neolife Tıp Merkezi, Radyasyon Onkolojisi, İstanbul İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, İstanbul İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi, İstanbul Ref No: S Baş Boyun Kanserleri REKÜREN BAŞ BOYUN KANSERLİ HASTALARDA İKİ STEREOTAKTİK RADYOTERAPİ ŞEMASININ KARŞILAŞTIRILMASI Gözde Yazıcı, Tolga Şanlı, Mustafa Cengiz, Deniz Yüce, Melis Gültekin, Pervin Hürmüz, Ferah Yıldız, Faruk Zorlu, Fadıl Akyol, Murat Gürkaynak, Gökhan Özyiğit Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Preventif Onkoloji Anabilim Dalı Mersin Tarsus Devlet Hastanesi Amaç: Lokal ileri evre baş boyun kanserli hastalarda multimodal tedavilere rağmen persistan hastalık veya lokal rekürens oranları % 50 arasındadır. Yoğunluk ayarlı radyoterapi ile reirradiasyon uygulandığında kontrol oranları %60 70, ciddi toksisite oranları ise %0-40 olarak rapor edilmiştir. Stereotaktik radyoterapi (SRT) ile normal dokuları daha iyi korumak ve tümör kontrol oranlarını arttırmak mümkündür. Bu retrospektif analizde iki farklı SRT şeması lokal kontrol, genel sağ kalım ve toksisite oranları açısından karşılaştırılmıştır. Gereç-Yöntem: Haziran 007-Mart 0 arasında CyberKnife (Accuray Inc., Sunnyvale, CA) ile SRT uygulanan 75 reküren baş boyun kanserli hasta değerlendirilmiştir. İlk 4 hasta (grup I) ardışık günlerde tedavi edilmiştir. Bu grup hastada yüksek oranda karotid blow out sendromu (CBOS) gözlenmesi üzerine takip eden hasta (grup II) gün aşırı şema ile tedavi edilmiştir. Hastaların stabilizasyonu termoplastik maske ile sağlandıktan sonra mm kesit aralığı ile bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans (MR) görüntüleri alınmıştır. Bu görüntüler üst üste bindirilerek gros tümör hacmi (GTV) belirlenmiştir. Bulgular: İki grup arasında demografik ve klinik özellikler açısından fark saptanmamıştır (tablo ). Tedavi özellikleri tablo de verilmiştir. Ortanca sağ kalım tüm grup için 4 ay (0,8 7, ay), grup I ve II için sırasıyla ve ay (p=0.006) olarak bulunmuştur. On iki hastada tam cevap (%6), 7 hastada parsiyel cevap (%.7) ve 9 hastada (%8.7) stabil hastalık gözlenmiştir. Nihai lokal kontrol oranı %77.4 tür. Grup I ve II nin lokal kontrol oranları ise sırasıyla %67.5 ve %90.6 dır (p=0.09). Progresyonsuz sağ kalım tüm hastalarda ay, grup I de 9 ay ve grup II de 8 aydır (p=0.004). GTV hacmi 5 ml ve altında olanlar ile >5 ml olanlar karşılaştırıldığında gruplar arasında genel sağ kalım, progresyonsuz sağ kalım ve CBOS riski açısından fark saptanmamıştır. Grad ve üzeri toksisite olarak en sık disfaji (%6), ve CBOS (%4,7) gözlenmiştir. Disfaji grup I de % oranında, grup II de ise %6, oranında gözlenmiştir (p=0.047). 58 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER Grup I de CBOS gözlenen 7 hastadan i hayatta iken grup II de CBOS gözlenen 4 hastadan ikisi hayattadır. Karotid arterin aldığı maksimum doz 4 Gy in altında olan ve tümörün arteri 80 den az sardığı olgularda CBOS saptanmamıştır. Sonuç: Bu çalışmada CBOS ile karotid arterin aldığı maksimum doz ve tümörün arteri sarma oranı arasındaki ilişki araştırılmıştır. Maksimum doz 4 Gy ve altında iken ve tümör arteri 80 den az sardığında kanama gözlenmemiştir. SRT şeması gün aşırı uygulandığında genel sağ kalımın arttığı ve disfajinin azaldığı saptanmıştır. Tablo. Hasta özellikleri Grup I Grup II p değeri Cinsiyet 0.0 Kadın 9 Erkek Srt uygulaması sırasında yaş >0.05 Mimimum-maksimum 9-87 5-8 Medyan 5 57 Srt bölgesi(n) >0.05 Nazofarinks 9 5 Oral kavite 8 4 Para nazal sinus 8 Larinks 4 8 Hipofarinks 4 Primer radyoterapi dozu >0.05 Minimum-maksimum 0-77.4 8-78 Medyan 65 64 Primer tedavi ile srt arasında >0.05 geçen süre (ay) Minimum-maksimum 9-0-00 Medyan 5 6 Tablo. Tedavi özellikleri Grup I Grup II p değeri Medyan SRT dozu (Gy) 0 0 Medyan GTV hacmi(ml) 54 46 0.55 Medyan Fraksiyon sayısı 5 5 Medyan maksimun karotid arter dozu 5 4.9 >0.05 Temporomandibular eklem dozu (Gy) 4 4.7 0.7 Temporal lob dozu (Gy).7.5 Konformite indeksi.57.54 Homojenite indeksi..8 Ref No: S Baş Boyun Kanserleri BAŞ BOYUN SKUAMÖZ HÜCRELİ KANSERLERİNDE KÜRATİF AMAÇLI UYGULANAN YOĞUNLUK AYARLI RADYOTERAPİ SONRASI YİNELEME ÖZELLİKLERİ Evrim Bayman, Robin Prestwich, Lynn Aspin, Laura Garratt, Stuart Wilson, Richard Speight, Karen Dyker, Catherine Coyle, Mehmet Şen St James s Institute of Oncology, Leeds, Ingiltere Amaç: Baş boyun skuamöz hücreli kanserlerinde küratif amaçlı uygulanan Yoğunluk Ayarlı Radyoterapi (YART) ± kemoterapi sonrası yineleme özelliklerinin değerlendirilmesi ve tedavi planlamaları ile karşılaştırılmasıdır. Hastalar/Yöntem: 009-0 yılları arasında nazofarenks dışı skuamöz hücreli baş boyun kanseri tanısıyla küratif YART ± kemoterapi uygulanmış olan 6 hasta retrospektif değerlendirilmiştir. YART 5-7 alanla step&shoot tekniği ile uygulanmış, hedef hacimlerin tanımlanmasında kompartmantal yaklaşım kullanılmıştır. Standart küratif YART dozu 5 fraksiyonda 70 Gy dir. Yerel bölgesel yineleme saptanan hastaların yineleme tümör hacimleri orijinal planlama tomografisi üzerine yeniden yapılandırılarak doz-hacim histogramları elde olunmuştur. Yineleyen tümör hacminin merkez noktasındaki doz ayrıca hesaplanmıştır. Bulgular: Ortanca yaş 59 (-86), erkek/kadın oranı (%8)/4 (%8) tür. 9 (%7) hasta evre I-II, 8 (%) hasta evre III ve 09 (%80) hasta evre IV tür. Hastaların 96 (%7) sı orofarenks kanseridir. 75/6 (%55) hastaya YART ile eşzamanlı kemoterapi uygulanmıştır. Ortanca izlem süresi (-4) aydır. yıllık yerel kontrol, bölgesel kontrol, hastalıksız sağkalım, uzak metastazsız sağkalım ve genel sağkalım oranları sırasıyla %84, %9, %77, %89 ve %77 dir. Küratif YART sonrası 0/6 (88%) hastada tam yanıt saptanmıştır. Bu hastalardan 5 (%4) inde yerel bölgesel yineleme (4 yerel, bölgesel) ve 8 (%6) inde yalnızca uzak metastaz görülmüştür. Tablo de yerel bölgesel yineleme görülen 5 hastanın ayrıntıları verilmiştir. Bu hastalardan i alan kenarı, i alan dışı ve ü alan içi yinelemedir. Alan kenarı ve alan dışı yineleme oranı /6 (%) olarak bulunmuştur. Sonuç: Baş boyun skuamöz hücreli kanserlerinde küratif amaçlı uygulanan YART, hedef hacime yönelik kompartmantal bir tedavi yaklaşımı olarak yüksek yerel bölgesel kontrol oranlarına sahiptir. Alan kenarı yinelemeleri oldukça nadir görülmüştür. Tablo. Yerel bölgesel yinelemelerin ayrıntıları No Primer tümör yerleşimi Evre IMRT Doz(Gy)/ fraksiyon Yineleme Yeri %95 izodoz içinde kalan %yineleme hacmi Yineleme özelliği Yineleme merkezindeki doz (Gy) orofarenks III 66/0 yerel 44.48 Alan 67.967 kenarı hipofarenks III 70/5 yerel 00 Alan içi 7.986 orofarenks IV 70/5 yerel 0 Alan dışı.904 4 larenks III 70/5 yerel 00 Alan içi 7.069 5 orofarenks IV 70/5 bölgesel 00 Alan içi 70.54 Kuratif amacli YART sonrasi gorulen yinelemelerin ozellikleri belirtilmistir. Ref No: S4 Baş Boyun Kanserleri NAZOFARENKS KARSİNOMLARINDA TOMOTERAPİ DENEYİMİMİZ: 6 NAZOFARENKS KARSİNOMUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ Mehmet Faik Çetindağ, Atiye Yılmaz Özsavran, Dinçer Yeğen, Nurgül Kızılırmak, Umut Demirci, Fatma Altuntaş, Ferihan Ertan, Ayça Korucu Yılmaz Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Ankara Amaç: Histopatolojik olarak nazofarenks karsinomu (NFK) tanısı almış 6 hastada Helikal Tomoterapi cihazı kullanılarak görüntü rehberliğinde yoğunluk ayarlı radyoterapi (GR-YART) uygulamasının erken yanıt değerlendirilmesidir. Hastalar ve Yöntem: Kliniğimize Şubat 00 - Aralık 0 tarihleri arasında tedavi edilen, NFK tanılı 6 hasta değerlendirildi. Hastaların yaşları 9 78 (ortanca 5) arasında değişmekteydi. Vakaların 8 i (%77,8) erkek, 8 i (%,) kadındı. 00 AJCC ye göre (%5,6) hasta evre I, 8 (%,) hasta evre II, 4 hasta(8,9) hasta evreiii, 8 (%,) hasta evre IVA ve 4 (%,) evre IVB olarak sınıflandırıldı. Hastaların performansları 4 (%,) vakada ECOG 0, 4 (%66,7) vakada ECOG I ve 7 (%9,4) vakada ECOG II idi. Vakaların 4 ü (%,) Who grade I, si (%6,) Who grade II ve 0 tanesi (%7,8) Who grade III olarak raporlanmıştı. Radyoterapi Susesi Otel, Antalya 59

SÖZEL BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ öncesi (%,4) hastaya -4 kür arası değişmek üzere neoadjuvan kemoterapi uygulanmıştı. Hastaların sine (%97) eş zamanlı haftalık 0-5 mg/m² dozunda cisplatin kemoterapisi uygulandı. Uygulama sayısı -7 (ortanca 6) arasında değişmekte idi. Hastaların biri hariç hepsine Simultane Integre Boost (SIB) tekniği kullanılarak radyoterapi uygulanmıştır. Radyoterapi, primer tümöre 70 Gy, tutulu lenfatiklere 6-66 Gy, riskli bölgelere 60 Gy ve negatif lenfatik bölgelere 54 Gy olmak üzere, sırasıyla, Gy- Gy-,8 Gy-,6 Gy günlük fraksiyonlarla uygulanmıştır. Vakaların 6 sına (%44,4) adaptif planlama yapılmıştır. Tedavi süreleri 4-65 gün (ortanca 49 gün) arasında değişmekteydi. Uygulanan bu tedavi protokolünün en önemli toksisitesi, beslenme güçlüklerine bağlı ağırlık kaybı sonucu oluşan genel durum bozulması idi. Vakalarımızda ağırlık kaybı -0 kg (ortanca 7,5 kg) arasında değişmekte idi. Kontrol zamanı dolan ve tedavi yanıtı değerlendirilebilen 5 (%00) vakanın hepsinde tam yanıt elde edilmiştir. Bir vakada (%,8) marjinal lenfatik nüks gelişmiştir. Bu süre zarfında hiç bir hastada uzak metastaz gözlenmemiştir. Kemo-radyoterapi uygulaması sırasında 4 (%,) hasta exitus olmuştur. İki vakada ölüm nedeni hematolojik toksisite, diğer iki vakada ise beslenme bozukluğuna bağlı malnutrisyon olarak saptanmıştır. Hastaların takip süreleri -5 ay (ortanca ay) arasında değişmektedir. Tartışma: Nazofarinks radyoterapisinin tek başına ciddi beslenme problemlerine yol açtığı iyi bilinen bir olgu iken, eş zamanlı kemoterapi ile geniş hacimlerde yüksek dozlara çıkmak tedavi morbidite ve mortalitesini oldukça artırmaktadır. Ancak ileri evrelerde agresif tedaviler ile tam yanıt oranları da aynı aranda artmaktadır. Tedavinin deneyimli ve güçlü destek tedavi olanaklarına sahip, donanımlı merkezlerde uygulanması tedavi toksisitesi sonucu oluşacak mortaliteyi azaltacaktır. Kemo-radyoterapi sırasında ve sonrasında uygulanacak kemoterapi protokollerinin uygulanabilirliği gözden geçirilmelidir. Ref No: S5 Santral sinir Sistemi Tümörleri GLİOBLASTOMDA REİRRADİASYON SONRASI PSÖDOPROGRESYON Gözde Yazıcı, Mustafa Cengiz, Gökhan Özyiğit, Gülnihan Eren, Hüseyin Kıvanç, Ferah Yıldız, Fadıl Akyol, Murat Gürkaynak, Faruk Zorlu Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Amaç: Glioblastom yetişkinlerde en sık gözlenen primer beyin tümörüdür. Agresif multimodal tedavilere rağmen rekürens sıktır ve gözlenen rekürenslerin %90 primer tedavi alanı içindedir. Rekürens durumunda tedavi seçenekleri sınırlıdır ve sonuçları tatmin edici değildir. Bu retrospektif analizde merkezimizde hipofraksiyone stereotaktik radyoterapi (SRT) ile reirradiasyon uygulanan reküren glioblastom tanılı hastaların sonuçları değerlendirilmiştir. Gereç ve Yöntem: Eylül 009- Aralık 0 tarihleri arasında 7 reküren glioblastom tanılı hastaya CyberKnife (Accuray, Sunnyvale, CA) ile SRT uygulanmıştır. KPS si 60 ve üzeri olan hastalar tedaviye alınmıştır. Hastalar termoplastik maske ile stabilize edildikten sonra tedavi pozisyonunda mm kesit aralığı ile bilgisayarlı tomografi (BT) ve manyetik rezonans (MR) görüntülemeleri alınmıştır. Gros tümör hacmi (GTV) kontrastlı T MR görüntülerine göre belirlenmiştir. Medyan 0 Gy (4Gy- Gy) ila 5 fraksiyonda (medyan 5) uygulanmıştır. GTV ye mm pay eklenerek planlanan hedef hacim (PTV) oluşturulmuştur. SRT sonrası hastaya kemoterapi uygulanmıştır. Medyan GTV hacmi 4 cc (cc- 8cc) bulunmuştur. Hastalar tedavi sonrası ayda bir MRG ile takip edilmiştir. Bulgular: Medyan 9. aylık takip sonunda 5 hastanın lezyonunda regresyon, 4 hastada stabil hastalık, 8 hastada progresyon ve 7 hastada psödoprogresyon gözlenmiştir. SRT yi takiben medyan sağ kalım 0.6 ay, hastaların genel sağ kalımının ise 5.5 ay olduğu saptanmıştır. SRT sonrası progresyona kadar geçen süre medyan 7.9 aydır. Psödoprogresyon, regresyon, stabil hastalık ve progresyon gözlenen hastalarda medyan sağkalımın sırası ile 0 ay,.7 ay, 0.4 ay ve 7 ay olduğu saptanmıştır. Psödoprogresyon gözlenen hastaların medyan sağ kalımının diğer gruplara göre istatistiksel anlamlı oranda daha uzun olduğu gözlenmiştir (p: 0.0). GTV hacmi 4 cc ve altında olan hastalar ile daha büyük hacimli GTV ye sahip hastalar karşılaştırıldığında 4 cc ve altında GTV hacmi olan hastaların sağ kalımının anlamlı oranda daha iyi olduğu saptanmıştır (p: 0.05). SRT sonrası kemoterapi uygulanan hastalarda medyan sağ kalım 6.8 ay iken, kemoterapi almayan hastalarda 9.7 aydır (p: 0.06). Psödoprogresyon gözlenen 7 hastadan 4 ü SRT sonrası kemoterapi almıştır. Sonuç: Bu sonuçlar reküren GBM tanılı hastalarda seçilmiş olgularda SRT nin etkili bir tedavi yöntemi olabileceğini göstermektedir. İlk tedavide olduğu gibi reirradiasyon sonrasında da psödoprogresyonun iyi prognostik belirteç olabileceği düşünülmüştür. Ref No: S6 Santral Sinir Sistemi Tümörleri EGE ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ BEYİN VE MENİNKS TÜMÖRLERİNİN 99-0 ARASI DEĞERLENDİRİLMESİ Gül Kitapçıoğlu, Ayfer Haydaroğlu, Suriye Özgür, Erkin Özgiray, Tuncer Turhan, Mehmet Nurullah Orman Ege Üniversitesi Kanserle Savaş Uygulama ve Araştırma Merkezi Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik ve Tıbbi Bilişim Anabilim Dalı Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı Ege Üniversitesi Kanserle Savaş Uygulama ve Araştırma Merkezi (EÜKAM) 99 den bu güne İzmir Kanser İnsidansı ve Veri Toplama Projesi kapsamında Ege Üniversitesi Hastanesi (EÜH) hastane tabanlı kanser verilerini toplanmaktadır. Bu araştırmada, EÜH de 99-0 yıllarında beyin ve meninks kanser tanısı ile tedavileri yapılan 46 (%5,4) kayıtlı olguya ait epidemiyolojik özellikler değerlendirilmiştir. Amaç: EÜH nde 99-0 yıllarında beyin ve meninks tümörü bulunan olguların cinsiyetlerinin, tümör tiplerinin ve evrelerinin istatistiksel değerlendirilmesidir. Gereç Yöntem: Bu çalışmada son 0 yılda EÜH de beyin ve meninks tümörlü 46 olgunun verilerine ulaşılmıştır. EÜKAM da kanser kayıtçılığı özel eğitimli ve sertifika almış görevlilerce yapılmaktadır. CANREG ile kaydedilen veriler SPSS programına aktarılmıştır. İstatistik analizde ki-kare yöntemi ve doğrusal modellemeler yapılmış ve p <0.05 anlamlı kabul edilmiştir. Bulgular: 46 olgunun %58, i erkek ve %4,9 u kadındır. Kadınların yaş ortalaması 7,±,7, erkeklerin 9,8±, dir. Olguların cinsiyetlere göre yaş ortalamaları arasındaki fark anlamlı bulunmuştur (p<0,00). Beyin ve meninks tümörlerinin, %66,7 si beyinde, % ü meninkste ve %0 u MSS nin diğer bölümlerinde görülmektedir. Tümörlerin yerleşim yerine ve yaşa göre dağılımında, en sık yerleşim, 0-9 yaş aralığında serebeller bölge(%,) ikinci yerleşim ise 0-9 yaş aralığında frontal lobdur(%,6). Beyin tümörlerinde; olguların cinsiyet ve yaş gruplarına göre dağılım grafiğinde, çocukluk çağında (5-9 yaş) ve ileri yaşlarda (50-59) olmak üzere tepe noktası yaptığı görülmüştür. GBM hem kadınlarda hem erkeklerde en sık görülen beyin tümörü olup (Tablo ) yıllara göre belirgin bir artış görülmektedir. Oligodendrogliomalarda ise giderek hafif bir azalma vardır (p<0,000) (Şekil ). Beyin tümörlerinin en sık yerleşim yeri; kadınlarda frontal lob (%5,0), erkeklerde ise temporal lobdur(%5,) ve bu fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p=0,008) (Tablo ). Beyin tümörlerinde lokalizasyon erkeklerde en çok temporal lobda, kadınlarda ise frontal lobda olmaktadır(p=0,008). Temporal lob 60 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SÖZEL BİLDİRİLER lokalizasyonunda özellikle 000 yılından bu güne anlamlı artış olduğu saptanmıştır (p<0,000) (Şekil ). Sonuç: Beyin tümörlerinde Kadın/Erkek oranı /, olmak üzere erkeklerde daha fazla görülmektedir. Olguların cinsiyet ve yaş gruplarına göre dağılımında, çocukluk çağında (5-9) ve ileriki yaşlarda (50-59) olmak üzere iki tepe noktasına ulaştığı görülmektedir. GBM in görülüş sıklığında hem kadınlarda hem erkeklerde yıllara göre belirgin bir artış görülmektedir. Oligodendrogliomalarda ise giderek hafif bir azalma vardır (p<0,000). Beyin tümörlerinde lokalizasyon erkeklerde en çok temporal lopta, kadınlarda ise frontal lopta olmaktadır (p=0,008). Temporal lop lokalizasyonunda özellikle 000 yılından günümüze anlamlı bir artış olduğu (p<0,000) dikkat çekicidir. Tablo. Olguların tümör yerleşimine göre dağılımı Lokalizasyon Erkek Kadın Toplam C7.0 Beyin 5,8 6,4 6, C7. Frontal lob 4, 5,0 4,5 C7. Temporal lob 5,,7,7 C7. Pariyetal lob 0,6,4,0 C7.4 Oksipital lob,6,5,6 C7.5 Ventrikül BBT,9,4, C7.6 Beyincik, BBT 0,,,0 C7.7 Beyin sapı 4,5 6,9 5,5 C7.8 Diğer beyin tm+ bilinmeyen 6,9,5 5,5 C7.9 Beyin, BBT 7, 7,0 7, Tablo. Olguların histolojilerine göre dağılımı Histoloji Erkek Kadın Toplam Şekil. Olguların histolojilerinin yıllara ve cinsiyetlere göre dağılımı Glioblastom,4 8, 0,6 Astrositom,7,7,7 Oligodendrogliom 7,5 6,5 7, Pilositik Astrositom 5,0 6,5 5,6 Anaplastik Astrositom 5,4 5,5 5,4 Medulloblastom 5, 5,8 5,4 Malign neoplazi 4,,8 4,0 Malign gliom,4 5,0 4,0 Mikst gliom,9,9,5 Ependimom,,8,5 Anaplastik oligodendrogliom,4,7, Malign lenfoma büyük B hücreli,,4,8 diffüz Primitif nöroektodermal tümör,,9,6 Anaplastik ependimom,5,4,4 Anaplastik gangliogliom 0,9,9, Hemanjiyoblastom,,4, Şekil. Olguların lokalizasyonlarının yıllara göre dağılımı Susesi Otel, Antalya 6

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-00 BRCA VE CHEK A-C-G-C HAPLOTİPİNİN TÜRK POPULASYONUNDAKİ MEME KANSERİ İLE İLİŞKİSİ Hazal Haytural, Nazlı Yalçınkaya, Gökçe Akan, Elif Özkök, Makbule Aydın, Fatmahan Atalar İstanbul Üniversitesi, Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü, Sinirbilim Anabilim Dalı İstanbul Üniversitesi, Çocuk Sağlığı E nstitüsü, Çocuk Sağlığı ve Pediyatrik Endokrinoloji Anabilim Dalı Amaç: BRCA, BRCA ve CHEK gibi hücre döngüsü genlerindeki belli mutasyonların meme kanseri ile ilişkili olduğu bilinmektedir. Çalışmamızda meme kanseri hastalarında bu genlerle ilişkili mutasyonların allel ve genotip frekanslarına bakılarak meme kanseri riskine olan izole ve kombine etkileri araştırılmıştır. Materyal-Metod: BRCA (58insC, 85delAG), BRCA (Met784Val, Thr95Met) ve CHEK (00delC, I57T ve IVS+G>A) genlerinde belirtilen mutasyonların taraması RFLP yöntemi ile yapılmıştır. Bu şekilde. ve 4. evrede olan 06 meme kanseri hastası ve 80 sağlıklı kontrolün kullanıldığı çalışmamızda tek nükleotid varyasyonları ve haplotip ilişkileri incelenmiştir. Bulgular-Sonuç: CHEK-00delC (p=0.00) ve BRCA- 58insC (p<0.05) mutasyonları meme kanseri hastalarında kontrollere göre anlamlı düzeyde yüksek oranda bulunmuştur. Hastalığa ilişkin en yüksek risk, CHEK-00delC ve BRCA-Met784Val mutasyonlarının her ikisini de taşıyan meme kanseri hastalarında görülmüştür (OR=0.09; 95% CI 0.0-0.4; p=0.00). Hasta ve kontrol grupları karşılaştırıldığında rs994006, rs787996, rs5765 ve rs49877 mutasyonlarına ait A-C-G-C (χ=7.655; p=0.0057) şeklinde daha önceden tanımlanmamış dört-marker haplotipi bulunmuştur. Çalışmamız, Türk populasyonunda BRCA ve CHEK A-C-G-C haplotipini meme kanseri ile ilişkilendiren ilk çalışmadır. Ayrıca populasyonumuzda CHEK-00delC mutasyonunun yüksek frekansta olması çalışmamızın ana bulgularındandır. Sonuçlarımız Türk meme kanseri hastalarında kanser yatkınlığının birden fazla gen tarafından kontrol edildiğini ve CHEK 00delC ve BRCA tarafından oluşturulan haplotipin muhtemelen başka tanımlanmamış meme kanseri yatkınlık alelleri ile birlikte meme kanserine sebep olabileceğini düşündürmektedir. Daha geniş kohortlarda yapılacak çalışmalar, CHEK-00delC polimorfizminin meme kanseri prognozundaki ve gelişimindeki rolünü aydınlatacaktır Ref No: P-00 MEME KANSERİ TEDAVİSİNDE ÜMİT VAAT EDİCİ YENİ BİR KOMBİNASYON: FENRETİNİD VE İNDOL-- KARBİNOL Buse Cevatemre, Ferda Arı, Mehmet Sarımahmut, Arzu Yılmaztepe Oral, Egemen Dere, Ömer Kaçar, Zelal Adıgüzel, Ceyda Açılan, Engin Ulukaya Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Ana Bilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyokimya Ana Bilim Dalı, Bursa TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi Genetik Mühendisliği ve Biyoteknoloji Enstitüsü, Kocaeli Amaç: Günümüzde meme kanseri hastalarının tedaviye yanıtı,son yıllardaki yeni kemoterapi rejimlerine rağmen halen tatmin edici değildir.bu nedenle yeni ve daha etkili ilaç veya ilaç kombinasyonlarının geliştirilmesine gereksinim vardır.bu çalışmada,sentetik bir retinoid olan fenretinid (4-HPR) ile brokoli ve lahana gibi bitkilerde doğal bir bileşik olarak bulunan indol--karbinol ün (IC),MCF-7 (östrojen reseptör pozitif) ve MDA-MB- (östrojen reseptör negatif) meme kanseri hücre soyları üzerindeki sitotoksik aktivitelerinin in vitro araştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: 4-HPR,IC ve kombinasyonlarının 6 farklı konsantrasyonunun (4-HPR için 0.-0 μm ve IC için,-00 μm) MCF-7 ve MDA-MB- meme kanseri hücre soyları üzerine sitotoksik etkileri 48 saat sonunda MTT testiyle belirlendi ve sonrasında çok daha hassas bir yöntem olan ATP testi ile bulgular doğrulandı.hücrelerin ölüm şekli ikili boyama (Hoechst ve propidyum iyodür) ile belirlendi ve paralel olarak apoptozis, kaspazla kırılmış sitokeratin 8 (M0 antijen) yöntemi ile birlikte gen (BCLL0, BIK, BAX, BCL, FASLG, HRK, TNFRSF0A ve TNFRSF0B) ve protein (PARP) düzeyinde araştırıldı.ekspresyonlarında artış gözlenen genlerin ölüm sürecindeki etkinliklerini belirlemek amacıyla, hücrelerin sirna ile transfeksiyonu sonrasında % canlılıkları hesaplandı. Bulgular ve Sonuç: Tedavilerin,MCF-7 ve MDA-MB- hücrelerinde doza bağımlı olan büyümeyi durdurucu etkisi, çoğu doz için istatistiksel olarak anlamlı bulundu.5 μm 4-HPR ve 50 μm IC kombinasyon tedavisinin,tedavilerin tek başına uygulanmasına kıyasla katlık bir sitototoksiste artışı ile sonuçlandığı görüldü.her iki hücre soyunda da,4-hpr ve IC tedavilerinin, piknotik nukleus ve nükleer fragmentasyonla karakterize olan sekonder nekroza (geç apoptozis) sebep olduğu gözlendi.m0 miktarının MDA-MB- hücrelerinde 48 saatlik tedaviler sonrasında değişmediği, buna karşın MCF- 7 hücrelerinde 4-HPR ve kombinasyon tedavileri sonrası artış gözlendi.kombinasyon tedavisi sonucu,mcf-7 hücrelerinde FASLG ekspresyonunda 00 kat artış gözlendi.tedavinin,pro-apoptotik bir gen olan HRK ekspresyonunun da bu hücre soyunda artışa yol açtığı bulundu.mda-mb- hücrelerinde ise BIK ekspresyonunda 8 kat, TNFRSF0A ve TNFRSF0B ekspresyonlarında sırasıyla ve katlık bir artış gözlendi.ancak, FASLG ve BIK ekspresyonlarının sirna lar aracılığıyla engellenmesinin; 4-HPR, IC ve kombinasyonlarının ölüm-indükleyici etkisini restore edemediği gözlendi.4-hpr,ic ve kombinasyon tedavileri sonucunda,her iki hücre soyunda PARP ın kırıldığı gözlendi.sonuç olarak hücrelerde, 4-HPR ve IC kombinasyon tedavisinin sinerjizm gösterdiği ve apoptozisi indükleyerek,bileşiklerin yalnız başlarına kullanımına kıyasla daha güçlü bir sitotoksik aktiviteye neden olduğu bulundu.söz konusu iki anti kanser bileşiğin kombinasyon tedavisinin,insan meme kanseri tedavisinde kullanılabileceği öngörüsüyle in vivo deneylerin yapılması gerektiği sonucuna varıldı. Ref No: P-004 MEME KANSERLİ HASTALARDA FAKTÖR V MUTASYONLARI Umut Kefeli, Filiz Özen, Gizem Hacımuto, Erman Öztürk, Öztürk Özdemir 4 Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Ünitesi Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Genetik Anabilim Dalı Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hematoloji Ünitesi 4 Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tıbbi Genetik Anabilim Dalı Amaç: Faktör V Leiden (FVL) mutasyonu trombofilinin en önemli risk faktörlerinden biridir. Avrupa da % 7-0 arasında gözlenmektedir. Bir diğer Faktör V mutasyonu ise Factor V A4070G polimorfizmidir ve R haplotipi olarak adlandırılmıştır. FVL ve R mutasyonları prevalansı değişik coğrafi bölgelerde farklar göstermektedir. Biz de çalışmamızda kadın meme kanserli hastalarımızda bu mutasyonların sıklığını ve normal toplumdan farkını bulmayı amaçladık. Gereç-Yöntem: Sivas Cumhuriyet Üniversitesinde takipli meme kanseri tanısı almış 50 kadın hasta ve yaşça ve cinsiyetce eşleştirilmiş 50 sağlıklı kontrol grubu çalışmaya dahil edildi. Faktör V gen polimorfizmi periferek kandan alınan kanlardan DNA izolasyonu yapılarak bakıldı. Veriler değerlendirilirken medyan değerler belirtildi ve analizler ki-kare ve Fischer exact testi ile değerlendirildi. Veriler SPSS 6 programı ile analiz edildi. Tüm hasta ve sağlıklı kişilerden onam formu alındı. Bulgular: Kırk altı (9%) meme kanserli hastanın genotipi homozigot normal ve 4 (8%) hastanın FVL genotipi heterozigot idi. Kırk MEME KANSERİ Susesi Otel, Antalya 6

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER dört (88%) meme kanserli hastanın Factor V R genotipi homozigot normal, 5 (0%) hastanın heterozigot and hastanın (%) homozigot mutant idi (Tablo -). Factor V Leiden ve R haplotiplerinin distiribüsyonları arasında gruplar arasında istatiski fark bulunmadı (p>0.05). Evre, yaş ve performans skorları ile faktör V mutasyonları arasında ilişki saptanmadı (p>0.005). Sonuçlar: Meme kanserli hastalar sağlıklı kişilere benzer oranda faktör V Leiden ve faktör V R polimorfizi göstermektedir. Tromboemboli gibi hadiselerde hastalar klinik olarak değerlendirilirken bu bulgular göz önüne alınmalıdır. Tablo. Meme kanserli hastalarda ve kontrol grubunda faktör V Leiden genotipinin distribüsyonu Homozigot normal Meme kanseri Kontroller Homozigot mutant Meme kanseri Kontroller Heterozigot normal Meme kanseri Kontroller Sayı Yüzde (%) 46 48 0 0 4 9 96 Tablo. Meme kanserli hastalarda ve kontrol grubunda faktör V R genotipinin distribüsyonu Homozigot normal Meme kanseri Kontroller Homozigot mutant Meme kanseri Kontroller Heterozigot normal Meme kanseri Kontroller Ref No: P-005 0 0 8 4 Sayı Yüzde (%) 44 44 0 5 6 88 88 0 0 ASETİLSALİSİLİK ASİT KULLANIMININ MEME KANSERİNİN KLİNİK VE PATOLOJİK ÖZELLİKLERİ ÜSTÜNE ETKİSİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Mehmet Ali Nahit Şendur, Sercan Aksoy, Kadri Altundağ Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Giriş: Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanserdir. Asetilsalisilik asit (ASA) kardiyovasküler risk azaltmada ve koroner arter hastalığında sıklıkla kullanılmaktadır. Epidemiyolojik çalışmalarda ASA kullanımı ile kolon kanser riskinde azalma izlenmiştir. Aynı zamanda epidemiyolojik çalışmalarda aspirin kullanımının meme kanseri riskini de azaltabileceği belirtilmiştir. Ancak bu konuda literatürde çelişkili sonuçlar vardır. Literatürde ASA kullanımının meme kanserinin klinik ve patolojik özellikleri üstüne etkisi bilinmemektedir. Bu çalışmanın amacı ASA kullanımının meme kanserinin klinik ve patolojik özellikleri üstüne etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Merkezimize 004-0 yılları arasında başvuran 598 meme kanserli hastanın verileri retrospektif olarak incelenmiştir. Oniki ay ve daha uzun süre ASA kullanım öyküsü olan 59 hasta ile aynı yaş grubunda ASA kullanım öyküsü olmayan 45 hasta eşleştirildi. Hastaların demografik ve patolojik özellikleri karşılaştırıldı. Genel sağkalım (GS) ve hastalıksız sağkalım (DFS) Kaplan- Meier istatistiksel analizi ile hesaplandı. Bulgular: Her iki gruptaki hastaların ortanca tanı yaşı 54 (5-8) idi. Histolojik olarak grade, hormon reseptör pozitifliği, HER overekspresyonu, perinöral invazyon, lenfovasküler invazyon ve ekstrakapsüler ekstansiyon açısından her grup arasında fark saptanmadı. Ancak ASA kullana hastlarda lenf nodu pozitifliği daha düşük saptandı, ancak istatistiksel anlamlılığa ulaşmadı (P=0.08). TNM evrelemesine bakıldığı zaman ASA kullanan hastalarda Evre 4 hastalık (%5.0) hastada saptanırken, kontrol grubunda %9. olarak saptandı (P=0.00). Ortalama takip süresi ay idi. Hastaların tahmin edilen DFS değerleri incelendiğide; ASA kullanan hastaların medyan DFS si 6 ay, kullanmayanların ise 59 ay olarak saptandı. Asetilsalisilik asit kullanım öyküsü olan hastaların yıllık DFS si %8. iken kullanmayanların %68.8 olarak saptandı (P=0.0). Medyan genel sağkalıma ulaşılamadı ancak üç yıllık GS, ASA kullanım öyküsü olan hastalarda %97.8 iken kullanmayanlarda %90.4 olarak saptandı (P =0.). Tartışma: Meme kanserinde hedefe yönelik tedaviler günümüzde yeni tedavi seçeneklerinden birini oluşturmaktadır. Epidemiyolojik ve deneysel çalışmalar ASA nın meme kanseri riskini azaltabileceğini göstermiştir. Siklooksijenaz- (COX-) ve prostoglandin E (PGE) proliferasyon ile anjiogenezi tetikleyerek karsinogenez patolofizyolojisinde önemli rol oynamaktadır. Bu nedenle ASA tedavisi ile COX- ve PGE sentezinin inhibisyonu yeni bir tedavi seçeneği olabilmektedir. Bizim bu çalışmada da ASA kullanımı olan hastalarda daha az lenf nodu pozitifliği ve hastaların daha erken evrede olduğu izlendi. Aynı zamanda istatistiksel anlamlılığa ulaşmasa da ASA kullanım öyküsü olan hastalarda daha uzun DFS saptandı. Bu nedenle, ASA larin klinik ve patolojik özellikler üzerine etkisini incelemek için randomize kohort çalışmalara ihtiyaç vardır. Ref No: P-006 GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİNDE YAŞAYAN MEME KANSERİ TANILI HASTALARDA HORMON RESEPTOR DURUMUNUN ETNİSİTEYE GÖRE DAĞILIMI Abdurahman Kuzhan, Hilal Eryiğit Alkış, Mustafa Adlı, Derya Çağlayan Gaziantep Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı, Gaziantep Amaç: Meme kanserli bayanlarda hormon reseptör (HR) (Östrojen reseptör ve progesteron reseptör) durumu iyi bilinen prognostik faktörlerdendir. Tanı anında evresine bakılmaksızın HR pozitif ve negatif bayanlarda tedaviye yanıt farklıdır. Değişik ülkelerde yapılan çalışmalarda HR durumu etnisiteye göre farklılık göstermektedir. Ancak ülkemizde bu konuda bilinen bir çalışma yoktur. Bu nedenle 006-0 yılları arasında Radyasyon Onkolojisi Kliniğine müracat eden hastalarda etnisitelerine (Türk, Kürt, Arap) göre HR durumu araştırıldı. Materyal-Metod: 006-0 yılları arasında Radyasyon Onkolojisi Kliniğine radyoterapi için müracat eden hastaların etnisiteleri sorgulanarak Türk, Kürt, Arap ve Ermeni olarak kaydedildi. Diğer medikal bilgileri hasta dosyalarından elde edildi. Toplam 648 meme kanseri tanılı bayan hasta [Türk: (48); Kürt (74); Arap (5) ve Ermeni ()] çalışmaya dahil edildi. Yalnız bir tane olan Ermeni hasta istatiksel analizden çıkarıldı. Ki-kare testi kullanılarak istatiksel analiz yapıldı. Bulgular: Bütün hastaların tanı anında ortanca yaşı 48 (-80) idi. Hastaların büyük çoğunluğu (n=8; %59.) premenapozaldi. Türklerde tanı anında tümör çapı Kürt ve Araplara göre anlamlı oranda küçük (<5cm) (p=0.008) olmasına rağmen hastalık evresi bu üç etnik grup arasında benzerdi. Türk, Arap ve Kürtlerde ER pozitif oranı sırasıyla %7,5, %77, ve %59,7 (p=0.00), PR pozitif oranı sırasıyla %77, %7,4 ve %6 (p=0.00) olarak bulundu. HER pozitif oranı ise etnik gruplar arasında benzerdi. Sonuç: Türkiye nin Güneydoğusunda yaşayan major üç etnik grup (Türk, Kürt ve Arap) arasında HR durumu farklılık göstermektedir. 64 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Bu farklılığın nedenlerinin belirlenebilmesi için ileri araştırmalara gereksinim duyulmaktadır. Tablo. Etnisiteye göre tümör karakteristik özellikleri Yaş (ortanca) Menapoz Durumu Pre Post Bilinmeyen Histopatoloji Ductal carcinoma Lobular carcinoma Diğer TNM stage I II III IV Carcinoma insutu Grade Bilinmeyen ER durumu ER+ ER- PR durumu PR+ PR- HER durumu HER+ HER- Bilinmeyen ER/PR durumu ER+/PR+ ER+/PR- ER-/PR+ ER-/PR- Triple subtip ER+/PR+/HER+ ER+/PR+/HER- ER-/PR-/HER+ ER-/PR-/HER- Ref No: P-007 Hastalar % (n=647) 48 59.4 (8) 40.5 (60) 0. (6) 90. (584) 4 (6) 5.7 (7) (0) 40 (59) 47. (05) 7.7 (50). () 4.5 (9) 4.9 (84) 45 (9) 6.6 (4) 70 (54) 0 (94) 7.6 (470) 7.4 (77).8 (06) 67. (44). (7) 60.8 (9) 9. (60).9 (77) 8 (7) 5.8 (0) 44.8 (87) 8. (5) 0 (65) Türk % (n=48) 48 59.6 (60) 40. (76) 0. () 89.4 (9) 4. (9) 6. (7).5 (5) 4.7 (9) 44 (9) 6.8 (0) (9) 5.7 (5) 4.8 (9) 4.6 (9) 6.9 (0) 7.5 () 6.5 (6) 77 (7) (0) 0. () 68.9 (0) 0.9 (4) 64.9 (84) 8.6 (8). (5) 4.4 (6) 6. (7) 48. (0) 7. () 8 (5) Kürt % (n=74) 47 58. (99) 4.7 (7) 0. (4) 90.8 (58) 4 (7) 5. (9). (4).7 (57) 5. (9) 0.9 (9).8 (). (4) 4.7 (76) 48. (84) 5.7 (0) 59.7 (04) 40. (70) 6 (08) 8 (66) 6. (6) 6.6 (09). () 48. (84).5 (0).8 (4) 6.4 (46).7 () 5.4 (6). () 4.5 (5) MEME KANSERLİ HASTALARDA CYPD6 GEN AİLESİNDEN CYPD6*4 VE CYPD6* POLİMORFİZİMLERİNİN ARAŞTIRILMASI Arap % (n=5) P-değeri 47 (6.8) (7.) - 97. (4) -.9 ().8 ().6 () 60 ().8 ().8 () - 45.7 (6) 45.7 (6) 8.6 () 77. (7).9 (8) 7.4 (5) 8.6 (0).5 () 65.7 ().8 () 7.5 (5) 5.7 () -.8 (8).5 (8) 47 (6) 8.9 () 4.7 (5) 0. 0.8 - - - 0.6 - - - 0.07 - - - - - 0. - - - 0.00 - - 0.00 - - 0. - - - <0.000 0.4 0.06 0.00 0. 0.0 0.06 0.04 Ali Bayram, Serdar Öztuzcu, Esma Özyazgan, Mehmet Emin Kalender, Alper Sevinç, İbrahim Halil Yıldırım, Ahmet Aslan, Celalettin Camcı Gaziantep Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Ana Bilim Dalı, Gaziantep Gaziantep Onkoloji Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Moleküler Onkoloji laboratuarı Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Sitokrom P450 sistemi enzimlerinden CYPD6 birçok ilacın ve kimyasalın metabolize edilmesinden sorumlu olan bir enzimdir. Bu çalışmada, CYPD6 genindeki CYPD6*4 (G964A) ve CYPD6* (67delA) allellerinde görülen polimorfizmler ile meme kanseri arasındaki ilişkinin araştırılması hedeflenmiştir. Yöntem: Bu çalışmaya meme kanseri tanısı almış hastalar (hasta grubu, n=80) ve sağlıklı bayan gönüllüler (kontrol grubu, n=7) alınmıştır. Çalışmaya katılanların genomik DNA ları real-time polimeraz zincir reaksiyonu ile (Light Cycler, Roche) analiz edilmiştir. Bulgular: CYPD6 genindeki CYPD6*4 (G964A) homozigot wild tip (wt/wt), heterozigot mutant (wt/*4), homozigot mutant (*4/*4) genotipleri kontrol grubunda sırasıyla %68.5, %8.8 ve %.7 bulunurken hasta grubunda sırasıyla %8.5, %5 ve %.5 (p>0.05) bulunmuştur. CYPD6 genindeki CYPD6*4 polimorfizminin kontrol ile hastaların genotip ve allel frekansları arasında anlamlı fark bulunamamıştır. CYPD6 genindeki CYPD6* polimorfizmi incelendiğinde homozigot mutant ve hetrozigot mutant genotipine rastlanmamış ve gruplar arasında da istatistiksel anlamlı fark saptanmamıştır (P>0.05). Sonuç: CYPD6 genindeki CYPD6*4 ve CYPD6* polimorfizmleri ile bölgemizdeki meme kanseri oluşumu arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. Ref No: P-008 HORMON RESEPTÖRÜ POZİTİF MEME KANSERLİ HASTALARDA PROGESTERON RESEPTÖR POZİTİFLİĞİNİN SAĞKALIM ÜZERİNE ETKİSİNİN İNCELENMESİ Mehmet Ali Nahit Şendur, Sercan Aksoy, Şebnem Yaman, Zafer Arık, Ozan Yazıcı, Taner Babacan, Nuriye Yıldırım Özdemir, Nurullah Zengin, Kadri Altundağ Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Giriş: Hormon reseptör pozitifliği meme kanserli hastalarda 70-75% oranında saptanmaktadır. Meme kanserli hastalarda östrojen reseptörü (ER) pozitifliğine ek olarak progesteron resptörünün (PR) de pozitif olması hormonal tedavinin etkinliğini arttırmaktadır. Ancak ER pozitif olan hastalarda PR negatifliğinin etkisi net olarak bilinmemektedir. Bu nedenle bu çalışmada ER+/PR+ ile ER+/PR- meme kanserlerinin klinik ve patolojik özelliklerinin karşılaştırılması ve PR durumunun sağkalım üzerine etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Merkezimize 00-0 yılları arasında başvuran 849 meme kanseri öyküsüne sahip hastanın verileri retrospektif olarak incelenerek demografik ve klinik bilgileri karşılaştırıldı. Genel sağkalım (GS) ve hastalıksız sağkalım (DFS) Kaplan-Meier istatistiksel analizi ile hesaplandı. Sonuçlar: Verileri incelenen 849 hastanın 007 de (70.4%) hormon reseptörleri pozitif olarak saptandı. ER+/PR+ liği 79 (89.%) hastada pozitif iken ile ER+/PR- liği 4 (0.7) hastada saptandı. ER+/PR+ olan hastaların ortanca tanı yaşı 5 (5-74) iken, ER+/PR- olanların ortanca tanı yaşı 48 (0-90) idi (P=0.). Her grupta lenfovasküler invazyon, perinöral invazyon ve ekstakapsüler ekstansiyon pozitifliği açısından istatistiksel olarak fark saptanmadı. Grad II-III tümör, lenf nodu pozitifliği, T evresi, TNM evresi ve metastaz durumu her grupta benzer olarak saptandı. ER+/PR+ olan hastaların.8% HER pozitifliği saptanırken, ER+/PR- olan hastaların ise.8% de HER pozitifliği saptandı (P=0.00). Hastalıksız sağkalım (DFS); ER+/PR+ kolunda. yılda 7.% ve 5.yılda 57.% iken, ER+/PR- kolunda. yılda 67.% ve 5.yılda 57.4% olarak saptandı ve istatistiksel olarak ER+/PR+ kolunda daha yüksek idi (P = 0.004). ER+/PR+ olan hastalarda ve 5 yıllık GS sırası ile 97.7% ve 9.7% iken, ER+/PR- olan hastalarda ise ve 5 yıllık GS sırası ile 9.8% ve 88.9% olarak bulundu (P=0.04). Tartışma: Literatürde PR negatifliği olan hastalarda HER pozitifliğinin daha sık saptandığı bildirilmiştir. Bizim çalışmamızda da HER pozitifliği PR negatif olan hastalarda istatistiksel olarak daha yüksek saptanmıştır. Bu çalışmada aynı zamanda ER+/PR+ liği olan meme kanserli hastalarda ER+/PR- olan hastalara oranla daha uzun DFS ve GS bulunmuştur. Bunun en önemli sebeplerinden biri HER pozitifliğinin daha yüksek saptanmasının dışında PR- olan hastalarda hormonal tedavi direnci daha yüksek oranda olabilmesidir. Bu çalışmada sonuç olarak ER pozitif olan meme kanserli hastalarda PR negatifliği olumsuz bir faktör olarak bulunmuştur. MEME KANSERİ Susesi Otel, Antalya 65

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-009 ADJUVAN TRASTUZUMAB ALAN MEME KANSERLİ HASTALARIN İNCELENMESİ Zafer Arık, Sercan Aksoy, Tuğba Akın Telli, Çağın Buldukoğlu, Furkan Sarıcı, Taner Babacan, Ece Esin, Özge Keskin, Mustafa Solak, İbrahim Petekkaya, Neyran Kertmen, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Amaç: HER-(+) meme kanseri tedavisinde trastuzumab standart olarak kullanılmaktadır. Adjuvan olarak kullanılma süresi ile ilgili tartışmalar devam etmektedir. Bu çalışmada kliniğimizde HER(+) meme kanseri hastalarında adjuvan 9 veya 5 hafta trastuzumab kullanan hastalar incelenmiştir. Gereç-Yöntem: 004-0 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Kliniği nde takip edilen meme kanseri hastalarının verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların tanı yaşları, evreleri, aldıkları kemoterapiler, tümör histolojisi, hormon reseptör durumları, gradları, menopoz durumları, radyoterapi alma durumları, hastalıksız sağkalımları ve genel sağkalımları incelenmiştir. Bulgular: Çalışmada ortanca yaşı 44 (min-max: 6-78) olan 00 HER(+) meme kanserli kadın hasta incelenmiştir. 65 hastaya adjuvan olarak 9 hafta trastuzumab, 5 hastaya ise 5 hafta trastuzumab verilmişti. 9 hafta ile 5 hafta alan hastalar arasında evre ve histolojik özellikler açısından istatistiksel olarak bir fark yoktu. 9 hafta alan hastaların ortanca yaşı 48 (min-max: 7-78) yıl iken 5 hafta alanlarda ise 40 (min-max: 6-6) yıl idi (p=0,0). 9 hafta alanların ortanca takip süresi 57 (min-max: 8-7) ay iken, 5 hafta alanlarda ise 7 (min-max: 0-57) ay idi (p<0.00). 9 hafta alanlardan (%0) hastada, 5 hafta alanlardan ise (%8.5) hastada nüks gelişmişti. 9 hafta alan 7 hasta, 5 hafta alan hasta exitus olmuştu. Takip süresinde ortanca hastalıksız sağkalım ve genel sağkalıma ulaşılmamıştı. İki kol arasında yıllık DFS açısından istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (9 hafta %89.9, 5 hafta %9.6 p=0,94). İki kol arasında yıllık OS açısından istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu (9 hafta %98.5, 5 hafta %96.9 p=0.) Sonuç: Kılavuzlarda HER-(+) meme kanseri adjuvan tedavisinde yıl trastuzumab kullanılması önerilen standart tedavidir. FINHER çalışması ile adjuvan 9 hafta trastuzumabın da etkin olduğu gösterilmiştir. Çalışmamızda 9 hafta trastuzumab alan hastaların 5 hafta alanlara göre daha yaşlı olmaları ve daha uzun süre takip edilmelerine rağmen hastalıksız sağkalımları ve genel sağkalımları 5 hafta alanlara göre istatistiksel olarak farklı saptanmamıştır. Ref No: P-0 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ MEME KANSERİNDE COX- VE BCL- EKSPRESYONU VE TRİPLE NEGATİF MEME KANSERİ İLE İLİŞKİSİ Arsenal Sezgin Alikanoğlu, Mustafa Yıldırım, Dinç Süren, Mustafa Yıldız, Vildan Kaya 4, Utku Dönem Dilli, Cem Sezer Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, Antalya Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Batman Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Antalya 4 Süleyman Demirel Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Isparta Amaç: Triple negatif meme kanseri, meme kanserinde prognostik ve prediktif önemli biomakerlar olan ER(estrogen receptor), PR(progesteron receptor) ve HER (human epidermal growth factor receptor) ekspresyonlarının olmaması ile karakterizedir. Triple negatif meme kanserinin moleküler patogenezi ve tedaviye yanıtı diğer meme kanserlerinden farklıdır. İnflamasyonun güçlü mediatörü olan prostoglandinler hücre proliferasyonunda ve apoptozisde önemli rol oynamaktadır. Bir çok malingnitede COX- overekspres-yonun rolü gösterilmiştir. Bcl- apopitozu inhibe ederek hücrenin yaşam süresinin uzamasına ve mutajen faktörlerle daha fazla karşı-laşmasına neden olmaktadır. COX- ekspresyonun karsinogenezde-ki rolünün apoptotik yolaklar üzerinden olduğu düşünülmektedir. Çalışmamızda triple negatif meme kanserli hastalarda COX- ve Bcl- ekspresyonlarının rolü ve diğer meme kanserli hastalarla bu açıdan farklı olup olmadığının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: 008-00 yılları arasında Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesinde takip edilen ve histopatolojik olrark tanı ko- 66 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER nulan meme kanserli kadın hastalar çalışmaya alındı. Bcl- ve cox- ekspresyonu immünhistokimya kullanılarak arştırıldı. Bulgular: Histopatolojik olarak tanısı doğrulanmış 60 hasta çalışmaya alındı. Hastaların medyan yaşı 4 (range 5-7) idi. COX- ekspresyonu hastaların 44 ünde(%88) pozitif olarak saptanırken 6 (%) hastada negatif olarak saptandı. Cox ekspresyonu non triple meme kanserli 6 (86.7%) hastada triple negatif meme kanserli hastaların ise 8 (90%) pozitif bulundu. İki grup arasında COX- açısından anlamlı fark saptanmadı (p:0.7). Bcl ekspresyonu 6 sında(%88) pozitif olarak saptanırken 4 (8%) hastada negatif olarak bulundu. Triple negatif grupta Non-Triple negatif gruba göre daha yüksek oranda bcl ekspresyonu saptandı (p:0.005). Non TN breast cancerda bcl %86.7 ornında pozitif iken TN breast cancerda bu oran %50 oranında pozitif idi. Bcl ekspresyonu ile birlikte cox ekspresyonu birlikte değerlendirildiğinde iki grup arasında anlamlı fark bulundu (p:0.0). Bcl ve COX nin birlikte ekspresyonu non triple negatif grupta %80 olarak saptandı. Sonuç: COX ekspresyonunun meme kanserli hücrelerde niçin arttığı tam olarak bilinmiyor. Maling hücrelerde p5 gibi tümör supresör genlerin, HER gibi onkogenlerin COX ekspresyonunu indüklediği öne sürülmüştür. Bcl ekspresyonun olduğu tüm alt gruplarda COX ekspresyonuda artmaktadır. Bu sonuçta meme kanserinde COX ekspresyonunda Bcl nin rolü olduğunu göstermektedir. Çalışmamızda hen TN mem kanserinde hem de non TN meme kanserinde COX ekspresyonun Bcl ekspresyonu ile birlikte arttığını gösterdik. TN meme kanserinde bcl ve cox yi hedefleyen tedaviler agresif gidişli ve spesifik bir tedavisi olmayan bu hastalık için umut olabilir. Ref No: P-0 N MEME KANSERLİ HASTALARIN KLİNİK VE PATOLOJİK ÖZELLİKLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Mehmet Ali Nahit Şendur, Sercan Aksoy, Şebnem Yaman, Zafer Arık, Ozan Yazıcı, Taner Babacan, Nuriye Yıldırım Özdemir, Nurullah Zengin, Kadri Altundağ Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Giriş: Meme kanserinde aksiler lenf nodu tutulumu en önemli prognostik faktör olarak bilinmektedir. Lenf nodu evrelendirmesinde - lenf nodu pozitifliği N, 4-9 lenf nodu pozitifliği N, >=0 patolojik lenf nodu tutulumu N (Evre C) olarak kabul edilmektedir. Son yıllarda tarama yöntemlerinin giderek artması ile N lenf nodu pozitifliğinde azalma izlense de literatürde N pozitifliği 4-% arasında değişmektedir. Bu çalışmanın amacı hastanemize başvuran N(+) meme kanserli hastaların özelliklerinin retrospektif olarak değerlendirilmesidir. Materyal-Metod: Merkezimize 00-0 yılları arasında başvuran 849 meme kanseri öyküsüne sahip hastanın verileri retrospektif olarak incelenerek demografik ve klinik bilgileri karşılaştırıldı. Genel sağkalım (GS) ve hastalıksız sağkalım (DFS) Kaplan-Meier istatistiksel analizi ile hesaplandı. Sonuçlar: N, 7/849 (.8%) hastada pozitif olarak saptandı. N pozitifliği saptanan hastaların ortanca yaşı 49 (0-79) idi ve N0 ile N-N hastalık olanlar ile tanı yaşı arasında fark saptanmadı (P=0.07). Modifiye radikal mastektomi (MRM) N hastalığa sahip olan hastaların 96.% ne yapılırken N0 olanların 4.8% ne, N-N olanların ise 65% ne yapılmış idi (P<0.00). N hastalık olan hastalarda grad III tümör 5.6% iken, N-N hastalık olanlarda 4.6%, N0 olanlarda ise 7.9% idi (P<0.00). Lenfovasküler invazyon (LVI) N hastalarda 7.5% oranında pozitif olarak saptanırken, N- olanlarda 5.5%, N0 olanların ise 7.5% de pozitif olarak saptandı. Aynı şekilde perinöral invazyon da N pozitif olanlarda istatistiksel olarak daha yüksek oranda pozitif saptandı (P=0.004). N pozitif olan hastaların 67.% de hormon reseptör pozitifliği izlenirken N0 ve N-N olanlarda sırasıyla 75.% ve 7.9% idi (P=0.0). Gruplar arasında menopoz durumu ve histolojik alt tip arasında ise fark bulunmadı. N meme kanserli hastaların yıllık DFS si 49.5%, 5 yıllık DFS si ise 8.8% olarak saptanırken, N0 olanların yıllık DFS si 78.7%, 5 yıllık DFS si 67.%, N-N olanların ise yıllık DFS si 76.%, 5 yıllık DFS si 60.6% olarak saptandı (P<0.00). N meme kanserli hastaların 5 yıllık GS ı 75.4% iken, N0 olanların 96.%, N-N pozitif olanların ise 9.% idi (P<0.00). Tartışma: Meme kanserli hastalarda aksiler lenf nodu tutulumu en önemli prognostik faktör olarak bilinmektedir. Lenf nodu metastazı arttıkça hastalığın evresi artmakta ve hem genel sağkalım hem de hastalıksız sağkalım azalmaktadır. Bu çalışmada da N hastalığı olan hastaların prognozunun istatistiksel olarak daha kötü olduğu izlendi ve daha yüksek oranda grad III, LVI ve PNI pozitifliği saptandı. Ref No: P-0 MARMARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DÖNEM, VE KIZ ÖĞRENCİLERİNİN MEME KANSERİ VE KENDİ KENDİNE MEME MUAYENESİ KONUSUNDAKİ BİLGİ, TUTUM VE UYGULAMA DURUMLARININ BELİRLENMESİ Nazım Serdar Turhal, Merve Ballı, Mecnur Böyük, Mehmet Solmaz, Yonca Ünlübaş Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Onkoloji Blim Dalı, İstanbul Giriş: Meme kanseri, genel olarak birçok ülkede kadınlarda en sık görülen kanser türü ve ölüm nedenidir. Düzenli aralıklarla kendi kendine meme muayenesi uygulaması meme kanseri erken tanısında önemli bir yer tutmaktadır. Bu araştırmanın amacı Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem, ve kız öğrencilerinin meme kanseri ve kendi kendine meme muayenesi konusundaki bilgi, tutum ve uygulama durumlarının belirlenmesidir. Yöntem: Araştırma kesitsel niteliktedir. Veriler Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dönem, ve amfilerinde yüz yüze uygulanan çoktan seçmeli ve 6 sorudan oluşan bir anket aracılığı ile toplanmıştır. Evren kişidir; tümüne ulaşılması hedeflenmiş olup 58 kişiden(%74,) geri bildirim alınmıştır. Elde edilen verilerin sonuçları SPSS-7 programında değerlendirilmiştir. Bulgular: Araştırmaya katılan 58 kişiden 56 sı(%5,4 ü) kendi kendine meme muayenesi yaptığını belirtmiştir. Daha önce kendi kendine meme muayenesi yapmamış olan 0 kişinin %50 si ise nasıl yapıldığını bilmediğini belirtmiştir. Araştırmaya katılanların %9, i memede ele gelen şişkinliği meme kanserinin en sık karşılaşılan belirtisi olarak görmektedirler. Katılımcıların %8,5 i kendi kendine meme muayenesinin meme kanserinin erken tanısında önemli bir yer tuttuğunu düşünmekteyken; %4,8 i aynı zamanda mamografi çektirmenin de etkili olduğuna inanmaktadır. Eğer sizde meme kanseri saptanmış olsaydı ne yapardınız? şeklinde sormuş olduğumuz soruya katılımcıların %5,9 u Mememin yalnızca hasta kısmının alınmasını isterdim cevabını vermiştir. Araştırmaya katılanların %, ü meme kanseri ile ilgili bilgileri en çok doktordan öğrendiğini belirtmiştir. Sonuç: Araştırmaya katılanların tıp fakültesi öğrencisi olmalarından dolayı meme kanseri ile ilgili genel bilgi düzeyleri yüksektir. Meme kanserinin erken tanısında kendi kendine meme muayenesinin öneminin bilinmesine rağmen uygulanma düzeyi yeterli değildir. Tıp eğitiminde daha üst noktalara ulaştıkça meme kanseri ile ilgili genel bilgi düzeyinin artmasının yanı sıra pratik uygulama durumlarının da geliştirilmesi gerekmektedir. MEME KANSERİ Susesi Otel, Antalya 67

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-04 TÜRK TOPLUMUNDAKİ MEME KANSERLİ HASTALARDA BRCA MUTASYON DAĞILIMLARININ KLİNİK FAKTÖRLERLE İLİŞKİSİ Leyla Kılıç, Özge Şükrüoğlu, Seda Kılıç, Mukaddes Avşar, Demet Akdeniz, Buğra Tuncer, Meltem Ekenel, Nejat Dalay, Hülya Yazıcı, Pınar Saip İ.Ü.Onkoloji Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul, Türkiye İ.Ü.Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Anabilim Dalı, İstanbul, Türkiye Amaç: BRCA mutasyonlarıyla ilişkili meme kanseri sistemik tedaviye farklı yanıtı olması ve gelecekteki kanser riski açısından sporadik meme kanserinden farklıdır. Bu çalışmanın amacı toplumumuzda meme kanserli hastalar arasında BRCA mutasyonunun çeşitli klinik, patolojik faktörlerle ilişkisini araştırılmasıdır. Gereç-Yöntem: Ensitütümüze BRCA gen analizi açısından değerlendirilmek üzere başvuran 74 meme kanseri hastasının (66 kadın, 8 erkek) klinik/demografik özellikleri incelendi ve BRCA gen mutasyonu saptanan hastalarla mutasyon saptanmayanların klinik ve patolojik özellikleri karşılaştırıldı, sağkalım analizleri yapıldı. Bulgular: Tüm hastalar için medyan takip süresi 9 ay (4.9-0.8) idi. BRCA gen mutasyonu saptanan hasta (%7.5) ve BRCA gen mutasyonu saptanan 9 hasta (%5.) mevcuttu. Erkek hastaların hiçbirinde gen mutasyonu saptanmamıştı. Tüm grup için 5 yıllık genel sağkalım (OS) oranı %94., 5 yıllık progresyonsuz sağkalım (PFS) oranı %7.8 idi. İki grup arasında PFS ve OS farkı saptanmadı (p=0.88 ve p=0.5). BRCA mutasyonu olanlarda ailede meme kanseri öyküsü daha sık saptanmıştı (p=0.0). Diğer klinik ve patolojik parametreler açısından iki grup arasında fark tespit edilmedi. Kaplan Meier ile univariate sağkalım analizi yapıldığında ileri evre (Evre &4 vs &), ER negatifliği, PR negatifliği ve lenf nodu tutulumu azalmış genel sağkalım ile ilişkili saptanırken, bilateral meme kanseri varlığı, ileri evre, progesteron reseptör negatifliği, lenf nodu tutulumu azalmış PFS ile ilişkili saptandı. Cox regresyon testi ile yapılan multivariate analizde ise sadece ileri patolojik evre PFS ve OS ile ilişkili saptandı (RFS için p=0.00, HR: 0., %95 CI:0.04-0.44, OS için HR: 0.084, %95 CI: 0.0-0.59). Sonuç: Türk toplumunda meme kanserli hastalarda BRCA gen mutasyonu görülme sıklığı diğer popülasyonlara benzerdir ancak BRCA gen mutasyon varlığı genel sağkalım ve progresyonsuz sağkalımla ilişkili bulunmamıştır. Ref No: P-05 HER POZİTİF MEME KANSERLİ HASTALARIN DEMOGRAFİK, PATOLOJİK VE KLİNİK ÖZELLİKLERİNİN Kİ-67 İLE İLİŞKİSİ Bülent Erdoğan, Sernaz Uzunoğlu, Esma Türkmen, İrfan Çiçin, Tülin Deniz Yalta, Hilmi Kodaz Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Edirne Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Ana Bilim Dalı, Edirne Yüksek Ki-67 ve Her pozitifliği agresif ve kötü prognozlu meme kanserinin göstergesidir. Her negatif meme kanserlerinde olduğu gibi Her pozitif meme kanserlerinde de Ki-67 farklı klinik özelliklere sahip tümör gruplarını belirlemede faydalı olabilir. Bu çalışmayla Her pozitif meme kanserli hastaların demografik, patolojik ve klinik özelliklerinin Ki-67 ile ilişkisini tespit etmek amaçlanmıştır. Ocak 000 Temmuz 00 tarihleri arasında Trakya Üniversitesi Onkoloji Merkezi ne başvuran Her pozitif 79 hastanın demografik, patolojik ve klinik özellikleri incelendi. Hastaların arşivdeki patoloji bloklarından yeni kesitler alınarak immünhistokimyasal yöntemle Ki-67 çalışıldı. Ki-67 değeri %0 ve altında olan hastalar ile %0 den fazla olan hastalar karşılaştırıldı. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Yaş, beden kitle indeksi, menarş yaşı, ilk doğum yaşı, çocuk sayısı, menopoz yaşı ve menopoz durumu ve hormon kullanımı iki grup arasında karşılaştırıldı. İki grup demografik olarak benzer özellikteydi. Tümör çapı, tutulan aksiller lenf nodu sayısı, kapsül dışı yayılım, grad, lenfovasküler ve perinöral invazyon varlığı yönünden iki grup arasında fark tespit edilmedi. Ki-67 düşük grup daha fazla hormon reseptör pozitif idi (p=0.09). Ki-67 indeksi yineleme ile ilişkili bulunmadı (p=0,9). Ki-67 indeksi yüksek hastalar Takip boyunca daha fazla solid organ metastazı olduğu görüldü (p=0.0). Sonuç olarak; Her pozitif hastalar Ki-67 düzeyine göre demografik özellikler farklılık göstermemektedir. Ki-67 si düşük olan hastaların daha fazla hormon reseptör pozitif olduğu ve lüminal tip meme kanserleriyle benzer metastaz özellikleri gösterdiği görülmüştür. Bu grup hastada Ki-67 nin prognostik önemini göstermek için daha uzun takip süreli çalışmalara ihtiyaç vardır. Ref No: P-06 ANKARA MERKEZ VE KIRSAL ALANDAKİ BAYANLARIN MEME KANSERİ,KKMM VE KMM HAKKINDAKİ BİLGİ DÜZEYLERİNİ DEĞERLENDİRME VE EĞİTİM ETKİNLİĞİ (ÇARE ELLERİNDE) Hatice Kılıç, Mehtap Taşdemir, Sedef Karaköse, Deniz Arslan, Cemahan Erdoğan, Ruziye Nur Bakır, Kübra Bal, Fatma Kamer Tuncer, Halime Yurt, Merve Güney Bala Kemal Şahin Anadolu Sağlık Meslek Lisesi,Öğretmen,Ankara Bala Kemal Şahin Anadolu Sağlık Meslek Lisesi,Hemşirelik Bölümü Öğrenci,Ankara Amaç: Meme kanseri ile ilgili kadınları bilgilendirerek erken teşhisin yolunu açabilmektir.bunun için yaptığımız çalışmalarla kadınlarda meme kanseri görülme sıklığını da düşünerek farkındalığı artırmak adına erken teşhis ile meme kanserinin önüne geçilmesi hedeflenmiştir. Bu yüzden bizler bu araştırmayı Ankara merkez ve Ankara kırsal alanda yaşayan bayanların meme kanseri, KKMM(kendi kendine meme muayenesi) ve KMM(klinik meme muayenesi) konusundaki bilgi, tutumlarını belirlemek ve bu doğrultuda eğitim etkinlikleri düzenlemek amacıyla yapmış bulunmaktayız. GEREÇ VE Yöntemler: Bu araştırma 5 Ekim 0-5 Ocak 0 tarihleri arasında gönüllü toplam 70 bayanın katılımıyla gerçekleştirilmiştir.70 bayanın yarısı (5 kişi) Ankara merkez diğer yarısı ise (5 kişi) Ankara kırsal alanı (Bala ilçesi ve köyleri) kapsamaktadır. Bayanlara soruluk anket formu uygulanmıştır. Veriler istatistiksel olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Araştırma kapsamında Ankara merkez ve kırsal kesimde yaşayan bayanların yaş ortalaması aralığı 0-40 yaş olup,sırasıyla %56 ve %65 dir.merkezde yaşayan bayanların bebeklerini emzirme durumuna ve sürecine baktığımızda %4 ünün emzirdiği fakat %74 ünün yalnız 4 ay emzirdikleri tespit edilmiştir.kırsal alanda yaşayan bayanların bebeğini emzirme durumuna ve sürecine baktığımızda ise % ünün emzirdiği ve %74 ünün bebeğini ay ve üstü emzirdiği tespit edilmiştir. Yapılan araştırmada merkezde bulunan bayanların %6 sının KKMM sini bildiği ve kırsal alanda yaşayan bayanların % inin KKMM sini bilmediği anlaşılmıştır. Merkezdeki bayanların %78 inin KKMM si bilgisini sağlık personelinden ve kırsal alanda bulunan bayanların %5 sinin KKMM si bilgisini basın-yayın araçlarından aldığı tespit edilmiştir. KKMM sinin yanı sıra KMM si merkezde yaşayan ve kırsal alanda yaşayan bayanlarda birbirlerine yakın oranlarda bilmedikleri tespit edilmiştir. Sonuç: Araştırma kapsamında merkez ve kırsal kesimin sonuçları incelendiğinde; merkezde yaşayan bayanların eğitim seviyesi kırsal alanda yaşayan bayanların eğitim seviyesinden yüksek olmasına rağmen bebeklerini emzirme süreleri kısadır.merkezde yaşayan bayanların emzirme süresinin kısa olması çalışma hayatlarına bağlıdır. Bununla beraber merkezde yaşayan bayanların KKMM si bilgisine 68 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER sahip olma oranları ve bu bilgiye sağlık personelinden ulaşmış olmalarınıda aktif bir yaşantılarının olmasına bağlamaktayız.buna karşın kırsal kesimde yaşan bayanlar KKMM si bilgisine daha çok basın yayın araçlarından ulaştıklarını vurgulamışlardır.buradan da kırsal alanda yaşayan bayanların sağlık personellerine ulaşmada güçlük çektiklerini görmekteyiz.bu yüzden son sınıf hemşirelik bölümü öğrencilerimizle standlar kurarak ve konferanslar düzenleyerek halkı bilgilendirmekteyiz. Çare Ellerinizde diyor ve çalışmalarımıza devam ediyoruz. Ref No: P-07 MEME KANSERİ TANISI İLE TAKİP EDİLEN HASTALARDA FANTOM AĞRI VE POSTÜRAL BOZUKLUKLAR Naciye Vardar Yağlı, Gül Şener, Kadri Altundağ, Yavuz Özışık Hacettepe Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara Hacettepe Üniversitesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı Giriş-Amaç: Fantom meme sendromu hastaların rezidüel meme dokusu hissine sahip olduğu ve fantom meme ağrısı veya ağrısız hisler içeren bir tip durumdur. İnsidans farklı çalışmalara göre değişir. Mastektomi sonrası hastalarda %0 dan %80 e varan oranlarda görülmektedir. Hastalarda ağrı, rahatsızlık, kaşınma, iğnelenme, batma, sızlama, basınç, yanma ve zonklama gibi hisler görülebilir. Bu çalışmanın amacı meme kanseri tanısı ile takip edilen hastalarda fantom ağrı sıklığını ve postüral bozuklukları belirlemekti. Gereç-Yöntem: Çalışmaya meme kanseri tanısı ile takip edilen 5 olgu alındı. Olguların olası postüral bozuklukların belirlenmesi için postür analizi yapıldı. Gözlemler Corbin ve arkadaşlarının geliştirdikleri form ile posterior ve lateralden yapılarak belirlenen bulgular kaydedildi. Ağrı değerlendirmesi ise görsel analog skalası kullanılarak belirlendi. Bireylerin fantom meme ağrısına yönelik kendi ifadeleri not alındı. Sonuçlar: Elde edilen sonuçlara göre bireylerin % sinde hafif düzeyde skolyoz, %6.7 sinde hafif düzeyde lordoz, %4 sinde ise kifoz belirlenmiştir. Ayrıca lateral ve posterior postür analizinde bireylerde omuz seviyesi eşitsizliği, yuvarlak omuz, başın anterior tilti ve anterior dengenin sıklıkla görüldüğü gözlenmiştir. Fantom ağrı için kişiler özellikle ameliyat olan memede ağrı, rahatsızlık hissi, gerginlik, karıncalanma, uyuşukluk, kaşınma, meme ucunda ıslaklık hissi, meme ameliyatı olan bölgede kasların toplandığı hissinin varlığını belirtmişlerdir. Görsel analog skalası ağrı puan ortalaması 5.6±.7 bulundu. Tartışma: Mastektomi sonrası bireylerde postüral değişiklikler ve fantom meme sendromu görülebilir. Hastaların egzersiz programlarına katılmaları teşvik edilerek postüral problemlerle ve ağrı ile başa çıkabilmelerini sağlamak rehabilitasyon programlarının en temel hedefleridir. Ref No: P-08 MEME KANSERİ TEDAVİSİ SONRASİ LENF ÖDEM GELİŞEN OLGULARDA EĞİTİMİN ÜST EKSTREMİTE FONKSİYONLARİNA ETKİSİ Nail İmamoğlu, Didem Karadibak, Gülbin Ergin, Tuğba Yavuzşen Dokuz Eylül üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Dokuz Eylül üniversitesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu Dokuz Eylül üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Anabilim Dalı Amaç: Meme kanseri tedavisi sonrası lenfödem gelişen olgularda eğitimin üst ekstremite fonksiyonlarına etkisini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Çalışmaya, meme kanseri tedavisi sonrası lenfödem (LÖ) gelişen toplam 8 olgu katılmıştır. Olgular, LÖ konusunda (LÖ nedir) ve LÖ in risk faktörlerinin (risk faktörleri, cilt bakımı, günlük yaşam aktivitelerinde dikkat edilecek durumlar, egzersizler, koruyucu giysiler) azaltılması konusunda eğitim alan (Grup ) (n=9) ile standart tedavi alan (cerrahi, kemoterapi, radyoterapi) (Grup ) (n=9) olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Olguların üst ekstremite eklem hareketlerini değerlendirmek için Universial gonyometre kullanılmıştır. Omuz fonksiyonlarının değerlendirmesi için de Kol, Omuz ve El Sorunları anketi (DASH) ve Omuz Ağrı ve Disabilite Ölçeği (SPADİ) kullanılmıştır. Ölçümler bir kez ve aynı fizyoterapist tarafından yapılmıştır. Verilerin analizinde ki-kare testi ve Mann Whitney U testi kullanılmıştır. Sonuçlar: İki grup arasında omuz fleksiyon hareket açısı karşılaştırıldığında LÖ konusunda eğitim alan grup lehine anlamlı olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Omuz abdüksiyon, internal- eksternal rotasyonu ve dirsek fleksiyon hareketleri, DASH ve SPADİ ölçekleri karşılaştırıldığında her iki grup arasında istatistiksel olarak değişiklik saptanmamıştır (p>0.05). Ancak LÖ konusunda eğitim alan grubun omuz fonksiyonlarının standart tedavi alan gruba göre daha iyi olduğu gözlenmiştir. LÖ şiddeti gruplar arasında karşılaştırıldığında anlamlı fark olmadığı bulunmuştur (p>0.05). Tartışma: Kullanılan skalalara göre, Omuz fonksiyonları açısından her iki grupta fark bulunmamasına rağmen, normal eklem hareket açıklığı ve genel omuz fonksiyonları açısından eğitim alan grubun daha iyi olduğu gözlenmiştir. Ref No: P-09 EVRE IA MEME KANSERİNDE ADJUVAN TEDAVİDE KEMOTERAPİ Mİ, HORMONOTERAPİ Mİ? Bala Başak Öven Ustaalioğlu, Ahmet Bilici, Burçak Erkol Yılmaz, Mehmet Aliustaoğlu, Mesut Şeker, Fügen Vardar Aker 4, Günay Gürleyik 5, Mahmut Gümüş Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji 4 Haydarpaşa Numun Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji 5 Haydarpaşa Numun Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi Giriş: Evre I meme kanserinin tedavisinde belirleyici olan faktörler, grade, lenfovasküler invazyon (LVI), hormon reseptör ve cerbb durumudur. Nüks riski düşük olan evre I meme kanserli hastalarda, kemoterapi ve hormonoterapinin yan etkileri ve nüks riskini azaltma ihtimalleri iyi değerlendirilmelidir. Lenf nodu negatif hormon reseptörü pozitif tümörler için, tumor gen ekspresyon profiline göre yüksek riskli saptanan hastalara kemoterapi önerilir. Ülkemizde standart olarak yapılmayan gen ekspresyon profile nedeniyle, hormone reseptör pozitifliği olan hastalarda da yan etki ve hasta özellikleri iyi değerlendirilerek adjuvant tedavi planlanmalıdır. Biz çalışmamızda evre IA meme kanserlerinde adjuvant kemoterapi ve hormonoterapi ile ilişkili klinikopatolojik faktörleri ve prognostik önemlerini değerlendirdik. Gereç ve Method: Çalışmamızda 004-0 tarihleri arasında merkezde Tıbbi Onkoloji Kliniklerinde takip ve tedavi edilen 47 evre A meme kanserli hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Çalışmaya mastektomi veye meme koruyucu cerrahi sonrası, <cm tumor saptanıp, aksiller lenf nodu metastazı olmayan hastalar dahil edildi. Hastaların dosyalarından klinkopatolojik özellikleri elde edildi ve bu özelliklerin kemoterapi ile ilişkileri ve prognostik önemleri tekdeğişkenli ve çokdeğişkenli analizlerle değerlendirildi. Lojistik regresyon analizi yapılarak adjuvant kemoterapiyi etkileyen faktörler araştırıldı. Bulgular: Hastaların ortanca yaşı 5 (5-86) olup, ortanca takip süresi.6 (-) aydı. Hastaların %4 i premenopoze olup, %47.5 hastada MRM uygulanmıştı. Tümör lokalizasyonları benzerken, hastada bilateral meme tümörü görüldü. Hastaların 5 yıllık hastalıksız sağkalım (DFS) ve genel sağkalım (OS) oranları sırasıyla MEME KANSERİ Susesi Otel, Antalya 69

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER %87.9 ve %98.7 idi. Ortanca DFS a ulaşılamadı. Tekdeğişkenli analizde, yaş, ER, cerbb ve triple negatif tümör varlığı DFS ile ilişkili iken, LVI, perinöral invazyon (PNI), cerbb, triple negatif tümör ve nüks varlığı OS için anlamlı idi (p<0.05). Adjuvant kemoterapi ile klinikopatolojik özellikler arası ilişki değerlendirildiğinde, yaş, menapoz, multisentrisite, grade, tümör boyutu, nekroz varlığı, ER, triple negatif tümör, cerbb kemoterapi verilmesiyle ilişkili bulundu (p<0.05). Lojistik regresyon analizi ile; menapoz, multisentrisite, grade, tümör boyutu, ER, triple negatif tümör, LVI, PNI, cerbb; KT ile ilişkili bağımsız faktörler olarak bulundu. Tartışma: Evre I meme hastalarında tedavi kararında klinikopatolojik özellikler önemli olup, tedavi kararı verilirken kemoterapi veya hormonoterapinin yan etkileri de göz önünde bulundurulmalıdır. Tablo. Adjuvant kemoterapi ile ilişkili bağımsız faktörler özellikler wald p HR 95%CI menapoz 9.4 0.00.5.4-4.7 multisentrisite 7. 0.007..-7. T evresi. 0.00 0. 0.-0.6 grade.8 <0.00 0.4 0.-0.6 LVI 6. 0.0.4.-9. PNI 4. 0.0 0. 0.-0.9 ER 0.8 0.00 0. 0.-0.6 cerbb 7.5 0.006.9.- triple negatif 6.7 0.009 0..7-58.6 Ref No: P-00 TRİPLE NEGATİF VE LUMİNAL MEME KANSERLERİNİN GENEL ÖZELLİKLERİNİN KARŞILAŞTRILMASI Cemil Bilir, Hüseyin Engin, Yasemin Bakkal Temi Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Medikal Onkoloji Giriş: Meme kanseri tüm dünyada en sık görülen kanser olup moleküler ve klinik olarak heterojen bir kanser türüdür. En sık görülen histolojik tipleri luminal A (LA), luminal B (LB) ve triple negatif (TN) tipleridir. Histolojik alt tipler gerek klinik gerekse prognoz açısından faklılıklar göstermektedir. Metod: Bu amaçla 005 ve 0 yılları arasında Zonguldak ve Batı Karadeniz bölgesinde meme kanseri tanısı alan ve kliniğimizde takip edilen hastalarda Triple negatif, luminal A ve B alt tiplerinin genel özelliklerini karşılaştırdık. Bulgular: Luminal-A grubunda 46 hasta, Luminal-B grubunda ise 64 ve TN grubunda 80 hasta mevcuttu. Yaş ortalamaları ise 50(SD ) e karşın 5,5 (SD) ve 47 (SD) olup üç grup arasında anlamlı fark yoktu. Luminal A ve B kendi içinde değerlendirildiğinde, yaş, ilk gebelik yaşı, gebelik sayısı, emzirme süresi, ek hastalıklar ve CEA ve CA 5- gibi tümör belirteçlerinin düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu. Tanı anında 8 hastada metastaz (%) vardı ancak TN ve Luminal grup arasında metastaz sıklığı açısından anlamlı fark yoktu. Ancak lenf nodu metastazı TN grubunda anlamlı olarak daha fazlaydı (p=0.0). Luminal grup ile TN grubu arasında ilk gebelik yaşı, gebelik sayısı, emzirme süresi, ek hastalıklar açısından da anlamlı fark yoktu ancak TN grubunda CEA düzeyleri istatistiksel anlamlı olarak daha yüksekti (7./4.,p=0.00). Sonuç: Reproduktif ve hormonal durum (emzirme, gebelik sayısı, ilk gebelik yaşı) açısından luminal A, B ve triple negatif meme kanserli hastalarda anlamlı fark yoktu. Tümör belirteçlerinden CEA düzeyleri triple negatifte daha yüksekti ve aksiler lenf nodu metastaz sıklığı da bu grupta daha fazla görüldü. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Ref No: P-0 80 YAŞ VE ÜSTÜ MEME KANSERLİ HASTALARIN PATOLİJK ÖZELLİKLERİ Hüseyin Engin, Cemil Bilir, Yasemin Bakkal Temi, Derya Demirtaş Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilm Dalı, Medikal Onkoloji, Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilm Dalı, Zonguldak Giriş: Meme kanserli hastaların yaklaşık %0 u tanı anında 80 yaş ve üzerindedir. Gerek klinik çalışmalar gerekse epidemiyolojik çalışmalarda bu hasta grubu ile yeterli veri maalesef bulunmamaktadır. Metod: Bülent Ecevit Üniversitesi Medikal onkoloji kliniğinde tanı ve tedavi alan 80 yaş üzeri meme kanserli hastaların klinik ve patolojik sonuçlarını inceledik. Bulgular: 65 yaş ve altı 08 meme kanseri tanılı hasta ile 4 tane 80 yaş ve üzeri meme kanseri tanılı hasta dosyası incelendi. Genç hastaların yaş ortalaması 49±7 iken yaşlı grupta ise 8,8± bulundu. Genç hastalarda sağ meme kanseri sıklığı %54 iken yaşlı populasyonda %57 saptandı (p=0,7). Tanı anında metastatik hastalık genç grupta %6 iken yaşlı grupta %9 saptandı (p=0,6). Östrojen pozitifliği genç grupta %74 iken yaşlı grupta %78 saptandı (p=0,7), progesteron reseptör pozitifliği ise genç grupta %67 iken yaşlı grupta %47 bulundu (p=0,0). CerbB durumları incelendiğinde ise genç grupta %4 pozitiflik, yaşlı hastalarda ise %9 saptandı (p=0,). Triple negatif hasta oranları ise % e karşın % genç hastalarda daha sık olmasına karşın istatistiksel anlamlı fark yoktu (p=0,). TARTIŞMA: İleri yaşlı meme kanser tanılı hastaların klinikopatolojik özellikleri hakkında literatürde yeterli veri bulunmamaktadır. Küçük çaplı birkaç çalışmada 80 yaş üstü ve altı populasyonda ER,PR ve Her- durumları arasında fark bulunmamakla birlikte 65 yaş üstü populasyonda ER pozitifliği ile PR negatifliğini yüksek bulan çalışmalarda mevcuttur. Bizim toplumumuzda ise sadece PR pozitifliği anlamlı olarak yaşlı populasyonda daha yüksek bulundu. PR pozitif ve negatif hastalarda genel sağkalım açısında da fark bulunmadı (p=0,9). Yaşlı meme kanseri tanılı hastalarda ER, PR ve CerbB reseptör durumları genç populasyona oranla klinik olarak anlamlı fark göstermemektedir. Ref No: P-0 NADİR MEME TÜMÖRLERİNDE PROGNOSTİK FAKTÖRLERİN İNCELENMESİ: İKİ MERKEZ DENEYİMİ Esengül Koçak Uzel, Bala Başak Öven Ustaalıoğlu, Ahmet Bilici 4, Fatih Selçukbiricik 4, Metin Figen, Mahmut Gümüş, Hazım Orhan Kızılkaya şişli etfal eğitim ve araştırma hastanesi-radyasyon onkolojisi haydarpaşa numune eğitim ve araştırma hastanesi- tıbbi onkoloji kartal eğitim ve araştırma hastanesi- tıbbi onkoloji 4 şişli etfal eğitim ve araştırma hastanesi- tıbbi onkoloji Giriş-Amaç: Nadir meme tümörleri faklı klinik gidiş ve davranışa sahip olup tedavi seçenekleriyle ilgili net bir ortak görüş yoktur. Çalişmamizda, nadir meme histolojili olguların tümör karakteristiklerinin ve tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: 995-0 yılları arasında iki merkezden alınan 58 olgu retrospektif incelendi. Hastaların klinikopatolojik özellikleri ve uygulanan tedaviler değerlendirildi. Sağkalim üzerine etkili prognostik faktörler tek ve çok değiskenli analizlerle değerlendirildi. Bulgular: Elli sekiz hastanın ortanca yaşı 55 (-86) olup, histolojileri sırasıyla medüller 8 (%), papiller 4(%4.), müsinöz (%9), apokrin 4(%6.9), intrakistik papiller (%5.), metaplastik (%5.), mikropapiller (%.4), invaziv kribriform (%.4), tübüler (%.7) hasta oluşturmaktaydı. Olgularimizin 54 ü(%94) kadin ve 4 ü(%6) erkekdi. Yirmi sekiz hastaya (%48.) modifiye radikal mastektomi uygulanmişken, 7 sine(%9.) meme koruyucu cerrahi, 9 una(%5.5) mastektomi ve 4(%6) tanesine eksizyonel biopsi uygu- 70 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER lanmişti. Ortanca tümör çapı cm (0.5-5 cm) ve ortanca diseke edilen aksiller lenf nodu sayısı 5 (-) olarak bulundu. Olgularin 48 ine post-operatif radyoterapi(%8.7), 7 sine adjuvant kemoterapi(%6.7), ve 5 ine hormonoterapi (%4.) verilmişti. Ortanca. aylık takip süresinde, tüm olgularin - yillik genel sağkalımı (GSK) %80 olarak tespit edildi (Şekil ). Olgularin 6 tanesinde (%0.) nüks gelişirken, hastada loko-rejyonel nüks, diğerlerinde uzak organ metastazı şeklindeydi. Nüks gelişen hastaların tanesi apokrin, tanesi medüller ve tanesi de papiller histolojiye sahipti. Medüller ve apokrin tümörlerin diğer histolojilere göre daha fazla ER, PR, CerbB negatifligi (üçlü negatif) (sırasıyla p=0.0, p=0.00, p=0.05) ve yüksek gradeli (p<0.05) olduklari tespit edildi. Diğer taraftan, papiller ve müsinöz tümörlerde ise tam tersine ER, PR, pozitifligi ve CerbB negatifligi diğer nadir tümörlere kıyasla daha fazla olma eğilimindeydi. Serimizdeki müsinöz tümörler tanı anında çoğunlukla pt evresine sahipti (p= 0.06) ve papiller, apokrin, medüller tümörlerin pt evresi pt ve tümör boyutunun daha fazla olduğu görüldü(p=0.00). Tek değişkenli analizde yalnızca ER negatifliği (p=0.05) hastalıksız sağkalım (HSK) için önemli prognostik faktör olarak bulunurken, lenf nodu pozitifliği (p=0.0) ve ER negatifliği (p=0.05) GSK için önemli prognostik göstergeler olarak saptandı. Ancak çok değişkenli analizde HSK ve GSK üzerine gerek nadir histolojilerin gerekse diğer faktörlerin etkisi gösterilemedi. Sonuç: Nadir görülen meme tümörlerinde olgu sayısının arttırılması ve retrospektif de olsa veri havuzunun genişletilerek değerlendirilmesi, bu hastalarin uygun tedavi seçeneklerinin belirlenmesine yönelik daha doğru kararlar verilmesini mümkün kılacaktır. Ref No: P-0 B KONFORMAL MEME RADYOTERAPİSİNDE SİMULTENE ENTEGRE BOOST (SIB) TEDAVİ TEKNİĞİ: PLAN KARŞILAŞTIRILMASI Deniz Çelik, Şefik İğdem Bilim Üniversitesi, Radyoterapi Bölümü, İstanbul Meme koruyucu radyoterapi (RT) erken evre meme kanseri için cerrahi ile RT nin sağkalım oranlarının benzer olduğunun ispatlanmasından itibaren standart tedavi haline gelmiştir. Tüm memeye verilen 50 Gy dozun üzerine, tümör yatağına verilen 6 Gy lik boost dozunun lokal kontrolü arttırdığı son çalışmalarda gösterilmiştir. Günümüzde standard tedavi olarak boost dozu tüm meme tedavisi bittikten sonra verilmektedir. Bu çalışmada simultene entegre boost (SIB) tekniğinin pratik avantajı (fraksiyon sayısının düşmesi) ve tümör kontrolü bakımından radyobiyolojik avantajı (fraksiyon başına verilen daha yüksek doz ve toplam tedavi süresinin kısalması) göz önünde bulundurularak, boyutlu eksternal radyoterapi (B-ERT) sonrası sıralı boost (SBT) ile SIB tekniği karşılaştırılmıştır. SBT planlama tekniği için ayrı plan yapılmıştır. İlk planda meme PTV için karşılıklı tanjansiyel ışın demeti kullanılmıştır. Homojen doz dağılımı elde edebilmek için alan içinde alan tekniğinden yararlanılmıştır. İkinci planda ise boost PTV için karşılıklı tanjansiyel ve bunlara dik üçüncü bir ışın demeti kullanılmıştır. Uygun wedge açıları ve alan ağırlıkları kullanılarak homojen doz dağılımı elde edilmiştir. Meme PTV için 5xGy ve boost PTV için 8xGy olmak üzere toplam 66Gy olarak planlamalar reçetelendirilmiştir. SIB planı, SBT de kullanılan meme PTV ve boost PTV planlarının kopyalanmasıyla oluşturulmuştur. SIB tekniği ile birlikte tek plan tedavi sonuna kadar kullanılmaktadır dolayısıyla alternatif fraksinasyon şemasına ihtiyaç duyulmaktadır. Meme PTV ve boost PTV için fraksiyon başına Gy olarak verilen doz için lineer kuadratik hücre sağ kalım modeli kullanılarak biyolojik eşdeğer doz hesaplanmıştır. Buna göre 8 fraksiyonluk şemada meme PTV için 8x.8Gy ve boost PTV için 8x0.49Gy toplamda boost PTV için günlük. Gy olacak şekilde reçetelendirilmiştir. Bu sayede, toplam tedavi süresi hafta kısalmıştır. SBT ve SIB teknikleri için reçete edilen dozun %95 i meme ve boost PTV hacimlerinin %99 una verilmiştir. Her iki tekniğin planlarına göre, reçete edilen meme PTV dozunun >=%95 alan mutlak hacimleri arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır ancak reçete edilen meme PTV dozunun >=%07 alan hacmi SIB tekniğinde %0 daha az bulunmuştur. SBT alanlarında boost PTV için emniyet marjı cm iken SIB alanları için bu emniyet marjı verilmemektedir. Dolayısıyla SBT planlarında boost PTV dışında >=%95 boost dozu alan ortalama hacim cm iken SIB planlarında bu değer ortalama 04 cm olarak tespit edilmiştir. Kalp V0 ve akciğer V0 değerleri arasında anlamlı bir fark yoktur ancak kalp ve akciğer ortalama değerleri için SIB planlarında yaklaşık %0 luk bir doz düşüşü vardır. SIB tekniği meme koruyucu RT de standart tedavi olarak uygulanabilir çünkü SIB tekniği ile normal doku ve organ dozlarını düşürmek, toplam tedavi süresini düşürmek, meme PTV ye fraksiyon başına verilen dozu düşürürken boost PTV ye fraksiyon başına verilen dozu arttırmak mümkün hale gelmiştir. Ref No: P-04 BİR HASTANEDE ÇALIŞAN KADINLARIN MEME KANSERİ KONUSUNDA BİLGİ VE TUTUMLARI İLE ERKEN TANI YÖNTEMLERİNE YÖNELİK DAVRANIŞLARININ BELİRLENMESİ VE VERİLEN PLANLI EĞİTİMİN ETKİNLİĞİNİN İNCELENMESİ Ayla Açıkgöz, Rüksan Çehreli, Hülya Ellidokuz Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi; Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Halk Sağlığı Anabilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Prevantif Onkoloji Anabilim Dalı Amaç: Bir üniversite hastanesinde çalışan kadınların meme kanserine yönelik bilgi ve tutumlarını, erken tanı yöntemlerine ilişkin davranışlarını belirlemek, meme kanserine karşı farkındalık artışı sağlamak için verilen planlı eğitimin etkinliğini değerlendirmektir. Gereç-Yöntem: Araştırma grubu Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi temizlik firmasında çalışan kadınlardan oluşmaktadır. Kesitsel tipteki bu araştırmanın verisi Şubat-Aralık 0 tarihleri arasında anketle toplanmıştır. Anketle kadınların sosyodemografik özellikleri, kendi kendine meme muayenesi (KKMM), klinik meme muayenesi (KMM), meme ultrasonu ve mamografi yaptırma durumu verileri toplanmıştır. Ayrıca meme kanseri belirtileri, riskleri, erken tanı ve tarama yöntemleri, korunma yolları hakkında bir eğitim programı düzenlenmiştir. Bu eğitimde meme maketleri ve görsel materyaller kullanılmıştır. Bu eğitimin etkinliğini ölçmek için eğitim içeriği ile ilgili ön anket ve son anket formları hazırlanmış ve katılımcılar tarafından doldurulmuştur. Bulgular: Araştırmaya 6 kadın katılmış olup, yaş ortalaması 5±8 dir. Kadınların %59.6 sı lise ve üstünde eğitime sahip, %75.8 i evli, %8.6 sının herhangi bir kronik hastalığı yoktur. Kadınların %8.4 ünün meme kanseri erken tanı ve tarama yöntemlerini bildiği saptanmıştır; %70. si KKMM, %44. i KMM, %46.0 ı meme ultrasonu, %64.0 ı mamografi yaptırılması gerektiğini bilmektedir. Kadınların erken tanı yöntemlerine yönelik en fazla sağlık personelinden öğrendiği (%5.4), %. inin ise konferansa katıldığı belirlenmiştir. Kadınların yalnızca %6. si düzenli olarak KKMM yaptığını, %4. ü KMM yaptırdığını, %6.8 i yalnızca mamografi, %6.5 i meme ultrasonu ve mamografi yaptırdığını belirtmiştir. Klinik kontrollerini yaptırmayanların %46.7 si yaptırması gerektiğini bilmediğini ve %.7 si ihmal ettiğini belirtmişlerdir. Ortaokul ve altında öğrenimi olanların %45. ü herhangi bir erken tanı ve tarama yöntemlerinden birini yaptırmıştır. Lise ve üstünde öğrenimi olanlar düzenli olarak KKMM yapmamaktadır (p<0.05). 0 yaş üstü kadınlarda düzenli olarak KKMM ve erken tanı yöntemlerini yaptırmanın daha fazla ol- MEME KANSERİ Susesi Otel, Antalya 7

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER duğu bulunmuştur (p<0.05). Kadınların bilgi puan ortalamalarının eğitim sonrasında (7.5±.), eğitim öncesine (7.6±.8) göre daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0.0). Sonuç: Kadınların çoğunluğunun meme kanseri erken tanı ve tarama yöntemleri konusunda bilgili oldukları ancak bu bilgileri kendilerinde uygulamadıkları saptanmıştır. Kadınların bu bilgileri hastanede çalıştıkları için sağlık personelinden duydukları ancak programlı bir eğitim almadıkları belirlenmiştir. Bu çalışmanın sonucunda meme kanseri risk etmenleri, belirtileri, korunma, erken tanı ve tarama konularında programlı eğitimler yapılarak meme kanserine karşı kadınların bilgi ve farkındalığı artırılmıştır. Eğitim verilen kadınların meme kanseri konusunda doğru bilgilendirilmesi yakın çevrelerindeki topluma da doğru bilgilerin yayılmasını sağlayabilir. Ref No: P-05 65 YAŞ ÜSTÜ MEME KANSERİ NİN KLİNİKOPATOLOJİK ÖZELLİKLERİ: TEK MERKEZ DENEYİMİ Caner Saygın, Didem Uzunaslan, Zekeriya Karaduman, Şermin Güven, Zerrin Calay 4, Şennur İlvan 4, Fatih Aydoğan İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Onkoloji Bilim Dalı 4 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı Giriş: Tüm meme kanserlerinin %49 u 65 yaş üstü bireylerde görülmektedir. Yaş, meme kanseri için önemli bir risk faktörü olduğundan, yaşam beklentisinin artmasıyla birlikte bu oranın önümüzdeki senelerde yükseleceği düşünülmektedir. Yaşlı hastalarda meme kanserinin klinik özellikleri, histolojik tipleri ve tedavi yaklaşımları değişkenlik gösterebilmektedir. Bunların başında da yaşla birlikte sentinel lenf nodu (SLN) metastazı riskinin azalması gelmektedir. Amaç: 65 yaş üstü meme kanserli hastaların klinik ve histopatolojik özelliklerini inceleyerek sentinel lenf nodu pozitivitesini araştırmak Yöntem: Merkezimizde 00-0 yılları arasında opere edilmiş olan 65 yaş üstü meme kanserli hastaların tıbbi kayıtları incelenerek yaş, prezentasyon şekli, aile öyküsü, tümör boyutu, evre, tedavi, sentinel lenf nodu durumu, tümörün histolojik tipi, lenfovasküler invazyon ve hormon reseptör ekspresyon durumu araştırıldı. Bulgular: Bulunan 85 olguya ait klinikopatolojik özellikler tabloda özetlenmiştir. Olguların %54 ü palpabl kitle ile başvurmuş iken %46 sı memede ağrı, memebaşından akıntı, memede renk değişikliği gibi şikayetler ile başvurmuştu. Aile hikayesi bilinen 04 olgudan 0 unda ailede meme kanseri öyküsü (%4,7); ünde ise over kanseri öyküsü bulunmaktaydı (%,47). SLN biyopsisi uygulanan hastadan 59 unda SLN negatif bulunmuştu. SLN negatif olguların 0 una aksiller diseksiyon uygulanmış ve bunların tanesinde metastaz gözlenmişti. En sık görülen histolojik tip invaziv duktal karsinoma (%70,8) olup, bunu mikst tip karsinoma (%0,89) ve duktal karsinoma in situ (%6,6) izlemekteydi. Östrojen, progesteron, ve her reseptör ekspresyonları sırasıyla %79,4; %67,; ve %4 hastada gözlenmişti. Sonuç: Yaş, tümör boyutu, histolojik subtip, ve lenfovasküler invazyon, meme kanserinde SLN metastazı riskini predikte ettiren önemli faktörlerdir. İleri yaştaki hastalar, SLN metastazı açısından düşük riskli bir grubu oluşturmaktadır. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Tablo. Hastaların klinikopatolojik özellikleri (n=85) Cinsiyet (Kadın/Erkek) 8/ Ortalama yaş 7 ±,67 Tümör boyutu (mm) 8, ±.886 Evre 0 A B A B 4 Tedavi Modifiye radikal mastektomi Simple mastektomi Meme koruyucu cerrahi ROLL Sentinel lenf nodu Pozitif Negatif Histolojik tip İnvaziv duktal karsinoma İnvaziv lobüler karsinoma Duktal karsinoma in situ Müsinöz karsinoma Mikst tip Diğer Lenfovasküler invazyon Var Yok Östrogen reseptörü Pozitif Negatif Progesteron reseptörü Pozitif Negatif Her reseptörü Pozitif Negatif Ref No: P-06 6/59 (%,) 99/59 (%8,) 9/59 (%5,5) 4/59 (%9,) 5/59 (%,9) 7/59 (%,7) 6/59 (%0,0) 0/9 (%46,57) 5/9 (%4,) 6/9 (%8,77) /9 (%0,46) 7/ (%55,) 59/ (%44,7) 8/57 (%70,8) 6/57 (%,) 7/57 (%6,6) 4/57 (%5,45) 8/57 (%0,89) 0/57 (%,89) /4 (%50,6) 0/4 (%49,9) 9/4 (%79,4) 50/4 (%0,58) 64/44 (%67,) 80/44 (%,78) 6/50 (%4) 4/50 (%76) METASTATİK MEME KANSERİNDE İNFLAMATUAR MARKERLAR İbrahim Petekkaya, Uğur Şahin, Gizem Geçmez, Taner Babacan, Furkan Sarıcı, Çağatay Arslan, Zafer Arık, Sevda Aygün, Sercan Aksoy, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji, Ankara Amaç: Meme kanserinde inflamasyonun prognoz üzerine etkisi, ortalama yaşam süresi ve tedaviye cevap gibi pek çok parametre hakkında daha önce çalışmalar yapılmıştır.bu çalışmanın amacı, metastatik meme kanserinde serum markerlarının prognostik bir belirteç olarak önemini ortaya çıkarmaktır. Materyal-Metod: Çalışmaya tanı anında metastik meme kanserli kadın hastalar dahil edilmiştir. Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Medikal Onkoloji Bölümü nde yürütülen çalışmada, Aralık 009 ve Ocak 0 tarihleri arasında hasta verileri prospektif olarak toplanmıştır. Çalışılan tüm parametreler için Kaplan-Meier sağkalım süreleri ve log-rank testi ile p değerleri hesaplanmıştır. p değerinin <0.05 olması istatistik olarak anlamlı sayılmıştır. Sonuçlar: Medyan takip süresi 6 aydır. Takip süresinde hastalığın progresif seyri sebebiyle 9 hasta kaybedilmiştir. Sağ kalım süresi üzerine serum albumin, ESR ve LDH nın anlamlı bir etkisi gözlenmemiştir. Serum CRP düzeyi yüksek olan hastalar ile serum CRP 7 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER düzeyleri normal olan hastaların sağ kalım süreleri karşılaştırıldığında sırasıyla 84±6 ay ve 78± ay (p = 0.49) olarak hesaplanmıştır. Serum ferritin düzeyleri yüksek ölçülmüş hastalarda sağ kalım süresi 9±0 ay iken, serum ferritin düzeyi normal olan hastalarda ± ay idi (p = 0.0). Bunun yanında hastalar, serum beta--mikroglobulin düzeylerine göre kıyaslandığında serum beta--mikroglobulin düzeyleri yüksek ve normal olan hastalarda sağ kalım süreleri sırasıyla 8±8 ay ve 84±57 ay olarak saptanmıştır (p<0.0). Tartışma: Serum CRP, ferritin ve beta--mikroglobulin düzeyleri metastatik meme kanserinde sağ kalım süresi hakkında prognostik faktör olarak faydalı olabilir Ref No: P-07 METASTATİK MEME KANSERİ TANILI HASTALARDA SERUM CA5- DEĞERİ VE DOLAŞAN TÜMÖR HÜCRELERİNİN PROGNOSTİK ÖNEMİ Mustafa Oktay Tarhan, Ataman Gönel, Yüksel Küçükzeybek, Çiğdem Erten, Serap Çuhadar, Seyran Çeri Yiğit, Ayşenur Atay, Işıl Somalı, Ahmet Dirican, Lütfiye Demir, Mehmet Köseoğlu İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Biyokimya Laboratuvarı İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Patoloji Laboratuvarı Amaç: Kanda dolaşan tümör hücreleri meme kanseri prognostik göstergelerindendir. Tümör markerları tümör tanı ve izleminde kullanılabilmektedir. Bu çalışmada metastatik meme kanseri tanılı hastaların serum CA5- düzeyleri ve kanda dolaşan tümör hücreleri sayısının prognostik önemi, histopatolojik tümör göstergeleri ile korelasyonunun araştırılması amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Otuz meme kanseri tanılı hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Kanda dolaşan tümör hücreleri sayısı ve serum CA5- düzeyi metastaz saptandığı sırada değerlendirilmiş, prognostik önemi olup olmadığı araştırılmıştır. Histopatolojik tümör özellikleri olan östrojen reseptorü, progesteron reseptörü, c-erbb, Ki-67 proliferasyon indeksi, p5, histolojik grade ile ilişkisi olup olmadığı değerlendirilmiştir. Sonuç: Serum CA5- düzeyi >08 ng/dl saptanan hastaların medyan sağkalım süreleri düşük saptananlarla karşılaştırıldığında sırasıyla 9 ay ve 6 ay saptanmıştır. Dolaşan tümör hücreleri sayısı>=5 ve dolaşan tümör hücreleri sayısı<5 saptanan hastalar için medyan genel sağkalım süreleri sırasıyla 9 ay ve 40 ay saptanmıştır. İki grup arasındaki fark istatistiki anlamlı bulunmuştur. Tartışma: Dolaşan tümör hücreleri sayısı ve CA5- düzeylerinin metastatik meme kanseri tanılı hastalarda prognostik önemi gösterilmiştir. Ref No: P-08 LOKAL İLERİ MEME KANSERİNDE NEOADJUVAN TAC (DOSETAKSEL, ADRİAMİSİN, SİKLOFOSFAMİD) REJİMİ DENEYİMİ Ozan Yazıcı, Sercan Aksoy, Mehmet Ali Nahit Şendur, Şebnem Yaman, Zafer Arık, Taner Babacan, Nuriye Özdemir, Nurullah Zengin, Kadri Altundağ Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümü, Ankara Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Amaç: Neoadjuvan kemoterapiler primer operabl meme kanserlerinde meme koruyucu cerrahi şansını arttırmak, inoperabl ve inflamatuvar meme kanserlerinde ise operabiliteyi sağlamak ve sağkalımı uzatmak amacıyla uygulanmaktadır. Tedavide genellikle taksan ve antrasiklin içeren kemoterapi rejimleri ardışık olarak ve maksimum yanıt elde edilene kadar uygulanmaktadır. Çalışmamızda lokal ileri meme kanserinde TAC protokolü alan hastalarımızın sonuçlarını inceledik. Gereç-Yöntem: Hacettepe Üniversitesi Medikal Onkoloji Bölümünde 00-0 yılları arasında takip edilen 849 meme kanser tanılı hastadan neoadjuvan TAC tedavisi alan 4 hastanın verileri incelendi. Dosetaksel 75 mg/m, antrasiklin 50 mg/m, siklofosfamid 500 mg/m dozunda haftada bir, toplam 6 kür uygulandı. Tüm hastalara büyüme faktör profilaksisi verildi. Bulgular: Hastaların hepsi kadındı ve ortalama tanı yaşı 46±7 idi. Hastaların %68. ü premenapozal, %9,5 u perimenapozal ve %8 i postmenapozaldi. %.4 ünde bilateral meme kanseri saptandı. %6 ide sol ve %9 unda sağ meme kanseri mevcuttu. En sık histoloji infiltratif duktal karsinomdu (%8 sinde). %6 inde grade hastalık saptandı. %58 inde hem östrojen ve progesterone reseptörü pozitifti. 6 kür TAC sonrasında hastaların %76.4 üne modifiye radikal mastektomi, %5 ine meme koruyucu cerrahi ve %8.6 sına radikal mastektomi uygulanmıştı. 7 hastada (%7) patolojik tam yanıt (pt0n0) elde edildi. Geride kalan hastanın patolojik evreleri %4,4 ünde T0, %9, ünde T, %9,5 unda T, %4,6 sında T ve %.4 ünde T4 tümör ve %6,6 sında N0, %6.8 inde N, %4 ünde N ve % sinde N hastalık saptandı. Hastaların hepsine RT uygulandı. Operasyon sonrası hastaların %6 sına tamoksifen, % sine aromataz inhibitörü ve %7 sine tamoksifen sonrası aromotoz inhibitörü verildi. Ortanca takip süresi 8,5 aydı. DFS için ortanca takip süresine ulaşılamadı. 4 ve 6 aylık beklenen hastalıksız sağkalım oranları sırasıyla %76 ve %59 olarak hesaplandı. Kaplan-Meier yöntemiyle toplam sağkalım süresi 48 ay (%95 CI 7.5-5.) olarak hesaplandı. Sonuç: TAC meme kanseri neoadjuvan tedavisinde kullanılan etkin bir tedavi rejimidir. Çalışmamızda GeparTrio çalışmasında %5, olarak bulunan patolojik tam yanıt oranına karşılık patolojik tam yanıt oranı %7 olarak saptanmıştır ve buda literatürdeki verilerden daha yüksektir. Ref No: P-09 MEME KANSERİ TEDAVİSİ GÖREN OLGULARIMIZDA D VİTAMİNİ EKSİKLİĞİ Gül Alço, Şefik İğdem, Maktav Dinçer, Vahit Özmen, Gökhan Demir, Gülistan Köksal, Coşkun Tecimer, Sezer Sağlam, Kezban Nur Pilancı, Sedef Yenice, Sıtkı Tuzlalı, Zeynep Erdoğan, Füsun Uysal, Derya Selamoğlu, İhsan Diler Özaçmak, Atilla Bozdoğan, Sait Okkan Florence Nightingale Meme Çalışma Grubu Amaç: Plazma 5-OH D vitamini düzeyi kanser prognozu ile ilişkilendirilmiş; eksikliğinin meme kanserinde sağkalıma etkisi gösterilmiştir. Kliniğimizde meme kanseri tanılı olguların D vitamini düzeylerini araştırmak ve düşük olan olgularda buna neden olan faktörleri ortaya koymaktır. Gereç-Yöntem: Meme kanseri tanısı ile tedavi gören ve D vitamini düzeyleri takip edilmiş olan 70 olgu çalışma kapsamına alınmıştır. Bu olgulara ait son iki yılda ölçülmüş total 5-OH D vitamini değerleri kaydedilmiştir. D vitamini alan olgulara verilen düşük veya yüksek doz D vitamininin serum düzeyine katkısı araştırılmıştır. Serum D vitamini düzeyi ile uygulanan tedaviler, yaş, menopozal durum, diyabet, bisfosfonat kullanımı, vücut-kitle indeksi, mevsim ve giyim tarzı arasındaki ilişkiler incelenmiştir. Olgulara ve tedavilerine ait özellikler Tablo de verilmiştir. D vitamini düzeyinin 0 ng/ ml den az olması ciddi eksiklik, 0-4 ng/ml olması hafif-orta eksiklik, 5-80 ng/ml olması ise optimum düzeyler olarak kabul edilmektedir. İstatistiksel analiz için Fisher Exact ve lojistik regresyon testleri kullanılmıştır. Bulgular: Olguların medyan yaşı 5(7-79) bunların %7. sinde serum D vitamini düzeyi düşük bulunmuştur. Ciddi eksiklik 4, MEME KANSERİ Susesi Otel, Antalya 7

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER hafif-orta derecede eksiklik ise 79 olguda saptanmıştır. Tek değişkenli analizde, kemoterapi ve radyoterapi uygulanması, vücut kitle indeksinin >5 olması, bisfosfonat kullanılmaması ve giyim tarzı D vitamini düzeyini olumsuz etkileyen faktörler olarak bulunmuştur. Çok değişkenli analizde ise inisiyal yüksek doz (00.000-00.000 IU/ ay) D vitamini alınmaması ve örtülü giyim tarzı istatistiksel olarak anlamlı bulunmuş olup, D vitamini eksikliği riskini sırasıyla 0.9 ve.8 kat arttırmaktadırlar (p<0.05) Sonuç: Meme kanserli olgularımızın büyük çoğunluğunda serum D vitamini düzeyi düşük olup tedavi sırasında ve sonrasında D vitamini düzeylerine bakılarak gerekli destek sağlanmalıdır. Tablo. Olgulara ve tedavilerine ait özellikler: Hasta ve tedavi karakteristikleri Yaş <5 >=5 Evre 0-IIA IIB-IIIC Menopozal durum Premenopoz Postmenopoz Mevsim Ekim-Mart Nisan-Eylül Giyim tarzı Modern Örtülü İnisiyal D vitamini alımı Yok veya 400-000 IU/gün 00.000-00.000 IU/ay Radyoterapi zamanı <=9 ay 0 ay ve üzeri Hormonoterapi Almamış Tamoksifen Aromataz İnhibitörü Kemoterapi Almış Almamış Trastuzumab Almış Almamış Diabetes mellitus Var Yok Vücut-kitle İndeksi Zayıf-Normal Kilolu-Obez Bisfosfonat kullanımı Var Yok D vitamini eksik 65 % 5.7 56 % 46. 85 % 70. 6 % 9.8 48 % 9.7 7 % 60. 79 % 65. 4 % 4.7 86 % 7. 5 % 9. 0 % 99. % 0.8 69 % 57 5 % 4 % 9 58 % 47.9 40 %. 76 % 6.8 45 % 7. % 7.4 00 % 8.6 0 % 6.5 0 % 8.5 4 % 4.7 79 % 65. 9 % 7.4 % 9.6 D vitamini normal 5 % 5 4 % 49 8 % 77.6 %.4 % 4.9 8 % 57. 8 % 57. % 4.9 48 % 98 % 9 % 79.6 0 % 0.4 % 44.9 7 % 55. 9 % 8.4 % 44.9 8 % 6.7 5 % 5 4 % 49 7 % 4. 4 % 85.7 5 % 0. 44 % 89.8 7 % 55. % 44.9 Fisher Exact testi p=0,7 p=0,097 p= 0,6 p=0,084 p=0,000068 p=0,00006 p=0,048 p=0,90 p=0,05 p=0,65 p=0,5 p=0,007 % 4.5 7 % 75.5 P=0,007 Ref No: P-00 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ MEME KANSERİ TANISI İLE TAKİP EDİLEN HASTALARDA PİLATES EGZERSİZLERİNİN YAŞAM KALİTESİ VE YORGUNLUK ÜZERİNE ETKİSİ Naciye Vardar Yağlı, Gül Şener, Tezer Kutluk, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara Hacettepe Üniversitesi, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Hacettepe Üniversitesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Giriş-Amaç: Pilates Doğu nun akıl vücut etkileşimi teorilerinin Batı nın biyomekanik motor öğrenme ve core stabilizasyon teorilerine dayanan 900 lü yılların başında geliştirilmiş bir egzersiz yaklaşımıdır. Spirütüel kelimesi emosyonel iyilik haline vurgu yapar ve akıl vücut egzersizleri solunum ve propriosepsiyona odaklanma ve özel dikkat sağlar. Pilates egzersizlerinin benzerleri düzenli uygulamanın gevşeme ve zihin kontrolü sağladığını vücut ve kişinin kendi fakındalığını geliştirdiğini core stabiliteyi artırdığını koordinasyonu artırdığını daha ideal postür sağladığını ve stresi azalttığı savunulmaktadır. Bu çalışmanın amacı meme kanseri olgularında pilates egzersizlerinin yaşam kalitesi ve yorgunluk üzerine etkisinin araştırılmasıdır. Gereç-Yöntem: Çalışmaya meme kanseri tanısı ile takip edilen 8 olgu alındı. Yorgunluk şiddetini belirlemek amacıyla Yorgunluk Şiddet Ölçeği (YŞÖ) kullanıldı. Olguların yaşam kalitesi Nottingham Sağlık Profili ile değerlendirildi. Pilates, mat seviyesi egzersizler, top ve therabant egzersizleri şeklinde haftada gün 8 hafta boyunca uygulandı. Sonuçlar: 8 haftalık uygulama sonrası bireylerin yorgunluk şiddet ölçeği skorlarında ortalama 6 puanlık bir düşme bulundu (p <0.005). Nottingham Sağlık Profili enerji seviyesi, uyku, ağrı ve emosyonel seviye alt skorlarında istatistiksel olarak anlamlı iyileşme bulundu (p <0.005). Tartışma: Meme kanseri ile takip edilen bireylerde pilates egzersizleri yorgunluğun azalmasını ve yaşam kalitesinin artmasını sağlar. Pilates egzersizleri meme kanseri tedavisi sonrası iyileşme kadınlar için güvenli ve etkili bir egzersiz seçeneği olabilir. Şekil. Pilates 74 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-0 TÜM MEME İLE BİRLİKTE TÜMÖR YATAĞININ IMRT TEKNİĞİ İLE IŞINLANMALARINDA BASE PLAN VE BAĞIMSIZ İKİ PLAN TEKNİKLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Haluk Orhun, Alev Temiz Arslan, Ayşen Sevgi Öztürk, Ramiser Tanrıseven MEDICANA International Ankara Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Bölümü A.Ü. Nükleer Bilimler Enstitüsü MEME KANSERİ Amaç: Erken evre meme kanserlerinde, koruyucu meme cerrahisi yapılmış hastalarda, Tüm Meme Radyoterapisini (RT) takiben tümör yatağının ışınlanması bir RT tekniğidir. Her iki ışınlama sırasında özellikle tümör yatağının dışındaki meme dokusunda sıcak doz alanların oluşması istenmemektedir. Bu amaçla IMRT yöntemi ile değişik iki RT uygulaması karşılaştırılmak istenmiştir. Materyel ve Yöntem: Çalışmada erken evre meme kanseri olan 9 hasta için hem tüm meme için hem de tümör yatağı iki aşamada IMRT yöntemi ile iki yöntemle ışınlama planları yapılmıştır. Her iki teknikte tüm memeye ve ek olarak tümör yatağına 00 cgy lik fraksiyon dozları ile sırasıyla 5000 cgy ve 000 cgy doz verilmiştir.. Teknik: Meme ve tümör yatağı için iki bağımsız IMRT planı yapılıp her iki plan toplanmıştır.. Teknik: Önce tümör yatağı için IMRT planı yapılıp daha sonra base plan yöntemi (önceki ışınlamayı dikkate alan) kullanılarak meme ışınlanmış ve her iki plan toplanmıştır. Tedavi planlamaları Varian Eclipse planlama sistemi ile gerçekleştirilmiş ve Pencil Beam Convolution algoritması kullanılmıştır. Her iki teknikte planlanan meme ve tümör yatağı dozunun %00 ü hedef volümün %95 ine verilmesi sağlanmış ve meme dokusunun %40, %0, %0, %0, %5 ve % hacimlerine karşılık gelen % doz oranları tümör yatağı dışındaki meme dokusu için karşılaştırılmıştır. Şekil. Bulgular: Her iki teknik için toplam 5000 cgy doz verilen meme dokusunun aldığı doz yüzdeleri Tablo. de verilmektedir.. Tablo. Memenin aldığı doz yüzdeleri. (Dxx, %: xx Hacminin aldığı dozun toplam doz yüzdesi.) Tabloda tümör yatağı dışındaki meme dokusu hacimlerine karşılık gelen doz yüzdeleri her iki tekniğe göre karşılaştırılarak Student t testi ile anlamlılık testi yapılmış ve şu sonuçlar bulunmuştur;. Her iki teknik için memenin aldığı D%40 doz yüzdeleri arasında istatistik anlamlı bir fark yoktur (p=0.04).. Memenin aldığı D%0 (p=0.066), D%0(p=0.000), D%0(p=0.000), D%5(p=0.0006) ve D%(p=0.00) doz yüzdeleri farkı her iki teknik için istatistik olarak anlamlıdır.. İki teknikte memenin Homojenite Indeksleri (HI) arasındaki fark istatistik olarak anlamlıdır (p=0.06). Sonuç: Base Plan tekniği ile tüm meme ışınlaması üzerine yapılan boost ışınlamalarında tümör yatağı dışındaki memenin aldığı D%0,D%0,D%0, D%5 ve D% doz yüzdeleri daha azdır. Bu nedenle IMRT yöntemi ile meme ışınlanması ve IMRT ile ek boost tekniğinin base plan yöntemi ile yapılmasının yararlı olduğu düşünülmektedir. Şekil. Base Plan ve Plan uygulaması için örnek Tablo. Memenin aldığı doz yüzdeleri. (Dxx, %:xx Hacminin aldığı dozun toplam doz yüzdesi.) Ref No: P-0 MEME KANSERİ TEDAVİSİ SONRASI GELİŞEN LENFÖDEMİN YÖNETİMİNDE KLİNİK PİLATESİN ÖNEMİ: TEK MERKEZ DENEYİMİ PİLOT SONUÇLARIMIZ Hülya Özlem Şener, Mehtap Malkoç, Didem Karadibak, Gülbin Ergin, Tuğa Yavuzşen Dokuz Eylül üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir. Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Klinik Onkoloji Anabilim Dalı, İzmir. Amaç: Meme kanseri tedavilerini takiben gelişen lenfödem nedeniyle hastalarda üst ekstremite problemlerinin görülme sıklığında artış, günlük yaşam aktivitelerinde sınırlanmalar ve fonksiyonel kapasitelerinde azalmalar olmaktadır. Literatürde genel olarak fiziksel aktivitenin, lenfödem ve meme kanseri tanısı olan hastalarının yaşam kalitelerine ve emosyonel durumlarına oldukça katkı sağladığı ve aktivitelerinin çeşitliliğinin arttırılmasının çok gerekli ve faydalı olacağı bildirilmektedir. Klinik pilates egzersizlerinin; derin solunum egzersizleri, gövde stabilizasyonu ve kontrollü hareket serileri sayesinde lenfatik sistemi aktive ederek akışı kolaylaştırmakta, lenfatik yükü azaltarak bağışıklık sistemini kuvvetlendirmektedir. Bu nedenle çalışma, üst ekstremite lenfödemine klinik plates egzersizlerinin etksini değerlendirmek amacıyla planlanmıştır. Gereç Yöntem: Unilateral üst ekstremite lenfödem gelişmiş ve gönüllü onam formunu dolduran olgular, ilk değerlendirmeyi takiben blok randomizasyon sistemi ile deney(klinik pilates) ve kontrol grubu olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Deney grubuna, standart lenfödem fizyoterapi tekniğine ilaveten klinik pilates egzersizleri, kontrol grubuna ise üst ekstremite ile gövdeyi içeren wand egzersizleri, postür egzersizleri ve drenaj egzersizlerinden oluşan standart fizyoterapi, ev programı olarak uygulanmaktadır. Her iki gruba da cilt bakımı, self lenfatik drenaj ve günlük yaşam aktiviteleri konusunda eğitim verilmektedir. Deney grubuna haftada kez ve 8 hafta olmak üzere 5-0 kişilik gruplar halinde klinik pilates egzersizleri, fizyoterapist tarafından yaptırılmaktadır. Kontrol grubuna verilen ev programını haftada kez, 8 hafta yapmaları önerilmekte ve telefon-mail ile kontrolleri yapılmaktadır. Her iki grupta tedavi başlangıcı, 4. ve 8. Susesi Otel, Antalya 75

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER hafta sonunda olguların ödem şiddeti, kol-omuz-el sorunları, yaşam kaliteleri ve sosyal görünüş kaygı düzeyleri değerlendirilmiştir Sonuç: Klinik pilates(0 kişi) ve kontrol(0 kişi) gruplarının tedavi başlangıcı, 4. ve 8. hafta yapılan ödem şiddeti, kol-omuz el sorunları, yaşam kaliteleri ve sosyal görünüş kaygı düzeyleri değerlendirildiğinde her iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır,(p>0,05). Grupların kendi içinde egzersiz öncesi ve sonrası ödem şiddetleri karşılaştırıldığında her iki gruptada anlamlı azalma olduğu (p<0,05), ancak klinik pilates grubunda bu azalmanın daha fazla olduğu gözlenmiştir. Klinik pilates grubunun sözel geri bildirimlerine göre farkındalıklarının arttığı ve hayata daha pozitif baktıkları belirlenmiştir. Ref No: P-0 ÖSTROJEN RESEPTÖR YOĞUNLUĞUN SAĞKALIM İLE İLİŞKİSİNİN İNCELENMESİ Mehmet Ali Nahit Şendur, Sercan Aksoy, Şebnem Yaman, Zafer Arık, Ozan Yazıcı, Taner Babacan, Nuriye Yıldırım Özdemir, Nurullah Zengin, Kadri Altundağ Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Giriş: Hormon reseptör pozitifliği meme kanserli hastalarda 70-75% oranında saptanmaktadır. Yapılan çalışmalarda hormon reseptör pozitifliği arttıkça hormonal tedavilerin etkinliği artmakta ve hastalıksız sağkalımda (DFS) iyileşme izlenmektedir. Bu çalışmada östrojen reseptör (ER) yoğunluğu (intensite) sağkalım üzerine etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Merkezimize 00-0 yılları arasında başvuran 849 meme kanseri öyküsüne sahip hastanın verileri retrospektif olarak incelenerek demografik ve klinik bilgileri karşılaştırıldı. Östrojen reseptör yoğunluğu Allred intensite skoru kullanılarak hesaplandı. Allred intensite skoruna göre; ER düzeyi <% ise skor, -0% ise skor, -% ise skor, 4-66% ise skor 4, 67% ve üstü ise skor 5 olarak hesaplandı. Genel sağkalım (GS) ve DFS Kaplan- Meier istatistiksel analizi ile hesaplandı. Sonuçlar: Verileri incelenen 849 hastanın 007 de (70.4%) hormon reseptörleri pozitif olarak saptandı. Tüm gruplarda tanı yaşları benzerdi ve ortanca tanı yaşı 49 (0-90) olarak saptandı. Allred intensite skoruna göre hastaların 6.4% ü skor, 4.% ü skor,.% i skor,.5% i skor 4, 45.7% si ise skor 5 ER yoğunluğuna sahipti. Gruplar arasında lenfovasküler invazyon, perinöral invazyon ve ekstrakapsüler ekstansiyon pozitifliği ve menopoz durumu açısından istatistiksel olarak fark saptanmadı. Grad II-III (P<0.00) tümör, lenf nodu pozitifliği (P=0.0), T evresi(p=0.0), TNM evresi (P=0.0) ise Allred skoru düşük olanlarda istatistiksel olarak daha yüksek oranda saptandı. HER pozitifliği ve metastaz durumu açısından gruplar arasında fark saptanmadı. Allred skoru düşük olan hastalarda kemoterapinin istatistiksel olarak daha yüksek oranda kullanıldığı ve modifiye radikal mastektominin de daha sık kullanıldığı saptandı. Üç yıllık DFS; Allred skor olanlarda 65.8%, sokr olanlarda 67.0%, skor olanlarda 76.5%, skor 4 olanlarda 76.4% ve skor 5 olanlarda 78.0% olarak saptandı (P<0.00). Üç yıllık GS ise Allred skor olanlarda 9.0%, skor olanlarda 9.8%, skor olanlarda 96.7%, skor 4 olanlarda 97.% ve skor 5 olanlarda 98.% olarak saptandı (P<0.00). Tartışma: Literatürde hormon reseptör intensitesinin artması ile hormonal tedavilerin etkinliğinin arttığı saptanmıştır. Bizim bu çalışmamızda ER yoğunluğu arttıkça hem GS hem DFS nin istatistiksel olarak arttığı ve klinikopatolojik özelliklerin daha iyi olduğu saptandı. Ref No: P-04 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ HER POZİTİF METASTATİK MEME KANSERİ TEDAVİSİNDE LAPATİNİB + KAPESİTABİN: TEK MERKEZ DENEYİMİ Muhammet Ali Kaplan, Mehmet Küçüköner, Ali İnal, Zuhat Urakçı, Abdurrahman Işıkdoğan Dicle Üniveristesi Tıp Fakültesi Giriş-Amaç: Agresif bir meme kanseri alt tipi olan HER pozitif meme kanserinde anti-her tedavilerle sağkalım sonuçları son yıllarda ciddi oranda artmıştır. Biz de klinik olarak ülkemizde yaklaşık yıldır kullanımda olan lapatinib + kapesitabin sonuçlarımızı aktarmayı planladık. Materyal-Metod: Temmuz 009- Aralık 0 tarihleri arasında kliniğimizde takip edilen anti-her tedavi olarak lapatinib + kapesitabin (LK) kullanmış hastalar çalışmaya alındı. Lapatinib 50 mg x5 (hergün) ve kapesitabin 000 mg/m ( hafta içinde 4 gün) şeklinde planlandı. Demografik bilgiler, tedavi ilişkili toksisite bilgileri ve sağkalım sonuçlarına hasta dosyalarından ulaşıldı. Sonuçlar: Toplan 4 hasta çalışmaya dahil edildi. Median yaş 46 (5-76) idi. Östrojen ve progesteron reseptör pozitifliği sırasıyla %7 ve %4 bulundu. Hastaların %5.7 sinde (n=5) tek metastaz bölgesi mevcut olup, %8.6 sında (n=) beyin metastazı varlığı saptandı. LK tedavisini hastaların %40.5 i metastatik. basamakta, %54.8 i. basamakta ve %4.8 i 4 basamak ve üzerinde kullanmıştı. Cevap oranları değerlendirildiğinde tam yanıt, kısmi yanıt, stabil hastalık ve progresif hastalık oranları sırasıyla %7., %5.4, %6. ve 4. saptandı. Median progresyonsuz sağkalım ay (%95 CI;6,8-5,) olarak bulundu. Grade -4 toksisite olarak en sık yan etkiler cilt döküntüleri (%.), el-ayak sendromu (%7.9), ishal (%0.5) ve bulantı-kusma (%.6) idi. Tartışma: LK tedavisi HER pozitif metastatik meme kanserinde etkili bir seçenektir. Şekil. 76 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-05 NÖTROFİL / LENFOSİT VE DERİVED NÖTROFİL / LENFOSİT ORANI MEME KANSERİNDE PROGNOZU PREDİKTE EDİYORMU? Ahmet Dirican, Ahmet Alacacıoğlu, Yüksel Küçükzeybek, Betül Koyuncu, Çiğdem Erten, Işıl Somali, Alper Can, İbrahim Vedat Bayoğlu, Murat Akyol, Lütfiye Demir, Seyran Ceri Yiğit, Mustafa Oktay Tarhan İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi; Tıbbi Onkoloji, İzmir İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi;Patoloji, İzmir İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi;İç Hastalıkları,İzmir Amaç: Kanser ilişkili inflamasyon kötü prognozla ilişkilidir. İnflamasyonun bir sonucu olarak nötrofil / lenfosit oranı (NLR) artmaktadır ve malign tümörlerde artmış nötrofil / lenfosit oranının prognostik değeri olduğu gösterilmiştir. Yeni tanımlanan derivated NLR (dnlr; Nötrofil / Lökosit-nötrofil) ninde geniş serili bir çalışmada NLR ile benzer şekilde prognostik değeri olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada meme kanserinde NLR ve dnlr nin prognostik önemi retrospektif olarak değerlendiridi. Gereç-Yöntem: Ocak 006 ile Aralık 0 arasında İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvuran meme kanseri tanısı almış 57 hastanın tanı anındaki lökosit, nötrofil ve lenfosit değerleri ile klinikopatolojik verileri retrospektif olarak kaydedildi.hastaların NLR ve dnlr hesaplanarak cutoff değerleri saptandı. Sonuçlar: NLR ve dnlr için cutoff değerleri 4 ve olarak saptandı. NLR ve dnlr arsındaki ilişki spearman rank korelasyon analizi ile 0.95 (P<0.00) saptandı. NLR <4 ve NLR>=4 olan hastaların hastalıksız ve genel sağkalım süreleri arasındaki fark anlamlı saptandı (log rank; p<0.00). Aynı şekilde dnlr < ve dnlr>= olan hastalarda hastalıksız ve genel sağkalım süreleri arasındaki fark anlamlı saptandı (log rank p<0.00). Cox proportial hazard multivariate model kullanılarak yapılan değerlendirmede yüksek NLR, pn, pt, ER pozitifliği, AJCC evrelemesi bağımsız prognostik risk faktörü olarak saptandı.yüksek dnlr değerinin ise bağımsız risk faktörü olarak önemi gösterilmedi. Tartışma: Çalışmamızı sınırlandıran en önemli faktörler retrospektif ve tek merkez deneyimi olmasıdır.çalışmamıza göre meme kanseri hastalarında NLR ve dnlr değerlerinin prognostik önemi olduğu saptandı.nlr nin dnlr ye göre prognozu göstermede daha iyi olduğu görüldü.bununla birlikte bu iki değerin prognostik öneminin daha iyi ortaya konması için prospektif geniş çapta çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Ref No: P-06 OPERE ERKEN EVRE MEME KANSERİNDE ADJUVAN CAF-DOSETAKSEL VE CEF-DOSETAKSEL TEDAVİLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Ali Murat Tatlı, Hasan Şenol Coşkun, Mükremin Uysal, Deniz Arslan, Sema Sezgin Göksu, Şeyda Gülenay Gündüz, Selin Testemel, Hakan Şat Bozcuk, Burhan Savaş Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbı Onkoloji Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Amaç: Meme kanseri dünyada ve ülkemizde kadınlarda en sık gözlenen malign tümör olup, önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Meme kanseri, tüm dünyada kadınlar arasında kanser olgularının yaklaşık %9 undan ve kansere bağlı ölümlerinin %4 ünden sorumludur. Meme kanserinin adjuvan tedavisinde bir çok kemoterapi ilacı ve bunların kombinasyonu yaygın olarak kabul görmektedir. Siklofosfamid ve Fluorourasil bugün için kombinasyonların değişmez parçası iken taksanlardan Dosetaksel ve Paklitaksel; antrasiklinlerden Doksorubisin ve Epirubisin yaygın olarak kullanılmış ama birbirleriyle eşdeğer olup olmadığı sorusu cevaplanmamıştır. Kombinasyonların sırası da yine cevaplanması zor bir soru olarak durmaktadır. Bizim çalışmamızda kliniğimizce takipli olan meme kanserli hastalarda adjuvan tedavide kullandığımız kür FAC (Fluorourasil, Doksorubisin, Siklofosfamid) sonrası kür Dosetaksel rejiminin, kür FEC (Fluorourasil, Epirubisin, Siklofosfamid) sonrası kür Dosetaksel tedavi rejimine eşdeğerliğinin olup olmadığını karşılaştırmak için retrospektif verilerin değerlendirilmesi yapılmıştır. Metod: Opere erken evre meme kanserinde, adjuvan tedavi olarak CAF- Dosetaksel ve CEF- Dosetaksel alan hastalar karşılaştırıldı. Çalışmada evre I-III meme kanserli 09 hasta değerlendirildi. Bulgular: Hastaların 58 i CAF-D, 5 hasta ise CEF-D kemoterapisi almıştır. Yaş ortalaması 48.8 (sınırlar 4 ile7) yıl olan hastaların 08 i (%5.7) premenopozal, 0 i (%48.) postmenopozaldı. Hastaların büyük çoğunluğu 77 si (%84.7) aksiler lenf nodu pozitif hasta grubundan oluşmaktaydı. Hastalarda %77.5 si oranda adjuvan hormonal tedavi kullanılmıştır. Kemoterapiye bağlı grade - nötropeni toplam hastada, grade -4 nötropeni ise hastada gözlenmiştir. Febril nötropeni gözlenen 6 hastanın hepsi CAF-D hasta grubundaydı. Takip süresince toplam 8 (%.8) hastada nüks gözlenmiş olup, nüks gözlenen hastaların 7 tanesi (7/58, %4.4) CAF-D, hasta ise (/5, %.0) CEF-D grubundadır. Tartışma ve Sonuç: Hastalarda olay sayısı çok az olmakla beraber, 8.4 aylık ortalama takip süresi tamamlanmış olup meme kanseri nüksünün en çok görüldüğü ilk 4 aylık medyan takibin üzerine çıkılmıştır. Mevcut bulgularda istatistiksel anlamlı olmamakla beraber CEF-D grubuna göre CAF-D grubunda daha yüksek bir nüks oranı ve daha düşük hastalıksız sağkalım için bir eğilim söz konusudur. Ref No: P-07 MEME KANSERİ RADYOTERAPİSİNDE TİROİD BEZİ DOZ DAĞILIM ÇALIŞMASI Eda Küçüktülü, Ahmet Fatih Yürekli, İnan Anaforoğlu, Mahmut Serdar Şişecioğlu, Ali Güner, Uzer Küçüktülü, Murat Topbaş 4, Asuman Önol Mirik Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesi İ. Lale ATAHAN Radyasyon Onkolojisi Kliniği Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Kliniği Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği 4 Karadeniz Teknik Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Giriş: Baş- Boyun kanserleri ve Hodgkin Lenfoma da radyoterapi sonrası gelişen hipotiroidi çok iyi tanımlanmıştır. Meme kanseri tedavisinde ise supraklavikuler alan tedavi planında tiroid bezinin bir kısmı alan içerisine girmekte ve literatürde bu konuda uzun dönem takipli az sayıda çalışma bulunmaktadır. Ayrıca, yine literatürde tiroid bezinin prekanseröz hastalıklarının meme kanseri oluşumundaki muhtemel etkileri ve meme kanserinin kendisinin de tiroid hastalıklarını indükleyebileceği araştırılmaktadır. Literatürdeki bu tartışmalı konulara bakıldığında meme kanserinde hipotiroidi oluşumunda radyoterapinin tek başına etkili olup olmadığını tanımlamak mümkün değildir. Çünkü yetişkin tiroid bezi relatif olarak radyasyona dirençli bir organdır ve Floo ve arkadaşlarına göre tahrip edici radyasyon dozu 0-80 Gy arasındadır. Yoden ve arkadaşları da 0 Gy alan volüm miktarının TSH tepe noktası için belirteç olduğunu bildirmişlerdir. Biz de çalışmamızda daha önce tiroid hastalığı olmayan 0 meme kanserli hastanın < 0 Gy ve > 0 Gy alan volümleri değerlendirdik. Materyal-Metod: Kliniğimizde meme kanseri nedeniyle -D konformal radyoterapi ile tedavi edilen ve supraklavikuler alanı ışınlanan 0 hasta tiroid bezi doz dağılımı açısından değerlendirmeye alındı. Ortalama yaşı 5 (8-80) olan hastaların planlamalarında tiroid bezi MEME KANSERİ Susesi Otel, Antalya 77

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER konturları çizildi. Işınlanan ortalama tiroid bezi volümü 8 cm³ (,8-6,0 cm³) iken 0 Gy üstü alan tiroid bezi volümü %50 (%8-65), 0 Gy altı alan volüm ise %49 (%5-6) olarak tespit edildi. Tedavi alanına giren tiroid bezindeki ortalama doz 8 Gy iken minimum doz ortalama,5 Gy, maksimum doz ortalaması 55 Gy idi. Tüm hastaların radyoterapi sonrası TSH ve T4 değerleri ölçüldü. İki yıllık takibi tamamlanan iki hastada TSH yüksekliği tespit edildi. Her iki hastanın da T4 değerleri normal sınırlar içinde idi. İki yıllık takiplerini tamamlayan diğer hastalarda ise TSH yüksekliği saptanmadı. Tüm hastalara radyoterapi sonrası tiroid USG yapıldı ve sadece üç yıldır takip edilen bir hastada tiroidit bulgularına rastlandı. Tartışma: Literatürde TSH ın serbest T4 e göre hipotiroidi tanısında daha duyarlı olduğu gösterilmiştir. Bu sebeple tiroid bezi ışınlanan hastalar uzun yıllar TSH ile değerlendirilmelidir. Radyoterapi sonrası gelişen hipotiroidi en erken ilk bir yılda oluşurken 0 yıl sonra da teşhis edilebilir. Bazı çalışmalar tiroid volümünün küçük olmasının da hipotiroidi gelişmesinde faktör olabileceğini bildirmişlerdir. Meme kanseri radyoterapisinde tiroid bezinin volümü ya da doz ile ilişkisi geniş çalışmalar ve uzun takiplerle araştırılmalıdır. Literatürde doz ile ilgili de tartışmalar mevcuttur, bazı çalışmalarda 0 Gy den sonra hipotiroidi riskinin azaldığı görülmektedir. Bu ve benzeri tartışmalar, meme kanserinin prognozu üzerinde tiroid otoimmünitesinin etkili olabileceği iddiaları, meme kanseri radyoterapisinde tiroid bezinin rutin konturlanması gerektiğini göstermektedir. Ref No: P-08 METASTATİK MEME KANSERİNDE DOSETAKSEL / KAPESİTABİN KOMBİNASYONU SONRASI KAPESİTABİN İDAME KEMOTERAPİSİ SONUÇLARI Zeki Gökhan Sürmeli, Burcu Çakar, Umut Varol, Pınar Gürsoy, Çağatay Arslan, Baha Zengel 4, Aslı Yıldırım, Atike Pınar Erdoğan, Burçak Karaca, Canfeza Sezgin, Bülent Karabulut, Ulus Ali Şanlı, Rüçhan Uslu Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, İzmir Manisa Devlet Hastanesi, Medikal Onkoloji Kliniği, Manisa Tepecik Eğitim Araştırma Hastanesi, Medikal Onkoloji Kliniği, İzmir 4 Bozyaka Eğitim Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi Kliniği, İzmir Giriş: Metastatik meme kanseri (MMK) tedavisinde, dosetaksel kemoterapisine kapesitabin eklenmesi sağkalım sonuçlarını iyileştirmektedir. Bu çalışmada MMK hastalarında, altı kür dosetaksel / kapesitabin kemoterapisi sonrası tek ajan kapesitabin kullanımının etkinlik sonuçları araştırılmıştır. Yöntem: Çalışmaya HER negatif MMK hastaları dahil edilmiştir. Altı kür dosetaksel (75mg/m, haftada bir) / kapesitabin (650mg/ m 4. günler) sonrasında kapesitabin (000mg/m 4. günler) uygulanmıştır. Demografik özellikler, progresyonsuz ve genel sağkalım sonuçları, yanıt oranları kaydedilmiştir. Bulgular: Ağustos 99 Nisan 00 tarihleri arasında tanı alan 54 hasta çalışmaya dahil edildi. Otuz beş hasta (%65) premenopozal, 40 hasta (%74) ER/PR pozitifti. Medyan yaş 5 (aralık 8 70) idi. Metastatik bölge sayısı, hastada bir, hastada iki, 0 hastada üç veya daha fazlaydı. En sık metastaz bölgeleri kemik (%67), lenf nodu (%), akciğer (%0), karaciğer (%) idi; hastada (%4) hastalık kemiğe sınırlıydı. Kırk dört hasta (%8.5) ilk basamak, 0 (%8.5) hastada ikinci basamak olarak uygulandı. Uygulanan medyan kür sayısı (kombinasyon tedavisi dahil olmak üzere) 9 du (aralık, toplam 576). Medyan progresyonsuz sağkalım 9 ay (hormon reseptörü pozitiflerde 0.4, negatiflerde 7. ay) ve medyan genel sağkalım 8 ay bulundu. Objektif yanıt 8 hastada değerlendirildi. Genel yanıt oranı (kısmi ve tam yanıt) %4.6 (%95 GA 9.6 55.6)saptandı, hastada tam yanıt görüldü. Hastaların %0 unda ve 4. derece nötropeni, %4 ünde. derece el-ayak sendromu görüldü. Hastaların %7 sinde kapesitabin, %0 sinde dosetaksel dozunda azatım gereksinimi oldu. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Sonuç: HER negatif MMK hastalarında, altı kür dosetaksel / kapesitabin kemoterapisi sonrasında kapesitabin idamesi etkili ve tolere edilebilir bir tedavi seçeneğidir. Ref No: P-09 MEME KANSERLİ HASTALARDA TİROİD HASTALIKLARININ İNCELENMESİ Mehmet Ali Nahit Şendur, Sercan Aksoy, Şebnem Yaman, Zafer Arık, Ozan Yazıcı, Taner Babacan, Nuriye Yıldırım Özdemir, Nurullah Zengin, Kadri Altundağ Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Giriş: Meme kanseri kadınlarda en sık görülen bir kanser türüdür. Kadının yaşamında önemli bir sağlık sorunu oluşturmaktadır. Meme kanseri en sık 6. ve 7. dekadda görülmektedir. Tiroid hastalıklaırnın da sıklığı ilerleyen yaşlarda belirgin olarak artmaktadır. Yapılan çalışmalarda meme kanserli hastalarda eş zamanlı tiroid patolojilerinin sıklığının arttığını gösterilmiştir. Bu çalışmanın amacı meme kanserli hastalarda tiroid patolojilerinin ve sıklığının araştırılmasıdır. Materyal-Metod: Merkezimize 00-0 yılları arasında başvuran 849 meme kanseri öyküsüne sahip hastanın verileri retrospektif olarak tiroid hastalıkları yönünden incelendi. Hastaların demografik ve klinik bilgileri incelendi. Sonuçlar: Verileri incelenen 849 hastanın 49 de (7.%) tiroid patolojisi öyküsü saptandı. Tiroid patolojisi ile meme kanseri tespit edilen hastaların ortalama tanı yaşı 5 (0-8) idi. Hastalarda en sık 86 (7.7%) hastada multinodülar guatr, 6 (.%) hastada diffüz guatr, 44 (9.%) hastada etyolojisi bilinmeyen guatr patolojisi saptandı. Yüzotuziki hastanın benign nedenlerden (6.7%) dolayı tiroidektomi öyküsü vardı. Tiroid hastalıklarının etyolojisi incelendiğinde 0 (40.6%) hastada tiroidit öyküsü saptandı. Onbir hastada (.%) iyi diferansiye tiroid kanseri öyküsü, 8 (.6%) hastada ise toksik guatr öyküsü vardı. Tartışma: Bu çalışmada meme kanserli hastalarda tiroid patoljileri 7.% olarak saptanmıştır. Literatürde ise tiroid patolojileri 50 yaş üstü hastalarda farklı serilerde 5.0-0.0% arasında değişmektedir. Bu çalışmada meme kanserli hastalarda tiroid hastalıkları sıklığının normal popülasyondan daha yüksek olduğu saptanmıştır. Bu ilişkinin nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, birçok çalışmada radyoaktif iyot terapisinin bu ilişkiye sebep olabileceğinden bahsedilmiştir. Ancak bu çalışmada radyoaktif iyot tedavisi öyküsü olmayan hastalarda da meme kanseri sıklığının arttığı görülmüştür. Bu bilgiler ışığında tiroid patolojisi olan kişilerin meme kanseri taramasına diğer kişilerden daha fazla önem göstermesi tavsiye edilmektedir. Ref No: P-040 TÜM MEME KANSERLİ HASTALARA FLUORESCENCE İN SİTU HYBRİDİZATİON TESTİ YAPILMALIMIDIR? Hasan Mutlu, Halit Karaca, Abdullah Büyükçelik, Abdülsamet Erden 4, Tuncay Aslan 4, Zeki Akça 5 Tıbbi Onkoloji, Acıbadem Kayseri Hastanesi, Kayseri Tıbbi Onkoloji, Erciyes Üniversitesi, Kayseri Tıbbi Onkoloji, Acıbadem Üniversitesi, İstanbul 4 İç Hastalıkları, Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kayseri 5 Radyasyon Onkolojisi, Mersin Devlet Hastanesi, Mersin Amaç: CerbB reseptör durumu meme kanseri tedavisi için önemlidir. CerbB reseptörünü belirlemede immünhistokimyasal ve fluorescence in situ hybridization (FISH) yöntemleri en sık kullanılan iki yöntemdir. FISH yöntemi immünhistokimyasal olarak (++) olan vakalarda önerilmektedir. Bu yüzden CerbB (++) hasta grubu 78 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER immünhistokimyasal olarak aynı olsa da bu yöntemle iki ayrı gruba ayrılmaktadır. Gereç-Yöntem: Çalışmamız bu iki grubu nüks zamanı açısından karşılaştırmıştır. Toplam 85 meme kanserli hasta Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Erciyes Üniversitesi ve Mersin Devlet Hastanesi nden alınmıştır. Bulgular: FISH (+) ve FISH (-) gruplar hastalıksız süre açısından karşılaştırıldığında sırasıyla ortalama 46±5 ve 7±8 ay sonuçları elde edilmiştir. Ortanca sure FISH (+) grupta 8±9 ay iken bu değer FISH (-) grupta daha oluşmamıştı. Sonuç: CerbB (++) hasta grubu immünhistokimyasal olarak aynı grupta olmasına rağmen hastalıksız süre olarak farklı sonuçlara sahiptir. İmmünhistokimyasal ve FISH yöntemleri CerbB reseptör pozitifliği için karşılaştırıldığında farklı sonuçlar elde edilmektedir. Literatürde CerbB (-), (+) veya (+++) hastalarda da yapılan FISH testlerinde farklılık olduğu belirtilmiştir. CerbB (-) hastalarda %0-0 FISH (+), CerbB (+) hastalarda %0-50 FISH (+) ve CerbB(+++) hastaların %6- ünde FISH (-) olarak saptanmıştır. Bu nedenle tedavi alternatifi değişebileceği için tüm hastalara FISH testi yapılması uygun olabilir. Ref No: P-04 MEME KANSERİNİN TEDAVİSİNDE TRASTUZUMABA BAĞLI KARDİYAK TOKSİSİTENİN DEĞERLENDİRİLMESİ Murat Araz, Fatih İnci, Ercüment Öztürk, Özlem Ata Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Konya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Konya Amaç: HER- overexpresyonu olan meme kanserli hastaların tedavisinde trastuzumab kullanımına bağlı kardiyak toksisite görülmekle birlikte, çoğu hastada bu yan etkiler erken dönemde saptandığında ilacın kullanımına ara verilmesi ile geri dönüşümlüdür. Bu çalışmada trastuzumab tedavisi almış meme kanserli hastalarda ilaca bağlı kardiyak yan etkileri retrospektif olarak değerlendirmeyi amaçladık. Materyal-Metod: Ocak 0 ile ocak 0 tarihleri arasındaki hasta dosyaları incelendi. Çalışmaya (neo)adjuvan veya metastatik hastalığı nedeni ile trastuzumab alan ve kardiak fonksiyonları normal (EF>%50) olan hastalar alındı. Trastuzumab öncesinde ve trastuzumab ile kombine verilmiş kemoterapötikler kaydedildi. Trastuzumab tedavisi alırken her ayda bir yapılmış ekokardigrafi bulguları (EF, diastolik fonksiyon, ortalama pulmoner arter basıncı) değerlendirildi. Bulgular: Toplam hasta çalışmaya alındı. Yaş ortalaması 5, ortalama tedavi suresi 9 (-5) haftaydı. Hastaların %76 sı (5) adjuvan, %8 si (6) metastatik ve %6 sı () neoadjuvan trastuzumab almıştı. Hastaların %8 si trastuzumab öncesi 0-60 mg/m arasında adriamisin almıştı. Tek ajan trastuzumab kullanan hastalar % 6, (), taksanlar ile kombine trastuzumab alanlar ise %9,8 (9) idi. En sık kullanılan trastuzumab + kemoterapi kombinasyonu dosetaksel (%66,6) ile idi. Tüm hastaların diastolik fonksiyon ve pulmoner arter basınçlarında tedavi sırasında anlamlı değişiklik saptanmadı. Çalışma populasyonunda, hastaların birinde semptomatik olmak üzere (%6,06) hastada EF de azalma saptandı. Semptomatik kalp yetmezliği (EF:%40) gelişen hasta, palyatif nedenle hafta tek ajan trastuzumab ve öncesinde adriamisin almıştı. Asemptomatik kalp yetmezliği (EF%45) gelişen hasta ise adjuvan endikasyonla paklitaksel ile kombine hafta trastuzumab ve benzer şekilde öncesinde adriamisin almıştı. Sonuç: Meme kanseri tedavisinde trastuzumaba bağlı kardiak toksisite oranı %6,06 saptanmış olup, randomize kontrollü çalışmaların metaanaliz sonuçları ile benzer özelliktedir. Ref No: P-04 ADJUVAN ANTRASİKLİNLİ KEMOTERAPİ TAKİBEN DOSETAKSEL VS PAKLİTAKSEL ALAN HASTALARIN KARŞILAŞTIRILMASI Ozan Yazıcı, Sercan Aksoy, Mehmet Ali Nahit Şendur, Şebnem Yaman, Zafer Arık, Taner Babacan, Nuriye Özdemir, Nurullah Zengin, Kadri Altundağ Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümü, Ankara Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Amaç: Nod Pozitif meme kanseri hastalarında antrasiklinli kemoterapi rejimlerini takiben taksan içeren rejimler sıklıkla tercih edilmektedir. Çalışmamızda antarsiklin+siklofosfamid (AC) ardından haftalık paklitaksel ya da dosetaksel alan hastaları karşılaştırmayı amaçladık. Gereç-Yöntem: Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Medikal Onkoloji Bilim Dalında 00-0 yılları arasında takip edilen 849 meme kanser tanılı hastadan adjuvan 4 kür AC (antrasiklin 60 mg/m, siklofosfamid 600 mg/m) + hafta paklitaksel (80 mg/ mhaftada bir) alan 4 hasta (Haftalık paklitaksel grubu) ile adjuvan 4 kür AC ardından 4 kür dosetaksel (00 mg/m, günde bir) alan 84 hastanın (dosetaksel grubu) verileri retrospektif olarak karşılaştırıldı. Bulgular: Paklitaksel ve dosetaksel grubunda tanı yaşı ortalaması sırasıyla 49.±0 ve 47.7±0 idi. Haftalık paklitaksel grubunda hastaların %74 ü postmenapozal, % ü perimenapozal ve % ü premenapozaldi, dosetaksel grubunda ise sırasıyla bu oranlar %6, % ve %66 idi. Haftalık paklitaksel ve dosetaksel grubunda sırasıyla %84,7 vs %76, sine modifiye radikal mastektomi, % vs %,8 ine meme koruyucu cerrahi ve %. vs %0 ına radikal mastektomi uygulanmıştı. Her iki grupta en sık histolojik tip infiltratif duktal karsinomdu (%75, ve %8,9 sırasıyla). Haftalık paklitaksel kolunda en çok grade (%48,) ve dosetaksel kolunda ise en çok %55, oranında grade hastalık saptandı. Paklitaksel ve dosetaksel kolunda sırasıyla hastaların %69,9 unda ve %74, inde östrojen ve %6,9 unda ve %7,8 inde progesterone reseptörü pozitif saptandı. HER- reseptörü paklitaksel ve dosetaksel kolunda sırasıyla %8,5 ve %,4 sında pozitifti. Gruplar arası tümör boyutu dağılımı paklitaksel ve dosetaksel kolunda sırasıyla %.4 vs %5.5 ünde T, %55. ve %58. ünde T, %6.9 ve %.4 ünde T, % ve %. sinde T4 tümör ve %, ve %,5 unda N, %6. ve %,5 inde N ve %.8 ve %4. unda N lenf nodu pozitif hastalık saptandı. Hastaların aldıkları hormonal tedavilere bakılacak olursa paklitaksel ve dosetaksel grubunda sırasıyla hastaların %,8 ve %45, si tamoksifen, %8,6 sı ve %,8 i aromataz inhibitörü, %9 ve %,9 u tamoksifen sonrası aromataz inhibitörü kullanmaktaydı. Ortanca takip süresi aydı. Paklitaksel grubunda ortanca DFS 59 ay ve dosetaksel kolunda 5 ay olarak hesaplandı, aradaki fark istatiksel olarak anlamsızdı. Bu takip süresinde sadece dosetaksel kolunda bir hasta exitus olduğu için genel sağkalım hesaplaması yapılamadı. yıllık genel sağkalım oranı paklitaksel kolunda %00 ve dosetaksel kolunda ise %98 idi. Sonuç: Metastatik meme kanserinde bazı çalışmalarda dosetakselin etkinliğinin paklitaksele göre daha fazla olduğunu göstermiştir. Haftalık paklitaksel meme kanserinde adjuvan tedavide etkin bir tedavidir. Çalışmamızda ECOG 99 çalışmasıyla benzer şekilde 4 kür AC+ haftalık paklitaksel tedavisi uygulanmasıyla 4 kür AC+ 4 kür dosetaksel uygulanması arasında etkinlik farkı gösterilemedi. MEME KANSERİ Susesi Otel, Antalya 79

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-04 MEME KANSERLİ HASTALARDA TANI ANINDA F-8-FDG POZİTRON EMİSYON TOMOGRAFİSİ FDG TUTULUM DEĞERLERİNİN HİSTOPATOLOJİK VE İMMÜNOHİSTOKİMYASAL FAKTÖRLERLE İLİŞKİSİ Gamze Uğurluer, Sinan Yavuz, Züleyha Çalıkuşu, Ertuğrul Seyrek, Mustafa Kibar 4, Meltem Serin, Canan Ersöz 5, Orhan Demircan 6 Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı, Adana Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Bilim Dalı, Adana Acıbadem Adana Hastanesi, Medikal Onkoloji Kliniği, Adana 4 Acıbadem Adana Hastanesi, Nükleer Tıp Kliniği; Çukurova Üniversitesi, Nükleer Tıp Bilim Dalı, Adana 5 Acıbadem Adana Hastanesi, Patoloji Kliniği, Adana 6 Acıbadem Adana Hastanesi, Genel Cerrahi Kliniği, Adana Amaç: Bu çalışmada meme kanserli hastalarda evreleme amaçlı yapılan F-8-FDG Tüm Vücut Pozitron Emisyon Tomografisi (PET BT) tetkikinde saptanan maksimum SUV değerleri ile histopatolojik ve immünohistokimyasal prognostik faktörler arasındaki ilişkinin saptanması amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Acıbadem Adana Hastanesi nde 008-0 yılları arasında tedavi edilen ve tedavi öncesi evreleme amaçlı PET-BT tetkiki yapılan toplam kırk altı meme kanserli hasta bu çalışmaya dahil edilmiştir. Maksimum SUV değerleri ve cerrahi sonrası histopatolojik ve immünohistokimyasal bulgular karşılaştırılmıştır. Bulgular: Çalışmaya biyopsi ile tanı konmuş ve evreleme amaçlı PET BT tetkiki yapılan 46 kadın hasta dahil edildi (Ortanca yaş 49; 0-74 arası). Ortanca tümör çapı 0 mm idi (0-70 mm arası). Hastaların %67,4 ünde histoloji invaziv duktal karsinom idi. FDG tutulumu invaziv duktal karsinom tanılı hastalarda, T tümörlerde, estrojen ve progesteron reseptörü pozitif olan hastalarda, triple negatif tümörlerde istatistiksel anlamlı olarak daha yüksekti (p<0,05). Grade ve grade tümörlerin karşılaştırılmasında istatistiksel anlamlı olmasa da grade tümörlerde ortanca SUVmax değerleri daha yüksekti. Lenf nodu metastazı ve HER ile FDG tutulumu arasında ilişki görülmedi. Sonuç: SUVmax değerleri meme kanserinde bilinen histopatolojik ve immünohistokimyasal prognostik faktörlerle ilişkilidir. PET BT tetkiki meme kanserli hastaların preoperatif değerlendirmesinde tümörün biyolojik karakteristiğini ve prognozunu göstermede yararlı olabilir. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ koplanar olmayan alanlar, AA tekniğinde ortalama 5 alan kullanılarak planlar oluşturulmuştur. AA-YART planları ise %50 YART ve %50 AA ağırlıkları ile oluşturulmuştur. İpsilateral akciğer için V5, V0 ve V0, karşı akciğer için V0, kalp için V0 ve karşı meme için ortalama ve maksimum dozlar ile her bir teknik için konformite (CI) ve homojenite indeksleri (HI) hesaplanmıştır. Sonuçlar: AA, YART ve AA-YART teknikleri için ortalama CI ve HI değerleri sırasıyla 0,96, 0,99, 0,99 ve,06,,06 ve,05 olarak hesaplanmıştır. İpsilateral ve karşı akciğer ile kalp ve karşı memenin maruz kaldığı ortalama doz değerleri tablo de gösterilmiştir. Karşılaştırmalı analizlerde tamamı kabul edilebilir düzeyde olsa da YART içeren tedavilerin daha konformal olduğu görülmektedir. Ancak, ipsilateral ve kontrlateral akciğerdeki V5 ve V0 (5 ve 0 Gy alan hacim) karşı akciğer değerlerinin YART içeren planlarda daha yüksek olması dezavantaj olarak ortaya çıkmaktadır. İpsilateral akciğer açısından bakıldığında V5 değerleri arasında fark bulunmamasına rağmen V5 in AA planında, V0 nin ise YART planında anlamlı düzeyde düşük olması klinik açıdan potansiyel olarak önemli bir bulgudur. Tartışma: Bu çalışmadan elde edilen sonuçlar her ne kadar alan oluşturulurken seçilen açılara bağımlı olarak değişkenlik gösterme potansiyeli taşısa da AA, YART ve AA-YART tekniklerinin MRM sonrası göğüs duvarı RT uygulanmasında birbirlerine belirgin bir üstünlük sağlayamadığını göstermektedir. Dolayısıyla tedavi tekniğinin daha çok hastaya göre seçilmesi uygun olacaktır. Tablo. Riskli organların doz değerleri AA (%) YART (%) AA-YART (%) İPSİLATERAL AKCİĞER V5,7 60,8 47,9 V0,,5,4 V5,0 5, 0,8 KONTRLATERAL AKCİĞER V0 0,0 6,, KALP V0 0,7, 0,8 SAĞ MEME MEAN 0,48 0,06 0,04 MAKSİMUM 9, 4,7 Ref No: P-044 MEME KORUYUCU CERRAHİ (MKC) UYGULANAN MEME KANSERLİ HASTALARDA FARKLI RADYOTERAPİ TEKNİĞİNİN KONFORMİTE VE HOMOJENİTE İNDEKSLERİ İLE KARŞI MEME VE RİSKLİ ORGAN DOZLARI BAKIMINDAN DOZİMETRİK OLARAK KARŞILAŞTIRILMASI Kansu Şengül, Osman Öztürk, Erkan Topkan, Berrin Pehlivan Akdeniz İntegratif Onkoloji Grubu Medstar Antalya Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Bölümü Başkent Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Amaç: Meme koruyucu cerrahi (MKC) uygulanan 0 hastada alan içi alan (AA), ve yoğunluk ayarlı radyoterapi (YART) ve hibrid AA- YART radyoterapi tekniklerinin konformite ve homojenite indeksleri ile karşı meme ve riskli organ dozları bakımından dozimetrik olarak karşılaştırılmasını amaçlanmıştır. Metod&Materyal: Bu çalışmada MKC sonrası tüm memeye 50 Gy ( Gy/fr) radyoterapi uygulanmış 0 sol meme kanserli hastanın bilgisayarlı tomografi verileri kullanılarak AA, YART ve AA-YART teknikleri ile Varian Eclipse TPS 0,0 planlama sisteminde yeni planlar oluşturularak karşılaştırılmıştır. YART tekniğinde 7 koplanar ve Ref No: P-045 MEME KANSERLİ HASTALARDA HORMON RESEPTÖR DURUMU KEMİK METASTAZININ TESPİTİNDE ÖNEMLİMİDİR? Ali İnal, Muhammet Ali Kaplan, Mehmet Kucukoner, Zuhat Urakcı, Zeki Dostbil, Halil Komek 4, Hakan Önder, Abdurrahman Işıkdoğan Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi onkoloji Bilim Dalı Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Bilim Dalı Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Bilim Dalı 4 Diyabakır EAH Nükleer Tıp Amaç: Kemik sintigrafisi (KS) ile fluorine-8 deoxyglucose (8FDG) positron emission tomografisi (PET/CT) kemik metastazının tespitinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Meme kanserli hastalarda kemik metastazının değerlendirilmesinde 8F-FDG-PET/CT ile KS yaygın olarak kullanılmış olmasına rağmen, hormone reseptör durumuna göre karşılaştırılmamıştır. Biz bu çalışmamızda meme kanserinde hormon reseptör durumuna göre kemik metastazını tespit etmede 8F-FDG-PET/CT ile 99mTc-MDP KS nin uyumunu karşılaştırmayı amaçladık. Metod: Kemik metastazının tespiti için 8F-FDG-PET/CT ve BS çekilmiş olan ileri evre 6 meme kanserli hasta bu retrospektif çalış- 80 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER maya dahil edildi. PET/CT ile BS arasındaki uyumu tespit etmek için kappa (κ) değeri hesaplandı. κ değerine göre gruba ayrıldı; kötü (<0.0), iyi (0.-0.60) ve mükemmel (0.6-.0). Bulgular: Kappa (κ) değeri tüm hastalar değerlendirildiğinde 0.65 olarak bulundu. κ-değeri hormon reseptör durumuna göre değerlendirildiğinde ise; hormon reseptör (+) grupta 0.70 iken, hormon reseptör (-) grupta 0.5 olarak tespit edildi (Tablo ). Hesaplanan κ-değerine göre, hormone reseptör (+) hastalarda mükemmel düzeyde uyum var iken, hormone reseptör (-) hastalarda bu uyum daha düşüktü. Sonuç: Meme kanserli hastalarda kemik metastazının tespitinde, 8F-FDG-PET/CT ile KS nin uyumu hormone reseptör (+) hastalarda hormone reseptör (-) hastalara göre daha yüksekti. Tablo. PET/CT ile BS arasındaki uyumun değerlendirilmesi Meme kanseri (tüm hastalar) 0.65 <0.00 Hormon reseptör (+) 0.70 <0.00 Hormon reseptör (-) 0.5 <0.00 Ref No: P-046 TRİPLE NEGATİF MEME KANSERLİ OLGULARIMIZ Ömür Alan, Özge Kandemir Gürsel, Serap Özbay, Mustafa Ünsal, Selvi Tabak Dinçer, Binnur Dönmez Yılmaz, Mehmet Yalçıner, Berna Olçum Dernek, Bekir Eren, Kimia Çepni, Nihal Dizdar, Sevil Kılçıksız Okmeydanı Eğitim Hastanesi Onkoloji Atatürk Eğitim Hastanesi Onkoloji Amaç: Triple negatif meme kanseri, meme kanserinin östrojen ve progesteron reseptörü ve Her negatifliği ile karakterize bir subtipidir. Meme kanserli hastaların %5 ini oluşturur. Farklı bir moleküler profili, agresif davranışı metastaz potansiyeli ve hedefe yönelik tedavilerin yokluğu ile karakterizedir. Sosyal ve ırksal farklar gösterir. BRCA pozitiflerin çoğu triple negatiftir ve bazal tiptir.genç kadınlarda ve afrikalılarda sıktır. Çalışmamızın amacı triple negatif meme kanserli hastalarımızın klinikopatojik özelliklerini incelemektir. Metod ve Materyal: Okmeydanı hastanesi onkoloji kliniğine başvuran 98 meme kanserli hastanın triple negatifti ve bu hastaların klinikopatolojik özelliklerini inceledik. Bulgular: Hastalarımızın yaş ortalaması 48 idi.si (%56) premenopoze, 86sı(%44)postmenopoze idi. 88 i(%44) sağ. ü (%.5) bilateral, 08i(%54) sol meme kanseriydi. 8 hastada ailede meme kanseri yok iken,6 hastada(%0)ailede meme kanseri öyküsü mevcuttu. Histoloji insitu duktal kanser, invaziv duktal kanser 54(%80), invaziv duktal ve lobüler 8,invaziv lobüler 8, invaziv papiler ve lobüler, koloidal kanser,meduller kanser, invaziv duktal ve koloidal, invaziv papiller hastada mevcuttu.ortalama tümör çapı cm idi.cerrahi 5(%5) hastada meme koruyucu, 6(%68) hastada modifiye radikal mastektomi, (%5.5) hastada basit mastektomi şeklindeydi. grade(g):6(%.8), G:67(%4),G:8(%54)di. Evre I: 9(%), Evre II:06(%57), Evre III: 7(%0), Evre IV: (%) idi. Takipte 4 hastada (%)lokal ve bölgesel nüks gelişti.5 hastada (%) metastaz gelişti. Metastazlar ortalama 54 ay sonra gelişti.nüks gelişen hasta son kontrollerinde sağ idi. Metastaz gelişen 0 hasta son kontrollerinde sağ iken diğer 5 hasta ex oldu. Sonuç: Meme kanseri daha sık postmenopoze kadınlarda görülen bir hastalık olmasına rağmen bizim triple negatif olgularımızın %56 si premenopoze idi. Hastalarımızın %0 unda ailede kanser öyküsü mevcuttu. G oranı düşük iken olguların çoğu grade ve tü. Hastalarımızın çoğu başlangıçta evre II ve III tü. Triple negatif meme κ p kanseri şu anki tedavilerin yetersiz kaldığı yeni yaklaşımlar gerektiren agresif seyreden bir hastalıktır. Ref No: P-047 AKSİLLER LENF NODU TUTULUMU OLAN MEME KANSERLİ HASTALARDA METASTATİK/ÇIKARILAN LENF NODU ORANI KAPSÜL DIŞINA YAYILIMIN PREDİKTÖRÜDÜR Dilek Ünal, Arzu Oğuz, Arzu Taşdemir Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Kayseri Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Kayseri Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Bölümü, Kayseri Giriş-Amaç: Bu çalışmada biz aksiller lenf nodu tutulumu olan meme kanserli kadın hastalarda, kapsül dışına yayılım için metastatik/çıkarılan lenf nodu oranı ile nötrofil/lenfosit oranının değerini araştırmayı amaçladık. Hastalar ve Yöntem: Bu çalışma modifiye radikal mastektomi (9 hasta) veya aksiller diseksiyon ile birlikte meme koruyucu cerrahi ( hasta) yapılan aksiller lenf nodu tutulumu olan 95 meme kanserli kadın hastada yapıldı. Uzak organ metastazı olan hastalar dışlandı. Patoloji raporları değerlendirilerek tutulum olan lenf nodu sayısı ve çıkarılan lenf nodu sayıları kaydedildi. Metastatik/çıkarılan lenf nodu oranı için eşik değer, eğri altında kalan alan, duyarlılık ve özgüllük değerleri ROC analizi ile hesaplandı. Bulgular: Tablo kapsül dışına yayılımı olan ve olmayan hastaların demografik, klinik ve biyokimyasal parametrelerinin karşılaştırılmasını göstermektedir. Toplam çıkarılan lenf nodu sayısı, metastatik lenf nodu sayısı, metastatik/çıkarılan lenf nodu oranı kapsül dışına yayılımı olan hastalarda yayılım olmayan hastalardan anlamlı olarak yüksekti. Öte yandan bu iki grup arasında diğer parametreler açısından anlamlı fark gözlemlenmedi. Metastatik/çıkarılan lenf nodu oranının eşik değeri, duyarlılık ve özgüllük değerleri, pozitif ve negatif olasılık oranları ile pozitif ve negatif prediktif değerleri Tablo de gösterilmiştir. Aksiller lenf nodu pozitifliği olan meme kanserinde kapsül dışı yayılımın bir prediktörü olarak metastatik/çıkarılan lenf nodu oranının ROC analizi Şekil de gösterilmiştir. 0. metastatik/ çıkarılan lenf nodu oranı en yüksek duyarlılığa sahipti (p: 0.004). Sonuçlar: Meme kanserli hastalarda 0. eşik (cut-off) değerin üstündeki metastatik/çıkarılan lenf nodu oranları kapsül dışına yayılım için yüksek duyarlılık ve özgüllük ile bir belirteç olabilir. Şekil. Aksiller lenf nodu pozitifliği olan meme kanserinde kapsül dışı yayılımın bir prediktörü olarak metastatik/çıkarılan lenf nodu oranının ROC analizi MEME KANSERİ Susesi Otel, Antalya 8

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER Tablo. Kapsül dışına yayılımı olan ve olmayan hastaların demografik, klinik ve biyokimyasal parametrelerinin karşılaştırılması Parametre Kapsül Dışına Yayılım Olan Grup (n: 4) Kapsül Dışına Yayılım Olmayan Grup (n:54) P değeri Yaş (yıl) 56. ±.7 59. ±.7 0. Toplam çıkarılan lenf nodu sayısı 0 (7-49) 5 (-) 0.00 Metastatik lenf nodu sayısı 0 (-40) (-0) <0.00 Metastatik/çıkarılan lenf nodu oranı 0.57 (0.0-.00) 0. (0.04-.00) 0.00 Nötrofil sayısı (mm ) 4409 ± 447 450 ± 46 0.75 Lenfosit sayısı (mm ) 06 ± 60 76 ± 655 0.8 Nötrofil/lenfosit oranı.4 ±.5.5 ±.0 0.57 Trombosit sayısı (x09/l) 85 ± 75 56 ± 66 0.05 Nötrofil/trombosit oranı 0.06 ± 0.006 0.09 ± 0.008 0.099 Laktat dehidrogenaz (IU/L) ± 49 9 ± 48 0.857 Gamma glutamil transferaz (IU/L) 9 (8-06) (8-) 0.799 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Yirmi beş hastanın yıllık izlemlerinde hastada Evre 0, hastada Evre, ve hastada Evre olmak üzere 5 hastada lenfödem saptandı. Evre ve lenfödem hastaları kombine lenfödem tedavi yaklaşımları ile hastanemiz ayaktan tedavi ünitesinde, Evre 0 hastalar ise ev tedavi programı ve koruyucu önlemler ile takip edildi. Evre 0 da takibe alınan hastaların ay sonra yapılan kontrollerinde biyoelektriksel impedans değerleri normal seviyelere gerilemiş olup, şikayetleri düzelmiştir. Evre ve hastalar ise kol çevre ölçümlerinde azalma ile takip edilmektedir. Sonuç: Lenfödemin mevcut tedavisi, etkilenen ekstremitede lenf sıvısının birikimini azaltma ve günlük yaşam aktivitelerinde düzelme sağlamaktadır. Günümüzde kullanılmakta olan kombine tedavi yaklaşımları, lenfödemin erken evrelerinde daha etkin olmaktadır. Bu nedenle lenfödemin erken tanınması hastalığın seyri açısından büyük önem taşır. Evre 0 lenfödemde ekstremitede belirgin çevre ölçüm farkı olmadığından diğer yöntemlerle lenfödem tanısı konamamaktadır. Biyoelektriksel impedans ile ekstremite ölçümleri, Evre 0 düzeyinde lenfödemin erken tanısına olanak vermekte ve tedavinin etkin bir şekilde başlanmasını sağlamaktadır. Tablo. Eşik değerde metastatik/çıkarılan lenf nodu oranının duyarlılık ve özgüllük değerleri Eşik (cut-off) değer Duyarlılık Özgüllük (Sensitivite) (Spesitivite) Pozitif olasılık oranı Negatif olasılık oranı Pozitif prediktif değer Negatif prediktif değer Metastatik/ İncelenen Lenf Nodu Oranı 0. 80.49 55.56.8 0.5 57.9 78.9 Ref No: P-048 MEME KANSERLİ HASTALARDA LENFÖDEMİN TANISINDA BİYOELEKTRİKSEL İMPEDANS ÖLÇÜMÜ: FLORENCE NIGHTINGALE MEME ÇALIŞMA GRUBUNUN İLK TAKİP SONUÇLARI Zeynep Erdoğan, Derya Selamoğlu, Gül Alço, Kezban Nur Pilancı, Gökhan Demir, Sıtkı Tuzlalı, İhsan Diler Özaçmak, Fusun Uysal, Vahit Özmen Florence Nightingale Meme Çalışma Grubu Giriş: Meme kanserli hastaların tedavisi sırasında lenfödem oldukça sık görülen ve ancak erken evrelerde tedaviye başlandığında tedaviden yüz güldürücü yanıtlar alınabilen bir komplikasyondur. Lenfödemin erken tanısında biyoelektriksel impedans ölçüm yöntemi bir süredir kullanılmaktadır. Bu çalışmada hastanemizde takiplerini yaptığımız meme kanserli hastaların lenfödem takip sonuçları yer almaktadır. Araç ve Yöntem: Hastanemizde meme kanseri cerrahisi ve aksiller diseksiyon uygulanan hastalarda preoperatif, post operatif. ay 6. ay, 9. ay ve. ayda L-DEX U400 cihazı ile üst ekstremite biyoelektriksel impedans ölçümleri, karşılaştırmalı çevre ölçümleri, trunkal ödem değerlendirmesi ve ayrıntılı kas iskelet sistemi değerlendirmesi yapıldı. Byioelektriksel impedans değerlendirmesinde 0 birimden fazla L-DEX ünitesi artışı Evre 0 lenfödem olarak değerlendirildi. Kol çevre ölçümlerinde cm den fazla fark olup fibrotik değişiklikler saptanmayan hastalar Evre, fibrotik değişikler saptanan hastalar ise Evre olarak sınıflandırıldı. Bulgular: Kasım 0 tarihiden itibaren düzenli takibe alınan 5 hastanın 7 tanesinde sentinel lenf nodu biobsisi, 8 hastada ise aksiller diseksiyon uygulanmış olup, hastaya meme koruyucu cerrahi,dört hastaya ise mastektomi operasyonu yapıldı. Yirmi bir hastaya kemoterapi, radyoterapi ve hormonal terapi, hastaya sadece hormonal terapi, hastaya radyoterapi ve hormonal terapi uygulandı. Ref No: P-049 MEME KANSERİ TEDAVİSİ SONRASI LENFÖDEM GELİŞEN HASTALARDA KOMPLEKS DEKONJESTİF FİZYOTERAPİ PROGRAMININ ETKİNLİĞİNİN İNCELENMESİ Gülbin Ergin, Didem Karadibak, Ertan Şahinoğlu, İlknur Naz Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Yüksekokulu, İzmir Amaç: Meme kanseri tedavileri sonrasında hastalarda lenfödem sık gelişen birsorundur. Lenfödeme bağlı olarak hastalarda kol hareketlerinde kısıtlılık, etkilenen dokunun iyileşme kapasitesinde azalma, enfeksiyon ve ağrı görülebilmektedir. Gelişen bu sorunlar hastalarda güçsüzlüğe, beden imajında bozulmaya, benlik saygısında ve yaşam kalitesinde azalmaya, anksiyete, emosyonel distres ve depresyona neden olabilmektedir. Bu nedenle hastalara lenfödem ve lenfödeme bağlı gelişen sorunlarla baş etmek büyük önem taşımaktadır. Son yıllarda literatürde lenfödem tedavisinde kompleks dekonjestif fizyoterapinin etkinliği üzerinde durulmaktadır. Bu çalışmadaki amacımız meme kanseri sonrası lenfödem gelişen hastalarda kompleks dekonjestif fizyoterapinin lenfödem üzerine etkisini incelemektir. Yöntem: Çalışmaya, meme kanseri tedavisi sonrası lenfödem gelişen toplam 7 olgu katılmıştır. Tüm olgulara dekonjestif fizyoterapi (manuel lenf derajı, çok katlı bandajlama, remedial egzersizler ve cilt bakımı) programı uygulanmıştır. Dekonjestif fizyoterapi programı haftada 5 gün 4 hafta olacak şekilde bu konuda deneyimli fizyoterapist tarafından uygulanmıştır. Her üst ekstremite arasındaki fark orta parmak tırnak dibinden itibaren 5 er cm arayla 50cm proksimale kadar çevre ölçümü ile değerlendirilmiştir. Ölçümler tedavi öncesi ve sonrası aynı fizyoterapist tarafından yapılmıştır. Verilerin analizinde Wilcoxon Rank Sum testi kullanılmıştır. Bulgular: Değerlendirmeye alınan olgular 8-70 yaşları arasında ve yaş ortalaması 55, ±,0 yıl olup, ortalama BKİ 8.97±6,08 kg/ m dir. Kompleks dekonjestif fizyoterapi programı sonrasında hastalarda yapılan çevre ölçümü sonucunda ödemde istatiksel olarak anlamlı azalma görülmüştür (Tablo ) (p<0.05). Sonuç: Kompleks dekonjestif fizyoterapi programı meme kanseri sonrası gelişen lenfödem tedavisinde ödemin azaltılmasında oldukça etkilidir. 8 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Tabo. Meme kanseri sonrası lenfödem gelişen hastalarda dekonjestif fizyoterapi programının ödem üzerine etkisi Tedavi Öncesi mean ± SD Tedavi Sonrası mean ± SD Ortaparmak Tınakdibi 5,48 ± 0,56 5,4 ± 0,58,0 5cm,65 ± 4,9 7,94 ±,4,04 0cm,44 ±,0 0,44 ±,80,000* 5cm,85 ±,8 9,88 ±,8,00* 0cm 4, ± 4,0,9 ±,9,00* 5cm 7,50 ± 4,6 5,0 ±,5,00* 0cm,05 ± 4,5 8,44 ±,,00* 5cm,55 ±,86 9,94 ±,60,00* 40cm,4 ±,85,67 ±,64,00* 45cm 5,5 ± 4,84,4 ± 4,44 000* 50cm 7,00 ± 5,00 4,94 ± 4,86,00* p<0,05* Ref No: P-050 HİPOFRAKSİYONE TÜM MEME IŞINLAMASINDA ERKEN YAN ETKİ DEĞERLENDİRİLMESİ Şefika Arzu Ergen, Günel Hacı, Özgehan Onay, Bülent Yapıcı, Didem Çolpan Öksüz, Nuran Şenel Beşe İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı Acıbadem Üniversitesi Maslak Hastanesi Amaç: Tüm memenin hipofraksiyone ışınlanmasının konvansiyonel fraksiyonasyonla karşılaştırıldığı randomize çalışmaların sonuçları lokal kontrol açısından her iki grupta farklılık olmadığını ortaya koymuştur. Fraksiyon başına düşen dozun artırıldığı ve toplam tedavi süresinin kısa tutulduğu bu uygulama İngiltere ve Kanada dışındaki merkezlerde sıklıkla uygulanmamaktadır. Bu çalışmada hipofraksiyone radyoterapi uyguladığımız 6 hastada erken yan etki geriye dönük olarak değerlendirilmiştir. Materyal-Metod: Hastalara boyutlu konformal radyoterapi tekniği ile planlama sonrasında, lineer hızlandırıcıda tüm meme bölgesine toplam 4,5 Gy 6 fraksiyonda uygulanmıştır (Cumartesi-Pazar hariç,,66gy/gün). Hiç bir hastada tümör yatağına ek doz verilmemiştir. Tedavi sırası ve hemen tedavi sonrasında görülen yan etkiler RTOG erken yan etki skorlamasına göre değerlendirilmiştir. Ayrıca tüm meme ve risk altındaki organların dozimetrik değerlendirmeleri bu çalışmada bildirilmiştir. Bulgular: Hastaların tümü kadın ve ortanca yaş 6 dir (50-77) On üç (%50) hastaya sağ, üne sol meme kanseri nedeni ile meme koruyucu cerrahi yapılmıştır. Histopatolojik tanı 9 (%7) hastada invaziv duktal karsinomdur. hasta (%88) TN0, hasta (%) TN0 olup ortanca tümör boyutu 5 mm (5-7 mm) bulunmuştur. Olguların %8 () ini grade II hastalar oluşturmaktadır. Östrojen reseptörü 4 (%9) hastada pozitif iken, hasta Her (+), hasta triple negatifdir. 8 hasta (%69) sadece hormonoterapi, 6 hasta (%) kemoterapi+ hormonoterapi, hasta (%8) ise yalnız kemoterapi almıştır. Tüm hastalara planlanan dozda ve sürede radyoterapi uygulanmıştır. Işınlanan meme seperasyonları 5 cm den küçük olup, ortanca meme volümü 65 cc. dir. CTV nin aldığı maksimum doz (Dmax.) ortanca 4544 cgy dir ve tanımlanan dozun %07 sini aşmamaktadır. Kalp mean dozu sağ memelerde ortanca 65 (40-87) cgy, sol memelerde 99 (-466) cgy olarak tesbit edilmiştir. Ortanca akciğer dozu V5 %6, V0 %4, V0 % bulunmuştur. Karşı meme dozu tüm hastalarda Gy in altındadır. Radyoterapi süresince 6 (%) hastada grade, (%) hastada grade cilt reaksiyonu gelişmiş ve semptomatik tedavileri düzenlenmiştir. Cilt reaksiyonu gelişen olgularda Dmax. dozu ve meme volümü ile anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. p Sonuç: Hipofraksiyone meme radyoterapisi uygun hasta grubunda erken dönemde düşük toksisite oranları ve kısa tedavi süresi avantajı ile seçilebilecek bir tedavi şemasıdır. Ref No: P-05 MODİFİYE RADİKAL MASTEKTOMİ (MRM) UYGULANAN MEME KANSERLİ HASTALARDA FARKLI RADYOTERAPİ TEKNİĞİNİN KONFORMİTE VE HOMOJENİTE İNDEKSLERİ İLE KARŞI MEME VE RİSKLİ ORGAN DOZLARI BAKIMINDAN DOZİMETRİK OLARAK KARŞILAŞTIRILMASI Osman Öztürk, Kansu Şengül, Erkan Topkan, Berrin Pehlivan Akdeniz İntegratif Onkoloji Grubu Medstar Antalya Hastanesi Başkent Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Amaç: Çalışmamızda modifiye radikal mastektomi (MRM) uygulanan hastalarda alan içi alan (AA), ve yoğunluk ayarlı radyoterapi (YART) ve hibrid AA-YART göğüs duvarı radyoterapi tekniklerinin konformite ve homojenite indeksleri ile karşı meme ve riskli organ dozları bakımından dozimetrik olarak karşılaştırılmasını amaçlanmıştır. Metod&Materyal: Bu çalışmada MRM sonrası gögüs duvarına 50 Gy ( Gy/fr) radyoterapi uygulanmış 0 sol meme kanserli hastanın bilgisayarlı tomografi verileri kullanılarak AA, YART ve AA-YART teknikleri ile Varian Eclipse TPS 0,0 planlama sisteminde yeni planlar oluşturularak karşılaştırılmıştır. YART tekniğinde 7 koplanar ve koplanar olmayan alanlar, AA tekniğinde 6-? alan kullanılarak planlar oluşturulmuştur. AA-YART planları ise %50 YART ve %50 AA ağırlıkları ile oluşturulmuştur. İpsilateral akciğer için V5, V0 ve V0, karşı akciğer için V0, kalp için V0 ve karşı meme için ortalama ve maksimum dozlar ile her bir teknik için konformite (CI) ve homejenite indeksleri (HI) hesaplanmıştır. Sonuçlar: AA, YART ve AA-YART teknikleri için ortalama CI ve HI değerleri sırasıyla 0,96, 0,99 vs. 0,99 ve,07,,07 ve,05 olarak hesaplanmıştır. İpsilateral ve karşı akciğer ile kalp ve karşı memenin maruz kaldığı ortalama doz değerleri tablo de gösterilmiştir. Karşılaştırmalı analizlerde tamamı kabul edilebilir düzeyde olsa da hedefin YART içeren tedavilerin daha konformal olduğu görülmektedir. Ancak, ortalama karşı meme dozlarının ve V0 (0 Gy alan hacim) karşı akciğer değerlerinin YART içeren planlarda daha yüksek olması dezavantaj olarak ortaya çıkmaktadır. İpsilateral akciğer açısından bakıldığında V5 değerleri arasında fark bulunmamasına rağmen V5 in AA planında, V0 nin ise YART planında anlamlı düzeyde düşük olması klinik açıdan potansiyel olarak önemli bir bulgudur Tartışma: Bu çalışmadan elde edilen sonuçlar her ne kadar alan oluşturulurken seçilen açılara bağımlı olarak değişkenlik gösterme potansiyeli taşısa da AA, YART ve AA-YART tekniklerinin MRM sonrası göğüs duvarı RT uygulanmasında tüm parametrelerin birlikte ele alınması durumunda birbirlerine belirgin bir üstün sağlayamadığını göstermektedir. Dolayısıyla tedavi tekniğinin daha çok hastanın komorbid hastalık varlığı ve ikincil kanser riskleri değerlendirilerek ağırlıklı öneme sahip olduğuna karar verilen faktöre göre seçilmesi uygun olacaktır. MEME KANSERİ Susesi Otel, Antalya 8

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER Tablo. Riskli organların ortalama doz değerleri AA (%) YART (%) AA-YART (%) İPSİLATERAL AKCİĞER V5,7 5 4,4 V5,5 0, V0 9,7 4,8 8, KONTRLATERAL AKCİĞER V0 0,0 6,9, KALP V0 6, 8,6 7, SAĞ MEME MEAN 0,,4,4 MAKSİMUM 8, 8,8 7, Ref No: P-05 MEME KİTLELERİNDE VİSFATİN EKSPRESYONU: ÖN SONUÇLAR Hande Köksal, Nevzat Serdar Uğraş, İsmail Harmankaya, Arif Atay, Meryem İlkay Karanis, Osman Doğru Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi Kliniği, Konya Selçuk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi patoloji Anabilim Dalı, Konya Konya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Patoloji Bölümü, Konya Giriş-Amaç: Adipozitlerden salgılanan hormonlar olarak bilinen adipositokinlerin meme kanseri gelişiminde kritik bir rol oynadığı düşünülmektedir. Son çalışmalarda yeni keşfedilen bir adipositokin olan visfatin in kolorektal, prostat, mide ve özefagus kanserlerinde ekspresyonu gösterilmiş olmasına karşılık; visfatinin meme kanserindeki ekspresyonu üzerine yapılan çalışmalar oldukça kısıtlıdır. Meme kanseri ile ilgili sadece bir çalışmada yüksek visfatin ekspresyonu ile kötü prognoz arasında ilişki bulunmuştur. Bizim çalışmamızda amaç, benign ve malign meme kitlelerinde tümör dokusunda visfatin ekspresyonun öneminin değerlendirilmesidir. Hastalar ve Metod: Memede kitle nedeni ile başvuran ve patolojik inceleme sonucunda invaziv duktal karsinom ya da fibroadenom tanısı alan 4 hasta çalışmaya dâhil edildi. Hastaların demografik özellikleri ve radyolojik bulguları kaydedildi. Tümör dokularında visfatin ekspresyonu imünhistokimyasal inceleme ile değerlendirildi. Visfatin boyama sonuçları: tümör hücrelerinin <= %5 pozitifse skor ; %6-50 si pozitifse skor ; %5-75 ise skor ve >=76 ise skor 4 olarak değerlendirildi. Boyanma aynı anda aynı koşul altında bağımsız uzman tarafından her bir numune için ayrı ayrı tespit edildi. Uyumsuz puanlar uzlaşmacı görüşü temelinde yeniden değerlendirildi ve puanlandı. Bulgular: Çalışmaya, tanısı invaziv duktal karsinom olan 9 hasta (%67,4) ve fibroadenom olan 4 hasta (%,6) dahil edildi. Fibroadenomlu hastaların yaşları 5 ile 5 yıl arasında (ortanca 7 yıl) değişiyordu ve hastaların yakınma süreleri 0 ile 60 ay (ortanca ay) arasında idi. Tümör çapları 6 ile 5 mm arasında (ortanca 5 mm) idi ve hücrelerin tamamı visfatin boyası pozitifti (%00). İnvaziv duktal karsinomlu hastaların ise yaşları 7 ile 87 yıl arasında iken (ortanca 5 yıl), yakınma süreleri 0 ile 4 ay (ortanca ay) arasında değişiyordu. Tümör çapları 5 ile 60 mm (ortanca mm) idi. Lenf nodu 4 hastada (%8,8) pozitifken, hastada (%0,) tanı anında uzak metastaz saptandı. Östrojen reseptörü 4 hastada (%8,8), progesteron reseptörü 4 hastada (%8,8) ve HER reseptörü hastada (%4,4) pozitifti. Tümör hücrelerinin hepsinde visfatin boyası pozitifti (%00). Sonuç: Çalışmamızda hem benign hem de malign kitlelerde tümör hücrelerinin tamamında visfatin ekspresyonun olduğu gözlendi. İnvaziv duktal karsinomlu hastalarda tümör boyutu, evre, lenf nodu tutulumu, tanı anında uzak metastaz varlığı ve reseptör düzeylerinden bağımsız olarak hepsinde pozitifti. Ref No: P-05 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ ERKEN EVRE MEME KANSERİNDE İNFLAMATUVAR MARKERLAR İbrahim Petekkaya, Sercan Aksoy, Gizem Geçmez, Emre Külahcıoğlu, Alexis K Okoh, Deniz Ç İşler, Abdullah F Demirci, Uğur Şahin, Erkan Doğan, Sevda Aygün, Emine Petekkaya, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji, Ankara Amaç: Az sayıda çalışmada inflamatuvar markerlar ile prognoz, kemoterapiye cevap ve sağkalım arasındaki muhtemel ilişkiler gösterilmiştir. Bu çalışmanın amacı, erken evre meme kanserinde serum markerlarının prognostik faktor olarak önemini göstermektir. Material Metod: Bu çalışma Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü nde yürütülmüştür. Aralık 009 ve Aralık 0 tarihleri arasında opere edilen ve evre IA dan evre IIIC ye kadar olan hastalar prospektif olarak çalışmaya dahil edilmiştir. Inflamatuvar markerlar, hastalar herhangi bir adjuvant terapi almadan önce çalışılmıştır. Sonuçlar: Toplam 704 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Hastaların medyan yaşı 50 dir (5-9). Hastaların %4,8 i premenopozal ve %48, si postmenopozal idi. Tüm çalışma grubu için medyan takip süresi ay (-87) idi. Çalışmada CRP, eritrosit sedimentasyon hızı, B mikroglobulin, LDH, albumin ve ferritin çalışılarak her marker için değerler yüksek ve normal olarak gruplanmıştır. Yüksek ve normal değerler dahilinde gruplandırılan tüm markerlar için hastalıksız sağkalım ve genel sağkalım sürelerinde istatistiki olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır. Tartışma: Herhangi bir inflamatuvar marker prognostik bir değer olarak saptanmamıştır. Ancak çalışmada takip süremiz kısa olduğundan daha fazla veriler için beklemeliyiz. Ref No: P-054 HER(+) METASTATİK MEME KANSERİNDE LAPATİNİB CEVABINI PREDİKTE EDEN FAKTÖRLERİN RETROSPEKTİF İNCELENMESİ Sema Sezgin Göksu, Hakan Bozcuk, Lokman Koral, Burcu Çakar, Şeyda Gündüz, Ali Murat Tatlı 4, Deniz Arslan, Mükremin Uysal 5, Murat Koçer 6, Mehmet Artaç 7, Bülent Karabulut, Hasan Şenol Coşkun, Mustafa Özdoğan, Burhan Savaş Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Çanakkale Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji 4 Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji 5 Afyon Kocatepe Üniversitesi,Tıp fakültesi, Tıbbi Onkoloji 6 Süleyman Demirel Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji 7 Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Giriş-Amaç: Trastuzumab altında progresyon gelişen HER(+) metastatik meme kanseri hastalarında, kombinasyondaki sitotoksik ajanı değiştirerek trastuzumab tedavisine devam edilmesi veya diğer bir anti-her ajan olan lapatinib tedavisine geçilmesi gerekir. Her iki seçeneğinde etkili olduğunu gösteren çalışmalar olmakla beraber; hangi hastada hangi tedavinin seçilmesi gerektiğine dair bir görüş birliği yoktur. Bu çalışmada amacımız lapatinib tedavisi alan hastaların özelliklerini ve tedavi yanıtlarını gözden geçirerek, lapatinibden fayda görecek olan ve erken dönemde lapatinib kullanması gereken hastaları belirleyebilmektir. Bulgular: HER(+) metastatik meme kanseri olan ve lapatinib ile tedavi edilen toplam 94 hastanın dosyaları retrospektif olarak değerlendirilmiş, hastaların patolojik özellikleri, aldıkları tedaviler ve tedavi yanıtları, metastaz bölgeleri, labaratuar sonuçları incelenmiştir. Lapatinib tedavisi alan hastalarda tedaviden fayda ile ilişkili bir faktör bulunamadı, yalnızca beyin metastazına kadar geçen süre ile klinik fayda oranı arasında anlamlılığa doğru giden bir ilişki mevcuttu. Progresyonsuz sağkalım (PSK) 9, ay olarak hesaplandı. İnvaziv 84 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER duktal karsinom dışı histolojiye sahip olanlarda ve karaciğer metastazı olanlarda PSK daha kısa idi. Genel sağkalım, ay olarak hesaplandı. İnvaziv Duktal karsinom dışı histolojiye sahip olanlarda ve beyin metastazı ile progrese olan hastalarda genel sağkalımın daha kötü olduğu görüldü. Sonuç: Lapatinib tedavisine geçilirken histolojik subtip ve metastaz bölgeleri göz önünde bulundurulmalıdır. Şekil. Histolojik subtip (invaziv versus diğer)- Genel sağkalım ilişkisi Amaç: Neoadjuvan tedavi genel olarak lokal ileri evre meme kanserinde operabilite sağlamak için uygulanır. Bu amaç nedeniyle uygulanırken, gözlenen yanıt hastanın prognozu açısından fikir verebilir. Neoadjuvan tedavi ile patolojik tam yanıt (pcr) gözlenen hastalarda sağkalım avantajı sağlanmaktadır. Bu çalışmadaki amacımız, merkezimizde neoadjuvan tedavi uygulanan Her pozitif meme kanseri vakalarında gözlenen patolojik yanıt oranlarını saptamaktır. Metod: Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümünde 996-0 yılları arasında takip edilen 850 hasta arasından neoadjuvan tedavi alanlar seçildi. Bu hastaların demografik verileri, cerrahi kayıtları, postoperatif patoloji sonuçları, hormon reseptör ve Her durumları analiz edildi. Patolojik tam yanıt, cerrahi sonrası patolojiye gönderilen meme ve lenf nodu örneklerinde rezidü tümör bulunmaması olarak kabul edildi. Bulgular: Merkezimizde takip edilen 850 hastadan 45 ine (%8.5) neoadjuvan tedavi uygulanmıştı. Bu hastaların tanı anındaki ortalama yaşı 55.6±. idi. Hastaların menapozal durumlarına bakıldığında; 8 hasta (%5.) premenapozal, 04 hasta (%4.4) perimenapozal ve hasta (%5.) postmenapozal idi. Neoadjuvan tedavi alan hastaların %5 (55 hasta) kadarı Her pozitif, kalan %75 hasta (65 hasta) Her negatif idi. Her pozitif olan 55 hastadan 9 unda (%6.) pcr gözlendi. Hastaların Her durumları ile pcr gözlenmesi arasındaki ilişkiye bakıldığında; Her negatif olan hastaların %4.5 inde, Her pozitif olan vakaların da %6. ünde pcr gözlendi, ve aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0.05). Her durumundan bağımsız olarak, östrojen reseptör (ER) durumu ile pcr arası ilişki incelendiğinde ER negatif olan hastalarda istatistiksel olarak anlamlı derecede daha fazla oranda pcr gözlendi (p<0.05). Progesteron reseptör (PR) durumu ile pcr yanıt arasında sınırda anlamlılık vardı ve PR negatif olan hastalarda daha fazla pcr gözlendi (p=0.05). Sonuç: Literatürde Her aşırı ekspresyonu olan tümörlerde, neoadjuvan kemoterapi ve trastuzumab tedavisi ile yüksek oranda pcr elde edilir. Bu hastalarda postoperatif dönemde trastuzumab tedavisi uygulanması ile sağkalım sonuçları olumlu etkilenir. pcr elde edilmesi de zaten olumlu bir prognostik faktördür. Biz hasta grubumuzda Her durumu ile pcr elde etme arasında istatistiksel anlamlı bir ilişki elde edemedik. Ama ER ve PR ü negatif olan hastalarda daha fazla oranda pcr saptadık. MEME KANSERİ Ref No: P-056 MEMEDE DUKTAL KARSİNOMA İN SİTU TANISI ALANLARDA UYGULANAN CERRAHİ NÜKSE ETKİ EDER Mİ? Şekil. Lapatinib tedavisi altında progresyon yeri genel sağkalım ilişkisi Ref No: P-055 HER POZİTİF MEME KANSERİNDE NEOADJUVAN TEDAVİ İLE PATOLOJİK YANIT ARASINDA İLİŞKİ Özge Keskin, Neyran Kertmen, Mustafa Solak, İbrahim H. Petekkaya, Zafer Arık, Furkan S. Sarıcı, Taner Babacan, Ece Esin, Sercan Aksoy, Kadri M. Altundağ Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bölümü, Ankara Binnur Donmezyilmaz, Serab Özbay, Mustafa Ünsal İstanbul Okmeydanı Eğitim Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği Amaç;Duktal karsinoma in situ(dcis),memenin duktuslarında sınırlı kalmış,yayılma özelliği olmayan meme kanseri türüdür.uzak metastaz oluşturmadığı halde nüksleri göğüs duvarı veya meme içinde invazif tümör şeklinde olabilir.tedavisinde mastektomi veya giderek yıllar içinde artan oranlarda uygulanan meme koruyucu cerrahi ve radyoterapi uygulanır.ardından hormon duyarlı olanlara tamoksifen uygulanarak hasta takip edilir.retrospektif değerlendirmemizde DCİS lu hastaların lokal nüksleri ve uygulanan cerrahi şeklinin nükslerde yarattığı fark irdelenmiştir. Yöntem;Okmeydanı Eğitim Araştırma Hastanesi Radyasyon Onnkolojisi kliniğine 000-007 yılları arasında başvuran, takip ve tedavileri yapılan 85 DCİS hastasnın özellikleriı dosyalarından retrospektif olarak değerlendirilmiştir.hastaların 4 s(i%49) premenopoze, 5 i (%4) postmenopoze ve 8 i(%9) perimenopozedir.tedavide 5 hastaya(%60) mastektomi, üne (%40) meme koruyucu cerrahi uygulanmıştır.hastaların ünde (%4) lobuler karsinoma in situ ve 8 sinde (%96) duktal karsioma in situ tespit edilmiştir. Değerlendirilebilen 5 hastanın grade dağılımlarında 8 hastada grade,4 hastada grade ve 0 hastada grade hastalık tespit edilmiştir.tümör çapları 0.4 cm -9 cm arasında değişmektedir.en yakın cerrahi sınır 0.cm dir.meme koruyucu cerrahi uygulanan 9 hastaya (%85) meme radyoterapisi uygulanmış,5 i (%5) takipde bırakılmıştır.beş hastada reseptör değerlendirmesi yapılmamış, hastada ER ve PR negatif olarak eğerlendirilmiş, kalan tüm hastalarda hormon reseptörü pozitiftir. Hormon reseptörü duyarlı olan hastalara ay -6 yıl arasında (ortalama 4.5 yıl)tamoksifen verilmiştir.hastaların 5,7,0 yıllık takipleri değerlendirilmi,85 hastanın 4 ünde (%4,7)nüks gelişmiştir. Sonuç: Patoloji raporları değişik merkezlerde değerlendirilmiş,ve çoğu yeterli değildir.bu nedenle nükse etki edebilecek tümöre ait özellikler değerlendirilememiştir. Uygulanan cerrahide meme koruyucu cerrahi ile nükssüz sağkalım 6 ay ve mastektomi le nükssüz sağkalım 0 ay olarak değerlendirilmiş(p;0.459) aralarınaki fark anlamlı bulunmamıştır. Susesi Otel, Antalya 85

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-057 POSTMENAPOZAL MEME KANSERİNDE İNSÜLİN DİRENCİ VE METABOLİK SENDRONUM MEME KANSRİ PROGNOSTİK FAKTÖRLERİ İLE İLİŞKİSİ Alper Can, Ahmet Alacacıoğlu, Yüksel Küçükzeybek, Çiğdem Erten, Suna Çokmert, Lütfiye Demir, Ahmet Dirican, İbrahim Vedat Bayoğlu, Murat Akyol, Ferit Aslan, Mustafa Oktay Tarhan İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği Amaç: Bu çalışmanın amacı postmenapozal meme kanseri hastalarında tanı anında metabolik sendrom ve insülin direncinin meme kanserinin bilinen prognostik faktörler üzerindeki etkisi araştılmak istendi. Hastalar ve Yöntem: Haziran 00 ile Haziran 0 tarihelri arasında İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi Tıbbı Onkoloji polikliniğine başvuran yeni tanı almış postmenopozal meme kanseri 7 hasta dâhil edilmişti. Çalışma sırasında hastaların tanı anında metabolik sendromu ve insülin direnci olup olmadığı tesbit edildi. Tanı anında meme kanserinin bilinen prognostik faktörleri tümör büyüklüğü, aksileler lenf nodu tutulumu, uzak metastaz varlığı tümör grade, ER,PR, CERB- durumu kaydedildi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 7 hastanın 5 de tanı anında metabolik sendrom tesbit edildi. 7hastanın de HOMA-IR değeri >,7 bulanarak insülin direnci olduğu tesbit edildi. Metabolik sendromlu hastalar ile metabolik sendromu olmayan hastalar arasında meme kanserinin prognostik değerleri tümör büyüklüğü, axiller lenf bezi tutulumu, uzak metastaz, tümör grede, ER, PR, CERB- arasında iki grup arasında istatiksel olarak fark bulunamadı. İnsülin direnci olan hasta ile insülin direnci olmayan 8 hasta arasında tanı anında meme kanserinin prognostik faktörleri arasında istatiksel bir fark bulunamadı. Sonuç: Daha önceleri yapılan bir çok çalışmada postmenapazal meme kanser hastalarında metabolik sendrom ve insülin direnci ile meme kanseri prognostik faktörleri arasında olumsuz bir ilişkinin olduğu saptanmıştır. Ama bizim çalışmamızda bu ilişki ortaya konulamamıştır. Bu çalışmanın hasta sayısın azlığı, hastalarda var olan metabolik sendrom ve insülin direncinin süresinin bilinmemesi ve izlem süresinin azlığı nedeniyle postmenapozal meme kanserinin metabolik sendrom ve insülin direnci arasındaki ilişki tam olarak ortaya konulamamıştır. Meme kanserinde metabolik sendromun ve insülin direncinin prognoz üzerindeki etkisinin gösterilmesi için daha çok hastanın dâhil edildiği ve daha uzun takip sürelerinin olduğu çalışmalara ihtiyaç vardır. Ref No: P-058 NM0 MEME KANSERİNDE METASTATİK LENF NODU SAYISININ SAĞKALIMA ETKİSİ Fatma Paksoy Türköz, Mustafa Solak, İbrahim Petekkaya, Furkan Sarıcı, Özge Keskin, Sercan Aksoy, Yavuz Özışık, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Yeterli lenf nodu diseksiyonu yapılmış NM0 meme kanseri hastalarında metastatik lenf nodu sayısının (MLN) sağkalıma etkisi araştırıldı. Gereç-Yöntem: Histopatolojik olarak kanıtlanmış N, metastatik olmayan meme kanserli 00 hastanın klinik, patolojik ve demografik verileri analiz edildi. Hastalar MLN sayısına göre üç gruba ayrıldılar; i)mln:0-5, ii)mln:6-0, iii)mln:>0. İstatistiksel analiz için Pearson ki-kare ve Kaplan-Meier testleri kullanıldı. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Bulgular: 5 hastada T, 9 hastada T, 69 hastada T ve 5 hastada ise T4 tümör mevcuttu. Medyan MLN sayısı 5 (0-48) olarak bulundu. ER, PR ve HER- pozitifliği her üç grupta da benzerdi. Tanı anındaki yaş, menopozoal durum, evre, grad ve tedavi açısından üç grup arasında istatistiksel anlamlı farklılık gözlenmedi (p>0,05). Medyan izlem süresi 4.5 aydı. Medyan genel sağkalım (OS) sırasıyla grup I de 00 ay, grup II de 98 ay ve grup III de 58 aydı (p=0.06). Hastaları MLN > 0 ve <=0 olarak iki gruba ayırdığımızda; medyan OS, MLN>0 grubunda istatistiksel anlamlı olarak daha kısa bulundu (58 vs. 98 ay; p=0.04). Hastalıksız sağkalım oranları her iki grupta da bezner saptandı (p=0.5). 0 nin üzerinde MLN tutulumu olan hastalarda ölüm riskinin yaklaşık kat arttığı gözlendi (düzeltilmiş-hazard oranı:.96 (.-.5); p=0.05). Sonuç: N meme kanserinde MLN sayısına göre hastaları alt gruplara ayırmak, yüksek riskli hastaların belirlenmesine ve klinik pratikte tedavi yönetimine yardımcı olacaktır. Ancak, bu bulguların daha büyük çalışmalarla desteklenmesine ihtiyaç vardır. Ref No: P-059 MEME KANSERİNDE İNVAZİV MİKROPAPİLLER KOMPONENTİN PROGNOZA ETKİSİ Fatma Paksoy Türköz, Mustafa Solak, İbrahim Petekkaya, Özge Keskin, Furkan Sarıcı, Sercan Aksoy, Yavuz Özışık, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Amaç: İnvaziv mikropapiller kanser (IMP); meme kanserinin çok nadir bir varyantı olup, rejyonel lenf nodu tutulumu ve agresif gidişat ile karakterizedir. Bu çalışmada İMP komponenti olan meme kanseri vakarının klinik ve patolojik özellikleri ile sağkalım verileri invaziv duktal karsinom (IDK) ile karşılaştırmalı olarak sunulmuştur. Gereç-Yöntem: HÜTF Onkoloji Hastanesi, Medikal Onkoloji Bölümü nde 005-0 tarihleri arasında takip ve tedavi edilen, IMP komponenti olan 8 meme kanseri tanılı hasta, yaş ve tanı yılı eşleştirilerek 9 saf IDK hasta ile karşılaştırıldı. Bulgular: Her iki grup da sıklıkla postmenopozoal hastalardan oluşmaktaydı (%57.). Başvuru anında metastatik hastalık oranı IMP grubunda %7.4, IDK grubunda ise %9. di (p=0.6). T-4 tümör oranı her iki grupta benzer olup %5. saptandı. IMP grubunda nod-pozitif hastalık %64, IDK grubunda %50 olarak gözlendi (p=0.). IMP grubunda grad tümör hiç görülmezken, IDK grubunda %0. görüldü (p=0.4). Her iki grupta da ER, PR ve HER- oranları benzerdi (%8., %76. ve %.7; p>0.05). Lenfovasküler invazyon IDK grubunda sıkken (%78.8 vs %60; p=0.); perinöral invazyon IMP grubunda daha sık görüldü (%0 vs %.; p=0.8). Her iki grubunda benzer oranda kemoterapi ve endokrin tedavi aldığı gözlendi (p=0.97 ve p=0.5). 5-yıllık genel sağkalım oranları IMP kolunda %48, IDK kolunda %95 bulunmasına karşın, istatistiksel anlamlılığa ulaşmadı (p=0.5). IMP komponenti olan meme kanserli hastaların %50 sinin ilk yıl içerisinde kaybedildiği tespit edildi. Sonuç: Literatürde prognozu İDK dan daha kötü olarak bildirilmiştir. Bizim çalışmamızda da invaziv mikropapiller komponenti olan meme kanserli hastalarda yüksek gradlı tümör ve nod-pozitif hastalık daha sık gözlenmekte ve hastaların yarısı ilk yıl içerisinde kaybedilmektedir. 86 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-060 TANI ANINDA METASTATİK HASTALARDAN PRİMERİNE LOKAL TEDAVİ UYGULANAN HASTALARIN DEĞERLENDİRİLMESİ: CERRAHİ VS CERRAHİ ARTI RADYOTERAPİ Ozan Yazıcı, Sercan Aksoy, Mehmet Ali Nahit Şendur, Şebnem Yaman, Zafer Arık, Taner Babacan, Nuriye Özdemir, Nurullah Zengin, Kadri Altundağ Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümü, Ankara Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Amaç: Çalışmamızda metastatik meme kanserinde primer bölgesine cerrahi uygulanan hastaların verileriyle primer bölgesine cerrahi ve radyoterapi uygulanan hastalarımızın sonuçlarını incelemeyi amaçladık. Gereç-Yöntem: Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Medikal Onkoloji Bilim dalında 00-0 yılları arasında takip edilen 849 meme kanser tanılı hastadan tanı anında metastatik olup, primerine cerrahi ve radyoterapi uygulanan 68 hastanın verisi primerine cerrahi uygulanan 9 hastanın verisiyle karşılaştırıldı. Bulgular: Hastaların ortalama yaşı radyoterapi alan grupta ve sadece cerrahi grubunda sırasıyla 47.9±5 ve 5.±4 idi. Radyoterapi alan grupta ve sadece cerrahi grubunda sırasıyla %9.7 si ve %4,6 sı premenapozal, %0,6 sı ve %7.7 si perimenapozal ve %8 i ve %46. si postmenapozaldi. Sadece cerrahi grubunda hastada bilateral meme kanseri (%.5) mevcuttu. Radyoterapi ve sadece cerrahi grubunda sırasıyla %8.8 ine ve %89.7 sine modifiye radikal mastektomi, %4.7 sine ve %7, sine meme koruyucu cerrahi ve %.5 ine ve %.6 sına radikal mastektomi uygulanmıştı. Her iki grupta da en sık histolojik tip infiltratif duktal karsinomdu, (sırasıyla %67, si ve %74,4 ü). Radyoterapi ve sadece cerrahi grubunda en çok grade ve hastalık saptandı (sırasıyla, %5. vs %54. ve %4.5 vs %4.). Radyoterapi ve sadece cerrahi grubunda sırasıyla hastaların %76,5 unda ve %65,8 inde östrojen ve %70,6 sında ve %59,5 inde progesterone reseptörü pozitif saptandı. HER- reseptörü radyoterapi ve sadece cerrahi kolunda sırasıyla %0,9 unda ve %4, sinde pozitifti. Hastaların aldıkları hormonal tedavilere bakılacak olursa radyoterapi ve sadece cerrahi grubunda sırasıyla hastaların %7, ü ve %4 i tamoksifen, %4,8 i ve %. i aromataz inhibitörü, sadece cerrahi kolunda hastaların %.6 u tamoksifen sonrası aromataz inhibitörü kullanmaktaydı. Ortanca takip süresi 8.5 aydı. Radyoterapi grubunda ortalama DFS 47.4 ay (%95 CI 8.5-0.7) ve sadece cerrahi kolunda 8 ay (%95 CI.8-.5) olarak hesaplandı, aradaki fark istatiksel olarak anlamlıydı (p=0.0). Genel sağkalım radyoterapi kolunda 9.8 ay (%95 CI 9.-7.5) ve sadece cerrahi kolunda 4. ay (%95 CI.5-4.) olarak saptandı ve aradaki fark istatiksel olarak anlamlıydı (p=0,0). Sonuçlar: Metastatik meme kanseri lokal tedavisi halen tartışma konusudur. Metastatik meme kanserinde mastektominin sağkalım avantajı sağladığı gösterilmiştir. Metastatik meme kanserinde mastektominin tümör yükünü azaltarak, metastatik ilerlemeyi azalttığı düşünülmektedir. Çalışmamızda sadece cerrahi kolunda literatürde 4 aylara ulaşan toplam sağkalımla uyumlu bulgular elde edildi. Cerrahi sorası primer bölgeye radyoterapi vermenin sağkalımı anlamlı oranda arttırdığı gösterildi. Ref No: P-06 MEME KANSERİ VE BEYİN METASTAZI TANISI İLE STEREOTAKTİK RADYOTERAPİ UYGULANAN HASTALARDA SAĞKALIM VE ETKİ EDEN FAKTÖRLER Yıldız Güney, Ela Delikgöz Soykut, Özlem Derinalp Or, Ebru Karakaya, Muzaffer Bedri Altundağ, Hayati Abanuz, Gülçin Ertaş, Tamer Çalıkoğlu, Sema Durmuş Düzgün, Bektaş Kaya, Kenan Özbağı Ankara Abdurrahman Yurtaslan Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkoloji Kliniği Amaç: Beyin metastazı nedeniyle stereotaktik radyoterapi yapılan meme kanserli olgularda HER- pozitifliği ve diğer prognostik faktörler ile beyin metastazı arasındaki ilişkinin araştırılması. Gereç-Yöntem: Mayıs 009 Ekim 0 tarihleri arasında Ankara Onkoloji Hastanesi nde beyin metastazı nedeni ile CyberKnife tedavi cihazı ile stereotaktik radyoterapi (SRT) yapılan tüm meme kanseri tanılı hastalar (n:54 hasta) geriye dönük olarak değerlendirildi.hastaların primer tanı anındaki yaşı ortanca 4 (6-6) ve beyin metastazı anında yaşı ortanca 48 di (0-64). Hastaların %90 ının (n=49) patolojisi invaziv duktal karsinomdu. Hastaların 8 i HER- pozitifken, 6 sı HER- negatifti. 0 hastanın ise HER- durumu bilinmiyordu. Primer tanıdan itibaren beyin metastazı gelişmesine kadar geçen süre ortanca 4 ay (0-0 ay). Hastaların sinde (%40) ilk metastaz yeri beyindi. Hastaların tamamı tüm beyin radyoterapisi (WBRT) almıştı. Hastaların tümü WBRT öncesi veya sonrası SRT almış olup, modalite arası ortalama süre gündü (-75 gün). SRT 4 hastaya tek fraksiyonda (%5) uygulanırken 50 hastaya çoklu fraksiyonda uygulandı. Ortanca SRT dozu 8 Gy (-8 Gy) ve ortanca fraksiyon sayısı di (-5). Hastaların 8 i.seri SRT aldı. Tek beyin metastazı olan hasta sayısı (%8) iken geri kalanında birden çok beyin metastazı saptandı. Sonuç: Tüm hastaların SRT sonrası ortanca takip süresi ay (0 gün- 6 ay), yıllık sağkalımı %6,, ortanca sağkalım ise 5 aydı. Hastaların sağkalımını etkileyen faktörlere bakıldığında; yaş (p=0,7), ekstrakranial metastaz varlığı (p=0,447), HER- reseptör durumu (p=0,47), ECOG durumu (p= 0,0) ve beyin metastaz sayısının tek veya birden çok olmasının sağkalım üzerine etkisi bulunamadı (p=0,45). HER- reseptör durumu bilinen 44 hastanın yıllık genel sağkalımı %66,4 ve ortanca sağkalım süresi 5 ay olup HER- durumuna göre sağkalım arasında anlamlı fark saptanmadı (p=0,67). Bu hastalarda da yaş (p=0,659), ekstrakranial metastaz varlığı (p=0,5) ve ECOG durumu (p=0,474) arasında fark görülmedi.her- reseptör durumu ile beyin metastazı gelişimine kadar geçen süre arasında anlamlı ilişki bulunamadı (p=0,9). HER- reseptörü + ve + olan hastanın yıllık genel sağkalımı %75,5;ortanca sağkalım süresi 8 ay olarak bulundu. Yorum: Günümüzde yeni tedavi modaliteleri ile meme kanserinde metastatik hastalıkta da sağkalım süresinin arttığı bilinmektedir. Özellikle beyin metastazı olan meme kanserli hastalarda hedefe yönelik tedavi ile artan sağkalım görülebilmektedir. SRT nin tüm beyin radyoterapisine eklenmesi ile sağkalım ve lokal kontrol avantajı gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Biz de bu çalışmada meme kanserine sekonder beyin metastazı tanısı olan hastalarda SRT ile sağkalım avantajı gözlemledik. HER- + ve + olan hastalarda ise istatistiksel olarak anlamlı olmamakla birlikte sağkalım göreceli olarak daha fazla gözükmektedir. Bu konuda daha çok hasta sayısının olduğu çalışmalara ihtiyaç vardır. Bulgular: Yaş Primer tanı anında: Ortanca 4 (6-6) Beyin metastazı anında: Ortanca 48 (0-64) Primer tanı- beyin Ortanca 4 ay (0-0) metastazı arası süre WBRT- CK arası süre Ortanca gün (-75 gün) CK sonrası takip süresi Ortanca ay (0 gün -6 ay) -yıllık sağkalım %6. Ortanca sağkalım 5 ay Yaş <=50, >50 p:0.7 Ekstrakranial metastaz p:0.447 var, yok ECOG 0-, >= p:0.0 HER- (+), (-) p:0.47 Tek, çok sayıda metastaz p:0.45 MEME KANSERİ Susesi Otel, Antalya 87

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-06 IMRT TEKNİĞİ KULLANILARAK IŞINLANAN MEME KANSERLİ HASTALARIMIZDA DOZİMETRİK VE ERKEN KLİNİK SONUÇLARIMIZ: TEK MERKEZ DENEYİMİ Şule Karaman, Kübra Özkaya, Seden Küçücük, Canan Köksal, Ümmühan Nurhat, Rabia Nergiz Dağoğlu, Emre Merdan Fayda, Işık Aslay İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Radyasyon Onkolojisi Ana bilim dalı İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Tıbbi Radyofizik Bilim Dalı Amaç: IMRT tekniği kullanılarak ışınlanan meme kanserli hastaların dozimetrik ve klinik sonuçlarının bildirilmesi Metod/Materyal: Ocak 0-Eylül 0 tarihleri arasında İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsünde IMRT tekniği kullanılarak radyoterapi(rt) yapılan meme kanseri tanılı 94 hasta retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Hastaların %64 üne meme koruyucu cerrahi(m- KC), % üne mastektomi(m) uygulanmıştır. MKC sonrası 6 hastada simültane integre boost(sib) tekniği ile kullanılmıştır. Periferik lenfatik ışınlama 68(%7,) hastada, mammaria interna ışınlaması 50(%5,) hastada yapılmıştır. Cerrahi sonrası klinik hedeflenen volüme 46-50,4 Gy/-8fr (meme CTV.8- Gy/fr; boost CTV.4 Gy/fr), MKC yapılan hastalarda ise boost ile 60Gy uygulanmımıştır. Periferik lenfatik ışınlama endikasyonu olan hastalara 45-46Gy/- 5fr uygulanmıştır. Eclips planlama sistemi ile kullanılmıştır. 6 hastaya (%6) neoadjuvan, 68 (%7,) hastaya adjuvan kemoterapi, 68(%7,4) hastaya hormonoterapi uygulanmıştır. Dozimetrik değerlendirmede klinik hedef volümün maksimum ve minumum dozu, %95 inin aldığı doz, dozun %05, %0, %5 ini alan volume bakıldı. Riskli organ dozlarında kalbin medyan dozu ve%0, %0 ve %5 inin aldığı doza bakıldı. İpsilateral akciğerin 0 Gy alan volümü,kontralateral meme ve akiğerin medyan dozları değerlendirildi. Erken yan etki değerlendirmeleri iki hekim tarafından RTOG/ ECOG un akut ve geç radyasyon morbidite skorlama şemasına göre iki hekim tarafından yapılmıştır. Cilt dozlarının değerlendirilmesi için hastaların tedavi başlangıcında, bitiminde ve tedavi sonrası altıncı haftada fotograf çekilmiştir. Bulgular: Medyan takip 6 aydır(7-6). Hastaların medyan yaşı 5 (8-89)dir. Elli(%5,) hastada yerleşim yeri sol memedir. Histopatoloji hastaların %86, sinde invaziv duktal karsinomdur. Hastaların pt ve pn evresine göre dağılımı sırasıyla T0(okült meme ca) %,, T %4,4, T %56,4, T %,8,T4 %4,, N0 %, N %40,4, N %8,,N %8,5 dur. Hastaların dozimetrik değerleri tablo- de, yan etki değerlendirme bulguları tablo- de verilmiştir. Sonuç: Meme alanının anatomik yapısı nedeni ile hedef dokuda homojen doz dağılımı elde etmek teknik olarak oldukça zordur. IMRT tekniği, hedef hacimde homojen doz dağılımının yanı sıra kalp, akciğer gibi riskli organlarda düşük doz profili ile son yıllarda meme radyoterapisinde tercih edilen teknik olarak öne çıkmaktadır. Bu çalışmada kliniğimizde uygulanan meme IMRT sonuçları değerlendirilmiş dozimetrik ve erken klinik sonuçlarımız literatürle ile uyumlu bulunmuştur. Gerek anatomik özellikleri nedeni ile gerek mammaria interna bölgesi gibi geniş alan ışınlamalarında veya SIB yapılması planlanan hastalarda düşük riskli organ dozları ve dolayısıyla düşük erken yan etki olasılığı ile IMRT, boyutlu konformal radyoterapiye iyi bir alternatiftir. Tablo. Dozimetrik Sonuçlar Doz MKC(6) CTVımrt %95 (Gy) boost %95 (Gy) V05 (%) V0 (%) V5 (%) MRM() CTVimrt %95 (Gy) V05 (%) V0 (%) V5 (%) Kalp(Sol meme tm) Mean (Gy) %0 (Gy) %0 (Gy) %5 (Gy) 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Medyan (Minimum- Maksimum) 46,64(44,6-48,5) 60,5 (58,7-6,) 8,7 (,7-),8 (0-6) 0,4 (0-) 46,7 (45,-56,8) 6.4 (-9,5) 0, (0-,8) 0 (0-0) 5, (,4-7,8) 5,7 (,-8,) 8, (4,5-) (5-0) İpsilateral akciğerv0(%),4 (,-,5) Kontralateral Akciğer Mean(Gy),6 (0,4-5) Karşı meme Mean(Gy) Maksimum(Gy,9 (0,5-,5),4 (5,4-0,5) Tablo. Tedavi bitiminde ve sonraki 6. haftada reaksiyon değerlendirmesi Tedavi bitimi (n) (%) Tedavi sonrası altıncı hafta (n) (%) Pigmentasyon 7 8,7 4 4,9 Kuru deskuamasyon 0 0,6, Yaş deskuamasyon 6 6,4, Ref No: P-06 TRİPLE NEGATİF MEME KANSERİNDE TÜMÖR BOYUTU VE LENF NODU İLİŞKİSİ Ozan Yazıcı, Sercan Aksoy, Mehmet Ali Nahit Şendur, Şebnem Yaman, Zafer Arık, Taner Babacan, Nuriye Özdemir, Nurullah Zengin, Kadri Altundağ Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümü, Ankara Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Amaç: Meme kanserinde sağkalım tümör boyutu, lenf nodu tutulumu ve histolojik grade ile ilişkilidir. Triple negatif meme kanseri (TNBC) tüm meme kanseri vakalarının %0-0 sini oluşturmaktadır. TNBC daha agresif seyirlidir ve prognozu daha kötüdür. Biz bu çalışmada TNBC de tümör boyutu ile lenf nodu pozitifliği arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçladık. Gereç-Yöntem: Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Medikal Onkoloji Bilim Dalı nda 00-0 yılları arasında takip edilen 849 meme kanser tanılı hastadan TNBC olan 99 hastanın verileri incelendi. Bulgular: Hasta grubumuzda triple negatif hasta oranı%9 idi. Hastaların ortalama yaşı 5± idi. Hastaların %48,8 i premenapozal, %6 sı perimenapozal ve %45 i postmenapozaldi. %57. sine modifiye radikal mastektomi, %5, ine meme koruyucu cerrahi ve %,7 sine radikal mastektomi uygulanmıştı. %.6 sınde bilateral meme kanseri saptandı. En sık %8. ünde infiltratif duktal karsinom, takiben %6 sında medüller karsinom, % sinde lobüler karsinom, % sinde kribriform pattern ve geriye kalan kısmında diğer histolojik alt tipleri saptandı. Hastaların %70. sinde grade ve %7.4 ünde grade hastalık saptandı. Korelasyon analizinde tümör boyutu ile pozitif lenf nodu sayısı arasında istatiksel anlamlı ilişki saptandı (r=0.9, p< 0,00). Artan tanı yaşıyla pozitif lenf nodu sayısı arasında da istatiksel anlamlı negatif yönde korelasyon gösterildi (r=-0.8, p=0.0). 88 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Sonuç: TNBC de tumor boyutu ve lenf nodu durumu sağ kalımı belirlemede en önemli faktörlerdendir. Biz çalışmamızda TNBC sağkalımı belirlemedeki en önemli iki faktör arasında anlamlı bir korelasyon olduğunu gösterdik. Tanı yaşı artıkça aksiler metastaz oranında azalma olduğu da saptandı. Ref No: P-065 MEME KANSERİ TANILI HASTALARDA PREOPERATİF TÜMÖR BELİRTECİ DÜZEYLERİ İLE EVRE,SUBTİP VE DİĞER PROGNOSTİK FAKTÖRLER ARASINDAKİ İLİŞKİ MEME KANSERİ Ref No: P-064 RADYOTERAPİ İLE EŞ ZAMANLI HORMONOTERAPİ KULLANIMININ KARDİYAK TOKSİSİTE ÜZERİNE OLAN ETKİSİ Özlem Ata, Güler Yavaş, Çağdaş Yavaş, Hilal Acar, Hatice Toy 4 Selçuk Üniversitesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Konya Selçuk Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Konya Konya Eğitim Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Bölümü, Konya 4 Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Patoloji Ana Bilim Dalı, Konya Amaç: Radyasyona bağlı gelişen kardiyovasküler toksisite meme kanseri nedeni ile radyoterapi (RT) uygulanan hastalarda önemli bir doz kısıtlayıcı faktördür. Bu çalışmanın amacı, RT ile eş zamanlı kullanıldığında, tamoksifen ve aromataz inhibitörlerinin radyasyona bağlı gelişen kalp toksisitesi üzerine olan etkilerinin karşılaştırılmasıdır. Materyal-Metod: 80 adet dişi Wistar-Albino türü sıçan 8 gruba ayrıldı. Grup (G) kontrol grubu, G RT kontrol grubu, G,G4 ve G5 sırası ile tamoksifen, anastrozol ve letrozol kontrol gruplarıdır. G6, G7 ve G8 ise sırası ile RT+tamoksifen, RT+anastrozol ve RT+letrozol gruplarıdır. RT, tek fraksiyonda Gy olarak uygulanmıştır. Tamoksifen, anastrozol ve letrozol ise sırası ile 0 mg/kg, mg/kg ve,5 mg/kg insan dozunda her bir sıçanın ağırlığına göre hesaplanarak, RT den hafta önce başlanmış ve RT sonu 6. haftada sıçanlar sakrifiye edilene kadar devam edilmiştir. 6 hafta sonunda sıçanların kalp dokusu örnekleri endokardiyal kalınlık ve fibrozis açısından karşılaştırılmıştır. İstatistiksel analizde Kruskal-Wallis ve Mann-Whitney U testleri kullanılmıştır. Sonuçlar: Tüm gruplar karşılaştırıldığında, endokardiyal kalınlık ve fibrozis skorları açısından gruplar arasındaki farklılıklar istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p değerleri sırası ile <0.00, =0.00). RT grupları kendi arasında karşılaştırıldığında RT+ tamoksifen grubundaki endokardiyal kalınlık diğer RT gruplarından anlamlı olarak daha fazla bulundu (p tüm gruplar için <0.00). Fibrozis skorları karşılaştırıldığında RT+ tamoksifen grubu ile RT+ anastrozol grubu arasındaki fark anlamlı bulundu (p=0.008). Tartışma: Çalışmamızın sonucuna göre RT ile eş zamanlı kullanımda en kardiyotoksik ilaç tamoksifen; en güvenli ilaç ise anastrozol olarak bulunmuştur. Ancak sonuçlarımız klinik çalışmalar ile doğrulanmalıdır. Tablo. Tüm gruplardaki endokardiyal kalınlıklar Endokardiyal kalınlık (mikron) Ortalama Standart Sapma Ortanca p G 89, 94,7 6,5 G 67, 5,6 80 G 0,4 9,5 09 G4 8,6 5, 4,5 <0.00 G5 68,4 8,9 69,5 G6 67,5,9 679,5 G7 978, 5,9,5 G8 9,8 50,9 986,5 İlhan Hacıbekiroğlu, Semiha Urvay, Uğur Ersoy, Dilşen Çolak, Gökşen İnanç İmamoğlu, Ebru Sarı, Naziyet Köse, Mustafa Altınbaş Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Tıbbi Onkoloji Kliniği,Ankara Mardin Devlet Hastanesi,Tıbbi Onkoloji,Mardin Amaç: Meme kanseri,tüm dünyada,kadınlarda en sık görülen kanserdir.hastalarda evreleme sonrası prognostik ve prediktif faktörlerin belirlenmesi, kişiye özel en uygun tedavi seçeneğinin planlanması için önemlidir.tümör belirteçleri tanıda, taramada, prognozun izlenmesinde, metastazların ve nükslerin belirlenmesinde diğer belirleyici faktörlerle birlikte değerlendirildikleri takdirde kanser vakalarında kullanılmaları olumlu sonuçlar doğurmaktadır. Çalışmamızda kliniğimizde meme kanseri ile takip edilen hastalarda yaş, sigara, soygeçmişte kanser anamnezi, menapoz statusu, histolojik tip, tümör büyüklüğü(t), aksiller lenf nodu metastaz sayısı(n),- histolojik grad, lenfovasküler invazyon varlığı,östrojen reseptörü (ER),progesteron reseptörü(pr),human Epidermal Growth Factor Receptor (Her), immünhistokimya ile belirlenen moleküler subtip klasifikasyonu ve patolojik evre ile pre-operatif ölçülen karsinoembriyoloyik antijen(cea) ve kanser antijen 5-(CA5-) arasındaki ilişki araştırılmıştır. Materyal-Metod: Çalışmamıza, hastanemiz Tıbbi Onkoloji Kliniğinde 008-0 yılları arasında takip ve tedavisi uygulanmış, histolojik olarak invaziv meme kanseri tanısı almış olan, ve pre-operatif CEA ve CA 5- düzeylerine ulaşılabilen 4 hasta dahil edildi. Sonuçlar: Hastaların ortalama tanı yaşı 55 idi.hastaların (%0,) ünde sigara kullanım öyküsü mevcuttu, 9 (%79,8) inde sigara kullanım öyküsü yoktu.hastaların 4 (%6) i pre-perimenapozal, 7(%64) ü postmenapozal dönemde idi. Hastaların 8 (%,) inde soygeçmişte kanser öyküsü var, 76 (%66,7) sında soygeçmişte kanser öyküsü yoktu.histolojik alt tip olarak invaziv duktal karsinom olguların 99 unde (%86.8) en sık tespit edilen alt tipti. Olguların 4 ünde (%.5) invaziv lobüler karsinoma ve ünde (%9.6) diğer alt tipler tespit edildi. Hastaların si (%9.) evre, 54 ü (%47.4) evre, 8 i (%.) evre olarak evrelendirildi.hastalar meme kanseri subtiplemesine göre sınıflandırıldığında göre, hastaların 75 (%65.8) i Hormon reseptör(hr) (+) / Her(-), (%9.6) i HR (+) / Her(+), 4(%.) ü HR (-) / Her(+) ve 4(%,) ü HR(-) / Her(-)idi. 4 hastanın 0 (%8,8) unda CA 5 düzeyi yüksek ve 9 (%7,4) unda CEA düzeyi düzeyi yüksek saptandı. prognostik Tümör boyutu(t), lenf nodu tutulumu(n) ve patolojik evre ile CA5- yüksekliği arasında istatistiki açıdan anlamlı ilişki saptandı.(p<0.05) Preoperatif CEA düzeyi ile prognostik faktörler arasında istatistiki anlamlı ilişki saptanmadı.(p>0.05) Tartışma: çalışmamızdaki CA5- ve CEA yüksekliği oranları literatürle uyumludur.ancak CA5- ün prognostik faktörlerle ilişkisi CEA ya göre daha anlamlı idi.yüksek CA 5- düzeyi, daha büyük tümör boyutunu, ileri evreyi ve daha yüksek nodal tutulumu yansıtabilir.ancak tümör belirteçlerinin erken evre meme kanserlerinin küçük bir yüzdesinde yükselmesi, sensitivite ve spesifitelerinin düşük olması,preoperatif dönemde kullanımlarını sınırlandırabilmektedir. Endokardiyal kalınlıklar açısından tüm gruplar karşılaştırıldığında, gruplar arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Susesi Otel, Antalya 89

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-066 METASTATİK MEME KANSERİNDE BEYİN METASTAZLARININ SAYI VE BOYUTUNUN VE DİĞER PROGNOSTİK FAKTÖRLERİN SAĞKALIMA OLAN ETKİLERİ Melih Cem Börüban, Mustafa Karaağaç, Mehmet Artaç, Tunç Güler, Lokman Koral, Çağlayan Geredeli NEÜ. Meram Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı., Konya Çanakkale Devlet Hastanesi, Çanakkale Konya Numune Hastanesi, Konya Amaç: Beyin metastazı olan meme kanserli hastalarda, beyin metastazlarının sayı ve boyutu başta olmak üzere, prognostik faktörlerin sağkalım ve progresyonsuz sağkalım üzerine etkilerini araştırmak. Metod: 500 den fazla meme kanserli hastanın tarandığı bu retrospektif çalışmada beyin metastazı bulunan 47 bayan hasta yer aldı. Hastaların sağkalım ve progresyonsuz sağkalım sürelerinin; beyin metastazlarının sayı ve ebatlarıyla, östrojen reseptörü (ER), progestron reseptörü (PR), c-erbb ve floresan in situ hibridizasyon (FISH) analizi durumlarıyla ve hormon baskılayıcı, transtuzumab ve lapatinib tedavileri ile olan ilişkilerine bakıldı. Median sağkalım sürelerinin belirlenebilmesi için Kaplan-Meier yöntemi, gruplar arasındaki farkın değerlendirilmesinde ise Log Rank (Mantel-Cox) testi kullanıldı. Sonuçlar: Hastaların yaş ortalaması 45,95 (-68) yıl olup, ortalama sağkalım süresi 6,6 (-467) ay iken, beyin metastazı saptandıktan sonraki sağkalım süresi ise 4,04 (-7) ay olarak belirlendi. Hastaların beyin metastazlarının sayısının bir veya daha fazla olmasının, metastaz çaplarının cm den az veya fazla olmasının, beyin metastazlarında nekrozun varlığının, beyinde ödemin varlığının sağkalım ve progresyonsuz sağkalım sürelerini etkilemediği saptandı. ER, PR, c-erbb ve FISH değerlerinin sağkalımı ve progresyonsuz sağkalım etkilemediği belirlendi. Hormonoterapi ve lapatinib tedavilerinin ortalama sağkalımı ve progresyonsuz sağkalım etkilemediği tespit edildi. Transtuzumab tedavisinin ise ortalama sağkalım sürelerinde istatistiksel olarak anlamlı farklılık oluşturmazken (p=0.966), progresyonsuz sağkalım sürelerinde artışa yol açtığı gösterildi (p=0.06). Transtuzumab almayanlarda ortalama progresyonsuz sağkalım süresi, ay olarak, alanlarda ise 9,46 ay olarak belirlendi. Yorum: Metastatik meme kanserli hastalarda beyin metastazlarının erken saptanmasının sağkalıma katkısı olmayabilir. Bu hastalardan c-erbb pozitif olanlarında transtuzumab tedavisi sağkalım artışı sağlayabilir. Ref No: P-067 MEME KANSERİNDE UZUN DÖNEM SAĞKALIMA ETKİ EDEN FAKTÖRLER RİSK FAKTÖRLERİ Mİ? KLİNİK PREZENTASYON VE TEDAVİ Mİ? Fatma Paksoy Türköz, Mustafa Solak, Taner Babacan, Özge Keskin, İbrahim Petakkaya, Sercan Aksoy, Yavuz Özışık, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Bu kohort çalışmanın amacı invazif meme kanserinde uzun dönem sağkalıma etki eden prognostik faktörlerin araştırılmasıdır. Gereç-Yöntem: HÜTF, Medikal Onkoloji Bölümü nde takip ve tedavi edilmekte olan 55 meme kanserli hastanın demografik ve klinikopatolojik karakteristikleri analiz edildi. Hastalar genel sağkalım (OS) sürelerine üç gruba ayrıldı; grup I) OS <0 ay; grup II) OS >=0 ay ve rekürrens mevcut; grup III) OS >=0 ay ve rekürrens yok. İstatistiksel analiz için ANOVA ve Pearson ki-kare testleri kullanıldı. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Bulgular: 55 hastadan 55 inin sağkalım süresi 0 yıl ve üzerindeydi (%7.). Bu hastaların da 65 inde rekürren hastalık saptanırken (%4.9), 90 ında klinik ve radyolojik hastalık kanıtı yoktu (%58.). Medyan izlem süresi sırasıyla grup I, II ve III de 4, 74 ve 6 aydı (4-400 ay). Uzun süreli sağkalımı olan hastalarda rekürrensin en sık saptandığı bölgeler; kemik (%45.5), lokal (%.) ve kontralateral meme (%9.7) olarak bulundu. Hasta ve tümör özellikleri tablo de özetlendi. Sonuç: Uzun dönem sağkalımı olan hastalar; tanı anında daha genç ve daha düşük kilolulardı. Çoğu egzersiz yaptığını ifade etmişti. Bu grupta, HRT kullanımı daha azdı ve hastalar daha iyi tümör özelliklerine sahiplerdi (nod-negatif hastalık, düşük gradlı tümör, LVI yokluğu gibi). HRT kullanımının mümkünse önlenmesi, sağlıklı kilonun korunması ve düzenli egzersiz gibi bazı modifiye edilebilen faktörler meme kanserinde uzun dönem sağkalımla ilişkili görülmektedir. Tablo. Risk faktörleri ve klinikopatolojik özellikler Ref No: P-068 ERKEK MEME KANSERLİ HASTALARIN DEĞERLENDİRİLMESİ Mustafa Solak, Fatma Paksoy Türköz, Özge Keskin, Taner Babacan, Neyran Kertmen, Sercan Aksoy, Yavuz Özışık, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Erkek meme kanseri oldukça nadir görülür ve insidansı %0.5- arasındadır. Bu çalışmada erkek meme kanserli vakalarımızın klinik, patolojik özellikleri ve sağkalımlarını araştırmak amaçlandı. Gereç-Yöntem: HÜTF Onkoloji Hastanesi, Medikal Onkoloji Bölümü nde 006-0 tarihleri arasında takip ve tedavi edilmekte olan meme kanserli erkek hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Toplam 849 meme kanserli hastadan si erkekti (%0.8). Tanı anında yaşları ortalama 55.±4 yıldı (-77 yaş). Hastaların %65.6 sının sigara içme öyküsü mevcuttu. Yalnız ikisinde.derece akrabasında aile öyküsü mevcuttu (%9.5). hastada meme kanseri.primer olarak ortaya çıkmıştı (gastrik stromal sarkom ve hodgkin lenfoma). En sık histoloji invaziv duktal karsinomdu (%7.7), en sık lokalizasyon areolaydı (%45.5). %60 hasta T-T4 tümörle başvurmuştu ve %68.4 ünde nod pozitifti (n=). hasta 90 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER tanı anında metastatikti (kemik). Bir hastada bilateral meme kanseri mevcuttu. Hastaların %5.6 sında grad ve %6.8 inde grad tümör mevcuttu. Tüm hastalarda ER pozitif, 8 hastada PR pozitif ve hastada HER- pozitifti. Hastaların %66.7 sine kemoterapi, %86. üne hormonoterapi verildi. 6 aylık (-6ay) medyan izlem süresinde, hastada exitus (%.6) ve 4 hastada nüks (%8.) görüldü. 5-yıllık genel ve hastalıksız sağkalım sırasıyla %87 ve %8 olarak bulundu. Sonuç: Erkeklerde görülen meme kanserinde, kadınlarda olduğu gibi, en sık patoloji invaziv duktal karsinom ve en sık alt tip luminal meme kanseriydi. Literatürde bildirilen 5-yıllık sağkalım nod-negatif hastalıkta %90 ve nod-pozitif hastalıkta %65 olup, kadınlara kıyasla daha düşüktür. Hasta sayımızın az olmasına karşın, 5 yıllık sağkalım oranlarımız literatürle uyumludur. Ref No: P-069 ERKEN EVRE MEME KANSERİNDE RADYOTERAPİ: STANDART MEME TANJANSİYEL ALANLAR AKSİLLER BÖLGEYİ KAPSIYOR MU? Zeynep Güral, Serap Yücel, Züleyha Akgün, Hüseyin Kadıoğlu, Sezgi Turan, Özlem Doruk, Sedenay Oskeroğlu, Ceren Ezgi, Yeliz Emine Ersoy, Esra Kaytan Sağlam, Mahmut Müslümanoğlu Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, İstanbul Amaç: Aksilla bölgesinde, özellikle Level ve Lenf Nodlarının (LN), meme kanseri radyoterapisinde (RT)kullanılan meme tanjansiyel (MT) alanlarla verilen dozun büyük bir kısmını aldığı düşünülmektedir. Bu çalışmanın amacı erken evre meme kanserli hastalarda meme koruyucu cerrahi (MKC) sonrasında uygulanan memeye yönelik RT nin, aksiler nodal bölgeyi ne kadar kapsayabildiğini değerlendirmektir. Metod-Materyal: Erken evre meme kanseri tanısıyla MKC uygulanarak kliniğimize başvurmuş 8 kadın hasta çalışmaya dahil edildi. Tüm hastalara boyutlu konformal radyoterapi, MLC(Multi leaf collimator) ile bloklanmış tanjansiyel meme alanları ve field in field tekniği kullanılarak 50 Gy /5 fraksiyon olarak uygulandı. Hastalar MT alanlarından tedaviye girerken RTOG kılavuzuna uygun olarak aksiler bölge level ve konturlaması yapıldı. Aksiller lenf nodlarının aldığı dozu hesaplamak için DVH(Doz Volüm Eğrileri) kullanıldı. Aksiler LN dozları için DVH nda D95 (Preskripte edilen dozun %95 ini alan volüm), D50 (Preskripte edilen dozun %50 ini alan volüm) ve mean dozları hesaplandı. Bulgular: 8 hastanın sonuçları değerlendirildi. MT alanında 50 Gy verildiğinde DVH üzerinden level in %95 i ortalama 6,8(0,- 9,9) Gy alırken level in %95 i ortalama,78(0,-44,8) Gy aldı. Aksilla ve nin %50 sinin aldığı ortalama dozlara bakıldığında sırasıyla 7,96(0,6-48,9) Gy ve 0,8(0,-46,7) Gy olarak saptandı. Sonuç: Erken evre kanserinde sık kullanılan MKC ve sentinel lenf nodu biyopsisi(slnb) sonrasında eğer aksiller negatiflik saptanırsa hastalara sadece meme tanjansiyel alan radyoterapisi önerilmektedir. Bu çalışmada gösterildiği gibi meme tanjansiyel alanları ile aksilla bölgesine ulaşan doz oldukça düşük olmaktadır. Günümüzde rutin bir uygulama haline gelmekte olan SLNB nin daha dikkatli bir şekilde yapılması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Ref No: P-070 DİYABETES MELLİTUS, METFORMİN VE MEME KANSERİ İLİŞKİSİ Fatma Paksoy Türköz, Mustafa Solak, Özge Keskin, Zafer Arık, Furkan Sarıcı, Sercan Aksoy, Yavuz Özışık, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Güncel çalışmalar metforminin meme kanseri insidansını azaltabileceği yönünde sonuçlar vermekte, ancak bu çalışmalarda tümör özellikleri hakkında yeterince bilgi bulunmamaktadır. Bu çalışmada diyabetik meme kanserli hastalarda tümör özellikleri ve metformin kullanımın sağkalıma etkisi araştırıldı. Gereç-Yöntem: 849 meme kanserli hastadan, 97 diabetes mellitus (DM) tanısı olan vakanın demografik ve klinikopatolojik özellikleri retrospekitf olarak tarandı. Hastalar i) DM olmayanlar (n=45), ii) DM olup metformin tedavisi alanlar (n=5) ve iii) DM olup metformin dışı tedavi alanlar (n=45) olmak üzere gruba ayrıldılar. İstatistiksel analiz için ANOVA, Pearson ki-kare ve Kaplan-Meier testleri kullanıldı. Bulgular: Diyabetik hastalar tanı anında daha yaşlıydılar (55.8 vs. 48. yıl; p<0.00). Postmenopozoal hastalar nondiyabetik grupta %4, iken, diyabetik grupta %7.6 olarak bulundu (p<0,00). En sık patoloji her üç grupta da invazif duktal karsinomdu (%69). Tümör özellikleri tablo de özetlendi. Luminal, HER- pozitif ve tripl negatif MK oranı her üç grupta da benzer bulundu (p=0.4). Diyabetik olmayanlarda obeziteye %6,5 oranında rastlanırken, bu oran metformin alan grupta %55.5, metformin kullanmayan diyabetiklerde ise %4.4 dü (p<0,00). Metformin kolunda hormonoterapinin, diğer gruplarda ise kemoterapinin daha ön planda verildiği gözlendi (p>0.05). Medyan 7 aylık izlemde grup içerisinde en düşük eksitus ve nüks oranları metformin alan grupta gözlenmesine karşın (sırasıyla %6 ve %.4; p>0.05); sağkalım da istatisitiksel anlamlı farklılık saptanmadı (grafik ). Sonuç: Metformin kullanan diyabetiklerde, kullanmayanlara göre sağkalım daha uzun görünmektedir. MEME KANSERİ Grafik. Meme kanserli non-diyabetik hastalar ile metformin kullanan ve kullanmayan diyabetiklerin genel sağkalım eğrileri Susesi Otel, Antalya 9

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER Tablo. Tümör özellikleri Tümör Özellikleri GRUP I GRUP II GRUP III P değeri T-T4 tümör 085 (%49,) 07 (%46,) 70 (%5,) 0,748 Nod-pozitif meme kanseri 76 (%54,5) 5 (%5,) 66 (%5,) 0,505 Metastatik meme kanseri 97 (%8,8) 8 (%7,6) 6 (%4,4) 0,8 ER pozitifliği 7 (%74,) 9 (%79,8) 00 (%7,5) 0,60 PR pozitifliği 648 (%7,7) 7 (%7,4) 89 (%65,9) 0,6 HER- pozitifliği 48 (%,) 8 (%6,7) (%4,4) 0,7 Grad tümör 96 (%4,5) 78 (%4,) 40 (%,) 0,0* Lenfovasküler invazyon 594 (%75,) 55 (7,4) 40 (88,9) 0,09 Perinöral invazyon (%,) (%4,8) 0 (%7,) 0,4 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Ref No: P-07 TRİPLE NEGATİF MEME KANSERİNİN VÜCUT KİTLE İNDEKSİ İLE OLAN İLİŞKİSİ VE PROGNOSTİK FAKTÖRLERLE OLAN BİRLİKTELİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Hüseyin Gülyer, Melih Cem Börüban, Kadri Altundağ, Mehmet Artaç, Tunç Güler, Mustafa Karaağaç Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilimdalı Amaç: Bu retrospektif çalışmadaki amacımız, triple reseptör negatif (östrojen, progesteron ve CerbB reseptörü negatif), metastatik olmayan meme kanserli hastalarda vücut kitle indeksi ve diğer prognostik faktörlerin klinik gidiş ve hastalıksız sağ kalım üzerine olan etkisini araştırmaktır. Materyal-Metod: 000-0 yılları arası N.E.Ü Meram Tıp Fakültesi ne ve Hacettepe Üniversitesi Hastanesine başvuran toplam 48 hasta içinden, triple negatif olan 86 hastadan boy ve kilo bilgilerine ulaşılan 9 evre -- hasta değerlendirildi. Metastatik, bilateral meme kanseri olanlar ve erkek hastalar çalışmaya alınmadı. Hastalar vücut kitle indeksine göre iki gruba ayrıldı: non-obez (VKİ<0 kg/m) ve obez (>=0 kg/m). Kaplan Meier metodu kullanılarak VKİ ve diğer prognostik faktörler ile hastalıksız sağ kalım arasındaki ilişki ve cox regresyon modeli ile prognostik faktölerin belirlenmesi amaçlandı. Sonuçlar: Kriterlere uyan 9 hasta dosyası tarandı. Hastaların yaş ortalaması 49 ± ve hastaların %57.4 nonobez, %4.6 sı obezdi. Ortalama takip süresi 0 ± 5 aydı. Nonobez grubta hastalıksız sağkalım oranına henüz ulaşılamadı, obez grupta ise hastalıksız sağ kalım median 65, ay (güven aralığı %95 CI 48.0-8.464) olarak değerlendirildi (p=0.06). Multivariate analizde ise histoloji (p=0.07), evre (p=0.007) ve metastatik lenf nodu sayısı (p=0.009) hastalıksız sağ kalım açısından bağımsız risk faktörleri olarak bulundu Tartışma: Son zamanlarda hormon reseptörü pozitif meme kanserli hastalarda obezitenin kötü prognostik faktör olduğu ancak triple negatif hastalarda ise prognozla ilişkisiz olduğu bildirilmiştir. Bizim çalışmamızda ise nonobez grubta hastalıksız sağ kalıma henüz ulaşılamadı ve istatistiksel anlamlı olmasa da triple negatif hastalarda hastalıksız sağ kalımın daha kısa olduğu anlamlı olma eğilimindeydi. Şekil. Hastalıksız sağkalım Ref No: P-07 HORMON TEDAVİSİ ALAN MEME KANSERLİ HASTALARDA, MPV- TROMBOZ İLİŞKİSİ İbrahim Petekkaya, Ahmet Uğur Atılan, Uğur Şahin, Mustafa Cahit Eren, Taner Babacan, Ömer Vural, Deniz Ç İşler, Gizem Geçmez, Emine Petekkaya, Sercan Aksoy, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji, Ankara Amaç: Seçici östrojen reseptör düzenleyicileri (SERM) ve aromataz inhibitörleri meme kanseri adjuvan hormon tedavisinde yaygın kullanılmaktadır. Bu ajanlarla pulmoner emboli (PE) derin ven trombozu (DVT) gelişme riski artmaktadır. Bu çalışmanın amacı, SERM veya aromataz inhibitörü alıp tromboembolik olay izlenen meme kanserli hastalarda erken dönemde kullanılabilecek bir risk belirleyici parametre olarak mean platelet volume (MPV) nin kullanılıp kullanılamayacağını belirlemektir. Gereç-Yöntem: Bu çalışma İç Hastalıkları Anabilim Dalı Medikal Onkoloji Bölümü nde ve Ekim 998 ile Mayıs 0 tarihleri arasında takip edilen hasta verileri üzerinde yapılmıştır. Meme kanseri tanısı konduğunda, hormon tedavisi öncesi ve tromboz gelişmesi sonrasında alınan MPV, PCT ve trombosit değerleri Friedman testi ile değerlendirilmiştir. p < 0,05 olması istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. Bulgular: Toplam 6 hasta çalışmaya dahil edildi. Bu hastaların %4,6 sı tamoksifen, %65,4 ü aromataz inhibitörü ile tedavi edilmişti. Hastaların tromboz gelişene kadar yapılan takiplerinde ortanca MPV, trombosit sayısı ve PCT değerlerinde anlamlı değişim izlenmedi (sırasıyla; p=0,, p=0,09 ve p=0,). Sonuç: MPV trombosit işlevlerini değerlendiren basit ve kolay bir yöntemdir. Araştırmalar hacimce büyük trombositlerin daha küçük trombositlere göre daha reaktif olduğunu ve agregasyon olasılığının bu trombositlerde daha yüksek olduğunu göstermiştir. Bizim çalışmamızda meme kanseri tanısı konduğunda, hormon tedavisi öncesi ve tromboz gelişmesi sonrasında alınan MPV, PCT ve trombosit değerleri arasında herhangi bir ilişki bulunmamıştır. Tablo. Takip süresince ortanca (min-max) MPV, trombosit sayısı ve PCT değerleri ve izlenen değişimlerin istatistiksel anlamlılıkları Meme kanseri tanısı konduğunda Hormon tedavisi öncesinde Tromboz gelişmesi sonrasında p MPV 7,95 (6,5-9,) 7,6 (6,4-9,) 7,8 (6,-9,5) 0, Trombosit 6,5 (87-470) 5 (58-5) 8 (87-554) 0,09 sayısı PCT 0, (0,-0,5) 0,9 (0,-0,8) 0, (0,-0,4) 0, 9 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-07 METAPLASTİK MEME KANSERLİ OLGULARDA POSTOPERATİF RADYOTERAPİ SONUÇLARIMIZ Melis Gültekin, Gülnihan Eren, Ferah Yıldız, Kadri Altundağ, Nilüfer Güler, Yavuz Özışık, Gözde Yazıcı, Pervin Hürmüz, Mustafa Cengiz, Fadıl Akyol, Murat Gürkaynak Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Amaç: Nadir görülen ve agresif gidiş gösteren metaplastik meme kanserli (MMK) olgularda, multidisipliner tedavinin bir parçası olan radyoterapi (RT) sonuçlarının ve hastaların demografik özelliklerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Haziran 000-Ocak 0 tarihleri arasında postoperatif RT uygulanan 7 MMK li hasta retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Ortanca yaşı 46 yıl (6-66 yıl) olan olguların i (%65) premenapozal, 6 sı (%5) postmenapozaldir. Histopatolojik alt tip 9 (%5) olguda saf epitelyal; 4 (%4) adenoskuamöz, (%) yassı hücreli, (%7) iğsi hücreli adenokarsinom ve 8 (%47) olguda ise mikst epitelyal-mezenkimal dir; 5 (%9) karsinosarkom, (%) kondroid metaplazili karsinom ve (%6) olguda ise alt tip belirtilmemiştir. Ortanca tümör boyutu.5 cm dir (.5- cm). On bir (%65) olguya mastektomi, 6 (%5) olguya ise meme koruyucu cerrahi (MKC) uygulanmıştır. Olguların 6 sında (%5) lenf nodu metastazı saptanmıştır. RT, meme veya göğüs duvarı (GD) + lenfatik bölge (%5) ya da sadece meme veya GD a (%47) yönelik uygulanmıştır. RT dozu, Gy fraksiyon dozunda GD a yönelik toplam 50 Gy ya da MKC yapılan olgularda ise tümör yatağına ek 0 Gy şeklinde uygulanmıştır. Olguların si (%7) triple negatif tir. Tüm olgulara adjuvan KT ± hormonoterapi verilmiştir. KT protokolü, 7 olguda doksorubisin-bazlı, 6 olguda taksan-bazlı, olguda CAF, olguda FEC ve olguda ise sisplatin-etoposit-metotreksat tır. cerbb pozitif olan olguya KT ye ilaveten Trastuzumab tedavisi uygulanmıştır. Adjuvan tedavide olguya tamoksifen ve olguya ise aromataz inhibitörü eklenmiştir. Bulgular: Ortanca izlem süresi 7 ay dır (-5 ay). Son kontrolde olguların 4 ü (%8) hastalıksız hayatta ve (%6) olgu ise hastalıklı hayattadır. Bir (%6) olgu hastalık nedeniyle kaybedilmiştir. Bir (%6) olgunun ise ölüm nedeni bilinmemektedir. Üç yıllık genel sağkalım (GS) ve hastalıksız sağkalım (HS) oranları sırasıyla %9 ve %76 dır. Takipte rekürrens gelişen (%) olgunun inde 4. ayda uzak metastaz (UM) (beyin, akciğer ve kemik) gelişmiştir. Palyatif RT ve KT uygulanan olgu 6. ayda hastalık nedeniyle kaybedilmiştir. Diğer olguda ise 5. ayda lokal rekürrens ve 9. ayda UM gözlenmiştir. Cerrahi, reirradyasyon ve KT uygulanan hasta son kontrolde hastalıklı olarak hayattadır. Sonuç: Literatürden farklı olarak bizim serimiz, premenapozal dönemdeki daha genç hasta popülasyonunu içermektedir. Ayrıca, reseptör pozitifliği oranı ve lenf nodu metastaz sıklığı daha fazladır. Tüm rekürrens ve ölümler, yüksek riskli (tümör >5 cm, >=4 lenf nodu metastazı) olgularda gözlenmiştir. Büyük tümör boyutu ve yüksek histolojik grad nedeniyle kötü prognoza sahip MMK li olgulara, cerrahi tipine bakılmaksızın risk faktörleri mevcut olan olgularda RT yi de içeren agresif tedavi yaklaşımı önerilmelidir. Ref No: P-074 HASTANEMİZE BAŞVURAN MEME KANSERLİ HASTALARIN GENEL KARAKTERİSTİK ÖZELLİKLERİNİN İNCELENMESİ Mehmet Ali Nahit Şendur, Sercan Aksoy, Şebnem Yaman, Zafer Arık, Ozan Yazıcı, Taner Babacan, Nuriye Yıldırım Özdemir, Nurullah Zengin, Kadri Altundağ Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Giriş: Meme kanseri kadınlarda en sık görülen bir kanser türüdür. Kadının yaşamında önemli bir sağlık sorunu oluşturmaktadır. Meme kanseri en sık 6. ve 7. dekadda görülmektedir. Tiroid hastalıklarının da sıklığı ilerleyen yaşlarda belirgin olarak artmaktadır. Bu çalışmanın amacı hastanemize başvuran meme kanserli hastaların özelliklerinin retrospektif olarak değerlendirilmesidir. Materyal-Metod: Merkezimize 00-0 yılları arasında başvuran 849 meme kanseri öyküsüne sahip hastanın verileri retrospektif olarak incelenerek demografik ve klinik bilgileri karşılaştırıldı. Genel sağkalım (GS) ve hastalıksız sağkalım (DFS) Kaplan-Meier istatistiksel analizi ile hesaplandı. Sonuçlar: Verileri incelenen 849 hastanın ortanca tanı yaşı 49 (8-90) idi. Hastaların 6.7% sine modifiye radikal mastektomi (MRM), 7.%ne ise meme koruyucu cerrahi (MKC) yapıldığı saptandı. Tanı anında hastaların 54.6% sı premenopozal iken, 45.4% i ise postmenopozal idi. Hormon reseptör pozitifliği tüm hastaların 76.% de saptandı. HER ise 7.% hastada pozitif olarak saptandı. Histolojik olarak incelendiğinde 85.4% hastada invaziv duktal karsinom,.8% hastada invaziv lobüler karsinom ve 7.9% hastada mixt tip histoloji saptandı. Hastaların tanı anında evreleri incelendiğinde hastların 5.6% si Evre, 8.0% i Evre, 7.6% si Evre ve 8.8% i Evre 4 idi. Lenf nodu pozitifliği tanı anında 54.6% hastada saptandı. Diğer özellikler incelendiğinde tanı anında hastaların 8.6% sı grad II, 5.7% si grad III iken 4.8% inde lenfovasküler invazyon pozitifliği ve 5.% de perinöral invazyon pozitifliği saptandı. Hastanemize başvuran 849 meme kanserli hastanın yıllık DFS si 74.6%, 5 yıllık DFS si ise 58.8% olarak saptanırken, yıllık GS 95.7%, 5 yıllık GS ise 9.5% olarak saptandı. Tartışma: Bu çalışmada merkezimize başvuran meme kanserli hastlaarın ortalama tanı yaşının 49 olduğu ve 54.6% sının premenopozal olduğu saptandı. Literatürde ise hastaların yaklaşık 70% nin postmenopozal olduğu ve ortalama meme kanseri tanı yaşının 6 olduğu bildirilmiştir. Hastalarımızda meme kanseri ortanca tanı yaşı batı toplumlarından daha genç olup, premenopozal meme kanseri sıklığı daha yüksek saptanmıştır. Meme kanserinde mamografik tarama program larının meme kanserine bağlı mortaliteyi azalttığı birçok ça lışmada gösterilmiştir. Bu bilgiler ışığında ülkemizde meme kanseri taramasına diğer kişilerden daha fazla önem göstermesi gerekmektedir. Ref No: P-075 SEKSEN YAŞ VE ÜSTÜ KADIN MEME KANSERLERİNİN KLİNİK ÖZELLİKLERİ Saim Furkan Sarıcı, Taner Babacan, Zafer Arık, Ece Esin, Mustafa Solak, Neyran Kertmen, İbrahim Petekkaya, Özge Keskin, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bölümü, Ankara Amaç: Beklenen yaşam süresinin uzamasıyla 80 yaş ve üzerindeki yaşlı populasyonda meme kanseri önemli sağlık sorunu haline gelmiştir. 80 yaş ve üstü hastalar çalışmalarda küçük bir grubu oluşturduklarından veya çalışmalara dahil edilmediklerinden, bu hastaların tedavi seçenekleri, tedavi yanıtları ve prognozları ile ilgili veriler sınırlıdır. Hastaların klinik-patolojik özellikleri, tedavi seçenekleri ve MEME KANSERİ Susesi Otel, Antalya 9

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER prognozları ile ilgili verileri irdelenerek bu hastaların yaşam süreleri ve kalitesinde artış sağlanabilir. Bu amaçla kliniğimizde takip ettiğimiz 80 yaş üstü hastaların verileri retrospektif olarak incelendi. Gereç-Yöntem: 00-0 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Hastanesinde tanı alan ve tedavi edilen 095 meme kanseri hastasından 80 yaş üstü 0 kadın hasta, bu çalışmaya dahil edildi. Hastaların retrospektif olarak klinik, patolojik özellikleri ve uygulanan tedaviler ile tedavi sonuçları ve sağkalım analizleri yapıldı. Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların yaş ortalamaları 8.7 (80-9) idi. Histolojik olarak 0 hastanın ü duktal, si lobüler, kalan hastalar ise diğer (müsinöz, papiller, LCIS ve metaplastik) histolojide idiler. Tümör çapları değerlendirildiğinde hastaların 5 i T, 7 si T, si T, 6 sı ise T4 tümore sahipti. Lenf nodu tutulumuna gore hastalardan hasta N0/N, hasta N/N nod tutulumuna sahipti. Tümör diferansiasyonu açısından yapılan değerlendirmede hastada grad - tümör bulunduğu görüldü. Yirmi hastanın inde tanı anında metastatic hastalık mevcuttu. Hormon reseptor durumu değerlendirildiğinde hastada hem östrojen hem progestron reseptörü pozitif iken, hastada her iki hormon reseptörünün negatif olduğu görüldü. HER durumu belirlenmiş olan 8 hastanın tamamında HER negatifti. Hastaların 6 tanesinin meme kanserine eşlik eden komorbiditesi mevcuttu. Hastaların cerrahi tedavi modaliteleri değerlendirildiğinde 8 hastaya (%40.0) modifiye radikal mastektomi, hastaya basit mastektomi, 5 hastaya meme koruyucu cerrahi yapılmış olduğu görüldü. Tanı anında metastatik olmayan hasta adjuvan tedavi alırken, 4 hasta neoadjuvan tedavi almıştı. Kemoterapi verilen hastadan si tek ajan Kapesitabin, i CMF protokolü almıştı. Ortanca (-50) ay takip sırasında hastanın (%0.0) meme kanseri nedeniyle exitus olduğu görüldü. Takip sırasında 4 hastada (%0.0) nüks saptandı. Takip süresince hesaplanan ortalama hastalıksız sağkalım ve genel sağkalım süreleri sırasıyla 4,5 ve 7,4 ay olarak gerçekleşti. Ref No: P-076 TÜM MEME RADYOTERAPİSİNDE KULLANILAN İKİ FARKLI TEKNİK İÇİN FARKLI ALGORİTMALARIN DOZ HESAPLARININ DENEYSEL DOLARAK DOĞRULANMASI Hilal Acar, Güler Yavaş, Çağdaş Yavaş Medipol Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, İstanbul Selçuk Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Konya Konya Eğitim Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Konya Amaç: Bu çalışmanın temel amacı sol meme kanseri nedeni ile lumpektomi sonrası tüm memeye radyoterapi planlanan hastaların PTV ve kritik organlarının (OAR) aldığı dozlarının karşılaştırılmasıdır. Metod: Çalışmamızda Alderson rando fantom ve x4 mm lik TLD rodları kullanıldı. Ölçümlere başlamadan önce TLD rodları ±% e girecek şekilde gruplandı. Rando fantomdan 5 mm kesitlerle BT görüntüleri alındı, CTV ipsilateral akciğer, kalp, sol ana koroner arter (LAD) ve karşı meme konturlandı. Bilateral wedge (EDW) ve field in field (FİF) teknikleri ile iki ayrı plan yapıldı. Bu iki farklı planda CTV, ipsilateral akciğer, kalp, LAD ve karşı memenin aldığı dozlar bulundu. Fantom 6 MV foton enerjisinde Clinac DHX cihazında ışınlandı. Eclipse 8.6 tedavi planlama bilgisayarı (TPS) ile iki farklı algoritma (pencil beam convolution (PBC) ve anisotropic analytic algorithm (AAA)) kullanılarak hesaplanan dozlar TLD ile ölçülen dozlarla karşılaştırıldı. Bulgular: FIF tekniği EDW tekniğine göre daha homojen bir doz dağılımı sağladı. FIF tekniğinde EDW tekniğe göre CTV nin maksimum dozu, kalp, LAD, ipsilateral akciğer ve karşı memede ölçülen dozlar daha düşük bulundu. Her iki algoritma için de hesaplanan dozlar ölçülen dozlardan daha düşük bulundu. Ancak, PBC algoritması PTV va OAR dozlarını AAA den daha düşük hesaplamaktadır. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Ölçüm sonuçları ile kıyaslandığında PBC algoritması yaklaşık % daha az doz hesaplarken AAA algoritması kullanıldığında bu değer %7 ye düşmektedir. Sonuç: Alan dışı dozlar, OAR tolerans dozları değerlendirmek açısından önemli olduğu için AAA algoritması tedavi planlamalarında tercih edilmelidir. Ancak AAA nin de bu dozları az hesapladığı dikkate alınmalıdır. Ref No: P-077 METAPLASTİK MEME KARSİNOMLARININ RETROSPEKTİF ANALİZİ: TEK MERKEZ DENEYİMİ Gözde Gül, Taner Babacan, Furkan Sarıcı, İbrahim Petekkaya, Zafer Arık, Sercan Aksoy, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Amaç: Memenin metaplastik karsinomu malign epitelial ve mezenkimal komponentlerin beraber bulunduğu heterojen bir tümördür. Tüm meme kanserlerinin %0.0-0.06 sını oluşturmaktadır. Genellikle agresif seyirli, ileri evre ve lokal rekürrens riski yüksek kanserlerdir. Bu çalışmada amacımız merkezimize başvuran metaplastik meme karsinomlu hastaların retrospektif olarak incelenmesidir. Gereç ve Yöntemler: 989-0 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Hastanelerinde tanı alan ve tedavi olan 87 meme kanseri hastasının kayıtları incelendi. Bu hastalardan metaplastik meme karsinomu olan 7 hasta çalışmaya dahil edildi ve hastaların klinik, patolojik özellikleri ile uygulanan tedavilerin analizleri yapıldı. Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların ortanca yaşı 49 (7-8) idi. Tümör histolojilerine bakıldığında, 7 hastadan ü (%7) squamous, si (%) adenosquamous diferansiyasyon ve si (%) eşlik eden infiltratif duktal karsinoma bulunduruyordu. Hastaların 8 i (%47) premenapozal 9 u (%5) postmenapozaldi. Ortanca tümör çapı.5 cm (- cm) idi.bir hastada cilt ve fasya invazyonu, hastada ise areola invazyonu vardı. Lenf nodlarına bakıldığında 7 hastadan 0 u lenf nodu metastazı için negatifti. Hastalardan 0 u (%58) grade III idi. Hormon reseptör statüsü bilinen tüm hastalar (n=4) ER ve PR (-) idi. HER ise sadece (%7) vakada pozitifti. Hastaların tanesinde (%) tanı anında metastaz mevcuttu. Tedavi yaklaşımlarına bakıldığında hastaya modifiye radikal mastektomi hastaya radikal mastektomi ve hastaya meme koruyucu cerrahi uygulanmıştı. On iki hasta adjuvant, hasta ise neoadjuvant kemoterapi almıştı. Kemoterapi alan hastaların hepsine antrasiklin ve taksan içeren çeşitli rejimler uygulanmıştı. Reseptör negatifliği nedeniyle hormon tedavisi uygulanmamıştır. Hastalardan si herceptin almıştı. On yedi hastadan üne radyoterapi uygulanmıştı. Ortanca takip süresi 9 ay idi. Bu takip süresinde 5 hastada nüks/metastaz gelişmişti, hasta malignensi nedeniyle exitus olmuştu. Sonuç: Metaplastik meme karsinomları nadir görülen meme kanserlerinden olup merkezimizdeki meme kanserlerinin %0.59 unu ouşturmaktadır. Metaplastik meme karsinomları genelikle lenf nodu metastazının olmadığı, uzak metastaz riskinin yüksek olduğu ER(-), PR(-) ve HER (-) olması nedeniyle triple negatif meme kanserlerinin varyantı olarak da sınıflanabilen, lokal rekürrens riskinin yüksek olduğu ileri evre, kötü prognozlu heterojen tümörlerdir. 94 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-078 GEBELİK İLİŞKİLİ MEME KANSERİ: TEK MERKEZ DENEYİMİ Taner Babacan, Taha Yusuf Kuzhan, Furkan Sarıcı, İbrahim Petekkaya, Özge Keskin, Ece Esin, Neyran Kertmen, Zafer Arık, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Amaç: Gebelik ilişkili meme kanseri gebelik sırasında, postpartum birinci yılda yada laktasyon süresince herhangi bir zamanda teşhis edilen meme kanseri olarak tanımlanmaktadır. Gebelik ilişkili meme kanseri konusunda bilgiler vaka raporları ve retrospektif çalışmalarla sınırlıdır. Bu çalışmada kliniğimizde tanı alan gebelik ilişkili meme kanseri hastaları incelenmeştir. Gereç-Yöntem: 00-0 yılları arasında Hacettepe üniversitesi hastanesinde tanı alan 756 meme kanseri hastasından 0 gebelikle ilişkili olan hasta bu çalışmaya dahil edildi. Hastaların retrospektif olarak klinik, patolojik özellikleri ve uygulanan tedaviler ile survival ve tedavi sonuçlarının analizleri yapıldı. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 8 (-46) idi. Hastaların tamamı invazif duktal histolojide, %80 i T/T büyüklüğünde, %75 i grade tümöre sahipti. Lenf nodu pozitif olan dört hastanın ikisi N, ikisi N di. hasta (%0) tanı anında metastatikti. Hormon statüsü bilinen hastalardan 5 i östrojen reseptörü pozitifken 5 i progestron reseptörü pozitifti. Her-/neu durumu belirlenen 8 hastanın 4 ü cerbb pozitifti. Tedavi modülaritelerine bakıldığında 8 (%80) hastaya modifiye radikal mastektomi yapıldı, Hastaların hepsine kemoterapi uygulandı. Çalışmada (%0) hasta neoadjuvan tedavi almıştır. 4 hastaya TAC(6), hastaya AC(4), hastaya CMF(6), hastaya CAF(4), Docetaksel(4), hastaya Docetaksel(4) protokolleri uygulanmıştır. Hastaların tamamı antrasiklin yada taksan temelli kemoterapi almışken, hastaların yarısı hormon tedavisi almıştır. Ortalama (-60) ay takip sırasında ölen hasta olmadı. Sonuçlar: Bu çalışmada hastaların çoğunluğu T/T büyüklükte ve grade histolojide bulundu. hasta ise tanı anında metastatikti. Memede kitlesi olan hamile kadınlarda kanser şüphesi daha fazla olmalıdır. Gebelerde klinik olarak şüpheli olan meme kitlelerinde ultrason yada mamografi negatif olsa da biyopsi yapılmalıdır. Gestasyonel yaşın ve tahmini doğum tarihinin tespiti tedavi planının belirlenmesinde önemli faktörlerdir. Gebelik ilişkili meme kanserinin onkolog ve kadın doğum uzmanı tarafından dikkatli ve sürekli kontrol edilmesi gerekmektedir. Ref No: P-079 NEOADJUVAN KEMOTERAPİ İLE MEME KANSERİNDE GÖRÜLEN ÖSTROJEN VE PROGESTERON RESEPTÖR DEĞİŞİKLİĞİ: TEK MERKEZ DENEYİMİ Dinçer Aydın, Nurgül Yaşar, Nur Şener, Özlem Balvan Ercelep, Sinemis Yüksel, Aslıhan Güven Mert, Taner Korkmaz, Kübra Aydın, Hatice Odabaş, Mesut Şeker, Mahmut Gümüş İstanbul Dr. Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbı Onkoloji Kliniği Amaç: Östrojen ve progesteron reseptör profili meme kanseri için hem prognostik hem de prediktif öneme sahiptir. Neoadjuvan kemoterapi ve hormonoterapi kulanımının artması ile beraber cerrahi rezeksiyon şansı artmaktadır. Bu çalışmada, neodjuvan kemoterapi öncesi ve sonrası hastaların östrojen ve progesteron reseptör durumunu belirleyerek, neoadjuvan kemoterapinin reseptör değişikliği üzerine olan rolünü ortaya koymayı amaçladık. Gereç-Yöntem: Çalışamaya toplam 44 hasta alındı. İnce iğne ve core biyopsi ile meme kanseri tanısı almış olan hastaların östrojen ve progesteron reseptör profilleri immunohistokimyasal olarak belirlendi. Hastalara neoadjuvan kemoterapileri verildikten sonra cerrahi rezeksiyon yapıldı. Rezeksiyon materyallerinden östrojen ve progesteron profilleri tekrar çalışıldı. Bulgular: Hastaların tamamı kadın ve yaş ortalaması 46 idi. Otuzsekiz hasta(%86) neoadjuvan tedavi olarak hem antrasiklin ve taksan alırken, 6 hasta(%4) sadece antrasiklin aldı. Neodjuvan tedavi öncesi vakaların östrojen ve progesteron reseptör pozitifliği sırasıyla 8(%6), 9(%65) idi. Neoadjuvan tedavi öncesi östrojen reseptörü pozitif olan vakada ve progesteron reseptörü pozitif olan vakada, neodjuvan kemoterapi sonrası negatif olduğu tespit edildi. Buna karşın neodjuvan tedavi öncesi progesteron reseptörü negatif olan vakada ve östrojen reptörü negatif olan vakada, neoadjuvan tedavi sonrası pozitif olduğu tespit edildi. Ancak istatiksel bir anlamlılık yoktu. Sonuç: Neoadjuvan tedavi sonrası östrojen ve progesteron reseptör değişikliklerinde istatiksel bir anlamlılık tespit edilemedi. Ancak bu konuda çok merkezli, büyük vaka serileri içeren çalışmalara ihtiyaç vardır. Ref No: P-080 HER- POZİTİF BEYİN METASTAZI OLAN MEME KANSERLİ HASTLARDA LAPATİNİB-KAPASİTABİN TEDAVİSİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Şebnem Yaman, Sercan Aksoy, Mehmet Ali Nahit Şendur, Ozan Yazıcı, Zafer Arık, Taner Babacan, Nuriye Yıldırım Özdemir, Nurullah Zengin, Kadri Altundağ Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Amaç: Beyin metastazı gelişimi meme kanserlerinde sağkalımı olumsuz etkilemektedir. Kan-beyin-bariyeri birçok kemoterapötik ajanın santral sinir sistemine geçişini engellemektedir. Bu nedenle günümüzde beyin metastatik meme kanseri tedavisinde kullanılabilecek kemoterapötik ajanlarla ilgili veriler sınırlıdır. Lapatinib, HER- ve EGFR inhibisyonu yaparak etki gösteren tirozin kinaz inhibitörüdür ve HER pozitif, ilerlemiş veya metastatik meme kanserli (MMK) hastaların tedavisinde kullanılmaktadır. Bu çalışmamızda lapatinib-kapasitabin tedavisi alan beyin metasatik meme kanserli hastaların özelliklerinin değerlendirilmesi planlanmıştır. Gereç-Yöntem: 008-0 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Medikal Onkoloji Bölümü nde kapesitabin ve lapatinib kombinasyon tedavisi uygulanan metasatik meme kanserli hastaların verileri retrospektif olarak incelendi. Genel sağkalım (GS) ve progresyonsuz sağkalım (PFS) Kaplan-Meier istatistiksel analizi ile hesaplandı. Bulgular: Bu çalışmada lapatinib-kapasitabin tedavisi alan 0 metastatik meme kanserli hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Hastaların ortanca yaşı 47 (6-79) idi. %55.5 i premenopozal, %45 i ise postmenopozaldi. Hastaların %5 i T, %60 ı T, %5 i T ve %5 i T4 tümör boyutuna sahip idi. %50 sinde grad tümör gözlendi. Tüm hastalar nod-pozitifti. ER, PR pozitifliği sırasıyla %0 ve %55 idi. 8 (%40) hastanın beyin metastatik meme kanseri tanısı ile kapasitabin-lapatinib tedavisi aldığı saptandı. Sadece hasta, beyin metastazından dolayı opere edilmişti ve bu hasta öncesinde kraniyal radyoterapi ile tedavi edilmişti. (%5) hasta ise cyberknife ile tedavi edilmişti. Hastalara verilen ortalama kür sayısı kür (-6) idi. Beş (%6.5) hastada progresif hastalık, (%5) hastada stabil hastalık ve hasta metasatazektomi sonrası parsiyel yanıt ile izlendi. Genel sağkalım 0 ay, progresyonsuz sağkalım ise 6.5 ay olarak saptandı. Tartışma: Günümüzde beyin metasatik meme kanseri tedavisinde kullanılabilecek kemoterapötik ajanlarla ilgili veriler sınırlıdır. HER- pozitif kranial metastatik meme kanserlerinde kapasitabin-lapatinib tedavisi sıklıkla kullanılan etkinliği kanıtlanmış rejimlerdendir. MEME KANSERİ Susesi Otel, Antalya 95

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-08 ANTAKYA DEVLET HASTANESİNE MEME KANSERİ TANISI İLE BAŞVURAN 00 HASTANIN VERİLERİ IŞIĞINDA, MEME KANSERİ TEDAVİ YÖNETİMİNİN LİTERATÜR EŞLİĞİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ Eda Erdiş, Mehmet Akif Öztürk, Önder Tonyalı Hatay Antakya Devlet Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği Hatay Antakya Devlet Hastanesi, Medikal Onkoloji Kliniği Kapsam; Meme kanserinin yaş, metabolik durum, fiziksel ve sosyal ortamla ilişkisi birçok bilimsel raporda sunulmuştur. Bu raporlarda bu etkenlerin hastalıkla ve birbirileri ile ilişkisi incelenmiş, tedaviye ve hastalığın progesyonuna etkileri değerlendirilmiştir. Ancak gelişen endüstri ve ilerleyen tıbbi araştırmalar doğrultusunda konu hakkında literatür sürekli güncellenmektedir. Metot; Bu çalışma da tam donanımlı onkoloji hizmeti verebilen Hatay Antakya Devlet Hastanesi nde meme kanseri nedeniyle tedavi verilen ardışık 07 meme kanseri hastasının bilgileri incelenmiş ve aldıkları tedaviler ve klinik takipleri literatür eşliğinde değerlendirilmiştir. Bulgular; Değerlendirilen 07 hastanın medyan yaş 50 (9-9) olup, 49 (%46) hasta premenstürel dönemde, 58 (%54) hasta ise postmenapozal dönemde tanı aldı. Tanı bölgesi 54 (%50) hastada sağ, 5 (%50) hastada sol meme idi. Dokuz (%8) hastada başvuru esnasında metastaz mevcuttu. Erken evre hastaların 5 tanesi neoadjuvan tedavi aldı. Erken evre hastaların 78 tanesi adjuvan tedavi aldı. Bunların %97 si adjuvan doxorubicin, %79 u da adjuvan taksan aldı. Adjuvan kemoterapi alan hastaların medyan terapi sayısı; 8 kür idi. Hastaların 68 i (%65) çeşitli endikasyonlardan dolayı adjuvan radyoterapi aldı. Adjuvan hormonal tedaviler 57 hastaya (%55)verildi. Bunların tanesinde (%) adjuvan tamoksifen kullanıldı (sadece TAM, TAM + LHRH veya TAM-cAI şeklinde). Adjuvan AI hastaya (%) verildi. Başvuruda erken evre olan hastaların tanesinde (/98) izlemde nüks / metastaz saptandı. Erken evre hastalar için medyan DFS 70 ay olarak hesaplandı. Sonuç; Tüm klinik takipler güncel literatür ve meta analizler ışığında değerlendirildiğinde, merkezimizde meme kanseri tedavi yönetimi başarı ile uygulanmaktadır. Ref No: P-08 YİMİ BEŞ YAŞ ALTI MEME KANSERLİ HASTALARIN GENEL ÖZELLİKLERİ Uğur Şahin, İbrahim Petekkaya, Sevda Aygün, Taner Babacan, Zafer Arık, Neyran Kertmen, Özge Keskin, Emine Petekkaya, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji, Ankara Giriş: Meme kanserinin genç kadın hastalarda yaşlı hastalara göre daha kötü prognozlu seyrettiği, bu hastalarda izlenen tümörlerin daha sık olarak hormon reseptörü negatif, yüksek dereceli olduğu ve daha ileri evrede tanı konduğu düşünülmektedir. Hastalar ve Yöntem: Şubat 004 ve Mayıs 0 arasında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Polikliniği ne başvuran ve invaziv meme kanseri tanısı olan kadın hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. İnvaziv meme ca tanısı olan 75 kadın hasta çalışmaya dahil edildi. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen hastaların 6 sı (%0,96) 5 yaş ve altındaydı. Hastaların ortanca tanı yaşı,5 (8-5), ortanca VKİ, kg/m (6,9-,0) idi. Hastaların ortanca takip süresi 6,4 ay (0,- 5,7) idi. Bu süre içinde mortalite izlendi. Ortanca progresyonsuz sağkalım 5,7 ay (0,-5,7) olarak hesaplandı. Hastaların %6,6 sı ER+, %6,6 sı PR+, %65 i HER- hastalığa sahipti. Tümörlerin %5 i grade, %75 i grade histolojiye sahipti. Hastaların %5,4 ünde evre 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ, %8,5 inde evre, %4, ünde evre ve %,8 inde evre 4 hastalık mevcuttu. Sonuç: 5 yaş altında invaziv meme ca görülmesi nadirdir. Bu tümörler hormon reseptörü pozitif, HER negatif ve histolojik olarak yüksek dereceli olma eğilimindedir. Mevcut literatürden farklı olarak çalışmamızdaki hastalarda ileri evre hastalık sık görülmemektedir. Ref No: P-08 TÜMÖRE TÜMÖR METASTAZI: TİROİD PAPİLLER KARSİNOMLU OLGUDA MEME ADENOKARSİNOM METASTAZI Salih Tokmak, Hasan Üstün, Deniz Arık, Enver İhtiyar 4 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı 4 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Giriş: Farklı odaklardan köken alan birden fazla malign tümörün aynı anda görülmesi nadir bir durum değilidir. Ancak malign bir tümörün köken aldığı odağa, bir başka malign tümörün metastazı nadir görülür. Başka organa en sık metastaz yapan kanserler akciğer kökenlidir. Tiroid dışı kanserlerin tiroid dokusuna metastaz yapması sık karşılaşılan bir durum olmamakla birlikte, bilinen malignitesi olan hastalarda tiroidde yeni gelişen kitlelerin saptanması durumunda olası metastazdan şüphelenmek gerekir. Tiroide en sık metastaz yapan tümörler ve oranları renal hücreli kanser (%48,), kolorektal kanser (%0,4), akciğer kanseri (%8,), meme kanseri (%7,8), sarkom (%4,0) ve diğerleri (%,4) şeklindedir. Burada tiroidektomi materyalinde eş zamanlı meme invaziv lobüler karsinom ve tiroid papiller mikrokarsinomu saptanan olgu bildirilmektedir. Olgu: Temmuz 996 da 56 yaşında olan bayan hastanın sol memesine eksizyonel kitle biyopsisi yapılmış ve invaziv lobuler karsinom varyantı olarak sınıflandırılan signet ring karsinomu tanısı almış. Ağustos 996 da sol modifiye radikal mastektomi ve aksiller diseksiyon uygulanmış. Cerrahi sınırlarda tümör saptanmamış, 5 adet metastatik ve adet reaksiyoner lenf nodu tespit edilmiş. CMF (siklofosfamid-methotreksat-fluorourasil) 6 kür ve takiben 5 yıl tamoksifen tedavisi almış. Radyoterapi verilmemiş. Temmuz 00 de kemik metastazı saptandıktan sonra 6 kür taxotere ve 5 yıl aromatoz inhibitörü tedavisi almış. Ocak 0 de PET-BT de servikal 6. vertebrada tutulum ve MR da 6. ve 7. servikal vertebralarda metastaz ile uyumlu görünüm saptanması üzerine radyoterapi verildi. BT de bilateral tiroid lobları heterojen, sınırları düzensiz, her iki tiroid lobu ve ishtmusta en büyüğü,5 cm çapta hipodens nodüller saptanması üzerine total tiroidektomi yapıldı. Patolojik incelemede TTF- (+) kalsitonin ve CEA (-) onkositik tip papiller mikrokarsinom hücreleri saptandı. İlaveten CEA ve GCDFP-5 (+), kalsitonin, tiroglobulin, TTF- ve p6 (-) meme kökenli adeno karsinom metastazına ait hücreler saptandı. Hastaya haftalık taxol tedavisi başlandı. Tartışma: Meme kanseri olan veya meme kanseri için bilinen risk faktörleri olan hastalarda, eşlik eden tiroid malignitelerinin, normal popülasyona göre yaklaşık kat daha sık görüldüğü bilinmektedir. Tümöre tümör metastazı nadir görülür ve yapılan bir çalışmada literatürdeki toplam 50 olgu derlenmiştir. Tiroid malignitesine metastaz olan 8 olgu bildirilmiştir. Biz literatür taramasında, tiroid malignitesine meme malignitesi metastazı olan toplam adet olgu sunumu saptadık. Bu bilgiler ışığında, bilinen malignitesi olan hastalarda, üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, yeni gelişen tiroid nodülleri veya kitle saptanması durumunda, hem primer tiroid karsinomu açısından hem de tiroid dokusuna olası metastaz açısından dikkatli olunmalıdır. 96 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-084 MEME KANSERİNDE TOPOİZOMERAZ II POZİTİFLİĞİ İLE HER VE HORMON RESEPTÖR İLİŞKİSİNİN ARAŞTIRILMASI Semiha Urvay, İlhan Hacıbekiroğlu, Dilşen Çolak, Atatürker Arıkök, Uğur Ersoy, Gökşen İnanç İmamoğlu, Naziyet Köse, Ebru Sarı, Mustafa Altınbaş Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi-Tıbbı Onkoloji Kliniği Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi-Patoloji Kliniği Mardin Devlet Hastanesi Giriş:T opoizomeraz enzimi hücre bölünmesi sırasında DNA metabolizmasının değişik safhalarında ortaya çıkan bir enzimdir, eksikliğinde DNA replikasyonu gerçekleşememektedir. Topo II alfa ekspresyonunun meme kanserinde hormon reseptör negatifliği, Her- ekspresyonu ve yüksek proliferasyon belirteçleri gibi kötü prognostik faktörlerle ilişkisi olduğunu gösterir çeşitli çalışmalar vardır. Topo II alfa nın özellikle meme kanserinin temel kemoterapotik ilaçlarından biri olan antrasiklinlere cevabı göstermede prediktif değeri olduğunu gösterir çalışmalardan sonra bu konuya ilgi artmıştır. Hastalar ve Yöntem: Çalışmaya Şubat 008 ile Ocak 0 yılları arasında Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Medikal Onkoloji Kliniğinde takibi yapılan 49 meme kanseri hastası dahil edilmiştir. Topo II alfa ekspresyonu immunhistokimyasal olarak değerlendirilmiş, nükleer boyanma oranı >%0 saptanması pozitiflik olarak kabul edilmiştir. Hastaların patoloji raporlarında kayıtlı bulunan ER, PR ve Her- ile Topo II alfa ekspresyonu arasındaki ilişkinin gösterilmesi amaçlanmıştır. Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 55 (sınırlar -80) idi. Histopatolojik olarak 4 hasta(%85.7) İDK histopatolojik alt tipindeydi. Yedi hasta Evre I, 0 hasta Evre II, 5 hasta Evre III ve bir hasta Evre IV idi. Altı hasta lokal ileri evre olarak değerlendirildi ve neoadjuvan kemoterapi verildi. Çalışmaya alınan toplam 49 hastanın 5 i (%0.6) Topo II alfa ekspresyonu açısından pozitif olarak değerlendirilirken kalan 4 (%69.) hastada Topo II alfa ekspresyonuna rastlanmadı. Çalışma grubundaki median Topo II alfa seviyesi %6 (mean %9.65; dağılım %0-55) idi. Topo II alfa overekspresyonu ER ve/veya PR pozitif grupta düşük iken ER ve/veya PR negatif grupta daha yüksekti, ancak istatiksel olarak anlamlılık mevcut değildi. Her- negatif hastanın sinde (%7.5) Topo II alfa eksprese edilirken, Her- pozitif grupta bu oran %7.6 saptandı.topo II alfa pozitif saptanan 5 hastanın üçünde (%0) Her- da pozitif bulundu. Ayrıca meme kanserinde prognostik rolü olan diğer belirteçlerden tümör gradı, çapı, lenf nodu pozitifliği ve tutulan lenf nodu sayısı,- lenfovasküler invazyon ve menapozal durum ile Topo II alfa arasında anlamlı ilişki gösterilemedi. Tartışma: Meme kanserinde Topo II alfa pozitifliğinin prognostik rolü tartışmalıdır, ancak kötü prognozla ilişkili olduğu düşünülmektedir. Ayrıca hormon reseptör negatifliği ve Her- pozitifliğiyle ilişkilendirilmektedir. Son yıllarda özellikle prediktif değeri üzerinde durulmaktadır, Topo II alfa ekspresyonunun antrasiklin cevabını predikte ettiği gösterilmiştir. Bu çalışmada Topo II alfa ekspresyonu ile ER, PR ve Her- arasında arasında ilişki gösterilememiştir. Ayrıca diğer prognostik parametrelerle de bağlantısı saptanmamıştır. Ancak bu bulguyu destekleyecek daha çok hasta sayısı ve homojen hasta grupları içeren çalışmalara ihtiyaç vardır. Ref No: P-085 TÜBÜLER MEME KANSERİ HASTALARIN GENEL ÖZELLİKLERİ Uğur Şahin, İbrahim Petekkaya, Gizem Geçmez, Emir C Roches, Ahmet Uğur Atılan, Emine Petekkaya, Sevda Aygün, Deniz Ç İşler, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji, Ankara Amaç: Tübüler kanser, tüm meme kanserlerinin % sini oluşturur. Prognozu diğer meme kanserleri ile kıyaslandığında oldukça iyi olup invaziv duktal karsinoma göre lenf nodlarına yayılım hızı ve lokal rekürrens riski oldukça düşüktür ayrıca daha uzun bir yaşam süresine sahiptir. Genellikle cm den küçük olup sert kıvamlı ve düzensiz sınırlıdır. Genellikle östrojen ve progesteron reseptörleri pozitif olup, HER reseptörü negatiftir. Sıklıkla lobuler kanserle karışık olduğundan tübülobuler karsinoma olarak adlandırılır. Genellikle 50 yaş ve üstündeki hasta populasyonunda görülür.bu çalışmanın amacı 9 tübüler tip meme kanserli hastanın genel özelliklerinin değerlendirilmesidir. Material Metod: Bu çalışma İç Hastalıkları Anabilim Dalı Medikal Onkoloji Bölümü nde ve ekim 998 ile aralık 0 tarihleri arasında takip edilen 800 meme kanseri tanısı konulmuş hasta verileri üzerinden yapılmıştır Sonuçlar: İnvaziv meme ca tanısı olan 75 kadın hasta çalışmaya dahil edildi. Toplam 9 hastada (%0,9) infiltratif tübüler karsinom histolojisi izlendi. Bu hastaların 4 ünde (%5,9) saf tübüler karsinom histolojisi mevcutken geri kalan 5 hastada (%64,) miks histoloji (lobüler veya duktal karsinom ile birlikte) mevcuttu. Bu hastaların ortanca tanı yaşı 50 (4-69) ortanca VKİ 6, kg/m (8,-4,4) idi. Hastaların %56,4 ü post-menopozaldi. Hastaların %4,6 sında evre, %4,0 inde evre, %7,7 sinde evre ve %7,7 sinde evre 4 hatalık mevcuttu. Tümörlerin %94,7 si ER+, %89, si PR+, %97, si HER- idi. Tartışma: Çalışmamızın bulguları invaziv tübüler karsinoma erken evrede tanı konduğunu ve hormon reseptörü pozitif ve HER negatif olmaya meyilli olduğunu göstermekte, dolayısıyla iyi prognozlu bir seyri olduğunu düşündürmektedir Ref No: P-086 MEME KANSERLİ OLGUDA KEMİK METASTAZI BİYOPSİSİ İLE TANI ALAN TİROİD KANSERİ Özlem Yersal, Nezih Meydan, Sabri Barutça Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Onkoloji Bilim Dalı, Aydın Meme ve tiroid kanseri ilişkisi bazı çalışmalarda gösterilmiş olmakla birlikte; bu birlikteliği oluşturan nedenler kesin olarak ortaya konulamamıştır. Ortak genetik ve çevresel faktörlerin etkili olduğu düşünülmektedir. Bu yazıda meme kanseri için kemoterapi tedavisi altındayken kemik biyopsisinde atipi göstermeyen tiroid dokusu saptandıktan sonra tiroid papiller kanseri tanısı alan bir olgu sunulmuştur. Sol memede kitle nedeniyle yapılan biyopside, ER% pozitif, PR ve cerbb negatif invaziv duktal karsinom saptanan hastanın, evreleme için yapılan kemik sintigrafisinde sağ pubik kemik, her iki sakroiliak eklem ve sağ iskiumda osteoblastik aktivite artışı saptandı. Alt abdomen bilgisayarlı tomografisinde sol iliak bölgede destrüksiyon oluşturan ve gluteal bölgeye doğru uzanan cm kitle tespit edildi. Hastaya metastatik meme kanseri tanısıyla dosetaksel-kapesitabin tedavisi başlandı. 6 kür sonrası memede tam yanıt gelişen hastanın iliak kitlesinde yanıt olmaması ve ikinci primer tümör şüphesi nedeniyle iliak kemik biyopsisi yapıldı. Patolojik inceleme; atipi göstermeyen,içleri kolloidle dolu farklı büyüklükte follikül yapıları gösteren tiroid dokusu olarak bildirildi. Tiroid ultrasonunda sol lobda.5x4. cm nodul saptandı. Tiroid ince iğne aspirasyon biyopsisi MEME KANSERİ Susesi Otel, Antalya 97

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER tanısal olmayan sitoloji olan hastaya nodul boyutu nedeniyle total tiroidektomi uygulandı. Hastanın patolojisi tiroid papiller karsinom olarak raporlandı. Mevcut kemik metastazlarının tiroid papiller kanserine bağlı olduğu düşünüldü. Hastaya pelvik bölgedeki kitle için operasyon önerildi ancak kabul etmedi. Hasta dış merkezde kez radyoaktif iyot tedavisi aldı. İzlemde aromataz inhibitörü altında lokal nüks gelişen hastaya sol modifiye radikal mastektomi uygulandı. Operasyon sonrası çekilen PET BT de sol iliak kanattaki lezyonun metabolik aktivitesinin %70 oranında azaldığı görüldü. Hastaya antrasiklin ve taksan kombinasyolu kemoterapi başlandı. Hastanın tedavisi halen devam etmektedir Ektopik tiroid dokusu nadir bir bulgu olmakla birlikte; torasik ve abdominal çeşitli lokalizasyonlarda tanımlanmıştır. Genellikle insidental patolojik bir bulgudur, ancak tiroid yatağı dışında tiroid dokusu saptandığında, tiroid kanser metastazının mutlaka ekarte edilmesi gerekmektedir. Meme kanserli hastalarda tiroid kanseri olasılığı akılda tutulmalıdır. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Amaç: Sistemik kronik romatolojik hastalıklar özellikle kadınları daha fazla etkilemektedir. Romatolojik hastalıkların patogenezinde yer alan otoreaktif B ve T hücre aktivasyonu ile artmış proinflamatuar sitokinlerin kanser riskini artırdığına yönelik yayınlar bulunmaktadır. Özellikle romatoid artrit hastalarında prognozun daha kötü olduğu belirtilmiştir. Bu çalışmada Hacettepe Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Kliniği nde takip edilen meme kanseri hastalarındaki romatolojik hastalıklar ve hastaların klinikopatolojik özellikleri incelenmiştir. Gereç-Yöntem: 000-0 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Kliniği nde takip edilen 850 meme kanseri hastasının verileri retrospektif olarak değerlendirildi. 6 hastanın özgeçmişinde romatolojik hastalıklarının olduğu belirlendi. Bulgular: Kliniğe başvuran 850 hastanın 6 (%.) sında romatolojik hastalıklar mevcuttu. Çalışmaya dahil edilen 6 hastanın ortanca tanı yaşı 5 (-8)yıl idi. Bir hasta erkekti. En sık rastlanılan hastalık 9 hasta ile romatoid artritti. Hormon reseptörü (%86) hastada (+)idi, hastada tripl negatiflik saptandı. İnfiltratif duktal karsinom 9 hastanın, infiltratif lobuler karsinom hastanın, mikst karsinom hastanın, invaziv müsinöz karsinom bir hastanın,taşlı yüzük hücreli karsinom bir hastanın,duktal karsinoma in situ bir hastanın patolojisinde saptandı. Tanı anında hastanın metastatik olduğu görüldü, 5 hastada ise takip süresince metastaz gelişti. Romatoid artriti olan bir hastanın izleminde meme kanserine ek olarak Non-Hodgkin lenfoma gelişti. Üç hasta ise takip süresince exitus oldu. Tartışma: Romatolojik hastalıklarda artmış inflamasyon nedeniyle kanser insidansının artacağına dair görüşler mevcuttur. Romatolojik hastalıklarda özellikle hematolojik malignensilerin anlamlı olarak yüksek olduğu klinik çalışmalarda saptanmıştır. Meme kanseri ile ilgili ise literatürde birbirleriyle çelişen sonuçlar alınmıştır. Bugüne kadarki literatürde meme kanseri riskinin arttığı romatolojik hastalık saptanmamıştır. Hatta çoğu çalışmada meme kanseri insidansının romatolojik hastalıklardan özellikle romatid artritte genel populasyona göre düşük olduğu saptanmıştır. Literatürde meme kanseri vakalarının %4 ünde romatolojik hastalıklar mevcut iken çalışmamızda %. hastada eşlik eden romatolojik hastalık saptanmıştır. Ülkemizde Behcet ve FMF hastalıklarının daha sık saptanması nedeniyle çalışmamızda literatürden farklı sonuçlar alınmıştır. Hasta sayımızın az olması ve takip süresinin kısa olması nedeniyle survival analizi yapılmamış olmakla birlikte hastalarımızın klinik takiplerinde literatür ile uyumlu olarak prognozlarının kötü olduğu izlenmiştir. Demografik Özellikler Ref No: P-087 MEME KANSERLİ HASTALARDA ROMATOLOJİK HASTALIKLAR VE HASTALARIN KLİNİKOPATOLOJİK ÖZELLİKLERİ Tuğba Akın Telli, Ece Esin, Özge Keskin, Furkan Sarıcı, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Ana Bilim Dalı, Ankara Ref No: P-088 HİPOFRAKSİYONE RADYOTERAPİ İLE TEDAVİ EDİLEN MEME KANSERLİ HASTALARIMIZIN YAN ETKİ PROFİLLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Hüseyin Tepetam, Gökhan Yaprak, Ayşe Sevgi Özden, Hazan Özyurt, Atınç Aksu, Alpaslan Mayadağlı T.C. Sağlık Bakanlığı İstanbul İli Anadolu Güney Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği Kliniğimize meme kanseri tanısıyla başvuran 5 hastanın, cerrahi sonrası adjuvan radyoterapisi hipofraksiyone rejim ile yapılmıştır. Hastalarımızın cilt, kardiolojik ve respiratuar yan etki profilleri RTOG kriterleriyle değerlendirilmiştir. Hastalarımızın yaş ortalaması median 57 (min. 8-maks. 77), takip süresi 0.7 ay (min. -maks. 4.) olarak bulundu. Hastalarımızın 5 tanesinde sol meme yerleşimli %60, 0 tanesinde sağ meme yerleşimli (%40) tümörü mevcuttu. Olguların 8 tanesi (%7) meme koruyucu cerrahi geçirmişti. T evresine göre; T (4 hasta) %56, T (8 hasta) %, T ( hasta) %, N evresine göre; N0 ( hasta) %5, N (6 hasta) %4, N (6 hasta) %4 olarak bulunmuştur. Hastalarımızın tamamı hastalıksız olarak takip edilmektedir. Radyoterapi dozları mastektomi geçiren hastalara tüm göğüs duvarına 40 Gy (5*66 cgy) ve meme koruyucu cerrahi uygulanan hastalara tüm memeye 40 Gy (5*66) artı BOOST dozu 0 Gy (5*00 cgy) olacak şekilde Boyutlu Konformal olarak uygulanmıştır. RTOG nin akut yan etki profillerine göre değerlendirilen cilt toksisiteleri sırasıyla; yan etki yok (5 hasta) %60, grade (6 hasta) %4, grade ( hasta) %8, grade ( hasta) %8 olarak tespit ettik. Hastalarımızın hiçbirinde Akut respiratuar ve kardiak yan etki tespit etmedik. 98 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-089 NEOADJUVAN 4 KÜR AC + 4 KÜR PAKLİTAKSEL ALAN MEME KANSERİ HASTALARINDA PATOLOJİK TAM YANITI ETKİLEYEN FAKTÖRLER Zafer Arık, Deniz Yüce, Furkan Sarıcı, Taner Babacan, Ece Esin, Burak Yasin Aktaş, Özge Keskin, Neyran Kertmen, Mustafa Solak, İbrahim Petekkaya, Sercan Aksoy, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Amaç: Neoadjuvan sistemik tedavi ile morbidite ve mortalitenin azaltılması, cerrahi uygulanabilirliğin arttırılması, mikroskopik hastalığın eradikasyonu amaçlanmaktadır. Meme kanserinde neoadjuvan sistemik tedavi ile patolojik tam yanıt elde edilmesinin sağkalım ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada neoadjuvan 4 kür adriamisin-siklofosfamid(ac)+4 kür paklitaksel alan meme kanseri hastalarında patolojik tam yanıtı etkileyen faktörler araştırılmıştır. Gereç-Yöntem: 004-0 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Tıbbi Onkoloji Kliniği nde takip edilen meme kanseri hastalarının verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların evreleri, tümör histolojisi, hormon reseptör durumları, gradları, menopoz durumları ile patolojik yanıtları arasındaki ilişki incelenmiştir. Bulgular: Çalışmada ortanca yaşı 48 (8-67) yıl olan 5 meme kanserli kadın hasta incelenmiştir. 0 hasta standart üç haftada bir AC+ haftalık paklitaksel, 6 hasta doz-dense AC+paklitaksel, 9 hasta ise standart AC+paklitaksele ek olarak trastuzumab kemoterapilerini almıştır. 9 hastada (%5) patolojik tam yanıt, 9 hastada (%5) parsiyel yanıt alınmıştır. Hastaların yaşı, menopoz durumları, tümör alt tipi, gradı, hormon reseptör durumları, ve evresi ile patolojik tam yanıt arasında anlamlı ilişki saptanmadı(p>0.05). Sonuç: %5 hastada neoadjuvan AC+paklitaksel +/- trastuzumab kemoterapisi ile patolojik tam yanıt alınmıştır. İncelenen faktörler ile patolojik tam yanıt arasında kesin ilişki saptanmamıştır. Daha fazla hastanın incelendiği, moleküler ileri incelemelerin yapıldığı büyük ölçekli çalışmalar ile hangi hastaların neoadjuvan tedaviden fayda görebileceği belirlenebilecektir. Ref No: P-090 PARANEOPLASTİK NÖROLOJİK SENDROMLA PREZENTE OKÜLT MEME KANSERİ OLGUSU Mustafa Bozkurt, Özlem Çokar, Hürtan Acar, Zühal Gücin, Sedenay Oskeroğlu 4, Mahmut Müslümanoğlu 5 haseki eğitim ve araştırma hastanesi tıbbi onkoloji kliniği haseki eğitim ve araştırma hastanesi nöroloji kliniği bezmiâlem vakıf üniversitesi tıp fakültesi patoloji Anabilim Dalı 4 bezmiâlem vakıf üniversitesi tıp fakültesi radyasyon onkolojisi Anabilim Dalı 5 bezmiâlem vakıf üniversitesi tıp fakültesi genel cerrahi Anabilim Dalı Giriş: Paraneoplastik nörolojik sendromlar, meme kanserinde % den az görülen, immun mekanizmalarla gerçekleşen sendromlardır. Patogenezi net olarak aydılanmamış heterojen bir klinik tablodur. Serum ve serebrospinal sıvıda spesifik onkonöronal antijenlere yönelik anti-hu, anti-ri, anti-yo ve anti-ma gibi otoantikorlar belirlenebilir. Tümör varlığında oluşan bu antikorlar, merkezi ve periferik sinir sistemi hücreleriyle çapraz reaksiyona girebilir. Bu sendromlar kanser tanısı öncesinde gelişerek kanser tanısına yönlendirebilir, kanser tanısından sonrası herhangi bir zamanda da gelişebilir. Tanı konulması, klinisyenin sık nörolojik disfonksiyon tablolarını ekarte ettikten sonra şüpheci yaklaşımına, paraneoplastik sendromlarla ilişkili tümör tiplerine dair bilgi ve tecrübesine dayanır.olgu: 4 yaşında premenopozal kadın, yıl önce normal spontan doğum sonrası başlayan ataxi ve bacaklarında güç kaybı nedeniyle incelenmiş. EMG ve beyin- lumbosakral MRI özellik göstermemiş. Üst ekstremitede de gelişen güçsüzlük ve sol düşük ayak gelişmesiyle artan yakınmalar üzerine, bu kez EMG de aksonal tipte duysal-motor polinöropati ile uyumlu bulgular saptanmış. Paraneoplastik polinötopati ön tanısıyla yapılan PET/CT meme dokusunda herhangi aktivite göstermezken sol aksiller multipl lenf nodunda patolojik düzeyde hipermetabolizma göstermiş. Aksiller lenf nodu iğne biyopsisi estrojen ve progesteron reseptörü pozitif olup, meme karsinomu lehine değerlendirilmiş. Sol aksilladan çıkarılan 7 lenf nodundan birinde canlılığını yitirmiş, nekrotik yapıda tümör hücreleri gözlenmiş ve bulgular kemoterapi etkisine yorulmuş. Okült meme kanseri zemininde paraneoplastik polinöropati tanısıyla otoantikorlar (anti-hu, anti-ri, anti-yo, anti-ma, anti-amfifizin, anti-tr, anti-pca, anti-cv. ve anti-an- NA ) çalışıldı, hepsi negatif olarak sonuçlandı. Antrasiklin, ardından taksan bazlı kemoterapi planlandı. Kasım 0 de kemoterapi başlanan hastanın nöropati semptomlarında herhangi bir değişiklik olmadı.tartışma: Meme kanserinde paraneoplastik nörolojik sendrom % de az olup genellikle tümör tanısından aylar-yıllar önce belirir. Patogenez tam anlaşılmış değildir, fakat nöronal proteinlerle identik yapıda tümör antijenlerine karşı üretilen antikorların, çapraz reaksiyona giren otoantikor gibi davranmasıyla gerçekleştiğini düşündüren kanıtlar mevcuttur. Sitotoksik T lenfositleriyle gerçekleşen immun reaksiyonun tümör dokusunun nekrozunu sağladığı düşünülmektedir. Yüzde 6 hastada paraneoplastik otoantikorlar belirlenebilirken % hastada belirlenemeyebilir4. Hastamızda geniş otoantikor araştırması negatif sonuçlanmış olmakla birlikte, histolojik bulgularda neoadjuvan kemoterapiye yorulan yoğun nekroz ve canlılığını yitirmiş tümör hücreleri sitotoksik immunitenin etkisine bağlanmış olup, tümöre immun cevabın boyutlarına güzel bir örnektir. Tümörün çıkarılması, antijen kaynağının ortadan kaldırılamasını sağlayarak, tedavinin ilk adımıdır. Ref No: P-09 MEMENİN İNVAZİV PAPİLLER KARSİNOMU: YİRMİ DÖRT MEME KANSERLİ HASTANIN KLİNİKOPATOLOJİK VERİLERİ Gizem Geçmez, İbrahim Petekkaya, Ömer Vural, Emine Petekkaya, Veysel Ayyıldız, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji, Ankara Amaç: Memenin papiller lezyonları tüm meme kanserlerinin %- sini oluşturmaktadır. Bu çalışmamızda, invaziv papiller meme kanserli hastalarda moleküler, histolojik ve prognostik faktörleri araştırmayı amaçladık. Gereç-Yöntem: Çalışmamızda onkoloji kliniğimizde takip edilen 94 meme kanseri hastasından 4 (%.) invaziv papiller karsinoma (IPC) lı hastanın genel klinikopatolojik özellikleri analiz edildi. Bulgular: Ortanca takip süresi 4 ay olan 4 hastanın ortalama tanı yaşı 6.69 yıldı. Klinik özellikleri incelendiğinde; tanı anında hastaların 7(%7.9) si postmenapozal, 6(%5) sı sı pre veya perimenapozaldi. Hastaların yalnızca (%4.) i erkekti. Gross spesimende ortalama tümör boyutu.9 cm (T) ölçüldü.grade I 4 (%6.6), grade II (%45.8), grade III 5 (%0.8) hasta olduğu gözlendi.ayrıca 7 (%70.8) si ER(+), 7 (70.8) si PR (+), 9 (%7.5) u Her-/neu (+), 9 (%7.5) tanı anında ekstakapsüler yayılım ve lenfovasküler invazyonu olan hasta olduğu görüldü. Hastaların (%8.) sinin hastalıksız sağkalım beklentisi diğer alttiplere göre en düşük olan tripl negatif olduğu gözlenmiştir.ipc li hastalarda en sık gerçekleştirilen operasyon tipi modifiye radikal mastektomi (6 hastada) idi. Tanı anında (%4.) hastada kemik ve (%4.)hastada akciğer metastazı olduğu görüldü. Sonuçlar: Bu çalışmada invaziv papiller karsinomun memenin nadir bir tümörü olduğu ancak postmenapozal kadınlarda daha sık görüldüğü görülmüştür.histopatolojik tanı zorunludur ve invazyon varlığı iyi araştırılmalıdır. Hastaların çoğunluğunun ER ve PR (+) ve grade II olduğu görülmüştür.hastaların tedavisinde en sık kullanılan operasyon modifiye radikal mastektomi olmuştur. MEME KANSERİ Susesi Otel, Antalya 99

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-09 HER- POZİTİF MEME KANSERİ VE OBEZİTE ARASINDAKİ İLİŞKİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Mustafa Solak, Fatma Paksoy Türköz, Taner Babacan, Neyran Kertmen, Özge Keskin, Sercan Aksoy, Yavuz Özışık, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Obezitenin, meme kanserinin erken evrelerinde dahi kötü prognoza neden olduğu birçok büyük çalışmada gösterilmiştir. Bu çalışmada HER- pozitif meme kanseri ve obezite arasındaki ilişki inecelenmiştir. Gereç-Yöntem: Hacettepe Üniversitesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü nde takip ve tedavi edilen 00-0 yılları arasında tanı almış ER ve PR negatif, HER- pozitif invazif meme kanserli 0 hastanın klinikopatolojik ve demografik verileri retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Medyan yaşları 50 yıl (8-78) olup, %50.9 u premenopozoaldi. Hastaların %7.7 si obez, %5.6 sı aşırı kilolu ve %6.7 si obezdi. %8.4 ü opere edilmişti. %4. ü T-T4 tümörle başvurmuştu ve 6 hastada grad, 4 hastada grad hastalık mevcuttu. %68.9 hastada nod-pozitif hastalık mevcuttu. 7 hasta tanı anında metastatikti. 5 hastaya adjuvan, 6 hastaya neoadjuvan tedavi verildi. %8.9 u trastuzumab içeren tedavi aldı. 5 hastada tedavi verilemedi. Tümör özellikleri ve tedavi açısından her üç grup birbirine benzerdi (p>0.05). Medyan 6 aylık izlem süresinde (-84 ay) hastada exitus 64 hastada nüks görüldü. 5-yıllık medyan sağkalım normal kilolu grupta %9, aşırı kilolu grupta %6 ve obezlerde %69 olup, istatistiksel anlamlı farklılık saptanmadı (p=0.7) Sonuç: Bizim çalışmamızda obezite ve HER- pozitif meme kanseri arasında ilişki görülmezken, literatürde, birbiriyle çelişen sonuçlar mevcuttur. Bu konuda, daha geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır. Ref No: P-09 MEMENİN PAGET HASTALIĞI: TEK MERKEZ DENEYİMİ Özge Keskin, Neyran Kertmen, Mustafa Solak, İbrahim H. Petekkaya, Zafer Arık, Furkan S. Sarıcı, Taner Babacan, Ece Esin, Sercan Aksoy, Kadri M. Altundağ Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bölümü, Ankara Amaç: Memenin Paget hastalığı, tüm meme tümörlerinin yaklaşık %- kadarını oluşturmaktadır. Altta yatan bir invaziv veya noninvaziv malignite olabildiği gibi, altta yatan hiçbir malignite olmayabilir. Bizim bu çalışmadaki amacımız, merkezimizde takip edilen memenin Paget hastalığı olgularının verilerini retrospektif olarak gözden geçirmektir. Metod: Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümünde 996-0 yılları arası takip edilen 850 hastanın verileri gözden geçirildi. Cerrahi bilgileri, patolojik alt tipleri, hormon reseptör ve HER durumları, tanı anı evreleri, demografik verileri ve aldıkları tedaviler kaydedildi. Sonuç: Merkezimizde meme kanseri tanısıyla takip edilen 850 hastanın 4 ünde (%0,45) Paget hastalığı mevcuttu. Hastaların tanı anındaki yaşı 5.4±5. idi. Hastalar en sık premenapozal (%5.8) dönemde, 5 hasta postmenapozal (%8.4), bir hasta perimenapozal (%7.8) idi. Uygulanan cerrahi yöntemler arasında en sık olarak hastada uygulanan MRM (%78.6) vardı. Kalan birer hastaya meme koruyucu cerrahi + sentinel lenf nodu disseksiyonu (SLND), meme başı eksizyonu + SLND ve basit mastektomi (%7.) uyuglanmıştı. MRM uygulanan hastaya SLND ve bir hastaya da aksiller lenf nodu disseksiyonu uygulanmıştı. Östrojen ve progesteron reseptör durumu bilinenler hastalar arasında sırasıyla bu reseptörlerin pozitiflik oranı %0 ve %9. dir. Kalan %70 ve %90.9 hastada ER ve PR negatif olarak bulunmuştur. Her hastaların %80 de pozitif, %0 sinde 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ negatif saptanmıştır. Hastaların %50 ve %4.9 unda Paget hastalığı sırasıyla DCIS ve IDC ile birliktedir. Kalan %7. hastada ise sadece Paget hastalığı vardır, beraberinde invaziv veya in situ bir neoplazi yoktur. Hastalar en sık evre de (%50) tanı almışlardır. Bundan sonra azalan sıra ile tanı anı evreleri şöyledir; %8.6 evre, eşit oran ile (%7.) evre ve evre 0. Sadece hastaya adjuvan tedavi uygulandı. Bu hastalardan si evre, biri evre hastalığa sahipti. Paget hastalığı ile beraber IDC mevcuttu. Bu hastalar ardışık antrasiklin ve taksan tedavisi aldıktan sonra HER pozitif olduğu için Trastuzumab tedavisi ile devam edildi. Sonuç: Paget hastalığı altta yatan bir invaziv ya da in situ neoplazi ile beraber bulunabileceği gibi, cerrahi materyalde tek başına da saptanabilir. Hastalar daha fazla oranda hormon reseptör negatiftirler. Bizim hastalarımızda, daha sık oranda DCIS ve IDC ile birliktelik, hormon reseptör negatifliği ve tanı anı daha fazla oranda erken evre saptanmıştır. Ref No: P-094 PAPİLLER MEME KANSERİ Nilüfer Avcı, Adem Deligönül, Şahsine Tolunay, Erdem Çubukçu, Ömer Fatih Ölmez, Ender Kurt, Türkkan Evrensel Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Ana Bilim Dalı, Bursa Amaç: Meme kanserleri ile ilgili bir çok çalışmada duktal ve lobüler kanserler arasındaki klinik, patolojik ve epidemiyolojik farklılıklar yer alırken diğer histolojik subtipler daha az yer almıştır. Bunun başlıca nedeni, bu histolojik alt tiplerin sayısının büyük randomize çalışmaların yapılmasına imkan vermeyecek kadar az olmasıdır Bu çalışmada, kadın meme kanserlerinin sadece % ni oluşturacak kadar az görülen papiller meme kanserlerinin özelliklerini sunmayı amaçladık. Yöntem: Ocak 995 ve ocak 0 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji bölümünde takip edilen primer meme kanserli hastaların kayıtları retrospektiv olarak incelendi. Çalışmaya sadece memenin papiller kanserleri dahil edildi. Bulgular: Çalışmaya toplam 8 hasta alındı. Hastaların 6 ı kadın, si erkek idi. Kadın hastaların ortalama yaşı 5 (-67), erkek hastaların ortalama yaşı 6.5 (50-7) idi. Papiller meme kanserleri, kadın olgular arasında premenapozal kadınlarda (n=9) daha sık gözlenmişti. Papiller meme kanserinin alt tipleri incelendiğinde; 9 olguda invaziv solid papiller ca, 6 olguda papiller ca, olguda invaziv mikropapiller ca ve olguda intrakistik papiller ca gözlendi. Olguların tanı anında evrelemesi; olgu evre, 6 olgu evre ve sadece olgu evre idi. Ortalama tümör çapı.mm idi. Aksiller lenf nodu metaztazı sadece bir olguda mevcuttu ve bu olguda çıkarılan 5 lenf nodundan sadece birinde lenf nodu metastazı vardı. Hormon reseptör durumu incelendiğinde papiller meme kanserlerinin sıklıkla ER/PR pozitif, HER negatif olduğu gözlendi (tablo ). HER pozitif olgununu ikisi ise invaziv mikropapiller kanserdi Tartışma: Memenin papiller lezyonu, benign papillomadan invaziv papiller kansere kadar geniş bir lezyon spektrumu için kullanılır. Çoğunlukla in situ karsinomadır. Küçük bir kısmında stromal invazyon gelişir ve invaziv papiller kanser olarak isimlendirilir. Prolifere epitelyal hücrelerden oluşan nodül şeklinde ise SOLİD PAPİLLER, kistik dilatasyon şeklinde gelişir ise İntrakistik Papiller, sadece genişlemiş kanal içinde papiller kanser var ise İntraduktal Papiller Kanser olarak adlandırılır. Sıklıkla ER pozitif olan papiller kanserde,invaziv solid papiller kanserler daha iyi prognozlu iken invaziv mikropapiller kanserde prognoz kötüdür. 00 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Tablo. Papiller meme kanseri olgularımızın histolojik alt tipleri Papiller meme kanseri alt tipleri papiller 6 İnvaziv solid papiller 9 İntrakistik papiller İnvaziv mikropapiller N MEME KANSERİ Tablo. Papiller meme kanseri olgularımızın hormon reseptör özellikleri ER (N) PR (N) HER (N) Pozitif 4 Negatif 4 7 5 Ref No: P-095 NÖROFİBROMATOZİS TİP Lİ ERKEK HASTADA MEME KANSERİ: OLGU SUNUMU Şener Cihan, Ajlan Atasoy, Uğur Fırat, Birsen Songül Cihan, Halil Kömek 4, Nalan Akgül Babacan 5 Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kln. Diyarbakır Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Diyarbakır Diyarbakır Eğitim Araştırma Hastanesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Diyarbakır 4 Diyarbakır Eğitim Araştırma Hastanesi, Nükleer Tıp Kln. Diyarbakır 5 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Sivas Giriş: Nörofibromatozis Tip (NF ), ciltte tipik café au lait lekeleri ve nörofibromlarla seyreden benin nörokutanöz bir hastalıktır. Von Recklinghausen hastalığı olarak da bilinir. Otozomal dominant geçiş gösteren bir hastalık olup insidansı /500, prevelansı /4000 dir. NF benin bir hastalık olmasına rağmen sekonder malignitelerin gelişimi sık görülür. Glioma, rabdomyosarkoma, sinir kılıfı tümörleri, böbrek tümörleri sık görülürken meme kanseri ile birlikteliği naidirdir. Bilgilerimiz doğrultusunda erkek meme kanseri ve NF birlikteliği ilk defa yayımlanmaktadır. Olgu: 58 yaşında erkek hasta sağ memede şişlik fark etmiş ancak vücudundaki diğer tümöral oluşumlarla aynı olabileceğini düşünerek geç başvurmuştur. Kitlenin büyümesi ve ağrılı hale gelmesi nedeni ile başvurmuş ve yapılan eksizyonel biyopsi ile invazif ductal ca tanısı konmuştur. Klinik ve laboratuar değerlendirmede PET/BT ile yaygın karaciğer, kemik ve aksiler lenf nodu metastazı tespit edilmiştir. Abdominal USG ve torakolomber MRI ile kemik met ve karaciğer met teyit edildi. Hasta metastatik meme ca tanısı ile öncelikli olarak taşıyıcı kemiklere palyatif radyoterapi başlandı. IHK incelemesi ER %90 PR (-) CerbB (+) olarak raporlandı. Altı kür CAF (siklofosfamid 600mg/m, adriablastina 60 mg/m, 5-fluorouracıl 600 mg /m) günde bir olmak üzere verildi. Kemoterapi sürecinde tedaviyi aksatacak komplikasyon gelişmedi. Kontrol PET/BT ile metastaik bölgelerde tama yakın metabolik cevap elde edildi. Kemoterapi bitiminde hastaya tamoksifen x0 mg başlandı. Yazım aşamasında hastamız hala remisyonda idi. Tartışma: NF ile malign tümör görülme sıklığı artış göstermektedir. Özellikle meme kanserleri ele gelen kitle fark edilse bile vücuttaki diğer nöfrofibromlar ile karıştırabilir. Bu durum hastalığın geç teşhisine yol açabilir. NF olguları erkek hastalar da dahil olmak üzere meme kanseri yönü ile daha dikkatli incelenmeli ve hastalar bilgilendirilmelidir. Şekil. İnvazif ductal karsinom immünhistokimya ile ER %90 pozitiflik Şekil. Nörofibromatozisli hastada tipik klinik görünüm Ref No: P-096 MASTEKTOMİ SONRASI GELİŞEN SEKONDER LEFÖDEMDE KOMPLEKS BOŞALTICI FİZYOTERAPİ VE AEROBİK EGZERSİZ EĞİTİMİNİN FİZİKSEL AKTİVİTE DÜZEYİ VE ÜST EKSTREMİTE FONKSİYONLARI ÜZERİNE ETKİSİ Ebru Çalık, Naciye Vardar Yağlı, Melda Sağlam, Gül Şener, Hülya Arıkan, Deniz İnal İnce, Yavuz Özışık Hacettepe Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Giriş: Meme kanseri ile ilişkili lenfödem, meme kanseri tedavisinin korkulan bir komplikasyonudur ve fiziksel ve psikolojik morbidite ve yaşam kalitesinde bozulmaya neden olabilmektedir. Çalışmalar, meme kanserine bağlı gelişen lenfödemde kompleks boşaltıcı fizyoterapinin (KBF) yararlarını göstermiştir. Ayrıca, önceki çalışmalar meme kanseri tedavisinden kaynaklanan yorgunluğun meme kanserli olgularda aerobik egzersiz kapasitesini azalttığını ve hastaların egzersiz programına katılımla psikolojik, fiziksel ve sosyal yararlar elde ettiğini rapor etmiştir. Bu çalışmada, mastektomi sonrası unilateral sekonder lenfödemi olan kadın olguda KBF ve aerobik egzersiz eğitimi sonrası meydana gelen gelişmeler sunulmaktadır. Susesi Otel, Antalya 0

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER Olgu raporu: 009 yılında evre II sol meme kanseri tanısı alan 5 yaşındaki bayan olgu, sol kolda günlük yaşam aktivitelerini limitleyen ilerleyici şişlik şikayeti ile 0 Şubat ayında fizyoterapi ve rehabilitasyon ünitemize yönlendirildi. Olguya 00 Nisan ayında sol total mastektomi uygulanmıştır. Olguya 8 kür kemoterapi ve 0 gün radyoterapi uygulanmıştı. Olgunun özgeçmişinde hemoroid, servikal herni ve 5 paket/yıl sigara hikayesi mevcuttu. Hastanın çevre ölçümü değerlerine göre orta şiddetli lenf ödemi vardı. Yapılan değerlendirme sonrası fizyoterapi için herhangi bir kontraendikasyonu bulunmayan hastaya haftada 5 seans olmak üzere toplam 0 gün manuel lenf drenajı, kompresyon bandajı, lenfatik akışı fasilite edecek egzersizler ve cilt bakımını içeren KBF uygulandı. Ayrıca hastaya kol lenfödemi için koruyucu öneriler verildi. Hasta bu süreçte, haftada seans olmak üzere günde 0 dk, submaksimal iş yükünde toplam 6 hafta süresince koşubandında aerobik egzersiz eğitimine katıldı. Üst ekstremite fonksiyonları ve özrü değerlendirmek için; Kol, Omuz ve El Yaralanmaları Anketi (DASH) kullandı. Fiziksel aktivite seviyesi, Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi (IPAQ) kullanılarak belirlendi. Bulgular: Başlangıç DASH fonksiyon/semptom skoru 5,5 iken, tedavi sonrası DASH fonksiyon/semptom skoru 45 idi. Başlangıç DASH iş modeli skoru 56,5 iken, tedavi sonrası DASH iş modeli skoru 50 idi. IPAQ şiddetli aktivite skoru 0 MET-dk dan, 80 METdk ya; orta şiddetli aktivite skoru 60 MET-dk dan, 480 MET-dk ya; yürüme skoru 98 MET-dk dan 990 MET-dk ya yükselirken oturma skorunda (80 MET-dk) değişiklik olmadı. IPAQ toplam skoru 558 MET-dk iken, tedavi sonrası toplam skor 550 MET-dk ya yükseldi. Tartışma: Olgumuzda elde ettiğimiz sonuçlar meme kanseri ile takip edilen hastaların lenf ödem tedavisinde kompleks boşaltıcı fizyoterapinin faydaları ve lenf ödemden korunmak için gerekli öneriler konusunda bilgilendirilmiş olmasının önemini göstermektedir. Meme kanseri tedavisinde fiziksel aktivite seviyesinin artırılmasının önemi konusunda hastaların farkındalık kazanması yaşam kalitesinde artışa yol açacaktır. Ref No: P-097 TRİPLE NEGATİF MEME KANSERLİ HASTALARIN KLİNİK VE PATOLOJİK ÖZELLİKLERİNİN RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRİLMESİ Şebnem Yaman, Sercan Aksoy, Mehmet Ali Nahit Şendur, Ozan Yazıcı, Zafer Arık, Taner Babacan, Nuriye Yıldırım Özdemir, Nurullah Zengin, Kadri Altundağ Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Giriş: Triple negatif meme kanserleri tüm meme kanserlerinin %0-5 ini oluşturmaktadır. Genç, premenapozal bayanlarda daha sık görülmektedir. Genellikle yüksek gradlı, yüksek proliferasyon indeksine sahip tümörlerdir. Hormon reseptörleri ve HER- amplifikasyonu negatif olması nedeni ile tedavi seçenekleri sınırlıdır. Materyal-Metod: 00-0 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bölümüne başvuran 849 meme kanseri tanısı alan hasta verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Sonuçlar: Bu çalışmada 849 meme kanserli hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. 70 (9%) hastanın triple negatif tümöre sahip olduğu saptandı. Triple negatif meme kanserli 70 hastanın verileri retrospektif incelendi. Ortanca tanı yaşı 47 (0-8) idi. Hastaların 0 si (44%) premenapozal; 50 si (56%) postmenapozal idi. 5 (9%) hasta histopatolojik olarak infiltratif duktal karsinoma idi. 07 (77%) hasta Evre -Evre hastalığa sahip idi. (49%) hastada lenf nodu pozitifliği saptandı. Tanı anında 0 (7%) hasta metastatik evrede idi. En sık metastaz yerleri sırası ile akciğer (0 hasta;.5%), kemik (5 hasta,.5%) olarak saptandı. Takipte 40 (4%) hastada nüks saptandı. Takip sırasında 0 (%) hasta exitus oldu. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Tartışma: Günümüzde triple negatif meme kanserlerinde prognostik faktörlerle ilgili yeterince veri bulunmamaktadır. Triple negatif meme tümörleri daha genç yaşta görülmektedir. Triple negatif meme kanserleri daha yüksek gradlı ve daha agresif seyirli hastalığa sahip olduğu söylenebilir. Ancak günümüzde triple negatif meme kanserleri için ideal bir tedavi yaklaşımı mevcut değildir. Ref No: P-098 HİSTEREKTOMİ ÖYKÜSÜ OLAN KADINLARDA MEME KANSERİ ÖZELLİKLERİ Fatma Paksoy Türköz, Mustafa Solak, Özge Keskin, Zafer Arık, Neyran Kertmen, Sercan Aksoy, Yavuz Özışık, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Genç yaşlarda (<40 yaş) histerektomi ile birlikte uygulanan bilateral salpingo-ooferektomi operasyonunun meme kanserini %0-50 oranında azalttığı bilinmektedir (odds oranı: 0.74; 0.60-0.90). Ancak bu prosedürün klinik prezentasyon ve sağkalıma etkisi hakkında bilgi sınırlıdır. Biz, bu çalışmada total abdominal histerektomi (TAH) öyküsü olan meme kanserli hastaların klinik, patolojik özellikleri ve sağkalımlarını incelemeyi amaçladık. Gereç-Yöntem: HÜTF Onkoloji Hastanesi, Medikal Onkoloji Bölümü nde 990-0 tarihleri arasında takip ve tedavi edilmekte olan 87 meme kanserli kadın hastanın klinik, patolojik ve demografik verileri retrospektif olarak analiz edildi. Hastalar TAH öyküsü olan ve olmayan olmak üzere iki gruba ayrıldı. İstatistiksel analiz için Pearson ki-kare ve Kaplan-Meier testleri kullanıldı. Bulgular: 87 kadın hastadan 7 ünde histerektomi öyküsü mevcuttu. Bunların %79.9 u TAH + bilateral salpingo-ooferektomi, %,7 si TAH + unilateal salpingo-ooferektomi ve %6.5 i yalnız TAH operasyonu geçirmişti. Histerektomili kadınlarda tanı yaşının daha ileri (54.9 vs 48.8 yıl; p<0.00) ve %8.5 inin postmenopozal olduğu gözlendi. Her iki grupta da en sık patoloji invaziv duktal karsinomdu. ER, PR ve HER- durumu, histerektomi öyküsü olan ve olmayan kadınlarda benzerdi (p>0.05). Obezite histerektomili kadınlarda daha sıktı (%40.9 vs %8.7; p<0.00). Histerektomi öyküsü olan kadınların tümörlerinin daha küçük boyutlu olduğu (T- tümör: %4 vs %4.5; p=0.0) ve daha sık nod-negatif hastalıkla başvurduğu (%5. vs %45.; p=0.04) saptandı. Bu hastalarda grad tümör oranı da histerektomi öyküsü olmayan kadınlardan daha azdı, ancak istatistiksel anlamlılığa ulaşmadı (%7.7 vs %4.5; p=0.0). Lenfovasküler ve perinöral invazyon her iki grupta benzer bulundu (p=0.6 ve p=0.). Medyan 8-aylık izlemde histerektomi öyküsü olan kadınlarda exitus (%8.) ve 7 nüks (%6.7) saptanmış olup, histerektomi öyküsü olmayanlarla benzer bulundu (p=0.45 ve p=0.0). Medyan genel sağkalım histerektomili kadınlarda daha uzun bulunmasına karşın, istatistiksel anlamlılık görülmedi (68 vs 8 ay; p=0.8) Sonuç: Histerektomi öyküsü olan kadınlar daha ileri yaşta tanı almakta, daha küçük tümör boyutu ve daha sık nod-negatif hastalıkla başvurmaktadır. Daha iyi tümör özelliklerine karşın, sağkalım yararı gösterilememiştir. Ref No: P-099 MEME SARKOMLARININ RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRİLMESİ: 0 VAKA Taner Babacan, Gözde Gül, Furkan Sarıcı, Sercan Aksoy, Zafer Arık, İbrahim Petekkaya, Kadri Altundaü Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Amaç: Meme sarkomu tüm meme kanserlerinin % inden daha az görülen nadir bir formudur. Meme sarkomları bağ doku kökenli olması nedeniyle duktal ve lobüler karsinomlardan farklılıklar göstermektedir. Bu çalışmada amacımız kliniğimize başvuran meme sarkomlu hastaların verilerinin retrospektif olarak incelenmesidir. 0 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Gereç ve Yöntemler: 989-0 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Hastanelerinde tanı alan ve tedavi edilen 87 meme kanseri hastasının kayıtları incelendi. Bu hastalar arasından meme sarkomu olan 0 hasta çalışmaya dahil edildi. Kanseröz kısmının bağ doku orijinli olması, sarkomlarla benzer prognoz, tedavi protokolü olması ve duktal tümörlerden farklı özellikler göstermesi nedeniyle malign phyllodes tümörler de çalışmaya dahil edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların ortanca yaşı 47 (6-76) idi. Tümör histolojilerine bakıldığında 0 hastadan 4 ü (%40) malign phyllodes si (%0) karsinosarkom i (%0) periduktal sarkom i (%0) anjiosarkom i (%0) spindle cell sarkom i (%0) de malign mezenkimal tümördü. Hastaların %50 si premenapozal, %50 si postmenapozaldi. Ortanca tümör çapı 6.5 cm (-6) idi. Lenf nodu tutulumuna bakıldığında 0 hastadan sadece sinde (%0) lenf nodu metastazı var idi. Hormon reseptörü ve HER- statüsü bilinen 4 hastadan ü (%75) triple negatifken hasta (%5) ER(-) PR(+) HER (-) idi. Sadece hastada tanı anında metastaz mevcuttu. Tedavi yaklaşımlarına bakıldığında hastaların 8 ine (%80) modifiye radikal mastektomi sine (%0) meme koruyucu cerrahi uygulanmış. On hastadan 8 i adjuvan tedavi almış sadece hasta hormon (+) olması nedeniyle hormon tedavisi almıştı. Adjuvant Kemoterapi uygulanan hastaların hepsine siklofosfamid ve antrasiklin içeren değişik rejimler uygulanmıştı. Hastaların 7 sine radyoterapi uygulanmıştı. Ortanca takip süresi 4 ay idi. Bu takip süresinde 4 hastada nüks/ metastaz gelişmişti ve hasta malignensi nedeniyle exitus olmuştu. Sonuç: Meme sarkomu meme kanserleri içinde çok nadir bir form olup merkezimizde meme malignensilerinin %0.05 ini oluşturmaktadır. Lenf nodu tutulumu nadir olup büyük boyutlu tümörlerde görülebilir. Genellikle cerrahi ve radyoterapi gibi lokal tedaviler kullanılmaktadır. Hasta sayısının az olması nedeniyle daha büyük çalışmalara gerek duyulmaktadır. Ref No: P-00 HORMON RESEPTÖR (+) PERİMENAPOZAL MEME KANSERLİ HASTALARDA HORMON TEDAVİSİ Neyran Kertmen, Özge Keskin, Mustafa Solak, Taner Babacan, S.furkan Sarıcı, Zafer Arık, İbrahim Petekkaya, Ece Esin, Sercan Aksoy, Kadri Altundağ Hacettepe üniversitesi tıp fakültesi medikal onkoloji bölümü Amaç: Tamoksifen hormon reseptör (+) invazif meme kanserinde standart tedavidir.hastaların menopozal durumları kullanılacak hormon tedavisini belirler.perimenopozal hastalarda menopozal durumu doğru belirlemek zordur çünkü kullanılan kemoteropötikler, tamoksifen ve gonodotropin salgılayıcı hormon anologları ile geçici ve ya kalıcı menopoz durumu yaratılır. Materyal-Metod: Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü medikal onkoloji bölümüne 005-0 seneleri arasında başvuran 850 meme kanseri vakası arasından perimenapozal dönemdeki 4 hastanın hormon tedavisi incelendi. Sonuçlar: Perimenapozal dönemdeki hastaların %8 i evre IA, %5 i evre IB, %0 si evre IIA, %0 si evre IIB, % si evre IIIA, % i evre IIIB ve %8 i evre IIIC olarak saptandı. Hastaların %55 i tamoksifen, %6 sı tamoksifen sonrasında aromataz inhibitörü ve %8 hasta aromataz inhibitörü tedavisi aldı. TARTIŞMA: Hormon reseptör (+) hastada menopoz durumundan şüphelenilmesi halinde tedaviye tamoksifen ile başlanılmalı ve seri hormonal ölçümler yapılmalıdır. Post-menopozal durum hormon ölçümleri ile konfirme edildikten sonra aromataz inhibitörü tedavisi başlanabilir. Çalışmamızda da post- menopozal duruma göre tamoksifen tedavisi kesilerek aromataz inh. tedavisi başlanılmıştır. Tedaviye ikincil amenore olan hastalarda da tamoksifen kullanımı ile hormon ölçümleri değişim göstereceğinden postmenopozal durum kesinleşmeden aromataz inhibitörü ile tedaviye başlanılmamalıdır. Ref No: P-0 METASTATİK MEME KANSERLİ HASTALARDA NÖTROFİL-LENFOSİT ORANININ SAĞ KALIM İLE İLİŞKİSİ İbrahim Petekkaya, Sevda Aygün, Ozan Ünlü, Gizem Geçmez, Taner Babacan, Uğur Şahin, Özge Keskin, Neyran Kertmen, Sercan Aksoy, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji, Ankara Amaç: Basit ve kolay ölçülebilir prognostik faktörlerin tanımlanması, meme kanserinde tedavi değerlendirilmesi açısından önemli bir konudur. Tedavi şekline karar verilirken çeşitli markerlar dikkate alınmasına rağmen, hekimler farklı bireylerin tedaviye yanıtının oldukça değişken olmasından ötürü yeni prognostik faktörler araştırmaktadır. Bu bakımdan, çalışmamız metastatik meme kanserli hastalarda nötrofil-lenfosit oranının (NLR) sağkalım üzerine etkisini ölçmektedir. Metod: Çalışmaya, metastaz sebebiyle tedavi edilmiş olan metastatik meme kanserli hastalar dahil edilmiştir. NLR değerleri hesaplanmış ve değerler dört gruba ayrılmıştır (5., 50. ve 75. NLR; en düşük değer. çeyrek, en yüksek değer 4. çeyrek). Hastaların sağ kalım durumları hakkındaki veriler prospektif olarak hasta takibinden elde edilmiştir. NLR çeyreklerine göre sınıflanan sağ kalım analizleri NLR nin prediktif değerini değerlendirmek için kullanılmıştır. Sonuçlar: Metastatik meme kanserli 8 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Hastaların tanı anındaki medyan yaşı 47 (6-8) idi. Hastaların çoğu grade II (%7) ve grade III (%9.6) tümöre sahip olup ilk tanı anında metastatik hastalardı. ER (+), PR (+) ve HER (+) yüzdeleri sırasıyla %8, %7 ve %4 olarak ölçüldü.hastaların %0 u triple negatifti. Medyan takip süresi 6 ay idi ve takip süresi boyunca 9 hasta kaybedildi. Çalışmada, NLR çeyrekleri arasında genel sağ kalım süreleri analiz edildi. En yüksek ve en düşük NLR değerlerini içeren çeyrekleri kıyasladığımızda en düşük NLR değerlerine sahip çeyrekte medyan sağ kalım süresi, en yüksek NLR değerlerine sahip çeyreğe göre daha uzundu. Buna rağmen, dört çeyrek arasında ikinci ve üçüncü çeyrekler sağ kalım süreleri açısından istatistiki olarak anlamlı bir farklılık göstermedi. Tartışma: NLR, metastatik meme kanserli hastalarda genel sağkalım açısından prognostik bir faktör olarak kabul edilebilir. Ref No: P-0 MİDE KANSERİNİ TAKLİT EDEN METASTATİK MEME KANSERİ Hatice Halis, Özgür Açıkgöz, Devrim Çabuk, Burak Can, Mehmet Sinan Karabey, Özlem Civelek Ay Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Kocaeli Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Kocaeli Giriş: Meme Kanseri dünyada kadınlarda. sırada görülen kanserdir. En sık akciğer, karaciğer, kemik, yumuşak doku ve adrenal bez metastazı görülür. Primer meme kanserinin mide veya peritona metastazı nadirdir. Literatürde bir otopsi serisinde %8-5 oranında tespit edildiği bildirilmiştir. Birçok seride invaziv lobüler karsinomun gastrointestinal, periton ve jinekolojik metastaz eğiliminde olduğu gösterilmiştir. Biz burada, mide kanserini taklit eden mide metastazlı meme kanseri olgusunu sunduk. Olgu: 50 yaşında bayan hasta, Nisan 005 te sağ meme üst dış kadranda ele gelen kitle ve meme başında çekilme şikayetiyle Genel Cerrahi Kliniği ne başvurdu. Yapılan tetkikleri sonucunda meme kanseri tanısı konulan hastaya sağ modifiye radikal mastektomi ve aksiller disseksiyon uygulandı. Histopatolojik olarak invaziv lobüler karsinom, tümör 7,5cm alana yayılmış olup, en büyüğü,cm ve en MEME KANSERİ Susesi Otel, Antalya 0

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER küçüğü,5mm olan çok sayıda tümör odağı tespit edildi. Disseke edilen 5 tane aksiller lenf nodunun tamamı reaktif olarak değerlendirildi. Östrogen reseptörü (ER) %70 pozitif, progesteron reseptörü (PR) %00 pozitif, Cerb- negatif tespit edildi. Bu bulgularla hastaya adjuvan 6 kür CEF (Siklofosfamid 500 mg/m², Epirubisin 75 mg/ m² ve 5-FU 500 mg/m²) kemoterapisi günde bir uygulandı. Kemoterapi sonrası sağ göğüs duvarına yönelik 5 fraksiyonda 50 Gy radyoterapi uygulandı. Sonrasında yıl tamoksifen, ardından eksemestan ile takip edildi. Yedi yıl süresince takiplerinde metastaz saptanmayan hastanın dispeptik yakınmalar nedeniyle yapılan endoskopisinde mide pilordan başlayıp duodenum. kıtaya kadar uzanan yaklaşık 4 cm çapında kitle tespit edildi. Biyopsi sonucu karsinom olarak rapor edilmesi üzerine subtotal gastrektomi + gastrojejunostomi + omentektomi ameliyatı yapıldı. Histopatolojik olarak mideyi diffüz infiltre eden invaziv lobüler karsinom metastazı olarak değerlendirildi. ER negatif, PR negatif ve disseke edilen 8 adet lenf nodunun tanesinde karsinom metastazı tespit edildi. Hastaya 4 kür Paklitaksel (75mg/m²)- Karboplatin (AUC 5-6) kemoterapisi uygulandı. Hastanın halen kliniğimizde takip ve tedavisi devam etmektedir. Sonuç: Meme kanserine sekonder mide metastazı nadirdir. Metastaz öncesi uzun hastalıksız sağkalım nedeniyle tanı konulması zordur. İnvaziv lobüler karsinomda gastrointestinal metastaz olasılığı invaziv duktal karsinomdan daha yüksek orandadır. Invaziv lobüler karsinom tanılı hastalar dispeptik yakınmalar ile başvurduğunda gastrointestinal metastaz açısından hasta değerlendirilmeli, invaziv lobüler karsinomların alışılmadık yerlere metastaz yapabileceği akılda tutulmalıdır. Ref No: P-0 İNVASİV LOBULER MEME KANSERİ NİN PERİTON VE SİGMOİD KOLON METASTAZI:VAKA SUNUMU Suna Çokmert, Latife Doğanay, Emrah Gezer, Mehmet Alakavuklar Özel Kent Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, İzmir Özel Kent Hastanesi, Patoloji Bölümü, İzmir Amaç: Meme kanserinin en sık metastaz yerleri kemik, akciğer, karaciğer, santral sinir sistemi ve lenf bezleridir. Gastrointestinal sisteme metastaz, nadir görülen bir durum olup gerçek insidensi bilinmemektedir. Otopsi çalışmalarında görülme sıklığı %6-5 oranında bildirilmektedir. Lobuler tip meme kanseri, duktal meme kanserine göre gastrointestinal sistem metastazlarının en sık görüldüğü histolojik tiptir. Gastrointestinal sistemde en sık metastaz bölgeleri ise mide ve kolondur. Gereç-Yöntem: Lobuler meme kanseri tanısından 9 yıl sonra sigmoid kolon ve peritona metastaz gösteren vakayı sunuyoruz. Bulgular: 7 yaşında kadın hasta, karın sağ tarafında ağrı yakınmaları nedeniyle hastaneye başvurmuş. Hastanın öyküsünden 9 yıl önce sol meme karsinomu nedeniyle sol modifiye radikal mastektomi operasyonu geçirdiği öğrenilmiş. Operasyon sonrası 6 kür kemoterapi ve seans radyoterapi uygulandığı ve 5 yıl süreyle Tamoksifen isimli ilacı kullandığı tespit edilmiş. Hastanın meme operasyonuna ait histopatolojik inceleme ve epikriz sonuçlarına ulaşılamamış. Karın ağrısı nedeniyle yapılan tetkiklerinin neticesinde safra kesesinde taş tespit edilen hasta Açık kolesistektomi-hepatoduodenal ligament kitle biopsisi-karaciğerden biopsi işlemi operasyonunu geçirmiş. Eksplorasyonda batın içinde hepatoduodenal ligamenti saran ve vena kavaya uzanan kitle, karaciğerde kistik yapılar gözlenmiş, sigmoid kolonda tümöral lezyon palpe edilmiş, safra kesesinde taş izlenmemiş, mukozanın mukus ile kaplı olduğu bildirilmiş. Histopatolojik incelemede karaciğer kist duvarından ve hepatoduedonal ligamenti saran kitleden gönderilen materyalin meme karsinomu metastazı ile uyumlu olduğu tespit edilmiş. Operasyon sonrası istenen PET BT tetkikinde; batın içinde sigmoid kolonda 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ kitle, batın içi yaygın peritoneal implantlar ve lenfadenopatilerle uyumlu hipermetabolik görünümler bildirilmiş. Kolonoskopide rektosigmoid bölgede geçişe izin vermeyen darlık ve lümene polipoid tarzda uzanan cm lik kitle tespit edilmiş. Biopsi patolojisi lobuler meme ca metastazı ile uyumlu, ER ve PR pozitif, cerb-b negatif olarak bildirilmiş. Hastaya dosetaksel-kapesitabin tedavisi uygulanmış; 4 kür tedavi sonrası parsiyel yanıt elde edilerek tedavi toplam 8 kür verilmiş. Kontrol kolonoskopik tetkikde, daha önce geçişe izin vermeyen tümöral kitlenin ortadan kaybolduğu, PET CT de peritoneal implantların ve sigmoid kolondaki tutulumun kaybolduğu izlenmiş. Hastanın tedavisi yaklaşık 6 aydır nüks ve metastaz olmadan tek ajan kapesitabin ile devam etmektedir. Sonuç: Lobuler meme kanserli olguların %6-8 inde ekstrahepatik gastrointestinal metastazlar bildirilmektedir. Ancak otopsi serilerinde görülme oranı daha yüksektir. Literatürde bildirilen vakalara bakıldığında kolondaki metastazlar için, rektosigmoid bölge en sık tutulum yeridir. Bu nedenle lobuler meme kanseri histolojisine sahip hastaların takibinde endoskopik incelemeler mutlaka bulunmalıdır. Ref No: P-04 NAZOFARENKS KANSERİNDEN YIL SONRA GELİŞEN TİROİD KANSERİ VE BİLATERAL MEME KANSERİ:OLGU SUNUMU Utku Oflazoğlu, Olçun Ümit Ünal, Tülay Akman, Necla Demir, İlhan Öztop dokuz eylül üniversitesi tıp fakültesi tıbbi onkoloji Giriş: Multipl primer tümörler birden fazla odakta birbirinden bağımsız,eş zamanlı veya farklı zamanlarda gelişen neoplazmlardır. Vaka serilerinde multipl primer malignite sıklığı %0.7- arasında değişmektedir.malign tümörlerde erken tanı,tedavilerdeki ilerlemeler ile yaşam süreleri uzamakta ve dolayısıyla diğer primer tümörlerin sıklığı artmaktadır.ayrıca karsinojenlere maruziyet, kemoterapi ve radyoterapininin karsinojen etkisi ve genetik yatkınlık multipl primer tümör gelişiminde etkili olabilen faktörlerdir.bu bildiride 4 primer tümörü olan bir olguyu sunmayı amaçladık. Olgu: 58 yaşında bayan hasta.978 yılında boyunda şişlik ve epistaksis nedeniyle Kulak-Burun Boğaz bölümüne başvuruyor. Nazofarenkste kitle tespit ediliyor ve biopsi yapılıyor. Patolojisi undiferansiye karsinom olarak rapor ediliyor.uzak metastaz saptanmayan hastaya nazofarenks kanseri tanısıyla lokal radyoterapi (RT) uygulanmıştır. Ardından yıl sonra sağ axiller lenfadenopati saptanmış ve exizyonel biopsi yapılmış. Patolojisi undiferansiye karsinom metastazı olarak raporlanmıştır. Ardından hastaya sisplatin+metotrexat tedavisi verilmiş ve izleme alınmıştır. 009 yılına kadar nazofarenks kanserinden nüks veya metastaz olmadan izlenen hastanın yapılan kontrolünde çekilen boyun ultrasonografisinde tiroidde kitle saptanmıştır.yapılan ince iğne aspirasyon biopsisi malign olarak raporlanmıştır.ardından hastaya total tireidektomi uygulanmıştır ve patolojisi papiller karsinom olarak rapor edilmiştir. Ardından radyoaktif iyot tedavisi uygulanmıştır. 00 yılında sağ memede kitle şikayeti ile yapılan poliklinik başvurusunda mamografi yapılmış ve sağ memede BIRADS 5 lezyon saptanmış ve sağ meme koruyucu cerrahi uygulanmıştır.patolojisi Mikst türde meme karsinomu (invaziv duktal ve invaziv lobuler karsinom),derece,cerrahi sınır negatif, tümör boyutu:8x mm, ER:+, PR:+, her :+ saptanmıştır. Yapılan sentinel lenf incelemesi negatif saptanmıştır. Ardından adjuvan radyoterapi uygulanan hastaya anastrozol mg/gün başlandı ve takibe alındı.takipte eylul 0 de kontrol mamografide sol memede BIRADS 4 lezyon saptandı ve exizyonel biopsi+sentinel lenf nodu diseksiyonu uygulandı. Patolojisi invaziv duktal karsinom,derece,tümör boyutu:4x mm,er:+,pr:+,her : - saptanmıştır. Hastaya yapılan sentinel lenf nodu negatif saptandı.hastaya adjuvan EC kemoterapisi ardından RT ve hormonoterapi planlandı. 04 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Tartışma: Multipl primer tümör sıklığı günümüzde giderek artmakta ve kanser hastaları normal topluma kıyasla %0 daha fazla yeni bir primer kansere yakalanmaktadır. Bu olguda RT nin ve/veya kemoterapinin geç yan etkisi olarak..4. tümörler ortaya çıkmış olabilir.özellikle tiroid kanserinde radyasyon maruziyeti en önemli etyolojik faktör olarak bilinmektedir.meme kanserinde de en önemli risk faktörü östrojen maruziyeti olarak bilinse de RT de bir risk faktörüdür.onkoloji kliniklerinde takip edilen özellikle RT almış kadın hastalarda takipte mamografi yaptırılması unutulmamalıdır. Ref No: P-05 LOKAL İLERİ EVRE TUBULER MEME KANSERİ Volkan Kınaş, Şükrü Erdoğan, Kaptan Gülben, Ali Uğur Berberoğlu Ankara Onkoloji Hastanesi, Genel Cerrahi Bilim Dalı, Ankara Tubuler meme kanseri infiltratif duktal karsinomun iyi differansiye bir formudur ve %0,7-0, arasında bir prevalansa sahiptir. Prognozu çok iyi olup multifokal olgular dışında aksiller metastaz genellikle %0 dan azdır. Literatürde lokal ileri evrede tanı konmuş tubuler meme kanserli olgu sayısı oldukça azdır. Bu nedenle kliniğimize lokal ileri evre tubuler meme kanseri nedeni ile başvuran bir olgumuzu takdim ettik. 4 yaşında bayan hasta, 4 ay önce sol memesinde kitle fark etmiş ve başvurduğu merkezde yapılan fizik muayenesinde sol meme saat hizasında,5 cm lik düzensiz sınırlı kitle, meme cildinin / lük bölümünde ödem saptanmış. Meme ultrasonunda sol memede areolar cilt kalınlığının belirgin arttığı belirtilmiş ve herhangi bir kitle görünümü saptanmamış. Hastanın sol memesindeki kitleye yapılan biyopsisi cm boyutunda tübüler karsinoma olarak raporlanmış. Bu haliyle kliniğimize başvuran hastanın histopatolojik tanısı hastanemiz patoloji bölümünce de teyid edildi ve reseptörleri ER(+), PR(+), Cerb (-) olarak raporlandı. Mammografisinde sol memesinde yapı distorsiyonu, meme cildinde kalınlaşma olduğu belirtildi. Bulgular: Sistemik taramalarında uzak metastaza rastlanmayan hasta lokal ileri meme kanseri kabul edilerek neoadjuvan kür siklofosfamid, adriamisin, 5- flurouracil (CAF) kemoterapisi verildi. Son kemoterapisinden sonra memedeki ödemin kaybolduğu görüldü ve hastaya modifiye radikal mastektomi uygulandı. Postoperatif patoloji raporu rezidü tümör dokusu içermeyen mastektomi materyali, 0/7 lenf nodu şeklinde raporlandı. Adjuvan kür daha kemoterapi, radyoterapi ve hormonoterapi planlandı. Hasta 5. kür kemoterapisini tamamladı.tartışma ve Sonuç: Tubuler meme kanserinin prognozu oldukça iyidir. Bunlar küçük tümörler olup, ortalama tümör çapı yaklaşık cm. olarak bulunmuştur. Tubüler meme karsinomlarında aksiller lenf nodu metastazı daha az görüldüğünden ve prognozu daha iyi olduğundan bu tip meme kanserlerinin erken teşhisi özellikle önemlidir. Bu olguda tümörün neoadjuvan kemoterapiye klinik ve patoljik olarak tam cevap verdiği saptanmıştır. Bu da tubuler kanserin iyi seyriyle paralel bir sonuç gibi gözükmektedir. Lokal ileri evre tübüler meme kanserinin tedavisi infiltratif duktal kanserlerden farklı değildir Ref No: P-06 METASTATİK MEME KANSERLİ HASTALARDA KARACİĞER ABLASYON TEDAVİSİ SONUÇLARİ Ahmet Uğur Atılan, Uğur Şahin, İbrahim Petekkaya, Mustafa Cahit Eren, Deniz Ç İşler, Gizem Geçmez, Emine Petekkaya, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji, Ankara Amaç: Karaciğer (KC) metastazları, meme kanserli hastaların yaklaşık yarısında bulunur. Bu metastazların tedavisi KC hastalığının ilerlemesini önleyebilir, hastanın yaşam kalitesini arttırabilir. Son zamanlarda KC metastazlarının tedavisi sadece sistemik ajanlarla kısıtlıydı. Fakat artık Radyofrekans (RF) ablasyon, radyoembolizasyon ve transarteriyel kemoembolizasyon gibi lokal tedaviler mevcut. Bu çalışmanın amacı bu tedavilerin hastanın yaşam süresine ve katkısının ortaya konması ve kıyaslanmasıdır. Gereç-Yöntem: Bu çalışma İç Hastalıkları Anabilim Dalı Medikal Onkoloji Bölümü nde ve ekim 998 ile mayıs 0 tarihleri arasında takip edilen hasta verileri üzerinde yapılmıştır. Bu hastalar ECOG sınıflamasına göre ve altında değerlendirilen hastalardır. Bulgular: Toplam hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların ortanca tanı yaşı 47,5 (8-79) idi. Hastaların %5,4 ü post-menopozaldi. Ortanca takip süresi 5,5 (-0) aydı. Bu süre içinde hastalık progresyonuna bağlı 9 mortalite izlendi. Tedavi grupları arasında ortanca en büyük metastaz çapı açısından anlamlı fark mevcuttu (p=0,0). En yüksek metastaz çapı radyoembolizasyon grubunda, en düşük metastaz çapı kemoembozlizasyon grubunda izlenmekteydi. En büyük metastazının çapı < 0 mm olan hastalar ve > 0mm olanlar karşılaştırıldığında tümör çapı > 0 mm olanlarda ortanca genel sağkalım daha düşüktü. Fakat fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0,). Multipl metastazı olanlar ve tek metastatik lezyonu olanlar arasında genel sağkalım farkı yoktu (p=0,9). ER veya PR+ liğinin genel sağkalım üzerinde anlamlı etkisi yoktu (sırasıyla; p=0,5 ve p=0,4). HER+ liği genel sağkalımda istatistiksel olarak anlamlı anlamlı olmayan bir düşüş ile ilişkiliydi (p=0,09). Tanı anındaki hastalık evresi arttıkça ortanca genel sağkalımda anlamlı düşüş izlenmekteydi (p < 0,0). Tümör histolojisi, moleküler tümör alt tipi ve genel sağkalım üzerinde anlamlı etkisi yoktu (sırasıyla; p=0,4 ve p=0,5). Ortanca genel sağkalım oral kontraseptif kullanmış olanlarda hiç kullanmayanlara göre anlamlı olarak daha düşüktü (p=0,05). Pre- ve post-menopozal hastalar arasında genel sağkalım farkı yoktu (p=0,7). Sonuç: Hastaların ilk tanıdan ve lokoregional terapiden itibaren yaşam sürelerine bakıldığında metastazların sistemik ajanlarla tedavisine göre bu yeni metotlar iyi bir alternatif olarak hastalara sunulabilir. Ayrıca düşük yan etki spektrumu ve hastaların hastanede kalış süresini kısaltması bu yöntemleri öne çıkartıyor. Ref No: P-07 ÇOK ODAKLI AKCİĞER METASTAZLARI OLAN MEME KANSERİ OLGUSUNDA KAPESİTABİN VE DOSETAKSEL KOMBİNASYON TEDAVİSİ İLE İKİ YILI AŞAN STABİL HASTALIK: OLGU SUNUMU Esin Oktay, Özlem Yersal, Ömer Uyanık, Mehmet Sağıroğlu, Nezih Meydan, Sabri Barutca Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Aydın Metastatik meme kanserinde düşük doz kapesitabin ve dosetaksel tedavisi genel ve ilerlemesiz yaşam sürelerini arttırmaktadır. 60 yaşında bayan hasta, 995 yılında bir dış merkezde invaziv duktal meme kanseri tanısı almış. Lenf nodu tutulumu olmayan hastanın tümör çapı 6 cm, östrojen reseptörü (-), progesteron reseptörü (%60+), HER-neu (+), FISH ile (-) olarak raporlanmış. Hasta bu dönemde tedavisiz, aylık takiplere alınmış. Kliniğimize 007 yılında kontrol amaçlı başvuran hastanın toraks tomografisinde bilateral akciğer parankiminde arka ve alt zonlarda nodüler tarzda multiple lezyonlar tesbit edildi. Başka primer odak tespit edilmedi. Anastrazol mg/gün başlandı. 009 yılına dek akciğer metastazları stabil kaldı. İlerleme üzerine 6 kür epirubisin ve siklofosfamid tedavisi uygulandı. 00 yılındaki PET-BT de sağda belirgin olmak üzere her iki akciğerde izlenen multiple hipermetabolik nodüller ve batında mezenterik dokuda izlenen hipermetabolik lenf bezleri rapor edildi. Hastaya 09/08/00 da düşük doz dosetaksel ve kapesitabin tedavisi başlandı. 0//0 de PET-BT de batında yer alan hipermetabolik MEME KANSERİ Susesi Otel, Antalya 05

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER lenf nodları kaybolmuştu ve akciğerdeki metastazlar stabil seyrediyordu. En son 06/06/0 de toraks ve batın BT lerinde stabil yanıtı devam eden hastanın CA 5- düzeyi 0 U/mL civarında stabil seyretmekteydi. 7/08/0 tarihinde toraks ve batın BT de akciğer metastazlarında ilerleme tespit edildi. Hastaya Gemsitabin ve Sisplatin tedavisi başlandı ve halen devam etmektedir. Dosetaksel timidin fosforilazı upregüle ederek kapasitabinin antitümör etkilerini artırır. Meme kanserli hastalarda düşük doz kapesitabin-dosetaksel tedavisinin hem genel ve ilerlemesiz yaşam sürelerini arttırdığı hem de iyi tolere edildiği bilinmektedir. Sunulan hasta bu tedavinin iyi tolere edilmesi ve yılı aşkın stabil hastalık sağlaması yönünden ilginç bir örnek oluşturmaktadır. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Ref No: P-08 MEME KANSERİ RELAPSINI TAKLİT EDEN AKUT TOKSOPLAZMOSİSLİ OLGU SUNUMU Nilüfer Avcı, Ender Kurt, Şahsine Tolunay, Feyza Şen, Erdem Çubukcu, Ömer Fatih Ölmez, Adem Deligönül, Türkkan Evrensel Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Ana Bilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Ana Bilim Dalı, Bursa Amaç: F-8 fluorodeoxyglucose positron emission tomography/ computed tomografi (F-8 FDG PET/CT) çeşitli malignitelerde evreleme, tedaviye cevabın ve rekürren hastalığın takibinde kullanılan non-invaziv bir tekniktir. Bununla birlikte infeksiyöz ve inflamatuvar patolojilerde de FDG tutulumu olabileceği ve malignite için yanlış pozitif sonuçlar gözlenecebileceği unutulmamalıdır. Biz bu çalışmada, meme kanserinin nüksüne benzer akut toksoplasmozisli bir olguyu sunmayı amaçladık. Olgu: Öz geçmişinde meme kanseri olan 50 yaşında kadın hastanın rutin yapılan kontrollerinde sol aksiller bölgede ağrısız lenfadenopati saptadık. 008 yıllında, hastaya dış merkezde sağ meme üst dış kadranda saptanan kitleden yapılan biyopsi ile lumpektomi ve aksiller diseksiyon uygulanmıştı. Patoloji sonucu İnvaziv duktal karsinoma ile uyumlu olup tümör çapı.4 cm, grade, Kİ67 %, ER/ PR + ve HER negatif idi. Çıkarılan 8 lenf nodunda tümör metastazı gözlenmemişti. 6 kür adjuvan FEC-00 ve radyoterapi uygulanmıştı. Tedavi sonrası çekilen PET-CT de metabolik aktivite artışı gözlenmemişti ve son yıldır düzenli bir şekilde tamoksifen kullanmaktaydı. Hastanın son aydır halsizlik şikayeti mevcuttu. Hastanın yapılan fizik muayenesinde sol aksillada, boyunda bilateral servikal zincirde ve sol supraklavikuler bölgede ağrısız lenfadenopatileri vardı. Meme, sağ aksilla, abdominal ve diğer sistem muayeneleri normaldi. PET-CT de; bilateral üst servikal zincirde, her iki submandibuler alanda, sol posterior trigonda, sol alt servikal (SUVmax:4.0), sol infraklavikuler (SUVmax.9) ve sol aksiler alanda çok sayıda (SUVmax:6.), mediastende paraaortik, sağ alt paratrakeal, aortapulmoner pencere ve bilateral hiler alanlarda malignite derecesinde hipermetabolik lenf nodları izlendi. Multidisipliner konseyde tartışarak sol supraklavikuler lenfadenopatiden eksizyonel biyopsi yaptık. Histolojik görünüm toxoplasmosis ile uyumlu idi. Serolojik testlerde Toxo IgG (>00 IU/ml) ve Toxo IgM (.0 IU/ml) pozitif iken Toxo Avidite (0.066) düşük düzeyde pozitif saptandı. Tedavide Primethamine verildi. Primethamin sonrası çekilen kontrol PET-CT de mevcut lenf nodlarının sayı, boyut ve metabolik aktivitesinde belirgin regresyon saptadık. Tartışma: Toxoplasmosis meme kanseri relapsını taklit edebilir. Bu nedenle PET CT de ki mevcut bulgular histopatolojik ve laboratuar testleri ile doğrulanmalıdır. Şekil. Meme kanseri relapsını düşündüren PET bulgusu Şekil. Tedavi sonrası çekilen PET-BT bulgusu Ref No: P-09 PÜR MÜSİNÖZ MEME KANSERİ,TEK MERKEZ VERİLERİ Neyran Kertmen, Mustafa Solak, Özge Keskin, S. Furkan Sarıcı, Zafer Arık, Taner Babacan, Ece Esin, İbrahim Petekkaya, Sercan Aksoy, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bölümü Amaç: Müsinöz meme kanseri nadir görülür ve invazif meme kanserlerinin %4 ü kadarıdır.pür müsinöz meme kanseri ve invazif duktal karsinoma (IDC) ve müsinöz konponent birlikteliği ayrı ayrı % oranında görülür. MATERYAL Metod: Hacettepe Ünversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü medikal onkoloji bölümüne 005-0 seneleri arasında başvuran 850 meme kanseri vakası arasından pür müsinöz meme kanseri olan 6 hastanın demografik verileri incelendi. Sonuçlar: Hastaların tümü premenapozaldi. İlk menarş yaşı 06 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER ortalama, ortalama çocuk sayısı ve ilk doğum yaşı ortalama 4 olarak saptandı. Patolojiler incelendiğinde %60 grade II ve %40 grade I hastalık saptandı. %80 hastada ER (+),%68 hastada PR (+) ve %5 hastada HER (+) olarak saptandı. Hastaların %80 i erken evrede tanı alırken, %50 hastada lenf nodu tutulumu yoktu.%9 hasta adjuvan tedavi aldı. Adjuvan tedavi olarak %50 hasta CAF rejimi, %8 hasta AC- taxol tedavisi alırken %7 hasta kemoterapi almadı. Hastaların %68 i tamoksifen tedavisi, %6 sı aromataz inhibitörü tedavisi ile izlendi ve %5 hasta hormon tedavisi almadı. %56 hastaya RT verildi.tanı anında hastada metastatik hastalık saptanırken takip edilen sürede en başta akciğer, diğer meme ve kemiklerde olmak üzere % hastada metastatik hastalık izlendi.tartişma: Müsinöz meme kanseri görülme insidansı yaş bağımlıdır ve 75 yaş üstü bayanlarda %7 oranında görülürken,5 yaş altı bayanlarda % oranında görülür. Çalışmamızdaki popülasyonda hastalarımızın hepsi premenapozal olarak saptanmıştır. IDC ile kıyaslandığında daha küçük olma, daha az nodal metastaz yapma ve iyi prognozla ilişkilidir. Pozitif nodal status prognozu olumsuz etkileyen en önemli parametredir. Hasta popülasyonumuzda da daha erken evrede, hormon (+), nod (-) hastalık saptanmıştır. Çalışmamızdaki sonuçlar da literatürdeki sonuçlarla uyumludur. Ref No: P-0 MASTEKTOMİ OLAN HASTALARA EMPATİ YAPABİLME YETİSİ KAZANMA DENEYİMİ Sema Koçan, Ayla Gürsoy Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Rize Karadeniz Teknik Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Cerrahi Hastalıklar Hemşireliği Ana Bilim Dalı, Trabzon Son yıllarda kanserin tanı ve tedavisinde önemli gelişmeler olmasına rağmen, hâlâ ölümcül bir hastalık olma özelliğini korumaktadır. Kanser türleri içerisinde kadınlarda en sık görülen meme kanseri, kanser olmanın verdiği korku ve kaygının yanında, kadının kimliği için büyük önem taşıyan meme nin de kaybına yol açmaktadır. Bu süreçte hasta gereksinimleri belirlemede ve daha kaliteli bakım vermede hemşirelere büyük görev ve sorumluluk düşmektedir. Hemşirelik bir yardım edici rolü olan bir meslektir. Yardım etmede temel amaç, karşılıklı güvene dayalı bir iletişim ve etkileşim içinde hizmet verilen bireyi tanımak, bakım gereksinimlerini tanımlamak ve sonuçta sorunları ile daha etkin baş edebilir, gereksinimlerini karşılayabilir hale gelmesini sağlamaktır. Empati yardım edici ilişkinin en temel bileşenlerindendir. Hemşirelerin hastayı doğru bir şekilde anlaması, gereksinimlerini belirlemesi ve olumlu sonuçlar elde edebilmesi, empati yeteneği ve becerisi ile ilişkilidir. Araştırmacı; mastektomi olan bir kadının görünür bedensel değişikliğini anlamak amacıyla bir hafta süre yapay görünüm değişikliği ile yaşamıştır. Makale araştırmacının bu süre içindeki deneyimini paylaşmak amacını taşımaktadır. Ref No: P- HERPES ZOSTER ENFEKSİYONU SONRASI NÜSK EDEN İKİ MEME KANSERİ OLGUSU Tolga Tunçel, Alpaslan Özgün, Levent Emirzeoğlu, Oğuz Bilgi, Bülent Karagöz Gata Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Tıbbı Onkoloji Servisi Giriş: Herpes zoster ağrılı kızarık veziküler lezyonlar ile seyreden viral bir hastalıktır. Organ transplantasyonu, HIV gibi immün yetmezlik görülen durumlarda görülme sıklığı artmıştır. Solid tümörlerde kemoterapi sırasında immün sistemin baskılanmasına bağlı olarak görülebilmektedir. Bizim iki olgumuz, adjuvan kemoterapisi bittikten sonra görülmesinden ve fatal seyretmesi nedeniyle burada sunulmuştur. Olgu: İlk olgumuz triple negatif meme kanseri nedeniyle adjuvan kemoterapisini (4AC-Paclitaksel) 9 ay önce tamamlamış bundan sonra herhangi bir immünsupresif ilaç kullanım hikayesi olmayan bir hastadır. Sırt bölgesinde ağrılı veziküler lezyonlar nedeniyle polikliniğimize başvurmuştur. Hastaya herpes zoster tanısı ile valaciclovir 500mg başlanmıştır. Lezyonları geçtikten ay sonra sağ üst kadran ağrısıyla tekrar polikliniğimize başvuran hastada ultrasonda karaciğerde multiple metastazı saptanmıştır. Hastaya docetaxel 75mg/m günde bir kemoterapisi uygulanmıştır. kür sonrası progresyon gözlenen performansı bozulan hastanın kemoterapisine devam edimemiştir. Hasta hepatik yetmezliğe bağlı kaybedilmiştir. İkinci olgumuz 4 yaşında iki yıl önce triple negatif meme kanseri nedeniyle adjuvan kemoterapi (4AC-4Docetaksel) ve radyoterapisini tamamlayan hastalıksız takip edilen bir hastadır. Sol omuz bölgesinde ağrılı veziküler lezyonlar ve baş ağrısı nedeniyle polikiniğimize başvurmuştur. Hastaya herpes zoster tanısı ile valaciclovir başlanmıştır. Baş ağrısına yönelik yapılan kraniyal MR incelemesinde multiple metastaz saptanmıştır. Hastaya total beyin ışınlaması yapılıp paclitaksel 80mg/m haftalık kemoterapisine başlanmıştır. Hasta tedavinin 5 haftada genel durumunun bozulması nedeniyle kaybedilmiştir. Tartışma: Herpes zoster solid organ tümörlerinde kemoterapi sırasında %,7 oranında görülebilmektedir ve bu olguların tedaviye yanıtı kötüdür. Ancak Herpes Zoster enfeksiyonun adjuvan kemoterapisini tamamlamış hastalarda görülme sıklığı cok düşüktür. Bizim iki olgumuz kemoterapi ve immunsupresif ilaç kullanmamıştır. Her iki olgumuz da kemoterapiye iyi ceva vermemiştir. Sonuç olarak adjuvan tedavisini tamamlamış meme kanseri hastalarında gözlenen Herpes Zoster enfeksiyonlarının solid organ metastazları yönünden daha sıkı takip edilmelidir ve bu hastaların kemoterapiye yanıtları kötüdür. Ref No: P- MEME KANSERİNDE ORBİTA METASTAZI Özgür Açıkgöz, Burak Can, Devrim Çabuk, Kazım Uygun, Hatice Halis, Mehmet Sinan Karabey, Özlem Cevilek Ay Kocaeli Üniversitesi, Onkoloji Bilim Dalı, Kocaeli Kocaeli Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Kocaeli Amaç: Orbita metastazına en sık meme kanserinde rastlanmaktadır. Meme ve prostat kanseri gibi metastatik hastalık halinde dahi uzun yaşam süresi olan kanserlerde orbita gibi vücudun alışılmadık yerlerine metastaz görülebilir. Orbita metastazlarında en sık görülen klinik bulgular; anormal göz pozisyonu, proptozis, artmış orbital basınç, diplopi, oküler hareket kısıtlılığı, göz kapağında şişlik, görünür kitle ya da şişlik, bulanık görme, konjonktival hiperemi ve ödem, ağrı, blefaroptosis, papil ödem ve retinada vazodilatasyondur. Olgu: 65 yaşında kadın hasta, 008 yılında meme kanseri tanısıyla sağ lumpektomi + sentinel lenf nodu örneklemesi yapılmış. Patoloji sonucu İnvaziv duktal karsinom (T,N0,M0) olarak rapor edilmiş. Östrojen reseptörü pozitif (%40), progesteron reseptörü pozitif (%0), C-erb B negatif saptanmış. Hasta önerilen adjuvan kemoterapiyi kabul etmemiş. yıl sonra kaş üzerinde şişlik yakınmasıyla kliniğimize başvuran hastanın çekilen beyin tomografisinde sağda glob süperiorunda ekstrakoanal yerleşimli, orbita tavanı ve frontal kemiği destrükte eden, frontal bölgede anteriorda kafa tabanına uzanan, orbitayı inferiora deplase eden yaklaşık,5 cm çaplı, kontrast tutulumu gösteren kitle lezyon saptandı. Kitleleden biyopsi alındı. Biyopsi materyali mikroskopta memeden çıkartılan tümör ile karşılaştırıldığında benzer morfolojide olduğu saptandı. İmmunohistokimyasal çalışmada östrojen reseptörü pozitif (%- MEME KANSERİ Susesi Otel, Antalya 07

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER 5), progesteron reseptörü pozitif (%-), C-erb B negatif saptandı. Orbita metastazına yönelik 0 Gy radyoterapi uygulandı. Orbita yanı sıra kemik, akciğer, karaciğer, ve sürrenal metastazı da olan hastaya dosetaksel+ adriamisin tedavisi verildi. Hastanın halen kliniğimizde takip ve tedavisi devam etmektedir. Sonuç: Orbita metastazı olgularına en sık meme kanserinde rastlanmaktadır. Klinik pratikte nadir olarak karşılaştığımız orbita metastazı saptanan meme kanseri vakasını sunmaya değer gördük. Meme kanseri tanısı olan hastalarda göz ve orbita çevresine yönelik şikayetlerde orbita metastazı olasılığı akılda tutulmalıdır. Bununla birlikte primer malignitesi bilinmeyen hastalarda orbita metastazı saptanması halinde meme kanseri ayırıcı tanılar arasında yer almalıdır. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ tru-cut biyopsisi yapılan hasta KHMK tanısı aldı. Operasyon öncesi yapılan toraks ve batın tomografilerinde metastaz saptanmadı. Jinekolojik muayenesi normal olarak değerlendirildi. Tümör belirteçleri normal sınırlardaydı. Hastaya sağ modifiye radikal mastektomi yapıldı. Mastektomi materyalinin patolojik incelemesinde, sağ meme ÜDK da uniform, yuvarlak, kaba kromatinli, en büyük boyutu,5 cm olan tümör izlendi. Aksilladan diseke edilen 6 lenf nodu reaktif özellikteydi. Tümöral alanlarda lenfovasküler invazyon ve nekroz, diğer alanlarda duktal karsinoma insitu mevcuttu. İmmünhistokimyasal boyamada tümöral hücreleri, sinoptafizin ve CD56 ile pozitif boyanırken, sitokeratin 7, sitokeratin 0, kromogranin, LCA, PR, E-cadherin ve GCDF5 ile boyanma olmadı. Nöron spesifik enolaz boyası nonspesifik olarak değerlendirildi. Östrojen reseptörü %90, p5 %5, ki-67 %80 pozitifti. Human epidermal growth faktör reseptör (HER) + pozitif ancak FISH testi negatifti. Operasyon sonrası kemoterapi istemeyen olguya aromataz inhibitörü (Aİ) başlandı. Hasta halen Aİ ile tedavisinin 4. ayında hastalıksız izlenmektedir. Sonuç: KHMK diğer küçük hücreli kanserler gibi kötü prognozlu bir hastalıktır. Standart tedavi protokolleri olmamakla birlikte antrasiklin, sisplatin ve etoposid içeren rejimler tedavide kullanılmaktadır. Literatürde, uygulanan bu tedavilerle hastalığın evresine bağlı olarak daha uzun sağ kalım süreleri bildirilmektedir. Literatür taramamızda sadece hormonoterapi verilen olguya rastlamadık. Halen Aİ ile tedavi edilen olgumuz 4 aydır hastalıksız izlenmektedir. Şekil. Meme kanserinde orbita metastazı Ref No: P- MEMENİN KÜÇÜK HÜCRELİ KARSİNOMU SADECE HORMONOTERAPİ İLE TEDAVİ EDİLEBİLİR Mİ? Mehmet Sağıroğlu, Özlem Yersal, Ömer Uyanık, Esin Oktay, Sabri Barutça, Nezih Meydan Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Aydın Amaç: Küçük hücreli meme kanseri (KHMK) memenin oldukça nadir görülen kanser tiplerinden biridir. Küçük hücreli akciğer kanseri gibi kötü prognozlu olduğu kabul edilmektedir. Adjuvan ve metastatik hastalıkta standart tedavi rejimleri yoktur. Antrasiklin, sisplatin ve etoposid içeren rejimler ile uzun sağ kalım süreleri bildirilmektedir. Bu bildiride merkezimizde hormonoterapi ile 4 aydır hastalıksız takip edilmekte olan bir olgumuz sunulmuştur. Gereç-Yöntem: Adnan menderes üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı nda takipli KHMK tanılı olgu sunulmuştur. Bulgular: Sağ memede kitle nedeniyle başvuran 80 yaşında bayan hastanın muayenesinde sağ meme üst dış kadranda (ÜDK) yaklaşık cm çapında hareketli, sert kitle mevcuttu. Performans durumu olan hastanın kendisinde ve ailesinde kanser, oral kontraseptif ve sigara kullanım öyküsü yoktu. Mamografisinde, sağ meme ÜDK da periferik yerleşimli 8x mm boyutta bilobüle kontürlü düzensiz sınırlı dens kitle lezyonu izlendi. Meme ultrasonografisinde mamografide izlenen kitlenin x5 mm ve 5x5 mm çaplarında iki ayrı lezyon olduğu görüldü. Renkli doppler ultrasonografi incelemede, lezyonlarda periferik penetran tipte damarlanma izlendi. Sağ meme Ref No: P-4 ADJUVAN KEMOTERAPİ SONRASI NÖTROPENİK ENTEROKOLİT: BİR OLGU Paşa Aksoy, Burcu Yapar Taşköylü, Atike Gökçen Demiray, Arzu Yaren, Gamze Gököz Doğu Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbı Onkoloji Bilim Dalı,Denizli İmmunsupresif hastalarda mortalitesi oldukça yüksek sendromlardan biri nötropenik enterokolittir. Nekrotizan enterokolit (NE) tiflitis, veya ileocekal sendrom olarak da adlandırılmaktadır. Başlıca bulguları ateş ve karın ağrısı olan bu tablo, çoğunlukla kullanılan sitotoksik ajanların barsak mukozasında oluşturduğu hasar sonrasında gelişmektedir. Biz burada adjuvan kemoterapi sonrası nötropenik enterokolit görülen olguyu sunduk. 40 yaşında bayan hasta sol memede kitle nedeniyle modifiye radikal mastektomi geçirmiştir. Patoloji raporu sonucunda multifokal yerleşimli invazif duktal karsinom, estrojen reseptörü %90 (+++), progesteron reseptörü %50 (+++), cerb-b (-), patolojik evresi TNM0 [Evre IIIA] idi. Adjuvan tedavi olarak dosetaksel, doksorubisin, siklofosfamid (TAC) tedavisi başlandı. Birinci kür kemoterapinin onuncu gününde karın ağrısı ile polikliniğine başvuran hastanın fizik muayenesinde ateş 8.5 Cº, sağ alt kadranda hassasiyet ve periton irritasyon bulguları mevcuttu. Laboratuvar bulgularında WBC:700/mm, PNL:00/mm, Hb:. mg/dl, trombosit: 8000/ mm idi. Rutin idrar ve kan biyokimyasal tetkikleri normal sınırlarda idi ve kültürlerinde üreme olmadı. Akut batın nedenlerini ekarte etmek için çekilen batın BT sinde çekumda ve rektosigmoid kolonda duvar kalınlaşması, periçekal yağlı dokuda, sigmoid mezoda ve perirektal dokuda enflamasyonla uyumlu dansite artışı ve çizgilenmeler izlendi. Mevcut bulgular ile hastaya nötropenik enterokolit tanısı kondu. Hastaya meropenem, metronidazol ve teikoplanin başlandı. Hastanın on gün sonra yapılan kontrol batın BT de rektum ve sigmoid kolon distalindeki ödemde ve mezorektumdaki kirlenmede azalma izlendi. Karın ağrısı tamamen gerileyen hasta taburcu edildi. Bu olguyu sunmaktaki amacımız, sitotoksik tedavi sonrası yüksek ateş, karın ağrısı gibi yakınmalarla başvuran hastalarda, NE tanısının düşünülmesi, tanıdan hemen sonra yoğun medikal tedavinin uygulanması ile mortalitenin azaltılabileceğini vurgulamaktır 08 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-5 MEMENİN METAPLASTİK KARSİNOMU Begüm Ökten, Berrin İnanç, Özlem Konuk, Didem Karaçetin, Ayben Balkanay, Kubilay İnanç İstanbul Egitim ve Arastırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi, İstanbul Sisli Egitim ve Arastırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi, İstanbul Memenın metaplastık karsinomunun bütün meme kanserleri içinde görülme sıklığı % den azdır. Saf epitelyal (sguamoz, iğsi hücre differasyonu gösterenadenokarsınom, adenosquamoz, mukoepidermoid) ve epitelyal ve mezenkimal karısık (osseoz metaplazili karsinom, karsinosarkom,) şeklinde sınıflandırılır. Bu olguda, 67 yasındaki sol memede kitle şikayeti ile meme ca tanısı konulan hastaya sol modifiye radıkal mastektomi uygulandı. Histolojik inceleme sonucu TNOMX, G ER(-), PR(-), CERB(-) metaplastık meme karsınomu olarak değerlendirildi. Adjuvan kemoterapi ve radyoterapi uygulanan hastada postoperatıf. ayda akciğerde, sol aksılla ve ınterne mamarıada metastaz saptandı. Olgu: 67 yasında, bayan hasta, sol memede kitle sıkayeti ile genel cerrahiye basvurdu. Biyopsi sonucu meme ca gelen hastaya 0..0 tarihinde sol radikal modıfiye mastektomi uygulandı. Patolojisi pür epitelyal metaplastık karsinom (invazıv ductal karsinom,invazıv skuamoz hücreli karsinom), Tm çapı 5xx cm HG:, NG:, cerrahi sınır (-), ALİ(+),PNİ(-), aksılla 5 lenf nodu hiperplazi, ER(-),PR (-), CERB(-) geldi. Hastaya kliniğimizde 6 kür FEC kemoterapisi uygulandı. Yüksek risk faktörleri nedeniyle göğüs duvarına 5000cgy eksternal radyoterapi uygulandı. Operasyondan yıl sonra sternum ön yüzünde şişlik şikayeti ile gelen hastadan istenen PET-CTde akciğerde metastaz, sol aksılla ve mamaria internada lenf nodu metastazı görüldü. Sternum önyüzündeki kitleden yapılan biyopsi sonucu,primer tm metastazı ile uyumlu az differensiye adenokarsınom ile uyumlu geldi. Hastaya. Seri kemoterapi başlandı. Kitlede parsiyel regresyonu olan hastanın kemoterapisi devam etmektedir. Tartışma: Memenın metaplastık karsınomu veya daha fazla hıstolojık kompenent içermektedır. Sıklıkla epitelyal ve mezenkımal kompenentın bulunduğu miks lezyonları içermektedir. Tüm meme kanserlerının % den azını oluşturmaktadır. İnvazıv ductal karsınomla karsılaştırıldığında, lenf nodu metastazı oranı daha düşük, diğer prognostik faktörler daha kötüdür. Hormon reseptörü (ER,PR) ve cerbb onkogeni ekspresyonu daha düşük görülmektedir. Ortalama 5. dekatta görülürler. Nadir görülmesi ve patalojik çeşitlilik nedeniyle ideal tedavi tam olarak bilinmemesine rağmen tedavisi invaziv ductal karsınom gibidir. Antrasiklin bazlı kemoterapi rejimleri ve radyoterapi,adjuvan tedavide önemli yer tutmasına rağmen metaplastik meme karsınomlarının lokal nüks oranları daha yüksektir. Ref No: P-6 AİLE ÖYKÜSÜ BULUNAN MEME KANSERİ OLGUSUNDA BRCA Q56R POLİMORFİZMİ Özlem Yersal, Nezih Meydan, Sabri Barutça Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi,Onkoloji Bilim Dalı,Aydın Çok sayıda meme kanserli birey saptanan ailelerin %45 inden BRCA - gen mutasyonları sorumlu tutulmaktadır. Tek nukleotid değişimleri insan genomunda en sık bulunan polimorfizmlerdir ve genin ifade edilme düzeyini değiştirerek etki gösterirler. Meme kanseri gelişimine yatkınlığa yol açan ve meme kanseri riskini azaltan BRCA gen polimorfizmleri tanımlanmıştır. 7 yaşında bayan hasta temmuz 0 de sağ meme ve koltuk altında kitle şikayetiyle başvurdu. Fizik muayenede sağ memede cm kitle ve sağ aksillada fikse multipl lenfadenopatiler saptandı. Tru cut biyopsi sonucu, invaziv duktal karsinom, ER,PR negatif, cerbb (+) olarak raporlandı. Hastanın iki halasında; 4 ve 45 yaşlarında tanı alan meme kanseri öyküsü vardı. Aile öyküsü bulunması ve hastanın 40 yaşından genç olması nedeniyle BRCA gen mutasyonu istendi. Genetik çalışma sonucunda hastanın BRCA Q56R polimorfizmi olduğu bildirildi. Hastanın meme ca öyküsü bulunan akrabaları BRCA gen mutasyon analizi yaptırmak istemedi. Hastaya neoadjuvan kemoterapi başlandı. Hasta 4 kür EC ardından hafta paklitaksel+trastuzumab aldı. Kontrol mamografisinde parsiyel yanıt elde edildi. Hastaya operasyon için kendi isteğiyle başvurduğu dış merkezde sağ modifiye radikal mastektomi ve meme protezi uygulanmıştı. Kontrol ekokardiyografide ejeksiyon fraksiyonu %48 olması nedeniyle trastuzumab tedavisi kesildi. Hasta radyoterapi aldı. Tedavi kesildikten 5 ay sonra ejeksiyon fraksiyonu bazal değerine döndü. Hasta halen izlemdedir. BRCA ekzon single nukleotid polimorfizmi(q56r) saptanan ailesel meme kanserleri bildirilmesine karşın, meme kanseri gelişimindeki rolu ile ilgili celiskili sonuclar vardir.bu konuda daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. Ref No: P-7 BİLATERAL MEME KANSERİ TEDAVİSİNDE HELİKAL TOMOTERAPİ İLE YOĞUNLUK AYARLI RADYOTERAPİ Mehmet Faik Çetindağ, Nurgül Kızılırmak, Atiye Yılmaz Özsavran, Dinçer Yeğen, Ferihan Ertan, Fatma Altuntaş, Ayça Korucu Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği Amaç: Helikal tomoterapi ile görüntü rehberliğinde yoğunluk ayarlı radyoterapi (GR-YART) uygulanan bilateral meme kanserli iki vakanın değerlendirmesidir. Giriş: Bilateral meme kanseri (BMK) görülme sıklığı literatürde %- arasında değişir. Her iki memede senkron kanser görülme oranı %- iken, metakron kanser ise %5-8 oranındadır. Senkron bilateral meme ışınlaması, konformal tekniklerle, karşılıklı çakışan alanlar ve akciğer, kalp gibi riskli organlar nedeniyle oldukça zordur. Tomoterapinin helikal ve kesintisiz ışınlama özelliği sayesinde her iki meme ya da göğüs duvarı, kritik organ dozları istenen seviyede tutularak aynı anda ışınlanabilir. Ayrıca mammaria interna lenfatikleri gerektiğinde hedef hacime kolaylıkla dahil edilebilir. Olgu : 50 yaşında kadın hasta. Sağ memede infiltratif duktal karsinom tanısı ile çekilen PET/BT de bilateral memede senkron kitle saptanması üzerine bilateral lumpektomi ve sentinel lenf nodu biyopsisi yapılmış. Patoloji raporuna göre sağ memede infiltratif duktal ve lobüler karsinom evre TN0M0, sol memede infiltratif lobüler karsinom evre TNM0 (AJCC 00) olarak değerlendirilmiş. Altı kür dosetaksel, adriamisin, sisplatin kemoterapisi sonrası kliniğimize radyoterapi için yönlendirilmiştir. Olgu : 48 yaşında sağ memede infiltratif duktal karsinom tanısı alan kadın hastanın, mamografisinde karşı memede de kitle görülmesi üzerine bilateral modifiye radikal mastektomi ve aksiller diseksiyon yapılmış. Patoloji raporuna göre sağ memede infiltratif duktal ve lobüler karsinom evre TNM0, sol memede infiltratif duktal karsinom evre TNM0 (AJCC 00) olarak değerlendirilmiş. Dört kür adriamisin, sisplatin ardından 4 kür dosetaksel kemoterapisi verilen hasta kliniğimize radyoterapi için başvurdu. İlk hastamızda, bilateral meme, sol aksilla, sol supraklavikular fossa (skf) ve sağ-sol meme tümör yatakları hedef hacim olarak belirlendi. Simultaneous Integrated Boost (SIB) tekniği ile sol aksilla ve sol skf ye 7 fraksiyonda 46 Gy, sağ-sol meme tümör yataklarına 60 Gy GR-YART uygulandı. İkinci hastamızda, bilateral göğüs duvarı, bilateral aksilla ve skf ler hedef hacim olarak belirlendi. Tüm hedef hacimlerimize 5 fraksiyonda 46 Gy GR-YART uygulandı. Her iki hasta için hedef hacim dozları Tablo. ve kritik organ dozları Tablo. de verilmiştir. MEME KANSERİ Susesi Otel, Antalya 09

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER İzodoz dağılımını içeren planlama görüntüleri Şekil. ve Şekil. de verilmiştir. Tedavi esnasında birinci hastada; aksillada Grad radyodermit, ikinci hastada skf de Grad radyodermit ve özefajit dışında yan etki gözlenmemiştir. Birinci olgumuz aydır, ikinci olgumuz 5 aydır komplikasyonsuz izlenmektedir. Tartısma: Bilateral meme ışınlamasında tomoterapi, hedef hacimlerde gereken konformaliteyi sağlarken, kalp ve akciğer gibi kritik organ dozlarını kabul edilebilir düzeyde tutabilmektedir. Konformal tedaviye göre daha az yan etki ve daha mükemmel doz dağılımları elde edilmesine karşın integral dozun Tomoterapide arttığı göz ardı edilmemelidir. Tablo. İki hasta için hedef hacim doz değerleri Tablo. İki hasta için kritik organ dozları. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Hasta acil servise ateş, halsizlik, nefes darlığı, yorgunluk, genel durum bozukluğu nedeniyle başvurdu. Yapılan fizik muayenesinde deri turgor ve tonusu azalmışdı ve uykuya meyilliydi. Ateşi: 8.0 OC, dakika solunum sayısı:, dakika nabız sayısı: 04, tansiyonu: 90/70 mmhg olarak ölçüldü. Hastanın kan biokimya değerlerinde Na:50 meq/l, K:.9 meq/l, CRP:0 mg/dl, Hb: 9. gr/dl, trombositi: 67.000 bin/ul, lökosit: 4.060 saptandı. Tam idrar tahlilinde dansite: 00 olarak belirlendi. Hastanın kan ve idrar kültürleri alınarak, monitörize edildi ve profilaktik olarak seftriakson tedavisi başlandı. Takiplerinde bilinç değişikliği, uykuya meyil, yer zaman kişi oryantasyon bozukluğunda artış saptanan hastanın kontrol biyokimya değerlerinde Na: 65 m Eq/L K:.5mEq/L saptandı. Hikayesinde son aydır yaklaşık olarak 0 lt/gün su içtiği ve aynı miktarda idrar çıkardığı öğrenildi. Hastanın serum osmolaritesi: 70.0 mosmol/kg, takiplerinde Na:75 meq/l ye kadar çıktı. İdrar osmolaritesi:.0 mosmol/kg, idrar Na: meq/l olarak saptandı. Hasta diabetes insipidus kabul edilip, sıvı açığı hesaplandı. %0.45 sıvı ile 50cc/saten iv hidrasyona başlandı, nasal sprey olarak DDAVP (desmopressin)0 uq saat ara ile başlandı. Hastanın saatlik idrar çıkışına göre sıvı replasmanı, 6 saat ara ile serum/idrar elektrolitleri ve osmolariteleri tetkik edildi. Tedavi ile serum sodyum değerinde gerileme görülmesine rağmen hastanın kliniğinde belirgin iyileşme saptanmadı. Yüksek tümör yükü olan hastanın takiplerinde sepsis gelişti ve kliniğe yatışının. haftasında ex oldu. Sonuç: Meme kanseri ençok görülen kanserlerden biridir, genelde kemik, akciğer ve karaciğere metastaz yapar. Radyolojik serilere göre pitüter hipotalamik aksa metastaz tüm sellar kitlelerin % ini oluşturur. Burada nadir bir presentasyon şekli olan SDİ lu metastatik meme kanserli olgumuzu sunduk. Tablo. DDAVP tedavisi sonrası serum/idrar elektrolit ve osmolarite değişiklikleri. Ref No: P-8 DİABETES İNSİPİDUS İLE PRESENTE OLAN MEME KANSERİ: OLGU SUNUMU Oğur Karhan, Deniz Arslan, Şeyda Gündüz, Mükremin Uysal, Ali Murat Tatlı, Sema Sezgin Göksu, Burhan Savaş Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Antalya GİRİŞ: Tüm kanser hastalarının %-.5 inde pitüter metastazı görülür. Meme ve akciğer kanserleri, pitütere en sık metastaz yapan kanserlerdir. Biz burada, 65 yaşında diabetes insipitus ile prezente olan meme kanseri tanısı alan olgumuzu sunduk. Olgu: Altmış beş yaşında postmenapozal kadın hasta, yaklaşık üç ay önce güçsüzlük, iştahsızlık, fazla su içme ve sol kolda uyuşma şikayetleri ile doktora başvurmuş. Yapılan incelemeler neticesinde metastatik invazif duktal meme kanseri (Östrojen ve progesteron reseptörü negatif, HER pozitif) tanısı almış. Radyolojik incelemelerinde sol aksiler, servikal, mediastinal metastatik lenf bezlerinin yanı sıra akciğer, karaciğer, kemik, beyin (medulla oblangata, pons, serebellum, infindibular stalk, temporal lob) metastazları da saptanmış. Hasta beyin metastazına yönelik palyatif radyoterapi aldıktan sonra kür herceptin, dositaksel kombinasyon kemoterapisi almış. Ref No: P-9 MEME KANSERLİ HASTADA NADİR GÖRÜLEN PARAMANDİBULAR METASTAZA KLİNİK YAKLAŞIM; OLGU SUNUMU Eda Erdiş, Birsen Yücel, Umut Dişel Antakya Devlet Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi, Hatay Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Sivas Özel Defne Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Hatay Metastaz, meme kanserinde kötü prognozun bağımsız faktörlerinden biri olarak gösterilmektedir. Meme kanseri sıklıkla kemik,akciğer, karaciğer, santral sinir sistemine lokal-bölgesel metastaz yapar. Ancak, literatürde uzak bölgelere metastazlarda bildirilmiştir. Bu çalışmada 60 yaşında meme kanseri tanısı ile izlenen bayan hastada, sol para mandibular bölgede gelişen şişlik üzerine yapılan fizik muayenede tespit edilen metastaz, literatür eşliğinde sunulmuştur. Hastanın sol mandibular bölgede inspeksiyonla x cm çapında şişlik tespit edilmesi üzerine hastaya kemik sintigrafisi çekilmiştir. Oral bölge de herhengi bir tutulum saptanamayan hastaya paranazal sınus tomografisi çekilmiştir. Çekilen paranasal tomografisinde sol mandibula orta kesim lateral komşuluğunda yaklaşık x4 mm boyutlu IVKM sonrasında silik heterojen kontrast tutulumu gösteren 0 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER cilt altı yerleşimli kemik doku ile aralarındaki yağ planları silinmiş metastatik lezyon tespit edilmiştir. Hastanın ay içinde mevcut ağrısı opioidlerle giderilememiştir. Hasta merkezimize RT amaçlı yönlendirilmiştir. Hastaya boyutlu konformal RT planlanmış ve toplam 0 Gy palyatif RT verilmiştir. Uygulanan tedavi ile hastanın ağrı şikayeti tamamen giderilmiştir. Kemoterapi uygulaması için hasta medikal onkoloji kliniğine yönlendirilmiştir. Oral kavite ve mandibula da nadir olarak etkilense de, rutin testlerde atlama olasılığı nedeniyle, metastaz açısından dikkatle değerlendirilmesi gereken bir bölgedir. Olgunun paranazal sinüs tomografisi yapılarak konulur. Günümüzde meme lezyonlarında tanı koymak amacı ile; ince iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB), tru-cut biyopsi, insizyonel biyopsi ve eksizyonel biyopsi yöntemleri kullanılmaktadır. Bu çalışmada meme kanserli hastalarda İİAB, tru-cut biyopsi, insizyonel biyopsi ve eksizyonel biyopsi yapılarak tanı alan hastaların değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Materyal-Metod: 00-0 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bölümüne başvuran 849 meme kanseri tanısı alan hasta verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Sonuçlar: Toplam 849 meme kanseri tanısı alan hastanın verileri retsrospektif olarak incelendi. Non-invaziv ve daha kolay uygulama yöntemleri olan tru-cut biyopsi ve İİAB yöntemleri değerlendirildiğinde; 88 (9%) hastanın tru-cut biyopsi yapılarak meme kanseri tanısı aldığı saptandı. Tru-cut biyopsi yöntemi ile tanı alan hastaların 47% si Evre-Evre hastalığa sahip idi. Üçyüzkırküç (%) hastanın ince iğne aspirasyon biyopsisi yapılarak tanı aldığı saptandı. Bu hastaların 0 u Evre hastalığa sahipti. Açık biyopsi yöntemleri olarak adlandırılan eksizyonel ve insizyonel biyopsi ile tanı alan hastalar değerlendirildiğinde 706 (4%) hastanın eksizyonel biyopsi yapılarak tanı aldığı, 7(5%) hastanın da insizyonel biyopsi yapılarak tanı aldığı saptandı. Tartışma: Görüntüleme yöntemlerindeki teknolojik gelişmeler ve meme tarama programlarının yaygınlaşması, tanı konulması gereken meme lezyonu sayısını ciddi bir şekilde arttırmıştır. Bunun sonucunda non-invaziv, ucuz ve kolay uygulanır yöntemler meme hastalıklarının tanısında daha sık kullanılır hale gelmiştir. MEME KANSERİ Ref No: P- Şekil. Sol mandibula orta kesim lateral komşuluğunda yaklaşık x4 mm boyutlu IVKM sonrasında silik heterojen kontrast tutulumu gösteren cilt altı yerleşimli kemik doku ile aralarındaki yağ planlanı silinmiş ancak kortexte deformasyona sebep olan yumuşak doku mevcuttur. Olgunun radyoterapi planı Şekil. Ref No: P-0 MEME KANSERİ TANISINDA KULLANILAN BİYOPSİ YÖNTEMLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Şebnem Yaman, Sercan Aksoy, Mehmet Ali Nahit Şendur, Ozan Yazıcı, Taner Babacan, Nuriye Yıldırım Özdemir, Nurullah Zengin, Kadri Altundağ Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara LENF NODU TUTULUMU NC OLAN MEME KANSERİ HASTALARININ SEYRİ Neyran Kertmen, Taner Babacan, Özge Keskin, Ece Esin, Zafer Arık, S. Furkan Sarıcı, İbrahim Petekkaya, Mustafa Solak, Sercan Aksoy, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bölümü Amaç: Evre III meme kanseri hastaları genelde yüksek riskli evre II hastalar gibi kabul edilerek tüm tedavi modaliteleri kullanılır. Materyal-Metod: Hacettepe Ünversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü medikal onkoloji bölümüne 005-0 seneleri arasında başvuran 850 meme kanseri vakası arasından lenf nodu tutulumuna göre Nc hastalık olan 0 hastanın demografik verileri incelendi Sonuçlar: Hastaların %50 si premenapozal, %50 si postmenapozal dönemdeydi. Patolojik tanının infiltratif duktal karsinom olan hasta grubunda %5 oranında grade II ve %55 oranında grade III hastalık saptandı. %40 hastada ER (+) ve %55 hastada ER (-), %65 hastada PR (-) ve %45 hastada HER (+) olarak saptandı.%75 hasta tanı anında metastatikti.%0 hasta neoadjuvan kemoterapi ve %70 hasta metastatik hastalığa yönelik kemoterapi tedavisi aldı. %65 hastaya primer hastalığa yönelik veya palyasyon amaçlı RT uygulandı. Tartışma: Çalışmamızda ileri evre hastalıkta %0 oranında neoadjuvan tedavi verilmiştir. Lokal ileri tümörlerde kemoterapi yanıtı varsa lokal tedavi şansı muhakkak denenmelidir. Kemoterapi ile 6 siklustan daha kısa bir sürede maksimum cevaba ulaşıldıysa lokal tedavilerden sonra adjuvan KT de verilebilir. Ancak evre III tümörlerde uygulanacak lokal tedavi konusunda netlik yoktur. Çalışmamızda neoadjuvan tedavi sonrasında lokal tedavi olarak RT uygulanmıştır. Giriş: Günümüzde meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser olup, kadınlarda kansere bağlı mortalitenin en sık nedenidir. Meme kitle ve lezyonlarında rutin fizik muayene ve görüntüleme yöntemleri sonunda kesin tanı, sitolojik inceleme amacı ile biyopsi Susesi Otel, Antalya

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P- MEME HODGKİN LENFOMALI BİR OLGU SUNUMU Rahşan Habiboğlu, İlknur Aytaş, Ercan Aydınkarahaliloğlu, Sercan Özyurt, Haluk Sayan, Ferit Çetinyokuş, Berna Yıldırım Akkuş, Salih Zeki Çakar, Yıllar Okur, Nalan Aslan Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği 4 yaşında bayan hasta, koltuk altında ele gelen kitle, halsizlik ve yorgunluk şikayeti ile başvuruyor.yapılan Meme USG de sağ aksillada 75 x 45mm boyutta konglomere lenf nodu mevcuttu. Sağ meme derisi kızarık. Sağ ve sol meme parankimi normaldi. Birads 4 lezyondan biopsi önerildi. Hastaya yapılan aksiller lenf nodu biopsi patoloji sonucu Nodüler Lenfosit Predominant Hodgkin Lenfoma olarak geldi. Hastaya Bilateral Meme MR yapıldı. Sağ memede boyut artışı ve tüm meme parankiminde malign infitrasyon (Birads 6) lezyon saptandı. Meme biopsisinin sonucu Malign karekterde olup Hodgkin Lenfoma tutulumu olabileceği şeklinde yorumlanmıştır. Patoloji preparatları ayrı merkezde inceletildi, sonucun aynı gelmesi üzerine hasta primer meme hodgkin lenfoma kabul edildi. Uzak organ taramaları normaldi. PET BT sonucu; sağ meme, sağ aksilla ve sol servikal bölgede patolojik tutulum saptanmıştır. Hastaya 4 kür ABVD uygulandı. KT sonrası kısmi cevap elde edilen hastaya 6Gy RT uygulandı. Hasta aydır takiptedir. Memenin primer lenfoması çok nadir görülmektedir.tüm meme kanserlerinin %0.04 nü oluşturur.primer meme lenfomasının diğer lenfomalar gibi, risk faktörleri ve immünofenotiplerle ilişkisi bilinmemektedir. Çok nadir görüldüğünden standart tedavisi bilinmemektedir. Ref No: P- MEME OVER SENDROMU: OLGU SUNUMU Kubilay İnanç, Esengül Koçak Uzel, Hazım Orhan Kızılkaya, Berrin İnanç, Begüm Ökten Şişli Etfal Egitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği, İstanbul İstanbul Egitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği, İstanbul Giriş: Meme kanserinde gelişen erken tanı yöntemleri, cerrahi ve radyoterapi teknikleri ve yeni kemoterapi ajanlarının tedaviye eklenmesi ile hem lokal hemde genel sağkalım sürelerinde artış sağlanmıştır.ancak bu durumda ikincil kanserlerinde sıklığında artış gözlenmiştir.ikincil kanserler kalıtımsal ve çevreye ait faktörlere bağlı olabilir.tüm Meme kanserlerinin %5-0 nun kalıtımsal faktörlerle ilişkilendirilebilir.brca ve BRCA kalıtısal mutasyonları meme kanserinde sorumlu en önemli genlerdir. Bizim vakamızda da primer meme kanseri ile aynı anda tanı konulan over kanserli hasta meme- over kanseri olarak kabul edilip, tedavisi, kemoterapisi, radyoterapisi ve takip özellikleri incelenmiştir. Olgu: 009 yılında sağ meme invaziv duktal karsinom (TNIMO tümör çapı cm, grade, östrojen reseptörü negatif ve progesteron reseptörü pozitif, Cerb- negatif, 6/ pozitif lenf nodu) tanısıyla sağ MKC+AK yapılan hasta kliniğimize adjuvan tedavi için gönderilmiştir. Hastaya yapılan radyolojik tetkikler sonucunda batında pelvisten başlayıp umbilicus üstüne kadar uzanan 84x9 mm boyutunda solid mass tespit edilmiş. Bunun üzerine istenen Batın MR da karaciğer segment 7-8 lokalisazyonunda 7x6.5x4.5 cm çapında heterojen kontrast tutan lezyon ve sol over lojunda 7x7x0 cm çapında kitlesel lezyon görülmüştür. Sol over tru-cut biopsi sonucu:adenokarsinom infiltrasyonu tanısı almış olup, primer over tümörü ile meme metastazı ayırımı yapılamamıştır.hastaya 6 kür kemoterapi uygulanmış (paklitaksel 75mgr/m, Carboplatin AUC 5), çekilen kontrol Batın MR da karaciğer metastazında regresyon tespit edilmiş, sol over lokasizyonunda kitle stabil olarak bulunmuştur. 00 yılında hastaya Kadın-Doğum Kliniği tarafından TAH+BSO yapılmış patoloji sonucu seröz papiler karsinom, orta derecede diferansiye olarak 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ rapor edilmiştir.cerrahi sonrasında çekilen Batın USG de karaciğer metastazları izlenmemiş ve meme bölgesine LINAC cihazı D konformal radyoterapi tekniğiyle göğüs ve tüm periferik lenfatiklere 5000 cgy radyoterapi ve 000 cgy boost uygulanmıştır.aromataz İnhibitörü başlanan hasta yapılan radyolojık incelemeler sonucunda tam remisyon olarak kabul edilmiş ve yaklaşık.5 yıldır takibi devam etmektedir. Meme kanserli hastalarda ek malignite olarak tespit edilen vakaların yaklaşık %50 si jinekolojik tümörlerdir. Meme kanseri ile birlikte jinekolojik tümör tespit edilen hastalarda herediter faktörler akılda tutulumalı ve BRCA/BRCA mutasyonu bakılmalıdır.herediter meme over kanserli hastaların tedavileri ve cerrahileri farklı olup litaraturde palatin ve taksan bazlı kemoterapiler önerilmekte ayrıca cerrahi olarak TAH+BSO da önemli olup hastalığın regresyonunda en önemli basamak olarak görülmektedir. Bizim vakamızda herediter meme kanseri ve over kanseri birlikteliği düşünülmüş fakat BRCA/BRCA mutasyonuna hastanın istememesi nedeniyle bakılmamış fakat tedavisi ve takipi litaratürler eşliğinde düzenlenmiştir. Ref No: P-4 MEMENİN ADENOİD KİSTİK KARSİNOMU: OLGU SUNUMU Emine Canyılmaz, Yahyahan Memiş, Gonca Uslu, Zümrüt Bahat, Lasif Serdar, Kadriye Yıldız, Feyyaz Özdemir Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Pataoloji Bilim Dalı Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Adenoid kistik karsinom (AKK) memenin çok nadir görülen malign tümörlerindendir ve tüm meme kanseri tanılı hastaların %0. de görülür. Hem tükrük bezi AKK larından hem de memenin diğer karsinomlarından daha iyi prognoza sahiptir. Genellikle 5. ve 6. dekatta görülür (,). Biz de kliniğimize meme AKK tanısıyla başvuran bu olguyu literatür eşliğinde tartışmayı amaçladık. Olgu :58 yaşında bayan hasta sağ meme dış kadranda ağrı şikayeti ile doktora başvurdu. Çekilen mamaografisinde sağ meme üst dış kadranda spiküler uzanımları olan dens kitle izlendi. BIRADS 4 olarak raporlanan kitleye eksizyonel biyopsi yapıldı. Patolojisi x ve x0.5 birbirine yakın iki odak halinde AKK, solit patern %0 dan az, cerrahi sınır (+), perinöral invazyon (+), lenfovasküler invazyon (-),östrojen reseptörü % (+), progesteron reseptörü ve cerbb (-), Ki 67 %0 olarak raporlandı (Şekil ). Daha sonra hastaya reeksizyon ve sentinel lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Patoloji raporu, kavite çevresinde mikroskopik odaklar halinde AKK, en yakın cerrahi sınır mm, adet sentinel lenf nodu reaktif olarak raporlandı. Hastaya operasyon sonrası Gy fraksiyonla tüm memeye 50 Gy radyoterapi ve tümör yatağına 0 Gy boost uygulandı. Radyoterapi sonrası hormonoterapi başlanan hasta izlemin 6. ayında nüksüz ve metastazsız takip edilmektedir. Tartışma: Meme AKK lar sıklıkla ileri yaş ve postmenapozal kadınlarda görülmektedir ().Tipik olarak subareolar yerleşimli kitle veya memede ağrı ile prezente olur. Mamografide iyi sınırlı çok nadir mikrokalsifikasyonun eşlik ettiği lobüle kitle olarak görülürler. Tükrük bezi AKK larından farklı olarak perinöral invazyon nadirdir. Meme AKK genellikle östrojen, progesteron reseptörü ve Cerb B negatiftir. İlginç bir şekilde triple negatif bir paterne sahip olmasına rağmen klinik davranış olarak onlar gibi davranmamaktadır (4). Bizim olgumuzda progesteron reseptörü ve cerb B negatif, östrojen reseptörü % pozitifti. Meme AKK larda aksiller lenf nodu tutulumu ortalama %0- ile oldukça nadirdir (). Bu nedenle aksiller diseksiyon klinik olarak nodal metastaz varlığı haricinde önerilmemektedir (5). Bizim olgu- 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER muzda da grade yüksek olduğu için sentinel lenf nodu diseksiyonu yapıldı ve negatif olarak tespit edildi. Memenin çok nadir görülen tümörlerinden biri olduğu için optimal tedavisi konusunda henüz oluşmuş bir konsensus bulunmamaktadır. Mastektomiden sonra çok az rekürrens bildirildiği için coğu araştırmacı meme AKK da mastektomiyi tavsiye etmektedir. Son yıllarda yayınlanan serilerde yüksek oranda lumpektomi rapor edilmeye başlanmıştır. Meme koruyucu cerrahi sonrası radyoterapinin rolü hala netlik kazanmamıştır. Kliniğimizde olgumuza meme koruyucu cerrahi sonrası radyoterapi uygulandı. Meme AKK olan hastalarda adjuvan kemoterapi ve hormonoterapinin yeri tartışmalıdır. Tümörün iyi biyolojik özellikler taşıması ve uzak metastaz eğilimi olmaması hastalığın lokal tedavisinin önemini arttırmıştır. Amaç: Meme kanserli hastalarda sıklıkla kemik metastazları meydana gelebilir. Bifosfonatlar stabil pirofosfat analogu olup kemik rezorbsiyonun inhibisyonunu sağlarlar. Aylık dozlar şeklinde uygulanan bu ilaç, literatürde Bifosfanat nedenli çene osteonekrozu olarak bilinen ağır komplikasyonlara yol açabilir. Etyolojisi net olmayan bu komplikasyonun biyopsi sonuçları, cerrahi debridmanın incelenmesi vb yöntemlerle patogenezinin aydınlatılması gerekmektedir. Material Metod: Bu çalışma İç Hastalıkları Anabilim Dalı Medikal Onkoloji Bölümü nde ve ekim 998 ile aralık 0 tarihleri arasında takip edilen 800 meme kanseri tanısı konulmuş hasta verileri üzerinden yapılmıştır Sonuçlar: İnvaziv meme ca tanısı olan 75 kadın hasta çalışmaya dahil edildi. Toplam hastanın (%0,5) takibinde zoledronik asit kullanımına bağlı radyolojik ve/veya patolojik olarak doğrulanmış çene kemiği osteonekrozu saptandı. Hastaların ortanca tanı yaşı 54 (5-68), ortanca VKİ 6,6 kg/m (,-7,6) idi. Hastaların %76,9 u post-menopozaldi. Hastaların %7,7 sinde evre, %5,4 ünde evre, %8,5 inde evre, %8,5 inde evre 4 hastalık bulunmaktaydı. Bu hastaların ortanca takip süresi 76, ay (9,6-0,) idi. Bu süre içinde hastada hastalık progresyonuna bağlı mortalite izlendi. Hastalara zoledronik asit başlanmasıyla çene osteonekrozu gelişmesi arasındaki ortanca süre,4 ay (4,-7,6), meme kanseri tanısından çene osteonekrozu gelişimine geçen ortanca süre 78,0 ay (8,-9,0) idi. Tartışma: Zoledronik asit kullanımına bağlı çene osteonekrozu meme kanserli hastalarda nadir görülen bir tedavi komplikasyonudur. Obez, post-menopozal ve ileri evre hastalığı olanlarda görülme sıklığında artış beklenebilir. Ref No: P-6 GENÇ ERKEK HASTADA MEME YERLEŞİMLİ MALİGN FİBRÖZ HİSTİOSİTOMA: VAKA SUNUMU VE LİTERATÜR DERLEMESİ Esengül Koçak Uzel, Metin Figen, Tuba Tülin Bek, Hazım Orhan Kızılkaya Şişli Etfal Eğitim Ve Araştırma Hastanesi-Radyasyon Onkolojisi MEME KANSERİ Şekil. Kribriform büyüme paterni ve sinir invazyonu (H.E.x00) Malign Fibröz Histiyositom (MFH) derin yumuşak dokularda yaygın bir tümördür: en sık görüldüğü yerler alt (%49) ve üst (%9) ekstremitelerdir, memede yerleşimi oldukça nadir iken retroperiton ve abdomende de (6%) bildirilen vakalar vardır. Erkeklerde meme kanseri oldukça nadir görülür. Erkeklerde görülülen meme kanseri tüm meme kanseri vakalarının yaklaşık % ini oluşturur. Meme sarkomları ise her iki cinsiyette meme tümörlerinin % den az bir kısmını oluşturmaktadır.. Yaptığımız literatür incelemesinde, vakamız memede MFH tanılı dördüncü ve ilk genç erkek hastadır. Burada sol memesinde pleomorfik fusiform hücreli sarkom varyantında malign fibröz histiositoma tanısı alan 7 yaşındaki erkek hastayı sunuyoruz. Hastaya, kitle eksizyonu takiben tanjansiyel alandan 50 Gy ekternal radyoterapi uygulanmıştır. Takibinin 4. ayında hasta hastalıksız ve sağdır. Nadir görülen meme tümörlerinde olgu sayısının arttırılması ve retrospektif de olsa veri havuzunun genişletilerek değerlendirilmesi, bu hastalarin uygun tedavi seçeneklerinin belirlenmesine yönelik daha doğru kararlar verilmesini mümkün kılacaktır. Ref No: P-5 MEME KANSERİNDE BİFOSFONAT KULLANIMINA BAĞLI ÇENE OSTEONEKROZU İbrahim Petekkaya, Uğur Şahin, Gizem Geçmez, Ahmet Uğur Atılan, Emir C. Roches, Emine Petekkaya, Zafer Arık, Sevda Aygün, Ayşe Mete, Seda Köse, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji, Ankara Tablo. literatürdeki vakaların karşılaştılrılması VAKA Sigurd Lunde et al. 986 Sudha B.Mahalingam et al 0 YAŞ TM BOYUT TEDAVİ TAKİP 66 - Cerrahi + Aksiller Lenfadenektomi+ Radyoterapi 7.*. Cerrahi + Radyoterapi Paul H. Hertal et al. 0 67 - - - Vakamız 0 7 *9*8.5 Cerrahi + 4 Radyoterapi Ref No: P-7 MEMENİN ADENOİD KİSTİK KARSİNOMU OLGU SUNUMU Berna Yıldırım, Ercan Aydınkarahaliloğlu, Sedef Açıkgöz, Salih Zeki Çakar, Sercan Özyurt, İlknur Aytaş, Haluk Sayan, Ferit Çetinyokuş, Rahşan Habiboğlu, Yıllar Okur, Nalan Aslan Ankara Numune Eğitim ve Araştırma hastanesi Radyasyon Onkolojisi Giriş: 5 yaşında, sol memede adenoid kistik karsinom (AKK) tanılı bayan hastanın tedavi planı tartışılacaktır. Olgu: 6 yıl önce sol memede ele gelen kitle fark eden hasta, son zamanlarda kitlede büyüme fark etmesi üzerine hasta genel cerrahi kliniğine başvurmuş. Mammografi ile BIRADS 4 lezyon saptanması üzerine eksizyonel biyopsi yapıldı.hastanın patoloji sonucu adenoid 8 6 Susesi Otel, Antalya

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER kistik karsinom olarak gelmesi üzerine hastaya Aralık 0 tarihinde segmental mastektomi+sentinal lenfadenektomi yapıldı.patoloji raporu adenoid kistik karsinom, grade, tm çapı: cm, lenf nodu negatif, triple negatif, cerrahi sınırlar negatif olarak geldi. Postoperatif kemoterapi düşülmeyen hastaya adjuvan tüm memeye 50 Gy ve tümör yatağına 0 Gy boost planlandı. Tartışma: Memenin AKK sı tüm meme kanserlerinin %0. ini oluşturup, nadir görülen ve yavaş büyüyen bir tümördür. Oldukça iyi prognozludur. Uzak metastaz ve hastalığa bağlı ölüm nadir görülür. Genellikle postmenopozal, 50-64 yaş arası kadınlarda görülür. En sık başvuru semptomu meme ele gelen ağrılı kitledir. Östrojen reseptörü genellikle negatiftir. Solid elementlerin bulunma yüzdesine göre üç prognostik gruba ayrılır.grade de lokal eksizyon önerilirken, grade de basit mastektomi ve grade de basit mastektomi ve aksillar diseksiyon önerilmektedir.uygun tedavi planı konusunda net bir ortak görüş olmamasına rağmen, lokal eksizyon sonrası lokal nüksün %7 ye ulaşması nedeniyle literatürde segmental mastektomiye radyoterapi eklenmesi önerilmektedir. Ref No: P-8 MEME KANSERİNDE GÖZ METASTAZI; OLGU SUNUMU Alper Can, Ahmet Alacacıoğlu, Yüksel Küçükzeybek, Çiğdem Erten, Suna Çokmert, Lütfiye Demir, Ahmet Dirican, İbrahim Vedat Bayoğlu, Murat Akyol, Ferit Aslan, Mustafa Oktay Tarhan Katip Çelebiüniversitesi Atatürk Eğitim Ve Araştıma Hastanesi Tıbbı Onkoloji Kliniği Katip Çelebiüniversitesi Atatürk Eğitim Ve Araştıma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği Giriş: Meme kanseri birçok yere metastaz yapma potansiyeline sahiptir ama meme kanserinin göz metastazı çok nadirdir. Uzun süreli sağkalımı olan meme kanseri hastalarında oküler metastaz görülebilir (). Uzun sağkalımlı hastalarda üç te bir oranında göz tutulumu görülebilir (). Kemik metastazları ve tek organ tutulumu, visseral organ tutulumuna görece daha iyi prognoza sahiptir böyle hastalar ER+, PR+ CERB-B hastalardır, ama buna rağmen kemik veya tek organ tutulumu hayati komşu organlar veya fonksiyon kaybı yaratacağından acil tedavi gerektirebilir. Vaka: 6 yaşında bayan hasta 009 yılında opere meme kanserli hastanın patoloji raporu: inta duktal karsinom grade ER+, PR+ CERB-B: negatif postmenapozal meme kanseri tanılı hastanın evre TN(/44 ln+)m0 olması üzerine 4FAC+RT+ 4 kür Taxotere kemoterepisi almış. Sonrasından anastrazol tedavisi başlanmış. Takipler sırasında ca5, yüksekliği saptanması üzerine Eylül 0 çekilen pet ct de sağ akciğer lenf nodları ve kemik yapılarda metastatik lezyonlar saptanmış hastanın bel bölgesine RT uygulanmış ve hastaya examestan + ibandronk asit tedavisi başlanmış. aylık periyot sonrası tedavinin etkinliğini değerlendirmek için aralık 0 de PET-CT çekilmiş. Yeni PET-CT de eylül ile kıyaslanmış. Mevcut metastazlarda progresyon gelişmiş. Aynı zamanda gözde görme kaybı olunca sağ gözde adet solda adet olmak üzere karoid metastazı uyumlu görünüm mevcut. Göz tutulumunu belirlemek için hastaya FFA çekilmiş: FFA da bileteral koroid metastazı saptanmış. Orbital MR çekilmiş, Sağ göz küresi arka iç duvarında yaklaşık x0 mm genişlikte lentiform, T de yüksek sinyalli, hafif dereceli kontrast tutan lezyon izlenmiştir. Bunun dışında her iki göz küresi normal bulunmuştur. Meme kanseri öyküsü olan hastada tanımlanan lezyonun ayrıcı tanısında koroidal metastaz düşünülebilir. Hastaya 07.0.0 tarihinde gemsitabın-paklitaxel başlandı. Tartışma: Meme kanserinden oküler metastaz insidansı ila 0% arasında değişmektedir(-4). genellikle -5 yıl tanıdan sonra oluşur. Bizim bu vakayı sunuş amacımız meme kanserini göz metastazlarının çok az görünmesine rağmen hayati organ kaybı ile birlikte olduğundan acil tedavi gerektirmesi ve göz bulguları olmadan da ortaya çıkabileceği vurgulamak. Ref No: P-9 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ EVRE I MEME KORUCU CERRAHİ UYGULANAN MEME KANSERLİ OLGULARDA SAĞKALIM SONUÇLARI Sibel Kahraman Çetintaş, Meral Kurt, Sonay Aslan, Candan Abakay, İsmet Taşdelen, Lütfi Özkan Uludağ Ün. Tıp Fak. Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı, Bursa Uludağ Ün. Tıp Fak. Meme Cerrahi Bilim Dalı, Bursa Amaç: Meme koruyucu tedavi uygulanan evre I meme kanserli olguların sağkalım üzerinde etkili faktörlerin belirlenmesi amacıyla değerlendirilmesi. Materyal-Metod: Aralık995-Nisan00 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Muammer Ağım Radyoterapi Merkezinde tedavi gören 77 evre I meme kanserli olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Minimum izlem süresi 7 ay, medyan yaş 48 (-85) olup 8 i premenapozda idi. 5 hastada tümör sağ meme yerleşimliydi. En sık patoloji İnvaziv ductal karsinom (n:45), lokalizasyon üst dış kadran (n:9) idi. 46 olguda ER (+) ti. Ortanca tümör çapı.5 (0.-) cm olup, 5 olguda tümör çapı cm altında ve ortalama tümör volümü.7 (0.0-8) cm idi. Ortalama çıkarılan nod sayısı 7 (4-5) olup 9 hastada 0 dan az nod değerlendirilmişti. Olguların inde ekstansif intraduktal komponent pozitif idi. Ortanca cerrahi sınır yakınlığı 0.5 cm (0.-.5), olguda sınır <=0.4 idi. Lumpektomili 7, kadrantektomili 6 olgu mevcuttu. 45 olguda tümör yatağı klipslerle işaretlenmişti. Radyoterapi lineer akseleratörlerle (Siemens Mevatron KD ve MD) ile tanjansiyel alanlardan 46 Gy ve tümör yatağına 0 Gy boost olarak uygulandı. Olgulardan ine kemoterapi ve 58 ine hormonoterapi verildi. Sağkalım analizinde Kaplan Meier metodu, tek değişkenli analizlerde log-rank ve çok değişkenli analizlerde de Cox regresyon testleri uygulandı. İstatistikler Windows için geliştirilen SPSS- program paketiyle yapıldı. Bulgular: İzlem süresi içinde olguların ü ex olmuştur. Meme kanserine bağlı uzak metastaz gelişen 6 olgudan 4 ü ve ikincil kanser ve buna bağlı metastaz gelişen olgu kaybedilmiştir. Olguların 6 sı kanser dışı nedenlerle (kaza, senilite, GİS kanama, KVH) kaybedilmiştir. Lokal yineleme izlenen iki olgu kurtarma cerrahisi sonrası takiptedir. İzlemde olguda karşı memede primer meme kanseri gelişti ve bu olgular hastalıksız takiptedirler. Olguların 6 si (%84) hastalıksız olmak üzere 64 i (%89) izlemdedir. Ortalama sağkalım süresi 6 ay olup, öngörülen - 5 ve 0 yıllık genel sağkalım oranları %97 ve %9 %85 olarak hesaplandı. Tek değişkenli analizde nonmetastatiklerde ve tümör çapı < cm olanlarda genel sağkalım anlamlı olarak uzundu (p<0.05). Çok değişkenli analizde sağkalım üzerinde etkili metastaz gelişimi olarak saptandı. Sonuç: Bu çalışmadaki evre I meme koruyucu tedavi uygulanan olgularda tümör çapının >cm ve uzak metastaz ve ikinci primer meme dışı kanser gelişimi sağkalımı etkileyen parametreler olarak saptanmıştır. Ref No: P-0 MEME KANSERİ ADJUVAN KEMOTERAPİ SONRASI TAMOKSİFEN TEDAVİSİ SIRASINDA ERKEN DÖNEMDE GELİŞEN MYELOFİBROZ OLGUSU Özlem Uysal Sönmez, Erkan Arpacı, Meltem Baykara, Demet Gürkaş Çekdemir, Zeynep Kahyaoğlu, Fatma Hüsniye Dilek, Ali Tamer 4 Sakarya Üniversitesi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği Tıbbi Onkoloji, Sakarya Sakarya Üniversitesi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği Hemotoloji, Sakarya Sakarya Üniversitesi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Patoloji Kliniği, Sakarya 4 Sakarya Üniversitesi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği, Sakarya Giriş-Amaç: Antrasikler, alkilleyici ajanlar ve topoizomeraz inhibitörleri meme kanserinin sistemik tedavisinde kullanılan temel 4 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER kemoterapotik ajanlardandır. Bu ajanlar ve radyoterapi meme kanseri açısından uzun dönem sağkalım sağlarken beraberinde sekonder malignite potansiyeline sahiptirler. Tamoksifen, selektif östrojen reseptör modülatörü olup meme hücrelerinin östrojen bağlamasını engellemesi nedeniyle östrojen reseptörü pozitif meme kanseri tedavisinde kullanılır. Alkilleyici ajanların ve topoizomeraz inhibitörlerinin sekonder lösemi riski bilinmekle beraber tamoksifen gibi hormonal ajanların bu riski tartışmalıdır. Biz burada adjuvan tedavi sonrası tamoksifen kullanımını sırasında pansitopeni ile başvuran miyelofibroz saptanan olguya dikkat çekmeyi amaçladık. Olgu: yaşında bayan hasta halsizlik ve baş dönmesi yakınmaları ile acil servise başvurdu. İki yıl önce meme kanseri nedeni ile opere olduğunu ve tedavi gördüğünü düzenli takiplerine gittiğini ifade eden hasta, son aydır başlayan halsizlik şikayetine baş dönmesinin ilave olduğunu bildirdi. Hemogramında; Hgb 7 gr/dl, WBC:.4 K/ ul, Neu. K/uL, Plt 8.9 K/uL tesbit edildi. Biyokimya değerleri normaldi. Fizik muayenesinde sol mastektomi ve axiller diseksiyon yapıldığı görüldü. Medikal kayıtlarından yıl önce T N0M0 İnvaziv duktal karsinom nedeni ile opere edildiği 6 kür siklofosfamid, adriamisin kemoterapisi verildiği, radyoterapi uygulanmadığı, kemoterapi sonrası Tamoksifen 0 mg x ile tedaviye devam edildiği öğrenildi.kan ve kan ürünü GCSF desteği sağlandıktan sonra metastaz taramasi için görüntülemeler istendi. Meme ulrasonografisinde, torax -batın tomografisinde, tüm vucut kemik sintigrafisinde metastaz ve/veya lokal nüks bulgusu izlenmedi. Destek tedaviye rağmen hemogramında düzelme olmaması nedeni ile izole kemik iliği infiltrasyonu düşünülerek kemik iliği biopsisi yapıldı. Kemik iliği aspirasyonunda materyal, yetersizdi. Kemik iliği trefin biyopsisinde, kemik trabekülleri arasını dolduran ve hasta yaşı gözönüne alındığında belirgin hiposellüler özellikte kemik iliği mesafeleri izlendi. Kemik iliği mesafelerinde fibrozis görüldü. Masson -trikrom boyasıyla fibrozis alanlarında boyanma izlendi(kollajenfibrozis: retiküler lif derecesi 4/4). Meme karsinomu kemik iliği tutulumu lehine bulgu saptanmadı. Bulgular myelofibroz olarak değerlendirildi. Sonuç: Kemoterapatik ajanların kemik iliği toksisitesi ve sekonder lösemi riski bilinmektedir.tamoksifen gibi hormonal ajanların riski ise halen tartışmalıdır..çok düşük toksisite profili olmasına rağmen sekonder kanserler rapor edilmiştir. Adjuvan kemoterapinin ve tamoksifen tedavisinin potansiyel sağkalım yararı, sekonder kanser gelişme riskinin çok üstündedir.ancak yine de kür şansı olabilen hematolojik maligniteleri, özellikle bu vaka gibi primer malignitesi açısından remisyonda izlenen vakalarda erken dönemde saptamak açısından dikkatli olunmalıdır. Kemik iliği Şekil. MTK X400: MTK (Masson-Trikrom) boyasıyla kemik iliği mesafesinde kollajen fibrozis Kemik iliği Şekil. MTK X00: MTK (Masson-Trikrom) boyasıyla kemik iliği mesafesinde kollajen fibrozis Ref No: P- TRASTUZUMAB AKUT İNFÜZYONEL REAKSİYONU: NADİR BİR DURUM Dilek Erdem, Orhan Önder Eren, Kerem Okutur, Nilgün Şahin Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bölümü Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Bölümü Giriş: Monoklonal antikorlar çeşitli tümörlerin tedavi başarısını artırmaktadır. Geleneksel kemoterapilerden daha iyi tolere edilmelerine rağmen bu ajanlarla da diğer infüzyonel ajanlar gibi infüzyona bağlı reaksiyon gelişebilir. Vaka: 56 yaşında postmenapozal kadın hastada, sağ meme başı akıntısı ile değerlendirilerek yapılan mamografide; sağ memede yaklaşık cm kitle ile aksiller lenf nodu saptandı. Yapılan tru-cut biyopsi, infiltratif duktal karsinom ile uyumlu idi. Östrojen reseptörü %90, progesteron reseptörü %40 ve cerbb +++ olarak sonuçlandı. Bunun üzerine hastaya sağ mastektomi ve sentinel lenf nodu biyopsisi uygulandı. İnvaziv tümör çapı cm ve sentinel lenf nodu olarak çıkarılan 4 lenf nodunun sinde tümör saptandı. Batın ultrasound, akciğer grafisi ve kemik sintigrafisi normal olarak saptandı. Hasta bu haliyle TN olarak evrelendi. Doksorubisin-siklofosfamid 4 kür verildikten sonra hafta boyunca haftalık paklitaksel ve trastuzumab haftalık kombinasyonu planlandı. Trastuzumab öncesi premedikasyon yapılarak tedavi başlandı. Tedavinin 6. dakikasında hastada titreme, bilinç bulanıklığı, soğuk terleme, yüzde flushing ve hafif solunum sıkıntısı görüldü, tedavi öncesi 0/70 mmhg olan kan basıncı 00/0 mmhg olarak ölçüldü. Tedavi sonlandırılarak antihistaminik, kortikosteroid ve antihipertansif verildi. 0 dakika kadar sonra kan basıncı, bilinç durumu ve semptomları gerilemeye başladı. 0 dakika sonra kan basıncı 0/80 mmhg idi ve hasta kendini daha iyi hissediyordu. Daha önceden bilinen hipertansiyon hastalığı olan hastada kan basıncı tedavi öncesi normal değerlerde idi. Hastada tedaviye taksan ile devam kararı alındı. Kan basıncı takiplerinde sorun olmadı. Yorum: Monoklonal antikorların yararı akut infüzyonel reaksiyonlar nedeniyle kısıtlanabilir. Hipersensitivite ve akut infüzyonel reaksiyonlar, akut reaksiyonların önemli bir kısmını kapsar. Ciddi hipersensitivite reaksiyonu, monoklonal antikorlarda %0.6-5 oranında görülür. Hipersensitivite reaksiyonu birden fazla uygulamalardan sonra görülürken akut infüzyonel reaksiyonlar sıklıkla ilk dozun ilk dakikalarında saptanır. Altta yatan neden hakkında kesin bir görüş yoktur ancak immün hücreler yoluyla ya da diğer çeşitli mekanizmalarla ortaya çıkabilir. Trastuzumab ile olduğunda %40 MEME KANSERİ Susesi Otel, Antalya 5

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER ilk dozun ilk 0 dakikası içinde görülür. Premedikasyona rağmen infüzyonel reaksiyon oluşabilir. Hafif-orta şiddetli reaksiyonlar ilaç kesilerek kontrol altına alınabilir sonra yeniden başlanır, ciddi reaksiyonlarda ilaç devam etmemelidir. Premedikasyon önlemleri alınırken monoklonal antikorlar da göz önünde bulundurulmalıdır. Ref No: P- METASTATİK MEME KANSERLİ HASTADA ORAL İBANDRONAT KULLANIMINA BAĞLI CİDDİ HİPOKALSEMİ: BİR OLGU SUNUMU Fatma Avcı, Sema Sezgin Göksu, Alparslan Merdin, Hasan Şenol Coşkun Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi,Onkoloji Anabilim Dalı, Antalya Giriş: Kemik metastazı meme kanserli hastalarda sık görülen bir bulgudur. Meme kanserine bağlı kemik metastazında iskelet sistemi ile ilişkili komplikasyonların engellenmesinde bifosfonatlar etkindir. Bifosfanat tedavisine bağlı olarak hipokalsemi görülebilmesine rağmen, oral bifosfanat tedavisinden sonra semptomatik hipokalsemi nadir görülür ve genellikle tedavi başlangıcından haftalar sonra ortaya çıkar. Burada, oral ibandronik asit tedavisi ile erken dönemde ciddi hipokalsemi gelişen metastatik meme kanseri tanılı bir hasta sunulmuştur. Olgu: Kırk yedi yaşında kadın hasta, yaklaşık aydır olan halsizlik, tüm vücutta yaygın eklem ağrısı şikayetinin giderek artması ve son gündür ağız çevresinde uyuşma, karıncalanma ortaya çıkması üzerine acil servise başvurdu. Hastanın öyküsünden 005 yılında meme kanseri tanısıyla ameliyat edildiği, adjuvan kemoterapi aldığı, 0 yılı Ocak ayından itibaren nüks metastatik meme kanseri nedeniyle kemoterapi aldığı öğrenildi. Hasta kemik metastazı nedeniyle 40 gündür oral ibandronik asit 50 mg x kullanmaktaydı. Hastanın yapılan fizik muayenesinde kalp atımları ritmik ve taşikardik, Chvostek testi ve Trousseau belirtisi pozitifti. Diğer sistem muayeneleri doğaldı. Hastanın kan ve biyokimyasal parametrelerinde; Hemoglobin 0. g/dl, kalsiyum,8 mg/dl (düzeltilmiş kalsiyum 4, mg/dl), Magnezyum,4 mg/dl, Fosfor 0,7 mg/dl, Albumin, g/dl, Paratiroid hormonu 90 pg/ml (5-65 pg/ml), 5 OH VitD ng/ ml olarak bulundu. Transaminaz, alkalen fosfataz, gama glutamil transeferaz, total bilirubin, BUN (Blood urea nitrogen) ve kreatinin değerleri normal sınırlarda saptandı. Elektrokardiyografi (EKG) de QT mesafesi uzamıştı. Hipokalsemiye bağlı semptomları olan, aynı zamanda D vitamin eksikliği de tespit edilen hastaya ıntravenöz kalsıyum replasmanı yapıldı ve VitD başlandı. Oral ibandronik asit tedavisine ara verildi. Takiplerinde hastanın hipokalsemisi düzeldi ve VitD düzeyleri normal sınırlara geldi. Hastada kemik metastazı olması nedeniyle, zolendronik asite geçilmesine karar verildi. Hastanın tedavisine VitD replasmanı, kalsıyum ve zolendronik asit ile devam edildi. Sekiz aydır zolendronik asit tedavisi alan hastanın, kontrollerinde bakılan kalsıyum değerleri normal sınırlarda seyretmektedir. Sonuç: Burada sunulan hastamızda hipokalsemiye bağlı semptomlar oral ibandronik asit kullanmaya başladıktan sonra 40.günde ortaya çıkmıştır. Bu kadar kısa sürede semptomatik hipokalsemi görülmesinde D vitamini eksikliğinin de eşlik etmesinin önemli rolü olduğu düşünülmektedir. Kemik metastazı olan meme kanserli hastalarda, iskelet sistemi ile ilişkili olay gelişme riskini azaltması ve iskelet sistemi ile ilişkili olayın gelişme süresini uzatması nedeni ile palyatif tedavinin bir parçası olarak kullanılan bifosfonatların kullanımı sırasında serum kalsiyum,vitamin D seviyelerinin yakın takip edilmesi ve gereğinde replasman yapılması ile hipokalsemi gelişiminin engellenebileceği düşüncesindeyiz. Ref No: P- 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ KOLON METASTAZİK MEME KANSERİ OLGU SUNUMU Ömer Uyanık, Özlem Yersal, Esin Oktay, Mehmet Sağıroğlu, Nezih Meydan, Sabri Barutça Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanserdir. Meme kanserleri ensık kemik, akciğer, karaciğer, santral sinir sistemi, adrenal bez gibi uzak organlara metastaz yapabilir. Ancak meme kanserinde atipik metastazlar nadir değildir. Meme kanserinin kolon metastazlarının nadir görülmesi literatürde yeterli veri olmaması nedeniyle bu olgunun sunumu amaçlanmıştır. Bulgular: 55 yaşında sol memede eline kitle gelmesi üzerine başvurduğu dış merkezde yapılan mamografide sol memede x cm kitle saptanması üzerine lumpektomi, aksillar lenf nodu diseksiyonu yapılmış. Patoloji sonucu invaziv duktal karsinom, adet reaktif lenf nodları, ER %50, PR negatif, cerbb negatif saptanmış, hastaya radyoterapi verilmiş ve aromataz inhibitörü başlanarak takibe alınmış. Takibinin dördüncü yılında sağ akciğer üst lobda 4 mm nodül, sol. sternokostal bileşkede 7x6,5 cm kemik metastazı saptanarak sağ akciğerdeki nodüle kama biyopsisi ve.sternokostal bölgeye radyoterapi verilmiş. Sonrasında hastaya çoklu kemoterapi protokolleri verilmiş. Kemoterapi tedavisi sırasında sürrenal metastazı gelişen hastaya cyberknife uygulanmış. Takibimize giren hastaya kontrol tomografilerinde karaciğerde multiple metastaz saptandı ve kemoterapi protokolü değiştirildi. Aralık 0 tarihinde yanıt değerlendirme amaçlı çekilen PET-BT de karaciğerde multiple metastaz, transvers kolon seviyesinde 4 cm çapında düzensiz sınırlı kitle saptandı. Belirgin gastrointestinal sistem şikayeti olmayan hastaya yapılan total kolonoskopide; transvers kolon proksimalinde cm uzunluğunda lümene protrüze olmuş ülsere kitle görüldü ve alınan biyopsilerde immünhistokimyasal olarak sitokeratin 7 pozitif, ER %70, sitokeratin 0 negatif, PR negatif, CDX negatif, GCDFP-5 zayıf boyanma, cerbb +, histokimyasal PAS negatif meme karsinom metastazı olarak raporlandı. Hastaya karaciğer metastazlarına yönelik intraarteryel yitrium-90 mikrosfer tedavisi planlandı. Hastanın metastazik kolon kitlesine yönelik şu an şikayeti olmadığından dolayı cerrahi tedavi planlanmadı. Sonuç: Meme kanserlerinin gastrointestinal metastazı otopsi serilerinde %-4.5 oranında saptanmış. Literatür taramasında, meme kanseri gastrointestinal metastazı olan 06 hasta belirlendi ve metastazın en sık mide (%60) olduğu görüldü. Kolona metastaz yapmış tümörlerin ana tedavisi tutulmuş segmentin rezeksiyonudur. Ancak meme kanserinin kolon metastazı çok nadir olduğu için ilave tedaviler konusunda fikir birliği oluşturacak prospektif çalışmalar yapılamamaktadır. Bu bilgiler ışığında asempomatikte olsa meme kanseri hastalarında atipik metastazların da olabileceği akılda bulundurulması gerekmektedir. Ref No: P-4 METAPLASTİK MEME KANSERİ OLGU SUNUMU Özlem Aynacı, Emine Canyılmaz, Zümrüt Bahat, Mustafa Kandaz, Ümit Çobanoğlu, Feyyaz Özdemir Karadeniz Teknik Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı. Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi Patoloji Anabilim Dalı. Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı. Trabzon Amaç: İnvaziv meme karsinomları arasında en sık görülen histolojik tip invaziv duktal karsinomlardır (). Metaplastik tip kanserler (MMK) ise çok nadir görülen ve meme kanserlerinin %0.08 0. lik kısmını oluşturan tipidir (5). Biz de kliniğimize MMK tanısıyla başvuran bu olguyu literatür eşliğinde tartışmayı amaçladık. Olgu: Elli yaşında bayan hasta sol meme dış kadranda ele gelen kitle nedeniyle doktora başvurdu. Çekilen mamografide BİRADS 5 6 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER olarak raporlanan kitlesi olması üzerine insizyonel biyopsi yapıldı. Biyopsi sonucu malign gelen hastaya modifiye radikal mastektomi yapıldı. Patolojik incelemesi; metaplastik karsinom, HG:, NG:, tümör çapı 5 cm, ER (-), PR (-), cerb b (-) +/ 9 lenf nodu metastazı, fasya cerrahi sınır mm yakınlıkta olarak raporlandı. Adjuvan olarak kür Siklofosfamid -Epirubisin - 5- Florourasil + kür Paklitaksel kemoterapisi uygulandı. Ardından göğüs duvarı lokalizasyonuna 00 cgy/fk ile toplam 50 Gy XRT uygulandı. Tedavileri tamamlanan hasta takip sürecine ayrıldı. Tartışma: Metaplastik tümörler invaziv meme kanserlerinden olup glandüler epitelde transformasyon veya metaplazi meydana gelmesi sonucu oluşur (). Literatürde metaplasinin tipi ile prognoz ilişkilendirilmiştir. Epitelyal tipte 5 yıllık yaşam süresi %65 iken sarkomatöz tipte bu %40 olarak bildirilmiştir. Ortalama görülme yaşı 50 ve üzeridir. Genellikle hızlı büyüyen kitle ile karakterizedir. Aile öyküsü sadece çalışmada ilişkili bulunmuştur. Lenf nodu metastazı yapma olasılığı düşük olup literatürde %5-50 arasında bildirilmiştir. MMK nde genellikle triple negatiftir. MMK nin optimal tedavisi tartışmalı olup cerrahi uygulamalar negatif cerrahi sınırla lokal eksizyondan mastektomiye kadar değişmektedir. Meme koruyucu cerrahi sonrası uygulanan radyoterapi lokal kontrolü artırmaktadır. Adjuvan tedavi olarak antrasiklin bazlı kemoterapotik ajanlar önerilmektedir.bizim olgumuzda tümör çapı 5 cm olup yüksek gradeli idi.hastamıza cerrahi girişim sonrası adjuvan kemoterapi ve radyoterapi uygulandı. Metaplastik meme karsinomlarının lenf nodu metastaz riski adenokarsinomlardan düşük ancak uzak metastaz yapma riski yüksektir. Lokal nüks oranları ilk -5 yıl için %5-6 dir. Sonuç: Tedavisi invaziv duktal karsinomla aynı prensipleri paylaşsa da lokal nüks daha fazla görüldüğü için daha agresif tedaviler uygulanmalıdır. Ref No: P-5 MASTEKTOMİ VE BEDEN İMAJI Sema Koçan, Ayla Gürsoy Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Rize Karadeniz Teknik Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Cerrahi Hastalıklar Hemşireliği Anabilim Dalı, Trabzon Meme kanseri, dünyada kadınlarda en sık görülen, ölüme yol açan ve görülme oranı yıllara göre artış gösteren bir kanser türüdür. Meme kanseri tedavisi günümüzde cerrahi, radyoterapi, kemoterapi ve hormonoterapi ile yapılmaktadır. Özellikle cerrahi tedavi, kadını psikososyal yönden etkilemektedir. Kanserde cerrahi tedavi sonucu dıştan görülen bir organın kayba uğraması ve beden görünümünün değişmesi, hastalar için yıkıcı sonuçlara neden olabilmektedir. Birçok toplumda kadının memesi estetik görünümün, cinselliğin, anneliğin, bebeğin beslenmesinin simgesi olarak görülmektedir. Bu açıdan bakıldığında, mastektomi ile yaşanan meme kaybı, kadınlığın, doğurganlığın, çekiciliğin ve cinselliğin kaybı olarak algılanmakta ve bu durum kadının beden imgesinde zedelenmeye bağlı olarak çeşitli psikososyal sorunlara neden olmaktadır. Mastektomi sonrası kadınlara profesyonel boyutta psikososyal destek sağlamak hemşirelerin önemli sorumluluklarından biridir. Makale meme kanseri tedavisinin kadınların beden imajı üzerine etkilerini ele almaktadır. Ref No: P-6 KEMOTERAPİ SONRASI BRUSELLOZA SEKONDER FEBRİL NÖTROPENİ İLE BAŞVURAN MEME KANSERLİ HASTA Taner Babacan, Yusuf Ziya Şener, Furkan Sarıcı, Ozan Balakan, Burak Aktaş, Azize Gökhan, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Gaziantep Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı, Gaziantep Amaç: Bruselloz, Türkiye nin de içinde bulıunduğu Akdeniz ülkelerinde önemli bir halk sağlığı problemi oluşturan zoonotik bir hastalıktır. Febril nötropeni kanserli hastalarda kemoterapi sonrası sık görülen bir komplikasyondur. Bruselloz retiküloendoteliyal sistem tutulumu yaparak sitopenilere yol açsa da, bruselloz vakalarında febril nötropeni nadir görülür. Gereç-Yöntem: Bu bildiride meme kanseri nedeni ile kemoterapi aldıktan sonra brusellaya sekonder febril nötropeni gelişen bir vaka rapor ettik. Olgu: TNM0 meme kanseri tanısı alan 58 yaşında postmenopozal kadın hasta; siklofosfamid (600mg/m), adriamisin (60 mg/m) (AC) bazlı ilk kür adjuvan kemoterapi sonrası. günde gelişen febril nötropeni, miyalji ve artralji ile kliniğimize başvurdu. Hastanın fizik muayenesinde arteryel kan basıncı 00/60 mmhg, ateş 8.ºC, nabız: 94/dk olarak saptandı. Tam kan sayımında hemoglobin 8.5 gr/ dl, lökosit 500/mm (nötrofil 00/ mm),trombosit 84.000/ mm olarak saptandı. Febril nötropeni protokolü uygulanan hastaya ampirik meropenem ile birlikte G-CSF başlandı. Devam eden ateşleri nedeni ile vankomisin eklenen hastanın ateş yanıtı olmaması üzerine antifungal tedavi planlanırken, hastanın pastörize edilmemiş süt içme öyküsü öğrenilmesi üzerine gönderilen brusella tüp aglutinasyon testi /80 pozitif saptandı. Hastadan gönderilen kan kültürlerinde Brucella melitensis üremesi saptandı. 00 mg/gün doksisiklin ve 600 mg/gün rifampisin başlandıktan sonra. günde ateş yanıtı olan hastanın nötrofil sayısı tedavi başlandıktan sona 7. günde 600/ mm değerine yükseldi. Hastanın antibiyoterapisi 6 aya tamamlandı. Sonuç: Brusellozun endemik olduğu bölgelerde kemoterapi sonrası gelişen ampirik antibiyoterapiye dirençli febril nötropeni olguları sadece kemoterapi etkisine bağlanmamalı ve özellikle pastörize edilmemiş süt ve süt ürünleri ile beslenme, hayvan teması gibi şüphe uyandırıcı faktörlerin de varlığında brusella ekarte edilmelidir. Ref No: P-7 FİBROADENOM ÖN TANISI İLE GELEN METAPLASTİK KARSİNOM(KONDROİD DİFERANSİASYON GÖSTEREN HİGH GRADE İNVAZİV DUKTAL KARSİNOM) Arzu Taşdemir, Arzu Oğuz, Dilek Ünal, Hatice Karaman, Hasan Mutlu Kayseri Eğitim Araştırma Hastanesi Memenin metaplastik karsinomu, tüm malign meme lezyonlarının % inden azını oluşturan, yüksek dereceli nadir bir lezyondur. Metaplastik meme karsinomu terimi ilk kez Huvos ve arkadaşları tarafından 974 yılında kullanılmıştır. Diğer meme kanserlerine göre daha kötü prognozlu ve agresif seyirlidir. Memenin metaplastik karsinomu, malign epitelyal ve malign mezenkimal doku komponentlerinin birlikte bulunduğu bifazik lezyonları içine alan heterojen grubu tanımlayan genel bir terimdir. Epitelyal komponentler andiferansiye karsinom, adenokarsinom, in situ karsinom, invaziv duktal karsinom veya skuamoz hücreli karsinomdan oluşabilir. Mezenkimal komponentlerde ise, andiferansiye bağ doku hücrelerinden fibroblast, kondroblast veya osteoblast hücrelerine kadar değişebilen özellikte elemanlar bulunabilir Metaplazi tipinin prognoz ile bir ilişkisi bulunamamıştır. MEME KANSERİ Susesi Otel, Antalya 7

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER Bu yazıda 45 yaşında bir bayan hastada, fibroadenom ön tanısı ile laboratuarımıza segmental mastektomisi gelen ve metaplastik karsinom tanısı alan olgu sunulmuştur. Sol memede, boyutlarında giderek büyüme olan kitle ile başvuran hastanın ultrasonografisinde sol meme üst orta kadranda 5cm çaplı kistik, komşu alanlarda cm nispeten düzgün sınırlı solid kitle fibroadenom? ön tanısı alan hastaya segmental mastektomi uygulandı. Segmental mastektominin makroskobik incelenmesinde.8x.5xcm ölçülerinde düzgün sınırlı, kesit yüzü sert bej renkli, nekroz alanları bulunduran tümöral yapı dikkati çekti. Tümörün mikroskobik incelenmesinde geniş nekroz alanları içeren yüksek grade(gradeiii) invaziv duktal karsinom alanları(şekil) ve arada mezenkimal kondroid alanlar(şekil) görüldü. Vaka Metaplastik karsinom(kondroid diferansiasyon gösteren yüksek grade invaziv duktal karsinom) olarak rapor edildi. İmmünohistokimyasal olarak ER(-), PR(-), cerbb + membranöz pozitif boyanma, kondroid alanlarda s00 ile pozitif boyanma elde edildi. Şekil. Geniş nekroz alanları gösteren, arada kondroid alanlar izlenen tümöral yapı, 0xHE Ref No: P-8 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ MEME KANSERİ TEDAVİSİNDE CERRAHİ YÖNTEMLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ Şebnem Yaman, Sercan Aksoy, Mehmet Ali Nahit Şendur, Ozan Yazıcı, Taner Babacan, Nuriye Yıldırım Özdemir, Nurullah Zengin, Kadri Altundağ Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Giriş: Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanserdir. Cerrahi tedavi; tedavinin temel taşlarından biridir. Son 0 yılda erken evre meme kanserinin cerrahi tedavisinde oldukça büyük değişiklikler olmuştur. Modifiye radikal mastektominin yerini meme koruyucu cerrahi almıştır. Yirmi yıldan fazla takip süresi olan çalışmalar sonucunda meme koruyucu cerrahinin mastektomiye benzer sağkalım sağladığı gösterilmiştir. Meme koruyucu cerrahinin uygulanma oranları merkezlere göre değişiklik göstermektedir. Bu çalışmada meme kanseri tanısı alan hastalarda uygulanan cerrahi yöntemlerinin sıklığının araştırılması amaçlanmıştır. Materyal-Metod: 004-0 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı na başvuran 849 meme kanseri tanısı alan hasta verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Sonuçlar: 849 meme kanseri tanısı alan hastanın verileri retsrospektif olarak değerlendirildi. Radikal mastektomi ve modifiye mastektomi aksiller lenf nodu yapılan 85 (65%) hasta saptandı. Bu hastaların 446 (4%) tanesi T tümöre, 94 (50) hasta T tümöre, 79 (0%) hasta T tümöre, 98(%) hasta T4 tümöre sahip idi. 5 (8%) hastaya Basit mastektomi operasyonu yapıldığı saptandı. Modifiye radikal mastektomi-radikal mastektomi ve basit mastektomi yapılan hastaların ortanca tanı yaşı 49 (-79) olarak saptandı. Meme koruyucu cerrahi yapılan 75 (6%) hasta mevcut idi. Bu hastaların 78 (50%) tanesi T tümöre, (44%) tanesi T tümöre, (4%) hasta T tümöre sahip idi. Meme koruyucu cerrahi yapılan hastaların ortalama yaşı 40 (0-68) idi. Tartışma: Son yıllarda cerrahi tekniklerdeki değişikliklerle birlikte erken evre meme kanserlerinde meme koruyucu cerrahi tercihi artmaktadır. Meme koruyucu cerrahi ile mastektomi arasındaki seçim hastanın klinik özelliklerine ve kişisel tercihine göre yapılabilir. Şekil. Kondroid alanlarda s00 immünohistokimyasal boyamasında pozitif nükleer boyanmax0 Ref No: P-9 ATİPİK İNTRAABDOMİNAL METASTAZLA SEYREDEN BİR MEME KANSERİ OLGUSU Kerem Okutur, Kezban Nur Pilancı, Filiz Elbüken, Çetin Ordu, Cem Balcı, Fatih Atuğ 4, Levent Erdem 5, Sezer Sağlam, Coşkun Tecimer, Gökhan Demir İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilimdalı, İstanbul Özel Gayrettepe Florence Nightingale Hastanesi, Radyoloji Bölümü, İstanbul İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilimdalı, İstanbul 4 İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilimdalı, İstanbul 5 İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji Bilimdalı, İstanbul Giriş: Meme kanserinde atipik metastazlar nadir görülmemekle birlikte FDG negatif, intraabdominal yerleşimli ve kitle imajı vermeyen metastatik hastalık nadirdir. Olgu: 58 yaşında kadın hastaya bir dış merkezde Haziran 00 de DCIS tanısıyla sol mastektomi ve aksiller küretaj uygulanmış. Hasta Eylül 0 de baş ağrısı, yürüyememe ve yaygın kemik ağrıları nedeniyle başvurdu. Yapılan tetkiklerinde multipl kemik metastazları ve leptomeningeal metastatik hastalık saptanan hastanın kemik biyopsisi sonucu invaziv duktal karsinomdu [ER (-), PR (-) ve HER (+)]. Trastuzumab, zoledronik asit ve intratekal metotreksat başlanan hasta tedavinin. ayında yürümeye başladı ve performans durumu normale döndü. Genel durumunda belirgin düzelme olması üzerine 8 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ocak 0 de tedaviye dosetaksel eklendi. Haziran 0 deki tetkiklerinde tüm metastazlarda regresyonun devam etmesi üzerine kemoterapiye bir süre ara verildi ve trastuzumab + zoledronik asit ile devam edildi. Ocak 0 de hastanın bulantı-kusma yakınması başladı. Kranial MR ı, tümör belirteçleri, üst GİS endoskopisi normal olan hastanın PET-CT sinde düşük metabolik aktivitede kemik metastazları dışında tutulum yoktu. Karaciğer fonksiyon testlerinde hafif artış ve ılımlı bir kolestaz ortaya çıkan hastanın batın BT sinde koledokta ve intrahepatik safra yollarında genişleme, duedonum. kısımda cidar kalınlaşması ile çevre retroperitoneal alanda sağ perirenal aralığa ve komşu mezentere uzanımları gözlenen yağlı doku kalınlaşmaları, ayrıca sağ üreterde kontrast tutan cidar kalınlaşmaları ve sağ grade II hidronefroz saptandı, ancak intraluminal bir patoloji izlenmiyordu. MRCP de safra yolları ve koledokta genişleme dışında papillada düzeyinde obstrüksiyon ve enflamatuar olduğu izlenimi veren belirginleşme, ayrıca sağ üreterde tortioze görünüm mevcuttu (Şekil -). Hastaya sağ üretere kateter kondu ve bu işlemde eş zamanlı olarak BT de üreter çevresindeki doku kalınlaşması alanından iğne biyopsisi alındı. Patolojik inceleme sonucu invaziv duktal karsinom metastazı ile uyumluydu, ayrıca reseptör ve HER durumu primer tümör ile aynıydı. Hastaya. basamak sistemik tedavi başlandı. Sonuç: Meme kanserinde, özellikle visseral organlar dışındaki alanları ilgilendiren alışılagelmişin dışındaki klinik durumlarda, PET-CT ve diğer görüntüleme yöntemleri ile net olarak gösterilemese dahi metastatik hastalık ekarte edilmeli ve bu amaçla mümkün olan en uygun lokalizasyondan doku biyopsisi düşünülmelidir. Şekil. MRCP görüntülemede safra yolları ve koledokta dilatasyon, sağ üreterde tutuluma bağlı tortiyoze görünüm Ref No: P-40 MEMENİN İNTRAKİSTİK PAPİLLER KARSİNOMU:İKİ OLGU SUNUMU Emine Canyılmaz, Gonca Uslu, Zümrüt Bahat, Lasif Serdar, Sevdegül Mungan, Feyyaz Özdemir Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Bilim Dalı Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Amaç: İntrakistik papiller karsinom (IPK) memenin nadir görülen malign tümörlerindendir. Duktal karsinoma insitulardan (DCIS) daha iyi prognozludur. Postmenapozal kadınlarda görülen kistik lezyonların değerlendirilmesinde ve ayırıcı tanısında intrakistik papiller karsinom hatırlanmalıdır. Bu lezyonların tedavisinde segmenter mastektomi önerilmekle birlikte adjuvan tedavi konusunda ise henüz oluşmuş bir konsensus bulunmamaktadır (). Bizde, kliniğimize IPK tanısı ile başvuran iki olguyu literatür eşliğinde sunmayı amaçladık. Olgu : 68 yaşında postmenapozal hasta, sağ memede ele gelen kitle farketmesi ile hastaneye müracaat etdi. Meme ultrasonagrafisinde sağ meme üst-iç kadranda 8xmm, mikrokalsifikasyon içeren düzensiz konturlu kistik kitle tespit edildi (Şekil-). Hastaya kistik lezyonu içeren lumpektomi ve sentinel lenf nodu biyopsisi (SLNB) yapıldı. IPK, Cerb-B (-), cerrahi sınır (-), adet sentinel lenf bezi reaktif olarak raporlandı. Olgu : 4 yaşında premenopozal hasta, sağ memesinde kitle fark etmesi üzerine hastaneye başvurdu. Meme ultrasonografisinde sağ meme areola komşulğunda, 9X0 mm boyutunda, yoğun içerikli duktal ektazi saptandı Sağ meme saat 7 hizasındaki kitle eksize edildi. Patolojisi:. cm papiller neoplazm, östrojen ve progesteron reseptörü (+), cerb-b (-), sınır (+) olarak raporlandı (Şekil ). Hastaya 0 gün sonra reeksizyon ve SLNB yapıldı. Patolojisi ilk eksizyon bölgesi etrafında insitu duktal karsinom,.5x cm, nükleer grade, cerrahi sınır (-), adet sentinel lenf bezi reaktif olarak raporlandı. Postoperatif dönemde her iki hastaya 50 Gy radyoterapi uygulandı ve tamoksifen başlandı. Tartışma: İntrakistik papiller karsinom (IPK) tüm meme kanseri tanılı hastaların %0.5- de görülür. İyi prognozludur ve genellikle postmenapozal kadınlarda görülür. İnvazif bir yapısı yoktur. İntrakistik papiller karsinom tek başına olabileceği gibi, DCİS ya da invazif duktal karsinomla beraber de bulunabilir (,). Genellikle büyük kitleler halinde ve areola altı yerleşimlidir. Tanı, tedavi ve klinikopatolojik özellikler için tanımlanmış standart kriterler olmadığı için IPC tanısını koymak zordur. İntrakistik papiller karsinomlar kistik kitle tespit edilen postmenapozlu kadınlarda ayırıcı tanıda düşünülmelidir. İntrakistik papiller karsinomlar nadir görülmeleri nedeniyle, literaturdeki seriler az sayıdaki vakalardan oluşmuştur ve bunların tedavisinde görüş birliği gelişmemiştir. Aksiler lenf nodu metastazı %4 oranındadır. Bu nedenle bu tümörler icin yapılan aksiler disseksiyon sorgulanmış ve sentinel lenf nodu biyopsisinin aksillanın değerlendirilmesinde yeterli olacağı bildirilmiştir (,4). Günümüzde bu kanserlerde radyoterapi ve endokrin tedavinin yeri belirsizdir. Tedavisinde negatif cerrahi sınırla kitlenin çıkartılması yeterli görülmektedir. Ancak adjuvan tedavi kararı vaka bazında tümörün özelliklerine göre belirlenmelidir ve gelecekte bu konuda çok merkezli daha geniş çalışmalar yapılmalıdır. MEME KANSERİ Şekil. Koledokta genişleme Susesi Otel, Antalya 9

MEME KANSERİ POSTER BİLDİRİLER Şekil. 8xmm, mikrokalsifikasyon içeren düzensiz konturlu kistik kitle (olgu ) 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ yerinde 5 cm e ulaşan makrolobüle ve multilobülasyon gösteren kitle (BI-RADS IV) tespit edilmiştir.meme ultrasonografisinde,sağ meme periareolar alanda ekrana sığdığı kadarıyla 4xmm makrolobüle konturlu parsiyel ekojen içerikli kistik oluşum tespit edilmiştir.. Bunun üzerine tru-cut biyopsi yapılmış ve histopatolojik olarak osteoklastik tipte dev hücreler içeren fibrohistiositik tümör tanısı konulmuştur.patolojik olarak H-E ve immünohistokimyasal inceleme sonucunda lezyonu oluşturan iğsi görünümlü hücrelerde, düz kas aktin ile (+) boyanma ve arada bolca izlenen dev hücrelerde ise CD- 68 ile boyanma görülmektedir.ki-67 ile yüksek proliferatif aktivite mevcuttur.pet-ct de metastaz saptanmamıştır.hastaya sağ mastektomi+sentinal lenf nodu disseksiyonu uygulanmıştır.hasta onkolojik tedavi için kliniğimize refere edilmiştir.sonuç: Osteoklastik dev hücreli meme kanseri nadir görülen bir antite olup WHO sınıflamasında invaziv duktal karsinomların tanımlanamayan subgrubunda yer alır. ODH ler kribriform, tübüler,müsinöz,papiller,lobüler,skuamoz ve diğer metaplastik tipleri içeren invaziv duktal karsinom varyasyonlarına eşlik eder.farklı tümör histolojisine rağmen birçok vaka inflamatuar hipervasküler stromadan oluşan iyi sınırlı kitlelerdir. Osteoklastik tipi dev hücrelerin histiyositlerden köken aldığı ve makrofajlardan farklılaştığı öne sürülmüştür.makrofajlar pro-tumöral ve anti-tumöral aktiviteye sahiptirler.bunların klasik anti-tümöral rolleri;antijen varlığında T-cell aktivasyonunu sağlayarak spesifik immüniteyi uyarmaktır.osteoklastik dev hücreler kemik osteoklast benzeri özelliklere sahiptirler ancak antikanser savunma mekanizmasında antijen sunma yetenekleri yoktur.makrofaj ve anjiogenezis varlığı meme kanserinde kötü prognozu gösterir. Şemil. Küçük büyütmede kistik boşluk içerisinde papiller yapılar oluşturan neoplastik gelişim izlenmekte (HEx40) (olgu ). Ref No: P-4 MEMEDE OSTEOKLASTİK TİPİ DEV HÜCRELER İÇEREN MALİGN MEZENKİMAL TÜMÖR OLGU SUNUMU Selvi Tabak Dinçer, Senar Günenç, Bekir Eren, Mustafa Ünsal S.B. Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği Giriş: Osteoklast tipi dev hücreli (ODH) malign mezenkimal tümör oldukça nadir görülür.970 li yılların sonunda osteoklast benzeri hücrelerin bulunduğu bir meme karsinomu varyantı tanımlandı.bu karsinomun diğer özellikleri;zengin kapiller ağı,hemoraji ve orta atipi gösteren kribriform epitelyal büyüme alanlarının bulunmasıdır.osteoklast tipi dev hücreler genellikle neoplastik hücrelerin periferinde lokalizedir.bunlar osteoklastik morfoloji gösterir ve histiositik belirteçler salgılarlar.bu tip karsinomlar nadirdir ve olgu sunumu olarak karşımıza çıkar.olgu: Kliniğimize başvuran meme kanseri tanılı hasta 49 yaşında olup premenapozedir.sağ memede 6 yıldır varolan 0.5 cm kitlesi fibroadenom ön tanısı ile takip edilmiştir. Hastanın kitlesi son 6 ay içinde progresif olarak büyümüştür. Çekilen son mammografisinde,sağ meme üst iç kadranda en geniş Ref No: P-4 MASTEKTOMİ SONRASI LENFÖDEM YÖNETİMİ Sonay Baltacı Göktaş, Tülin Yıldız, Arzu Malak, Tarkan Yetişyiğit Akademik Hospital İstanbul Namık Kemal Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Cerrahi Hastalıkları Hemşireliği Ana Bilim Dalı Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Tekirdağ Amaç: Meme kanseri dünyada kadınlar arasında en sık görülen maling tümör olup, kadınlarda görülen tüm kanserlerin yaklaşık %0 unu oluşturmaktadır. Günümüzde meme kanserinde erken teşhis yöntemleri ve multidisipliner tedavi yaklaşımları ile sağkalım oranları önemli oranda artmıştır. Ayrıca, tedavi sonrası uzun dönemde yaşam kalitesi hastalar için önemi giderek artan bir konudur. Meme kanseri nedeniyle ameliyat olan hastalarda lenfödem sık gelişen bir sorundur. Bu çalışmada; kendi kendine lenfödem yönetimi ile hastaların lenfödem konusundaki farkındalıklarının artırılması, komplikasyonun erken dönemde anlaşılması, koruyucu uygulamalarla gelişiminin önlenmesi ve yaşam kalitesinin artırılması amaçlanmaktadır. Yöntem-Gereçler: Meme kanseri olan hastaların yaklaşık %5-0 sinde lenfödem gelişmekte ve ameliyattan hemen sonra oluşabileceği gibi yıllar sonra da ortaya çıkabilmektedir. Lenf ödem gelişmesindeki en önemli nedenler arasında ameliyatın tipi, aksiller lenf nodu diseksiyonu yapılma durumu, çıkarılan lenf nodu sayısı, tümörün infiltrasyonu, ameliyat sonrası drenaj miktarı ve süresi, seroma oluşumu, hastanın radyoterapi alması ve kanserin ileri evrede olması sayılabilmektedir. Lenf ödem kolda duyusal problemler, ağrı, güç kaybı ve hareket kısıtlılığı gibi fonksiyonel yetersizliklerin yanı sıra, oluşan deformite nedeniyle sosyal izolasyona ve psikolojik morbiditeye neden olarak yaşam kalitesini de etkilemektedir. Hastanın aksiller diseksiyon yapılmış taraftaki kolunda enfeksiyon veya ödem gelişimini önlemek tedavinin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Hemşire ödemi önleyici, tedavi ve rehabilite edici uygulamaların hepsinde yer almalıdır. Sonuç: Meme kanseri nedeniyle ameliyat olan hastalarda lenfödem sık gelişen bir sorundur. Lenf ödem yönünden risk oluşturabilecek 0 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER tüm etmenler detayları ile birlikte araştırılmalıdır. Lenf ödemin ortaya çıkma sıklığını, hastaya uygulanan hemşirelik bakım hizmetleri etkilemektedir. Mastektomi sonrası hemşirelik bakımının en önemli amaçlarından biri de etkilenmiş taraftaki kolun fonksiyonunu eski haline döndürmektir. Lenf ödemi önlemek için kolun elevasyona alınması, hekimin önerisi doğrultusunda egzersizlere başlanması, hastaya bu egzersizlerin öğretilmesi ve hastanın egzersizleri yapması konusunda desteklenmesi, aileden birinin özellikle eşin eğitime katılması kişilerarası iletişimi güçlendirecektir. Ayrıca hemşirelik bakımının, hasta ve ailesinin hastalıkla ilgili olumsuz duyguları ile baş etmede de yardımcı olacağı düşünülmektedir. Ref No: P-4 MEMENİN ADENOKİSTİK KARSİNOMU: OLGU SUNUMU Şebnem Yaman, Sercan Aksoy, Mehmet Ali Nahit Şendur, Zafer Arık, Ozan Yazıcı, Taner Babacan, Nuriye Yıldırım Özdemir, Nurullah Zengin, Kadri Altundağ Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara kadınlarda ve ortalama 55-60 yaş civarında görülmektedir Diğer meme kanserlerine göre daha iyi prognoza sahiptirler. Daha az lenf nodu ve uzak metastaz yapma eğilimindedirler. Ancak günümüzde adenoid kistik karsinom için optimal tedavi yaklaşımı bilinmemektedir. Olgu: 65 yaşında kadın hasta 007 yılında merkezimize sağ memede ele gelen kitle şikayeti ile başvurdu. Hastaya meme koruyucu cerahi ve aksiller lenf nodu disseksiyonu yapıldı. Patoloji sonucu adenoid kistik karsinom olarak rapor edildi. Tümör çapı.8 cm, lenf nodu negatifti. Hormon reseptör ve HER- statusu negatif olarak saptandı. Hastaya adjuvan kemoterapi verilmedi. Adjuvan radyoterapiden sonra hasta ilaçsız takibe alındı. Hasta 5 yıldır takipte ve remisyonda olarak izlenmektedir. Tartışma: Adenoid kistik karsinom çok nadir görülen bir meme kanseri türüdür. Genellikle tipik klinik prezentasyona sahiptirler. Tanı standart görüntüleme yöntemleri ve biyopsi ile konulur. Bu tümörlerde daha az lenf nodu metastazı ve uzak metastaz saptanmaktadır. Adenoid kistik karsinomlar genellikle hormon reseptörü negatif olan tümörlerdir. Ancak iyi prognostik özelliklerine rağmen nadir de olsa lokal nüks ve uzak metastaz bildirilmektedir. Günümüzde memenin adenoid kistik karsinomu için optimal tedavi seçeneği bilinmemektedir. MEME KANSERİ Giriş: Adenoid kistik karsinom; tüm meme kanserleri içerisinde 0.%-0.% oranında görülmektedir. Genellikle postmenapozal Susesi Otel, Antalya

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-44 PRİMER GASTRİK LENFOMALARIN TANISINDA PATOLOGLAR ARASI UYUM Didem Uzunaslan, Caner Saygın, Ahu Senem Demiröz, Şermin Güven, Gülen Doğusoy, Süha Göksel, Hilal Akı İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Onkoloji Bilim Dalı Giriş: Primer gastrik lenfoma (PGL), tüm gastrik malign tümörlerin %-5 ini oluşturan nadir bir tümördür. Hastaların geliş şikayetleri oldukça nonspesifik olup, palpabl kitle ya da gastrointestinal kanama gibi B tipi semptomlar, hastaların sadece küçük bir bölümünde gözlenmektedir. Baryumlu kontrast çalışmalarının diagnostik oranının düşük olması ve endoskopide çok çeşitli nonspesifik bulguların gözlenmesi, biyopsiyi PGL tanısında en önemli araç haline getirmiştir. Son yıllarda sıklığının artışı ve endoskopik tekniklerin gelişmesi gibi nedenlerle patologlar, PGL ile daha sık karşılaşmaktadırlar. Yüksek oranda tedavi edilebilen bir kanser olarak PGL nin patologlar tarafından doğru bir şekilde tanınması çok önemlidir. Amaç: Gastropatolog, hematopatolog ve genel patologların PGL tanılı preparatların morfolojik olarak yorumlanması konusunda uyumunu ve uyumsuzluklarını tespit etmektir. Gereç-Yöntem: 000 ve 008 yılları arasında Cerrahpaşa Tıp fakültesinde PGL tanısı almış 47 adet hastaya ait hematoksilen eosin boyalı preparatlar immünhistokimya sonuçları söylenmeden gastropatolog, hematopatolog ve genel patolog tarafından tümöral infiltrasyon paterni, infiltrasyon alanı, infiltratif hücre tipi, Russel ve Dutcher cisimcikleri, lenfoepitelyal lezyon, intraepitelyal lenfosit miktarı, reaktif lenfoid foliküller ve foliküler kolonizasyon parametreleri açısından değerlendirildi. Patologlar arası uyum, Spearman korelasyon testi yardımıyla hesaplandı. Hesaplanan rs değeri, 0 ve 0. aralığında ise uyumsuz, 0.-0.5 aralığında zayıf, 0.5-0.74 aralığında orta, 0.75- aralığında güçlü uyumlu olarak kabul edildi. Bulgular: Tüm parametreler için patologlar arasındaki uyum tabloda özetlenmiştir. Tümöral infiltrasyon paterni için patologlar arası uyum zayıf olarak tespit edilirken, diffüz büyük B-hücreli lenfoma için uyum saptanmamıştır. Tümör infiltrasyonunun lokalizasyonu açısından glanduler için güçlü uyum gözlenirken; foveolar, muscularis mucosa ve submucosa için uyum saptanmamıştır. Monositoid hücreler için zayıf, büyük hücreler için orta derecede uyum varken sentrositler ve transforme hücreler için konkordans gözlenmemiştir. Dutcher ve Russel cisimcikleri için uyum saptanamamışken, lenfoepitelyal lezyon konusunda zayıf uyum gözlenmiştir. İntraepitelyal lenfosit sayısı, reaktif lenfoid foliküller ve foliküler kolonizasyon parametrelerinde de patologlar arası uyum tespit edilememiştir. Sonuç: İmmünfenotipleme, PGL tanısında spesifik olmadığından, tanıda doğru morfolojik değerlendirme oldukça önem taşımaktadır. Çalışmamız, PGL tanısını destekleyen morfolojik parametrelerin değerlendirilmesi konusunda patologlar arasındaki uyum düzeyini göstermiştir. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Tablo. Spearman korelasyon testi ile değerlendirilen gözlemciler arası uyum rs değeri, MALT lenfoma (n=8) rs değeri, DBBHL (n=) rs değeri, Tüm seri (n=4) Tümoral infiltrasyon patterni 0.4 0.0 0.4 Tümör lokalizasyonu Foveolar Muskularis mukoza Submukoza Glandüler -* -* 0.9 0.8 0.8 0.89 Monositoid hücreler -* 0.9 0.49 Büyük hücreler -* 0.4 0.7 Transforme hücreler -* 0.0 0. Sentrositler -* 0.7 0.9 Dutcher cisimcikleri 0.0 0.4 0.6 Russel cisimcikleri 0.5 0.4 0.40 Lenfoepitelyal lezyon 0.07 0.4 -* İntraepitelyal lenfosit sayısı 0.9 0.05 0.7 Reaktif lenfoid folikül varlığı 0.45 0. 0.8 Foliküler kolonizasyon varlığı -* -* 0. *Spearman korelasyon testi, birden fazla gözlemci tüm örnekler için aynı cevapları verdikleri için hesaplanamadı. Ref No: P-45 METASTATİK KOLOREKTAL KANSERLİ HASTALARDA K-RAS MUTASYONU İLE HASTALIK SEYRİ VE XELİRİ-B TEDAVİ YANITI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Süleyman Temiz, Devrim Çabuk, Özgür Açıkgöz, Kazım Uygun, Görkem Aksu Kocaeli Derince Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Amaç: K-Ras mutasyonu kolorektal kanserli hastaların yaklaşık %0-40 ında saptanmaktadır. Kolorektal kanserlerde K-Ras mutasyonu ile tedavi yanıtı arasında anlamlı ilişki vardır. Bu ilişki epidermal büyüme faktör reseptör inhibitörü olan setüksimab için gösterilmiştir. Literatürde xeliri-b (kapesitabin, irinotekan, bevasizumab) için yapılmış çalışma yoktur. Bu çalışmada K-Ras mutasyonu ile hastalık seyri ve xeliri-b tedavi yanıtı arasında ilişkinin durumunun belirlenmesi hedeflendi. Gereç-Yöntem: Bu çalışmada K-Ras mutasyonu bakılmış ve xeliri-b ile tedavi edilmiş metastatik kolorektal kanserli hastalar alındı. K-Ras durumuna göre hastalık seyri ve xeliri-b tedavi yanıtı arasındaki ilişki değerlendirildi. Bulgular: Toplam 4 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların 75 inde K-Ras mutasyonu negatif, 4 ünde ise pozitif idi. Xeliri-b tedavisi ile K-Ras mutasyonu negatif hastalarda tam yanıt oranı (%5. vs %., p=0.45), hastalık kontrol oranı (%88.9 vs %64.9, p=0.006), tedavi yanıt oranı (%86.96 vs %58.06, p=0.004), progresyonsuz sağkalım (medyan ay vs 6 ay, p=0.00), ortalama sağkalım (medyan 8 ay vs ay, p=0.04) yüksek bulundu. K-Ras mutasyonu pozitif olanlarda ise hastalık progresyonu daha fazla görüldü (%5. vs %., p=0.006). Sonuç: Metastatik kolorektal kanserli hastalarda K-Ras mutasyon durumu xeliri-b tedavi yanıtı için prediktif, hastalık seyri için de prognostik faktör olarak saptanmıştır. Bu hastalarda başlangıçta K-Ras mutasyonu bakılması, hastalık seyrini ve xeliri-b tedavi yanıtını öngörmede önemli bir yol gösterici faktör olacaktır. 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-46 HELİCOBACTER PYLORİ POZİTİF MİDE ADENOKANSERİNDE RUNX MRNA EKSPRESYONU Derya Kıvrak Salim, Haydar Adanır, Mehmet Şahin, Sadi Köksoy 4, İnci Süleymanlar Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Gastroenteroloji Bilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Sağlık Bilimleri Araştırma ve Uygulama Merkezi, Antalya 4 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı, Antalya Giriş: Transkripsiyon faktörlerinden Runt ilişkili transkripsiyon faktör (RUNX) ailesi normal gelişim ve tümör oluşumunda önemli rol oynar. RUNX transkripsiyon faktörleri (RUNX, RUNX, RUNX) TGF-β ve BMP aracılı sinyal kaskadında görevli tamamlayıcı öğelerdir. RUNX, BMP tarfından osteogenezin uyarılmasıyla kemiğe özel genleri düzenler. RUNX hematopoetik gelişimde rol oynarken RUNX gastrik kanserlerde süpressör rol oynar. RUNX asıl olarak osteoblast gelişiminde ve farklılaşmasında görevli olmakla beraber anjiogenez ve kanser matastazında regulatuar rol oynar. RUNX, TGF-β aracılı büyüme inhibisyonunu antagonize eder ve TGF-β aracılı endotel hücre apoptozisini azaltır. Ayrıca RUNX, p gen transkripsiyonunu kuvvetli bir şekilde baskıladığından büyümeyi ve çoğalmayı durdurucu etkisini kaldırır. Kemik oluşumundaki görevinin dışında RUNX hematopoetik seri kanserleri, ileri evre meme kanseri ve prostat kanserinde neoplastik gelişimde rol aldığı gösterilmiştir fakat Hp pozitif malign mide lezyonlarındaki ekspresyonu çalışılmamıştır. Amaç: Hp ile infekte hastalarda histopatolojik değişikliğe (normal gastrik mukoza, kronik aktif gastrit, gastrik adenokarsinom) göre RUNX mrna ekspresyon düzeyi değişikliklerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Çalışmada Eylül 0-Mart 0 tarihleri arasında klinik olarak üst gastrointestinal sistem endoskopi endikasyonu olan 8-70 yaş arası Hp infeksiyonu saptanan 9 hastanın [4 (%46.) kadın, 50 (%5.8) erkek] mide dokuları değerlendirildi. Histopatolojik bulgulara göre normal gastrik mukoza hasta (%4.4), kronik aktif gastrit hasta (%5.5), gastrik adenokanser 8 hasta (%0.) şeklinde gruplar ayrıldı. RUNX mrna düzeyleri RT-PCR yöntemi kullanılarak prospektif inceleme yapıldı. Bulgular: Hastaların histopatolojik tanılarına göre normal gastrik mukozaya sahip kontrol grubunda RUNX mrna ekspresyonu ortalama 9.54 (±.95) iken kronik aktif gastrit grubunda 4.8 (±.97), gastrik adenokanser grubunda ise.4 (±.05) olarak saptandı. RUNX ekspresyonu açısından üç grup arasında anlamlı bir fark saptanmadı.gruplar birbiri ile karşılaştırıldığında kontrol grubu ile adenokanser grubu birbirine yakın median değerlere (sırasıyla 4.8 ve 5.7) sahip olup kronik aktif gastrit grubuna göre (7.85) düşük izlenmesi RUNX nin inflamasyonda rol aldığı fakat karsinogenezle belirgin faklılık göstermediği düşünülebilir. Sonuç: Sonuç olarak RUNX ekspresyonunun gastrik adenokanser gelişiminde önemli rol almadığı söylenebilir Ref No: P-48 MİDE KARSİNOMLARINDA KLİNİKOPATOLOJİK ÖZELLİKLER VE HİSTOLOJİK ALT TİPLERİN PROGNOSTİK ÖNEMİ CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ SERİSİ (794 OLGU) Sibel Erdamar, Burak Mergen, Çiğdem Oba, Beril Tülü, Emre Özmen, Deniz Tural, Fatih Selçukbiricik, Ahmet Dirican Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Patoloji Bilim Dalı Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Medical Onkoloji Bilim Dalı İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Bioistatistik Bilim Dalı Amaç: Ülkemizde mide karsinomlarında histopatolojik alt tipler ve klinikopatolojik özelliklerin irdelendiği geniş serili çalışma azdır. Çalışmamızda mide karsinomlarının yıllık bir süreç içinde lokalizasyon açısından değişimini; adenokarsinom(ak) ve Taşlıyüzük Hücreli karsinom (TYK) ile TYK komponenti gösteren adenokarsinomların (TYKA) diğer klinikopatolojik parametrelerle ve prognoz ile ilişkisini araştırmayı amaçladık. Gereç-Yöntem: Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Patoloji AD da 000-0 arasında tanı almış, 794 mide karsinomlu rezeksiyon materyallerine ait raporlar ve lamlar retrospektif olarak TNM7 ye göre değerlendirildi. Mikroskopik olarak DSÖ tanımlamasına göre >%50 TY içerenler TYK olarak kabul edildi. Önceden Adenokarsinom tanısı almış olanlar içerdikleri TY varlığına göre yeniden değerlendirilerek TY yüzdeleri belirlendi. Tüm olgular için yaş, cins, lokalizasyon, invazyon derinliği, Lenf nod (LN)metastazı (LM), toplam LN sayısı (TLN) ve Metastatik LN sayısı (MLN), tümör boyutu, T evresi ve evre dökümente edildi. Sağ kalım bilgileri medikal Onkoloji bölümünden elde edildi. Bulgular: n= 794, Ortalama yaş: 65,4±,; E/K:,4. Tüm olguların, %58,4 ü AK, %9,5 u TYK, %4, si Müsinöz Adenokarsinom ve %, ü Nöroendokrin tümör/karsinom olarak bulundu. Tümör lokalizasyon sıklığı sırayla Korpus (%,), Antrum (%7,6), tüm mide (%5,), Kardiya (,9) idi. Seneler içinde bu dağılımda anlamlı farklılık gözlenmedi. Ortalama TLN,07 (0-7); MLN 7,7 (-66) olup, T evresi ile pozitif korelasyon izlendi. Kardiya, korpus ve antrumda AK görülme sıklığı (sırasıyla %85.9, 78 ve 76) ile TYK görülme sıklığı (%0.9, 7 ve 8.6) arasında ters yönde ve anlamlı farklılık vardı (p<0.00). TYK olgularında ortalama sağ kalım(0,±4,4 ay) AK olgularına (9,8 ± 6,4 ay) göre anlamlı olarak daha azdı (p=.000). LM varlığı, yüksek MLN ve invazyon derinliğindeki artış ve ileri Evre genel sağ kalımda belirgin azalma ile birlikte idi (p<0.000). Ayrıca AK olguları; tümör içinde TY komponenti içeren (TYKA, n=04,%,4) ve içermeyen klasik AK (KAK, n=60,%77,5) olarak iki alt gruba ayrıldı. TYKA ile KAK grupları arasında seroza invazyonu, LVİ, PNİ, LN max çapı, tümör çapı, TLN, MLN, LM açısından anlamlı fark görüldü. Sonuç: Çalışmamız ülkemizde mide karsinomlarında epidemiyolojik ve klinikopatolojik verileri irdeleyen en geniş seriye sahip çalışmalardan biridir. Evre ile birlikte taşlı yüzük hücreli alt tip sağkalımı etkileyen kötü pronostik faktördür. Adenokarsinom tanılı olgularda TY komponetinin irdelenmesi ve varlığının raporda belirtilmesi önemlidir. GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Tablo. RUNX mrna ekspresyonu RUNX Normal Gastrik Mukoza Kronik Aktif Gastrit Gastrik Adenokanser Minimum,0,660,60 5% Persantil,475 4,75,0 Median 4,805 7,875 5,70 75% Persantil, 7,7 9,968 Maximum 4,05 77, 66,74 Susesi Otel, Antalya

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-49 HELİCOBACTER PYLORİ POZİTİF MİDE ADENOKANSERİNDE FOXP MRNA EKSPRESYONU Derya Kıvrak Salim, Haydar Adanır, Mehmet Şahin, Sadi Köksoy 4, İnci Süleymanlar Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Gastroenteroloji Bilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Sağlık Bilimleri Araştırma ve Uygulama Merkezi, Antalya 4 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı, Antalya Giriş: Forkhead Box P (FOXP) regülatör T hücrelerin oluşmasında önemli rol oynayan timus kökenli bir transkripsiyon faktörüdür. Sadece timus ve dalakta değil aynı zamanda tümör hücrelerinde de eksprese edildiği gösterilmiştir. CD4+CD5+ regülatör T hücreleri (Treg hücreleri) diğer T helper hücrelerin süpresyonunda rol oynar, inflamasyon ve otoimmuniteyi baskılar. FOXP geni scurfin transkripsiyon faktörünü kodlayarak Treg hücrelerinin gelişim ve fonksiyonlarını düzenler. Foxp gastrointestinal sistemin inflamatuvar, preneoplastik ve neoplastik durumlarında önemli düzenleyici rol oynar. Gastrik adenokarsinom hastalarının tümör dokusunda çevre dokuya göre daha fazla Treg hücreleri ve artmış FOXP mrna izole edilmiştir Amaç: Hp ile infekte hastalarda histopatolojik değişikliğe (normal gastrik mukoza, kronik aktif gastrit, gastrik adenokarsinom) göre FOXP mrna ekspresyon düzeyi değişikliklerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Çalışmada Eylül 0-Mart 0 tarihleri arasında klinik olarak üst gastrointestinal sistem endoskopi endikasyonu olan 8-70 yaş arası Hp infeksiyonu saptanan 9 hastanın [4 (%46.) kadın, 50 (%5.8) erkek] mide dokuları değerlendirildi. Histopatolojik bulgulara göre normal gastrik mukoza hasta (%4.4), kronik aktif gastrit hasta (%5.5), gastrik adenokanser 8 hasta (%0.) şeklinde gruplar ayrılmıştır. FOXP mrna düzeyleri RT-PCR yöntemi kullanılarak prospektif inceleme yapıldı. Bulgular: Hastaların histopatolojik tanılarına göre normal gastrik mukozaya sahip kontrol grubunda FOXP mrna ekspresyonu ortalama 9.49 (±.67) iken kronik aktif gastrit grubunda 9.0 (±4.5), gastrik adenokanser grubunda ise.59 (±9.7) olarak saptandı. Kronik aktif gastrit grubunda kontrole göre kat artış ve yine gastrik adenokanser grubunda kronik aktif gastrit grubuna göre.8 kat artış saptanmasına rağmen istatistiksel anlamlılık izlenmedi. Gastrik adenokanser grubunda ise kontrole göre.5 kat artış (p<0,05) anlamlı saptandı. Sonuç: Sonuç olarak FOXP ekspresyon artışı gastrik kanser patogenezi ile ilişkilendirilebilir fakat daha fazla hasta sayıları ile yapılacak çalışmalara ihtiyaç vardır. Ref No: P-50 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ MİDE KANSERLİ OLGULARİN POSTOPERATİF RADYOTERAPİSİNDE KONFORMAL TEDAVİ TEKNİKLERİ VE FLASH IMRT YONTEMİNİN DOSİMETRİK YONDEN KARSİLASTİRİLMASİ Bahar Papatya Baltalarli, Canan Ertunc, Necla Tarpıcı, Özlem Özdemir Pamukale Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Bölümü Amaç: Mide kanserli beş olgu için konformal ve flash IMRT (Yoğunluk Ayarlı Radyoterapi) tekniği kullanılarak yapılan; PTV ve CTV için uygun doz dağılımını sağlayan doz planlamalarının böbrekler ve karaciğer dozları yönünden karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Bu çalışmada kliniğimizde kullanılan Prowess Panter tedavi planlamasında kullanılan DAO (direk alan optımizasyonu) nun konformal planlama yöntemlerine göre komşu normal dokulardaki volüm dozlarını azaltma avantajı değerlendirilmektedir. DAO tekniği IMRT planlama aşamasında diğer algoritmalardan farklı olarak cihazın fiziksel geometri ve enerji özelliklerini kullanan bir inverse planlamadır,ve özellikle tedavi planlamalarının süresini azaltabilmekte olması nedeniyle flash IMRT tekniği olarak adlandırılmıştır. Mide kanserli bes olgunun konformal ve flash IMRT tekniğiyle yapılan planlarının karşılaştırılmasında 0 Gy alan sağ ve sol böbrek volümleri (%); 0 Gy doz alan karaciğer volümleri, böbrekler ve karaciğerin ortalama dozları karşılaştırılmıştır. İstatistiksel analiz için SPSS 7 versiyonunda t testi (paired sample t test) kullanılmıştır. Bulgular: 0 Gy alan sol böbrek volumleri (%); 0 Gy doz alan karaciğer volümleri, ortalama karaciğer dozları flash IMRT tedavi planlama tekniğiyle istatistiksel anlamlılık düzeyinde düşük bulunmuştur. Sonuç: Flash IMRT tekniği konformal mide planlamasına göre komşu organ koruma yönünden konformal tekniğe göre daha etkilidir ve tedavi planlayıcısına süre kazandırmaktadır. Tablo. Konformal ve flash IMRT tekniklerine gore komsu normal doku dozlari Komşu Normal Dokular Konformal RT flash IMRT RT sağ böbrek 0 Gy alan volüm(%),60 9,780 sol böbrek 0Gy alan volüm(%) 4,70 0,680 sağ böbrek median doz (Gy) 0,970 0,06 sol böbrek median doz (Gy),08 6,568 karaciğer 0 Gy alan volüm (%) 5,000,00 karaciğer mean doz (Gy) 6,846 4,684 Tablo. FOXP mrna ekspresyonu FOXP Normal Gastrik Mukoza Kronik Aktif Gastrit Gastrik Adenokanser Minimum,000,60,640 5% Persantil,440,960 6,940 Median 5,50 9,700 4,69 75% Persantil,0 0,05 8, Maximum 4,99 4,9 0,4 Ref No: P-5 METASTATİK KOLOREKTAL KANSERDE KAPESİTABİN KULLANIMINA BAĞLI ORTALAMA ERİTROSİT HACMİ NDEKİ ARTIŞ, KLİNİK CEVABI VE SAĞ KALIMI PREDİKTE EDEBİLİR Suna Çokmert, Ahmet Dirican, Lütfiye Demir, Murat Akyol, İbrahim Vedat Bayoğlu, Yüksel Küçükzeybek, Çiğdem Erten, Mustafa Oktay Tarhan Özel Kent Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, İzmir İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, İzmir Amaç: Kapesitabin, tümör dokusunda timidin fosforilaz ın daha yüksek olan tümör içi konsantrasyonlarını, 5-FU oluşturmak üzere kullanan oral bir fluoropirimidin karbamattır. Bu nedenle kolorektal, 4 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER meme, gastrik kanserler gibi 5-FU e duyarlı bir çok tümör çeşidinin tedavisinde kullanılmaktadır. Son zamanlarda kolorektal tümörlerin gerek erken evrelerinde adjuvan tedavide gerekse metastatik hastalık varlığında, uygulama kolaylığı, düşük maliyet ve infüzyonel tedavilere benzer tedavi sonuçları nedeniyle tercih edilen bir ajan olmaktadır. Kapesitabin tedavisine bağlı olarak ortalama eritrosit hacmi nde (MCV) artış görülmesi ve bunun klinik yanıt ile ilişkisi meme kanseri başta olmak üzere çeşitli kanser türlerinde bildirilmiştir. Gereç-Yöntem: Tek başına kapesitabin veya kapesitabin in oksaliplatin-irinotekan-bevacizumab ile kombinasyonlarının kullanılmış olduğu 8 metastatik kolorektal kanserli hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Kapesitabin haftada bir 500 mg/m/ gün/4 gün dozda uygulanmıştı. Hastaların MCV değerleri, tedavi başlamadan önce ve tedaviden 9 hafta sonra olmak üzere kaydedildi. Kapesitabin içeren tedaviye yanıt, 9 haftalık uygulama sonrası görüntüleme yöntemleri ile RECİST kriterlerine göre değerlendirildi. Makrositoza neden olabilecek diğer hastalık veya durumlara ait laboratuar değerleri saptanan hastalar çalışmaya alınmadı. Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 58.5±.. Dokuz haftalık kapesitabin tedavisi sonrası median MCV düzeyi 96,05 fl idi. 8 hastanın 47 sinde MCV > 96.05 fl ve 8 inde MCV < 96.05 fl idi. Median ΔMCV (9 haftalık kapesitabin içeren tedavi sonrası MCV tedavi öncesi MCV) düzeyi 9,4 idi. Cox Orantısal Riskler Regresyon Yöntemi kullanılarak zaman bağımlı bir değişken olarak dahil edilen MCV yüksekliği (> 96.05), hastalık progresyon riskini yarıya azaltmaktadır (HR 0.45; 95% CI, 5,4-4,5, p=0.04). Kaplan-Meier analizine göre; MCV düzeyi 96,05 den büyük ve küçük olanlar arasında genel sağ kalım farkı mevcuttu ve istatistiksel olarak anlamlıydı (sırasıyla 0 ay ve ay, P = 0.004). Sonuçlar: Kapesitabin tedavisine bağlı olarak gelişen MCV artışı, klinik cevabın ve daha uzun sağ kalımın bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. kolon kanserli hastalarımızın 8 inde (7.8%) bir pozitif, ünde (5.%) iki pozitif, 4 ünde (.%) üç pozitif olarak tespit edildi. P5 ekspresyonu hastaların 55.6% sinde pozitif olarak tespit edildi. Bcl- ekspresyonu hastaların %86.7 sinde pozitif olarak saptandı. AKAP ekspresyonu ile bcl- ve p5 ekspresyonları arasında arasında anlamlı ilişki saptanmadı (p:0.99, p:0.079). Sonuç: Kanser gelişimi ve progresyonu oldukça kompleks bir süreçtir. Kanser başlangıcında, büyümesinde invazyon ve metastaz yapmasında rol oynayan onkogenler, tümör baskılayıcı genler, hücre döngüsü düzenleyicileri ve DNA tamir genleri gibi birçok biyolojik belirteçler kanser hastalarında prognozu belirlemede ve tedaviyi yanıtı tahmin etmede kullanılmaktadır. Apopitozis de karsinogenezde önemli rol oynayan bir mekanizmadır. Apoptotik süreçlerde oluşan bozukluklar tümör davranışını değiştirmektedir. Apotozun indüklenmesi veya anti-apopitoik yolakların engellenmesi kanser tedavi hedeflerinden birisidir. Apopitozisle ilişkili yolakların tespiti yeni kanser tedavi hedeflerini gündeme getirebilir. AKAP nin bu hedeflerden birisi olduğunu düşünüyoruz. Ref No: P-5 LENF NODU NEGATİF MİDE KANSERLİ HASTALARDA PROGNOZ VE NÜKSÜ BELİRLEYİCİ FAKTÖRLER: ÇOK MERKEZLİ HASTANIN ANALİZİ Ahmet Bilici, Fatih Selçukbiricik, Bala Başak Öven Ustaalioğlu, Faysal Dane, Mesut Şeker 4, Mehmet Aliustaoğlu 4, Mahmut Gümüş 4, Fuat Demirelli 5, Evin Büyükünal 5 Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü Marmara Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı 4 Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği 5 İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Ref No: P-5 KOLOREKTAL KANSERDE AKAP EKSPRESYONUNUN APOPİTOTİK BELİRTEÇLERLE İLİŞKİSİ Dinç Süren, Mustafa Yıldırım, Arsenal Sezgin Alikanoğlu, Vildan Kaya, Mustafa Yıldız 4, Utku Dönem Dilli 4, Cem Sezer Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, Antalya Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Batman Süleyman Demirel Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Isparta 4 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Antalya Amaç: Gravin ilk defa Mystenia Gravisli hastalarda kötü prognozla ilişkili bir minör antijen olarak tanımlanmıştır. AKAP 6q4-5. de kodlanmaktadır ve bu bölgelerin hotspot delesyonları prostat, meme, over kanserlerinde gösterilmiştir. Normal kolon epitelinden invaziv karsinom gelişme süreci 7- yıl arasındadır. Bu süreçte genetik ve epigenetik bir çok faktör rol oynamaktadır. Apopitoziste rol oynayan mekanizmalar bu faktörlerden birisidir. Bcl- ve p5 apoptotik süreçlerde rol oynayan iki önemli apoptotik belirteçdir. AKAP nin fibrosarcoma hücrelerinde hücre siklusunu durdurdukları ve apoptozu indükledikleri gösterilmiştir. Çalışmamızda kolorektal kanserli hastalarda AKAP ekspresyonun apoptotik belirteçler olan bcl- ve p5 ile araştırılmıştır. Gereç-Yöntem: 008-00 yılları arasında Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesinde takip edilen ve histopatolojik olrark tanı konulan kolon kanserli hastalar çalışmaya alındı.akap, bcl-, p5 ekspresyonları immünhistokimya kullanılarak araştırıldı. Bulgular: Çalışmaya 7 si (7.8%) kadın, 8 i (6.%) erkek toplam 45 hasta alındı. AKAP ile immünhistokimyasal olarak normal yüzey ve gland epitelinde apikal kısımda nonspesifik zayıf boyanma ve displastik alanlarda hafif immün boyanma tespit edildi. Tüm tümör hücrelerinde AKAP ekspresyonu immün boyanma tespit edildi. İmmün boyanma şiddetine göre AKAP gen ekspresyonu Giriş-Amaç: Lenf nodu negatif mide kanserli hastalar, lenf nodu pozitif hastalara göre daha iyi genel sağkalıma (GSK) sahiptir, fakat hastaların bir kısmında nüks gelişebilir ve adjuvant tedavi gerekebilir. Bu çalışmada, nod-negatif mide kanserli hastalarda sağkalım üzerine etkili prognostik faktörler ile nüksü predikte eden faktörlerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Küratif gastrektomi ve D lenf nodu diseksiyonu uygulanmış toplam hasta geriye dönük olarak analiz edildi. Hastalarda sağkalımı etkileyen prognostik faktörler tek ve çok değişkenli analizlerle, nüksü predikte eden klinikopatolojik faktörler ise lojistik regresyon analizi ile değerlendirildi. Bulgular: pt evresi, lenfatik-kan damarı invazyonu, ve perinöral invazyon nüks gelişmi ile anlamlı olarak ilişkili bulundu. Altmış iki hastada nüks gelişirken bu nüksler çoğunlukla (%6.7) hematojen nüksler şeklindeydi. Loko-rejyonel nükslü hastalarda ortanca hastalıksız sağkalım (HSK) ve GSK peritoneal ve hematojen nükslü olanlara göre anlamlı olarak daha iyiydi (HSK, sırasıyla 79. aya karşın 4.8 ve 9 ay, p=0.04; GSK, 97.4 aya karşın 58.6 ve 6.6 ay, p=0.0, şekil ve ). Gastrektomi tipi, ileri pt evresi, TNM evresi, büyük tümör çapı ve adjuvant tedavinin varlığı lojistik regresyon analizinde nüks gelişimi için bağımsız risk faktörleri olarak saptandı. Bununla birlikte, çok değişkenli analiz ile TNM evresi ve nüks tipi GSK için bağımsız prognostik göstergeler olarak bulundu. Sonuçlar: Lenf nodu-negatif mide kanserli hastalar da yüksek nüks oranlarına sahiptirler ve bazı klinikopatolojik faktörler nüks gelişimini etkileyebilir. Loko-rejyonel nükslü hastalar dışındaki nüks tiplerinde sağkalımlar daha kısadır. Yüksek nüks riski olan nod-negatif mide kanserli hastalarda adjuvant tedavi düşünülmelidir. Susesi Otel, Antalya 5

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ tedavi modellerinin seçiminde ve/veya tedavi verip vermeme kararının verilmesinde yol gösterici olacaktır. Biz bu retrospektif çalışmamızda metastatik mide kanseri tanısı ile. basamak tedavide DCF (docetaxel, cisplatin, 5-flouracil) alan hastalarda sağkalımı etkileyen prognostik faktörleri tespit etmeyi amaçladık. Metod: Metastatik mide adenokarsinom tanısı Aralık 000 ile Haziran 0 tarihleri arasında first-line DCF kemoterapisi alan 96 hasta çalışmaya alındı. Bulgular: Univaryant analiz ile değerlendirilen 9 değişken (yaş, cinciyet, performance status, primer tümör lokalizasyonu, evre, histoloji, diabetes mellitus, hipertansiyon,.basamak tedavi durumu) arasından istatiksel olarak anlamlı çıkan değişken (Performance status ve.basamak tedavi durumu) için multivaryant analiz yapıldı. Multivaryant analizinde performans statusunun sağkalım üzerinde bağımsız prognostik faktör olarak tespit edildi. Sonuç: Metastatik mide kanseri tanısı ile. basamak tedavide DCF alan hastalarda performans statusunun sağkalım üzerinde bağımsız prognostik faktör olduğunu tespit ettik. Şekil. Hastalıksız Sağkalım Şekil. Genel sağkalım Ref No: P-54 MİDE KANSERİ TANISI İLE. BASAMAK DCF KEMOTERAPİSİ ALAN HASTALARDA SAĞ KALIMA ETKİ EDEN PROGNOSTİK FAKTÖRLER Ali İnal, Doğan Koca, Zuhat Urakcı, Mehmet Küçüköner, Muhammed Ali Kaplan, Erkan Doğan, Abdurrahman Işıkdoğan Dicle Üniversitesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Diyarbakır Van Eğitim Araştırma Hastanesi, Van Mide kanseri tüm dünyada kansere bağlı ölüm nedenleri arasında. sırada gelmektedir. Yapılan çalışmalarda sistemik kemoterapinin survey üzerine sınırlı katkısı olduğu bulunmuştur. Bu nedenle sağkalımı etkileyebilecek faktörlerin ortaya çıkarılması, hastalarla ilgili Ref No: P-55 HELİCOBACTER PYLORİ POZİTİF MİDE ADENOKANSERİNDE BMP7 MRNA EKSPRESYONU Derya Kıvrak Salim, Haydar Adanır, Mehmet Şahin, Sadi Köksoy 4, İnci Süleymanlar Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Gastroenteroloji Bilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Sağlık Bilimleri Araştırma ve Uygulama Merkezi, Antalya 4 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı, Antalya Giriş: Kemik morfogenetik proteinler (BMPs) asıl olarak ektopik kondro-osteogenez, iskelet ve eklem morfogenezinde rol oynayan, kemik remodeling ve kırık tamirinde görevli sitokinlerdir. Kemik morfogenetik protein 7 (BMP-7), TGF ailesinden bir sinyal ileti molekülüdür. Yapılan çalışmalarda BMP-7 nin birçok kanser türünde artmış izlenip hücre farklılaşması, proliferasyonu, migrasyonu, invazyonu ve apoptozisi düzenlediği gösterilmiştir. BMP-7 gastrik kanserlerde kötü prognoz ve metastaz ilişkili bağımsız bir faktör olduğu gösterilmiştir Amaç: Hp ile infekte hastalarda histopatolojik değişikliğe (normal gastrik mukoza, kronik aktif gastrit, gastrik adenokarsinom) göre BMP7 mrna ekspresyon düzeyi değişikliklerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Çalışmada Eylül 0-Mart 0 tarihleri arasında klinik olarak üst gastrointestinal sistem endoskopi endikasyonu olan 8-70 yaş arası Hp infeksiyonu saptanan 9 hastanın [4 (%46.) kadın, 50 (%5.8) erkek] mide dokuları değerlendirildi. Histopatolojik özelliklerine göre normal gastrik mukoza hasta (%4.4), kronik aktif gastrit hasta (%5.5), gastrik adenokanser 8 hasta (%0.) şeklinde gruplandırıldı. BMP7 mrna düzeyleri RT-PCR yöntemi kullanılarak prospektif inceleme yapıldı. Bulgular: Hastaların histopatolojik tanılarına göre normal gastrik mukozaya sahip kontrol grubunda BMP7 mrna ekspresyonu ortalama.87 (±.) iken kronik aktif gastrit grubunda 5.4 (±.69), gastrik adenokanser grubunda ise 6.07 (±.49) olarak saptandı. Üç grup arasında BMP7 ekspresyonu açısından istatiksel anlamlı bir fark saptanmadı 6 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Sonuç: Sonuç olarak gastrik karsinogenez ve gastrik benign lezyonlarda BMP7 ekspresyonunda değişiklik gözlenmedi. Bu durum çalışmaya dahil edilen hasta sayısının az olmasından kaynaklanabilir. Mide adenokanser ve BMP7 ilişki tayini için daha büyük hasta gruplarıyla çalışmalar yapılmasına ihtiyaç vardır. Tablo. BMP7 mrna ekspresyonu BMP7 Normal Gastrik Mukoza Kronik Aktif Gastrit Gastrik Adenokanser Minimum,8,0 0,9 5% Persantil 6,488 6,54 7,4 Median 9,940,46 0, 75% Persantil 4,0 9, 5,84 Maximum 64,6 67,4 86,6 Ref No: P-56 KOLOREKTAL KANSERLİ HASTALARDA VE AİLE BİREYLERİNDE KOLONOSKOPİ İLE TARAMA KONUSUNDAKİ BİLGİ DÜZEYİ Menice Güler, Çağatay Arslan, Bilgin Demir, Ömercan Topaloğlu, Ruchan Uslu İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, İzmir İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Medikal Onkoloji Bölümü, İzmir Ege Üniversitesi, Tülay Aktaş Onkoloji Hastanesi, Medikal Onkoloji Bilimdalı, İzmir, Turkey Giriş: Kolon kanseri halen tüm dünyada en sık. kanser ilişkili ölün nedenidir. Tüm kolon kanserlerinin yaklaşık %5-0 si kalıtsal orijinlidir. Ortalama riskli bir bireyde kolon kanseri taraması 50 yaşında başlamaktadır. Kolon kanseri gelişen hastaların aile bireylerinde risk artmaktadır. Bu risk birinci derece akrabalardan birinde kolon kanseri var ise kat artmakta iken ikiden fazla sayıda akrabada öykü var ise kat ve daha fazla olmaktadır. Tarama için önerilen en duyarlı ve özgül yöntem kolonoskopidir. Rehberlerde tarama için başvuran hastaların yeterli olmadığına atıf yapılmaktadır. Riski daha yüksek olan kolon kanseri tanısı almış hastaların aile bireylerinde kolonoskopi ile tarama yaptırma oranı ve konudaki bilgi düzeyi düşük olabilir. Amaç: Kolon kanseri tanısı almış hastalarda ve akrabalarında kolon kanseri taraması konusundaki bilgi ve katılım düzeyini araştırmak. Metod: İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümü ve Ege Üniversitesi Medikal Onkoloji Bilimdalı nda takip edilmekte olan kolorektal kanser tanısı almış hastalar ile anketler sorumlu hekim tarafından yüz yüze dolduruldu. Çalışma Mart 0 - Eylül 0 tarihleri arasında yapıldı. İstatistiksel analizler SPSS for Windows 5.0 da yapıldı. Sonuçlar: Çalışmaya anketleri doldurulabilen 00 hasta alındı. Hastaların demografik özellikleri Tablo de özetlendi. Hastaların ortalama yaşı 6±9.9 (0-89), tanı yaşı 58.7±9.7 (0-87) idi. Hastaların 5 ine tanıdan önce kolonoskopi ile tarama yapılmıştı (%.5). Tarama kolonoskopisi yaptırma öyküsü sorgulanan birinci (N: 4) ve ikinci (N: 507) derece akrabaların toplam sayısı 9 di. İndeks bireyin kolon kanseri tanısı almadan önce ve tanı aldıktan sonra birinci (% vs.4) ve ikinci derece (% vs 0.4) akrabalarının kolonoskopi yaptırma sıklığı arasında fark yoktu. Hastaların %9 u kanser taraması ile ilgili bilgilendirmenin eksik olduğunu düşünüyordu; %8 inin kanser taraması ile ilgili bilgisi vardı ve bunların yarısı doktorlarından diğer yarısı medya araçlarından bilgilendiğini belirtti. Hastaların yarıdan azı kolonoskopi ile erken tanının mümkün olduğunu düşünüyordu (%8). Bunun yanında kolon kanserli hastaların ve akrabalarının arasında kolon kanseri riskinin arttığını bilenlerin oranı yarıdan azdı (%4.5). Kolon kanserinin erken tanısında kolonoskopinin faydalı olduğunu düşünenlerin oranı ise %9 idi. Tartışma: Bu çalışmanın sonucuna göre kolon kanserli hastaların ve akrabalarının kanser taraması ve kolon kanseri taraması ile ilgili bilgi düzeyleri yeterli düzeyde değildir. Doktorların yanında medya araçları da kanser taraması ile ilgili bilgi edinmek için kullanılmaktadır. Akrabalarının kolon kanseri tanısı alması kolonoskopi ile tarama yaptırma oranlarında değişikliğe neden olmamıştır. Hastaların ve akrabalarının eğitim ve ekonomik düzeyindeki düşüklük bu konudaki olumsuz etkenlerden olabilir. Tablo. Hastaların özellikleri ve hasta ve yakınlarının bilgi düzeyleri Hasta Özellikleri N % Cinsiyet (K/E) 75/5 7/6 Okur yazar 7 9 İlköğrenim 6 58 Lise 9 5 Üniversite 8 9 Gelir düzeyi <000 TL 6 8 000-000 TL 56 78 >000 TL 8 4 Tanı anındaki evre Bilinmiyor 6 II-III 60.5 I-IV 67.5 Uygulanan tedaviler Cerrahi 8 90.5 Kemoterapi 00 00 Radyoterapi 60 0 Genel kanser taraması ve kolon kanseri taraması ile ilgili bilgi düzeyi EVET (%) HAYIR (%) Kanser taraması ile ilgili bilginiz var 77 (8.5) (6.5) mı? Kanser taraması ile ilgili nerden bilgilendiniz? Doktor 6 (8) TV-internet-gazete 4 (0.5) Kanser taraması ile ilgili bilgilendirme 77 (8.5) (6.5) yeterli mi? Kolonoskopi ile erken tanı 76 (8) 4 (6) konulabildiğini biliyor musunuz? Kolonoskopinin erken tanıda faydalı 84 (9) 6 (8) olduğunu biliyor musunuz? Ailede kolon kanseri riskinin arttığının 87 (4.5) (56.5) farkında mısınız? Akrabalarınız kolon kanseri riskinin arttığının farkında mı? 87 (4.5) (56.5) Tablo. İndeks hastaya tanı konulmadan önce ve tanıdan sonra tarama kolonoskopisi yaptırma oranları TANIDAN ÖNCE Hasta sayısı (%). derece akrabalar / 00 (%.5). derece akrabalar 7/ 00 (%.5) Akraba sayısı (%) 8 / 4 (%) 7/507 (%.4) TANIDAN SONRA Hasta sayısı (%) 6/00 (%) /00 (%) Akraba sayısı (%) 48/4 (%.4) /507 (%0.4) GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 7

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-57 MİDE KANSERİNDE OPTİMAL POST-OPERATİF RT TEKNİĞİNİN ARAŞTIRILMASI Esengül Koçak Uzel, Kubilay İnanç, Oğuzhan Ayrancıoğlu, Berrin Inanç, Şilem Yüce, Oğuz Gürsoy, Hazım Orhan Kızılkaya Şişli Etfal Eğitim Ve Araştırma Hastanesi-Radyasyon Onkolojisi Samatya Eğitim Ve Araştırma Hastanesi-Radyasyon Onkolojisi Amaç: Mide kanseri tanısı alan post-operatif kemoradyoterapi(k- T+RT) uygulanacak olgularda optimal RT tekniğinin araştılıması. Materyal-Metod: Kliniğimize başvuran 0 mide kanserli (T4N+) olguya ait planlama BT` leri kullanılarak üç ayrı teknik ile RT planlaması yapıldı. Araştırılan teknikler; üç boyutlu konformal(bk), IMRT, ark dır. Hedef (CTV) olarak gastrik loju ve periferik lenfatikler(perigastrik, pankreatikoduodenal, portohepatik, çöliak, suprapankreatik, splenik hilus lenf nodları) tanımlanmış olup, 0.5 cm marj verilerek PTV oluşturuldu. PTV ye fraksiyonasyon dozu.8gy seçilerek 5 fraksiyonda toplam 45 Gy ekternal RT verilmesi planlanarak alan konformal, 5 alan IMRT, çift ark uygulandı. Tüm tekniklerde normal doku dozları tolerans limitleri içerisinde tutulmaya çalışılarak, PTV nin en az tanımlanan dozun %95 ini alması hedeflenmiştir. Karaciğer, sağ ve sol böbrek, spinal kanal, ince bağırsak, PTV dışındaki normal doku risk altındaki organlar olarak tanımlandı. Kruskal Walls testi kullanılarak üç tekniğin konformite indeksi(- Kİ), homojenite indeksi(hi), risk altındaki organların ortalama dozları karşılaştırıldı. Sonuçlar: Hedef kapsaması ve doz dağılımları arasında üç teknik benzer olmakla birlikte IMRT tekniğinde Kİ ve Hİ değerlerinin daha iyi olduğuna dair eğilim vardır. Ark, IMRT, BK için sırasıyla Kİ 0.9±0.0, 0.98±0.05, 0.97±0.05 p= 0,055; Hİ sırasıyla.±0.0,.08±0.0,.±0.0 p=0,056; karaciğer ortalama dozu içi sırasıyla 4±.6, 4.5±.8, 8.6±5. p=0,0; sol böbrek ortalama dozu için sırasıyla 8.4±4., 6.7±4.4,.±.9 p=0,0; sağ böbrek ortalama dozu içini sırasıyla 6.6±4.,.8±., ± p=0, olarak bulundu. Tablo de PTV ve plan degerleri özetlenmiştir. Sonuç: Gastrik kanserde IMRT tekniğinde hedef kapsaması, doz homojenitesi, ortalama karaciğer dozu daha iyiyken, sol böbrek ortalama dozu tolerans limitleri içerisinde fakat BK RT le benzer dozlar bulunmuştur. Çalışmamızda ark tedavisinin tedavi süresinin kısa olması dışında, IMRT ye göre üstünlüğü gösterilememiştir. Tablo. ark, IMRT vebk RT nin karşılaştırılması hasta sayısı Mean±StdDev PTVD 0 48.±0.7 47.6±0.7 48.8±0.7 0,007 PTVD98 0 4.5±0.8 4.7±0.4 4.6±.5 <0.05 PTVD95 0 44.4±0.5 44.4±0. 4.±0.8 <0.05 KCmean 0 4±.6 4.5±.8 8.6±5. 0,0 KCD0 0 6.6±4 9.4±.5 4.9±4. 0,0 solböbrek 0 8.4±4. 6.7±4.4.±.9 0,0 ortalama doz sağ böbrek 0 6.6±4..8±. ± 0, ortalama doz spinal kordd 0 0.5±5. 7.±4.6 0.9±8.6 0,04 Kİ 0 0.9±0.0 0.98±0.05 0.97±0.05 0,055 Hİ 0.±0.0.08±0.0.±0.0 0,056 Mean±StdDev Mean±StdDev p değeri Ref No: P-58 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ KEMOTERAPİ VERİLEN KOLON KANSERLİ HASTALARDA UYKU KALİTESİ VE BUNU ETKİLEYEN FAKTÖRLERİN İNCELENMESİ Mehmet Ali Nahit Şendur, Sezen Dülger, Gülcan Uslu, Gülün Erdoğan, Derya Erkoca, Aysel Baykal, Neriman Gedik, Nermin Ünlüyol, Aysun Çağlar, Nuriye Yıldrım Özdemir, Doğan Uncu, Nurullah Zengin Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Amaç: Kolon kanseri ileri yaşta en sık görülen. kanser türüdür. Kolon kanseri, tüm dünyada ve ülkemizde kansere bağlı mortalite nedenleri sıralamasında önde gelenlerdendir. Yapılan çalışmalarda kanserli hastalarda uyku sorunlarının sağlıklı toplumlardan yaklaşık kat daha sık olduğu bildirilmiştir. Depresyon ve anksiyetenin yanında kolon kanserli hastalarda uyku kalitesi önemli bir sorun olabilir. Bu nedenle, çalışmamızda kolon kanseri nedeniyle kemoterapi tedavisi alan hastalarda uyku kalitesinin incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Ekim-Aralık 0 tarihleri arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gündüz Kemoterapi Ünitesi ne başvuran ve kemoterapi uygulanan meme kanserli 70 hastadan 58 i çalışmaya katılmayı kabul etmiştir. Kolon kanseri olup kemoterapi verilen hastalara Pittsburg uyku kalitesi indexi (PUKİ) ile uyku kalitesi değerlendirilmiştir. Aynı zamanda hastalara depresyon ve anksiyete ile ilişkisini belirlemek amacı ile Beck depresyon anketi ve anksiyete ölçeği yapılmıştır. İstatistiksel analiz yöntemi, SPSS 8 Paket programı kullanılarak uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmaya alınan kolon kanserli hastaların medyan yaşı 57 (7-80) idi. Çalışmaya alınan hastaların i (%6.) kadın 7 si (%6.8) erkek idi. Hastaların %6.9 na abdomino-perineal rezeksiyon (APR), %4.5 ne low anterior rezeksiyon (LAR), %5.7 sine hemikolektomi yapılmıştı. Hastaların %6.8 i ise opere edilmemişti. Hastaların TNM evrelemesine göre değerlendirmesinde; %7. ü Evre, %.7 si Evre, %.7 si Evre ve %7. ü ise Evre 4 kolon kanser idi. PUKİ ölçeğine göre 0 hastanın (%5.7) uyku kalitesi iyi, 8 hastanın (%48.) uyku kalitesinin kötü olduğu saptandı. Hastalar medyan. kür (-7 kür) kemoterapisini almaktaydı. PUKİ ölçeği ile; sigara kullanımı, medeni durumu, komorbid hastalıklar, eğitim durumu, çocuk sayısı, gelir seviyesi, cerrahi tipi, radyoterapi öyküsü, menopoz durumu, kişinin çalışıp çalışmadığı, vücut kitle indeksi ve kolostomi arasında ilişki saptanmadı. Evre arttıkça uyku sorunlarının arttğı görüldü, ancak istatistiksel anlamlılığa ulaşmadı (P=0.08). Bu çalışmada Beck depresyon ölçeği ve Beck anksiyete ölçeği de uygulandı. Uyku sorunlarının anksiyete ve depresyondan bağımsız olduğu izlendi. Sonuç: Bu çalışmada PUKİ ölçeğine göre %48. hastada bozulmuş uyku kalitesi olduğu gözlenmiştir. Evre arttıkça hastalarda uyku kalitesinin daha kötü olduğu izlendi. Bu çalışma göstermiştir ki, kolon kanserli hastalarda depresyon ve anksiyeteden bağımsız olarak uyku kalitesi bozukluğu da azımsanmayacak kadar yüksektir. Hastaların yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen uyku sorunlarının da tedavi döneminde sorgulanması ve gerekli öneriler yapılarak uyku sorunları tedavi edilmelidir. Ref No: P-59 GASTROİNTESTİNAL STROMAL TÜMÖRLERDE NF-ĸB, CD9 VE VEGF İN PROGNOSTİK ÖNEMİ Arzu Taşdemir, Işın Soyuer, Dilek Ünal, Tarık Artış Kayseri Eğitim Araştırma Hastanesi Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Amaç: Gastrointestinal stromal tümörler (GİST) gastrointestinal sistemin (GİS) en sık görülen mezenkimal tümörleridir. GİST ler normalde gastrointestinal sistemde bulunan ve intestinal pacema- 8 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER ker olarak görev yapan interstisyel Cajal hücrelerinden kaynaklanırlar. Bu çalışmanın amacı GİST tanısı alan olguların tekrar gözden geçirilmesi, NF-ĸB, CD9 ve VEGF in prognostik bir öneminin olup olmadığının saptanmasıdır. Materyal-Metod: Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı nda tanı alan 5 GİST olgusu(şekil) çalışmaya alındı. Olgular, tümörün biyolojik davranışını belirlemek amacı ile tümör çapı ve mitoz sayısına dayanan 00 National Institutes of Health (NIH) konsensus risk kategorizasyonu(tablei) temel alınarak çok düşük, düşük, intermediyer ve yüksek risk olarak 4 gruba ayrıldı. İmmunohistokimyasal olarak CD7 ve CD4 pozitif olan GİST olgularına CD9, VEGF ve NFκB uygulandı. Kullanılan antikor sonuçlarının tümör risk grupları ile olan ilişkilerinin değerlendirilmesi için ki-kare, Fischer in exact testi ve multivariyete analiz testleri kullanıldı. İstatiksel anlamlılık p < 0.05 olarak kabul edildi. Bulgular: NFκB (p:0.9), CD9 (p:0.69) ve VEGF (p:0.7) ile risk grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamakla birlikte; NFκB pozitif boyanan olguların(şekil) %79, si, CD9 ile pozitif boyanan olguların %8 i, VEGF ile pozitif boyanan olguların, %80 i yüksek risk grubunda idi. Tartışma: GİST ler GİS tümörlerinin %0 - ünü oluşturmaktadırlar. Gastrointestinal sistemde en sık mezenkimal tümörlerdendir. VEGF yoğunluğundaki artma çok çeşitli karsinomlarla birlikte olabilmektedir. Akciğer, tiroid, meme, mide, ince barsak, kolon, mesane ve over tümörlerinde ekspresyonu görülebilir. Prognoz VEGF ekspresyonu gösteren tümörlerde, göstermeyenlere göre daha kötü bulunmuştur. GİST lerde tümör içerisindeki damar yoğunluğunda artma VEGF in immunohistokimyasal boyanmasına eşlik ediyorsa kötü prognoz ile birliktedir. CD9 hücre motilitesinde, hücrelerin migrasyon-adezyon fonksiyonunda ve tümör hücrelerinin metastaz kapasitesinde etkili olup tetraspanin ailesinin bir üyesidir. Meme, akciğer, kolon kanserlerinde CD9 ekspresyon kaybının pronozu kötüleştirdiği literatürdeki yayınlarda bildirilmiştirnf-κb dimerik bir transkripsiyon faktörüdür. DNA bağlanmasını, nükleer translokasyonu ve sinyal bağımlı fosforilasyonun hedefi κb proteinleri ile etkileşimi sağlarlar. Başka birçok malign lezyonda davranışın öngörülmesinde önem taşıdığı bulunan NFκB, CD9 ve VEGF in yüksek risk grubundaki GİST lerde, yüksek oranlarda eksprese olduğu görülmüştür. Başka birçok malign lezyonda davranışın öngörülmesinde önem taşıdığı bulunan NFκB, CD9 ve VEGF in yüksek risk grubundaki GİST lerde, yüksek oranlarda eksprese olduğu görülmüştür. Prognozu belirlemede tümör çapı, 50 BBS ndaki mitoz oranı, Ki 67 proliferasyon indeksi ve diğer parametrelerle birlikte kullanılabilir. Şekil. Gastointestinal stromal tümör, 0xHE Şekil. NFKB immünohistokimyasal boyamasında pozitif boyanma x0 Tablo. 00 National Institutes of Health (NIH) konsensus risk kategorizasyonu Tümör büyüklüğü Mitoz sayısı/ 50bba çok düşük risk <cm <5/50 düşük risk -5cm <5 /50 orta derece risk <5cm 6--0/50 5-0cm <5/50 >5cm >5/50 yüksek risk >0cm Any Any >0/50 Ref No: P-60 METASTATİK MİDE KANSERİ HASTALARINDA MODİFİYE DOSTAKSEL, 5-FLUOROURASİL VE SİSPLATİN KOMBİNASYONU: TOKSİSİTE VE ETKİNLİK DEĞERLENDİRMESİ Cagatay Arslan, Bilgin Demir, Ömercan Topaloğlu, Fatoş Dilan Köseoğlu, Menice Güler, Ilkay Tuğba Unek Izmir Tepecik Research and Training Hospital, Department of Medical Oncology, Izmir, Turkey Izmir Tepecik Research and Training Hospital, Department of Internal Medicine, Izmir, Turkey Giriş: Mide kanseri tüm dünyada en sık ikinci ölüm nedenidir. Metastatik evrede tedavisiz sağ kalım -4 ay ile sınırlıdır. Platin, 5-fluoroprimidin kombinasyonuna dosetaksel veya trastuzumab eklenmesi genel sağkalım sürelerini ayın üzerine çıkarmıştır. Standart dosetaksel, sisplatin ve 5-fluorourasil kombinasyonu oldukça etkili bir rejim olmasına karşın toksisite oranı yüksektir (İlk kürden sonra ölüm oranı %0).Toksisitelerin büyük çoğunluğu nötropeni ilişkili infeksiyonlara bağlıdır. Etkinliği arttırmak ve toksisiteyi azaltmak için değişik platin, fluorourasil ve dosetaksel rejimleri kullanılmaktadır. Amaç: Bölümümüzde uygulanan modifiye dosetaksel, sisplatin, 5-fluorourasil (mtcf) kombinasyon rejimininetkinlik ve toksisistesini değerlendirmek. Metod: Temmuz 0 ve Ocak 0 tarihleri arasında bölümümüzde metastatik mide kanseri tanısı ile. Basamak tedavi olarak modifiye TCF rejimi (dosetaksel 60 mg/m d iv, sisplatin 50 mg/m d iv, 5-fluourasil 400 mg/m d iv puşe, 400 mg/m; 46 saat iv infüzyon, leucovorin 400 mg/m d iv puşe; kemoterapiden sonra ve 8. günler arasında standart 5 gün G-CSF desteği) uyguladığımız hastaların verileri retrospektif olarak analiz edildi. Tanımlayıcı analizler ve sağkalım değerlendirmeleri SPSS for Windows 5.0 ile yapıldı. Sonuçlar: Toplam 46 hastanın verisi analiz edildi. Hasta özellikleri Tablo de özetlendi. Hastaların çoğunluğunun ECOG perfor- GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 9

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER mans skoru (4/46; %74)idi. Uygulanan toplam kür sayısı 8 idi. Genel yanıt oranı %9 (CR: (%4), PR:6 (%5)), klinik yarar oranı (CR+PR+SD: /46) 7% idi. 0 hastada (%44) ve toplam 8 kürde (%0) grad -4 toksisite izlenmişti. En sık hematolojik toksisite (%5) ve mukozit (%5) izlenmişti. 6 hastaya (%5) toksisite nedeniyle doz redüksiyonu yapılmıştı. Yanıt ve toksisite verileri Tablo A ve Tablo B de özetlendi. Ortalama takip süresi 9 ay (6-) dı. Progresyonsuz sağkalım 5.6 ±. ay (.0 8.) olarak hesaplandı. Değerlendirme tarihinde 6 (%57) hasta halen tedaviye yanıtlı idi ve 0 (%4) hastada progresyon gelişmişti. Toplam 6 hasta kaybedildi. Genel sağkalım verisi yeterli olay gözlenmediği için hesaplanamadı. Tartışma: Uyguladığımız mtcf rejimi ile standart TCF rejimi karşılaştırıldığında yanıt oranları ve PFS (%9 vs %45, 5.6 vs 5.6 ay) açısından benzerdi. Toksisite ise daha düşüktü (grad -4; %45 vs %70). Toksisitenin düşük olması standart TCF protokolünden farklı olarak uygulanan primer GCSF profilaksisi ile ilişkili olabilir. Ayrıca hastalara uygulanan haftalık tedavi ile toksisite yönünden yakın takip hastaların %5 inde doz redüksiyonu sağlamıştır. Dozların bireysel olarak tolseransa göre ayarlanması toksisite oranlarını düşüren başka bir etken olabilir. Tablo. Hastaların genel özellikleri ve kemoterapi (mtcf) yanıt oranları N (46) % Yaş (min-maks) 5.5 ±0.8 (6-75) Cinsiyet (E/K) / 7/8 Histopatoloji İntestinal/Diffüz 7/9 59/4 Başvuruda hastalık durumu Relaps/Metastatik /5 4/76 Daha önce uygulanan tedaviler Adjuvan-Neoadjuvan 4 kemoterapi Adjuvan Radyoterapi 8 7 Cerrahi (küratif/palyatif) 7 59 Performans skoru (ECOG) / 4/ 74/6 Kemoterapi (mtcf) yanıt oranları Tam yanıt 4 Kısmi yanıt 6 5 Stabil hastalık 5 Progressif hastalık 4 9 Değerlendirilemeyen 9 0 Ref No: P-6 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ KÜRATİF CERRAHİ SONRASI NÜKS GELİŞMİŞ PROKSİMAL MİDE KANSERLİ HASTALARDA NÜKS PATERNLERİNİN PROGNOSTİK ÖNEMİ VE NÜKS GELİŞİMİNE ETKİ EDEN RİSK FAKTÖRLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Ahmet Bilici, Fatih Selçukbiricik, Bala Başak Öven Ustaalioğlu, Deniz Tural, Mesut Şeker 4, Mahmut Gümüş 4, Süheyla Serdengeçti şişli etfal eğitim ve araştırma hastanesi, tıbbi onkoloji bölümü haydarpaşa numune eğitim ve araştırma hastanesi, tıbbi onkoloji bölümü istanbul üniversitesi, cerrahpaşa tıp fakültesi, tıbbi onkoloji bilim dalı 4 dr. lütfi kırdar kartal eğitim ve araştırma hastanesi, tıbbi onkoloji kliniği Giriş-Amaç: Proksimal mide kanserleri genellikle ileri evrede teşhis edilir ve küratif cerrahi sonrası bile yüksek lenf nodu metastazına bağlı nüks oranları yüksektir. Çalışmamızda, proksimal mide kanserli hastalarda nüks zamanı ve tipleri ile nüks üzerine etki eden risk faktörleri araştırıldı. Gereç-Yöntem: 000 ve 0 yılları arasında dört onkoloji merkezinde takip ve tedavi edilmiş, küratif gastrektomi sonrası nüks etmiş proksimal mide kanserli 0 hasta geriye dönük olarak analiz edildi. Hastalarda nüks zamanları ve tiplerinin prognostik önemi ile klinikopatolojik faktörler arasındaki ilişki değerlendirildi. Bulgular: Ortanca nüks gelişim süresi 4 ay olup, hastaların %5.7 sinde ilk yıl içinde nüks gelişmişti. En sık nüks tipleri sırasıyla hematojen ve peritoneal nükslerdi (%47. ve %9.). Hematojen ve loko-rejyonel nüksler genç yaş ile (p=0.04) ilişkili iken tüm nüks tipleri ile proksimal gastrektomi anlamlı ilişkili idi (p<0.00). Bununla birlikte, ileri pt evresi artmış hematojen ve peritoneal nüks gelişimi ile anlamlı ilişkili bulundu (p=0.00). Uzak lenf nodlarına metastazlı ve hematojen nükslü hastalarda ortanca hastalıksız sağkalım (HSK) ve genel sağkalım (GSK) loko-rejyonel ve peritoneal nükslü hastalara göre anlamlı olarak daha kısaydı (HSK, sırasıyla 9.7 ve.4 aya karşın 5.4 ve 4.9 ay, p=0.04, şekil ; GSK, 9 ve 46.4 aya karşın 70. ve 66.8 ay, p=0.04, Şekil ). Çok değişkenli analizde, GSK için nüks gelişim zamanı (<= ye karşın > yıl, HR: 0.7, p<0.00), pn evresi, TNM evresi ve gastrektomi tipi bağımsız prognostik faktörlerdi. Diğer taraftan, lenf nodu metastazının varlığı erken nükslerin (<= yıl) gelişimi için lojistik regresyon analizinde bağımsız risk faktörü olarak saptandı (p=0.004, OR: 0.5). Sonuçlar: Çalışmamızda, proksimal mide kanserli hastalar için nüks gelişim zamanının, gastrektomi tipi, lenf nodu metastazı varlığı ve klinik evrenin GSK üzerine etkili bağımsız prognostik faktörlerler olduğu, ayrıca erken nüks gelişimi için lenf nodu metastazı varlığının bağımsız risk faktörü olduğunu gösterildi. Total gastrektomi ve yeterli lenf nodu diseksiyonu, proksimal mide kanserleri için mantıklı küratif tedavi yaklaşımıdır. Tablo. Kemoterapi (mtcf) toksisiteleri Hasta sayısı Uygulanan kür sayısı N (46) % N (8) % Grad -4 toksisite (genel) 0 44 8 0 Hematolojik Lökopeni 8 7 4 Nötropeni 9 0 4 5 Trombositopeni 7 4.5 Anemi 6 0.5 Bulantı 4 9 7.5 Kusma 5 8.8 Mukozit 8 7 4 5 Nefropati 4 Halsizlik 6 8.8 Doz redüksiyonu 6 5 9 0 Şekil. Hastalıksız sağkalım 0 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Şekil. Genel sağkalım Ref No: P-6 METASTATİK KOLOREKTAL KANSERDE BEVACİZUMAB TEDAVİSİNE YANİTİ BELİRLEYEN FAKTÖRLER Mustafa Yıldırım, Mustafa Yıldız, Sevil Göktaş, Çetin Kaya, Utku Dönem Dilli, Özlem Demirpençe, Dinç Süren 4 Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Batman Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği,Antalya Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Biyokimya, Batman 4 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği,Antalya Amaç: Kolorektal kanser, kanser nedenli ölümlerin ikinci en sık nedenidir ve hastaların %0-5 inin zaten tanı anında metastatikdir. Metastatik kolorektal kanser tedavisinde son on yıldaki gelişmeler ile genel sağkalım 4 ay dan 0 aya kadar çıkmıştır. Bu ilerlemeye rağmen, rezeke edilemeyen hastalığı olan hastalarda tahmini 5-yıllık OS oranları <%0 düzeyindedir. Bevasizumab VEGF-A ligandına karşı selektif aktiviteye sahiptir ve 5-fluorourasil (5-FU) ile kombinasyon halinde birinci basamak ve ikinci basamak tedavide etkili olduğu kanıtlanmıştır. Bu çalışmamızda metatatik kolorektal kanser nedeniyle bevasizumab tedavisi alan hastalarda yanıtı belirleyen faktörler araştırılmıştır. Gereç-Yöntem: 008-0 yılları arasında Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniğinde histopatolojik olarak tanısı doğrulanmış ve bevasizumab tedavisi almış metastatik kolorektal kanserli hastalar çalışmaya alınmıştır. Nötrofil Lenfosit Oranı (NLO) absolute nötrofil sayısının absolut lenfosit sayısına bölünmesi ile elde edildi. Trombosit Lenfosit Oranı (TLO) absolute trombosit sayısının absolut lenfosit sayısına bölünmesi ile elde edildi. NLO >=5 ve PLO >=50 durumunda sistemik inflamatuvar yanıt olarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya 9 u (%8) kadın, i (%6) erkek toplam 50 hasta alındı. Hastaların ortalama yaşı 58.4±.8 olarak tespit edildi. Hastalara ortalama 8 kür (range -) tedavi uygulandı. NLO ile değerlendirildiğinde hastalarda sistemik inflamatuvar yanıt saptanmadı. TLO ile değerlendirildiğinde 6 (%) hastada sistemik inflamatuvar yanıt pozitif saptandı. Hastaların medyan yaşam süresi 5.7 ay (%95 confidence interval 8.9-.4) olarak saptandı. Cinsiyet, tümörün rektum veya kolon yerleşimli olması, tümör grade yaşam süresine etkisi saptanmadı (p:0.4, p:0.698, p:0.75). Karaciğer ve karaciğer dışı metastazı olmasına göre hastalar gruplandırıldığında karaciğer metastazı olmayan hastaların sağkalımı daha uzun bulundu (p:0.07) (şekil ). Tek organ metastazı ile çok organ metastazı arasında yaşam süresi açısından fark saptanmadı (p:0.90). Ortalama progresyonsuz sağkalım 8 ay (%95 confidence interval 0.-5.9) olarak bulundu. Progresyonsuz sağkalım ile cinsiyet, tümörün yerleşimi, tümör gradı arasında ilişki saptanmadı (p:0.697, p:0.660, p:0.). Karaciğer ve karaciğer dışı metastazı olmasıda progresyonsuz sağkalıma etkisiz bulundu (p:0.8). Hastaların anemik olup olmaması sağkalım ve progresyonsuz sağkalım açısından farklı bulunmadı (p:0.74, 0.905). TLO ile belirlenen sistemik inflamatuvar yanıt sağkalım ve progresyonsuz sağkalım ile ilişkili bulunmadı (p:0.7, p:0.700). Sonuç: Rezeke edilemeyen metastatik kolorektal kanserli hastalarda genellikle mevcut tedavi yöntemleri küratif değildir. Bu hastalarda palyatif tedavi ile semptomların kontrolü, tümör büyümesinin kontrolü ve genel sağkalım uzaması amaçlanır.bevasizumab bu amaçla kullanılabilecek etkin bir ajandır. Ref No: P-6 MİDE KANSERİ NEDENİ İLE CERRAHİ, KEMOTERAPİ VE RADYOTERAPİ UYGULANAN HASTALARDA 00-00 AJCC EVRELEMESİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Gözde Yazıcı, Sümerya Duru Birgi, Deniz Yüce, Melis Gültekin, Pervin Hürmüz, Gökhan Özyiğit, Mustafa Cengiz, Ferah Yıldız, Faruk Zorlu, Fadıl Akyol, Murat Gürkaynak Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Preventif Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Mide kanseri nedeni ile cerrahi sonrası radyoterapi uygulanan hastalarda AJCC evreleme sisteminin 6. ve 7. edisyonun karşılaştırılması. Gereç ve yöntem: Mide kanseri nedeni ile 997-0 tarihleri arasında radyoterapi alan 90 kadın, 5 erkek hasta değerlendirilmiştir. Bulgular: Hastaların medyan yaşı 55 tir (4-85 yaş). 69 hastaya total, 7 hastaya subtotal gastrektomi uygulanmıştır. İki hastada D0, 8 hastada D, 9 hastada D, 5 hastada D ve hastada D4 lenf nodu diseksiyonu uygulanmıştır Çıkarılan lenf nodu sayısı medyan 0 dır. Metastaik lenf nodu sayısı ise medyan 5 bulunmuştur. Radyoterapi dozu medyan 45 Gy dır. Hastaların medyan sağ kalımı 4 ay bulunmuştur. Progresyonsuz sağ kalım ise medyan 4 aydır. AJCC 00 evreleme sistemine göre hasta evre B, 05 hasta evre, 9 hasta evre A, 57 hasta evre B ve 6 hasta evre 4 olarak gruplanmıştır. AJCC 00 evrelemesine göre ise hasta evre B, 4 hasta evre A, 56 hasta evre B, 67 hasta evre A, 8 hasta evre B, 06 hasta evre C, hasta evre 4 olarak değerlendirilmiştir. Medyan sağ kalım ve progresyonsuz sağ kalım AJCC 00 evresine göre sırası ile evre de 67 ay ve 4 ay, evre A da 4 ay ve ay, evre B de 4 ay ve ay, evre 4 için ise ay ve 0 ay olarak hesaplanmıştır. AJCC 00 evreleme sistemine göre grupların medyan ve progresyonsuz sağ kalım oranları ise sırasıyla evre B de 66 ay ve 40 ay, B için 4 ay ve 8 ay, C de 9 ay ve ay olarak hesaplanmıştır. Evre A ve evre 4 için medyan sağ kalıma ulaşılmamıştır, ancak progresyonsuz sağ kalım değerleri sırası ile ay ve 4 ay olarak bulunmuştur. Her iki evreleme sistemi için T evresi, N evresi ve genel evresi ile genel sağ kalım ve progresyonsu sağ kalım arasındaki ilişkiler istatistiksel anlamlı olarak farklıdır. 0 hastada peritoneal karsinamatozis ve 6 hastada uzak metastaz gelişmiştir. Peritoneal karsinamatozis gelişen hastaların sağ kalımı anlamlı uzun saptanmıştır (4 vs ay) (p=0.00). Cerrahi ve lenf nodu diseksiyon şeklinin ve tümör yerleşim yerinin genel sağ kalım ve hastalıksız sağ kalım üzerine anlamlı etkisi saptanmamıştır. Perinoral ve lenfovasküler yatak boşluğu invazyonunun genel sağ kalım üzerine olumsuz etkisi gösterilmiştir (sırası ile p=0.0, p=0.08). Lenf nodlarında pozitiflik yüzdesine bakıldığında (pozitif lenf nodu sayısı/çıkarılan lenf nodu sayısı x 00) pozitiflik oranı %5 ve altında ise genel sağ kalım medyan 67 ay, %6-%50 arasında 7 ay, %5-%75 arasında ay ve %76-%00 arasında 7 ay olarak saptanmıştır (p<0.00). Bu gruplar için medyan hastalıksız sağ kalımlar ise sırasıyla 56 ay, ay, ay ve 9 ay olarak bulunmuştur (p<0.00). GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Sonuçlar: 00 ve 00 AJCC evreleme sistemleri karşılaştırıldığında 00 evreleme sisteminde daha homojen bir dağılım elde edildiği gözlenmiştir. Bu retrospektif analizde ayrıca pozitif lenf nodu yüzdesinin de genel sağ kalım ve hastalıksız sağ kalım oranları ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Ref No: P-64 YENİ TANI KOLON KANSERLİ HASTALARDA METABOLİK SENDROM VE METABOLİK SENDROM PARAMETRELERİNİN PROGNOSTİK FAKTÖRLER ÜZERİNDEKİ ETKİSİ Alper Can, Ferit Aslan, Ahmet Alacacıoğlu, Yüksel Küçükzeybek, Çiğdem Ertan, Suna Çokmert, Lütfiye Demir, Ahmet Dirican, İbrahim Vedat Bayoğlu, Murat Akyol, Mustafa Oktay Tarhan Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi Tıbbı Onkoloji Kliniği Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi Dahiliye Kliniği Amaç: Yeni tanı evre -4 olan kolon kanserli hastalarda, metabolik sendrom ve metabolik sendrom parametrelerinin prognostik faktörlerle olan ilişkisini araştırmayı amaçladık. Hastalar ve Yöntem: Çalışmamıza haziran 00 ile aralık 0 tarihleri arasında İzmir Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji polikliniği ne yeni tanı almış evre II, III, IV kolon kanseri olan 04 hasta alınmıştır. Hastaların demografik, antropometrik ve laboratuvar verileri kaydedildi. Hastalardan tanı anında metabolik sendrom varlığını saptamak için açlık kanda glukoz, LDL, HDL, trigliserit, total kolesterol seviyeleri, bel, kalça çevresi ölçüldü. Hipertansiyon varlığı veya antihipertansif tedavi alıp almadığı sorgulandı. BKI için boy ve kilo ölçüldü. Kolon kanserli hastalarda metabolik sendromu sıklığı bakıldı. Hastalarda klinik evre, lenf nodu tutulumu, uzak metastaz, histolojik grede, perinöral invazyon, lenfovasküler invazyon kayıt edildi. Tümörün adenokarsinom, taşlı yüzük hücreli ve müsinöz komponentleri kayıt edildi. Tümörün obstrüksiyon, perforasyon yapıp yapmadığı kayıt edildi. Tanı anında tümör markerlarından CEA, CA9.9 bakıldı. Hastaların lökosit, nötrofil, hemoglobin, trombosit ve lenfosit düzeyleri ölçüldü. Kolon kanserli hastalarda metabolik sendromu sıklığı bakıldı. Metabolik Sendrom parametrelerinin kolon kanserli hastalardaki sıklığı bakıldı. Hastalar metabolik sendromu olan ve metabolik sendromu olmayan kolon kanserli olmak üzere iki gruba ayrıldı. İki grup arasında kolon kanserinin prognostik faktörleri karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışmaya alınan hastaların ortalama yaşı; metabolik sendromlu olanlarda 6.67± 0.09, metabolik sendrom olmayanlarda 58.45 ± 0.9 tu. Hastaların %47. inde metabolik sendrom mevcuttu. Metabolik sendromlu kolon kanserli hastarın %6. si kadın,%8.8 i erkekti. Metabolik sendrom parametrelerine bakıldığında; Hastaların %.7 sinde hipertansiyon mevcuttu. Açlık kan şekeri 00mg/dl nin üstü olan hastaların oranı %55.8 di. Trigliserid düzeyi 50 mg/dl nin üzerinde olanların oranı %.7 idi. Hastaların %8. ünde HDL kolesterol düzeyi 40mg/dl nin altında idi. Bel/kalça çevresi oranı 0.8 in üstünde olanların oranı %9.7, bel/kalça çevresi oranı 0.9 un üstünde olanların oranı %55.8 idi. Çalışmanın sonucunda gerek yeni tanı kolon kanserli metabolik sendrom tanısı konulan hastalar ile metabolik sendrom tesbit edilmeyen hastalar arasında tanı anındaki bilinen prognostik değerler (tümör boyutu, lenf nodu tutulumu, metastaz durumu, tümör grade, differansiyasyon, obstrüksiyon, peforasyon perinöral invazyon, lenfovasküler invazyon) arasında istatiksel olarak fark saptanmamıştır. Sonuç: Litatatürdeki çalışmalarda kolon kanserli hastalarda metabolik sendromun prognostik faktörlerle olumsuz bir ilişkisinin olduğu saptanmıştır. Ama bizim çalışmamızda hasta sayısının az olmasından bu ilişki ortaya konulamamıştır. Bu konuyla ilgili daha ileri araştırmalara ihtiyaç vardır. Ref No: P-65 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ METASTATİK KOLOREKTAL KANSER TEDAVİSİNDE KULLANILAN BEVACİZUMABIN ETKİNLİĞİNİN TÜMÖR KAREKTERİSTİKLERİ VE HASTALIK YAYGINLIĞI İLE İLİŞKİSİ Umut Varol, Esin Oktay, Mustafa Yıldırım, Zeki Gökhan Sürmeli 4, Nezih Meydan, Burçak Karaca 4, Canfeza Sezgin 4, Ulus Ali Şanlı 4, Bülent Karabulut 4, Rüçhan Uslu 4 Manisa Devlet Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümü Aydın Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümü 4 İzmir Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Metastatik kolorektal kanserin tedavisinde kullanılan bevacizumabın etkinliğini predikte edecek herhangi bir hedef molekül henüz tanımlanamamıştır. Bu çalışmada metastatik kolorektal kanserin birinci hat tedavisinde kemoterapilerle beraber kullanılan bevacizumabın, tümör karekteristikleri ve hastalık yaygınlığı açısından progresyonsuz sağkalım farkı oluşturup oluşturmadığını araştırmayı amaçladık. Gereç-Yöntem: Ocak 005 ve Eylül 0 tarihleri arasında iki tane Üniversite ve bir tane de Eğitim ve Araştırma Hastanesinin medikal onkoloji bölümünde tedavi gören metastatik kolorektal kanserli hastaların tedavi kayıtları retrospektif olarak incelenmiştir. Toplam yüzbir hastanın birinci hat bevacizumab içeren tedavisini tamamladığı saptanmıştır. Bulgular: Sadece akciğer metastazı olan hastalarda progresyona kadar geçen ortalama süre 9.9 ay olarak bulunmuştur. Progresyona kadar geçen sürenin (PGS) sadece akciğer metastazı olan hasta grubunda değil, akciğer metastazı ile birlikte diğer organ metastazları olan hastalarda da (akciğer+karaciğer, akciğer+diğer organ) anlamlı bir şekilde arttığı bulunmuştur (Ortalama PGS = 9.7 ay). Bu iki hasta grubunu diğer organ metastazı olan hasta grubuyla (akciğer ve karaciğer metastazı olmayan) karşılaştırdığımızda PGS açısından istatistiksel anlamlı bir fark saptanmıştır (Ortalama PGS = 6.6 ay) (p=0.0, p=0.0). Tümör karekteristikleri açısından ise (grade, lokalizasyon, boyut, histoloji ve lenf nodu pozitifliği) progresyona kadar geçen sürede herhangi bir farklılık saptanamamıştır. Sonuç: Metastatik kolorektal kanserli hastaların bazı subgruplarında hastalık progresyonu açısından farklılıklar gözükebilmektedir. Bevacizumab içeren birinci hat kombinasyon tedavileri akciğer metastazı olan hasta subgrubunda daha üstün olabilir. Bu ve buna benzer diğer subgrupların aydınlatılabilmesi için çok merkezli, randomize çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Ref No: P-66 MODİFİYE DCF TEDAVİSİ ALAN METASTATİK MİDE KANSERLİ HASTALARDA VASKÜLER ENDOTELYAL BÜYÜME FAKTÖRÜNÜN (VEGF) PREDİKTİF VE PROGNOSTİK ROLÜ Sedef Hande Aktaş, Hakan Akbulut, Ozan Yazıcı, Nurullah Zengin, Nalan Akgün, Zeki Üstüner, Fikri İçli Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim dalı Ankara Numune Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği Osman Gazi Üniversitesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Vasküler endotelyal büyüme faktörü (VEGF) solid tümörlerde anjiyogenezde anahtar rol oynayan bir sitokindir. Daha önce in vitro olarak primer mide kanser,i hücrelerinde kemoterapötik ilaçların VEGF salgısını baskıladığını göstermiştik. Bu çalışmada modifiye DCF (dosetaksel, sisplatin ve 5-florourasil) tedaivisi alan ilerlemiş mide kanserli hastalarda prediktif ve prognost,ik bir mbelirleyici olarak VEGF nin rolünü araştırmayı amaçladık. 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Çalışmaya DCF tedavisi planlnan ardışık 0 ileri evre mide kanserli hasta alındı. Kemoterapi öncesinde ve iki kür sonrasında hastalardan plazma örnekleri alınarak -sandviç ELISA yöntemiyle VEGF düzeyleri ölçüldü. VEGF düzeyleri trombosit sayılarına göre normalize edildi. Hastaların tedavi sonuçları açısından takip edildi. Modifiye DCF tedavisi hastalar tarafından genellikle iyi tolere edildi. Medyan sağkalım 9.0 ay ve -yıllık sağkalım oranı %0 olarak bulundu. Cox-regresyon analizinde performans skorunun 0- olması, tedavi öncesi plazma VEGF düzeyinin düşük olması ve k-ür DCF sonrası VEGF düzeylerinde azalma olması genel sağkalım açısından bağımsız faktörler olarak saptandı. Bu çalışmamızda elde edilen sonuçlar, düzeltilmiş plazma VEGF düzeylerinin ilerlemiş mide kanserli hastalarda prognostik bir faktör olabileceğini ve ayrıca modifiye DCF tedvisi alan hastalarda. kür kemoterapi sonrasında VEGF düzeylerindeki azalmanın tedavi yanıtından bağımsız olarak sağkalım açısından prediktif bir belirleyici olarak kullanılabileceğini göstermektedir. GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Ref No: P-67 TEDAVİ ÖNCESİ SERUM C-REAKTİF PROTEİN DÜZEYİ MİDE KANSERİNDE PROGNOSTİK BİR FAKTÖR MÜDÜR? Nalan Akgül Babacan, Saadettin Kılıçkap, Orhan Kırbıyık, Turgut Kaçan Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Merkezi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Sivas Amaç: C-raktif protein (CRP) akut faz reaktanı olarak sınıflandırılmakta olup birçok hastalığı tanı ve tedavi takibinde kullanılan bir markırdır. Yüksek serum CRP düzeyinin bazı kanser türleri için prognostik bir faktör olabileceğine dair yayınlar mevcuttur. Bu çalışmada merkezimizde takibi yapılan mide kanserli olgularda tedavi öncesi bakılan serum CRP düzeylerinin prognostik bir faktör olup olmadığının belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Merkezimizde takibi yapılan mide kanserli olgulara ait klinik ve demografik veriler veri tabanına kaydedildi. Tedavi öncesi serum CRP düzeyinin diğer prognostik faktörlerle olan ilişkisi ve sağkalım üzerine etkisi ki-kare, Jonckheere-Terpstra testi, korelasyon ve Kaplan-Meier sağkalım analizi ile değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya yaş ortalaması 6.0±.4 olan toplam 59 hasta (%8 erkek, %9 kadın) dahil edildi. Olguların %4 si 65 yaş ve üzeri hastalardan oluşmaktaydı. Tümör %8 olguda distal yerleşimli idi. Tanı anında %4 olguda kilo kaybı, %7 olguda anemi mevcuttu. En sık görülen evre %40 ile evre idi. Yüzde 9 olguda grade hastalık mevcuttu. Lenfovasküler invazyon oranı %4, ekstrakapsüler lenfatik yayılım %7 oranında izlendi. Yüzde 8 olgu ECOG performans durumu 0 idi. Serum başlangıç CRP düzeyi evre (p=0.00) ve grade (p<0.00) arttıkça yüksek olma eğiliminde iken, cinsiyet, lokalizasyon, CEA, CA-9-9, komorbidite, lenfovasküler invazyon, anemi ve tümör çapı ile ilişkili olmadığı görüldü. Korelasyon analizinde tedavi öncesi serum CRP düzeyi ile evre (p<0.00), grade (p<0.00), tutulan lenf ndu sayısı (p=0.00) ve yaş (p=0.0) arasında orta kuvvette ve pozitif bir korelasyon izlendi. Sağkalım analizinde evre (p=0.00), grade (p=0.00), lenfovasküler invazyon (p=0.00), CEA (p=0.00) ve CA9-9 (p=0.00) düzeyi, ECOG performans durumu (p=0.00), lenfovasküler invazyon varlığı (p=0.00) ve CRP nin 5 kat ve üzeri olması (p=0.006) anlamlı derecede sağkalım üzerine prognostik birer faktör oldukları bulundu. Ancak çok değişkenli analizde CRP nin sağkalım üzerine etkisi gösterilemedi. Sonuç: Mide kanserli olgularda tedavi öncesi serum CRP düzeyi ile evre ve grade arasında anlamlı bir ilişki söz konusudur. İleri evre ve yüksek grade li olgularda CRP anlamlı derecede daha yüksektir. CRP düzeyi sağkalım için prognostik bir faktör olmakla birlikte çok değişkenli analizde bağımsız bir faktör olduğu ortaya konamamıştır. Şekil. Mide kanserinde CRP ve sağkalım Ref No: P-68 MİDE KANSERLİ HASTALARIN TÜMÖR DOKUSUNDA OCT-4 EKSPRESYON DURUMUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ Selçuk Cemil Öztürk Adıyaman Eğitim ve Araştırma Hastanesi Giriş-Amaç: Mide kanseri dünyada akciğer kanserinden sonra ikinci en sık ölüm nedenini oluşturmaktadır. Mide kanseri oluşum mekanizmalarına ilişkin bilgi ve kavrayışımızın artışı yeni tedavi seçeneklerine ışık tutabilecektir. Bilindiği gibi kanser gelişimi ile ilgili teorilerden biri de stem cell teorisidir. İnsan somatik kök hücrelerin farklı dokularda varlığı bildirilmiştir: Umblical kord kanında, kemik iliğinde, saç follikülünde. Solid tümörlerden beyin, meme, kolon, germ cell ve mide kanserlerinde embriyonel kök hücre benzeri özellikler taşıyan ve kök hücre işaretleyicileri ile tanımlanan hücrelerin varlığı gösterilmiştir. OCT 4 embriyonik stem cell hücrelerde bulunan ve aynı adlı gen tarafından kodlanan, hücreye kendi kendine çoğalabilme yeteneği kazandıran bir transkripsiyon proteinidir. Bu çalışmanın temel amacı mide adenokanseri gelişiminde embriyonal kökenli stem hücrelerin, örneğin OCT 4 gibi bu dönem hücrelerine ait belirteçlerin varlığı ile, rolünü tanımlayabilir miyiz? sorusunun yanıtını araştırmaktır. Yöntem: Mide kanseri varlığı bilinen hastaların parafin bloklarında OCT-4 ile immun histokimya boyaması amacı ile 50 hastanın preparatları, nükleer boyanma patterni açısından değerlendirilmiş, pozitif boyamalar skorlanarak, OCT-4 varlığı ve pozitifliğin patolojik tümör özellikleri ile ilişkisi araştırılmıştır. Demografik veriler için SPSS 5 versiyonunda deskriptif istatistik; korelasyon değerlendirilmeleri için bivariate Pearson korelasyon analizi uygulanmıştır. Bulgular: Toplam 50 hastanın OCT-4 için yapılan immun histokimya değerlendirmesinde %5 oranında pozitiflik belirlenmiştir. OCT-4 boyanması ile yaş, cins, tümör evresi, tümör lokalizasyonu, tümör tipi, arsında pozitif yada negatif bir korelasyon saptanmazken, tümör diferansiasyon derecesi ile anlamlı ilişki saptanmıştır. Diferansiasyon azaldıkça ekspresyon sıklığı artmaktadır. Sonuç: Mide kanseri moleküler patogenezinde, embriyonel kök hücreler muhtemel mekanizmalardan biridir. Susesi Otel, Antalya

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-69 KOLOREKTAL KANSERLİ HASTALARIMIZIN DEĞERLENDİRMESİ: TEK MERKEZ DENEYİMİ Mehmet Küçüköner, Muhammet Ali Kaplan, Ali İnal, Zuhat Urakcı, Necip Nas, Abdurrahman Işıkdoğan Dicle Üniversitesi Tıp fakültesi, Tıbbi onkoloji Bilimdalı, Diyarbakır Dicle Üniversitesi Tıp fakültesi, İçhastalıkları Ana Bilimdalı, Diyarbakır Amaç: Kolorektal kanserler, ülkemizde 6. sıklıkta görülen, kanserden ölümde 5. sırada bir hastalıktır. Bölgemizde gastrointestinal sistem kanserlerinden en sık görülen kanserdir. Bu çalışmamız güneydoğu bolgemizi yansıtması açısından önemli olup, hastaların klinik özelliklerini ve sağkalımını etkileyen faktörleri retrospektif olarak degerlendirmeyi amaçlamıştır. Materyal-Metod: Dicle Üniversitesi Onkoloji Bilim Dalı nda 000-0 tarihleri arasında başvuran 700 kolorektal kanserli hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Hastalarımızın 07 (%4.8) i kadın, 9 (%56.) i erkek ve medyan yaş 54 (-94) olarak bulundu. Hastalardaki en sık semptom %7.5 ile karın ağrısı ve barsak kanamasıydı. Tümör lokalizasyonu bakımından; 40 ı (%7.9) rektumda, 49 u (%.5) sağ kolonda, 45 i (%.9) sol kolona, 8 ü (%.) rektosigmoid bölgeye, kalan 7 si (%.7) ise transvers kolondaydı. Histopatolojik alt tiplere göre; 65 u (%98.6) adenokarsinom, geri kalanı karsinoid tümör ve lenfomaydı. Hastaların basvurudaki klinik ve patolojik evrelemesinde 48 i (%7.) evre I, 06 sı (%.5) evre II, 8 i (%4.8) evre III ve 7 si ise (%6,) evre IV olarak tespit edildi. Hastaların %,5 inde diyabet mellitus ve %8,9 unda ailesel kolon kanseri öyküsü tespit edildi. Viral hepatit B varlığı bakımından 7 hastadan 5 inde (%90.7) hepatit B negatif iken, inde (%8.8) ünde hepatit B pozitifdi. Retrospektif incelemizde kan grubu bakılmış olan 95 hastadan 6 ısı (%7.8) A kan grubu, i (%.6) O kan grubu, i (%.) B kan grubu geriye kalan 7 (%7.) hastanın AB kan grubu olarak tespit edildi.sağkalım analizinde, medyan genel sağkalım süresi (GSK) 69.0 (%95 GA 56.4 8.6) ay idi. Sağkalım analizinde progresyonsuz sağkalım süresi medyan (PFS) 6.8 ay idi (%95 GA 0.-4.). Evre ile genel sağ kalım analizi incelendiğinde evre I de medyan değere ulaşılmamıştı, evre II de medyan 78, ay, evre III de medyan 7. ay, evre IV de medyan 40 ay olarak anlamlı farklılıklar vardı (p<0.00). Evre ile progresyonsuz sağkalım süresi açısından evre I de medyan 8.7 ay iken, evre IV de medyan PFS.8 ay olup anlamlı farklılık vardı (p<0.00). İyi diferansiye hastalarda medyan GSK 8.5 ay, orta diferansiye hastalarda 64.5 ay, kötü diferansiye hastalarda 84.9 aydı (p=0.07). İyi diferansiye hastalarda medyan PFS 5 ay, orta diferansiye hastalarda 44.5 ay, kötü diferansiye hastalarda.8 aydi (p=0.0).yaş grubuna göre incelendiğinde; 60 yaş ve altında olan hasta grubunda medyan GSK 76.6 ay, 60 yaş üstünde olan hasta grubunda 54. aydı (p=0.00), 60 yaş ve altında olan hasta grubunda medyan PFS 4.5 ay iken 60 yaş üzeri olan hasta grubunda ise.5 aydı (p<0.00). Sonuç: Kolorektal kanserler ensık rektum ve rektosigmoid bölgede gelişmektedir. Bölgemizde başvuran hastaların çoğunluğu %6 ile lokal ileri ve metaztatik evredeydi. Evre, histolojik grade ve yaş, hem hastalıksız sağkalım hemde genel sağkalım üzerine etkili prognostik faktörler olarak bulundu. Ref No: P-70 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ MİDE KANSERİNDE KOAGÜLASYON TESTLERİNİN KLİNİK AÇIDAN ÖNEMİ Rumeysa Çiftçi, Senem Karabulut, Leyla Kılıç, Sezai Vatansever, Derya Duranyıldız, Faruk Taş İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Koagülasyon ve fibrinolitik sistemin aktivasyonunun kanserle birlikteliği ve tümör progresyonuna katkısı olduğu bilinmektedir. Çalışmamızda mide kanseri olan olgularda günlük pratikte sıklıkla kullanılan hemostaz parametrelerinin düzeyini belirlemeyi, diğer klinikopatolojik özellikler ve laboratuvar testleriyle ilişkisini ortaya koyarak sağlıklı kontrollerle karşılaştırmayı ve sağkalıma etkisini araştırmayı amaçladık. Method: Tromboz ve kanser öyküsü olmayan 50 sağlıklı kontrol ile mide kanseri tanısı histopatolojik olarak konulan ve son 6 ay içinde kemoterapi yada radyoterapi almamış olan 44 olgunun tedavi öncesi alınan kan örneklerinde protrombin zamanı (PT), aktive parsiyel tromboplastin zamanı (APTT), international normalized ratio (INR), D-dimer (DD), fibrinojen (F) düzeyleri ve trombosit (PLT) sayıları değerlendirildi. Bulgular: Mide kanserli olguların çoğu erkek (%7) ve metastatik (%70) idi. Median yaş 55 (9-80), median takip süresi 6 hafta idi. Mide kanserli olguların plazma DD, F, APTT, PT, INR, PLT düzeyleri kontrol grubundan anlamlı olarak farklı idi (PT için p=0.07, diğer testler için p<0.00). Hasta grubunda DD, F, PT, INR, PLT düzeyleri anlamlı olarak daha yüksek, APTT ise anlamlı olarak daha kısaydı. Yüksek DD düzeylerine yüksek PLT ve LDH(laktat dehidrogenaz) düzeyleri eşlik etmekteydi (sırasıyla 88 vs 88 IU/ml, p=0.009; 7 vs 56 IU/ml, p=0.00) LDH ve lökosit sayısı yüksek olan hastaların PLT sayıları anlamlı olarak daha yüksekti (sırasıyla 95 vs 05x0/mm, p=0.04; 445 vs x0/mm, p=0.0). Metastatik hastalarda F ve INR düzeyleri anlamlı olarak daha yüksekti (sırasıyla 45 vs 8 mg/dl, p=0.00;.4 vs.06, p= 0.07). DD ve PLT düzeyleri de metastatik hastalarda daha yüksek olma eğilimindeydi (640 vs 99 IU/ml, p=0.; 60 vs 47x0/mm, p=0.09). Altı aylık median sağkalım oranı %84 idi. Hemostaz testlerinin univariate ve multivariate analizde sağkalım üzerine istatistiksel olarak anlamlı etkisinin olmadığı görüldü. Sadece DD yüksek olan hastalarda sağkalım daha kısa olma eğilimindeydi (7 hafta vs 47 hafta, p=0.06). Diğer klinik ve laboratuvar testlerinden sadece yüksek LDH düzeyi sağkalımı anlamlı düzeyde azaltmaktaydı. Univariate analizde LDH düzeyi yüksek olanlarda median genel sağkalım 4 hafta iken, LDH normal olanlarda 69.5 hafta (p=0.0) idi, fakat bu fark multivariate analizde görülmedi. Sonuç: Mide kanserinde koagülasyon ve fibrinolizisin aktivasyonu sıktır. Hemostaz testlerinde ortaya çıkan bu değişikliklerin mide kanserinde sağkalıma etkisi gösterilememiştir. Tümörün, hayatta kalmak ve yayılmak amacıyla hemostatik proteinleri kötüye kullandığı göz önüne alınırsa, tümörün indüklediği hemostatik değişiklikleri hedef alan (antikoagülan tedavi gibi) tedavilerin prognoza etkisini araştıran kapsamlı çalışmalara ihtiyaç vardır. 4 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-7 HEPATOSELLÜLER KARSİNOMLU (HCC) HASTALARDA HEPATOSİT GROWTH FAKTÖR (HGF) VE İNSULİN GROWTH FAKTÖR (IGF-) SERUM KONSANTRASYONLARININ KLİNİK ÖNEMİ Senem Karabulut, Derya Duranyıldız, Hilal Oğuz Soydinç, Murat Serilmez, Filiz Akyüz, Aslı Çiftçibaşı Örmeci, Didem Taştekin, Vildan Yaşasever İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Hepatosellüler karsinomlu hastalarda hepatosit growth faktör (HGF) and insulin growth faktör- (IGF-) in serum konsantrasyonlarını belirlemek. Method: Çalışmaya Ağustos 009 ve Mayıs 00 kliniğimizde tedavi olmuş 60 HCC hastası (50 erkek, 0 kadın) ve 0 sağlıklı kontrol alındı. HGF and IGF- serum düzeyi tespiti kantitatif sandwich enzim immunoassay tekniği ile yapıldı. Bulgular: Hastaların median yaşı 57 (6-77) idi. Büyük kısmı erken evre (stage A ve B) (n=7, 6%) ve öyküsünde siroz vardı (n=56, 9%). Serum HGF düzeyi HCC li hastalarda kontrol grubuna göre ileri derecede anlamlı olarak yüksekti (.8±.9 pg/ml vs 0.9±0.6 pg/ ml, p<0.00). Hasta ve kontrol grubunda IGF- in serum konsantrasyonları arasında anlamlı bir farklılık mevcut değildi (p=0.5). Serum HGF ve IGF- düzeyleri arasında anlamlı bir fark saptanmadı (p=0.4). Sonuç: HCC hastalarda serum IGF- düzeyinde anlamlı bir fark tespit edilmemiş olmasına rağmen serum HGF düzeyi anlamlı düzeyde yüksektir ve bu hastalar için HGF önemli diagnostic markır olabilir. 0.00 saptanması gözlemciler arasında hiçbir uyumluluk olmadığını göstermektedir. Bulgular: Genel olarak BT grubunda gözlemciler arasındaki uyumluluğa bakıldığında belirgin fark saptanmazken, PET grubunda istatiksel olarak anlamlı bir fark saptandı. BT ve PET için ortalama CI ler sırasıyla 0,7(0,6-0,86) ve0,94(0,86-0,98) olarak hesaplandı(p=0,04, Wilcoxon Signed Rank Test). BT üzerinden konturlanan GTV hacmi(ort. 76,07 mm), PET üzerinden konturlanan GTV hacmine(ort. 45,7 mm) göre istatiksel anlamlı olarak daha büyük bulundu(p:0,0 Wilcoxon Signed Rank Test). Sonuç: BT üzerine PET görüntülerinin eklenmesi gözlemciler arasındaki uyumun belirgin şekilde artmasını sağlarken aynı zamanda sadece BT ile çizilen volümler ile karşılaştırıldığında tümör hacimlerinde anlamlı azalma saptanmıştır. Ülkemizde pankreas kanseri radyoterapi planlamasında sık olarak kullanılmayan PET in tedavi planlamasındaki rolünü artırmak için daha geniş sayılı çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Ref No: P-7 BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ GÖRÜNTÜLERİNE POZİTRON EMİSYON TOMOGRAFİ GÖRÜNTÜLERİNİN EKLENMESİNİN PANKREAS KANSERİNDE TÜMÖR HACİMLERİNİN BELİRLENMESİNDEKİ ETKİSİ Zeynep Güral, Züleyha Akgün, Serap Yücel, Sedenay Oskeroğlu, Özlem Doruk, Sezgi Turan, Ceren Ezgi, Esra Kaytan Sağlam Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, İstanbul Amaç: Radyoterapi için tümör volümünün doğru bir şekilde konturlanması gereklidir. Doğruluğun saptanmasında genellikle gözlemciler arasındaki uygunluk ile tespit edilir. Bu çalışmanın amacı inoperabl pankreas kanseri tanılı hastalarda farklı gözlemciler tarafından bilgisayarlı Tomografi(BT) ve Pozitron Emisyon Tomografisi(PET) üzerinden çizilen GTV(Gross Tümör Volümü) lerinin uyumluluğunu karşılaştırmaktır. Metod- Materyal: Histopatolojik olarak adenokarsinom tanısı almış, 5 inoperabl pankreas kanserli hasta çalışmaya dahil edildi. Radyoterapi öncesinde tüm hastalara planlama BT si ve tedavi posizyonunda PET-BT çekildi. BT ve PET arasındaki ortalama süre gündü. GTV, birbirinden bağımsız deneyimli radyasyon onkoloğu tarafından BT üzerinde çizildi. Bir haftalık aradan sonra PET ile füzyon edilmiş aynı BT üzerinde tekrar volümler çizildi. Her hasta için çizilmiş GTV ler üzerinden Ortak Volüm(O;bir hastaya çizilen tüm GTV lerin kesiştiği volüm) ve KavrayanVolüm(K; bir hastaya çizilen en küçük GTV hacmi) hesaplandı. O ve K volümleri, her hasta için BT ve PET üzerinden belirlendi. Gözlemciler arasındaki uyumu saptamak için Conformity Index (CI) kullanıldı. CI, Ortak volümün Kavrayan volüme bölünmesi olarak tanımlandı. CI in.00 olarak saptanması mükemmel uyumluluk anlamına gelirken, Şekil. Bir hastanın BT ve PET-BT görüntüleri üzerinden ayrı gözlemcinin GTV konturlaması Tablo. İnoperabl pankreas kanseri tanılı 5 hasta için ayrı gözlemci tarafından BT ve PET-BT de konturlanan GTV hacimleri Hasta(n) ort. GTV ort. GTV CI CI BT PET-BT BT PET-BT 68, 7,4 0,78 0,986 58,8 45,85 0,77 0,964 94,5 59,9 0,86 0,984 4 88,08 78,6 0,6 0,86 5 7,4 57, 0,7 0,94 Ref No: P-7 İNDÜKSİYON FOLFOX VERİLEN LOKAL İLERİ REKTUM KANSERİNDE PET CT PATOLOJİK CEVABI PREDİKTE EDİYOR MU? Şeyda Gündüz, Hasan Şenol Coşkun, Sema Sezgin Göksu, Ali Murat Tatlı, Deniz Arslan, Mükremin Uysal, Burhan Savaş, Mustafa Özdoğan Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Antalya Memorial Antalya Onkoloji Merkezi, Antalya Amaç: Lokal ileri rektum kanserli hastalarda FOLFOX ile indüksiyon kemoterapisi sonrasında kemoradyoterapi uygulanan grupta patolojik tam yanıt oranlarını belirleyebilmek ve tam cevap elde edilen hastalarda PET CT ile tam yanıt arasındaki ilişkiyi belirleyebilmek. Susesi Otel, Antalya 5

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Hastalar ve Yöntemler: Ocak 008-ocak 0 tarihleri arasında rektum kanseri tanısı konmuş 9 hastanın dosyası retrospektif olarak tarandı. Lokal ileri rektum kanseri tanısıyla indüksiyon FOLFOX kemoterapisi sonrası kemoradyoterapi uygulanan, evrelemede ve tedavi yanıtının değerlendirilmesinde PET-CT kullanılan 4 hastanın dosyasına ulaşıldı. Bu hastalardan opere edilebilen 0 hasta çalışmaya dahil edildi. Sonuçlar: İndüksiyon FOLFOX, kemoradyoterapi sonrası opere edilen hastaların 7 sinde (%5) patolojik tam yanıt elde edildiği gözlendi. Yaş, cinsiyet, tanıdaki klinik evre, indüksiyon kemoterapisi öncesi ve sonrasında PET-CT tümör FDG tutulum aktivitesinin ve bu aktivitedeki azalma oranının patolojik tam yanıtı predikte etmediği belirlendi. Tartışma: Lokal ileri rektum kanserinde kısa süreli indüksiyon kemoterapisi ile patolojik tam yanıt oranlarında artış gözlenmiştir. Patolojik tam yanıtı öngörmede PET-CT önemini korumaktadır; fakat daha çok hasta sayısı ile değerlendirmeye ve uzun süreli takiplere ihtiyaç vardır. Tablo. Prediktif Markerlar Risk Faktörü RR (%95 GA) p değeri Yaş,0 (0,9-,09) 0,6 Cinsiyet 0,90 (0,-6,7) 0,9 Tedavi öncesi PET aktivitesi (Suvmax) 0,9 (0,8-,04) 0, Tedavi sonrası PET aktivitesi (Suvmax) 0,98 (0,87-,) 0,75 PET aktivitesinde azalma oranı 0,66 (0,-4,) 0,67 Preop lenf nodu tutulumu 5,6 (0,74-4) 0,09 Ref No: P-74 SORAFENİB ALAN HEPATOSELLÜLER KANSERLİ HASTALARIN KLİNİK VE TEDAVİYE YANIT ANALİZİ Süleyman Erdoğdu, Erdinç Nayır, Alper Ata, Burcu Boztepe, Feramuz Demir Apaydın 4, Orhan Sezgin 5, Ali Arıcan Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Mersin Mersin Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Mersin Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Mersin 4 Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Ana Bilim Dalı, Mersin 5 Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji Bilim Dalı, Mersin Giriş: Hepatosellüler karsinom (HSK) viral hepatit insidansı yüksek toplumlarda fazla görülen, yaklaşık %80 i hepatit B (HBV) ve hepatit C (HCV) zemininde gelişen primer malign karaciğer (kc) tümörüdür. Sorafenib, HSK patogenezinde rol oynayan Raf/MEK/ ERK, VEGF ve PDGFR çoklu yolak inhibitörüdür. HSK tüm dünyada kanser sıklığında 6.sırada, mortalite de ise. sıradadır. Hastaların büyük kısmı tanı anında sirotik ve etkili tedavi edilemeyecek aşamadadır. 00 da güncellenen tedavi kılavuzlarına göre tam yanıt-kür şansının olduğu tedaviler cerrahi rezeksiyon, transplantasyon ve radyofrekans ablasyondur (RFA) iken, non-küratif tedaviler transarterial kemoembolizasyon (TAKE) ve sorafenib i kapsamaktadır. Sorafenib in plaseboya karşı etkinliğinin araştırıldığı SHARP çalışmasında OS 0.7 e karşılık 7.9 ay ve PFS 5.5 aya karşılık ay olarak tespit edilmiştir. Materyal-Metod: Ocak 006-0 arasında Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji BD. da izlenen 59 HSK hasta retrospektif incelendi ve sorafenib alan hasta (%4) çalışmamıza dahil edildi. Sonuçlar: Sorafenib alan HSK hastamıza ait klinik özellikler Tablo de ve uygulanan tedavi, yan etki, sağkalım durumları Tablo de özetlendi. Tartışma: HSK da erkek/kadın oranı ülkemizden daha önceden bildirilen yazılarda ortalama 4/ iken, çalışmamızda erkek cinsiyetin 0,5/ ile daha baskın çıkma nedeni erkek hastalar arasında alkol 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ kullanımının artışına bağlı olabilir ama bu net değildir (Tablo ). Ülkemizde HSK etyolojisinin %65 ini HBV-HCV oluşturmaktadır, çalışmamızda bu oran %78 olarak daha yüksek bulundu, bu oran bölgemizde viral hepatitlerin yüksek oranlarına bağlı gözükmektedir. HSK ların %80 den fazlası sirotik kc zemininde gelişir, bu oran hastalarımızda %70 idi ve tedavi alan sirozlu hastaların ortalama PFS değeri 7,4 ile genel PFS değerinden yüksek olması, yakın takibe ve erken tanı almasına bağlı olduğu düşünüldü. Çalışmamızda portal hipertansiyon ve portal trombus gibi HSK ya eşlik eden durumların kliniğin progresif seyrine yol açtığı görüldü (PFS 4 ay). Tanısal AFP düzeyi için eşik değer olan >00 ng/ml hastalarımızın yarısında saptandı. En yüksek PFS ortalamasının 4, ay ile kc segmentektomi-sorafenib kullanan hastada ( hasta cerrahi sınır pozitifliğine rağmen) olduğu görüldü. Toplam 4 hastamız ex olmuştu. Hastalarımızın ortalama sorafenib kullanma süresi 7,08 ay idi, ilaca bağlı en sık ve ciddi (grade-) yan etkiler el-ayak sendromu ve diare olarak saptandı. Çalışmamız ile SHARP çalışması karşılaştırıldığında, OS de e karşılık 0.7 ay ve PFS de 6,8 aya karşılık 5,5 ay olarak daha iyi sonuçlar tespit edilmiştir (Tablo ), hastalarımızda OS ve PFS değerlerinin daha iyi çıkma nedeni daha erken evrede yakalanması ve ek tedavi modalitelerinin (Nakil, RFA,TAKE) hastanemizde yapılabilmesine bağlı düşünülmektedir. Sonuç olarak az sayıda sorafenib alan HSK lı hasta ile yapılan çalışmamız, literatürde ülkemizden yapılmış muhtemelen ilk retrospektif analiz olarak gözükmektedir. Tablo. HSK ya ait klinik özellikler HSK ya ait Özellikler Hasta Sayısı (%) Cinsiyet Erkek (9) Kadın (8) Erkek/Kadın 0,5/ Ortanca tanı yaşı 58 Viral Seroloji Hepatit B (48) Hepatit C 7 (0) Hepatit B+D (4) Negatif (8) Alkol Var 0 (4) Yok (57) Metastaz (M) Var 5 () Yok 8 (79) Siroz Var 6 (70) Yok 7 (0) Lezyon Sayısı Tek (5) Multipl (48) AFP düzeyi (ng/ml) <0 8 (5) 0-00 () >00 (5) Karaciğer biyopsi Var 5 (65) Yok 8 (5) 6 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Tablo. HSK tedavi, yan etki ve sağkalım sürelerinin analizi Tedavi Hasta sayısı (%) PFS (ay) OS (ay) Tüm hastalar (00) 6,8 Sadece Sorafenib 0 (4,4),9 6,5 Sorafenib-Ek tedavi (genel) (56,7) 9 5,5 Sorafenib-Ek tedavi (alt gruplar) Sorafenib-TAKE 5 (,7) 7,4 Sorafenib-Segmentektomi (,) 4, Sorafenib-KT-Nakil (8,7),5 Sorafenib-KT (8,7) 5 Sorafenib-RFA-TAKE- (4,) Segmentektomi Yan Etki Sıklığı El-ayak sendromu 4 (7) Diare () Disfaji (4,) Ses Kısıklığı (4,) ile TFPI arasında istatiksel olarak anlamlı olmamakla beraber negatif bir ilişki vardı. Kadın hastalarda TAFI düzeyleri erkek hastalara göre daha yüksekti fakat istatiksel olarak anlamlı değildi. Performans skoru ECOG olan hastalarda F + düzeyleri istatiksel anlamlı olarak yüksekti. PKGS 0 ay üzerinde olan hastalarda TFPI düzeyleri istatiksel olarak anlamlı olmamakla beraber yüksekti. Rektum kanseri olgularında TAFI düzeyleri istatiksel olarak anlamlı olarak yüksekti. Tümör derecesi, olan hastalarda TFPI düzeyleri anlamlı olarak yüksekti. CEA ve hemoglobin değerleri ile TFPI arasında istatiksel olarak anlamlı olmayan pozitif yönde zayıf bir ilişki vardı. Trombosit sayısı ile TAFI düzeyleri arasında pozitif yönde istatiksel olarak anlamlı olmasada pozitif bir ilişki saptandı. Çalışmamızda metastaz sayısı, tümör boyutu, vasküler invazyon, perinörel invazyon ve tedavi protokolleri ile TAFI, TFPI, F + düzeyleri arasında bir ilişki saptanmadı. Sonuç: TE kanser hastalarında önemli bir mortalite nedenidir. Komplex bir hiperkoagülabl durum vardır.riskli hastalarda uygulanacak tromboproflaksi ile klinik başarının artması yönünden önemlidir. Fakat günümüzde herhangi bir risk skorlama sistemi yoktur. Güncel çalışmalarda pek çok biyobelirteç kanser hastalarında TE riski saptanması için araştırılmıştır fakat hiçbiri bir biyobelirteç olarak onaylanmamıştır. GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Ref No: P-75 İLERİ EVRE KOLOREKTAL KANSER HASTALARINDA TAFI (THROMBİN ACTİVATABLE FİBRİNOLYSİS İNHİBİTOR), TFPI (TİSSUE FACTOR PATHWAY İNHİBİTOR) VE PROTHROMBİN FRAGMENT + DÜZEYLERİ İLE PROGNOSTİK FAKTÖRLERİN KARŞILAŞTIRILMASI Tarık Salman, Doğan Koca, Ahmet Bilici, Başak Öven 4, Burçak Erkol 4, Mesut Şeker 5, Mustafa Öncel 6, Olçun Ünal 7, Tülay Akman 8, Hülya Kaya 9, Mahmut Gümüş 5, Uğur Yılmaz 0 İzmir Eğitim ve Araştırma Hastanesi, tıbbi onkoloji İzmir Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Van Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, İstanbul 4 Haydarpaşa Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, İstanbul 5 Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, İstanbul 6 Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi Kliniği, İstanbul 7 Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Erzurum 8 Balıkesir Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Balıkesir 9 Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Biyokimya Kliniği, İstanbul 0 İzmir Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İzmir Amaç: Kanser hastaları arasında tromboembolizm sıktır. Kolorektal kanser gelişimi ve progresyonu sırasında koagülasyon ve fibrinolitik sistemde yer alan pek çok molekül aktive olmaktadır. TAFI, TFPI, protrombin fragman + koagülasyon ve fibrinoliziste yeni tanımlanan moleküllerdir. Çalışmamızda ileri evre kolorektal kanser hastalarında hastalık özellikleri ile TAFI, TFPI ve protrombin fragman + (F +) düzeyleri arasındaki ilişkilerin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: 8 ileri evre kolorektal kanser hastası çalışmaya alınmıştır. TAFI, TFPI, protrombin fragmant + düzeyleri ELISA yöntemi ile değerlendirilmiştir. Hasta özellikleri olarak yaş, cins, vücut kitle indeksi, performans skoru (ECOG), progresyona kadar geçen süre, metastaz sayısı, tümörün boyutu, derecesi, lokalizasyonu, vasküler invazyon, perinöral invazyon varlığı, CEA, hemoglobin ve trombosit sayısı, uygulanan kemoterapi protokolü hasta kayıtlarından retrospektif olarak incelenmiştir. Hasta özellikleri ve TAFI, TFPI ve F + düzeyleri NCSS 007&PASS 008 istatistik yazılımı kullanılarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya 8 kadın (%4) ve 54 erkek hasta (%66) alındı. Hastaların yaş ortalaması 56 idi. TAFI, TFPI ve protrombin fragmant + düzeyleri hastalarda sırasıyla %69. 5, %7 ve %96. oranında yüksek saptandı. Hasta özellikleri ile karşılaştırıldığında yaş Ref No: P-76 KOLON KANSERLİ HASTALARDA KEMOTERAPİ DÖNEMİNDE ANKSİYETE SIKLIĞININ BELİRLENMESİ VE RİSK FAKTÖRLERİNİN İNCELENMESİ Mehmet Ali Nahit Şendur, Sezen Dülger, Gülcan Uslu, Gülün Erdoğan, Derya Erkoca, Aysel Baykal, Neriman Gedik, Nermin Ünlüyol, Aysun Çağlar, Nuriye Yıldrım Özdemir, Doğan Uncu, Nurullah Zengin Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Giriş: Kolon kanseri ileri yaşta en sık görülen. kanser türüdür. Kolon kanseri, tüm dünyada ve ülkemizde kansere bağlı mortalite nedenleri sıralamasında önde gelenlerdendir. Kolon kanserli hastalarda artmış morbidite oranı psikolojik kaygıyı arttırmaktadır. Pek çok araştırmacı kanserli hastalarda tedavi anında anksiyete görülme sıklığını araştırmıştır. Kolon kanseri tedavisi gören hastalarda kaygı düzeyinde farklılıklar saptanmıştır. Bu nedenle çalışmamızda, Gündüz Kemoterapi Ünitesi ne başvuran kolon kanserli bireylerin, yaşadığı anksiyete seviyelerinin belirlenmesi ve risk faktörlerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Ekim-Aralık 0 tarihleri arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gündüz Kemoterapi Ünitesi ne başvuran ve kemoterapi verilen meme kanserli 70 hastanın, 58 i çalışmaya katılmayı kabul etmiştir. Bilimsel Araştırmalar Değerlendirme Komisyonu ndan etik kurul onayı alındı. Hastaların verileri, sosyo demografik ve klinik bilgileri hastaların kişisel dosyaları incelenerek elde edilmiştir. Hastalara soruluk Beck Anksiyete Envanteri (likert tipi ölçek) uygulanmıştır. Analiz yöntemi:spss 8 Paket programı kullanılarak ki kare bağımsızlık testi ile sonuç elde edilmiştir. Sonuçlar: Çalışmaya alınan kolon kanserli hastaların medyan yaşı 57 (7-80) idi. Çalışmaya alınan hastaların i (%6.) kadın 7 si (%6.8) erkek idi. Hastaların %6.9 na abdomino-perineal rezeksiyon (APR), %4.5 ne low anterior rezeksiyon (LAR), %5.7 sine hemikolektomi yapılmıştı. Hastaların %6.8 i ise opere edilmemişti. Hastaların TNM evrelemesine göre değerlendirmesinde; %7. ü Evre, %.7 si Evre, %.7 si Evre ve %7. ü ise Evre 4 kolon kanser idi. Beck anksiyete envanterine göre hastada (%55.) anksiyete görülmez iken, 5 hastada (%5.9) hafif anksiyete, 5 hastada (%8.6) orta anksiyete, 6 hastada (%0.) ise şiddetli anksiyete saptandı. Hastalar medyan 4. kür (-7 kür) kemoterapisini almaktaydı. Anksiyete riski ile; cinsiyet, sigara kullanımı, çalışma durumu, me- Susesi Otel, Antalya 7

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER deni durumu, komorbid hastalıklar, eğitim durumu, çocuk sayısı, gelir seviyesi, cerrahi tipi, radyoterapi öyküsü, kolostomi varlığı, kür sayısı ve evre arasında ilişki bulunamadı. Sonuç: Kolon kanserli hastalarda anksiyete tüm kanserli hastlarda olduğu gibi önemli bir sağlık sorunudur. Bu çalışmada tedavi sırasında %44.6 hastada anksiyete saptanmıştır. Yaşam kalitesi üzerine olumsuz etkisi olan anksiyetenin tanımlanması ve gerekli önlemlerin alınarak hastlara destek tedavilerinin verilmesi gerekmektedir. Bu nedenle prospektif daha yüksek hasta sayılı kohort çalışmalara ihtiyaç vardır. Ref No: P-77 KOLOREKTAL KARSİNOMDA KEMİK METASTAZI; KLİNİK ÖZELLİKLER, SAĞKALIM VERİLERİ Ahmet Şiyar Ekinci, Kaan Helvacı, Onur Eşbah, Öznur Bal, Tahsin Özatlı, Ayşe Demirci, Ülkü Yalçıntaş Arslan, Burçin Budakoğlu, Ayşe Gök Durnalı, Berna Çakmak Öksüzoğlu ANKARA A.YURTASLAN ONKOLOJİEĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ Giriş: Kolorektal karsinom (KRK), dünyada en sık ölüme sebep olan. kanser olması sebebiyle önemli bir sorun olarak görülmektedir. Diğer organlara göre karaciğer, akciğer ve periton daha sık metastaz bölgeleridir. KRK da kemik metastazı ise zannedildiğinin aksine nadir değildir. Çeşitli çalışmalarda %-6 arasında değişmektedir. Kemik metastazı ile prognoz arasındaki ilişki konusunda çelişki veriler mevcuttur. Bu çalışmada kolorektal karsinomda kemik metastazının klinik özelliklerini ve prognoz üzerindeki etkisini inceledik. Metod: 009 ile 0 tarihleri arasında KRK tanısı almış 70 hastanın hastane kayıt sisteminden verilerinin retrospektif incelenmesi sonucu kemik metastazı bulunan 6 hasta çalışmaya dahil edildi. Sonuçlar: Hastaların ortanca yaşı 6 (7-8) idi. Yedi hastada ilk metastaz yeri sadece kemik iken sadece hastada kemik biyopsisi ile doku tanısı mevcuttu. Kemik metastazı olan 6 hastada ek olarak karaciğer (krc) ve akciğer metastazı 4 er hastada, periton metastazı ise 4 hastada mevcuttu. Onyedi hasta palyatif kemiğe radyoterapi almıştı. Altı hastada sadece manyetik rezonans ile hastada ise sadece PET-BT ile metastaz tanısı konmuştu. Diğer hastalarda en az iki modalite ile (MR, PET BT ve TVKS) tanı konulmuştu. Adjuvan kemoterapi alanlarda ortanca DFS: ay idi. Ortanca ALP ortalaması 88 idi. ALP değeri ortancanın altında olanlarda ortanca OS 45 ay iken; ortalamanın altında olanlarda ay saptandı (p=0.0). İlk metastaz bölgeleri arasında kemik metastazı bulunanlarda OS 7 iken, kemik metastazı bulunmayanlarda OS 45 ay olarak saptandı(p=0,6). Kemik metastazı yanı sıra krc metastazı olanlarda OS ay olmayanlarda 45 ay olarak saptandı (p=0.008) Ancak akciğer ve periton metastazı olanlar ve olmayanlar arasında istatiksel anlamlı sağkalım farkı saptanmadı. Tartışma: Kolorektal karsinomda soliter iskelet sistemi metastazı oldukça nadirdir (%.). Ancak diğer metastazların varlığında kemik metastazı sıklığı literatürde %6. ye kadar yükselebilmektedir. Bizim serimizde sıklık % tü (6/70). Literatürde benzer şekilde en sık vertebral kemiklere metastaz saptanmıştı. Hasta sayısının yetersiz olmasından istatiksel anlamlılığa ulaşmasa da kemik metastazı ilk metastaz bölgeleri arasında yer alanlar, metastatik hastalık takibinde kemik metastazı gelişenlere göre daha kısa yaşamaktadır. Daha önceki çalışmalarda kemik metastazı olanlarda beklenen metastaz bölgesinde (örneğin; krc ve periton gibi) metastaz olanlara göre farklı mekanizmaların işlediği düşüncesi bu sonuç ile desteklenmektedir. Ancak takipte metastaz gelişen hastalardaki kemik metastazı tersiyer metastaz olarak yorumlanabilir ve bu durum farklı bir daha kötü gidiş ile ilişkilendirilmeyebilir, terminal dönem bulgusu kabul edilebilir. Sonuç: Bu çalışma sınırlı hasta sayısı ile krc metastazının bu hastalarda da prognozu etkilediğini göstermiştir. Hastalığın erken döneminde kemik metastazı tanısı alanların daha kötü gidişatına işaret etmektedir. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Tablo. Hastaların Klinik özellikleri Erkek/kadın 5/ Ortanca yaş. 6 (7-8) Kolon Rektum Evre (tanıda) 4 Grade (n=) İyi difernaisye Orta diferansiye Kötü diferansiye 0 6 0 5 9 Primere RT 9 (%4.) CEA Yüksek Normal Tanı modalitesi MR MR+ TVKS PET BT MR + PET BT MR+ PET BT+ TVKS K-ras (n=) Wild Mutant Kemik metastazı sonrası KT basamak sayısı 0 Ref No: P-78 OPERE MİDE KANSERLİ HASTALARIN KLİNİKOPATOLOJİK ÖZELLİKLERİ: TEK MERKEZ DENEYİMİ 9 5 7 9 7 0 5 8 5 4 7 Mehmet Fatih Özbay, Erkan Doğan, Edip Gönüllü, Ali Murat Tatlı, Aydemir Ölmez 4, Çetin Kotan 4, Mahmut İlhan 5 Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, Van Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Van Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anestezi ve Reanimasyon Kliniği, Van 4 YYÜ Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı, Van 5 Avrasya Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Van Amaç: Mide kanseri en sık görülen kanserler arasında 5. sırada yer alırken, kansere bağlı ölümler içinde 4. sırada yer almaktadır. Bu durum oldukça ölümcül seyrettiğini göstermektedir. Mide kanseri sıklığı coğrafik faklılıklar göstermektedir. Uzak doğu, doğu avrupa ve güney amerikada batıya kıyasla daha sık görülmektedir. Bizim ülkemizde ise doğu illerinde batıya kıyasla daha sık görülmektedir. Bölümümüzdeki kayıt sonuçlarına göre mide kanseri bölgemizde en sık rastlanan kanserdir. Bizde bu nedenle merkezimize başvuran mide kanserli hastalardan opere edilmiş olanların klinikopatolojik özeliklerini tanımlamak amacı ile bu çalışmayı planladık. Gereç-Yöntem: Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümüne Ocak 009- Aralık 0 tarihleri arasında 88 kanserli hasta başvurmuştur. Bu hastalardan mide kanseri tanısı konulmuş olanların patoloji raporlarına ulaşılabilen 60 tanesinin dosya verileri retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Bölümümüzde takip edilen 88 hastanın 569 (%,8) tanesi mide kanseri tanısı almıştı. Bu hastalardan 60 tanesinin verileri değerlendirilmeye alındı. Hastaların 48 i (%0) kadın, 0 u (%68,8) erkekti. Ortanca tanı yaşı 54 (5-78) idi. Hastaların 57 si 8 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER (%5,6) intestinal tip, 9 u (%8,) diffüz tip ve 66 sının (%4,) histolojik tiplendirmesi yapılmamıştı. Gradlarına göre 4 ü (%8,8) G, 6 sı (%,5) G, 9 u (%8,) G ve 8 nin (%50,6) gradı bilinmiyordu. Tümörün tutulum yerine göre 49 u (%0,6) proksimal, 80 i (%50,0) distal ve 6 sı (%7) hem proksimal hem de distal mideyi tutarken, 5 (%9,4) hastanın ise tümör tutulum yeri bilinmiyordu. Cerrahi uygulanmış olan hastaların TNM evrelemesine göre si (%,) Evre IA, 4 ü (%8,8) EIB, 6 sı (%0) EIIA, 7 si (%,) EIIB, 6 sı (%6,) EIIIA, 4 ü (%5) EIIIB, 9 u (%,9) EIIIC ve sinin (%,8) evresi bilinmiyordu. Perinöral invazyon açısından incelendiğinde 0 (%6,) hastada pozitif, 0 sinde (%,5) negatif ve 9 (%4,4) hastada ise durum bilinmiyordu. Vasküler invazyon açısından 8 ünde (%5,9) pozitif, 4 ü (%,) negatif iken 4 (%6,9) hastada durum bilinmiyordu. Lenfatik invazyon 7 (%45,6) hastada pozitif, 0 sinde (,5) negatif ve 67 hastada ise durum bilinmiyordu. Sonuç: Literatür ile de uyumlu olarak mide kanserinin erkeklerde daha sık görüldüğü tespit edilmiştir. Mide kanserinin ağırlıklı olarak distal lokalizasyon yerleşimli olduğu tespit edilmiştir. İntestinal tip mide kanseri diffüz tipden daha sık görülmektedir. Lokal hastalık olarak kabul edilip opere edilmelerine rağmen hastaların çoğunluğunun lokal ileri evrede olduğu görülmüştür. Buda hastalığın ancak ileri evrede tespit edilebildiğini göstermektedir. Ayrıca mide kanseri van bölgesinde en sık rastlanan kanser olarak tespit edilmiştir. Bu nedenle erken tanı için ulusal veya bölgesel bazlı tarama programlarının planlanması için çalışmaların yapılması uygun gözükmektedir. Ref No: P-79 İLERİ EVRE MİDE VE KOLOREKTAL KANSERİ TANILI HASTALARDA LEPTİN, ADİPONEKTİN, RESİSTİN SEVİYESİNİN SAĞKALIMA ETKİSİ VAR Mİ? Can Özlü, Gamze Gököz Doğu, Aysegül Kargı, Hakan Akça, Aydın Demiray, Burcu Yapar Taşköylü, Gökçen Demiray, Arzu Yaren, Ahmet Ergin 4 Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Denizli Özel Medstar Hastanesi Onkoloji Merkezi, Antalya Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Denizli 4 Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Bilim Dalı, Denizli Amaç: Birkaç sitokin ve akut faz reaktanının katabolizmadaki rolleri ortaya konmakla beraber, kaşeksinin patogenezi tam olarak bilinmemektedir. Kanserli hastalarda kaşeksinin gelişmesi hastanın tedaviye yanıtını ve toleransını azaltarak sağkalımını etkilemekte ve yaşam kalitesini bozmaktadır. Çalışmamızda kanser kaşeksisine sebep olduğu düşünülen serum leptin, adiponektin,ve resistin seviyelerinin ileri evre mide ve kolorektal kanserli hastalarda sağkalıma etkisini değerlendirdik. Gereç-Yöntem: Çalışmaya 5 hasta (4 erkek, 9 kadın) ve 0 sağlıklı control(6 erkek, 4 kadın) alındı. Demografik özellikler hasta kayıtlarından elde edildi, kan örnekleri de -70 C de saklandı. Numuneler, ELISA (enzyme-linked immunosorbent assay, Boster Immunoleader Ltd,) ile değerlendirildi. Bütün istatistik analizler SPSS 7.0.paket programı ile yapıldı. Bulgular: Serum leptin, adiponektin seviyeleriyle progresyonsuz ve genel sağkalımla istatistiksel korelasyon saptamadık. Sadece yüksek resistin seviyesi ile genel sağkalımda azalma gözlendi. (median GS 8,45 ay vs 60,4 ay, p=0.0). Multivariate analizinde genel sağkalıma etki eden faktörler değerlendirildiğinde serum albumin seviyesinin >= g/dl den fazla olması (OR 0.8, albumin < g/dl vs. >= g/dl, p=0.0), yüksek serum LDH (OR 0,8, p=0.0) en önemli prognostik faktörler olarak saptandıç (anemi varlığında sağkalımda azalma eğilimi gözlendi, OR 0.470, p=0.08). Sonuç: Çalışmamızda albumin, LDH ile adiponektinlerden sadece yüksek resistin seviyesi sağkalımla ilişkili bulunmuştur. Geniş kapsamlı çalışmalara ihtiyaç olduğu görüşündeyiz. Ref No: P-80 METASTATİK PANKREAS ADENOKARSİNOMLU (MPA) HASTALARDA SERUM M0 VE M65 KONSANTASYONLARININ KLİNİK ÖNEMİ Senem Karabulut, Rümeysa Çiftçi, İbrahim Yıldız, Leyla Kılıç, Fatma Şen, Elif Bilgin, Derya Duranyıldız, Faruk Taş İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Amaç: M0 ve M65 oldukça yeni markırdırlar ve epitel hücre yapısal proteini olan sitokeratin 8 in sirkülasyonda dolaşan farklı formlarıdır. Çalışmamızda metastatik pankreas adenokarsinomlu (MPA) hastalarda serum M0, M65 düzeyleri ile prognostik parametreler ve tümör progresyonu arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçladık. Gereç-Yöntem: Çalışmaya kliniğimizde tedavi olmuş 6 MPA lı hasta alındı. Hastaların serum örnekleri tedavi öncesi veya takip sırasında alındı. Serum M0 ve M65 düzeyleri enzyme-linked immunosorbent assay (ELISA) yöntemiyle tespit edildi. Bulgular: Median yaş 59 (-80) yıl olarak tespit edildi. Ondört hasta erkek idi. Hastaların tümü metastatik ve çoğu (%8, n=) karaciğer metastazı olan hastalardı. M0, M65 MPA lı hastalarda kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksekti (her iki parametre için, p<0.00). M65 serum LDH yüksek olan hastalarda normal olan hastalara göre anlamlı olarak yüksekti (p=0.0). M0 ile hastaların klinikopatolojik özellikleri ve laboratuvar bulguları arasında anlamlı bir korelasyon tespit edilmedi. M0 ve M65 arasında ileri düzeyde anlamlı ilişki vardı (rs =0.96, n=6, p<0.00, Spearman s correlation). Median survi.7±. (%95 CI=7.-6.08) haftaydı. Yalnızca LDH düzeyinin prognostic önemi olduğu (p=0.0) ve serum M0, M65 düzeylerinin surviye katkısı olmadığı tespit edildi (sırasıyla, p=0.8 ve p=0.5). Sonuç: Serum M0 ve M65 düzeylerinin MPA lı hastalarda diagnostik değeri olduğu ancak prediktif ve prognostik değeri olmadığı tespit edildi. Ref No: P-8 REKTUM KANSERİNİN PRESAKRAL NÜKSLERİNDE STEREOTAKTİK RADYOTERAPİ UYGULAMAMIZ Nergiz Dağoğlu, Şule Karaman, Bengül Serarslan, Murat Okutan, Aydın Çakır, Gönül Kemikler, Ahmet Kizir, Ethem Nezih Oral İstanbul Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Liv Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Birimi İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Tıbbı Radyofizik Bilim Dalı Amaç: Neoadjuvan KRT sonrası gelişen presakral lenf nodu nüksleri için belirlenmiş bir standart tedavi yoktur. Cerrahi müdahaleden morbiditesinin yüksek olması ve sonrasında yaşam kalitesini etkilemesi açısından kaçınılmaktadır. Bu çalışmada stereotaktik radyoterapi (SBRT) uygulanan hastanın sonuçları değerlendirildi. Gereç-Yöntem: Daha önce neoadjuvan KRT almış ve cerrahi geçirmiş ve presakral lenf nodu rekürrensi gelişmiş hasta tedaviye alındı. Hastaların tamamı erkekti. CEA yüksekliği ve pelvik ağrı nedeniyle tetkik edilen hastalar pelivik MR ve PET/CT ile değerlendirildi. Cerrahi açıdan inoperabl olarak değerlendirilen olgular için SBRT planlaması yapıldı.tedavi yanıtı MR, PET/CT ve CEA ile takip edildi. Ağrı skorlaması yapıldı. Hastaalrın yaşam kalitesi FACT-G ile yapıldı. GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 9

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Sonuçlar: Her hastada da presakral alanda ve sakrumu destrükte eden lokal rekürens tespit edildi. Hastalar için sakrumu takip edecek şekilde planlama yapıldı. 6,75Gy fraksiyon dozlarında toplam 5 fraksiyon tedavi uygulandı. Tedavi sonuçları hastaların semptom değerlendirmesinde.aydan itibaren ağrı şikayetlerinin azaldığı, analjezik kullanımının hastada tamamen kesildiği ve hastada yarıya indiği görüldü. hasta da tedaviye bağlı yan etki tespit edilmedi. CEA.aydan itibaren her hastada da düştü.. Ayda normal referans aralıklarına ulaştı.. Ayda yaılan MR değerlendirmesinde hastalarda stabil yanıt elde edildi..ayda yapılan PET/CT değerlendirmesinde hastada tam yanıt,. hastada ise tama yakın regresyon tespit edildi. Tartışma: SBRT rektum adenokanserlerinde presakral lenf nodu rekürrensi için etkin bir tedavi yöntemidir. Tercih edilen dozlar literatürdeki vaka serilerine kıyasla daha düşük total doz ve daha düşük fraksiyon dozunu içermektedir. Buna rağmen tedavi yanıtları etkili bir tedavi olduğunu işaret etmektedir. Bu vakalara kıyasla hastamızda da yan etkilerin görülmemesinin seçilen fraksiyon şeması ile bağlantılı olduğu düşünülmektedir. Ref No: P-8 PANKREAS KANSERİNDE CD40 EKSPRESYONU Tarkan Ünek, İlkay Tuğba Ünek, Anıl Aysal Ağalar, Özgül Sağol, Hülya Ellidokuz 4, Özge Ertener, İlhan Öztop, Sedat Karademir, İbrahim Astarcıoğlu, Uğur Yılmaz Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı, İzmir, Türkiye Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İzmir, Türkiye Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, İzmir, Türkiye 4 Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Prevantif Onkoloji Anabilim Dalı, İzmir, Türkiye Amaç: CD40, tümör nekrotizan faktör reseptörü ailesinin bir üyesidir ve B lenfositler, makrofajlar, fibroblastlar, endoteliyal, epiteliyal ve sinir hücrelerinde, tümör hücrelerinde olmak üzere çok çeşitli hücre tiplerinde eksprese edilir. Bu yaygın ekspresyon, CD40 ın normal fizyoloji ve hastalık patogenezinde önemli bir rol oynayabileceğini düşündürmektedir. Bu çalışmada, pankreas adenokarsinomlu hastalarda CD40 ekspresyonunun, klinikopatolojik özellikler ve sağkalımla ilişkisinin incelenmesi amaçlandı. Yöntem: Pankreas duktal adenokarsinomu tanısıyla ameliyat edilen 5 hastanın doku örneklerinde CD40 ekspresyonu immünohistokimyasal yöntemle incelendi ve hastaların klinikopatolojik özellikleri ve sağkalımlarıyla olan ilişkisi incelendi. Bulgular: 5 hastanın (%4.5) ünde CD40 ekspresyonu ve 45(%84.9) inde peritümöral lenfositler saptandı. CD40-pozitif tümörlü hastaların ortanca hastalıksız-sağkalımı, CD40-negatif tümörlü hastalara kıyasla daha uzun saptandı (5.60±.87 vs. 0.0±.9); ancak bu istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p=0.845). Peritümöral lenfositik reaksiyon gösteren hastaların ortanca hastalıksız-sağkalımının, peritümöral lenfositik reaksiyon göstermeyen hastalara kıyasla daha uzun olduğu gözlendi (0.96±.40 vs. 7.60±0.47); ancak istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p=0.64). Peritümöral lenfositik reaksiyon gösteren hastaların ortanca genel-sağkalımı, peritümöral lenfositik reaksiyon göstermeyen hastalara kıyasla daha uzundu (5.0±.78 vs 0.±.9); ancak bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi (p=0.00). Tartışma: Bu çalışmadaki sonuçlar, pankreas kanseri hücrelerindeki CD40 ekspresyonunun ve peritümöral lenfositik reaksiyonun, prognozu belirleyen bir faktör olarak kullanılabileceğini düşündürmektedir. Ref No: P-8 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ KOLON KANSERLİ HASTALARDA TEDAVİ DÖNEMİNDE DEPRESYON SIKLIĞININ ÖLÇÜLMESİ VE RİSK FAKTÖRLERİNİN BELİRLENMESİ Mehmet Ali Nahit Şendur, Sezen Dülger, Gülcan Uslu, Gülün Erdoğan, Derya Erkoca, Aysel Baykal, Neriman Gedik, Nermin Ünlüyol, Aysun Çağlar, Nuriye Yıldrım Özdemir, Doğan Uncu, Nurullah Zengin Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Giriş: Kolon kanseri ileri yaşta en sık görülen. kanser türüdür. Kolon kanseri, tüm dünyada ve ülkemizde kansere bağlı mortalite nedenleri sıralamasında önde gelenlerdendir. Kanser tanısı, depresyon sıklığının artışı için önemli bir risk faktörüdür. Kolon kanserli hastalarda tedavi sırasında depresyon sıklığı ve risk faktörleri ile ilgili bilgiler sınırlıdır. Bu nedenle bu çalışmada gündüz kemoterapi ünitesine başvuran kolon kanserli hastalarda depresyon sıklığının belirlenmesi ve risk faktörlerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Ekim-Aralık 0 tarihleri arasında Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gündüz Kemoterapi Ünitesi ne başvuran ve kemoterapi verilen kolon kanserli hastalar çalışmaya alındı. Bilimsel Araştırmalar Değerlendirme Komisyonu ndan etik kurul onayı alındı. Toplam kemoterapi verilen 70 hastanın 58 i çalışmaya katılmayı kabul etti. Hastalara soruluk Beck Depresyon anketi verildi. Hastaların sosyodemografik ve klinik bilgileri hasta dosyalarından öğrenildi.analiz yöntemi:spss 8 paket programı kullanılarak,ki kare bağımsızlık testi ile sonuç elde edilmiştir. Sonuçlar: Çalışmaya alınan kolon kanserli hastaların medyan yaşı 57 (7-80) idi. Çalışmaya alınan hastaların i (%6.) kadın 7 si (%6.8) erkek idi. Hastaların %6.9 na abdomino-perineal rezeksiyon (APR), %4.5 ne low anterior rezeksiyon (LAR), %5.7 sine hemikolektomi yapılmıştı. Hastaların %6.8 i ise opere edilmemişti. Hastaların TNM evrelemesine göre değerlendirmesinde; %7. ü Evre, %.7 si Evre, %.7 si Evre ve %7. ü ise Evre 4 kolon kanser idi. Beck Depresyon skalasına göre 5 hastada (%60.) depresyon saptanmaz iken, 9 hastada (%5.5) hafif depresyon, hastada (%5.) orta depresyon, hastada (%8.9) ise ağır depresyon saptandı. Hastalar medyan. kür (-7 kür) kemoterapisini almaktaydı. Depresyon riski ile; cinsiyet, sigara kullanımı, çalışma durumu, medeni durumu, komorbid hastalıklar, eğitim durumu, çocuk sayısı, gelir seviyesi, cerrahi tipi, radyoterapi öyküsü, kolostomi varlığı ve evre arasında ilişki bulunamadı. Kür sayısı arttıkça depresyon sıklığının istatistiksel olarak arttığı gözlendi (P=0.04). Tartışma: Tüm kanserli hastalarda depresyon önemli bir sağlık sorunudur. Bu çalışmada kolon kanserli hastalarda Beck Depresyon ölçeği ne göre %9.7 olarak bulunmuştur. Yaşam kalitesi üzerine olumsuz etkisi olan depresyonun tanımlanması ve kolon kanserli hastalarda tedavisinin düzenlenmesi için risk faktörlerinin iyi bilinmesi gereklidir. Bu nedenle prospektif kohort çalışmalara ihtiyaç vardır. 40 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-84 REKTUM KANSERİNDE NEOADJUVAN KEMORADYOTERAPİ SONUÇLARIMIZ Olgun Eliçin, Didem Çolpan Öksüz, Şefika Arzu Ergen, Mürsel Düzova, Hande Turna, Evin Büyükünal, Sibel Erdamar, Günüz Öğüt 4, Sabri Ergüney 5, İhsan Taşçı 5, Nuran Şenel Beşe İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı 4 İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyololi Anabilim Dalı 5 İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Amaç: Preoperatif radyoterapi (RT) ile eş zamanlı kemoterapi (KT) uygulanan lokal ileri rektum kanserli olguların tedavi sonuçlarının retrospektif değerlendirilmesi Gereç-Yöntem: Kliniğimizde 00 0 yılları arasında lokal ileri (ct-4 ve/veya cn+) rektum karsinomu tanısıyla neoadjuvan kemoradyoterapi uygulanan 55 hasta retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Hastaların tedavi öncesi evrelemesi endorektal USG ve/ veya pelvik MRG ile yapılmıştır. Hastaların 48 ine 50.4 Gy, 7 sine 45 Gy RT verilmiştir. Radyoterapi süresince hastaların 6 sına oral Capecitabine, 48 ine infüzyonel 5-Fluorurasil kemoterapisi uygulanmıştır. Bir hasta komorbidite nedeniyle RT ile eş zamanlı KT alamamıştır. RT bitiminden 4- hafta sonra cerrahi yapılmıştır. Sağkalım hesaplamalarında başlangıç için biyopsi tarihi temel alınmış ve Kaplan-Meier metodolojisi kullanılmıştır. Sağkalıma etki eden faktörlerin tespiti log-rank testi ile yapılmış ve istatistiksel anlamlılık için p<0.05 kabul edilmiştir. Bulgular: Olguların %6 si erkek, ortanca yaş 58 dir (0-8). Tümünde histopatoloji adenokarsinomdur. Klinik-radyolojik evre hastaların %87 sinde ct veya üstü, %50 sinde cn(+) tir. Tümör yerleşimi hastaların 0 unda (%56) distal, 8 (%) orta rektumdadır. İki hasta hariç ( er gün) tüm hastalar tedaviyi ara vermeden tamamlamışlardır. RTOG skalasına göre hiçbir hastada grad -4 akut gastrointestinal, genitoüriner veya hematolojik yan etki görülmemiştir. Üç hastada grad cilt reaksiyonu gözlenmiştir. Bir hastada KT-RT sonrası metastaz geliştiği için cerrahi uygulanmamıştır. Hastaların %5 ine sfinkter koruyucu, diğer hastalara ise abdominoperineal rezeksiyon uygulanmıştır. Komplet TME oranı %6, R rezeksiyon oranı %5 tir. Hastaların %5 inde downstaging gerçekleşmiştir. Patolojik tam yanıt %, kısmi yanıt %4 dir. cn+ olgularda %44 patolojik nodal tam yanıt gözlenmiştir. Hastaların medyan takip süresi 9 (-00) aydır. Sağkalım analizi için son iki yılda başvuran hastalar çıkarılıp 4 hasta değerlendirmeye alınmıştır. -yıllık lokal-bölgesel kontrol, uzak metastazsız sağkalım, hastalıksız ve genel sağkalım oranları sırasıyla; %97, %9, %89 ve %9 dir. Tek değişkenli analizde lokal bölgesel kontrol oranın komplet TME yapılan ve düşük gradlı hastalarda istatistiksel olarak daha iyi olduğu görülmüştür. Uzak metastazsız sağkalıma, R rezeksiyon ve Mandard IV yanıt oranının; hastalıksız sağkalıma ise R rezeksiyon, pn>= ve grad patolojinin anlamlı olarak etki ettiği saptanmıştır. Mandard IV yanıtı olmayan, nodal tam yanıt veren, pn< olan hastalarda genel sağkalımın anlamlı olarak daha iyi olduğu tespit edilmiştir. Sonuç: Lokal ileri rektum kanserli hastalarda neoadjuvan kemoradyoterapi düşük toksisite oranlarıyla etkin bir tedavi yöntemidir. Geç dönem toksisitenin değerlendirilebilmesi için uzun dönemli takibe ihtiyaç vardır. Ref No: P-85 METASTATİK KOLOREKTAL KANSERDE. BASAMAK TEDAVİDE CETUXİMAB VEYA BEVACİZUMAB-TEMELLİ KEMOTERAPİNİN ETKİNLİĞİ Kerem Okutur, Kezban Nur Pilancı, Dilek Erdem, Orhan Önder Eren, Bahittin Yılmaz, Kübra Aydın 4, Mustafa Bozkurt 5, Akın Öztürk, Esat Namal 6, Gökhan Demir, İdris Yücel İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilimdalı, İstanbul Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilimdalı, Samsun 4 Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, İstanbul 5 Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, İstanbul 6 Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, İstanbul Amaç: Metastatik kolorektal kanserde kras durumu temelinde. basamak tedavide cetuximab-temelli ve bevacizumab-temelli kemoterapinin etkinliğinin karşılaştırılması. Yöntem: Nisan 007-Ağustos 0 tarihleri arasında tedavi görmüş metastatik kolorektal kanserli hastaların dosyaları retrospektif olarak tarandı. Kras durumu bilinen ve verileri yeterli olan 95 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, tümör karakteristikleri, kras durumları, aldıkları tedavi rejimleri ve yanıt durumları incelendi. Bulgular: Otuzbir hastanın (%) primer tümörü rektum, 64 hastanın ise (%67) kolon yerleşimliydi. Hastaların %0 unda ikiden fazla metastatik alan mevcuttu; en sık metastaz alanları ise karaciğer (%75) ve periton (%) du. Ellialtı hastanın (%59) kras durumu wild tip, 9 hastanın (%4) ise mutant tip saptandı. Kras durumu mutant tip olan 9 hastanın sinde (%8) kodon mutasyonu, 7 sinde (%8) ise kodon mutasyonu mevcuttu. Kras wild tip hastalar incelendiğinde; hastaya (%55) bevacizumab-temelli kemoterapi, hastaya (%8) cetuximab-temelli kemoterapi, 4 hastaya (%7) ise sadece kemoterapi uygulanmıştı. Yanıt oranlarına bakıldığında; bevacizumab grubunda genel yanıt (CR+PR) oranı (ORR) %7, cetuximab grubunda ise %8 di. Bevacizumab grubundaki yanıtlı hastanın 8 inde (%6) CR mevcuttu, cetuximab grubunda ise 4 hastada (%) CR vardı. Kras mutant hastalar incelendiğinde, 9 hastaya (%74) bevacizumab-temelli kemoterapi, 0 hastaya (%6) ise sadece kemoterapi uygulanmıştı. Bevacizumab grubunda ORR %8 iken, kemoterapi grubunda sadece %0 di. Sonuç: Çalışmamızda kras wild tip hastalarda cetuximab grubunda yanıt oranları bevacizumab grubuna göre daha iyi görünmektedir. Ktas mutant grupta ise bevacizumab-temelli kemoterapi sadece kemoterapiye göre belirgin olarak üstün bulunmuştur. Daha sağlıklı sonuçlar elde edebilmek ve sağkalım analizleri için daha fazla hastaya ve uzun izleme ihtiyaç vardır. Ref No: P-86 RADYASYONA BAĞLI SALINAN SİTOKİNLER İLE GHRELİN HORMONU VE KLİNİK RADYOTERAPİYE BAĞLI NORMAL ORGAN RADYOTOKSİSİTESİ ARASINDAKİ İLİŞKİLER Feryal Karaca, Erkut Erkurt, Çiğdem Usul Afşar, Fundagül Andiç, Hasan Suat Arslantaş, Candaş Tunalı, Semra Paydaş, İsmail Oğuz Kara Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Amaç: Çalışmamızın amacı kemoradyoterapi gören mide, safra ve pankreas kanserli 0 hastanın, kan ghrelin, TNF-α, IL-, IL-6, IL-8 değerlerini radyoterapiye başlamadan önce, radyoterapinin son haftasında ve radyoterapinin bitiminden sonra üçüncü aydaki ölçümleri ile kıyaslamak ve bu ölçümlerle grad -- toksisite arasındaki ilişkiyi belirlemeye çalışmaktır. Susesi Otel, Antalya 4

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Gereç-Yöntem: Çalışmaya Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilimdalı Polikliniğine Mart 0 ile Mayıs 0 tarihleri arasında başvuran mide kanseri, pankreas kanseri ve safra kesesi kanseri tanısı almış eş zamanlı kemoradyoterapi gören hastalar alındı. Tüm hastaların plazma ghrelin ve serum TNF-α, IL-, IL-6, IL-8 değerine radyoterapiye başlamadan önce, radyoterapinin son haftasında ve radyoterapi bittikten üç ay sonra bakıldı. Bulgular: Çalışmaya 5 kadın, 5 erkek hasta dahil edilmiştir. Histopatolojik olarak, 5 (%86.7) adenokarsinom, 5 (%.) skuamöz hücreli karsinomdu. Evre -b (%6.7), E-a (%0), E- (%5.) olgu bulunmaktaydı. Radyoterapinin son haftasında ghrelin değerinin düşmüş olduğu, tedavi bitiminden üç ay sonra ise yeniden yükseldiği görülmüştür. Ghrelin değerlerinin zaman içindeki değişimi anlamlı bulunmuştur (p<0,00). Preinflamatuar sitokinlerin TNF-α, IL-, IL6, IL-8 in ise radyoterapinin son haftasında yükseldiği, radyoterapi bittikten üç ay sonra ise düştüğü görülmüştür (p<0,00). Hastalar kendi arasında mide kanseri, safra kesesi ve pankreas kanseri olmak üzere ikiye ayrıldığında da kan ghrelin, TNF-α, IL-, IL- 6, IL-8 değerlerinin zaman içinde değişimi anlamlı bulunmuştur. Radyoterapinin son haftasında Grad--- toksisite görülen gruplar arasında ghrelin ve sitokin değerlerine bakıldığında radyoterapinin son haftasında toksisiteye bağlı olarak ghrelinin azaldığı, sitokinlerin ise arttığı gözlenmiştir. Grad-- toksisite gözlenen gruptaki ghrelin düşmesinin Grad- toksisite görülen gruptakine oranla daha fazla olduğu saptanmıştır. Sonuç: Bu çalışmada radyoterapiye bağlı farklanan ghrelin ve sitokin değerlerinin arasındaki değişimi, hastaların radyoterapi sırasındaki toksisiteleri ile ilişkilendirilmiştir. Tedavinin son haftasında iştahları azalmış, mide bulantıları artmış olup kilo verme hızları yükselmiştir. Buna paralel olarak ghrelin seviyeleri radyoterapi gördüğü zaman süresince azalmıştır. Aynı oranda toksisitenin artmasına paralel olarak sitokinlerde de artış saptanmıştır. Radyoterapi sonrasında ise hastalar kendilerini yavaş yavaş toparlamış olup iştahları artmıştır. Bunun parelelinde kilo almaya başlamışlardır. Dolayısı ile hastaların tedavi sonrasındaki ölçülen ghrelin değerleri yükselmiş, sitokin değerleri ise azalmıştır. Ref No: P-87 ÖZOFAGUS KANSERİ, MİDE KANSERİ VE PESTİSİDLER Mustafa Yıldırım, Vildan Kaya, Mustafa Yıldız, Özlem Demirpençe 4, Şeyda Gündüz 5, Utku Dönem Dilli Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Batman Süleyman Demirel Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Isparta Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Antalya 4 Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Biyokimya, Batman 5 Akdeniz Üniversitesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Antalya Amaç: Özogafus kanseri, mide kanseri gibi gastrointestinal kanal kanserlerinin etyolojisinde pestisid kulanımın rolü çoğunlukla populasyon bazlı vaka kontrol çalışmaları ile araştırılmıştır. Bu çalışmaların sonucu çelişkilidir. Bazı çalışmalarda ilişki tespit edilirken bazı çalışmalarda ilişki tespit edilememiştir. Antalya yoğun tarım alanlarının bulunduğu bir bölgedir. Bu çalışmada adrese dayalı kanser kayıt sistemin kullanılarak özafagus ve mide kanseri ile tarımsal faliyette kullanılan pestisid miktarı arasındaki ilişki araştırılmıştır. Gereç-Yöntem: Çalışmada T.C Sağlık Bakanlığı Antalya İl Sağlık Müdürlüğü Kanser Kayıt Merkezi veri bankasından hastalara ait 998-00 verileri kullanılarak bu yıllarda histopatolojik olarak NHL tanısı konulan hastalar çalışmaya alınmıştır. Bulgular: Çalışmaya ü (%65) erkek, 66 ü (%5) kadın toplam 896 hasta alındı. Hastaların ortalama yaşı 60.7 (range 5-95) olarak tespit edildi. Hastaların 0 u (%.) özafagus kanseri iken 666 sı (%87.9) mide kanseri idi. Özafagus kanserli hastaların 48 i (%64.) erkek, 8 si (%5.7) kadın hasta idi. Mide kanserli hastaların 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ 085 i (%65.) erkek hasta, 58 i (%4.9) kadın hasta idi. Cinsiyet ve yaş açısından özafagus mide kanseri açısından fark saptanmadı (p:0.87, 0.0). Özafagus kanserli hastaların tümörleri 0 sinde (%8.7) servikal özafagus, 74 ünde (%.) torasik özafagus, sinde (%5.) abdominal özafagus yerleşimli iken 4 (%5.9) hastada tümörün yerleşim yeri tespit edilemedi. Servikal özafagus tümörlerinin 7 hasta (%85) skuamöz hücreli kanser iken, torasik özafagus kanserli hastaların 9 u (%5.7), abdominal özafaguslu hastaların 7 sinde (%58.) ünde skuamaöz hücreli kanser mevcuttu. Kullanılan pestisid miktarı ile özofagus kanseri insidensi arasında istatiksel anlamlı ilişki tespit edilmedi (p:0.87) olarak bulundu. Mide kanserli hastaların 8 si (%0.9) kardiya, 8 i (%.) fundus, i (%7.) korpus, 58 inde (%5.5) antrum, 4 ü (%.4) pilor, si (%6.7) küçük kurvatür, 4 ü (%.4) büyük kurvatür yerleşimli tümörleri vardı. Mide kanserli hastaların 05 sini (%6) adenokanserler oluşturuken bunu sıklık sırasına göre 0 (%6) ile lenfomalar takip ediyordu. Kullanılan pestisid miktarı ile mide kanseri insidensi arasındaki ilişki spearman korelasyon analizi ile incelendi p değeri 0.88 olarak bulundu. Sonuç: Pestisid kullanımı ile kanser gelişimi birçok çalışmada araştırılmıştır. Pestisidler karsinojenik etkilerini genotoksite, hormonal etki ve immünotoksite gibi mekanizmalarla gösterebilirler. Özofagus ve kanserinin pestisidlere maruz kalan tarım çalışanlarında arttığını gösteren çalışmalar olduğu gibi ilgsiz olduğunu gösteren çalışmalarda vardır. Çalışmamızda özofagus ve mide kanseri ile tarımsal faliyette kullanılan pestisidler arasında ilişki tespit edilemedi. Ref No: P-88 CERRAHİ SONRASI KEMORADYOTERAPİ UYGULANAN MİDE ADENOKARSİNOMLARINDA SAĞKALIMI ETKİLEYEN FAKTÖRLERİN RETROSPEKTİF ANALİZİ Mustafa İzmirli, Kübra Kılıç, Gökhan Yılmazer, Maruf Nart YYÜ Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı. Van Amaç ve Kapsam: Mide kanseri ülkemizde, özelliklede Van ve Erzurum yöresinde önemli bir sağlık sorunudur. Günümüzde T-4 ve N(+) olan hastalarda cerrahi sonrası kemoradyoterapi standart tedavidir. Bu retrospektif çalışmada, Van Gölü havzasında yaşayan ve cerrahi sonrası kemoradyoterapi (KRT) uygulanan mide kanseri tanılı hastalarla ilgili çeşitli faktörlerin sağkalım üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Kliniğimizde mide adenokarsinomu tanısı ile KRT uygulanan ve tedavisini tamamladıktan sonra en az bir kez kontrole gelen 04 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Klinik evrelemede AJCC-00 evreleme sistemi kullanıldı. Hastaların yaşı, cinsiyeti, performans durumu, sigara kullanımı, aile hikayesi, operasyonun tipi, tümör lokalizasyonu, cerrahi sınır durumu, histopatolojik olarak tümör ve Lenf Nodu (LN) evresi, tedavi başlangıcında ECOG performans durumu, uygulanan kemoterapi (KT), radyoterapi (RT) ve tedaviye bağlı görülen yan etkiler kaydedildi. Genel sağkalım (GSK) süresi ve hastalıksız sağkalım (HSK) süresi hesaplandı. İstatistikler SPSS programında yapıldı. Bulgular: Medyan GSK 8.0 ay olup, yıllık, yıllık ve 5 yıllık GSK değerleri sırasıyla %5.4, %47.6 ve %.6 dır. Medyan HSK ise.97 ay olup, yıllık, yıllık ve 5 yıllık HSK süreleri sırasıyla %54.7, 47.6 ve %.6 dır. Çalışmamızda bulunan prognostik faktörler tek değişkenli analizde GSK için TNM LN tutulum sayısı, cerrahi sınırın pozitifliği, HSK için performans durumu, hem GSK, hem de HSK için LN oranı ve KT kür sayısının ve ten fazla alınması istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Çok değişkenli analizde ise GSK için cerrahi sınırın pozitif olması ve TNM LN tutulum sayısı ve LN tutulum oranı anlamlı iken HSK için istatistiksel olarak anlamlı etkileyen parametre bulunmamıştır. Ancak performans ile LN diseksi- 4 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER yon durumu (D0--) ve cerrahi sınırın pozitifliği istatistiksel olarak anlamlılığa yakındı. Sonuç: Mide kanserlerinde adjuvan KRT ile kabul edilebilir yan etkilerle beraber genel sağkalım ve hastalıksız sağkalımda düzelme gösterilmiştir. Çalışmamızda da mide adenokanserlerinde kemoradyoterapi kabul edilebilir toksisite ile ayaktan güvenli olarak uygulanabilmiştir. Maksimum fayda gözetilerek hazırlanmış iyi bir tedavi planı ile birlikte bu tedavinin eksiksiz tamamlanması mide kanserli hastaların sağkalım oranının artmasında önemi büyüktür. Ref No: P-89 PANKREAS KANSERİN TEDAVİSİNDE RADYOTERAPİ SONUÇLARIMIZ: HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DENEYİMİ Gülnihan Eren, Pervin Hürmüz, Gökhan Özyiğit, Deniz Yüce, Ferah Yıldız, Mustafa Cengiz, Fadıl Akyol, Faruk Zorlu, Şuayib Yalçın, Murat Gürkaynak Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Prevantif Onkoloji Anabilim Dalı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Pankreas kanseri tanısıyla radyoterapi (RT) uygulanan hastalarımızdaki tedavi sonuçlarımızı değerlendirmek. Gereç-Yöntem: Pankreas kanseri tanısıyla Temmuz 009 ve Ekim 0 tarihleri arasında bölümümüzde RT uygulanan 76 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi. RT 98 olguda adjuvan, 78 olguda primer tedavi amacıyla uygulandı. Ortalama yaşı 58 (0-80 yaş) olan olguların 4 ü (%65) erkektir. Hastalık 6 olguda (%78) pankreas başında yerleşmektedir. Tümör evresi, 6 hastada (%6) T, 79 hastada (%45) T4 olup 84 olguda (%48) bölgesel lenf nodu pozitifliği vardır. Olgularda tümör yatağı ve bölgesel lenfatiklere medyan 50.4 Gy RT uygulanmıştır. RT ile eş zamanlı olarak kemoterapi (KT) 54 (%88) hastaya uygulanmıştır. Uygulanan KT rejimleri gemsitabin (n=) veya 5FU (n=4) içermektedir. Sonuçlar: Medyan izlem süresi 5 aydır (-58 ay). Tüm grupta genel sağkalım (GS) medyan aydır. Tedavi kollarına göre GS, adjuvan RT kolunda 6 ay, primer RT kolunda 6 ay olup aradaki fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p=0.004). Progresyonsuz sağkalım (PFS) medyan 8 aydır. PFS adjuvan RT kolunda 9 ay, primer RT kolunda 6 ay olup aradaki fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p=0.045). Hastalarda cinsiyet, tümör yerleşimi, cerrahi sınır durumu, KT şemaları, tümör ve nod evresinin GS ve PFS a katkısı bulunmamıştır. Adjuvan ve primer tedavi kollarında GS ve PFS ı etkileyen en önemli faktör ECOG performans durumudur (p<0.00). Adjuvan RT uygulanan 60 yaş altı olgularda GS daha iyidir (p=0.08). Bu grupta PFS da daha uzun bulunmuştur ( ay vs. 7 ay, p=0.05). Hastalar RT i iyi tolere etmiş olup en sık görülen toksisite RTOG akut toksisite kriterlerine göre grad emezistir (%55). Yorum: Pankreas kanseri tanısı ile RT uyguladığımız olgularımızı retrospektif olarak değerlendirdiğimiz bu çalışmada GS ve PFS ı etkileyen en önemli faktör olarak ECOG performans durumu saptanmıştır. Ref No: P-90 METASTATİK KOLOREKTAL KANSERLERDE CETUXİMAB TEDAVİSİ ALAN HASTALARIN GENEL ÖZELLİKLERİNİN VE TEDAVİ İLE HEMATOLOJİK PARAMETRELERİN VE CİLT TOKSİSİTESİNİN KORELASYONUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ: TEK MERKEZ DENEYİMİ Öznur Bal, Ayşe Demirci, Ümmügül Üyetürk, Kaan Helvacı, Ömer Kamil Yazıcı, Ahmet Şiyar Ekinci, Onur Eşbah, Tahsin Özatlı, Burçin Budakoğlu, Ülkü Yalçıntaş Arslan, Berna Öksüzoğlu SB.AY.ANKARA Onkoloji Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi Giriş: Cetuximab (ctx) epidermal büyüme faktör reseptörünü(egfr) hedefleyen şimerik bir antikordur ve metastatik kolorektal kanserde (mkrk) kras wild tipte etkinliği gösterilmiştir. Epidermisin bazal tabakasında da EGFR ekspresyonu olduğundan, ctx, epidermal büyüme ve farklılaşmayı inhibe ederek cilt reaksiyonlarına (cr) neden olmaktadır.yapılan çalışmalarda Ctx klinik etkinliği ile cr arasında korelasyon olduğu gösterilmiştir. Amaç: Bu çalışmada mkrk de farklı kombinasyonlarda ve basamaklarda kullanılan ctx tedavisinin etkinliğinin hematolojik parameteler ve cr ile ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlandı Materyal-Metod: 005-0 arasında kras wild hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların 6 sı kadın, 7 si erkek, ortalama yaş 55(6-76), ortanca takip süresi ay idi. Hastaların %70 i kolon ca %0 u rektum ca tanılıydı ve %7 hasta tanı anında metastatikti. Hastaların %5 i.basamak,%55 i.,%8 i. ve % si 4. basamak ctx içeren tedaviler almıştı. Onüç hastaya folfiri-ctx, 6 hastaya folfox-ctx, hastaya irinotekan-ctx, hastaya kapesitabin-ctx ve hastaya da tek başına ctx tedavisi uygulandı. Hataların %5 sinin daha önce bevasizumab içeren tedaviler aldığı görüldü. Hastaların % sinde parsiyel yanıt,%4 sinde progresyon ve %46 hastada stabil yanıt elde edildi. Ctx ile hastalık kontrol oranı %58 olarak saptandı. Yüzde 46 hastada cr görüldü. Ortalama 5.günde (7-7) saptanan cr hastalarının %60 ında grad toksisite geliştiği görüldü. Grad 4 cr gözlenmedi. Cr gelişen tüm hastalar dermatoloji ile birlikte takip edildi ve cr nedeniyle tedaviye ara verilmedi. Cr ile yaş,cinsiyet,primer kanser bölgesi, metastatik organ sayısı,tedavi basamağı ve kombinasyonu ile arasında ilişki veya tedavi yanıtı ile korelasyon saptanmadı. Hematolojik parametreler ile cr arasında anlamlı ilişki tespit edilmedi ancak grad cr gelişen hastalarda eozinofil sayısının yüksek olduğu saptandı. Sonuç: Kemoterapiye ctx eklenmesi ile yüksek hastalık kontrol oranları sağlanabilmektedir. Kısıtlı hasta sayısı tecrübesi olan bu çalışmada, literatürün tersine cr ile ctx klinik yanıtı arasında ilişki saptanamazken,cr ile ctx arasında aslında daha karmaşık yolaklar sözkonusu olabileceği akla gelmekte ve daha kapsamlı prospektif çalışmaların yapılmasının gerekli olduğu düşünülmektedir. Ref No: P-9 METASTATİK MİDE KANSERLİ HASTALARDA İNFÜZYONEL VE BOLUS 5 FLOROURASİL İÇEREN KEMOTERAPİ ŞEMALARININ ETKİNLİK VE YAN ETKİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ Pınar Gürsoy, Burcu Çakar, Zeki Gökhan Sürmeli, Aslı Yıldırım, Atike Pınar Erdoğan, Burçak Karaca, Canfeza Sezgin, Bülent Karabulut, Ulus Ali Şanlı, Rüçhan Uslu Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, İzmir Amaç: Metastatik mide kanserinde mevcut kemoterapi protokolleri hastalarda düşük oranda sağkalım avantajı sağlamakla birlikte semptom palyasyonunda önemli rol oynamaktadır. Halen tedavide GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 4

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER standart olarak belirlenmiş bir protokol olmamakla birlikte kemoterapi şemalarının büyük bir kısmı cisplatin ve 5-florourasil (5FU) bazlı tedavileri içerir. Biz çalışmamızda metastatik mide kanserli hastalarda bolus ve infüzyonel 5FU içeren DCF (dosetaksel,cisplatin ve 5FU) şemalarını toksisite ve progresyonsuz sağkalım (PFS) üzerine etkisi açısından değerlendirmeyi amaçladık. Gereç-Yöntem: Onkoloji ünitemizdeki mide kanserli hastaların klinikopatolojik verileri retrospektif olarak gözden geçirildi. Tanı esnasında metastatik olan ve DCF kemoterapisi başlanan hastalar çalışmaya alındı. Hastaların yaşı, metastaz yeri, aldığı toplam kür sayısı, tedaviyle ilişkili yan etkiler ve PFS süreleri kaydedildi. Bulgular: Toplam 0 hasta çalışmaya alındı (Tablo ). Hastaların 46 sı bolus DCF, 55 i infüzyonel DCF kemoterapisi almaktaydı. Her grupta cinsiyet ve metastaz yeri, kemoterapi ile ilişkili yan etkiler benzer bulundu.infüzyonel DCF kolunda yaş ortalaması daha düşük,alınan toplam kür sayısı ve profilaktik G-CSF kullanımı daha fazla idi. İnfüzyonel DCF ve bolus DCF kolunda PFS açısından istatistiksel anlamlı fark yoktu (p:0.8) Sonuç: Çalışmamızda infüzyonel ve bolus DCF rejimlerinin benzer yan etki profillerine sahip olduğu ve PFS açısından benzer etkinlikte olduğu görüldü. İnfüzyonel DCF alan hasta grubu daha genç yaşta ve daha fazla oranda taşlı yüzük hücreli karsinom histolojisine sahipti. Bu durum infüzyonel DCF kolunun daha kötü prognostik özelliklere sahip olması nedeniyle bolus DCF koluna göre belirgin PFS avantajı göstermemesini açıklayabilir. Tablo. Demografik özellikler ve etkinlik - yan etki verileri Ref No: P-9 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ ADJUVAN KEMORADYOTERAPİ/ RADYOTERAPİ UYGULANAN PANKREAS KANSERLİ HASTALARDA SAĞKALIM SONUÇLARI VE PROGNOSTİK FAKTÖRLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ Hasan Oğuz Çetinayak, Ahmet Çinkaya, Koray Atilla, İlknur Alsan Çetin, İlhan Öztop, Zümre Arıcan Alıcıkuş, Hilmi Alanyalı, İlknur Bilkay Görken Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Bilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkolojisi Bilim Dalı, İzmir Amaç: Bu çalışmada kliniğimizde adjuvan kemoradyoterapi / radyoterapi uygulanan pankreas kanserli hastalarda sağkalım sonuçları ve prognostik faktörlerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır Hastalar ve Yöntem: Ocak 997-Aralık 0 tarihleri arasında kliniğimizde adjuvan kemoradyoterapi / radyoterapi uygulanmış metastatik olmayan 5 olgu retrospektif olarak incelenmiştir. Hastaların E/K oranı 9/ dür. Medyan yaş 59 (-76) dur. Hastaların Karnosky Performans Skalası (KPS) medyan 90 (70-00) dır. Histopatolojik olarak hastaların tümü adenokanser tanısı almıştır. Kırkaltı hastaya whipple (%89), 6 sına distal pankreotektomi operasyonu uygulanmıştır (%). Hastaların inde cerrahi sınır pozitif olup (%), 8 inde perinoral invazyon saptanmıştır (%7). Evre dağılımı; hasta evre Ib (%4), 6 hasta evre IIa (%), hasta evre IIb (%6), hasta evre III (%) ve hastaların %79 u grade - olarak saptanmıştır. Bir hasta T (%), hasta T (%), 9 hasta T (%75), hasta T4 dür (%). Otuziki hastada lenf nodu metastazı saptanmıştır (%6). Medyan lenf nodu diseksiyon sayısı 5 (-45) dir. Cerrahi sonrası 4 hastaya medyan 4 kür (-7) adjuvan kemoterapi (KT) uygulanmıştır (%8). Adjuvan KT sonrası uzak metastazı olmayan olgulara radyoterapi ile eşzamanlı (gemsitabine veya 5FU) KT uygulanmıştır. Cerrahi sonrası radyoterapi başlama zamanı medyan 4 (- 0ay) ay dır. Adjuvan radyoterapi 5 hastaya iki alanla konvansiyonel teknik (%9), 7 hastaya üçboyutlu konformal radyoterapi tekniği ile uygulanmıştır (%7). Radyoterapi dozu medyan 45 Gy/.8 Gy fraksiyon (45-50.4) dur. Sağkalım analizi Kaplan-Meier yöntemi ile yapılmış, tek değişkenli analizde log rank testi, çok değişkenli analizde Cox regresyon analizi kullanılmış, sonuçlar %95 lik güven aralığında, anlamlılık p<=0.05 düzeyinde değerlendirilmiştir. Bulgular: Medyan izlem 0 (-00) ay dır. Bir ve yıllık genel, hastalıksız sağkalım oranları sırasıyla; %7, %4 ve %69, %40 olarak saptanmıştır. Tek değişkenli analizde; genel sağkalım için cerrahi sınır (p=0.09) istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. İki yıllık genel sağkalım oranı; cerrahi sınır pozitif olanlarda %0, negatif olanlarda ise %5 olarak saptanmıştır. Çok değişkenli analizde genel ve hastalıksız sağkalım için istatistiksel anlamlı faktör bulunmamıştır. Hastaların 7 (%) sinde lokal yineleme, yirmi hasta (%7) da uzak metastaz ( karaciğer, kemik, 5 akciğer) saptanmıştır. Hiçbir hastada RTOG derece -4 yan etki gözlenmemiştir. Sonuç: Çalışmamızda genel ve hastalıksız sağkalım sonuçları literatür ile uyumlu bulunmuştur. Pankreas kanseri gelişen cerrahi, radyoterapi teknikleri ve yeni kemoterapi ajanlarına rağmen yüksek mortaliteli bir hastalıktır. Erken tanı ve prospektif randomize çalışmalarla desteklenen daha iyi tedavi yöntemlerine ihtiyaç duyulmaktadır. 44 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-9 KOLOREKTAL KANSERLİ HASTALARDA TEDAVİ ÖNCESİ SERUM C-REAKTİF PROTEİN DÜZEYİ VE PROGNOSTİK FAKTÖRLERLE İLİŞKİSİ Metin Şeker, Saadettin Kılıçkap, Bahattin Aydın, Turgut Kaçan, Mehmet Fuat Eren, Ayfer Eren, Birsen Yücel, Nalan Akgül Babacan Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Merkezi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Merkezi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Sivas Amaç: C-raktif protein (CRP) akut faz reaktanı olarak sınıflandırılmakta olup birçok hastalığı tanı ve tedavi takibinde kullanılan bir markırdır. Yüksek serum CRP düzeyinin bazı kanser türleri için prognostik bir faktör olabileceğine dair yayınlar mevcuttur. Bu çalışmada merkezimizde takibi yapılan kolorektal kanserli olgularda tedavi öncesi bakılan serum CRP düzeylerinin prognostik faktörlerle ilişkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Merkezimizde takibi yapılan kolorektal kanserli olgulara ait klinik ve demografik veriler veri tabanına kaydedildi. Tedavi öncesi serum CRP düzeyinin diğer prognostik faktörlerle olan ilişkisi ve sağkalım üzerine etkisi ki-kare, Jonckheere-Terpstra testi, korelasyon ve Kaplan-Meier sağkalım analizi ile değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya yaş ortalaması 59.4±.5 olan toplam 49 hasta (%66 erkek, %4 kadın) dahil edildi. Tümör %49 olguda kolon, %5 olguda rektum veya rektosigmoid yerleşimli idi. Tanı anında %8 olguda yandaş bir hastalık, %6 olguda anemi mevcuttu. En sık görülen evre %4 ile evre idi. Yüzde 4 olguda grade hastalık mevcuttu. Lenfovasküler invazyon oranı %0, ekstrakapsüler lenfatik yayılım % oranında izlendi. Yüzde 57 olgu ECOG performans durumu 0 idi. Serum başlangıç CRP düzeyi evre (p=0.04) ve ECOG performans durumu (p<0.00) arttıkça yüksek olma eğiliminde iken, cinsiyet, lokalizasyon, CEA, CA-9-9, komorbidite, lenfovasküler invazyon, ve anemi ile ilişkili olmadığı görüldü. Korelasyon analizinde tedavi öncesi serum CRP düzeyi ile evre (p<0.004), LDH (p<0.00),e- COG performans durumu (p=0.00) ve CA9-9 düzeyi (p=0.08) arasında orta kuvvette ve pozitif bir korelasyon izlendi. Benzer ilişki yaş, tutulan lenf nodu sayısı, CEA gibi diğer prognostik faktörler için bulunamadı. Sağkalım analizinde evre (p=0.00), 65 yaş üstü (p=0.00), anemi varlığı (p=0.0), CEA (p=0.00) ve CA9-9 (p=0.00) düzeyi, ECOG performans durumu (p=0.00), lenfovasküler invazyon varlığı (p=0.00) ve CRP nin 5 kat ve üzeri olması (p=0.048) anlamlı derecede sağkalım üzerine prognostik birer faktör oldukları bulundu. Ancak çok değişkenli analizde CRP nin sağkalım üzerine etkisi gösterilemedi. Sonuç: Kolorektal kanserli olgularda tedavi öncesi serum CRP düzeyi ile evre ve performans durumu arasında anlamlı bir ilişki söz konusudur. CRP düzeyi sağkalım için prognostik bir faktör olmakla birlikte çok değişkenli analizde bağımsız bir faktör olduğu ortaya konamamıştır. Ref No: P-94 METASTATİK PANKREAS KANSERLERİNDE KÖTÜ BİR PROGNOSTİK FAKTÖR: İLERİ YAŞ Senem Karabulut, Rümeysa Çiftçi, Didem Tastekin, Serkan Keskin, İbrahim Yıldız, Leyla Kılıç, Fatma Şen, Faruk Taş İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Metastastatik pankreas kanserinde çeşitli tedavi modellerine rağmen prognoz oldukça kötüdür ve vakaların %60 ı 65 yaş üstündedir yaşla beraber insidans artma eğilimindedir.. Çalışmamızda metastatik pankreas kanserli hastaların klinikopatolojik özeliklerini değerlendirmeyi ve hastaların sonuçlarından yola çıkarak ileri yaşın klinik önemini belirlemeyi amaçladık. Method: Histopatolojik olarak tanısı konmuş ve kliniğimizce takip, tedavisi yapılan 54 metastatik pankreas kanserli hastanın verilerine tedavi dosyalarından ulaşıldı. Bulgular: Hastaların 0 (%66) erkekti, median yaş 58 (5-88) ve büyük bir kısmının parformans statusu kötü (%64), kilo kaybı %0 dan fazla (%74), büyük (> cm) tümor çapına (%75) ve yüksek tümör markır düzeyine CEA (%66), CA 9.9 (%85) sahiptiler. Tüm prognostik faktörler yaşla beraber değerlendirildi. Metastatik hastalığı olan hastalarda median survi 79 gün, yıllık surviye sahip hasta oranı %7 idi. Median survi ileri yaşta gençlere oranla daha düşük bulundu. (48 vs 98 gün, p=0.09). Bir yıllık survi ileri yaştakilerde ve gençlerde sırasıylan % ve %0 du. Hem univariate analizde hemde multivariate analizde ileri yaştaki hastalarda sonuçlar genç hastalarla kıyaslandığında kötüydü. (p=0.04, p=0.05). Tüm hastaların univariate analizinde prognostik faktörlerden performans durumunun ve tümör markırlarının (CEA, CA 9.9) surviye katkısı olduğu görüldü. Multivariate analizde ise genç hastalarla beraber performans statusu kötü olan hastaların survisinin performansı iyi olan gruba göre daha iyi olduğu (p= 0.008) fakat ileri yaşın prognostik bir etkisinin olmadığı tespit edildi. Sonuç: Metastatik pankreas kanserlerinda yaş surviyi etkileyen önemli bir parametredir. Eşlik eden kötü prognostik faktörü olmayan ileri yaştaki hastalarda tedavi önerilmelidir. Ref No: P-95 REKTUM KANSERİNDE POSTOPERATİF KEMORADYOTERAPİ SONUÇLARIMIZ Kamuran İbiş, Dilek Nurlu, Mert Saynak, Sernaz Uzunoğlu, Cem İbiş, Zafer Koçak, Cem Uzal Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Edirne Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Edirne Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Edirne Amaç: Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı nda postoperatif kemoradyoterapi (KTRT) ile tedavi edilen rektum kanserli hastalarda tedavi sonuçlarımızın değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç-Yöntem: Ekim 999-Ağustos 0 tarihleri arasında cerrahi sonrası KTRT ile tedavi edilen rektum kanserli 99 hasta çalışmaya dahil edildi. Demografik özellikleri ve sağkalım değerleri incelendi. Bulgular: Medyan yaş 6 (0-84), 55 olgu (%56) erkek, 44 olgu (%44) kadındı. Tümör yerleşim yeri medyan 7.cm (-5), patolojik lenf nodu sayısı medyan (0-), KT kür sayısı medyan 6 kür FUFA (-), RT dozu medyan 50.4 Gy (0-56), RT fraksiyon dozu medyan.8gy (.8-) idi. Tümör yerleşimi 40 olguda (%40.4) <=5cm, 59 olguda (%59.6) >5cm idi ve 56 olguya (%56.6) anterior rezeksiyon, 4 olguya (%4.4) abdominoperineal rezeksiyon uygulanmıştı. Evreye göre incelendiğinde 45 olgu (%45.5) erken evre (< III), 54 olgu ise (%54.5) lokal ileri evreydi (evre III). Çıkarılan lenf nodu sayısı medyan 0 (0-8), 60 olguda (%60.6) çıkarılan lenf nodu sayısı <=0, 9 olguda (%9.4) >0 olarak saptandı. Lenfatik invazyon 4 olguda vardı, 47 olguda bilinmiyordu. Vasküler invazyon 4 olguda vardı, 5 inde bilinmiyordu. Perinöral invazyon ise olguda vardı, 8 olguda bilinmiyordu. Cerrahi sınır incelendiğinde 89 hastada (%90) negatif, 9 hastada pozitif, hastada<mm saptandı. Onbir hastada grad I, hastada grad II, hastada grad III, hastada grad IV akut gastrointestinal toksisite; 9 hastada grad I, hastada grad II akut üriner toksisite; hastada grad I, hastada grad II geç enterik toksisite gelişti. Hastaların 7 sinde (%7.) lokal nüks, inde (%.) uzak metastaz gelişti. Lokal nüks gelişen 7 hastanın ünde cerrahi sınır pozitif, 4 ünde ise negatifti. Medyan genel sağkalım 4 ay (-54), medyan hastalıksız genel sağkalım 4 ay (-54), medyan GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 45

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER lokal nükssüz sağkalım ise 6 ay (5-7) olarak saptandı. Hastaların 5 ü (%5.5) kaybedildi, hayatta olan 46 hastanın ü (%) hastalıklı hayatta, 4 ü (%4.5) hastalıksız hayatta idi. Sağkalım analizleri Kaplan-Meier testi ile yapılmış olup, 5 ve 0 yıllık genel sağkalımlar sırası ile %75, %50, %40 olarak bulundu. Genel sağkalımı etkileyen kötü prognostik faktörler lenf nodu pozitifliği (p=0.004), ileri evre (evre III, p=0.07), vasküler invazyon varlığı (p=0.08), operasyon tipinin abdominoperineal rezeksiyon olması (p=0.007) ve lenf nodu pozitifliği (p=0.004) dir. Sonuç: Lokal ileri hastalıkta (T-4, N+) neoadjuvan KTRT standart tedavi olmakla birlikte operasyon sonrası değerlendirilen lokal ileri hastalıkta KTRT nin katkısı vardır. Postoperatif KTRT de lenf nodu pozitifliği, ileri evre, vasküler invazyon kötü prognostik faktörlerdir. Ref No: P-96 REKTAL NÖROENDOKRİN KARSİNOM:DÖRT OLGU SUNUMU Burcu Yapar Taşköylü, Atike Gökçen Demiray, Arzu Yaren, Gamze Gököz Doğu, Gülşah Efecik, Neşe Demirkan, Uğur Sungurtekin Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbı Onkoloji Bilim Dalı,Denizli Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Rektal nöroendokrin karsinomlar tüm nöroendokrin tümörlerin %8 ini, gastrointestinal nöroendokrin tümörlerin %7 sini oluşturmaktadırlar. Biz burada rektum nöroendokrin karsinomu olan dört olgumuzu sunduk. Olgu : 4 yaşında erkek hasta, karın ağrısı ve rektal kanama ile başvurdu. Kolonoskopide rektum içerisinde intraluminal lezyon tespit edildi. Biyopsi sonucu infiltratif nöroendokrin karsinom olarak raporlandı. Batın BT de rektumda 5x5x9 cm lik lezyon ile birlikte karaciğer metastazı, paraaortik ve perirektal multiple lenf nodları görüldü. Octreotide sintigrafisinde rektumda, karaciğer ve batın içi lenf nodlarında octreotide tutulumu olduğu için sandostatin tedavisi ve cisplatin etoposide başlandı. Cisplatin-etoposide altı kür sonrası değerlendirmede rektumdaki kitlede progresyon gelişmesi üzerine GIS obstruksiyon bulguları görüldü. Rektum rezeksiyonu yapıldı. Postop yara iyileşmesi sonrası irinotekan tedavisine geçildi. İrinotekan tedavisi sırasında hastada multiple beyin metastazları saptandı. Palyatif RT sırasında hasta vefat etti. Olgu : 7 yaşında erkek hasta, karın ağrısı ve kabızlık şikayeti ile başvurdu. Kolonoskopide rektumda kitle tespit edildi. Biyopsi kötü diferansiye nöroendokrin karsinom olarak raporlandı. Batın BT de rektumda kitle, paraaortik lenf nodlarında metastaz saptandı. Cisplatin-etoposide tedavisi başlandı. Üç kür sonrasında akciğer metastazı gelişen hasta vefat etti. Olgu : 58 yaşında erkek hasta, karın ağrısı ve rektal kanama ile başvurdu. Kolonoskopide rektumda ülserovejetan kitle saptandı. Biyopsi sonucu az diferansiye nöroendokrin karsinom geldi. Batın BT de mesane ve prostatı invaze eden rektumda kitle, paraaortik lenf nodları tespit edildi. Hematüri olması nedeniyle hastaya önce palyatif RT uygulandı daha sonra carboplatin-etoposide tedavisi verildi. Hastanın tedavisi halen devam etmektedir. Olgu 4: 50 yaşında prostat karsinomu tanısı olan hastanın rektal kanaması olması üzerine kolonoskopide rektumda kitle saptandı. Klinik olarak prostat karsinom invazyonu ile primer rektum karsinomunu ayırt edebilmek için biyopsi yapıldı. Patoloji sonucu az diferansiye nöroendokrin karsinom olarak geldi. Carboplatin-etoposide tedavisi uygulandı. Bir kür tedavi sonrasında hasta vefat etti. Dört olgumuzda tanı anında lokal ileri ve metastatik evrede idi. Dört olguya da platin ve etoposide tedavisi başlandı. Dört olgudan sadece birinin tedavisi devam etmektedir. Prognozları kötü olan az diferansiye rektum nöroendokrin karsinomların tedavi protokolleri 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ henüz netlik kazanmamıştır. Nadir görülen bu olguların tedavi protokollerinin oluşturabilmesi için daha fazla olgu sunumuna ihtiyaç bulunmaktadır. Ref No: P-97 KOLON KANSERİNDE BCL- EKSPRESYONUNUN PROGNOSTİK ÖNEMİ Arsenal Sezgin Alikanoğlu, Mustafa Yıldırım, Dinç Süren, Ayşegül Kargı, Mustafa Yıldız, Cem Sezer, Duriye Öztürk 4, Birsel Tutuş Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, Antalya Sağlık BakanlığıBatman Bölge Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Batman Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Antalya 4 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Antalya Amaç: Kolon kanserinde lezyonun patolojik ve anatomik özellikleri kullanılarak oluşturulan TNM sınıflaması günümüzde adjuvan tedavi kararında en önemli etkendir. Küratif cerrahi rezeksiyona rağmen erken evre hastalıkta %0-0 nüks olabilmektedir. Bu nedenle hastalarda anatomik ve patolojik özelliklere dayalı TNM sınıflamasının yeterliliği tartışmalıdır. Son yıllarda ise tümörlerin anatomik ve patolojik özelliklerinin yanında moleküler özelliklerinin de biyolojik davranışı ve tedaviye yanıtı belirleme de önemli olduğu tartışılmaktadır. Çalışmamızda kolon kanserinde Bcl- ekspresyonunun diğer bilinen patolojik prognostik faktörlerle ilişkisi araştırılmıştır. Gereç-Yöntem: Kliniğimizde takip edilen hastalar çalışmaya alındı. Bcl- ekspresyonu immünohistokimyasal yöntemle araştırıldı. Bulgular: Çalışmaya 9 u (%6.5) kadın, ü erkek (%6.5) toplam 5 hasta alındı. Bcl- ekspresyonu 7 hastada (%.5) pozitif, 45 hastada (%86.5) ise negatif olarak değerlendirildi. Bcl- ekspresyonu ile cinsiyet, evre, bölgesel lenf nodu tutulumu, uzak metastaz varlığı ve histolojik derece arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki tespit edilmedi. Sonuç: Çalışmamızda Bcl- ekspresyonunun, istatistiksel anlamlılığa ulaşmasa da erken hastalıkla ilgili olduğu yönünde bulgular elde ettik. Bcl- kolay erişilebilir, ucuz ve kullanımı kolay bir prognostik belirteçtir. Kolon kanserli hastalarının prognozunu belirlemede Bcl- nin immünohistokimya ile ekspresyonunun gösterilmesinin rolünün olabileceğini düşünüyoruz. Ref No: P-98 ÖZEFAGUS KANSERLİ HASTALARIN KLİNİKOPATOLOJİK ÖZELLİKLERİ: TEK MERKEZ DENEYİMİ Erkan Doğan, Mehmet Fatih Özbay, Edip Gönüllü, Ali Murat Tatlı, Aydemir Ölmez 4, Çetin Kotan 4, Mahmut İlhan 5 Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Van Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Onkoloji Kliniği, Van Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anestezi ve Reanimasyon Kliniği, Van 4 YYÜ Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Ana Bilim Dalı, Van 5 Avrasya Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, İstanbul Amaç: Özefagus kanserinin dünya genelinde görülme sıklığı coğrafik özelliklere göre farklılıklar göstermektedir. Asya ve uzakdoğuda, amerika ve batı ülkeleri ile kıyaslandığında yaklaşık 6 kat fazla görülmektedir. Ülkemizde ise batıdaki şehirlere kıyasla doğu illerinde daha sık görülmektedir. Bölümümüzdeki kayıtlara göre özefagus kanseri, mide kanseri ve meme kanserinden sonra bölgemizde en sık görülen üçüncü malignitedir. Bizde bu çalışmada bölümümüze başvuran özefagus kanserli hastaların klinikopatolojik özelliklerini incelemeyi amaçladık. Gereç-Yöntem: Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümüne Ocak 009-Aralık 0 tarihleri arasında 88 kanserli hasta başvurmuştur. Bu hastalardan özefagus kanseri tanısı 46 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER konulmuş olanların patoloji raporlarına ulaşılabilen tanesinin dosya verileri retrospektif olarak incelendi. Bulgular: 88 hastanın, ü (%,) özefagus kanserli idi. Bu hastalardan tanesinin verileri değerlendirilmeye alındı. Hastaların 78 i (%64,5) kadın, 4 ü (%5,5) erkekti. Ortanca tanı yaşı 55 (-89) idi. Hastaların 90 ı (%8,) skuamöz hücreli karsinom, 4 ü (%) adenokarsinom, i (%0,9) bazaloid tip skuamöz hücreli karsinom ve si (%,9) küçük hücreli karsinom olarak raporlanmıştı. Gradlarına göre 0 si (%6,5) iyi differansiye, 8 si (%,) orta derecede differansiye, 8 i (%6,6) kötü derecede differansiye iken, 65 nin (5,7) gradı bilinmiyordu. Tümör başlangıç yerleri göre ü (%) proksimal, si (%) orta, 7 si (%7) orta-distal, 66 sı (%66) distal ve si (%) distal-kardiya yerleşimli idi. Cerrahi uygulanmış olan hastaların TNM evrelemesine göre 4 ü (%5,8) Evre IA, ü (%4,) EIB, 8 i (%,6) EIIA, 6 sı (%,) EIIB, si (%,9) EIIIA, 5 i (%7,) EIIIB, 9 u (%) EIIIC ve si (%,9) EIV idi. TNM evrelemesine göre 5 i (%7,6) T, 8 i (%,) T, 48 i (7,7) T, si (%) T4, i (%,5) T4A ve si (%) T4B idi. TNM evrelemesine göre i (%49,) N0, 6 sı (%5,4) N, 9 u (%4,) N ve 7 si (%,) N idi. Lenfatik invazyon açısından 7 (0,6) hasta değerlendirilmiş olup 4 ünde (%,6) pozitif iken, ünde (%9) negatif olarak saptanmıştı. Vasküler invazyon açısından 4 (%,9) hasta değerlendirilmiş olup 7 sinde (%4) pozitif iken, 4 ü (%9,8) negatif idi. Perinöral invazyon açısından 8 (%,4) hasta değerlendirilmiş olup 8 inde (4,9) pozitif iken, 0 (%6,5) hastada negatif idi. Sonuç: Özefagus kanseri erkeklerde daha sık görülmektedir. Tümör lokalizasyonu açısından yaklaşık %80 nin özefagus alt uç ve gastroözefagial bileşkeden kaynaklanlandığı görülmüştür. Histopatolojik alt tiplerine göre skuamöz hücreli kanserin daha sık görüldüğü izlenmiştir. Hastaların neredeyse %80 nin de tanı anında adventisya tutulumu olduğu görülmüştür. Buda hastalığın ancak ileri evrede tespit edilebildiğini göstermektedir. Erken tanı için ulusal veya bölgesel bazlı tarama programlarının planlanması için çalışmaların yapılması uygun gözükmektedir. Multiple hepatik adenomatozis nadiren saptanan bening karaciğer kitleleridir. Hepatik adenomatozis de adenom sayısı sıklıkla 0 un üzerindedir ve karaciğerin her iki lobunda yaygın adenomlar şeklindedir. Arteryel anjiografi, bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans (MR) görüntülemede tümörler vasküler yapıda saptanır. Malign metastatik veya primer karaciğer kitlelerinde PET-CT de yüksek FDG tutulumları saptanabileceği gibi bening karakterli kitlelerde ve bening inflamatuar veya infeksiyöz proçeslerde nadirende PET-CT de yanlış pozitiflikler saptanabilir. Biz de literatürde nadiren saptanan malignite düzeyinde FDG tutulumu saptanan hepatik adenomatozis olgumuzu sunduk. Olgu: yaşında kadın hasta sağ yan ağrısı şikayeti ile başvurduğu merkezde yapılan batın USG de karaciğer her iki lobunda yaygın olarak görülen, en büyüğü cm çapında toplam 0 dan fazla multiple hipervasküler kitleler saptanmış. Alfa fetoprotein ve diğer tümör markırları normal sınırllarda saptanan olgunun batın MR tetkikinde; karaciğerin her iki lobunda benzer özelliklere sahip en büyüğü cm çapında belirgin kontrast tutulumu göstermeyen solid lezyonlar; Hepatik hemanjion veya metastatik olabileceği düşünülen kitleler saptandı. PET-CT de ise; SUV MAX değeri 7.7 olan metastaz ile uyumlu olabilecek multiple hipodens lezyonlar saptandı. (Fig-) Endoskobik ve kolonoskobik değerlendirmeleri normal sınırlarda saptanan olguya perkütan karaciğer kitle biyopsileri yapıldı. Patolojik ve imminohistokimyasal değerlendirmede; B-catenin membranöz boyanma saptanırken HNF alfa negatif olarak boyanan hepatik adenoma olgusu olarak değerlendirildi. Tartışma: Hepatik adenomatozis nadiren saptanmaktadır. Karaciğer de yaygın solid kitleler olarak görülmektedir. PET-CT de karaciğer kitlelerinde sıklıkla kullanılmaktadır. Hepatik adenomatozis gibi bening karaciğer kitlelerinde de malignite düzeyinde SUV Max değerlerinin saptanabileceği unutulmaması gerektiği kanaatindeyiz. Şekil. GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Ref No: P-99 PET-CT DE MALİGNİTE DÜZEYİNDE TUTULUM SAPTANAN HEPATİK ADENOMATOZİS OLGUSU Timuçin Çil, Cengiz Yılmaz, Oktay İrkörücü, Berna B. Duman, Zeynep Tüzün Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği, ADANA Adana Numune Eğitim vearaştırma Hastanesi Radyoloji Kliniği, ADANA Adana Numune Eğitim vearaştırma Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği, ADANA Ref No: P-00 REKTUM KANSERİNDE NEOADJUVAN KEMORADYOTERAPİ SONUÇLARIMIZ Nergiz Dağoğlu, Şule Karaman, Makbule Tambaş, Bengül Serarslan, Serkan Keskin 7, Esra Sağlam, Sezer Sağlam, Emre Balık 5, Metin Keskin 5, Hakan Yanar 5, Oktar Asoğlu 4, Yersu Kapran 6, Burak Şakar 7, Faruk Aykan 7, Ahmet Kizir, Ethem Nezih Oral İstanbul Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı Liv Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Birimi Bilim Üniversitesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı 4 Liv Hastanesi, Genel Cerrahi Birimi 5 İstanbul Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Bilim Dalı 6 Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Bilim Dalı 7 İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Rektum kanserinde neoadjuvan tedavi sonuçlarının ve tedavi sonuçlarını etkileyen faktörlerin değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Metod: 005-0 yılları arasında İ.Ü.Onkoloji Enstitüsü nde T-4 ya da N+ rektal karsinom tanısıyla tedaviye alınan orta ve distal yerleşimli 5 hasta retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Hastaların tedavi öncesi evrelemesi endorektal USG ve/veya pelvik MR ile yapılmıştır. Tedavi uygulaması 45-50,4Gy/80cGy RT ile konkomitan 5mg/m infüzyon 5FU ile yapılmıştır. Cerrahi 4- hafta sonra uygulanmıştır. Vakaların %5.8 inda Low Anterior Rezeksiyon(LAR), %.8 inde Abdominoperineal rezeksiyon (APR), %4.9 unda laparoskopik LAR(L-LAR) ve %7.5 unda L-APR uygulanmıştır ve % si inoperabl olarak değerlendirilmiştir. Tüm hastaların cerrahisi ve cerrahi sonrası patolojik incelemesi aynı birimde ve patolojik regresyon Dwork skorlamasına göre yapılmıştır. Susesi Otel, Antalya 47

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Sonuç: Değerlendirmeye 5 hasta alınmıştır. Erkek/Kadın oranı (6/6) ortanca yaş 56(9-7)olarak bulunmuştur. Lokal kontrol (LK) oranı %90, yıllık genel sağkalım(gsk) oranı %75 tir. Yaş, cinsiyet, regresyon skoru, BED0Gy, cerrahi sınır pozitifliği, tümör yerleşimi, diseke edilen LN sayısı, laparoskopik cerrahi ve KRT sonrası cerrahiye kadar geçen süre değerlendirilmiştir. Genel sağkalım ve lokal rekürens açısından cerrahi sınır pozitifliği istatistiksel olarak anlamlı saptanmıştır. Regresyon skoruna göre sağkalım değerlendirmesi yapıldığında 0- skoru ile - skoru benzer seyrederken, skoru 4 olan hastalarda anlamlı düzeye ulaşamamakla beraber daha iyi sağkalım belirlendi (p=0.006). Tartışma: Regresyon skoru 4 olan hastalar için sağkalım artma eğilimindedir ve regresyon skorunun 4 olarak elde edildiği hastaların oranı 8- hafta beklenen hasta grubunda daha yüksektir. Ref No: P-0 REKTUM KANSERİNDE KISA DÖNEM NEOADJUVAN RADYOTERAPİ SONUÇLARIMIZ: RADYOTERAPİ - CERRAHİ ARASINDAKİ SÜRENİN SONUÇLARA ETKİSİ Nergiz Dağoğlu, Şule Karaman, Makbule Tambaş, Serkan Keskin, Esra Sağlam, Sezer Sağlam 4, Metin Keskin 5, Emre Balık 5, Hakan Yanar 5, Oktar Asoğlu 6, Yersu Kapran 7, Burak Şakar, Faruk Aykan, Ahmet Kizir, Ethem Nezih Oral İstanbul Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Liv Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Birimi İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı 4 Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı 5 İstanbul Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı 6 Liv Hastanesi, Genel Cerrahi Birimi 7 Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı Amaç: Rektum kanserinde kısa dönem neoadjuvan radyoterapi sonuçlarının ve tedavi sonuçlarını etkileyen faktörlerin değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Metod: 005-0 yılları arasında İ.Ü.Onkoloji Enstitüsü nde T ya da N+ rektal karsinom tanısıyla tedaviye alınan orta ve distal yerleşimli 77 hasta retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Hastaların tedavi öncesi evrelemesi endorektal USG ve/veya pelvik MR ile yapılmıştır. Tedavi uygulaması 5Gy/500cGy RT ile 5FU ile yapılmıştır. Cerrahi -6 hafta sonra uygulanmıştır. Vakaların %58. inde Low Anterior Rezeksiyon(LAR), %.6 sında Abdominoperineal rezeksiyon (APR), %0. ünde laparoskopik LAR(LLAR) uygulanmıştır. Cerrahi sonrası adjuvan FUFA verilmiştir.tüm hastaların cerrahisi ve cerrahi sonrası patolojik incelemesi aynı birimde ve patolojik regresyon Dwork skorlamasına göre yapılmıştır. Sonuç: Değerlendirmeye 77 hasta alınmıştır. Erkek/Kadın oranı (4/4) ortanca yaş 6(4-88)olarak bulunmuştur. Lokal kontrol (LK) oranı %90, yıllık genel sağkalım(gs) oranı %77 dir. Preoperatif değerlendirmede tüm hastalar T olarak değerlendirildi. hasta N0, 8 hasta Nx ve 57 hasta N+ olarak değerlendirildi. Akut yan etkiler 5 hastada bildirilmiştir. hastada grad- diare, hastada grad diare ve tenesmus, hastada grad deskuamasyon gelişmiştir. RT ve cerrahi arasında geçen süre 5 hastada hafta, hastada 4 hafta ve 9 hastada 5-6 haftadır. Diseke edilen LN sayısı medyan 6(-67). Postoperatif değerlendirmede hastada radyal cerrahi sınır pozitif olarak saptanmış, hastada multiple mezenterik tümör nodülleri saptanmıştır. Regresyon skorları hastada 0, hastada, 0 hastada, hastada tür. RT ve cerrahi arasındaki süre regresyon skoru üzerinde etkili olmakla beraber sağkalıma ve lokal kontrole etkisi gösterilememiştir. Tartışma: Kısa dönem neoadjuvan RT uygulaması konvansiyonel serilerle benzer lokal kontrol ve sağ kalım sonuçları göstermektedir. RT ve cerrahi arasındaki süre regresyon skorları üzerinde etkili olmasına karşın lokal kontrol ve sağkalım oranları üzerinde anlamlı etkisi gösterilememiştir. Ref No: P-0 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ MİDE KANSERİNDE ADJUVAN RADYOTERAPİ: TEK MERKEZDEN 44 HASTANIN 0 YILLIK TAKİP SONUÇLARI Cem Mısırlıoğlu, Bülent Küçükpilakçı, Pınar Kara, Vahide Işıl Uğur, Taciser Demirkasımoğlu, Yeşim Elgin, Ergün Sanrı, Aytül Özgen, Yıldız Güney, Gonca Altınışık İnan, Mehtap Coskun Ankara Onkoloji Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Ankara Amaç: Yüksek riskli mide kanseri olgularında postoperatif adjuvan kemoradyoterapi sağkalımda iyileşme sağlamaktadır. Bu çalışma ile merkezimizde adjuvan radyoterapi uygulanmış mide kanseri olgularının değerlendirilmesi ve uzun dönem sonuçlarının verilmesi amaçlanmaktadır. Materyal ve Metodlar: Ocak 000 ve Aralık 005 yılları arasında, Ankara Onkoloji Hastanesi nde 44 opere mide karsinomu hastasına adjuvan radyoterapi uygulandı. Veriler hasta dosyalarının geriye dönük olarak taranması suretiyle elde edildi. Son analiz Ocak 0 de yapıldı. Verilerin analizinde SPSS 5 istatistik programı kullanıldı. Sonuçlar: Erkek kadın oranı.: olan toplamda 44 hasta analize dahil edildi. Hastaların medyan yaşı 5 (aralık, 0-78) ydi. Evre III ve IV hastalar %7 oranla çoğunluktaydı. Antrum en sık tutulan gastrik bölgeyken (%4.6), adenokarsinom en sık gözlenen histopatolojiydi (%84). Tüm hastalardan 00 üne (%4) total gastrektomi, 44 üne (%59) subtotal gastrektomi uygulanmıştı. Hastaların 88 ine (%6) D lenf nodu diseksiyonu yapılmıştı. Çıkarılan lenf nodu sayısı medyan 9 du (aralık, 0-7). 0 hastadan 7 sinde (%) cerrahi sınır pozitif ya da yakın olarak bulundu. Postoperatif radyoterapi dozu 46 Gy di. Hastaların %76 sında radyoterapi ile eşzamanlı kemoterapi uygulandı (FUFA). Sağkalan hastalar ve tüm hastalar için medyan takip sırasıyla 99 ay (aralık, 79-55) ve ay (aralık, -55) dı. İki hasta 4. yıl sonrası takipten çıktı. Akut gastrointerstinal ve hematolojik toksisite oranları sırasıyla %6 ve %8 di. Radyoterapi sonrası.,.,5., ve 0. yıl genel sağkalım oranları sırasıyla %79, %7, %4 ve %6 iken, hastalıksız sağkalım oranları sırasıyla %69, %4, % ve %6 ydı. Genel sağkalım eşzamanlı kemoradyoterapi kolunda anlamlı olarak daha iyi bulundu (p=0,07; 95% CI, 0. to.7). Subtotal gastrektomi grubunda sağkalım oranları daha yüksekti (p=0,004; 95% CI, 7. to.7). Cerrahi sınır durumu gerek genel sağkalım gerekse progresyonsuz sağkalım için prediktif bir faktör olarak bulunmadı (p=0,07). Kararlar: Gastrektomi sonrası yüksek riskli olgularda adjuvant kemoradyoterapi etkin ve güvenli bir tedavi şeklidir. Evre, lenf nod durumu gibi bilinen faktörlerin yanında, cerrahi şeklinin de önemli bir prognostik faktör olarabileceği tespit edildi. Bu bulgu daha ileri çalışmalarda araştırılmalıdır. Tedavi sonrası progresyon çoğunlukla ilk yılda görüldü. Çalışmamızda genel sağkalım ve hastalıksız sağkalım oranlarının 0 yıllık takipte eşitlendiği gözlendi. Ref No: P-0 GASTRİK MALT TİPİ EKSTRANODAL MARJİNAL ZON LENFOMA HASTALARINDA RADYOTERAPİ SONUÇLARIMIZ Ebru Karakaya, Özlem Derinalp Or, Yıldız Güney, Nuri Uslu, Süheyla Aytaç Arslan, Ayşen Dizman Ankara Abdurrahman Yurtaslan Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkoloji Kliniği GİRİŞ: Marjinal zon lenfoma, NHL nın farklı ve düşük gradlı bir alt tipi olup WHO klasifikasyonunda NHL vakalarının %0 unu oluşturmaktadır. MALT lenfomaların en sık yerleşim bölgesi mide olup; lokalize gastrik MALT lenfoma olguları genellikle iyi prognozlu olarak bilinir. Son iki dekaddır, gastrik MALT lenfomalara tedavi yaklaşımı, cerrahi yerine, Helikobakter pilori eradikasyon tedavisi, 48 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER radyoterapi gibi mide koruyucu tedaviler lehine gelişmiştir. Gastrik MALT lenfoma olgularında tedavi sonuçlarımızı değerlendirmek için, radyoterapi veya kemoterapi+radyoterapi alan 6 hastayı retrospektif olarak değerlendirdik. Metod: Aralık 005- Şubat 00 tarihleri arasında gastrik MALT lenfomalı 9 hasta kliniğimizde küratif amaçlı radyoterapi almıştır. hastanın takip dışı kalması nedeniyle bu çalışma 6 hastanın verilerini içermektedir. Sonuçlar: Evre IE-IIIE (IE: hasta, IIE: hasta, IIIE: hasta) tanısı olan erkek ve kadın hasta analiz edilmiştir. Tüm olgular gastrik bölge ve en yakın çevre lenfatiklere (N), medyan 600 (000-4600) cgy radyoterapi almıştır. Üç hasta için konformal tedavi planlaması yapılmıştır. Ek olarak paraaortik nodal tutulumu olan bir hasta ve dalak ve üst mediasten tutulumu olan diğer bir hasta ise bu bölgelere tutulmuş alan radyoterapisi almıştır. Radyoterapi, bir hastada antibiyotik tedavisi sonrası ikincil tedavi olarak uygulanırken, hastada CHOP kemoterapisi sonrası ve hastada da tek tedavi modalitesi olarak uygulanmıştır. Medyan kemoterapi kür sayısı 6 (5-8) olup hasta CHOP kemoterapisine ek olarak 6-8 kür rituximab almıştır. Beş hasta bilgisayarlı tomografiye (BT) ek olarak endoskopi ile takip edilirken,bir hasta BT ve ultrasonografi ile takip edilmiştir. Medyan izlem süresi 49 (-65) ay olarak saptanmıştır. Hastaların tümü klinik olarak tam cevap göstermiş olup, son kontrollerinde ciddi akut ve kronik yan etki olmaksızın hastalıksız hayattaydılar. Akut yan etki olarak sadece grad I-II üst gastrointestinal sistem yan etkisi gözlenmiştir. Yorum: Gastrik MALT lenfomalı olgular, daha önceki çalışmalarda da gösterildiği gibi, organ koruyucu tedavi yaklaşımı olarak radyoterapi ile etkili ve tolere edilebilir yan etkilerle tedavi edilebilmektedir. Ref No: P-04 MİDE KANSERLİ HASTALARDA POSTOPERATİF ADJUVAN KEMORADYOTERAPİ SONUÇLARIMIZ Özlem Yersal, Sabri Barutça, Nezih Meydan Adnan Menderes Üniversitesi Onkololoji Kliniği,Aydın Amaç: Opere yüksek riskli mide kanseri hastalarında postoperatif kemoradyoterapinin yaşam avantajı sağladığı gösterilmiştir. Bu çalışmada operasyon sonrası adjuvan kemoradyoterapi alan mide kanserli hastalarımız retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Gereç-Yöntem: Ocak 008-0 tarihleri arasında Adnan Menderes Üniversitesi onkoloji kliniğinde adjuvan kemoradyoterapi alan mide kanseri tanılı 40 hasta retrospektif olarak incelendi. Cinsiyet, yaş,evre, histolojik tip,aldıkları tedaviler, yaşam durumu, cerrahi tipi,genel sağkalım sonuçları kaydedildi. Sonuçlar: Hastaların i erkek(%77.5), 9 u kadındı(%.5). Medyan yaş 6 idi (8-79). Histopatolojik değerlendirmede tüm hastalar adenokarsinom morfolojisinde iken hastada (%0) alt tip olarak taşlı yüzük hücreli karsinom saptandı. Diferansiyasyon dereceleri değerlendirildiğinde; 7 hastanın iyi diferansiye (%7.5), 5 hastanın orta derece diferansiye (7.5) ve 7 hastanın kötü diferansiye (%4.5) tümörü olup hastanın diferansiyasyon derecesine ulaşılamadı. Hastaların ünde (%.5) tümör proksimal yerleşimli, 7 sinde (%67.5) distal yerleşimliydi. hastaya subtotal(%5.4), 9 hastaya total (%47.5) gastrektomi uygulanmıştı. Tümör evresine göre; hasta T (%.7), hasta T(%5.), 9 hasta T (%5.4) ve 4 hasta T4 (%0.8) olarak bulundu. Hastaların %77.5 i nod pozitifti. Aldıkları kemoterapi rejimleri değerlendirildiğinde hastaların 6 sı ECF(%90), ü sisplatin ve 5-FU(%7.5) ve hasta Mayo rejimi(%.5) aldı. Hastaların %67.5 i eksternal radyoterapi aldı. Medyan izlem süresi 5 aydı(5-60 ay). 4 hastada(%0) lokal rekurrens ve hastada(%.5) uzak organ metastazı gelişti. Hastaların ü ikinci sıra kemoterapi aldı. İzlem süresince hastaların i kaybedildi.iki yıllık total sağkalım %67 olarak bulundu. Sonuç: Rekürrens riski yüksek olan gastrik adenokarsinomlu hastalarda adjuvan kemoradyoterapi standart bir tedavidir. Bulunan sonuçlar literatür ile uyumludur. Ref No: P-05 SAFRA KESESİ VE SAFRA YOLU KANSERLİ VAKALARIN KLİNİKOPATOLOJİK DEĞERLENDİRİLMESİ:TEK MERKEZ DENEYİMİ Havva Yeşil Çınkır, Ülkü Yalçıntaş Arslan, Ayşe Demirci, Fatma Paksoy Türköz, Kaan Helvacı, Selay Gündoğdu, Berna Öksüzoğlu, Necati Alkış SB.Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Ankara Giriş: Safra kesesi (SK) ve safra yolları (SY) kanserleri sindirim sistemi içinde görülen kanserlerin sadece % ünü oluşturur. Bu retrospektif çalışmada SK ve SY kanseri tanısı ile izlenmiş hastaların karakteristikleri ve sağkalım sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık. Materyal-Metod: Ağustos 008-Şubat 0 tarihleri arasında safra kesesi ve safra yolu kanseri tanıları ile bölümümüzde takip edilip bilgilerine ulaşılan 4 hasta çalışmaya alındı. Sonuçlar: Hastaların 9 u kadın, 4 ü erkekti. Medyan tanı yaşı 6(-76) idi. Tümörlerin %70 i SK, %8 i ekstrahepatik SY, % si intrahepatik SY kaynaklıydı. 0 hastada tanı anında diyabetes mellitus (DM) vardı. Hastaların yaklaşık yarısı bir yada daha fazla (DM,koroner arter hastalığı,hipertansiyon veya kalp yetmezliği) yandaş hastalığa sahipti. Safra yolu kanserli bir hastada prostat kanseri eşlik etmekteydi. En sık saptanan histopatolojik tanı adenokarsinomdu (%90.7). Hastalık evresi kaydedilmiş 6 hastanın 4 ünü evre IV hastalar oluşturuyordu. Hastaların 5 ine laparotomi yapılmıştı. Küratif cerrahi eksizyon denenen hastanın ancak sinde R0 rezeksiyon mümkün olmuştu. Adjuvan 5-FU ya da gemsitabin 7 hasta, adjuvan kemoradyoterapi(krt) 9 hastaya uygulanmıştı. Hastaların 9 u sadece adjuvan RT almıştı. Yinelemelerin tamamı başta lokal-bölgesel olmak üzere intraabdominal bölgede oluşmuştu. Birinci sıra tedavi olarak metastatik hastalığı olan hastaların 7 si sisplatin-gemsitabin, si sadece gemsitabin, 4 hasta sisplatin-5-fu, hasta 5-FU-folinik asit, hasta kapesitabin tedavisi almıştı. İkinci sıra tedavi (fluoropirimidin ve/veya okzaliplatin) sadece 6 hastaya verilebilmişti. Medyan izlem süresi 7(-79) aydı. hasta analiz esnasında ölmüştü. Nüks saptanan hasta, saptanmayan hasta yaşamaktaydı. Tanı esnasında ECOG PS ve sınıf -4 kalp yetmezliği olan hasta bu nedenle ölmüştü. Tüm grup için medyan sağkalım.0 (4.6-7.) ay olarak bulundu. Evre IV hastalarda medyan sağkalım 6.0 ay (7.4-6.5) idi. SK tümörü tanısı olan hastalar tümörü olan hastalara karşılaştırıldığında anlamlı olmasa da daha uzun süre yaşamıştı (medyan karşın 7 ay). Sonuç: Safra yolları ve safra kesesi tümörleri sıklıkla ileri yaşlarda ve kadınlarda görülmektedir. Tanı anında lokal ileri ve metastatik hastalık sık ve sistemik kemoterapi uygulamalarına rağmen prognoz kötüdür. GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 49

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-06 LOKAL İLERİ EVRE PANKREAS KANSERİNDE RADYOTERAPİ Vildan Kaya, Aylin Fidan Korcum, Mustafa Yıldırım, Gamze Aksu, Beyza Şirin Özdemir, Ali Aydın Yavuz Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Isparta Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Antalya Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Batman Amaç: Pankreas kanseri cerrahi tekniklerdeki ve sistemik tedavilerdeki ilerlemelere rağmen; halen prognozu en kötü malignitelerdendir. Hastaların büyük bir çoğunluğu daha tanı anında; yaygın tümör yayılımı, hayati organ disfonksiyonu, kontrol altına alınamayan ağrı, hızlı gelişen kaşeksi ve koagülopati ile karakterize, harap edici bir hastalıkla prezente olur. Pankreas kanseri oldukça düşük sağkalıma sahip olup halen cerrahi rezeksiyon primer küratif tedavidir. Rezektabl pankreas kanserlerinde cerrahi rezeksiyonun ardından adjuvan kombine tedavi standart tedavidir. Son zamanlarda yapılan randomize klinik çalışmalarda adjuvan kemoterapi (KT), adjuvan kemoradyoterapi veya sadece cerrahi sorularına yanıt aranmaktadır. Ancak optimal adjuvan tedavi konusunda henüz bir konsensus oluşmamıştır. Çalışmamızda kliniğimizde lokal ileri pankreas kanseri nedeniyle adjuvan ve definitif radyoterapi (RT) uygulanan hastalar değerlendirilmiştir. Gereç-Yöntem: 000-008 yılları arasında Akdeniz Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalın da takip edilen histopatolojik olarak tanısı doğrulanmış ve görüntüleme yöntemleri ile evrelendirme çalışmaları yapılmış lokal ileri pankreas kanserli hastalar çalışmaya alındı. Hasta dosyalarından geriye dönük tarama yapılarak yaş, cinsiyet, hastalığın evresi ve almış olduğu tedavi bilgileri elde edilmiştir. İstatiksel analizler SPSS 5.0 yazılım programı kullanılarak yapıldı. Sağkalımın tek değişkenli analizlerle incelenmesi log rank testi ile yapıldı. Sağkalım oranları Kaplan Meier sağkalım analizi ile araştırıldı. Tip hata düzeyinin %5 in altında olan durumlar istatiksel anlamlı olarak yorumlandı. Bulgular: Çalışmaya 8 i (%56.) erkek, 4 ü (%4.8) kadın toplam hasta alındı. Hastaların ortalama yaşı 59.4± (range 5-79) idi. Hastaların ilk başvuru semptomları (%65.6) hastada ağrı ve kilo kaybı, 0 (%.) hastada ikter, bir hastada ise yeni tanı diyabet olarak saptandı. Tümör hastaların ünde (%7.9) pankreas başında, ünde (%9.4) gövdede, bir (%.) hastada kuyruk kısmında iken 5 (%5.6) hastada pankreas içinde dağınık yerleşimli idi. Hastaların 4 ü (%4.8) opere edilirken 8 (%56.) hasta inoperabl olarak değerlendirildi. Histopatolojik örneklerin %68.8 i adenkarsinom histolojisine sahipti. Hastaların ortalama yaşam süresi 7. ay (%95 confidence interval 0.-4.4) olarak tespit edildi. Sağkalıma cinsiyetin etkisi tespit edilmedi (p:0.887). Tümörü pankreas kuyruk bölgesinde olan hastaların ortalama yaşam süresi 9.4 ay olarak saptandı. Sonuç: Pankreas kanseri agresif seyirlidir ve tedavideki ilerlemelere rağmen bu hastaların sağkalımı kısadır. Pankreas kanserinde gerek adjuvan gerekse definitif RT sağkalımı uzatabilmektedir. Ref No: P-07 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ GASTROİNTESTİNAL STROMAL TÜMÖRLERİN DEMOGRAFİK VE KLİNİK ÖZELLİKLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: AYDIN ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ MEDİKAL ONKOLOJİ Esin Oktay, Nezih Meydan, Özlem Yersal, Mehmet Sağıroğlu, Ömer Uyanık, Sabri Barutca Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilimdalı Tıbbi Onkoloji Bilimdalı Aydın Amaç: Bu çalışmada kliniğimizde Gastrointestinal Stromal Tümör (GİST) tanısı ile tedavi gören 5 hastanın özellikleri incelendi. Materyal-Metod: 007-0 tarihleri arasında GİST tanısı ile tedavi görmüş 5 hastanın yaş, cinsiyet dağılımı, başvuru semptomları, tedavi şekilleri ve yaşam süreleri retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Hastaların %60 ı (5) erkek, %40 ı (0) kadın olup medyan yaş 68 (6-84) idi. Hastaların ilk başvuru şikayetleri; %48() karın ağrısı, %(8) gastrointestinal kanama, %() karında şişlik ve kitle, hastada idrar yapamama, hastada halsizlik olarak tesbit edildi. Primer tümör olguların %6 sında(9) mide, %8 inde(7) incebarsak, % sinde() çekum, % sinde() omentum, %8 inde() rektum ve hastada (%4) retroperitoneal yerleşimli idi. Hastaların % si() tanı anında metastatikti, metastazı bulunmayan hastalardan % ünde (6) takip ve adjuvant tedavisi sırasında metastaz gelişti. Tüm hasta grubunun %80 ine (0) imatinib başlanırken, 5 hasta tedavisiz takip edilmektedir. İmatinib hastaların % sinde(4) neoadjuvan olarak, %6 sında() adjuvan tedavi olarak ve %7 sinde () metastatik hastalıkta verildi. Neoadjuvan imatinib tedavisi alan 4 olgumuzun si; tedavinin 5 ve 6. aylarında belirgin yanıt elde edilmesi sonrası opere oldular ve halen nüks olmaksızın tedavi almaktlar, diğer olgularımız imatinib tedavisine rağmen operabl duruma gelemediler. Operasyon sonrası metastazı olmayan 8 hastanın ine adjuvant imatinib başlandı. Bu hastalardan 4 ü karaciğer metastazları gelişmesi nedeniyle. ve. sıra tedavi aldılar. Halen hastanın tedavisi devam etmektedir. Adjuvant tedavi verilmeyen 7 hastanın sinde izlemde karaciğer metastazları gelişti ve halen imatinib almaktalar. Baştan metastatik olarak başvuran hastanın hepsi tedavi altındayken kaybedildi. Bu hastalardan i ikinci sıra i ise. sıra tedavi almaktaydı. Sonuç: İmatinib, GİST tedavisinde hem literatürde hem de bizim olgularımızda cerrahi ile birlikte hastalıksız ve genel sağ kalımı artırmaktadır. Neoadjuvan tedavide imatinibin daha yaygın kullanılması ile cerrahinin etkinliğinin daha da artacağı düşüncesindeyiz. Ref No: P-08 PANKREAS KANSERİNDE SAĞKALIMI ETKİLEYEN PROGNOSTİK FAKTÖRLER VE SAĞKALIM ANALİZİ Ayfer Ay Eren, Birsen Yücel, Mehmet Fuat Eren, Seher Bahar, Mustafa Gürol Celasun, Nalan Akgül Babacan, Mehmet Metin Şeker, Turgut Kaçan, Saadettin Kılıçkap Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Amaç: Çalışmamızda 007-0 yılları arasında merkezimizde tedavi edilen pankreas kanserli olguların sağkalımını etkileyen faktörlerin belirlenmesi amaçlandı. Materyal-Metod: Çalışmaya, merkezimizde 007-0 tarihleri arasında pankreas kanseri tanısı alan 60 olgu dahil edildi ve olgulara ait demografik, klinik ve histopatolojik veriler hasta dosya ve hastane kayıtları incelenerek elde edildi. İstatistiksel değerlendirmede 50 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER sağkalım analizi için, Kaplan-Meier, multivariyan analiz için ise Cox regresyon testi kullanıldı. Bulgular: Pankreas kanseri tanılı 60 olgunun verileri değerlendirildi. Olguların medyan takibi 7 ay olup, 5 i (%58) erkek, 5 i (%4) kadın idi. Olguların medyan yaşı 60 (6-8) idi. İlk başvuru sırasında olguların 9 unda (%65) kilo kaybı, 0 sinde (%) ikter mevcuttu. 8 olguda (%7) komorbidite mevcut olup, en sık olarak (%7) olguda diyabet görüldü. Histopatolojik olarak olguların 5 inde (%87) adenokarsinom, sinde (%) musinöz adenokarsinom, sinde (%) nöroendokrin karsinom, inde (%) liposarkom saptandı. 4 olguya ise radyolojik olarak tanı konulup histolojik alt tipi belirlenmedi. Tümör, olguların 8 inde (%6) pankreas başında, 9 unda (%) korpusta, ünde (%5) periampullar ve ampullar bölge yerleşimliydi. Olguların 4 i (%68) ECOG 0-, 9 u (%5) ECOG, 0 u (%7) ECOG olarak değerlendirildi. Olguların %50 si evre 4 idi. Evre 4 olguların 8 inde (%0) karaciğer metastazı saptandı. Hastaların yarısına cerrahi uygulanmış olup, cerrahi teknik olarak üne (%8) whipple, 7 sine (%) subtotal pankreatektomi uygulandı. Adjuvan tedavi olarak hastaların 6 sına kemoterapi ((±cerrahi), %7), 5 ine radyoterapi ((±cerrahi), %8) uygulandı. Hastaların medyan sağ kalım süresi ay (-57) olup, ve yıllık genel sağkalım sırasıyla %7 ve %5 bulundu. Hipoalbuminemi (g/dl altı) varlığında medyan sağkalım 5 ay idi (p=0,09). CEA yüksekliği (0-5ng/ml üstü) (p=0,06) ve Ca 9,9 yüksekliğinin (0-7U/ml üstü) (p=0,04) sağkalımı olumsuz etkilediği görüldü. ECOG performans durumu (p<0,00), genç yaş (yaş<65, p<0,00), tedavide cerrahi (p<0,00) ve tanı anında metastaz varlığı (p:0,00) istatistiksel olarak sağkalımı etkileyen prognostik faktörler olarak değerlendirildi. Multivariyan analizde de ECOG performans durumu, yaş ve tanı anında metastaz varlığı bağımsız prognostik faktör olarak belirlendi. Ayrıca ileri yaş, yüksek ECOG(-), başvuruda metastaz varlığı, hipoalbuminemi, CEA ve Ca 9,9 yüksekliğinin sağkalımı olumsuz etkilediği, tedavide cerrahinin varlığı ve tedaviye kemoradyoterapi eklenmesinin sağkalımı olumlu etkilediği görüldü. Sonuç: ECOG performansı, tanıda metastaz varlığı ve yaş pankreas tanılı olgularda sağkalımı etkileyen en önemli faktörler olarak bulundu. Ref No: P-09 SAFRA YOLLARI TÜMÖRLERİNDE SAĞKALIM ANALİZİ Hasan Mutlu, Abdülsamet Erden, Tuncay Aslan, Arzu Akşahin, Nilgün Kaya, Zeki Akça 4, Abdullah Büyükçelik 5 Acıbadem Kayseri Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, Kayseri Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Kayseri Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, Kayseri 4 Mersin Devlet Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi, Mersin 5 Acıbadem Üniversitesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Amaç: Safra yolları tümörleri nadirdir. Bu nedenle uzun süreli yaşam süresi analizi yapılması zor olmaktadır. Çalışmamızda safra yolları tümörleri için yaşam süresi analizi yapılması amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Acıbadem Kayseri Hastanesi ve Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi nden 006-0 yılları arasında tanı almış ve tedavi görmüş toplam 47 hasta çalışmaya dahil edildi. 4 hasta opere olmuştu. hasta inoperabl ve metastatik evrede idi. Bulgular: Yaş ortalaması 6,9±4, yıl idi. İntrahepatik safra yolları tümörleri %40,4, ekstrahepatik safra yolları tümörleri %4,9, ampulla vateri tümörleri %,4 ve safra kesesi tümörleri %, oranında idi. Tüm hastalar için medyan sağkalım 9,±,9 ay idi. Opere hastalar için medyan hastalıksız süre ve medyan sağkalım sırası ile 4,±5, ve 44,±,9 ay idi. İnoperabl ve metastatik hasta grubu için medyan progresyonsuz süre ve medyan sağkalım sırası ile 5,±,5 ve 0,7±, ay idi. Sonuç: Safra yolları tümörleri kötü prognoza sahip tümörlerdir. Sadece R0 rezeksiyonlu radikal cerrahi tek küratif tedavi yöntemi olarak kalmaktadır. Ref No: P-0 METASTATİK OLMAYAN PANKREAS KANSERLİ HASTALARDA TEDAVİ SONUÇLARIMIZ Kamuran İbiş, Funda Çukurçayır, Nilüfer Durankuş, Ayşenur Arlı, Mert Saynak, Zafer Koçak, Cem Uzal Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Edirne Amaç: Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı nda radyoterapi (RT) ve kullanılarak tedavi edilen pankreas kanserli hastalarda tedavi sonuçlarımız değerlendirilmiştir. Gereç-Yöntem: Ocak 00-Kasım 0 tarihileri arasında RT kullanılarak tedavi edilen 67 pankreas kanserli hasta çalışmaya dahil edildi. Sağ kalımları ve prognostik faktörler incelendi. Bulgular: Medyan yaş 60 (6-84), 5 hasta (%5.) <=60 yaş, hasta (4.8) >60 yaş, si (%.8) kadın, 45 i (%65.) erkek idi. Otuzsekiz hastaya (%56.7) cerrahi uygulanmıştı ( üne pankreatikoduodenektomi (Whipple ameliyatı), ne distal subtotal pankreatektomi, 4 üne palyatif cerrahi). Histopatolik incelemede 46 hastada (%68.7) adenokarsinom, 4 hastada (%6) malign sitoloji, hastada (%) nöroendokrin tümör saptandı. Tümör yerleşimine göre 44 hasta (%65.7) baş, 9 hasta (%8.4) gövde, 4 hasta (%6) kuyruk yerleşimli idi. Hastaların 6 sı (%9) evre IIA, si (%7.9) IIB, 49 u (%7.) evre III (48 hasta T4) ve evre III olan 49 hastanın 48 i anrezektabl T4 hastalığa sahipti. Hastaların 45 ine (%67.) küratif, ine (%6.4) adjuvan, ine (%6.4) palyatif RT, 54 üne (%80.6) ise KT uygulandı. Medyan RT dozu 50 Gy (5-55), medyan RT fraksiyon dozu ise.8 Gy di (.8-). Medyan genel sağkalım 9 ay (-74), medyan hastalıksız sağkalım 8 ay (-74), medyan nükssüz sağkalım 8 ay (-0) idi. Altı hasta (%9) hayatta iken 6 hasta (%9) kaybedildi. Onüç hastada (%9.4) lokal nüks, hastada (%.5) metastaz gelişti. Kaplan-Meier testi ile yıllık genel sağkalım %6, yıllık genel sağkalım %0 olarak saptandı. Genel sağkalımı etkileyen kötü prognostik faktörler 60 yaşından büyük olmak (p=0.045), cerrahi yapılmamış olması (p=0.0), evre III hastalık (p=0.0) idi. Sonuç: Hem adjuvan hem inoperabl vakaların primer tedavisinde KTRT önemli katkılar sağlasa da cerrahi uygulanabilmesi ve erken evrede saptanması prognoz açısından önemlidir. Ancak günümüzde tüm tedavi modalitelerine rağmen pankreas kanseri kötü prognoza sahiptir. Ref No: P- MİDE KANSERLİ 07 HASTA VE ÖZELLİKLERİ Pınar Kum, Berksoy Şahin, Çiğdem Usul Afşar, Meral Günaldı, Vehbi Erçolak Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kanser Kayıt Merkezi Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Mide kanseri en sık görülen gastrointestinal sistem kanserlerindendir ve prognozu oldukça kötüdür. Çalışmamız merkezimizde kayıtlı mide kanserli hastaların özellikleri,tedavi bilgileri ve yaşam durumlarını saptamak amacıyla yapılmıştır. Materyal-Metod: Çalışmamıza 007-0 yılları arasında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kanser Kayıt Merkezinde kaydı bulunan mide kanserli 07 hasta dahil edilmiştir. İstatistiksel analizi SPSS 5.0 paket programıyla gerçekleştirilmiştir. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 60 (9-88) idi. Cinsiyetleri erkek 6 (%58.9), kadın 44 (%4.) olarak saptandı. Hastaların yaşadıkları iller Adana 67 (%6.6), Hatay 6 (%5), Osmaniye 0 (%9.), GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 5

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Mersin 8 (%7.5) ve (%.7) olarak görüldü. Histolojik tipleri saptanan 95 hastadan 56(%5.) sı Adenokarsinom, 5 (%.4) i taşlı yüzük hücreli karsinom, 6 (%5.6) sı nöroendokrin karsinom, 5 (%4.7) i indifferansiye karsinom, (%.9) si müsinöz karsinom ve (%0.9) i gastrointestinal stromal tümör tanısı ile izlenmekteydi. Evresi bilinen 77 hastanın 4 (%5.) si evre, (%8.6) evre, 5 (%66.) i evre 4 idi. Metastaz yeri bilinen 5 hastadan 46(%90.) sı karaciğer, (%5.9) ü kemik, (%.9) si sürrenal olarak tespit edildi. Kemoterapi öyküsü bilinen 64 hastadan 8 (%59.) i TCF*, 0 (%.) si FUFA** protokolü aldıkları ilk tedavi olarak saptandı. Bu hastalardan 9 (%60.9) hastada nüks saptanmış ve ortalama nüks süresi 0 (-56) ay olarak görüldü. yaşam durumları değerlendirilen hastalardan 8(6.8) i sağ, 8(%6.8) i ise exitus olarak saptandı. Histolojik tanı yaş,il,cinsiyet, metastaz yeri,yanıt,nüks süresi ile kıyaslandığında anlamlı farklılık saptanmamıştır (p:0.8, p:0.985, p:0,078, p:0.05, p:0.956, p:0,87). Yaş evre, yanıt, nüks süresi ile kıyaslandığında fark anlamlı bulunamamıştır (p:0.59, p:0,46, p:0,08). Evre, cinsiyet ile kıyaslandığında fark anlamlı saptanmazken (p:0.) yanıt ve nüks süresi ile aralarında fark anlamlı saptanmıştır(p:0,008, p:0,06). Tedavi protokolü ile yanıt ve nüks süresi karşılaştırıldığında ise fark anlamlı saptanmamıştır(p:0.48,p:0.49) Sonuç: Mide kanserinin geç evrelerde saptanması bizim çalışma grubumuzda da olduğu gibi tedaviye yanıtı etkilemektedir. *Taxotere, Cisplatin, 5-fluorourocil **5-fluorourocil, Folinic asid Tablo. Genel veriler Cinsiyet Sayı (N) Oran (%) Kadın 44 4. Erkek 6 58.9 Yaşanılan İi Adana 67 6.6 Hatay 6 5 Osmaniye 0 9. Mersin 8 7.5 Diğer.7 YAŞ ORTALAMASI 60 9-88 (Min-Max) Tablo. Tanı verileri Histolojik Tanı (N=95) Sayı(N) Oran (%) Adenokarsinom 56 58.9 Taşlı Yüzük Hücreli Karsinom 5 6. Nöroendokrin Karsinom 6 6. İndifferansiye karsinom 5 5. Müsinöz Karsinom. GİST. Metastaz Yeri (N=5) Karaciğer 46 90. Kemik 5.9 Surrenal.9 EVRE (N=77) Evre 4 5. Evre 8.6 Evre4 5 66. Ref No: P- 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ LOKAL İLERİ REKTUM KANSERİNDE SİMULTANE İNTEGRE BOOST TEKNİĞİ İLE NEOADJUVAN VOLÜMETRİK MODÜLE ARK TEDAVİSİ: AKUT YAN ETKİLER Şefik İğdem, Gül Alço, Tülay Ercan, Maktav Dinçer, Sezer Sağlam, Gökhan Demir, Coşkun Tecimer, Sait Okkan İstanbul Bilim Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, İstanbul Florence Nightingale Gayrettepe Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Bölümü İstanbul Bilim Üniversitesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Lokal ileri rektum kanserinde neoadjuvan radyoterapi amacıyla yüksek dozda simültane integre boost (SIB) tekniği ile volümetrik modüle ark tedavisi (VMAT) uygulanan olgularda tedavi sırasında gelişen yan etkileri ve tedavi uyumunu araştırmak Gereç-Yöntem: Kliniğimizde Eylül 0-Aralık 0 tarihleri arasında neoadjuvan radyoterapi uygulanan lokal ileri rektum kanserli ardışık 6 olgunun dosyaları retrospektif olarak incelenmiştir. Olguların ikisi belly board ile yüzüstü, diğer dördü ise diz ve ayak fiksatörü kullanılarak sırtüstü tedaviye alınmıştır. Olgulara ait PET/ CT ve MR verilerinden faydalanarak gross hedef volüm (GTV) belirlenmiştir. GTV ye cm marj verilerek PTV 57.5 yaratılmıştır. Pelvik lenfatikler damarlar takip edilerek çizilmiş, daha sonra bu volüme 0.7cm marj verilerek lenfatik CTV, 0.5cm marj verilerek de PTV 45 yaratılmıştır. PTV 57.5 a 57.5Gy/.Gy fraksiyonda, PTV 45 e ise 45Gy/.8Gy fraksiyonda toplam 5 tedavide tanımlanmıştır. Risk altındaki organlar ince barsak, mesane, her iki femur başı ve kemik iliği RTOG tavsiyelerine göre konturlanmıştır. Olgulardan dördüne radyoterapi ile eşzamanlı 5-FU infüzyonu, ikisine ise oral Kapasitabin uygulanmıştır. Akut yan etkiler CTC.0 a göre derecelendirilmiş, dozimetrik veriler olgulara ait doz volüm histogramlarından (DVH) elde edilmiştir. Bulgular: Olguların medyan yaşı 60 (6-79) idi. Kadın erkek oranı :5 idi. Tümör dentate line dan ortanca 5 cm (-6 cm) uzaklıktaydı. DVH kriterleri mesane için V45 ortanca %.7 (%9.0-66), V5 ortanca %64.48 (%49.8-98); sağ femur başı için V0 ortanca %6.7 (%8.4-.95), V0 ortanca %8.5 (%8.9-47.4); sol femur başı için V0 ortanca %5,89 (%9.8-0.97), V0 ortanca %7.9 (%0.9-44.97); ince barsak için V45 ortanca.6cc (0.6-47.60cc); kemik iliği için V0 ortanca %87.94 (%74.65-98.75) bulunmuştur. Grad ve akut pollakiüri olguların sinde, noktüri sinde, diare 4 ünde, proktit 4 ünde, ve anal diskomfor 4 ünde gözlendi. Bir olgu akut grad anal diskomfor, tenezm ve proktit şikayeti ile tedaviyi tamamlayamadı. Sonuç: SIB-VMAT lokal ileri rektum kanserli olguların neoadjuvan tedavisinde güvenle kullanılabilinir. Olguların çoğunda özellikle grad ve akut gastrointestinal yan etkiler görülmesine rağmen konservatif tedavi ile biri dışında tüm olgular planlanan tedaviyi alabilmişlerdir. Ref No: P- METASTATİK ÖZOFAGUS KARSİNOMLU HASTALARDA NORDİK CİSPLATİN REJİMİNİN ETKİNLİĞİ Yüksel Küçükzeybek, Murat Akyol, Ahmet Dirican, Lütfiye Demir, Alper Can, Vedat Bayoğlu, Suna Çokmert, Ahmet Alacacıoğlu, Çiğdem Erten, Mustafa Oktay Tarhan Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,İzmir Amaç: Metastatik özofagus kanserlerinde günümüzde tercih edilen rejimlerden biri de kombine infüzyonel Sisplatin+5FU rejimidir(5-fu 000 mg/m; d-d5 gün sürekli infüzyon,sisplatin 00mg/ m; d; haftada bir).ancak bu rejimde ana problem santral ve- 5 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER nöz damar kateteri ve ambulatuar infüzyon uygulamalarına gerek olmasıdır.bu retrospektif analizde nordik-sisplatın(4 günde bir Sisplatin 75 mg/m d, 5-FU 500mg/m d,d ve Ca-lökoverin 60 mg/m d,d) kemoterapi rejiminin etkinliğinin değerlendirilmesi planlanmaktadır. Materyal-Metod: Ocak 006 Eylül 0 tarihleri arasında İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkloji polikliniğine başvuran 8 metastatik özofagus skuamoz hücreli karsinom(scc) tanılı hastada uygulanan Nordik-Sisplatin rejiminin etkinliği retrospektif olarak değerlendirildi. Bulgular: Ortalama yaş 58,erkek oranı %55.6 (n:0) saptandı. Bütün hastaların Eastern Cooperative Oncology Group(ECOG) performans statusu 0 ile arasındaydı.hastalar median 4 kür kemoterapi aldı (%4.9) yapıldı.overall response rate %4,7, tam yanıt oranı (CR) %5,0, parsiyel yanıt oranı (PR) %6,7, stabil hastalık oranı %, saptandı.sağ kalım oranları median progresyonsuz sağkalım (PFS) 9 ay (5,7-,), genel sağkalım (OS) ay (9,-6,8) saptandı.tedavi başlangıcından itibaren. yılın sonunda hastaların %50,6 sı ve. yılın sonunda hastaların %, i sağ olarak saptandı. Sonuç: Sitotoksik kemoterapi metastatik hastalar için en etkili tedavi modelidir.çok sayıda randomize çalışmaya rağmen en iyi ajan veya rejim olarak hiçbir konsensus yoktur.genelde kombine rejimler tek ajanlara göre daha yüksek yanıt oranları sağlamaktadır. Sisplatin daha önce bleomisin,vinorelbine ve etopozide gibi ajanlarla kombine edilmiş ve bu rapor edilen seriler küçük sayıda lokal ileri ve metastatik skuamoz hücreli hastaları içermekteydi.yanıt oranları %5 ile %5 arasında ve median sağkalım.-9.8 ay arasında rapor edilmiştir. 5-FU+Sisplatin infüzyonel kemoterapi rejimi standart rejim olarak günümüzde kabul edilmektedir. Ancak bu rejimde ana problem santral venöz damar kateteri ve ambulatuar infüzyon uygulamalarına gerek olmasıdır. Metastatik özofagus kanserli hastalarla ilgili yapmış olduğumuz retrospektif bu çalışmamızda nordik-sisplatin rejiminin sonuçları 5-FU+sisplatin infüzyon rejiminin dataları ile karşılaştırıldığında etkinliğinin daha iyi olduğu görülmektedir. Bizim çalışmamızın gücünü sınırlayan en önemli faktör retrospektif olması ve az sayıda hasta yer almasıdır. Tüm bunlar gözönünde bulundurulduğunda nordik-sisplatın rejiminin 5FU+sisplatin infuzyonel rejimine alternatif bir tedavi olarak kabul edilebilmesi için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. Ref No: P-4 METAKRON İZOLE BİLATERAL SÜRRENAL METASTAZI İLE SAPTANAN NÜKS KOLON KANSERİ OLGUSU Melisa Toprak, Ahmet Bilici, Fatih Selçukbiricik, Damlanur Sakız, Fatih Borlu şişli etfal eğitim ve araştırma hastanesi, iç hastalıkları kliniği şişli etfal eğitim ve araştırma hastanesi, tıbbi onkoloji bölümü şişli etfal eğitim ve araştırma hastanesi, patoloji kliniği Giriş-Amaç: Günümüzde kanser tedavilerindeki gelişmelerle birlikte sağkalımlar uzamış, buna karşın metakron tümör gelişiminde de artış görülmüştür. İleri evre malignitelerde sürrenal glandlara metastaz sık görülmekte ve en sık akciğer kanseri, meme kanseri ve böbrek kanserine bağlı gelişmektedir. Kolon kanserine bağlı daha çok senkron sürrenal gland metastazı saptanmakla beraber, metakron kolon kanseri sürrenal metastazı nadir olarak bildirilmiştir. Biz de burada adjuvan kemoterapi sonrası metakron bilateral sürrenal metastazı saptanan kolon kanseri olgusunu sunduk. Olgu: Otuz altı yaşındaki bayan hastaya Ocak 00 tarihinde sigmoid kolon tümörü nedeniyle sol hemikolektomi ve lenf diseksiyonu uygulandı ve evre III kolon kanseri tanısı konularak adjuvan 6 ay FOLFOX kemoterapisi uygulandı. Eylül 0 tarihine kadar takipte olan hastada rutin görüntülemelerde bilateral sürrenal kitle saptandı. Görüntüle eşliğinde yapılan biopsi sonrası kolon kanseri metakron bilateral sürrenal gland metastazı tanısı konuldu. Başka metastatik odak olmaması üzerine hastaya bilateral sürrenelektomi uygulandı. Daha sonra 6 ay FOLFIRI kemoterapisi uygulanan hasta takibe alındı. Sonuç: Küratif cerrahi uygulanmış kolon kanserli hastalarda takipte sürrenallerde malignite saptandığında, primer sürrenal malignitesinin yanında, ayırıcı tanıda kolon kanserine bağlı metakron bilateral sürrenal metastazı da akılda tutulmalıdır. Ref No: P-5 KOLOREKTAL KANSERLİ BİR OLGU SUNUMU VE HEMŞİRELİK YAKLAŞIMLARI Elif Sözeri, Sevinç Kutlutürkan Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü, Ankara Giriş: Kolorektal kanserler, özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin önemli bir sağlık sorunudur. Olgu: GÇ 60 yaşında bir kadın. Tanısı Rektosigmoid kolon ca. Rektosel nedeniyle operasyonu gerçekleştirilen hasta yaklaşık ay sonra defekasyon sırasında ağrı nedeniyle tekrar hastaneye başvurduğunda kolonoskopisinde rektumda kitle tespit edilmiştir. Bir ay sonra sigmoid kolonda tümör rezeksiyonu ile geçici ileostomi açılan hasta kür 5-Fluorouracil (5-FU) almıştır. Kemoterapi alımını takiben ishal nedeniyle hastaneye başvuran hasta derin nötropeni ve akut böbrek yetmezliği tanılarına yönelik tedavi almıştır. Yaklaşık yıl sonrası rektosigmoid kolon ca. nedeniyle kez opere edilmiştir. Yeniden ileostomi açılmış, ancak ileostomi bölgesinde akıntı, solunum sıkıntısı, iştah kaybı şikayetleri ile servise yatışı yapılmıştır. Aile öyküsünde babasını miyokard enfarktüsü nedeniyle, annesinde hipertansiyon tanısı ile birlikte mide ca tanısı ile izlenirken kaybetmiştir. Laboratuar Bulgularına bakıldığında normal dışı değerler olarak Eritrosit,6 (4-5,x 06 / ul), Hemoglobin: 9,75 (-7 g/ dl), Albumin:, (,5-5 g/dl), Total Protein: 4,76 (6-8, g/dl), D. Billuribin:,4 (0-0,5 mg), T. Billuribin:,49 (0,-, mg), BUN: 9, (5-5 mg/dl) saptanmıştır. Tartışma: Şu anda aktif kemoterapi ya da radyoterapi tedavisi almayan hastamızda cerrahi ve kemoterapi sonrası yaşanan sorunları düşünüldüğünde bakımında ele alınacak hemşirelik tanıları; gaz değişiminde bozulma, sıvı volüm fazlalığı, anemiye bağlı yorgunluk/ aktivite intoleransı, cilt bütünlüğünde bozulma riski, ağrı, beden gereksiniminden az beslenme, enfeksiyon riski şeklinde sıralanabilir. Solunum sıkıtınsı hastadaki sıvı volüm fazlalığı ve anemik durumuyla daha ciddi boyuta ulaşmıştır. Bu doğrultuda hastada tespit ettiğimiz sorunların etiyolojisine yönelik uygulamalar yapılması gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Hemşirelik girişimleri olarak: hastaya semifawler pozisyon verilerek ve nazal lt/dk O tedavisi başlanmıştır. Hastanın yatak içerisinde Rom egzersizleri yapması ve 5 dakikalık kısa yürüyüşleri desteklenmiştir. Boyun bölgesindeki kaşıntılar için losyon uygulaması yapılmış, cildin kuruluğu sağlanmış ve bası bölgeleri değerlendirilmiştir. Hastanın rektum bölgesindeki ağrı sayısal skala ile 7 değerlendirilmiş ve pozisyonla ve analjezik ile (ağrı skalasından alınan puan ) ağrısı hafifletilmiştir. Hastanın son ayda kilo kaybetmesi, + gode bırakan ödemine rağmen önemli bir bulgu olarak kaydedilmiştir. Hastada iştah azalması ve yetersiz beslenme nedeniyle 00 kalori değerindeki TPN başlanmıştır ve komplikasyonları açısından hasta değerlendirilmiştir. Hastada enfeksiyon belirtisi tespit edilmemiştir. Sonuç: Kanser tanı süreci, tedavi sırası ve sonrası birey ortaya çıkan komplikasyonlar açısından bütüncül yaklaşımla bir bakım alması hastanın yaşam kalitesini olumlu yönde etkileyecektir. GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 5

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-6 ROTOR SENDROMLU, KOLON KANSERİ OLAN HASTADA KEMOTERAPİ: BİR OLGU SUNUMU Fatma Avcı, Deniz Arslan, Alparslan Merdin, Ali Murat Tatlı, Hasan Şenol Coşkun Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, İçhastalıkları, Tıbbi onkoloji Bilim Dalı, Antalya Giriş: Rotor Sendromu (RS); otozomal resesif geçişli, konjuge hiperbilirubinemi ve koproporfirinüri ile karakterize, nadir görülen bir sendromdur. Etiyolojisi kesin olmamakla beraber, hepatositlerdeki anyon transporter polypeptidlerinin komplet ya da kısmi defekti sonucu ortaya çıktığı düşünülmektedir. Rotor sendromu ve kolon kanseri birlikteliği ile ilgili literatürde net bir bilgi bulunmamaktadır. Burada Rotor Sendromlu, kolon kanseri gelişen vakada uyguladığımız sistemik kemoterapi ve etkilerini tartıştık. Vaka: Kırk yedi yaşında erkek hasta, opere rektum adenokarsinom tanısıyla, adjuvan kemoterapi almak için bölümümüze başvurdu. Patolojik olarak kolon seroza invazyonu, adet bölgesel lenf düğümü metastazı, Pozitron emisyon tomografisinde (PET) sol akciğer üst lob anteriorda (cm) ve alt lob posterolateral kesimde (, cm) hipermetabolik adet nodül saptanması üzerine, TNM evreleme sistemine göre hasta TNM (Evre 4) olarak değerlendirildi. Hastanın kan ve biyokimyasal parametreleri incelendiğinde total billuribin: 6,7 mg/dl, direkt billuribin: 5 mg/dl olarak bulundu. Diğer biyokimyasal parametreleri normal sınırlarda saptandı. Konjuge hiperbilirubinemisi olan hastanın öyküsünden 9 yaşında sarılık nedeniyle tetkik edilerek, Rotor Sendromu tanısı aldığı öğrenildi. Metastatik rektum adenokarsinom tanılı hastanın, sol akciğerdeki metastatik odaklarına yönelik metastazektomi yapılarak, sonrasında metastazektomi lojuna 000 cgy, pelvise 5040 cgy olmak üzere radyoterapi uygulandı. Radyoterapi sonrasında oksaliplatin 85 mg/m/gün dozunda günde bir olmak üzere hastaya 6 kür sistemik kemoterapi uygulandı. Altıncı kür sonunda çekilen kontrol PET sonucunda stabil hastalık (SH) olarak değerlendirildi. Hastanın tedavisi kapesitabin x000 mg/m/gün -4 gün ve oksaliplatin 85 mg/m/gün gün olarak kombinasyon kemoterapisi şeklinde düzenlendi. Birinci kür oksaliplatin+kapesitabin kemoterapisi verildikten hafta sonra bakılan kan total bilirubin düzeyinin 8 mg/dl olması üzerine kapesitabin kesildi (Şekil-). Kan total bilirubin yüksekliği nedeniyle çekilen karaciğer ve safra yolları ultrasonografisinde; karaciğer parankiminde fokal lezyon olmayan hastada, intrahepatik safra yolları doğal olarak değerlendirildi. Hastaya kür daha oksaliplatin monoterapisi uygulandı. Toplam 9 kür oksaliplatin tedavisi aldı. Takiplerinde tümör markerları preoperatif, postoperatif ve metastatik durumlarda normal sınırlarda olan, PET tetkikleri SH saptanan hastanın multidisipliner onkoloji konseyinde tedavisiz izlenmesi kararı alındı. Hasta 8 aydır tedavisiz ve progresyonsuz izlenmektedir. Sonuç: Sonuç olarak literatürde, rotor sendromu ile kolon kanseri birlikteliğine ait veri bulunmamaktadır. Kolon kanseri olan rotor sendromlu hastada, oksaliplatin tedavisi sonrasında kan total bilirubin düzeylerinde anlamlı artış saptanmaması, yan etkilerine karşı iyi tolerasyon gözlenmesi nedeniyle uygulanabilecek bir ajan olduğu kanaatindeyiz. Şekil. Hastanın bilirubin düzey değişiklikleri. Ref No: P-7 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ PANKREAS YERLEŞİMLİ, OSTEOKLAST BENZERİ DEV HÜCRELİ İNDİFERANSİYE SARKOMATOİD KARSİNOM Mehmet Sinan Karabey, Hatice Halis, Özlem Civelek Ay, Maksut Görkem Aksu, Emine Binnaz Sarper, Yeşim Gürbüz, Oğuzhan Büyükgebiz Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Kocaeli Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Kocaeli ³Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Cerrahi Anabilim Dalı, Kocaeli Giriş: Pankreas yerleşimli, osteoklast benzeri dev hücreli indiferansiye sarkomatoid karsinom pankreasın çok nadir görülen bir tümörüdür. Literatürde şimdiye kadar 4 vaka bildirilmiştir. Erkek ve kadın oranı eşit olup, 6. ve 7. dekatlarda daha sık görülmektedir. Nadir görülmesi nedeniyle tedavi yaklaşımı net değildir. Olgu: 75 yaşında erkek hasta, koyu renk idrar ve karın ağrısı şikayetiyle Genel Cerrahi kliniğine başvurdu. Fizik muayenede tüm vücut ikterik görünümde, batın rahat, defans ve, rebaund yoktu. Özgeçmişinde 0 yıldır benign prostat hiperplazisi ve 0 yıldır akciğer tüberkülöz hikayesi mevcuttu. Soygeçmişinde herhangi bir özellik yoktu. Total bilirubin değeri 0.8 ng/dl ve Ca 9-9 tümör markır değeri 4.67 olan hastanın diğer laboratuar parametrelerinde anormallik saptanmadı. Abdominal ultrasonda, safra kesesi hidropik olup, kese içinde seviye veren safra çamuru mevcuttu ve intrahepatik safra kanalları genişlemişti. Tüm Batın tomografisinde, safra kesesi hidropik, intrahepatik safra yolları, koledok, ana pankreatik kanal genişlemiş olarak tespit edildi ve pankreas başında, düzensiz konturlu, damarlara uzanımı olmayan x4cm boyutlu kitle izlendi. Alınan biyopsinin immünohistobiyokimyasal değerlendirilmesinde, pansitokeratin ile duktal yapılarda ve daha az olmakla birlikte diferansiye karsinomda pozitif boyanma, vimentin ile daha az şekilde diferansiye komponentte pozitif boyanma ve CD68 ile osteoklastlarda pozitif boyanma saptandı. Bu bulgularla histopatolojik olarak, osteoklast benzeri dev hücreli undiferansie sarkomatoid karsinom tanısı konuldu (Şekil ). Hastaya, hastanemiz Genel Cerrahi Kliniğinde whipple ameliyatı uygulandı. Patolojik incelemede, pankreastan kaynaklanan 5cm çapında, duodenuma infiltre kitle saptandı. Tümör cerrahi sınırlar negatif olarak rezeke edildi ve çıkartılan lenf nodunun tamamı reaktif olarak değerlendirildi. Lliteratürde net bir tedavi yaklaşımı olmaması ve ameliyat sonrası düşük perfomans gelişmesi nedeniyle kemoterapi alması uygun görülmeyen hastaya, agresif tümör tabiatı ve yakın cerrahi sınır mevcudiyeti nedeniyle radyoterapi uygulanmasına karar verildi ve tümör lojuna yönelik 8 fraksiyonda 50.4 Gy postoperatif radyoterapi uygulandı. Radyoterapi sonrası 6. ay kont- 54 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER rolünde olan hastada nüks ve uzak metastaz tespit edilmeyip takipleri halen kliniğimizde devam etmektedir. Sonuç: Osteoklast benzeri dev hücreli undiferansie sarkomatoid karsinom daha çok meme, tiroid, paratiroid, kalp ve yumuşak doku yerleşimli olup pankreas yerleşimi % den azdır. Lenf nodu metastazı nadir olup, lokal yayılım eğilimi mevcuttur. Tedavi de cerrahi rezeksiyon uygunsa öncelikle tercih edilmelidir. Adjuvan radyoterapi veya kemoterapi tartışmalıdır. Hastaların surveyleri yıldan azdır. Nadir görülmesi ve agresif seyirli olması nedeniyle hastalar adjuvan tedavi açısından değerlendirilmelidir. Ref No: P-8 YEDİ YIL SONRA NÜKS EDEN, DCF VE ELF TEDAVİLERİNE RAĞMEN PROGRESE OLAN, ILF TEDAVİSİ İLE TAM YANIT ALINAN METASTATİK MİDE KANSERİ, OLGU SUNUMU Alpaslan Özgün, Tolga Tuncel, Levent Emirzeoğlu, Oğuz Bilgi, Bülent Karagöz GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Servisi, İstanbul GİRİŞ: Mide kanseri, ülkemizde ve dünyada sık görülen bir kanserdir. Erken evre mide kanseri, cerrahi ve adjuvan kemoradyoterapi ile tedavi edilebilmekle birlikte, daha sonraki yıllarda nüks görülebilmektedir. Bizim olgumuz, mide kanseri tanısı konan, cerrahi ve kemoterapi sonrası tedavi edilen, yedi yıl hastalıksız takipten sonra batın içi lenf nodu metastazları ile nüks eden, DCF (Docetaxel, Cisplatin, 5-FU) ve ELF (Etoposide, 5-FU, Leucovorin) tedavileri ile yanıt alınamayan, ancak ILF (Irinotecan, 5-FU, Leucovorin) tedavisi ile tam yanıt alınan bir mide kanseri olgusudur. Olgu: Olgumuz, 5 yaşında kadın hasta olup, karın ağrısı ve kilo kaybı şikayetleri ile doktora başvurdu. Yapılan gastroskopide mide korpusunda ülsere lezyon görüldü ve buradan alınan biyopsi sonucu Adenokarsinoma olarak rapor edildi. Torakoabdominal BT normal bulundu. Bunun üzerine hastaya total gastrektomi operasyonu uygulandı. Patoloji sonucu Az diferansiye adenokarsinoma. Tümör müskülaris propriaya invaze. Çıkarılan yedi lenf nodunun beşinde metastaz mevcut. Cerrahi sınırlar sağlam. şeklinde rapor edildi. Operasyon sonrası hastaya adjuvan kemoterapi ( kür ELF tedavisi) verildi. Hasta, 7 yıl boyunca hastalıksız takip edildi. 7. yılın sonunda batın içinde peripankreatik ve paraaortik lenf nodlarında büyüme ve CA 9-9 yüksekliği görüldü. PET-BT de batın içi şüpheli lenf nodlarında malignite ile uyumlu tutulum görüldü. Bunun üzerine hastaya laparatomi ve peripankreatik, paraaortik lenf nodu eksizyonu yapıldı. Patoloji sonucu Az diferansiye mide adenokarsinoma metastazı ile uyumludur. şeklinde rapor edildi. Hastaya DCF tedavisi başlandı. 6 kür DCF tedavisi sonrası progresyon (batın içinde paravertebral lenf nodlarında büyüme ve CA 9-9 yüksekliği) görüldü. Hastaya. basamak tedavi olarak ELF tedavisi başlandı. kür ELF tedavisi sonrası yine progresyon görüldü. Bunun üzerine hastaya. basamak tedavi olarak ILF tedavisi başlandı. kür ILF tedavisi sonrası yapılan değerlendirmede, batın içi lenf nodlarında küçülme görüldü. CA 9-9 normale döndü. PET-BT de malignite ile uyumlu FDG tutulumu görülmedi. Bunun üzerine, hastanın durumu tam yanıt olarak kabul edilerek, hasta takibe alındı. yıl hastalıksız takip sonunda yine batın içinde nüks görüldü. Hastaya 4. basamak tedavi olarak yine ILF tedavisi başlandı. Hastanın genel durumu iyi olup, halen ILF tedavisi almaktadır. TARTIŞMA VE Sonuç: ILF tedavisi, metastatik mide kanserinin tedavisine son yıllarda girmiş olan bir tedavi rejimidir. Standart ILF tedavi protokolünde Irinotecan 80 mg/m², 5-FU 000 mg/m² 4 saatte infüzyon, Leucoverin 500 mg/m² haftada bir 6 hafta boyunca uygulanmaktadır. Ancak bizim hastamızda bu uygulama şeklinde şiddetli mukozit ve diyare geliştiği için, 5-FU 000 mg/m² iki saatte infüzyon şeklinde verilmiştir. Hasta, bu şekilde tedaviyi iyi tolere etmiş ve tedavi ile tam yanıt alınmıştır. Metastatik mide kanserinde ILF tedavisinin etkili bir tedavi olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Ref No: P-9 BEVACİZUMABA BAĞLI GELİŞEN NEKROTİZAN FASİİT: OLGU SUNUMU Mehmet Ali Nahit Şendur, Sercan Aksoy, Şebnem Yaman, Doğan Uncu, Nuriye Yıldırım Özdemir, Nurullah Zengin Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji Blim Dalı, Ankara Giriş: Bevacizumab vasküler endotelyal growth faktörü (VEGF) selektif olarak inhibe eden monoklonal antikordur. Metastatik kolorektal kanserli hastalarda. basamakta veya. basamakta kemoterapiye bevacizumab eklenmesi ile hem genel sağkalımda hem de progresyonsuz sağkalımda iyileşme sağlamaktadır. Bevacizumab tedavisine bağlı olarak, hipertansiyon, proteinüri, nefrotik sendrom, kanama, perforasyon, reversible lökoensefalopati, cilt döküntüleri ve infüzyona bağlı hipersensivite reaksiyonları görülmektedir. Literatürde bevacizumab tedavisine bağlı gelişen nekrotizan fasit vakası ise bildirilmemiştir. Olgu: 49 yaşında erkek hasta, rektal kanama şikayeti ile Ocak 00 da kliniğimize başvurdu. Hastaya yapılan kolonoskopide rektum 5. cm de ülserovejetan kitle saptandı. Hastaya low anterior rezeksiyon operasyonu yapıldı. Patoloji raporuna göre, TNM0 rektum adenokanseri olan hastaya adjuvan kemoradyoterapi ve 4 kür 5-fluorourasil-folinik asid-oxaliplatin (FOLFOX4) kemoterapisi verildi. Kemoterapinin hemen bitiminde hastanın tümör belirteçlerinde 4 kat artış olması sebebiyle yapılan toraks ve abdominal bilgisayarlı tomografide karaciğerde yaygın metastazlar saptandı. İnoperabl olarak değerlendirilen hastaya 5-fluorourasil-folinik asid ve irinotekan (FOLFİRİ) kemoterapisi verildi. 6 kürlük kemoterapi sonrasında stabil yanıtı olan hasta ilaçsız izleme alındı. Mart 0 de hastanın karaciğer metastazlarında progresyon ve batın içinde yeni gelişen lenfadenopatiler saptandı. Progresyon kabul edilen hastaya k-ras mutant olduğundan FOLFİRİ-bevacizumab kemoterapisi verildi.. uygulamayı aldıktan 0 gün sonra ateş, karın ağrısı ve sağ uylukta kızarıklık şikayeti ile başvuran hastanın biyokimyasal tetkiklerinde CRP 60 mg/l (0-0mg/l) ve beyaz küre değeri 000/μl (4400-000/μl) saptandı. Hastanın yapılan pelvis MR da sağ uyluk bölgesinde hava sıvı seviyesi gösteren nekrotizan fasiit ile uyumlu abse saptandı. Hastaya girişimsel radyoloji tarafından 0F kateter ile drenaj uygulandı. Hastanın gönderilen materyal kültüründe E.coli, B.fragilis ve vankomisin-rezistan enterokok üremesi oldu. Hastaya linezolid ve meropenem kemoterapileri verildi. Ancak antibiyotik tedavisinin 7. gününde gelişen septik şok nedeniyle hasta exitus oldu. Tartışma: Nekrotizan fasiit subkutan dokuyu ve fasyayı tutan ciddi bir yumuşak doku enfeksiyonudur. Mortalitesi %5-0 civarında seyretmektedir. Etyolojisinde %60-70 polimikrobiyal ajanlar rol oynamaktadır. Nekrotizan fasiit için risk faktörleri, nonsteroidal antiinflamatuar kullanımı, radyoterapi, diyabet, malnütrisyon, travma ve cerrahi işlemler olarak tanımlanmıştır. Literatürde renal transplant yapılan ve FK506 kullanan hastalarda, bifosfonatlara bağlı ve ATRA kullanımına bağlı olarak nekrotizan fasiit vakaları bildirilmiştir. Bevacizumab da subkutanöz arterlerde tromboza ve doku iskemisine sebep olarak nekrotizan fasiite sebep olabilir. Bu vaka, literatürde bevacizumaba bağlı bildirilen ilk nekrotizan fasiit vakasıdır. GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 55

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-0 GASTROİNTESTİNAL STROMAL TÜMÖR VE METAKRON AKCİĞER MÜSİNÖZ ADENOKARSİNOM Murat Akyol, Yüksel Küçükzeybek, Lütfiye Demir, Alper Can, Ahmet Dirican, Vedat Bayoğlu, Suna Çokmert, Ahmet Alacacıoğlu, Çiğdem Erten, Mustafa Oktay Tarhan Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İzmir Amaç: Gastrointestinal stromal tümörler(gist) gastrointestinal traktı etkileyen nadir görülen,mezenkimal tümörlerdir. Tüm gastrointestinal neoplazmların yaklaşık %0,- ünü oluşturur. Tanı anında ortalama yaş 40 tır. GİST ler gastrointestinal traktın herhangi bir yerinden kaynaklanabilir.gist lerin en sık köken aldığı yer midedir (%60-70), daha nadir ince barsak ve kolorektum gelir. Senkronize ve asenkronize GİST ve diğer maligniteler birkaç seride incelenmiş ve bu raporlara göre GİST ile ilişkili diğer primer malignitelerin insidansı %.9-%.6 arasında, en sık pankreas kanserleri, yanı sıra kolorektal ve gastrik kanserler olarak saptanmıştır. Bu olguda GİST ile metakron akciğer musinöz adenokarsinom birlikteliği sunuldu. Gereç-Yöntem: Vaka Sunumu: Bulgular: 6 yaşında gastrointestinal kanama ve karın ağrısı şikayetiyle başvuran bayan hastanın yapılan tetkiklerinde midede kitle saptanmıştır. Bu kitleden alınan biyopsi ile GIST tanısı konan ve opere olan hastanın patoloji raporunda tümörün en büyük çapı 9,5cm dir. Mitoz 6/50 BBA dır. İmmünohistokimyasal olarak CD-7 > %50 (+++), Cd-4 (-), düz kas aktin < %0 (+), desmin (-), S-00 < %0 (+) dir. Ki-67 proliferasyon indeksi %6 dır. Yüksek risk gruplu (malign) olarak raporlanan söz konusu bu tümöre yönelik hastaya adjuvan imatinib mesilat 400 mg/gün tedavisi yıl boyunca verilmiştir. Hasta tedavisiz takip altında iken tanıdan yaklaşık 8 yıl sonra yapılan rutin taramalarında abdomen bilgisayarlı tomografide karaciger kubbesinde 47x6mm hipodens lezyon ve sol sürrenal bezde kitle saptanması üzerine hastaya metastatik GİST tanısı ile imatinib mesilat 400mg/gün tekrar başlandı. Hastanın imatinib tedavisi altında yapılan rutin taramalarında toraks bilgisayarlı tomografide sağ akciger alt lob anterior segmenttinde fissüre yapışık yaklaşık.5x cm ebatta irregüler konturlu silik sınırlı bir infiltrasyon saptanmış olup öncelikle primer periferik bir malignite olarak raporlanmış ve bunun üzerine wedge rezeksiyon yapılmış ve patolojisi invaziv musinoz adeno karsinom olarak raporlanmıştır.cerrahi sınır pozitifliği olan hastaya PET/BT planlanlandı ve sonuca göre hastaya radyoterapi planı yapılacak ve hastanın GİST e yönelik imatinib mesilat tedavisi devam edecek. Sonuç: GIST ler diğer gastrointestinal sistem tümörleri ile senkronize veya asenkronize sık birliktelik gösterirken akciğer kanseri ile birlikteliği nadirdir. Literatürde 78 vakalı GIST serisinde tanı öncesi ve sonrası takipte yalnız 0 hastada akciğer kanseri saptanmış.486 GIST tanılı başka bir seride %5 oranında akciğer kanseri birlikteliği raporlanmış. GIST hastalarında imatinib tedavi sonrası uzun dönem sağkalımda dramatik iyileşme sağlanmıştır, bunun sonucu olarak hastalarda ek malign tümörlerin gelişmesi şaşırtıcı olmamalıdır. Bunlar sıklıkla genitoüriner ve gastrointestinal karsinomlarla birliktedir. Bu nedenle GİST tanısı ile takip edilen hastalarda yeni saptanan lezyonların metakron bir malignite olabileceği akılda tutulmalıdır. Ref No: P- 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ KEMİK METASTAZI GELİŞEN REKTUM KANSERİ TANILI OLGULARIMIZ Kamuran İbiş, Görkem Türkkan, Funda Çukurçayır, Deniz Çelik, Ayşenur Arlı, Mert Saynak, Zafer Koçak, Cem Uzal Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Edirne Amaç: Kolorektal kanser tanılı hastalarda kemik metastazı sık değildir. Genellikle hastalığın geç döneminde görülür ve kötü prognoz belirtecidir. Bu çalışmada kliniğimizde tedavi edilen kemik metastazı gelişmiş rektum kanseri tanılı olgular değerlendirilmiştir. Gereç-Yöntem: Ağustos 999 Ağustos 0 tarihleri arasında rektum kanseri tanısı ile tedavi edilen toplam 09 hastadan kemik metastazı saptanan hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Sağkalım süreleri, metastaz saptanma süreleri ve kemik metastazı sonrası sağkalım süreleri incelenmiştir. Bulgular: Medyan yaş 56 (6-80), olguların 7 si erkek, 4 ü kadın, olgu evre IV, 8 olgu nonmetastatik ( ü evre IIA, ü evre IIIB, si evre IIIC) idi. Olguların si neoadjuvan kemoratyoterapi (KTRT) + cerrahi + adjuvan kemoterapi (KT) (biri operasyonda KC metastazı), 8 i cerrahi+ktrt ( ine abdominoperineal rezeksiyon ve KC metastazektomi), i palyatif cerrahi+kt (tanıda karaciğer metastazı) ile tedavi edilmiştir. Tümü kemik metastazlı olan olguların sinde akciğer ve karaciğer metastazı, inde karaciğer metastazı, inde akciğer, karaciğer, kemik ve beyin metastazı saptanmıştır. Sadece kemik metastazı olan 7 olgunun 4 ünde lokal nüks saptanmıştır ( si hastalıklı hayatta, i ise adjuvan KT sini tamamlamamış ve 4 yıl takipsiz iken, diğeri ise adjuvan KTRT sinden 9 ay sonra lokal nüks ve yaygın kemik metastazı ile başvurmuş). Birinde sağ asetabulum ve iliyak kanatta MR (manyetik rezonans) ile tanı konmuş ve radyoterapi (RT) uygulanmış ancak olgu hastalık dışı nedenle kaybedilmiştir. Diğer olgu adjuvan KTRT tamamlandıktan 7 ay sonra sonra tetkik edildiğinde tüm vücut kemik sintigrafisinde multiple kemik metastazı saptanmıştır. Olgulardan birinde adjuvan KTRT sinin tamamlanmasından yıl sonra sağ ramus pubis kolunda MR ile tanı konmuş kemik metastazı saptanmış ve 5x400 cgy eksternal RT ile tedavi edilmiştir ve olgu yıldır hastalıksız hayattadır. On olguya kemik metastazına yönelik olarak palyatif RT (5x400 cgy, 0x00 cgy) uygulanmıştır. Olguların ü hastalıklı hayatta olup, 8 i kaybedilmiştir. Medyan genel sağkalım 8 ay (-89), medyan hastalıksız sağkalım ay (0-7), uzak metastaza kadar geçen süre medyan ay (0-7), kemik metastazına kadar geçen süre medyan 7 ay (0-7), kemik metastazından sonra sağkalım medyan 8 ay (-47) bulunmuştur. Sonuç: Kemik metastazlı kolorektal kanserlerde 5 yıllık genel sağkalım %8. ve medyan sağkalım genellikle 0 aydan azdır. Kemik metastazı genellikle akciğer, karaciğer, beyin metastazı gibi visseral metastazlarla birliktedir. Ancak literatürde olgu bazında opere edilmiş veya RT uygulanmış uzun sağ kalımı olan izole kemik metastazlı olgular vardır. Ref No: P- METASTATİK KOLON KARSİNOMUNDA BEVASİZUMAB KULLANIMI SONRASINDA GÖRÜLEN KALP YETMEZLİĞİ VE İNTRAKARDİYAK TROMBÜS: İKİ OLGU Özgür Taşköylü, Burcu Yapar Taşköylü, Atike Gökçen Demiray, Arzu Yaren, Gamze Gököz Doğu, İsmail Doğu Kılıç Servergazi Devlet Hastanesi,Denizli Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbı Onkoloji Bilim Dalı,Denizli Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı,Denizli Anjiogenez tümör progresyonu ve metastazında önemli rol oynamaktadır. VEGF ü hedefleyen monoklonal bir antikor olan bevasızumab anjiogenezi inhibe etmektedir. Bevasızumab ın etkinliğinin 56 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER yanında hayatı tehdit edici yan etkileri de bulunmaktadır. Biz metastatik kolon karsinomunda bevasizumab kullanımı sonrasında kalp yetmezliği ve intrakardiyak trombüs ile karşılaştığımız iki olguyu sunduk. Olgu : 67 yaşında erkek hasta, karın ağrısı ile başvurması sonrasında çekilen batın BT de kolonda kitle ve karaciğerde multiple metastazları saptandı. Kolonoskopik biyopsi adenokarsinom olarak geldi. Komorbiditesi bulunmayan hastaya XELOX+Bevasizumab tedavisi başlandı. Altı uygulama sonrasında çekilen EKG de anterior R progresyon kusuru, sağ dal bloğu, V- ST elevasyonu, V-6 negatifliği ve inferior derivasyonlarda patolojik Q saptandı. Ekokardiyografide EF %40, sol ventrikül segmenter hareket kusuru, sol ventrikül apeksinde hafif hiperekojen organize X0 mm trombüs ile uyumlu görünüm saptandı. Koroner Anjiografi de LAD de %80 darlık saptandı ve stent takıldı. DMAH ve kalp yetmezliğine yönelik tedavi verildi. Hastanın tedavisinde bevazisumab kesildi. Olgu : 58 yaşında hasta kuru öksürük nedeniyle gittiği dış merkezde çekilen Toraks BT de her iki akciğerde, torakal vertebrada, karaciğer ve sağ sürrenal bezde metastaz ile uyumlu görünüm saptandı.yapılan kolonoskopide sigmoid kolonda kitle saptandı. Biyopsi sonucu adenokarsinom olarak geldi. Komorbiditesi olmayan hastaya FOLFOX-bevasizumab tedavisi başlandı. Dört uygulama sonrası çekilen EKG de, inferior derivasyonlarda patolojik Q dalgası ve T negatiflikleri tespit edildi. Ekokardiyografide EF%40, sol kalp boşluklarında dilatasyon, sol ventrikülde trombüsü olan anevrizmatik genişleme saptandı. Koroner Anjiografi de ise RCA %00, LMCA %40 darlık saptandı. Hasta sol ventikülde bulunan anevrizma ve trombüs nedeniyle opere oldu. Bevasizumab tedavisi kesildi. Bevasizumabın en önemli yan etkileri kanama, trombüs, hipertansiyon ve proteinüridir. Bevasizumab, VEGF ün anti inflamatuvar etkisini ortadan kaldırmakta, inflamasyonu artırmakta ve atherosklerotik plakların stabilitesini azaltmaktadır. Bunun sonucunda plak rüptürü, platelet agregasyonu ve in stu trombüs gelişmektedir. VEGF ün endotel hücrelerinin yenilenmesi ve NO üretiminde de görev aldığı bilinmektedir. Anti VEGF tedavisi ile endotel hücrelerinin kendini yenileme kapasitesi azalmakta, prokoagulan olan subendotelial doku ortaya çıkmakta, NO yapımı azalmasıyla birlikte vazokonstriksiyon ve platelet agregasyonu artmaktadır. Bevasizumab tedavisi planlanan hastaların arteryal ve venöz trombüs oluşma yan etkisi akılda bulundurulmalıdır. Ref No: P- ALFA-FETOPROTEİN YÜKSEKLİĞİ İLE SEYREDEN KARACİĞER METASTAZLI MİDE ADENOKANSERLERİ: OLGU SUNUMLARI Zuhat Urakçı, Muhammet Ali Kaplan, Mehmet Küçüköner, Ali İnal, Abdurrahman Işıkdoğan Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,Diyarbakır Amaç: Alfa-fetoprotein (AFP) salgılayan mide adenokanserleri oldukça nadir görülür. Burada, AFP yüksekliği ile seyreden karaciğer metastazlı mide adenokanserli olguyu sunduk. Gereç ve Yöntem Olgu : 5 yaşında, erkek hasta, 0 yılında dış merkezde mide malignitesi şüphesi nedeniyle biyopsi önerilmiş ama hasta kabul etmemiş. Yaklaşık yıl sonra üst gastrointestinal kanama nedeniyle başvurduğu merkezde midede kitle saptanarak biyopsi yapılmış. Mide biyopsisi az diferansiye adenokanser olarak değerlendirilen hastanın kliniğimizde yapılan evrelemede karaciğer ve lenf nodu metastazları saptandı. Hepatit paneli negatif olan hastanın tümör belirteçlerinden AFP: 686 IU/ml (0.5-5.5), CEA:.5 ng/ml (sigara içmeyenlerde:<5, sigara içenlerde <6.5) ve CA 9-9:7.8 U/ml(<9) saptandı. Karaciğerdeki kitleden yapılan biyopsi adenokanser infiltrasyonu ile uyumlu bulundu. Metastatik mide adenokanseri olarak değerlendirilen hastaya palyatif kemoterapi başlandı. Hastanın takipleri devam etmektedir. OLGU : 58 yaşında, erkek hasta, dış merkezde yapılan tetkiklerde midede ve karaciğerde kitle saptanması nedeniyle kliniğimize başvurdu. Çekilen PET-CT de midede malign kitle, karaciğer metastazı ve lenf nodu invazyonları saptandı. Hepatit paneli negatif olan hastanın tümör belirteçlerinden AFP değeri 450 IU/ml (0.5-5.5), CA-9-9:5.9 U/ml(<9) ve CEA:6.7 ng/ml (sigara içmeyenlerde:<5, sigara içenlerde <6.5) saptandı. Yapılan endoskopide midede kitle saptanan hastanın alınan mide biyopsisi az diferansiye adenokanser ile uyumlu bulundu. Karaciğerdeki kitleden yapılan biyopsi adenokanser infiltrasyonu olarak değerlendirildi. Bu bulgularla metastatik mide adenokanseri düşünülen hastaya palyatif kemoterapi başlandı. Hasta tanıdan 6 ay sonra exitus oldu. Bulgular ve Sonuç: AFP salgılayan mide adenokanserleri oldukça nadir görülmekte olup tanı anında çoğu olguda karaciğer ve lenf nodu metastazı saptanır. İki olgumuzda da karaciğer metastazı mevcuttu ve AFP değerleri yüksek saptandı. Sonuç olarak, radyolojik görüntülemede karaciğerde hepatoselüler kanserden ziyade metastaz ile uyumlu bulguları olan ve AFP yüksekliği saptanan olgularda ayırıcı tanılar arasında mide adenokanserlerini de düşünmemiz gerekir. Ref No: P-4 METASTATİK KOLOREKTAL KANSERDE ÇOK NADİR BİR PREZENTASYON OLARAK CİLT METASTAZI Dilek Erdem, Kerem Okutur, Orhan Önder Eren, Nilgün Şahin, Fatih Teker 4, Bahiddin Yılmaz 4, İdris Yücel 4 Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bölümü Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Bölümü 4 Ondokuzmayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Giriş: Kolorektal kanserlerin cilt metastazları oldukça nadir bir durum olup %4 ün altındadır. Sıklıkla karın duvarı ve insizyon hatlarında görülür. Yüz bölgesinde kolorektal kanser metastazı olması ise literatürde vaka düzeyinde belirtilmiştir. Vaka: 47 yaşındaki erkek hastaya bayılma şikayeti nedeniyle çekilen beyin MR da, sol serebellar hemisferde x mm kitle saptandı. Kitle eksizyonu patolojisi adenokarsinom metastazı olarak yorumlandı. Hastaya çekilen toraks CT de sağ akciğer üst lobda.5 cm lobule kitle ile bilateral metastatik nodüller görüldü. Batın CT de çıkan kolonda serozayı aşmış görünümde kitle ve patolojik görünümlü lenf nodları saptanması üzerine yapılan kolonoskopide çekum distalinde lümeni kaplayan ülserovejetan kitleden alınan biyopsi primerin kolon olduğunu ispatlayan şekilde adenokarsinom olarak değerlendirildi.kranial kitle spesmenleri ile beraber değerlendirildiğinde her iki patolojinin de benzer olduğu ve kolorektal karsinom ile uyumlu olduğu görüldü. CEA:9. ve CA 9-9:64 olarak değerlendirildi. Kranial radyoterapi sonrası Folfiri+bevacizumab tedavisi başlanan ancak tedavilerine düzenli gelmeyen hasta - kür sonra takipsiz kaldı. 09/0 de haftadır olan sol bacak ağrısı ve sağ yanakta kitle ile başvuran hastanın yeni olarak yaygın karaciğer metastazları olduğu görüldü. Fizik muayenede, sağ yanakta polipoid tarzda 4x4 cm kitle görüldü. Kalça MR da sol sakroiliak alanda 4 cm destrüksiyon yaratan yumuşak doku kitlesi ve kranial MR da 9 adet kitle saptandı. Ağrıları nedeniyle sakroiliak alana RT alan hastanın RT tamamlandıktan sonra destek tedavisine devam edildi. Hastaya, yanaktaki kitleden biyopsi planlanmasına rağmen 4 gün sonra genel durum bozukluğu ve hastalık progresyonu nedeniyle kaybedildi. Yorum: Visseral tümörlerin cilt metastazı oldukça nadir olup otopsi serilerinde %0.-0 oranında görülmüştür. Lookingbill ve ark yaptığı bir çalışmada, en sık cilt metastazı yapan visseral organ kanserleri meme ve akciğer olup kolorektal kanserde bu oran %5 in altında bulunmuştur. Kolorektal kanserler ise tanıda yaklaşık olarak %0 metastatik olup en sık rejyonel lenf nodları, karaciğer, akciğer ve GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 57

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER peritona metastaz yapar. Metastaz yolları; lenfatik, hematojen, transperitoneal ya da komşuluk yoluyla olmaktadır. Cilt metastazı; sıklıkla halihazırda metastatik kolorektal kanserin geç bulgusu olarak genellikle primer tümöre yakın alanda görülür ve metastaz bölgeleri genellikle insizyon hatları ya da ameliyat skarlarıdır. Kolorektal kanserin uzak bölgede cilt metastazı oldukça nadirdir ve genellikle intravasküler ya da intralenfatik yayılım sorumlu tutulmaktadır. Sonuç olarak, bu vaka, tüm malignitelerde olduğu gibi kolorektal kanserde de fizik muayeneye gerektiği önemin verilmesinin altını çizmektedir ve bazı bulguların tespiti metastatik hastalık için bir ipucu teşkil edebilir. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Şekil. Cilt ve mide biyopsileri A. Mide dokusunda ülser içinde iri, hiperkromatik nükleuslu atipik hücreler (H&E,400X) B. Bu alanların CEA ile immünreaktivitesi (İmmünperoksidaz,400X) C. Cilt altı dokuda iri, hiperkromatik nükleuslu, belirgin nükleollü atipik hücre infiltrasyonu (H&E,400X) D. Bu alanların PanCK ile immünreaktivitesi (İmmünperoksidaz, 400X) Şekil. Sağ yanakta cilt metastazı Ref No: P-5 İZOLE GLUTEAL CİLT METASTAZI İLE BAŞVURAN BİR HASTADA PRİMERİ MİDE ADENOKANSERİ SAPTANAN BİR OLGU Zuhat Urakçı, Muhammet Ali Kaplan, Mehmet Küçüköner, Ali İnal, Ulaş Alabalık, Abdurrahman Işıkdoğan Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,Diyarbakır Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı,Diyarbakır Amaç: Mide kanserlerinin karaciğer, akciğer, kemik ve sürrenal metastazları sık görülürken, cilt metastazı oldukça nadir görülmektedir. Burada, izole gluteal cilt metastazı ile başvuran bir hastada primeri mide adenokanseri saptanan bir olgu sunduk. Gereç ve Yöntem: yaşında, bayan hasta, sol gluteal bölgede nodüler tarzda şişlik nedeni ile başvurduğu merkezde total kitle eksizyonu yapılmış (Şekil ). Kitlenin histopatolojik incelemesi adenokanser metastazı olarak rapor edilmiş. Hastanın yapılan sistemik görüntülemede mide antrumunda duvar kalınlaşması dışında patoloji saptanmadı. Mide antrumundan yapılan biyopsi adenokanser ile uyumlu bulundu. Cilt biyopsisi ile mide biyopsisi karşılaştırılan hastada mide adenokanserinin cilt metastazı olarak değerlendirildi (Şekil ). Hasta gastrektomi için genel cerrahiye gönderildi. Cerrahi sonrası hasta kemoterapi açısından tekrar değerlendirilecek. Bulgular ve sonuç: Mide kanserinin cilt metastazları nadir olup, sıklıkla karın duvarında görülür. Daha az oranda baş, aksilla, boyun, göğüs duvarı ve ekstremitelerde de görülebilmektedir. Tutulum daha çok nodüler veya erizipeloid tarzda cilt lezyonu şeklinde olmaktadır. Metastatik cilt lezyonları soliter veya multiple sayıda olabilirler. Sıklıkla hastalığın ileri evresinde görülmekle birlikte hastalığın başlangıcında da görülebilir ve kötü prognozla ilişkilidir. Survey ortalama -4 hafta arasında değişmektedir. Tedavide kemoterapi dışında uygun vakalarda cerrahi eksizyon yapılabilir ve/veya radyoterapi uygulanabilir. Şekil. Sol gluteal kitle eksizyon izi Ref No: P-6 AZ DİFERANSİYE ADENOKARSİNOM TANISI ALMIŞ BİR PANKREATİK NÖROENDOKRİN TÜMÖR OLGUSU Emre Akar, İbrahim Yıldız, Serkan Keskin, Leyla Kılıç, Rumeysa Çiftçi, Senem Karabulut, Faruk Aykan İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İ.Ü. Onkoloji Enstitüsü, Medikal Onkoloji Giriş: Pankreas yerleşimli kitlelerde tanı her zaman kolay olmayabilir. Eğer klinik seyir ile patoloji uyumsuzluğu varsa ayırıcı tanıya nöroendokrin tumörler alınmalıdır. Olgu: 55 yaşında kadın hastaya Temmuz 00 te pankreas korpus-kuyrukta 7 cm boyutunda, Süperior Mezenterik Arter (SMA) ve Süperior Mezenterik Ven e (SMV) invaze olan kitlesi nedeniyle tru-cut biyopsi yapıldı. Patolojik tanı az diferansiye adenokarsinom olarak geldi. Vasküler yapılara invazyon nedeniyle inoperabl kabul edilip Eylül 00 te önce kemoradyoterapi alan (Cİ-5-Fluorourasil ile beraber RT), sonrasında 4 kür haftalık gemsitabin ile devam edilen, son kemoterapisini de Mart 004 te alan hastada tedaviyle stabil yanıt alındı. aylık bilgisayarlı tomografi ile yapılan kontrollerde pankreastaki kitle sürekli stabil kaldı. Hastalığın seyrinin atipik olması nedeniyle Mart 006 da patoloji bloklarının rekonsültasyonu yapıldı. Tanı, pleomorfik alanlar içeren iyi diferansiye nöroendokrin tümör olarak geldi. Ki-67:% olarak raporlandı. Osteoscan da pankreastaki kitlede somatostatin reseptör pozitifliği mevcuttu. Başka or- 58 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER ganda tutulum olmayan hastaya Sandostatin LAR 0 mg/ay başlandı. Kasım 0 de (tanıdan 9 yıl sonra) son kontrolü yapılan hastanın halen uzak metastazı yoktu, kitle aynı boyda idi. Kromogranin A düzeyi 5 ve de semptomsuz idi. Tartışma ve Sonuç: Pankreasta özellikle korpus-kuyruk yerleşimli kitlelerde patolojide adenokarsinom tanısı gelse bile eğer seyir çok yavaş ise akla nöroendokrin tümörler gelmelidir. Çünkü bu tümörler iyi prognozludur ve hastanın gereksiz ek tedavilere maruz kalması önlenebilir. Ref No: P-7 REKTUM KANSERİNİN TEDAVİSİNDE NEOADJUVAN KEMORADYOTERAPİ SONUÇLARIMIZ Kamuran İbiş, Dilek Nurlu, Alaattin Özen, Funda Çukurçayır, Mert Saynak, Sernaz Uzunoğlu, Cem İbiş, Zafer Koçak, Cem Uzal Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Edirne Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Edirne Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Edirne Amaç: Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı nda neoadjuvan kemoradyoterapi (KTRT) ile tedavi edilen rektum kanserli hastalarda tedavi sonuçlarımız değerlendirilmiştir. Gereç-Yöntem: Kasım 00- Mayıs 0 tarihleri arasında neoadjuvan KTRT ile tedavi edilen rektum kanserli 49 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri ve tedavi yanıtları değerlendirildi. Bulgular: Medyan yaş 55 (-77), olguların 5 i (%0) kadın, 4 ü (%70) erkek idi. Tümör lokalizasyonu medyan 6.cm de (-6cm), si (%45) <5 cm, 7 si (%55) >5 cm idi. Tüm olgulara rektum adenokarsinomu tanısı ile neoadjuvan KTRT uygulandı. Radyoterapi (RT) dozu medyan 46,75 Gy (0,40-54), RT fraksiyon dozu Gy (.8-) idi. Radyoterapi ile eşzamanlı olarak 4 olguya UFT, diğerlerine florourasil (FU) uygulandı. Kemoradyoterapi sonrası operasyona kadar geçen medyan süre 64,75 gün (5-9) idi. Olguların 48 ine (%98) cerrahi uygulandı (9 una anterior rezeksiyon, 9 una abdominoperineal rezeksiyon), bir olgu operasyonu reddetti. Olguların neoadjuvan tedaviye yanıtları şöyle idi: 8 (%6,) stabil hastalık, 0 (%6,) parsiyel yanıt, 9 (%8,4) tam yanıt (bir olguda radyolojik), (%4) izole tümör hücreleri. Neoadjuvan KTRT ve cerrahi uygulanan 48 olgunun patolojik incelemesi sonucunda (%.5) olgu ypt-, 4 (%69.5) olgu pt-4, 4 olgu (%8) tam yanıt ve operasyonu kabul etmeyen hastada magnetik rezonans (MR) görüntülemede tam yanıt, 7 olguda (%76) ypn0, 0 olguda (%0) ypn, olguda (%4) ypn, olguda cerrahi esnasında karaciğer metastazı saptandı. Tüm tedaviler sonrası patolojik evre dağılımı ise söyle idi: (%67,5) evre I-II, (%,5) evre III, 4 (%8) evre 0 (T0N0M0) ve bir hasta klinik olarak evre 0. Olguların 4 sinde (%86) cerrahi sınır negatif, sinde (%4) cerrahi sınır <mm, 4 inde (%8) cerrahi sınır pozitifti. Yedi olguda lokal nüks, olguda uzak metastaz saptandı. Olguların birine yüksek yerleşimli olması nedeniyle (6cm) RT ile eşzamanlı FU, postoperatif FOLFOX rejimi uygulandı. Diğer olgularda postoperatif medyan 4 kür (-6) FUFA uygulandı. Genel sağkalım medyan 4,96 ay (-89), hastalıksız sağkalım medyan,9 ay (4-89), Lokal nükssüz sağkalım medyan,5 ay (7-8) saptandı. Olguların 4 ü (%8.6) kaybedildi, 7 si (%4.) hastalıklı hayatta, 8 i (%57.) hastalıksız hayatta idi. İki yıllık sağkalım %98, 5 yıllık genel sağkalım %57 idi. Genel sağkalıma etki eden iyi prognostik faktörler evre I-II hastalık (p=0.04), metastaz olmaması (p=0.06) iken hastalıksız sağkalıma etki eden iyi prognostik faktör cerrahi sınırın negatif olması (p=0.0) olarak saptandı. Sonuç: Klinik T veya daha büyük veya lenf nodu pozitif hastalara preoperative KTRT uygulanması standart tedavidir. Tedavi sonrası evre (tedaviye yanıt) ve cerrahi sınır önemli prognostik faktörlerdir. Ref No: P-8 PANKREAS KARSİNOMUNDA PROGNOSTİK FAKTÖRLERİN VE SAĞKALIM SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Emine Canyılmaz, Lasif Serdar, Gonca Uslu, Zümrüt Bahat, Mustafa Kandaz, Gülşen Soydemir, Feyyaz Özdemir Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Bu çalışmamızda,kliniğimize 997-0 yılları arasında başvuran pankreas kanseri tanılı hastalarda tedavi sonuçlarının ve prognostik faktörlerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Ocak 997-Aralık 0 tarihleri arasında kliniğimize pankreas kanseri tanısıyla başvuran 64 olgu retrospektif olarak değerlendirildi ( olgu takip dışı kalması sebebiyle analiz dışı bırakıldı). Olguların 44 ü erkek,8 i kadın,e/k oranı,4/ ve ortalama yaş 59 (-80) idi. ECOG performans durumu 0- olan hasta sayısı 48, - olan 4 idi. Başvuru esnasında en çok karşılaşılan semptomlar 9 olguda sarılık,8 inde karın ağrısı,9 unda karın ağrısı ve sarılık, 5 inde kilo kaybı ve karın ağrısıydı. Ortalama semptom süresi,7 (0-) ay idi. Tümör en sık olguların 9 unda pankreas başında,6 sında gövde kısmında,0 unda kuyruk kısmındaydı. Ortalama tümör büyüklüğü,9 cm (-7) idi. Histopatolojik tanı 45 olguda adenokarsinomdu. Olguların %8 i evre,%4,4 ü evre,%6,4 evre olup olguların 9 u (%,) tanı anında metastatikti. Olguların 7 sine (%4,5) pankreas kanseri tanısıyla küratif cerrahi uygulanmıştı. Radyoterapi (RT) tedavisi alan 60 hastanın 7 sine kemoradyoterapi (KRT),8 ine RT,5 olguya da palyatif RT uygulandı. KRT tedavisi gören 7 olgunun 7 sine gemzar,0 una 5-FU+Folinik asit bazlı KT rejimleri uygulandı. KRT tedavisi gören hastalara RT tedavisi 80-00 cgy/ gün fraksiyonlar ile total 45-50,4 Gy şeklinde uygulandı. Palyatif RT tedavisi hastaların inde pankreas yatağına,8 inde tutulu kemik bölgesine,4 ünde tüm kranium lokalizasyonuna, sinde ise akciğerdeki metastatik kitle lokalizasyonlarına uygulandı. RT tedavisi sonrası 9 hasta ortalama 5,7 kür KT tedavisi aldı.kt rejimi olarak en sık gemzar kullanıldı. Bulgular: Ortalama izlem süresi 5,7 ay (0,7-7,5) idi.izlem süresince opere olan hastada lokal-bölgesel nüks,4 inde ise metastaz gözlendi. En sık metastaz hastaların 5 inde karaciğerdeydi. İzlem süresince 56 hasta öldü.medyan genel sağkalım (GS), ay,- medyan hastalıksız sağkalım (HS) ise 6, ay idi.,, ve 5 yıllık GS sırasıyla %4,7, %7,8,%9,9 ve %7,9 idi., ve 5 yıllık HS sırasıyla %9,5,%4,8 ve %9,9 idi. Tek değişkenli analizde genel sağkalıma etkili olabilecek prognostik faktörler incelenmiş olup operasyon durumu (inop/opere) (p:0,000) sırasıyla medyan 7,8 aya medyan 6,5 ay, evre (evre-//4) (p:0,008) sırasıyla medyan,4 ay,, ay, 5,5ay, ECOG performans durumu (0-/-) (p:0,005) sırasıyla medyan ay, 6, ay olarak anlamlı bulunmuştur.opere olan ve KRT tedavisi gören hastalarda medyan sağkalım,5 ay idi.çok değişkenli analizde operasyon durumu (inop/opere) (p:0,0) ve yaş (>6/<=60) (p:0,0) anlamlı olarak bulunan değişkenlerdir. Sonuç: Pankreas kanserli olgularda tedavi sonuçlarına etki eden en önemli faktör olarak operabilite ve yaş bulunmuştur. İnop olan hastala rda ölüm riski,4 kat artarken, 60 yaş üstü hastalarda,6 katlık bir artış sözkonusudur. Sağkalım verileri literatürle uyumlu olarak bulunmuştur. GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 59

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-9 BEYİN METASTAZI GELİŞEN REKTUM KANSERLİ OLGULARIMIZ Kamuran İbiş, Funda Çukurçayır, Dilek Nurlu, İlknur Harmankaya, Görkem Türkkan, Mert Saynak, Zafer Koçak, Cem Uzal Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Edirne Amaç: Beyin metastazı kolorektal kanserde nadir olarak görülür ve kötü prognozludur. Bu çalışmada Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı nda rektum kanseri tanısıyla tedavi edilen ve beyin metastazı gelişen olgular değerlendirilmiştir. Gereç-Yöntem: Ağustos 999 Ağustos 0 tarihleri arasında rektum kanseri tanısı ile tedavi edilen toplam 09 hastadan beyin metastazı saptanan 4 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Sağkalım süreleri, metastaz saptanma süreleri ve beyin metastazı sonrası sağkalım süreleri incelenmiştir. Bulgular: Medyan yaş 65 (5-75), 4 olgu da kadındı. Tümör yerleşimi olguların sinde 5.cm de, inde 4.cm de diğerinde 6.cm de idi. AJCC 00 evreleme sistemine göre olgu evre IIIB, olgu evre IIIC, olgu evre I idi. Evre I olan olguya öncesinde neoadjuvan kemoradyoterapi (KTRT) uygulanmıştı. Bir olgu neoadjuvan KTRT sonrasında cerrahi ve adjuvan kemoterapi (KT) ile, olgu cerrahi ve KTRT ile olgu da postoperatif onkolojiye 5 ay geç başvurmuş ve metastaz saptandığı için KT ile tedavi edildi. İki olguya 50,4 Gy, olguya 45 Gy, olguya 0 Gy (lokal nüksü nedeniyle) eksternal radyoterapi (RT) uygulandı. Dört olguda da postoperatif cerrahi sınır negatifti. Olguların inde karaciğer, akciğer, kemik, beyin metastazı; sinde karaciğer, akciğer, beyin metastazı; inde akciğer ve beyin metastazı saptandı. Bir olguda sol temporopariyetooksipital alanda x4x,5cm beyin metastazı (akciğer metastazı saptanınca operasyondan vaz geçildi); bir olguda sol serebral hemisfer presantral girusta.5 cm çapında hemorajik metastatik lezyon; olguda sağ frontal lob medial bölümde,5x cm, sol temporal lobda cm çapında adet metastaz; olguda ise sağ serebellar vermion ve bilateral serebral hemisferde cm çapında metastazlar saptandı. Bir olguya kranyal RT uygulandı. Diğer olgunun performansı düşük olduğu için RT uygulanamadı. Olgulardan sinde beyin metastazı diğer uzak organ matastazları ile eşzamanlı, inde ay, inde 4 ay sonra saptandı. Medyan genel sağkalım 8.75 (6-7) ay, medyan hastalıksız sağkalım.5 (-6) aydı. Olgular beyin metastazı saptanmasından 0,,, 70 gün sonra kaybedildi. Beyin metastazından sonra 70 gün yaşayan olguya 9Gy/fr (total kranyuma 0Gy/0fr sonrası 9Gy/0fr) eksternal RT uygulanmıştı. Sonuç: Kolorektal tümörlerin komplet rezeksiyonundan sonra bile %0-5 hastada uzak metastaz gelişir. En sık karaciğer ve akciğere metastaz saptanır. Beyin metastazı %-% oranında rapor edimiştir. Hastaların prognozunda önemlidir. Kolorektal kansere bağlı beyin metastazlı hastalar diğer primer tümörlerden kaynaklanan beyin metastazlı hastalardan daha kısa sağkalıma sahiptir. Ref No: P-0 ÖZEFAGUS KANSERLİ HASTALARDA ADJUVAN TEDAVİ SONUÇLARI Maruf Nart, Mustafa İzmirli, Gökhan Yılmazer, Erkan Doğan YYÜ Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı. Van Van Bölge Eğitim Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği, Van Amaç: Özefagus kanseri dünyada yaygınlık açısından sekizinci, kanserden ölümlerde yedinci sıradadır. Erken evrelerde cerrahi standart tedavi yaklaşımı iken lokal ileri evrelerde cerrahi öncesi kemoradyoterapi ve ardından cerrahi standart yaklaşım olmuştur. Cerrahi uygulanan lokal ileri evre özefagus kanserlerinde ise kötü risk faktör mevcutluğu, yetersiz cerrahi, mikrometastaz riski gibi nedenlerle 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ genellikle adjuvan kemoradyoterapi uygulanmaktadır. Bu çalışmada cerrahi sonrası cerrahi sınır pozitifliği / yakınlığı ya da belirsizliğinden ve/veya kötü risk faktörleri pozitifliği nedeniyle adjuvan radyoterapi / kemoradyoterapi uygulanan özofagus karsinomlu hastalar değerlendirildi. Gereç-Yöntem: Kliniğimizde adjuvan radyoterapi / kemoradyoterapi uygulanan özefagus kanserli 9 hasta değerlendirildi. Hastaların demografik, klinik, patolojik ve takip bilgileri kaydedildi. Performans değerlendirmesi ECOG skalasına göre, evreleme AJCC 00 a göre, tedavi toksisitesi RTOG skalasına göre değerlendirildi. İstatistiksel analizler SPSS istatistik programı ile yapıldı. Bulgular: Hastaların 0 ü erkek (%4,5), 9 u kadındı (%65,5) ve medyan yaş 50 idi (aralık 4-69). Evreleme AJCC 00 kriterlerine göre yapıldı ve hasta evre IB-IIB (%4,4), 7 hasta evre III (%58,6) olarak saptandı. Cerrahi sınırlar 7 hastada negatif, 8 hastada yakın ve 4 hastada pozitif saptandı. Radyoterapi olarak 80 cgy fraksiyon dozlarıyla medyan 5040 cgy (aralık 4500-5940 cgy) doz verildi. Hastaların sine kemoterapi uygulanmamıştı. GİS toksisitesi 6 hastada, hematolojik toksisite 5 hastada görülmedi, hastada (%6,9) grade -4 GİS toksisitesi, 7 hastada ise (%4,) grade -4 hematolojik toksisite saptandı. Takipte hastaların 0 sinde (%69) nüks saptanmadı, inde(%,4) lokal nüks saptandı ve 8 inde(%7,6) uazak metastaz saptandı. Medyan takip. aydı. Medyan genel sağkalım. ay, ve 5 yıllık genel sağkalım sırasıyla %57.8 ve %40.0 tı. Medyan hastalıksız sağkalım 0.0 ay, ve 5 yıllık hastalıksız sağkalım sırasıyla %44.0 ve %9.4 olarak bulundu. Tartışma: Özofagus kanserlerinin tedavisinde yalnız cerrahi uygulaması erken evrede standarttır. Ancak yalnızca %0-40 hasta potansiyel rezektabl olarak başvurmaktadır. Lokal ileri evrede (EIII) komplet rezeksiyon mümkün olmadığından tek başına cerrahi önerilmez. Adjuvan radyoterapi veya kemoradyoterapi cerrahi sınırın pozitif veya şüpheli olduğu ve lenf nodu tutlumunun olduğu durumlarda önerilmektedir. Adjuvan tedavide amaç lokal kontrolü artırıken sağkalımıda iyileştirmesidir. Ref No: P- REDÜKTE EDİLEMEYEN İNGUİNAL HERNİ, APENDİKS MÜSİNÖZ ADENOKARSİNOMU Ümmügül Üyetürk, Emine Dağıstan, Gülali Aktaş, Mustafa Şit 4, Şule Kurt, Safiye Gürel Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Bilim Dalı,Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,BOLU Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Bilim Dalı,Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Bilim Dalı,Bolu 4 Abant İzzet Baysal Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Bilim Dalı,Bolu Giriş: Apendiksin primer adenokarsinomları tüm gastrointestinal sistem maligniteleri içinde %0.4-% görülen tümörlerdir. Patolojik olarak kolonik, müsinöz, taşlı yüzük hücreli adenokarsinom ve diğerleri olmak üzere ayrılmaktadır. Genellikle spesifik semptom göstermezler. Çoğunlukla apandisit tanısıyla operasyon sırasında ileri evrede tanı almaktadırlar. Olgu: Karın ağrısı şikayetiyle başvuran 50 yaşındaki erkek hasta, redükte edilemeyen sağ inguinal herni nedeniyle operasyona alındı. Operasyonda asit, fıtık kesesinde ve peritonda multiple tümör depozitleri görüldü. Periton ve inguinal kesenin histopatolojik incelemesinde müsinöz adenokarsinom metastazı tespit edildi. Hastanın özgeçmişinde özellik yoktu. Soygeçmişinde babasında akciğer, dedesi, teyzesi ve teyzesinin kızında kolon kanseri mevcuttu. Tümörün primerini tespit etmek amaçlı yapılan endoskopik incelemede asendan kolonda dimunitif polip, mide korpus ve antrum mukozasında hiperemi ve ödem dışında patoloji görülmedi. Abdomen ultrasonografide asit, tüm peritoneal yüzeylerde nodüler kalınlaşmalar, sağ alt kadranda, içerisinde sıvı görülen, lezyon saptandı. Lezyonların karakterizasyonu ve yayılımını belirlemek için abdomen ve toraksa 60 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER yönelik yapılan bilgisayarlı tomografide (BT) karaciğer yüzeyinde ve dalakta septalı sıvı dansitesinde lezyonlar izlendi (Şekil ). Ayrıca apendiks lokalizasyonunda,çekumdan orta hatta doğru uzanan, 75x4 mm boyutlu, duvarında kalsifikasyonlar izlenen tübüler yapı saptandı (Şekil ). Toraks BT de patoloji saptanmadı. Hasta inoperabl kabul edildi. Metastatik apendiks müsinöz adenokarsinomu tanısıyla infüzyonel 5-florourosil ve folinik asit (FUFA) kemoterapisi başlanıldı. Altı kür sonrasında stabil yanıt elde edildi. Hasta takibe alındı. Üç ay sonra peritoneal lezyonlarda progresyon tespit edildiği için folinik asit, oksaliplatin, 5 florourosil (FOLFOX-4) kemoterapisi başlanıldı. Halen kür sonrası stabil yanıt ile kemoterapi devam etmektedir. Tartışma: Apendiksin primer müsinöz adenokarsinomu ve buna bağlı gelişen pseudomiksoma peritonei nadir görülen bir durumdur. Bütün apendektomi spesmenlerinin patolojik incelenmesi bu tümörleri atlamamak için zorunludur. Radyolojik görüntüleme yöntemleri asit, peritoneal yayılım, lezyonda kalsifikasyon varlığı müsinöz adenokarsinom tanısında yararlıdır. Bu tümörlerin asıl tedavisi cerrahidir. Erken evrede sağ hemikolektomi önerilmektedir. Kemoterapinin etkinliği sınırlıdır. Şekil. Karaciğer yüzeyinde (ok başları) ve dalakta(beyaz ok) 5 HÜ dansitede septalı hipodens lezyonlar. Ref No: P- PAROTİS BEZİNE MİDE KANSERİNİN METASTAZI: VAKA SUNUMU Asuman Önol Mirik, Eda Küçüktülü, İsmail Saygın, Bengü Çobanoğlu, Ercüment Cengiz 4, Esma Öztürk Trabzon Kanuni Eğitim Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Bölümü, Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Ana Bilim Dalı, Trabzon Trabzon Kanuni Eğitim Araştırma Hastanesi, Kulak Burun Boğaz Bölümü, Trabzon 4 Trabzon Kanuni Eğitim Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkolji Bölümü, Trabzon Midenin parotis bezine metastazı literatürde yayınlanmış iki vakayı içeren nadir bir olgudur. Mide karsinomu tanısı alan ve tanıdan yıl sonra parotis metastazı gelişen bir vakayı sunduk. Vaka: 64 yaşında erkek, yıl önce yemekten sonra kusma şikayeti ile başvuran hastada yapılan endoskopik bx sonrası, korpus büyük kurvaturda adenokarsinom tanısıyla 6..009 tarihinde subtotal gastrektomi ve sonrasında adjuvan KRT almış. Takiplerinde karaciğer metastazı ortaya çıkan hastaya bu nedenle radyoembolizasyon ve metastazektomi uygulanmıştır. Son iki aydır hızla ilerleyen sol yanakta şişlik ve omuz ağrısı nedeniyle 07.0.0 tarihinde yapılan BT parotis bezinde mandibula ramusunu destrükte eden kitle ve C7 sipinöz çıkıntısını içine alan yumuşak doku kitlesi çıkmış. Parotisten yapılan patoloji adenokarsinom mide metastazını düşündürmektedir. Torax BT inde metastazı yoktur. Parotis için herhangi bir operasyon düşünülmeyen hasta için palyatif RT planlanmıştır. Tedavisi biten hasta kemoterapisinin devamı için, tıbbi onkolojiye refere edildi. ay sonra kontrole çağrıldı. Tartışma: Lokal invazyon, lenfatik ve hematojen yayılım gösteren mide kanserlerinin en sık yayıldığı organlar karaciğer, omentum, akciğer ve mezenterdir. Bizim vakamızda başlangıç evresi TN olup seroza tutulumu ve lokal lenfatik yayılımı göstermiş ve en sık metastaz alanı karaciğer metastazı gelişmiştir. Ancak nadiren torakal duktus yoluyla supraklavikular lenf noduna yayılım göstermeden boyun yumuşak dokuya ve parotise atlamıştır. İlk raporlanan vaka cerrahi sonrası kısa zaman içinde uzak metastazları ile birlikte parotis bezine metastaz yapmıştır.. vaka gastroözefageal junktionda adenokarsinom operasyondan ay sonra başka bir metastazı yokken oluşan parotis bezi metastazıdır. Bu vaka da boyun yumuşak dokuda da metastaz olması akciğerin hematojen filtresini ve portal veni bypass ederek direkt boyuna yayılım paravertebral plexus(baston plexusu) yoluyla metastatik embolinin dolaşmasıyla açıklanabilir. Bu alternatif yol gastrik adenokarsinomda parotis bezine iki benzer vakada görülmüştür. GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Ref No: P- METASTATİK MİDE ADENOKARSİNOMUNDA; KAPESİTABİN, CİSPLATİN, TRASTUZUMAB KOMBİNASYONUNU TAKİBEN GELİŞEN AKUT ARTERYAL TROMBOZİS VAKASI Şekil. Batında asit içerisinde apendiks lokalizasyonunda,çekumdan orta hatta doğru uzanan tubüler lezyon (beyaz ok) ve duvarında kalsifikasyonlar (ok başı). Berna Bozkurt Duman Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Giriş: İleri evre mide kanserinde HER pozitif hastalarda kemoterapiye trastuzumab eklenmesi sağalım avantajı sağlamaktadır. Bu kombinasyon tedavisinin yanetkileri genlikle gastrointestinal yanetkiler, sitopeniler, halsizlik, el ayak sendromu gibi yanetkilerdir. Burda bu kombinasyonu takiben gelişen akut arteryal tromboz vakası sunulmuştur. Vaka: 57 yaşında bayan hasta Metastatik mide adenokarsinomu tanısı mevcut. İmmunohistokimyasal olarak ve FISH yöntemi ile HER pozitif. Hastanın Ekokardiyografik değerlendirmesi normal saptandı. Hastaya Kapesitabin X000mg/m (-4gün), Cisplatin 80 mg/m, Trastuzumab 8mg/kg/gün ilk siklusta bunu takibeden Susesi Otel, Antalya 6

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER sikluslarda 6 mg/kg/gün, haftada bir planlandı. Hastaya ilk kürü uygulandı.hastanın tedavisinin. gününde hastanın sol üst ekstremitesinde akut arteryal trombozis gelişti. Hastanın daha önce tromboemboli öyküsü yoktu. Ek komorbid hastalık olarak diyetle regüle yeni tanı Tip II Diabetes Mellitus tanısı mevcuttu. Hastaya cerrahi uygulandı. Hastanın operasyonu takibeden 4-5 gün sonre tekrar arterya tromboz gelişti. Hasta tekrar operasyona alındı. Operasyon sonrasında hastaya düşük molekül ağırlıklı heparin başlandı ve hastanın kolu tamamen normale döndü. Tartışma: Kanser hastalığı aslında tek başına hiperkoagubilite sebebidir. Aktif kanser hastalığı olan bireylerde tromboz riskini arttıran bir çok sebep mevcuttur. Tromboembolik olayları arttıran en önemli nedenlerden biriside kemoteropatik ajanlar olabilir. Bu kombinasyon içerisinden Cisplatinin tromboembolik olaylara sebebiyet verdiğine dair yayınlar mevcuttur. Cisplatinin hangi mekanizmayla buna neden olduğu net olarak bilinmesede, endotelyal hasar major role sahip gibi görünmektedir. Cisplatin ilişkili akut arteryal tromboz vakalarının sıklıkla en az bir risk faktörü olan hastalarda geliştiği bildirilmiştir. Kapesitabini takiben gelişen kardiyak olaylar, koroner tromboz bildirilmiş fakat tekrarlayan arteryal tromboza bildirilmemiştir.trastuzumab ilişkili kardiyak yanetkiler ön planda iken tekrarlayan arteryal tromboz vakaları bildirilmemiştir. ToGA çalışmasında bu kombinasyonla ilişkili olarak gözlenen yan etkiler genellikle orta derecede iken; grad -4 toksisiteler nötropeni, anemi, anoreksiya ve bulantıdır. Burda sunulan arteryal tromboz vakası bu kombinasyonu takiben gelişebilecek nadir fakat ciddi bir yanetkidir. Ref No: P-4 REKTUMUN SKUAMÖZ HÜCRELİ KARSİNOMU Mustafa Yıldırım, Dinç Süren, Mustafa Yıldız, Zeynep Akarsu 4, Sevil Göktaş, Mehmet Tahir Oruç 5 Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Batman Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Antalya Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, Antalya 4 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Antalya 5 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi Kliniği, Antalya Amaç: Kolorektal tümörlerin %98 ini adenokarsinomlar oluşturur. Diğer nadir histolojik tipler karsinoid tümörler(%0.4), lenfoma(%.), ve sarkomlardır(0.%). Skuamöz hücreli kanser genelde anal verge ile rektum geçişinden köken alır ve anal kanser olarak kabul edilir. Bu bölge dışından kaynaklanan skuamöz hücreli kanser oldukça nadir görülmektedir. Rektal skuamöz hücreli kanserler nadir görülen hastalıklar olduğundan standart bir tedavisi bulunmamaktadır. Gereç-Yöntem: Bu yazımızda anal verge rektum geçişinden köken alan skumöz hücreli rektal kanseri olan bir hastamız nadir görülen bu hastalığın tedavisi açısında güncel literatür eşliğinde tartışılacaktır. Bulgular: Anal bölgede ağrı şikayeti ile başvuran 65 yaşındaki erkek hastanın muayenesinde anal girimden cm ilerde kitle palbe edildi. Hastanın diğer fizik muayene bulguları normal sınırlarda idi. Hastanın laboratuvar bulguları; BK:7.5 0/mm, RBC: 5.04 06/ mm, HGB: 4.6 g/dl, HCT: %4., MCV:86 um, PLT: 0 0/ mm, BUN:9 mg/dl, Kreatinin: 0.7 mg/dl, LDH:76 U/L, AST: U/L, ALT:0 U/L CEA: 4.59 ng/ml, CA9-9: 4.7 U/ml olarak tespit edildi. Hastaya kolonoskopik incelemesinde dentat line hizasından başlayarak proksimale doğru yaklaşık 0 cm ilerleyen üzeri fibrinli, granüle, soliter mukozal lezyon saptandı ve biyopsiler alındı. Histopatolojik inceleme skuamöz hücreli karsinom olarak raporlandı. Kemoradyoterapi sonrası cerrahi planlanan hastanın tedavisi devam etmektedir. Sonuç: Gastrointestinal sistemin skumaz hücreli kanserleri genelde özafagus ve anal kanaldan köken alırlar. Bu bölgeler dışında bildirilen olguların çoğu distal gastrointestinal kanal en sık da rektum kökenlidir. İlk olarak 9 de Raiford tarafından tanımlanan rektumun primer 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ skuamaz hücreli kanserleri oldukça az rastlanmaktadır ve literatürde küçük olgu serileri ve olgu sunumları olarak bildirilmiştir. Literatürde bildirilen olguların yaş ortalaması 57 ve çoğunluğu erkek hastalardan oluşmaktadır. Hastalığın tedavisi konusunda kesin bir konsensus bulunmamaktadır. Olgu sunumlarının çoğunluğunda tümör yerleşimine göre yapılan abdominoperineal rezeksiyon veya low anterior rezeksiyon sonrası adjuvan kemoradyoterapi uygulanmıştır. Bazı hastalar ise cerrahi yapımadan kemoradyoterapi ile takip edilmişlerdir. Nadir görülen bu hastalığın tedavisi multidisipliner bir ekip tarafından yönetilmelidir. Ref No: P-5 REKTUM KANSERLİ HASTADA SETÜKSİMAB UYGULAMASINA BAĞLI ÖZOFAJİAL ÜLSER GELİŞİMİ; LİTERATÜRDEKİ İLK OLGU Taner Babacan, Ozan Balakan, Sait Dağ, Yusuf Ziya Şener, Burak Aktaş, Furkan Sarıcı, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Gaziantep Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji Bilim Dalı, Gaziantep Amaç: Setüksimab EGFR nin ekstraselüler kısmını bloke eden monoklonal bir antikordur. Metastatik kolorektal kanserli hastalarda ve baş boyun kanserlerinde monoterapi ve kombine tedavi olarak kullanılmaktadır. Setuksimab, hastalar tarafından iyi tolere edilebilmekle birlikte cilt döküntüsü, bulantı, kusma, ishal, hipomagnezemi, alerjik reaksiyonlar gibi yan etkiler görülebilmektedir. Gereç-Yöntem: Biz bu olgu sunumunda setüksimab uygulamasına bağlı özofajial ülser gelişen literatürdeki ilk olguyu sunuyoruz. Bulgular: 59 yaşında erkek hasta bir yıldır devam eden karın ağrısı ve kabızlık nedeniyle haziran 0de hastaneye başvurdu. Kolonoskopide rektum. cm de kitle saptandı. Biyopsi sonucu adenokarsinom idi. Operasyon önerildi ancak reddetti. Agustos 0 de karın ağrısı, gaz-gayta çıkaramama nedeniyle başvurdu. İntestinal obstrüksiyon nedeniyle opere edildi. Postoperatif batın BT de rektum lojunda mesaneye basarak öne deplase eden 9 cm lik segmentte 6 cm ye ulaşan duvar kalınlaşması, perirektal yağlı planlarda kirli-infiltre görünüm ve sol sürrenal kitle saptandı. Ekim 0-Kasım 0 arasında eşzamanlı capecitabine+oxaliplatin + 4 fraksiyonda 4800 cgy eksternal RT aldı. Aralık 0 deki BT değerlendirmede rektumdaki kitlenin küçüldüğü, diğer lezyonlarınsa sebat ettiği görüldü. PET-CT de ise rektum lojundaki kitlede FDG tutulumu vardı (SUV:8.). Sol sürrenal kitlede ise SUV: bulundu. Real time PCR ile K RAS mutasyon taraması yapıldı ve Wild tip geldi. Ocak 0 de FOLFIRI+ cetuximab tedavisi başlandı. Üçüncü kür sonrası hastada odinofaji şikayeti başladı. Endoskopi planlanan hasta endoskopiyi kabul etmedi. Tedaviye devam edildi. Beşinci kür sonrası PET-CT de rektum lojundaki kitlede FDG tutulumunun arttığı (SUV: 9.7) görüldü ve progresyon kabul edildi. Hastanında tercihi olarak tedavisiz takip kararı alındı. Odinofaji şikayeti giderek artan hasta iki hafta sonra kanlı kusma nedeniyle başvurdu. Hg: 7.8 saptandı. ünite eritrosit süspansiyonu verildi. Öyküsünde herhangi bir ilaç kullanımı hikayesi yoktu. Üst gastrointestinal sistem endoskopik incelemesinde özefagus alt uçta 5-6. cm ler arasında lümenin yaklaşık yarısını kaplayan beyaz eksüdalı ülser görüldü. Ülserin ortasında visible vessel mevcuttu. Distal kenarında ise küçük kanama odağı mevcuttu. Argon plazma koagülasyonu yapılarak kanama durduruldu. Ülser kenarından biyopsiler alındı. Mide mukozası hiperemik ve ödemliydi. Omeprazol infüzyonu başlandı. CMV Ig M negatif ve IgG negatif geldi. CMV PCR negatif idi. Kanaması durdu. Biyopsisi akut inflamasyonla uyumlu olarak geldi. Bu bulgularla hastada gelişen özofagial ülser setuksimab tedavisine bağlandı. Sonuç: Setüksimab tedavisi alan hastalarda nadir de olsa özofajial ülser gelişebilmektedir. Bu hastalarda gelişen gastrointestinal semptomlar ayrıntılı olarak sorgulanmalıdır, böylece ilaca bağlı gelişebilecek gastrointestinel kanama, perforasyon gibi mortal yan etkiler engellenmiş olur. 6 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-6 NADİR GÖRÜLEN BİR OLGU: İNCE BAĞIRSAK ANJİOSARKOMU Burcu Yapar Taşköylü, Atike Gökçen Demiray, Arzu Yaren, Gamze Gököz Doğu, Neşe Demirkan Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbı Onkoloji Bilim Dalı,Denizli Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı,Denizli Anjiosarkom nadir görülen yumuşak doku tümörü olup, tüm sarkomların %- sini oluşturmaktadır. Genelikle cilt ve subkutan dokuda görülmektedir. İntraabdomnal anjiosarkomlar ise çoğunlukla dalak ve karaciğerde görülmekle birlikte gastrointestinal sistemde de görülebilmektedir. Nadir görülmesi nedeniyle bu olguyu sunduk. 69 yaşında erkek hasta, karın ağrısı ile başvurması sonrası ince barsak obstruksiyonu saptandı. İnce barsak obstruksiyonu tanısı ile acil operasyona alındı. Patolojisi epiteloid anjiosarkom olarak geldi. Batın BT sinde karaciğer ve her iki sürrenalde metastaz saptandı. Metastatik ince barsak anjiıosarkom tanısı ile ifosfamid, doksorubisin kemoterapisi başlandı. Sklerasında bulunan pigmente lezyondan yapılan sitolojik inceleme sonucu malign olarak geldi. İkinci kür kemoterapiden sonra hastanın konuşmasında bozulma olması nedeniyle çekilen beyin MR da multiple kitle saptandı. Palyatif kraniyal radyoterapi uygulandı. Radyoterapi sonrasında hasta vefat etti. Klinik olarak barsak anjiosarkomları genellikle hastalığın ileri dönemlerinde ağrı, kanama ve anemi ile gelirler. Histolojik olarak karsinom, melanom ve epiteloid leiomyosarkomla ayırıcı tanısı yapılması gerekmektedir. Histolojik olarak tümör boyutu, mitoz sayısı prognozu etkilemektedir. Esas tedaviyi cerrahi oluşturmakla birlikte kötü prognozlu bir tümör olduğu için adjuvan kemoterapi önerilmektedir. Bizim olgumuzda da adjuvan tedavi sırasında hastada beyin metastazı gelişti. Anjiosarkom tedavisinde adjuvan kemoterapi ve radyoterapinin etkinliğini anlamak için daha fazla veriye ihtiyaç bulunmaktadır. Ref No: P-7 ERKEN EVRE MİDE KANSERİNDE KEMİK METASTAZI İLE KARIŞAN BİR BRUSELLOZ OLGUSU Mehmet Türkeli, Nilgün Yıldırım, Kerim Çayır, Mehmet Bilici, İbrahim Makas, Salim Başol Tekin atatürk üniversitesi tıp fafültesi medikal onkoloji bilim dalı,erzurum atatürk üniversitesi tıp fafültesi iç hastalıkları ana bilim dalı,erzurum 46 yaşında, bayan hasta, Ağrı dan başvurdu. Karın ağrısı, iştahsızlık, kilo kaybı, halsizlik, bel ağrısı ve ateş şikayetleri ile geldi. Bilinen başka önemli bir hastalığı olmayan hastanın mevcut şikayetleri başvuru anından yaklaşık bir ay önce başlayıp giderek artmış ve yaklaşık 5 kilo kaybetmiş. Fizik Muayenede; Ateş:8 C (aksillar), Nabız;96/dakika radial, Tansiyon Arterial:0/70 mmhg (brachial). Palpasyonda; epigastrik ve lumbal bölgede hassasiyetten vardı ve başka patolojik bulgu yoktu. Hastanın rutin tetkikleri ve kültürleri alındı. Bakılan üst GİS Endoskopisinde mide kardiyada cm lik ülsere vejetan lezyon tespit edildi. Alınan biyopsi malignite şüpheli geldi ve tekrarlandı. Sonuç Adenokorsinom geldi. Diğer rutin tetkiklerinde özellik yoktu. Çekilen PET; Midenin kardia bölgesinde hafif hipermetabolik primer lezyon ve L4-L5 vertebralarda hipermetabolik (SUV max:6.7) kemik lezyonu (metastaz?) şeklinde raporlandı. Alınan kan kültüründe Brusella üreyen hastanın kemik lezyonları burcellaya bağlı olabileceği düşünülüp, hastaya buresella tedavisi başlandı. Kliniği düzelen hasta operasyona verildi. Total gastrektomi D lenf nodu disseksiyonu yapılan hastanın patolojisi; Adenokarsinom (pt N0) şeklinde geldi. Operasyondan iki ay sonra çekilen kontrol PET Opere mide ca tanılı hastada FDG afiniteli malign proses lehine değerlendirilebilecek belirgin bir hipermetabolik odak saptanmamıştır şeklinde raporlandı. Ülkemizde yaygın olan ve hayvandan insana bulaşan buruselloz; akut ve kronik seyirli olabilen, belirti ve bulguları spesifik olmayan ve birçok hastalığı taklit edebilen sistemik bir enfeksiyon hastalığıdır. Burusellozun kemik tutulumun PET görüntüsü malignite tespit edilen hastalarda kemik metastazı ile karışabilir. PET bu konuda yetersiz kalabilir ve klinik korelasyon gerekebir. Ref No: P-8 GASTRİK SQUAMOZ HÜCRELİ VE NÖROENDOKRİN KOLİZYON TÜMÖR OLGUSU Burçak Erkol Yılmaz, Metin Tilki, Nil Çomunoğlu, Atakan Yeşil 4, Başak Bala Öven Ustaalioğlu, Ferhat Telli, Ali Sürmelioğlu, Fügen Vardar Aker 5, Mehmet Talu Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Ünitesi, İstanbul Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi Kliniği, İstanbul İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji Bilim Dalı, İstanbul 4 Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Gastroenteroloji Kliniği, İstanbul 5 Haydarpaşa Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, İstanbul Amaç: Üst GİS kanserler en sık görülen 4. kanserlerdir.midede kombine tümörler nadirdir.kombine tümörler senkron,kompozit,- kolizon şekilde olabilir. Kolizyon tümörler iki tür tümörün birbirinin devamı şeklindeki halidir. Gereç: Bu olguyla gastrik nöroendokrin/squamoz hücreli kolizyon tümör vakamızı sunacağız. Yöntem: Yirmi yıl önce subtotal gastrektomi yapılmış 45 yaşında erkek hastanın, GİS kanama sebebiyle yapılan endoskopisinde kardiyada kitle saptandı. Özofagus ve anastomoz bölgesi normaldi. Patolojisi squamoz hücreli karsinomdu. İlaç kullanmıyordu, sigara hikayesi vardı, alkol kullanmıyordu. Görüntülemelerinde kardiya düzeyinde karaciğeri invaze eden kitle saptandı, uzak organ metastazı yoktu. Total gastrektomi, omentektomi, lenf nodu diseksiyonu ile karaciğerdeki lezyon en blok çıkartıldı.tümör kardiya-fundus-korpus yerleşimli, özofagusu submukozal infiltre ediyordu. Fundustaki %0 luk kısım nöroendokrin karsinom G(grade) III, özofagusa doğru uzanan %70 lik kısım squamoz hücreli karsinom GIdi. Nöroendokrin karsinom mitoz oranı 5/BBA, Kİ 67 >%0 idi. Cerrahi sınırlar, çıkartılan 9 lenf nodu negatifti. Rezeke edilen karaciğer benigndi. Squamoz hücreli karsinom T4aN0M0 Evre IIIA idi, nöroendokrin kanser TN0MO Evre IIA hastalıktı 4 kür cisplatin etoposid ve konkomitan kemoradyoterapi uygulandı.tedavi bitimi üzerinden 7ay geçen hastanın lokal nüks, uzak metastazı yoktu Bulgular: İki tümöre ait hücrelerin birbirine karışmış olarak saptandığı kompozit tümörlere sık rastlarız. Kollizyon tümör farklı morfolojik özellikteki tümör tiplerinin yan yan, birbirine karışmadan bulunmasıdır. Gastrik adenokarsinoma eşlik eden nöroendokrin neoplazm, lenfoma veya karsinom sık rastladığımız durumlardır. Gastrik nöroendokrin neoplazmlar, gastrik tümörlerin <% oluşturur, %0 u nöroendokrin tümördür (NET). 00 WHO sınıflamasına göre gastroenteropankreatik neoplaziler (GEP NEN) potansiyel malign kabul edilir, malignite/metastaz potansiyelleri hücresel proliferasyon oranlarına göre farklıdır. İyi diferansiye GEP NENler G veya G, nöroendokrin karsinom Gtür. Yapılan çalışmalarda,uzun süreli proton pompa inhibitörü(ppi) kullanımına bağlı asit supresyonunun ratlarda enterokromaffin hücre hiperplazisi ve gastrik karsinoid gelişimine sebep olduğu gösterilmiştir. Olgumuzda gastrik cerrahi hikayesi olsa da, PPI kullanımı yoktu. Özofagogastrik squamoz hücreli karsinom etyolojisinde sigara ve alkol kullanımı,tylosis, akalazya, kostik strüktürler yer alır. Olgumuzun sigara hikayesi vardı. Sonuç: Gastrik adenokarsinom/nöroendokrin kolizyon tümör vakası literatürde nadirdir.squamoz hücreli karsinom/nöroendokrin kolizyon karsinom olgusuna rastlayamadık. Prognozu belirleyecek GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 6

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER komponent nöroendokrin karsinom olacaktır. İki farklı tümör varlığı tümör supresör gen mutasyonu ile ilişkili olabilir. Gelişmelerinde farklı etyolojik faktörler ve risk faktörleri rol oynamış olabilir. Literatürde bu tip olguların varlığı etyolojilerinin aydınlanmasına katkıda bulunabilir. Ref No: P-9 GASTRİK KANSERDE ATİPİK TÜMÖR BELİRTECİ YÜKSEKLİĞİ-OLGU SUNUMU Ozan Yazıcı, Doğan Uncu, Mehmet Ali Nahit Şendur, Şebnem Yaman, Tülay Tamözlü Eren, Nuriye Yıldırım Özdemir, Nurullah Zengin Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Medikal Onkoloji Kliniği, Ankara Giriş: Mide kanserlerine nadiren paraneoplastik sendromlar eşlik edebilmektedir. İnsan kaynaklı koryonik gonadotropin (b-hcg) genellikle gebelikte ve germ hücreli tümörlerde salgılanmaktadır. Nadiren b-hcg mide kanserli hastalarda da yüksek saptanmaktadır. Yüksek b-hcg seviyesi olan mide kanserli vakada nadir histolojik alt tiplerin eşlik edip etmediğini tanımlamak tedavi açısından önemlidir. Olgu: Yetmiş iki yaşında erkek hasta bacaklarda şişlik ve halsizlik nedeniyle doktora başvurmuş. Özgeçmişinde 50 paket yıl sigara öyküsü vardı. Fizik muayenede sağ inguinalde cm lik yumuşak sert kıvamlı lenf adenopati saptandı, diğer bulgular normaldi. Bilgisayarlı tomografide karaciğer sağ lobda santrali nekrotik görünümde x0x9 cm, sol lob medial segmentte 5x5x6 cm hipodens kitle lezyonu, sol sürrenalde 7x6 mm kitle lezyonu, paraaortik, aortokaval, retrokaval, mezenterik yağ dokusu içinde en büyüğü paraaortik 44x9 mm boyutlarında olmak üzere lenf adenopatiler saptandı. Laboratuar tetkiklerinde b-hcg > 0 000 miu/ml ve Ca 9-9: 88 U/ml saptandı, diğer parametreler normal sınırlardaydı. Skrotal ultrasonografi normal sınırlardaydı. Ekstragonadal germ hücreli tümör olabileceği düşünüldü. Karaciğer biyopsi patoloji sonucu adenokarsinom uyumlu geldi. Hastanın primerine yönelik yapılan incelemede üst gastrointestinal endoskopide mide antrum düzeyinde malign ülsere lezyon saptandı, biyopsi yapıldı. Patoloji sonucu adenokarsinom olarak geldi, karaciğer ve mideden alınan biyopsi patoloji morfolojileri benzerdi. Metastatik mide adenokarsinomu olarak değerlendirilen vakaya kemoterapi başlandı. Tartışma: İnsan kaynaklı b-hcg genellikle gebelikle ve germ hücre tümörleriyle ilişkilidir. Nadiren görülen primer gastrik koryokarsinomunda ve paraneoplastik olarak mide adenokanserinde yükselebilmektedir. B-hcg yüksek saptanan mide kanserinde koryokarsinom ayırt etmek ve tanımlamak tedavi düzenlenmesi için önem arz etmektedir. Bazen koryokarsinom ve adenokarsinom eş zamanlı bulunabilmektedir. Bu durumum tümör dediferansiasyonuna bağlı olduğu düşünülmektedir ve prognozları sadece mide adenokanserine göre daha kötü seyretmektedir. Vakamızda sadece adenokanser saptandı, koryokarsinom komponenti yoktu, Arai ve arkadaşlarının vakasına benzer şekilde hem mide ve hem karaciğerden alınan biyopsi patolojik olarak bir biriyle aynı karakterdeydi ve b-hcg paraneoplastik olarak yüksek olduğu düşünüldü. Beta hcg yüksek saptanan ve malignite araştırılan vakalarda beta-hcg nin germ hücreleri tümörler dışında da yüksek saptanabileceği ve mide adenokanserlerine eşlik edebileceği akla getirilmesi gerekmektedir. Ref No: P-40 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SİSPLATİN VE 5 FU İNFÜZYONU SONRASI AKUT SEREBROVASKÜLER OLAY GELİŞEN METASTATİK MİDE CA LI OLGU Ahmet Taner Sümbül, Filiz Ertekin, Mehmet Al, Önder Tonyalı, Mehmet Akif Öztürk Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Hatay Antakya Devlet Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü Kanser ve tromboz ilişkisi çok eski dönemlerden buyana bilinmektedir. Budurum sıklıkla kanser ilişkili artmış koagülabiliteye bağlı olsada bazen kullanılan ilaçlara bağlı olarakta gelişebilmektedir. Bu iki durumu birbirinden tamamen ayırabilmek çok zor olmakla birlikte olayın ortaya çıktığı zaman sıklıkla ilaç ilişkili bir durumun akla gelmesini desteklemektedir. Sisplatin ve 5Flurourasil gastrointestinal sistem malignensilerinde sıklıkla kullanılan kombinasyon rejimlerinden birisidir. Her iki ajanda oluşturdukları hemodinamik değişiklikler ve/ veya endotel hasarı nedeniyle trombotik bir sürecin başlamasını tetikleyebilmektedirler. Bu bildiride kliniğimizde takip edilen kemoterapi sonrası akut serebrovasküler olay gelişen bir olgu sunuldu. 49 yaşında erkek metastatik mide kanseri tanısıyla polikliniğimize başvurdu.mevcut patolojik spesimeninde HER çalışılan hastanın HER si negatif olarak saptandı. Hastaya Sisplatin 70 mg 5 Fluorourasil 4000 mg 4 gün infüzyon olacak şekilde kemoterapi başlandı. 4 Günün sonunda taburcu edilen hasta taburcu olduktan gün sonra sol kol ve bacakta güçsüzlük, anlamsız konuşma şikayetiyle acil polikliniğine getirildi. Fizik muayenesi solunum sistemi ve kardiyovasküler sistem doğal, konuşma afazik, fasial asimetri, sol nazolabial oluk silik, sağ üst-alt ekstremiteler hareketli, sol parezik, plantar yanıt solda ekstensör yanıt tarzındaydı. Ekg normal sinüs ritmindeidi, AF yoktu. EKO su normal sınırlarda değerlendirildi. Kranial difüzyon MR da sağ temporal lobda sağ parietooksipital bölgede, sağ korona radiata düzeyinde ve sentrum semiovale düzeyinde, sağ frontal lobda akut enfarkt ile uyumlu diffüzyon kısıtlaması gösterildi. Etiyolojiye yönelik karotis renkli doopler USG de sağ ICA da lümenin %80-90 ını kaplayan, sağ ECA da lümenin %50 sini kaplayan trombüse ait görünüm ve sağ vertebral arter debisinde belirgin azalma tespit edildi. Labaratuar tetkiklerinde INR:0.97, PT:.7, Aptt:4., fibrinojen:49 mg/dl, D-Dimer:460 ng/ml olarak saptandı. Hastada primer olarak kemoterapi ve kanser ilişkili akut serebrovasküler olay düşünüldü ve hospitalize edildi. Konvansiyonel heparin infüzyonu ve sonrasında düşük molekül ağırlıklı heparin (DMAH) başlanan hastanın paraplejisinde ilerleyen dönemlerde gerileme gözlendi. Hasta halen kliniğimizde DMAH ile kemoterapisine devam edilerek izlenmektedir. Tromboz kanser tedavisi esnasında sık rastlanan bir durumdur. Özellikle metastatik hastalık, adeno ca, musin salgılayan alt tipler, immobilite ve uygulanan ilaçlar önemli risk faktörleridir. Uygun hastalarda erken başlanan DMAH muhtemel bir tromboz olayını sınırlayarak veya engel olarak bu hastalarda tromboz ilişkili morbidite ve mortalitenin azalmasına neden olacaktır. 64 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-4 POSTERİOR REVERSİBL ENSEFALOPATİ SENDROMU: OLGU SUNUMU Erkan Doğan, Cemile Ayşe Görmeli, Mehmet Fatih Özbay, Edip Gönüllü 4 Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Van Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, Van Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, Van 4 Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anestezi ve Reanimasyon Kliniği, Van Giriş: Posterior reversibl ensefalopati sendromu (PRES) başağrısı, nöbet, görme bozuklukları, konfüzyon, mental durum değişiklikleri ve fokal nörolojik bulgular ile karakterize bir durumdur. Klinik ve radyolojik bulguların bir araya getirilmesi ile tanısı koyulur. Lezyonlar sempatik sistemin daha az olduğu posterior alanlarda görülmektedir. Bizde pankreas kanseri tanısı konulmuş olan hastada kemoterapiye bağlı gelişen PRES sendromu vakasını sunmayı amaçladık. Olgu: 66 yaşındaki bayan hasta karın ağrısı nedeni başvurdu. Çekilen abdomen BT sinde pankreas kuyruk kesimde 6 cm kitlesel lezyon ve karaciğerde multıpl metastatik lezyonlar ile uyumlu bulgular mevcuttu. Karaciğerden alınan tru-cut biyopsi sonucu adedokarsinom ile uyumlu bulundu. Hastaya tedavi olarak gemsitabin ve sisplatinden oluşan kombinasyon kemoterapi tedavisi planlandı. Kemoterapi sonrası ani görme kaybı gelişen hastaya yapılan beyin manyetik rezonans görüntüleme (MRG) incelemesinde PRES ile uyumlu olarak bilateral sentrum semiovalede, periventriküler alanlarda ve bilateral oksipital bölgede TA ve FLAİR görüntülerde yaygın, simetrik hiperintens alanlar dikkati çekmiştir (Şekil ). Kemoterapinin kesilmesi ve antiödem tedavi ile hafta sonra yapılan kontrol MRG de bu alanlarda çarpıcı gerileme bulguları PRES için tipiktir (Şekil ). Sonuç ve Tartışma: PRES de MRG de, TA ve FLAIR sekanslarında bilateral parietooksipital bölgelerde vazojenik ödem ile uyumlu hiperintensite varlığı tipik bulgular olarak tanımlanmıştır. Lezyonlar genellikle uygun tedavi ile kaybolmakla birlikte, altta yatan hastalığa, lezyonların lokalizasyonuna ve MRG deki sinyal özelliklerine göre lezyonların geri dönebilme olasılığı farklılık göstermektedir. Hipertansif ensefalopati, eklampsi, ilaç kullanımı, akut ya da kronik böbrek hastalıkları, trombotik trombositopenik purpura, sistemik lupus eritematozus, hemolitik üremik sendrom, organ transplantasyonu, lösemi ya da lenfoma gibi immün sistem bozukluğu ile ilişkili olan hastalıkların seyrinde PRES tablosu görülebilir. Literatürde az sayıda kemoterapiye bağlı gelişen PRES olgusu mevcuttur (). Uygun tedavi ile hastalar genellikle düzelirler ve radyolojik bulgular kontrol görüntülemelerde tipik olarak düzelme gösterir. Şekil. Tedavi sonrası gerileme Ref No: P-4 OLGU SUNUMU: İZOLE C METASTAZI İLE NÜKS EDEN KOLON ADENOKARSİNOMU Turgut Kaçan, Nalan Akgül Babacan, Saadettin Kılıçkap, Mehmet Metin Şeker, Birsen Yücel, Mehmet Fuat Eren, Ayfer Ay Eren Cumhuriyet Üniversitesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı Cumhuriyet Üniversitesi Radyasyon Onkoloji Anabilim Dalı Amaç: Kolorektal kanserler (KRK) gastrointestinal sistem içinde en sık görülen kanserlerden olup uzak metaztaz yerleri özellikle karaciğer ve akciğerdir. Genellikle kemik metastazları yaygın iken izole vertebra metastazı daha nadirdir. Biz de kolon adenokarsinomu olan hastada izole C metastazı ile nüks eden hastayı sunmayı planlandık. Gereç-Yöntem: Kolon ca, izole C metastazı ile nüks eden hastanın dosya bilgileri incelendi. Bulgular: Altmışdört yaşında bayan hasta, karın ağrısı, bağırsak düzeni değişikliği nedeniyle Kasım 009 da yapılan kolonoskopik biyopsi sonucu kolon adenokarsinomu olarak raporlandı. Hastanın yapılan evreleme tetkiklerinde uzak metastaz olmaması nedeniyle opere edildi. Operasyon sonrası evreleme sonucu TNM0 (Evre IIIB) olması üzerine hastaya 6 kür Oksaliplatin, Folinik asit, Fluorourasil tedavisi uygulandı. Haziran 00 da kemoterapisi tamamlanan hasta izleme alındı. Nisan 0 tarihine kadar ilaçsız izlemde olan hastanın boyun ağrısı, her iki kolda ağrı ve hissizlik nedeniyle yapılan MRI tetkikinde C te izole metastaz saptandı. Yaklaşık yıl sonra izole C metastazı saptanan hastaya RT uygulandı. Hastaya RT uygulaması sonrası İrinotekan, Folinik asit, Fluorourasil ve Bevacizumab başlandı. Sonuç: Tüm kanserlerin %5 ile %0 unda spinal metastazlar meydana gelmektedir. Spinal metastazlar daha çok orta ve alt kolonda olurken servikal metastazlar daha nadirdir. Spinal kord basısı ile ortaya çıkabilmektedir. Erken tanı ve tedavi hastanın yaşam kalitesi ve yaşam süresini etkilemektedir. Malignite tanılı hastalar dikkatle değerlendirilmelidir. GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Şekil. PRES tipik bulgular Susesi Otel, Antalya 65

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-4 KOLON KANSERLİ BİR OLGUDA FOLFOX TEDAVİSİ SONRASI GELİŞEN PANHİPOPİTUİTARİSM Fatma Şen, Sultan Özkurt, Handan Bekdemir, İbrahim Yıldız 4, Leyla Kılıç 4, Öztürk Ateş Sağlık Bakanlığı, Hitit Üniversitesi, Çorum Eğitim Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Çorum Sağlık Bakanlığı, Hitit Üniversitesi, Çorum Eğitim Araştırma Hastanesi, Nefroloji Kliniği, Çorum Sağlık Bakanlığı, Hitit Üniversitesi, Çorum Eğitim Araştırma Hastanesi, Endokrinoloji Kliniği, Çorum 4 İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Giriş: Hipofiz yetersizliği (hipopituitarism) anterior ve/veya posterior hipofiz bezi hormonlarının parsiyel veya tam eksikliği olarak tanımlanır. Kanser hastalarında radyoterapiye bağlı veya intrakraniyal tümör metastazına bağlı gelişen hipofiz yetersizliği iyi bilinen etyolojiler arasındadır. Lenfoma veya germ hücreli tümörü olan olgularda hipofiz yetersizliği ile prezentasyonun olduğu ancak kemoterapi sonrası hipofiz fonksiyonlarının normale geldiği bildirilmiştir. İpilumumab gibi bazı immunomodulatörlere bağlı gelişen otoimmun hipofizite bağlı hipofiz yetersizliği gelişebilmektedir. Ancak kemoteröpatik ajanlar sonrası ortaya çıkan hipofiz yetersizliği literatürde bildirilmemiştir. Olgu: Elli dokuz yaşında kadın onkoloji kliniğine dış merkezde evre III kolon kanseri için verilen adjuvan FOLFOX tedavisinin. siklusundan hafta sonra bulantı, kusma, ishal, halsizlik, idrar miktarında azalma şikayetleri ile başvurdu. Özgeçmişinde 0 yıldır bilinen hipertansiyon ve 5 yıldır bilinen Tip DM i vardı. Kolon ca operasyonundan önce çekilen kontrastlı tomografi dışında nefrotoksik ajan öyküsü yoktu. Postoperatif serum üre ve kreatinin düzeyleri, elektrolitleri normal sınırlarda olduğu öğrenildi. Menapoza 48 yaşında girmişti. Sheehan sendromu ile uyumlu öyküsü yoktu. Sigara ve alkol hiç kullanmamıştı ve oral antidiyabetik ve antihpertansifler dışında kronik olarak kullandığı bir ilacı yoktu. Fizik muayenede tansiyon arteryel 80/50 mmhg, NDS 90/R, ateş 5 C, dehidrate, yüzü kaba, apatik, ECOG performans skoru, bilateral akciğerde tek tük raller mevcuttu. S ve S normaldi, ek ses duyulmadı. Batın muayenesi normaldi. BUN 50, kreatinin 6 mg/dl, serum Na: meq/l, K:.8 meq/l, Cl: 98 meq/l, serum ph:7. saptandı, laktik asit ve ekokardiyografik bulguları normaldi. Ön planda ishal, bulantı ve kusma sonrası ortaya çıkan akut böbrek yetersizliği ve akut hiponatremi düşünülerek, AÇT ile sıvı elektrolit replasmanına başlandı. İshal dışında infeksiyon odağı yoktu. Uygun antibiyoterapiye başlandı ve ishal, bulantı kusma düzeldi. İdrar çıkışı düzelmeye ve BUN, kreatinin gerilemeye başlamasına rağmen hipotansiyon düzelmedi. Serum elektrolitleri 0 ler düzeyine çıktı. TSH, FSH, LH, östradiol, FT4, FT, ACTH VE bazal serum kortizol düzeyleri normalin alt sınırının altında bulundu. Steroid ve tiroid hormon replasmanına başlandıktan sonra normotansif hale geldi. ECOG performansı e geriledi. Hipofiz ve kraniyal MRI normal bulundu. Takip edildiği merkezde tedavisine devam edilmek üzere taburcu edildi. Sonuç ve Tartışma: Kolon kanserli bir olguda FOLFOX tedavisi sonrası gelişen veya overt hale gelen hipofiz yetersizliği literatürde ilktir. Kemoterapi sonrası görülen halsizlik, hemodinamik instabilite sıklıkla bulantı, kusma, ishal, yetersiz oral alıma bağlı gelişmektedir. Nadir bir neden olmakla birlikte hipofizer yetersizlik de ayırıcı tanıda unutulmamalıdır. Erken fark edilerek hızla tedaviye başlanması hastalar için hayat kurtarıcı olabilir. Ref No: P-44 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ MALİGN MEZENKİMAL TÜMÖR ÖZOFAGUS KANSERLİ OLGUNUN CO-60 TELETERAPİ CİHAZI İLE TEDAVİSİNİN SONUCU Meryem Aktan, Sibel Tuzlacı Karaca, Timur Koca Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkoloji Kliniği, Erzurum Amaç: Malign mezankimal tümör patolojili inoperatif özofagus kanserli olgunun Co-60 teleterapi cihazı ile radyoterapisinin sonucunu paylaşmak Gereç-Yöntem: Yutma güçlüğü şikayetiyle göğüs cerrahisi kliniğine başvuran 80 yaşındaki bayan hastadan alınan özofagial biopsi sonucu malign mezenkimal tümör olarak gelmiştir. Hastanın genel durumu ve yaşı nedeniyle operasyon düşünülmeyen hasta radyasyon onkolojisi kliniğine sevk edilmiştir. Medikal onkoloji kliniği tarafından, patolojisi nedeniyle kemoterapi düşünülmeyen hastaya kliniğimizde bulunan Co-60 teleterapi cihazıyla primer tümör bölgesi, lenfatikler ve güvenlik sınırlarıyla ön- arka alan olmak üzere toplam 5040 cgy radyoterapi uygulanmıştır. Bulgular: Kliniğimizde yatarak takip edilen hastanın tedavisi 8 fraksiyonda tamamlanmıştır. Tedavi sırasında grade özofajiti gelişen hastanın başka bir sorunu olmamış ve tedavi ara verilmeden tamamlanmıştır. Tedavi sonrası 4. Ayda kontrole gelen hastaya PET-CT çektirilmiştir. Tanı anındaki PET-CT sinde özofagus / alt kısmında yaklaşık 7 cm lik segment boyunca devam eden ve SUD değeri 8. olan lezyonun kontrol tetkikinde tümör alanında hipermetabolik görünüm saptanmış, SUD değeri.9 olarak belirtilmiş ve tedaviye tam yanıt olarak değerlendirilmiştir. Aynı şekilde tanı anında mediastende tutulu lenf nodu alanlarının SUD değeri 0.8 iken kontrolde 7.5 olarak saptanmış ve tedaviye tam yanıt olarak değerlendirilmiştir. Sonuç: Özofagus kanserinin en sık görülen tipleri skuamöz hücreli karsinom ve adenokarsinomdur. Diğer alt tiplere ise çok nadir rastlanmaktadır. %5 olgu alt torasik özofagusta görülmekte ve bu alandaki olgularda en sık adenokarsinoma rastlanmaktadır. Özofagus kanserinin tedavisinde öncelikle cerrahi düşünülmekte, cerrahi sonrasında yada opere edilemiyorsa kemoterapi ve radyoterapi ile tedavi edilmeye çalışılmaktadır. Bizim olgumuz hem patolojisi nedeniyle az rastlanan bir alt tip olması hemde cerrahi şansının olmaması ve eşzamanlı kemoterapi alamamasına rağmen sadece radyoterapi ile tedaviye tam yanıt alınmıştır. En son radyoterapi sonrası 6. Ay kontrolünde de hastada ek bir problem saptanmamıştır. Ref No: P-45 MİDEYE METASTAZ YAPAN KOLOREKTAL KANSER OLGUSU Rıza Umar Gürsu, Esen Karadaş, Didem Karaçetin, Nevra Dursun 4, Ayben Yentek Balkanay 4, Meltem Gürsu 5 İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Bilim Dalı İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı 4 İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Bilim Dalı 5 Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nefroloji Bilim Dalı Giriş: Kolorektal kanser sık ve ölümcül seyreden bir hastalıktır. 0 yılında Amerika Birleşik Devletleri nde 4.460 yeni vaka saptanmıştır. En sık metastaz yerleri karaciğer ve akciğer olup mide tutulumu nadirdir. Burada mideye metastaz yapan bir kolon Ca vakası sunulmuştur. Olgu: 4 yaşında erkek hasta karın ağrısı şikayetiyle başvurdu. İleus tanısı ile acil opere edilen hastada kolon Ca tesbit edilerek subtotal kolektomi uygulandı. patoloji sonucu TNM0 gelen hastaya adjuvan FOLFOX4 kemoterapisi (KT) başlandı. KT sini sorunsuz tamamlayan hasta kontrole alındı. Yaklaşık 6 ay sonra karın ağrısı ya- 66 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER kınması gelişen hastaya yapılan üst GİS endoskopisinde midede kitle saptandı. Patolojisi kolon Ca metastazı saptanan hastanın cerrahi olarak inop kabul edilmesi üzerine genel durumu orta olan hastaya Tıbbi Onkoloji polikliniğimizde XELOX rejimi verilmesi planlandı. Bir kür KT sonrası genel durumu bozulan hastanın kemoterapisi kesilerek destek tedavisine başlandı. Ancak genel durumu gittikçe bozulan hasta kaybedildi. Tartışma: Mideye metastaz yapan tümörler çok nadirdir. En sık meme ve akciğer kanserlerinin mideye metastaz yaptığı gösterilmiştir. Literatürde mideye metastaz yapan kolorektal kanserlerin sayısı dir. Bunlardan ilki diğer organ metastazlarından sonra mide tutulumu da yapan bir vakadır. İkinci vaka ise tanı konulduktan 9 ay sonra kontrol görüntülemesinde tesadüfen saptanmıştır. Bizim vakamızda da tanı konulduğundan yaklaşık bir yıl sonra karın ağrısı gelişmesi ile tanı konulmuştur. Sonuç: Mideye metastaz nadir olarak görülmekle birlikte hemen hemen her çeşit malignitede aklımızda bulunması gereken bir durumdur. Ancak midenin tutulumu ile hastaların prognozunda da ciddi bir kötüleşme saptanmıştır. Ref No: P-46 METASTATİK KOLOREKTAL KANSERDE İLK BASAMAKTA FOLFIRI-SETÜKSİMAB TEDAVİSİ İLE TAM YANIT Süleyman Erdoğdu, Erdinç Nayır, Alper Ata, Burcu Boztepe, Ali Arıcan Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji BD¹, Mersin Mersin Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği², Mersin Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları AD³. Mersin Giriş: Kolorektal kanser(krk) dünyada kanser ile ilişkili mortalitede. sıradadır. Kolorektal kansere bağlı karaciğer metastazı (KRKM) hastaların yarısından fazlasında gelişir, teşhiste hastaların yaklaşık %5 inde KRKM vardır. KRKM de tanıyı takiben tedavi görmeyenlerde ortalama yaşam süresi 9 ay, sadece kemoterapi (KT) alan hastalarda ortalama yaşam süresi -8 aydır. Hastanın kliniğine uygun KT protokolü ile birlikte yapılan metastatik karaciğer (kc) rezeksiyonu sonucu 5 yıllık yaşam süreleri ortalama %0-40 lara ulaşmıştır. KRK lı vakaların yaklaşık %5-77 sinde EGFR ekspresyonu saptanmıştır. Setuksimab, KRK tedavisinde EGFR yi hedef alan bir IgG yapısında bir monoklonal antikordur. Burada opere nüks KRKM li ve ilk basamakta FOLFIRI-Setuksimab KT si ile klinik ve radyolojik tam yanıt aldığımız bir olgumuzu sunduk. Olgu: 67 yaşında erkek, hipertansiyon dısında kronik hastalığı yok, koroner by-pass öyküsü var. 006 yılında rektosigmoid kitle nedeniyle low anterıor rezeksiyon yapılıyor, patolojisi iyi diferansiye adenokanser (Evre B) olarak geliyor, adjuvan tedavi öyküsü yok. 0 yılında takiplerinde CEA: 9, ng/ml(0-4,) gelen hastaya yapılan görüntülemede kc sağ lob da 0x6 cm metastaz ile uyumlu gelen lezyon saptanıyor, yapılan biyopsi sonucu patolojisi malign sitoloji-kolon ca metastazı ile uyumlu olarak geliyor. PET-BT de kc segment de x9 cm ve 4 mm olan metastatik nodüller (SUV:8,9) nedeniyle hastaya sağ hepatik lobektomi yapıldı. Postoperatif dönemde CEA düzeyi normale gelen hastada, PET-BT de kc operasyon loju komşuluğunda büyüğü 5 cm boyuta ulaşan multipl hipermetabolik kitle (SUV: 0), kc sol lob lateral segmentte,5- cm çapında kitle (SUV:6), rektum tümör lojunda nüks ve rezidü yoktu. Hastalık progresyon lehine değerlendirildi ve patolojisinde K.ras sonucu yaban tip saptanan hastaya ilk basamakta FOLFIRI Setüksimab KT si başlandı, ve 6 aylık tedavi sonunda yapılan değerlendirmede kc de kistik hipodens non-metabolik lezyonlar saptandı. 6 aylık tedavi sonrası alınan tam metabolik yanıt nedeniyle idame KT ye 5.FU-Setüksimab şeklinde devam edildi, CEA düzeyinde yükselme olmadı. Setüksimab a bağlı cilt toksisitesi nedeniyle cilt lezyonlarına yönelik tedavisi düzenlendi ve ilaca aralıklı ara verildi, döküntüleri geriledi. Hasta hala metabolik ve klinik tam yanıtlı stabil hastalık şeklinde takip edilmektedir. Tartışma: K-ras mutasyonu KRK li hastaların %5-4 ünde görülür. KRK da K-ras ın prediktif değerini gösteren en önemli çalışmalardan biri olan CRYSTAL çalışmasıdır. Metastatik KRK hastalarının.sıra tedavisinde FOLFIRI ile FOLFIRI-Setuksimab ın karşılaştırıldığı bu çalışmada K-ras mutasyonu olmayan hastalarda tedaviye setüksimab eklenmesi anlamlı OS(8.7-9.9 ay) ve PFS(-4.9 ay) artışına neden olurken, K-ras mutasyonu olanlarda ek katkı sağlamamıştır, bu yüzden K-ras mutasyon analizi yapılması mutlaka önerilmektedir Hedefe yönelik tedaviler ilk basamakta metastatik KRK tedavisinde vazgeçilmez bir unsur olmuştur. Ref No: P-47 UZUN DÖNEM REMİSYON SONRASI BEYİN METASTAZI İLE PREZENTE OLAN YAYGIN VİSSERAL METASTAZLI ASEMPTOMATİK REKTUM KANSERİ OLGUSU Banu Öztürk, Hakan Şıvgın, Erkan Gökçe, Ruken Yüksekkaya, Mehmet Kılınç 4 Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fak. T. Onkoloji Bilim Dalı, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fak. İç Hast. Bilim Dalı, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fak. Radyoloji Bilim Dalı, Tokat 4 Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fak. Nöroşirurji Bilim Dalı, Tokat Giriş-Amaç: Kolorektal kanserli hastaların %0-5 inde primer tümör tam olarak rezeke edilmesine rağmen uzak metastaz gelişir. En sık metastaz bölgeleri karaciğer ve akciğerdir. Beyin metastazları %- oranında bildirilmiştir. Olgumuz küratif cerrahi sonrası 6. yılda beyin metastazları ile prezente olan ve yaygın visseral organ tutulumu olan rektum kanseridir. Olgu: Kırkaltı yaşında kadın hasta beyin cerrahisine baş ağrısı yakınması ile başvurdu. Hasta 6 yıl önce rektum kanseri tanısı ile opere olmuş ve adjuvan kemoradyoterapi sonrası sosyal nedenlerle takipten çıkmıştı. Çekilen beyin BT sinde sol serebellar hemisferi dolduran 48x49x0 mm etrafında yoğun vazojenik ödemi olan kitle saptandı. Serebellar kitleye gross total eksizyon yapıldı, taşlı yüzük hücreli karsinom metastazı saptandı. Ardından tüm beyne radyoterapi uygulandı. Beyin operasyonu sonrası 6. ayda başağrısı yakınması ile başvuran hastanın fizik muayenesinde genel durumunun çok iyi, ECOG PS olduğu görüldü. T ağırlıklı beyin MRG de sol serebellar hemisferi büyük oranda doldurarak 4. ventrikül ve beyin sapı kompartmanlarına bası etkisi oluşturan sol sigmoid ve transvers sinüse indante, etrafında vazojenik ödem bulunan, heterojen hiperintens kistik ağırlıkta kitle lezyonu mevcuttu (Şekil ). Çekilen toraks BT de sol akciğerde 8x77x77 mm ve üst lob apikalde 74x7x6 mm kitle ve diğer loblarda en büyüğü 6 mm multipl metastaz saptandı (Şekil ). Abdomen BT de karaciğerde en büyüğü segment de 58x4 mm olmak üzeri multipl metastaz görüldü, rektum lojunda nüks kitle, intraabdominal lenf nodları saptandı. Hastaya FOLFIRI tedavisi başlandı. Kontrolsüz beyin metastazları nedeni ile bevacizumab verilemedi. Kemoterapinin sonrası akciğer ve karaciğer metastazlarında parsiyel yanıt olan hastanın baş ağrısı ve dengesizlik yakınmaları arttı, nistagmus gelişti. Beyin cerrahisi tarafından yoğun ödemi olan serebellar kitle lezyonu eksize edildi. Postoperatif komplikasyon gelişmeyen hasta halen asemptomatik olup, tedaviye devam edilmektedir. Sonuç: Olgumuz ağır tümör yükü altında ve yaygın hayati organ metastazı olmasına rağmen sadece beyin metastazlarıa bağlı semptomları gelişen ve iki kez serebellar kitle eksizyonu, tüm beyne RT uygulanmış ve halen kemoterapi alan ve performans durumunda bozulma olmayan bir rektum kanseri olgusudur. Moleküler tedavi yaklaşımları yapılamamış ancak kurtarma cerrahileri ve FOLFIRI altında durumu stabil seyretmedir. GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 67

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Şekil. Aksiyel planda spin eko T ağırlıklı MRG de sol serebellar hemisferi büyük oranda doldurarak 4. ventrikül ve beyin sapı kompartmanlarına bası etkisi oluşturan sol sigmoid ve transvers sinüse indante, etrafında vazojenik ödem bulunan, heterojen hiperintens kistik ağırlıkta kitle lezyonu 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Giriş: Aynı hastada senkron kolorektal kanser ve Hodgkin Lenfoma nadir bir durumdur. Burada rektum kanserli bir hastada başvurudan,5 yıl sonra tanı almış bir ikinci primer Hodgkin Lenfoma olgusu sunulacaktır. Olgu: Yetmiş bir yaşında kadın hasta hematokezya şikayetiyle hastaneye başvurmuş. Kolonoskopik değerlendirme ile ülserovejetan rektal lezyondan alınan biyopsi sonucu adenokarsinom gelen hastanın evreleme tetkiklerinde, abdominal BT de (Bilgisayarlı Tomografi) portal hilus, paraaortik, parakaval ve paraçölyak çok sayıda lenfadenopatiler, dalakta çok sayıda hipodens lezyonlar ve rektal duvar kalınlığında artış saptanmış. Bu lezyonlar rektum kanserine bağlı metastatik lezyonlar olarak değerlendirilip metastatik rektum kanseri tanısına yönelik kemoterapi başlanmış. Üç siklus kemoterapi sonrası, lenfadenopatilerin boyutunda %50 azalma, dalaktaki lezyonlarda % azalma gözlenmiş. Altı siklus kemoterapi tamamlandıktan 4 ay sonra hematokezya şikayeti ile kolonoskopi tekrarlanmış ve pasajı tıkayan rektal kitlenin görülmesi üzerine hastaya aşağı ön rezeksiyon yapılmış. Patolojik değerlendirmede TN0, grad II, rektum adenokarsinomu saptanmış. Abdominal BT de lenfadenopati saptanmamış ancak dalak lezyonları stabil imiş. Hasta bu bulgularla takibe alınmış. Altı ay sonra intraabdominal lenf nodları ve dalak lezyonlarında progresyon saptanması; epifrenik alanda yeni lenf nodları çıkması üzerine hastaya kolorektal kansere yönelik. basamak kemoterapi başlanmış. Altı siklus kemoterapi sonrası intraabdominal lenf nodlarında %0 boyut artışı saptanmış. Akabinde hasta karın ağrısı şikayeti ile acil servise başvurmuş ve ileus tanısı ile opere edilerek bridektomi ve diagnostik splenektomi yapılmış. Dalağın patolojik değerlendirmesinde Klasik tip Hodgkin Lenfoma infiltrasyonu saptanmış. Evreleme amaçlı çekilen PET-BT de (Pozitron Emisyon Tomografi-BT) sol pektoral, sol aksiller, sol internal mammarian, sol interkostal, paraaortik, prekardiak ve abdomende; çöliak, paraaortik, parakaval SUVmax 0-5 arası tutulumlar gösteren çok sayıda lenfadenopatiler saptanmış. Kemik iliği aspirasyon ve biyopsisinde tutulum bulgusu yokmuş. Evre IIIS Hodgkin Lenfoma tanısı ile hastaya ABVD (Doksorubisin-Bleomisin-Vinblastin-Dakarbazin) rejimi başlanmış. Altı kür kemoterapi sonrası çekilen PET-BT de malignite lehine bir bulgu saptanmamış ve hasta Hodgkin Lenfoma ve opere rektum kanseri tanıları ile remisyonda izleme alınmıştır. Sonuç: Hasta retrospektif olarak değerlendirildiğinde ilk başvuru sırasında BT de saptanan yaygın intraabdominal lenfadenopatiler ve dalaktaki hypodens lezyonlar muhtemelen splenektomi sonrası doğrulanan lenfoma tutulumlarına bağlı idi ve rektum kanseri metastatik evrede değildi. Görüntüleme yöntemlerinde özellikle o hastalık için sık rastlanmayan, metastaz paternine uymayan bir organ tutulumu ile karşılaşıldığında patolojik verifikasyon hayati önem taşımaktadır. Şekil. çok kesitli bilgisayarlı toraks tomografisi incelemesinde sağ akciğerde en büyüğü alt lob posterobazal segmentte yaklaşık 7x7 cm boyutlarında olmak üzere multipl metastatik kitle lezyonları Ref No: P-48 METASTATİK REKTUM KANSERİ TANISI İLE TEDAVİ EDİLEN BİR HASTADA,5 YIL SONRA SAPTANAN HODGKİN LENFOMA-OLGU SUNUMU Ebru Sarı, Mustafa Altınbaş, Dilşen Çolak, Ünsal Han, Gökşen İnanç İmamoğlu, Naziyet Köse, İlhan Hacıbekiroğlu, Semiha Urvay Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Bölümü, Ankara Ref No: P-49 BULİMİA NERVOZAYA SEKONDER ÖZEFAGUS SKUAMÖZ HÜCRELİ KARSİNOM GELİŞEN OLGU Taner Babacan, Yusuf Ziya Şener, Sercan Aksoy, Furkan Sarıcı, Burak Aktaş, Sait Dağ, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji Bilim Dalı, Gaziantep Amaç: Özefagus kanserleri kendi içinde histolojik tip, özefagusta lokalizasyon, coğrafi dağılım gibi özellikler açısından heterojen bir gruptur. Özefagus proksimal ve orta bölümde görülen skuamöz hücreli kanserlerin sıklığı azalırken, daha nadir görülen distal yerleşimli adenokarsinom sıklığı artmaktadır. Yeme bozukluğu olan kişilerde, istemli kusmaya ve gastroözefagal reflüye sekonder gelişen Barret özefagus nedeni ile adenokarsinom daha sık görülür. Blumia nevroza aşırı yeme ve istemli kusma ile seyreden yeme bozukluğu tablosudur. Blumik hastalarda gastrik aside maruziyet sonucu özefagus adenokarsinomu sıklığı artmıştır. Gereç-Yöntem: Bu vaka sunumumuzda literatürde bulimia nervozaya sekonder özefagus skuamöz hücreli karsinomu gelişen ikinci hastayı takdim ettik. Olgu: 6 yıldır blumia tanısı ile takipte yaşında kadın hasta 6 aydır katı yiyeceklerle olan disfaji nedeni ile kliniğimize başvurdu. Sigara ve alkol kullanımı, ailede kanser öyküsü olmadığını belirten hastadan bulantı, kusma ve kilo kaybının olmadığı öğrenildi. Hastaya yapılan endoskopide proksimal özefagusta görülen frajil kitleden alınan biyopsi skuamöz hüceli karsinom ile uyumlu geldi. Uzak metastaz saptanmayan hastaya özefagus adventisya tutumunun olması ve tümör yerleşim yeri nedeni ile cerrahi düşünülmedi. Hastaya cispla- 68 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER tin ve 5-FU ile birlikte kür kemoradyoterapi verildikten sonra cisplatin ve 5-FU içeren kür adjuan kemoterapi planlandı. Sonuç: Blumia Nervozalı hastalarda gerek kusmalara bağlı rekürren mukozal travma ve rejenerasyon, gerek beslenme bozukluğuna bağlı eser element eksiklikleri özefagusta skuamöz hücreli karsinom gelişimi açısından risk faktörleridir. Disfaji tarifleyen blumik hastalarda adenokarsinom ile birlike skuamöz karsinom da olabileceği akla gelmelidir. Ref No: P-50 REKTUM KANSERİNDE SKROTAL METASTAZ Aytul Özgen Ankara Onkoloji Hastanesi Amaç: Rektum kanserlerinde cilde metastaz siklikla abdomen ve pelvis bolgesinde gorulebilir. Buradaki metastaz yolu cerrahi insizyonuna baglanmaktadir. Skrotuma metastaz yapan rektum kanser vakasi literaturde nadirdir. Literaturde skrotuma lenfatik yoldan olmayan metastazlar, en siklikla sirasiyla prostat kanseri, akciger kanseri ve malign melanom vakalarinda gorulmustur. Gastrointestinal sistem tumorlerindeki skrotal metastaz yolu olarak, opere edilen hastalarda, retrograd lenfatik yayilim olabilecegi belirtilmektedir. Bu hastalarda ortalama yasam beklentisi 6-8 ay civarindadir. Tedavisi palyatif olup beraberinde organ metastazi olmayanlarda yasam beklentisi daha uzundur. Olgu: 65 yasinda erkek hasta, Nisan 00 tarihinde distal rektum bolgesinde adeno kanser tanisi almistir. Evreleme tetkikleri neticesinde lokal ileri evre rektum kanseri olan hasta, neoadjuvan kemoradyoterapi ile tedavi edilmistir. Abdominopereneal rezeksiyon sonrasi, radial cerrahi sinir pozitifligi olan hasta, ek doz radyoterapi almistir. Bir yil sonraki kontrol tetkiklerinde, abdominal tomografi neticesinde, supheli distal rektum nuksu saptanmistir. Cekilen FDG-PET sonucunda distal rektum bolgesinde yuksek suv- max degeri elde edilmistir. Hastaya palyatif olarak kemoterapi baslanmistir. Alti ay sonra hasta sol skrotal bolgesinde, agrisiz, hafif kirmizi, en buyugu. 5 cm buyuklugunde birkac adet lezyonla doktora basvurmustur. Skrotal USG ye gore sol skrotum cildinde hafif kalinlik ve sadece cilltde birkac adet nodul olarak rapor edilmistir. Eksize edilen lezyon tanisi, patoloji bolumunce, adeno kanser metastazi olarak belirtilmistir. Yorum: Rektum kanserinin skrotuma metastazi literaturde oldukca nadirdir. Bu hastalarda tedavi genellikle palyatif olup yasam beklentisi oldukca azdir. Ref No: P-5 ADENOSQUAMOZ KARSİNOM PATOLOJİLİ METASTATİK SAFRA KESESİ KANSERLİ VAKA Havva Yeşil Çınkır, Ülkü Yalçıntaş Arslan, Ayşe Demirci, Fatma Paksoy Türköz, Selay Gündoğdu, Berna Öksüzoğlu SB.Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Eğitim Ve Araştırma Hastanesi,Ankara Giriş-Amaç: Safra kesesi kanserlerinin % 0 unu skuamöz ve adenoskuamöz hücreli karsinomlar oluşturur. Bu olgu sunumunda nadir görülen bu alt grubun klinik davranış özelliği sunuldu. Materyal-Metod: Karın ağrısı nedeni ile bir cerrahi kliniğine başvuran 47 yaşında bayan hastaya akut taşlı kolesistit tanısı ile 0.9.0 tarihinde kolesistektomi yapılmıştı. Histopatolojik incelemede safra kesesinde orta derecede differansiye adenokarsinoma, %5 in altında skuamöz differansiyasyon, tüm duvar katları tutulmuş, perinöral invazyon var olarak raporlanmıştı. Evre B-TN0M0 opere safra kesesi kanseri olan hasta merkezimize başvurdu.postoperatif.ayda yapılan üst batın manyetik rezonans görüntülemesin de (MRG) safra kesesi lojunda karaciğer parankimi içerisinde portal hilusa uzanan 8,8x5,5 cm boyutunda kitle lezyonu, karın ön duvarında insizyon komşuluğunda cilt altı yağlı dokuda,5x cm nodüler lezyon saptandı. Karaciğerden alınan iğne biyopsisi sonucu adenoskuamöz karsinom metastazı; ciltten alınan biopsi sonucu skuamöz komponent içeren adenokarsinom infiltrasyonu olarak raporlandı. Hastaya metastatik safra kesesi tümörü tanısı ile gemsitabin(00 mg/m.ve 8.gün) ve sisplatin(75 mg/ m.gün) haftada bir başlandı. kür sonra stabil hastalık elde edildi. 6. kür uygulamasından ay sonra çekilen batın MRG de yeni gelişen karaciğer metastatik lezyonları ve mevcut kitlenin komşu mide ve kolon bölgelerine invazyonuna ek olarak omental implantlar saptandı. İkinci sıra XELOX(Kapesitabin 000 mg/m-okzaliplatin 0 mg/m) başlandı. 4 kür sonra görüntülemede stabil hastalık mevcuttu. Ancak bisitopeni nedeni ile tedaviye devam edilemedi. ay sonra cilt lezyonunda progresyon saptandı. ECOG performans statusu olan hasta destek tedavisi ile izlenmektedir. Sonuç: Safra kesesi adenosquamoz hücreli karsinomları küratif amaçlı cerrahiden kısa süre sonra alışılageldik bölgeler dışında da olmak üzere metastaz geliştirebilen agresif davranış özelliğine sahip tümörlerdir. Standard kemoterapi rejimleri ile hastalığın ilerlemesi kısa bir süre kontrol altına alınabilir ancak progresyon kaçınılmazdır. Ref No: P-5 REKTUM KARSİNOMU İLE SENKRON ORTAYA ÇIKAN MALİGN TİMOMA OLGUSU Yusuf Ziya Şener, Burak Aktaş, Başak Bolayır, Taner Babacan, Furkan Sarıcı, Sait Dağ, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gastroenteroloji Bilim Dalı, Gaziantep Amaç: Timoma, timik epitelden kaynaklanan nadir bir tümör olup, ön mediastende görülen en sık neoplazmdır. Timomalara genellikle otoimmün hastlıklar eşlik etmekle birlikte, timoma tanılı hastalarda normal populasyona göre timus dışı neoplazi sıklığında artış mevcuttur. Gereç-Yöntem: Bu vaka sunumumuzda literatürde rastlayamadığımız ve ilk vaka olduğunu düşündüğümüz rektum adenokarsinomu ile senkron olarak ortaya çıkan malign timomalı olguyu sunduk. Olgu: Hematokezyası ve pelvik bölgede ağrısı olan 56 yaşında kadın hastaya yapılan fleksibl rektoskopide saptanan rektum lümenini sirküler biçimde oblitere eden rijit ve ağrılı kitle nedeni ile yapılan biyopsi sonucu iyi diferensiye rektum adenokarsinomu olarak raporlandı. Hastaya laparoskopik low anterior rezeksiyon ve perikolik lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Hastada 0/0 lenf nodunda adenokarsinom metastazı ve rektumda muskuler tabakaya kadar invazyon saptandı. Cerrahi sonrası post-op izleminde çekilen PA akciğer grafisinde mediastinal kitle ile uyumlu görünümü olan hastaya çekilen toraks BT de anterior mediastende lokalize 5x4 cm boyutlarında lobule kontürlü kitle ve multiple lenfadenopatiler saptandı. PET/CT değerlendirmesinde hastanın anterior mediastendeki kitlesinde yüksek metabolik aktivite ile uyumlu artmış FDG tutulumu saptandı. Mediastinal kitlenin rektum adenokarsinom metastazı ile senkron ikinci bir primer malignite ayırıcı tanısı için trucut biyopsi yapıldı. Biyopsi sonucu malign timoma ile uyumlu gelen hastaya timektomi ve mediastinal lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Timektomi materyalinin patolojisi invaziv timoma ile uyumlu gelen hasta TNbM0 rektum adenokarsionomu ile senkron evre B malign timoma olarak kabul edildi. Hastaya rektum adenokarsinomu lokal kontrolü için 5-FU ile birlikte pelvik RT, timoma lokal kontrolü için de mediastinal RT uygulandı. Rektum adenokarsinomu için adjuan FOLFOX-4 kemoterapi protokolü başlandı. Sonuç: Rektum ve kolon adenokarsinomu tanısı alan hastalarda saptanan ön mediasten kitlelerinde ayırı tanıda metastazın yanı sıra timoma da düşünülmelidir GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 69

GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-5 OKSALİPLATİN NEDENİYLE GELİŞEN İMMÜN HEMOLİTİK ÜREMİK SENDROM Ece Esin, Müfide Okay, Şuayib Yalçın, Alev Türker Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Ana Bilim Dalı, Ankara Giriş: Oksaliplatin birçok kemoterapötik ajana göre yan etki profili güvenli olan bir ilaçtır. Burada tekrarlayan oksaliplatin uygulamaları sonucunda immün hemolitik anemi (IHA), trombositopeni ve renal fonksiyon bozukluğu gelişen bir olgu sunulmaktadır. Vaka: Anemi etiyolojisi araştırılırken evre IV kolon kanseri tanısı alan 54 yaşında erkek hastaya, palyatif cerrahi sonrasında 6 kür FOLFOX-4 rejimi uygulanmış. Progresyon saptanmış ve FOLFIRI/ B-bevasizumab tedavisi başlanmış. Üç kür sonrasında yeterli yanıt elde edilememesi üzerine merkezimize başvuran hastanın karaciğerindeki lezyonlara radyofrekans ablasyon yapılıp ardından FOLFOX-6/B rejimi başlanmış. Ancak ilk kürde anafilaksi geliştiği için devamında uzun süreli desensitizasyon planlanmış. Bir sonraki kürü için hastaneye yatırılan hastaya öncelikle premedikasyon, ardından artan dozlarda oksaliplatin başlandı. İnfüzyonun saatinde yaygın eklem ağrısı, 8.9 C ateş gelişti. İnfüzyona ara verildi, tetkiklerde trombositopeni, anemi ve renal fonksiyon bozukluğunun (ABH) geliştiği görüldü (Tablo ) ve tedavi sonlandırıldı. Aneminin immün hemolize ikincil olduğu anlaşıldı. Destek tedavisinde takibin 0.gününde trombosit değerleri yükselmeye başladı, kreatinin değeri de düşmekte olan hasta, taburcu edildi. Tartışma: Bu olguda, tekrarlayan oksaliplatin uygulamaları sonucunda IHA, trombositopeni ve ABH gelişmiştir. Tabloya yol açabilecek üç neden öne sürülebilir:.antikor aracılı eritrosit ve trombosit yıkımı. İlaca bağlı mikroanjiopatik hemolitik anemi ile seyreden (TTP/HUS),.Dissemine intravasküler koagülasyon. Laboratuvar değerlendirmeleri ile DİK olasılığı dışlanmıştır. Literatürde oksaliplatine bağlı immün trombositopeni/anemi (Evan s Sendromu) tanısı bir olguda bildirilmiştir (). Ateş, eklem ağrısı ve renal fonksiyon bozukluğunu bu tanı ile açıklamak mümkün değildir. Hemolitik anemi, yüksek LDH, normal koagülasyon parametreleri ve ABH ile gerekli kriterlerin HUS açısından sağlandığı görülmüştür. Direkt Coombs (DC) testinin pozitif olması HUS tanısı ile bağdaşmıyor gibi gözükmekle birlikte son yıllarda zayıf-orta şiddette DC pozitifliği ile seyreden HUS vakaları bildirilmiştir (). Bulgular ve laboratuar verileri literatür eşliğinde incelendiğinde olguda immün hemoliz ile seyreden HUS düşünülmüştür. Sonuç: Oksaliplatin beklenen renal (ABH<%) ve hematolojik yan etkileri (grade -4 %-0) nispeten az olan bir kemoterapötik ajandır. Ancak nadir de olsa bu olguda olduğu gibi, HUS ve/veya immünsitopeniler ile seyreden ABH görülebilir. Oksaliplatin kullanan olgularda gelişen hemolizde farklı mekanizmalar rol oynayabileceğinden, Direkt Coombs testi ayırıcı tanıda yardımcı olabilir. Tablo. Labaratuar sonuçları Ref No: P-54 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ MİDEHEPATOİD KARSİNOM OLGU SUNUMU Alper Can, Ahmet Alacaıoğlu, Yüksel Küçükzeybek, Çiğdem Ertan, Suna Çokmert, Lütfiye Demir, Ahmet Dirican, İbrahim Vedat Bayoğlu, Murat Akyol, Ferit Aslan, Mustafa Oktay Tarhan İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbı Onkoloji Kliniği İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları kliniği Hepatoid adenokarsinoma morfolojik olarak hepatosellüler karsinomaya çok benzeyen özel bir tip ekstra-hepatik adenokarsinomadır. Hepatoid adenokarsinomaların en sık tespit edildiği yerlerden biri midedir. Son aydır karın ağrısı nedeniyle yapılan batın MR da Karaciğerde0x7 cm kitle ve çok sayıdametastaz ve midede kitle ile mide endoskopi yapılan hastanın midesinde küçük kurvatur ön duvar yönünde üzeri eksudalı lobula 60-70 mm lik kitle mevcut. Biyopsi sonucu mide hepatoid karsinom ile uyumlu geldi. Serum alfa feto-protein düzeyi; 9088778 ng/ml (normal sınırlar: 0-8,) idi. Hastanın Kc- s öyküsü yok ve HBV- HCV negatif idi. Hastaya kliniğimizde DCF Kemoterapisi başlandı. Hasta kür sonra progrese hasta performans statüsü kötü olduğundan en iyi destek bakım ile takip ediliyor. Ref No: P-55 MİDEDE ADENOKARSİNOM VE NÖROENDOKRİN KARSİNOM, OLGU SUNUMU Yüksel Küçükzeybek, Murat Akyol, İbrahim Vedat Bayoğlu, Neşe Ekinci, Alper Can, Ahmet Dirican, Ahmet Alacacıoğlu, Çiğdem Erten, Lütfiye Demir, Suna Çokmert, Mustafa Oktay Tarhan İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Patoloji Laboratuvarı Mide kanseri erkelerde dördüncü, kadınlarda beşinci en sık kanserdir. Erkeklerde ölüme neden olan kanserler arasında üçüncü, kadınlarda beşinci sırada yer almaktadır. Mide kanserlerinin %95 ini adenokarsinomlar oluşturmaktadır. Gastrointestinal sistemdeki nöroendokrin tümörler çoğunlukla mukoza ve submukozadaki nöroendokrin hücrelerden köken almaktadır. Diğer histopatolojik kanser türlerine göre nöroendokrin karsinom midede daha az oranda saptanmaktadır. Bu olgu sunumunda midede nöroendokrin karsinom ve intramukozal adenokarsinom birlikteliği olan olgu sunulmuştur. Kırküç yaşında erkek hastaya dispepsi şikayeti nedeniyle yapılan üst gastrointestinal sistem endoskopik bakısında alınan biyopsi histopatolojik ve immunhistokimyasal incelemesi sonucunda midede orta derecede diferansiye adenokarsinom tanısı konuldu. Distal gastrektomi ve lenf nodu örneklemesi uygulandı. Operasyon materyalleri histopatolojik ve immunhistokimyasal incelemesi sonucunda midede intramukozal adenokarsinom ve nöroendokrin karsinom tanısı konuldu. Ki-67 proliferasyon indeksi %80, tümör hücreleri derecesi - olarak belirtilen hastamızın toraks ve tüm batın bilgisayarlı tomografi tetkiklerinde visceral organ metastazı saptanmadı. Hastamıza kemoradyoterapi sonrasında cisplatin ve 5-fluorourasilden oluşan kemoterapi adjuvan olarak 8 siklus uygulandı. Hastamızın yirmibir aydır progresyonsuz sağkalımı devam etmektedir. 70 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-56 MESANE KANSERİNDE RADYOTERAPİ DENEYİMİMİZ: TÜRK ONKOLOJİ GRUBU ÜROLOJİK TÜMÖRLER ÇALIŞMA GRUBU İlknur Alsan Çetin, Yeşim Elgin, Deniz Yalman, Yıldız Güney, Gülşen Kara, Beste Melek Atasoy, Serdar Özkök Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, İstanbul Dr. Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Ankara Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,İzmir Amaç: Türk Onkoloji Grubu Ürolojik Tümörler Çalışma Grubu olarak küratif veya palyatif radyoterapi uygulanan mesane kanseri tanılı hastalarda tedavi sonuçlarını ve sağkalıma etki eden faktörleri belirlemek Gereç-Yöntem: Türk Onkoloji Grubu Ürolojik Tümörler Çalışma Grubu adına üç Radyasyon Onkolojisi merkezinden mesane kanseri tanısıyla palyatif veya küratif RT uygulanan olgu retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Olguların 8 si (%86) erkek, 9 u kadın (%4) olup ortanca yaş 7 dir (aralık -89). Olguların %90 ı ürotelyal karsinom, %4 ü skuamöz hücreli karsinom, % ü adenokarsinom ve % ü mikst histolojiye sahipdi. Tanı anında 4 hasta (%0) Evre I, 9 hasta (%66) Evre II, hasta (%6) Evre III, 6 hasta (%8) Evre IV idi. Yüzotuziki olguya (%6) kere, 50 olguya (%4) kere, 5 olguya (%) en az üç kere TUR-M uygulanmıştı. Kemoterapi 7 olguda (%) radyoterapi öncesi, 59 olguda (%8) eş zamanlı, 9 unda (%9) radyoterapi sonrası olmak üzere olguların yarısına uygulanmıştı. Olguların %5 ine medikal inoperabl, % sine operasyonu istemedikleri için, %0 una baştan mesane koruyucu yaklaşım amacıyla radikal radyoterapi, % ne palyatif radyoterapi, %5 ine postoperatif adjuvan radyoterapi uygulanmıştı. Ortanca RT dozu 64 Gy (5,- 70,), fraksiyon dozu Gy di (.8-). Hastaların %70 ine üç boyutlu konformal RT uygulanmıştı. Sağkalım analizi Kaplan-Meier yöntemi ile yapılmış, tek değişkenli analizde log rank testi, çok değişkenli analizde Cox regresyon analizi kullanılmış, sonuçlar %95 lik güven aralığında, anlamlılık p<=0.05 düzeyinde değerlendirilmiştir. Bulgular: Ortanca izlem süresi ay (aralık -9). Kuratif tedavi alan hastalar için (8 hasta); 4 yıllık genel sağkalım oranı %47, hastalıksız sağkalım %4, lokal nüksüz sağkalım %9, uzak metaztazsız sağkalım %4 olarak saptandı. Hastaların %9 unda lokal nüks saptandı. Takipte hastaların % ünde uzak metaztaz saptandı. Kaybedilen 0 hastanın 98 i(%8) kansere bağlı, si (%6) kanser dışı nedenle kaybedildi Kuratif tedavi alan hastalar için genel sağkalıma etki eden faktörler <70 yaş (p=0.0), tanı anındaki evre (p<0.000), RT öncesi KT kullanımı (p=0.00), eş zamanlı KT uygulanması (p=0.0), RT dozu <= 64Gy (p=0.0) tek değişkenli analizde istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Çok değişkenli analizde yaş (p=0.05), tanı anındaki evre (p=0.0), RT öncesi KT uygulaması (p=0.0) istatistiksel olarak anlamlı bulundu. RT sırasında herhangi bir derece ve üzeri toksisiteye rastlanmazken derece I-II hematolojik, gastrointestinal ve genitoüriner toksisite oranları sırasıyla %9-9, %7-4 ve %8- tü. Sonuç: Radyoterapi mesane kanserinde daha çok medikal inoperabl veya operasyonu reddeden olgularda küratif amaçla uygulanmaktadır. Bu olgularda hastanın 70 yaşın altında olması, tanı anındaki evrenin düşük olması, RT öncesi KT uygulanmış olması çok değişkenli analizde sağkalımı etkileyen faktorler olarak bulunmuştur. RT toksisiteleri tolere edilebilir sınırlardadır. Ref No: P-57 METASTATİK RENAL HÜCRELİ KARSİNOMDA SİTOKİN SONRASI SUNİTİNİB TEDAVİSİ ETKİNLİK SONUÇLARI Atike Pınar Erdoğan, Zeki Gökhan Sürmeli, Orhan Kır, Pınar Gürsoy, Aslı Yıldırım, Burcu Çakar, Burçak Karaca, Canfeza Sezgin, Bülent Karabulut, Ulus Ali Şanlı, Rüçhan Uslu Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, İzmir Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Giriş: Metastatik renal hücreli karsinomun (RHK) ilk hat tedavisinde, bir oral tirozin kinaz inhibitörü olan sunitinib maleat sıklıkla kullanılmaktadır. Sitokin tedavisi ile progresyonu olan hastalarda, sunitinibin etkinliği ile kısıtlı veri mevcuttur. Yöntem: Metastatik RHK tanısı ile merkezimizde izlenen hastaların verileri retrospektif olarak değerlendirilmiş, ilk hat interferon (IFN) tedavisi ile radyolojik progresyonu olan ve ikinci hat sunitinib uygulanan hastalar çalışmaya dahil edilmiştir. Hastaların klinikopatolojik özellikleri, tedavi yanıtları kaydedilmiş, sunitinib tedavisi ile progresyonsuz sağkalım ve yanıt oranları hesaplanmıştır. Bulgular: Haziran 996 Mart 0 tarihleri arasında RHK tanısı alan ve IFN tedavisi ile radyolojik progresyonu olup sunitinib (50 mg/gün, 4 hafta sonrası hafta ara) tedavisi uygulanan 9 hasta ( erkek, 8 kadın) belirlendi. Median yaş 6 (aralık 9 76) bulundu. Klinik ve patolojik özellikler tablo de verilmiştir. Bir hastada (%.6) tam yanıt, hastada (%.) kısmi yanıt, 9 hastada (%.) stabil yanıt görüldü. Medyan progresyonsuz sağkalım 8.4 ay, medyan genel sağkalım.4 ay bulundu. On sekiz hastada (%46.) doz azaltımı ihtiyacı oldu. Sunitinib ile progresyonsuz sağkalım, MSKCC (Memorial Sloan-Kettering Cancer Center) risk sınıfı iyi ve orta olanlarda, kötü olanlara göre (9.9 a karşın.6 ay, p=0.06), tümör grade i ve altında olanlarda, den büyük olanlara göre (8 a karşın 9 ay, p=0.0) anlamlı olarak uzun bulunmuştur. Diğer klinik ve patolojik özellikler, ilk basamak IFN tedavisi ile progresyona kadar geçen süre, sunitinib ile doz azaltımı olup olmamasına göre değerlendirildiğinde, hastalıksız ve genel sağkalımda anlamlı fark bulunmamıştır. Sonuç: Metastatik RHK tedavisinde sitokin sonrası ikinci hat tedavide tirozin kinaz inhibitörleri kullanılmaktadır. AXIS çalışması alt grup analizinde sitokin sonrası medyan progresyonsuz sağkalım aksitinib ile ay, sorafenib ile 7 ay olarak bildirilmiştir (). Sitokin sonrası sunitib etkinliği ile ilgili kısıtlı veri mevcuttur. Atmış üç hastanın dahil edildiği bir çalışmada sitokin sonrası sunitinib tedavisi ile progresyona kadar geçen medyan süre 8.7 ay, yanıt oranı %40 olarak bildirilmiştir (). Bulgularımız metastatik RHK tedavisinde sitokin sonrası sunitinibin etkin olduğunu desteklemektedir. Ref No: P-58 JİNEKOLOJİK PATOLOJİLERİN AYRICI TANISINDA SERULOPLAZMİN VE PARAOKSANAZIN ROLÜ Özlem Demirpençe, Mustafa Yıldırım, Vildan Kaya, Dinç Süren 4, Mehmet Karaca 5, Osman Evliyaoğlu 6, Necat Yılmaz 7 Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Biyokimya, Batman Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Batman Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Isparta 4 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği,Antalya 5 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Doğum Kliniği,Antalya 6 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Diyarbakır 7 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Biyokimya Kliniği,Antalya GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ Amaç: Paraoksanaz multifonksiyonel antioksidan bir enzimdir. Paraoksonaz düşük dansiteli lipoproteini ve yüksek dansiteli lipoproteini oksidasyondan korur. Oksidatif stres ve serbest oksijen radikalleri kanser gelişiminde rolü olan faktörlerdir. Lipid peroksidasyon ürünlerinin de onkogenezde rol oynadığı düşünülmektedir. Susesi Otel, Antalya 7

GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Seruloplazmin hem anti-oksidan hem de pro-oksidan aktiviteleri olan akut faz reaksiyonu ile ilgili bakır-bağımlı bir ferroksidazdır. Demir homeostazında ve serbest radikal tarafından başlatılan hücre hasarına karşı korunma rolü vardır. Çalışmamızda jinekolojik patoloji nedeniyle opere edilen hastaların periton yıkama sıvılarında ölçülen paraoksanaz ve seruloplazminin jinekolojik patolojilerin ayrıcı tanısındaki rolü araştırılmıştır. Gereç-Yöntem: Jinekolojik patoloji nedeniyle opere edilen hastlardan sitolojik inceleme için intraoperatif alınan yıkama sıvılarından, sitolojik nceleme sonrası artan örneklerden seruloplazmin düzeyleri nefelometrik yöntemle (Image 800,Beckman Coulter, Fullerton, CA), paraoksanaz düzeyleri, modifiye Eckerson yöntemi ile spektrofotometrik (Architect c4000, Abbott,US) olarak ölçüldü. Bulgular: Çalışmaya 67 jinekolojik patoloji nedeniyle opere edilen kadın hasta alındı. Hastaların yaşı 46.9±.9 (Range 4-78) idi. Hastaların histopatolojik incelemelerinde 46 hasta (%68.7) malign, hasta (%.) benign olarak değerlendirildi. Yaş açısından maling ve benign tanılı hastalar arasında fark saptanmadı (p:0.4). Bening hastalarda en sık orjin alınan doku over (%54.) iken malign hastalarda uterus %57. idi. Benign over hastalıkar içinde en sık olarak basit over kisti saptandı. Histopatolojik olarak malign olarak değerlendirilen hastaların %65 inde T lezyon, %5 inde T lezyon, %0 unda T lezyon tespit edildi. Seruloplazminin ortalama değeri 6.6±.6 mg/dl (Range 0-6.8) olarak saptandı. Periton yıkama sıvılarında seruloplazmin düzeyleri açısından bening ve malign hastalar arasında fark saptanmadı (p:0.6). Benign hastalarda seruloplazmin ortalama değeri 8±.7 mg/dl (Range 0-6.8) maling hastalarda ise.6±5. mg/dl (Range -5) olarak ölçüldü. Paraoksanaz ortalama değeri 57.±0.4 U/L (Range 0.4-87.) olarak saptandı. Periton yıkama sıvısında paraoksanaz düzeyleri açısından benign ve malign hastalar arasında istatiksel anlamlı fark saptandı (p:0.044). Benign hastalarda paraoksanaz ortalama değeri 64.±0.8 U/L (Range 0.8-87.) malign hastalarda ise U/L 4.4±.4 (Range 0.4-95.5) olarak ölçüldü. Sonuç: Periton yıkama sıvılarında ölçülen paraoksonaz düzeyi jinekolojik patolojilerin ayrıcı tanısına katkı sağlamaktadır. Ref No: P-59 RENAL HÜCRELİ KANSER TEDAVİSİNDE HEDEFE YÖNELİK AJANLARIN ETKİNLİĞİ Mustafa Erman, Saadettin Kılıçkap, Zafer Arık, Cenk Yücel Bilen, Sertaç Yazıcı, Özge Keskin, Mustafa Solak, Bülent Akdoğan, Haluk Özen Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı, Ankara Amaç: Hedefe yönelik ajanların kullanıma girmesi hemen her kanserin tedavisini belirli ölçüde etkilediyse de, renal hücreli kanser tedavisi ve prognozu en fazla değişen hastalıklardan biridir. Bu çalışmada merkezimizde izlenen renal hücreli kanser hastalarının demografik özelliklerinin ve hedefe yönelik ajanlarla elde edilen tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: Kliniğimizde 008 den beri renal hücreli kanser tanısı ile izlenen ve verileri değerlendirilebilir olan hastalar çalışmaya alındı. Her bir hastada hedefe yönelik tedaviye alınan yanıt ve progresyona kadar geçen süre kaydedildi. Bulgular: Renal hücreli kanser tanısı almış 86 hastanın değerlendirilebilir olan 74 üne ait veriler analiz edildi. Hastaların ortanca yaşı 57 (8-85) idi. Hastaların %69 u erkekti. Sigara kullanma oranı %64 iken, olguların %9 u diyabet, %45 i ise hipertansiyon tanısı almışlardı. Histolojik tip olarak en sık görülen tip berrak hücreli kanser (%76) iken, papiller tümörü olanların oranı %0 idi. Yüzde olguda tümöre sarkomatoid komponent eşlik etmekteydi. Hastaların %7 sinde ikincil bir tümör tanısı daha mevcuttu. Yüzde 4 olguda 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ tümör multifokal yerleşimli iken, %8 olguda kontralateral böbrekte de tümör izlendi. Yüzde 7 olguda lokal nüks, %60 akciğer, %4 karaciğer, % kemik, %5 adrenal bez, % beyin ve % cilt metastazı mevcuttu. Yüzde olguda venöz tromboz izlendi. Hastaların %8 ine metastazektomi uygulanmıştı. Birinci basamakta en sık kullanılan ilaç IFN (%6) iken, ikinci basamakta sunitinib (%8),. basamakta ise everolimus kullanılmış idi (%5). Tedavinin hangi basamakta kullanıldığına bakılmaksızın tedavi ile elde edilen klinik yarar oranları (PR + SD) IFN %7, sunitinib %8, pazopanib %, sorafenib %4, everolimus %8,5 idi. Progresyona kadar geçen süre ise IFN için,6 ay, sunitinib 9,6 ay, pazopanib,0 ay, sorafenib 7,0 ay ve everolimus 7,8 ay idi. En sık görülen yan etkiler IFN ile ateş, halsizlik; sunitinib ile hipotiroidi, halsizlik, eklem ağrısı; pazopanib ile kilo kaybı, saçlarda beyazlama, ishal; sorafenib ile iştahsızlık, kilo kaybı ve döküntü; everolimus ile aftöz lezyonlar ve tırnak değişiklikleri idi. Sonuç: Renal hücreli kanser tedavisinde hedefe yönelik ajanlar ile elde edilen tedavi yanıt oranları ve yan etkiler literatür ile uyumludur. Tablo. Renal hücreli kanser tedavisinde kullanılan ajanlar İlaç. Basamak. Basamak. Basamak 4. Basamak Interferon 6 5 - - Sunitinib) 0 8 4 - Pazopanib 7 4 Sorafenib - 7 Everolimus 5 5 4 Tablo. Hedefe yönelik ajanlara alınan yanıtlar ve progresyona kadar geçen süre İlaç CR (n) PR (n) SD (n) PD (n) Klinik yarar (CR+PR+SD) Objektif Yanıt oranı (CR+PR) TTP (ay) İnterferon 5 7.5 7.5.6 Sunitinib - 6 5 9 6. 9.6 Pazopanib - 6-00 5.0.0 Sorafenib - - 4 4-7.0 Everolimus - 4 0-00 8.6 7.6 Ref No: P-60 ALTMIŞ BEŞ YAŞ ÜSTÜ METASTATİK PROSTAT KANSERİNDE DOCETAXEL SONRASI MİTOKSANTRON- PREDNİSOLON TEDAVİSİNİN ETKİNLİĞİ Hüseyin Engin, Cemil Bilir, Sevil U. İlikhan, Taner Babur, Yasemin Bakkal Temi Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Medikal Onkoloji, Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Zonguldak Giriş: Metastatik kastrasyon dirençli prostat kanserinde günümüzde docetaxel.basamak kemoterapi olarak kabul görmektedir. Docetaxel altında progrese olan hastalarda yeni bir ajan olan kabazitaxel veya mitoksantron önerilmekteyken yaşlı populasyonda ikinci sıra kemoterapi verilmesi veya en iyi palyatif bakım tartışmalı konulardan biridir. Amaç: Kabazitaxelin rutin kullanıma girmesine kadar ki geçen sürede ikinci sıra mitoksantron +prednison (MP) un yaşlı populasyonda etkinliğini araştırmak. Materyal-Metod: Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesinde 005-0 tarihleri arasında, 65 yaş üstü kastrasyon dirençli metastatik prostat kanserinde MP kemoterapisi alan veya en iyi palyatif bakım (EİPB) ile takip edilen hastaların sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. 7 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Bulgular: Toplam hasta kliniğimizde tedavi almış olup yaş ortalaması 74 (IR, 65-87) idi. On dört hasta (%4) ikinci sıra kemoterapi tedavisi olarak MP almış iken 9 hasta (%58) EİPB ile takip edildi. Mitoksantron grubunda metastaz anında PSA değerleri 50 ng/dl iken EİPB grubunda 49 ng/dl idi. Gleason skorları ise kemoterapi grubunda 7,0 iken EİPB grubunda 7,5 idi. MP grubunda %85 oranında metastaz vardı, EİPB grubunda ise %74 hastada metastaz mevcuttu. Performans durumları MP grubunda 0.9 iken EİPB da ise.9 (p=0.005) idi. Kemoterapi grubunda 4 hastaya toplam 64 siklus MP uygulandı. Docetaxel sonrası ortanca genel sağ kalımlar karşılaştırıldığında ise MP grubunda 4.0 (IR,-7) ay iken EİPB grubunda genel sağ kalım.0 (IR 0,5-6) ay idi. Her iki grup arasında ise istatistiksel olarak anlamlı fark vardı (p=0.004). Tedavi sonu ortanca PSA larda MP grubunda 7 (-670) iken EİPB grubunda ise 0 (0.8-00) olup istatistiksel olarak anlam yoktu (p=0.7). Tartışma: Yaşlı metastatik prostat kanserli hastalarda kemoterapi ve etkinliği ile ilgili yeterli sayıda çalışma maalesef yoktur. Kabazitaxel günümüzde ikinci sırada standart olarak kabul görmekte olup TROPIC çalışmasında genel sağ kalım yaklaşık 5 ay bulunmuş olup mitoksantrona göre (OS.7 ay) anlamlı olarak daha iyi olduğu gösterildi. Ancak bu çalışmada yaşlı hasta oranı yaklaşık %0 idi. Kastrasyon dirençli metastatik prostat kanserinde docetaxel sonrası ikinci basamakta mitoksantron tolere edilebilir ve etkili bir ajandır. Bizim çalışmamızda da yaşlı ve performansı iyi olan hastalarda mitoksantron+prednison tedavisinin en iyi palyatif bakıma karşı genel sağkalım avantajı sağladığı gösterilmiştir. Ref No: P-6 GÖRÜNTÜ REHBERLİĞİNDE IMRT/IMAT UYGULANAN PROSTAT KANSERLİ OLGULARDA ERKEN YAN ETKİ Günel Hacı, Sevim Özdemir, Didem Çolpan Öksüz, Songül Karaçam, Fazilet Öner Dinçbaş, Sedat Koca Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Amaç: Prostat kanserli hastalarda görüntü rehberliğinde IMRT/ IMAT uygulaması sonrası erken dönem yan etkilerin retrospektif olarak değerlendirilmesi Gereç-Yöntem: Şubat 00- Kasım 0 tarihleri arasında kliniğimizde prostat kanseri nedeniyle radikal radyoterapi uygulanmış hastalarda, tedavinin erken yan etkileri retrospektif olarak incelendi. Çalışmaya toplam 0 hasta dahil edildi. Hastaların ortanca yaşı 68 (54-85 yaş) idi. Hastaların planlama tomografisi ve kv-conebeam bilgisayarlı tomografi (CBCT) leri mesane ve rektum hazırlıkları (yarı dolu mesane ve boş rektum) yapıldıktan sonra çekildi. Elli olguda prostat, 40 olguda prostat ve seminal veziküller ve hastada da prostat+seminal veziküllere ek olarak pelvik lenf nodları tedavi volümü içine alındı. Tüm olgular dinamik IMRT veya IMAT yöntemleri kullanılarak planlandı. Olgulara simultane integre boost (SIB) tekniği kullanılarak prostat volümüne ortanca 76 Gy (76-78Gy), seminal veziküllere ortanca 56 Gy (54-56 Gy), pelvik lenfatiklere ortanca 54 Gy (45-56 Gy) eksternal radyoterapi planlandı. Planlama sırasında olgularda rektumun V65 %7 nin, V40%5 in, mesanenin V65 %5 in, V40 %50 nin altında tutuldu. Ayrıca pelvik lenfatik ışınlanan hastalarda ince barsağın 50 cc lik volümünün 40Gy in, Dmax ın 50Gy in altında tutulması ve kemik iliğinin V0<%90, V0<%75 olması sağlandı. Günlük CBCT ile değerlendirilen hastaların görüntüleri referans tomografi görüntüleriyle füzyon edilerek gerekli masa kaydırmaları yapıldıktan sonra hastalar tedaviye alındı. Takip edilen olgular tedavi sırasında haftalık, tedaviyi takiben. ve.ayda erken yan etkiler açısından değerlendirildi. Genitouriner (GÜ), gastrointestinal (Gİ) yan etkiler ve cilt reaksiyonu Radiation Therapy Oncology Group (RTOG) skorlamasına göre derecelendirildi. Bulgular: Olguların ünde (%) grade II, 57 (%56.4) hastada grade I GÜ yan etki tespit edildi. Beş (%5) hastada grade I Gİ yan etki gözlemlenirken, sadece (%) hastada grade I cilt reaksiyonu saptandı. Hematolojik yan etki olarak yalnız (%) olguda grade I lökopeni gelişti. GI ve hemotolojik toksisite görülen olguların hiçbirine pelvis bölgesine radyoterapi uygulanmamıştı. Serimizde hiçbir olguda grade -4 yan etki gözlenmemiş, yan etki nedeniyle hiçbir olgunun tedavisine ara verilmemiştir. Sonuç: Primer prostat kanseri ışınlamasında CBCT rehberliğinde IMRT/IMAT tekniği ile yüksek doz radyoterapi güvenli bir şekilde uygulanabilmektedir. Bu teknik sayesinde pelvik radyoterapi yapılan olgularda ışınlanan hacim büyüklüğüne bağlı olarak artması beklenen yan etki gözlemlenmemiştir. Ref No: P-6 MESANE KANSERİ TANILI HASTALARDA ORGAN KORUYUCU TEDAVİ SONUÇLARIMIZ Ayça İribaş, Fulya Ağaoğlu, Selnur Özkurt, Leyla Kılıç, Meltem Ekenel, Mert Başaran, Murat Tunç, Faruk Özcan, Yavuz Dizdar, Rian Dişçi, Emin Darendeliler İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Amaç: Mesane koruyucu tedavi (MKT)amacıyla radyoterapi ± kemoterapi uygulanan mesane kanseri tanılı hastalarımızın tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi hedeflenmiştir. Gereç-Yöntem: Kliniğimizde 000-0 yılları arasında MKT yapılan 48 mesane kanserli hasta retrospektif olarak incelenmiştir. Hastaların 7 si 45 Gy eksternal radyoterapi uygulandıktan sonra yapılan ara sistoskopide tümör görülmemesine rağmen tedaviye devam etmedikleri için çalışma dışı bırakılmıştır. Kırkbir hastanın %76 sına tedavi öncesi maksimum TUR yapılmıştır. Hastaların %8 üne konformal radyoterapi uygulanmıştır. Faz I de Mesane ve lenfatik alanlarına 45 Gy /5 Fr verilmiştir. Ara kontrol amacıyla sistoskopiye gönderilen hastalarda patolojik tam cevabın ardından mesane lojuna ek dozla median 6 Gy (59,4-65) uygulanmıştır. Hastaların 0 u (%4 ü) konkomitan, 5 i (%7 si) indüksiyon+konkomitan kemoterapi almıştır. İstatistiksel olarak,sağkalım değerlendirmesinde Kaplan-Meier, karşılastırmada log-rank,çoklu analizde Cox-regresyon analizleri kullanılmıştır. Bulgular: Ortanca takip süresi 8(6-48) ay, ortanca yaş 68 (9-85) dir. Hastaların 9 u (%95 i) erkektir. Olguların %9 ü değişici hücreli karsinomdur; %78 si T evresindedir; hastaların% sinde intravesikal tedavi öyküsü vardır. Mesane koruyucu tedavi sonrasında lokorejyonel kontrol oranı %78 dir. Hastaların % sinde uzak metastaz görülmüştür. Tek değişkenli analizde; radyoterapi sonrası tam yanıt olanlarda yıllık genel sağkalım (%9 vs 64,p:0,005) ve hastalıksız sağkalım (%8,5vs 48,p:0,0) oranları anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Radyoterapi öncesi maksimum TUR yapılan olgularda tam yanıt oranı istatistiksel olarak anlamlı ölçüde yüksektir. (p:0,0). Tüm seride ve yıllık genel sağkalım sırasıyla %85, %78; hastalıksız sağkalım %7, %60 dır. Çok değişkenli analizde yaş grup,kt,rt e yanıt, RT öncesi maksimum TUR adlı parametreler değerlendirildi; RT ye yanıt değişkeninin sağkalımı istatistiksel olarak anlamlı derecede etkilediği görüldü. p:0.007, HR: 8,050 (,5-44,5). Sonuç: Mesane kanserinin tedavisinde sistektomi altın standart olmakla birlikte mesane koruyucu tedavi olmak isteyen veya medikal inoperabl olan hastalarda radyoterapi±kemoterapi ile %70-80 civarında yanıt oranları elde edilebilmektedir. GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 7

GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-6 RENAL HÜCRELİ KANSERLİ OLGULARIMIZIN GENEL ÖZELLİKLERİ: TEK MERKEZ DENEYİMİ Furkan Ertaş, Burcu Yapar Taşköylü, Atike Gökçen Demiray, Arzu Yaren, Gamze Gököz Doğu Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbı Onkoloji Bilim Dalı,Denizli Giriş: Renal hücreli kanser tüm kanserlerin %- ünü oluşturmaktadır ve çoğu hasta metastatik evrede tanı almaktadır. Biz burada takip ettiğimiz 7 renal hücreli hastanın genel özelliklerini sunduk. Materyal& Metod: Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkolojide takipli 7 hastanın demografik ve klinik özellikleri dosyalarından kaydedildi. Veriler SPSS 7 programında analiz edildi. Bulgular: Hastalarımızın i kadın (%9.7), 6 sı (%70.) erkek olarak saptandı. Tanı anında hastaların yaş ortalaması 60 idi. Performans durumu 4 ünde 0, 4 ünde, 9 unda idi. Tanı anında hasta (%8.8) metastatik evrede idi. Bu hastalardan8 inde (%48.6) sadece akciğer metastazı varken, sinde (%.4) iki veya daha fazla organ metastazı mevcuttu. 5 hasta (%94,6) radikal nefrektomi ile tanı aldı. 7 (%45.9) hastada berrak hücreli karsinom tanısı mevcuttu. Tanı anında 6 (%70.) hasta kötü prognostik faktörlere sahipti. Metastatik evredeki 4(%64.9) hasta sitokin tedavisi ve sonrasında tirozin kinaz inhibitörü tedavisi aldı. 9 u (%4.) pazopanib, 4 ü (%7.8) sunitinib ve hastada (%.7) sorafenib tedavisi aldı. Progresyon gelişen 5 hastada (%0.8) everolimus tedavisine geçildi. Hastalarımızın medyan PFS 5 hafta, tüm sağkalımı 5 hafta idi. Tirozin kinaz inhibitörü kullanımına göre değerlendirildiğinde; Pazopanib kullanan hastalarımızın hiçbirinde progresyon gözlenmezken, sunitib kullananlarda 40 ıncı haftada, sorafenib kullananlarda 8 inci haftada progresyon gözlendi. On hastada toksisite nedeniyle doz azatlımı yapıldı. Everolimus kullanan hastalarımızın ikisinde ilaca bağlı interstisyel pnömoni gözlendi. Sonuç: Hedefe yönelik tedavilerin kullanıma girmesi ve kullanım yaygınlığının artması ile renal hücreli kanserde tedavi yaklaşımları yeni bir bakış açısı kazanmıştır. Halen hangi tirozin kinaz inhibitörünün kullanılması gerektiği ile ilgili yeterli veri bulunmamaktadır. Etkinlik ve yaşam kalitesinin sonlanım noktaları olduğu birebir karşılaştırmalı çalışmaların sonuçları standart yaklaşımı oluşturuncaya kadar klinik deneyimlerimizin standarda yön vereceğini düşünmekteyiz. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ (PTV) %95 i, uygulanacak radyoterapi dozun %00 ünü alacak şekilde normalize edildi. Kullanılan radyoterapi planları Tablo de açıklanmıştır. Her hasta için doz volüm histogramlarından rektum ve mesane için V65, V70 ve V75 değerleri hesaplandı. Planların karşılaştırılması, ortalama V65, V70 ve V75 değerleri kullanılarak yapıldı. Bulgular-Sonuç: V65 değeri için ortalama rektum hacimleri karşılaştırıldığında Plan, V70 ve V75 değerleri için ortalama rektum hacimleri karşılaştırıldığında ise Plan 5 en düşük rektum hacimlerini sağlıyordu. Öte yandan V65 ve V70 değerleri için ortalama rektum hacimleri karşılaştırıldığında Plan 4, V75 değeri için ortalama rektum hacimleri karşılaştırıldığında Plan de en yüksek rektum hacimleri saptandı. Mesanenin maruz kalacağı dozların öngörülmesi amacı ile incelenen doz-volüm histogramlarında V65, V70 ve V75 değerlerinde Plan en düşük, Plan ise en yüksek ortalama mesane dozlarına sahipti.sonuçlar Tablo de gösterilmiştir. Ön ve 0 derece wedge kullanılan iki yan alan ile hazırlanan Plan, rektuma ait ortalama V65 değerleri içinde daha avantajlı olarak görünmekle birlikte rektumun maruz kaldığı daha yüksek dozlarda bu avantaj ortadan kalkmakta, buna karşılık Plan te daha yüksek dozlara maruz kalan ortalama rektum volümleri incelendiğinde avantajı artmaktadır. Rektumda izlenen daha yüksek dozlara maruz kalan ortalama hacimlerdeki azalmada görülen değişiklik mesane için gözlenmemektedir. İncelenen ortalama mesane hacimleri için Plan en avantajlı ardından sırası ile Plan 5, Plan, Plan 4 ve Plan gelmektedir. Prostat kanserli hastaların radyoterapi programlarında yüksek dozların uygulanmasında seçilecek plan seçiminde; doz-volüm histogramları, doz dağılımları ile birlikte hastanın radyoterapi programı sırasında oluşan şikayetleri göz önünde bulundurularak seçim yapmak, hastanın yaşam kalitesi açısından faydalı olabilecektir. Bu çalışmanın rektum dozları ile ilgili kısmı 0.ULUSAL Radyasyon Onkolojisi Kongresi nde poster bildiri olarak sunulmuştur. Tablo. Kullanılan Radyoterapi Planları Ref No: P-64 PROSTATA SINIRLI ADENOKARSİNOMALAR İÇİN RADYOTERAPİ UYGULAMALARINDA FARKLI PLANLARDA REKTUM VE MESANE DOZLARI Ahmet Yolcu, Ahmet Büyükyörük, Haldun Şükrü Erkal Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Konya Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Sakarya Amaç: Prostat kanseri tedavisinde radyoterapi gelişen teknoloji ve tedavi planlama sistemleri ile önemini giderek arttırmaktadır. Öncelikle rektum ve mesane olmak üzere, çevre kritik organlara uygulanan radyoterapi dozu erken ve geç yan etkiler üzerinde anlamlı ve hastaların yaşam kalitesi açısından belirleyici olmaktadır. Çalışmamızda, prostata sınırlı adenokarsinoma tanısıyla radyoterapi uygulanan 7 hastada 5 farklı ko-planar tedavi tekniği, doz-volüm histogramları kullanılarak rektum ve mesane dozları açısından değerlendirilmiştir. Gereç-Yöntem: Hastaların prostat, rektum ve mesane hacimleri radyoterapi planlama sisteminde konturlanarak prostat hacimlerine her yönde cm eklenerek PTV oluşturuldu. Tüm tedavi planlarında 8 MV foton enerjisi kullanıldı, planlar planlanan hedef hacmin Tablo- Şekil. Rektum ve mesane için ortalama V65, V70 ve V75 değerlerinin farklı planlarda karşılaştırılması 74 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-65 RENAL HÜCRELİ KARSİNOM HASTALARIMIZIN DEMOGRAFİK VE HİSTOPATOLOJİK ÖZELLİKLERİ Sinemis Yüksel, Nur Dinç, Nurgül Yaşar, Dinçer Aydın, Aslıhan Güven, Özlem Ercelep, Taner Korkmaz, Kübra Aydın, Hatice Odabaşı, Mahmut Gümüş Dr. Lutfi Kırdar Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi Giriş-Amaç: Renal hücreli karsinom (RHK), erişkinde görülen kanserlerin %- ünü oluşturmaktadır. Ortanca tanı yaşı 65 olan RHK, erkeklerde kadınlara göre daha sık görülmektedir. RHK in %85 ini berrak hücreli tip oluşturmakla birlikte; daha nadir görülen papiller, kromofob, toplayıcı kanal tümör gibi alttipleri de bulunmaktadır. Biz çalışmamızda RHK tanılı hastalarımızın demografik ve histopatolojik özelliklerini incelemeyi amaçladık. Gereç-Yöntem: Ocak 006-Aralık 0 tarihleri arasında kliniğimize müracaat eden toplam 5 hastanın dosyası retrospektif olarak incelendi. Hastaların yaş, cinsiyet, histopatolojik özellikleri araştırıldı. Ayrıca tanı anındaki evre durumu TNM evreleme sistemine göre evrelendirildi. Bulgular: Hastalarımızın yaşları -8 arasında değişmekte olup ortanca yaş 57.8 olarak bulundu. Hastaların 7 (4.5) si kadın, 4(75.5) i ise erkekti. Hastaların %8.6 () sına nefrektomi ile, %7.4(6) üne ise sadece biyopsi ile tanı konulmuştu. Hastaların %47.(66) i tanı ananda metastatik evre ile başvurmuşlardı. En sık metastaz bölgelerinin sırası ile akciğer %9. (4), kemik %7.9 (7) ve karaciğer %6.4 (0) olduğu bulundu. Evre I, evre II ve evre III hastalık oranları sırası ile %0 (8), %0 (8), %.9 (8) idi. Histopatolojik özellikler incelendiğinde; hastalarımızın %7.5 () inin berrak hücreli karsinom alttipi olduğu belirlendi. Berrak hücreli karsinomların %.5 (4) inde sarkomatoid diferansiasyon mevcuttu. Daha nadir görülen papiller ve kromofob tipler sırası ile hastaların %9.9 (5) ve %. () sinde tespit edildi. Tümör çapları.6 ile 0 cm arasında değişmekte olup ortanca 8.6 cm idi. Sonuç: Elde ettiğimiz sonuçlara göre; hastalarımızın demografik özellikleri literatür ile uyumlu bulundu. Erkeklerde kadınlara göre : oranla daha sık görülmekteydi. Hastaların %60 ından fazlası tanı anında metastatik evrede idi. Literatür ile uyumlu olarak RHK in büyük çoğunluğunu berrak hücreli karsinom alttipi oluşturmaktaydı. Sarkomatoid patern kötü prognoz ile ilişkili bulunmuştur. Diğer histolojik alttiplerden papiller, kromofobik, onkositik nadir görülmektedir. Bizim çalışmamızdaki histopatolojik alttiplerin oranları literatür ile uyumlu bulunmuştur. Ref No: P-66 TANI ANINDA METASTATİK OLAN VE LOKAL HASTALIK SONRASI METASTAZ GELİŞEN RENAL HÜCRELİ KANSERLİ HASTALARIN KLİNİK ÖZELLİKLERİ VE TEDAVİ ETKİNLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Gökşen İnanç İmamoğlu, Arzu Oğuz, Dilşen Çolak, Ebru Sarı, Semiha Urvay, İlhan Hacıbekiroğlu, Mustafa Altınbaş Dışkapı Yıldırım Beyazıt EAH, Tıbbi Onkoloji Kliniği Kayseri EAH, Tıbbi Onkoloji Kliniği Metastatik Renal Hücreli Kanser (RHK). konvansiyonel kemoterapiye en dirençli tümörlerden biridir. Metastatik hastalık gelişen böbrek tümörlerinde beklenen yaşam süresi oldukça azalmıştır ve günümüzde bu hastalığa yönelik tedavilerle yaşam süresinde istenilen düzeyde ilerleme sağlanılamamıştır. Bu çalışmada tanı anında metastatik olan hastalar ve lokal hastalık sonrası metastatik hale gelen hastaların klinik özellikleri ve uygulanan tedaviler sonrası progresyona kadar geçen süre ve genel sağkalım süreleri incelenmiştir. Materyal ve Metod: Bu çalışmada si lokal evre sonrası metastatik hastalık gelişen, i de tanı anında metastatik RHK olan hasta retrospektif olarak incelendi. Tüm hastalara nefrektomi uygulanmıştı. Histolojik tanı operasyon sonrası spesmeninlerin patolojik incelemesi ile elde edildi. Tanı anında metastatik olan hastalar ve lokal evre olarak tedavi edilip takip sırasında metastatik olan hastaların metastaz yerleri görüntüleme yöntemleri ile tespit edildi. Hastalar birinci basamak tedavide interferon almıştı. Tolere edemeyen veya progresyon gösteren hastalara ise hedefe yönelik tedavilere geçilmişti. Progresyona kadar geçen süre ve genel sağkalım süreleri kaydedilerek her iki grup istatistiksel olarak karşılaştırıldı. Bulgular: Hastaların cinsiyet dağılımları benzerlik göstermekteydi. Yaş ortalamaları lokal grupta daha yüksekti. Patolojik tanılar her iki grup arasında benzer sayılarda gözlendi (Tablo ). Hastaların progresyona kadar geçen süre ve genel sağkalım süreleri incelendiğinde tanı anında lokal hastalığı olan ve daha sonra metastaz gelişen hastaların tanı anında metastatik olan hastalara göre anlamlı olarak daha iyi sürelere sahip oldukları görüldü (p<0.00) (Tablo ). Tartışma: Metastatik RHK tedavisinde hedefe yönelik tedavilerle, progresyon zamanı ve genel sağkalım üzerinde oldukça başarılı sonuçlar bildirilmektedir. Ancak, ülkemizde immünoterapi uygulanmadan hedefe yönelik tedaviler yapılamamaktadır. İmmünolojik tedavilerin yan etkileri çok yüksektir ve bir çok hasta bu tedaviyi tamamlayamamaktadır. Lokal tedavi sonrası metastaz gelişen hastalar ile tanı anında metastatik olan hasta grupları arasında klinik ve radyolojik yönden farklılıkları bulunmaktadır. Tanı anında metastatik olan tümörler, başlangıçta lokal evre olan tümörlere göre daha yüksek malignite özelliğine sahip hücrelerden oluşmaktadır ve yine metastaz sayısı bakımından daha olumsuz özelliklere sahiptir. Sonuçta, lokal hastalık sonrası metastatik olan hastalarla, tanı anında metastatik olan hastaların tedaviye cevapları, progresyon süresi ve genel sağkalım süreleri arasında farklılıklar mevcuttur. Bu çalışmada, tedavi yanıtı değerlendirildiğinde, lokal evre sonrası metastatik hastalık gelişen grupta primer metastatik gruptan daha iyi sonuçlar alındığı görülmektedir. Tanı anında metastatik olan hastaların daha erken dönemde progresyona gittikleri göz önüne alınarak bu grup hastalara daha agresif yaklaşımların uygulanması düşünülebilir. Tablo. Hastaların yaş, cinsiyet ve patolojik tanılarına göre dağılımı Lokal Metastatik Kadın 4 Erkek 8 8 Yaş 65.8 56 Patolojik Tanı Berrak Hücre 0 Kromofob Papiller RHK Tablo. Progresyona kadar geçen süre ve genel sağkalım süreleri Lokal Metastatik Progresyona kadar geçen süre (ay) 5 9 Genel sağkalım süresi (ay) 5 0 p<0.00 GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 75

GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-67 KASTRASYON DİRENÇLİ METASTATİK PROSTAT KANSERİNDE DOCETAXEL-PREDNİSOLON KEMOTERAPİ SONUÇLARIMIZ Cemil Bilir, Hüseyin Engin, Taner Babur, Yasemin Bakkal Temi Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Medikal Onkoloji, Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Zonguldak Amaç: Prostat kanseri erkeklerde en sık görülen kanser türlerinden olup mortalitesi metastatik vakalarda %0 lara kadar ulaşmaktadır. Erken evre prostat kanserinde küratif tedavi seçenekleri olmakla birlikte metastatik vakalarda tedavi palyatif olup median yaşam süresi 0- aydır. Bizde çalışmamızda kendi toplumumuzda metastatik kastrasyon dirençli prostat kanserli hastalarda docetaxel-prednisolon tedavisi, toksisite ve sürvi sonuçlarımızı sunduk. Materyal-Metod: Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal onkoloji kliniğinde 005-0 yılları arasında kastrasyon dirençli metastatik prostat kanseri (KDMPca) tanısı alan hastaların dosyaları incelenmiştir. Toplam 9 hasta KDMPca tanısı ile tedavi edilmiş olup yaş ortalaması 7 (4-85). Otuz üç (%85) hastada kemik metastazı, 5 hastada (%) karaciğer, 4 hastada (%0) yumşak doku metastazı ve hastada (%5) akciğer metastazı mevcuttu. Tedavi günde bir docetaxel 75mg/m.gün + prednisolon 0 mg/gün sürekli olarak uygulandı. Kemoterapi ECOG performans durumuna göre 0- olanlara tam doz, performans durumu olanlara doz azatlımı yapılarak başlandı. Bulgular: 9 hastanın toplam takip süresi 4 ay olup ortanca sürvi aydı (-9). Progresyonsuz sağkalım ise 6 ay (-) bulundu. Yirmi sekiz (%7) hastada PSA yanıtı alındı, ortanca yanıt 4 ng/ dl (-980), hastada (%9) ise PSA yanıtı alınamamıştır, ortanca artış 45 ng/dl (-60). Toplam kemoterapi kür sayısı 9 hasta için 8 idi. Altı hastada (%5) febril nötropeni, hastada grade allerjik reaksiyon ve hastada grade nefropati gözlendi. En sık görülen yan etkiler ise generalize halsizlik (%5) ve sensoryal nöropatiydi (%5). Tartışma: Metastatik kastrasyon dirençli prostat kanserinde mortalite ve morbidite oldukça yüksektir. Bizim toplumumuzda yapılan bu çalışmada hastaların docetaxel-prednisolon kemoterapisinden fayda gördükleri, yaşam süresinde uzama, özellikle ağrı şikâyetlerinde azalma ve ağrı kesici ihtiyacında azalma gözlenmiştir. Genç ve performans durumu iyi hastalarda ilk basamak docetaxel-prednisolon kemoterapisi denenmekle birlikte yaşlı ve düşkün hastlarda G-CSF desteği ve nöropati ve alerjik yan etkiler akılda tutulmalıdır. Ref No: P-68 HORMONA DİRENÇLİ METASTATİK PROSTAT KANSERİ TEDAVİSİNDE DOSETAKSEL KEMOTERAPİSİNİN ETKİNLİĞİ VE TOKSİSİTESİ: TEK MERKEZİN 8 SENELİK DENEYİMİ Asıf Yıldırım, Sarp Korcan Keskin, Cengiz Çanakçı, Özgür Arıkan, İsmail Ulus, Ramazan Gökhan Atış, Turhan Çaşkurlu SB İstanbul Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Anabilim Dalı, İstanbul Amaç: Hormona dirençli metastatik prostat kanseri tedavisinde Kabul görmüş birinci basamak tedavi dosetaksel kemoterapisidir. Bu çalışmada tek merkezde bu hasta grubunda uygulanan dosetaksel tedavisinin etkinliğinin ve toksisitesinin ortaya konması amaçlandı. Hastalar ve Yöntem: Aralık 004 Şubat 0 tarihleri arasında hormona dirençli metastatik prostat kanseri tanısı ile dosetaksel kemoterapisi (dosetaksel 75 mg/m / hafta + prednizon tb x5 mg/ gün) uygulanan hastaları verileri üroonkoloji polikliniği kayıtlarından retrospektif olarak tarandı. En az 4 kür dosetaksel kemoterapisi 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ alanlar ve en az 6 ay süre ile takibi olanlar çalışmaya dahil edildi. Hastaların kemoterapi öncesi histopatolojik verileri, PSA ları, almış oldukları hormonoterapiler, dosetaksel kür sayısı, dosetaksele PSA yanıtları ve dosetaksele bağlı toksisiteler kayıt edildi. Bulgular: Aralık 004 Şubat 0 tarihleri arasında hormona dirençli metastatik prostat kanseri tanısı alan toplam 9 hastaya en az 4 kür dosetaksel kemoterapisi verildi. Hastaların ortalama yaşı 66,6 (47 79), ortalama vücut kitle indeksi (BMI) 6,7 (0, 8,), ortalama tanı PSA değeri 0 ng/ml (9,0 60 ng/ml), ortalama tanı Gleason skoru 7,58 (6 0), ortalama uygulanan dosetaksel kür sayısı 7,45 (4 ) olarak bulundu. Tanı anında hastaların 67 si (%7,8) metastatik, ü (%5) lokal ileri evre ve si (%,) lokalize hastalığa sahipti. Yirmi-sekiz hastada (%0,4) PSA yanıtı >=%75, 60 hastada (%65,) PSA yanıtı >=%50 ve hastada (%,) hiçbir yanıt alınamadı. Dosetaksele bağlı toksisite olarak en fazla anemi (Grade, 6 hasta, %7,4) ve ikinci olarak nötropeni (Grade, 8 hasta, %8,7) görüldü. Sonuç: Hormona dirençli metastatik prostat kanserin tedavisinde dosetaksel kemoterapisi iyi tolere edilen ve PSA yanıtı yüksek kemoterapi rejimidir. Ref No: P-69 SERVİKS KANSERİNDE PET-BT NİN LENF NODU EVRELEMESİNE VE PROGNOZA KATKISI İlknur Bilkay Görken, Nesrin Dağdelen, Adem Şengül, Hatice Durak, Funda Obuz, Uğur Saygılı 4, Lütfiye Zümre Arıcan Alıcıkuş, Binnaz Demirkan 5, Meral Koyuncuoğlu 6 Dokuz Eylül Üniveristesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniveristesi Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniveristesi Tıp Fakültesi, Radyodiyagnostik Anabilim Dalı, İzmir 4 Dokuz Eylül Üniveristesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı, İzmir 5 Dokuz Eylül Üniveristesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Anabilim Dalı, İzmir 6 Dokuz Eylül Üniveristesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, İzmir Amaç: Serviks kanseri evrelemesinde kullanılan FİGO evreleme sistemi modern görüntüleme tetkiklerini içermeyen klinik bir evreleme sistemidir. Bu sistemde BT ve MRG, PET-BT tetkiklerinden elde edilen bulgular göz önüne alınabilmekte ancak evrelemede kullanılmamaktadır. Bu çalışmada amaç; PET BT tetkikinin lenf nodu evrelemesine katkısı ve prognoza etkisini değerlendirmektir. Hastalar ve Yöntem: Şubat 009-Ekim 0 tarihleri arasında kliniğimizde radikal radyoterapi (RT) ile tedavi edilmiş lokal ileri evre serviks karsinomlu olgular retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Bütün hastalar jinekolojik muayene ve radyolojik olarak MRG ve/ veya BT görüntüleri ile FİGO sistemine göre evrelenmiştir. Bu olgular içinden uzak metastaz taraması amacıyla PET-BT tetkiki yapılmış olan olgu çalışmaya dahil edilmiştir. Tüm olgulara haftalık 50 mg/m sisplatinle eş zamanlı eksternal pelvik RT (.8 Gy FDx5 fraksiyonda 45 Gy toplam dozda), ardından intrakaviter brakiterapi uygulanmıştır. PET-BT ile pelvik (P) veya paraortik (PA) lenf nodu metastazı (LNM) saptanması herhangi LNM (+), herhangi bir alanda P+PA LNM saptanmaması N0 olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Hastaların medyan yaşı 60 (4-85), medyan izlem süresi (6-69) aydır. FİGO evresi BT ve MRG bulguları eşliğinde (%5) hastada Evre IIA, 5 (%) hastada IIB, 5 (%68) hastada IIIC, (%5) hastada IVA olarak belirlenmiştir. PET-BT bulguları evrelemeye eklendiğinde 7 (%) hastada evre yükselmesi olmuş, (%4) hasta Evre IIB iken, 4 (%8) hasta ise IIIB iken IIIC olarak evrelenmiş; evre düşüşü hiçbir hastada saptanmamıştır. PET-BT ile 6 (%7) hastada LNM saptanmamış (N0), 6 hastada LNM saptanmıştır (%7). LNM dağılımları: hastada PLNM (%59), hastada PALNM saptanmıştır (%4). PALNM saptanan hastanın sinde PET ve MRG (+) (%67), inde PET-BT (+) iken MRG (-) tir (%). Pelvik LNM saptanan hastalar değerlendirildiğinde; 6 (%) hastada PET-BT ve MRG nin her ikisi de (+), 6 (%) hastada her ikisi de 76 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER (-), 5 (%6) hastada PET-BT (+) iken MRG (-) saptanmış; MRG si olmayan (%0) hastada ise PET-BT de PLNM (+) iken BT de N0 olarak değerlendirilmiştir. Hastaların (%9) si hastalık nedenli, (%9) si hastalık dışı nedenle ex olmuş, 4 (%64) hasta hastalıksız olup, 4 (%8) hasta hastalıklı olarak izlenmektedir. PET-BT N0 olan 6 hastada yıllık hastalıksız sağkalım (HSK) ve hastalığa özel sağkalım (HÖS) oranları sırasıyla %00, %00 iken, LNM (+) 6 hastada %6.5 ve %86.7 dir. Sonuç: Serviks kanseri evrelemesinde PET-BT nin lenf nodu evrelemesine katkısı olduğu ve hastalığın prognozunu belirleyebileceği görülmüştür. Çalışmamızdaki bulgular literatürle uyumludur. Ancak bu konuda yorum yapabilmek için, daha geniş hasta sayısıyla yapılacak çalışmalarla bu bilginin doğruluğu test edilmelidir. Ref No: P-70 SUNİTİNİB TEDAVİSİ ALAN METASTATİK BÖBREK HÜCRELİ KARSİNOMLU OLGULARININ RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRMESİ Çetin Ordu, Nilüfer Avcı, Kezban Nur Pilancı, Kerem Okutur, Akın Öztürk, Sezer Sağlam, Gökhan Demir İstanbul Bilim Üniversitesi Balıkesir Devlet Hastanesi İstanbul Bilim Üniversitesi ve Balıkesir Devlet Hastanesi tıbbi onkoloji bölümlerinde takip ve tedavi görmüş metastatik böbrek hücreli karsinom tanılı hastalara ait dosyalar retrospektif olarak değerlendirildi. Toplam 0 hastanın kaydına ulaşıldı. Bir hastanın patolojisi papiller hücreli böbrek karsinomu olması dışında diğer 9 hastanın patolojisi berrak hücreli böbrek karsinomu olarak tespit edildi. Ortalama 7.85 ay takip süresi olan hastaların takip süreleri sonunda 7 si ölü ü hayattaydı. Hastaların 9 u kadın i erkek cinsiyetine sahipti. Yaş ortalamaları 59.44 olarak hesaplandı. Hastaların median sağ kalım süresi ay bulundu. Şekil (min. 4 ay, maks. 50 ay) Memorial-Sloan Kettering Cancer Center (MSKCC) prognostik faktör modeline göre 5 i kötü prognostik grupta bulundu. Hastalarda prognostik faktörlere ve sunitinib tedavisi sırasında gelişen toksisitelere göre sağkalım analizi sonuçları değerlendirildi. İstatistiksel olarak anlamlı olmamakla beraber ortanca genel sağ-kalım süreleri diare gelişenlerde gelişmeyenlere göre daha kısa (sırasıyla ay vs ay) bulundu. Sunitinib tedavisi sırasında saptanan hematolojik toksisitelerden trombositopeni gelişen hastadan birinin en uzun sağkalım (50 ay) diğerinin ise göreceli olarak uzun sağkalım (5 ay) sürelerine sahip olmaları dikkati çekti. Progresyonsuz sağkalım (pfs)süreleri açısından değerlendirildiğinde diare gelişen hastalarda gelişmeyenlere oranla istatistiksel olarak anlamlı olarak daha kısa sağkalım süreleri saptandı. (9 ay vs 8 ay P= 0.04) İstatistiksel olarak anlamlı olmamakla beraber hipertansiyon gelişen hastalarda gelişmeyenlere göre daha kısa pfs süreleri (ortanca ay vs 8 ay) ve halsizliği olanlarda olmayanlara göre daha uzun pfs süreleri (ortanca 8 ay vs ay) saptandı. Sonuç olarak MSKCC faktör modeline göre kötü prognostik olanlar ile olmayanlar arasında sağkalım süreleri açısından fark saptanmadı. Bazı yayınlarda ifade edidiği gibi bu çalışmada sunitinib toksisitesi gelişen hastalarda gelişmeyenlere göre sağkalım süreleri açısından fark saptanmamış olmakla beraber, trombositopeni gelişen hastalardan birinin en uzun sağkalıma sahip hastanın olması dikkati çekti. Sunitinib tedavisine bağlı halsizlik gelişen hastalarda daha uzun progresyonsuz sağkalım süreleri saptandı. Diare gelişen hastalarda gelişmeyenlere oranla istatistiksel olarak anlamlı kısa pfs süreleri saptandı. Retrospektif yapılmış bu çalışmada sunitinibe bağlı gelişen toksisitelerin anlamlı düzeyde prognostik faktör oldukları gösterilememiştir. Bu konu ile ilgili yüksek sayılı ve uzun takipli çalışmalara ihtiyaç olduğu düşünülmektedir. Şekil. Tüm hastaların genel sağkalım eğrisi Ref No: P-7 ULTRASONOGRAFİ TESTİS HAKKİNDA HERSEYİ SOYLER Mİ? Ümit Özcan, Yeşim Sağlıcan, Yeşim Yıldırım, Mehmet Erdem Yıldız, Firuze Ocak, Hakan Özveri 4 Acibadem Universitesi Radyoloji Bolumu Acibadem Universitesi Patoloji Bolumu Anadolu Saglik Merkezi Tibbi Onkoloji Bolumu 4 Acibadem Universitesi Uroloji Bolumu Giriş: Ultrasonografi (US) testis tümörlerinin tanısında ve takibinde ilk siradaki tanı yöntemidir. Ancak US testis tümörlerini kitle haline geldikten sonra tanıyabilmektedir. Testiküler mikrolitiasis ise farklı bir US bulgusudur. Mikrolitiasisli olguların yaklaşık %0-0 sinde takipte testis kanserinin öncüsü olan intratübüler germ hücreli neoplazi izlenebilmektedir. Son yıllarda giderek gelişen dijital röntgen teknolojisi farklı bir çok tümör tanısında kullanılmakta ve kalsifikasyonları güvenilir bir şekilde göstermektedir. Bu çalışmanın amacı, orsiektomi spesimenlerinin US ve tam alanlı dijital orsiografi ile değerlendirilerek tanıya katkısının araştırılmasıdır. Gereç ve yöntem: Aralık 0-0 tarihleri arasında testis tümörü tanısı almış orsiektomi spesmeni ve normal testis parankimini simule etmek amacıyla kullanılan 6 koç testisi yüksek rezolusyonlu US ve tam alanlı dijital orsiografi ile incelendi. Kalsifikasyon tipleri ve yerleşimi, kitle ve US özellikleri kaydedildi. Görüntüleme sonuçları patoloji sonuçları ile korele edildi. Bulgular: Histopatoloji sonuçunda 4 seminom, 8 non-seminom ve 6 normal testis mevcuttu. US incelemesinde toplam 8 olgunun 0 unda kalsifikasyon tespit edildi. Orsiografi ise olguda kalsifikasyon gösterdi. Orsiografi kalsifikasyonların morfolojisini göstermekte US ye göre daha üstündü. Küçük ve düşük dansiteli kalsifikasyonların US de izlenmediği dikkati çekti. US, kitle lezyonlarını çevre parankiminden ayırt etmekte orsiografiden daha duyarlıydı. Toplam 7 olguda intratubüler germ hücreli neoplazı varlığı tespit edilmiş olup, bu olguların tümünde her iki yöntemle de kasifikasyon tespit edildi. Sonuç: Testis tümör kitlelerinin tespitinde US orşiografiye üstündür. Buna karşın testis kalsifikasyonlarının tespiti ve morfolojık analizinde orşiografi US den daha ayrıntılı sonuç vermektedir (Şekil ). Orşiografi uygulamasının gelecekte tümör tanısı almış olgularda kontralateral testisin değerlendirilmesinde kullanımı konusunda ileri çalışmalarla desteklenmesi uygun olacaktır. GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 77

GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Şekil. Resımde kalsifikasyon içeren bir nonseminom olgusunun orsiografi ve US bulguları izlenmektedir. Ref No: P-7 BÖBREK TÜMÖRLERİNDE PROGNOSTİK FAKTÖRLER: TEK MERKEZ DENEYİMİ Mustafa Yıldırım, Mustafa Yıldız, Çetin Kaya, Sevil Göktaş, Özlem Demirpence, Dinç Süren 4 Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Batman Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Antalya Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Biyokimya, Batman 4 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, Antalya Amaç: Böbrek tümörleri Amerika Birleşik Devletlerinde tüm kanser vakalarının yaklaşık %4 ünü oluşturur ve kanser nedenli ölümlerinin% sinin nedenidir. Böbrek tümörlerinin %85 i renal parankim kökenli iken geriye kalanlar renal pelvis tümörleridir. Renal pelvis kanseri çoğunlukla transizyonel hücre tipindedir. Böbrek parankim kökenli tümörlerin neredeyse tümü adenokarsinomdur ve berrak hücreli tip %85-%90 oranı ile en sık görülen histolojik alt tipdir. Dünya genelinde böbrek tümörlerinin insidansı ülkeden ülkeye değişmektedir. Avrupa ve Kuzey Amerika da insidans yüksek, Asya ve Güney Amerika da ise insidansı daha düşüktür. Kadınlarda genellikle erkeklerin yaklaşık yarısı kadar sıklıkta görülür, bu oran ülkelere göre değişmektedir. Bu çalışmamızda kliniğimizde takip edilen böbrek tümörlü hastaların verileri değerlendirilmiştir. Gereç-Yöntem: 008-00 yılları arasında Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji kliniğinde histopatolojik olarak tanısı doğrulanmış ve görüntüleme yöntemleri ile evrelendirme çalışmaları yapılmış böbrek tümörlü hastalar çalışmaya alındı. Bulgular: Çalışmaya 0 u kadın (%45.5), si (%54.5) erkek toplam hasta alındı. Hastaların ortalama yaşı 6.4+-4. (range -85) idi. Hastaların 7 unda (%77.) berrak hücreli adenokanser, 4 ünde (%8.) transizyonel hücreli kanser, bir hastada (%4.5) leimyosarkom tespit edildi. Hastaların 8 inde (%6.4) komorbid hastalık tespit edildi. En sık saptanan komorbid hastalık 4 hasta ile hipertansiyondu. Hastaların 4 ünde (%6.6) metastaz tespit edildi. Hastaların tedavi öncesi yapılan karaciğer, böbrek fonksiyonları ve hemogramları değerlendirildi. Hastaların medyan takip süresi 9.7 ay idi. Hastaların ortalama yaşam süresi 9.5 ay (%95 confidence interval 59.9- ay) olarak saptandı. Hastalar metastatik olup olmamalarına göre gruplandırıldığında sağkalımları istatiksel anlamlı farklı idi (p:0.7). Metastazı olmayan 8 hastanın tümü yaşıyordu. Uzak metastazı olan hastaların medyan sağkalımı.4 ay olarak saptandı. Uzak metastazı olan hastalarda hemoglobin değerinin g/dl altında olması yaşam süresi bakımından istatiksel anlamlı iken ldhnın 50 U/L üstünde olması ve yaşın 60 ın üzerinde olması anlamlı bulunmadı (p:0.044, p:0.449, 0.90). Sonuç: Lokalize böbrek kanserinde, cerrahi küratif bir tedavi yöntemidir. Çalışmamızdada lokalize böbrek tümörlü hastalarda uzun süreli sağkalım tespit ettik. Metastatik evredeki böbrek tümörlerinin 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ seyri ise daha agresiftir. Bu hastalarda tanı sırasında aneminin olup olmamasının ve metastaz statusu önemli prognostik faktörlerdendir. Ref No: P-7 IMRT TEDAVİSİ YAPILAN PROSTAT CA LI OLGULARDA BARSAK DOZLARININ AKUT GİS TOKSİTESİ ÜZERİNE ETKİSİ Cemgil Erdoğan, Ayben Balkanay, Duygu Baycan, Didem Karaçetin, Aysun Ata, Begüm Ökten, Berrin İnanç, Özlem Mermut, Özlem Konuk İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği Amaç: Çalışmada IMRT ile tedavi edilen hastalarda barsak dozlarının akut toksite üzerindeki etkilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Orta risk grubuna giren prostat adenokarsinom tanılı 5 hasta çalışmaya dahil edildi. Hedef ve kritik organlar Eclipse Tedavi Planlama Sistemi kullanılarak boyutlu tomografi üzerine konturlandı. Prostat ve seminel vesiküller konturlanıp CTV oluşturuldu. Oluşturulan CTV ye her yönde 8-0mm, rektum yönünde 5mm marj verilerek PTV oluşturuldu. Barsak konturları lomber 5 vertebra altından başlayıp rektosigmoid bölgeye kadar çizildi. Hastaların tedavileri SIB tekniği ile 7 alan IMRT olarak planlandı. Dozlar PTV prostat için Gy/fr dan 74-76 Gy, PTV Seminel Vesikül için Gy/fr dan 54-56 Gy olarak planlandı. Toplam doz, hedef volumun %95 i dozun %00 unu alacak şekilde normalize edildi. Hastalar, akut yan etkiler değerlendirilmek için tedavi esnasında haftada bir, tedavi sonrası ilk ayda muayene edildi. Morbidite değerlendirmesinde RTOG skorlama sistemi kullanıldı. Bulgular: Bu çalışmada barsak dozları RTOG nin D80cc < 5Gy, D00cc < 40Gy, D65cc < 45Gy kritelerine göre değerlendirilmiştir ve kliniğimizde tedavi edilen 5 hastanın barsak dozları Tablo de gösterilmiştir. Konturlanan barsak volümü, prostat boyutu ve mesane doluluğuna göre değişiklik göstermiştir. Akut yan etkiler de RTOG yanetki kriterleri esas alınarak, tedavi esnasında haftada bir, tedavi sonrası ilk ayda değerlendirildi. En sık görülen akut yan etki GIS yan etkileri oldu. 5 hastanın ünde grade diyare gözlenirken, inde grade diyare saptandı. Grade diyare gözlenen hastanın tedavisine ara verildi. Tedavi sonrası - haftada hastaların şikâyetleri tamamen geriledi. Tablo : 5 hastaya ait ortalama barsak dozları Sonuç: Çalışma sonucu değerlerimiz RTOG tolerans değerlerinin içinde olmasına rağmen hastalarımızın bazılarında grade ve grade yan etkiler gözlenmiştir.yan etki gösteren hastaların kontur ve planlamalarına tekrar bakıldığında; tedavi alanına giren barsak hacminin prostatın boyutu ve mesane doluluğuna göre diğerlerinden fazla olduğu gözlenmiştir. Prostat tedavisi IMRT olacak olan hastalarda riskli organlar çizilirken, barsak çizilip optimizasyon sırasında ayrıca normal doku sınırlaması verilmelidir. Bu durum hastanın akut yan etkilerini azaltıp hayat kalitesini arttıracaktır. SIB IMRT, erken ve geç morbiditesi düşük lokal kontrol oranı yüksek daha iyi doz dağılımı sağlayan uygulanabilir bir tedavi yöntemidir Tablo. 5 hastaya ait ortalama barsak dozları D80cc D00cc D65cc Ort (cgy) 54,4 986, 494,6 std. sapma (+, -) 49, 89,7 458,6 78 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-74 LOKALİZE PROSTAT KANSERLİ HASTALARDA KONFORMAL TEDAVİ TEKNİĞİ VE FLASH IMRT TEKNİKLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Bahar Papatya Baltalarlı, Özlem Özdemir, Canan Ertunç, Necla Tarpıcı Pamukkale Universitesi Tip Fakultesi Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Bolumu Amaç: Prostat kanserli on olgu için konformal ve Flash IMRT (Yoğunluk Ayarlı Radyoterapi) tekniği kullanılarak yapılan; PTV ve CTV için uygun doz dağılımını sağlayan doz planlamalarının rektum, mesane, femur dozları yönünden karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Bu çalışmada kliniğimizde kullanılan Prowess Panter tedavi planlamasında kullanılan DAO (direk alan optımizasyonu)nun konformal planlama yöntemlerine göre komşu normal dokulardaki volüm dozlarını azaltma avantajı değerlendirilmektedir. DAO tekniği IMRT planlama aşamasında diğer algoritmalardan farklı olarak cihazın fiziksel geometri ve enerji özelliklerini kullanan bir inverse planlamadır,ve özellikle tedavi planlamalarının süresini azaltabilmesi nedeniyle Flash IMRT tekniği olarak adlandırılmıştır. On prostat kanserli olgunun konformal ve Flash IMRT tekniğiyle yapılan planlarının karşılaştırılmasında 0 Gy, 60 Gy ve 70 Gy alan rektal volumler (%); 40Gy,65 Gy doz alan mesane volümleri, rektum ve mesanenın ortalama dozları ve femur başlarının aldığı maksimum dozlar karşılaştırılmıştır. İstatistiksel analiz için SPSS 7 versiyonunda t testi (paıred sample t test) kullanılmıştır. Bulgular: 0 Gy, 60 Gy ve 70 Gy alan rektal volumler (%); 40Gy,65 Gy doz alan mesane volümleri, rektum ve mesanenın ortalama dozları ve femur başlarının aldığı maksimum dozlar flash IMRT tedavi planlama tekniğiyle istatistiksel anlamlılık düzeyinde düşük bulunmuştur. Tabloda olgulara ait veriler görülmektedir. Sonuç: Flash IMRT tekniği konformal prostat planlamasına göre komşu organ koruma yönünden konformal tekniğe göre daha etkilidir ve tedavi planlayıcısına süre kazandırmaktadır. Gereç-Yöntem: Kliniğimizde 00 ile 00 yılları arasında tedavi edilen hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların hastalıksız sağkalım ve genel sağkalım verileri tespit edildi. Nüks ve sağkalımı etkileyen faktörler araştırıldı. İstatiksel değerlendirmeler için SPSS version 5.0 paket programı kullanıldı. Verilerin değerlendirilmesinde Mann-Whitney U testi, ki-kare analizi, lojistik regresyon çok değişkenli analizi, Cox regresyonu ve Kaplan-Meier analizinden yararlanıldı. İstatistiksel anlamlılık sınırı p<0.05 olarak kabul edildi. Bulgular: Hastalarımızın ortalama takip süresi 7,98 ay (std. deviasyon,96) idi. Hastaların ortalama yaş değeri 67,8 idi. Klinik ve patolojik evre dağılımı hasta T (0.9), 0 hasta Ta (%9.4), 0 hasta Tb (%4.), 96 hasta hasta Tc (%45.), 7 hasta Ta (%8), hasta Tb (%5.7), hasta Tc (%5.) ve hastada T4a (%.) idi. Opere olmayan hastalarımız, düşük risk (Tc-Ta, psa <=0 ng/ml, gleason <=6), orta risk (Tb, 0 <psa<=0 ng/ml, gleason 7) ve yüksek risk (Tc ve üstü, psa 0 üzeri, gleason 8 ve üzeri) gruplarına ayrıldı. Risk gruplarına göre dağılım düşük risk %0.5 (7 hasta), orta risk %5.4 (5 hasta) ve yüksek risk %74 (0 hasta) idi. Hastaların %0.8 inde ekstraprostatik yayılım (44 hasta), %4.5 inde perinöral invazyon (90 hasta), %,6 sında seminal vezikül invazyonu (9 hasta) ve operasyon geçiren hastaların %7 sinde cerrahi sınır pozitifliği (6 hasta) saptandı. Olgularımızın gleason 7 ve altı olanların oranı %78, (66 hasta), 8 ve üzeri olanlar %,7 (46 hasta) idi. Hastalarımızın 5 yıllık hastalıksız sağkalımları %8 ve 5 yıllık genel sağkalımları %96 olarak tespit edildi. Hastalıksız sağkalıma etkili faktörler olarak, cerrahi durum (p 0,06), seminal vezikül tutulum durumu (p 0,004), gleason değeri (p 0,00), başlangıç PSA değerleri (p 0,04) olarak tespit edildi. Genel sağkalıma etkili faktörler, seminal vezikül tutulum (p 0,00), ekstrakapsüler tutulum (p 0,04), gleason değeri (p 0,04), risk grupları (p 0,06), başlangıç psa değerleri (p 0,07) olarak belirlendi. Sonuç: Prostat kanseri nedeniyle başvuran hastalarda klinik ve patolojik faktörler değerlendirilerek nüks ve genel sağkalım hakkında öngörüde bulunabilmek mümkündür. GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ Tablo. Farklı tekniklere göre rektum mesane % volüm ve femurdozları dozlar Komsu organların hacimsel dozları konformal tedavi tekniği (%volüm) flash IMRT tekniği (%volüm) %rektum 0Gy 76, 70,7 %rektum 60Gy,0 6,4 %rektum 70Gy 6,0 0,0 %mesane 40Gy,6 9,8 %mesane 65 Gy 6,,9 sol femur max 48, Gy 46, Gy sağ femur max 48,6Gy 47,Gy Ref No: P-75 PROSTAT KANSERİ NEDENİYLE RADYOTERAPİ UYGULANAN HASTALARDA NÜKS VE SAĞKALIMI ETKİLEYEN FAKTÖRLER Hüseyin Tepetam, Saliha Bilge Peksu, Atınç Aksu, Mihriban Koçak, Pınar Üler, Alpaslan Mayadağlı T.C. Sağlık Bakanlığı İstanbul İli Anadolu Güney Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği T.C. Sağlık Bakanlığı İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği Amaç: Bu çalışmada prostat kanseri nedeniyle radyoterapi uyguladığımız hastalarda nüks ve sağkalımı etkileyen klinik ve patolojik faktörleri inceledik. Ref No: P-76 TESTİS İN NADİR GÖRÜLEN TÜMÖRÜ: İNFLAMATUAR MİYOFİBROBLASTİK TÜMÖRLÜ BİR OLGU SUNUMU Esin Avşar, Deniz Arslan, Şeyda Gündüz, Mükremin Uysal, Ali Murat Tatlı, Sema Sezgin Göksu, Cumhur İbrahim Başsorgun, Burhan Savaş Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Bilim Dalı, Antalya Giriş: İnflamatuar myofibroblastik tümör (İMT), nadir görülen mezenkimal benign bir tümördür. Özellikle akciğerleri tutar. Histopatolojik incelemede farklı sayılarda plazma hücresi, lenfosit, histiyosit ve immünoblast içeren bir infiltratla birlikte iğ hücreleri ve fibröz dokudan oluşan; fibroblastik retikulum hücreleri olarak adlandırılan aksesuar immün sistem hücrelerinin bir alt tipinden köken aldığı ileri sürülmektedir. İMT histopatolojik olarak benign olmasına karşın, bilgisayarlı tomografi de infiltrasyon gösteren invaziv malign bir tümöre benzer. Malign-benign ayrımı yapmak çoğu zaman mümkün olmaz. Tedavide en iyi yöntem komplet cerrahi rezeksiyondur. Burada testis yerleşimli İMT lü olgumuzun bulgularını mevcut literatürler eşliğinde tartıştık. Vaka sunumu: Altı yıl önce Prostat Ca tanısı alıp, remisyonda takip edilen 77 yaşında erkek hasta yaklaşık aydır olan sık idrara çıkma ve idrar yaparken zorlanma şikayetleri nedeniyle hastaneye başvurdu. Yapılan fizik muayenede, sağ inguinal bölgede şişlik saptanması üzerine sağ inguinal hematom ön tanısıyla hastaya yüzeyel doku ultrasonografisi (USG) yapıldı. USG de sağ inguinal bölgede 66 4 mm boyutunda hipoekoik, heterojen, lobüle kontürlü, içerisinde belirgin Susesi Otel, Antalya 79

GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER vasküler sinyal alınan görünüm ile bunun inferomedialinde 8 8 mm boyutunda benzer natürde. bir hipoekoik görünüm (Şekil ) izlendi. Çekilen alt abdomen bilgisayarlı tomografide (BT), sağ inguinal kanalda 57 6 mm boyutlarında heterojen lobüle kontürlü yumuşak doku dansitesinde görünüm saptandı. Bu görünümün inferiorunda, skrotal kese içerisinde en geniş boyutları 44 6 mm ölçülen heterojen kitle nedeniyle hastanın inguinal lenf bezlerinden ince iğne aspirasyon biyopsisi yapıldı. Patoloji sonucunun, inflamatuar bir proçesten ziyade mezenkimal tümoral bir lezyonu düşündürmesi nedeniyle, hastaya bilateral orşiektomi uygulandı. Daha küçük boyutlu kitlenin operasyon sırasında gönderilen frozenda lipom olduğu saptandı. Büyük çaplı kitlenin patolojisi, miksoid zeminde, plazma hücrelerinden baskın yer yer follikül oluşturan yangı hücrelerinin arasında veziküle nükleuslu, belirgin nükleollu myofibroblastik karakterde hücrelerden ve fibrokollojen özellikte lezyondan oluşan immünohistokimyasal olarak uygulanan CD 4, S-00, Desmin negatif, Aktin diffüz pozitif, anaplastik lenfoma kinaz (ALK) fokal pozitif şeklinde raporlandı (Şekil ). Olguda spermatik kord cerrahi sınırda lezyon yoktu. Lezyon tunika vajinalis ve tunika albugineaya invaze ancak aşmamıştı. Multidisipliner onkoloji konseyinde hastanın tedavisiz izlemine karar verildi.hasta 5 aydır remisyonda takip edilmektedir. Sonuç: Yaşlı bir erkek hastada testisde kitle saptanması durumunda ayırıcı tanıda İMT de akılda tutulmalıdır. Primer tedavisinde komplet cerrahi rezeksiyon uygulanan hastalarda, tedavi başarısı yüksektir. Şekil. Sağ inguinal bölgede 66 4 mm boyutunda hipoekoik, heterojen, lobüle kontürlü, içerisinde belirgin vasküler sinyal alınan görünüm (A) ile bunun inferomedialinde 8 8 mm boyutunda benzer natürde. bir hipoekoik görünüm (B). Şekil Şekil. (A) İğsi hücreler yanında yoğun lenfoplazmositer hücre infiltrasyonu izlendi, (B) İmmünhistokimyasal yöntem ile uygulanan ALK ile iğsi hücrelerde sitoplazmik pozitiflik Ref No: P-77 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ PROSTAT KANSERİ NEDENİYLE RADYOTERAPİ VE/ VEYA HORMONOTERAPİ UYGULANAN HASTALARDA YAN ETKİ PROFİLLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Hüseyin Tepetam, Mihriban Koçak, Saliha Bilge Peksu, Atınç Aksu, Gökhan Yaprak, Pınar Üler, Alpaslan Mayadağlı T.C. Sağlık Bakanlığı İstanbul İli Anadolu Güney Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği T.C. Sağlık Bakanlığı İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği Amaç: Bu çalışmada prostat kanseri nedeniyle radyoterapi ve androjen baskılama tedavisi uyguladığımız hastalarda yan etki profillerini inceledik. Gereç-Yöntem: Kliniğimizde 00 ile 00 yılları arasında tedavi edilen hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalarımızın yan etki profilleri RTOG Kriterlerine göre akut ve kronik olarak tespit edildi. Hormonoterapi uygulanan hastaların, kullanım sürelerine göre (4 ay ve üstü, 4 ay altı) yan etkileri ve hastalıksız sağkalımları değerlendirildi. Hastaların radyoterapileri lenfatik yayılım risklerine göre tüm pelvis ve prostat loju olarak gruplandı. Ayrıca radyoterapi uygulaması, konformal boyutlu radyoterapi ve konvansiyonel olarakta gruplandırıldı. İstatiksel değerlendirmeler için SPSS version 7 paket programı kullanıldı. Verilerin değerlendirilmesinde Mann-Whitney U testi, ki-kare analizi, lojistik regresyon çok değişkenli analizi, Cox regresyonu ve Kaplan-Meier analizinden yararlanıldı. İstatistiksel anlamlılık sınırı p<0.05 olarak kabul edildi Bulgular: Hastalarımızın ortalama takip süresi 7,98 ay (std. deviasyon,96) idi. Hastaların ortalama yaş değeri 67,8 idi. Klinik ve patolojik evre dağılımı hasta T (0.9), 0 hasta Ta (%9.4), 0 hasta Tb (%4.), 96 hasta hasta Tc (%45.), 7 hasta Ta (%8), hasta Tb (%5.7), hasta Tc (%5.) ve hastada T4a (%.) idi. Hastalarımızın 9 tanesi (%9) kısa ve/veya uzun dönem androjen deprivasyon tedavisi aldı. Hormonoterapi uygulanan hastaların 57 tanesinde (%9.5), hormonla ilişkili yan etki görüldü. Erektil disfonksiyon 0 hastada (%0.), jinekomasti hastada (%6.7), sıcak basması 5 hastada (%8.) mevcut idi. Hormonoterapiyi 4 aydan fazla kullananlarda (4 hasta) yan etki görülme sıklığı diğer gruba göre istatiksel anlamlı bulundu (p 0,044). Aynı grupta hastalıksız sağkalım istatiksel olarak anlamlı idi (p 0,0). Radyoterapi ile ilişkili akut yan etkilere baktığımızda diyare, tüm pelvis radyoterapisinde anlamlı olarak daha fazlaydı (p 0,00). Konvansiyonel radyoterapi uygulanan hastalarda da diare istatiksel anlamlı fazla bulundu (p 0,000). Hastalarda geç yan etkilere (üriner darlık, noktüri ve inkontinans) bakıldığındayan etkiler, konvansiyonel radyoterapi grubunda istatiksel olarak fazla görüldü (p 0,005). Hastalıksız sağkalım süresi, tüm pelvis radyoterapisi uyguladığımız hastalarda istatiksel olarak daha uzun gerçekleşti (p 0,09). Genel sağkalımda her iki grup arasında anlamlı fark tespit edilmedi. Sonuç: Prostat kanseri nedeniyle başvuran hastalarda hormonoterapinin 4 ay ve üzeri grupta tolere edilebilir yan etkilerine rağmen hastalıksız sağkalım daha iyidir. Radyoterapinin konformal olarak uygulanması akut ve geç yan etkileri azaltmaktadır. 80 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-78 METASTATİK PRİMER MESANE ADENOKARSİNOMLU OLGUDA FOLFOX4 REJİMİ İLE TAM YANIT Ali Murat Tatlı, Mükremin Uysal, Sema Sezgin Göksu, Deniz Arslan, Şeyda Gülenay Gündüz, Hasan Şenol Coşkun, Burhan Savaş, Hakan Şat Bozcuk, Mustafa Özdoğan 4 Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Medikal Onkoloji Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji 4 Medstar Antalya Hastanesi Kanser Merkezi Amaç: Mesane kanseri denilince akla değişici klasik epitelyum hücreli kanser gelir. Primer mesane adenokarsinomu ise oldukça nadir olup tüm primer mesane kanserlerinin %0,5- sini oluşturur. Mesanenin primer adenokarsinomu klasik mesane karsinomunda verilen kemoterapilerden fayda görmemektedir. Bu nedenle optimal kemoterapi rejimi yoktur. Bizim primer mesane adenokarsinom tanısı ile takipli hastamıza verdiğimiz FOLFOX4 tedavisi sonrası tam yanıt elde ettiğimiz hastamızı sunmak istedik. Bulgular: Kırkbir yaşında erkek hasta haftadır devam eden makroskopik hematüri şikayeti ile bir üroloji kliniğine başvurmuş. Yapılan değerlendirmelerinde mesanede tümöral kitle saptanmış ve radikal sitektomi yapılıp onkoloji kliniğimize sevk edilmiş. Postoperatif patoloji sonucu pt4 (prostat invazyonu) N taşlı yüzük hücreli adenokarsinom olarak değerlendirildi. PET-CT ile yapılan evrelemesinde multible akciğer metastazı ve batın içi lenf nodlarında metastaz görüldü. Yapılan üst ve alt endoskopisi normal bulundu. Hasta evre 4 primer mesane adenokarsinomu olarak değerlendirildi. FOLFOX4 kemoterapi rejimi başlandı. Tedavinin. ayında parsiyel yanıt, 6.ayında ( kür) tam yanıt elde edilip FOLFOX4 tedavisine ara verildi. Tedavi ile ilgili major bir yan etki görülmedi. Hasta halen tedavisiz klinik remisyonda takiptedir. Sonuç: Primer mesane adenokarsinomu çok nadirdir ve tedavisinde belirlenen optimal bir tedavi kemoterapi şekli yoktur. Metastatik hastalıkta prognoz çok kötüdür ve etkili kemoterapötik ajanlara ihtiyaç vardır. Biz burada FOLFOX4 kemoterapisi ile tam yanıtlı primer mesane adenokarsinomu vakamız ile literatüre katkı sağlamak istedik. Gerçekten de son yıllardaki literatürlerde oxaliplatin, 5-fluorouracil and folinic acid kombinasyonunun bu hastalıkta etkili olabileceğine dair yayınlar bulunmaktadır. Bu nedenle evre 4 primer mesane adenokarsinomlarında FOLFOX4 tercih edilebilir bir kemoterapi rejimi olabilir. Ref No: P-79 PRİMER BÖBREK KAYNAKLI KÜÇÜK HÜCRELİ KARSİNOM: OLGU SUNUMU Didem Karacetin, Tevfik Fikret Çermik, Berrin İnanç, Rıza Umar Gürsu, Gökhan Toktaş 4, Kemal Behzatoğlu 5, Özlem Mermut İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, İstanbul İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nükleer Tıp Kliniği, İstanbul İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, İstanbul 4 İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Üroloji Kliniği, İstanbul 5 İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, İstanbul Giriş: Böbrek yerleşimli küçük hücreli karsinom, immunohistokimyasal olarak nöroendokrin ve epitelyal neoplazm karakteristikleri gösteren oldukça agresif ve uzak metastaz potansiyeli taşıyan, nadir bir malign tümördür. Küçük hücreli karsinomların yaklaşık %5 i ekstrapulmoner yerleşimlidir ve böbrek yerleşimine de literatürde çok az rastlanmaktadır. Olgu: 5 yaşında erkek hasta, 00 yılında sol nefrolitotomi operasyonu geçirmiştir. yıldır sağ atrofik böbrek tanısı mevcut olup, stent takılan hastada üre, kreatinin düzeylerinin yükselmesi üzerine Mart 0 de sol nefrostomi tüpü takılmıştır. Takip döneminde çekilen MRG de sol böbrek hilusu düzeyinde kontrast tutmayan yaklaşık 45x44x40 mm boyutlarında iyi sınırlı solid, kitle lezyon saptandı. Nisan 0 de kitleden biopsi alınarak, nefrostomi takıldı. Evreleme amacıyla çekilen F-8 FDG PET-BT görüntülemede, retroperitoneal alanda, sol böbrek hilus düzeyinde 4x 8 mm boyutlarında malign karakterde hipermetabolizma gösteren kitlesel lezyon saptandı. Kitleden elde edilen SUVmax değeri 4.4 olarak hesaplandı. Kitle dışında nodal veya uzak organ metastazı bulgusu saptanmayan hastaya kemoterapi (Karboplatin- Etoposid) 6 kür planlandı. Kemoterapinin tamamlanmasından sonra Aralık 0 tarihinde çekilen PET-BT görüntülemede sol böbrek yerleşimli kitlesel lezyonun boyutlarında belirgin regresyon söz konusu olup bu çalışmada mm boyutlarında bakiye tümör dokusu izlenmiştir. Bakiye lezyondan edilen SUVmax değerinde de önemli düzeyde düşüş hesaplandı (SUVmax: 7.4). Tartışma: Küçük hücreli karsinomlar, trakeabronşial böldenin primer tümörlerinin %0-%0 sini oluşturan epitelyal tümörlerdir. Ekstrapulmoner organlarda çok nadir görülen bu küçük hücreli karsinoma; özafagus, larinks, nazal kavite, gastrointestinal sistem, uterin serviks,parotis bezi, endometrium, safra kesesi, deri, pankreas, prostat ve mesanede rastlanmaktadır. Genitoüriner sistemde daha çok prostat ve mesanede rastlanmakta olup, böbrekte oldukça nadir görülmektedir. Böbrek epitelyal tümörlerinin % den azını oluşturmakta ve oldukça agresif davranmaktadır. Literatürde Ortalama yaşam süresi 5 ay olup, vaka sayısının azlığı nedeni ile standart bir tedavi protokolü yoktur. Tedavi olarak, nefrektomi ve sonrasında kemoterapi önerilse de yaşam süreleri oldukça kısadır. Bununla birlikte kemoterapinin yaşam süresi üzerine olumlu etkileri olabileceği bildirilmektedir. GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ Şekil. Tedavi öncesi Şekil. Tedavi sonrası Susesi Otel, Antalya 8

GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Şekil. Tedavi Öncesi PET-BT görüntülemede Sol böbrek hilus düzeyinde kitlesel lezyona ait yoğun patolojik F-8 FDG tutulumu izlenmiştir [A: BT kesiti, B: PET kesiti, C: Füzyon kesiti, D: MIP (Üç boyutlu) görüntü]. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Ref No: P-80 ORAL KAVİTEYE METASTAZ: OLGU SUNUMU Eda Küçüktülü, Asuman Önol Mirik, Cenk Umay, Bengü Çobanoğlu, Sevdegül Mungan 4, Ahmet Fatih Yürekli, Mahmut Serdar Şişecioğlu, Taylan Tuğrul, Ercüment Cengiz 5 Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesi İ. Lale ATAHAN Radyasyon Onkolojisi Kliniği Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kulak Burun Boğaz Kliniği 4 Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı 5 Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesi Medikal Onkoloji Kliniği Giriş: Oral kaviteye olan metastazlar tüm oral kavite kanserlerinin % ini oluşturmaktadır. Erkeklerde en çok akciğer kanseri, kadınlarda ise meme kanseri oral kavite metastazı yapmaktadır. Böbrek tümörleri ise erkeklerde ikinci, kadınlarda üçüncü sıklıkla metastaz yeri olarak oral kaviteyi seçmektedir. Oral kavitede en sık tutulan bölgeler de, çene kemiklerinde mandibula, yumuşak dokuda ise gingivadır. Olgu: Yaklaşık iki yıl önce renal hücreli karsinom + beyin metastazı tanılarıyla kliniğimize başvuran olgu, kranium a palyatif radyoterapi aldı. Olgu başvurusundan üç yıl önce renal hücreli karsinom tanısı almıştı. Radyoterapi sonrası Medikal Onkoloji Kliniği ne yönlendirilen olguya kemoterapi uygulandı. Üç ay sonra çekilen PET-CT de sağ iliak kemikte metastaz tespit edildi ve ağrısı da olan olgunun sağ iliak kemik lokalizasyonuna radyoterapi uygulandı. Tekrar Medikal Onkoloji Kliniği ne yönlendirilen olgu yedi ay stabil hastalık olarak takip edildi. Yedi ay sonra yapılan PET-CT çalışmasında sol iliak kemikte litik lezyon izlendi ve bu alana palyatif radyoterapi verildi. Medikal Onkoloji Kliniği tarafından Sutent tedavisi verilen olgunun kontrol PET-CT sinde mandibula orta kısmında görülen litik lezyon metastaz şüphesi olarak değerlendirildi. Olguya tüm vücut kemik sintigrafisi çekildi ve mandibula orta kısmındaki lezyon metastaz ile uyumlu olarak raporlandı. Aynı dönemde olgunun alt çene kesici dişler düzeyindeki gingivada ülsere kitlesi oluştu ve bu bölgeden biyopsi alındı. Patolojisi renal hücreli karsinom metastazı olarak rapor edilen olguya palyatif radyoterapi uygulandı. Radyoterapinin yarısında kitlesi küçülen olgu tedaviye tam yanıt verdi. Radyoterapi Hi-Art Tomoterapi Cihazında uygulandı ve grad -4 oral mukozit görülmedi. Olgu tedaviden 5 gün sonra ex oldu. Tartışma: Oral kaviteye olan metastazların prognozu genellikle kötü seyretmektedir. Bunun nedeni lezyonun tespit edilmesindeki gecikmelerdir. Ortalama yaşam süresi yaklaşık altı aydır ve olguların %70 i bir yıl içerisinde kaybedilmektedir. Meme kanseri gibi tümörlerde tek metastaz yeri oral kavite olduğunda prognoz daha iyidir. Bu nedenle özellikle diş hekimleri kanser tanısı olan hastaları değerlendirirken metastaz olasılığını mutlaka değerlendirmelidir. Dil, gingiva ve mandibula aynı damar sisteminden beslenmesine rağmen bazı spesifik biyolojik faktörler metastaz bölgesinin seçilmesinde rol oynamaktadır. Spesifik faktörlerden biri de primer tümörün özellikleridir. Örneğin; prostat, meme ve adrenal bez tümörleri oral kavitede mandibulayı metastatik hedef olarak seçerler. Mandibulanın bazı bölgelerinin özel olarak tutulmasının nedeni olarak, bu bölgelerde hematopoetik kemik iliğinin varlığı, lokal kan damarlarının dallanması ve kan akımının yavaş olması gösterilmektedir. Gingiva metastazlarında da olgularda ortalama yaşam süresi birkaç haftadır. Bu bilgiler ışığında oral kavite metastazları erken tespit edilip daha agresif tedavi edilmelidir. Şekil. Tedavi sonrası PET-BT de lezyon boyutlarında ve F-8 FDG tutulumunda belirgin regresyon izlenmektedir [A: BT kesiti, B: PET kesiti, C: Füzyon kesiti, D: MIP (Üç boyutlu) görüntü]. Şekil. Oral metastaz 8 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-8 METASTATİK RENAL HÜCRELİ KARSİNOMADA SUNİTİNİB, SORAFENİB, VE EVEROLİMUS İLE UZUN DÖNEM SAĞKALIM; VAKA SUNUMU Cemil Bilir, Yasemin Bakkal Temi, Hüseyin Engin Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Medikal Onkoloji, Zonguldak Giriş: Son yıllarda onkoloji alanında birçok yeni ajan çeşitli kanser türlerinde umut verici sonuçlar doğurmuştur. Vasküler endotelyal büyüme faktör (VEGF) reseptör ve tirozin kinaz inhibitörleri; sunitinib, sorafenib, pazopanib, VEGF monoklonal antikoru; bevacizumab ve daha sonra bulunan rapamisin (mtor) inhibitörleri; everolimus ve temsirolimus bu ajanlardan olup renal hücreli karsinomada (RHK) kullanıma girmiş ajanlardır. Bizde bu bağlamda VEGF-TKI ve mtor inhibitörleri ile uzun dönem sağkalım sağlanmış bir mrhk olgusu sunduk. Olgu: 48 yaşında erkek hasta, Nisan 007 yılında hematüri ve sırt ağrısı ile tetkik edilirken abdomen tomografisinde sağ renal kitle saptandı. Sağ nefrektomi yapılan hastanın patolojisinde; berrak hücreli böbrek karsinomu olarak raporlandı. Operasyondan 5 ay sonra karaciğer metastazı gelişen hastaya 6 ay interferon tedavi sonrası metastazektomi yapıldı. Takiplerinde cilt metastazı gelişen hasta, Aralık 008 de sunitinib tedavisi başlandı. Mayıs 009 a kadar yanıt alınan hastada kalp yetmezliği gelişmesi sebebiyle tedavisi sorafenib olarak değiştirildi. Kalp yetmezliği düzelen ve sorafenib tedavisi devam eden hastada Mayıs 0 e kadar hastalık kontrol altında tutuldu. Mayıs 0 de progresyon gözlenen hastaya everolimus başlandı. Kasım 0 e kadar everolimus ile hastalık stabil durumda tutuldu. Özetle hastamızda, 5 ay süreyle sunitinib, 4 ay sorafenib ve 5 ay everolimus ile toplamda 44 aylık sağkalım sağlandı. Tartışma: Metastatik RHK genelde kür edilemeyen, kötü prognozlu bir kanser türüdür. Hedefe yönelik ajanlar; TKI lar, mtor inhibitörleri ve bevacizumab ile sağkalımda anlamlı uzama sağlanmıştır. İlaç çalışmalarında TKI lar ile yaklaşık 6- aylık PFS, ikinci basamak everolimus çalışmasında ise yaklaşık 4,5 ay PFS gözlenmiştir. Metastatik RHK tedavisinde standart tedavilerimize giren bu ajanlar vaka bazlı da olsa çalışmalardan daha uzun sağkalım sağlayabilmektedirler. Etkinliklerini henüz tam çözemediğimiz bu ajanlar sırasıyla kullanımda daha da etkili olabilmekte ve literatür verilerine göre çok daha uzun sağkalımlar gözlenebilmektedir. çapında, korpus posterior kesiminde mm çapında, kuyrukta mm çapında, pankreas gland baş kesiminde *4 mm çapında hipervaskuler lezyonlar izlendi. FDG-8 PET-CT incelemesinde, lezyonlarda artmış FDG tutulumu izlendi. Başka herhangi bir odak yoktu. Laboratuvar incelemesinde, kan şekeri: 6, CA 9-9: normal, CEA: normal Hastaya bilgisayarlı tomografi eşliğinde biyopsi yapıldı. Sonucu, renal hücreli karsinom ile uyumlu geldi(vimentin: +, PAN- CK: +, RCC: +, CD 0: +). Hastaya total pankreatektomi, splenektomi, kolesistektomi, duedonektomi operasyonu yapıldı. Pankreas başında adet olmak üzere toplam adet metastatik nodül saptandı. Metastazlardan i pankreas parankiminde, i pankreas başı çevresinde peripankreatik yağ dokusuna lokalize idi. Periampuller duedonum duvarında renal hücreli karsinom invazyonu vardı. Operasyondan ay sonra hastaya sunitinib tedavisi başlandı. RCC nin izole pankreas metastazının tedavisinde en iyi tedavi seçeneği cerrahi rezeksiyondur. Cerrahinin, RCC nin izole metastazlarında uzun dönem sağ kalımı arttırdığı gösterilmiştir. Bu nedenle, pankreas dışı metastaz saptanmayan renal hücreli karsinom olgularında cerrahi mutlaka düşünülmelidir. Şekil. GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ Ref No: P-8 İZOLE MULTİPL PANKREAS METASTAZI SAPTANAN RENAL HÜCRELİ KARSİNOM OLGUSU Kezban Nur Pilancı, Filiz Elbüken, Süha Göksel, Kerem Okutur, Çetin Ordu, Coşkun Tecimer istanbul bilim üniversitesi tıbbi onkoloji florence nightingale hastanesi radyoloji acıbadem maslak hastanesi patoloji Pankreas dışı primer tümörlerden pankreasa metastaz, tüm pankreatik tümörlerin %5 inden daha az bir kısmını oluşturmaktadır. Pankreasa en sık metastaz yapan tümörler; kolon, akciğer, meme karsinomu, melanom ve renal hücreli karsinomdur. Biz bu olgumuzda, izole multipl pankreas metastazı saptanan renal hücreli karsinom hastasına yaklaşımdan bahsedeceğiz. Olgu: 66 yaşında kadın hasta, son aydır devam eden karın ağrısı, şişkinlik şikayeti ile başvurdu. yıl önce sağ renal tümör tanısı ile sağ radikal nefrektomi operasyonu geçirmiş. Patoloji sonucu, tn0m0 renal hücreli karsinom olarak raporlanan hastada adjuvan herhangi bir tedavi verilmemiş. Bize başvurduğunda yapılan batın MR da pankreas korpus, baş kesimine yakın lokalizasyonda 5 mm Şekil. Pankreasa RCC metastazının mikroskopik görüntüsü Susesi Otel, Antalya 8

GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-8 İNGUİNAL LENF NODU METASTAZI OLAN BİR SERVİKS KANSERİ OLGUSUNA YAKLAŞIM Murat Araz, Güler Yavaş, Fatih İnci, Özlem Ata Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Konya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Konya Giriş: Serviks kanserinin inguinal lenf nodu metastazı nadir rastlanan bir durumdur. İnguinal lenf nodu tutulumu olan hastalarda tedavi şeması konusunda kabul görmüş bir konsensus bulunmamaktadır. Bu çalışmada tanı anında inguinal lenf nodu metastazı olan bir hastanın tedavi planını ve sonuçlarını sunmayı amaçladık. Olgu: Yaklaşık 4 yıldır menopozda olan 5 yaşında bayan hasta son bir yıl içinde başlayan intermitant vajinal kanama şikayeti ile başvurdu. Yapılan serviks biyopsi patolojisi squamöz hücreli karsinom olarak rapor edildi. Flexible sistoüreteroskopisinde; mesane tabanından başlayan mesane posterior ortasına ve sol yan duvara ilerleyen yaklaşık 5 cm lik dıştan oval bası görüldü. Mesane içinde yer kaplayan lezyon saptanmadı. Çekilen batın MR ında; mesane posterior duvarı ve parametrium invazyonu olan serviks lokalizasyonunda 7x6 cm lik kitle lezyon, sol inguinalde x7 mm lik LAP ve büyüğü x4 mm olan bilateral parailiak LAP lar görüldü. Ardından evreleme amaçlı bilateral retroperitoneal, pelvik, paraaortik lenf nodu ve sol inguinal lenf nodu disseksiyonu yapıldı. Patolojisinde paraaortik metastatik LAP(/4) ve sol inguinal metastatik LAP(/) tespit edildi ve diğer lenf nodları(9/9) reaktif görünümdeydi. Hastanın uzak metastaz taraması için çekilen toraks BT si normal saptandı. İnguinal lenf nodu tutulumu dışında başka uzak metastaz saptanmadığı için evre-iv serviks kanseri tanısı ile indüksiyon amaçlı paklitaksel+karboplatin kemoterapisi ve tedavi sonu yanıtına göre radyoterapi planlandı. kür kemoterapi sonrası kontrol görüntülemesinde; servikste kitle lezyonunda belirgin regresyon mevcuttu ve mesaneye invaze komponent tamamen kaybolmuştu. Grad- nörotoksisite dışında belirgin bir toksisite görülmemişti. 4. kürden sonra afebril grad -4 nötropeni nedeni ile diğer kemoterapi kürlerinde primer G-CSF proflaksisi uygulandı. Kemoterapi 6 küre tamamlandı. Kontrol abdomen BT sinde serviks lokalizasyonunda stabil kitle lezyon mevcuttu ve toraks BT sinde yeni gelişimli lezyon saptanmadı. İndüksiyon kemoterapisi ile yanıt elde edilen hastaya, pelvik bölgeye ve bilateral inguinal lenf nodlarına yönelik ön ve arka alanlar ile fraksiyon dozu 80cGy ve toplam doz 4500 cgy olacak şekilde 5 fraksiyonda external radyoterapi ve brakiterapi uygulandı. Tedavi sonunda çekilen kontrol BT sinde serviksteki kitle tama yakın regrese olmuştu. Dokuz aylık takip sonrasında hastada halen nüks veya metastatik lezyon saptanmamıştır. Sonuç: Tanı anında inguinal lenf nodu metastazı olan hastalarda indüksiyon kemoterapi sonrasında inguinal lenf nodları ve pelvisi içeren external radyoterapi ve brakiterapi uygun bir tedavi seçeneği gibi görünmektedir. Ancak kesin sonucu söyleyebilmek için daha çok sayıda hasta ve daha uzun izlem süresi gerekmektedir. Ref No: P-84 HORMON REZİSTANS METASTATİK PROSTAT KANSERİNDE DOSETKSEL SONRASI ESTRAMUSTİN KULLANIMI: OLGU SUNUMU Mustafa Yıldırım, Çetin Kaya, Sevil Göktaş, Utku Dönem Dilli, Mustafa Yıldız Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Batman Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Antalya Amaç: Prostat kanseri erkeklerde ABD de en sık Türkiye de ise ikinci sıklıkta görülen kanserdir. Erken evre prostat kanseri lokal tedaviler sonrası lokal veya uzak nüks gelişebildiği gibi hastaların 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ %0-0 si metastatik hastalık ile tanı alırlar. Metastatik hastalarda hormonal tedavi ile uzun süreli hastalık kontrolü sağlanmasına rağmen 8-4 ay içinde çoğunluğu progrese olur. Hormon rezistans metastatik prostat kanserinde dosetaksel kullanımım öncesi uygulanan sitotoksik kemoterapiler ile %0-0 yanıt oranları ve ayı geçmeyen medyan yaşam süreleri elde edilmekte idi. Dosetaksel kullanımı ile %45 yanıt oranı ve 8.9 aylık medyan yaşam süresi elde edilmiştir. Dosetakselin bu başarısına rağmen hastaların çoğunluğunda dosetaksel sonrası progrese olaktadır. Dosetaksel sonrası yine bir taxan grubu kemoterapötik ajan olan kabazitaksel kullanımının sağkalıma katkısı gösterilmiştir. Taksan grubu ilaçların ciddi nörotoksite, hematolojik toksite gibi yan etkileri vardır. Bu yan etkiler yaşlı hastalarda bu ilaçların kullanımını kısıtlamakta ve yeni tedavi arayışlarına neden olmaktadır. Gereç-Yöntem: Bu yazımızda hormon rezistans metastatik prostat kanserli dosetaksel sonrası progrese olan bir hastamızda estramustin kullanımı ile elde edilen uzun süreli progresyonsuz sağkalım bu ilacın prostat kanserinin bu evresinde bir tedavi alternatifi olabileceğini vurgulamak amacıyla tartışılacaktır. Bulgular: Yaygın kemik ağrısı nedeniyle kliniğimize başvuran 75 yaşındaki erkek hasta 5 yıl önce prostat kanseri nedeniyle opere edilmiş. Kliniğimize başvurusundan iki yıl önce yaygın kemik ağrısı başlamış başvurduğu sağlık kurumunda multiple kemik metastazları tespit edilen hastaya leuprolide asetat.5 mg/ ayda bir ve bikalutamid 50 mg/gün başlanmış. Hastanın kliniğimize başvurusundaki laboratuvar incelemesinde BK:7.75 0/mm, RBC: 4.9 06/mm, HGB:.7 g/dl, HCT: %8., MCV:77.8 um, PLT: 68 0/mm, BUN:5 mg/dl, Kreatinin:.0 mg/dl, LDH:6 U/L, AST:45 U/L, ALT:0 U/L PSA: >5.0 ng/dl olarak tespit edildi. Kliniğimizde yapılan sintigrafik incelemede yaygın kemik metastazları tespit edildi ve fraktür riski nedeniyle her iki femur proksimaline 000 cgy radyoterapi uygulandı. Hastaya dosetaksel 75 mg/m günde bir ve prednisolon 5mg/günde defa sürekli başlandı. Bu kemoterapi protokolü 4 siklus uygulandı. PSA değerlerinde gerileme olmadı. Hastaya estramustin 80 mg/günde defa başlandı. Takibinde PSA.8 ng/dl ye kadar geriledi (Şekil ). Estramustini üç yıldır kullanan hastada grad -4 yan etki gözlenmedi ve takibi halen devam etmektedir. Sonuç: Hormon rezistans metastatik prostat kanserli hastamızda dosetaksel sonrası estramustin kullanımı ile uzun süreli progresyonsuz takip elde edildi. Ref No: P-85 METASTATİK RENAL HÜCRELİ KARSİNOMLU OLGUDA PAZOPANİB KULLANIMI SONRASI GELİŞEN MASİF PROTEİNÜRİ Özlem Yersal, Esin Oktay, Ömer Uyanık, Mehmet Sağıroğlu, Nezih Meydan, Sabri Barutça Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi,Onkoloji Bilim Dalı,Aydın Proteinüri;vasküler endotelyal büyüme faktörü (VGEF) yolağını hedefleyen tedavilerin ortak toksik etkilerinden biridir. Direk VEGF inhibisyonu yapan bevasizumab tedavisi ile kolon kanserli hastalarda %-8, renal kanserli hastalarda %64 e varan oranda proteinüri bildirilmiştir. VEGF reseptörünü de içeren multipl reseptör tirozin kinaz yolaklarını inhibe eden aksitinib,sunitinib ve sorafenibin oluşturduğu proteinüri ile ilgili faz çalışma verileri mevcut olup, renal kanserli hastalarda pazopanibin yol açtığı proteinüri ile ilişkili veri bulunmamaktadır. Bu yazıda pazopanib sonrası grade proteinüri gelişen bir olgu sunulmaktadır. 79 yaşında erkek hasta nefes darlığı ve yan ağrısı nedeniyle yapılan tetkiklerinde akciğerde multipl nodul saptanması üzerine başvurdu. Hastanın 006 yılında sol böbrekte kitle nedeniyle operasyon öyküsü mevcuttu.patolojisi berrak hücreli karsinom olarak raporlanan hasta 84 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER operasyon sonrası takipten çıkmıştı. Özgeçmişinde, koroner arter hastalığı ve hipertansiyon öyküsü olan hasta diltiazem ve anjiotensin reseptör blokeri kullanıyordu. Toraks tomografisinde mediastende.5 cm lenfadenopati ve her iki akciğer parankiminde metastaz ile uyumlu multipl noduller,batın tomografisinde sol böbrekte nüks kitle izlendi. Hastaya interferon tedavisi başlandı. Ancak hasta tedaviyi tolere edemediği için kesildi. Hastaya pazopanib 800 mg/gün başlandı. Pazopanib öncesi yapılan laboratuvar tetkiklerinde kreatinin.64 mg/dl, proteinüri negatif olarak bulundu. hafta sonra yapılan kontrol değerlendirmede; tam idrar tahlilinde ++ proteinüri saptanması üzerine yapılan 4 saatlik idrarda 5 gr/gün proteinüri saptandı. Hastanın ilacı kesildi. hafta sonra yapılan kontrol tetkiklerinde proteinüri.9 gr/gün, kreatinin,44 mg/dl ye gerilediği görüldü. Hastanın izlemi halen devam etmektedir Anti VEGF tedavi alan hastaların periyodik proteinüri bakısı gereklidir. Pazopanib tedavisi altında ortaya çıkan proteinürinin optimal tedavi stratejisinin belirlenmesi için prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır. saptandı (Şekil ). Lezyonların multiple olması nedeniyle cerrahi düşünülmedi ve hastaya radyoterapi başlandı. Sonuç: Literatür taramasında metastatik mesane invaziv üretrelyal karsinomu olan hastalarda bu seviyede kan kalsiyum yüksekliğine rastlanılmadı. Yaygın kemik metastazı olmadan da malignitelerde kan kalsiyum düzeyi yüksek seviyelere çıkabilir. Kan kalsiyumu bu kadar yüksek olsa da klinik ve EKG bulgusu vermeyebilir. Nadiren de olsa hiperkalsemi yoğun medikal tedaviye rağmen ilerleyebilir ve sonuçta hemodiyaliz gerekebilir. GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ Ref No: P-86 MESANE KANSERLİ HASTADA HEMODİYALİZ GEREKTİREN HİPERKALSEMİ Fatih İnci, Murat Araz, Fatih Demirci, Özlem Ata Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Konya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Konya Mesane Kanserli Olguda Hemodiyaliz Gerektiren Hiperkalsemi Amaç: Hiperkalsemi ilerlemiş solid tümörlü hastaların %0 unda oluşabilir. Hiperkalsemi maligniteler içinde çoğunlukla küçük hücreli-dışı akciğer kanseri, meme adenokarsinomu, multiple myelom, böbrek tümörleri gibi hastalıklarda meydana gelir. Tedaviye erken başlanmaz ise koma ve ölümle sonuçlanabilir. Burada düzeltilmiş kan kalsiyum seviyesi medikal tedaviye rağmen.4 mg/dl ye yükselen ve sonuçta hemodiyaliz ile kalsiyum seviyesi kontrol altına alınabilen mesane üretelyal karsinom olgusu sunulmuştur. Bulgular: Birbuçuk yıl önce hematüri şikayeti ile başvurduğu üroloji kliniğinde yüzeyel mesane kanseri tanısı alan hasta 6 kür intravezikal BCG tedavisi almış. Üç ay önce şikayeti tekrarlayınca yapılan sistoskopide mesane boyun ve tabanında yaygın tümoral oluşumlar izlenmesi üzerine tümör dokusu rezeke edilmiş. Patoloji sonucu kas tabakasına invaze yüksek grade invaziv üretelyal karsinom gelmiş. Çekilen kemik sintigrafisinde sol 5, sağ 0 ve. kostalarda metastaz saptanmış. Yapılan rutin kan tetkiklerinde hiperkalsemi saptanması üzerine hasta devir alındı. Serum kalsiyum düzeyi 7.8 mg/dl (düzeltilmiş serum kalsiyum düzeyi 8.7 mg/dl), kreatinin. mg/dl ve albumin.8 g/dl olan hastanın hiperkalsemiye ait belirgin semptomu saptanmadı. EKG de normal sinus ritmi, inkomplet sağ dal bloğu, sol aks sapması tesbit edildi. Kalp hızı 79/dk ve QT mesafesinde kısalma saptanmadı. (Şekil ). Hastaya hidrasyon ve diüretik tedavisinin yanı sıra zoledronik asit başlandı. Hastanın kontrol takiplerinde düzeltilmiş kalsiyum değerlerinde (8. mg/dl ve 9.5 mg/dl) gerileme olmadı. Tedaviye prednol 40 mg x ve kalsitonin nazal sprey x eklendi. Buna rağmen düzeltilmiş serum kalsiyum düzeyi,4 mg/dl ye kadar yükseldi. Hasta.5 mmol/lt düşük kalsiyumlu diyalizat solusyonu ile günlük hemodiyalize alınmaya başladı. İlk seansdan sonra düzeltilmiş serum kalsiyum düzeyleri 6 mg/dl ve sonraki iki seansda.9 mg/ dl değerine ve son seansta 8.6 mg/dl değerlerine düştü. Hemodiyaliz programına son verilen hastada serum kalsiyum düzeylerinde tekrar yükselme olmadı. Hastaya günde bir gemsitabin +sisplatin kemoterapisi başlandı. Serum kalsiyum düzeyleri normal seyreden hastada kür kemoterapi sonrasında akut parapleji gelişti. Çekilen MR da spinal kanalda kök basısı oluşturan multiple metastatik lezyonlar şekil şekil Susesi Otel, Antalya 85

GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-87 İLERİ EVRE RENAL HÜCRELİ KARSİNOMLU BİR OLGUDA SPONTAN GERİLEYEN STAUFFER S SENDROMU Özlem Yersal, Nezih Meydan, Sabri Barutça, Esin Oktay Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Onkoloji Bilim Dalı, Aydın Stauffer s sendromu renal hücreli karsinomu olan hastalarda, anormal karaciğer fonksiyon testleri,hepatosplenomegali, nonspesifik hepatit ile uyumlu değişiklikler ve bunların nefrektomi ile düzelmesi ile karakterize paraneoplastik bir sendromdur. Literaturde az sayıda kolestatik varyantlı Stauffer s sendromu bildirilmiştir. Bu yazıda ileri evre renal hücreli karsinomlu hastada tedavisiz gerileyen kolestatik varyant Stauffer s sendromu sunulmuştur. 69 yaşında bayan hasta iki haftadır devam eden sarılık ve kaşıntı şikayetiyle başvurdu. 9 sene önce renal hücreli kanser nedeniyle operasyon öyküsü mevcuttu.operasyondan sene sonra sol böbrekte kitle tespit edilen hasta interferon tedavisi ile progrese olup, ikinci sıra sorafenib tedavisini yan etkileri nedeni ile kendi isteğiyle bırakmıştı. Fizik muayenede hepatomegali ve batın sağ tarafında kitle mevcuttu. Laboratuvar tetkiklerinde anemi,lokositoz,alp, GGT ve billurubin yüksekliği,protrombin zamanında uzama saptandı. Hepatit virusları, CMV,EBV,herpes virus serolojisi negatif bulundu. ANA, ENA, antids DNA, antiss DNA, antihiston antikorları ASMA, AMA, p-anca, c-anca negatif idi. Abdomen BT de sol böbrekte iki kitle ve multipl paraaortik lenfadenopatiler mevcuttu.mrcp de intrahepatik, ekstrahepatik safra yolu dilatasyonu saptanmadı.hasta karaciğer biyopsisini kabul etmedi. İzlemde billurubin değerleri progresif artarak 7. mg/dl ye kadar yükseldi.hastaya kolestiramin başlandı.billurubin değerleri; ay sonra gerilemeye baslayarak. ayda normal sınırlara döndü. Herhangi bir tedaviyi kabul etmeyen hasta tedavisiz izlemdedir Billurubin yüksekliği gelişen renal hücreli kanser hastalarında bir paraneoplastik sendrom olan Stauffer s sendromu akılda tutulmalıdır. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ yapılan inceleme sonucu stabil hastalık olarak değerlendirilmiş ve tedaviye devam edilmiştir. Ancak bir süre sonra hastada daha önce görülen yan etkiler tekrar görülmüş ve bu nedenle Sunitinib dozu 5 mg/gün e düşürülmüştür. Üç ay sonra yapılan değerlendirmede akciğerdeki metastatik lezyonlarda progresyon görülmesi üzerine Sunitinib tedavisi kesilmiş ve hastaya Pazopanib tedavisi başlanmıştır. Pazopanib 800 mg/gün şeklinde verilen hasta, Pazopanib tedavisini çok iyi tolere etmiş, hastada hafif derecede diyare ve saç renginde beyazlama dışında önemli bir yan etki görülmemiştir. Ancak hasta, Pazopanib tedavisine başladıktan sonra libidosunda belirgin bir artış olduğunu ifade etmiştir. Hastanın sorgulamasında, başka bir ilaç veya alternatif tıp ürünü kullanmadığı anlaşılmıştır. Üç ay sonra yapılan değerlendirmede akciğerdeki metastatik lezyonların boyutlarında küçülme görülmüş ve bu nedenle Pazopanib tedavisine devam edilmiştir. Hastanın Pazopanib tedavisi aldığı süre içinde libido artışı devam etmiştir. Hasta, halen Pazopanib tedavisi almakta ve hastalığı stabil seyretmektedir. Tartışma ve Sonuç: Pazopanib, metastatik renal hücreli kanser tedavisinde kullanılan bir Tirozin Kinaz İnhibitörüdür. Bilinen en önemli yan etkileri bulantı, kusma, diyare, saçta renginde beyazlama ve hipertansiyondur. Bizim olgumuzda Pazopanib kullanımına bağlı olduğu düşünülen libido artışı gözlenmiştir. Pazopanibin bilinen böyle bir yan etkisi yoktur ve yaptığımız literatür incelemelerine göre Pazopanibin böyle bir yan etkisinin de bildirilmediği görülmüştür. Pazopanib kullanan hastalarda libido artışının bir yan etki olarak ortaya çıkabileceği göz önünde bulundurulmalıdır. Ref No: P-89 HİPEROSTEAOZ KEMİK LEZYONLARIYLA BAŞVURAN METASTATİK PROSTAT KANSERLİ OLGU SUNUMU Ahmet Taner Sümbül, Eda Erdiş, Filiz Ertekin, Mehmet Al, Nilgün Üstün Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizik Tedavi Bilim Dalı Hatay Antakya Devlet Hastanesi Radyasyon Onkoloji Bölümü Ref No: P-88 METASTATİK RENAL HÜCRELİ KANSER HASTASINDA PAZOPANİB KULLANIMI SONRASI ORTAYA ÇIKAN LİBİDO ARTIŞI: OLGU SUNUMU Alpaslan Özgün, Tolga Tuncel, Levent Emirzeoğlu, Oğuz Bilgi, Bülent Karagöz GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Servisi, İstanbul Giriş: Metastatik renal hücreli kanser tedavisinde son yıllarda hedefe yönelik tedavi ajanları kullanılmakta ve başarılı sonuçlar alınmaktadır. Bu ajanlardan biri olan Pazopanib, bir Tirozin Kinaz İnhibitörüdür. Bizim olgumuz, Pazopanib kullanan bir metastatik renal hücreli kanser hastası olup, hastada Pazopanib kullanımı sonrası ortaya çıkan belirgin libido artışı gözlenmiştir. Olgu: Hastamız 59 yaşında erkek hasta olup, idrarda kan gelmesi ve sağ yan ağrısı şikayetleri ile doktora başvurmuştur. Torakoabdominal BT de sağ böbrekte kitle ve her iki akciğerde metastatik nodüler lezyonlar görülmüştür. Bunun üzerine hastaya sağ radikal nefrektomi operasyonu yapılmıştır. Patoloji sonucu Renal hücreli karsinom, clear cell varyant. olarak rapor edilmiştir. Operasyon sonrası kliniğimizin takibine giren hastaya İnterferon tedavisi başlanmıştır. Üç aylık İnterferon tedavisine rağmen akciğerdeki metastazların progrese olması üzerine hastaya Sunitinib tedavisi başlanmıştır. Sunitinib 50 mg/gün verilmiş, ancak bir ay sonra hastada ileri derecede halsizlik, yorgunluk ortaya çıkmış, oral mukozada belirgin mukozit görülmüş ve hastada hipertansiyon gelişmiştir. Bunun üzerine Sunitinib dozu azaltılmış ve 7,5 mg/gün olarak verilmiştir. Üç aylık tedavi sonrası Prostat kanseri dünya genelinde erkekler arasında görülen en sık ikinci kanserdir. 008 yılında yaklaşık 900000 yeni vaka ve yaklaşık 58000 prostat kanseri ilişkili ölüm bildirilmiştir. () Her nekadar birçok hastada PSA taraması nedeniyle lokalize evrede tümör saptanıp tedavi edilsede bir kısım vaka metastatik aşamada veya lokal tedavilerden sonra karşımıza metastaz ile çıkabilmektedir. Bu vakaların büyük çoğunluğunda metastazlar aksiyel iskelette osteoblastik metastazlar şeklindedir. Bu bildiride hastanemize yaygın kemik ağrısı ve yürüme zorluğu nedeniyle başvuran 6 yaşında bir erkek hasta sunuldu. Altmış üç yaşında erkek hasta hastanemiz FTR polikliniğinine yaygın kemik ağrıları ve yürüme zorluğu nedeniyle başvurdu. Hasta ağrılarının tüm vucutta yaygın yer yer bıçak saplanır yer yer zonklama tarzında olduğundan ve kullandığı analjeziklerede kısmi cevap verdiğinden bahsetmekteydi. Herhangi bir travma öyküsü yoktu. Hastanın özgeçmişi ve soygeçmişinde herhangi bir kronik hastalığı mevcut değildi. Bacak ve aksiyel iskelete yönelik yapılan direkt grafi incelemelerinde yaygın hiperosteotik kemik yapısı mevcuttu. Serum biyokimyasında ALP 46IU/L Ca 8.8 mg/dl olarak saptandı, diğer tetkikler normal sınırlardaydı. Hiperosteotik kemik lezyonları? olan hastaya kemik mineral dansitometresi yapıldı. AP vertebra ve sol femur ölçümlerinde T skoru sırasıyla 0, ve 8 olarak saptandı. Metabolik bir kemik hastalığı? malignensi? olan hastaya tüm vucut kemik sintigrafisi çekildi. Kemik yapılarında artmış aktivite tutulumu metabolik hastalık? metastaz? olarak rapor edildi. Pelvik kemiklerden kemik byopsisi yapılan hastada biyopsi sonucu metastatik karsinoma immunohistokimyasal inceleme soncu prostat adeno ca ile uyumlu olarak rapor edildi. Serum PSA düzeyi 9.7 ng/ml olarak saptanan hastaya prostat biyopsisi yapıldı. Biyopsi so- 86 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER nucu prostat adeno ca (Gleason skoru 4+4:8) olarak rapor edildi. Sonrasında androjen baskılayıcı tedavi başlanan hastanın hafta sonraki kontrollerinde kemik ağrılarında belirgin gerileme ay sonraki kontrolünde ise ağrılarının tamamen düzelip hastanın analjezik ihtiyacının kalmadığı gözlendi. Hasta halen kliniğimizde takip edilmektedir. Aksiyel iskeletin osteoblastik metazları prostat kanserli hastalarda en sık görülen metastaz bölgeleridir. Bu lezyonlar sıklıkla semptomatiktir ve ciddi ağrı, fonksiyonel bozulma ve debiliteye yol açar. Prostat kanserine yönelik başlanan tedaviler sıklıkla semptomatik düzelme ve lezyonlarda gerileme ile ilişkilidir. Hastaya ait direkt grafiler Hastaya ait direkt grafiler Ref No: P-90 ERİŞKİN ÇAĞ WİLMS TÜMÖRÜ: BAŞARILI BİR TEDAVİ ÖRNEĞİ Ece Esin, Mustafa Erman, Özlem Gürkut, Uğur Yılmaz, Taner Babacan Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Ana Bilim Dalı, Ankara Yakın Doğu Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Ana Bilim Dalı, Kıbrıs Giriş: Erişkin renal neoplaziler içinde Wilms tümörü %0.5 oranında görülür. Çoğu ileri evrede tanı alır. Tedavisinde kesin fikir birliği yoktur. Burada metastatik evrede tanı alan bir vakanın başarılı tedavisi özetlenmektedir. Vaka: Otuz dört yaşında erkek hastaya karın ağrısı nedeniyle yapılan ultrasonografide sağ böbrekte 74x68mm ve karaciğerde 0x05mm soliter kitle lezyonları saptanmış. Mart 0 de sağ nefrektomi, sağ hepatektomi ve lenf nodu diseksiyonu yapılmış, kitlenin diyaframa invaze olduğu görülüp diseke edilmiş.patoloji Wilms tümörü ve metastazı olarak raporlanmış. Cerrahi sonrası çekilen PET-BT de sağ hemitoraksta plevral effüzyon, karaciğer posteriorda 4 mm çaplı hipodens alan çevresinde artmış tutulum izlenmiş. Hastaya adriamisin, vinkristin, siklofosfamid ve etopositten oluşan kemoterapi rejimi başlanmış. 6 kür sonrası Ekim 0 de çekilen PET de sağ hemitoraksta plevral effüzyon ve plevrada yaygın 5 mm ye ulaşan nodüller,batında diyafragmatik ve peritoneal yüzeyler ile ilişkili kitleler, karaciğer sol lobda ve sağ psoas majör kası lateralinde 5 mm çaplı kitleler saptanmış. Progresyon nedeniyle bu aşamada hasta kliniğimize başvurdu. Hastaya Paklitaksel-İfosfamit- Sisplatin (TIP) rejimi başlandı. 4 kür sonrası tomografilerde, akciğerdeki, batın ve karaciğerdeki metastatik lezyonların kaybolduğu görüldü. Kemoterapiye tam yanıt veren hastaya otolog kemik iliği nakli planlandı. Tartışma: Tanı anında yaygın metastatik hastalığı olan bu vakada cerrahi ve sonrasında iki sıra kemoterapi ile başarıyla kür elde edilmiştir. Oysa literatürde erişkin tip Wilms tümörü çocukluk çağında görülenlerin aksine daha kötü prognozlu olarak bildirilmiştir(). Daha ileri evrede tanı almaları erişkin hastaların prognozunu kötüleştiren neden olarak öne sürülse de aynı evrede tanı alan çocuklarda prognoz daha iyidir. Bu nedenle erişkin ve çocukluk çağı Wilms tümörlerinin biyolojilerinin farklı olduğu öne sürülebilir. Erişkin çağda nadir görülmesi tedavisi konusunda da farklı görüşlere yol açar. Pediatrik kemoterapi rejimleri ile tedavi öneren yazarlar olduğu gibi evresine göre tedavi öneren ya da daha agresif tedavi edilmesini öne süren fikirler de vardır (). Sonuç: Erişkin çağı Wilms tümörü kötü prognozludur. Ancak bu vakada olduğu gibi kür sağlanabilen olgular bildirilmiştir. Efektif tedavi opsiyonlarını içeren kılavuz bilgilerine ihtiyaç vardır. Küratif tedavi seçeneklerini içeren vaka raporları bu konuda yardımcı olabilir. GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ Ref No: P-9 SEMİNOM NEDENİYLE RADYOTERAPİ YAPILAN HASTADA SEKONDER MALİGNİTE GELİŞME RİSKİ HESABI Müge Akmansu, Serap Çatlı, Bahar Dirican, Levent Demirkol Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi,Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı,Beşevler,Ankara Gata Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı,Etlik Ankara Direkt grafilerde hiperosteotik kemik lezyonları Amaç: Bilindiği üzere erken evre pür seminom tanısı alan hastalarda cerrahi sonrası tedavisiz izlem veya adjuvant radyoterapi veya adjuvant kemoterapi yapılabilir, Bu çalışmada paraaortik bölgeye seminom tanısı ile IMRT tekniği ile radyoterapi yapılan bir hastada retroperitoneal sarkom gelişme riski hesaplandı. Materyal-Metod: Bunun için randofantomun bilgisayarlı tomografi kesitleri alındı. Daha sonra bu kesitler üzerinde Eclipse (8.65 ver.) tedavi planlama cihazında GTV ve kritik organ olarak mide, Susesi Otel, Antalya 87

GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER özafagus, akciğer, böbrek çizildi. IMRT planı yapıldı. Daha sonra bu planlanan tedavi randofantoma belirlenen alanlarda Varian-Clinac 80 cihazı ile uygulandı. Işınlama sırasında Mosfet dozimetrelerle ölçüm yapıldı. Mosfet ölçümleri ayrıca beyin, tiroid, kemik iliği, cilt, mesane ve gonadlar için de yapıldı. Işınlama prosedürü kez tekrarlandı. İlaveten teorik olarak NTCP tekniği ile de hesaplama yöntemi kullanıldı. Ölçülen değerler ICRP önerileri doğrultusunda hesaplandı ve yorumlandı. Sonuçlar: ICRP önerileri doğrultusunda yapılan hesaplamalara göre seminom tanısı IMRT tekniği kullanılarak paraaortik bölge ışınlaması yapılan bir hastanın teorik olarak retroperitoneal sarkom gelişme riski %0.9 olarak hesaplandı. Ref No: P-9 RENAL HÜCRELİ KARSİNOMUN TİROİD METASTAZI Yasin Sayıcı, Dilek Erdem, Müge Karaoğlanoğlu, Hasan Güçer 4, Ahmet Fikret Yücel 5, Fatih Demircioğlu 6 Rize Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Medikal Onkoloji, Rize Samsun Mehmet Aydın Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Medikal Onkoloji, Samsun Ordu Devlet Hastanesi, Medikal Onkoloji, Ordu 4 Rize Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Patoloji, Rize 5 Rize Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi, Rize 6 Rize Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi, Rize Giriş: Tiroid bezi çok kanlanan bir organ olmasına rağmen metastazı oldukça nadir görülen bir durumdur. Tiroid bezi metastazı en sık berrak hücreli böbrek tümörü, akciğer ve kolon kanserinden kaynaklanır. Vaka: 6 yaşında erkek hastaya Ağustos 00 da sağ böbrekte kitle nedeniyle değerlendirilerek sağ nefrektomi uygulandı. Evre II berrak hücreli böbrek tümörü tanısı ile takibe alınan hastaya Kasım 0 de tiroid usg de tiroid bezinde multipl nodüller ve sol lobunda şüpheli bir nodül olması üzerine sol lobdaki nodülden ince iğne aspirasyon biyopsisi yapıldı. Biyopsi sonucunda şüpheli sitoloji gelmesi üzerine hastaya bilateral total tiroidektomi uygulandı. Tümör hücreleri vimentin ve CD 0 ile pozitif, tiroglobulin ve TTF- ile negatif boyandı. Nefrektomi spesmeni ile tiroidektomi spesmeni beraber değerlendirildiğinde tiroidektomi patolojisinin nefrektomi patolojisi ile benzer morfolojiyi gösterdiği ve berrak hücreli böbrek tümörü ile uyumlu olduğu saptandı. Ocak 0 PET görüntülemede sağ üst kadranda primer hastalık nüksü saptandı, hastaya sunitinib tedavisi başlandı. Tedavinin 6. Haftasında regresyon saptanarak sunitinib tedavisine devam edildi. Hastanın aylık takibinde hastalıkta progresyon saptanmadı. Sonuç: Tiroid bezi metastazı klinikte nadir ancak otopsi serilerinde yaklaşık olarak %9 gibi önemli bir orandadır. Daha önce malignite tanısı alan hastalarda, tiroid nodülü saptandığında tiroid bezi metastazı olasılığı göz önünde bulundurulmalıdır. İnce iğne aspirasyon biyopsisi tanıda yardımcıdır ancak sıklıkla yetersiz örnekle sonuçlanır. Tiroid ultrasonografisi yol gösterici olabilir ancak primer-metastaz ayırıcı tanısı cerrahi sonucunda mümkündür. Ref No: P-9 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ RECTUM KANSERİ AYAK BAŞPARMAĞINA METASTAZ:OLGU SUNUMU Begüm Ökten, Berrin İnanç, Özlem Konuk, Didem Karaçetin, Kubilay İnanç İstanbul Eğitim ve Ataştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği, İstanbul Şişli Etfal Eğitim ve Ataştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği, İstanbul Kemiklere en sık metastaz yapan kanserler, genellikle prostat, meme, akciğer, troid, böbrek kanserlerleridir. Kemik metastazları en sık, vertebra, pelvis femur, humerus, costa, cranial kemiklerde ortaya çıkar. El ve ayak kemikleri metastazları nadirdir. Akciğer ve karaciğer metastazlı rectum ca lı olgumuz, 5 yasında,- bayan hasta, eylül 0 tarihinde klinığimize sol ayak. parmagında eritem ödem ve ağrı sıkayeti ile başvuruyor. Yapılan biyopsisinde adenokarsinom metastazı saptanan hastaya kliniğımizde palyatif RT uygulanıyor. Giriş: Kolorectal kanserler avrupada akciğer kanserinden sonra en sık görülen. Kanserdir ve yılda 04.000 ölüme neden olur. Operasyon anında vakaların %40-70 inde bölgesel lenf nodu tutulumu mevcuttur. Hemotojen yayılım genellikle karaciğer, akciğer,- kemiğe olur, ancak beyin dahil pek çok organa metastaz görülebilir. Kemik metastazları daha çok aksiyel iskelet ve proksimal uzun kemikleri tutmaktadır. El ve ayak gibi distal organdaki kemik tutulumları oldukça nadir görülmektedir. Olgu: 5 yaşında bayan hasta, aralık 009 da rectum ca nedeniyle opere edildi. Patalojisi TN M0 adenokarsinom gelen hastaya adjuvan kemoradyoterapi uygulandı. Ocak 00 yılında akciğer metastazı gelişen hastaya tekrar kemoterapi uygulandı. Eylül 0 tarihinde sol ayak. Parmağında eritem ödem ve ağrı şikayeti olan hastaya, çekilen CT de,. Parmak distal falanks düzeyinde parosteal alanda distal falanksı tamamen çevreleyen yumuşak doku kitlesi, distal falanks kortekste yer yer düzensizlikler dikkati çekmiştir. Yapılan insizyonel biyopside kolon adenokarsınom metastazı ile uyumlu geldi. Hastaya kliniğimizde 0x 00 cgy palyatif radyoterapi uygulandı. Şikayetleri gerileyen hasta akciğer ve karaciğer metastazlarnın progrese olmasıyla ve genel durum bozukluğu nedeniyle exitus olmuştur. Tartışma: Rectum kanserlerinin birincil tedavisi cerrahidir. Küratif cerrahi sonrası 5 yıllık sağkalım evre,, için sırasıyla %80-90,%50-60,%0-40 dır. Büyük çoğunluğu mukozadan köken alan adenokarsinomlardır. Rectum kanserleri lenfatik, hematojen, komşuluk ve transperitoneal yolla yayılırlar. En sık metastaz bölgeleri lenf nodları, karaciğer, akciğer ve peritondur. El ve ayak kemiği metastazları oldukça nadir görülmektedir. Ayak kemiklerine sık metastaz yapan kanserler sırasıyla kolorektal, böbrek, akciğer kanserleri olarak görülmektedir. Ref No: P-94 OLGU SUNUMU: KÜÇÜK HÜCRELİ PROSTAT KANSERİ Nalan Akgül Babacan, Gökhan Gökçe, Saadettin Kılıçkap, Mehmet Metin Şeker, Turgut Kaçan, Birsen Yücel, Mehmet Fuat Eren, Ayfer Ay Eren, Ali Yılmaz 4, Şener Cihan 5 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı 4 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı 5 Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği Giriş: Prostatın primer küçük hücreli kanseri (PKHK) tüm prostat kanserlerinin %0.5- sini oluşturmakta olup oldukça nadirdir. PKHK nin klinik bulguları, seyri ve tedavisi prostat adenokarsinomdan farklıdır. Hastaların %75 i tanı anında ileri evrededir ve oldukça agresif bir seyir gösterir. Biz burada prostatizm semptomları ile 88 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER başvurup PKHK tanısı alan hastamızın klinik özelliklerini sunmayı planladık. Olgu: Kırk dokuz yaşında erkek hasta, aydır süren kanlı idrar yapma ve prostatizm şikayeti ile dış merkezde üroloji kliniğine başvurmuş. Üriner enfeksiyon saptanmayan hastaya benign prostat hipertrofisi ön tanısıyla medikal tedavi uygulanmış. Şikayetleri gerilemeyen hastaya transüreteral rezeksiyon yapılmış ve patolojisi küçük hücreli karsinomu olarak raporlanmış. Onkolojik tedavi planı için tarafımıza sevk edilen hastanın özgeçmişinde 4 yıldır hipertansiyonu olduğu ve 7 yıl önce lomber disk hernisi nedeniyle opere olduğu öğrenildi. Fizik muayenesinde ECOG performans skoru I olup, üriner sondası olduğu ve idrarın hematürik olduğu görüldü. Diğer sistem muayeneleri doğal bulundu. Tam kan sayımında ve rutin biyokimya incelemede özellik saptanmayan hastanın total prostat spesifik antijen (PSA) düzeyi 0.67 ng/ml olarak normal sınırlarda tesbit edildi. Evreleme amaçlı yapılan pozitron emisyon tomografi ile sağ hiler lenf nodlarında, sağ sürrenal bezde, pelvik lenf nodlarında, iskelet sisteminde ve karaciğerde yaygın metastatik lezyonlar ve prostatta patolojik F-8 fluorodeoksiglukoz (FDG) tutulumu izlendi. Evre IV PKHK olarak değerlendirilen hastaya öncelikle kemik ağrıları nedeniyle C-6, L-4 vertebralara 0X Gy palyatif radyoterapi uygulandı. Sonrasında sisplatin-etoposit kemotarapisi başlanan hastada ilk kemoterapi kürü verilmesinden gün sonra tümör lizis sendromu, grad IV myelotoksisite ve akut renal yetmezlik (ARY) tablosu gelişti. Diyaliz ihtiyacı olmadan medikal tedavi ile ARY tablosundan çıkan elektrolitleri normal sınırlara gelen hasta ECOG I olarak taburcu edildi. Taburculuktan bir hafta sonra hasta genel durum bozukluğu ile acile başvurdu ve yoğun bakımda yatışının. gününde (tanıdan itibaren ay sonra) exitus oldu. Tartışma: PKHK prostatın nadir ve kötü seyirli bir kanseridir. Bu hastalıkta PSA genellikle normal sınırlardadır ve hormonal tedaviye yanıt yoktur. İleri evre hastalığın tedavisinde (akciğerin küçük hücreli kanserinde olduğu gibi) sisplatin-etoposit kemoterapisi uygulanmakla birlikte ortalama sağkalım -6 ay civarındadır. de vulvar ülser nedeni ile kliniğimize başvurduğunda muayenesinde sağ vulvar bölgede vajinaya uzanan yaklaşık 4x5cm boyutunda ülsere lezyon saptandı ve biyopsi alındı.patolojide maling epitelyal hücreler görülmesi üzerine hastaya vulvektomi + sağ inguinal femoral lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Hastanın görüntülemelerinde pelvik bölgede rezidü tümör izlenmesi üzerine radyoterapi (RT) ve eş zamanlı olarak cisplatin uygulanması planlandı. 7 gün RT ve tek doz 50 mg cisplatin uygulaması sonrasında nötropeni- trombositopeni ve ateş gözlenmesi üzerine RT ye ara verilerek G-CSF ve i.v antibiyotik tedavisi başlandı. 40. Günden itibaren nötrofilleri yükselmeye gözlendi. Hastanın diğer şikayeti olan yutma güçlüğü değerlendirildiğinde yaklaşık 6 aydır progresif devam eden yutma güçlüğünün olduğu ve son - haftadır hiçbirşey yutamadığı öğrenildi. Endoskopik muayenede kord vokallerin proksimalinde, hipofarenks seviyesinde eksuda ile kaplı ülsere alan izlendi ve biyopi alındı.patolojide SCC yi telkin eden displastik bulgular olması üzerine baş boyun bölgesine RT verilmesi planlandı. Boyuna bir gün 50 cgy RT verilen hastada. Gün solunum sıkıntısı ve stridor bulguları gelişmesi üzerine acil trakeostomi açılması planlandı.trakeostomi açılması sırasında solunum ve kardiak arrest gelişen hasta exitus oldu. FA hastalarında kromozomal insitabilite ve DNA hasarına karşı yanıtta bozukluk olması nedeni takipleri sırasında malignite gelişimi açısından iyi bir değerlendirme yapmak ve solid tümör gelişen vakalarda da kemoterapi ve radyoterapi sırasında karşılaşılabilinecek ciddi komplikasyonlar açısından da dikkatli olmak gerekmektedir. Ref No: P-96 DİLE METASTAZ YAPAN RENAL HÜCRELİ KARSİNOM VAKASI Sernaz Uzunoğlu, Hilmi Kodaz, Esma Türkmen, Bülent Erdoğan, İrfan Çiçin, Vuslat Yürüt Çaloğlu Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ Ref No: P-95 FANCONİ ANEMİSİ İLE İLİŞKİLİ GENİTAL VE OROFARİNGEAL SQUAMÖZ HÜCRELİ KARSİNOM (SCC) VAKA SUNUMU Hacer Demir, Gülnihal Tufan, Aytuğ Üner, Mustafa Benekli, Süleyman Büyükberber, Uğur Coşkun, Ahmet Özet, Ramazan Yıldız Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, ankara Fanconi anemisi (FA) otozomal resesif (OR) geçişli konjenital anomaliler, hematolojik ve solid malignensiler ile karakterize nadir bir klinik antitedir.en sık görülen solid tümörler baş boyun bölgesi ve anogenital trakt squamöz hücreli kanserleridir(scc). Biz de kliniğimizde vulvar ve orafaringeal SCC nedeni ile takip ettiğimiz FA hastamızın patolojik bulguları ve klinik progresini sunduk. 40 yaşında bayan hasta kliniğimize genital ülser ve yutma güçlüğü nedeniyle başvurdu. Hastanın öyküsünden yaşından beri FA tanısı ile izlendiği 5mg prednizolon ve 50 mg Anapolon ile kontrol altında olduğu öğrenildi.hasta evli değildi, cinsel aktivasyonu yoktu, ailesinde FA öyküsü yoktu. Menarş yaşı olan hastanın cinsel karakter gelişiminde anormallik yoktu.ek konjenital anomali olarak hastanın ektopik yerleşimli sağ pelvik böbreği mevcuttu.hastanın jinekolojik öyküsünde ilk kez aralık 005 de başlayan vulvar vajinal kondiloma nedeni ile koterizasyon yapıldığı, patolojilerinin HPV ile ilişkili squamöz intraepitelyal lezyon VIN ve CIN ile uyumlu olarak saptandığı bu tarihten itibaren de çok kez vulvar, vaginal ve servikal kondilom nedeni ile lokal operasyonlar yapıldığı öğrenildi.lezyonların patolojilerinde sırası ile VIN, High SIL, CIN I II saptanmış ve yapılan HPV PCR analizinde HPV tip 8 (+) saptanmış.hasta kasım 0 Giriş: Dile metastaz yapan primer böbrek tümör vakası oldukça nadirdir. Vakaların birçoğunda böbrek tümörü tanısından sonra metastaz saptanırken bazı vakalar da primer tanıdan önce metastaz bulgularıyla gelebilmektedir.() Oral kavite tümörlerinin yaklaşık %-8 i metastatik tümörlerden oluşmakta ve en sık akciğer ve meme kanserine bağlı olmaktadır. İnfraklavikuler maligniteler arasında oral kaviteye metastaz yapan. sıklıktaki tümör ise renal hücreli kanserlerdir (). Vakamızda dilin pyojenik granülom ön tanısıyla eksizyonel biopsi yapılan ve renal hücreli karsinom (RHK) metastazı tanısı konulan hastamızı sunmayı amaçladık. Olgu: Kırksekiz hasta 00 da sağ böbrekte kitle nedeniyle nefrektomi olmuştur. Patolojisinde grade fokal eozinofili gösteren berrak hücreli tip böbrek hücreli karsinom tanısı almıştır. Takibe alınan hasta yıl sonra dilinin sol tarafında şişlik şikayetiyle başvurdu. Muayenesinde yaklaşık cm mukozadan kabarık ağrısız lezyon saptanması üzerine yapılan eksizyonel biopside (Şekil ) RHK metastazı tanısı konmuş. Tekrar izlemeye alınan hastanın yaklaşık ay sonra dilde bir kitle daha çıkması üzerine (Şekil ) hasta tekrar plastik cerrahide opere edilmiş ve patolojik tanı böbrek hücreli karsinom metastazı olarak gelmiştir. PET\BT de patolojik tutulum saptanmamıştır. Hasta nüks ve metastaz açısından takibe alındı. Tartışma: Renal hücreli karsinom(rhk) klinik prezentasyonu oldukça farklı olabilir. Klinik bulgu vermeyen vakalarda tanı gecikebilir ve dörtte bir hasta uzak metastaz yada lokal ileri hastalık ile başvurabilir. RHK sıklıkla renal parenkim ve vasküler yapıları tutarak tümör embolisi ve hematolojik yayılımla sonuçlanabilir.() Oral kavite metastazı ise arteriyel, venöz ya da lenfatik yolla olabilir. Literatürde RHK nın baş boyun metastazı %5 dir.(4) Çoğunluk bo- Susesi Otel, Antalya 89

GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER yunda kitle, burun kanaması, anosmi, burun tıkanıklığı ve çift görme gibi şikayetlerle görülmektedir.() Oral kavitede saptanan tükrük bezlerinin berrak hücreli karsinomlarıyla böbrek hücreli karsinom metastazlarının ayırımı mutlaka immünohistokimyasal testlerle yapılmalıdır. Böbrek hücreli karsinomda fokal sitokeratin ve kuvvetli vimentin pozitifliği saptanmaktadır.(5) Zegaralli ve ark nın 688 vaka içeren review lerinde dil metastazı %0, bulunmuştur.(6) On sekiz vakalık bir derlemede dil metastazlarının prognozu olumsuz etkilediğini belirtilmiştir.(7) Fonksiyonel kayıp oluşmayacaksa literatürde cerrahi ilk tedavidir. () Dilin primer tümörlerinde tedavi küratif amaçlı boyun lenf nodu disseksiyonlu ya da diseksiyonsuz total glossektomi veya erken evrede küratif RT+KT olmakla birlikte dilin metastatik tümörlerinde tedavi daha çok hastanın diğer metastaz yerleri ve performansına göre palyatif amaçlı olmalıdır. RHK dirençli olsa da oral kaviteye 60 Gray dozunda radyoterapi cerrahi sınır pozitifliğinde palyatif uygulanabilir.() Baş boyun bölgesinde herhangi bir şeffaf hücreli malignite saptandığında ayırıcı tanıda RHK mutlaka düşünülmelidir. Şekil. İlk lezyon Ref No: P-97 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ ERKEN YAŞTA TANI KONULMUŞ KEMİK METASTAZLI PROSTAT KARSİNOMU: OLGU SUNUMU Gökhan Yılmazer, Maruf Nart, Mustafa İzmirli YYÜ Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı. Van Amaç: Prostat kanserine yakalanma ihtimali yaşla birlikte artar. ABD de prostat spesifik antijen (PSA) taramasının yaygın kullanımı erken yaşta ve erken evrede tanı konulmasını artırmasına rağmen vakaların büyük çoğunluğu hala 65 yaş üstü erkeklerde teşhis edilir ve vakaların yaklaşık%5 inde tanı yaşı 75 ten büyüktür. Bu çalışmada 40 yaşında tanı konulmuş, yaygın kemik metastazları bulunan, prostat karsinomlu hasta sunulmuştur. Olgu: Kırk yaşında erkek hasta mart 0 de pollaküri ve disüri şikayeti üzerine dış merkezde yapılan transrektal ultrasonografi sonucunda prostat volüm 60 cc santral zon hipertrofik görünümlü ve parankim hafif derecede heterojen ve hastanın total PSA değeri.0 ng/ml ve serbest PSA değeri 0.7 ng/ml saptanarak TUR-P yapılmış. Patoloji sonucu duktal adenokarsinom olarak gelmiş. Bel ve kalça ağrıları şikayeti ve fizik muayenede hassasiyet saptanarak yapılan pelvik MRI da kemik metastazları ve prostat kapsülünü aşmış tümör tespit edilmiş. Tüm Vücut Kemik Sintigrafisinde (TVKS) sağ üçüncü, posterior sol onbirinci kostalarda, dorsal onbir, lomber birinci vertebralarında ve pelviste yaygın osteoblastik aktivite tespit edilmiş. Hastanın dorsal onbir ve lomber üçüncü vertebraları arasına nisan 0 de 0Gy palyatif radyoterapi uygulanmış ayrıca hastaya hormonoterapi ve zoledronik asit başlanmış. Eylül 0 de hastalığın progrese olması nedeniyle hastaya dosetaksel 75 mg/m den başlanmış. Kasım 0 de kliniğimize şiddetli kalça ve sağ diz ağrısı ile müraacat eden hastanın çekilen TVKS sonucunda kostalarda, torakolomber vertebralarda, pelviste, femur başlarında ve sağ diz alanında artmış aktivite tutulumları izlendi. Rutin kan tahlilleri sonucu PSA değeri 0.40 ng/ml, serbest PSA değeri ise 0. ng/ml, LDH: 996 İU/L ve alkalen fosfataz 057 İU/L olarak tespit edildi. Multipl metastazları ve şiddetli ağrıları olan hastanın sağ diz ve pelvik alandaki yaygın metastazlarına yönelik 0 Gy palyatif radyoterapi uygulandı. Tedaviye başladığımızda 75 mcg fentanil intradermal ve parenteral tramadol hidroklorür alan hasta tedavi sonrasında ağrıları azaldığından parenteral tramadol hidroklorür kesildi. Sonuç: Prostat kanseri öncelikle kemik metastazı yapan bir kanser türüdür ve metastazları genellikle osteoblastiktir. Erken yaşta yaygın osteoblastik metastazları olan prostat kanserli olgumuz literatürde az sayıda raporlanmıştır. Artmış serum alkalen fosfataz değeri hastada büyük bir olasılıkla kemik metastazının varlığını gösterir. Serum PSA değerinin aksine alkalen fosfataz değerleri kemik tutulumunun derecesi ile orantılı olarak yükselmektedir. Bizim olgumuzda da serum alkalen fosfataz seviyesi yaklaşık 0 kat yüksekken PSA seviyesi normal (0.40) düzeyde bulunmuştur. Şekil. İkinci lezyon Ref No: P-98 KRONİK RENAL YETMEZLİKLİ HASTALARDA EVEROLİMUS KULLANIMI Sema Sezgin Göksu, Ali Murat Tatlı, Şeyda Gündüz, Deniz Arslan, Hasan Şenol Coşkun Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi onkoloji Bilim Dalı, Antalya Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi Giriş: Metastatik renal hücreli kanserlerde tirozin kinaz inhibitörleri altında progrese olan hastalarda everolimusun hastalıksız sağ kalımı uzattığı gösterilmiştir. Ancak hemodializ hastalarında everolimus kullanımı ile ilgili bilgilerimiz sınırlıdır. Burada hemodializ programında iken everolimus kullanan bir olgu sunulmuştur. 90 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Olgu: 57 yaşında erkek hasta hematüri ile başvurdu. Özgeçmişinde yıl önce renal hücreli kanser nedeniyle sol nefrektomi uygulandığı, bundan ay sonra da liposarkom nedeniyle opere olduğu öğrenildi. Hematürisi olan hastanın çekilen tomografilerinde mesane içi kitle görüldü, transüretral rezeksiyon yapıldı. Patoloji sonucu renal hücreli karsinom metastazı olarak geldi. Kreatinin değerleri yüksek seyreden hasta kronik böbrek yetmezliği nedeniyle nefroloji takibine alındı. Hastaya sunitinib 50 mg/ gün, 4 hafta tedavi- hafta ara şeklinde başlandı. Sunitinib tedavisinin 5. ayında hasta hemodializ programına alındı. 6. ayda çekilen PET-CT sinde progresyon görülen hastaya everolimus 0 mg/gün başlandı. Haftada gün dialize giren hastada grade anemi nedeniyle eritropoetin başlandı. Hastada halsizlik ve anemi dışında belirgin yan etki görülmedi. Tedavinin. ayında progresyon görülmesi üzerine everolimus kesildi. Hasta hastalık progresyonu nedeniyle kaybedildi. Tartışma ve Sonuç: Tirozin kinaz inhibitörleri ve mtor inhibitörleri renal hücreli kanser tedavisinde yaygın olarak kullanıma giren ilaçlardır. Ancak çalışmaların çoğunda son dönem böbrek yetmezliği olan ve hemodialize giren hastalar dışlanmış olduğundan bu ilaçların kronik renal yetmezlikli hasta grubunda kullanımı ile ilgili bilgilerimiz sınırlıdır. Oysaki renal hücreli karsinom nedeniyle nefrektomi yapılan hastalarda %9 kronik böbrek yetmezliği gelişmektedir. Literatürde hemodializ sırasında everolimus kullandığı belirtilen vakalarda everolimus kan düzeylerinin değişmediği, ancak doz redüksiyonu yapılmasının gerekebileceği bildirilmiştir. Bu hasta grubunda prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır. Ref No: P-99 PROSTAT KANSERİ REKTUM METASTAZI: OLGU SUNUMU Gamze Uğurluer, Taner Arpacı, Züleyha Çalıkuşu, Tuğana Akbaş 4, Meltem Serin Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı, Adana Acıbadem Adana Hastanesi, Radyoloji Kliniği, Adana Acıbadem Adana Hastanesi, Medikal Onkoloji Kliniği, Adana 4 Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Bilim Dalı, Adana Amaç: Prostat kanseri erkeklerde en sık görülen kanserlerden biridir ve metastaz riski yüksektir. Sıklıkla iliak lenf nodlarına, kemiğe, akciğerlere daha az sıklıkla mesaneye, karaciğere ve adrenale metastaz yapar. Rektum metastazı nadirdir. Bu olgu sunumunda, rektum metastazı olan bir prostat kanseri hastasının sunulması amaçlandı. Hasta ve Bulgular: 75 yaşında erkek hasta 008 yılı Ağustos ayında sık idrara çıkma ve zor idrar yapma şikayetleri ile doktora başvurmuş. Yapılan tetkiklerinde prostat volümü 4 cc, PSA değeri 00 ng/ml nin üzerinde bulunmuş. Hastaya transrektal ultrasonografi eşliğinde kadran prostat iğne biyopsisi yapılmış. Patoloji sonucu; prostat adenokarsinomu, kadran pozitif, gleason skoru 9 (4+5), perinöral invazyon mevcuttur olarak raporlanmış. 008 yılı tarihli tüm vücut kemik sintigrafisinde multiple kemik metastazı ile uyumlu artmış radyoaktif madde tutulumları izlenmiş. Hastaya bilateral skrotal orşiektomi yapılmış. Androjen blokajı ve zoledronik asit tedavisi başlanmış. Hastanın izlemde PSA düzeyleri düşmüş ve kemik metastazlarına bağlı yakınması olmamış. Ağustos 0 tarihli kontrolünde hastanın rektal kanama şikayetinin olması ve hemoglobin değerinin 8.7 g/dl ölçülmesi nedeniyle endoskopik inceleme önerilmiş. Aynı tarihte yapılan kemik sintigrafisi osteoblastik metastaz düşündürecek bulgu saptanmamıştır olarak raporlanmış. Kolonoskopik incelemede çekum, çıkan kolon, hepatik fleksura, transvers kolon, splenik fleksura, inen kolon, sigmoid kolon doğal olarak izlenmiş, rektumda yaygın ülserler görülmüş. Anoskopide anal kanaldan rektuma uzanım gösteren polipoid kitle izlenmiş ve biyopsi alınmış. Patoloji sonucu; rektum endoskopik biyopsi adenokarsinom, kesitlerde kolonik mukoza içerisinde infiltrasyon gösteren kribriform ve küçük asiner yapılar halinde tümör izlenmektedir, yapılan immünohistokimyasal incelemede infiltrasyonda PSA ile pozitif, CEA ile fokal pozitif boyanma saptandı, CK 7, CK 0 ve CDX ile boyanma görülmedi, histomorfolojik ve immünokimyasal bulgular prostatik adenokarsinom infiltrasyonu/metastazı ile uyumludur olarak raporlanmış. Hasta kliniğimize rektal kanama şikayeti ile başvurdu. Pelvik MRG tetkikinde prostatın rektuma invazyonu görülmedi, prostat konturları ve parankim sinyali doğal olup santral zonu hipertrofik görünümdedir, rektum duvarlarında diffüz homojen kalınlaşma izlenmiş olup, perirektal yağ dokusu doğaldır olarak raporlandı. Hastanın kemik metastazlarının kontrol altına alınmış olması nedeniyle rektal kanaması için palyatif radyoterapi planlandı. Kanama kontrolü sağlandı. Sonuç: Literatürde az sayıda vaka bildirilen prostat kanseri rektum metastazı olguları genelde rektal kanama veya erken dönemde PSA yüksekliği ile başvurmaktadır. Rektal kanama şikayeti ile gelen prostat kanserli bir hastada metastaz olasılığı akla gelmelidir. Palyatif radyoterapi kanama kontrolünde etkili bir tedavidir. Ref No: P-00 MESANENİN NADİR BİR TÜMÖRÜ, SARKOMATOİD KARSİNOM; BİR OLGU SUNUMU Gürbüz Görümlü Universal Ege Sağlık Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, İzmir Amaç: Sarkamotoid karsinom nadir bir tümör tipi olup, tüm mesane tümörleri içinde %0,5 insidansa sahiptir. Çeşitli tedavi modalitelerine rağmen kötü prognoza sahiptir. Sıklıkla ileri evre tümörler olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada sistektomi sonrası sarkomatoid karsinom tanısı alan bir vaka sunulacaktır. Gereç-Yöntem: Vaka takdimi; 60 yaşında erkek hasta aydır mevcut aralıklı ağrısız gross hematüri, pelvik ağrı ve aynı zamanda idrar yaparken yanma yakınması ile tetkik edilmiş. USG tetkikinde mesane anterior duvarda kistik lezyon saptanmış. Parsiyel sistektomi uygulanan hastada histopatolojik inceleme sonucu yağ dokuyu infiltre eden 5cm çaplı tümör sarkomatoid karsinom olarak rapor edilmiş. Postoperatif ikinci ay sonunda değerlendirilen hastanın evreleme tetkiklerinde multipl intraabdominal metastatik lenf bezleri yanı sıra akciğerde metastatik nodüller izlendi ve Sistemik kemoterapi planlandı. Bulgular-Sonuç: Sarkomatoid karsinom lokal ileri karsinomların agresif bir formu olup yüksek rekürrens oranına sahiptir. Burada sistektomi sonrası kısa süre içinde rekürrens gösteren mesanenin sarkomatoid karsinom vakası sunuldu. Ortalama tanı yaşı 60-70 li yaşlar olan mesanenin sarkomatoid karsinom vakalarında, başlangıç semptomu bizim vakamızda da olduğu gibi sıklıkla ağrısız hematüridir. Sarkomatoid karsinom, malign mikst mullerian tümör, karsinosarkom, pseudosarkom ve iğsi hücreli karsinom gibi çeşitli isimlerle adlandırılabilmekle birlikte aslında karsinosarkomdan ayırımı önem taşımaktadır. Karsinosarkom tanımı her iki kompanentin oluşturduğu bir tümörü akla getirirken, sarkomatoid karsinmda malign iğsi hücreli bir tümörde izlenen epitelyal diferansiyasyon söz konusudur. Bu tümörlerde total sistektomi ve takiben kemoterapi ve radyoterapi ile kombine tedavi modaliteleri tercih edilmektedir. Bizim vakamızda erken rekürrens gösteren ve metastatik hastalık nedeni ile gemsitabin-platin kombinasyon kemoterapisi tercih edilmiş ve hastanın tedavisi halen sürmektedir. GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 9

GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-0 LİTERATÜRDE BİR İLK: RENAL PELVİSTE ÜÇ FAKLI TÜMÖR BİRLİKTELİĞİ Nalan Akgül Babacan, Esin Yıldız, Esat Korğalı, Mehmet Metin Şeker, Saadettin Kılıçkap, Turgut Kaçan, Berna Eriten, Gökhan Gökçe, Birsen Yücel 4, Mehmet Fuat Eren 4, Ayfer Ay Eren 4, Ahmet Kerim Türesin 5 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi,Patoloji Anabilim Dalı, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Üroloji Anabilim Dalı, Sivas 4 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Sivas 5 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Sivas Giriş: Renal pelvis tümörlerinin histolojik tipi %90 ürotelyal karsinom, %0 yassı hücreli karsinom şeklindedir. Sarkomatoid ürotelyal karsinom, epitelyal ve mezenkimal komponentler içeren çok nadir bir alt tiptir. Biz burada literatürde ilk kez tanımladığımız aynı böbrekte farklı tipte tümör ve pelvik yerleşimli taşı olan hastamızı ve klinik, histopatolojik özelliklerini sunmayı planladık. Olgu: Elli bir yaşında erkek hasta ay önce başlayan, ağrısız makroskopik hematüri atakları nedeniyle dış merkezde üroloji polikliniğine başvurmuş. Çekilen batın tomografisinde sağ böbrekte grad 4 hidroüreteronefroz ve taşlı böbrek saptanmış. Hastanemiz üroloji kliniğine sevkedilen hastaya sağ basit nefrektomi+üreterektomi operasyonu yapılmış. Postop patolojik değerlendirmede: makroskopik incelemede, kalikslerin ileri derecede dilate ve çevre böbrek parankiminin atrofik olduğu görülürken, pelvisi dolduran büyük bir taşın yanı sıra diğer kalikslerde büyüklüğü 0.5- cm arasında değişen gri-siyah renkli taşlar ve böbreğin bir polünü dolduran 9x7.5x7.5 cm boyutlarında tümöral kitle olduğu rapor edildi. Mikroskopik incelemede ise tümörün sarkomatoid ürotelyal karsinom karakterinde olduğu; tümörün %95 i sarkomatoid karsinom görünümünde olmakla birlikte fokal mikroskopik odaklarda yassı hücreli karsinom odakları ve kaliksleri döşeyen epitelden orjin alan mikroskopik yüksek dereceli papiller ürotelyal karsinom odakları olduğu raporlandı (Şekil,). Hasta bu sonuçlarla onkolojik tedavi planlanı için polikliniğimize başvurdu. Fizik muayenesinde sağ lomber bölgede operasyon skarı dışında özellik yoktu. Tam kan sayımı ve rutin biyokimya incelemede patolojik bulgusu saptanmadı. Uzak organ metastazı olmayan hastaya adjuvan kemoterapi olarak gemsitabin 50 mg/m² (,8. günlerde) ve adriamisin 50 mg/ m² (.gün olmak üzere günde bir) tedavisi başlandı. Altı kür sonrası çekilen batın tomografisinde lokal nüksü saptan hastaya cerrahi planlandı. Hasta halen tanı sonrası 8. ayında izlemde ve operasyon hazırlığındadır. Tartışma: Bu vaka ile aynı böbrek pelvisinde sarkomatoid ürotelyal karsinom, yassı hücreli karsinom ve papiller ürotelyal karsinom birlikteliği ilk kez tanımlanmaktadır. Bu hastaların tedavisinde radikal cerrahi önemli olmakla birlikte adjuvan tedavilerin katkısı tartışmalıdır ve klinik seyirleri agresiftir. Şekil. Papiller ürotelyal Ca odağı, (HE,x00) Ref No: P-0 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ BÖBREĞİN NADİR GÖRÜLEN BİR TÜMÖRÜ: RENAL MEDÜLLER KANSER Zuhat Urakçı, Muhammet Ali Kaplan, Mehmet Küçüköner, Ali İnal, Erdal Bodakçi, Abdurrahman Işıkdoğan Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi,Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı,Diyarbakır Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi,İç Hastalıkları Anabilim Dalı,Diyarbakır Amaç: Renal medüller kanser, ilk defa 995 yılında Davis ve arkadaşları tarafından tanımlanmıştır. Böbreğin medullasından kaynaklanan ve çok nadir görülen bir tümörüdür. Burada, böbreğin çok nadir görülen bir tümörü olan bir renal medüller kanser olgusu sunduk. Gereç ve Yöntem: 46 yaşında, bayan hasta, sol yan ağrısı nedeniyle yapılan tetkiklerde böbrekte kitle saptanmış. Kitle nedeniyle 08.0.0 tarihinde parsiyel nefrektomi yapılan hastanın patolojisi renal medüller kanser olarak değerlendirilmiş. Kliniğimizde yapılan değerlendirmede hastanın akciğer ve lenf nodu metastazı saptandı. Hastaya palyatif sisplatin+gemsitabin başlandı. Üçüncü kür sonrası yapılan değerlendirmede lezyonlarda progresyon saptandı. Klinik olarak önemli bir semptomu olmayan hasta yaklaşık ay tedavisiz izlem sonrası lezyonlarda progresyon saptanması ve semptomatik hale gelmesi nedeni ile hastaya 5-flourourasil+sisplatin başlandı. Dördüncü kür sonrası yapılan değerlendirmede klinik yanıtı olan hastanın radyolojik olarak parsiyel yanıtı mevcuttu. Hastanın kliniğimizde takip ve tedavisi devam etmektedir. Bulgular ve Sonuç: Renal medüller kanser, genellikle 0-40 yaşları arasında ve erkeklerde daha sık görülmektedir. Hastalar çoğunlukla yan ağrısı, hematüri ve kilo kaybı ile başvururlar. Orak hücreli anemi ile birlikteliği sıktır. Sıklıkla tanı konulduğunda hastalık ileri evrededir. Diğer böbrek tümörlerine göre oldukça agresif seyirlidir. Kemoterapi ve immünoterapiye dirençli bir tümördür. Uygun vakalarda cerrahi yapılabilir ve/veya radyoterapi uygulanabilir. Prognozu kötü olup tanıdan sonra ortalama survey -7 ay arasında değişmektedir. Şekil. Sol alt köşede yassı hücreli Ca, sağ yarıda sarkomatoid Ca odağı 9 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-0 KONTRALATERAL TESTİSTE RADYOTERAPİ SONRASI NON-HODKGİN LENFOMA Yasemin Bakkal Temi, Cemil Bilir, Hüseyin Engin Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Tıbbi Onkoloji, Zonguldak Giriş: Testiküler seminom sıklığı son dört dekattır artmasına rağmen hastaların mortalite oranları başarılı tedavi sonuçları ile giderek azalmaktadır. Uzun dönem yaşam süreleri bu hastalarda ikincil malignite veya tedaviye bağlı yan etkilerinde sık görülmesine yol açmıştır. Radyoterapi (RT) alan hastaların hayatta kalma süresi arttıkça da ikincil primer kanser gelişme sıklığı artmaktadır. Testiküler seminom tanısı ile orşiektomi yapılan ve radyoterapi alan hastada, RT den,5 yıl sonra kontralateral testiste lenfoma gelişen bir olgu sunduk. Olgu: Altmış beş yaşında erkek hasta; Aralık 009 da sol testiste şişlik nedeniyle orşiektomi yapılan hastanın patolojisi klasik seminom, patolojik evre TN0M0 olarak saptandı. Hastanın bazal alfa-fetoprotein ve beta-hcg düzeyleri normaldi. Hastaya cerrahi sonrası paraaortik 0 gy radyoterapi verildi. Takibe alınan hastada tedavi sonrası tümör markerları normal seyretti. Temmuz 0 de sağ testiste şişlik fark eden hastaya yapılan ultrasonografide sağ testiste kitle tespit edildi. Ardından sağ orşiektomi yapılan hastanın patolojisi diffüz büyük B hücreli lenfoma, sentroblastik varyant olarak raporlandı. Hastanın metastaz taramasına yönelik yapılan görüntülemelerinde metastaz bulgusuna rastlanmadı. Hastaya 6 kür RCHOP(ritüximab, siklofosfamid, doxorubicin, vinkristin, prednizon) ve sonrasında kür ritüximab tedavisi uygulandı. Sonrasında proflaktik kranial radyoterapi alan hasta takibe alındı ve hastalığın nüksüne dair kanıt henüz bulunamadı. Tartışma: Erken evre seminom hastalarının tedavisi orşiektomi ve takiben uygulanan radyoterapidir. Hastalarda bu tedaviyle kür sağlanıp çoğu zaman takibe alınmaktadırlar. Hastaların uzun dönem takiplerinde ikincil primer kanser sıklığıda yıllar geçtikçe artan riske sahiptir. Her yıl sekonder malignite gelişme riski %- artmaktadır. Radyoterapi sonrası ikincil primer kanser özellikle tedaviden 0 yıl sonrası artmaya başlamasına karşın olgumuzda,5 yıl sonrasında diğer testiste non-hodkgin lenfomaya rastlanmıştır. Daha kısa sürede hastalığın ortaya çıkması hastanın ilerlemiş yaşı ile ilişkili olabilir. Günümüzde testis kanserlerinde yüksek kür şansı elde ediyor olsak da verdiğimiz tedavilerin karsinojenik potansiyellerini göz önünde bulundurarak hastaları yakın takip etmeliyiz. Giriş: İnratübüler germ hücreli neoplaziler invaziv testis tümörlerinin öncülü kabul edilmektedir. Eğer tedavi edilmezlerse 5 yıl içinde yaklaşık %50 hastada, uzun zamanda ise tamamında invaziv germ hücreli tümöre progresyon gözlenir. İnratübüler germ hücreli neoplazilerin tedavisinde lokal radyoterapi ile çok yüksek oranda kür sağlanmaktadır. Cisplatin bazlı kemoterapiler ise nadir kullanılmaktadır. Olgu: 5 yaşında erkek hasta, son aydır olan bel ağrısı, halsizlik ve öksürük şikayetleri ile başvurduğu merkezde çekilen toraks bilgisayarlı tomografisinde paraaortik ve mediastinal en büyüğü 6x47 mm olan lenfadenopatiler saptanmış. Kliniğimize başvuran hastanın gönderilen LDH, AFP ve beta-hcg düzeyleri ise yaklaşık 0 kat yüksek saptandı. Yapılan testis muayenesinde sol testisde ele gelen nodülarite saptandı. Skrotal ultrasonografisinde ise her inguinal bölgede en büyüğü x6 mm ekojen lenf nodları ve sol testis üst polde ve 4 mm kaba kalsifikasyonlar saptandı. Sol orşiektomi yapılan hastanın patolojisi intratübüler germ hücreli tümör olarak rapor edildi. İnratübüler germ hücreli neoplazilerde tanı anında metastaz çok nadir olduğundan hastanın paraaortik lenf nodlarından yapılan tru-cut biyopsi ise embiryonel karsinom olarak rapor edildi. Evre C olması ve kötü risk faktörleri olması sebebiyle hastaya 4 kür bleomisin-etoposid-cisplatin (BEP) kemoterapisi verildi. Tümör belirteçleri normal olarak izlenen hastanın batın içi lenf nodlarında değişiklik izlenmedi. Bu nedenle hastaya retroperitoneal lenf nodu diseksiyonu planlandı. PĞatoloji sonucu bekleniyor. Tartışma: İnratübüler germ hücreli neoplaziler aynı zamanda testiküler intraepitelyal neoplazi olarak da tanımlanmaktadır. İnratübüler germ hücreli neoplazilerde tedavi yapılmadığı taktirde, uzun zamanda tüm hastalarda invziv germ hücreli tümörlere dönüşüm beklenir. Ancak metastatik inratübüler germ hücreli neoplazi literatürde hiç bildirilmemiştir. İnratübüler germ hücreli neoplazilerin tedavisinde lokal radyoterapi önerilmekte; ve radyoterapi ile hastaların büyük çoğunluğunda kür sağlanmaktadır. Metastatik İnratübüler germ hücreli neoplaziler literatürde bildirilmediğinden, kemoterapinin etkinliği net olarak bilinmemektedir ve radyoterapiden daha az etkin kabul edilmektedir Ref No: P-05 KİSTİK BÖBREK LEZYONLARINDA NADİR GÖRÜLEN BİR TÜMÖR Hakan Taşkınlar, Simge Kaya, Elvan Çağlar Çıtak, Feramuz Demir Apaydın Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalı, Mersin Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkoloji Bilim Dalı, Mersin Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Bilim Dalı, Mersin GENİTOÜRİNER SİSTEM KANSERLERİ Ref No: P-04 METASTATİK İNTRATÜBÜLER GERM HÜCRELİ NEOPLAZİ; OLGU SUNUMU Mehmet Ali Nahit Şendur, Sercan Aksoy, Ozan Yazıcı, Şebnem Yaman, Nuriye Yıldırım Özdemir, Doğan Uncu, Nurullah Zengin Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Kistik böbrek lezyonları gelişimsel, kazanılmış ya da neoplastik nedenlere ait olabilirler. Neoplastik kökenli olanlarda en sık renal hücreli karsinom (RCC) karşımıza çıkmaktadır. Tüm RCC lerin %.-. i kistik görünümdedir. Histopatolojik olarak şeffaf hücreli, papiller, kromofob ve onkositom olmak üzere dört gruba ayrılır. Papiller tip RCC de Xp. translokasyonu gösterilmiştir. Tedavide amaç kitlenin tamamen çıkarılmalısı ve nefrektomi yapılmasıdır. Biz burada ultrasonografide (US) rastlantısal olarak saptanan kistik böbrek lezyonu, tanısı ve genetik analizinden bahsettik. RCC çocukluk çağında kistik böbrek lezyonlarında akılda tutulması gereken bir tanıdır. Erken evre tümörlerde nefrektomi ile %90 larda sağkalım sağlanmaktadır. Susesi Otel, Antalya 9

AKCİĞER KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-06 EŞZAMANLI DEFİNİTİF KEMORADYOTERAPİ UYGULANAN NON-ANEMİK EVRE IIIB KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİ TANILI HASTALARDA TEDAVİ SIRASINDA HEMOGLOBİN DÜZEYLERİNDE DEĞİŞİMİN HASTALIK PROGNOZUYLA İLİŞKİSİ Erkan Topkan, Cem Parlak, Ozan Cem Güler, Cem Önal, Uğur Selek Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Adana Amerikan Hastanesi, Teksas Üniversitesi, MD Anderson Radyasyon Onkolojisi Merkezi, İstanbul Amaç: Diğer tümör bölgelerinde tedavi sırasında gözlenen hemoglobin (Hb) düzeylerinde düşüşün klinik sonuçlar üzerindeki etkisi ile ilgili önemli düzeyde kanıt bulunmasına rağmen lokal ileri evre küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) ile ilgili kanıtlar son derece sınırlı ve birbiriyle çelişir durumdadır. Çalışmamızda evre IIIB KHDAK tanısıyla eşzamanlı KRT uygulanan hastalarda KRT sırasında gözlenen Hb düzey değişiklikleri ile tümör kontrolü ve hasta sağkalımı arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçladık. Hastalar ve Yöntem: Ocak 007 ile Aralık 0 tarihleri arasında 60-66 Gy ( Gy/fr) torasik radyoterapi ve - kür eşzamanlı sisplatin + vinorelbin/dosetaksel kemoterapisi uygulanan, tedavi öncesi Hb>=0 g/l ve KRT sırasında en az Hb düzeyi ölçümü bulunan 68 evre IIIB KHDAK tanılı hastaya ait veriler retrospektif olarak analiz edilmiştir. Hastalar KRT sırasında saptanan medyan nadir Hb, yüzde (%) değişim, anemi gelişimi (Hb<= 0 g/l) ve ROC eğrisinde hesaplanan eşik nadir Hb değerine göre gruplara ayrılarak karşılaştırmalı analizler yapılmıştır. Birincil sonlanım noktası genel sağkalım (GS), ikincil sonlanım noktaları ise progresyonsuz (PS) ve lokalrejyonel yinelemesiz sağkalım (LRYS) olarak belirlenmiştir. Bulgular: Medyan takip süresi 4.7 ay (9.-7.5) olarak hesaplanmıştır. Tüm grupta medyan GS, PS ve LRYS sırasıyla.8 (%95 CI=.8-4.8),.7 (.0-.5) ve 5. ay (4.7-5.9) olarak belirlenmiştir. Eşzamanlı KRT sırasında ölçülen nadir değere göre 8 (%7.5) hastada anemi gelişmişti. Anemi gelişme durumuna göre karşılaştırıldığında GS (7. vs. 8.; p<0.00), HS (.7 vs. 9.; p<0.00) ve LRYS nin (6.4 vs.. ay; p<0.00) anemi gelişmeyen grupta istatistiksel anlamlı olarak daha uzun olduğu görülmüştür. Medyan nadir Hb ve %Hb değişimi değerlerine göre yapılan analizlerde istatistiksel bir fark çıkmamış iken ROC eğrisinde medyan nadir Hb için 4 g/l eşik değer tespit edilmiş olup analizlerimiz sonucunda GS (7.7 vs. 0.4; p<0.00) HS (.8 vs. 0.; p<0.00) ve LRYS nin (6.4 vs..8 ay; p<0.00) eşik değerin üzerinde kalan hastalarda daha uzun olduğu görülmüştür. Multivaryan analizlerde her iki faktörün de diğer değişkenlerden bağımsız olduğu tespit edilmiştir (p<0.00 Hb > vs. < 0 g/l, p<0.0 Hb > vs. < ROC Hb eşik değeri için). Sonuç: Çalışmamızdan elde edilen sonuçlar tedavi öncesi anemisi bulunmayan evre IIIB KHDAK tanılı hastaların %7.5 de eşzamanlı KRT sırasında anemi geliştiğini ve bu durumun, gerek lokal-rejyonel tümör kontrolü gerekse hasta sağkalım sürelerini eşlik eden diğer faktörlerden bağımsız olarak olumsuz etkilediğini göstermiştir. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Metod: Çalışmaya 45 evre IIIB KHDAK tanılı hasta dahil edilmiştir. Tüm hastalar 60-66 Gy torasik radyoterapiyle eşzamanlı olarak - kür platin-bazlı kemoterapi almıştır. KD için KRT nin ilk ve son günü yapılan kilo ölçüm değerleri kullanılmış olup hastalar kilo kaybeden (WL) ve kilosunu koruyan/kilo alan (WP/G) olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Bulgular: Tedavi öncesi hasta özellikleri Tabloda verilmiştir. İki grup arasında tedavi öncesi özellikler bakımından bir fark yoktu. KRT sonrası hastaların 5 sinde (%59.) WL, 89 unda (%0.9) WP ve 84 ünde (%9.8) WG olmuştur. Medyan 4. aylık takipte, 4 hasta (%4.4) hayattaydı [WP/G=84 (%48.6) ve WL=58 (%.0)] ve bunların 58 inde [WP/G=4 (%.7) ve WL=7 (%6.7)] progresyon bulgusu yoktu. Tüm grup için medyan genel (OS), lokal-bölgesel progresyonsuz (LRPFS) ve progresyonsuz sağkalım (PFS) sırasıyla.8, 4.4 ve 0.6 aydı. İki grup sağkalım karşılaştırmalarında WP/G grubundaki hastaların WL ye kıyasla daha iyi OS, LRPFS ve PFS ye sahiplerdi (her biri için p<0.05) (Şekil ). Çok değişkenli analizlerde yalnızca WL ve ileri T evresi kötü prognozla ilişkiliydi (p<0.05). Sonuç: Çalışmanın sonuçları göstermiştir ki, KRT sırasında kilo alan veya en azından kilosunu koruyan hastalar kilo kaybedenlere kıyasla istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde daha üstün sağkalım sonuçlarına sahiptirler. Bu yeni bulgu bu gibi hastaların klinik sonuçlarını öngörmede kullanılabilecek ek bir faktör olarak kullanılabilir. Ref No: P-07 EVRE IIIB KÜÇÜK HÜCRELİ-DIŞI AKCİĞER KANSERLİ HASTALARDA EŞZAMANLI KEMORADYOTERAPİ SIRASINDA GELİŞEN KİLO KAYBI KÖTÜ SAĞKALIMLA İLİŞKİLİDİR: 45 HASTANIN RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRMESİ Erkan Topkan, Cem Parlak, Ozan Cem Güler, Uğur Selek Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Adana Amerikan Hastanesi, Teksas Üniversitesi, MD Anderson Radyasyon Onkolojisi Merkezi, İstanbul Amaç: Bu çalışmada eşzamanlı kemoradyoterapi (KRT) sırasında gelişen kilo değişiminin (KD) evre IIIB küçük hücreli-dışı akciğer kanserli (KHDAK) hastaların klinik sonuçlarına etkisi retrospektif olarak araştırılmıştır. Şekil. Karşılaştırmalı Kaplan-Meier sağkalım eğrileri 94 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Tablo. Tüm popülasyon ve kilo değişim gruplarındaki tedavi öncesi hasta özellikleri Özellik Yaş (Yıl) Medyan (Aralık) Cinsiyet (N; %) Erkek Kadın Histoloji (N; %) SCC AC Performans durumu (N; %) ECOG 0 ECOG TN-evresi (N; %) TN TN TN T4N T4N T-evresi (N; %) 4 N-evresi (N; %) Tümör boyutu (N; %) <=.0 cm.0-5.0 cm 5.0-7.0 cm > 7.0 cm N boyutu (N; %) <=.0 cm >.0 cm Kemoterapi Platin dosetaksel Platin - vinorelbin Hemoglobin (g/ml) Ortalama (aralık) Kilo (kg) Medyan (aralık) VKİ (kg/m) Medyan (aralık) Tüm grup (N=45) VKİ (kg/m ) 6. ( - 70) 8 (66.4) 4 (.6) 4 (56.7) 84 (4.) 76 (4.4) 49 (58.6) (7.) 75 (7.6) 86 (4.8) 74 (7.4) 59 (.9) (7.) 75 (7.6) 86 (4.8) (.) 74 (7.4) 5 (8.6) 8 (8.9) 97 (.8) 89 (44.5) 0 (.8) 9 (68.9) (.) 7 (40.) 54 (59.8).4 (0. 8.6) 67.8 (50.-89.6).9 (0.4-8.6) WP/G (N=7) 6.7 ( - 70) 9 (68.8) 54 (.) 00 (57.8) 7 (4.) 69 (9.9) 04 (60.) 4 (8.) 7 (5.6) 80 (46.) (9.) 9 (.0) 4 (8.) 7 (5.6) 80 (46.) 5 (0.) (9.) 40 (80.9) 6 (9.) 8 (.0) 76 (4.9) 4 (4.9) (70.5) 5 (9.5) 74 (4.8) 99 (57.). (0.-7.8) 66.9 (50.-87.).6 (0.5-8.) WL (N=5) 6.8 (4 70) 6 (64.7) 89 (5.) 4 (55.9) (44.) 07 (4.4) 45 (57.6) 7 (6.7) 48 (9.0) 06 (4.) 4(6.) 40 (5.9) 7 (6.7) 48 (9.0) 06 (4.) 8 (.) 4 (6.) (8.7) (8.7) 59 (.4) (44.8) 58 (.) 7 (67.8) 8 (.) 97 (8.5) 55 (6.5).5 (0.-.6).5 (0.-.6). (8.8-8.6) P değeri 0.48 0.59 0.87 0.64 0.7 0.9 0.56 0.49 0.47 0.66 0.88 0.7 0.5 AC: Adenokarsima; VKİ: Vücut Kitle İndeksi; ECOG: Eastern Cooperative Oncology Group; N: Nod; SCC: Skuamoz-hücreli karsinom; T: Tümör; WL: kilo kaybeden ve WP/G: kilosunu koruyan/kilo alan. Ref No: P-08 DEFİNİTİF EŞZAMANLI KEMORADYOTERAPİ İLE TEDAVİ EDİLEN 45 YAŞ ALTI EVRE IIIB KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİ TANILI HASTALARIMIZDA SAĞKALIM SONUÇLARIMIZ: 45 HASTANIN RETROSPEKTİF ANALİZİ Ozan Cem Güler, Cem Parlak, Cem Önal, Erkan Topkan Başkent Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Adana Amaç: Genel olarak küçük hücre dışı akciğer kanseri (KHDAK) nedeni ile tedavi alan hastaların sağkalım sonuçları ile ilgili çok sayıda yayın olmakla birlikte bu hastalığın nadir görüldüğü genç yaştaki hastaları ayrı bir grup olarak ele alan veri sayısı görece sınırlıdır. Bu çalışmada merkezimizde küratif eşzamanlı kemoradyoterapi (KRT) tedavi alan 45 yaş ve altı 45 hastada sağkalım sonuçları ve buna etki eden faktörleri araştırmayı amaçladık. Gereç-Yöntem: Ocak 007-Aralık 0 tarihleri arasında küratif KRT alan 8-80 yaş arası Evre IIIB KHDAK tanılı 94 hastadan 45 yaş altı 45 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Hastaların tamamı 60-66 Gy üç boyutlu konformal planlı torasik RT ve eş zamanlı - kür ( haftalık rejim) kemoterapi almıştır.. Primer sonlanım noktası genel sağkalım (GS), sekonder sonlanım noktaları lokorejyonel progresyonsuz (LRPFS) ve progresyonsuz (PFS) sağkalım olarak belirlenmiştir. Bulgular: Analizlerin yapıldığı dönemde 58(%40) hasta halen yaşamakta olup bu hasta grubu için median takip süresi 0,5 ±, ay idi. Tüm hasta grubu için medyan, ve 4 yıllık GS, LRPFS ve PFS oranları sırası ile 4.8 ay, %8 ve %4, 5.7 ay,%6. ve %8.9, ay,%8. ve %. olarak bulunmuştur. Cinsiyet, performans, histoloji, T evresi, N evresi, KT türü, tedavi öncesi anemi olup olmaması ve toplam KRT süresini içeren tek değişkenli analizler yapılmıştır. ROC (receiver operating characteristic) eğrisinde bulunan 50 gün eşik değerine göre hastalar KRT süresi bakımından gruba ayrılmıştır. KRT süresi (<=50 vs > 50 gün; p<0,00), bazal anemi durumu (Hb<0 vs >=0 g/l; p<0,00) istatistiki olarak genel sağkalımı etkileyen anlamlı değişkenler olarak bulunmuşken, N evresi ( vs ; p:0,09) istatistiki olarak N hastalık lehine trend varlığı göstermiştir. Aynı faktörleri içeren çok değişkenli analizlerde bazal anemi ve uzun KRT süresinin diğer tüm faktörlerden bağımsız değişken oldukları bulunmuştur. Sonuç: Evre IIIB KHDAK nin daha az görüldüğü genç hasta grubunda eşzamanlı KRT ile bulduğumuz 4,8 aylık GS süresi yüz güldürücüdür. Ayrıca sonuçlarımızdan ortaya çıkan <=50 günde bitirilen KRT ile sağkalımın daha uzun sürede bitirilen tedaviye göre ve bazal anemisi bulunmayan hastaların anemik hastalara oranla belirgin daha uzun yaşaması bu iki faktörün genç hasta grubunda da prognoz tahmininde güvenilir iki faktör olduğunu göstermekte olup tedavinin mümkün olan en kısa sürede bitirilmesi ve tedavi öncesi aneminin düzeltilmesi gerekliliğini telkin eder niteliktedir. Ref No: P-09 DEFİNİTİF EŞZAMANLI KEMORADYOTERAPİ UYGULANAN EVRE IIIB KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERİ TANILI HASTALARDA TEDAVİ ÖNCESİ YÜKSEK TROMBOSİT SAYISI KÖTÜ PROGNOZ İŞARETİDİR Erkan Topkan, Cem Parlak, Ozan Cem Güler, Cem Önal, Uğur Selek, Özgür Özyılkan Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Adana Amerikan Hastanesi, Teksas Üniversitesi, MD Anderson Radyasyon Onkolojisi Merkezi, İstanbul Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Adana Amaç: Trombositoz akciğer kanseri (AK) tanılı hastalarda %0 - %60 sıklığında görülmekte olup erken evre ve metastatik hastalıkta genellikle kötü prognozla ilişkilendirilmektedir. Ancak, literatürde definitif eşzamanlı kemoradyoterapi (KRT) alan lokal ileri evre küçük hücreli dışı AK (Lİ-KHDAK) tanılı hastalarda tedavi öncesi trombosit sayısı ile prognoz arasında ilişkiyi inceleyen bir çalışma bulunmamaktadır. Dolayısıyla biz bu çalışmada Lİ-KHDAK tanısıyla kliniğimizde definitif eşzamanlı KRT alan hastalarda tedavi öncesi trombosit sayısının hasta prognozuyla bir ilişkisini araştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Kliniğimizde Ocak 007 ile Aralık 0 tarihleri arasında evre IIIB KHDAK tanısıyla definitif eşzamanlı KRT alan AKCİĞER KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 95

AKCİĞER KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER ve tedaviı öncesi trombosit sayısına ulaşılabilen 79 çalışmaya dahil edilmiştir. Tüm hastalara 60 66 Gy ( Gy/fr) olup konformal RT ve eşzamanlı - kür haftada bir sisplatin veya karboplatin bazlı vinorelbin/taksan kombinasyonları uygulanmıştır. Hastalar tedavi öncesi trombosit değerlerine göre normal (0.000-400.000) ve yüksek (>400.000) olarak iki gruba ayrılarak analiz edilmiştir. Primer ve sekonder sonlanım noktaları genel (GS) ve hastalıksız sağkalım (HS) belirlenmiştir. Bulgular: Medyan takip süresi. ay (8.8-4.6) olup tüm grup için HS ve GS sırasıyla 0. (%95 CI: 9.7-0.5) ve 0.9 ay (%95 CI: 0.9-.9) olarak bulunmuştur. Trombosit sayısı yüksek olan hasta sayısı 5 (%9.) olarak bulunmuştur. Gruplar karşılaştırıldığında trombositozu bulunan hastaların medyanl HS (7.8 vs. 0.6 ay; p<=0.00) ve GS lerinin (. vs. 5.6 ay; p<=0.00) normal trombosit sayısına sahip hastalara oranla istatistiki olarak anlamalı şekilde kısa olduğu tespit edilmiştir. Benzer şekilde yıllık GS (%8.9 vs..0 ay; p<=0.00) trombositozlu grupta anlamlı şekilde düşük bulunmuştur. Trombosit sayısına göre ROC (receiver operating characteristic) eğrisinde 78.000 cut-off değer olarak bulunmuştur. Bu değere göre hastalar iki gruba ayrıldığında da cut-off değerin üzerinde yer alan hastaların HS(9. vs.. ay; p<=0.00) ve GS(8.7 vs. 4.5 ay; p<=0.00) sürelerinin cut-off değerin altında kalan gruba göre anlamlı şekilde düşük olduğu bulunmuştur. Univaryan analizlerde T (- vs. -4), N ( vs. ) evreleri, tedavi öncesi trombosit sayısı (0.000-400.000 vs. >400.000) ve trombosit ROC cutt-off grubu (<=78.000 vs. <=78.000) sağkalımı etkileyen faktörler olarak bulunmuştur. Bu faktörler multivaryan analizlerde de anlamlılığını korumuş ve p değerleri sırasıyla <=0.00, 0.0, <=0.00, 0.0 olarak belirlenmiştir. Sonuç: Bu çalışmadan elde edilen sonuçlar eşzamanlı KRT uygulanan evre IIIB KHDAK tanılı hastalarda yüksek trombosit sayısının özellikle de trombositoz düzeyinde yüksekliğin HS ve GS tahmininde diğer faktörlere ilave güvenilir ve bağımsız bir faktör olduğunu göstermektedir. Ref No: P-0 RADYASYONA BAĞLI GELİŞEN KARDİYOVASKÜLER TOKSİSİTEYE HALOFUGİNONUN ETKİSİ Çağdaş Yavaş, Mustafa Çalık, Güler Yavaş, Hatice Toy 4, Hıdır Esme, Mustafa Fevzi Sargon 5 Konya Eğitim Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Bölümü, Konya Konya Eğitim Araştırma Hastanesi, Göğüs Cerrahisi Bölümü, Konya Selçuk Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Konya 4 Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Patoloji Ana Bilim Dalı, Konya 5 Hacettepe Üniversitesi, Anatomi Ana Bilim Dalı, Ankara 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Amaç: Kardiyovasküler toksisite, torasik tümörlerin radyoterapisinde (RT) önemli bir doz kısıtlayıcı faktördür. Bu çalışmanın amacı radyasyona bağlı gelişen kardiyovasküler toksisiteye Dichroa febrifuga bitkisinden türetilmiş olan ve antifibrotik aktivitesi olduğu bilinen Halofuginoun (H) olumlu bir etkisi olup olmadığını araştırmaktır. Metod: Altmış erişkin Wistar türü albino dişi sıçanlar her biri 0 sıçandan oluşan altı gruba ayrıldı:grup (G) kontrol grubu, G: RT kontrol grubu, G ve G4 sırası ile.5μg H ve 5μg H grubu; G5 ve G6 ise.5 μg H+RT ve 5 μg H+RT grupları olarak belirlendi. RT tek doz Gy olarak sıçanların mediastinal bölgelerine uygulandı. H günlük dozlar halinde intraperitoneal olarak günlük dozlarda sıçanlar sakrifiye edilene kadar uygulandı. Herbir gruptan 5 er adet sıçan RT sonu 6. ve 6. haftalarda servikaldislokasyon ile sakrifiye edilerek kalp ve torasik aorta örnekleri ışık mikroskopu ve elektron mikroskopu ile incelendi. Sonuçlar: Tüm gruplar arasında endokardiyal kalınlıklar açısından hem 6. hem de 6. haftalarda anlamlı bir farklılık bulundu (p değerleri < 0.00). Endokardiyal kalınlık artışı en fazla G de izlendi. G-G5, G-G6 ve G5-G6 daki sıçanların endokardiyal kalınlıkları RT sonu 6. haftada anlamlı olarak farklı bulundu (p< 0.00, p<0.00 ve p= 0.00). Tüm gruplar arasında torasik aortadan bakılan fibrozis skorları anlamlı olarak farklı idi (p=0.00). RT grupları karşılaştırıldığında G-G5 ve G-G6 da torasik aorta fibrozis skorları 6. haftada anlamlı olarak farklı bulundu (p= 0.007 vep= 0.00). Tartışma: Bulgularımız H un RT ye bağlı gelişen kardiyovasküler toksisiteyi azaltabileceğini göstermektedir. Bu iyileşme en fazla in 5μg H + RT grubunda ve RT sonu 6. haftada gözlemlenmiştir. Sonuçlarımızın klinik çalışmalarla doğrulanması uygun olabilir. Ref No: P- ERKEN EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİ TEDAVİSİNDE CYBERKNİFE ROBOTİK RADYOCERRAHİ UYGULAMALARI VE YANIT DEĞERLENDİRMEDE PET- BT KULLANIMI: ERKEN DÖNEM SONUÇLARIMIZ Ali Ölmezoğlu, Berna Kömürcüoğlu, Hakan Koparal, Ceylan Diren, Mihriban Erdoğan Koçak, Özlem Büyükavcı Balıkçı, Burcu Üregen Bilal, Berna Ölçüm Dernek İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Bölümü, İzmir İzmir Dr.Suat Seren Göğüs Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği İzmir İzmir Dr.Suat Seren Göğüs Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Nükleer Tıp Bölümü, İzmir Çalışmamıza erken evre (Evre a-b ve Evre a) küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) tanısı almış olan ve ileri yaş, solunum yetmezliği, kardiak ve benzeri yandaş hastalıkları nedeniyle cerrahi tedaviye uygun görülmeyen olgular dahil edilmiştir. Cyberknife robotik Radyocerrahi yöntemi uygulanan 5 olgu retrospektif olarak değerlendirmeye alınmıştır. Olguların tümü patolojik olarak KHDAK tanısı almış olup 0 olgunun histopatolojik tanısı Epidermoid Akciğer Kanseri, 7 olgunun Adeno Kanser ve diğer 8 olgunun Tip tayini yapılamamış Küçük Hücreli Dışı Akciğeri olarak belirlenmiştir. Olguların yaş ortalaması 74 (5-84), ü erkek idi. Tüm olguların tedavi öncesi Tüm vücüt PET-BT ve Beyin MRG ile klinik evrelemeleri yapıldı. Evrelere göre dağılımları; TaNoMo 0 olgu, TbNoMo 9 olgu, TaNoMo 6 olgu olarak saptandı. Tedaviye alınan tümörlerin en uzun çap ölçüsü dikkate alınarak yapılan Radyolojik değerlendirmesinde ortalama tümör boyutu,8 cm, her bir tümör için bulunan SUV max değerlerinin genel toplamının tümör sayısına bölünmesiyle elde edilen ortalama SUV maksimum değeri de 5,7 idi. Tedavi planlamasında tümörün periferik veya santral yerleşimli olmasına göre değişmek üzere olguda fraksiyonda (x 0 Gy), olguda(4x5 Gy) toplamda 60 Gy reçete edilen doz olarak tedavi uygulandı. Olgular tedavi sonrası minimum. aydan sonra başlamak üzere yanıt değerlendirmesi için PET-BT ile; eğer PET-BT yapılamıyorsa Toraks BT ile kontrol edildi.medyan Takip süresi 9 ay olup klinik takiplere üçer aylık periyodlarla devam edilmektedir. Üç olguda (Bölgesel olmayan) sistemik progresyon izlendi, diğer olguda. aydan sonra ilk çekilen PET-BT ile belirlenmiş (metabolik) Tam Yanıt oranı (4 olgu) %56 idi. Takipleri devam eden olgulaarın hiç birisinde tedaviye bağlı morbid radyasyon pnomonitisi ya da mevcut solunum yetmezliğinde kötüleşme gibi yan etki izlenmedi. Cyberknife Robotik Radyocerrahi, standart tedavi ilk seçeneği Cerrahi olan ancak ileri yaş, düşük performans ve solunum fonksiyon kısıtlılığı gibi nedenlerle Cerrahi uygulanamayan erken evre KHDAK olgularında güvenle ve kısa sürede uygulanabilen, düşük yan etki potansiyeline sahip bir yöntemdir. Tümöre uygulanan dozun biyolojik eşdeğerinin konvansiyonel radyoterapi maksimum dozuna oranla en az.5 kat daha fazla olması nedeniyle ablatif doz sağlayan bir tedavi yöntemi olarak kabul edilebilir. Erken yanıt değerlendirmesi için yapılan (tedavi sonrası, ay) PET-BT de metabolik yanıt oranları dikkate alındığında Tam yanıt oranı %56 olarak 96 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER saptanmıştır. Olguların klinik izlem sürelerinin artmasıyla elde edilecek yeni verilerin eklenmesiyle Tam Yanıt oranlarının daha da artacağı öngörülebilir. Geç yan etki değerlendirmesi için de daha uzun takip süreleri gerekmektedir. Ref No: P- KÜÇÜK HÜCRE DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE RUTİN LABORATUVAR YÖNTEMLERİNİN PROGNOSTİK ÖNEMİ VAR MIDIR? Vildan Kaya, Mustafa Yıldırım, Özlem Demirpence, Mustafa Yıldız 4, Ayşen Yeşim Yalçın Süleyman Demirel Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Isparta Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Batman Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Biyokimya, Batman 4 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Antalya Amaç: Çalışmamızda hastaların rutin değerlendirmeleri sırasında bakılan LDH, albümin, hemoglobin, nötrofil, trombosit, lenfosit sayısı ve bu değerlerden hesaplanan Nötrofil Lenfosit Oranı (NLO), Trombosit Lenfosit Oranının (TLO) Küçük Hücreli Dışı Akciğer Karsinomu (KHDAK) ndaki prognostik önemi araştırıldı. Gereç-Yöntem: 008-00 yılları arasında Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği ve Süleyman Demirel Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi AD da histopatolojik olarak tanısı doğrulanmış KHDAK li hastalar çalışmaya alındı. Tedavi öncesi tüm hastalarımızda rutin olarak yapılan lenfosit sayımını da içeren tam kan sayımı, karaciğer (AST, ALT, total protein, Albümin), LDH ve böbrek (BUN, Cre) fonksiyon testlerini içeren kan biokimyası incelemeleri yapıldı. Bulgular: Çalışmaya 76 sı (%48.7) kadın, 80 i (%5.) erkek olmak üzere toplam 56 hasta alındı. Ortalama hemoglobin düzeyi olarak saptandı. Hastaların anemik olup olmamasına göre yaşam süreleri anlamlı farklı bulundu (p:0.005). LDH ortama düzeyi.4 olarak saptandı. LDH yüksek olan hastalarla olmayanlar arasında sağkalım farkı saptanmadı (p:0.5). Hastaların %.4 ünde NLO değeri sistemik inflamatuar yanıtı gösterdi. NLO nun sistemik inflamatuar yanıtı gösterdiği hastalarda ortalama yaşam süresi 0.8 ay iken sistemik inflamatuvar yanıtın negatif olduğu hastalarda bu süre 9.6 ay idi (p:0.0). TLO hastaların %66 sında sistemik inflamatuar yanıtı gösteriyordu. TLO nun sistemik inflamatuar yanıtı gösterdiği hastalarda ortalama yaşam süresi.6 ay iken bu süre sistemik inflamatuar yanıtın negatif olduğu hastalarda.9 ay idi (p:0.04). Sonuç: Günümüzde moleküler yöntemler hızla gelişmekte ve hastaların prognozunun belirlenmesinin yanında tedaviyi de yönlendirmektedir. Bu yeni yöntemlerin yanında kolay erişilebilir, ucuz, kullanımı basit olan bu laboratuar parametreleri hastaların prognozu belirlerken göz önünde bulundurulmalıdır. küçük hücreli dışı akciğer kanser (Lİ-KHDAK Ca) hastaların sağkalım sonuçları ve prognostik faktörlerini değerlendirdik. Metod: İki merkezde, Kasım 00 ile Haziran 0 tarihleri arasında tedavi almış KHDAK Ca li hastaların dosyalarını retrospektif olarak inceledik. Yeni evreleme sistemine göre, T4 N0- M0 Lİ- KHDAK Ca li hastalar çalışmaya alındı. Univariate sağkalımda P < 0,0 olan değişkenler daha sonra multivariate Cox regresyon analizine alındı. Burada formula likelihood ratio göre seçilim uygulandı. P < 0,05 anlamlı kabul edildi. Sonuçlar: Median yaş 60 dı. Median genel sağkalım (GSK) 8, ay, yıllık GSK %7,5 yıllık %8 di. Median takip süresi 7,4 aydı. Genel sağkalımla univariate analizle tanıda ECOG-PS u (Easten Cooporative Oncology Group Performance Status), yaş, T4 faktörü alt grupları, evre ve primer tedavi ile istatiksel olarak anlamlılık saptandı (p<0,0). Multivariate analizle GSK ile istatistiksel olarak anlamlı çıkanlar; tanıda ECOG-PS (p=0,00), yaş (p=0,007), evre (p=0,0), primer tedavi (p=0,004) olduğu saptandı. Küratif tedavisiz yaklaşılan gurupta median GSK,0 ay, definitif RT i grubunda 9,0 ay, küratif cerrahi grubunda ise 6,6 aydı. Genel sağkalımda küratif tedavisiz yaklaşılan grupla, definitif RT ve küratif cerrahi uygulanan guruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark varken (sırayla, p<0,00 ve p=0,00), definitif RT ile küratif cerrahi uygulanan gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p=0,). Median olaysız sağkalım (OSK) 9,9 ay, yıllık OSK %46, yıllık %9 ve 5 yıllık %5 di. Olaysız sağkalımla univariate analizle tanıda ECOG-PS, kilo kaybı, evrelemede sadece toraks-bt + PET- BT kullanımı, evre ve primer tedavi ile istatiksel olarak anlamlılık saptandı (p<0,0). Multivariate analizle OSK ile yalnızca primer tedavi istatistiksel olarak anlamlıydı (p=0,00). Küratif tedavisiz yaklaşılan grupta median OSK 5,9 ay, definitif RT grubunda 0,5 ay ve küratif cerrahi grubunda ise 4,7 ay saptandı. Tüm primer tedavi gruplarına bakıldığında grade III/IV yan etki 57 hastada (%46,6) gözlenmişti. Özefajit sıklıkla definitif radyoterapi alan hasta gurubunu etkilemişti. Sonuç: T4 N0- M0 Lİ-KHDAK Ca li bu heterojen grup hastada GSK etkili bağımsız prognostik faktörler tanı yaşı, ECOG-PS, evre ve primer tadaviyken, OSK ile primer tedavidir. Bulgularımız, bu hasta grubunda modern görüntüleme yöntemleri ile iyi evreleme ve multidisipliner yaklaşımın önemine işaret etmektedir. T4 lü hasta grubunda, uygun hasta ve tedavi seçimi ile küratif potansiyeli iyi değerlendirmek klinikte en önemli amaç olmalıdır. AKCİĞER KANSERLERİ Ref No: P- YENİ EVRELEME SİSTEMİNE GÖRE T4 N0 M0 KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERLİ HASTANIN, SAĞKALIM SONUÇLARI VE PROGNOSTİK FAKTÖRLERİ Deniz Arslan, Hakan Şat Bozcuk, Ali Murat Tatlı, Şeyda Gündüz, Mükremin Uysal, Sema Sezgin Göksu, Lokman Koral, Hasan Şenol Coşkun, Burahan Savaş Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Antalya Necmettin Erbakan Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Konya Amaç: Amerikan Birleşik Kanser Komitesi (AJCC), 009 yılında yeni evreleme sistemini (7. baskı) yayınladı. Çalışmamızda büyük heterojen bir grup olan, yeni evreleme sistemine göre T4 lokal ileri Şekil. T4 N0- M0 hastaların Kaplan-Meier genel sağkalım grafiği. Susesi Otel, Antalya 97

AKCİĞER KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Amaç: Ki67 ekspresyonunun ve mitoz sayısının rezeke edilemeyen lokal ileri evre küçük hücreli dışı akciğer kanserli (KHDAK) olgularda prognostik önemini belirlemek. Gereç ve Yöntemler: Bu çalışmaya KHDAK tanılı 84 olgu alındı. Olgulara 66 Gy radyoterapi ile haftalık docetaxel 0 mg/m ve cisplatin 0 mg/m eşzamanlı kemoterapi uygulandı. Kemoradyoterapi bitiminden ortalama bir ay sonra yanıt değerlendirilmesi sonrası 4 kür günde bir docetaxel 75 mg/m ve cisplatin 75 mg/m idame kemoterapisi uygulandı. Ki67 pozitifliği için %5 üzerindeki boyanma pozitif ve negatiflik için ise %5 in altındaki boyanma negatif olarak belirlendi. Mitoz sayısı 7 nin altında veya üzerinde olmasına göre iki gruba ayrıldı. Bulgular: Medyan yaş 58 (sınırlar, 0-78) dir. Olguların %6 (n=5) u kadın ve %94 (n=79) ı erkek, %45, (n=8) u evre IIIA ve %54,8 (n=46) i evre IIIB idi. Olgular histopatolojik olarak %,6 (n=9) adenokarsinom ve %77,4 (n=65) ü epidermoid karsinom şeklinde sınıflandı. Eşzamanlı kemoradyoterapi sonrası (%,) olguda tam yanıt, 7 (%44) olguda parsiyel yanıt, 5 (%7,9) olguda stabil hastalık ve (%5) olguda ise progresyon saptandı. Ki67, İHK boyamada 6 (%9) olguda negatif ve 68 (%8) olguda ise pozitif olarak bulundu. Mitoz sayısı 4 (%50) olguda <7 ve 4 (%50) olguda >=7 saptandı. Medyan takip süresi,5 ay (sınırlar, 4-68 ay) bulundu. Genel sağkalım median ay, lokal kontrol 0 ay ve progresyonsuz sağkalım 8 ay olarak bulundu. Ki67 negatif ve pozitifliğine ve mitoz sayısı <7 veya >=7 olmasına göre yaş, cinsiyet, T evresi, N evresi, histopatoloji, evre hasta özellikleri bakımından gruplar arasında istatistiksel olarak fark saptanmadı (p>0,05). Ki67 nin negatif ve pozitifliğine göre sırası ile medyan genel sağkalım; 6 ay ve ay olarak bulundu ve gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı (p=0,74). Ki67 nin negatif ve pozitifliğine göre sırası ile lokal kontrol; 4 ay ve 8ay olarak bulundu ve gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı (p=0,54). Ki67 nin negatif ve pozitifliğine göre sırası ile medyan progresyonsuz sağkalım; ay ve 7 ay olarak bulundu ve gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı (p=0,7). Mitoz sayısının <7 ve >=7 olmasına göre sırası ile medyan genel sağkalım; 4 ay ve 0 ay olarak bulundu ve gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı (p=0,6). Mitoz sayısının <7 ve >=7 olmasına göre sırası ile lokal kontrol; ay ve 8 ay olarak bulundu ve gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı (p=0,505). Mitoz sayısının <7 ve >=7 olmasına göre sırası ile medyan progresyonsuz sağkalım; 8 ay ve 6 ay olarak bulundu ve gruplar arasında anlamlı fark saptanmadı (p=0,409). Sonuç: Lokal ileri KHDAK li olgularda Ki67 pozitifliği ve mitoz sayısının >=7 olmasının sayısal olarak kötü sağkalımı göstermesine rağmen istatistiksel olarak kötü prognostik faktör olduklarını gösterilemedi. İstatiksel olarak anlamlılığa kavuşmama, özellikle Ki67 için olgulardaki negatif ve pozitiflik sayısının uygun olmamasına bağlandı. Şekil. T4 N0- M0 hastaların Kaplan-Meier olaysız sağkalım grafiği. Ref No: P-4 REZEKE EDİLEMEYEN LOKAL İLERİ EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERLİ OLGULARDA Kİ67 EKSPRESYONUNUN VE MİTOZ SAYISININ PROGNOSTİK ÖNEMİ Celalettin Eroğlu, Neslihan Kurtul, Olgun Kontaş, Dilek Ünal, Okan Orhan, Gökmen Zararsız 4, Münevver Baran, Bünyamin Kaplan Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı, Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Patoloji Bilim Dalı, Kayseri Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Bölümü, Kayseri 4 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik ve Tıp Bilişimi Bilim Dalı, Kayseri Ref No: P-5 REZEKE EDİLEMEYEN LOKAL İLERİ EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERLİ OLGULARDA SPARC EKSPRESYONUNUN PROGNOSTİK ÖNEMİ Neslihan Kurtul, Celalettin Eroğlu, Dilek Ünal, Erdem Arzu Taşdemir, Okan Orhan, Gökmen Zararsız 4, Münevver Baran 5, Olgun Kontaş 5, Bünyamin Kaplan Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı, Kayseri Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Bölümü, Kayseri Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Bölümü, Kayseri 4 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik ve Tıp Bilişimi Bilim Dalı, Kayseri 5 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Patoloji Bilim Dalı, Kayseri Amaç: Osteonektin veya BM-40 olarak da adlandırılan secreted protein, acidic and rich in cysteine (SPARC) ekspresyonunun rezeke edilemeyen lokal ileri evre küçük hücreli dışı akciğer kanserli (KHDAK) olgularda prognostik önemini belirlemek. Gereç ve Yöntemler: Bu çalışmaya KHDAK tanılı 84 olgu alındı. Olgulara 66 Gy radyoterapi ile haftalık docetaxel 0 mg/m ve cisplatin 0 mg/m eşzamanlı kemoterapi uygulandı. Kemoradyoterapi bitiminden ortalama bir ay sonra yanıt değerlendirilmesi sonrası 4 kür günde bir docetaxel 75 mg/m ve cisplatin 75 mg/m idame kemoterapisi uygulandı.. SPARC ekspresyon oranları; boyanmama ve %5 altı pozitiflik: negatif boyanma, %5-5 pozitiflik: zayıf boyanma, %6-75 pozitiflik orta boyanma ve %75 üzeri pozitiflik güçlü boyanma olarak 4 gruba ayrıldı. Ancak, istatistiksel analiz için tümör hücreleri negatif ve zayıf boyanma düşük ekspresyon, orta ve güçlü boyanma ise yüksek ekspresyon olarak ikili ölçek sistemine göre gruplandırıldı. Bulgular: Medyan yaş 58 (sınırlar, 0-78) dir. Olguların %6 (n=5) u kadın ve %94 (n=79) ı erkek, %45, (n=8) u evre IIIA ve %54,8 (n=46) i evre IIIB idi. Olgular histopatolojik olarak %,6 (n=9) adenokarsinom ve %77,4 (n=65) ü epidermoid karsinom şeklinde sınıflandı. Eşzamanlı kemoradyoterapi sonrası (%,) olguda tam yanıt, 7 (%44) olguda parsiyel yanıt, 5 (%7,9) olguda stabil hastalık ve (%5) olguda ise progresyon saptandı. SPARC ekspresyonunun İHK boyamasında 48 (%57,) olguda düşük ekspresyon ve 6 (%4,9) olguda ise yüksek ekspresyon olduğu saptandı. Medyan takip süresi,5 ay (sınırlar, 4-68 ay) bulundu. Genel sağkalım median ay, lokal kontrol 0 ay ve progresyonsuz sağkalım 8 ay olarak bulundu. SPARC düşük ve yüksek ekspresyon gruplarında yaş, cinsiyet, T evresi, N evresi, histopatoloji, evre hasta özellikleri bakımından iki grup arasında istatistiksel olarak fark saptanmadı (p>0,05). SPARC ekspresyonunun İHK boyanmasına göre medyan 98 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER genel sağkalım; negatif: 7 ay, zayıf: ay, orta: 9 ay ve güçlü: 5 ay olarak bulundu. SPARC ekspresyonuna göre medyan genel sağkalım; düşük ekspresyon: 6 ay ve yüksek ekspresyon: 7 ay bulundu. SPARC ekspresyonuna göre medyan lokal kontrol; düşük ekspresyon: ay ve yüksek ekspresyon: 6 ay bulundu. SPARC ekspresyonuna göre medyan progresyonsuz sağkalım; düşük ekspresyon: 0 ay ve yüksek ekspresyon: 6 ay bulundu. İki grup arasında genel sağkalım, lokal kontrol ve progresyonsuz sağkalım açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (sırası ile; p=0,0, p=0,045 ve p=0,05). Hem tek hem de çok değişkenkli analizlerde genel sağkalım, lokal kontrol ve progresyonsuz sağkalım açısından SPARC ın yüksek ekspresyonu düşük ekspresyonuna göre istatistiksel olarak anlamlı kısa sağkalım süresi ile ilişkili olduğu bulundu (p<0,05). Sonuç: Lokal ileri KHDAK li olgularda yüksek SPARC ekspresyonu kötü prognozu gösteren prognostik bir faktör olarak saptandı. Ref No: P-6 AKCİĞER KANSERİ RADYOTERAPİSİNDE KLASİK D-KONFORMAL RADYOTERAPİ VEYA SOLUNUM MONİTORİZASYON SİSTEMİ (RPM) KULLANILARAK YAPILAN 4D -KONFORMAL RADYOTERAPİ PLANLARININ HEDEF HACİM VE KRİTİK ORGAN DOZLARI BAKIMINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ Didem Çolpan Öksüz, Sevim Özdemir, Şefika Arzu Ergen, Nuri Kaydıhan, Servet İpek, Songül Karaçam, Fazilet Öner Dinçbaş, Sedat Koca Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Giriş: Akciğer kanseri radyoterapisinde tümör ve kritik organların solunumla hareketi nedeniyle ya geniş emniyet sınırları verilmekte ya da tam olarak bilinmeyen hareket mesafesi nedeniyle hedef volümün bir kısmı alan kenarlarından kaçırılmaktadır. Bu da hem hedef hacmin istenilen doz veya ideal doz dağılımında ışınlanmamasına veya büyük alanlar sonucunda çevre normal dokuların daha fazla doz almasına yol açmaktadır. Bu çalışmada, akciğer ışınlamasında klasik D ve RPM kullanılarak oluşturulan hedef hacimlere göre yapılan tedavi planları hedef hacim ve kritik organ dozları açısından karşılaştırılmıştır. Gereç-Yöntem: Küçük hücreli dışı akciğer kanseri nedeniyle küratif radyoterapi uygulanan 5 hasta çalışmaya alınmıştır. RPM (Real Time Position Management) sistemiyle ilgili eğitim sonrasında tüm hastalara bilgisayarlı tomografi simülatörde (Varian RPM sistemi integre edilmiş GE marka Lightspeed BT simülator),5 mm aralıklarla D ve 4D planlama tomografisi çekilmiştir. 4D BT görüntüleri her hastanın bir solunum siklusunu içeren 0 adet (fazda) BT kesitinin birleştirilmesi ile oluşturulmuştur. Her BT kesiti Varian RPM sistemine kaydedilen hastanın solunum siklus bilgilerine göre kodlandırılıp 0 ayrı data seti oluşturulmuştur. Bu data setleri çalışma istasyonuna (Eclipse versiyon 8,6) aktarıldıktan sonra hastaların tümör hareketleri burada değerlendirilip planları yapılmıştır. Hedef tümör hacmi (GTV) konturlamasında planlama BTgörüntüleriyle PET-BT görüntülerinin füzyonundan faydalanılmıştır. Klasik D konformal planlama için GTV ye 0.5 cm eklenerek klinik tümör hacmi (CTV), CTV ye yanlardan cm, yukarı ve aşağı yönlerden ise.5 cm emniyet sınırı verilerek planlanan tümör hacmi (PTV) oluşturulmuştur. RPM e göre yapılan planlamada ise GTV, maksimum intensity fazında (MIP) fazında konturlandıktan sonra tüm fazlarda kontrol edilerek internal tümör hacmi (ITV) oluşturulmuştur. ITV ye cm emniyet marjı verilerek PTV tanımlanmıştır. Tedavi planlaması ortalama intensity projeksiyon (AIP) fazında yapılmıştır. Her iki teknikte de PTV nin en az %95 inin (D95) günde.8 Gy lik fraksiyonlarla 6. Gy alması hedeflenerek tedavi planları yapılmıştır. İki farklı planlamadan elde edilen doz-volüm parametreleri; PTV hacmi, PTV nin %95 lik hacimlerinin doz değerleri (D95), maksimum nokta doz değerleri (Dmaks.), 0 Gy alan toplam akciğer dozları (V0), ortalama akciğer dozu, ortalama kalp dozu ve spinal kordun aldığı maksimum dozlar karşılaştırılmıştır. Bulgular: Beş olguya ait D ve 4 D planlar için hedef hacim ve kritik organ dozları tablo de görülmektedir. Sonuç: KHDAK nedeniyle radyoterapi uygulanan hastalarımızda solunum ayarlı 4D tekniğinin kullanılması ile PTV hacminde küçülme sağlanmış ve bu sayede normal doku dozları azalmıştır. Tablo. D ve 4D planlar için hedef hacim ve kritik organ dozları PTV hacim (cm)...... 4. 4. 5. 5. hasta hasta hasta hasta hasta hasta hasta hasta hasta hasta D 4D D 4D D 4D D 4D D 4D 68 56.9 5 04 6.7 9 89.6 56.8 4 56.8 PTV D95 6.6 6. 6.4 6.6 6 6 6.7 6. 6. 6. DMaks.(Gy) 66.9 66.8 66.9 66. 66.9 65.8 66.8 65.9 65. 65.8 Bilateral Akciğer-PTV V0 (%) 5.9.49 0. 9.4 7.4.4 0 0.8 7 Spinal kord DMaks. (Gy) 4. 6.6 4. 4.8 47. 4 4.9 6.4 0. 7. Kalp Ortalama (Gy) 7..5 6..4 8..4 9. 4.5 0. 0. Ref No: P-7 AKCİĞER OLİGOMETASTAZLARINDA STEREOTAKTİK BEDEN RADYOTERAPİSİNİN (SBRT) ETKİNLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: TEK MERKEZ TECRÜBESİ Hakan Gamsız, Ömer Sager, Ferrat Dinçoğlan, Bora Uysal, Selçuk Demiral, Bahar Dirican, Murat Mehmet Beyzadeoğlu Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Ankara Amaç: Erken evre (T-,N0,M0) akciğer kanserlerinin primer tedavisinde güncel bir tedavi modalitesi olarak giderek artan sıklıkta uygulanan Stereotaktik Beden Radyoterapisi, pulmoner oligometastazlı cerrahi uygulanamayan hastaların manajmanında da giderek yaygın şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Çalışmamızda akciğer oligometastazlarında SBRT uygulamasıyla ilgili tek merkez deneyimi sunulmaktadır. Gereç-Yöntem: Haziran 00-Haziran 0 tarihleri arasında akciğer oligometastazı nedeniyle GATA Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalına refere edilen toplam 0 hastaya ait lezyon Aktif Nefes Kontrolü (ABC) sistemi eşliğinde SBRT ile tedavi edilmiştir. Hastaların immobilizasyonu negatif vakumlu hasta yatağı ve şeffaf naylon çarşaf ile özel yastıkların kullanıldığı Bodyfix (BODYFİX, Elekta) yardımıyla sağlanmıştır. İmmobilizasyon sonrasında.5 mm lik kesit aralıklı görüntüler bilgisayarlı tomografi (BT) simulatörde (GE Lightspeed RT, GE Healthcare, Chalfont St. Giles, UK) elde edilmiştir. Elde edilen planlama BT görüntüleri konturlama istasyonuna (SimMD, GE, UK) network aracılığıyla aktarılmış, hedef ve kritik organlar konturlanmıştır. Konturlama işlemi sonrasında veri setleri tedavi planlama sistemine (ERGO++ planning system, Elekta) transfer edilmiştir. Hastaların tedavi planlaması 6 MV enerji ile dinamik konformal ark tekniği kullanılarak yapılmıştır. Hastalar tedaviye alınmadan önce görüntü rehberliğinde radyoterapi (IGRT) teknikleri eşliğinde kilovolt cone beam kompüterize tomografi (kv-cbct) (XVI, Elekta, UK) kullanılarak setup hataları düzeltilmiştir. Dokuz hastaya 5 fraksiyonda 50 Gy, 7 hastaya fraksiyonda 6 Gy, hastaya fraksiyonda 0 Gy ve bir hastaya 0 fraksiyonda 60 Gy radyoterapi lineer akseleratör (Synergy, Elekta, UK) ile uygulanmıştır. Çalışmamızın primer sonlanım noktası lokal kontrol, sekonder sonlanım noktası ise toplam sağkalım ve toksisite değerlendirmesi olarak belirlenmiştir. Tedavi cevabının değerlendirilmesinde Response Evaluation Criteria in Solid Tumors (RECIST) kri- AKCİĞER KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 99

AKCİĞER KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER terleri, toksisite değerlendirilmesi Common Terminology Criteria for Adverse Events (CTCAE) versiyon 4.0 kullanılmıştır. Bulgular: İki yıllık lokal kontrol oranı %85 ve toplam sağkalım ise %70 olarak tespit edilmiştir. Lokal progresyon hastada (%5) gözlenmiştir. Grade pulmoner toksisite hastada ve grade göğüs duvarı toksisitesi hastada gözlemlenmiş olup hiçbir hastada grade 4 veya 5 toksisite gözlenmemiştir. Sonuç: Çalışmamızda akciğer oligometastazlarının manajmanı için ABC sistemi eşliğinde SBRT uygulaması, literatürde raporlanan cerrahi metastazektomi sonuçlarına benzer yüksek lokal kontrol ve toplam sağkalım oranları sağlamıştır. Yüksek lokal kontrol ve düşük toksisite sonuçları ile ABC eşliğinde SBRT uygulaması, akciğer oligometastazlarının manajmanında güvenli ve etkin bir tedavi modalitesidir. Ref No: P-8 KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERİ (KHAK) HASTALARINDA TEDAVİ ÖNCESİ PET-CT STANDART UPTAKE (SU) DEĞERLERİNİN TEDAVİ YANITI VE SAĞKALIMI TAHMİN ETMEDE ROLÜ OLABİLİR Mİ? Kübra Aydın, Nur Dinç, Özlem Ercelep, Sinemis Yüksel, Aslıhan Güven Mert, Dinçer Aydın, Nurgül Yaşar, Hatice Odabaşı, Taner Korkmaz, Mehmet Aliustaoğlu, Mahmut Gümüş Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Giriş ve Amaç: Onkolojik hastalıklarda sonucu belirlemeye yarayan farklı değişkenlerin tedavi öncesi bilinmesinin tedavi optimizasyonu açısından önemi büyüktür. Yapılan çalışmalarda değişik kanser türlerinde tedavi öncesi yapılan PET-CT çekimlerinde elde edilen standart uptake değerlerinin, tümörün agresifliği, tedavi yanıtı ve sağkalım üzerine tahmin yapmamızı sağladığı gösterilmiştir. Bu çalışmamızda merkezimizde izlediğimiz KHAK hastalarının tedavi öncesi SU değerlerinin tedavi yanıtı ve sağkalımı belirlemedeki tahmin edici rolunu araştırdık. Yöntem-Gereçler: Merkezimizde KHAK nedeniyle izlediğimiz ve tedavi öncesi PET-CT yapılan 90 hastanın verileri hasta kayıtlarından elde edildi. Primer tümörün SU değeri belirlendi. Bu değerler + tedavi yanıtı arsındaki ilişki ROC analizi yöntemiyle incelendi ve tedavi yanıtını belirlemede etkin cut-off değeri saptandı. Hasta grubunda yaş, cinsiyet, evre, performans durumu, tedavi yanıtı ve SU değerlerinin tedavi yanıtı ve sağkalım üzerine etkisi araştırldı. Bulgular: 90 hasta çalışmaya alındı. Median izlem süresi (-4) ay, median yaş ise 58 (48-8) idi. Hastaların %90 ı erkek, %6 sının hastalığı sınırlı evre idi. Hastaların tümü platin+etoposid kemoterapisini medyan 6 (-7) kür olarak günde bir aldılar. Yapılan ROC analizinde cevabı belirlemede uygun olan SU değeri, olarak bulundu. Bu değerin duyarlılığı %8.7, özgüllüğü %66,7 olarak bulundu (AUC: 0,76; p: 0,0). Cut-off değerinin altında tutulumu olan hastalarda genel cevap oranı (tam cevap+kısmi cevap) %85 iken diğer hastalarda bu oran %7 idi (p: 0,4). Yaş, cinsiyet, evre ve performans durumu ile tedavi cevabı arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı. Yapılan sağkalım analizlerinde median hastalıksız sağkalım 8 ay (SE:; %95 CI: 6-0), median genel sağkalım ise 7 ay (SE:; %95 CI: -) olarak bulundu. Yapılan tek ve çok değişkenli analizde yaş, cinsiyet, performans durumu, evre ve tedavi öncesi SU değerlerinin sağkalım üzerine istatistiksel anlamlı bir etkisi saptanmadı. Sonuç: PET-CT KHAK de sıklıkla evreleme amaçlı olarak kullanılmaktadır. Bu çekimlerde elde edilen verilerin hastalığın prognostik özelliklerini ve tedaviye cevabını belirlemede rolü olabilir. Bu konuda yapılacak çalışmalar yararlı olacaktır. Ref No: P-9 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ METASTATİK KÜÇÜK HÜCRE DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE PET/BT DEKİ SUV MAX DEĞERİNİN PROGNOSTİK ÖNEMİ Mustafa Yıldırım, Bülent Kargı, Harun Süslü, Vildan Kaya 4, Özlem Demirpençe 5, Ayşegül Kargı 6, Ayşen Yeşim Yalçın 4 Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Batman Medical Park Antalya Hastane Kompleksi, Göğüs Cerrahisi, Antalya Medical Park Antalya Hastane Kompleksi, Nükleer Tıp, Antalya 4 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Isparta 5 Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Biyokimya, Batman 6 Medstar Antalya Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Antalya Amaç: Akciğer kanseri, kanser nedenli ölümlerin en sık nedenidir. Hastaların çoğu lokal ileri ya da metastatik evrede tanı almaktadır. Aynı evredeki hastalar arasında bile tedaviye yanıt ve sağkalım süreleri bakımından farklılıklar bulunmaktadır. Bu nedenle yeni tanı konulmuş akciğer kanserlerinde tedavi yöntemini belirlemede ve prognozu saptamada ve klinik ve laboratuvar önem kazanmaktadır. Akciğer kanserinin tanısında ve evrelemesinde FDG-PET/BT nin yaygın olarak kullanılmaktadır. Çalışmamızda metastatik evredeki küçük hücre dışı akciğer kanserli hastalarda PET/BT ile saptanan suv-max değerlerinin prognozla ilişkisi araştırılmıştır. Gereç-Yöntem: Antalya Medikal Park Hastane Kompleksi Nükleer Tıp PET/BT ünitesinde 008-0 yılları arasında evreleme amaçlı PET/BT görüntülemesi yapılan hastaların dosyaları retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Çalışmaya 40 metastatik küçük hücre dışı akciğer kanseri tanılı hasta dahil edildi. Hastaların ortalama yaşı 6.±0. (Range -88) olarak saptandı. Hastaların akciğer tümörleri has%5.4 ünde sağ, %5. sinde sol, %.4 ünde bilateral yerleşimli idi. FDG tutulumu surrenal bezde %.9, karaciğerde %8.8, abdominal lenf nodlarında %.9, kemiklerde %7.5, baş-boyun bölgesinde %7.5 oranında idi. Beyin tutulumu ise bir hastada saptandı. Hastaların ortalama takip süresi 4. ay olarak tespit edildi. Hastaların medyan yaşam süresi 6.5 ay (%95 confidence interval.4-0.7) idi (Şekil ). Primer akciğer kitlesinin suv-max değeri ortalama 0.6±6. (Range 0.68-40.7) olarak bulundu. Hastalar primer odağın suv-max değeri 0.6 nın altında ve üstündekiler olarak gruplandırıldı. Hastaların %49. ünde primer kitlenin suv-max değeri 0.6 nın altında iken %50.7 sinde ise üstünde idi. Yaşam süresi açısında değerlendirildiğnde gruplar arasında fark saptanmadı (p:0.5) (Şekil ). Sonuç: Hastaların evrelendirilmesinde ve tedaviye yanıtın izlenmesinde önemli rolü olan PET/BT de ölçülen primer kitlenin suv-max değerinin metastatik küçük hücre dışı akciğer kanserinde prognozla ilişkisi yoktur. Bu nedenle tedavi yoğunluğunun belirlenmesinde primer kitlenin suv-max değeri kullanılmamalıdır. Şekil. 00 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Fakat RT sonrası tümör boyutundaki ve lenf nodu boyutundaki değişimde beraberinde uygulanan KT rejimine göre fark saptanmadı (p>0,05, Mann-Whitney U testi). Sonuç: Sonuç olarak ileri evre KHDAK nde S-V ve P-K KT lerinin RT ile eşzamanlı olarak uygulanması ile elde edilen anlamlı yanıt tümörün lokal kontrolü açısından önemlidir. Her iki koldaki tedaviye yanıt oranlarının birbirinden farklı olmadığı görülmüştür. Kemoterapilerin seçiminde her hasta için ayrı değerlendirme yapılması uygun olacaktır. AKCİĞER KANSERLERİ Tablo. Radyotereapi uygulanan olgu özelliklerinin kemoterapi rejimine göre dağılımı Şekil. Ref No: P-0 LOKAL İLERİ EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERLİ HASTALARDA İKİ FARKLI KEMOTERAPİ KOLU İLE YAPILAN RADYOKEMOTERAPİ UYGULAMALARININ KARŞILAŞTIRILMASI Hilal Kızıltunç Özmen, Orhan Sezen, Meryem Işık Aktan, Burak Erdemci, Burcu Sağlam Alan, Mustafa Vecdi Ertekin, Sinan Ezirmik 4 Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı,Erzurum Erzurum Bölge Eğitim Araştırma Hastanesi,Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı,Erzurum İtalyan Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, İstanbul 4 Balıkesir Devlet Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği,Balıkesir Amaç: Akciğer kanseri ülkemizde olduğu gibi dünyada da en yaygın ve en yüksek ölüm oranına sahip kanser tipidir. Tüm akciğer kanserlerinin yaklaşık %80 i küçük hücreli-dışı akciğer kanseridir (KHDAK) ve bunların %5-40 ı tanı anında evre III lokal ileri hastalığa sahiptir. Biz bu çalışmada lokal ileri inoperabl KHDAK de, RT ile eş zamanlı olmak üzere günde bir uygulanan sisplatin vinorelbin (S-V) KT si ile haftalık paklitaksel-karboplatin (P-K) KT si uygulanan hastalar arasında tedavi öncesi ve sonrasındaki tümör ve lenf nodu boyutu cevap oranları arasındaki farklılıkları araştırdık. Gereç-Yöntem: Çalışmaya alınan tüm hastaların tedavi öncesi değerlendirmesinde tam bir medikal hikâye alındı ve fizik muayene, biokimyasal rutin testleri de içeren laboratuar çalışmaları yapıldı. Rutin evreleme işlemi için her hastanın PA akciğer grafisi, toraks BT, batın US veya BT si, beyin BT veya MR ı ve gerekli olduğu durumlarda kemik sintigrafisi ve PET BT si çekildi. Hastaların tümü KT uygulaması için hospitalize edildi. Konformal RT lerine başlanacağı zaman eş zamanlı kemoterapiler medikal onkoloji kliniğiyle konsülte edilerek veya konseyde görüşülerek belirlendi. Akciğer RT si için hasta müracaat etti. hasta uygunluk kriterlerine uymadığı için çalışmaya toplam 0 hasta alındı. Hastalar iki grup halinde tedavi edildiler. Eşzamanlı kemoradyoterapiye uygun hastalar çalışma gruplarından birine randomize olarak dahil edildiler. Grup KT; günde bir 75 mg/m sisplatin (D) 5 mg/m vinorelbin (D,D8) iken Grup KT; haftalık 45 mg/m paklitaksel, AUC den karboplatin idi. RT dozu;,8 frk / günden haftanın beş günü toplam 4500 cgy ve sonrasında yalnızca görünen tümörü,5 cm marjla kapsayacak şekilde boost yapılarak toplam 6000-6600 cgy e tamamlandı. Bulgular: RT ve S-V KT si uygulanan grup ile P-K KT si uygulanan grupta tümör boyutları ve lenf nodu boyutları tedavi öncesi ve sonrasına göre istatistiksel olarak farklıydı (p=0,00 Wilcoxon testi). S-V grubu (X±SD) N=5 P-K grubu (X±SD) N=5 Yaş (yıl) 60.8±6.0 56.7±0.4 Sigara (yıl) 6.0±9..9±. Takip süresi (ay) 6.5±4. 8.4±8. RT dozu (Gy) 6.±.9 6.±0.0 Giriş kilo (kg) 7.±0.5 7.0±.0 Çıkış kilo (kg) 69.6±0.4 70.8±.8 Tablo. Tümör ve lenf nodu boyutundaki değişimin radyoterapi ile birlikte uygulanan kemoterapi rejimine göre dağılımı Lezyon tipi Lezyon boyutunda değişim (%) Radyoterapi ve kemoterapi S-V Radyoterapi ve kemoterapi P-K TOPLAM Sayı / Yüzde Sayı / Yüzde Sayı / Yüzde Tümör 00 Azalma / 66,7 /, / 0,0 >= 0 Azalma / 80 / 7, / 76,7 >= 0 Artış - / - / 6,7 /, <0 Azalma veya /, / 6,7 / 0,0 < 0 Artış Lenf nodu 00 Azalma / 6,7 /, >= 0 Azalma 5 /, 5 /, 0 /, >= 0 Artış - / - - / - - / - <0 Azalma veya < 0 Artış 0 / 66,7 9 / 60 9 / 6, Ref No: P- DİABETES MELLİTUS İLERİ EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERLİ HASTALARDA PROGNOSTİK FAKTÖRMÜDÜR? Ali İnal, Mehmet Küçüköner, Muhammet Ali Kaplan, Zuhat Urakçı, Faruk Kılınç, Abdurrahman Işıkdoğan Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi onkoloji Bilim Dalı Dicle Üniversitesi Endokrinoloji Bilim Dalı Amaç: Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanserinde (KHDAK) çok farklı prognostik faktörler gösterilmiş olmasına rağmen, Diabetes Mellitusun (DM) prognostik değeri hala tartışmalı olup bu konuda sınırlı sayıda çalışma mevcuttur. Biz bu retrospektif çalışmamızda kliniğimizde takip edilen ileri evre KHDAK li hastalarda sağkalımı etkileyen prognostik faktörleri ve DM nin prognoz üzerindeki etkisini tespit etmeyi amaçladık. Materyal-Metod: 00-0 tarihleri arasında kliniğimizde ileri evre KHDAK tanısı ile takip edilmekte olan 44 hasta değerlendirildi. Klinik ve patolojik faktör (yaş, cinsiyet, diabetes mellitus, hipertansiyon, performans statüsü, sigara, kilo kaybı, evre, patolojik subtip,.basamak tedavi durumu, karaciğer ve beyin metastaz duru- Susesi Otel, Antalya 0

AKCİĞER KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER mu) incelendi. Tek değişkenli analizi için Logrank testi, çok değişkenli analiz için Cox regresyon analiz yöntemi kullanıldı. Bulgular: Univaryant analiz sonucunda; performans statüsü (p <0.00), evre (p <0.00), DM (p <0.00), karaciğer metastazı (p=0.0) ve beyin metastazı (p <0.00) OS için prognostik faktör olarak bulundu. Multivaryant analiz sonucunda ise; DM (p=0.00), performance status (p=0.00) ve evre (p =0.00) OS için prognostik faktör olarak bulundu (tablo). Sonuç: Çalışmamızda, İleri evre KHDAK li hastalarda DM, performans statusu ve evrenin sağkalım üzerine bağımsız prognostik faktörler olduğunu tespit ettik. Tablo. Sağkalıma etki eden prognostik faktörler OR %95 CI p DM.8.48-.8 0.00 Performans statüsü.76.-.79 0.00 Evre.9.45-5.77 0.00 Ref No: P- KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE TEDAVİYİ YÖNLENDİRİCİ BİYOLOJİK BELİRTEÇLER: RRM-, SINIF III SS TUBULİN VE ERCC- Esat Namal, Mustafa Bozkurt, Akın Öztürk, Kezban Nur Plancı, Nuray Başsulu, Özgül Pamukçu, Gülen Bülbül Doğusoy, Sezer Sağlam, Zafer Akçalı 4, Gökhan Demir Istanbul Bilim Üniversitesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Istanbul Bilim Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, İstanbul İstanbul Şişli Etfal Eğitim Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul 4 Ufuk Üniversitesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Akciğer kanserleri için birinci basamakta kullanılan tedavilerin sistemler üzerinde belirgin yan etkileri olabilmektedir.ilaçların etkinliklerini önceden bilmek hastaları gereksiz toksisiteden koruyacak,daha etkili olabilecek ilaçları daha erken kullanmamızı sağlayacaktır. Biz bu çalışmada B tubulin, ERCC, RRM ekspresyonlarının prediktif biyomarker olarak rolünü araştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntemler: Çalışmamıza İstanbul Bilim üniversitesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalında takip ve tedavileri yapılmış 47 hasta alındı. Patoloji ABD tarafından biyopsi materyallerinde B tubulin, ERCC, RRM aşırı ekspresyonlarına bakıldı.tedavi cevapları ve sağkalımlarıyla bu biyolojik belirteçler arasındaki bağlantı değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya 47 hasta alındı. Ortanca takip süresi 5 hafta (8-56); ortanca sağkalım süresi 5 hafta (8-56,%95 güven aralığı 4,-6,8); ortanca yaş 64 (0-8) olup 9 u erkek (%8), 8 si kadındı (%7). 5 hasta (%) 65 yaş ve altında olup genç hasta grubu olarak; hasta (%68) 65 yaşın üzerinde olup yaşlı hasta grubu olarak kabul edildi. 5 hastanın histopatolojik tanısı adenokarsinom (%74,5); hastanınki skuamoz hücreli karsinomdu (%5,5). 9 hastanın performans durumu 0 (%6),5 hastanın (%); hastanın (%6) idi. hasta takipler sırasında ex oldu(%68). 4 hastaya (%8,5) küratif cerrahi yapılmıştı. 4 hasta sigara içmiyor, hasta 6 pk-yıl sigara içmiş, kişi 0 paket-yıl veya daha fazla sigara içmişti. Bu hasta (%68) sigara içmiş grubu oluşturdu. Çalışmamızda B tubulin skoru düşük olan 5 hastanın inde Taksana yanıt varken skoru yüksek olan 5 hastanın sadece 6 sında Taksan yanıtı vardı. Aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlıydı. (p=0,00)benzer şekilde B tubulin skoru ile platin yanıtı arasında da anlamlı ilişki vardı (p=0,0). Literatürde düşük B tubulin skorunun taksan tedavisine iyi yanıtı gösteren prediktif bir belirteç olduğunu gösteren çalışmalar mevcut olup ayrıca taksanların B tubulin ekspresyonlarını azaltarak platin duyarlılığını da artırdığı çalışmalarla gösterilmiştir. Bizim çalışmamız literatürdeki bu çalışmalarla uyumluydu.ayrıca B tubulin skoru ile yaş arasında da bağıntı vardı.b tubulin skoru yüksek olanların (n=9) çoğu genç (n=9),düşük olanların (n=8) çoğu yaşlı (n=) p=0.0 idi.bu sonuçlar genç hastalarda hastalığın daha agresif gidişini ve kemoterapiye yanıtın azlığını desteklemektedir. Çalışmamızda ERCC düşüklüğü ile kemik metastazları arasında istatistiki olarak anlamlı bağıntı saptandı. Kemik metastazı olmayanların (n=4) çoğunda ERCC yüksek (n=), ERCC düşük olanların (n=) çoğunda kemik metastazı vardı (n=0) p=0,09 Çalışmamızda ERCC ve RRM ekspresyonları ile prognoz ve tedavi öngörüsü açısından anlamlı ilişki saptanmadı. Sonuç: KHDAK tanısı konmuş hastalarda tedavi planlaması öncesinde B tubulin, ERCC, RRM düzeylerinin bilinmesi tedavi planlanmasında yol gösterici olabilecektir. Hiç şüphe yok ki hasta sayısının daha fazla olduğu çalışmalarla desteklenmelidir. Ref No: P- KADIN AKCİĞER KANSERLERİ: 50 VAKA İLE TEK MERKEZ DENEYİMİ Nalan Akgül Babacan, Birsen Yücel, Saadettin Kılıçkap, Metin Şeker, İlknur Koç Olçaş, Turgut Kaçan, Mehmet Fuat Eren, Ayfer Ay Eren, Şener Cihan 4, Zekiye Hasbek 5 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç hastalıkları Anabilim Dalı, Sivas 4 Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği 5 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Sivas Giriş: Akciğer kanseri tüm dünyada en sık ölüme neden olan kanserdir. Türk kadınlarında akciğer kanseri görülme insidansı yüz binde 7-8 civarındadır. Bu çalışmada merkezimizde takip edilen kadın akciğer kanserli vakaların klinik ve patolojik özelliklerini sunmayı amaçladık. Metod: Çalışmada 007-0 yılları arasında merkezimize başvuran 50 kadın akciğer kanserli vakanın dosya bilgileri retrospektif olarak incelendi. İstatistiksel analizde sıklık testleri, sağkalım analizinde Kaplan-Meier ve Cox Regression testleri kullanıldı Sonuçlar: Hastaların ortanca yaşı 6 (40-8) idi. Kırk hasta (%80), küçük hücreli dışı (KHDAK) histolojiye sahipken 0 hasta (0) küçük hücreli karsinom (KHK) tanısı almıştı. Sigara kullanımı (%4) hastada saptanırken, 5 vakada da (%0) ailede kanser öyküsü mevcuttu. Tanı anında en sık saptanan ECOG performans skoru (4 hasta, %48), en sık histolojik alt tip ( hasta, %46) adenokanser, en sık evre: IV (5 hasta %50) olarak tesbit edildi(tablo)... Sağkalım verileri değerlendirildiğinde, ortanca 4.5 aylık (-96 ay) takip süresinde: yıllık genel sağkalım %67, yıllık genel sağkalım %5 ve ortanca sağkalım 9 ay idi. Tek değişkenli analizde KHDAK alt tip, düşük ECOG performans skoru, ileri evre, düşük hemoglobin düzeyi ve tanı anında kilo kaybı oluşu sağkalımı etkilerken; çok değişkenli analizde, düşük ECOG performans durumu, düşük hemoglobin düzeyi ve tanı anında kilo kaybının sağkalımı üzerine etkili oluğu görüldü (Tablo). Tartışma: Bu çalışmada düşük ECOG performans durumu, düşük hemoglobin düzeyi ve tanı anında kilo kaybı oluşu kadın akciğer kanserli hastalar için sağkalımı etkileyen bağımsız risk faktörleri olarak tespit edilmiş olup bulgularımız literatürle uyumludur. 0 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Tablo. Genel özellikler Histopatoloji Küçük hücreli Küçük hücreli dışı KHD alt tipleri yassı hücreli adenokarsinom ayrım yapılamayan Evre 4 ECOG 0 ve üzeri kilo kaybı var yok Hasta sayısı - 0 (%0) 40 (%80) - 6 (%) (%46) (%) - 8 (%6) 4 (%0) 8 (%4) 5 (%50) - 6 (%) 4 (%48) 0 (%0) - 9 (%8) (%6) Bulgular: Başlangıç değerlendirmesi için entegre PET/BT görüntülemesi sonrasında toplam 6 hastanın 44 ünde (%7.) definitif radyoterapiye karar verilmiş, 7 hasta (%7.9) uzak metastazları nedeniyle palyatif tedaviye yönlendirilmiştir. Entegre PET/BT ile tespit edilen evre atlaması toplam 6 hastanın 4 ünde (uzak metastaz + evre IIIB ye upstage olmuş hastalar) %9. oranında görülmüştür. Entegre PET/BT görüntülemesinin radyoterapi planlamasına dahil edilmesiyle definitif radyoterapi planlanan 44 hastanın 5 inde (%56.8) Gross Tümör Volüm (GTV) azalmış, 9 hastada (%4.) ise GTV artmıştır. Sonuç: KHDAK manajmanında entegre PET/BT görüntülemesi, Will Rogers Fenomeni etkisiyle potansiyel uzak metastaz ve evre atlamasını tespit ederek tedavi kararlarını şekillendirmektedir. Definitif radyoterapiye uygun hastaların seçimi ile birlikte, fazla veya eksik tedaviyi engelleyerek radyoterapi hedef volümlerinin biçimlendirilmesine imkan sağlayan entegre PET/BT görüntülemesi tedavi sonuçlarının optimizasyonu için umut vadeden bir araçtır. AKCİĞER KANSERLERİ Tablo. Çok değişkenli analiz sonuçları p değeri Exp (B) %95 güven aralığı kilo kaybı 0.0 4.8.4-6.6 ECOG performans durumu <0.00 8.5.4-99.9 Hemoglobin 0.00 0.74 0.0-0.5 Ref No: P-4 ENTEGRE [8F]-FLUORO--DEOKSİ-D-GLUKOZ POZİTRON EMİSYON TOMOGRAFİ (PET)/ BİLGİSAYARLI TOMOGRAFİ (BT) GÖRÜNTÜLEMESİNİN KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİ (KHDAK) MANAJMANINDAKİ ROLÜ: WİLL ROGERS FENOMENİ Ömer Sağer, Ferrat Dinçoğlan, Hakan Gamsız, Selçuk Demiral, Bora Uysal, Serdar Sürenkök, Nuri Arslan, Bahar Dirican, Murat Beyzadeoğlu GATA Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Ankara GATA Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Ankara Amaç: Kanser manajmanındaki gelişmeler ve güncel modern radyoterapi tekniklerinin kullanıma girmesiyle birlikte doğru evreleme ve radyoterapi hedef volümlerinin daha hassas lokalizasyonu, normal doku korunmasının iyileştirilerek hedefe daha yüksek küratif dozların verilmesine imkan sağlayan, kür-toksisite dengesinin optimize edildiği güncel tedavileri mümkün hale getirmiştir. Metabolik-fonksiyonel ve anatomik verilerin kombinasyonuna olanak sağlayan entegre PET/BT görüntülemesi Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanseri (KHDAK) için evreleme, radyoterapi hedef volüm tanımlaması, cevap değerlendirmesi ve yeniden evreleme gibi manajmanın değişik basamaklarında kullanılmaktadır. Çalışmamızda entegre PET/BT görüntülemesinin KHDAK manajmanındaki rolü değerlendirilmiştir. Gereç-Yöntem: KHDAK tanısıyla Haziran 0-Ocak 0 tarihleri arasında GATA Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalına refere edilen 6 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Başlangıç değerlendirmesi için tüm hastalara entegre PET/BT görüntülemesi yapılmış, bu değerlendirme sonucunda definitif radyoterapiye uygun olduğu belirlenen hastalar için BT-tabanlı ve entegre PET/BT-tabanlı olmak üzere iki ayrı planlama yapılmış ve mukayeseli Doz Volüm Histogramları (DVH) eşliğinde entegre PET/BT görüntülemesinin hastaların manajmanındaki rolü değerlendirilmiştir. Şekil. Atelektazisi mevcut bir hastaya ait aksiyal entegre PET/BT görüntüleri Ref No: P-5 SINIRLI EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERİ TEDAVİSİNDE (SE-KHAK) ÜÇ BOYUTLU KONFORMAL (BK) TORASİK RADYOTERAPİ (TRT) VE PROGNOZ ANALİZİ: TEK MERKEZ DENEYİMİ Evrim Bayman, Durmuş Etiz, Melek Yakar, Zübeyde Dalar, Güntülü Ak Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Eskişehir Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı, Eskişehir Amaç: SE-KHAK de standart yaklaşım kemoterapi(kt) ve TRT olup sonrasinda tam yanıt alınan hastalarda Proflaktik Kranyal Radyoterapi (PKI) dir (-). Bu calışmada SE-KHAK de BK TRT sonrasi sağkalım ve prognoz değerlendirilmistir. Yöntem: Şubat 006-Şubat 0 arasında Eskişehir Osmangazi ÜTF Radyasyon Onkolojisi AD de TRT uygulanmış 70 hastanın tümör/tedavi özellikleri-sağkalım ilişkisi incelenmiştir. Tani radyolojik tetkiklerdeki özelliklere göre tümör hacmi ve AJCC-TNM Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanseri (KHDAK) evre karşılıgi bulunmuştur. Ortanca yaş 58 (5-75), erkek/kadın oranı 64 (%9)/6 (%9), KPS 70 ve altı/70 üzeri oranı 47 (%67)/ (%) tür. Ortanca 4 (-6) kür KT sonrası ortanca 54 (48-60) Gy TRT uygulanmıştır(hasta, tümör ve tedavi özellikleri=tablo ). Bulgular: Ortanca izlem 7(5-57); genel(gsk), hastalıksız(h- SK) ve metastazsız(msk) sağkalımlar sırasıyla 5(5-57), 5(0-48) ve (-57) aydır. GSK yi tanıdaki hemoglobin düzeyi [düşük(9. ay) vs normal(8. ay), p=0.0], platelet sayısı [düşük(4. ay) vs normal(5.7 ay), p=0.05], lenfosit sayısı [düşük(6.5 ay) vs normal+yüksek(6.6 ay), p=0.0], tümör hacmi [50 cc ve altı(. ay) vs 50 cc den fazla(. ay), p=0.04], RT öncesi KT kür sayı [- kür(6.4 ay) vs -6 (6.7 ay), p=0.0](şekil I), tanı-rt arası süre [< ay(8 ay) vs >6 ay( ay), p=0.04], akut ösefajit [derece ( ay) vs ( ay), p=0.05], TRT tümör yanıtı [parsiyel(7 ay) vs tam( ay), p=0.004], lenf nodu(ln) yanıtı [yok(.5 ay) vs tam(9 ay), p=0.004], HSK yı TRT tümör yanıtı [parsiyel(.7 ay) vs tam (0.6 ay), p=0.0], LN yanıtı [parsiyel(.8 ay) vs tam(.9 ay), p<0.005], PKI [yok(5.5 ay) Susesi Otel, Antalya 0

AKCİĞER KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER vs var(5.8 ay), p=0.00], MSK yi tanı lökosit sayı [düşük(0.8 ay) vs normal(8. ay), p=0.05], eşzamanlı KT [yok( ay) vs var(. ay), p=0.00], RT öncesi KT kür sayı[- kür(0.9 ay) vs -6(.4 ay), p=0.00], tanı-rt arası süre [< ay(.5 ay) vs >6 (5.8 ay), p=0.0], TRT LN yanıtı [parsiyel(4. ay) vs tam(4.5 ay), p=0.0], PKI [yok(5.5 ay) vs var(6. ay), p=0.0] etkilemistir(sekil II). TRT alanı içindeki akciğer dozu medyan V0= %5 (-4) ve V5= %4 (5-59) tür. Yaş, cins, KPS, biyokimya(ldh, BUN, kreatinin), patoloji(ttf, sinaptofizin, kromogranin), TRT dozu/süresinin sağkalım etkisi saptanmamıştır. AJCC KHDAK evre altgruplari arasında MSK için ılımlı bir fark görülmüştür[evre I-II > evre III, p=0.08]. Tartışma: Çalışmamızda tanı-trt arası 6 aydan uzun hastalarda GSK ve MSK nın daha iyi bulunması, KPS iyi hastaların daha uzun süre KT almasıyla ilişkili olabilir. TRT sonrası tam yanıt ve PKI, HSK ve MSK ya olumlu yansımıştır. Sonuç: SE-KHAK de TRT öncesi uygulanan KT kür sayısı, TRT sonrası yanıt ve PKI prognozdaki en önemli faktörlerdir. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Tablo. Hasta, tümör ve tedavi özellikleri (n = 70) Tümör boyutu 5 cm ve altı 5 cm üstü Tümör hacmi 50cc ve altı 50cc üstü En sık semptomlar Öksürük-balgam Dispne TNM ye göre evre grupları I- II IIIA IIIB RT oncesi KT kür sayısı - -4 5-6 kür RT doz (Gy) 50.4 Gy ve altı 50.4 Gy üstü Eszamanlı KT durumu var yok Nötropeni Derece 0 Derece Derece Derece Akut ösefajit Derece Derece Proflaktik kranyal RT var yok n % 5 5 55 5 5 9 8 4 0 0 8 49 9 0 4 60 0 7 5 50 50 79 50 7 60 9 9 46 5 0 70 44 56 48 4 0 8 86 4 4 76 Sekil. TRT öncesi KT kür sayısı - Genel sağkalım ilişkisi (p=0.0) Ref No: P-6 KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERLİ HASTALARDA LİNAK BAZLI POSTOPERATİF RADYOTERAPİ SONUÇLARI Sare Çeçen, Ali Aydın Yavuz, Melek Gamze Aksu, Yiğit Çeçen, Beyza Şirin Özdemir, Nina Tunçel, Aylin Fidan Korcum Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı. Antalya Amaç: Lineer Akseleratör (LİNAK) ile postoperatif radyoterapi (PORT) alan küçük hücreli dışı akciğer kanserli (KHDAK) hastalarda tedavi sonuçlarının değerlendirmesi, lokal-bölgesel kontrol ve sağkalımı etkileyen prognostik faktörlerin analizi amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı nda 000-0 yılları arasında PORT alan 6 KHDAK hasta retrospektif olarak incelenmiştir. Hastaların tümü lineer hızlandırıcı cihazıyla tedavi edilmiş olup, genel sağkalım, lokal-bölgesel kontrol, uzak metastazsız sağkalım ve bu parametrelerin her birine etki eden prognostik faktörler tek değişkenli ve çok değişkenli analizlerle incelenmiştir. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen 5 erkek, 9 kadın hastada medyan yaş 60 (6-78) idi. AJCC VI evreleme sistemine göre hastaların %9,8 i evre I, %,5 i evre II, %7, i evre III ve %6,6 sı evre IV olarak kaydedilmiştir. Yassı hücreli karsinom en sık alt tip olarak saptanırken (%47,4) tümörün en sık yerleşim yeri sol akciğer üst lobdur (%4,4). Hastaların %70,4 üne lobektomi, %, üne pnömonektomi, %8, üne de wedge rezeksiyon yapılmıştır. Hastaların %4,5 ine 04 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER cerrahi sınır pozitifliği, %54 üne da mediastinal lenf nodu tutulumu, %,5 ine ise hem lenf nodu hemde cerrahi sınır pozitifliği sebebiyle PORT planmıştır. Eksternal radyoterapi,8 - Gy fraksiyon dozlarında toplam 50-66 Gy olacak şekilde uygulanmıştır. Kemoterapinin hastaların %87,5 ine RT öncesi, %, ine operasyon öncesi, %9,4 üne de operasyon ve RT sonrası verildiği saptanmıştır. Medyan izlem süresi 7 ay olarak izlenen analizde, medyan sağkalım ve uzak metastazsız sağkalım süreleri sırasıyla 5 ay ve 9 ay olarak hesaplanmıştır. Hastaların %6,4 ünde lokal-bölgesel progresyon gözlenmiştir. Evre, lenf nodu tutulumu, histoloji, kemoterapi alımı ve uygulanan cerrahi tipi gibi faktörlerin hiçbirinin sağkalımda istatiksel açıdan anlamlı etkisi bulunamamıştır. Tümör çapının 4 cm den büyük olması, cerrahi sınır pozitifliği, tümörün sağ ya da sol yerleşimli olması ise genel sağkalım açısından prognostik faktörler olarak saptandı. Sonuç: Bu retrospektif analiz ve literatür ışığında KHDAK lerinde Linak bazlı PORT un etkin ve güvenli bir tedavi olduğu düşünülmektedir. Ref No: P-7 KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE (KHDAK) RESPİRATORY GATED RADYOTERAPİ (RGRT) VE KONVANSİYONEL RADYOTERAPİ KULLANIMI İLE YAPILAN PLANLARDAKİ AKCİĞER DOZLARININ DOZİMETRİK OLARAK KARŞILAŞTIRILMASI Hande Bas Ayata, Metin Güden, Cemile Ceylan, Nadir Küçük, Ayhan Kılıç, Kayıhan Engin Özel anadolu sağlık merkezi Amaç: Küçük hücreli dışı akciğer kanserinde primer tümörün üç boyutlu (BBT) ve dört boyutlu axial BT (4BBT) görüntülerine göre belirlenmiş PTV (Planning Target Volüm) lerdeki volüm ve pozisyon farlılıklarının karşılaştırılması ve bunun akciğerdeki MLD (Ortalama Akciğer dozu), V0 (0 Gy alan akciğer volümü) ve V5 (5 Gy alan akciğer volümü) üzerindeki etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Metot ve Materyal: Küçük hücreli dışı akciğer kanserli (KHDAK) 5 hastanın normal nefes altında önce helical üç boyutlu ve arkasından dört boyutlu toraks tomografileri motion correction özellikli GE Discovery 690 PET-BT cihazında alınmıştır. Hastada respiratory cycle ı oluşturabilmek ve istenilen fazda ışınlama yapabilmek için Varian RPM sistem kullanılmıştır. Bunun için hastaların xiphisternumuna infrared marker kutu yerleştirilmiştir. Aynı Radyasyon onkoloğu tarafından Varian Eclips tedavi planlama sistemi (Version ) kullanılarak beş farklı GTV yaratılmıştır (GITV, GTVins, GTVexp, GTVmid ve GTVkonv). Respiratory cycle ın bütün fazlarından oluşturulan GTV(Gross tumor Volume) nin birleşimine GITV (Gross Internal Target Volume), expiration gating GTVexp, inspiration gating (GTVins), mid pozisyondan belirlenen GTVmid ve konvansiyonel GTVkonv olarak yaratılmıştır. GTV lerden microskopik hastalığıda içine alan CTV (Clinical Target Volume) ler (CITV, CTVins, CTVexp, CTVmid ve CTVkonv) ve set-up hataları içine alan 5 mm ve 0 mm marj verilerek PTV ler (PITV, PTVins, PTVexp, PTVmid ve PTVkonv) yaratılmıştır. Sonuç: Respiratory gating metotla belirlenmiş ve sadece seçilmiş fazlardan belirlenen PTVmid PTVins ve PTVexp volümleri, bütün fazların birleşmesinden oluşan PITV ye göre daha az bulunduğundan MLD ve V0 akciğer dozları ve çevre kritik organ dozları daha düşük bulunmuştur. Tartışma: Akciğer tümörlerinde PTVkonv ve PITV ye hacimlerine göre sadece seçilmiş fazdaki (PTVins, PTVexp ve PTVmid) hacimlerde ışınlama yapmak ışınlanan sağlıklı akciğer volümünü azalttığından hastalarda toksisitenin azalmasına ve potansiyel doz arttırımını sağlayacağından akciğer hastalarının ışınlanmasında PTVins ve PTVmid volümlerinin kullanılması uygun bulunmuştur. Ref No: P-8 AKCİĞER ADENOKANSERLİ HASTALARIMIZIN EPİDERMAL GROWHT FAKTÖR RESEPTÖR MUTASYON DURUMUNUN RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRİLMESİ Özlem Ercelep, Hatice Odabaş, Taner Korkmaz, Dinçer Aydın, Nur Şener, Kübra Aydın, Sinemis Yüksel, Aslıhan Güven Mert, Nurgüll Yaşar, Mahmut Gümüş İstanbul Kartal Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Tıbbı Onkoloji Kliniği Giriş: Son yapılan çalışmalarda EGFR (Epidermal Growht Faktörü Reseptör) mutasyonu olan küçük hücreli dışı akciğer kanserli hastalarda EGFR- tirozin kinaz ihbitörlerinin duyarlılığının daha fazla olduğu gösterilmiştir. Gereç-Yöntem: Kliniğimizde akciğer adenokanseri tanısı izlenen ve EGFR mutasyonu bakılan 47 hastamızın verilerini retrospektif olarak değerlendirdik. Bulgular: Kliniğimizde akciğer adenokanseri tanısı ile izlenen ve EGFR mutasyonu bakılan 47 hasta vardı. Bu hastaların 0 si kadın (%4.6), 7 si erkek (%57.4),ortanca yaş 57 (4-7) idi. EGFR mutasyonu /47 hastada (%.6) saptandı. Ortalama sigara kullanım miktarı paket/yıl idi. Sonuç: EGFR gen mutasyonu sıklığı batı Asya ülkelerindeki hastalarda Amerikalılara göre daha fazladır. Bizim sonuçlarımız Avrupa ülkelerindeki hastalarla benzerlik göstermektedir. Ref No: P-9 KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERLİ HASTALARDA HİSTOLOJİ KEMİK METASTAZININ TESPİTİNDE ÖNEMLİMİDİR? Ali İnal, Muhammet Ali Kaplan, Mehmet Küçüköner, Zuhat Urakçı, Zeki Dostbil, Halil Komek, Abdurrahman Işıkdoğan Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi onkoloji Bilim Dalı Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Bilim Dalı Diyabakır EAH Nükleer Tıp Amaç: Kemik sintigrafisi (KS) ile fluorine-8 deoxyglucose (8FDG) positron emission tomografisi (PET/CT) kemik metastazının tespitinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanserli (KHDAK) hastalarda kemik metastazının değerlendirilmesinde 8F-FDG-PET/CT ile KS yaygın olarak kullanılmış olmasına rağmen, histolojik tipe göre karşılaştırılmamıştır. Biz bu çalışmamızda KHDAK li hastalarda histolojik tip durumuna göre kemik metastazını tespit etmede 8F-FDG-PET/CT ile 99mTc-MDP KS nin uyumunu karşılaştırmayı amaçladık. Metod: Kemik metastazının tespiti için 8F-FDG-PET/CT ve BS çekilmiş olan ileri evre 5 KHDAK li hasta bu retrospektif çalışmaya dahil edildi. PET/CT ile BS arasındaki uyumu tespit etmek için kappa (κ) değeri gruba ayrıldı; kötü (<0.0), iyi (0.-0.60) ve mükemmel (0.6-.0). Bulgular: Kappa (κ) değeri tüm hastalar değerlendirildiğinde 0.67 olarak bulundu. κ-değeri histolojik tip durumuna göre değerlendirildiğinde ise; Adenokarsinom da 0.65 iken, skuamöz hücreli karsinomda 0.6 olarak tespit edildi (Tablo). Hesaplanan κ-değerine göre, gerek tüm hastalarda gerekse histolojik alt tipte mükemmel düzeyde uyum vardı. Sonuç: KHDAK li hastalarda kemik metastazının tespitinde, 8F-FDG-PET/CT ile Kemik sintigrafisi arasında gerek tüm hastalarda gerekse histolojik alt tipte mükemmel düzeyde uyum vardı. AKCİĞER KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 05

AKCİĞER KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Tablo. PET/CT ile BS arasındaki uyumun değerlendirilmesi KHDAK (tüm hastalar) 0.67 0.00 Adenokarsinom 0.65 0.00 Skuamöz hücreli karsinom 0.6 0.0 Ref No: P-0 AKCİĞER KANSERLİ HASTANIN ÖZELLİKLERİ Pınar Kum, Berksoy Şahin, Çiğdem Usul Afşar, Meral Günaldı, Vehbi Erçolak Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kanser Kayıt Merkezi Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Tüm dünyada kanser olgularının %,8 inden ve kanser ölümlerinin %7,8 inden akciğer kanseri sorumludur. söylemek yanlış olmaz.akciğer kanseri gelişiminde etkili olduğu belirtilen yaş, ırk, cinsiyet, meslek, hava kirliliği, radyasyon, geçirilmiş akciğer hastalığı sekeli, diyet, viral enfeksiyonlar, genetik ve immünolojik faktörlerin tümü %6 oranında etkilidir. Akciğer kanseri insidansı yaşla artmakta, 6.-7. Dekadlarda pik yapmaktadır. Genç erişkinlerde (50 yaş altında %5-0 dolayında) sıklığı daha azdır. Bu toplulukta genellikle aile öyküsü vardır ve adenokanser en sık izlenen kanser tipidir. Ancak ülkemizde gençlerde adenokanser yaşlılara göre daha fazla izlenmekle birlikte en sık izlenen kanser tipi skuamöz hücreli kanserdirkadınlarda sigara alışkanlığındaki artışa paralel olarak akciğer kanseri sıklığı da artış göstermektedir.bu çalışma merkezimizde 000-0 yılları arasında kaydı olan akciğer kanserli hastanın epidemiyolojik özelliklerinin belirlemek adına yapılmıştır. Materyal-Metod: Çalışmaya Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kanser Kayıt Merkezine kaydı yapılan hasta dahil edilmiştir. Hastaların yaşı 70 yaş altı ve 70 yaş üzeri olarak gruplanmış, tümör lokalizasyonları akciğer santral, üst lob, orta lob ve alt lob olarak değerlendirilmiştir. Veri analizleri SPSS 5.0 istatistik programıyla değerlendirilmiştir. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 59 (8-98) olup 907 (%8.5) si 70 yaş altı, 404 (%7.5) ü 70 yaş ve üzeri olarak görüldü. Hastaların 049 (%88.7) u erkek, 6 (%.) si kadındı.hastaların 58 (%68.4) i Adana, 88 (%.5) i Hatay, 95 (%8.4), (%4.8) i Osmaniye de yaşamaktaydı. Tümör yerleşimi bilinen 6 (%5.6) hastanın 579 (%47.6) unun akciğerinin üst lobuna, (%5.6) i alt lobuna, 78 (%.9) i santraline, 48(%.9) i orta lobuna lokalizeydi. Tümör histolojileri 75 (%.6) skuamöz hücreli, 707(%0.6) si adenokarsinom, 8 (%6.6) si küçük hücreli, 5 (%5.) i küçük hücreli dışı, 99 (%4.) u büyük hücreli ve 8 (%0.8) i nöroendokrin karsinom olarak saptandı. Tümör yerleşimleri cinsiyet ve il ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bulunmazken (p:0.55, p:0.68), yaş grubu ile arasında anlamlı fark bulunmuştur(p:0.0). Tümör histolojisi ile cinsiyet, yaş ve il kıyaslandığında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur(sırasıyla p:0.000, p:0.0, p:0.0) Sonuç: Merkezimizde kayıtlı akciğer kanseri olgularının yaş, cinsiyet ve ile göre farklılaştığı ve yapılan diğer çalışmalara paralel olarak lokalize olduğu görülmüştür. Tablo. Demografik Veriler 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ YAŞ SAYI (N) ORAN (%) 70 yaş altı 907 8.5 70 yaş ve üzeri 404 7.5 CİNSİYET Erkek 049 88.7 Kadın 6. YAŞANILAN İL Adana 58 68.4 Hatay 88.5 Mersin 95 8.4 Osmaniye 4.8 K.Maraş 47.0 Ş.Urfa.4 G.Antep 4 0.6 Tablo. Tümör Lokalizasyonu ve Histolojisi Tümör lokalizasyonu Sayı (n) Oran (%) santral 78.9 Üst Lob 579 47.6 Orta Lob 48.9 Alt Lob 5.6 HİSTOLOJİK TİP Büyük hücreli Karsinom 99 4. Küçük Hücreli Karsinom 8 6.6 Küçük Hücreli Dışı Karsinom 5 5. Skuamöz Hücreli Karsinom 75.6 AdenoKarsinom 707 0.6 Nöroendokrin Karsinom 8 0.8 Ref No: P- TEDAVİ ÖNCESİ LÖKOSİTOZUN EŞZAMANLI KEMORADYOTERAPİ İLE TEDAVİ EDİLEN LOKAL İLERİ EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ-DIŞI AKCİĞER KANSERLİ HASTALARDA PROGNOZA ETKİSİ Cem Parlak, Ozan Cem Güler, Cem Önal, Uğur Selek, Erkan Topkan Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Adana Amerikan Hastanesi, Teksas Üniversitesi, MD Anderson Radyasyon Onkolojisi Merkezi, İstanbul Amaç: Bu çalışmada definitif eşzamanlı kemoradyoterapi (KRT) ile tedavi edilen lokal ileri evre küçük hücreli-dışı akciğer kanserli (Lİ-KHDAK) hastalarda tedavi öncesi belirlenen beyaz küre yüksekliğinin sağkalım açısından hastalık sonuçlarına etkisi araştırılmıştır. Materyal ve Metod: Çalışmada Anabilim Dalımızda Ocak 007-Aralık 0 tarihleri arasında Lİ-KHDAK tanısıyla definitif eşzamanlı KRT alan hastaların kayıtları retrospektif olarak incelenmiştir. Tüm hastalara 60 66 Gy ( Gy/fr) konformal RT ve eşzamanlı - kür platin-bazlı vinorelbin/taksan kombinasyonları uygulanmıştır. Hastalar tedavi öncesi bazal beyaz küre sayılarına göre Grup: normal (4.000-.000) ve Grup : yüksek (>.000) olarak iki gruba ayrılmış olup genel (OS) ve progresyonsuz sağkalım (PFS) açısından karşılaştırılmışlardır. Bulgular: Çalışmaya alınan toplam 79 hastanın tedavi öncesi özellikleri Tablo de verilmiştir. Medyan. ay (8.8-44.6) takip sonunda tüm grup için OS ve PFS sırasıyla 0.6 (%95 CI: 9.-.9) ve 0.9 ay (%95 CI: 0.9-.9) idi. Gruplar arası sağkalım karşılaştırmaları göstermiştir ki tedavi öncesi lökositozu olan hastaların medyan 06 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER OS (.8 vs. 4.7 ay; p<0.00) ve PFS (0.4 vs. 7.0 ay; p<0.00) sonuçları beyaz küre sayıları normal aralıkta olanlara kıyasla anlamlı bir şekilde daha üstündü. Tek değişkenli analizlerde T (- vs. -4; p=0.05) ve N ( vs. ; p=0.00) evreleri ile tedavi öncesi beyaz küre sayısı (4.000-.000 vs >.000; p<0.00) anlamlı prognostik belirteçler olarak saptanışlardır. Bu faktörler multivaryan analizlerde de anlamlılığını korumuşlardır (her bir parametre için p<0.05). Sonuç: Tedavi öncesi beyaz küre sayılarının normal referans değerinden yüksek olan grupta sergilenen daha kötü sağkalım sonuçları, tedavi öncesi beyaz küre sayısının eşzamanlı KRT ile tedavi edilen Lİ-KHDAK tanılı hastalarda tedavi sonuçlarını öngörmede diğer faktörlere ek olarak kullanılabilecek ucuz ve güvenilir bir bağımsız prognostik faktör olabileceğini göstermektedir. Tablo. Tedavi öncesi hasta özellikleri Özellik Medyan yaş (yıl) Aralık Cinsiyet [N,(%)] Kadın Erkek Performans Durumu [N,(%)] ECOG 0 ECOG Histoloji [N,(%)] Skuamöz hücreli Adenokanser TN evresi TN TN TN T4N T4N Ref No: P- Tüm Grup (n=78) 54.0-69 46 (4.) 47 (65.7) 4 (4.7) 404 (56.) 88 (54.0) 0 (46.0) 7 (0.) 5 (6.0) 9 (40.7) (7.) 5 (6.0) Grup (n=555) 5-64 5 (7.) (5.6) 7 (0.) 90 (.5) 9 (.8) 7 (9.9) 7 (.4) 6 (.6) 5 (7.) 8 (.9) 4 (5.7) Grup (n=6) 54-69 95 (7.) 60 (50.) 4 (6.6) 4 (4.7) 96 (4.) 59 (6.) 56 (7.8) 89 (.4) 4 (.6) 95 (.) 74 (0.) ERLOTİNİBE BAĞLI HEPATİT B REAKTİVASYONU Sema Sezgin Göksu, Şeyda Gündüz, Deniz Arslan, Ali Murat Tatlı, Hakan Bozcuk, Hasan Şenol Coşkun Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi onkoloji Bilim Dalı, Antalya Van Eğitim ve Araştırma Hastanesi P değeri 0.8 0.9 0.78 0.5 0. Giriş: Kemoterapi alan hastalarda hepatit b reaktivasyonu karaciğer enzimlerinin yükselmesinden fulminant hepatite kadar gidebilen önemli bir komplikasyondur. Son dekatta kullanımı giderek artan tirozin kinaz inhibitörleri ile hepatit B ilişkisi daha az bilinmektedir. Burada erlotinib tedavisi altında hepatitis B atağı geçiren bir olgu sunulmuştur. Olgu: 75 yaşında kadın hasta nefes darlığı ile tetkik edilmekte iken akciğerde kitle saptanması üzerine başvurdu. Kitleden alınan biopsi akciğer adeno karsinomu ile uyumlu idi. PET-CT de karşı akciğerde ve kemiklerde yaygın metastaz saptanan hastaya paklitaksel- karboplatin ile kemoterapi başlandı. kür sonrası çekilen PET- CT de progresyon görüldü. EGFR mutasyonu pozitif saptanan hastaya Erlotinib 50 mg x başlandı. Tedavinin. ayında hastanın karaciğer fonksiyon testlerinde artış görüldü. AST:504 U/L, ALT: 759 U/L, Total bilirubin:,54 mg/dl, direkt bilurubin:,48 mg/dl idi. Hbs Ag (+) saptandı. Hastanın anemnezinden daha önce hepatit b taşıyıcısı olduğu öğrenildi. HBV DNA 89 7 000 kopya saptandı. Erlotinib tedavisine ara verilerek Lamivudin 00 mg x başlandı. Takiplerinde karaciğer enzimleri normale dönen hastaya Erlotinib 00 mg x dozunda tekrar başlandı. Çekilen PET- CT de parsiyel yanıtlı olan hasta tedavinin 9. ayında Erlotinib ve Lamivudin ile tedavisine devam edilmektedir. Tartışma ve Sonuç: Hepatit B reaktivasyonu serum transaminaz düzeylerinde artışla beraber HBV- DNA düeylerinin artışı olarak tanımlanır. Son yıllarda yapılan çalışmalarda hematolojik maligniteler, solid tümörler ve romatolojik hastalıklar nedeniyle immunsupresif tedavi alan hastalarda hepatit B reaktivasyonu sıklığının giderek artmakta olduğu gösterilmiştir. Hepatit B reaktivasyonu nükleozid analoglarının proflaktik kullanımı ile büyük ölçüde önlenebilmektedir. Erlotinib bir EFGR tirozin kinaz inhibitörüdür. Küçük hücreli dışı akciğer adenokanserlerinin. ve. basamak tedavisinin yanı sıra idame tedavisinde de kullanılmaktadır. Erlotinibe bağlı hepatit B reaktivasyonu literatürde daha önce bildirilmemiştir. Kemoterapi alan hastalar kadar hedefe yönelik tedavi alan hastalarda da hepatit B reaktivasyonu konusunda dikkatli olunmalı, hastalar tedavi öncesi anamnez ve serolojik testlerle değerlendirilmelidir. Ref No: P- KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERLİ 8 OLGUNUN DEMOGRAFİK ÖZELLİKLERİ Pınar Kum, Berksoy Şahin, Çiğdem Usul Afşar, Meral Günaldı, Vehbi Erçolak, Berna Bozkurt Duman Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kanser Kayıt Merkezi Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Adana Numune Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK) biyolojik davranışı, tedavi şekli ve prognozu açısından küçük hücreli dışı akciğer kanserlerinden ayrılır. KHAK tüm pulmoner kanserlerin %5-0 sini oluşturur. Bir çok araştırmada nöroendokrin kökenli olduğu gösterilmiştir. Fakat tümörün direk olarak normal bronşial nöroendokrin hücrelerden köken aldığını gösteren kanıt yoktur, çeşitli farklılaşmalar gösterebilen indiferansiye hava yolu epitel hücresinin nöroendokrin farklılaşması ile oluştuğu öne sürülmüştür. Çalışma 000-0 yılları arasında Kanser Kayıt Merkezine kaydı yapılan KHAK lı 8 olgunun tanı anındaki özelliklerinin belirlenmesi ve karşılaştırılması amacıyla yapılmıştır. Materyal-Metod: Çalışmaya 000-0 yılları arasında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kanser Kayıt Merkezine kaydedilen KHAK tanısı alan hastalar ile KHAK görülme sıklığı değerlendirme amacıyla da bu yıllar arasında tanı alan akciğer kanserli tüm hastalar dahil edildi. Hastaların cinsiyeti, tanı anındaki yaşı, yaşadığı il, hastalık histolojik tipi ve tanı yöntemi SPSS 5.0 istatistik programıyla analiz edildi. Bulgular: Çalışmaya 000-0 yılları arasında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kanser Kayıt KHAK tanısı alan 8 hasta dahil edildi.. Bu yıllarda akciğer kanseri tanısı almış 55 akciğer kanserli hastanın i histolojik tipleri büyük hücreli karsinom,k- HAK, küçük hücreli dışı akciğer karsinomu, skuamöz karsinom, adenokarsinom, nöroendokrin karsinom olarak gruplanmış ve KHAK tanılı hastaların oranı %6.6 olarak belirlenmiştir. Küçük hücreli karsinom tanısı alan hastaların yaş ortalaması 59 (0-85), cinsiyetleri 59 (%94) erkek, (%6) kadın olarak saptandı. Bu hastaların; 48 (%64.9) i Adana, 48 (%.6) i Hatay, (%8.4) si Mersin, 4 (%6.) ü Osmaniye, 0 (%.6) i Şanlıurfa, 8 (%.) i K.Maraş ve (%.) si diğer iller şeklinde yaşamaktaydı. Tümör yerleşimleri bilinen 8 hastanın 76 (%4.5) sı üst lob, 7 (%9.9) ü santrale, 0 (%6.4) u alt loba, 4 (%.) ü ise orta loba yerleşmekteydi. Tümör yerleşim yeri ile cinsiyet ve yaş kıyaslandığında bu grupta cinsiyet ve yaşın etkin olmadığı görülmüştür (sırasıyla p:0.59, p:0.086). Sonuç: Yapılan Tüm çalışmalarda da olduğu gibi araştırmamıza dahil ettiğimiz hasta grubunun tüm gruba oranıyla, cinsiyet ve yaş oranları benzer bulunmuştur. AKCİĞER KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 07

AKCİĞER KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-4 AKCİĞER KANSERİNDE DEFİNİTİF KEMORADYOTERAPİNİN SOLUNUM FONKSİYONLARİNA VE YAŞAM KALİTESİNE ETKİSİ Evrim Duman, Mustafa Yıldırım, Duriye Öztürk, Aysun İnal İnal, Zeynep Akarsu, Metin Tek, Mustafa Yıldız 4 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Antalya Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Batman Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları Kliniği,Antalya 4 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği,Antalya Ref No: P-5 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ KLİNİĞİMİZDE TAKİP EDİLEN AKCİĞER ADENOKANSİNOMLU HASTALARIMIZIN KLİNİKOPATOLOJİK ÖZELLİKLERİ Nurgül Yaşar, Taner Korkmaz, Kübra Aydın, Nur Şener Dinç, Hatice Odabaş, Dinçer Aydın, Mahmut Gümüş, Mehmet Aliustaoğlu, Aslıhan Güven Mert, Sinemis Yüksel, Özlem Ercelep, Alparslan Mayadağlı Kartal Dr.Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği Kartal Dr.Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği Kartal Dr.Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği Amaç: Bu çalışmada lokal ileri KHDAK ve toraksa sınırlı KHAK nedeniyle kemoradyoterapi alan hastalarımızda tedavinin solunum fonksiyonlarına ve yaşam kalitesine olan etkisi araştırılmıştır. Gereç-Yöntem: 0-0 yılları arasında Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji ve Radyasyon Onkolojisi kliniklerinde takip edilen, histopatolojik olarak tanısı doğrulanmış, görüntüleme yöntemleri ile evrelendirme çalışmaları yapılmış, lokal ileri KHDAK li hastalar ve toraksa sınırlı KHAK li hastalar çalışmaya alındı. Hasta dosyalarından geriye dönük taranarak yaş, cinsiyet, hastalığın evresi ve almış olduğu tedavi bilgileri elde edilmiştir. Hastalara planlanan tedavinin öncesinde, tedavi ortasında ve tedavi sonunda solunum fonksyon testi ve yaşam kalite anketleri kullanıldı. Çalışmamızda yaşam kalite anketleri olarak Avrupa Kanser Tedavi ve Organizasyon Komitesi (EORTC) tarafından, kanser yaşam kalitesini değerlendirmek için geliştirilen EORTC QLQ C0 ve LC anketleri uygulandı. İstatiksel analiz SPSS 6.0 programı kullanılarak yapıldı. Bulgular: Çalışmaya si (%80) KHDAK, ü (%0) KHAK tanılı 5 hasta alındı. Hastaların ortalama yaşı 64.+-8.7 (range 4-77) idi. Tedavi öncesi FEV yüzdesi ortalama %54.8+-.8, tedavi ortasında 56.9/., tedavi sonunda 56./.4 olarak tespit edildi. Tedavinin solunum fonsiyonları üzerinde etkisi tekrarlı ölçümler varyans analizi ile değerlendirildi. Tedavinin solunum fonksiyon testlerine etkisi istatiksel olarak anlamsız bulundu (p.0.66). EORTC QLQ C0 ile ölçülen fonksiyonel skor, semptom skoru ve genel sağlık skoru verilerin normal olmayan dağılım nedeniyle Friedman testi ile değerlendirildi. Fonksiyonel skor ortalaması tedavi öncesi 6.9, tedavi ortası 74., tedavi sonu 76. olarak bulundu. Tedavinin fonksiyonel skor üzerine etkisi istatiksel olarak anlamlı bulunmadı (p: 0.47). Semptom skoru ortalaması tedavi öncesi 7.5, tedavi ortasında 9. ve tedavi sonunda 0.6 olarak saptandı. Tedavi ile semptom skorunda anlamlı derecede iyileşme tespit edildi (p:0.00). Genel sağlık skoru tedavi öncesi ortalama 68.5, tedavi ortası 75, tedavi sonu 6. olarak bulundu. Tedavinin genel sağlık skoru üzerine etkisi anlamsızdı (p:0.). Sosyal fonksiyon skoru veriler normal dağıldığından tekrarlı ölçümler varyans analizi ile değerlendirildi. Sosyal fonksiyon skoru ortalaması tedavi öncesi 7., tedavi ortasında 8., tedavi sonunda 76.6 olarak saptandı. Tedavinin sosyal fonksiyon skoruna etkisi saptanmadı (p:0.99) Sonuç: Akciğer kanserinde kemoradyoterapi ile tedavi sırasında semptom skorunda belirgin iyileşme tespit ettik. Akciğer kanseri nedeniyle uygulanan tedavilerin etkinliğini değerlendirirken, tedavinin hastanın solunum fonksiyonlarına ve yaşam kalitesine etkiside göz önünde bulundurulmalıdır. Giriş-Amaç: Akciğer kanseri tüm dünyada kansere bağlı ölümlerin en sık nedenidir. Akciğer kanserlerinin %85 i küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) dir. Gelişmiş ülkelerde KHDAK in en sık alt tipi adenokarsinom iken ülkemizde sigara içme alışkanlığına bağlı olarak skuamöz hücreli kanser daha sık görülmektedir. Bununla birlikte, kadınlarda en sık görülen KHDAK adenokarsinomdur. Biz bu çalışmamızda kliniğimizde takip edilen ve akciğer adenokarsinomu tanısı almış hastalarımızın klinikopatolojik özelliklerini değerlendirmeyi amaçladık. Ayrıca ileri evre hasta prognostik önemi olduğu bildirilen yüksek laktat dehidrogenaz (LDH) ve düşük hemoglobin (hb) düzyeyi sıklığının belirlenmesi amaçlandı. Gereç- Yöntem: 008-0 yılları arasında akciğer adenoca tanısı alan ve Dr.Lütfi Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Polikliniği nde izlenen 6 hasta değerlendirildi. Hastalar yaş, cinsiyet, performans durumu (PS), sigara içme ve aile öyküsü, kilo kaybı, evre, cerrahi varlığı, metastaz yerleri değerlendirildi. Ayrıca, ileri evre hastalıkta alınan kemoterapiler, tedavi öncesi hb ve LDH değerleri hasta dosyalarından kaydedildi. LDH için >= 50 U/l, hb için ise < g/dl sınır değerler olarak belirlendi. Bulgular: Hastaların 97 si erkek (%8), 66 sı ise kadındı (%8). Ortanca yaş 57 (8-86) idi. Hastaların 47 sinde PS 0- iken, 48 hastada ve 68 hastada 4 idi. Hastaların %79 u sigara içiyorken, % i içmiyordu ve sadece 5 hastada aile öyküsü vardı (%7). Hastaların %48 inde tanı anında kilo kaybı vardı. % i opere olurken, %69 u opere olmamıştı. Hastaların %56 sı evre 4 ve %6 sı evre B idi. Toplam 4 hastada metastaz gelişmişti ve sık metastaz yeri sırasıyla kemik, akciğer, beyin, karaciğer ve sürrenal iken % sinde multipl metastaz vardı. Hastaların 56 sı birinci seri tedavi alırken, 6 i ikinci seri ve 9 u ise üçüncü seri tedavi almıştı. Hastaların %69 unda LDH 50 U/l nin üstündeyken, %7 sinde ise hb g/dl nin altındaydı. Sonuç: Kliniğimizde izlenen hastaların sonuçlarının geriye dönük olarak değerlendirilmesi, hasta özelliklerinin belirlenmesine, buna uygun tedavi ve izlem yaklaşımlarının iyileştirilmesine katkıda bulunabilir. Biz hasta özelliklerini incelediğimizde hastalarımızın çoğunun onkoloji polikliniğine başvuru anında PS un 0- olduğunu ve birinci seri kemoterapi aldığını gözlemledik. Bu durum PS u düşük olan hastaların onkoloji polikliniğine başvurmamasından kaynaklanıyor olabilir. Ref No: P-6 LANREOTİD İN, METASTATİK AKCİĞER ATİPİK KARSİNOİD TÜMÖR TANILI VAKADA ETKİNLİĞİ Mustafa Değirmenci, Gönül Pişkin SB. İzmir Tepecik Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Tıbbİ Onkoloji, İzmir SB. İzmir Tepecik Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi, İzmir Giriş: Karsinoid tümörler trakeobronşiyal sistemden kaynaklanan ikinci en sık tümör olup, tüm bronşiyal kaynaklı tümörler içinde %0,5 - % oranında görülmektedir. Semptom ve fizik muayene bulguları sıklıkla tümörün lokalizasyonuna bağlı olarak değişmektedir. Tipik ve atipik karsinoid tümör olarak akciğerde karşılaşılmaktadır. Atipik karsinoidler daha agresif olup daha ileri yaşlarda görülmektedir. Uzak metastatik hastalık olmadıkça, tedavinin esası mümkün 08 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER olduğunca akciğer dokusu korunarak tümörün komplet rezeksiyonudur. Uzak metastazları olan vakalarda somatostatin analogları, kemoterapi ve hedefleyici tedaviler kullanılmaktadır. Olgu: Altmış dokuz yaşında, kadın hasta, 6 aydır olan öksürük şikayeti artış gösterince, hastaneye başvurmuş. Fizik muayenesi ve laboratuar tetkikleri normal. Akciğer grafisinde sağ hemitoraks alt zonda parakardiyak yerleşimli, düzensiz sınırlı non homojen dansite artışı, toraks tomografisinde sağ orta lob medial segmentte, kalbe komşu 8x mm kitle, prekardial, subkarinal ve sağ hiler multipl LAP lar kalp nomalden büyük, minimal perikardiyal sıvı izlendi. PET/CT de sağ akciğer orta lob medial segmentte parakardiyak alanda cm boyutlarında parankimal nodül (SUV:. erken-.5 geç), her iki sürrenal bez boyutları diffüz artmış, özellikle solda daha belirgin olmak üzere patolojik FDG tutulumu (SUV:sol sürrenal için 5., sağ sürrenal için.8) izlendi (Şekil ). Bronkoskopisinde endobronşial kitle izlenmemiş, sitoloji benign sonuçlanmış. Sağ orta lob medial segment periferindeki.5 cm lik kitle wedge rezeksiyon ile komplet çıkarılmış. Patolojisinde Atipik Karsinoid Tümör, sağ orta lob tanısı konmuş. Tümör düzgün sınırı olup, en büyük çapı cm, 0 büyük büyütme alanında mitozlu izlendi. Cerrahi sınırlar tümörsüzdü. Oktreotid sintigrafisinde sol böbrek üst pol komşuluğunda ılımlı tutulum görüldü. Oktreotid tedavisine başlandı. PET/CT de bilateral sürrenal tutulum izlenmemiş. Ancak yeni olarak akciğerde nonmetabolik bir nodül mediastende adet (SUV:.4 ve.5) ve batında adet (SUV:6) LAP izlenmiş. Radyolojik progresyon ile lanreotid 90 mg IM 8 günde bir yapılmaya başlandı. Kontrol PET/CT de mediasten ve batında stabil LAP lar (Şekil ).Torako-abdominal BT de mediastende en büyüğü cm stabil LAP lar, her iki akciğerde kronik sekel değişiklikler izlendi. Radyolojik ve klinik yanıtlı hastanın yaklaşık 4 yıldır takibi ve tedavisi devam etmektedir. Sonuç: Akciğer atipik karsinoid tümör tedavisinde birinci basamakta oktreotid kullanılmış ancak yanıt alınamamasına rağmen kemoterapi yada başka tedavilere geçilmeyip lanreotid kullanılması sonrasında yanıt alınması tedaviye yaklaşımda farklı bir tercih olabilir. Bunun yanında, oktreotid ve lanreotid somatostatin reseptörler analoglarının aynı aileden olmasına rağmen farklı sonuçları ile karşılaşılması başka etki mekanizmalarının olabileceğini düşündürmektedir. Şekil. Tedavi Öncesi PET/CT Şekil. Tedavi Sonrası PET/CT Ref No: P-7 PLEVRAL EFÜZYONLARDA ESER ELEMENTLER Özlem Demirpençe, Mustafa Yıldırım, Alper Avcı, Havin Bilgetekin 4, Ersin Kılıç 5, Mehmet Mahfuz Şıkgenç 6, Hülya Gupse Deniz 7, Vildan Kaya 8 Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Biyokimya, Batman Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Batman Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Göğüs Cerahisi, Batman 4 Rhenish Friedrich-Wilhelms Üniversity Bonn Faculty of Agriculture,Department of Food Engineering, Bonn, Germany 5 Dicle Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Kimya Ana Bilim Dalı, Diyarbakır 6 Özel Batman Dünya Hastanesi, İç Hastalıkları, Batman 7 Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Göğüs Hastalıkları, Batman 8 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı, Isparta Amaç: Fizyolojik olarak pulmoner sıvı miktarı her iki akciğer kavitesinde 0 ml den daha az olamalıdır. Klinik olarak tespit edilecek düzeyde pulmoner sıvı birikimi, plevral, akciğer ve akciğer dışı hastalıklardan kaynaklanabileceği için, dekübitüs grafisinde plevral sıvının kalınlığı> 0 mm olduğunda veya ultrason ile plevral effüzyon gösterildiğinde teşhis için torasentez, denenmelidir. Pulmoner vakaların hepsinde effüzyon nedeni bulunamayabilir, %70-80 vakada, neden tespit edilir. Bu çalışmanın amacı farklı klinik tanılarda plevral efüzyondaki eser element düzeylerini değerlendirmek ve varsa ayrıcı tanıdaki rolünü göstermektir. Gereç-Yöntem: 0-0 yılları arasında Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisinde maling yada bening patoloji nedeniyle plevral efüzyon örneği torasentez, videotorakoskopi, kapalı toraks dreni yöntemlerinden biriyle elde edilen hastalar çalışmaya alındı. Değerlendirme için yeterli örneği kalmayan hastalar çalışmaya alınmadı.yerel etik komiteden onay alındı. Hasta dosyaları taranarak yaş, cinsiyet, plevral efüzyonun elde yöntemi gibi bilgiler retrospektif olarak elde edildi. Plevral efüzyondan sitolojik ve biyokimyasal inceleme sonrası atılacak olan örneklerden eser element düzeyleri değerlendirildi. Hastaların plevral sıvılarında; nikel, krom, kurşun,selenyum,bakır ve çinko düzeyleri ICP-OES (Inductively Coupled Plasma Optical Emission Spectrometry, Perkin Elmer,OPTIMA 00 DV) yöntemi kullanılarak ölçüldü. İstatiksel analizler SPSS 6.0 kullanılarak yapıldı. Bulgular: Çalışmaya 5 i (%80.6) erkek, 6 sı kadın toplam hasta alındı. Plevral efüzyon hastaların 8 inde (%58.) sağ, sinde (%8.7) sol, birinde bilateral yerleşimli idi. Hastaların 6 sında (%8.9) torasentez, 4 ünde (%.9) kapalı toraks dreni, birinde (%.) videotorakoskopi yöntemi ile plevral efüzyon elde edildi. Krom, kurşun, selen- AKCİĞER KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 09

AKCİĞER KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER yum düzeyleri normal dağıldığından bening ve maling hastalardaki ortalmaları student t testi ile değerlendirildi. Bening ve maling tanılı hastalarda krom, kurşun, selenyum açısından anlamlı fark saptanmadı (p:0.78, p:0.4, p:0.895). Benig tanılı plevral efüzyonlarda krom ortalama 5.8±5.6 birim, kurşun 75.±6., selenyum 64.±6. bulundu. Çinko, bakır, nikel düzeyleri normal dağılım göstermediğinden Mann-Whitney U testi ile değerlendirildi. Bening ve maling tanılı hastalarda çinko, bakır, nikel düzeyleri açısından anlamlı fark saptanmadı (p:0.4, p:0., p:0.40). Sonuç: Eser elementler bir çok enzimin bileşeni ya da kimyasal reaksiyonların katalizörü olarak fonksiyon görmektedir. Eser elementlerin eksikliğinin veya fazlalılığının bir çok kanserle ilişkili olduğunu gösterir çalışmalar yapılmıştır. Çalışmamızda plevral efüzyonlarda ölçülen eser elementlerin efüzyon etyolojisinde ayrıcı tanıda rolü gösterilemedi. Bu konuda kesin bir yargıya varmak için daha fazla hasta sayıları içeren çalışmalar yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Ref No: P-8 AKCİĞER KANSERİNDE HİSTOLOJİ İLE KAN GRUPLARI ARASINDAKİ İLİŞKİ Arzu Oğuz, Dilek Ünal, Arzu Taşdemir, Samet Karahan 4, Fatma Aykaş 4, Hasan Mutlu 5, Yasemin Benderli Cihan, Mehmet Kanbay 6 Kayseri EAH, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Kayseri Kayseri EAH, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Kayseri Kayseri EAH, Patoloji Kliniği, Kayseri 4 Kayseri EAH, İç Hastalıkları Kliniği, Kayseri 5 Acıbadem Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Kayseri 6 Medeniyet Üniversitesi, Nefroloji Kliniği, İstanbul Amaç: Akciğer kanseri, dünyada kansere bağlı ölümlerde. sırada yer almaktadır. Biyolojisi, tedavi seçenekleri ve prognozuna göre küçük hücreli ve küçük hücreli dışı olmak üzere iki alt gruba ayrılmaktadır. Akciğer kanserli vakaların çoğu lokal ileri ya da metastatik evrede tanı alırlar. Erken tanı ve kür şansı sağlamak amaçlı yüksek riskli hasta gruplarının belirlenmesi önemlidir. Kan grubu antijenleri eritrosit membranının kimyasallar bileşiklerindendir ve farklı tip epitel hücresi yüzeyinde de bulunurlar. ABO kan grupları ile bazı benign ve malign (mide ve pankreas kanseri gibi) hastalıklar arasındaki korelasyon çalışmalarla ortaya konmuştur. Bu çalışmada, akciğer kanseri histolojik alt tipleri ile ABO-Rh kan grupları arasında bir ilişki olup olmadığının araştırılması amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Patolojik tanısı olan 07 akciğer kanseri vakasının dosyaları retrospektif olarak tarandı. Serolojik olarak kan grubu ve Rh durumu belli olan hastalar çalışmaya dahil edilirken, ikinci primer kanser tanısı olanlar çalışma dışında bırakıldı. Toplamda vakanın değerlendirmeleri yapıldı. Hastaların yaşı, cinsiyeti, histolojik alt tipi ve kan grupları kayıt alındı. Kan grubu dağılımları, Kayseri Kızılay Kan Merkezi nde 0 yılında kayıtlı olan sağlıklı donörlerin kan grubu dağılımı ile karşılaştırıldı. Bulgular: Akciğer kanseri tanısı olan grupla kontrol grubu arasında ABO ve Rh grup dağılımı açısından herhangi bir fark tespit edilmedi (p:0.07). Küçük hücreli ve küçük hücreli dışı alt gruplar değerlendirildiğinde de kontrole göre ABO kan grubu va RH dağılımı açısından anlamlı farklılık yoktu (p>0.05). Küçük hücreli dışı akciğer kanserlerinin histolojik alt gruplarında da kan grubu (ABO ve Rh) dağılımları açısından kontrol grubuna göre anlamlı farklı dağılım tespit edilmedi. (Tablo-) Sonuç: Literatürde prospektif kohort çalışmaları ile ABO kan grupları ile bazı epitelyal malignitelerin (mide ve pankreas kanseri) gelişme riski arasındaki ilişki ortaya konmuştur. Operabl küçük hücreli dışı akciğer kanseri ile kan grupları arasındaki ilişkiyi araştıran çalışmalarda da farklı sonuçlar elde edilmiştir fakat veriler hala net değildir. Çalışmamızda akciğer kanseri ile kan grupları arasında anlamlı bir ilişki tespit edilmemiştir. Küçük hücreli dışı akciğer kanserinin histolojik alt grupları ve küçük hücreli gruplar değerlendirildiğinde de 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ anlamlılık tespit edilmemiştir. Akciğer kanseri gelişme riski yüksek olan hasta gruplarını tespitte kan gruplarının terini belirlemek amaçlı prospektif kohort çalışmalarının gerekli olduğu düşünülmektedir. Tablo. Akciğer kanserindeki histolojik alt gruplarda ve kontrol grubunda kan gruplarının dağılımı Küçük Hücreli n(%) Küçük hüc dışı n(%) Adeno n(%) Skuamoz n(%) Kontrol n(%) A Rh (+) 8 (47.4) 6 (.9) 5 (7.8) 9 (7.) 68(9.) A Rh (-) (5.) 5 (8.) (5.6) 7 (9.0) 945 (5.5) B Rh (+) (5.) 4 (.) 6 (.) (5.4) 486 (4.4) B Rh (-) - 4 (.) - (.6) (.9) AB Rh (+) (5.) (6.0) 4 (7.4) 5 (6.4) (6.5) AB Rh (-) (.6) 6 (.) (.7) (.8) 85(.) 0 Rh (+) 0 (6.) 54 (9.5) (8.9) 8 (.) 476(7.5) 0 Rh (-) (7.9) 7 (.8) (5.6) (.6) 660(.8) Toplam 8 (00) 8(00) 54 (00) 78 (00) 74(00) Ref No: P-9 PEDİATRİK PRİMER AKCİĞER ADENOKARSİNOMU: BİR OLGU SUNUMU Derya Özyörük, Sibel Akpınar Tekgündüz, Süheyla Ocak Yıldırım, Nalan Akyürek, Sema Apaydın 4, Hasibe Gökçe Çınar 5, Gürses Şahin, Ceyhun Bozkurt Şanlıurfa Çocuk Hastalıkları Hastanesi Çocuk Onkoloji Bölümü Dr.Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Onkoloji Bölümü Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı 4 Dr.Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Bölümü 5 Dr.Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji Bölümü Giriş: Çocuklarda primer akciğer malign tümörü olarak en sık karsinoid tümör, plazma hücresi granulomu, pulmoner blastom görülür. Çocukluk çağında primer akciğer karsinomları oldukça nadir görülür. Olgu: Pnömoni tedavisine yanıt alınamaması nedeniyle çekilen toraks BT de multipl parankimal nodüller ve kaviter lezyonlar saptanan ve torakotomi ile biyopsi yapılan 4 yaş 6 aylık erkek hasta histopatolojik olarak akciğer adenokarsinomu tanısıyla merkezimize gönderildi. Özgeçmişinde, serebral palsi ve epilepsi nedeni ile dörtlü antiepileptik ilaç kullanımı ve tekrarlayan akciğer enfeksiyonu öyküsü vardı. Soygeçmişinde anne meme ca, - paket/gün paket sigara içmekteydi. Fizik muayenede kaşektik, spastik ve malnütre görünümde olup sağ göğüs ön duvarında torakotomi skarı, sağda solunum seslerinde azalma, diğer alanlarda ronküs vardı. Ayrıca nöromotor retardasyon, üst ve alt ekstremitelerde fleksiyon kontraktürü mevcuttu. Laboratuvar incelemelerinde Hb:0.gr/dl, BK:0800/mm, Plt:466000/mm, ESR:50 mm/h, CRP:.4mg/dl, periferik yayma: %0 Eozinofili var. Kİ aspirasyon normal, LDH:70 İU/L, AFP:. İU/ml, Β-HCG:.9 miu/ ml, Toraks CT de sağ hiler.5 cm çapında LAP, her iki akciğerde en büyüğü sağ AC üst lob apikoposterior segmentte, düşük konsantrasyonda ince kalsifikasyonlar içeren 4 cm çapında nodül olmak üzere tüm loblarda farklı boyutlarda multipl nodüller izlendi. Büyük nodüllerin santralinde daha düşük dansiteli nekroz olarak değerlendirilen hipodens alanlar vardı. Sağ AC alt lob superior segmentte subplevral alanda x.5 cm boyutunda kalın duvarlı kaviter nodül mevcuttu (Şekil). Kranial-abdomen BT ve kemik surveyde metastaz saptanmadı. İmmün yetmezlik, aspergillozis, tüberküloz ve wegener granulamatozis hastalığı açısından yapılan testler normal olarak saptandı. Histopatolojik ve immunohistokimyasal olarak 4 ayrı merkezin incelemesi primer akciğer adenokarsinomuyla (Keratin 7 +, TFE-+, TTF--,Napsin A -, Keratin 0-, COX--, Pax- -, Pax- 8-, Tiroglobulin -, ITF--, WT--) uyumlu bulundu (Şekil). Gemsitabin (50 mg/m). ve 8. Gün, karboplatin (450 mg/m) 0 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER.gün / günde bir verildi. İki kürün sonra kontrol toraks CT de anlamlı farklılık saptanmadı. Takibinde tekrarlayan aspirasyon pnömonileri ve konvülsiyonları gözlendi. Kemoterapiye yanıt vermeyen, radyoterapi endikasyonu konmayan, inoperabl kabul edilen ve 6 kür kemoterapiye minimal yanıt alınan hastanın tedavisi dosetaksel ve adriablastin olarak değiştirildi. Sonuç: Hastamızda gerek primer hastalığının, gerekse aldığı antiepileptik ilaçların kısmi immunsupressif etkisine bağlı gelişen kronik hastalıklar sonucunda oluşan kronik inflamasyon ve annesinin sigara içmesinin karsinom gelişimine zemin hazırlayan olası bir genetik yatkınlığın bu hastalığın gelişimini kolaylaştırdığını düşünmekteyiz. Sonuç olarak primer akciğer adenokarsinomu olgusu nadir görülen ve ileri evre olgularda kemoterapi tedavisine yanıtı iyi olmayan bir çocukluk çağı kanseridir. Şekil. Akciğer BT Giriş: Eritema multiforme hedef tahtası olarak da adlandırılan belirleyici deri lezyonları ile karakterize tüm yaş gruplarında görülebilen bir aşırı duyarlılık reaksiyonudur. Genelde hafif seyirli kendiliğinden düzelen eritema multiforme minusa neden olmakla birlikte hayatı tehdit eden Stevens-Johnson Sendromu ve toksik epidermal nekrolize de neden olduğu bilinmektedir. Sıklıkla infeksiyon, ilaç, maligniteler ve radyoaktif ışınlara maruziyet sonrası ortaya çıkmaktadır. Ancak yaklaşık hastaların yarısında etyoloji aydınlatılamamaktadır. Kanser hastalarında görülen eritema multiforme de ise malignitenin kendisi, radyoterapi, sitotoksik ajanlar, viral etkenler ilk akla gelen nedenlerdir. Biz kanser hastalarında sık görülmeyen bir nedene bağlı eritema multiforme olgusu sunacağız. Olgu: Otuz altı yaşında bir kadın hasta küçük hücreli dışı akciğer kanseri nedeni ile dış merkezde kemoradyoterapi almış. Hemen arkasından derin ven trombozu ve pulmoner emboli gelişmesi nedeni ile bemiparin tedavisi başlanmış. Bemiparin dışında tedavi almayan ve malignitesi stabil seyreden hastada son bir hafta içerisinde önce el ve ayaklarda başlayan sonrada gövdede ortaya çıkan multipl birbiri ile birleşme eğiliminde eritemli hedef benzeri lezyonları ortaya çıkması üzerine kliniğimize başvurdu. Özgeçmişinde malignite ve tromboembolizm dışında özellik yoktu. Fizik muayenede hedef lezyonları cilde sınırlı idi, mukozalar normal olarak izlendi. Steroid tedavisi başlandığı halde lezyonların sayısında ve yaygınlığında artma devam etti. Görüntülemeler sonucu akciğer kanserinde progresyon izlenmedi. Alt extremite venöz Doppler USG de derin ven trombozu gerilemişti, D-Dimer normal sınırlarda bulundu. Hipoksemi saptanmadı ve pulmoner arterler açık bulundu. Bemiparin dışında başka medikasyon öyküsü olmaması ve venöz tromboembolizminin gerilemesi nedeni ile etyoloji de bemiparin olabileceği düşünülerek kesildi. Bemiparin kesildikten sonra günler içerisinde cilt lezyonları solmaya başladı. Sonuç ve Tartışma: Venöz tromboembolizm akciğer kanseri başta olmak üzere pek çok kanserde sıklıkla rastlanılmaktadır. Bemiparin venöz tromboembolzim tedavisinde kullanılan bir antikoagulan ajandır. Literatürde bemiparine bağlı eritema multiforme daha önce bildirilmemiştir. Kanser hastalarında ortaya çıkan cilt döküntülerinde ayırıcı tanıda kanser, kemoteröpatikler ve radyoterapi dışı nedenlerde dikkatle gözden geçirilmelidir. AKCİĞER KANSERLERİ Şekil. Kontrol akciğer BT Ref No: P-40 AKCİĞER KANSERLİ BİR OLGUDA KANSER, KEMOTERAPİ VE RADYOTERAPİ DIŞI BİR NEDENE BAĞLI CİLT DÖKÜNTÜSÜ; BEMİPARİN İLİŞKİLİ ERİTEMA MULTİFORME Fatma Şen, İbrahim Yıldız, Leyla Kılıç, Senem Karabulut, Rumeysa Çiftçi, İbrahim Meral, Öztürk Ateş, Ayşe Baylak 4 Sağlık Bakanlığı, Hitit Üniversitesi, Çorum Eğitim Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Çorum İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Sağlık Bakanlığı, Okmeydanı Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul 4 Sağlık Bakanlığı, Hitit Üniversitesi, Çorum Eğitim Araştırma Hastanesi, Dermatoloji Kliniği, Çorum Ref No: P-4 NADİR BİR OLGU: AKCİĞERİN PRİMER ADENOİD KİSTİK KARSİNOMU Bengül Serarslan, Aysel Ahmedova, Kerem Poyraz, Nergiz Dağoğlu, Senem Karabulut, Adnan Aydıner, Ethem Nezih Oral, Ahmet Kizir İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Radyasyon Onkolojisi İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Medikal Onkoloji Giriş: Adenoid Kistik Karsinom(AKK)ilk olarak 856 da Bilroth tarafından cylindroma olarak adlandırılmıştır.tüm baş boyun maligniteleri içerisinde%,tüm tükrük bezi kanserleri içerisinde%0,- tüm primer akciğer kanserleri içinde ise%0, oranında görülür. Pulmoner sistemde en sık trakea ve ana bronşlar tutulur.genellikle santral lokalizasyonda ve lokal invaziv seyretme eğilimlidir.sadece %0oranında LN veya uzak metastaz riski olup, progresyon oldukça yavaştır,nüksler lokal görülür.beklenilenin aksine hızlı progresyon göstermesi ve uzak lenfatik tutulum ile seyretmesi nedeniyle nadir görülen bir vaka olarak İ.Ü.Onkoloji Enstitüsü nde takip edilen olgunun sunumu amaçlanmıştır. Olgu: 70 yaş maden işçi emeklisi erkek hasta, aydır devam eden öksürük şikayeti nedeni ile doktora basvurdu.kasım 0 Toraks BT sinde sağ suprahiler bölgeden apekse uzanan, sağ üst lob bronşu oblitere eden 50x9mm,sol ac apexinde x0mm ve inen aorta komşuluğunda 0x9mm lezyonlar saptandı. Bronkoskopide bilateral yaygın antrakozik plaklar ve sol üst lob girişinde girişi engellemeyen medial duvardaki mukozal kabarıklıktan alınan biyopside AKK saptandı.evreleme için çekilen PET-CT de sağ ac üst lob anteriorda Susesi Otel, Antalya

AKCİĞER KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER hilusa uzanan malign,xcm kitle(sudmax:9) ve komşuluğundaki hiler bölgeye uzanan kitlede yoğun tutulumlar(sud:0), mediastende tüm lenfatiklerde kalsifik lezyonlar ve sağ alt paratrakeal, prevaskuler,subkarinal,sol pulmoner ligaman,bilat.hiler LN da(su- D:.8-5.6),batında sağ retrokrural,çölyak,antekaval,aortokaval en belirgini pelvis düzeyi aortokaval ve sol paraaortik LN larında olmak üzere multipl tutulumlar(sud:-5)görüldü.kbb muayenesinde ek bulguya rastlanmayan hasta akciğerin primer AKK u olarak kabul edildi.yaygınlık nedeniyle unrezektabl ve radikal RT için uygunsuz görülerek neoadjuvan KT sonrası değerlendirme kararlaştırılan hastaya KT(CDDP+Taxotere qd)başlandı.4kür sonrası minimal yanıt görüldü(sd). Tartışma: Literatürdeki az sayıda retrospektif seri ve birkaç adet olgu sunumuna göre akciğerin AKK sı sıklıkla 40-70yaşta, K/E:/, santral yerleşimli(özellikle trakea)görülüp,hematojen metastaz%44,- lenfatik metastaz oldukça nadir bulunmuştur. 5yıl ve 0yıllık SK sırasıyla rezeke grupta%9 ve %76 iken rezeke olmayan grupta %40 ve %0 dır.pulmoner metastazlı hastalarda(%) ortalama SK 5-40 ay, komplet rezeksiyonlu olgularda 9,8 yıl, inkomplet rezeksiyonlu olgularda ise 7,5 yıl olup, aradaki fark anlamsız bulunmuştur. Radikal RT alanlarda SK 6, yıl olmakla birlikte inkomplet rezeksiyonlarda postop RT ile daha nükssüz sağkalım elde edilebilir.ayrıca pnömonektomi sonrası rezidüel hastalık olan bir hastaya PET-CT planlama ile kalan ac.i max. korumak amacıyla 60 Gy/ 0 fr IMRT uygulanmış bir olgunun yıl sonra ac fonksiyonlarının iyi olduğu, nüks/rezidünün olmadığı bildirilmiştir. Sonuç: Olgumuz akciğerin primer AKK u nadir, lokal invaziv seyreden bir tm olup en iyi sonuçlar rezeksiyon iledir, postop lokal RT nin de sağkalımı bir miktar arttırdığı gösterilmiştir. Ref No: P-4 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ AKCİĞER İN İNFLAMATUAR MİYOFİBROBLASTİK TÜMÖRÜ: OLGU SUNUMU Esin Avşar, Deniz Arslan, Şeyda Gündüz, Mükremin Uysal, Ali Murat Tatlı, Sema Sezgin Göksu, Cumhur İbrahim Başsorgun, Burhan Savaş Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Bilim Dalı, Antalya Giriş: İnflamatuar myofibroblastik tümör (İMT), nadir görülen mezenkimal kaynaklı benign bir tümördür. Sıklıkla akciğerleri tutar. İMT histopatolojik olarak benign olmasına karşın, bilgisayarlı tomografi (BT) de infiltrasyon gösteren invaziv malign bir tümöre benzer. Malign-benign ayrımı yapmak çoğu zaman mümkün olmaz. En iyi yöntem komplet cerrahi rezeksiyondur. Burada akciğer yerleşimli İMT lü olgumuzun bulgularını mevcut literatürler eşliğinde tartıştık. Vaka sunumu: Kırkyedi yaşında erkek hasta yaklaşık yıldır aralıklı olan öksürük ve son aydır olan batıcı karakterde sağ göğüs ağrısı ve hemoptizi nedeniyle hastaneye başvurdu. Hastanın özgeçmişinde sık pnömoni geçirme öyküsünün de mevcut olması nedeniyle hastaya toraks BT çekildi. Tomografide, akciğer sağ alt lobta yaklaşık cm boyutunda kitlesel imaj (Şekil ) izlenmesi nedeniyle hastaya bronkoskopi yapıldı. Bronkoskopide, sağ alt lob bazal segment girişinde şüpheli endobronşial lezyon saptandı ve hasta uyumsuzluğu nedeniyle sadece lavaj ile örnek alınabildi. Bronş lavajında hazırlanan sitopsin preparatta kanamalı zeminde reaktif ve metaplazik bronş epitel hücreleri, goblet hücreleri, pigmente alveolar makrofajlar ve yangı hücreleri izlenmiş olup atipik hücre izlenmediği şeklinde raporlandı. Bronkoskopinin inefektif olması nedeniyle hastaya sağ lat lobektomi beraberinde lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Patolojisi, psödokapsüllü, tümör periferinde daha yoğun olmak üzere lenfoid follikül yapıları ve plazma hücre gruplarının izlendiği, tümör hücrelerinde yer yer miksoid yer yer gevşek stromada yerleşmiş şişkin iğsi nükleuslu, sınırları net seçilemeyen eozinofilik stoplazmalı, myofibroblastik karakterde hücreler olduğu reaktif 0 adet lenf nodu ve cerrahi sınrlarda lezyon olmadığı şeklinde raporlandı (Şekil ). Hastaya evreleme amaçlı; tüm vücut kemik sintigrafisi, alt ve üst batın BT çektirldi. Metastaz lehine bulgu saptanmadı. Multidisipliner onkoloji konseyinde tedavisiz izlem kararı çıkan hasta cerrahi sonrasında ikinci yılda tam remisyonda olarak takip edilmektedir. Sonuç: Akciğerde kitle saptanan orta yaşta bir erkek hastada, ayırıcı tanıda İMT de akılda tutulmalıdır. Primer tedavisinde komplet cerrahi rezeksiyon uygulanan hastalarda, tedavi başarısı yüksektir. Şemil. PET-BT Kesitleri Şekil. Bilgisayarlı tomografide, Akciğer sağ alt lobta cm lik kitlesel imajı. 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Şekil. (A) Çevre akciğer dokusundan düzgün sınır ile ayrılan, inflamatuar myofibroblastik tümör alanı (X50). (B) İğsi hücreler ile birlikte lenfosit, histiyosit ve plazma hücreleri içeren inflamatuar hücrelerin izlendiği görünüm (HEX00). (C) İğsi hücrelerde immünhistokimyasal yöntem ile uygulanan fokal ALK pozitifliği (ALKx00) Olgu Şekil. PET/BT görüntülemesinde sağ uylukta ortası nekrotik artmış FDG tutulumu olan lezyon. AKCİĞER KANSERLERİ Ref No: P-4 Olgu - KAS METASTAZLI KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİ; OLGU SUNUMU Yılmaz Tezcan, Mehmet Koç, Berrin Benli Yavuz, Gül Kanyılmaz, Tunç Güler, Necdet Poyraz, Adil Zamani 4 N.E.Ü.Meram Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı. N.E.Ü.Meram Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı. N.E.Ü.Meram Tıp Fakültesi Radyoloji Bilim Dalı. 4 N.E.Ü.Meram Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Bilim Dalı. Akciğer kanserleri küçük hücreli ve küçük hücreli dışı olarak iki histopatolojik grupta sınıflandırılır. Küçük hücreli dışı akciğer kanserleri(khdak) daha sık görülür. Hematojen ve lenfatik yayılım sıktır. Hematojen metastazları sıklıkla beyin, kemik, karaciğer, adrenal ve akciğer metastazları sık görülür. KHDAK lerinin kas metastazı oldukça nadirdir ve bu nedenle iki KHDAK bağlı kas metastazlı olguyu sunduk. Olgu.:48 yaşında, erkek, 70 paket/yıl sigara içme ve alkol öyküsü vardı. Öksürük şikayeti nedeniyle yapılan tetkikleri ve PET/BT görüntülemelerinde sağ akciğer üst lobta ortası nekrotik, artmış FDG tutulumu olan kitlesel lezyon mevcuttu (Şekil.). Olguya FOB ve biyopsi sonucu KHDAK, epidermoid karsinom tanısı konuldu. Ayrıca PET/BT görüntülemesinde sağ uylukta ortası nekrotik artmış FDG tutulumu olan ikinci bir odak tesbit edildi(şekil.). Uyluk MRI görüntülemesinde de sağ uyluk / orta kesimde quatratus femoris vastus medialis kasında 5x5x84 mm boyutunda kitle görüldü(şekil.). Buradan yapılan biyopsi sonucu da epidermoid karsinom tanısı konularak KHDAK metastazına bağlı kas metastazı olarak kabul edildi. Bu sonuçlara göre olgumuza sistemik kemoterapi ve palyatif radyoterapi uygulandı. Olgu.:50 yaşında, erkek, 45 paket/yıl sigara içme öyküsü vardı. Rutin kontrolleri sırasında çekilen PA akciğer grafisinde sağ akciğerinde kitle tesbit edildi, yapılan PET/BT görüntülemelerinde sağ akciğerde SUV=.6 olan kitle sağ hiler ve paratrakeal lenf nodları saptandı(şekil.). Biyopsi sonucu KHDAK tanısı konuldu. Klinik olarak TNM0 (Evre-IIIA) evrelendirilen olguya neoadjuvan KRT kararı alındı. KRT sinin tamamlanmasından ay sonra sağ uylukta ağrı şikayeti gelişti ve pelvik MRI görüntülemesinde sağ gluteus maksimus kası içerisinde ortası nekrotik yumşak doku kitlesi tesbit edildi(şekil.). Tekrar yapılan uzak tarama amaçlı PET/BT görüntülemesinde de sağ gluteus maksimus kası içerisinde artmış FDG tutan kitlesel lezyon saptandı(şekil.). Bundan sonraki tedavilerine palyatif olarak kemoterapi ve radyoterapi ile devam edildi. Sonuç: KHDAK erkek ve kadınlarda günümüzde en sık ölüm sebebi olan kanser türleridir. Tedavisi multidisipliner yaklaşımla olmaktadır. Hematojen ve lenfatik yollarla metastazları görülür. Hematojen metastazları sıklıkla beyin, kemik, karaciğer, adrenal ve karşı akciğere olurken kas metastazları oldukça nadir görülür. Literatürde de kas metastazlı KHDAK nin nadir görülmesi nedeniyle bu iki olguyu sunduk. Şekil. PET/BT görüntülemesinde sağ gluteus maksimus kası içerisinde artmış FDG tutan kitlesel lezyon. Ref No: P-44 SENKRON PROSTAT KANSERİ VE KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİ: OLGU SUNUMU Ela Delikgöz Soykut, Hasan Cemsultan Mısırlıoğlu, Yıldız Yükselen Güney, Yunus Nadi Özdamar, Bektaş Kaya Dr. Abdurrahman Yurtaslan Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Amaç: Eş zamanlı olarak iki ayrı primer malignite saptandığında tedavi önceliği tümörlerin davranış şekline göre belirlenmektedir. Primer prostat ve akciğer kanserinin birlikte görülmesi nadirdir. Burada senkron prostat ve akciğer kanser tanılı olgu sunuldu. Olgu: Yetmiş yedi yaşında erkek hasta sık idrara çıkma şikayeti ile başvurdu. Tetkiklerinde PSA:9 ng/ml, prostat biyopsi sonucu prostatik adeneokarsinom olarak geldi. Tümör sağ ve sol kayıtlı materyallerin her ikisinde de mevcut olup, Gleason skoru ise 4+5:9 olarak raporlandı. Pelvik manyetik rezonans görüntülemede prostat normalden büyüktü. Çekilen tüm vücut kemik sintigrafisinde dejeneratif değişiklikler dışında patolojik bulgu saptanmadı. D Amico sınıflamasına göre hasta yüksek risk grubu olarak sınıflandırıldı. Hastaya iki ay hormonoterapi verilmesi ve sonrasında pelvik radyoterapi (RT) uygulanması kararı verildi. Öksürük şikayeti ile çekilen akciğer grafisinde kitle görüldü. Toraks bilgisayarlı tomografi (BT) incelemesinde sağ akciğer üst lob apikal segmentte 4x cm boyutunda spiküler kitle izlendi. Transtorasik ince iğne aspirasyon biyopsi sonucu küçük hücreli dışı akciğer karsinomu, alt tip olarak adenokarsinom şeklinde raporlandı. İmmünhistokimyasal incelemede tümör hücrelerinde CK7, TTF- ve mcea ile diffüz boyanma, HMWCK ile fokal boyanma görülmüş, müsikarmin ile boyanma olmamıştır. Metastaz taraması için çekilen pozitron emisyon tomografi/bilgisayarlı tomografide, sağ akciğerde üst lobda patolojik artmış FDG tutulumu (SUV maks: 7.87) ve prostat bezinde patolojik artmış FDG tutulumu (SUV maks:.96) gözlendi. Çift primer kanser tanısı alan hastanın tedavisine öncelikle daha agresif seyirli olan akciğer kanseri tedavisi ile başlanması kararı alındı. Erken evre akciğer kanseri olan hasta Susesi Otel, Antalya

AKCİĞER KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER ileri yaş ve eşlik eden komorbid hastalıklar nedeni ile medikal inoperabldı ve hastaya kemoterapi düşünülmedi ve radyoterapi planlandı. Akciğere yönelik RT uygulanırken prostat kanseri tedavisi için de daha önce planlanmış olan hormonoterapinin verilmesine ve akciğer radyoterapisi sonrasında da pelvik RT yapılmasına karar verildi. 0 Ekim 00 ile 6 Aralık 00 tarihleri arasında sağ akciğere ve mediastene yönelik 66 Gy/ fr konformal RT, Şubat 0 ile 4 Mart 0 tarihleri arasında prostat ve pelvik lenf nodlarına yönelik 7 Gy/6 fr konformal RT uygulandı. Takip süresi 4 ay olan hastanın ilk kontrolde PSA düzeyi 0.05 ng/ml ölçüldü, devam eden tetkiklerde de benzerdi. Yirmi iki ay sonra çekilen toraks BT de sağ akciğer üst lobda kitle izlenmedi, radyoterapiye sekonder değişiklikler görüldü. Son kontrol tarihi olan 6 Aralık 0 tarihinde çekilen akciğer grafide patolojik bulgu saptanmadı, PSA değeri ise 0.04 ng/ml ydi. Sonuç: Kanser tanısı almış bir hastada mevcut olan veya sonradan gözlenen kitlelerin metastaz dışında ikinci bir kanser odağına ait olabileceği ve tümörlerin davranışlarına göre tedavi modalitelerinin şekli ve önceliği tartışılmalıdır. Şekil. Radyoterapi öncesi Toraks bilgisayarlı tomografide sağ akciğer üst lob apikal segmentte 4x cm boyutunda spiküler kitle 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ synovial sarkomun prognozu kötüdür. Metastaz çoğunlukla adrenal bez, beyin ve spinal korda olur. Bu olguda ise primer hastalık tespitinden çok kısa süre sonra beyin metastazları görülmüştür. Hem sinovial sarkomun primer yerleşimi hemde 8 yaşındaki hastanın beyin metastazlarının olması yönüyle tedavi süreciyle birlikte olgu sunulmuştur. Olgu: 8 yaşında erkek hastanın öksürük, balgam ve hemoptizi şikayetleri nedeniyle 9..00 tarihindeki başvurusunda direk akciğer grafisi çekilmiş ve kitle şüphesiyle..00 tarihinde yapılan rijit bronkoskopide sağ bronşial sistemde intermediyer bronşun, endobronşial lezyon ile tamamen tıkalı olduğu görülmüştür. Forceps ile alınan biyopside patolojik tanı elde edilemeyince hasta dış merkeze başvurmuş ve burada sağ posterolateral torakotomi ile frozen çalışılarak ön tanı karsinoid tumor olarak belirtilmiştir. Bilobektomi yapılan hastanın patolojisi monofazik sinovial sarkom olarak gelmiştir. Hiler lenf nodlarında direk invazyon olan hastanın kötü prognostic faktörlere sahip olduğu değerlendirilmiş ve operasyondan sonra cerrahi sınır pozitifliği dolayısıyla küratif radyoterapi uygulanmasına karar verilmiştir. Kliniğimizde radyoterapi planlaması yapılırken, şiddetli baş dönmesi nedeniyle çekilen beyin MRI da sol frontoparietalde ve sağ oksipital lobda metastatik lezyonlar tespit edilmiştir (Şekil ). Beyin cerrahisi kliniğince opere edilerek çıkarılan adet kitlenin patolojik değerlendirmesinde, sinovial sarkom olduğu belirlenmiştir (Şekil A,B,C,D,E). Operasyon sonrası metastatik hastalık olduğundan sadece tüm beyine yönelik 000 cgy palyatif radyoterapi uygulanmıştır. Daha sonra hastanemizde ifosfamid, mesna ve doxorubicinden oluşan kemoterapi uygulanmıştır. Takibinde radyoterapi sonrası. ayda başağrısı şikayeti nedeniyle çekilen beyin MRI da biri sağ oksipital lob posteriorunda cm ebatlı, dural tabanlı olmak üzere iki adet lezyon alanı izlenmiştir. Hastaya dış merkezde cyberknife ile iki lezyona iki fraksiyonda 4 Gy radyoterapi uygulanmıştır. Takipte olan hastanın ilk tanısından itibaren 6 ay geçmiştir ve hasta metastaz sonrası 4. ayındadır. Sonuç: Beyin metastazı yapmış pulmoner sinovial sarkom vakaları literatürde oldukça nadirdir. Bu yönüyle pulmoner yerleşimli sinovial sarkomlarda beyin metastazı olduğunda dahi tedavide cerrahi ve radyoterapinin etkin kombine kullanımı ile iyi bir palyasyon ve beklenenin üzerinde sağkalım sağlanabileceği görülmüş ve bu yönüyle vakanın literatür ışığında tartışılmıştır. Şekil. Radyoterapi sonrası Toraks bilgisayarlı tomografide sağ akciğer üst lobda radyoterapiye sekonder değişiklikler Ref No: P-45 BEYİN METASTAZLI PRİMER PULMONER SİNOVİAL SARKOM: BİR OLGU SUNUMU Burak Erdemci, Burcu Sağlam Alan, Hilal Kızıltunç Özmen, Orhan Sezen, Elif Demirci, Özlem Eser Kılınç, Abdulsemet Zortul Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Ana Bilim Dalı, Erzurum Giriş: Pulmoner sinovial sarkom, akciğer mezenkimal dokusundan kaynaklanan oldukça nadir bir tümördür. Primer pulmoner Şekil. Pulmoner sinovial sarkom beyin metastazı MRI görüntüsü 4 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER A,B,C,D,E Ref No: P-47 KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİ OLGUSUNDA PROGRESYONUN İLK BELİRTİSİ OLARAK ORTAYA ÇIKAN LÖKOKLASTİK VASKÜLİT Mustafa Canhoroz, Mübin Özercan, Fatih Albayrak, Soykan Biçim, Mustafa Akın, Barış Gündoğdu 4, Servet Yolbaş 4 Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı., Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı., Elazığ Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı., Elazığ 4 Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Romatoloji Bilim Dalı., Elazığ AKCİĞER KANSERLERİ Şekil A. HE X 00 Spindle ve sarkomatöz hücrelerin fasiküller daha çok geniş çarşaf benzeri dizilimler yaparak oluşturduğu tümöral yapı izlendi. B. HE X 400.Tümöral hücreler, uniform oval yapıda olup yüksek mitotik aktivite içermekte idi. C. CD99 X00 D...Ki-67 X00 E...bcl X00 Ref No: P-46 PRİMER AKCİĞER ADENOİD KİSTİK KARSİNOM OLGUSU Bülent Yıldız, Egemen Döner, Evrim Çiftçi Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Eskişehir Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Ana Bilim Dalı, Eskişehir Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Ana Bilim Dalı, Eskişehir Giriş: Akciğerin adenoid kistik karsinomu (AKK) son derece nadir görülmekte olup tüm akciğer kanserlerinin %0.04-0. sini oluşturmaktadır. AKK yavaş büyüyerek uzun bir klinik seyir göstermektedir. Bu nedenle düşük grade li bir malignite olarak değerlendirilmektedir. Olgu: Bir yıldır nefes darlığı şikayeti olan 5 yaşında erkek hastanın başvurduğu dış merkezde çekilen akciğer tomografisinde sol ana bronşu tama yakın tıkayan kitle tespit edildi. PET-BT de lezyonda FDG tutulumu izlenmedi. Bronkoskopide sol ana bronşu tama yakın tıkayan kitle görülerek aspirasyon yapıldı ancak, malignite saptanmadı. Hastanın şikayeti devam etmesi üzerine ay önce PET-BT ile bronkoskopi-lavaj tekrarlandı ve aynı sonuçlar elde edildi. Bir ay önce hastanemiz Göğüs Cerrahisi kliniğine başvuran hastaya bronkoskopi tekrarlandı. Karinadan cm aşağıda sol ana bronşu tamamen tıkayan kitle görülerek multipl biyopsiler alındı. Patoloji sonucu adenoid kistik karsinom ile uyumlu gelmesi üzerine sol pnömonektomi operasyonu uygulandı. TN0M0 akciğer AKK olarak evrelenen hastaya kemoterapi veya radyoterapi planlanmadı ve takibe alındı. Tartışma: Akciğer AKK hava yollarının submukozalarında dağılmış trakeobronşial bezlerden kaynaklanmaktadır. Olguların %90 dan fazlası hastamızda da olduğu gibi santral yerleşim göstermektedir. Etkin tedavisi cerrahidir. Cerrahi sınır pozitif olgularda radyosensitif bir tümör olmasından dolayı radyoterapi önerilmektedir. Beş yıllık sürvi yapılan bir çalışmada %4-74 oranında tespit edilmiştir. Başlıca metastaz bölgeleri akciğer, beyin, kemikler, göğüs duvarı ve karaciğerdir. Mortalite yüksek oranda ileri evre ve yetersiz cerrahi rezeksiyonla ilişkidir. Hastamızın erken evrede ve negatif cerrahi sınıra sahip olmasından dolayı literatür verileride değerlendirilerek adjuvan tedavi uygulanmadı. Ancak sağkalım verileri göz önünde bulundurulduğunda düşük grade li bir tümör olmasına rağmen hastaların yakın takip altında tutulması gerekmektedir. Giriş: Lökositoklastik vaskülitler, primer maligniteden önce, malignite ile aynı anda veya malignite tanısından aylar sonra tespit edilebilirler. Sunduğumuz bu vakada vaskülit primer malignitenin progresyonunu gösteren ilk klinik bulgu olarak ortaya çıkmıştır. Klinik pratiğimizde fazlaca karşılaşmadığımız paraneoplastik sendromların önemini bu vaka ile vurgulamaya çalıştık. Olgu: 7 yaşında erkek hasta, gündür süren ayak bileklerinde şişlik, döküntü ve testiste ağrı şikâyetleriyle başvurdu. Konjestif kalp yetmezliği, KOAH tanıları olan hastaya yıl önce öksürük, ara ara olan nefes darlığı şikâyetleriyle başvurduğu dış merkezde 6..0 tarihinde yapılan toraks BT de sol akciğer alt lob superior segmentte 4x45 mm boyutta kitle tespit edilmiş. Yapılan transtorasik iğne aspirasyonu materyalinin patolojik incelemesinde küçük hücreli dışı akciğer karsinomu tanısı konmuş. Yapılan PET-CT de sol akciğerde 4 x 5,5 cm kitle, multipl hiler lenfadenopati ve karaciğerde 5,5 x 4 cm kitle tespit edilmiş. En son kürü 0 ay önce olmak üzere kür 0 mg paklitaksel, 0 mg sisplatin tedavisi almış olan hasta, önerilen kemoterapinin devamını kabul etmemiş. On gündür halsizlik, ayaklarda şişlik şikâyetleri olan hastanın gün önce solda daha belirgin olmak üzere ayaklarda ve ayak bileklerindeki şişlik artmaya başlamış. Bir gün önce skrotum sağ tarafta şişliği olan hastanın ayaklardaki şişlikleri gerilemiş, ayakların laterallerinde, ayak bileklerinde ve tibial bölge laterallerinde purpurik kaşıntısız, ağrısız döküntüler oluşmaya başlamış (Şekil ). Fizik muayenesinde; akciğerlerde yaygın olarak solunum sesleri azalmış, batın kaşektik görünümde, sağ testiste şişlik ve hassasiyet, bilateral ayak bilekleri ve ayaklarda purpurik, ağrısız döküntüler, bilateral alt ekstremitelerde variköz genişlemeler saptandı. Alt ekstremitelerdeki döküntüleri, kollarda da oluşmaya başlayan hastanın bacaktaki lezyonundan tam kat cilt biyopsisi yapıldı. Hastanın patolojik incelemesi lökositoklastik vaskülit olarak geldi. Hastanın akciğerdeki kitlesinin kontrolü amacıyla yapılan toraks BT ve PET/BT de hastanın kitlesinde progresyon saptandı. Vaskülite yönelik 0,5 mg/kg/gün metil prednisolon tedavisi başlanan hastanın döküntüleri ve sağ testisteki şişliği geriledi (Şekil ). Hastaya progresyon olması nedeniyle karboplatin+dosetaksel tedavisi verildi. İzleminde atrial fibrilasyon gelişen ve nötropeni görülen hasta vaskülit tespitinden ay sonra ex oldu. Tartışma ve Sonuç: Olguya yapılan PET/BT de kitlede progresyon saptanması, paraneoplastik olarak primer malignite tanısından sonra görülen vaskülitlerin rekürrens veya progresyonu gösterdiği hipotezini doğrulamaktadır. Nadir görülen lökositoklastik vaskülit bir malignitenin ilk klinik bulgusu olabileceği gibi; kanser tanısı olan hastada progresyonun ve de kötü prognozun belirtisi olabilir. Susesi Otel, Antalya 5

AKCİĞER KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ ve kemik metastazları saptandı. Kafa derisindeki lezyondan alınan eksizyonel biopsi malign mezotelyoma metastazı ile uyumlu idi. Hastaya tekrar pemetrexed başlanmasına karar verildi. Ancak hasta kemoterapi almayı kabul etmedi. Palyatif tedaviler ile takip edilen hasta scalp metastazının saptanmasının 6.ayında hastalık progresyonu nedeniyle kaybedildi. Tartışma ve Sonuç: Plevral mezotelyomali olgularda uzak metastazlar nadir olarak saptanır. Göğüs duvarına girişim yapılan alanlarda lokal invazyon yoluyla hastalığın yumuşak dokuya yayılabildiği bilinse de cilt metastazları oldukça nadirdir. Literatürde görebildiğimiz kadarıyla scalp metastazı yapmış olan tane vaka yayınlanmıştır. Metastatik hastalarda tedavi palyatiftir, tedaviye rağmen prognoz oldukça kötüdür. Burada scalp metastazı ile progrese olan malign mezotelyomalı bir olgu sunulmuştur. Şekil. Tibia ve ayak bileği laterallerindeki purpurik, kaşıntılı, hiperemik lezyonlar Şekil. Steroid tedavisi sonrası lezyonlardaki hipereminin azalması Ref No: P-48 PLEVRAL MALİGN MEZOTELYOMADA SCALP METASTAZI Sema Sezgin Göksu, Demet Şahiner, Hasan Şenol Coşkun Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi onkoloji Bilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, İçhastalıkları Ana Bilim Dalı, Antalya Giriş: Plevral mezotelyoma asbest maruziyeti ile ilişkili olduğu bilinen, nadir ve kötü prognozlu bir hastalıktır. Genellikle lokal invazyon yoluyla akciğer, kalp, göğüs duvarı ve vertebralara yayılım gösterir. Uzak metastazlar nadirdir. Burada scalp metastazı ile progresyon gösteren bir malign mezotelyoma olgusu sunulmuştur. Olgu: 6 yaşında, malign mezotelyoma tanısı ile takip edilen erkek hasta nefes darlığında artış ve saçlı deride ortaya çıkan lezyonlar nedeniyle başvurdu. Hasta Temmuz 007 de malign mezotelyoma tanısı almış, plevral dekortikasyon ve radyoterapi uygulanmıştı. 009 da nüks saptanan hastaya 6 kür pemetrexet-cisplatin verildi ve parsiyel yanıt alındı. 00 da progresyon görülmesi üzerine 6 kür gemcitabin-cisplatin uygulandı. Parsiyel yanıt alınan hastaya oral endoxan- etoposid başlandı, ancak hasta.ayın sonunda kendi isteği ile tedaviyi bıraktı. Stabil hastalık ile takip edilen hasta cilt metastazları ile nefes darlığında artma ve cilt lezyonları ile başvurdu. PET- CT de kafa derisinde yumuşak doku dansitesinde multiple hipermetabolik lezyonlar, her iki akciğerde multiple hipermetabolik nodüller Ref No: P-49 METHOTREXAT TEDAVİSİNE YANITLI MUKOEPİDERMOİD AKCİĞER KARSİNOMU Hilmi Kodaz, Bülent Erdoğan, Esma Türkmen, Sernaz Uzunoğlu, İrfan Çiçin Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Giriş: Mukoepidermoid karsinom; etyolojisi bilinmeyen, trakeobronşiyal sistemde çok nadir görülen, submukozal bronş glandlarından gelişen bir tümördür. Sigara veya diğer risk faktörleriyle ilişkisi bilinmemekle birlikte yapılan sitogenetik bir çalışmada t(;9) (q; p9) birlikteliği gösterilmiştir (). Sıklıkla ana lober veya segmental bronşlarda yerleşen bu tümörün düşük ve yüksek gradeli varyantları bulunmaktadır. Olgu: Öksürük şikayetiyle başvuran 54 yaşında ki erkek hastanın akciğer grafisinde kitle tespit edilmesi üzerine ileri tetkik olarak çekilen bilgisayarlı tomoğrafi de, sol akciğer alt lob bronşunda daralmaya yol açan x cm ve sol lingular segmentte.5x cm çaplarında malign görünümlü kitle lezyonları izlendi. Bronkoskopi ile sol akciğer alt lob bronşundaki kitleden biyopsi alındı. Biyopsi sonucu mukoepidermoid karsinom olarak geldi. PET CT ile yapılan evrelemede karaciğer ve kemik metastazları tespit edildi. Hastaya Cisplatin+Docetaksel Kemoterapisi başlandı. Kemoterapi ara değerlendirme ve kemoterapi sonunda yapılan görüntülemeler stabil hastalık olarak kabul edildi. Kemoterapi sonrası takibe alınan hastamızda 5. ayda progresyon gelişmesi üzerine 50 mg/m den haftalık methotrexat kemoterapisi başlandı. Methotrexat kemoterapisinin 0. haftasında yapılan görüntülemede belirgin regresyon izlendi. Halen haftalık methotrexat tedavisine devam edilmekte. Tartışma: Mukoepidermoid karsinom ilk defa 95 yılında Smetana tarafından açıklanan bronşiyal bezin malign bir tümörüdür. Primer akciğer kanserlerinin %0. - %0. sini oluşturmaktadır. Diğer akciğer kanserleri ile karşılaştırıldığında bu tümörün nispeten genç kişilerde görüldüğü bildirilmiştir. Mukoepidermoid karsinom genellikle santral bronşiyal bölgede oluşur. Bu tümörler öksürük, balgam, kanlı balgam, göğüs ağrısı, göğüste baskı ve ateş gibi obstrüktif pnömoni ile ilişkili semptomlar gösterir. Mukoepidermoid karsinom; Trakea ve bronş submukozasında bulunan tükürük bezleri ile özdeş glandüler dokulardan kaynaklanır. Mukoepidermoid karsinom akciğer kanseri Dünya Sağlık Örgütü histolojik sınıflandırmasına göre adenoid kistik karsinom ile birlikte tükürük bezi karsinomları arasında yer almaktadır. (-). Yüksek gradeli olgularda sıklıkla mukus üretimi mevcuttur. Düşük gradeli mukoepidermoid karsinomu olan hastalar genellikle, %95 lik 5 yıllık sağkalım oranı ile iyi bir prognoza sahiptir ve adjuvan tedavinin gereksiz olduğu kabul edilmektedir. Yüksek gradeli tümörlerde etkili tedavi henüz mevcut değildir ve kötü prognozludur (4). EGFR gen mutasyonu olan hastalarda tirozin kinaz inhibitörü Gefitinib in etkinliği üzerine çeşitli çalışmalar vardır (5). Bu nedenle, EGFR gen mutasyonları önemli gibi görünmektedir. 6 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Sonuç: Hastamızda haftalık methotrexat tedavisi ile başarılı sonuçlar elde etmiş olmamız, bu hastalığın. Seri sonrasındaki kemoterapi seçiminde, baş boyun tümörü gibi haftalık methotrexat tedavisiyle de başarılı sonuçlar alınabileceği vurgulanmak istenmiştir. Şekil. Methotrexat Tedavisi öncesi Toraks CT Parankim kesiti Amaç: Büyük hücreli nöroendokrin karsinom (BHNEK); küçük hücreli dışı akciğer kanseri grubunda yer alan, ancak küçük hücreli akciğer kanseri histopatolojik ve klinik özelliklerini gösteren bir tümördür. Tüm akciğer kanserleri arasında görülme oranı % olarak bildirilmektedir. BHNEK, eğer adenokarsinom, skuamöz hücreli karsinom, dev hücreli veya iğsi hücreli karsinom komponentlerinden birine de sahip ise kombine büyük hücreli nöroendokrin karsinom olarak adlandırılır. En sık görülen komponent adenokarsinomdur. Gereç-Yöntem: Bu yazıda adenokarsinom özellikleri ile beraber BHNEK histopatolojik özellikleri tespit edilen vaka sunulmuştur. Bulgular: 48 yaşında erkek hasta, sağ taraf kalça ağrısı nedeniyle Ortopedi Bölümü ne başvurmuş. Pelvis Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG) tetkikinde, sağ iliak kemik anterior kesimde yaklaşık 5 cm lik tümöral görünüm, gluteal bölgeye doğru yaklaşık 5x cm boyutlarında ekstraosseöz yumuşak doku komponenti tespit edilmiş. Yumuşak doku tümöral lezyondan alınan biopsi patolojisi malign epitelyal tümör metastazı-kötü diferansiye adenokarsinom metastazı ile uyumlu bildirilmiş ve ön planda akciğer kaynaklı olarak değerlendirilmiş. İmmünohistokimyasal olarak kromogranin ve sinaptofizin pozitif saptanmış. Pozitron Emisyon Tomografi (PET CT) tetkikinde, sağ akciğer üst lob anterior segment subsegment dalından kaynaklanan santral, 45X5 mm boyutta, hipermetabolik kitle, mediastinel hipermetabolik lenf adenopatiler ve sağ iliak kanatta litik ekspansil hipermetabolik kemik ve yumuşak doku metastazı tespit edilmiş. Sağ iliak kemikteki lezyona yönelik olarak 0 seans radyoterapi ardından Karboplatin-Paklitaksel ve Karboplatin- Gemcitabin olmak üzere iki sıra kemoterapi uygulanmış. PET CT ile yanıt değerlendirilmesinde progresyon saptanmış. Beyin MRG tetkikinde leptomeningeal metastaz açısından şüpheli görünümler izlenmiş. Hastanın patoloji bulguları, nöroendokrin markırlardaki pozitiflik nedeniyle tekrar incelendiğinde, çok sayıda büyük hücreli nöroendokrin karsinom odakları tespit edilmiş. Hastanın epitelyal büyüme faktörü reseptörü (EGFR) analizinde. ekzonda mutasyon saptanması üzerine erlotinib tedavisi başlanmış olup tedavisi halen devam etmektedir. Sonuç: Akciğer büyük hücreli nöroendokrin karsinom u, tanı anında genellikle metastatik, agresif seyirli, küçük hücreli dışı akciğer kanseri gibi tedavi edilen, kemoterapiye yanıt oranları ve dolayısıyla sağ kalım oranları düşük olan bir tümördür. Literatürde tedaviye dirençli akciğer adenokarsinomlu bir hastada BHNEK gelişiminin saptandığı bildirilmiştir. Sunulan vakada; tümörün metastaz materyalinden yapılan incelemede adenokarsinom ve BHNEK histopatolojik özelliklerinin tespit edilmesi, akciğer kanserinde gerek primer kitle, gerekse de metastazlarında tümör tipinin ve genetik özelliklerinin ayrıntılı olarak analizinin önemini düşündürmektedir. AKCİĞER KANSERLERİ Şekil. Methotrexat Tedavisi sonrası Toraks CT Parankim Kesiti Ref No: P-50 AKCİĞER KOMBİNE BÜYÜK HÜCRELİ NÖROENDOKRİN KARSİNOMU:VAKA SUNUMU Suna Çokmert, Erdem Göker Özel Kent Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, İzmir Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Ana Bilim Dalı, İzmir Ref No: P-5 ADENOKİSTİK KARSİNOM (BİR OLGU NEDENİYLE) Züleyha Akgün, Sedenay Oskeroğlu, Alper Toker, Sedat Ziyade, Serap Başkaya Yücel, Zeynep Güral, Esra Kaytan Sağlam Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Ana Bilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Ana Bilim Dalı, İstanbul Giriş: Trakeanın adenokistik karsinomu nadir görülen tümörlerdendir. Trakeada %45 oranı ile en sık skuamöz hücreli karsinom görülmekte iken adenoid kistik karsinom %8 oranında görülmektedir. Trakea patolojileri düz akciğer grafilerinde tespit edilemediğinden tanı ancak klinik olarak semptomlar ilerleyince konulabilmektedir. Çoğunlukla düşük gradlı bir malinite olarak kabul edilmektedir. Komplet rezeksiyon tercih edilen tedavi yöntemdir. Ancak tanının geç koyulması, tümörün submukazal ve perinöral yayılma potansiyeli ve rezeksiyonun zorluğu nedeniyle cerrahi sıklıkla mümkün olmamaktadır. Hastaların yarısından fazlası kemoradyoterapi ya da hava yolunu açık sağlayan manevralar ile palyatif olarak tedavi edilmektedir. Sıklıkla direkt uzanım, submüköz - perinöral invazyon veya hematojen yolla yayılır. Olgu Sunumu: Yaklaşık bir yıldır devam eden ve medikal tedaviye cevapsız öksürük şikayeti olan 0 paket/yıl sigara kullanım öyküsü olan 45 yaşında kadın hasta sunuldu. Hastaya yapılan bronkoskopide sağ ana bronş karina düzeyinde görülen trakeal lezyondan yapılan biyopsi alındı. Patoloji sonucu adenoid kistik karsinom olarak bildirilen hasta cerrahi olmak üzere interne edildi. Fizik muayene bulgulari ve kan değerleri normal sınırlarda olan, özgeçmiş ve soygeçmişinde özellik olmayan hastaya tanı sonrası karinal pnomönektomi yapıldı. Cerrahi sınırlarda tümör pozitif olarak değerlendirilen hastaya postoperatif adjuvan radyoterapi (50.4 Gy/8 fr) uygulanarak tedavisi sonlandırıldı. Tartışma: Primer trakea tümörleri tüm torakal kanserler arasında yaklaşık %0, oranında görülmekte iken, trakea yerleşimli adenokistik karsinomlar çok daha nadir görülmektedir. Astım benzeri semptomlar göstermesi ve radyolojik olarak görüntülenmesindeki zorluk Susesi Otel, Antalya 7

AKCİĞER KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER nedeniyle bu olguda olduğu gibi geç tanı almaktadır. Bu tip hastalık grubunda standart bir evreleme kullanılmamaktadır. Cerrahi+- radyoterapi yapılan hastalarda 5 yıllık sağkalım oranları %65-80 iken, ameliyat olamayan grupta bu oran %-7 arasında değişmektedir. Trakea adenokistik karsinomunun primer tedavisi cerrahidir. Ameliyat olamayan veya R0 rezeksiyon yapılamayan olgularda radyoterapi alternatif tedavi olarak uygulanmaktadır. Genellikle kemoterapinin havayolu yerleşimli adenokistik kanser tedavisinde etkili olmadığı kabul görse de bazı çalışmalar unrezektabl olgularda kemoterapi ve radyoterapi birlikteliği ile iyi sonuçlar bildirmiştir. Bildirilen hasta sayısı arttıkça bu hastalığın histolojik alt tipleri, davranış şekli, sağkalımı etkileyen prognostik faktörler ve tedavi hakkında daha detaylı araştırmalara ihtiyaç duyulmaktadır. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ kemoradyoterapiden 4 hafta sonra çekilen MR incelemesinde halen inoperabl görünüyordu. Buna karşılık PET-BT incelemesinde lezyonun SUV değerinde kemoradyoterapi öncesi incelemeye göre belirgin (%7) azalma saptandı. Bu bilgi superior sulkus tümörlü hastalarda preoperatif kemoradyoterapiyi destekleyen temel çalışmanın patolojik inceleme bulguları ile paralellik göstermektedir. Yorum: Superior sulkus tümörlü hastaların kemoradyoterapiye cevabının yalnızca BT ve MR gibi konvansiyonel yöntemler ile değerlendirilmesi aslında cerrahiye uygun hale gelmiş bazı olguların yanlış olarak inoperabl kabul edilmesine yol açabilir. PET-BT nin bu olgularda kemoradyoterapiye cevabın değerlendirilmesinde özel bir yeri olabilir. Ref No: P-5 SUPERİOR SULKUS TÜMÖRLERİNDE PREOPERATİF KEMORADYOTERAPİ SONRASI İNOPERABL HASTALIĞI BELİRLEMEK İÇİN KONVANSİYONEL GÖRÜNTÜLEME YÖNTEMLERİ YETERLİ Mİ? OLGU SUNUMU Funda Çukurçayır, Görkem Türkkan, Mert Saynak, Zafer Koçak, Altemur Karamustafaoğlu, Ali Sarıkaya, Ayşenur Arlı, Sernaz Uzunoğlu 4, İrfan Çiçin 4, Kamuran İbiş, Cem M. Uzal Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı, Edirne Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Gögüs Cerrahisi Bilim Dalı, Edirne Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Bilim Dalı, Edirne 4 Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Edirne Giriş: Geçmişte yalnız RT ile tedavi edilen superior sulkus tümörlerinin tedavisinde son 0 yıl içinde ilerlemeler olmuş, KT, RT ve cerrahiden oluşan üçlü tedavi ile nispeten iyi sonuçlar elde edilebileceği görülmüştür. Olgu: 47 yaşında erkek olgu, sol omuz ağrısı yakınması ile tetkik edilirken akciğer grafisinde sol apikal bölgede opasite görülmesi üzerine PET-BT çekilmiş, sol akciğer apeksinde 46x46x48 mm boyutlarında lezyon (SUVmaks=.) saptanınca olguya BT klavuzluğunda İAB yapılmış ve sonucu küçük hücreli dışı akciğer kanseri ile uyumlu gelmiştir. Toraks MR ında sol akciğer apeksinde paramediastinal yerleşimli, vasküler yapılara invaze 6x54x54mm boyutlu lezyon saptanınca olgu preoperatif eş-zamanlı kemoradyoterapi protokolüne alındı. Toplam 50.4Gy/8fr RT ile eş zamanlı kür sisplatin-etoposid uygulandı. Kemoradyoterapinin tamamlanmasından -protokolümüz gereği- yaklaşık ay sonra çekilen Toraks MR ında lezyon boyutlarının 4x6mm ye gerilemesine rağmen santral yapılara invazyonu devam ettiği için ilk planda inoperabl kabul edildi. PET/BT incelemesinde tama yakın regresyon ve SUVmaks değerinde belirgin düşüş (SUVmax=.4) saptanması üzerine olguya RT bitimini takiben yaklaşık 8. haftada sol üst lobektomi yapıldı. Patoloji sonucunda tümör yalnızca cm lik fibrotik doku içinde dağınık hücreler halinde görülen, 8, 9 ve0 numaralı seviyelerden yapılan lenf nodu örneklemelerinde tümör hücresi saptanmayan olguya operasyon bulgusu olarak (patolojik olarak konfirme edilmiş olmamasına rağmen) subklavyan arter ve ven çevresi doku tümör açısından şüpheli olduğu için postoperatif, ilk ışınlamayı takiben yaklaşık 0 hafta sonra başlanarak 8Gy/9fr RT, kür sisplatin-etoposid kemoterapisi ile eş-zamanlı olarak uygulandı. 5 aylık takipte hastada lokal-bölgesel ya da sistemik nüks gelişmedi. Sonuçlar: T-4 superior sulkus tümörlü olguların preoperatif kemoradyoterapi ve cerrahi ile tedavisi oldukça iyi sağkalım sonuçları sağlamaktadır. Rush ve ark. nın faz II prospektif çalışmasında kemoradyoterapi ardından radyolojik olarak stabil hastalık saptanıp yine de opere edilen olguların %65 inde operasyon sonucu tam ya da tama yakın patolojik cevap saptandığı bildirilmiştir. Cevap değerlendirmesinin zamanlaması da önemlidir. Olgumuz da preoperatif Şekil. Kemoradyoterapiye cevabı değerlendirmek için çekilen MR görüntüsü Şekil. Kemoradyoterapiye cevabı değerlendirmek için çekilen PET-BT görüntüsü Ref No: P-5 KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERLİ HASTALARIN YAŞAM SÜRESİ ANALİZİ Hasan Mutlu, Tuncay Aslan, Abdülsamet Erden, Arzu Akşahin, Arzu Taşdemir 4, Zeki Akça 5, Hediye Uğur, Abdullah Büyükçelik 6 Tıbbi Onkoloji, Acıbadem Kayseri Hastanesi, Kayseri İç Hastalıkları, Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kayseri Tıbbi Onkoloji, Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kayseri 4 Patoloji, Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kayseri 5 Radyasyon Onkolojisi, Mersin Devlet Hastanesi, Mersin 6 Tıbbi Onkoloji, Acıbadem Üniversitesi, İstanbul Amaç: Küçük hücreli akciğer kanseri (KHAK), akciğer kanserlerinin %5 ini oluşturmaktadır. Tedavisiz olarak medyan yaşam süresi -4 ay iken, güncel tedavi yöntemleri ile bu süre sınırlı hastalık için 6-4 ay, yaygın hastalık için ise 6- ay olarak bildirilmiştir. Çalışmamız, Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesinde takip ve tedavi edilmiş olan KHAK hastalarının yaşam süresini incelemeyi amaçlamıştır. Gereç-Yöntem: Çalışmaya toplam 9 hasta Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi nde alındı. SPSS programına veriler kaydedildi ve Kaplan Meier sağkalım analizi yapıldı. Bulgular: Tüm hastalar için medyan sağkalım süresi,5 ay olarak hesaplandı. Medyan sağkalım değerleri, sınırlı ve yaygın hastalık için sırasıyla,5 ve 8,0±,9 ay olarak hesaplandı. Sağkalım açısın- 8 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER dan sınırlı hastalık lehine iki grup arasında anlamlı fark mevcuttu (p=0,00). Sonuç: Kayseri ilinde Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesinde takip edilen KHAK hastalarının yaşam süresi analizi yapıldı ve bu değerin ortalama,5 ay olduğu görüldü. Hastaların tedavi ve toksisiteye uyumu ve rutin kontrolleri aksatmaması ile toksisite konusunda yeterli bilgilendirme ve uygun toksisite tedavisinin bu süreyi daha da uzatacağını düşünmekteyiz. Ref No: P-54 EŞ ZAMANLI MİDE VE AKCİĞER KANSERİ OLGU SUNUMU Yusuf Başer, Muzaffer Metin, Atayla Gençoğlu, Murat Kıyık, Sedat Altın Yedikule Göğüs Hastanesi Toraks dışı malignitesi olan hastaların takibinde pulmoner nodül veya nodüller saptanması her zaman metastazı göstermez. Akciğerdeki lezyonun eş zamanlı primer akciğer kanseri olabileceği de akla gelmelidir. Akciğerdeki lezyonun etyolojisinin saptanması, uygun tedavi yönteminin seçimi ve prognoz tahmininde önemlidir. Eş zamanlı akciğer ve mide kanseri nadir bir durumdur ve genelde metastaz taraması yapılırken tesadüfen saptanır. Biz burada 55 yaşında mide tümörü (Adeno Ca) açısından tetkik edilirken küçük hücreli dışı (adeno Ca) akciğer kanseri saptanan olguyu sunmak istedik. Giriş: Kanserlerin başarılı tedavisiyle uzayan sağ kalıma bağlı olarak ve olası tedavilerin uzun dönem yan etkileri ile multiple primer malignite insidansında artış olmaktadır. Günümüzde ileri tetkik yöntemlerinin gelişmesi ve sık kullanımı ile insan ömrünün uzaması da, multiple primer kanserlerin saptanmasını artırmaktadır. Senkron ya da metakron ikinci primer akciğer kanserleri %0.5 oranında bulunmuştur. Akciğer dışı organ maligniteleriyle eş zamanlı primer akciğer malignitesi görülmesi ise daha düşük orandadır. Ekstrapulmoner kanser tanısı olan bir hastada, pulmoner nodül varlığı hemen metastaz olarak kabul edilmemelidir. Tedavinin planlanması ve prognozun doğru tahmini için, nodülün etyolojisine yönelik uygun tanısal yaklaşım gecikmeden uygulanmalıdır,4. Tanının ve tedavinin belirlenmesi için hangi organ malignitelerinin birlikte görüldüğü, bunların metastatik yayılım paternleri ve kliniklerinin bilinmesi önemlidir.eş zamanlı mide ve akciğer kanseri tanısı alan olgumuzu, nadir görülmesi nedeniyle ve eş zamanlı farklı organ malignitelerine dikkat çekmek amacıyla yayınlamayı uygun bulduk. Tartışma: Farklı organlarda eş zamanlı malignite gelişme sıklığı genel olarak %.7-.9 dur 5. Eş zamanlı farklı visseral organ maligniteleri ile ilgili olarak, literatürde otopsi serileri bulunmaktadır. Eş zamanlı mide ve akciğer kanseri nadir karşılaşılan bir durumdur. Warren ve Gates 59 olguluk otopsi serisinde multiple primer kanser insidansını %.84 olarak belirtmiştir. Burke nin serisinde ise; insidans %7.8 oranında bildirilmiştir. Hajdu ve Hajdu kendi serilerinde; multiple primer kanserlerin %90 ının yıl içinde ardışık olarak geliştiğini, ortalama yaşın 70 ve erkek/kadın oranının / olduğunu belirtmiştir. Akciğer ile böbrek başta olmak üzere, kolon, prostat ve mide, multipl primer kanserlerin en sık görüldüğü organlardır. Cahan ve ark. 4 940-975 yılları arasında, ekstrapulmoner malignitesi olan ve takiplerinde akciğer grafisinde soliter pulmoner nodül saptanan 800 den fazla hastayı incelemiştir. Pulmoner lezyonlardan alınan örnekler (biyopsi, rezeksiyon ve otopsi ile) patolojik olarak değerlendirilmiştir. Bu hastaların yaklaşık 500 ünde primer akciğer kanseri, 96 sında metastaz tespit edilmiştir. Böbrek kaynaklı malignitesi olan toplam 0 hastanın ise; inde primer akciğer kanseri, 9 unda metastaz saptanmıştır. Ref No: P-55 OLGU SUNUMU: KHDAK DE İNDÜKSİYON KEMOTERAPİSİ SONRASI PATOLOJİK TAM YANIT Nalan Akgül Babacan, Saaadettin Kılıçkap, Metin Şeker, Turgut Kaçan, Şener Cihan, Melih Kaptanoğlu, Aydın Nadir, Birsen Yücel 4, Ayfer Ay Eren 4, Mehmet Fuat Eren 4, İlknur Parlak 5 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Sivas Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı, Sivas 4 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Sivas 5 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Sivas Giriş: Küçük hücreli dışı akciğer kanserlerinin (KHDAK) üçte biri lokal ileri evrede tanı almaktadır. Oldukça heterojen olan bu grupta T4N0 hastalar için indüksiyon kemoterapisi ile tedaviye başlayıp yanıta göre cerrahi veya kemoradyoterapi ile tedaviye devam etmek seçeneklerden biridir. Biz burada indüksiyon tedavisi sonrası patolojik tam yanıt elde ettiğimiz bir hastamızın klinik özelliklerini sunmayı planladık. Olgu: Elli iki yaşında erkek hasta, göğüs hastalıkları polikliniğine.5 aydır devam eden öksürük ve nefes darlığı şikayetleri ile başvurmuş. Çekilen torax tomografisinde sol hiler bölgede 4.5x4x cm boyutlarında sol ana bronşu, sol pulmoner arteri sol atriumu invaze eden ve alt lob bronşunu oblitere eden lobule konturlu kitle lezyonu (Şekil )saptanması üzerine bronkoskopi yapılmış. Hasta sol ana bronştan yapılan bronkoskopik biyopsi ile yassı hücreli karsinom tanısı almış. Klinik olarak T4N0M0 akciğer yassı hücreli kanser olarak değerlendirilen ve cerrahi olarak inoperabl kabul edilen hasta tedavi planı için polikliniğimize yönlendirilmişti. Özgeçmişinde; yıl önce kist hidatik nedeniyle opere olduğu, yıldır tip II DM, BPH tanıları ile izlenip oral antidiyabetik ilaç kullandığı, 45 paket yılı sigara kullandığı ve 4 yıldır sigara içmediği öğrenildi. Fizik muayenesinde ECOG performans skoru I olan hastanın solunum sistemi muayenesinde sol hemitoraxta dinlemekle solunum seslerinin sağa göre azaldığı tesbit edildi ve sağ hipokondriumda operasyon skarı dışında patolojik muayene bulgusu saptanmadı. Tam kan sayımı ve rutin biyokimya incelemesinde önemli bir patoloji saptanmayan hastaya indüksiyon kemoterapisi olarak Gemsitabin (50 mg/m², ve 8. Gün)- Sisplatin (75mg/m².gün) protokolü başlandı. İki kür kemoterapi sonrası yapılan tomografik incelemede sol hiler kitlenin tama yakın regrese olduğu görüldü (Şekil ). Yapılan Pozitron emisyon tomografi (PET) incelemede de hipermetabolik yer kaplayıcı lezyon saptanmadı. Göğüs cerrahisi tarafından sol pnomektomi operasyonu yapılan hastanın patolojik incelemesinde rezidü tümör saptanmayıp patolojik tam yanıt olarak derlendirildi. Postoperatif olarak kür daha kemoterapi uygulanan hasta ilaçsız izleme alındı. Hasta halen asemptomatik olarak izlemde olup aydır takiptedir. AKCİĞER KANSERLERİ Şekil. Kitlenin tedavi öncesi tomografik görüntüsü Susesi Otel, Antalya 9

AKCİĞER KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Şekil. Kitlenin tedavi sonrası tomografik görüntüsü Tartışma: T4N0 hastalığı olan KHDAK olgularında tedavi seçeneklerinden biri indüksiyon kemoterapisi sonrasında cerrahi tedavidir. Vaka sayısı sınırlı ( ve hastalık) çalışmalarda platin bazlı indüksiyon kemoterapisiyle patolojik tam yanıt elde etme oranı % olarak bildirilmekte ve bu hastaların daha iyi sağkalım sonuçlarının olduğu bilinmektedir. Bu konuda yapılacak daha geniş kapsamlı randomize klinik çalışmalara ihtiyaç vardır. Ref No: P-56 MEDİASTİNAL PRİMİTİF NÖROEKTODERMAL TÜMÖR (PNET): NADİR BİR OLGU SUNUMU Kübra Erol Kalkan, Ahmet Bilici, Fatih Selçukbiricik, Nurcan Ünver, Fatih Borlu şişli etfal eğitim ve araştırma hastanesi, iç hastalıkları kliniği şişli etfal eğitim ve araştırma hastanesi, tıbbi onkoloji bölümü yedikule göğüs hastalıkları ve göğüs cerrahisi eğitim ve araştırma hastanesi, patoloji bölümü Giriş-Amaç: Primitif nöroektodermal tümör (PNET) değişen derecede nöral farklılaşma gösteren, genç erişkinler ve adölesanlarda ektremite ve aksiyal iskelette kemik ya da yumuşak doku kitlesi ile kendini gösteren bir tümör ailesini içermektedir. Nadir olarak PNET böbrek, gonadlar, pankreas gibi diğer oraganlarda da yerleşebilmektedir. Toraks kaynaklı PNET de oldukça nadir olup yüksek derecede malignite potansiyeline sahiptir. Bu vakada, nadir görülen mediastinal yerleşimli PNET olgusunu tanımladık. Olgu: Yetmişbeş yaşında erkek hastada kuru öksürük nedeniyle tetkiklerde sol üst anterior mediastende lokalize tümör ve plevral sıvı saptandı. Kitleden alınan biopsi ve plevral sıvı örneğinin incelemesi sonucu küçük, yuvarlak malign hücre proliferasyonu saptandı. İmmunhistokimyasal analizlerde p0/ (CD99) nin tümör hücrelerinde güçlü oranda eksprese edildiği belirlendi ve PNET tanısı doğrulandı. Kromozomal analizde t(;)(q4;q); t(;)(q;q); t(;)(q:q) saptanmadı. Altı kür platin bazlı kemoterapi ile tam yanıt alınan hastada ay sonunda progresyon saptandı. Daha sonra antrasiklin ile tedavi edilen hastada 6 kür sonunda tekrar tam cevap elde edildi. Kemoterapi ile başarı bir şekilde tedavi edilen hasta tanıdan 7 ay sonra hastalıksız olarak takip edilmektedir. Sonuç: PNET ler nadiren mediastinal ya da akciğer kaynaklı kitle olarak karşımıza çıkabilmektedir. Pirmer mediastinal kitle saptanan hastalarda ayırıcı tanıda primer akciğer malignitesi gibi primer mediastinal ya da akciğer kaynaklı PNET de akla getirilmelidir. Ref No: P-57 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ GÖZÜN PRİMER MALİGN MELANOMU TANISIYLA ENUKLEASYON YAPILAN METASTATİK NÖROENDOKRİN TÜMÖR OLGUSU İbrahim Yıldız, Fatma Sen, Leyla Kilic, Serkan Keskin, Senem Karabulut, Didem Taştekin, Pınar Saip İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Tibbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Giriş: Yuvarlak hücre morfolojili tumörlerin koroid metastazı gözün primer malign melanomlarıyla karışabilir. Olgu: 56 yaşında kadın hasta 6 aydır giderek artan bulanık görme yakınması ile tetkik edildi. Haftada paket sigara kullanan hastanın alkol alışkanlığı ve bilinen bir hastalığı yoktu.göz muayenesinde sol gözde,x,8x, cm boyutlarında kubbe şekilli,optik diske uzanan,arka kutuptan temporal perifere uzanan koroid melanomu ile uyumlu bulgular saptandı. Mart 0 de göze enukleasyon yapıldı. Patoloji raporunda tümör çapı: 5 mm, hücre tipi: Spindle B, lokalizasyon: Koroid, mitoz: 6/ mm olarak saptandı. Tanı malign melanom ile uyumlu bulundu. Hastaya evreleme amaçlı yapılan torax BT de subkarinal bölgede sağ ana bronşu çevreleyen, daraltan 4,7x,5 cm kitlesel lezyon ve mediastende sağ paratrakeal, subkarinal LAM(, cm) ve subsantim lenf nodları görüldü. Batın BT de ise sağ sürrenal cm lezyon(met?) saptandı. Sağ akciğer ana bronşu çevreleyen lezyondan bronkoskopi ile transbronşial ince iğne asp biyopsi alındı. Tanı nöröendokrin tm ile uyumlu geldi. Hastanın patolojisinde; sinaptofizin ve kromogranin boyanma: pozitif, Ki 67: %0, mitoz: >/0 olarak raporlandı. Melanom metastazı için yapılan HMB-45 ve S00 boyamalar (-) geldi. Göz patolojisi revize edildi. Ek boyamalar yapıldı; S00 (-), Kromogranin A: pozitif ve akciğerde saptanan tümör ile morfolojik benzerlik olduğu saptandı. Tartışma ve Sonuç: Yuvarlak hücre morfolojili tumörlerin göze metastazı gözün primer malign melanomuyla karışabilir. Enukleasyon öncesi hastaların evrelemesi baştan yapılmalı ve tanı sadece morfolojik olarak değil İHK boyama ile doğrulanmalıdır. Ref No: P-58 BÖBREKTE KİTLE İLE PREZENTE OLAN KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KARSİNOMU VAKASI Süleyman Emre Koçyiğit, Fatma Sena Dost, Rezzan Eren, Güngör Utkan, Fikri İçli Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Küçük Hücreli Akciğer Kanseri Sigara İçimi İle Güçlü Şekilde İlişkilidir Ve Çoğu Kez Tanı Aldığında Metastatiktir. Küçük Hücreli Akciğer Kanseri En Sık Olarak Kemik, Karaciğer Ve Beyin Metastazı Yapmaktadır. Böbrekte Kitle İle Presente Olan Küçük Hücreli Akciğer Karsinomu Vakası Bildirilmiştir. 65 Yaşında Erkek Hasta, Aydır Mevcut Olan Karın Ve Sağ Yan Ağrısı Şikayeti İle Başvurdu. 40 Paket/Yıl Sigara Hikayesi Mevcuttu. Fizik Muayenesinde Performans Durumu, Ecog (The Eastern Cooperative Oncology Group) Olan Hastanın Sağ Kostovertebral Açı Hassasiyeti Ve Sağ Üst Kadranda Minimal Hassasiyet Dışında Patolojiye Rastlanmadı. Tam İdrar Tetkikinde Mikroskopik Hematüri Mevcuttu. Çekilen Direkt Üriner Sistem Grafisinde Anlamlı Bir Patolojiye Rastlanılmadı. Yapılan Ultrasonografide Sağ Böbrekte Hipoekoik Kitle Lezyonu Tespit Edildi. Posteroanterior Akciğer Grafisinde Patoloji Görülmedi. Dinamik Renal Bilgisayarlı Tomografide, Sağ Böbrek Üst-Orta Kesımınde 85x65x60 Mm Çapında Dınamık Serılerde Belırgın Kontrastlanma Göstermeyen Lobüle Konturlu Malıgn Görünümlü Hıpodens Kıtle Gözlendi. 0 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Kıtle Sağ Böbrek Hılusuna Uzanmakta Olup Karacığer Sağ Lob Inferıorunda, Inferıor Vena Kavaya, Sağ Renal Ven Ve Sağ Renal Artere Ve Sağ Sürrenal Beze Invaze Olduğu Tespit Edildi. Sağ Radikal Nefrektomi Yapılan Hastanın Patolojı Sonucu Böbrek Parankimi, Sürrenal, Ve Perirenal Yağ Dokusuna İnvaze Küçük Hücrelı Akcığer Karsınomu Metastazı Ile Uyumlu Olarak Geldi. Hastanın Bilgisayarlı Toraks Tomografisinde Sağ Akcığerde 4.5x.5x.7 Cm Boyutunda Malıgn Görünümlü Kitle Tespit Edildi. Hastaya Palyatif Karboplatin Ve Etoposid Tedavisi Verildi. Kür Kemoterapi Alan Hasta Halen Sağ Olup Tedavisi Devam Etmektedir. Böbrek Tümörleri Erken Dönemde Genellikle Semptomatik Değildir. Böbrek Kanserli Hastalar Sıklıkla Böbrek Dışı Organların Metastazı İle Tanı Alırlar. Bu Böbrek Dışı Organlar Genellikle Kemik Ya Da Akciğer Olmaktadır. Erişkin Malignitelerin Yaklaşık % ü Ve Böbrek İlişkili Malignitelerin %90-95 i Renal Hücreli Karsinomdur. Renal Metastazlar Çoğunlukla Otopsilerde Tespit Edilmiş Olup. En Sık Akciğer, Meme, Gis, Malign Melanoma Ve Lenfomalardan Metastaz Olmaktadır.Burada Böbrekte Kitle İle Presente Olan Bir Küçük Hücreli Akciğer Karsinomu Vakası Sunulmuştur. Ref No: P-59 ATİPİK METASTAZLI (DALAK, KAS) KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİ OLGU SUNUMU Yusuf Başer, Atayla Gençoğlu, Murat Kıyık, Sedat Altın Yedikule Göğüs Hastanesi Giriş: Dünya Sağlık Örgütü nün (WHO) raporuna göre akciğer kanseri tüm dünyada kanser türleri arasında, erkeklerde en sık ölüme neden olan birinci, kadınlarda ise ikinci kanser türüdür, ve tüm dünyada her yıl yaklaşık, milyon ölüme neden olmaktadır. Ülkemizde Sağlık Bakanlığı 00 yılı istatistiklerine göre tüm kanserler arasında akciğer kanseri erkeklerde %4, ile ilk sırada, kadınlarda %4,7 ile 6. sırada yer almaktadır. Sinsi seyirli bir malignite olan akciğer kanserinde hastaların çoğu tanı anında ileri evrededir ve en sık metastaz bölgeleri kemik, karaciğer, adrenal bez, abdominal lenf bezleri ve böbrek ve beyindir. Diğer organ metastazları ise daha az sıklıklarda gözlenir. KHDAK nun nadir metastaz yaptığı yerler; mide, pankreas, ince barsak, choroid pleksus, kas, penis, memedir. Dalağın metastatik tümörleri oldukça nadirdir ve genellikle hastalığın ilerlemiş dönemlerinde görülür. Dalağın izole metastazları daha da nadirdir ve tıbbi literatürde az sayıda vaka sunumu olarak bulunmaktadır. Genellikle hastalar asemptomatiktir ya da karın ağrısı, yorgunluk gibi spesifik olmayan semptomlar mevcuttur. Bronş kanserlerinin iskelet kası metastazı nadir görülür. Genel olarak malign neoplazmların, iskelet kaslarına kan yoluyla metastaz yapması çok az görülmesine rağmen lösemi, lenfoma, melanom, tiroid karsinomunda iskelet kasına metastaz gelişen olgular bildirilmiştir. Tümör ile organizma arasındaki etkileşim sonrası ortaya çıkar. Bazı tümörlerin lokal yayılımı daha hızlı olurken bazılarının ise uzak ve spesifik organ metastazları sık olur. Metastazın olabilmesi için tümörden ayrılan hücrenin lokal invazyonunu yapması ve çoğalarak yaşaması gerekir. Ekstravazasyondan önce tümör hücrelerinin damar duvarına tutunması gerekir. Metastatik tümör hücrelerinin, belirli organ damarlarının duvarını tercih etmesi tümörün organa spesifik metastaz yapmasında önemli rol oynar (Son yıllardaki yayınlarda, metastatik tümör hücrelerinin Tip 4 kollagenaz gibi yüksek düzeyde proteaz içermelerinin yanı sıra, endotelyal yüzeylerdeki organ spesifik proteinlere bağlandıkları bildirilmektedir. Kanserlerin bazı organlara spesifik metastaz yapmaları bu yolla açıklanmaktadır. Akciğer kanserine bağlı iskelet kası metastaz olgusu ilk olarak Fisher (959) tarafından bildirilmiştir.(8). VVİllis, akciğer kanseri saptanan 500 olguluk otopsi serisinde 4 adet iskelet kası metastazı saptamıştır. Berge ise, 747 olguluk otopsi serisinde 8 iskelet kası metastazı olan olgu bildirmiştir.. Literatürde; gluteal kaslar, triceps, biceps, quatratus lumborum, pektoralis majör kas metastazları yapan olgular bildirilmiştir. Bu metastazlar bilinen spesifik metastazlar yanında iskelet kası metastazı olan olgulardır. Spesifik uzak organ metastazı yapmadan iskelet kası metastazı yapan olgular literatürde açık olarak sunulmamıştır. AKCİĞER KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya

JİNEKOLOJİK KANSERLER POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-60 STEREOTAKTİK BEDEN RADYOTERAPİSİNİN (SBRT) ENDOMETRİUM KANSERİ VAJİNAL CUFF BOOST TEDAVİSİNDEKİ ETKİNLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: TEK MERKEZ TECRÜBESİ Selçuk Demiral, Bora Uysal, Ömer Sağer, Ferrat Dinçoğlan, Hakan Gamsız, Yelda Kahya, Bahar Dirican, Murat Beyzadeoğlu Gata Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Ankara Amaç: Bu çalışmanın amacı endometrium kanserli hastalarda, pelvik eksternal radyoterapi (RT) sonrası vajinal cuff ışınlamasının multileaf kolimatör tekniğinin kullanıldığı lineer akseleratör (LINAC) tabanlı SBRT boost ile uygulanmasının değerlendirildiği tek merkez tecrübesini sunmaktır. Gereç-Yöntem: Nisan 00 ile Mayıs 0 tarihleri arasında GATA Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalında evre I-III endometrium kanserli 8 hastaya pelvik RT sonrası LINAC tabanlı SBRT boost uygulanmıştır. Tüm hastalara eksternal RT öncesi total abdominal histerektomi ve bilateral salpingo-ooforektomi ± pelvik/paraortik lenfadenektomi yapıldı. Preskribe edilen eksternal pelvik RT dozu.8 Gray (Gy) günlük fraksiyonlarla 45 Gy idi. Vajinal cuff SBRT sinde üst / vajinaya cuff dahil olacak şekilde preskribe edilen boost dozu haftalık aralıklarla fraksiyonda 8 Gy olarak uygulanmıştır. Lokal kontrol jinekolojik muayene ve MR ile, gastrointestinal ve genitoüriner toksisite ise Common Terminology Criteria for Adverse Events version e (CTCAE v ) kullanılarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Medyan takip süresi 4 aydır (8-6 ay). Jinekolojik muayene ve MR ile yapılan lokal kontrol değerlendirmesinde takip periyodunda hiçbir hastada lokal nüks saptanmamış olup lokal kontrol oranı %00 olarak tespit edilmiştir. Toksisite değerlendirmesinde ise hiçbir hastada >= grade III akut-geç toksisite saptanmamıştır. Sonuç: Çalışmamızda, endometrium kanserli hastaların manajmanında pelvik eksternal radyoterapi sonrası vajinal cuff boostu için LINAC tabanlı SBRT uygulaması mükemmel lokal kontrol ve minimal toksisite sonuçlarıyla güvenli ve etkin bir tedavi modalitesi olarak değerlendirilmiştir. Vajinal cuff boostu için halen standart yaklaşım olan geleneksel brakiterapi boost tedavisine güncel bir alternatif teşkil eden LINAC tabanlı SBRT boost uygulamasının daha uzun takip süreli ve geniş hasta gruplarında değerlendirilmesi gereklidir. Ref No: P-6 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ EŞZAMANLI KEMORADYOTERAPİ İLE TEDAVİ EDİLEN SERVİKS KANSERLİ HASTALARDA FDG-PET-CT İLE TANIMLANAN GROS TÜMÖR HACMİNİN PROGNOSTİK DEĞERİ Cem Parlak, Ezgi Oymak, Mehmet Reyhan, Erkan Topkan, Cem Önal Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Adana Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Sakarya Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı, Adana Amaç: Bu çalışmada kontrastlı bilgisayarlı tomografi (BT) ve 8Ffl oro-deoksi-glukoz pozitron emisyon tomografisi (FDG-PETBT) füzyonuyla belirlenen gros tümör hacminin (GTV) serviks kanseri tanısıyla eşzamanlı kemoradyoterapi (KRT)ile tedavi edilen hastalarda tedavi sonuçlarına etkisi araştırılmıştır. Materyal-Metod: Çalışmaya dahil edilen hastalara toplam 50.4 Gy (.8 Gy/8 fr) pelvik radyoterapiyle birlikte eşzamanlı olarak haftalık sisplatin (40 mg/m/gün) sonrası 4x7 Gy intrakaviter brakiterapi uygulanmıştır. Tüm hedef ve kritik organ delineasyonlarıkontrastlı- BT/FDG-PET-BT füzyon imajları üzerinden yapılmıştır. Hastalar receiver operating characteristic (ROC) eğri analiziyle belirlenen GTV sınır değerinin altında (GTV-L) ve üstünde (GTV-G) kalanlar şeklinde iki gruba ayrılmış ve genel (OS) ve hastalıksız sağkalım (DFS) açısından karşılaştırılmıştır. Bulgular: Çalışmaya toplam 44 hasta dahil edilmiştir. Çalışmada medyan yaş 57 yıl (-86) idi. Hastaların 4 inde (%9.) histopatolojik alt tip skuamöz hücreli iken ünde (%6.8) adenokarsinomdu. Hastaların evrelere göre dağılımı 4 hastada (%9.) evre IB, 5 hastada (%56.8) IIB, 6 hastada (%.4) IIIA, 8 hastada (%8.) IIIB ve hastada (%.) IVA şeklindeydi. Çalışmada FDG-PET-BT ile belirlenen medyan GTV değeri 70.8 cm i(0.4-45.7) idi. ROC eğrilerinden belirlenen GTV sınır değeri%79.6 lıksensitivite ve %78.7 lik spesifisite ile 8.cm olarak belirlenmiş olup eğri altında kalan alan 77.7 idi. Çalışmada medyan.7 aylık (.-6.4 ay) takip süresinde üi hastalıksız olmak üzere toplam 7 (%8.6) hasta eksitus olmuştur. Hastaların yapılan tek değişkenli sağkalım analizlerinde GTV-L hastaların hem OS hem de DFS açısından GTV-G hastalardan istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde daha üstün sonuçlara sahip olduğu gözlendi (OS için P=0.04, DFS için p=0.08). GTV-L ve GTV-G grupları için medyan OS ve DFS sırasıyla 4.6 aya (%95 GA: 4.4-48.9) 9. ay (%95 GA:.6-4.6) ve 8.6 aya (%95 GA: 9.4-4.0). aydı (%95 GA: 8.5-8.). Sonuç: Bu çalışmanın sonuçları FDG-PET-BT ile belirlenen GTV boyutunun eşzamanlı KRT ile tedavi edilen serviks kanserli hastalarda klinik sonuçları ve tedavi seçeneğini öngörme potansiyelini göstermektedir. Şekil. ERGO planlama sisteminde -D tedavi planlaması Ref No: P-6 SERVİKS KANSERİNDE, IMRT VE KONFORMAL RT ARASINDA KEMİK İLİĞİ DOZLARININ KARŞILAŞTIRILMASI Esengül Koçak Uzel, Kubilay İnanç, Yonca Yahşi, Oğuzhan Ayrancıoğlu, Şilem Yüce, Oğuz Gürsoy, Hazım Orhan Kızılkaya Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi-Radyasyon Onkolojisi Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi-Medikal Fizik Amaç: Serviks kanserinde platin bazlı kemoterapi ve radyoterapi kullanılması sağkalımı arttırmakla birlikte, hemotolojik toksisiteninde artmasına neden olmaktadir. Kemikiliği rezervinin yaklaşık %50 sini oluşturan Pelvik kemiklerinde, pelvik RT sırasında ciddi oranda hematolojik toksisite görülmektedir. Bu nedenle, Serviks kanseri nedeniyle kemoradyoterapi alan olguların IMRT ve 4 alan 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER boks tekniği (BKRT) yöntemlerinin, kemik iliği dozlarının dozimetrik olarak karşılaştırılması yapıldı.. Materyal-Metod: Kliniğimize başvuran 8 serviks kanserli olgu 4 alan boks tekniği ile tedavi edilmiştir ve bu hastalara ait planlama BT`leri kullanılarak IMRT planlaması yapılmıştır. Klinik target volum(ctv) olarak; pelvik(common iliak, eksternal, internal iliaklar) ve presakral lenf nodları, uterus, serviks, üst vagen, ve parametriumlar tanımlanmış olup CTV ye 0.5cm emniyet sınırı verilerek PTV oluşturuldu. PTV ye fraksiyonasyon dozu.8gy seçilerek 5 fraksiyonda toplam 45 Gy eksternal RT verilmesi planlanarak üç boyutlu konformal (4 lan boks tekniği) ve IMRT planları yapıldı. Normal doku olarak barsaklar, rektum, mesane, pelvik kemik iliği(iliak kanatlar, lumbosakral, iskium, pubis ve femurlar başları olarak ayrı ayrı tanımlanmıştır ve iskium, pubis ve femur başaları alt pelvik kemikleri olarak gruplanmıştır). Her iki tekniğinde normal doku dozları tolerans limitleri içerisinde tutulmaya çalışılarak, PTV`nin en az tanımlanan dozun %95 ini alması hedeflenmiş olup konformite indeks 95 her iki plan için karşılaştırılmıştır. Mann-Whitney U testi kullanılarak iki tekniğin konformite indeksi(ci) 95, homojenite indeksi(hi), risk altındaki organların ortalama dozları karşılaştırıldı. Sonuçlar: Hedef kapsaması ve doz homojenitesinin IMRT tekniğinde daha iyi olduğu görüldü. BKRT ve IMRT için CI95 sıraıyla.5±0.4,.±0.0 p=0.00 ve HI sırasıyla.05±0.0,.07±0.0 p=0.008. mesane ve rektumun 40 Gy alan volumlerinin IMRT daha az oldugu istatistiksel olarak görüldü sırasıyla p=0.07 ve p=0.00. Pelvik kemik iliğinin aldığı 0,0,0,40 Gy ın aldığı volumler değerlendirildi ve 0 Gy ve 40 Gy alan volumlerin IMRT daha düşük olduğu tespit edildi p değerleri sırasıyla p=0.05 and p=0.0. Alt pelvis kemiklerinde IMRT planında daha iyi korunduğu görülmüştür. Tartışma: serviks kanserinde hedef kapsaması ve doz homojenitesinin IMRT tekniğinde daha iyi olduğu ve aynı zamanda kemik iliği korumasının daha iyi olduğu tespit edilmiştir. Eşzamalı kemoradyoterapi alan olgularda uygulanan platin bazlı kemoterapi, hemotolojik toksisteyi arttırdığı için RT uygulaması sırasında sağlanacak kemik iliği koruması hematolojik yan etkilerin azalmasını sağlayacaktır. Ref No: P-6 JİNEKOLOJİK MALİGNİTELERDE BOYUTLU BRAKİTERAPİ TEDAVİSİ VE RİSKLİ ORGAN DOZLARI Özlem Yetmen, Makbule Eren, Meral Oktay, Deniz Aşırt, Emriye Algül, Nural Öztürk, Alpaslan Mayadağlı Dr Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyasyon Onkolojisi,İstanbul Amaç: Brakiterapi (BRT) jinekolojik tümörlerde tek başına veya eksternal radyoterapi (RT) ile kombine olarak standart tedavi yaklaşımıdır. Bu çalışmada kliniğimizde boyutlu (D) BRT tedavisi alan olgular değerlendirilmiştir. Gereç-Yöntem: Kliniğimizde Ağustos 0-Ocak 0 tarihleri arasında DBRT tedavisi uygulanan 60 hasta incelenmiştir. Olguların tamamına high dose rate (HDR) brakiterapi cihazı (mikroselektron) ile uygulama yapılmıştır. Planlama tekniği boyutlu olup (Oncentra), olgularımızın 5 i (%4,6) serviks, 5 i (%58,4) endometrium kanseri idi. Bulgular: Serviks kanserli olguların 0 sine küratif,5 ine postoperatif adjuvan tedavi amacı ile 45-50,4 Gy ekstenal radyoterapi ardından brakiterapi tedavisi uygulanmıştır. BRT tedavisi küratif RT uygulanan olgularda 5*600cGy, postoperatif adjuvan olgularda ise *600cGy uygulanmıştır. Küratif RT uygulanan 0 serviks kanseri hastaya tandem+silindir aplikasyonu kullanılmıştır.yüksek riskli CTV(HR-CTV) %90 ve %95 volümün aldığı ortama doz 6,0Gy ve 5.54Gy idi. Ortalama riskli organ dozlarına bakıldığında; rektum cc 5.5Gy, dozun %85 ini alan rektum volümü %8. oranında, mesane cc 5.5Gy, dozun %85 ini alan mesane volümü %.9 oranında, sigmoid cc.gy idi. Post-operatif BRT yapılan hastaların ortalama rektum cc, cc ve dozun %85ini alan rektum volümü değerleri sırasıyla, 4 Gy,.5Gy ve %.8 değerlerinde, ortalama mesane dozları ise cc 4.7Gy,cc 4.Gy ve dozun %85ini alan mesane volümü ise %0.46 olarak bulunmuştur. Sigmoid kolonun aldığı cc ve cc ortalama dozları sırasıyla.5gy ve.gy idi. Vajen kafının 0.5cm uzağına tanımlanan CTV nin %90 nın ve %95 inin aldığı dozlar ise sırasıyla 5.8Gy ve 5.4Gy idi. Küratif tedavi olan serviks hastalarının ortalama BED0 değeri 06.Gy,EQD değeri ise 88.4Gy, postoperatif RT alan hastaların BED0 ve EQD değerleri sırasıyla 89.9 ve 74.9Gy tespit edilmiştir. 5 endometrium kanseri olgularının tamamı post-operatif tedavi almış olup %40 hasta eksternal RT sonrası BRT tedavisi almıştır. BRT eksternal tedavi ile birlikte *600cGy veya risk ve evresine göre tek başına vajen kafına 5*600cGy uygulanmıştır. 5 hastaya ring, 0 hastaya silindir aplikasyonu yapılmıştır. Ortalama rektum cc,cc ve dozun %85ini alan rektum volümü sırasıyla, 4.5Gy,4.0Gy ve %. değerlerindeydi,ortalama mesane dozları cc 5.0Gy,cc 4.6Gy ve dozun %85ini alan mesane volümü ise %.7 bulunmuştur. Sigmoid kolon cc de.0gy ve cc de.5gy idi. Vajen kafının 0.5cm uzağına tanımlanan CTV nin %90 nın ve %95 inin aldığı dozlar ise sırasıyla 5.9Gy ve 5.5Gy idi. Eksternal RT uygulanan 4 hastanın BED0 değeri 85.Gy, EQD değeri 7. Gy idi. BRT yapılan hastanın BED0 değeri 48Gy, EQD değeri 40Gy olarak hesaplanmıştır. Sonuç: D-BRT ile deneyim kazanıldıkça daha yüksek tümör dozlarına ulaşılırken riskli organ dozlarının azaltılması mümkün olmaktadır. Kritik organ dozları, total dozların belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır.çalışmamızda kritik organ dozları literatürle benzer olarak bulunmuştur. Ref No: P-64 EVRE IB SERVİKS KANSERLİ HASTALARDA TEDAVİ SONUÇLARI: TEK MERKEZ DENEYİMİ Zeki Sönmez, Ecem Güçlü, Nursu Erdoğan, Anıl Alpsoy, Kemal Küçük, Doruk Can Çelebi, Ömer Dizdar, Samed Rahatlı, Nadire Küçüköztaş, Selim Yalçın, Nihan Haberal Reyhan, Özlem Işıksaçan Özen, Nefise Çağla Tarhan 4, Polat Dursun 5, Ferah Yıldız 6, Özden Altundağ, Ali Ayhan 5 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı 4 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı 5 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı 6 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Amaç: Erken evre ve Sedlis kriterlerine göre (lenfovasküler invazyon, derin stromal invazyon, büyük tümör) orta riskli kabul edilen olgularda adjuvan radyoterapi ile rekürrenssiz sağkalım avantajı sağlanmış olsa da genel sağkalım avantajı gösterilememiştir ve toksisitenin önemli bir sorun olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmada kendi kliniğimizde evre IB serviks kanseri nedeniyle opere edilen ve sonrasında adjuvan tedavi almayan hastaların tedavi sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık. Hastalar ve Metod: 007-0 yılları arasında evre IB serviks kanseri nedeniyle radikal histerektomi ve pelvik/paraaortik lenf nodu diseksiyonu yapılan ve yüksek risk kriterleri (lenf nodu tutulumu, parametrium tutulumu, cerrahi sınır pozitifliği) taşımayan 44 hasta saptandı. Bu hastalardan yalnızca 4 ü radyoterapi almıştı ve çalışmaya dahil edilmedi, kalan 40 hastanın klinik ve tümör özellikleri, tedavi sonuçları, nüks oranları ve sağkalım süreleri analiz edildi. Bulgular: Ortanca yaş 50 (min 8, maks 69) bulundu, hastaların 6 sı premenopozaldi. Hastaların hiçbiri neoadjuvan/adjuvan kemoterapi ya da radyoterapi almamıştı. Ortanca takip süresi 9 aydı (min, maks 69 ay). İzlemde hastada (%0) rekürrens saptandı ve hasta öldü (%7,5). Rekürrenslerin 9 u pelvik/paraaortik bölgede (%,5) (7 si vajen kafında, i pelvik kitle, i paraaortik), ü pelvis dışında batında (%7,5) yerleşimliydi. Kemoradyoterapi +/- cerra- JİNEKOLOJİK KANSERLER Susesi Otel, Antalya

JİNEKOLOJİK KANSERLER POSTER BİLDİRİLER hi ile pelvik/paraaortik nükslerin 7 sinde tam yanıt sağlandı ve bu hastalar son takip tarihinde halen rekürrenssiz izleniyordu (ortanca takip 6 ay), hastada ise.kez rekürrens görüldü ve biri kaybedildi. Pelvis dışında batında nüks saptanan olgunun ise si progresyon nedeniyle öldü, biri son takip tarihinde halen hastalıklı ve kemoterapi almaktaydı. Lenfovasküler invazyon olan ve olmayan hastalarda nüks oranları benzerdi. Derin (>%50) stromal invazyonu olan 6 hastanın sinde (%46) rekürrens saptanırken, olmayan hastaların hiçbirinde rekürrens saptanmadı (p=0.00). Sonuç: Orta riskli evre IB serviks kanserinde yalnızca cerrahi tedavi hastaların önemli bir kısmında yeterli olmaktadır, rekürrenslerin çoğu pelvik/paraaortik olup kurtarma (salvage) kemoradyoterapi +/- cerrahi ile kontrol edilebilmektedir. Uzak nüksler ise genellikle ölümle sonuçlanmaktadır. Derin stromal invazyonun rekürrens açısından çok önemli bir risk faktörü olduğu görülmektedir. Ref No: P-65 SAĞLIK PERSONELİ DIŞI KADIN ÇALIŞANLARIN SERVİKS KANSERİ TARAMASINDA FARKINDALIK DÜZEYLERİ Gökçe Banu Acar, Esin Dağlı, Didem Şener Dede, M. Bülent Akıncı, Umut Demirci, Bülent Yalçın Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Giriş: Serviks kanseri kadınlar arasında sıklığı en fazla artan kanserler arasında yer almaktadır. Serviks kanserinde erken tanı önemli olduğu için, tarama testlerinin düzenli yapılması kabul edilen sağlam bir görüştür. Ancak, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de tarama testleri hedef kadın popülasyonun tamamında yapılamamaktadır. Bunun sebepleri arasında tarama merkezi ve bilgi eksikliğinin yanısıra sosyo-kültürel faktörler de yer almaktadır. Amaç: Ankara Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi nde sağlık personeli dışı kadın çalışanların serviks kanseri ve taraması hakkındaki farkındalık durumunu araştırmaktır. Metod: Toplam kadın çalışana (54 sekreter, 4 temizlik, 0 garson ve 6 güvenlik elemanı) uyguladığımız anketle, bazı demografik özellikler (yaş, alışkanlıklar, eğitim /gelir durumu, medeni hal,) seksüel yaşam, serviks kanseri taraması hakkında bilgi ve davranış düzeyi ve bilgiler sorgulandı Bulgular: Ortanca yaş (d:8 56 yıl) yıl olup, 9 u (%5) bekar, 68 i (%60) evli ve 6 sı (%5) dul idi. Eğitim durumları ilk-orta öğretim: 0(%6), lise: 6 (%54), üniversite: (%0) şeklinde idi. Gelir durumları bakımından iyi (500 TL/ ay üzeri) olanlar 7 (%6), orta (000 500 TL/ay) olanlar 56 (%49), ve geri kalan 48 (%45) katılımcı kötü gelir seviyesindeydi. Sigara kullanım oranı %45 iken, alkol kullanımı %4 idi. Katılımcılarda ilk jinekolojik muayene ortanca yaşı: (d:6 54 yıl) yıldı. Katılımcıların 84 (%74) ü cinsel yönden aktif (CYA) olup, ilk cinsel aktivite ortanca yaşı: 0 (d:4 0 yıl) yıl olarak saptandı. Bunlardan 6 (%7) sının birden fazla cinsel partnere sahip iken, 78 (%9) i tek partnere sahip olduğu görüldü. Bu CYA kişilerden 0 (%5) u kondom/prezervatif tarzı bariyer yöntemi kullanıyordu. Serviks kanseri tarama yönteminin gerekliliğini bilme oranı %5 (N=58) iken, bunlar arasında taramanın PAP testi olduğunu bilme oranı %44 (N=6) idi. Tarama testinin yapılması gerekliliğini bilen katılımcıların %5 inin bu bilgiyi internet-medyadan, %7 sinin ise sağlık personelinden öğrendiği saptandı. Hayatında en az bir defa pap smear testi (PAP) yaptırma oranı %4 (N=47) iken, kalan katılımcıların muayene yaptırmama sebeplerinin, % (N=5) sinde utanma ve korku, %78 (N=5) inde testin gerekli olmadığını düşünme veya bilgisiz olduğu gözlendi. Sonuç: Sağlık personeli dışı hastanede çalışan kadınların toplumdaki kadın popülasyonunu yansıttığı düşünüldüğünde, katılımcıların serviks kanseri ve taraması hakkındaki farkındalığın %50 seviyelerinde bulunması düşündürücüdür. İnternet ve medyadan öğrenme oranının %5 gibi düşük bir seviyede bulunması, toplumun bilgilendirilmesinde yazılı ve görsel medya aracılığı ile farkındalık oluşturma yöntemlerine ağırlık verilmesini gerekli kılmaktadır. Ref No: P-66 SERVİKS KANSERLERİNDE GÖRÜNTÜ KILAVUZLUĞUNDA YOĞUNLUK AYARLI KEMORADYOTERAPİ VE BOYUTLU KONFORMAL İNTRAKAVİTER BRAKİTERAPİ: CEVAP DEĞERLENDİRMESİ VE YAN ETKİLER Alptekin Arifoğlu, Nesrin Hancılar, Zeynep Özen, Basri Günhan, Duygu Derin, Roman İbrahimov, Namık Kayalılar, Kevser Yakar, Salih Gürdallı, Ufuk Abacıoğlu Neolife Tıp Merkezi, Radyasyon Onkolojisi, İstanbul Neolife Tıp Merkezi, Tıbbi Onkoloji, İstanbul Amaç: Serviks kanseri eş zamanlı kemoradyoterapi + intrakaviter brakiterapi ile tedavi edilmektedir. Bu çalışmada serviks kanseri nedeniyle görüntü kılavuzluğunda yoğunluk ayarlı kemoradyoterapi ve boyutlu konformal brakiterapi (BT) uygulanan hastalarda lokal değerlendirme ve erken sonuçların değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç-Yöntem: Ağustos 0-Şubat 0 tarihleri arasında ortanca yaşları 57 (9-65 yaş arası) olan 4 hasta tedavi edildi. Tüm hastalara simülasyondan yarım saat öncesinde mesane doluluğunu standardize edebilmek için 500 cc su içirilerek,5 mm kesit kalınlığında BT çekildi. Hastaların PET-BT ve MR görüntüleri ile füzyon yapılarak serviks ve tutulu organ ve LN ları GTV olarak tanımlandı. GTV ye pelvik lenfatik zincir eklenerek CTV olarak tanımlandı. PTV 5 mm olarak belirlendi. Görüntü kılavuzluğu için tüm hastalarda kv imaj çifti ve/veya CBCT çekilerek gerekli pozisyonel düzeltmeler yapıldı. Tedavi TrueBeam STx veya Trilogy cihazlarında RapidArc IMRT tekniğiyle coplanar çoklu arklarla gerçekleştirildi. Eksternal RT si tamamlanan hastalara maximum hafta içinde BT başlandı. Servikal açıklığı sağlanan hastalara tandem+çift ovoid aplikasyonu yapıldı. Bulgular: Hastalar evre IB-IIIB olarak değerlendirildi. Pelvik lenf nodu tutulumu 7 hastada mevcuttu. Tüm hastaların patolojisi skuamöz hücreli karsinom olarak tespit edildi. Eksternal RT fraksiyon sayısı medyan 8 (-8 fr) ve PTV pelvis dozu medyan 50.4 Gy (45-50.4 Gy) iken tutulu lenf nodlarına 57.5 Gy/5 fr uygulandı. Tüm planlarda PTV nin %95 i hedeflenen dozun %95 ve üzerini alırken sıcak noktalar PTV nin içinde %07 nin altında kaldı. Eksternal RT ile birlikte haftalık eşzamanlı CDDP 40 mg/m verildi, KT kür sayısı medyan 5 siklus (-6 siklus), IKBT fraksiyon sayısı medyan 5 (-5 fr) ve dozu medyan 7,5 Gy (0-7,5 Gy) idi. PostRT üçüncü ay PET-BT kontrollerinde tüm hastalarda metabolik tam yanıt sağlandı. İzlemde sadece bir hastada pelvik lenf nodu nüksü görüldü ve kurtarma cerrahisi uygulandı. Tedavi sırasında Gr Erken dönem mesane ve rektal yan etkiler dışında, sadece hastada geç dönem Gr rektit gözlendi. Sonuç: Serviks kanserlerinde IGRT + IMRT ve Konformal Brakiterapi giderek artan sıklıkta uygulanmakta, toksisite azalırken daha iyi bir kontrol sağlamayı mümkün kılmaktadır. Prospektif çalışmalarda hacime bağlı uygun doz ve fraksiyonasyonun araştırılması gerekmektedir. 4 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-67 SERVİKS KANSERİ TANILI HASTALARDA RADYOTERAPİ SONRASI PELVİK FRAKTÜR RİSKİ Saliha Ezgi Oymak, Cem Parlak, Gürcan Erbay, Hüseyin Cem Önal Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi, Sakarya Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Adana Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Ana Bilim Dalı, Adana Amaç: Radyoterapi (RT) sonrası pelvik fraktürler nadir görülmekle birlikte, ağrıya sebep olarak kemik metastazını taklit edebilmektedir. Bu çalışmada, küratif amaçlı RT ile tedavi edilmiş serviks kanseri tanılı hastalarda pelvik fraktür insidansını ve ilgili risk faktörlerini araştırdık. Gereç-Yöntem: Ocak 007 ile Nisan 00 arasında toplam 4 serviks kanseri olgusu tedavi edilmiştir. Bunlardan, tedavi sonrası en az bir bilgisayarlı tomografi (BT) veya manyetik rezonans görüntüleme (MRG) tetkiği bulunan 8 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Kemik ağrısı olan hastalarda kemik metastazını ekarte etmek amacıyla kemik sintigrafisi istenmiştir. Hastaların tamamına pelvik bölgeye konvansiyonel.8 Gy dozlarında toplam 50.4 Gy RT uygulanmıştır. Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 59 (9-90) olarak bulunmuştur. 8 hastanın inde (%7.9) pelvik fraktür saptanmıştır. Fraktür gelişen hastaların 8 i (%7) ağrı şikayetiyle başvurmuştur. RT nin tamamlanmasından fraktürün tespit edilmesine kadar geçen ortalama süre. (7.-9.) aydır. Pelvik fraktürlerin biri hariç hepsi RT nin tamamlanmasından sonraki yıl içinde gelişmiştir. hastadan 8 inde obezite ve osteoporoz dahil olmak üzere komorbid hastalıklar mevcuttur. Ayrıca pelvik fraktür gelişen hastaların tamamı postmenopozal dönemdedir. Pelvik fraktür gelişen hastalar, fraktür gelişmeyenlere gore belirgin olarak daha ileri yaştadır (7 yaş vs 58 yaş; p = 0.00). Sonuç ve Tartışma: Benzer klinik bulgulara ve farklı tedavi stratejilerine sahip olmaları nedeniyle pelvik fraktürlerin kemik metastazlarından ayrımı yapılmalıdır. Hastaların büyük çoğunluğunun postmenopozal olması sebebiyle, kemik mineral dansitesi bu kadın hastalarda tercih edilmelidir. Ref No: P-68 JİNEKOLOJİK TÜMÖRLERDE PERİTON YIKAMA SIVISINDA ÖLÇÜLEN TÜMÖR BELİRTEÇLERİNİN SİTOLOJİYE KATKISI Mustafa Yıldırım, Dinç Süren, Mustafa Yıldız, Vildan Kaya 4, Süleyman Günhan Doluoğlu 5, Özgür Aydın 6, Necat Yılmaz 6, Cem Sezer, Mehmet Karaca 5 Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Batman Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, Antalya Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Antalya 4 Süleyman Demirel Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Isparta 5 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Doğum Kliniği, Antalya 6 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Biyokimya Kliniği, Antalya Amaç: Jinekolojik kanserlerin mikroskopik kanserlerin intraperitoneal yayılımını gösteren peritonel yıkama sitolojisi evrelendirmede kullanılmasada kötü prognostik bir faktördür ve tedavi yoğunluğunun belirlenmesinde etkilidir. Bu incelemenin yanlış negatif ve yanlış pozitiflikleri hastaya verilecek tedavi kararını etkilemektedir. Bu çalışmada jinekolojik kanser tanısıyla opere edilen hastalarda peritonel yıkama sitolojisi sonuçlarına periton yıkama sıvısında ölçülen CEA, CA 5 ve CA 9-9 un katkısını araştırılmıştır. Gereç-Yöntem: Jinekolojik patoloji nedeniyle operasyonu planlanan hastlardan preopetif değerlendirme için alınan kanlarından elde edilen serumlardan alınan örnekler preopertif tümör belirteçlerini, intraoperatif sitolojik inceleme için alınan yıkama sıvıları peritonal tümör belirteçlerini belirlemek için kullanıldı. Bulgular: Çalışmaya 6 si maling, si hasta bening histopatolojili 94 hasta alındı. Sitolojik incelemenin sensitivitesi % olarak tespit edilirken spesitivitesi %00 idi. CEA birlikte değerlendirildiğinde sitolojik incelemenin sensitivitesi %7 ye yükseldiği saptandı. Sonuç: Peritonel yıkama sitolojisi incelemesine ek olarak periton yıkama sıvısında ölçülen tümör markırlarından CEA tanısal katkı sağlamaktadır. CEA nın periton yıkama sıvılarında ölçümü jinekolojik kanserlerin yönetiminde yararlı olacaktır. Ref No: P-69 ENDOMETRİUM KANSERİ OLAN OLGULARDA KOMORBİDİTELERİN REKKÜRENS ORANLARI VE SAĞKALIM ÜZERİNE ETKİSİ Nadire Küçüköztaş, Ömer Dizdar, Samed Rahatlı, Selim Yalçın, Polat Dursun, Özlem Özen, Nihan Haberal Reyhan, Çağla Tarhan 4, Ferah Yıldız 5, Özden Altundağ, Ali Ayhan Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bölümü Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Bölümü 4 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Bölümü 5 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bölümü Amaç: Merkezimizde endometrium kanseri nedeniyle opere edilmiş olan hastaların klinik özelliklerini, komorbiditelerini, tümör özelliklerini ve tedavi sonuçlarını araştırmak. Metod: Hastanemizde 006-0 yılları arasında primer endometrium kanseri nedeniyle opere edilmiş 40 hasta çalışmaya dahil edildi. Demografik özellikleri, histolojik tip, evre, cerrahi yöntem, eşlik eden hastalıklar, tedavi yöntemleri,progresyonsuz sağkalım (PSK) ve genel sağkalımları (GSK) değerlendirildi. Evre 4 hasta sayısı az olduğu için (n=6) bu hastaların verileri evre hastalarla birlikte analiz edildi Bulgular: Hasta özellikleri Tablo- de belirtilmiştir.hastaların %97 sinde kapsamlı evreleme cerrahisi (total abdominal histerektomi, bilateral salfingoooferektomi, bilateral pelvik ve paraaortik lenf nodu diseksiyonu ve omentektomi) yapıldı. Ortanca takip süresi 6 aydı. yıllık PSK %90 dı. yıllk PSK evre de %97, evre de %80, evre ve 4 te %6 idi. yıllık genel sağkalım %9 di. yıllık GSK evre de %96, evre de %85, evre ve 4 de %64 idi. Çokdeğişkenli analizde PSK açısından tek anlamlı bağımsız risk faktörü hastalığın evresiydi(hr 5,7, %95 CI,-5,, p<0,000) histolojik gradın da PSK ile istatistiksel anlamlılığa yakın düzeyde ilişkili olduğu görüldü (HR,, %95 CI 0,8-6,4, p=0,085). Genel sağkalım ile ilişkili bağımsız riks faktörleri ileri yaş (>60 yaş) (HR 4.5, 95% CI.5-.7, p<0,007), diabetes mellitus varlığı (HR 4,5, %95 CI %,-6,7, p=0,09) ve ileri evre(hr 5,, %95 CI,-,6, p<0,000) olarak belirlendi. Sonuç: Endometrium kanserinde ileri yaş (> 60 yaş) ve ileri evrenin daha kısa genel sağkalım süresi ile ilişkili olduğu bilinmektedir ve bu çalışmada teyid edilmiştir. Ek olarak diyabet varlğının da genel sağkalımı belirleyen bağımsız bir faktör olduğu gösterilmiştir. Diyabet varlığı endometrium kanserli hastaların tedavi planlaması yapılırken ya da klinik araştırmalarda risk stratifikasyonu yapılırken gözönüne alınması gereken bir faktördür. JİNEKOLOJİK KANSERLER Susesi Otel, Antalya 5

JİNEKOLOJİK KANSERLER POSTER BİLDİRİLER Tablo. %(N) Yaş (ortalama,median aralık) 58 (7-95) Eşlik eden hastalıklar Hipertansiyon Diabetes Mellitus Evre IA IB II IIIA IIIB IIIC IVA IVB Histolojik tip Endometrioid Seröz Andiferansiye Şeffafhücreli Mikstepitelial Küçükhücreli Müsinöz (%56) 94 (%) 7 (%5) 6 (%) 4 (%7) 9 (%) (%0,) (%45) (%0,) 5 (%,) 40 (%8) 8 (%9,) 6 (%,5) 5 (%,) 4 (%,4) (%0,) (%0,7) Adjuvan Kemoterapi 8 (%0) Eksternal Radyoterapi 40 (%9,8) Brakiterapi 5 (%8,5) Ref No: P-70 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Amaç: Rekürren serviks kanseri olgularında standart bir tedavi yaklaşımı bulunmamaktadır. Seçilmiş olgularda, hastaların karakteristiklerine göre, cerrahi, radyoterapi, kemoterapi ve farklı tedavi modalitelerinin kombinasyonu uygulanabilmektedir. FSRT uygulaması için yüksek kanıt düzeyinde veri bulunmamaktadır. Altı hastalık bu seriyi sunmaktaki amacımız lokal bölgesel rekürrens gelişmiş, intrakaviter brakiterapi uygulamasına uygun olmayan serviks kanseri olgularında CyberKnife FSRT sonuçlarımızı sunmak. Materyal-Metod: Geriye dönük olarak lokal-bölgesel serviks kanseri rekürrensi nedeniyle CyberKnife FSRT uygulanan hastaların tedavi ve takipleri incelendi. Sonuçlar: Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği nde, Temmuz 00 ve Temmuz 0 tarihleri arasında, medyan yaşı 54 (48-67) olan 6 rekkürren serviks kanserli hasta CyberKnife FSRT ile tedaviye alındı. İlk tanı anındaki evreler FIGO Evre I ve II den oluşmataydı. İlk tedaviden nükse kadar geçen süre medyan 0 ay (6-8 ay) olarak bulundu. İlk tanı zamanında uygulanan tedavi cerrahi (n=) ve kemoradyoterapiden (n=) oluşmaktaydı.tümör histolojileri adenokarsinom (n=), skuamoz hücreli karsinom (n=) ve berrak hücreli karsinomdu (n=). Daha önce radyoterapi uygulanmamış hastaya 45 Gy pelvic radyoterapi uygulandı. Tüm hastalara altın fiducial takibinde CyberKnife FSRT uygulandı. Fiducial yerleştirilmesine sekonder komplikasyon gözlenmedi. CyberKnife planlamada kullanılan medyan nod ve beam sayısı sırasıyla 75 (59-86) ve 6 (5-65) ydı. Tüm hastalar için reçeteleme dozu ve PTV karakteristikleri Tablo- de özetlendi. PTV maksimum ve minimum dozları medyan değeri sırasıyla reçeteleme dozlarının % ve %94 ü oranındaydı. Mesane ve rektum maksimum dozları tüm hastalarda sırasıyla medyan 6.7 Gy (8.-. Gy) ve 5.7 Gy (.-.8 Gy) di. Tedavi sonrasında subileus gelişen ve ay sonra ölen bir hasta dışında hiçbir hastada akut toksisite gözlenmedi. Bir hasta tedavi sonrası. ayda komorbid faktörler nedeniyle kaybedildi. Hastaların ilk 5 aylık takibinde hastada parsiyel tümör regresyonu gözlenirken, diğer hastada progresyon gelişti. Parsiyel tümör regresyonu gelişen bir hasta tedavi sonrası 9. ayda uzak hastalık progresyonu nedeniyle kaybedildi. Lokal tümör progresyonu olan hasta sırasıyla tedavi sonrası 5. ve. aylarda kaybedildi. Rekürrens tedavisi sonrası medyan sağkalım 6 ay olarak bulundu (- ay) Kararlar: Sınırlı sayıdaki hastadan oluşan serimizde CyberKnife FSRT tedavisi lehine etkin bir tümör kontrolü veya sağkalım avantajı gözlenmemiştir. Daha ileri kanı için, geniş hasta serilerine ihtiyaç vardır. Table. Reçeteleme Dozu ve PTV Karakteristikleri Hasta ID Dpres. (Gy) Pres. Isodose (%) nf PTV V (cc) PTV CI PTV nci PTV HI PTV Coverage (%) 5 9 5 90...0 95 0 85 6.4.4. 99 5 9 5 8.6.7.0 99 4 5 84 5 6.0.0. 99 5 0 86 5 0.8.8. 99 6 0 85 5 90.5.5. 00 Dpres: reçeteleme dozu; Pres. Isodose, reçeteleme izodozu; nf: fraksiyon sayısı; V: volüm; CI: conformiti indeks; nci: yeni conformiti indeks; HI: homojenite indeks REKÜRREN SERVİKS KANSERİ OLGULARINDA CYBERKNİFE FRAKSİYONE STEREOTAKTİK RADYOTERAPİ UYGULAMASI Mehtap Coşkun, Ayşen Dizman, Süheyla Aytaç Arslan, Gökçe Kaan Olcay, Emine Keven, Fatma Alioğlu, Gonca Altınışık İnan, Nuri Uslu, İlkay Ordu Altundağ, Yıldız Güney Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği Ref No: P-7 ERKEN EVRE ENDOMETRİYUM KANSERİ TANISI İLE EKSTERNAL PELVİK RADYOTERAPİ UYGULANAN HASTALARDA -BOYUTLU KONFORMAL RADYOTERAPİ İLE ALAN-İÇİ-ALAN TEKNİKLERİNİN DOZİMETRİK AÇIDAN KARŞILAŞTIRILMASI Güler Yavaş, Çağdaş Yavaş, Hilal Acar, Ahmet Büyükyörük, Gökçen Çobanğlu, Özlem Ata, Özlem Seçilmiş Kerimoğlu 4, Çetin Çelik 4 Selçuk Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Konya Konya Eğitim Araştırma, Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Konya Selçuk Üniversitesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Konya 4 Selçuk Üniversitesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı, Konya Amaç: Yüksek risk faktörlerine sahip olan erken evre endometriyum kanserli hastalarda eksternal pelvik radyoterapi (EPRT) lokal kontrolü arttırmaktadır. Bu çalışmanın amacı erken evre endometriyum kanseri tanılı hastalarda alan-içi-alan tekniği (FIF: field-infield) ile -boyutlu konformal radyoterapi (-BKRT) tekniklerini dozimetrik açıdan karşılaştırmaktır. Metod: Erken evre endometriyum kanseri tanısı ile EPRT planlanan 0 hasta çalışmaya dâhil edildi. Her bir hasta için iki farklı tedavi planı yapıldı. FIF ve -BKRT teknikleri, planlanan hedef hacim (PTV), risk altındaki organların (RAO) aldığı dozlar, tedavi için gerekli olan monitör unit sayıları (MU) ve doz homojenite indeksi (DHI) açısından karşılaştırıldı. RAO arasında rektum, ince barsak, mesane, femur başları ve kemik iliği konturlandı. İstatistiksel analizde paired sample t test kullanıldı. Sonuçlar: FIF tekniği; PTV, rektum, mesane, ince barsak, sol femur, sağ femur ve kemik iliğinin almış olduğu maksimum dozu anlamlı derecede azalttı (p değerleri sırası ile: <0.00, 0.0, 0.00, <0.00, 0.00, 0.00 ve <0.00). RAO ların >0 Gy ve >45 Gy doz alan hacimleri karşılaştırıldığında sonuçlar FIF tekniğinin lehine bulundu. Rektum, mesane, ince barsak, sol femur, sağ femur ve kemik 6 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER iliğinin >45 Gy alan doz alan hacimleri FIF tekniği ile anlamlı olarak daha azdı (p değerleri sırası ile 0.06, 0.09, 0.0, 0.04, 0.07 ve 0.0). FIF tekniği ile anlamlı olarak daha homojen doz dağılımı elde edildi (DHI için p< 0.00). Tartışma: FIF tekniği ile RAO ların almış olduğu dozlar anlamlı derecede azalırken daha homojen bir doz dağılımı elde edildi. PTV ve RAO lardaki maksimum dozun FIF tekniği ile daha düşük olması da göz önüne alındığında erken evre endometriyum kanseri tanısı ile EPRT planlanan hastalarda FIF tekniği -BKRT den daha avantajlı gibi görünmektedir. JİNEKOLOJİK KANSERLER Ref No: P-7 CİLT, MEME VE BEYİN METASTAZI İLE SEYREDEN EPİTELYAL OVER KARSİNOMLU OLGU Orhan Önder Eren, Dilek Erdem, Sadi Kerem Okutur, Emine Akyazıcı, İnci Yavuz, Mustafa Bakırtaş, Ayşegül İdil Soylu 4 samsun eğitim ve araştırma hastanesi tıbbi onkoloji bölümü samsun eğitim ve araştırma hastanesi radyasyon onkolojisi bölümü samsun eğitim ve araştırma hastanesi patoloji bölümü 4 samsun eğitim ve araştırma hastanesi radyoloji bölümü Epitelyal over karsinomu genellikle serozal yüzeylerde ve lenf nodlarına yayılma eğilimindedir. En sık organ metastazları akciğer ve karaciğere olmaktadır. Burada cilt meme ve beyin metastazı saptanan over karsinomlu bir olguyu sunuyoruz. Olgu: 6 yaşındaki bayan hasta 009 yılında over karsinomu nedeniyle opere edilmiştir.. Hastaya over kanseri nedeniyle adjuvan paklitaksel karboplatin verildi. Tedavinin bitiminden 7 ay sonra CA 5 yüksekliği ve sol plevral effüzyon saptananan hastaya tekrar 6 kür taksan platin uygulandı. Tedavinin 4 ay sonra tekrar plevral effüzyon ve CA 5 yüksekliği saptanan hastaya karboplatin ve gemsitabin başlandı..kürden sonra periumblikal bölgede ciltte kırmızı mor nodüler lezyonlar saptandı. Bu lezyonlardan alınanan biyopsi sonucu karsinom infiltrasyonu olarak raporlandı (Şekil ). Hastaya topotekan kemoterapisi başlandı. kür kemoterapi sonrası sol memede eritem nodüler lezyonların oluştuğu izlendi. MRG de meme cildinde kalınlaşma ve meme dokusunda şüpheli infiltrasyon alanı izlendi. Yapılan biyopsi sonusu memede muhtemel over karsinomu metastazı olarak rapor edildi (Şekil ). Hastaya vinorelbin kemoterapisinin başlanması planlandı. Hastada bu tedavinin. küründen sonra başağrısı şikayeti gelişti. Beyin MRG de birkaç adet ödemli lezyon saptandı. Hastaya palyatif amaçlı tüm beyin ışınlaması yapıldı. Hasta beyin metastazının saptanmasından ay sonra kaybedildi. Tartışma: Over karsinomu daha çok serozal yüzeyler ve lenf nodlarına yayılma eğilimindedir. Viseral tutulum en sık olarak akciğer ve karaciğerde tespit edilmektedir.burada aynı olguda cilt meme ve beyin metasstazı gelişmiştir. Literatürde cilt metastazlarının sadece %4 ünün epitelyal over karsinomu kökenli olduğu bildirilmiştir. Bu vakalarda hastalığın oldukça yaygın olduğu ve prognozun iyi olmadığı bildirilmektedir. Hastamız cilt metastazı geliştikten yaklaşık 4 ay sonra kaybedilmiştir.meme kanserlerinin yaklaşık %- si metastazlardan oluşmaktadır. Over kanserinin meme metastazları nadiren bildirilmiştir. Bu vakalarda da over karsinomunun fulminan seyir gösterdiği bildirilmiştir. Over karsinomu beyine sık metastaz yapan kanserler arasında yer almamaktadır. Beyin metastazı olan over karsinomlu olgularda ortalama sağ kalım 6 aydan kısa olmaktadır. Hastamız beyin metastazı gelişimden ay sonra kaybedilmiştir. Şekil. karın cildi ve periumblikal bölgede kırmızı mor nodüller Şekil. Meme cildinde eritem ve nodüller Ref No: P-7 ENDOMETRİUM KANSERİ TANILI HASTALARDA PET-BT DE MEDİASTİNAL LENF NODU YANLIŞ POZİTİFLİĞİ: VAKA SUNUMU Saliha Ezgi Oymak, Alper Fındıkçıoğlu, Mehmet Reyhan, Hüseyin Cem Önal 4 Sakarya Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi, Sakarya Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Göğüs Cerrahisi Ana Bilim Dalı, Adana Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Ana Bilim Dalı, Adana 4 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Adana Amaç: Endometrium kanseri yüksek sağkalım oranlarına sahiptir. Yüksek riskli hastalarda uzak metastazı değerlendirmek amacıyla BT (bilgisayarlı tomografi) ve PET (positron emisyon tomografisi) kullanılmaktadır. PET-BT birçok kanser tipinde evreleme, RT (radyoterapi) planlama ve tedavi yanıtı değerlendirmede kullanılmaktadır. PET-BT nin özellikle akciğer kanserli hastalarda mediastinal evrelemede sensitivitesi oldukça düşüktür. Literatürde akciğer kanseri dışı gruplarda PET-BT nin mediastinal lenf nodlarını değerlendiren yayın oldukça azdır. Endometrium kanserinde izole mediastinal PET pozitifliği konusunda ise veri bulunmamaktadır. Bu vaka sunumu, endometrium kanseri olan hastalarda histopatolojik olarak teyit edilmiş izole mediastinal PET pozitifliğini gösteren ilk bildiridir. Gereç-Yöntem: Başkent Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Bölümünde tedavi ve takip edilen endometrium kanseri tanılı hastaların dosyaları geriye dönük olarak taranmıştır. Susesi Otel, Antalya 7

JİNEKOLOJİK KANSERLER POSTER BİLDİRİLER Bulgular:.vaka; 6 yaşında hasta FIGO (International Federation of Gynecology and Obstetrics) evre IB, grad endometrium kanseri tanısı aldıktan 8 ay sonra, BT de anterior abdominal duvarda 5 mm lik kitle fark edildi. PET-BT de sağ SKF de (supraklaviküler fossa) SUVmax: 7, olan 0 mm ve sağ paratrakeal bölgede SUVmax: 8,6 olan 5 mm LAP (lenfadenopati) saptandı ve endometrium kanseri öyküsü olması sebebiyle metastatik olarak düşünüldü. Hastanın yapılan sağ SKF biyopsisinde granülomatöz lenfadenit tespit edildi. Öncelikle abdominal duvardaki nüks kitlesi rezeke edilen hastanın takiplerinde dış merkezde vajen kaf nüksü nedeniyle intrakaviter BRT (brakiterapi) uygulandı ve hasta 0. ayda remisyonda takip ediliyor..vaka; 56 yaşında hasta eski evre IC, grad endometrium kanseri tanısı aldı. Eksternal RT ve BRT uygulandı. İlk kontrolünde PET- BT de sağ üst paratrakeal bölgede SUVmax: 8, olan lenf nodu tespit edildi. Ön planda metastatik olarak düşünülen hastanın biyopsi sonucu kazeifiye granülomatöz lenfadenit olarak raporlandı. Hasta 48 aydır remisyonda takip ediliyor. Sonuç ve Tartışma: Histolojik yüksek grad, derin myometrial invazyon, servikal tutulum ve daha da önemlisi tanı anındaki evre, endometrium kanserinde prognostik faktörlerdir. Vakalarımızın ikisi de PET-BT sonuçlarına göre evre IV olarak değerlendirilebilecek durumda iken biyopsi sonuçlarıyla malignite olmadığı gösterilmiştir. PET-BT sonuçları dikkatle değerlendirilmeli, granülomatöz hastalık riski taşıyan kişilerde bulguların maligniteyi taklit edebileceği akıl tutulmalıdır. Bu durumlarda histopatolojik doğrulama yapılmalıdır. Ref No: P-74 TOPOTECAN TEDAVİSİ SONRASI ARTERYEL TROMBOZ GELİŞEN OVER KANSERLİ HASTA: OLGU SUNUMU Mürsel Karadavut, Salih Tokmak, Bülent Tünerir, Hasan Üstün Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Giriş: Kanser hastalarında artmış pıhtılaşma faktörleri, artmış fibrinojen, artmış trombosit yıkımı, azalmış anti-koagülanlar, uzamış yatak istirahati ihtiyacı olması gibi birçok faktöre bağlı olarak tromboz riski artmıştır. Kanserli hastaların %90 ında bu risk faktörlerinden bir veya birkaçı vardır ve %5 inde de klinik tromboz gelişir. Olguların tamamına yakını venöz trombozdur ve yalnızca % inden azı arter trombozudur. Bazı kanser türlerinin ve cisplatin, etoposid gibi kemoterapi ilaçlarının da pıhtılaşma için bağımsız risk faktörü olduklarına dair yayınlar mevcuttur. Burada. sıra kemoterapi olarak topotekan. kürünün 4. gününde subklavyen arter trombozu gelişen over kanserli bir olgu sunulmaktadır. Olgu: 58 yaşında kadın hasta karında şişlik ve ağrı şikayeti sebebiyle Ocak 0 de Ankara da bir hastaneye başvurmuş. Orada yapılan tetkiklerde pelvik bölgeyi tamamen dolduran, bilateral para-adneksiyel alanda çok sayıda septalar ve solid komponent içeren kitle lezyonu saptanmış. TAH+ BSO+ Apendektomi+ Omentektomi yapılan hastanın, operasyon sonrası dönemde yapılan tetkiklerinde akciğer ve kemik metastazı saptanmış. Hastaya paklitaksel-karboplatinden oluşan 6 kür tedavi sonrası, kontrollerinde nüks saptandığından kür gemsitabin verilmiş. Hasta Aralık 0 de takip ve tedavi için merkezimize başvurdu. Tümör belirteçlerinde yükselme ve tomografilerinde progresyon saptandı. Onamı alındıktan sonra, 9..0 tarihinde hastaya topotekan tedavisi başlandı. Tedavinin 4.gününde sol elde uyuşma-karıncalanma şikayeti ve takiben siyanoz gelişti. Sol üst ekstremitede periferik arteryel nabızlar alınamadı. Doppler ultrasonografide subklavyen arter proksimal kesiminde lümen içinde hipoekoik trombüs saptandı. Brakial arterden 40 cm proksimalde taze ve organize trombüs, 0 cm distalde az miktarda 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ trombüs görülüp eksize edildi. Trombektomi sonrası çekilen sol üst ekstremite BT-anjiografide, subklavyen arter, aksiller arter, brakial arter, ulnar arter akım ve kalibrasyonunun normal olduğu görüldü. Hastada arteryel tromboza neden olabilecek faktörler araştırıldı. Tartışma: Bu olgu, literatür taramalarımıza göre, topotecan kullanımına bağlı arteryel tromboz gelişen ikinci olgudur. Tromboz için diğer olası nedenleri dışladıktan sonra topotecan tedavisinin tromboza sebep olduğunu düşünerek, ilaç yan etkisi olarak bildirdik. Onkolojik hasta takibi yapan tüm klinisyenler ve radyologlar, nadir görülen ancak mortalite ve morbiditesi yüksek olan arteryel tromboz için dikkatli olmalıdır. Bahsi geçen risk faktörleri ve kemoterapi ilaçları tromboz açısından değerlendirilmeli ve hastalar gözlenmelidir. Kemoterapi öncesi tromboz için risk faktörlerinin değerlendirmesi önerilir. Ref No: P-75 SERVİKSİN LENFOEPİTELYOMA BENZERİ KARSİNOMU:OLGU SUNUMU Aslı Şahbaz, Emine Canyılmaz, Zümrüt Bahat, Özlem Aynacı, Hasan Bozkaya, Şafak Ersöz Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı, Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Bilim Dalı, Trabzon Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pataoloji Bilim Dalı,Trabzon Amaç: Lenfoepitelyoma benzeri karsinomalar (LELCs) genellikle nazofarenkste görülmekle birlikte literatürde tükrük bezi, akciğer, timus, mide ve servikste bildirilen vakalar bulunmaktadır (). Histolojik olarak tümör büyük sitoplazmalı, sınırları iyi belirlenemeyen ve kronik inflamasyonla çevrili kötü differansiye hücre gruplarıyla karakterizedir (-). Serviksin skuamöz hücreli karsinomunun (SCC) nadir bir çeşiti olan LELCs SCC ye göre daha iyi prognoza sahiptir (). Bu yüzden LELCs yi kötü diferansiye SCC den, gerçek lenfoproliferatif hastalıklardan ayırt etmek gerekir. Olgu: 49 yaşında (gravida 4, parite 4) bayan hasta postmenopozal kanama şikayetiyle doktora başvurdu. Pelvik muayenede vajenin / ünün çepeçevre tümör ile infiltre olduğu görüldü. Servikste krater tarzında 5*5 cm lik kitle mevcuttu. Uterus normal irilik ve sertlikteydi. Parametrium bilateral tutulmuştu. Tümör markerları normal olan hastaya servikal biyopsi yapıldı. Biyopsi sonucu serviksin lenfoepitelyoma benzeri karsinoması olarak raporlandı. Toraks tomografisi, IVP si ve kolon grafisi normal olan hastanın abdomen tomografisinde uetrus serviks lokalizasyonunda 55*40 mm lik solid kitle lezyonu ve sol parailiak bölgede 6*9 mm lik adet LAP tespit edildi. Evre IIIB olan hastanın pelvik kitle ve lenfatiklerine haftalık 40mg/m sisplatinle eşzamanlı 80Gy/frk dan total 5040 cgy eksternal kemoradyoterapi ve ardından 5X600 high dose rate brakiterapi planlandı. Pozitif lenf nodu lokalizasyonuna 59.4 Gy planlandı. Tartışma: Serviksin lenfoepitelyoma benzeri kanseri sadece birkaç vakanın raporlandığı nadir görülen bir neoplazmdır (,,4,5). Batı ülkelerinde primer servikal malignitelerin %0.7 sinde Asya ülkelerinde ise %5.5 inde görülür. Lezzoni ve ark. bu etnik farklılığın EBV ile temas nedeniyle olabiliceğini belirtmişlerdir (). Metastaz eğiliminin düşük olması nedeniyle SCC ye göre daha iyi prognoza sahiptir(). Serviksin LELC sinin patogenezi hala tam olarak bilinmemekle birlikte Asyalı servikal LELC vakalarının %75 inde EBV tespit edilmiştir.ancak batılı kadınlarda EBV nin etkisi belirgin değildir (,5). Tümör tipik olarak vajinal kanamayla presente olmaktadır. Bizim olgumuzda da postmenopozal kanama mevcuttu. Muayenede genellikle endoservikal kanalda yüzeyel ülserasyon görülür.tümör hücreleri vesiküler bir çekirdeğe ve belirgin bir çekirdekçiğe sahiptir. Hücre sınırları belirgin değildir ve kronik inflamasyonla çevrilidir. Sitoplazması ise çok büyüktür. Literatürde bildirilen vakalara genel olarak toatal abdominal histerektomi ve lenf nodu diseksiyonu yapılmış olup adjuvan herhangi bir tedavi uygulanmamıştır. Bizim 8 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER vakamız klinik evre IIIB idi ve kliniğimizde hastaya adjuvan kemoradyoterapi ve brakiterapi planlandı. Serviksin LELC immunuhistokimyasal olarak agresif bir patern göstermesine rağmen prognozu oldukça iyidir. Asyalı kadınlarda EBV etyolojide önemli rol alırken batılı kadınlarda etkisi açık değildir. metastaz gelişmiştir.metastaz yerleri sırasıyla hastada sol supraklaviküler alan, birer hastada da kemik, karaciğer ve kemik iliği olarak tespit edilmiştir. Medyan sağkalım tüm hastalarda 78 aydır. ve 5 yıllık hastalıksız sağkalım sırasıyla %9.8 ve %88.8 dir. yıl yaşayan hastalar %98.8 iken, %9. hasta 5 yıl yaşamıştır. Sonuç: Radikal radyoterapi ve postoperatif radyoterapi uyguladığımız serviks kanserli vakalarda hastalıksız sağkalım ve tüm sağkalım bulgularımız literatür ile uyumludur. JİNEKOLOJİK KANSERLER Ref No: P-77 BEHÇET HASTALIĞI TANISI ALMIŞ İNOPERE SERVİKS KANSERİ TANILI OLGUDA RADYOKEMOTERAPİ Şekil. Uterus serviks lokalizasyonunda 55x55x40 mm boyutlarında solid kitle lezyonu Ref No: P-76 SERVİKS KANSERLİ OLGULARDA RADYOTERAPİ SONUÇLARIMIZ Senar Günenç, Selvi Tabak Dinçer, Bekir Eren, Birhan Demirhan, Rıdvan Avul, Ömür Alan, Özge Kandemir Gürsel, Mustafa Ünsal S.B. Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği Serviks Kanserli Olgularda Radyoterapi Sonuçlarımız Amaç: Bu çalışmada serviks kanserli hastalarda postoperatif radyoterapi ve radikal radyoterapinin hastalıksız sağkalım ve genel sağkalıma etkileri retrospektif olarak araştırılmıştır. Gereç-Yöntem: 00-007 yılları arasında S.B. Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği nde postoperatif radyoterapi ve radikal radyoterapi uygulanan serviks kanseri tanılı 84 hasta retrospektif olarak değerlendirilmiştir.medyan yaş 5 (0-78) dir.histopatolojik olarak 7 (%87) hastada skuamoz hücreli, (%.) hastada adenoskuamoz ve 0 (%) hastada adenokarsinom olarak tespit edilmiştir. FİGO evrelemesine göre; (%.6) hasta evre IA, (%5) hasta evre IB, (%4.) hasta evre IIA, 40 (%47.6) hasta evre IIB, (%.6) hasta evre IIIA ve 5 (%6) hasta evre IIIB olarak belirlenmiştir.tüm olgulara ön-arka (AP/PA) veya pelvik kutu tekniği kullanılarak Co60 veya yüksek enerjili X ışınları ile eksternal radyoterapi uygulanmıştır.hastaların 5 (%6) tanesine 45 Gy ve 70 (%8) tanesine 50Gy.8-Gy fraksiyonda eksternal radyoterapi uygulanmıştır.9 (%) hasta da postoperatif adjuvan tedavi uygulanmaksızın takip edilmiştir. Radikal radyoterapi uygulanan 46 hastanın uygun olan (%50) tanesine konkomitan kemoterapi olarak haftalık 40mg /m dozda Sisplatin uygulanmıştır.intrakaviter radyoterapi dozu tamamlanmak üzere Brakiterapi Ünitesi bulunan merkezlere yönlendirilen hastaların 9 (%84.8) una ortalama 7.5Gy inrakaviter radyoterapi uygulanmıştır. Bulgular: Tüm olguların takip süresi medyan 78 aydır.genel sağkalım evrelere göre değerlendirildiğinde evre IA da 6 ay, evre IB de 85 ay, evre IIA da 74 ay, evre IIB de 8 ay, evre IIIA da 74 ay, evre IIIB de 7 ay olarak bulunmuştur. Evre IA da genel sağkalımın düşük olması hasta sayısının azlığına ve takip süresinin kısa olmasına bağlanmıştır. Takip esnasında biri vajinal cuffda diğeri servikste olmak üzere iki hastada pelvik nüks saptanırken, beş hastada uzak İlker Tosun, Osman Burak Can, Senem Alanyalı, Arif Aras, Zeynep Özsaran Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı, İzmir Amaç: Behçet hastalığı genellikle ağız içinde ve vajende tekrarlayan ülserler, deri, eklem, göz ve sinir tutulumu ile seyreden nedeni bilinmeyen immun sistem ile ilgili bir hastalıktır. Behçet hastalığı tanısı almış kanser hastalarında radyoterapi uygulamasının yan etkileri arttırdığı yönünde literatürde olgu bazında yayınlar mevcuttur. İnopere serviks kanseri tanısı ile radyokemoterapi uygulanan bir olgu üzerinden tedavi sırası ve sonrasındaki yan etkiler araştırılmıştır. Olgu: Otuzyedi yaşında kadın hastanın Mart 0 tarihinde menometroraji şikayetleri nedeniyle yapılan jinekolojik muayenesinde lokal ileri serviks kanseri saptanıp, alınan biopsi sonucu büyük hücreli nonkeratinize epidermoid karsinom olarak gelmiştir. Evrelendirme amacıyla istenen PET CT (Pozitron Emisyon Tomografi) görüntüleme yönteminde uzak organ metastazı saptanmamış olup hastaya pelvik konformal radyoterapi, eşzamanlı kemoterapi ve brakiterapi planlanmıştır. Eksternal radyoterapi günlük.8 Gy dozlarda 50.4 Gy sonrası orta hat koruması yapılarak toplam 59.4 Gy uygulanmış, eşzamanlı sisplatin haftalık 40 mg/m ye 6 kez verilmiş, intrakaviter radyoterapi ise tedavi aralarında 5x5Gy olacak şekilde tatbik edilmiştir. Romatoloji bilim dalından 6 yıldır Behçet hastalığı tanısı ile takip eden doktoru ile görüşüldüğünde ek bir tedavi önerilmeyen olguya tedavi başlangıcından itibaren oral glutamin desteği ve haftalık yan etki değerlendirmeleri yapılmıştır. Olguda tedavinin 4. haftasında başlayan derece diare yakınmaları dışında tedavi süresince herhangi bir yan etki ile karşılaşılmamış, medikal tedavi ve diet ile diare kontrol altına alınmıştır. Tüm tedaviler radyoterapiye hiç araverilmeksizin tamamlanmıştır. Tedavi sonrası. ve 6. ay kontrollerinde klinik ve radyolojik tam yanıt elde edildiği gözlenmiş, jinekolojik muayenesinde vajende ve ciltte eritem veya ülserasyonla karşılaşılmamıştır. Sonuç: Behçet hastalığının immun sistemi etkileyen ve ciltte ülserlerle seyreden bir hastalık olmasının yanısıra radyokemoterapininde cilt toksisiteleri oluşturması beklenen yan etki riskini arttırmaktadır. Ancak çalışmamızda olgunun behçet hastalığının yaklaşık yıldır ilaçsız kontrol altında olması, hastanın radyokemoterapi sırasındaki uyumu tedavi başarısını arttırmış en az yan etki ile tedavi tamamlanmıştır. Susesi Otel, Antalya 9

JİNEKOLOJİK KANSERLER POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-78 PACLİTAXEL TEDAVİSİNE SEKONDER GELİŞEN KİSTİK MAKÜLER ÖDEM;OLGU SUNUMU Mustafa Sürmeli, Didem Taştekin, Tunç Güler, Necdet Poyraz, Yılmaz Tezcan 4, Mehmet Koç 4 Göz Hastalıkları Uzm.Dr N.E.Ü.Meram Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı N.E.Ü.Meram Tıp Fakültesi Radyoloji Bilim Dalı 4 N.E.Ü.Meram Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Giriş: Paclitaxel over kanseri tedavisi ile birlikte, meme kanserleri, baş-boyun kanserleri, akciğer kanserleri ve kaposi sarkomu gibi malign tümörlerin tedavisinde yaygın olarak kullanılan kemoterapötik bir ajandır.ya tek başına veya çeşitli kemoterapötik ajanlarla birlikte kullanılabilir.etki mekanizması mikrotubül inhibisyonu yaparak antineoplastik etki gösterir ve hücre ölümüne yol açar.çeşitli yan etkileri bildirilmiştir.bu yan etkiler içinde en sık görülenleri;allerjik reaksiyonlar, ateş, bulantı-kusma, iştahsızlık, kas krampları ve ağrısı, halsizlik, periferik nöropatiler, saç dökülmesi, kan tablosunda bozulmalar.makül ödemine bağlı görme kaybı oldukça nadir görülen ve literatürde de nadir bir yan etki olarak karşımıza çıkmaktadır. Paclitaxele bağlı gelişen kistik makül ödemine bağlı gelişen görme kaybı ile takip ettiğimiz bu olgumuzu nadir görülen bir olgu olarak sunduk. Olgu: 55 yaşında bayan hasta, postmenopoze, özgeçmişi ve soy geçmişinde bir özellik olmayan hastada karın ağrısı şikayeti nedeniyle yapılan tetkiklerinde sol overde kistik kitle oluşumu ve CA 5 antijeninde yükselme tesbit edildi. Overdeki kitleye yönelik yapılan eksplorasyon esnasında batın içinde yaygın metastatik hastalık vardı, biyopsiler alınarak operasyon sonlandırıldı. Patolojik değerlendirme sonrası metastatik over kanseri tanısı konularak, hastaya paclitaxel 75 mg/m ve carboplatin AUC=5 içeren kombine kemoterapi rejimi uygulandı. 5.kür kemoterapi uygulaması sonrası bilateral görme kaybı meydana gelmesi üzerine göz muayenesi istendi. Yapılan göz muayenesinde sağ göz görmesi gözlüksüz 4/0 gözlükle 7/0 bulanık, sol göz görmesi gözlüksüz /0 gözlükle 4/0 bulanık olarak tespit edildi. Biyomikroskopik muayenesinde İOL leri santralize idi ve patoloji tespit edilmedi. Hastanın göz tansiyonu ölçümleri pnomotonometre ile; sağ gözde 5 mm, sol gözde 7 mm olarak ölçüldü. Hastanın fundus muayenesinde sağ gözde daha az olmak üzere pigment epitel düzensizliği ve foveal çöküntüde azalma tespit edildi. Hastaya göz dibi ile ilgili olarak FFA ve OCT yapıldı. FFA da maküler alanda erken ve geç dönemde floresein kaçakları ve kistoid görünüm tespit edildi (Şekil.). OCT ölçümünde özellikle sol gözde daha fazla olmak üzere makülada kalınlaşma adet kistoid alan tespit edildi (Şekil ). Sonuç: Paclitaxelin maküler ödem yapma mekanizması; intrasellüler sıvı birikimi ve müller hücrelerinde toksisite nedeniyle ekstrasellüler sıvının hafif sızıntısı nedeniyle olmaktadır. Sonuçta hastada bu mekanizmalara bağlı görme kaybı ortaya çıkmaktadır. Tedavide Methazolamide gibi medikal tedaviler yanında paclitaxel tedavisine ara verilmesi de önerilmektedir. Paclitaxel uygulanan hastalarda nadir görülen bu göz yan etkisi konusunda dikkatli olunması gerekmektedir. Şekil. FFA anın geç evresinde taç yaprağı şeklinde kistoid makula ödemi. Şekil. OCT(Ocular coherence tomography) de foveada kistoid değişikliklerin görünümü. Ref No: P-79 NADİR BİR METASTAZ: SERVİKS KANSERLİ HASTADA MEME TUTLUMU İdris Yücel, Yasemin Kemal, Filiz Karagöz, İlkay Koray Bayrak 9 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Samsun 9 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Bilim Dalı, Samsun 9 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Bilim Dalı, Samsun Primer meme kanseri kadınlarda oldukça sık görülmesine karşın memeye metastaz çok nadirdir (). Jinekolojik malignitelerin özellikle de serviks kanserinin meme metastazına literatürde olgu sunumları şeklinde rastlanmaktadır (). Olgu: 65 yaşında kadın hasta, aydır devam eden vajinal kanama nedeniyle jinekoloji polikliniğine başvuruyor. Yapılan tetkikler ve alınan biyopsi sonucu endoservikste epidermoid karsinom saptanıyor. Hastaya total abdominal histerektomi, bilateral salpingooferektomi ve pelvik lenf nodu diseksiyonu uygulanıyor. Hastanın operasyon sonrası patolojik evresi IIA olarak evreleniyor ve radyasyon onkolojisi bölümüne refere ediliyor. Fakat hasta-sosyal problemler sebebiyle-radyasyon onkoljisi polikliniğne yıl sonra başvurabiliyor. Aradan geçen zaman nedeniyle ve yeniden evreleme amacıyla hastaya PET-BT tetkiki uygulandığında pelvik, paraaortik lenf nodlarında ve karaciğerde tutulum saptanıyor. Karaciğer biyopsisi ile metastaz doğrulandıktan sonra hasta tıbbi onkoloji bölümüne yönlendiriliyor. Biz de hastamıza paklitaksel ve sisplatin kemoterapisi başladık. kür sonra yaptığımız ara değerlendirmede (PET-BT) sağ 0 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER memede yeni tutulum saptadık. Fizik muayenede ele gelmeyen bu kitleye mammografi- meme ultarsonu ve ardından tru-cut biyopsi yaptırdık. Kitle mammografide 4x mm çapında, iyi sınırlı ve yüksek dansitedeydi (Şekil ); ultrasonda ise oval hipoekoik homojen görünümdeydi. Alınan biyopsi örneği metastatik karsinoma olarak raporlandı, retrospektif olarak serviks kanseri preperatları ile meme biyopsi preperatları birlikte incelendiğinde aynı tümöre ait oldukları görüldü (Şekil ). Tartışma: Memeye metastaz çok nadir görülse de meme malignitelerinin primer-metastatik ayırımının yapılması tedavi ve prognozu belirlemede hayati öneme sahiptir. Şekil. Mammografi görünümü Ref No: P-80 İNTRAMAMARYEN LENF NODUNA OVER KANSERİ METASTAZI, OLGU SUMU Yüksel Küçükzeybek, Ahmet Dirican, Betül Bolat Küçükzeybek, Murat Akyol, İbrahim Vedat Bayoğlu, Alper Can, Suna Çokmert, Lütfiye Demir, Çiğdem Erten, Rukiye Mine Tunakan Öztop, Mustafa Oktay Tarhan İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Patoloji Laboratuvarı Meme kanseri kadınlarda ölüme neden olan kanserler arasında ikinci sırada, over kanseri beşinci sırada yer almaktadır. Over kanseri ve meme kanseri senkron ya da metakron birlikteliği görülebilmektedir. Over kanserinde genellikle pelvik, periton ve lenf nodu metastazı saptanmaktadır. Over kanserinin memeye metastazı daha az sıklıkla meydana gelmektedir. Bu olgu sunumunda over yüzey epitel karsinomu ve meme duktal karsinoma in situ senkron tanısı alan hastada, over kanseri tanısından itibaren 4 yıl sonra meme intramamaryen lenf nodunda over kanseri metastazı gelişimi sunulmuştur. 68 yaşında kadın hastaya öksürük şikayeti nedeniyle yapılan akciğer grafisi ve bilgisayarlı tomografi tetkikinde plevral efüzyon saptanarak yapılan sitolojik ineceleme malign sitoloji saptanarak yapılan tarama tetkikleri sonrasında sol memede saptanan kitleye eksizyon, aynı seansta adneksiyel kitlelere yönelik total abdominal histerektomi, bilateral salpingoferektomi, pelvik lenf nodu örneklemesi, omentektomi operasyonu uygulandı. Histopatolojik ve immunhistokimyasal inceleme sonrasında memede miks tipte karsinoma in situ, bilateral overlerde malign seröz tümör tanısı konuldu. Kemoterapi programına alınan hastanın izleminde over kanseri tanısından 4 yıl sonra mamografi ve meme ultrasonografi tetkiklerinde sağ memede şüpheli lezyon saptanarak işaretleme ile eksizyonel biyopsi uygulandı. Operasyon materyali histopatolojik ve immunhistokimyasal incelemesi sonrasında tümör hücrelerinin WT- ile pozitif boyanma gösterdiği, GCDFP-5 ile boyanma göstermediği rapor edildi. İntramamaryen lenf nodunda malign seröz tümör metastazı tanısı konuldu. Prognozları farklı olması ve tedavi değişikliği olabileceği için over kanseri tanılı hastalarda ikinci primer meme kanseri ya da meme dokusuna metastaz ayırımı önemlidir. JİNEKOLOJİK KANSERLER Ref No: P-8 RADYOTERAPİ UYGULANAN JİNEKOLOJİK TÜMÖR TANILI OLGULARDA TEDAVİ SONUÇLARI VE PROGNOSTİK FAKTÖRLER Güler Yavaş, Nasuh Utku Doğan, Cağdaş Yavaş, Aybike Tazegül, Çetin Çelik Selçuk Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Konya Selçuk Üniversitesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı, Konya Konya Eğitim Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Bölümü, Konya Şekil. Patolojik görünüm Amaç: Bu çalışmanın amacı jinekolojik tümör nedeni ile radyoterapi (RT) uygulanan 78 olgunun tedavi sonuçları ve prognostik faktörleri değerlendirilmektir. Metod: Haziran 00-Ocak 0 tarihleri arasında radyoterapi (RT) uygulanan 78 jinekolojik tümörlü jinekolojik tümörlü hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Tüm hastalarda -boyutlu konformal RT tekniği kullanıldı. Tüm hastalara 80 00 cgy/fraksiyondan toplam 4500 5040cGy RT 8-MV lineer hızlandırıcı ile foton demetleriyle uygulandı. Serviks kanseri nedeni ile definitif RT planlamış olan 6 hastaya yüksek doz hızlı BRT ile (HDR) A noktasındaki toplam doz 860 800 cgy olacak şekilde BRT uygulandı. Sonuçlar: Olgularımızın ü serviks kanseri, 44 ü endometriyum kanseri ve i endoservikal kanal tümörü nedeni ile tedavi edildi. Susesi Otel, Antalya

JİNEKOLOJİK KANSERLER POSTER BİLDİRİLER Olguların medyan yaşı 56 dır (aralık: 4 8). Hastaların ortalama izlem süresi.9±.4 aydır. Endometriyum kanseri nedeni ile opere edilen olguların i adjuvan RT alırken; 9 olgumuz postoperatif KT ve RT aldı. Endometriyum kanseri tanısı olan 5 hastamız nüks nedeni ile kurtarma cerrahisi ardından RT aldı. Serviks kanseri nedeni ile RT uygulanan hastaların 6 sına lokal ileri evre serviks kanseri nedeni ile definitif kemoradyoterapi uygulandı. On (%0.) serviks kanseri tanılı olgu ise adjuvan RT; 6 hasta (%8.) adjuvan kemoradyoterapi KRT, olgu ise (%) kurtarma amaçlı RT aldı. Endoservikal kanal tümörü tanısı olan hastamıza adjuvan KRT uygulandı. Endometriyum kanseri nedeni ile RT uygulanan hastalarda medyan sağkalım 6. ay, serviks kanseri nedeni ile RT uygulanan hastalarda ise. ay olarak bulundu. Endometriyum kanseri tanısı ile tedavi edilen hastalarda cox-regresyon analizinde lokal nüks (p=0.046), tümör çapı (p= 0.00) ve evre nin (p= 0.06) sağkalım ile ilişkisi gösterilirken; lenfovasküler alan invazyonu (p=0,7), myometriyal invazyonun (p=0.684) sağkalım ile ilişkisi gösterilememiştir. Serviks kanseri nedeni ile tedavi edilen hastalarda ise lenf nodu pozitifliği ile progresyonsuz hastalık arasında ilişki gösterilmiştir (p=0.04). Tartışma: Çalışmamızın erken takip sonuçları bildirilmiştir. Nihayi sonuçları bildirebilmek için daha uzun izlem süresine gereksinim duyulmaktadır. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Şekil. Endometriyum karsinomu cilt metastazı Ref No: P-8 CİLT METASTAZI GELİŞEN SERÖZ PAPİLLER ENDOMETRİYUM KARSİNOMLU OLGU Orhan Önder Eren, Dilek Erdem, Sadi Kerem Okutur, İnci Yavuz, Mustafa Bakırtaş, Arzu Aydoğan Çilingir, Ayşegül İdil Soylu 4, Serkan Kaplan 5 Samsun eğitim ve araştırma hastanesi tıbbi onkoloji Samsun eğitim ve araştırma hastanesi patoloji Gazi devlet hastanesi patoloji 4 Samsun eğitim ve araştırma hastanesi radyoloji 5 Samsun eğitim ve araştırma hastanesi radyasyon onkolojisi Endometriyum karsinomu pelvik, paraaortik lenf nodları ve peritoneal yüzeylere yayılım eğilimindedir. Cilt metastazlarına jinekolojik tümörlerin seyri sırasında nadiren rastlanır.burada cilt metastazı gelişen seröz papiller endometriyum karsinom olgusunu sunacağız Olgu: 66 yaşında bayan hasta Mart 0 de karın şişliği ve karın ağrısı nedeniyle başvurmuştur. Hastada yapılan fizik muayenede asit saptandı. Abdomen BT de pelvik kitle, asit ve peritoneal karsinomatozis saptandı. Asit sitolojisinde malin hücreler saptanan hastaya laparatomi yapıldı. Hastaya total abdominal histerektomi,omentektomi ve pelvik paraaortik lenf nodu disseksiyonu yapıldı. Hastaya ameliyat sonrası evre IIIC endometriyum seröz papiller karsinom nedeniyle paklitaksel karboplatin kemoterapisi başlandı. 5. kürden sonra hastada karın cildinde yaygın eritem ve papüler lezyonların geliştiği görüldü(şekil ). Buradan yapılan biyopsi sonucu seröz papiller karsinom infiltrasyonu olarak rapor edildi(şekil ). Hastaya antrasiklin bazlı kemoterapi planlandı Hasta cilt metastazı gelişmesinden ay sonra kaybedildi. Tartışma: Cilt dokusu diğer organlara göre daha az sıklıkta metastaz gelişen bir alandır.otopsi serilerinde %0.7-9 arası sıklıkta olduğu bildirilmektedir().cilde en sık metastaz yapan tümörler meme kanserleri, akciğer kanserleri, kolon ve mide kanserleridir(). Endometriyum kanserlerinin seyri sırasında cilt metastazları nadir olup seröz papiller adenokarsinomda ise daha da nadir olarak bildirilmektedir(). Literatürde ayak tabanı, kafa derisi gibi bölgelere metastaz yapan endometriyun karsinomu vakaları bildirimiştir(4,5). Cilt metastazları genelde yaygın sistemik hastalık varlığında gerçekleşmektedir. Vakalarda prognozun genelde iyi olmadığı bildirilmektedir. Olguda ikinci hat kemoterapiye yanıt alınamamış olup hasta cilt metastazı saptanmasından ay sonra kaybedilmiştir. Şekil. Cilt altı dokuya infiltre olan karsinom hücreleri Ref No: P-8 DEDİFFERANSİYE ENDOMETRİUM KARSİNOMU (BİR OLGU NEDENİYLE) Sedenay Oskeroğlu, Züleyha Akgün, Ramazan Dansuk, Semra Arıcı, Zeynep Güral, Serap Başkaya Yücel, Esra Kaytan Sağlam Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Ana Bilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Patoloji Ana Bilim Dalı Giriş: Dedifferansiye endometrium karsinomu ilk kez 006 yılında MD Anderson Grubu tarafından tanımlanmış olup daha önce çeşitli mezenkimal ve epitelyal tümörlerde de varlığı gösterilmiştir. Endometriumun dediferansiye karsinomu, düşük gradeli ve undifferansiye endometrioid karsinom komponentlerine sahiptir. Tüm tümör dokusu içerisindeki undifferansiye komponent %0 olsa bile klinik seyir agresif olacağından undifferansiye komponentin histopatolojik olarak doğru tanı alabilmesi tedavi stratejisi açısından çok önemlidir. Olgu Sunumu: Bu yazida 4 yaşinda bir ay öncesinde abortus sonrasi revizyon küretaj yapilan hastanin devam eden vaginal kanamasi nedeniyle tekrarlanan küretaj materyalinin histopatolojik incelemesinde evre Ia dediferansiye endometrium karsinom tanısı alan premenapoze kadın hasta sunuldu. Tanı sonra transabdominal histerek- 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER tomi, bilateral salpingooferektomi ve lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Kan değerleri normal sınırlarda olan hastanın tedavısı konformal radyoterapi (50.4 Gy/8fr) sonrası intrakaviter tedavi (5 Gy/fr) ile tamamlandı. Tartişma: Dediferansiye endometrium kanseri düşük grad lı endometrioid karsinom ve undifferansiye karsinomu birlikte içermektedir. Undifferansiye karsinom oranı %0 olmasına rağmen agresif seyirli bir hastalıktır. Bu nedenle de tümör dokusu içerisindeki undifferansiye komponentin histopatalojik olarak tanı alabilmesi hastaya yaklaşım ve takip açısından çok önemlidir. Şimdiye kadar oldukça az sayıda vaka bildirilmiştir. Bunun en önemli sebebi ise belkide hastaların histopatolojik olarak doğru tanı alamamasıdır. Bildirilen hasta sayısı arttıkça bu hastalığın histolojik alt tipleri, davranış şekli, sağkalımı etkileyen prognostik faktörler ve tedavi hakkında daha detaylı araştırmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Giriş: Serviks uterinin large cell neuroendokrine carcinomu(lc- NEC) oldukça nadir görülür. Erken evrelerde dahi agresif davranış ve kötü prognozla ilişkilidir. Olgu: 59 yaşında bayan hasta post-koital kanama şikayeti ile başvurdu. Spekulum muayenesinde servikal üst yarıda frajil kanamalı.5 cm uzunluğunda polipoid kitle tespir edildi. Serviksten polipoid lezyon eksizyonu sonrası biyopsi materyalinden hazırlanan kesitlerde histopatolojik bulgular ve immünohistokimyasal boyanma paternine göre olgu LCNEC olarak değerlendirildi. Hastaya çekilen MRG de serviks ve serviks çevresi ödematöz değişiklik, PET CT de serviks lokalizasyonunda cm transvers çapta hipermetabolik (SUVmax:0.5) sınırlı lezyon ve parametrial alanlar doğal görünümde tespit edildi. Sonrasında hastaya tip histerektomi+pplnd uygulandı. Operasyon materyalinde makroskobik olarak servikal OS dan cm dışa doğru uzanan serviksin ¾ ünü tutmuş yüzeyi kanamalı ülsere erode 0.7 cm kalınlığında istmusa kadar uzanan tümöral lezyon saptandı. Hazırlanan kesitlerde serviksin tüm kadranlarında tümör izlenmiş olup. İki farklı hücre morfolojisinden oluşan tümör izlendi. Keratin globlarının bulunduğu iyi diferansiye skuamoz hücreli karsinom alanlarında Nöron Spesifik Enolaz (NSE), Sinaptofizin negatif, İri nükleuslu solid alanlar yapan differansiasyon göstermeyen tümör alanlarında ise NSE, Sinaptofizin kuvvetli pozitif boyanma gösterdi. Olgu histopatolojik bulgular, immünohistokimyasal boyanma paterni ile birlikte LCNEC+skuamöz hücreli keratinize tip ile uyumlu olarak ve histopatolojik stage TB olarak yorumlandı. Hastaya post-op çekilen In- OCREOTİD tüm vücut görüntemede patolojik aktivite izlenmedi. Hastaya multimodal tedavi yaklaşımı olarak hastaya pelvik Eksternal Radyoterapi eş zamanlı kür Sisplatin +Etoposit uygulandı. Sonuç: Serviks uterinin LCNEC oldukça nadir rastlanmasına rağmen çok kötü seyreder. Mevcut agresif cerrahi, radyasyon, kemoterapi protokollerine rağmen iyi sonuçları yoktur. Standart tedavisi olmamakla birlikte cerrahi, radyoterapi, kemoterapi kombinasyonu en etkili tedavi olarak kullanılır. Ref No: P-85 OLGU SUNUMU: OVER KANSERİ OLAN HASTANIN TEDAVİ VE HEMŞİRELİK BAKIMI JİNEKOLOJİK KANSERLER Ref No: P-84 SERVİK UTERİNİN NEUROENDOKRİN KARSİNOMLU BİR OLGU SUNUMU Düriye Öztürk, Utku Dönem Dilli, Müjgan Yaz, Hülya Öztürk, Mehmet Karaca 4, Mustafa Yıldız Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Antalya Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Antalya Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, Antalya 4 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hast. Doğum Kliniği, Antalya Serap Tekbaş, Fatmanur Çiçin, N. Cenk Sayın Trakya Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Edirne Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Doğum ve Kadın Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Edirne Giriş: Over Kanseri: Total kadın kanserlerinin %4 ünü, jinekolojik kanserlerin %7 sini oluştururlar. Tanıda olguların %70 i ileri evrede bulunmaktadır. Genel olarak bir kadının yaşamı boyunca over kanserine yakalanma riski yaklaşık %,4 dür. Amaç: Tedavide cerrahi + adjuvan kemoterapi yapılır. Kemoterapiye bağlı bulantı, iştahsızlık, yorgunluk, ağız mukoza bütünlüğünün bozulması gibi birçok yan etki oluşabilir. Burada amacımız hastalık kaynaklı ve kemoterapi sonrası ciddi fiziksel ve ruhsal sorunları olan bir hastada hemşirelik bakımının önemini vurgulamaktır. Olgu: 47 yaşında, öğretmen olarak görev yapan hasta, 008 de sol ooferektomi +Total Abdominal Histerektomi operasyonu geçirmiş, gönderilen pataloji materyali sonucuna göre over ca tanısı konması üzerine. operasyonla tamamlayıcı olarak omentektomi+lenf nodu diseksiyonu yapılmıştır. Hastaya 00 yılında paklitaksel-carboplatin rejimi ile 9 kür kemoterapi verilmiştir. Rekürrens olması üzerine 0 yılında ise kür gemsitabil-cisplatin tedavisi uygulanmıştır. 0 yılında da hasta tek ajan gemsitabil tedavisi almıştır. Daha sonra bulantı, kilo kaybı, ağrı gibi semptomların giderilmesi amacıyla onkoloji servisine yatırılarak destek tedaviye başlanmıştır. Hastada, öz bakım yetersizliği, yaşanılacak belirsizliklere bağlı kaygı, hastalığa bağlı ölüm korkusu olduğu saptanmıştır. Ayrıca hareket kısıtlılığına bağlı doku bütünlüğünde bozulma riski, total-parenteral nütrisyon alımına bağlı hiperglisemi riski, yeterli beslenememeye bağlı oral mukoz membranda değişim tespit edilmiştir. Hastaya, ağız bakımı verilmesi, yatak içi mobilizasyonunun sağlanması gibi multidisipliner bakım planında saptanan sorunlara yönelik girişimler uygulanmıştır. Sonuç: Hastanın günlük yaşam aktivitelerini destekle yerine getirebildiği, özbakım gereksinimlerini karşılayabildiği ve benlik saygısını kazandığı gözlenmiştir. Susesi Otel, Antalya

BAŞ BOYUN KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-86 TÜRKİYE DE LARENKS KANSERİ TEDAVİSİNDE CERRAHİ VE ORGAN KORUYUCU TEDAVİ SEÇİMİNDE YAŞ İLE CİNSİYETİN BELİRLEYİCİ ETKİSİ Olgun Eliçin, Esengül Koçak Uzel, Nuri Kaydıhan, Halil Cumhur Yıldırım, Sedat Turkan, Ömer Uzel Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, İstanbul Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, İstanbul 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Amaç: 989 0 yılları arasında kliniğimize larenks kanseri tanısıyla başvuran hastaların demografik incelenmesi Gereç ve Yöntemler: 06 hasta; yaş, cinsiyet, histopatoloji, grade, hastalığın köken aldığı larenks kompartmanı ve post-operatif (p/o) veya radikal radyoterapi endikasyonu ile tedavi edilmiş olması açısından incelenmiş ve dağılım istatistikleri tanımlanmıştır. Tek değişkenli analiz ve lojistik regresyon analizi ile cerrahi tercih edilmesindeki etkenler araştırılmıştır. Bulgular: Tanıdaki ortalama ve ortanca yaş 58 (aralık: 5 9) olup, dağılım normaldir. Cinsiyetler arası belirgin fark yoktur. Olguların %95 i erkektir. %7 i p/o başvurudur. Yassı hücreli karsinom (%98) dışı histopatolojik tipler; nöroendokrin karsinom (9), mikst (6), adenokarsinom ve mukoepidermoid karsinom ( er), sarkom ve indiferansiye/tiplendirilemeyen karsinom ( şer), adenoid kistik karsinom () olarak tanımlanmıştır. Grade patolojiler %9, grade %44 ve grade %7 oranında görülmüştür. Hastalığın köken aldığı kompartmanlardan supraglottik bölge %5, glottik %6 ve subglottik % oranındadır. Olguların %7 si ise transglottiktir. Başvuran glottik larenks kanseri olgularının %5 ü p/o olup, ekstraglottik olguların %8 i p/o tir ve aradaki fark anlamlıdır (p<0.00). Kompartman dağılımında, cinsiyet açısından fark yoktur. Erkekler daha fazla opere edilmiştir (RR=.4, CI:.0-.94, p<0.05). 989 dan günümüze p/o olgu oranında anlamlı artış gözlenmiştir (p<0.00). Bu eğilim, kadınlarda daha da belirgindir (Şekil ). Benzer şekilde, ilerleyen yaşla da cerrahi oranı artmaktadır (p<0.00) (Şekil ). Hem tüm olgularda hem cinsiyete göre alt gruplarda operasyon durumu incelendiğinde; yaş, tanı yılı ve glottik/ekstraglottik tutulum lojistik regresyon analizi ile de anlamlı bulunmuştur. Tartışma ve Sonuç: Organ koruyucu yaklaşımlar dünyada giderek yaygınlaşmaktayken, Türkiye de aksi yönde bir eğilim görmek ilgi çekicidir. Cerrahi tercihinde erkek ve yaşlı hastaların çoğunlukta olmasının nedeni, tanı anındaki evreye bağlı olabileceği gibi, hekim ve hastanın operasyon öncesi dikkate aldığı kozmetik-psikososyal nedenlere ve organ/fonksiyon kaybını ne kadar önemsediklerine bağlı da olabilir. Yaşlılar, kendilerine önerilen tedaviyi pek sorgulamıyor olabilirler. Bu bağlamda, ülkemizde hekimlerin hastalara yönelik pozitif veya negatif cinsiyet ve/veya yaş ayrımcılığı da incelemeye değer. 80 li yıllardan günümüze, p/o başvurulardaki artış da, cerrahi tekniklerdeki iyileşmeye bağlı olarak total yerine parsiyel larenjektomilerin, dolayısıyla stomasız yaşamın daha fazla mümkün hale gelmesi ve tercih edilmesine bağlanabilir. Hastalar ilk olarak KBB hekimlerince değerlendirildiğinden, bu tarz araştırmaların onkoloji klinikleri ile sınırlı kalması yetersiz sonuçlara yol açabilir. Tek bir branş hekimi yerine, tedavi kararının multidisipliner bir ekip tarafından hastayla tartışılarak verilmesi, endikasyon ve referans paternini değiştirecek ve hastalara daha yararlı olacaktır. Şekil. Kadınlarda tanı yılı ve p/o başvuru ilişkisi Şekil. Tüm olgularda yaş ve p/o başvuru ilişkisi Ref No: P-87 BAŞ BOYUN RADYOTERAPİSİNE BAĞLI TÜKÜRÜK BEZİ HASARININ ÖNLENMESİNDE ÇİNKO SÜLFAT VE AMİFOSTİNİN KARŞILAŞTIRILMASI: RANDOMİZE PROSPEKTİF BİR ÇALIŞMA Meryem Aktan, Mustafa Vecdi Ertekin, Orhan Sezen, Burak Erdemci, Hilal Özmen, Ebru Örsal 4 Bölge Eğitim Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Erzurum İtalyan Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, İstanbul Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Erzurum 4 Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Ana Bilim Dalı, Erzurum Amaç: Radyoterapi baş boyun kanserlerinin tedavisinde önemli rol oynamaktadır. Bununla birlikte radyoterapinin en önemli yan etkilerinden biri ise tedavi alanındaki tükürük bezlerinin etkilenmesine bağlı gelişen ağız kuruluğu (kserostomi) dur. Biz çalışmamızda kserostominin başlamasını geciktirdiği ve şiddetini azalttığı bilinen çinko sülfat ile amifostin etken maddeli ilacın etkinliğini mukayese ederek istatistiksel olarak değerlendirilmesini amaçladık Gereç-Yöntem: Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi kliniğine Ağustos 008-Aralık 009 tarihleri arasında başvuran, baş boyun kanseri tanısı almış, daha önce radyoterapi ya da kemoterapi almamış, 5 yaşından büyük, 80 yaşından küçük, performans durumu iyi (Karnofsky performans skalası 70 ve üzerinde) 4 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER olan, radyoterapi alanı içine tükürük bezleri giren ve çalışmaya katılmayı kabul eden hastalar çalışmaya dahil edildi.hastalar çinko sülfat ve amifostin gruplarına randomize edildi. Çinko sülfat kolunda çinko kapsül oral olarak kullanıldı. Amifostin grubunda amifostin subkutan olarak uygulandı. Hastalara ait radyoterapi öncesi ve radyoterapi sonrası ikinci ayda çekilen sintigrafik görüntüler üzerinden her bir tükürük bezine ait UR (Uptake Ratio) ve %EF (Ejeksiyon Fraksiyonu) değerleri elde edildi. Farklı gruplar arasındaki veri ortalamalarının karşılaştırılmasında Mann Whitney-U testi kullanıldı. P<0.05 değerleri istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: Toplam değerlendirme 6 hasta üzerinden yapıldı. Hastalara randomize olarak çinko sülfat (n=5) (%57) ve amifostin flakon (n=) (%4) verildi. Çalışmaya alınan hastaların 8 i erkek, 8 i kadındı. Hastaların medyan yaşı 49.8 (7-75) idi. Çalışmaya dahil edilen tüm hastalar arasında hastalık bölgelerine göre en sık 0 hasta ile nazofarinks (%8.4) bölgesi yerleşimli hastalar bulunmaktaydı. Bunu surasıyla larinks,dil, dudak, boyun, damak, tiroid, tükürük bezi ve tonsil yerleşimli hastalar takip etmekteydi. Tüm hastalara toplam kez tükürük bezi sintigrafisi çekildi, ancak sintigrafilerin değerlendirilmesinde hastadan veri elde edilemedi. Bu nedenle tükürük miktarı ölçümü 6 hastada yapılırken sintigrafik olarak hasta değerlendirildi. Sonuç: İstatistiksel olarak çinko ve amifostin grubundaki hastaların UR ve %EF değerlerinde tüm tükürük bezlerine ait verilerde iki grup arasında anlamlı bir fark bulunmadı (p> 0.05). Her iki destek tedavinin maliyet ve etkinlik yönünden karşılaştırıldığında etkinlikte anlamlı fark olmaması ancak maliyet yönüyle arada çok fazla fark olması nedeniyle RT ye bağlı gelişebilen kserostominin önlenmesinde çinko sülfatın amifostine alternatif olarak rutin kullanıma girmesi düşünülebilir. Bu sonuçlara dayanarak, yaptığımız çalışma daha çok hasta sayısı ve kontrol gruplarıyla desteklenmeli ve kserostominin, oral mukozitin ve diğer toksik etkilerin önlenmesinde çinko kullanımının amifostine alternatif olarak rutin kullanıma konulması desteklenmelidir. Bulgular: Medyan izlem 7 (5-) aydı. Medyan toplam primer tümör-tümör yatağı / supra dozları 6400 (5400-7000) ve 5000 (4000-5000) cgy di. Sağ ve sol brakial pleksusun maksimum ve minimum dozları sırasıyla 677/6659 ve 49/64 cgy di. Sadece, 7000 cgy uygulanan hastada BP maksimum dozları, RTOG-067 de önerilen eşik dozu (6600 cgy) aşmıştı. Erken klinik dönemde RT sekonder BPP gözlenmedi. BP maksimum dozu, eşik dozun altındaki hastadan şüpheli yakınması olan hastanın EMG bulguları normal bulundu. Tartışma: BPP için önerilen tolerans dozu; RTOG 045, 05 ve 04 çalışmalarında 60 Gy iken RTOG 065 ve 067 çalışmalarında 66 Gy dir. RT sekonder brakial pleksopati (BPP) sıklıkla geç yan etki olmakla birlikte literatürde BPP gelişimine kadar geçen süre RT sonrası ay ile 4 yıl arasında değişmektedir. Sonuç: Çalışmada hasta dışında BP dozları maksimum 6600, medyan 5600 cgy altında olup akut dönemde BPP düşündürecek klinik yakınma ve bulgu saptanmamıştır. Bu pilot çalışma kısıtlı hasta sayısına karşın, literatür ve atlas önerileri kullanarak nöroradyoloji uzmanı eşliğinde BP konturlamasının yapılması, erken dönem için anket formu oluşturulması, özellikle baş boyun kanseri RT sinde erken dönem BPP ile ilgili çalışmaların literatürde kısıtlı olmasına değinmesi nedeniyle esin verici bir çalışma olabilir. Şekil. Hasta, tedavi özellikleri ve BP dozları BAŞ BOYUN KANSERLERİ Tablo. Tüm Tükürük Bezlerine ait UR ve %EF Değerlerindeki Değişim Sonuçları Ref No: P-88 LOKAL İLERİ EVRE BAŞ BOYUN KANSERİ RADYOTERAPİSİNDE (RT) BRAKİAL PLEKSUS (BP) DOZLARI-ERKEN PLEKSOPATİ İLİŞKİSİNİN KLİNİK VE DOZİMETRİK DEĞERLENDİRİLMESİ: PİLOT ÇALIŞMA Evrim Bayman, Durmuş Etiz, Suzan Şaylısoy, Melek Yakar Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi (ESOGÜTF) Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi (ESOGÜTF) Radyoloji Anabilim Dalı Amaç: Üç Boyutlu Konformal RT uygulanan nonmetastatik lokal ileri evre baş boyun kanserli hastalarda BP dozları-erken pleksopati ilişkisinin dozimetrik ve klinik değerlendirilmesidir. Hastalar ve Yöntem: RT öncesi nörolojik yakınma ve bulgusu olmayan, farklı tümör yerleşimli 4 olgu değerlendirildi (Şekil ). Medyan yaş 59 (4-76), erkek/kadın oranı (%86)/(%4) olup evre III/IV hastalık ve uygulanan adjuvan/radikal RT oranları 5(%6)/ 9(%64) du. Bireysel maske ve omuz retraktörüyle supin pozisyonda BKRT planlandı. BT kesitleri nöroradyoloji uzmanıyla birlikte ICRU 6 tümör ve riskli organ tanımlarına göre; RTOG önerileri ve rehber atlaslar eşliğinde konturlandı (Şekil ). RT öncesi ve medyan ay sonrasında brakial pleksopati (BPP), hazırlanan bir anketle sorgulandı (Tablo-I), ayrıntılı nörolojik muayene yapıldı, şüpheli yakınması olanlar EMG ile değerlendirildi. Şekil. BT kesitinde brakial pleksus hacimlerinin gösterilmesi RT planlama amaçlı BT kesitlerinde brakial pleksus hacimleri Nöroradyoloji uzmanı eşliğinde işaretlenmiştir. Susesi Otel, Antalya 5

BAŞ BOYUN KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Tablo. RT sekonder erken BPP değerlendirme anket formu A)RT sonrası erken dönem nörolojik semptom/yakınma sorgulama (Her iki üst ekstremite için ayrı ayrı işaretlenecek; lokalizasyon belirtilecektir.) I-Ağrı durumu: (0) yok () biraz () orta () şiddetli II-Uyuşukluk durumu: (0) yok () biraz () orta () şiddetli III-Hareket kısıtlılığı durumu: (0) yok () biraz () orta () şiddetli IV-Analjezik gereksinim durumu: (0) yok () biraz () orta () şiddetli V-Günlük aktiviteyi engelleyen yakınma varlığı: (0) yok () biraz () orta () şiddetli VI-Yakınma süresi: (0) yok () biraz () orta () şiddetli B)RT sonrası erken dönem nörolojik fizik muayene (Her iki üst ekstremite için ayrı ayrı işaretlenecek; lokalizasyon belirtilecektir.) I-Aktif hareket disfonksiyonu: (0) yok () biraz () orta () şiddetli II-Pasif hareket disfonksiyonu: (0) yok () biraz () orta () şiddetli III-Sinir traktlarının palpasyonu ile hiperaljezi: (0) yok () biraz () orta () şiddetli IV-İlişkili kutanöz doku palpasyonu ile hiperaljezi: (0) yok () biraz () orta () şiddetli V-Patolojik anatomik görünüm varlığı: (0) yok () biraz () orta () şiddetli VI-Hiperestezi varlığı: (0) yok () biraz () orta () şiddetli RT sekonder erken BPP değerlendirmek üzere, rutin sorgulamada kullanılan sorular ışığında bir pleksopati anket formu hazırlanarak kullanılmıştır. Ref No: P-89 İLERİ EVRE LARİNKS VE HİPOFARİNKS KANSERLİ OLGULARDA ORGAN KORUYUCU TEDAVİ SONUÇLARIMIZ Melis Gültekin, Sezin Yüce Sarı, Gökhan Özyiğit, Şefik Hoşal, Bülent Sözeri, İbrahim Güllü, Emre Koca 4, Fatih Gümüş 4, Deniz Yüce 5, Murat Gürkaynak, Mustafa Cengiz Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara 4 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi 5 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Prevantif Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Amaç: Anabilim dalımızda organ koruyucu tedavi yaklaşımı uygulanan ileri evre larinks ve hipofarinks kanserli olguların tedavi sonuçları değerlendirilmiştir. Gereç-Yöntem: Şubat 994-Mart 0 tarihleri arasında küratif radyoterapi (RT) veya kemoradyoterapi (KRT) uygulanan 4 (%75) larinks ve 47 (%5) hipofarinks kanserli toplam 89 hasta retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Ortanca yaşı 56 yıl (8-8 yıl) olan olguların 66 sı (%88) erkek ve ü (%) kadın dır. Olguların en sık başvuru şikayeti ses kısıklığıdır (%68). Olguların 79 u (%4) evre III, 99 u (%5) evre IVa ve i (%6) evre IVb hastalık ile başvurmuştur. Yirmi altı (%4) olguya yalnız RT, 5 (%7) olguya kemoradyoterapi (KRT), 4 (%) olguya indüksiyon kemoterapisi (KT) sonrası yalnız RT ve 70 (%7) olguya indüksiyon KT si sonrası KRT uygulanmıştır. RT dozu ortanca Gy (,8-, Gy) fraksiyon dozunda toplam 70 Gy dir (64-8,6 Gy). Ortanca tedavi süresi 50 gündür (8-84 gün). Adjuvan KT olguların 0 una (%6) uygulanmıştır. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Bulgular: Ortanca izlem süresi 0 ay dır (-09 ay). İki ve 5 yıllık genel sağkalım (GS) ve hastalıksız sağkalım (HS) oranları sırasıyla larinks kanserli olgularda %7, %5 ve %7, %60, hipofarinks kanserli olgularda ise %40, %7 ve %47, %6 dır (p<0.00). Son kontrolde olguların 69 u (%6) hastalıksız, 5 i (%) lokal rekürrens, si (%) metastatik hastalık ve i (%) ikinci primer kanser ile hayattadır. Altmış yedi olgu hastalık (%5), olgu (%) komplikasyon, 6 (%) olgu ikinci primer kanser ve 7 (%4) olgu diğer nedenlerle kaybedilmiştir. Son durum bilgisi nüfus müdürlüğünden elde edilen 9 (%5) olgunun ise ölüm nedeni bilinmemektedir. İki ve 5 yıllık GS oranları sırasıyla sadece RT kolunda %6 ve %40, KRT kolunda %59 ve %46, indüksiyon KT+RT kolunda %60 ve %4, indüksiyon KT+KRT kolunda %7 ve %46 dır (p=0.4). Eş zamanlı tedavi vs. indüksiyon tedavisi, KT (+) vs (-) ve taksanlı KT şeması vs. taksan dışı KT şeması karşılaştırıldığında GS açısından gruplar arasında fark saptanmamıştır (p=0.0, p=0.40 ve p=0.9). Evrelere göre ortanca GS sırasıyla evre III, IVa ve IVb olgularda 87, 0 ve 7 ay dır (p=0.0). Tedavi sırasında olguların % inde grad I dermatit, % inde grad II dermatit, %9 unda grad III dermatit, %7 sinde grad I disfaji, % ünde grad II disfaji ve %9 unda grad III disfaji gelişmiştir. On iki (%6) olguda geç komplikasyon görülmüştür (özefagus stenozu-4, radyasyon nekrozu-, trakeoözefageal fistül-, faringokütanöz fistül- ve akciğer fibrozisi-). On beş (%8) olguda ise ikinci primer kanser gelişmiştir. Sonuç: Organ koruyucu tedavi yaklaşımı uygulanan ileri evre larinks ve hipofarinks kanserli olgularda tedavi sonuçlarımız literatürle uyumlu bulunmuştur. Bu seride indüksiyon tedavisi ile eş zamanlı kemoradyoterapi arasında bir fark saptanamamıştır. Ref No: P-90 PRİMER RADYOTERAPİ UYGULANAN SKUAMÖZ HÜCRELİ BAŞ-BOYUN KARSİNOMLU VAKALARDA OSTEOPONTİN, EGFR VE VEGF İN PROGNOSTİK ÖNEMİ Durmuş Etiz, Fulya Ataizi, Evrim Bayman, Melek Coşar Yakar, Mustafa Açıkalın, Funda Canaz, Ertuğrul Çolak Eskişehir Osmangazi Üni. Tıp Fk. Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı Eskişehir Osmangazi Üni. Tıp Fk. Patoloji Bilim Dalı Eskişehir Osmangazi Üni. Tıp Fk. Biyoistatistik Bilim Dalı Amaç: Baş boyun kanserlerindeki (BBK) güncel tedavi yaklaşımlarındaki gelişmelere rağmen tedaviye yanıt oranları hala düşük olup tedaviye direnç ve nüks büyük problem oluşturmaktadır. Tümör davranışını öngörebilmek üzere prognostik faktörlerin belirlenmesine ihtiyaç vardır. Bu çalışmada küratif radyoterapi (RT) uygulanan BBK li hastalarda Osteopontin (OPN), Epidermal growth factor receptor (EGFR) ve vascular endothelial growth factor (VEGF) ün olası prognostik etkilerinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Eskişehir Osmangazi Üniversitesi (ESOGÜ) Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı nda Ocak 006-Kasım 00 tarihleri arasında tedavi edilen 50 skuamöz hücreli BBK vakası retrospektif incelenmiştir. Parafin tümör bloklarında immünhistokimya yöntem ile boyanma skorlamaları saptanmıştır. OPN, EGFR ve VEGF in lokal ve \veya lokorejyonel kontrol, metastazsız ve genel sağkalım üzerinde prognostik etkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır. İstatistik incelemelerde ki-kare testi, log-rank testi ve sağkalım analizlerinde Kaplan-Meier testi kullanılmıştır. Bulgular: Vakalar medyan 8.5 ay (8-7) takip edilmiştir. Otuz altı vaka (%7) larenks ca dır. Yirmi yedi vaka (%54) T, 6 vaka (%4) T4 ve 0 vakada (%60) lenf nod tutulumu vardır. Medyan 70 Gy (64-70) RT uygulanmıştır. Otuz yedi vakaya (%74) eş zamanlı sisplatin verilmiştir. Takip dönemi içinde 4 vaka eksitus olmuştur. OPN (-) olan vakalarda ortalama lokal nüks (LN) süresi 5.8 ay (SE.9) iken OPN (+) olan vakalarda 9. ay (SE 4.7) saptanmış- 6 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER tır (p=0.047). OPN negatif olan vakanın birinde LN gelişirken OPN boyanması gösteren 8 vakanın 5 inde LN gelişmiştir. OPN (+) liği lokal nüks riskini 5.9 kat arttırmaktadır. EGFR (p=0.4) ve VEGF nin (p=0.67) lokal nüks üzerine etkisi saptanmamıştır. Bölgesel nüks, metastazsız ve genel sağkalım üzerine incelenen üç etmenin etkisi bulunmamıştır. Sonuç: Primer RT uygulanan BBK li hastalarda OPN (+) grupta daha yüksek oranda lokal nüks gelişmektedir. kadınlarda operasyon seçeneğinin daha az tercih edilmiş olması ise daha detaylı biçimde diğer bir araştırmamızda irdelenmiştir. BAŞ BOYUN KANSERLERİ Ref No: P-9 CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ RADYASYON ONKOLOJİSİ ANABİLİM DALI NDA BAŞ-BOYUN KANSERLİ OLGULARIN REFERANS ÖZELLİKLERİNİN YILLARA GÖRE İRDELENMESİ Olgun Eliçin, Esengül Koçak Uzel, Nuri Kaydıhan, Halil Cumhur Yıldırım, Sedat Turkan, Ömer Uzel Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, İstanbul Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, İstanbul Amaç: Kliniğimize 989 0 yılları arasında baş-boyun bölgesi kanseri ve primeri belirsiz baş-boyun metastazı tanısıyla başvuran hastaların demografik değerlendirmesi Gereç ve Yöntemler: Kliniğimize başvuran 650 hasta; yaş, cinsiyet, tanı tarihi, hastalık, yerleşim bölgesi, histopatoloji, grade ve operasyon tercihi açısından retrospektif olarak incelenmiştir. Parametrelerin dağılım istatistiklerine ek olarak, iki değişkenli (lojistik regresyon analizi, Fisher kesin ve Pearson ın ki-kare) testler uygulanmıştır. Bulgular: Yıllara göre olguların dağılımı Şekil deki gibidir. Olguların 56 sı (%9.5) kadın olup, tüm olguların ortanca yaşı 56 (aralık: 4-96), kadınlarda 54, erkeklerde ise 56 dır. Nazofarenks harici olguların (n=0) %67 si post-operatif başvurudur. Tümörlerin %45. i larenks, %6. si nazofarenks, %5.4 ü oral kavite-dudak, %5.7 si orofarenks, %5.5 i paranazal sinüz-nazal kavite, %4.6 sı hipofarenks, %.8 i majör tükürük bezi, %. i orbital bölge, %0. ü kulak yerleşimli olup, primeri bilinmeyen baş-boyun metastazları %. oranındadır. Tüm olguların %74 ü yassı hücreli histolojiye sahiptir. Nazofarenks harici olgularda %87.4 yassı hücreli, %.5 adenoid kistik, %.8 adenokarsinom, %. mukoepidermoid karsinom, %0.8 sarkom, %0.5 nöroendokrin tümör, %.6 mikst tip ve %.7 indiferansiye/sınıflandırılamayan karsinom; nazofarenks kanserli olgularda %88 non-keratinize, %5.4 keratinize, %0.07 (n=) adenoid kistik, %0.07 sarkom, olguda nöroendokrin, %.9 mikst/diğer, 4 olguda indiferansiye/sınıflandırılamayan karsinom tespit edilmiştir. Patolojik grade leri %4. iyi, %40.6 orta ve %5. kötü olarak dağılmıştır. 989 dan günümüze nazofarenks kanserli olguların sıklığında anlamlı artış, orofarenks ve hipofarenks kanserli olguların sıklığında anlamlı düşüş izlenmiştir (p<0.05). İlerleyen yaş ile nazofarenks, hipofarenks ve majör tükürük bezi kanseri sıklığında artış, oral kavite, orofarenks ve larenks kanseri sıklığında düşüş saptanmıştır (p<0.0). Larenks kanserli olgularda kadınlar daha az opere edilmiştir (E:%7.9, K:%60.7, p<0.05). Erkek olgularda patolojik grade daha yüksektir (p<0.0). Erkeklerde larenks, kadınlarda nazofarenks, paranazal sinüs-nazal kavite, oral kavite, hipofarenks ve majör tükürük bezi kanserleri daha sık görülmüştür (p<0.000). Tartışma ve Sonuç: Baş-boyun kanserlerin histopatolojik tipi, grade i ve yerleşim bölgesi; yaş ve cinsiyete göre değişkenlik göstermektedir. Kliniğimize başvuran nazofarenks kanserli hastaların oranı, son yirmi yılda radyoterapi endikasyonunda bir değişiklik olmamasına rağmen artış göstermiştir. Orofarenks ve hipofarenks kanserlerinin sıklığındaki değişiklik; sigara kullanımındaki düşüş ve viral etkene maruziyetteki değişime bağlanabilse de, bu etkenleri ayrıca incelemeden net yorum yapmak mümkün değildir. Larenks kanserli Şekil. Başvuruların yıllara göre dağılımı Ref No: P-9 İLERİ EVRE NAZOFARENKS KARSİNOMLU HASTALARDA SERUM M0 VE M65 KONSANTRASYONLARI Fatma Şen, İbrahim Yıldız, Hatice Odabaş, Leyla Kılıç, Ahmet Karadeniz, Sezai Vatansever, Murat Güveli, Murat Serilmez, Derya Duranyıldız, Sevil Bavbek, Mert Başaran İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Epitelyal orijinli kanserler sitokeratin 8 inde (CK8) içinde olduğu intrasellüler sitokeratin havuzlarına sahiptirler. Nekrotik ve apopitotik hücre ölümü sırasında CK8 ve diğer sitokeratinler dolaşıma salınır ve kanda rölatif olarak stabil kalırlar. M0 ve M65 ise CK8 in kaspaz tarafından parçanması sonucu ortaya çıkan major moleküllerdendir. Serum M0 ve M65 düzeylerinin çeşitli malignitelerde prognostik ve prediktif değere sahip olduğu bildirilmiştir. Literatürde bir çalışma baş boyun kanserli hastalarda M0 ve M65 konsantrasyonlarını değerlendirmiş ve aynı çalışmada sadece 0 tane nazofarenks kanserli hasta incelenmiştir. Biz bu çalışmada daha fazla sayıda sadece nazofarenks kanseri olan hasta grubu ile kontroller arasında serum M0 ve M65 düzeylerini kıyaslamayı ve nazofarenks karsinomlu hastalarda serum M0 ve M65 düzeylerinin prognostik önemini inecelemeyi amaçladık. Metotlar: Çalışmaya İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü ne başvuran tane (K/E:6/6) yeni tanı almış nazofarenks kanserli hasta ve benzer yaşta ve cinsiyette sağlıklı kişi control grubu olarak alınmıştır. Serum M0 ve M65 konsantrasyonları kantitatif ELİSA ile bakılmıştır. Medyan serum M0 ve M65 düzeyleri hastalar ve sağlıklı grup arasında Mann-Whitney U-test ile kıyaslanmış, progresyonsuz sağ kalım ile serum marker düzeyleri arasındaki ilişki receiver operating characteristic (ROC) analizi kullanılarak incelenmiştir. Bulgular: Medyan serum M0 (8.5 U/L vs. 45.5 U/L, p<0.00) ve M65 (84. U/L vs 79. U/L, p<0.00) konsantrasyonları ileri evre nazofarenks kanserli hastalarda kontrollere gore yüksek bulunmuştur. Ancak hastalarda serum M0 ve M65 düzeyleri progresyonsuz sağ kalımı predikte edememiştir. Ayrıca serum M0 ve M65 düzeylerinin klinikodemografik değişkenler ile istatiksel olarak anlamlı bir ilişkisi gösterilemiştir. Sonuç: Serum M0 ve M65 konsantrasyonları tanısal bir marker olarak kullanılabilir. Ancak prognostik ve prediktif değeri, prospektif fazla hasta sayısına sahip erken evre hastalarıda içeren uzun takip süreli çalışmalar ile değerlendirilmelidir. Susesi Otel, Antalya 7

BAŞ BOYUN KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-9 LOKAL İLERİ BAŞ BOYUN KANSERİ OLGULARDA EGFR, CK9, CK0 VE SURVİVİN İN RADYOTERAPİ SONUÇLARINA ETKİSİ Kezban Esra Kekilli, Candan Demiröz Abakay, Lütfi Özkan, Gülçin Tezcan, Berrin Tunca, Ünal Egeli, Özlem Saraydaroğlu Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi,Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi,Tıbbi Biyoloji Ana Bilim Dalı, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi,Patoloji Ana Bilim Dalı Amaç: Lokal ileri evre baş boyun kanseritanısıylaradyoterapi uygulanan olgularda EGFR, CK9, CK0 ve survivin gen ekspresyonlarının lokal kontrol ve sağkalım ile ilişkisini irdelemek. Materyal-Metod: Ağustos 00-Aralık 0 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Muammer Ağım Radyoterapi Merkezi ne başvuran 6 LİBBK (EIII-EIV) olgu dahil edildi.olgular, Primer yerleşim yeri olarak i tükrük bezi, i hipofarenks, si maksiler sinüs, si orofarenks, 5 i Nazofarenks,5 i Oral kavite,0 u Larenks yerleşimliydi. RT öncesi paranize edilmiş tümör ve normal doku ile birlikte RT öncesi ve sonrasında alınan periferik kanda EGFR, CK9, CK0 ve survivin gen ekspresyonları araştırıldı.tüm olguların periferik kan örneklerinden ve tümör dokularından total RNA izolasyonu gerçekleştirildi ve elde edilen RNA ların yoğunluğu 60/80 nm de kontrol edildi. Total RNA lardan cdna elde edilerek, Syber green yöntemi ile EGFR, CK9, CK0 ve survivin genlerine ait ekspresyon düzeyleri belirlendi ve veriler ΔΔCt yöntemi ile analiz edildi. EGFR, CK9, CK0 ve survivin genlerinin RT sonrası lokal kontrol ve sağkalım üzerindeki etkisi SPSS-6 istatistik programı ile değerlendirildi. Bulgular: Olguların ortanca izlem süresi 8 ay(-6) olup ortalama genel sağkalım (GS) 9 ay(0-8), hastalıksız sağkalım (HS) ise 0 ay(-4) olarak bulundu. Tek ve çok değişkenli analizde EGFR,CK9,CK0 survivin gen ekspresyonlarınınhs, GS ve lokal kontrol üzerine anlamlı etkisi gösterilemedi.pearson korelasyon analizine göre, hastalarda RT sonrasında gözlenen CK9 pozitifliği ile CK0 pozitifliği korelasyon göstermektedir (p=0,049). Buna göre, RT öncesinde tümör dokusunda ya da periferik kanında CK9, CK0 veya EGFR pozitifliği gözlenen hastalar RT alsalar dahi kanlarında CK9 ya da CK0 pozitifliği devam edebileceği düşünülmektedir. Ayrıca RT öncesi periferik kanda gözlenen Survivin ekspresyonunun RT sonrası gözlenen Survivin geni ekspresyonu ile korelasyon gösterdiği belirlenmiştir (p= 0,08). Bu nedenle RT nin Survivin gen ekspresyonu üzerinde etkisi olmadığı düşünülmektedir. Sonuç:, Periferik kanında EGFR, CK9, CK0 veya Survivin gen ekspresyonlarından birisinde pozitiflik olan LİBBK olgularının diğer olgulara göre radyoterapiden daha az yarar sağlıyor olabileceklerini öngörmekteyiz. Çalışmamızın güvenilirliğini arttırmak için daha fazla olgu sayısı ile bulgularımızın ileri protein analizleri ile desteklenmesi gerekmektedir. Ref No: P-94 BAŞ BOYUN KANSERLERİNDE RADYOTERAPİ SONRASINDA TEDAVİ ETKİNLİĞİNİN PET/BT İLE İLİŞKİLENDİRİLMESİ Esra Kekilli, Candaş Tunalı, Asuman Mirik Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Adana 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Amaç: Radyoterapi ya da radyokemoterapi ile tedavi edilmiş baş boyun kanserlerinde tedavi cevabının, tedavi öncesi ve tedavi sonrası PET/BT sonuçları kullanılarak değerlendirilmesidir. Yöntem-Gereçler: Nisan 009 ile Nisan 0 tarihleri arasında, kliniğimizde tedavi edilen larinks, oral kavite ve tükrük bezi kanserli 6 hasta prospektif olarak değerlendirildi. Bu hastaların tedaviden önce ve tedaviden ay sonra olmak üzere iki kez PET/BT görüntüleme ile elde edilen SUVmax değerleri incelenerek tedaviye yanıt değerlendirildi. Hastalık evrelemesi primer tümörden alınan biyopsilerin histopatolojik incelenmesi ve PET/BT esas alınarak AJCC (American Joint Committee on Cancer) 6. baskıya göre yapıldı. Bulgular: Çalışmaya alınan hastalar primer tümör bölgelerine göre; 6 sı larinks, 8 i oral kavite, si ise tükrük bezi kanseriydi. Hastalarımızın 6 sı evre I (%7), 5 i evre II (%4), i evre III (%0), 4 ü evre IV (%9) olarak belirlenmiştir. Hastaların evrelerine göre hastalık cevabı değerlendirildiğinde; erken evre hastaların tamamında tam cevap; ileri evre hastaların ise (%45,8) i tam cevap, 4 (%6,7) ü parsiyel cevap, 9 (%7,5) u progresif hastalık olarak bulunmuştur. Bu çalışma sonucunda hastaların performans durumu, evresi, RT (radyoterapi) öncesi SUVmax ve fark SUVmax (RT öncesi ile RT sonrası PET/BT de ölçülen SUVmax farkı) değerlerinin sağkalım analizinde etkisi istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Çalışmamızda tedavi öncesi SUVmax değerlerinin ortalaması dir, den büyük hastaların sağkalımları küçük olan hastalara göre daha kötü bulunmuştur (7, aya karşılık 8, ay). Tek değişkenli yaşam analizinde; evrenin ve tedavi öncesi SUVmax değerlerinin artması ile sağkalımın azaldığı; fark SUVmax değerlerinin azalması ile de sağkalımın azaldığı görülmüştür. Ayrıca evrenin artışıyla SUVmax ın arttığı ve SUVmax değerinin tedavi sonunda erken evre hastalarda (p=0,00), ileri evre hastalara kıyasla çok daha fazla gerilediği saptanmıştır (p<0,00). Hastaların karnofski performans skalasına göre performans durumu 80 ve üzeri olan hastalarda, 80 nin altında olan hastalara göre sağkalımların daha iyi olduğu bulunmuştur(p<0,00). Bu faktörlerin dışında yaş, cinsiyet, kemoterapi alıp almadığı, histolojik tip ve cerrahi geçirip geçirmediğinin de sağkalıma etkisi bulunmamıştır. Sonuçlar: Bu çalışmada tedavi öncesi SUVmax değeri yüksek hastaların kötü prognozlu olduğu, evre ve performans durumunun da prognoz ile ilişkili olduğu saptanmıştır. Ayrıca tedavi öncesi SUVmax ve fark SUVmax değerleri ile tedavi yanıtı arasında güçlü bir ilişkinin olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmanın sonucunda tedavi öncesi PET/BT nin tedaviye cevabı öngörmede yararlı olduğu, tedavi sonrası rezidüel tümör varlığını ya da yokluğunu belirlemede önemli bir tanısal görüntüleme metodu olduğu ve bunun yanısıra tedavi öncesi PET/BT de saptanan yüksek SUVmax değerleri olan baş boyun kanserli hastaların daha agresif tedavi yaklaşımlarına aday olabileceği görülmüştür. Ref No: P-95 FARKLI IMRT TEKNİKLERİ İLE IŞINLANAN NAZOFARENKS KARSİNOMLARINDA DOZİMETRİK SONUÇLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ Sevim Özdemir, Yasin Çoban, Mustafa Akın, Pınar Ambarcıoğlu, Songül Karaçam, Esengül Koçak Uzel, Cumhur Yıldırım, Ömer Uzel Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Amaç: Nazofarenks kanseri tanısıyla radikal radyoterapi ve/veya kemoterapi uygulanan hastaların tedavi planları incelenmiş, üç ayrı IMRT yönteminin dozimetrik sonuçları karşılaştırılmıştır. Gereç-Yöntem: Mayıs 00 ile Aralık 0 tarihleri arasında nazofarenks kanseri tanısıyla kliğimizde IMRT ile tedavi edilen 48 hastanın tedavi planı değerlendirilmiştir. Tüm hastalar için PET-CT veya MR görüntülerinin planlama CT si ile füzyonu yapılmıştır. Hedef ve kritik organlar RTOG atlası kullanılarak konturlanmıştır. Kırk olgu Eclipse versiyon 8.6 tedavi planlama sistemi kullanılarak planlanmıştır. Bu hastaların sine IMAT, 8 ine dinamik IMRT planı yapılarak Varian marka Rapid-Arc lineer hızlandırıcı cihazında tedavi edilmiştir. Sekiz hasta; Prowess Panther tedavi planlama V5.0 sisteminde step and shoot IMRT tekniği ile tedavi planı oluşturularak 8 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Elekta marka lineer hızlandırıcı cihazında tedaviye alınmıştır. IMRT 9 olguda ardışık, 9 olguda simultane integre boost (SIB) tekniği ile tüm alana uygulanmıştır. Sekansiyel boost ile elektif ışınlanan alana 50 Gy, tümör bölgesi ve tutulu lenf nodlarına ise ortanca 70 Gy (6-70 Gy) verilmiştir. SIB tekniği ile tümör ve tutulu lenf nodlarına ortanca 70 Gy (66-70Gy), yüksek risk bölgesine 60 Gy, tutulum olmayan alt boyuna da 54 Gy toplam fraksiyonda verilip hedef hacmin verilen dozun %95 ini alması sağlanmıştır. Medulla ve beyin sapı için maksimum dozlar sırasıyla 45 Gy ve 54 Gy, parotis için en az birisi Dmean <=6 Gy olacak şekilde sınırlandırılmıştır. PTV lere ait homojenite indeks (HI) ve konformite indeks (CI) değerleri ve normal doku dozları hesaplanmıştır. Her bir planlama tekniğinde elde edilen CI, HI ve monitor unit (MU) değerleri istatistiksel olarak karşılaştırılmıştır (Kruskal-Wallis Test). Bulgular: Bütün seriye ait Dmean, D98, D değerleri sırasıyla %0.±.04, %97±.7, %05.±. tür. Tüm olgular için CI ve HI sırasıyla.8 ± 0. ve.08±0.0 dir. Beyin sapı ve medulla Dmax sırasıyla 54.±. ve 44.7±.9 dur. Parotis mean dozu sağ 0±.4, sol 7.±.6 dir. Submandibular bez mean dozları sağ 5, sol 50.8 ve kohlea mean dozları sağ 4.6, sol 45.4 dir. CI değerleri; dinamik IMRT de.0±0., IMAT da.9± 0.5 ve step and shoot IMRT de,5 ± 0,6 olarak bulunmuştur. IMAT ve step and shoot IMRT de monitor unit dinamik IMRT tekniğine göre daha düşük bulunmuştur. Sonuç: Nazofarenks kanserinde kritik organlara çok yakın yerleşim nedeniyle IMRT başlıca uygulama alanı bulan bir tekniktir. Kliniğimizde kullanılan IMRT teknikleri karşılaştırıldığında MU değerleri, IMAT ve step and shoot IMRT tekniğinde benzer iken, dinamik IMRT de daha yüksek olarak bulunmuştur. CI değerinin IMAT ve dinamik IMRT tekniğinde, step and shoot IMRT ye göre dahi iyi sonuç verdiği görülmüştür. Bu sonucun lineer hızlandırıcı cihazları arasındaki lif boyutu, değişken lif, gantry ve doz hızı gibi teknik farklılıklar sebebiyle oluştuğu düşünülmektedir. Tablo. MU, CI ve HI karşılaştırması IMAT-ECLİPS Mean±StdDev IMRT-ECLİPS Mean±StdDev IMRT-ELECTA Mean±StdDev Kruskal-Wallis Testi MU 548.± 49.8 657.±674.8 45.± 4. 0.68 <0,00 CI.9± 0.5.0±0.,5 ± 0,6 7.7 0.08 HI,08 ± 0,0,08 ± 0,0,07 ± 0,0 6. 0.047 Ref No: P-96 KÜRATİF RADYOTERAPİ VEYA KEMORADYOTERAPİ UYGULANAN BAŞ BOYUN KANSERLİ HASTALARDA TEDAVİ YANITININ, NÜKS ÖZELLİKLERİNİN VE SAĞKALIMIN DEĞERLENDİRİLMESİ Hatice Halis, Görkem Aksu, Eda Yirmibeşoğlu Erkal, Binnaz Sarper, Ömer Aydın, Gürkan Keskin, Mete İşeri Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı p Amaç: Küratif radyoterapi (RT) veya kemoradyoterapi (KRT) uygulanan baş boyun kanserli (BBK) hastalar retrospektif olarak değerlendirildi. Gereç-Yöntem: 007-00 tarihleri arasında BBK tanısı ile RT veya KRT uygulanan 54 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. 9 hastaya sadece RT ve 5 hastaya KRT uygulandı. Tümör yerleşimi larenks (%74), hipofarenks (%7) ve oral kavite (%9) idi. Hastaların çoğunda (%89) evre III/IV hastalık vardı. Primer tümöre yönelik medyan RT dozu 70 Gy (64-74 Gy arası) ve lenf nodlarına yönelik medyan RT dozu 60 Gy di (50-68 Gy arası). Tedavi yanıtı RT nin tamamlanmasından ay sonra fizik muayene ve CT/MR görüntülemesi ile değerlendirildi. Genel sağkalım (GS) ve hastalıksız sağkalım (HS) değerlendirildi. Bulgular: İzlem ile 5 ay arasındaydı (medyan, 8 ay). 4 hasta RT sonrası ile 4 hafta arasında ( hastada yandaş hastalığa, hastada hastalık progresyonuna ve hastada tedaviye bağlı renal toksisiteye bağlı olarak) öldü ve, bu nedenle, istatistiksel analize dahil edilmedi. İkinci ayda 50 hastanın 6 sında lokorejyonel tam yanıt (TY), sinde kısmi yanıt (KY) ve sinde progresif hastalık (PH) saptandı. PH saptanan hastalar başka bir tedavi uygulanmasını tolere edemedi ve PH nedeni ile öldü. KY saptanan hastalardan biri kurtarma amaçlı cerrahi sonrası hastalıksız olarak hayattadır. KY saptanan hastalardan sine kurtarma amaçlı kemoterapi uygulanırken 9 una kurtarma amaçlı herhangi bir tedavi uygulanmadı ve bu hastaların tümü PH nedeni ile öldü. TY saptanan 6 hastadan ünde 9 ile 6 ay arasında (medyan, ay) lokorejyonel nüks gözlendi. Kurtarma amaçlı tedavi bu hastalardan ikisinde cerrahi ve birinde kemoterapi şeklinde uygulandı. Bu hastalardan biri hastalıksız olarak hayattayken diğer ikisi PH nedeni ile öldü. Değerlendirilebilen 50 hastadan 7 sinde 7 ile 9 ay içinde (medyan, ay) uzak metastaz saptandı. hastada kurtarma amaçlı kemoterapi uygulanırken 4 hastaya genel durum bozukluğu nedeni ile başka tedavi uygulanamadı. Bu hastalardan biri hastalığa rağmen hayatta iken 6 sı metastatik hastalığa bağlı olarak öldü. yıllık GS %5 ve yıllık HS %58 olarak hesaplandı. Sonuç: BBK li hastalarda küratif RT veya KRT, kabul edilebilir toksisite oranları ve tedavi sonuçları gözönünde bulundurulduğunda, cerrahi girişime geçerli bir alternatif oluşturmaktadır. Ref No: P-97 YART YÖNTEMİNE GÖRE OLUŞTURULAN BAŞ-BOYUN PLANLARININ EPID VERİFİKASYON SİSTEMİ İLE DOZİMETRİK DOĞRULANMASI Sema Tunç, Zenciye Kıray, Ali Altay, Candan Demiröz Abakay, Meral Kurt, Sibel Kahraman Çetintaş, Lütfi Özkan Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı,BURSA Amaç: Çalışmamızın amacı baş boyun tümörlerinin radyoterapisinde uygun doz dağılımını elde etmek için yapılan YART planlarının bilgisayarlı tedavi planlama sisteminde hesaplanan (BTPS) doz dağılımlarının, EPID (electronic portal Imaging devices) portal dozimetre kullanılarak ölçülen doz dağılımlarının karşılaştırılmasıdır. Gereç-Yöntem: YART tedavisi için 0 baş-boyun hastası planlanan target ve kritik organ volümleri belirlendikten sonra CMS XiO tedavi planlama sisteminde YART yöntemine göre ters planlama algoritması kullanılarak planları oluşturuldu. Oluşturulan YART planları ölçüm işlemi için plandaki tüm ışınların gantri açısı sıfır olacak şekilde YART kare fantomuna aktarılarak 5 cm derinlikteki doz dağılımı hesaplatıldı. YART QA planları Siemens ARTISTE LiNAK cihazına aktarıldı. Elektronik Portal Görüntüleme Cihazı (OPTIVUE 000ART EPID) Siemens ARTISTE cihazına monte edilmiş olan ve a-si detektör sistemi ile ölçümler alındı. Ölçümlerde SDD (Kaynak-Dedektör mesafesi) 0 cm olarak ayarlanmıştır. Elde edilen ham (raw) portal görüntüler cihazdan alındıktan sonra EPIDose programında DICOM RT Plan verileri kullanılarak doz haritalarına dönüştürülmüştür. Elde edilen doz haritaları TPS ile karşılaştırılmıştır. Karşılaştırmada içinde gama indeksi değerlendirilmesi kullanıldı. Bulgular: EPID ile ölçülen doz haritaları ile TPS doz haritaları yine % doz farkı (DD) ve mm doz mesafe uyumu (DTA) kriterlerinde EPIDose programı kullanılarak karşılaştırılmıştır. Elektronik Portal Görüntüleme Cihazı (EPID) ile elde edilen doz haritaları ile TPS karşılaştırmasında yapılan değerlendirme sonucu geçen noktaların yüzdesi en yüksek %98,8 ve en düşük %9,6, ortalama değer %96 ve standart sapma değeri,5 olarak bulunmuştur. BAŞ BOYUN KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 9

BAŞ BOYUN KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Şekil de EPID le elde edilen portal görüntüler görülmektedir. Şekil ise EPID le QA alınan hasta planının dozimetrik olarak EPIDose programı ile yapılan boyutlu karşılaştırma sonucu görülmektedir. Elde edilen bu değerler sonucunda BTPS elde edilen doz dağılmlarının ölçüm değerleriyle uyumlu olduğu görülmüştür. Sonuç: YART tekniği ile yapılan tedavilerde her tedavi planının hastaya uygulanmadan önce tedavi planı ölçülerek doğrulanmalıdır. Kullanılan doğrulama yöntemlerinden biride EPID portal dozimetredir. Çalışmamızın sonunda portal dozimetrinin YART tedavi planlarının kontrolünde kullanılabiliceği görülmüştür. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ İletişim Rehberinin Oluşturulma Aşamaları ve Özellikleri: İletişim rehberinin içeriğinin oluşturulmasında kulak-burun-boğaz kliniğinde çalışan birinci araştırmacının gözlemleri temel alındı. Bu gözlemler doğrultusunda ve konu ile ilgili yapılan araştırmalardan yararlanılarak hastaların en fazla yardım gereksinimlerinin olacağı konular belirlendi. Rehberde yer alan tüm şekiller araştırmacıların rehberliğinde bir grafik tasarımcısı tarafından özgün olarak oluşturuldu. Geliştirilen iletişim rehberi için beş uzmandan görüş alındı ve iki parsiyel larenjektomi olan hastaya ön uygulama yapıldı. Elde edilen yeni bilgiler doğrultusunda iletişim rehberine son şekli verildi. Rehberin etkinliğine ilişkin çalışma devam etmektedir. Sonuç: Rehber, ülkemizde sözel iletişim kuramayan hastalar için geliştirilen nadir araçlardan biri olacaktır. İletişim rehberinin etkin olması durumunda larenjektomi olan hastaların iletişim kuramamaya bağlı yaşadıkları sorunlar ile daha az sıklıkta karşılaşmaları beklenmektedir. Şekil. EPID ölçüm ekranının görünümü Ref No: P-99 BAŞ BOYUN KANSERLERİNDE FDG-PET CT NİN KALINTI HASTALIĞI BELİRLEMEDE ROLÜ VE PROGNOSTİK ÖNEMİ Esengül Koçak Uzel, Özgül Ekmekçioğlu, Olgun Eliçin, Metin Halaç, Ömer Uzel şişli etfal eğitim ve araştırma hastanesi-radyasyon onkolojisi cerrahpaşa tıp fakültesi-radyasyon onkolojisi cerrahpaşa tıp fakültesi- nükleer tıp Amaç: Baş boyun kanserlerinde PET-CT nin kalıntı hastalığın tahmininde doğruluğunun irdelenmesi ve metabolik tümör yanıtının prognostik olarak değerlendirilmesi. Materyal-Metod: 009-0 yılları arasında RT(+- KT) ile tedavi edilmiş 46 skuamöz hücreli baş boyun kanserli hastaya tedavi öncesi ve tedaviden ay sonra FDG-PET CT çekilmiştir. Olguların primer tümör lokalizasyonu sırasıyla; 9 u nazofarenks, i hipofarenks, ü orofarenks, ü larenksdir. Hastaların median yaşı 50.5 y(6-84y)dir. Otuziki erkek 4 kadın hasta vardır. Olguların tedavi sonrası kontrol PET-CT çekilme süresi median,5 ay(.4-9.4ay)dır. Hasta özellikleri Tablo de özetlenmiştir. Şekil. EPIDose programı ile yapılan değerlendirme. Ref No: P-98 LARENJEKTOMİ OLAN HASTALAR İÇİN İLETİŞİM REHBERİ Melek Ertürk, Ayla Gürsoy Artvin Çoruh Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü Karadeniz Teknik Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Amaç: Larenks kanseri cilt kanserleri dışında baş - boyun bölgesinde en sık görülen kanser türüdür. Larenks kanseri olan hastalar cerrahi tedavi sonrasında ses kaybı nedeniyle önemli iletişim sorunları yaşamaktadırlar. Geçici ya da kalıcı olarak sözel iletişim kuramayan hastaların çevreleri ile iletişim kurabilmeleri için araçlara gereksinim bulunmaktadır. Bu gereksinimden yola çıkılarak larenjektomi sonrası hastaların hastanede bulundukları süre içinde iletişim kurabilmeleri için görsel bir iletişim rehberi geliştirildi. Makale bu rehberi tanıtma amacını taşımaktadır. Tablo. yaş, yıl 50.5y (6-84) cinsiyet, erkek kadın evre I II III IV histoloji skuamöz hücreli karsinom non keratinize nasofaringeal karsinom primer tümör yerleşimi nazofarenks hipofarenks orofarenks larenks Bulgular: median takip 0 aydır. Olguların %6 ünde tam metabolik yanıt gözlenmiştir, %0.86 sında şüpheli rezidüel tutulum, 6 sında ise kalıntı metabolik tutulum saptanmıştır. Duyarlılık, özgüllük, pozitif prediktif değer ve negatif prediktif değer sırasıyla %64, %96, %9, %8 olarak hesaplanmıştır. Tam yanıt elde edilen olgularda sa- 4 4 8 6 9 9 40 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER dece lokal nüks görülürken, tam yanıt olmayan olgularda lokal/ bölgesel yineleme saptanmıştır (Tablo ).Tüm olguların iki yıllık lokal ve bölgesel kontrol ve sağ kalım oranları sırasıyla %7, %8 dir. yıllık lokal ve bölgesel kontrol tam yanıt olgularda %95, tam yanıt olmayanlarda ise %4 olarak bulunmuştur. Sonuç: FDG-PET CT tedavi yanıtı değerlendirmede özellikle lokal nüks olasılığı yüksek olan olgularda değerli bir yöntem ve ayrıca iyi bir prognoz belirtecidir. Tablo. tam yanıt olmayan olguların sonuçları olgular PET CT yanıtı Tümör yerleşimi nüks nüks yeri takip(ay) hasta şüpeli nazofarenks yok - 0. hasta şüpeli hipofarenks var lokal 9. hasta şüpeli hipofarenks yok - 5.6 hasta 4 şüpeli orofarenks var bölgesel 4.8 hasta 5 şüpeli larenks var lokal 6. hasta 6 pozitif nazofarenks yok -.5 hasta 7 pozitif nazofarenks var lokal/bölgesel 9.5 hasta 8 pozitif nazofarenks yok - 9. hasta 9 pozitif nazofarenks yok - 4. hasta 0 pozitif hipofarenks var lokal. hasta pozitif hipofarenks yok - 8 hasta pozitif hipofarenks var lokal 4 hasta pozitif hipofarenks var lokal/bölgesel. hasta 4 pozitif hipofarenks var lokal 8.9 hasta 5 pozitif hipofarenks var lokal 5.4 hasta 6 pozitif orofarenks var lokal/bölgesel 5 hasta 7 pozitif hipofarenks var bölgesel.9 Çalışmamıza dahil ettiğimiz 7 olgunun ortalama izlem süresi 4.5 (-) aydır. TNM evrelemesinde PET/BT bulguları BT bulgularıyla kıyaslandığında PET/BT nin 7 olgunun 8 inde evreyi değiştirmediği, 5 inde evreyi azalttığı ve 4 ünde evreyi arttırdığı saptandı. PET/BT incelemesinin olguların yaklaşık yarısında evreyi değiştirdiğini gözlemledik. Yapılan volüm çizimleri sonucunda özetle 7 olgunun sinde (%86,5) GTV BT-Total hacmi GTV PET-BT Total hacmine göre büyük iken 5 olguda GTV PET-BT Total, GTV BT-Total hacminden daha büyüktü. Çalışmada GTV hacminin alt grupları GTV ve GTVLN hacimleri üzerinden de karşılaştırmalı değerlendirme yapılmıştır. GTV PET-BT hacmi GTVBT hacminden 7 olgunun ünde büyük, 4 ünde küçük saptandı. GTVLN-PET- BT hacmi GTVLN-BT hacminden 7 olgunun 0 sinde(%54) büyük, sinde(%,5) küçük saptandı. 5 olguda her iki görüntüleme yöntemince de patolojik lenf nodu saptanmadı. Sonuç: Çalışmamızda baş-boyun kanserli olgularda PET/BT nin gerek tedavi öncesi evrelemede gerekse radyoterapi hedef volümlerinde önemli ölçüde değişikliğe yol açabileceği göstermiş olup bu olgularda tedavi öncesi PET/BT ile değerlendirmenin yararlı olabileceğini saptadık. Ref No: P-40 ÇENE OSTEOSARKOMLU 4 HASTANIN ANALİZİ Ayşe Durnalı, Füsun Ardıç Yükrük, Asiye Uğraş, Tülay Akman 4, Ayşe Demirci, Mesut Şeker 5, Öznur Bal, Mevlüde İnanç 6, Havva Yeşil Çınkır, Tahsin Özatlı, Berna Öksüzoğlu, Necati Alkış Dr. A.Y. Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği Dr. A.Y. Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği Gazi Üniveritesi Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı Anabilim Dalı 4 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı 5 Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği 6 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı BAŞ BOYUN KANSERLERİ Ref No: P-400 DEFİNİTİF RADYOTERAPİ UYGULANAN BAŞ-BOYUN KANSERLİ OLGULARDA PET-BT NİN EVRE VE HEDEF VOLÜM DEĞİŞİKLİKLERİNE ETKİSİ Sonay Arslan, Ali Altay, Candan Demiröz Abakay, Tayyar Akpınar, Feyza Şen, Lütfi Özkan Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Bilim Dalı, Bursa Amaç: PET-BT nin, definitif radyoterapi uygulanan baş-boyun kanserli olgularda, evreleme ve radyoterapi planlama aşamasında hedef volümlerin belirlenmesindeki katkısını değerlendirmek. Gereç & Yöntemler Ocak 008 ve Mayıs 009 tarihleri arasında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı nda baş-boyun kanseri tanısı ile definitif radyoterapi uygulanan ve planlama öncesi PET/BT görüntülemesi yapılan 7 olgu, PET/BT nin radyoterapi planlamasındaki rolünü belirlemek üzere, irdelendi. Olguların si erkek ve 5 i kadın olup median yaş 57 (Sınırlar -84) idi. Olguların primer tümör bölgesi sinde Nazofarenks, 7 sinde Orofarenks, 5 inde Hipofarenks ve 9 unda Larenks idi. Histopatolojik değerlendirme sonucunda olguda skuamöz hücreli ve 0 olguda da non-keratinize undiferansiye karsinom raporlanmıştı. Olguların AJCC tarafından önerilen TNM sınıflandırmasına göre BT ve PET/ BT ile ayrı ayrı evrelendirildi ve evre değişimleri incelendi. Ardından BT ve PET/BT den yararlanılarak çizilen GTV ler, ICRU-6 ye göre gross olarak gözle görülebilen bölge olarak konturlandı. GTV hacimleri yalnızca BT bilgisiden yararlanılarak çizilen ile PET in verdiği fonksiyonel bilgi doğrultusunda belirlenen volümlerle karşılaştırılması SSPS programında Wilcoxon Signed rank-test kullanılmıştır. Bulgular Amaç: Baş boyun bölgesindeki osteosarkomlar, bu bölge tümörlerinin % inden azını oluşturur ve çoğu mandibula veya maksilla yerleşimlidir. Küçük hasta gruplarında yapılan çalışmalarda 5 yıllık genel sağkalım (GS) %7-%84 arasında değişmektedir. Bu çalışmada çene osteosarkomlu hastaların klinikopatolojik özelliklerini, klinik seyrini ve sağkalımı etkileyen faktörleri araştırmayı amaçladık. Gereç-Yöntem: Ağustos 997 ve Ağustos 0 tarihleri arasında tanı almış yüksek gradlı çene osteosarkomlu 4 yetişkin hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Bulgular: Hastaların yaşları arasında 7-5 yıl (median 7.5 yıl) ve cinsiyet dağılımı 7 erkek ve 7 kadın hasta (:) idi. Hastaların sinde daha önce baş boyun bölgesine radyoterapi uygulanmıştı ( inde retinoblastom, diğerinde maksillada dev hücreli tümör nedeniyle). Tümör 7 hastada maksilla, 7 hastada mandibula yerleşimliydi. Histopatolojik alt tipi kaydedilmiş olan hastadan 5 i (%45,5) kondroblaastik, 4 ü (%6.) osteoblastik ve si fibroblastik idi. Tümör boyutu 4-0cm (ortalama 6,7cm) idi. Hastaların hiçbirinde tanı sırasında uzak metastaz yoktu ve sinde (%85,7) primer tümör opere edilmişti, bunların 5 in de (%4,6) tümörsüz cerrahi sınırlar sağlanamamıştı. Sadece hasta neoadjuvan kemoterapi alırken, 8 hastaya adjuvan kemoterapi verilmişti. 0 hastaya primer tümör bölgesine radyoterapi uygulanmıştı. Takip süresi tüm hastalar için 7-85 ay arasında (median 96 ay) idi. Takipte 9 hastada (%64,) rekürrens gelişti, bunlardan 6 sında lokal nüks, sinde akciğer metastazı mevcuttu. Rekürrens gelişen hastaların 4 üne cerrahi rezeksiyon yapıldı, 8 hastaya kemoterapi uygulandı. Son durum değerlendirmesinde hastaların 7 si yaşamaktadır. Median relapssız sağkalım (RFS) 9,5 ay (4-78 ay), median GS 46,5 ay (9-78 ay) idi., 5, ve 0 yıllık RFS sırasıyla %4,9, %8,6 ve %,4;, 5 ve 0 yıllık GS ise sırasıyla %7,4, %5,7 ve %,4 idi. Parametrik olmayan korelasyon analizinde serum alkalen fosfataz düzeyi yüksek olan grupta ve rekürrens ge- Susesi Otel, Antalya 4

BAŞ BOYUN KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER lişen grupta sağkalımda anlamlı azalma mevcuttu (sırasıyla p=0,05 ve p=0,00). Sonuç: Çene osteosarkomları nadir görülen agresif seyirli tümörlerdir. Bçlgenin anatomik durumu nedeniyle yeterli cerrahi rezeksiyon çoğu zaman mümkün olamamaktadır. Tümör pozitif cerrahi sınırlı hastalarda adjuvan radyoterapi önerilmektedir. Adjuvan kemoterapi çoğu hastada düşünülmelidir. Bizim çalışmamızda multimodalite tedavilerle %5,7 oranında 5 yıllık GS sağlandı. Ref No: P-40 BAŞ-BOYUN RADYOTERAPİSİNDE HELİKAL TOMOTERAPİ VE LİNEER AKSELERATÖR TABANLI IMRT TEDAVİ PLANLARININ KARŞILAŞTIRILMASI Timur Koca, Sibel Karaca, Yasemin Örs, İlhami Ünal, Ayşen Aydın, Duygu Sezen, Hamit Başaran Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği Giriş: Radyoterapide, Yoğunluk Ayarlı Radyoterapi Tekniği (IMRT) önemli yer tutmaktadır. Çalışmamızda merkezimizde Hi-art Tomoterapi cihazı ile tedavi edilmiş, 5 baş boyun hastasının lineer akseleratör tabanlı IMRT tedavi planı oluşturularak elde edilen plan sonuçları, planlama hedef volüm (PTV) doz homojenitesi ve kritik organ doz değerleri karşılaştırılmıştır. Gereç-Yöntem: Çalışmada baş boyun radyoterapisi alan 5 hastanın dozimetrik bulguları karşılaştırılmıştır. İlk hasta; skuamöz hücreli nazofarenks karsinomu, ikincisi; maksilla mukoepidermoid karsinomu, üçüncüsü; maksilla adenoid kistik karsinomu, dördüncü ve beşinci hastalar; sert damak skuamöz hücreli karsinomu tanılarına sahiptir. Bütün hastalar Siemens marka, Somaton model tomografi (CT) cihazı ile mm slice kalınlığında taranarak simüle edilmiştir. Her hasta için hedef volüm ve kritik organların çizimi Tomocon Workstation ile yapılmıştır. Hastaların tomoterapi planları, Hi-art Helical Tomotherapy (TomoTherapy, Medison,WI) cihazına ait olan tedavi planlama sisteminde, image guide IMRT tekniği ile yapılmıştır. Tomoterapi optimizasyonunda,5 cm alan genişliği, 0, pitch değeri ve nominal modülasyon faktör değeri,5 olarak seçilmiştir. Hastaların lineer akseleratör (Linak) tabanlı IMRT planları, Elekta marka, Synergy model 6 MV foton enerji dataları yüklenmiş CMS, XIO tedavi planlama sistemi ile yapılmıştır. Her hasta için 7 alanlı tedavi planı oluşturulmuştur. İki planlama tekniği karşılaştırılırken PTV için homojenlik göstergesine (homogenity index) bakılmıştır. Homojenite indeksi, HI=D05/ D95 bağıntısıyla hesaplamıştır. Gözler, lensler, beyin sapı, optik sinirler, optik kiazma, spinal kord ve parotisler gibi kritik organlar için maksimum, minimum ve medyan doz değerleri değerlendirilmiştir. Değerlerin elde edilmesinde doz volüm histogramlarından (DVH) faydalanılmıştır. Bulgular: Çizelge de bütün hastalara ait PTV lerin, %95 lik hacimlerinin ve %5 lik hacimlerinin aldığı dozlar ve PTV lerin medyan doz değerleri verilmiştir. Linak tabanlı IMRT tekniğinde yapılan planlardaki HI değerleri,.-.4 aralığında kalırken, Helikal tomoterapi ile yapılan planlarda bu aralık.0 ile. arasında kalmıştır. Farklı tedavi cihazlarıyla planlanan hastaların kritik organ dozlarının medyan doz değerleri çizelge de belirtilmiştir.. ve. hastada, parotisler, beyin sapı,optik kiazma ve spinal kordta helikal tomotherapy planı belirgin farkla (%50,8) daha düşük kritik organ dozu sağlamıştır.,4,5. Hastalarda ise kritik organ dozları daha yakındır. Sonuçlar: Doz homojenite indeksleri e ne kadar yakın olursa, doz dağılımının o kadar homojen olduğu söylenebilir. Dolayısıyla homojenite indekslerine baktığımızda Helikal tomoterapi ile tedavi edilen hastaların PTV doz dağılımlarının daha homojen olduğu gözlemlenmiştir. Bütün hastaların helikal tomoterapi planları ile lineer akseleratör tabanlı IMRT plan sonuçları kıyaslandığında kritik organ dozlarının daha düşük olduğu görülmüştür. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Tablo. Farklı tedavi cihazlarıyla planlanan hastaların kritik organ dozlarının medyan doz değerleri. Hastalar Cihazlar Sağ Lens (Gy) Sol Lens (Gy) Sağ Göz (Gy) Sol Göz (Gy) Sağ Optik Sinir(Gy) Sol Optik Sinir(Gy) Optik Kiazma (Gy) Beyin Sapı (Gy) Spinal Kord (Gy) Sağ Parotis (Gy) Sol Parotis Gy). Tomoterapi.60.75.68.65 6.84 4.08 6.09 5.89 7.94 7.09.9. Linak.80.9.7.9 7.9 7.56 7.94. 6 6.47 7.7. Tomoterapi 6.75.4 5.9 0.87 5.85 8.59.07 0.7 5.95 5.6 5.5. Linak 9.6.677.99.9..9 7. 8.5 7.4 5.5 5.06. Tomoterapi 0.97.0 0.8 0.86 0.7 0.7 0.64.0 0...64. Linak 0.67.5..6.86.75.6 0.79.47.48 9.69 4. Tomoterapi 5.6.06 4.7 8.49 5.75 7.9 4 6.7 4.4 8.5 4. Linak..6 4.6 4.59 5.56 9.85 9.59. 6.7 4. 5. Tomoterapi 0.99 0.96.4.6.04.4.65 0.0.6. 5. Linak 0.7 0.76 0.77 0.9.04 0.96.008.4 0.5 4 8.74 Tablo. PTV lerin %95 lik hacimlerinin ve %5 lik hacimlerinin aldığı dozlar ve PTV lerin medyan doz değerleri. Hastalar D95(Gy) D95(Gy) D0,5(Gy) D0,5(Gy) Linak (IMRT) Tomoterapi (IMRT) Linak (IMRT) Tomoterapi (IMRT) Medyan Doz(Gy) Linak (IMRT) Medyan Doz(Gy) Tomoterapi (IMRT). 64.44 70.0 7.7 78 67.86 76.57. 60.09 66 7.75 69.69 65.6 67.09. 59.6 66 68.70 69.5 65.8 66.78 4. 54.74 69.9 7.4 7. 67. 70.7 5. 6.75 70 70.0 7.48 68.9 70. Ref No: P-40 BAŞ- BOYUN BÖLGESİNDE MUKOZAL MELANOMUN FARKLI KLİNİK ÖZELLİKLERİ VE KUTANÖZ MELANOMA BENZER SONUÇLARI Rümeysa Çiftçi, Senem Karabulut, Serkan Keskin, İbrahim Yıldız, Leyla Kılıç, Faruk Taş İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Baş- boyun bölgesinde mukozal melanom nispeten nadirdir ve kutanöz melanomdan farklı davranış özelliklerine sahiptir. Çalışmamızda baş- boyun bölgesindeki mukozal melanomların klinik özelliklerini ve kutanöz melanomdan farklarını ortaya koymayı amaçladık. Method: Baş- boyun bölgesinde mukozal melanomu olan 4 olgunun 000-00 tarihleri arasında kanser kütüğünden elde edilen tıbbi kayıtları incelendi. Bu olgular baş-boyun bölgesinde kutanöz melanomu olan 94 olgu ile karşılaştırıldı. Bulgular: Mukozal melanomlar, oral kavite (n=, %5) ve sinonazal (n=0, %49) yerleşimliydi. Median yaş 60 ve cinsiyet dağılımı eşitti. hastada (%78) lokalize hastalık (evre I), 4 hastada (%0) rejiyonel lenf nodu metastazı (evre II), 5 hastada (%) uzak metastaz mevcuttu. ve 5 yıllık genel sağkalım oranları sırasıyla %8 ve %58 idi. Sinonazal tutulumda ve 5 yıllık sağkalım oranları sırasıyla %84 ve %64; oral kavite tutulumunda sırasıyla %79 ve %5 idi (p=0.67). İlerlemiş hastalık prognoz üzerinde önemli etkiye sahipti (p= 0.0). Mukozal melanomu olan hastalar kutanöz melanomu olanlardan daha yaşlıydı (median yaş 60 vs 54; p=0.008). İlk başvuruda lokalize hastalık oranı mukozal melanomda daha fazlaydı (%78 vs %65; p=0.06). Genel sağkalım oranları mukozal ve kutanöz melanomlu hastalarda benzerdi (p=0.5). 4 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Sonuç: Primer odağa göre baş- boyun bölgesinde melanomun klinik prezentasyonu ve prognozu farklılık gösterir. Tanı ve tedavi aşamasında bu farklılıklar dikkate alınmalıdır. Ref No: P-404 LOKAL NÜKSEDEN NAZOFARENKS KANSERİNDE FRAKSİYONE STEREOTAKTİK RADYOTERAPİ İLE REİRRİDASYON Ayşen Dizman, Mehtap Coşkun, Yıldız Yükselen Güney, Ela Delikgöz Soykut, Ebru Karakaya, Gökçe Kaan Olcay Dr. Abdurrahman Yurtaslan Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Amaç: Lokal olarak nükseden nazofarenks kanseri tanılı hastalarda uygulanan fraksiyone stereotaktik radyoterapiye (FSRT) ait toksisite ve tedavi sonuçlarını sunmayı amaçladık. Gereç-Yöntem: Nisan 009 Haziran 0 tarihleri arasında 6 sı erkek, 8 i kadın olmak üzere 4 hastaya Ankara Onkoloji Hastanesi nde FSRT uygulandı. Medyan tedavi yaşı 5 tü (aralık, 0-70). En sık histopatolojik alt tip undifferansiye karsinomdu (WHO Tip ). İlk uygulanan radyoterapi dozu bir hasta hariç tümünde 70 Gy di. İlk radyoterapi ile FSRT arası geçen süre medyan (aralık, -97) aydı. Nüks paternine bakıldığında; 0 (%75) hastada lokal, (%8) hastada bölgesel, (%7) hastada hem lokal hem de uzak yayılım mevcuttu. Doz medyan 0 Gy (aralık, 4-0 Gy) medyan 5 (aralık, 4-6) fraksiyonda medyan %80 lik (aralık, %59-96) izodoza reçete edildi. Neoadjuvan ve adjuvan kemoterapi sırasıyla (%8) ve 0 (%4) hastaya uygulandı. Bulgular: Bir hasta takipten çıktı ve diğer bir hasta ise yanıt değerlendirmesi yapılamadan eksitus oldu. Hastaların 7 sinde (%) tam yanıt, 9 unda (%40) kısmi yanıt, 5 inde (%) stabil yanıt alınırken inde (%4) tümör progresyonu izlendi. FSRT sonrası progresyonsuz sağkalım medyan 6 aydı (%95 GA:6-6). FSRT sonrası -, - ve - yıllık progresyonsuz sağkalım oranları sırasıyla %59, %4 ve %6 ydı. Üç yıllık takip süresinde hastaların si hayattaydı. FSRT sonrası -, - ve - yıllık genel sağkalım oranları sırasıyla %7, %48 ve %9 du. Bir hastada temporal lob nekrozu gelişmesi dışında, hastalarda başka grad -4 toksisite görülmedi. Sonuç: Bu retrospektif çalışmada FSRT ile olumlu sonuçlar alındığı gösterildi. Önemli yıllık genel sağkalım oranları ile medyan 0 Gy 5 ya da 6 fraksiyonda uygulanan FSRT iyi tolere edilebilir. Ref No: P-405 IMRT UYGULANAN NAZOFARENKS KANSERLİ OLGULARDA ERKEN YAN ETKİ Sevim Özdemir, Mustafa Akın, Yasin Çoban, Cumhur Yıldırım, Ömer Uzel Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Amaç: Yoğunluk ayarlı radyote rapi (YART) ve/veya kemoterapi uygulanan nazofarenks kanserli olgularda erken yan etki değerlendirmesi. Gereç-Yöntem: Mayıs 00 ile Aralık 0 tarihleri arasında nazofarenks kanseri tanısıyla kliğimizde YART ile tedavi edilen 45 hasta retrospektif olarak değerlendirilmiştir. IMRT, 9 olguda ardışık, 6 olguda simultane integre boost (SIB) tekniği ile tüm alana uygulanmıştır. Sekansiyel boost ile elektif ışınlanan alana 50 Gy, tümör bölgesi ve tutulu lenf nodlarına ise 70 Gy verilmiştir. SIB tekniği ile tümör ve tutulu lenf nodlarına ortanca 70 Gy (66-70 Gy), yüksek risk bölgesine 60 Gy, tutulum olmayan alt boyuna da 54 Gy toplam fraksiyonda verilmiştir. Yan etki değerlendirilmesi amacıyla tüm olgulara haftalık yan etki formu doldurulmuştur. Kemoterapi yan etkilerinin değerlendirilmesinde CTCAE-, radyoterapi yan etkileri içinse TOG-EORTC radyasyon morbidite skorlama skalası kullanılmıştır. Bulgular: Ortanca yaş 4 tür (4-79 yaş). Olguların ü kadın (%8.9), i erkektir (%7.). Tüm olgular nonkeratinize tip olup 4 hastada (%75.5) indiferansiye hastalık tespit edilmiştir. Hastaların ü evre, 9 u evre, 8 i evre ve 5 i evre 4 tür (4a-b). Hastaların 7 sine sadece radyoterapi, 8 ine eşzamanlı kemoterapi, 5 hastaya ise radyoterapi öncesi indüksiyon kemoterapisi uygulanmıştır. İndüksiyon kemoterapisi planlanan tüm olgular kür TPF kemoterapisini almıştır. Başvuruda tüm olguların performans durumu %70-90 dır (Karnofsky Performance Status Scale). Radyoterapi sırasında olguların 4 ünde (%5.) grad cilt reaksiyonu tesbit edilirken, 7 sinde (%7.8) grad, 5 inde (%55.6) grad, ünde (%6.7) grad mukozit görülmüştür. Olguların 0 unda (%.) grad, sinde (%68.9) grad, 4 ünde (%8.9) grad disfaji saptanmıştır. Grad cilt reaksiyonu ve grad 4 yan etki hiçbir olguda gözlenmemiştir. Eş zamanlı kemoterapiye bağlı olguların sinde (%6.6) grad, ünde (%6.6) grad bulantı görülmüştür. Radyoterapi sırasında ortalama kilo kaybı %9 dur. On beş olguda %0 dan fazla kilo kaybı gözlenmiştir. Hiç bir olguda gastrostomi tüpü takılmasına gerek kalmamıştır. Altı olguda tedavi sırasında tümör volüm küçülmesi veya kilo kaybına bağlı adaptif plan yapma ihtiyacı doğmuştur. Grad lökopeni 0 (%.) olguda görülürken; grad lökopeni ve grad trombositopeni sırasıyla (%6.7) ve (%.) olguda tespit edilmiştir. Hiç bir hastada yan etki nedeniyle tedaviye ara verilmemiştir. Sonuç: Hastalar YART uygulamasını iyi tolere etmektedir. Beklenmedik yan etki gözlenmemiştir. Tedavi sırasında düzenli takip ve gerekli destek tedavisi uygulanımı ile bu yan etkilerin de üstesinden gelinebileceği düşünülmektedir. Ref No: P-406 METASTATİK NAZOFARENKS KANSERİ OLGULARININ RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRİLMESİ; TEK MERKEZ DENEYİMİ Berna Öksüzoğlu, Ömer Kâmil Yazıcı, Ayşe Durnalı, Nurten Kandemir, Ahmet Şiyar Ekinci, Ayşe Demirci, Onur Eşbah, Selay Gündoğdu, Kaan Helvacı, Öznur Bal, Necati Alkış Dr. AY Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbî Onkoloji Kliniği Giriş: Nazofarenks kanseri (NK), erişkinlerde nadir görülen (insidens 0.5-:00.000) bir kanserdir. NK genellikle baş boyun kanserleri başlığı altında değerlendirilmekle birlikte epidemiyolojik özellikleri, klinik davranış ve tedavi yaklaşımları bakımından diğer baş boyun kanserlerinden önemli farklılıklar göstermektedir. Metastatik NK tanısıyla Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Medikal Onkoloji kliniğinde tedavi veya takip edilen olan erişkin hastaların demografik, patolojik ve klinik özellikleri ile uygulanmış olan tedaviler değerlendirildi. Yöntem: 004-0 yılları arasında tanı konulan, tanı esnasında veya takip sırasında uzak metastazı olan 6 NK hastası retrospektif olarak değerlendirildi. Sonuçlar: Otuz biri erkek, beşi kadın (erkek kadın oranı 6.:) 6 olgunun ortanca tanı yaşı 50.5 (aralık; 0 77 yaş) idi. Histolojik alt grup dağılımı; %6. indiferansiye, %. nonkeratinize skuamöz hücreli karsinom şeklindeydi. Patolojik olarak EBV (Ebstein Barr Virüs) hastada (%0.6) değerlendirilmiş olup 6 hastada EBV pozitifti. On bir hastanın (%0.6) tanı esnasında uzak metastazı (TNM Evre IVC) vardı. Tanı esnasında 0 hasta (%7.8) evre III, 4 hasta (%.) evre IVA, 4 hasta (%.) evre IVB olup 7 hastanın ise tanı sırasında evre bilgisine ulaşılamadı. Tanı esnasında uzak metastazı olan hastalarda metastaz yerleri sıklık sırasına göre kemik (9 hasta), karaciğer ve akciğer idi, 6 hastada ise birden çok bölgede uzak metastaz vardı. Tanıda uzak metastazı olan hastalara 4 basamak arasında (or- BAŞ BOYUN KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 4

BAŞ BOYUN KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER tanca basamak) kemoterapi (KT) verildi. Birinci basamak tedavide dosetaksel/sisplatin/5-flourourasil (DCF) ve sisplatin/5-flourourasil (CF) (sırasıyla 7 ve hasta) sık uygulanan KT rejimleri olurken KT verilmeyen hasta olmadı. İkinci basamak KT 4 hastaya verildi,. basamakta en sık uygulanan KT rejimi ise ifosfamid/mesna/doksorubisin (IMA) oldu. İki hastaya basamak KT, bir hastaya 4 basamak KT uygulanmıştı. Metastatik evrede uygulanmış olan diğer KT rejimleri ise; sisplatin/dosetaksel, dosetaksel, karboplatin/5fu, bleomisin/metotreksat, gemsitabin/okzaliplatin, gemsitabin, metotreksat, siklofosfamid/ doksorubisin şeklinde idi. Olguların ortanca takip süresi (aralık; 96) ay idi. Uzak metastaz tespiti sonrası ortanca takip süresi 0.5 (aralık; 40) aydı. Metastatik hastalık tespitinden sonra ay ve daha uzun süre yaşayan hasta sayısı 6 (%47), 4 ay ve daha uzun süre yaşamış hasta sayısı ise 8 (%) idi. Takip sırasında (%58.) hasta öldü, ölen hastaların ortanca yaşam süresi ise (aralık; 96) ay olup ölen hastalarda uzak metastaz tespiti ile ölümleri arasında geçen ortanca süre 8.5 (aralık; 40) ay olarak saptandı. Tartışma: Değerlendirilen metastatik NK olgularının patolojik ve klinik özellikleri literatür ile uyumlu bulundu. Tedavi yaklaşımları ve sonuçlarının daha doğru değerlendirebilmesi için daha fazla hasta sayısı ve daha uzun süre izlemli prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır. Ref No: P-407 BAŞ BOYUN SKUAMÖZ HÜCRELİ KANSERLERİNDE ADJUVAN YOĞUNLUK AYARLI RADYOTERAPİ SONRASI YİNELEME ÖZELLİKLERİ Evrim Bayman, Robin Prestwich, Lynn Aspin, Laura Garratt, Stuart Wilson, Richard Speight, Karen Dyker, Catherine Coyle, Mehmet Şen St James s Institute of Oncology, Leeds, Ingiltere Amaç: Baş boyun skuamöz hücreli kanserlerinde adjuvan amaçlı uygulanan Yoğunluk Ayarlı Radyoterapi (YART) ± kemoterapi sonrası yineleme özelliklerinin değerlendirilmesi ve tedavi planlamaları ile karşılaştırılmasıdır. Hastalar/Yöntem: 009-0 yılları arasında nazofarenks dışı skuamöz hücreli baş boyun kanseri tanısıyla cerrahi sonrası (adjuvan) YART ± kemoterapi uygulanmış olan 0 hasta retrospektif değerlendirilmiştir. YART 5-7 alanla step&shoot tekniği ile uygulanmış, hedef hacimlerin tanımlanmasında kompartmantal yaklaşım kullanılmıştır. Standart adjuvan YART dozu 0- fraksiyonda 60-66 Gy dir. Yerel bölgesel yineleme saptanan hastaların yineleme tümör hacimleri orijinal planlama tomografisi üzerine yeniden yapılandırılarak doz-hacim histogramları elde olunmuştur. Yineleyen tümör hacminin merkez noktasındaki doz ayrıca hesaplanmıştır. Bulgular: Ortanca yaş 66 (8-8), erkek/kadın oranı 5 (%8)/5 (%7) tir. (%0) hasta evre III ve 7 (%90) hasta evre IV tür. (%40) hasta larenks ve 9 (%0) hasta hipofarenks kanseridir. 0/0 (%) hastaya YART ile eşzamanlı kemoterapi uygulanmıştır. Ortanca izlem süresi 9 (6-9) aydır. yıllık yerel kontrol, bölgesel kontrol, hastalıksız sağkalım, uzak metastazsız sağkalım ve genel sağkalım oranları sırasıyla %85, %89, %76, %89 ve %7 dir. Hastaların 5 (%7) inde yerel bölgesel yineleme ( yerel, bölgesel, yerel bölgesel, yerel bölgesel ve uzak) ve (%0) ünde yalnızca uzak metastaz görülmüştür. Tablo de yerel bölgesel yineleme görülen 5 hastanın ayrıntıları verilmistir. Bu hastalardan si alan kenarı, si alan dışı ve i alan içi yinelemedir. Alan kenarı ve alan dışı yineleme oranı 4/0 (%) olarak bulunmuştur. Sonuç: Baş boyun skuamöz hücreli kanserlerinde cerrahi sonrası uygulanan YART hedef hacime yönelik etkin bir tedavidir. Alan dışı ve alan kenarı yineleme riskleri nedeniyle, postoperatif ayrıntılı değerlendirme ve cerrahisiz uygulanan küratif YART a kıyasla daha geniş tedavi hacimleri gerektirir. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Tablo. Yerel bölgesel yinelemelerin ayrıntıları No Primer tümör yerleşimi Evre IMRT Doz (Gy)/ fraksiyon Yineleme Yeri %95 izodoz içinde kalan %yineleme hacmi Yineleme özelliği Yineleme merkezindeki doz (Gy) hipofarenks IV 66/ yerel 99.57 Alan içi 66.60 bolgesel larenks IV 66/ yerel.69 Alan 60.5 kenarı orofarenks IV 70/5* yerel 0 Alan 6.75 dışı 4 hipofarenks IV 66/ bolgesel 68.8 Alan kenarı 7.479 5 oral kavite IV 66/ yerel bölgesel uzak 0 Alan dışı * isaretli hastaya cerrahi sonrasi yuksek risk (cerrahi sinir) nedeniyle 70 Gy uygulanmistir. Ref No: P-408 6.74 IMRT YAPILAN BAŞ-BOYUN KANSERLİ HASTALARDA BRAKIAL PLEKSUS DOZLARI VE NODAL TUTULUM İLE İLİŞKİSİ Didem Karacetin, Duygu Baycan, Ayben Yentek Balkanay, Cemgil Erdoğan İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği Amaç: IMRT yapılan baş boyun kanserli hastalarda nodal evrenin brakial pleksus dozu ile ilişkisinin saptanması ve brakial pleksusun riskli organ olarak tedavi optimizasyonu için rutin olarak konturlanmasının gerekliliğinin incelenmesi amaçlandı. Materyal-Metod: 0 yılında IMRT uygulanan 0 baş-boyun hastası çalışmaya alındı. Sağ ve sol brakial pleksus, radyolog eşliğinde konturlandı. Total doz fraksiyonda 69.96 Gy olarak IMRT planları yapıldı. RTOG kriterlerine göre brakial pleksus tolerans dozu 60-66 Gy olarak kabul edildi. Konturlanan brakial pleksus volümleri ile maksimum brakial pleksus dozları hastaların nodal evreleri ile karşılaştırıldı. Bulgular: Ortalama brakial pleksus volümü 4,9 ±,cm; ortalama brakial pleksus maksimum dozu 6 ± 7, idi.tolerans dozlarının aşıldığı beş hastanın nodal evresi; üç hastada N, iki hastada N olarak saptandı. Bu hastaların brakial pleksus ortalama maksimum dozları 7,5 ± 0,9 idi. N0/N hastalarda brakial pleksus ortalama maksimum dozları 6,4 ± 4, olarak bulundu. Nodal evre, IMRT yapılan baş-boyun hastalarında brakial pleksus ortalama maksimum dozlarını değiştirmektedir. N-N hastalar ile N0-N hastalar arasındaki ortalama volum değerinin farklı olduğu görüldü. Sonuç: Özellikle ileri nodal evrede olan(n-) hastalarda brakial pleksus tutulu alan içinde olabildiğinden yüksek dozlara maruz kalmaktadır.bu hastaların kemoterapi de aldıkları düşünülürse brakial pleksopati yan etkisi ile karşılaşma risklerinin arttığı söylenebilir.bu durum göz önünde bulundurularak izlem sürecinde hastanın bu açıdan da sorgulanması, gerektiğinde nörolojik muayene ve tetkiklerin (EMG gibi) yapılması,profilaktik olarak glutamin ve/veya Bvitamini desteği tedavilerin önerilmesi düşünülmelidir. Şekil. Brakial pleksus görüntüsü 44 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-409 BAŞ BOYUN KANSERLERİNDE SİMULTANEOUS INTEGRATED BOOST-INTENSİTY MODULATED RADİOTHERAPY (SIB-IMRT) Serap Başkaya Yücel, Züleyha Akgün, Zeynep Güral, Sedenay Oskeroğlu, Ayşenur Meriç, Bayram Veyseller, Selahattin Tuğrul, Nur Büyükpınarbaşılı, Esra Kaytan Sağlam Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı, İstanbul Amaç: Kliniğimizde SIB-IMRT ile tedavi edilmiş baş boyun kanserli hastalarımızın tedaviye bağlı toksisite oranlarını, erken dönem yerel bölgesel kontrol ve hastalıksız sağkalım oranlarını bildirmekteyiz. Metod ve Materyal: 0 Ekim ve 0 Aralık ayları arasında SIB-IMRT tekniği ile tedavi edilmiş 5 baş boyun kanserli hasta bulunmaktadır. En sık larenks kanseri (5 hasta,%4), ikinci sırada oral kavite ve nazofarenks kanseri (7 er hasta, %0) yer almaktadır. Ardından Orafarenks kanseri ( hasta, %9), hipofarenks kanseri ( hasta, %5) ve primeri bilinmeyen boyun metastazlı hastalık ( hasta, %) gelmektedir. Evrelere göre değerlendirildiğinde hastaların %50 nden fazlasının evre IVA (5 hasta, %7) olduğu tespit edilmiştir. 7 hastaya radyoterapi (RT) ile konkomitan kemoterapi (KT) uygulanmış ve hastaların %6 sı haftalık 40 mg/m olarak tedavilerini almışlar. SIB-IMRT için kullanılan şemalar hastanın RT endikasyonuna göre SIB 70 ( fraksiyonda 70/60/54), SIB 66 (0 fraksiyonda 66/60/54) ve SIB 60 (0 fraksiyonda 60/54) olarak belirlendi. Sonuçlar: Tüm hastalar planlanan RT tedavisini tamamladı. Median tedavi süresi 46 gündür (8-80 gün). Hastaların 7 nde (%0) tedaviye ara verilirken en uzun tedavi arası gündür. En sık Radiation Therapy Oncology Group (RTOG) Grad - cilt toksisitesi ( hasta, %9) görülürken Grad toksisite sadece hastada (%8) görüldü. RTOG Grad mukozit hastada saptanırken(%) Grad ösofajit 6 hastada (%7) saptandı. Tüm hastalar tedavinin başından itibaren medikal destek ve evde hemşire bakımı aldılar ve hiçbir hastanın toksisite nedeni ile hospitalizasyonu gerekmedi. Hastaların %75 inde (6 hasta) RT sırasında xerostomi gözlenmedi, geri kalanlarda hafif şikayetler tespit edildi. Hiçbir hastada Grad 4 toksisite görülmedi. Median takip süresi 8 aydır (-7 ay). Takipte iken iki hasta (%5) hastalık progresyonu ve uzak metastaz nedeni ile kaybedilirken 5 hastanın (%7) takibi hastalıksız devam etmektedir. Postoperatif RT uygulanan 4 hastada, radikal RT uygulanan hastada yerel bölgesel nüks (toplam %4) görülürken ine kurtarma cerrahisi yapıldı. Diğer hastanın KT i devam etmektedir. Radikal RT uygulanan hastanın 7 nde tam cevap ilk ay içinde görülürken 4 hastada henüz tam cevap saptanmadı ve hastaya kurtarma larenjektomisi uygulandı. yıllık yerel bölgesel kontrol oranı %7 iken hastalıksız sağkalım %6 olarak bulundu. Sonuç: SIB-IMRT, baş boyun kanserlerinde oldukça etkili bir tedavidir. KT ile eşzamanlı uygulandığında kabul edilebilir toksisite oranları ile güvenilir bir RT tekniği olarak karşımıza çıkmaktadır. RT, SIB-IMRT yöntemi ile daha kısa sürede tamamlanabilmektedir. Hastaların yerel bölgesel kontrol oranları ve genel sağkalım oranları literatürle uyumludur. Ref No: P-40 ELEKTA AXESS LİNEER HIZLANDIRICI VE MONACO PLANLAMA SİSTEMİNDE BÜYÜK HEDEF HACİMLİ BAŞ BOYUN KANSERİ TANILI HASTALARDA SPLİT-FİELD DYNAMİC FEATHERİNG TECHNİQUE YOĞUNLUK AYARLI RADYOTERAPİ Aydan Sönmez, Serhat Sönmez, Erkan Topkan, Cem Parlak, Esma Efe, Ozan Cem Guler, Güngör Arslan, Cem Önal Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Adana Amaç: Yoğunluk ayarlı radyoterapi (YART) tümöre yüksek doz verilirken çevre sağlıklı doku dozlarını minimumda tutabilmesi nedeniyle lokal ileri ever baş boyun kanseri (Lİ-BBK) tanılı hastaların tedavisinde standart tedavi yönetimi olarak kabul edilmektedir. Ancak, büyük hedef hacimli Lİ-BBK lerine YART uygulanabilmesi için lineer hızlandırıcının kolimatör açıklığının ihtiyaca cevap verecek büyüklükte olması gerekmektedir. Daha çok steryotaktik radyocerrahi/radyoterapi için kullanılan Elekta Axess lineer hızlandırıcısının kolimatör açıklığı sadece x6 cm olup çoğu baş boyun kanserlerinin YATR ına izin vermemektedir. Bu dozimetrik çalışmamızda split-field dynamic feathering technique kullanarak büyük hedef hacimli Lİ-BBK tanılı hastalarda Elekta Axess lineer hızlandırıcısı ve Monaco tedavi planlama sistemi (TPS) kombinasyonunda YART ın uygulanabilirliğini araştırmayı amaçladık. Gereçler ve Yöntem: Çalışmamızda büyük hedef hacimli lokal ileri evre nazofarinks kanserli hastanın görüntülemeleri kullanılmıştır. Tedavi dozları yürümekte olan Radiation Therapy Oncology Group (RTOG 065) protokolüne paralel fraksiyonda 70/59.4/54 Gy olarak belirlenmiştir. Tüm hastalarda sabit açıyla 9 alanlı YART uygulanmıştır. İçiçe iki alanlı YART yapabilmek için daha önce başka tedavi sistemlerinden etkinliği gösterilmiş olan split-field dynamic feathering technique kullanılmıştır. İki alan için belirlenen izomerkezler arası mesafe ve iç içe geçen alan boyu sırasıyla kraniokaudal 0 cm ve 6 cm olarak belirlenmiştir. Monaco tedavi planlama sisteminden gelen dozların doğruluğu oluşturulan MatriXX -MultiCube kalite kontrol fantomunda ölçülen dozların OmniProIMRT yazılımına aktarılması ile karşılaştırılarak kontrol edilmiştir. Portal dozimetrede kabul edilebilir uyumluluk için gamma indeks kriteri %/ mm olarak belirlenmiştir. Bulgular: Monaco TPS de oluşturulan planlarda bütün hastalarda RTOG-65 protokolüne uygun olarak hedef hacimlerin kavranmasının hiçbir kritik organ sınırı aşılmadan sağlanabildiği görülmüştür. Kalite kontrol fantomundan gelen doz dağılımlarıyla TPS de elde edilen dağılımların karşılaştırılmasında iki doz dağılımı arasındaki uyum tüm hastalar için >%98 (98.04-99.89) olarak bulunmuştur. Ayrıca alan kenarlarında da belirsizliğe ve klinik uygulamaya engel olabilecek bir doz fluktuasyonu görülmemiştir. Sonuç: Bu çalışma ile literatürde ilk defa olarak Elekta Axess lineer hızlandırıcısı ve Monaco TPS kombinasyonunda split-field dynamic feathering technique yöntemiyle çift izomerkezli tedavilerin büyük hedef hacimli Lİ-BBK YART ında gerek yeterli tümör kavranması ve kritik organ korunması gerek ise alan içi ve kenarlarında kabul edilebilir doz dağılımı ihtiyaçlarını karşılayarak güvenle uygulanabileceği gösterilmiştir. BAŞ BOYUN KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 45

BAŞ BOYUN KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-4 NAZOFARENKS KANSERLİ HASTALARDA TEDAVİ TEKNİĞİNİN YAŞAM KALİTESİNE ETKİSİ Cenk Umay, Zümre Arıcan Alıcıkuş, Mehmet Murat Akın, Barbaros Aydın, Ahmet Çinkaya, Fadime Akman Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı, İzmir Amaç: Nazofarenks karsinomu (NFC) tanısıyla definitif radyoterapi (RT) ± kemoterapi (KT) uygulanmış hastalarda radyoterapi tekniğinin (iki boyutlu konvansiyonel (B-RT) ile üç boyutlu konformal (B-RT)) yaşam kalitesi üzerine etkisinin irdelenmesidir. Hastalar ve Yöntem: Mayıs 99- Temmuz 0 tarihleri arasında definitif RT ± kemoterapi uygulanmış 5 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Hastaların (%4) si Mayıs 99-Eylül 004 tarihleri arasında konvansiyonel, 0 (%58) u Ekim 004- Temmuz 0 arasında konformal teknikle tedavi edilmiştir. Hastaların yaşam kalitesi değerlendirilmesi RT sonrası medyan. ayda (4-0) EORTC yaşam kalitesi (QLQ C-0) ve Baş Boyun bölümü (QLQ-H&N5) Türkçe uyarlaması kullanılarak yapılmıştır. Etki eden faktörler olarak yaş, cinsiyet, komorbid hastalık varlığı, sigara-alkol kullanımı, evre, KT uygulanması (neoadjuvan/eşzamanlı), destek tedavi ihtiyacı, erken ve geç yan etkiler değerlendirilmiştir. İstatistiksel yöntem olarak Mann Whitney-U, Ki-kare ve Kovaryans analiz yöntemleri SPSS 5 programı kullanılarak uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmaya 5 hasta dahil edilmiş, 5 i (%67) erkek, medyan yaş 48 (0-75) dir. Otuz sekiz (%7,) hasta başvuruda ileri evredır (Evre -4). Hastaların %8 ine KT uygulanmış olup, %54 ü neoadjuvan± eşzamanlı KT, %7 si sadece eşzamanlıdır. On (%9) hastada derece erken yan etki, 5 (%0) hastada ise derece geç yan etki saptanmıştır. Derece 4 yan etki gözlenmemiştir. Hasta dağılımları; yaş, cinsiyet, sigara, alkol kullanımı, komorbidite varlığı, evre, geç yan etkiler açısından her iki kolda benzer iken eş zamanlı KT, neoadjuvan KT uygulanması ve total erken yan etkiler açısından gruplar arasında farklılık saptanmıştır. İki tedavi kolu arasında global sağlık durumu, kognitif fonksiyon, halsizlik, bulantı-kusma, ağrı, yutma güçlüğü, sosyal ortamda yeme, cinsel isteksizlik, ağız açma, ağız kuruluğu, öksürme, kendini hasta hissetme skorları arasında anlamlı farklılık saptanmıştır. Gruplar arasında saptanan faklılığın eş zamanlı KT, neoadjuvan KT uygulanması ve total erken yan etkilerin etkisinden arındırmak amacıyla Kovaryans analizi yapılmıştır. Kovaryans analizinde; global sağlık durumu (p=0.0), bulantı-kusma (p<0.00), ağrı (p<0.00), öksürme (p<0.00), kendini hasta hissetme (p=0.00) skorlarının konformal radyoterapi tekniği lehine anlamlı farka sahip olduğu ağız kuruluğu (p< 0.00) skorunun ise konvansiyonel RT lehine istatistiksel anlamlı bulunmuştur. Sonuç: B tedavilerin hastaların genel sağlık durumu ve kognitif fonksiyon skoruna olumlu katkıları ve B tedavilerin hasta semptom skorlarındaki belirgin yüksekliği gözönüne alındığında, konformal tekniklerin yaşam kalitesini arttırıcı etkisi literatür ile uyumlu görülmüştür. Ref No: P-4 BAŞ BOYUN KANSERLERİNDE EVRE VE LOKALİZASYONA GÖRE SAĞKALIM ANALİZİ: TEK MERKEZ DENEYİMİ Birsen Yücel, Mehmet Fuat Eren, Ebru Atasever Akkaş, Metin Şeker, Turgut Kaçan, Ayfer Ay Eren, Nalan Akgül Babacan, Saadettin Kılıçkap Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Sivas Numune Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Merkezimizde takip ve tedavi edilen baş boyun kanserli hastalarda yerleşim yerine ve hastalık evresine göre sağkalım sonuçlarının incelenmesi amaçlanmıştır. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Metod: 006-0 tarihleri arasında merkezimize baş vuran ve baş boyun kanseri tanısı ile tedavi edilen hastalara ait demografik, klinik ve histopatolojik veriler hasta dosya ve hastane kayıtları incelenerek elde edildi. Analiz için sıklık testleri, Mann-Whitney U testi ve Kaplan-Meier analizi kullanıldı. Bulgular: Yüz yetmiş beşi (%84) erkek, 5 i (%6) kadın toplam 09 hastanın verisi analiz edildi. Ortanca yaş 56 (9-86), erkelerde 57 (9-86), kadınlarda ise 46 (9-80) idi (p = 0,00). Sigara kullanımı 4 (%68), alkol 7 (%8), aile hikayesi 48 (%), komorbidite 7 (%5) hastada mevcuttu. Tümör gradi: grade- 46 (%7), grade- 64 (%8), grade- 60 (%5) hastada bulunmaktaydı. ECOG-0 performans statusu 4 (%55), ECOG- 87 (%4) ve ECOG- ve üzeri 8 (%) hastada mevcuttu. Lokalizasyon: oral kavite 4 (%0 ), orafarenks+hipofarenks 6 (%), nazofarenks 4 (%0), larenks 90 (%44), tükrük bezi (%6), paranazl sinüs (%5), primeri bilinmeyen 5 (%). Hastaların 8 sinde (%87) skuamöz hücreli karsinom, 7 sinde (%) diğer histopatolojiler (asinik hücreli, mukoepidermoid, adenoid kistik karsinom, mukozal malign melanom) bulunmaktaydı. Evre: hastaların 0 unda (%5) evre I, 4 inde (%0) evre II, 49 unda (%4) evre III, 68 inde (%68) evre IVA, 8 inde (%4) evre IVB, 6 sında (%) evre IVC vardı. Hastaların 7 sine (%) cerrahi, 4 ine (%0) radyoterapi, 57 sine (%7) kemoradyoterapi, 8 ine (%8) cerrahi+radyoterapi, 4 üne (%) cerrahi+kemoradyoterapi, 0 una (%5) radyoterapi+kemoterapi, sine (%6) destek tedavisi verildi. Radyasyon dozu: 60 Gy altı 4 (%9), 60-70 Gy 77 (%4), 70 Gy ve üzeri 68 (%8) hastada kullanıldı. Kemoradyoterapide haftalık sisplatin 58 (%7), haftalık sisplatin+dosetaksel (%5), diğer ajanlar (%4) hastaya uygulandı. Kemoterapi şemasında en sık 8 (%5) TCF (docetaksel, sisplatin, 5FU), 9 /(%4) docetaksel+cisplatin, 8 (%5) diğer ajanlar kullanıldı. Hastaların 48 sinde (%) nüks, 7 sinde (%) uzak metastaz, sinde de (%6) ikinci primer tümör gelişti. Nükslerin 0 u (%6) tümör yatağında, 8 i (%7) boyun lenflerinde gerçekleşirken ortanca nüks süresi ay (-70) idi. Ortanca metastaz süresi ise 5 ay (-55) olarak tespit edildi. Sonuç: Tüm hastalar için yıllık genel sağkalım %58 iken, oral kavite tümörlerinde %47, nazofarenkste %55, larenkste 65, tükrük bezi %7, paranazal %7 idi. Evre I de yıllık genel sağkalım %79, evre II de %75, evre III de %64 ve evre IV de %40 olarak tespit edildi. Ref No: P-4 GÖZ KAPAĞI VE GÖZ KOMŞULUĞU TÜMÖRLERİNİN RADYOTERAPİSİNDE KORNEA VE LENSİN KORUNMASI Yılmaz Şahin, Korkmaz Şerifoğlu, Orhan Sezen Atatürk Ünversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı Amaç: Bu çalışmada göz kapağı ve göz komşuluğundaki tümörlerde elektron ile radyoterapi esnasında kornea ve lensin almış olduğu dozu azaltmak için göz kapağı altına yerleştirilmek üzere özel olarak yaptığımız kurşun korumaların ışın geçirgenliğini ölçmek. Gereç-Yöntem: Işınlanacak gözün büyüklük ve şekline uygun kurşundan özel konkav şekilli,,5-,0 mm kalınlığında koruma yapıldı. Doku zedelenmesi ve enfeksiyon riskine karşı blok üzeri çok ince bir akrilik tabaka ile kaplandı. Yapılan bu korumaların geçirgenlik katsayısını bulmak için fokuslayıcı blok, markus tipi iyon odası ve bolus kullanılarak maksimum doz derinliğinde gerekli ölçümler yapıldı. Bulgular-Sonuç: Blok korumanın geçirgenlik katsayısı için üç farklı elektron enerjisi düzeyinde ve maksimum doz derinliğinde ışını fokuslamak amacı ile yapılan özel blok kullanıldı. 00 MU (Monitor Unit) ışınlanıp ölçümler alındı. Uygun kalınlık ve şekilde koruma bloğu dökülerek 6,9 ve MeV elektron ışınlamasında kornea ve lens korunmuş olmaktadır. 46 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Tabld. Blok Korumaların Geçirgenlik Katsayıları Işınlama Şekli Şekil. Işın, Fokuslayıcı Blok İle Fokuslandı ve Göz Koruması Maximum Doz Noktasına Yerleştirildi. Ref No: P-44 LARENKS KANSERİNDE TEDAVİ SONUÇLARIMIZ Birsen Yücel, Ebru Atasever Akkaş, Eda Erdiş, Ayfer Ay Eren, Mehmet Fuat Eren, Nalan Akgül Babacan 4, Turgut Kaçan 4, Metin Şeker 4, Saadettin Kılıçkap 4 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Sivas Sivas Numune Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi, Sivas Antakya Devlet Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi, Antakya 4 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Sivas Amaç: Merkezimizde takip ve tedavi edilen larenks kanseri olgularında klinikopatolojik özellikleri ve sağkalımı etkileyen faktörlerin incelenmesi amaçlanmıştır. Metod: 006-0 tarihleri arasında merkezimize baş vuran ve larenks kanseri tanısı ile izlenmekte olan hastalara ait demografik, klinik ve histopatolojik veriler hasta dosya ve hastane kayıtları incelenerek elde edildi. Analiz için sıklık testleri, Mann-Whitney U testi ve Kaplan-Meier analizi kullanıldı. Bulgular: Seksen yedisi (%97) erkek, ü (%) kadın toplam 90 hastanın verisi analiz edildi. Ortanca yaş 59 (7-86) idi. Sigara kullanımı 8 (%9), alkol (%6), aile hikayesi 7 (%0), komorbidite (%7) hastada mevcuttu. Tümör gradi: grade- 6 (%), grade- 44 (%55), grade- 0 (%) hastada bulunmaktaydı. Kırk sekiz (%5) hastada glottik, 4 (%47) hastada supraglottik yerleşimliydi. ECOG-0 performans statusu 56 (%6), ECOG- 4 (%8) hastada mevcuttu. Hastaların tümünde skuamöz hücreli karsinom bulunmaktaydı. Evre: hastaların ünde (%) in situ karsinom, inde (%) evre I, 7 sinde (%9) evre II, inde (%) evre III, 6 sında (%9) uzak metastaz olmayan evre IV, sinde (%) uzak metastazı olan evre IV vardı. Hastaların 4 üne (%6) cerrahi, 8 ine (%) radyoterapi, 6 sına (%8) kemoradyoterapi, 8 ine (%) kombine tedaviler (cerrahi+radyoterapi/kemoradyoterapi), 4 üne (%4) destek tedavisi verildi. Subtotal larenjektomi (%), total larenjektomi 8 (%), kordektomi (%) hastaya uygulandı. Fraksiyon şeması: konvansiyonel ( Gy/ gün) 5 (%68), hiperfraksiyone (günde kez, Gy) 9 (%), hipofraksiyone (,5 Gy/gün) 5 (%0) şema kullanıldı. Radyasyon dozu: 60 Gy altı (%6), 60-70 Gy 7 (%49), 70 Gy ve üzeri 6 (%5) hastada kullanıldı. Kemoradyoterapide haftalık sisplatin (40 mg/m) 7 (%6), haftalık sisplatin (5 mg/m)+dosetaksel (5 mg/m) 0 (%7) hastaya uygulandı. Hastaların 5 inde (%7) nüks, inde (%) uzak metastaz, 8 inde de (%9) ikinci primer tümör gelişti. Sonuç: Tüm hastalar için yıllık genel sağkalım %67 iken, evre I de %70, evre II de (%88), evre III de %74 ve evre IV de %47 olarak tespit edildi. Evrelere göre sağkalım şekil de gösterilmiştir. Ref No: P-45 999-009 YILLARI ARASINDA KLİNİĞİMİZDE PARANASAL SİNÜS TÜMÖRÜ TANISIYLA TEDAVİ GÖREN HASTALARI VE TEDAVİ ÖZELİKLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Menekşe Turna, Süleyman Altın, Sevil Kılçıksız, Bekir Eren, Ferhan Adatepe, Adnan Yöney, Ekin Ermiş Okmeydanı Eğitim Araştırma Hastanesi Amaç: 999-009 yılları arasında kliniğimizde paranasal sinüs tümörü tanısıyla tedavi gören hastaları ve tedavi özelliklerini değerlendirmek. Materyal/Metod: 999-009 yılları arasında Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi (EAH) kliniğinde paranasal sinüs tümörü tanısı ile tedavi gören hastalar retrospektif olarak analiz edildi.tanı sonrası çevre yapılara tümör yayılımı bilgisayarlı tomografi(bt) ya da MRI ile değerlendirildi.00 American Joint Committee on Cancer evreleme sistemi kullanılmıştı.cerrahi olarak parsiyel maksillektomi,total maksillektomi,midfasyal degloving, cald well operasyonu, lateral rinotomi uygulanmış; adjuvan tedaviler de kemoterapi ve radyoterapi uygulanmıştı.rekürrensler klinik,radyolojik ve patolojik olarak belirlendi.takipten çıkan hastalar son kontrollerinden 6 ay sonra exitus kabul edildi.spss 5. versiyon kullanıldı. Sonuçlar: 999-009 yılları arasında Okmeydanı EAH de tedavi gören erkek (%54.), kadın (%45.8) 4 paranasal sinüs kanseri tanılı hasta analiz edildi. Başvuru anında ortalama hasta yaşı 5.7(7-74 aralığında)idi. Primer tümörün orijin aldığı yer 0 hastada maksiller sinüs(%8.), hastada nasal kavite(%.5) ve hastada (%4.)frontal sinüstü. Hastaların büyük çoğunluğu evre (%0.8) ve evre 4 (%6.5) olarak evrelendi.patolojik değerlendirmede hastaların 8 i(%) skuamoz hücreli karsinom,6 sı (%5)adenoid kistik karsinom, ü(%.5) indeferansiye karsinomdu. Hastaların 5 inde (%6) cerrahi ilk tedaviydi. 5 hasta parsiyel maksillektomi,7 total maksillektomi, hasta midfasyal degloving, hasta cald well operasyonu, hasta lateral rinotomi operasyonu geçirdi.%7.5 inden sadece biyopsi alınmıştı. 5 hasta(%6.5) postoperatif radyoterapi aldı. hasta primer radikal, hasta nüks, hasta palyasyon tedavisi için radyoterapi aldı). hasta adjuvan, hasta nüks,4 hasta metastaz tedavisi için kemoterapi aldı. Ortalama sağkalım süresi 7 ay;, ve 5 yıllık genel sağkalımlar sırası ile %70,%40 ve %7 ydi. Şekil. Sağkalım eğrisi BAŞ BOYUN KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 47

BAŞ BOYUN KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-46 GLOMUS TÜMÖRLÜ HASTALARDA FRAKSİYONE STEREOTAKTİK RADYOTERAPİ Kamuran İbiş, Murat Güveli, Kübra Özkaya, Şükran Çelikarslan, Musa Altun, Ahmet Karadeniz, Rasim Meral Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Edirne İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Onkoloji Enstitüsü, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, İstanbul Amaç: Bu çalışmanın amacı fraksiyone stereotaktik radyoterapi (FSRT) ile cerrahi tedavi uygulanamayan glomus tümörü tanılı hastalarda büyük oranda tümör kontrolü sağlandığını göstermektir. Giriş: Glomus tümörleri (paragangliomalar) en sık baş-boyun bölgesinde (karotis boyunca genelde bifurkasyonda, juguler bulb bölgesinde kafa tabanının yakınında ve timpanik bölgede) görülürler. Kemik, damarlar, orta kulak ve kranyal sinirleri infiltre edebilirler. Ana semptomları baş ağrısı, kranyal sinir (5-) tutulumu, disfaji, pulsatil tinnitus, vertigo ve işitme kaybıdır. Genellikle kritik organlar etrafında yerleşmesi nedeniyle cerrahisi zor ve risklidir. Yavaş büyüseler de lokalizasyon ve malign potansiyeli (%5-0) nedeniyle tedavi edilmelidir. Glomus tümörü tanılı hastaların diğer tedavi seçeneği radyoterapidir (RT). Konvansiyonel RT de 45-55 Gy uygulanmakta ve %88-9 oranında lokal kontrol sağlanmaktadır. Ancak, konvansiyonel RT nin yan etkileri nedeniyle genellikle hastalar son aşamada RT ye yönlendirilmektedir. Fraksiyone stereotaktik radyoterapi ile glomus tümörü tanılı hastalarda tümör kontrolünü sağlayacak yüksek dozlar uygulanırken normal dokular korunabilmektedir. Bu çalışmada FSRT ile elde edilen sonuçlar 4 olgu sunumuyla tartışılmaktadır. Olgu: İlk olgumuz 48 yaşında bayan hasta, sol kulakta işitme kaybı ile başvurdu. Sol glomus jugulare yerleşimli, xx cm boyutunda tümörü vardı. Tümörün intrakranyal uzanımı nedeniyle ameliyat edilemedi ve 0 fraksiyonda 0 Gy FSRT uygulandı. Yirmi bir ay takip sonunda parsiyel yanıt elde edildi. İkinci olgumuz 59 yaşında bayan hasta, boyunda ağrı şikayeti ile başvurdu. Sağ glomus karotikum yerleşimli, 4.5x.5x.5 cm boyutunda tümörü vardı. Kanama riskinin yüksek olması nedeniyle ameliyat edilemedi ve 0 fraksiyonda 0 Gy FSRT uygulandı. On sekiz ay takip sonunda tama yakın yanıt elde edildi. Üçüncü olgumuz 0 yaşında erkek hasta, işitme kaybı, yüzün sağ yarısında felç, çift görme, sağ gözünü kapatamama şikayetleri ile başvurdu. Timpanik yerleşimli,.5xcm boyutlarında, intrakranyal uzanımı olan tümörü vardı. Tümörün intrakranyal uzanımı nedeniyle ameliyat edilemedi ve 0 fraksiyonda 0 Gy FSRT uygulandı. Takip süresi boyunca (5 ay) stabil yanıt elde edildi. Faysal paralizi ve işitme kaybı devam ediyor. Dördüncü olgumuz 7 yaşında kadın hasta, yüzün sol yarısında felç ve ağrı şikayeti ile başvurdu. Sol timpanik yerleşimli, 6x5.5 cm nüks (997 yılında opere olmuş), intrakranyal uzanımlı tümörü nedeniyle 5 fraksiyonda 5 Gy FSRT uygulandı. Tedavisi yeni tamamlandığı için yanıt değerlendirmesi henüz yapılmadı, fakat faysal paralizisi devam etse de şikayetleri azaldı. Sonuç: Glomus tümörü tanılı hastalarda FSRT ile cerrahi tedavi şansı olmayan hastalarda yüksek tümör kontrol oranları elde edilmektedir. Daha az normal doku ışınlanması geç RT yan etkilerinin azaltılabileceğini göstermektedir. Ref No: P-47 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ TIBBİ ONKOLOJİDE TAKİPLİ BAŞ-BOYUN KANSERİ VAKALARI Nail Özhan, Atike Gökçen Demiray, Burcu Yapar Taşköylü, Funda Tümkaya, Gamze Gököz Doğu, Bahar Baltalarlı, Arzu Yaren, Necdet Ardıç Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Denizli Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, KBB Ana Bilim Dalı, Denizli Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Denizli Giriş: Tüm kanserlerin %0-5 ini oluştururlar ve %90-95 oranında epidermoid tip karsinomlardır. Erken evre baş boyun kanserinde standart tedavi cerrahi ve/veya radyoterapi olup, tedavi modalitesinin seçimi tümörün lokalizasyonuna, evresine, operabilitesine ve hekimin klinik deneyime bağlı olarak değişebilir. Lokal ileri evre tümörlerde ise cerrahi veya RT veya eş zamanlı kemoradyoterapi (KRT) tedavi seçeneklerindendir. Biz, merkezimize başvuran 85 hastanın demografik ve klinik özelliklerini inceledik. Materyal-Metod: Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkolojide takipli 85 hastanın demografik ve klinik özellikleri dosyalarından kaydedildi. Veriler SPSS 7 programında analiz edildi. Bulgular: 85 hastanın 66 sı (%77.6) erkek, 9 u (%.4) kadındı. Hastaların yaş ortalaması 60 idi. %95 skuamoz hücreli karsinom tipindeydi. Hastaların 5 ünde (%6.4) sigara öyküsü mevcuttu. Tanı anında 7 (%.8) hasta erken evre, 48 si (%55.4) lokal ileri, 0 u (%.8) metastatik evrede idi. Hastaların 7 sinin (%8.) PS:0, 70 inin (%8.4) PS:, 8 inin (%9.4) PS: idi. Baş-boyun kanserlerinden en sık görüleni 40 hasta (%47.) ile larenks karsinomuydu. Sonra sırasıyla ağız boşluğu, nazofarenks, tükrük bezleri, dudak, hipofarenks ve paranazal sinüs tümörleriydi. Hastaların 6 si (%44.6) opere idi. Lokal ileri hastalığı olan 47 hastadan 4 i (%5.9) indüksiyon KT si, 0 hasta (%.) eşzamanlı KRT aldı. En fazla (%4.) cisplatin+ 5-FU+ docetaksel rejimi uygulandı. En sık (%7.6) metastaz yeri akciğerdi. hastanın (%8.8) lokal nüksü oluştu. Hastaların PFS süresi 5, tüm sağkalım süresi 555.4 hafta ve 5 yıllık tüm sağkalım %46.7 idi. Sonuç: Başboyun kanserli hastalarımızın retrospektif değerlendirmesinde elde ettiğimiz sonuçlar literatür ile uyumludur. Baş boyun kanserlerinde, anatomik lokalizasyonu ve kompleks özellikleri nedeniyle yaşamı tehdit etmesi kadar fonksiyonel ve sosyal hasarları da büyük önem taşıdığı için erken tanı ve multidisipliner yaklaşım önem taşımaktadır. Ref No: P-48 PAROTİS TÜMÖRLERİNDE HEDEFLİ TEDAVİLERİN ETKİNLİĞİNE DAİR İKİ OLGU Kerem Okutur, Çetin Ordu, Kezban Nur Pilancı, Kübra Aydın, Mustafa Bozkurt, Esat Namal 4, Akın Öztürk, Sezer Sağlam, Coşkun Tecimer, Gökhan Demir İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilimdalı, İstanbul Dr. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, İstanbul Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, İstanbul 4 Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, İstanbul Giriş: Baş-boyun tümörlerinde angiogenezisin öneminin ve mtor yolunun aktif olduğunun gösterilmesi bu hedeflere yönelik tedavilerin gündeme gelmesini sağlamıştır. Parotis tümörleri özellikle değişik oranlarda ve farklı şekillerde sergiledikleri reseptör ekspresyon profilleri ile kemoterapi dışındaki tedavi seçeneklerinin kullanımına imkan sağlamaktadır. Burada ileri evre parotis tümörlü hastada hormonal, sitotoksik ve hedefli tedavi kombinasyonlarının kullanımına yönelik deneyimimizi sunduk. Olgu-: 7 yaşında erkek hastada Ocak 00 da sol parotis tümörü (mukoepidermoid karsinom), akciğerde adet metastatik nodül 48 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER saptanmış ve sol total paratidektomi, radikal boyun disseksiyonu ve sağ akciğer üst lob metastazektomisi uygulanmış. Ardından boyuna ve parotis lojuna radyoterapi uygulanmış. Hastanın mayıs 00 da yapılan tetkiklerinde akciğerde adet yeni gelişmiş metastatik nodül saptandı. Tümör bloğundan çalışılan androjen reseptör ekspresyonu (+) ve HER ekspresyonu (+) saptanan hastaya andojen deprivasyon tedavisi (bikalutamid+goserelin) başlandı. Yaklaşık 6 ay sonra akciğerdeki nodüllerde progresyon saptanması üzerine Lapatinib ve bikalutamid le devam edildi. 5 ay progresyonsuz seyreden hastada Temmuz 0 de akciğer lezyonlarının progrese olması üzerine Lapatinib + vinorelbin e geçildi. Ocak 0 deki toraks BT sinde gözlenen adet parenkimal akciğer metastazına stereotaktik radyocerrahi uygulandı. Nisan 0 deki toraks BT sinde her akciğerde yeni gelişen metastatik nodüller saptanması üzerine hastaya bevacizumab 7.5 mg/kg ve everolimus 0 mg/gün başlandı. Üç ay sonra yapılan görüntülemelerinde akciğerdeki nodüllerde belirgin regresyon saptandı. Hasta bevacizumab+everolimus tedavisinin 8. ayında ve metastatik hastalık tanısından itibaren 4. yılı içinde halen progresyonsuz olarak takip edilmektedir. Olgu-: yaşında kadın hastaya Temmuz 0 de sağ parotis tümörü (mukoepidermoid karsinom) tanısıyla sağ total parotidektomi ve ardından adjuvan radyoterapi uygulanmış. Temmuz 0 deki kontrollerinde biyopsi ile verifiye edilen plevra ve akciğer metastazı saptanmış. Hastaya Ekim 0 de bevacizumab 7.5 mg/kg ve everolimus 0 mg/gün başlandı. ay sonraki kontrolünde belirgin klinik yanıt ve lezyonlarda regresyon saptandı. Halen tedavinin 5. ayında progresyonsuz olarak izlenmektedir. Sonuç: Parotis tümörlerinde sistemik kemoterapinin etkisi sınırlı olduğundan bu hasta grubunda HER blokajı ve mtor inhibisyonunu içeren hedefli tedaviler ile androjen deprivasyon tedavisi seçenekleri mutlaka akılda bulundurulmalıdır. Ref No: P-49 KLİNİĞİMİZDE DEFİNİTİF KEMORADYOTERAPİ SIRASINDA LARİNKS KARSİNOMLU HASTADA GELİŞEN SERVİKAL VERTEBRAL METASTAZ BİR OLGU SUNUMU Düriye Öztürk, Ali Rıza Erinekçi, Mustafa Yıldız, Utku Dönem Dilli, Cengiz Özdemir Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkolojisi Kliniği Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Beyin Cerrahisi Kliniği Giriş: Baş-Boyun kanserlerinde spinal vertebral metastaz oldukça nadirdir, Lokal ileri baş-boyun kanserlerinde olgu şeklinde vakalar bildirilmiştir. Spinal vertebral metastazlar sıklıkla akciğer ve meme kanserlerinden kaynaklanmaktadır. Baş-boyun kanserlerinde spinal vertebral metastaz saptandığı anda prognoz kötüdür. Olgu: 5 yaşında erkek hasta sağ boyunda şişlik şikayetiyle ile başvurdu. Çekilen boyun BT de boynun sağ tarafında cilt altı yumuşak doku içerisinde sternoklavikulomastoid(scm) adelenin anterior kesiminde x.5 cm hiperdens kitle, lezyonun üst ucu sağ submandibular glanda inferioru tiroid kartilaja kadar uzanmakta. Lezyon ile SCM adelesi arasında plan izlenmemekte. Hastaya çekilen PET CT de sağ üst juguler (seviyea,b) posterior üçgende (seviyea),5 cm boyutlu hipermetabolik lenf nodları (SUVmax:0.44), Larinkste sağ kord vokalde posterior supraglottik bölgeye uzanan hipermetabolik (SUVmax:.86) (primer tümör). Hasta larinks karsinomu tanısıyla 70 Gy ERT eş zamanlı haftalık Sisplatin başlandı. Tedavinin 5. haftasında hastanın boynundaki kitlede küçülme olması ve hastanın zayıflaması sonrasında ERT kullanılan maskenin değişmesi gerekti. Hastaya CT eşliğinde tekrar maske yapıldı. Planlama CT de Servikal 5 vertebra korpusunun tamamen kaplayan litik kitle ve primer tümörde patolojik lenf nodlarında gerileme gözlendi. Hastanın litik lezyonu servikal MRG ile teyid edildi. Hastanın tedavisi 70 Gy e tamamlandı. Beş gün sonra hastaya Beyin cerrahisi tarfından servikal 5 vertebraya yöelik Servikal korpektomi operasyon uygulandı. Opersyon patolojisi skuamöz hücreli karsinom metastazı olarak değerlendirildi. Hasta genel durum bozukluğu nedeniyle operasyondan.5 ay sonra kaybedildi. Sonuç: Lokal ileri larinks karsinomunda servikal vertebra metastazı oldukça nadirdir. Tedavi altında servikal vertebra metastazlarının nörolojik defisit olmadan tespitide çok nadirdir. Servikal vertebra metastazları ve spinal kanal metastazları nörolojik disfonksiyon ve kord kompresyonlarınla giden nörolojik acillerdendir. Amaç cerrahi dekompresyon ve stabilizasyondur. Bu hastalarda sağkalım oldukça azdır. Baş-boyun kanserlerinde günümüzde adaptif tedaviler gündemde iken servikal vertebra metastazlarına daha sık rastlanacaktır. Ref No: P-40 MALİGN HİPERKALSEMİLİ PRİMER PARATİROİD KARSİNOMU TANILI HASTADA, HORMON AKTİF AKCİĞER METASTAZLARINA YÖNELİK PALYATİF RADYOTERAPİ OLGU SUNUMU Özlem Akagündüz, Canfeza Sezgin, İlker Tosun, Bülent Karabulut, Mustafa Esassolak Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi A.D. Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı. Amaç: Paratiroid karsinomu oldukça nadir görülen ve genelde hiperparatiroidizmle seyreden bir tümördür. Aşırı paratiroid hormonu salgılanması nedeniyle gelişen hiperkalseminin kontrolü oldukça zordur ve bu tür hastalarda en önemli morbidite nedenidir. Olgu: 44 yaşında erkek hastada, Ekim 00 da halsizlik ve yaygın kemik ağrısı yakınması nedeniyle başvurduğu klinikte hiperparatiroidizme bağlı hiperkalsemi saptanmış ve paratiroidektomi uygulanmış. Paratiroid karsinomu tanısı konulan hastada paratiroid hormon (PTH) düzeyi 88pg/mL, kan kalsiyum (Ca) düzeyi 5.6mg/ dl ve postoperatif erken dönem izlemde mediastende metastatik lenfadenopatiler, akciğerde metastatik nodüller saptanması üzerine, Ocak 0-Ekim 0 tarihleri arasında 5-Fluorourasil, Dakarbazin, Siklofosfamid içeren kemoterapi kür uygulandı. Tedavi sonrası yapılan tetkiklerle akciğerdeki nodüllerin ve mediastendeki lenfadenopatilerin gerilediği ve PTH nın 464pg/mL a düştüğü izlendi. On ay süresince genel durumu iyi seyreden hastanın bulantı-kusma yakınması oldu ve kalsiyum düzeyinin 6 mg/dl ye yükseldiği görüldü. Ağustos 0 de yapılan PET-BT de akciğer metastazlarında progresyon saptanarak hastaya medikal hiperkalsemi tedavisi ve 5-Fluorourasil, Dakarbazin, Siklofosfamid kemoterapisi tekrar başlandı. Hiperkalsemisi kontrol edilemeyen hastada yaygın akciğer metastazları olması nedeniyle operasyon düşünülmedi ve palyatif radyoterapi planlandı. Ekim 0 de, her iki akciğere 5Gy (.5Gy/ gün) ardından sol apikal plevrada diğerlerinden daha büyük olan metastaza yönelik 8Gy (.8Gy/gün) ek doz radyoterapi planlandı. Tedavi sırasında hastada kandida özefajiti ve buna bağlı septik tablo gelişmesi nedeniyle radyoterapiye 0 gün ara verildi. Enfeksiyon geriledikten sonra tedavisi tamamlandı. Radyoterapi öncesi PTH 474pg/dL iken tedavi tamamlandıktan hafta sonra 75pg/dL e, kan kalsiyum seviyesi 6mg/dL den mg/dl ye geriledi. Hastanın radyoterapi sonrası gelişen ateşi, uygulanan antibiyotiklere rağmen gerilemeyince tümör ateşi olarak düşünüldü ve antibiyotikler kesilerek Dosetaksel ve Karboplatin içeren.seri kemoterapi şemasına geçildi. Hastanın ateşinin gerilemesi ile genel durumu düzeldi. Halen PTH 96pg/dL, kalsiyum seviyesi mg/dl lerde seyretmekte ve kemoterapisi devam etmektedir. Sonuç: Medikal tedaviye yanıtsız hiperkalsemi ile seyreden paratiroid karsinomunda palyatif radyoterapi ile ilgili literatürde çok az sayıda olgu sunumu bulundu. Malign hiperkalsemide palyasyon sağ- BAŞ BOYUN KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 49

BAŞ BOYUN KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER lamak için pulmoner metastazların rezeksiyonunun en etkin tedavi olduğu, operasyona uygun olmayan hastalarda ise akciğer metastazlarına yönelik 0-5Gy palyatif radyoterapi yapıldığı ve takip eden yıl içinde serum PTH ve Ca düzeylerinin paralel olarak düştüğü görülmüştür. Kliniğimizde uygulanan palyatif radyoterapinin sonucunda; radyoterapinin hiperkalsemiyi kontrol etmek için alternatif bir tedavi olduğu düşünülmektedir. Ref No: P-4 KAFA TABANI KORDOMASINDA TOMOTERAPİ İLE POSTOPERATİF RADYOTERAPİ DENEYİMİMİZ: OLGU SUNUMU Mehmet Faik Çetindağ, Nurgül Kızılırmak, Atiye Yılmaz Özsavran, Dinçer Yeğen, Fatma Altuntaş, Ayça Yılmaz, Ferihan Ertan Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği,Ankara Giriş ve Amaç: Kordoma embriyonal notokorddan köken alan, kafa tabanından sakruma kadar omurga boyunca yerleşen, yavaş büyüyen, invaziv, nadiren metastatik olabilen bir kemik tümörüdür. Semptom ve bulgular lezyonun lokalizasyonuna bağlı ortaya çıkar. Kafa tabanı kordoması olan ve cerrahi sonrası Tomoterapi ile Görüntü Rehberliğinde-Yoğunluk Ayarlı Radyoterapi (GR-YART) uyguladığımız hastayı nadir görülen patoloji olması ve tedavide farklı radyoterapi (RT) yöntemlerinin etkinliğinin tartışılması amacı ile sunuyoruz. Olgu: Son üç aydır giderek artan baş ağrısı nedeni ile tetkik edilen 5 yaşındaki erkek hastanın beyin tomografisinde nazofarinks üst-arkasında klivusun alt kısmı ve occipital kemikte destruksiyona neden olan ve beyin sapını sağ-önden basılayan kitle, Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG) de foramen magnum sağ yarısını dolduran 4x,5x,5 cm kitle izlenmiştir. Mart 0 de nazofarinks biyopsisi ile kondroid kordoma tanısı alan hastaya subtotal kitle eksizyonu uygulanmış. Radyoterapi için yönlendirilen hastaya Ağustos-Eylül 0 de rezidü kitleye marjin verilerek Tomoterapi ile fraksiyonda 66 Gy GR-YART uygulandı. Hedef hacim homojen kapsanırken, spinal kord, beyin sapı ve koklealar gibi kritik organ dozları tolerans sınırları içinde kaldı. Grade mukozit dışında önemli akut yan etki görülmedi. Kasım 0 de çekilen konrol MRG de lezyon boyutları ve kontrastlanmasında belirgin azalma izlendi. Üç-altı ay ara ile çekilen seri MRG lerde ise lezyon boyutlarında değişiklik olmadı. Yaklaşık ikinci yılını tamamlayan hasta asemptomatik olarak takiptedir. Tartışma ve Sonuç: Kordoma tedavisinde asıl yöntem hala cerrahidir ve lezyonun tam çıkarılması prognoz üzerine etki eden en önemli faktördür. Derin lokalizasyonu ve kritik organlara yakınlığı nedeni ile çoğu hastada lezyon tam çıkarılamadığı için RT gereklidir. Kordomalar radyasyona duyarlı değildir ve 65-70 Gy in üzerinde dozlar gereklidir. Konvansiyonel fraksiyone RT ile lokal başarı yada genel sağkalım için anlamlı sonuçlar elde edilememiştir. Gelişmiş teknikler ve yüksek dozlar kullanıldığında sonuçlar iyileşir. Proton RT, stereotaktik RT ve YART ile lokal kontrol oranları giderek artmaktadır. Bu yöntemler tümörde doz artışı sağlarken kritik organ dozlarını kabul edilebilir sınırlar içinde tutar. Böylece tümör kontrolü artarken, geç komplikasyon riski azalır. Literatür incelendiğinde bir çok tümörde olduğu gibi kordoma tedavisinde de proton RT sinin giderek artan önemi dikkat çekmektedir. Ülkemizde halen proton tedavi hizmeti veren bir merkez yoktur. GR-YART uygulanan hastamız cerrahi sonrası ve RT sonrası 7 aylık takibinde klinik ve radyolojik olarak stabildir. Takip süremiz tedavi etkinliği ve yan etkileri değerlendirmek için yetersiz olmakla birlikte GR-YART iyi bir tedavi seçeneği olarak görülmektedir. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Şekil. Tomoterapi planında doz dağılımı. PTV66 (kırmızı), GTV postop (sarı), beyin sapı (pembe), spinal kord (mavi). Ref No: P-4 LARİNKS KANSERİNDEN SONRA İKİNCİ PRİMER OLARAK GELİŞEN NAZAL TİPLİ EKSTRANODAL NATURAL KİLLER T-HÜCRELİ LENFOMA: İLK OLGU SUNUMU Dilek Ünal, Arzu Taşdemir, Celalettin Eroğlu, Neslihan Kurtul, Arzu Oğuz 4, Banu Açmaz 5, Ali Ünal 5 Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Kayseri Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Bölümü, Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Kayseri 4 Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Kayseri 5 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Kayseri Giriş: İkinci primer kanserler, baş ve boyun kanserlerinin en önemli sorunları arasındadır. Ekstranodal natural killer T-hücreli lenfoma (ENKTHL) nazal tip, Hodgkin dışı lenfomaların nadir görülen tipidir. Hastalar genellikle nazal obstrüksiyon, sinüzit, ülser ve fasyal orta hat destrüktif lezyonla prezante olurlar ve lokalize hastalıkla tanı alırlar. Yaygın hastalık daha da nadir görülür. Burada biz larinks kanseri nedeniyle küratif kemoradyoterapi verilen bir hastada, ikincil olarak gelişen ENKTHL nazal tipli ilk olguyu sunmayı amaçladık. Olgu: Elli altı yaşında erkek hasta 5 ay önce başlayan ve son aydır artan ses kısıklığı nedeniyle başvurdu. Kırk yıl.5 paket/gün sigara kullanım öyküsü vardı ama alkol kullanım öyküsü yoktu. Direkt laringoskop ile sol vokal kort anterior kommissürde aritenoidlere kadar uzanan submukozal kitle tespit edildi ve bu kitleden biyopsi alındı. Patoloji sonucu epidermoid karsinom olarak geldi. Bilgisayarlı tomografide boyunda patolojik lenf nodu tespit edilmeyen hastaya operasyon yada radyoterapi (RT) seçenekleri sunuldu. Cerrahi müdahaleyi kabul etmeyen hastaya sisplatin 50 mg/hafta ile eşzamanlı olarak primer alana ve bilateral boyuna 70 Gy RT uygulandı. Takiplerinde tam cevap tespit edilen hasta, larinks kanseri tanısından 8 ay sonra burunda tıkanıklık yakınmasıyla başvurdu. Pozitron emisyon tomografide sol etmoid sinüs, maksiler sinüs, sfenoid sinüs ve nazal boşlukları dolduran 60x50x40 mm boyutlarında yumuşak doku kitlesi tespit edildi (SUV maks: 0.). Ayrıca pankreas başı lokalizasyonunda 66x6 mm boyutlarında (SUV maks: 7.7) ve sağ testis içerisinde 4x0 mm boyutunda iki adet yumuşak doku lezyonuna ait yoğun FDG tutulumu gözlendi (SUV maks: 9.). Aynı zamanda sol testis parankim posterior kesiminde de artmış FDG tutulumu tespit edildi (SUV maks: 8.0). Kas iskelet sisteminde de bir çok odakta yoğun FDG tutulumları tespit edildi (SUV maks: 5.). Nazal kaviteden alınan eksizyonel biyopsi sonucunda NKTHL nazal tip tanısı konuldu. İmmunohistokimyasal boyamalarda CD56 (Şekil ) ve CD ile pozitif boyanma tespit edildi. Ann Arbor evreleme sistemine göre evre 4 olarak tespit edildi. Sarılığı olan hastaya perkütan biliyer stent konuldu. Hastaya kür modifiye ESHAP (etopozid, me- 50 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER til prednizolon, sisplatin) kemoterapisi verildi. Nefes darlığında artış olan hastaya nazal boşlukları dolduran kitleye yönelik palyatif amaçlı RT başlandı. RT nin 5. gününde hastanın genel durumu bozulduğu için RT ye devam edilemedi. Genel durumu progresif şekilde bozulan hasta ENKTHL tanısı konulduktan üç ay sonra kaybedildi. Sonuçlar ve Tartışma: Kemoterapi ve RT gibi tedavi yöntemleri bağışıklık sistemini baskılayarak lenfoma ve lösemi gibi hastalıkları tetikleyebilir. Bizim olgumuzda da lenfoma RT ve kemoterapi aldıktan yaklaşık olarak yıl sonra gelişmiştir. ENKTHL nazal tip nadir görülen ve oldukça agresif seyreden bir hastalıktır. Bizim hastamızda da prognozu belirleyici olan ENKTHL nazal tip olmuştur. Şekil. Nazal kaviteden alınan biyopsi örneğinin immunohistokimyasal olarak CD56 ile pozitif boyanması Ref No: P-4 LARİNKS RABDOMYOSARKOMU VE DERMATOMYOZİT BİRLİKTELİĞİ: OLGU SUNUMU Mehmet Ali Nahit Şendur, Şebnem Yaman, Ozan Yazıcı, Nuriye Yıldırım Özdemir, Doğan Uncu, Nurullah Zengin Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Giriş: Dermatomyozit ile malignensi sıklığı belirgin olarak artmaktadır. Malignensi sıklığı dermatomyoziti olan bireylerde 5-7 kat artmaktadır. Dermatomyozit tanısı alan hastalarda en sık malignensi sıklığı tanıdan sonraki ilk yıl içinde artmaktadır. Dermatomyozit ile birlikte en sık over, meme, akciğer, mide ve pankreas kanseri izlenmektedir. Ancak malign mezenkimal tümörler ile dermatomyozit birlikteliği vakalar şeklinde literatürde bildirilmiştir. Literatür taramalarımıza göre larinks rabdomyosarkomu ile dermatomyozit birlikteliği literatürde bildirilmemiştir. Olgu: 60 yaşında erkek hasta, son 6 aydır olan halsizlik, yorgunluk, gece terlemeleri ve kilo kaybı şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Yapılan fizik muayenede proksimal kas güçsüzlüğü olması sebebiyle gönderilen kreatinin kinaz 6500 U/l (normal < 70 U/l), sedimentasyon ise 80 mm/h saptandı. Diğer laboratuar testleri normal olan hastanın vastus medialisden yapılan kas biyopsisi dermatomyozit ile uyumlu geldiğinden hastaya steroid tedavisi başlandı. Hastanın tedavinin 4. ayında proksimal kas güçsüzlüğü şikayetlerinin artması ve ses kısıklığı gelişmesi üzerine yapılan fizik muayenesinde vokal kordlar posterior kommisürde polipoid kitle izlenmiş. Yapılan eksizyonel biyopsi rabdomyosarkom olarak rapor edilen hastaya 4 kür adjuvan ifosfamid-mesna-antrasiklin (İMA) kemoterapisi verildi. Hastanın izleminde proksimal kas güçsüzlüğü düzeldi ve steroid tedavisi azaltılarak kesildi. Hastanın son tedavisinden,5 yıl sonra yaygın kemik ağrıları olması üzerine yapılan kemik sintigrafisinde üzerine yaygın kemik metastazı saptandı. Kemoterapiyi kabul etmeyen hasta halen kontrol altında zoledronik asid tedavisi ile izlenmektedir. Tartışma: Dermatomyoziti olan hastalarda malignensi sıklığı artmaktadır ve özellikle solid tümörlerin sıklığı artmaktadır. Literatürde dermatomyozit sarkom ilişkisi ile ilgili vaka bazlı raporlar yer almaktadır. Özellikle osteasarkom, kondrosarkom, Kaposi sarkomu ve yumuşak doku sarkomu ile ilişkili vakalar bildirimiştir. Ancak larinks rabdomyosarkomu ile dermatomyozit birlikteliği literatürde bildirilmemiştir. Ref No: P-44 NAZOFARİNKS YERLEŞİMLİ HODGKİN LENFOMA OLGUSU Ozan Yazıcı, Nuriye Özdemir, Mehmet Ali Nahit Şendur, Şebnem Yaman, Nurullah Zengin Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Medikal Onkoloji Kliniği, Ankara Giriş: Hodgkin lenfoma (HL) genellikle baş boyun bölgesinde nodal bölgelerde görülmektedir. Fakat nadiren (%5) özellikle baş-boyun bölgesinde ekstranodal bölgelerden kaynakla bilmektedir. Baş boyun bölgesindeki HL daha sık olarak; nazofarinks, dil tabanı, orofarinks, tonsilleri kapsayan lenfatik dokuyu tanımlamak için kullanılan Waldeyer halkasında görülmektedir. Ekstranodal Hodgkin lenfoma nadir görülmesi sebebiyle tedavisiyle ilgili net bir fikir birliği yoktur. Olgu: 48 yaşında erkek hasta burun tıkanıklığı nedeniyle doktora başvurmuş. Buna ilave nefes darlığı ve son 6 ayda 0 kg kilo kaybı şikayeti de varmış. Fizik muayenede sağ aksiler cm lenf adenopati saptandı. Laboratuar bulguları normal sınırlardaydı. Kulak burun boğaz muayenesinde nazofarenks posterior duvarda kitle saptandı. Punch biyopsi yapıldı. Patoloji sonucu CD 0:+ ve CD:5:+ lenfositten zengin Hodgkin lenfoma olarak geldi. Pozitron emisyon tomografisinde nazofarenks posterior duvarda daralmaya neden olan düzensiz duvar kalınlaşması suv maks:5,5 (standart uptake value) olan lezyon gösterildi ve diğer bölgelerde patolojik tutulum yoktu. Kemik iliği tutulumu yoktu. Hasta Evre B Hodgkin lenfoma olarak değerlendirildi. B semptomları olması nedeniyle tedaviye ABVD kemoterapi rejimi başlandı ve takiben RT planlandı. Tartışma: Sadece ekstranodal tutulum olan ve nodal tutulumu bulunmayan HL immünkompetan hastalarda nadir saptanan bir durumdur. M.D. Anderson kanser merkezinden yapılan bir çalışmada primer baş boyun bölgesinden tanı almış 4 HL hastası incelenmiş ve çoğunda HL tonsil ve nazofarinksden kaynaklandığı gösterilmiş. Bu çalışmadaki hastalarda nodüler sklerozan ve miks sellüler HL saptanmış. Bizim vakamızda farklı olarak daha nadir görülen lenfositten zengin HL gösterildi. Anselmo ve arkadaşlarının çalışmasında tüm nazofarinks HL hastaları kemoterapi ve radyoterapi (RT) ile tedavi edilmiş ve tam yanıt elde edilmiş. Bizde benzer şekilde hastamıza ABVD kemoterapisi başladık ve takiben RT planladık. Nazofarenks HL genellikle erken evrede tesbit edilen ve genellikle erkeklerde saptanan iyi prognozlu bir hastalıktır. Nazofarinks HL, nodal tutulum olan erken evre HL gibi düşünülmeli tanı ve tedavisi buna göre yapılmalıdır. Ref No: P-45 LARİNKS KANSERLİ PET-CT DE MEDİASTEN- AKCİĞERDE TUTULUMU OLAN İKİ OLGUNUN SUNUMU Sevil Kılçıksız Çağıran, Menekşe Turna, Süleyman Altın, Bekir Eren, Ferhan Adatepe Okmeydanı Eğitim Araştırma Hastanesi,Radyasyon Onkolojisi Kliniği,İstanbul Amaç: Günümüzde yaygın PET kullanımı diğer yöntemlerle fark edilmeyen metastaz ya da ikinci kanser varlığı ile tedavi programlarını değiştirebilmektedir. Vaka sunumumuzda larinks kanseri tanısı BAŞ BOYUN KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 5

BAŞ BOYUN KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER ile başvuran PET-CT de mediasten ve akciğer(ac)de tutulumu olan hasta üzerinden AC, mediasten lezyonlarının patolojik örneklenmesinin ya da farklı bir görüntüleme yöntemi ile teyidinin ve tedavi kararına etkisinin bilinen önemini klinik pratikte vurgulamak. Material ve Metod: Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Onkoloji Kliniği ne larinks kanseri tanısı ile başvuran PET-CT de mediasten ve AC tutulumu olan hasta ilgili lezyonların patolojik örneklenmesi ya da farklı bir görüntüleme yöntemi ile ikinci primer kanser ya da metastaz olasılığı için araştırıldı. Bulgular:.Vaka: 5 yaşında erkek hasta, aydır süren yutkunma güçlüğü şikayeti ile kliniğe başvurdu.epiglot laringeal yüz punch biyopsi sonucu skuamöz hücreli karsinom geldi. PET-CT larinks supraglottik kitle;bilateral üst juguler, sağ posterior servikal lap; sol hiler hipermetabolik odak (met?,.primer?) olarak değerlendirildi.bronkoskopik biyopsi sonucu KHDAK geldi.larinks kanseri TNCM0 olarak evrelendi. kür dosetaksel+sisplatin aldı.ac kanserine yönelik sol pnömonektomi yapıldı.hasta larinks kanserine yönelik cerrahiyi kabul etmedi. Takip dışı kalan hastanın exitus olduğu düşünüldü..vaka:75 yaşında erkek hasta boyunda şişlik şikayeti ile kliniğe başvurdu. Larinks areoepiglottik fold-sağ aritenoidi tutan kitle biyopsisi az diferansiye skuamöz hücreli karsinom olarak geldi. PET-CT supraglottik düzeyde larenksin sağında priform sinüs ve ariepiglottik foldu dolduran yoğun hipermetabolik primer malign kitle(suvmax 7.),mediastende sol alt paratrakeal, subkarinal,sol hiler bölgede yoğun hipermetabolik odak,reaktif hiperplazi? metastaz?(suvmax ) olarak değerlendirildi.larinksca TNM0 olarak evrelendi. Göğüs Hastalıkları Hastanesi nde akciğer ve mediastendeki lezyonlar değerlendirilmek üzere çekilen toraks tomografisinde mediasten multiple kalsifiye lap,bilateral akciğer üst lob apikal posterior segment düzeylerinde sekel plevroparankimal fibrotik değişiklik,bilateral hilusa komşu kısımlarda nonspesifik peribronşiyal dansite olarak değerlendirildi. Hasta primer larinks kanseri tanısı ile medikal olarak inoperabl kabul edilerek eksternal küratif radyoterapiye alındı. Sonuç: Literaturde vurgulandığı ve larinks karsinomu vakalarımızda görüldüğü gibi PET CT evrelemede değişiklik yapmaktadır. Fakat benzer PET aktivite tutulumu diğer yöntemle teyit edildiğinde farklı sonuçlar elde edilmektedir. Bu tip olgularda tek başına PET bulgusu ile tedavi kararı değiştirilmemelidir. Ref No: P-46 RİCHTER SENDROMU VE DİL SKUAMÖZ KARSİNOMU BİRLİKTELİĞİ Ozan Yazıcı, Nuriye Yıldırım Özdemir, Mehmet Ali Nahit Şendur, Şebnem Yaman, Tülay Tamözlü Eren, Bayaram İnan, Doğan Uncu, Nurullah Zengin Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Medikal Onkoloji Kliniği, Ankara Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği, Ankara Giriş: Kronik lenfositik lösemi (KLL) ileri yaşlarda görülen bir lösemi türüdür. KLL nin diffüz büyük B hücrel lenfomaya transformasyonu Richter sendromu olarak bilinen önemli bir komplikasyonudur ve hastaların %.- %0.6 sında görülmektedir. KLL ile baş boyun skuamöz hücreli karsinom (SCC) birlikteliğini gösteren vaka bildirimleri mevcuttur. Literatürde ilk defa Richter transformasyonu ile eşzamanlı dil SCC gelişen olgu sunulacaktır. Olgu: KLL tanısıyla 8 yıldır takip edilen 68 yaşında erkek hasta dilde lezyon şikayetiyle doktora başvurmuş. Özgeçmişinde 50 paket / yıl sigara kullanım öyküsü ve KLL nedeniyle aydır 50 mg siklofosfamid tablet kullanımı mevcuttu. Fizik muayenede her iki supraklavikülerde cm lik yumuşak kıvamlı lenf adenopati (LAP), sağ aksiller cm lik ve sol akiller cm lik LAP saptandı. Laboratuar parametrelerinde lenfositoz dışında patolojik bulgu yoktu. Dilden 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ yapılan biyopsi sonucu SCC gelmesi üzerine hastaya sağ hemiglossektomi ve bilateral boyun diseksiyonu yapılmış. Dil patoloji sonucu az diferansiye skuamöz hücreli karsinom (SCC) ile uyumlu, tümör çapı,5 cm, taban cerrahi sınıra mm ve boyundan çıkarılan lenf nodlarından iki tanesinde SCC metastazı saptanmış. Boyundan çıkarılan toplam adet diğer lenf nodlarında ise küçük lenfositik lenfoma zemininde transformasyon gösteren diffüz büyük B hücreli lenfoma saptanmış. Lenfoma hücrelerinde CD 9 ve 0, CD 5, MUM- pozitif, cyclin D ve Bcl-6 negatifmiş, Ki-67 indeksi %40 saptanmış. Pozitron emisyon tomografisinde dilde cm lik rezidüe (suv:9), boyun, mediasten, aksillar ve intraabdominal en büyüğü cm olan multipl lenf adenopati (suv: -6) saptandı. Kemik iliği biyopsi normal olarak değerlendirildi. Hastada lenfoma tedavisine öncelik verilerek R-CHOP tedavi protokolü başlandı, kür sonra dil rezidüe lezyona RT verilmesi planlandı. Tartışma: Richter sendromu KLL nin önemli bir komplikasyonudur. Prognozu genellikle kötü seyretmektedir. Medyan sağ kalım 5-8 ay arasında değişmektedir. KLL hastalarında sekonder kanser gelişimi normal popülasyona göre daha sıktır. KLL ile damak, larinks, akciğer skuamöz hücreli karsinom birlikteliği tanımlanmıştır. Multipl primer malignitelerin tedavisi zordur ve kötü prognozla ilişkilidir. Tedavide en kısa sağ kalıma neden olan maligniteye öncelik vermek gerekmektedir. Olgumuz KLL zeminde diffüz büyük B hücreli lenfoma gelişmiyle beraber dilde skuamöz hücreli karsinom olan literatürdeki ilk vaka olması nedeniyle önemlidir. Ref No: P-47 GRAVES OFTALMOPATİSİ NDE HİPOFRAKSİYONE IMRT Ozan Cem Güler, Cem Parlak, Güngör Arslan, Cem Önal Başkent Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Adana Amaç: Graves Oftalmopatisi T lenfosit aktivasyonu ve buna bağlı salınan sitokinlerden kaynaklanan, hipertiroidi ile sık görülen ve tedavisi güç bir otoimmün olaydır. Tedavi seçenekleri arasında steroid, cerrahi ve radyoterapi bulunmaktadır.hipofraksiyone düşük doz adaptif radyoterapi ile tedavi ettiğimiz ve yıldır izlediğimiz bir vakayı sunuyoruz. Metod: Hipertiroidi nedeni ile uzun süredir takipte olan 4 yaşında erkek hasta kliniğimize exoftalmus ile başvurdu. Steroid tedavisine yanıt vermediği için endokrinoloji bölümünden sevk edilen hasta başvuru anında gözlük dahi takamıyordu. Çekilen orbital MR da her iki medial rektus kasında düzensiz konturlu kalınlaşma ve heterojen sinyal intensitesi, konturlarda düzensizlik, heterojen şekilde kontrast tutulumu mevcuttu. Bu bulgular eşliğinde kronik graves oftalmopati ve pseudotümör orbita ile uyumlu olarak raporlanmıştı. Hastaya haftada Gy olacak şekilde bilateral orbita bölgesine toplam 0 haftada total doz 0 Gy IMRT uygulandı. Tedavinin. Haftasında hastanın semptomlarında ve kliniğinde belirgin düzelme oldu. İlk hafta boyunca hastanın aldığı steroid kesilerek tedavisine yalnızca radyoterapi olarak devam edildi. Tedavi sırasında çekilen BT lerde de lezyonlara belirgin regresyon izlendi. Tedavisi sırasında herhangi bir komplikasyon görülmeyen hasta yaklaşık yıldır remisyonda ve tedavisiz izlenmektedir. Sonuç: Graves oftalmopatisi medikal tedavisi güç bir hastalık olup bu konu ile ilgili radyoterapi ile tedavisine dair sayılı çalışma bulunmaktadır ve bu çalışmalar genellikle konvansiyonel yöntemler ile yapılmıştır. Olgumuzda IMRT ile tedavi edilen,haftada Gy lik ve toplamda 0 Gy lik doz ile iyi bir yanıt aldığımız hastayı sunmak istedik. Tartışma: Graves oftalmopatisinde hipofraksiyone radyoterapi çok yaygın olarak kullanılmamakla birlikte sonuçları göz önüne alındığında umut vaad eden ve toksisitesi düşük bir tedavi olarak gün geçtikçe daha ön sıralarda yer alacaktır. 5 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-48 PAROTİS BEZİNİN PRİMER MALİGN MELANOMU: OLGU SUNUMU Pınar Dal, Ercan Kaya, Mustafa Fuat Açıkalın, Hasan Üstün Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı Giriş: Parotis bezinin primer malign melanomu nadir görülen bir durumdur. Sunulan olguların çoğu baş-boyun yerleşimli veya deri kaynaklı primer odağın parotis bezine metastazı şeklindedir. Baş-boyun cilt dokusu, tüm vücut alanının 9% una karşılık gelmesine rağmen, primer melanomların 5-0% u bu bölge yerleşimlidir. Buradaki melanomların metastazı servikal lenf noduna ve parotis bezine olur. Burada parotis bezinden köken alan ve başka bir primer odak saptanamayan malign melanom olgusu sunulmaktadır Olgu: 49 yaşında bayan hasta yaklaşık 5 aydır, sol parotis bölgesindeki şişlik sebebiyle Mart 0 tarihinde bir hastaneye başvurmuş. Yapılan yüzeyel boyun ultrasonografisinde sol parotisde yaklaşık 7x4 mm boyutunda nodüler lezyon tespit edilmiş. Patolojik inceleme neticesinde parotisde malign melanom saptanmış. Mevcut bulgularla hasta, hastanemize yönlendirilmiş. Hastanemizde patoloji preparatları tekrar değerlendirildi ve epiteloid tip pigmente infiltratif lezyon, malign melanom ile uyumlu olarak rapor edildi. PET-BT de servikal bölgede, solda artmış glikolitik aktivite gösteren lenf nodu varlığıyla uyumlu bulgu saptandı. Eylül 0 tarihinde hastaya sol radikal boyun diseksiyonu yapıldı. Patolojik inceleme neticesinde, malign melanom metastazı içeren adet lenf nodu saptandı. Ekim 0 de toplam 0 Gy radyoterapi aldı ve Kasım 0 de tarihinde hastaya Cisplatin, Temozolamid kemoterapisi başlandı. Tartışma: Parotis bezinin malign melanomuna az rastlanır ve bildirilen olgular çoğunlukla baş boyun bölgesi derisinden kaynaklanan metastatik lezyonlardır. Literatürde parotis primer malign melanomu ile ilgili az sayıda olgu sunumu mevcuttur. Parotis bezinin malign melanomunda cerrahi tedavi seçimi total olarak parotis bezinin çıkarılması ve selektif boyun diseksiyonudur. Kemoterapi, radyoterapi ve immünoterapi gibi adjuvan tedavilerin etkinliği tartışmalıdır. Literatürde parotis bezinin primer malign melanomda prognozun, cilt veya mukozal kaynaklı malign melanom metastazına göre daha iyi olduğu görülmektedir. Ref No: P-49 PAROTİS ADENOİD KİSTİK KARSİNOMUNUN METASTAZINDA UZUN YAŞAM SÜRESİ:VAKA SUNUMU Süleyman Altın, Menekşe Turna, Ferhan Adatepe, Sevil Kılçıksız, Bekir Eren, Mustafa Ünsal, Ekin Ermiş Okmeydanı Eğitim Araştırma Hastanesi,Radyasyon Onkolojisi Kliniği Amaç: Parotisin adenoid kistik karsinomlarının uzak metastazlarında göreceli uzun yaşam süresini klinik pratiğimizden bir örnekle vurgulamak. Özet.Adenoid kistik karsinomlar tüm baş boyun maligniteleri içerisinde % oranında tüm tükrük bezi kanserleri içerisinde %0 oranında yer tutarlar.yavaş büyüme hızları, düşük lenf nodu metastaz riski,yüksek hematojen yayılım olasılığı olan bu tümörlerde olguların yaklaşık yarısında uzak metastaz gelişir. En sık uzak metastaz yeri akciğerlerdir.uzak metastaz geliştikten sonra da göreceli olarak uzun bir yaşam süresi olabilir. Kliniğimize 000 yılında parotis adenoid kistik karsinom tanısı ile başvuran 60 yaşında erkek hasta T4N0M0 olarak evrelendi. Sağ parotidektomi ve parotis lojuna 54 Gy eksternal radyoterapi uygulandı.00 yılında akciğer metastazı gelişen hasta 6 yıl takipsiz olup 008 yılında karaciğer metastazı ile sistemik kemoterapi(kt)(cisplatin+epirubicin+fu) uygulandı. kür sonrası değerlendirmede KT ye cevap olmadığı görülen hasta yıl takipten çıktıktan sonra 00 yılında lokal nüks ile geldi.palyatif 50 Gy radyoterapi uygulanan hastada regresyon izlendi.ikinci seri KT düşünülmeyen hasta semptomsuz olarak takip edilmektedir. Sonuç: Ortalama sağkalım parotisin adenoid kistik karsinomlarının akciğer metastazlarında. ay, diğer lokalizasyonlarda 0.6 ay olarak tespit edilmiştir. yıldır akciğer, 5 yıldır karaciğer metastazı ile yaşayan vakamızda da olduğu gibi parotisin adenoid kistik karsinomlarının uzak metastazlarında yaşam beklentisi görece olarak daha uzundur. Ref No: P-40 LAKRİMAL GLAND ATİPİK YAYILIM: OLGU SUNUMU Ela Delikgöz Soykut, Ayşen Dizman, Yıldız Yükselen Güney Dr. Abdurrahman Yurtaslan Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Amaç: Lakrimal gland tümörü özellikle de adenoid kistik karsinom alt tipi lokal agresif olarak bilinmekte ve intrakranial yayılıma bu grupta sıklıkla karşılaşılmaktadır. Primer bölgede nüks kitle görülmeksizin intrakranial yayılım gerçekleşmiş olan olgunun takdimi yapıldı. Olgu: 6 yaşında bayan hasta sağ gözde şişlik ve ağrı şikayetleri ile çekilen manyetik rezonans görüntülemede (MRG) sağ lakrimal glanddan kaynaklanan 5x5 mm lik kitle görülüyor. Lakrimal gland tümörü öntanısı ile Mart 009 da opere ediliyor. Patoloji raporu lakrimal gland adenoid kistik karsinomu olarak geliyor. Patolojik incelemede perinöral invazyon izleniyor. Rezidü nedeni ile hasta bir hafta sonra yeniden opere ediliyor. Haziran 009 da MRG de 0x8 mm lik rezidü kitle olması nedeni ile merkezimize yönlendiriliyor. Hastaya Ağustos 009 da 7 Gy/ fr fraksiyone stereotaktik radyoterapi uygulandı. Takipler ay aralıklar ile yapıldı. Şubat 0 de çekilen MRG de primer bölgede nüks izlenmedi, operasyon ve radyoterapi ilişkili değişiklikler izlenirken hipofiz bezi sağ yarıda sağ kavernöz sinüse uzanan sağ internal karotid arteri basılayan 0x9 mm nodüler lezyon izlendi. Doku tanısı için önerilen girişimsel müdahaleyi reddeden hasta Mayıs 0 de tekrar başvurdu. Önceki incelemede tarif edilen lezyonun boyutunda artış görüldü, bu incelemede 0x0 mm olarak ölçüldü. Baş ağrısı şikayeti olan hasta ve yakınları operasyonu kabul etti. Dış merkezde Eylül 0 de transsfenoidal yöntem ile kitle eksize edildi. Patoloji raporu adenoid kistik karsinom olarak gelen hasta bir hafta sonra endoskopik transkranial yaklaşım ile yeniden opere edildi. Ancak kavernöz sinüse uzanan, internal karotid arteri saran kısmı eksize edilemedi. Rezidü nedeni ile radyoterapi endikasyonu kondu. Tümör yatağı dahil edilerek rezidü kitleye 5 Kasım 0 Aralık 0 tarihleri arasında 54 Gy/0 fr Tomoterapi cihazı ile yoğunluk ayarlı radyoterapi uygulandı. Tedavi sırasında akut komplikasyon görülmedi. Hasta takip programına alındı. Sonuç: Primer bölgesinde nüks görülmeksizin intrakranial yayılımı olan olguya yapılan cerrahi sonrası rezidü olması nedeni ile radyoterapi uygulandı. Henüz hiç yanıt değerlendirmesi olmayan hastanın atipik yayılım paterni literatür ile paylaşılmak istendi. BAŞ BOYUN KANSERLERİ Susesi Otel, Antalya 5

BAŞ BOYUN KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-4 DIŞ KULAK YOLU VE ORTA KULAK SKUAMÖZ HÜCRELİ KANSERİNDE POSTOPERATİF YOĞUNLUK AYARLI RADYOTERAPİ İlknur Fevziye Aytaş, Rahşan Habiboğlu, Ferit Çetinyokuş, Haluk Sayan, Sercan Ceylan Özyurt, Salih Zeki Çakar, Yılar Okur, Ercan Aydınkarahaliloğlu, Berna Akkuş Yıldırım, Nalan Aslan Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği Orta kulak kanserleri, tüm kulak kanserlerinin %5 ile %0 unu oluşturur. Dış kulak yolu ve orta kulak skuamöz hücreli kanserleri çok nadir görülen tümörlerdir. Olgu: 69 yaşında erkek hasta olgu olarak sunulmuştur. Eylül 0 de petröz apeks rezeksiyonu ve radikal mastoidektomi operasyonu uygulanan hastanın patoloji raporu orta kulak iyi diferansiye skuamöz hücreli karsinom olarak raporlanmıştır. Temporal MR ve temporal kemik BT sinde yumuşak doku (rezidüel hastalık) saptanmıştır. Kasım 0 de dış kulak yolu ve orta kulak postoperatif yoğunluk ayarlı radyoterapi ile (IMRT) Gy/frak. tedavi edilmiştir. Hastanın yaşı nedeniyle kemoterapi verilmemiştir. Hasta halen takiptedir ve rezidüel hastalık veya nüks mevcut değildir. Orta kulak veya mastoid hücre sistemi tutulumu durumunda ya subtotal temporal kemik rezeksiyonu veya radikal mastoidektomi ve petrözektomi ile lateral temporal kemik rezeksiyonu uygulanmalıdır. Rezeksiyona petröz apeksin dahil edilmesi sürviye katkıda bulunmazken morbiditeyi artırır. Postoperatif radyoterapi maksimum lokal kontrolü sağlamada ve sürviyi artırmada çok önemli rol oynamaktadır. Ref No: P-4 PAROTİS BÖLGESİNDE PİLOMATRİKSOMA: VAKA SUNUMU Alper Can, Ahmet Alacacıoğlu, Yüksel Küçükzeybek, Çiğdem Ertan, Suna Çokmert, Lütfiye Demir, Ahmet Dirican, İbrahim Vedat Bayoğlu, Murat Akyol, Ferit Aslan, Mustafa Oktay Tarhan Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi Tıbbı Onkoloji kliniği Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi Dahiliye Kliniği Trikomatriksoma, trikolemmal kist, Malherbe nin kalsifiye epitelyoması olarak da adlandırılan pilomatriksoma, kıl foliküllerinin pluripotent öncülerinden köken alan benign, kutanöz, kalsifiye bir tümördür. Genellikle çocuklarda görülmekle beraber her yaşta rastlanabilinir. Pilomatriksomalar çoğunlukla baş boyun bölgesinde bulunurlar. Klinik ve sitolojik olarak tanısal zorluğu olan bir tümördür ve preoperatif olarak %-50 oranında doğru tanı alabilmektedir. Pilomariksomanın yanlış tanı alması ise gereksiz geniş cerrahilerin yapılmasına neden olabilmektedir. Bu yazıda sol parotis bölgesinde şişlik ile başvuran, magnetik rezonans inceleme ve ince aspirasyon biyopsisi sonucunda ilk olarak adenoid kistik karsinom tanısı konulan daha sonra nüks eden ve cerrahi olarak eksize edilen ve patoloji sonucu Pilomatrisk karsinom gelen olguyu nadir olduğundan litaretür bilgisini gözden geçirerek sunmayı amaçladık. Ref No: P-4 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ CİLT METASTAZI OLAN LARİNGEAL NÖROENDOKRİN NEOPLAZİLİ 78 YAŞINDA ERKEK HASTA Yusuf Ziya Şener, Taner Babacan, Burak Aktaş, Furkan Sarıcı, İbrahim Petekkaya, Sercan Aksoy, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Amaç: Laringeal nöroendokrin neoplaziler (LNN), tüm larinks tümörleri içinde %0,6 insidansa sahip olsalar da larinksin skuamöz hüceli kanserlerinden sonra en sık görülen kanserleridir. LNN ler histolojik yapılarına göre epitelyal ve nöral tümörler olarak alt tiplere ayrılırlar ve bu alt tipler prognozu ve tedavi protokollerini belirler. Laringeal nöroendokrin karsinomların cilt metastazı nadir olup literatürde sayılı vaka sunumları bulunmaktadır. Gereç-Yöntem: Biz bu olgu sunumunda, nadir görülmesi ve literatürde az vaka olması nedeni ile laringeal nöroendokrin tümör tanısı ile takipteyken cilt metastazı gelişen bir vaka takdim ediyoruz. Bulgular: 0 Ocak ayında disfoni nedeni ile araştırılan hastanın direkt laringoskopik muayenesinde saptanan supraglottik kitleden alınan trucut biyopsi sonucu laringeal nöroendokrin tümör gelmesi üzerine hastaya parsiyel larenjektomi ve boyun lenf nodu diseksiyonu yapıldı. Patolojik evresi TNM0 olan hasta klinik evre A kabul edildi ve hastaya adjuan RT uygulandı. 0 Ağustos ayında baş, boyun ve gövdede multiple, eritematöz, ağrılı, nodüler lezyonlarla gelen hastanın cilt lezyonlarından alınan eksizyonel biyopsi materyali patoloji bölümü tarafından yapılan ışık mikroskobisi ve immünhistomkimyasal inceleme sonucu (PanCK, CD 56, Chromagranin (+)) nöroendokrin tümör cilt metastazı olarak yorumlandı. Hastaya kür carboplatin ve etoposid rejimi verildikten sonra yapılan PET/ CT görüntülemesinde retrofarinks, bilateral akciğer ve trakeostomi bölgelerinde artmış FDG tutulumu görüldü. Cilt lezyonlarında gerileme olmayan ve PET/CT bulguları progresyon olarak değerlendirilen hastaya ikinci basamak irinotecan tedavisi başlandı. Sonuç: LNN lerin uzak metastazları arasında az sayıda bildirilmiş cilt metastazı vakası olup tedavisinde temel yaklaşım kemoterapi, CO lazer tedavisi veya cerrahi eksizyondur. LNN tanısı ile izlenen hastalarda ağrılı, noduler cilt lezyonları görüldüğünde cilt metastazı akla gelmelidir. Ref No: P-44 ORTA DERECEDE DİFFERANSİYE LARENGEAL NÖROENDOKRİN TÜMÖR İlknur Fevziye Aytaş, Rahşan Habiboğlu, Sercan Ceylan Özyurt, Haluk Sayan, Ferit Çetinyokuş, Salih Zeki Çakar, Ercan Aydınkarahaliloğlu, Yıllar Okur, Berna Akkuş Yıldırım, Nalan Aslan Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği Baş boyun bölgesinin non-sinonazal nöroendokrin karsinomları nadir görülen tümörlerdir. Larengeal orta derecede differansiye nöroendokrin tümör agresif seyirli ve ender görülen bir tümördür. Olgu: 64 yaşında larengeal orta derecede differansiye nöroendokrin tümörü olan erkek hasta olgu olarak sunulmuştur. Larengeal biyopsi ile patolojik tanı sonrası Aralık 0 de yapılan okreotid sintigrafisi normal olarak bulunmuştur. Şubat 0 tarihinde 00cGy/ fraksiyonda toplam 6000cGy YART radyoterapi Triloji unitesi ile verilniştir. Radyoterapi sonrası hastaya kemoterapi verilmiştir. Hasta halen kontrol altındadır ve BT de rezidüel tümör izlenmemektedir. Sonuç: Nöroendokrin karsinom lokorejyonel veya uzak metastaz yapma olasılığı olan agresif bir tümördür. Bu tümörlere yaklaşımında radyoterapi mutlaka düşünülmesi gereken bir modalitedir. 54 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-45 YİNELEMİŞ MALİGN GLİAL TÜMÖRLERDE CYBERKNİFE FRAKSİYONE STEREOTAKTİK RADYOTERAPİ İLE REİRRADİASYON Yıldız Güney, Gülhan Güler Avcı, Tamer Çalıkoğlu, Gülçin Ertaş, Muzaffer Bedri Altundağ, Hayati Abanuz, Mehtap Coşkun, Gonca Altınışık İnan Ankara Onkoloji Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Ankara Amaç: Stereotaktik radyoterapi uygulanan yinelemiş malign glial tümörlerde tedavi yanıtı; sağkalım ve tedavi ile ilişkili toksisite değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Araç ve Yöntem: Mayıs 009 ve aralık 0 tarihleri arasında Ankara Onkoloji Hastanesi nde yinelemiş malign glial tümörlü kadın, 8 erkek, toplam 9 hasta, kurtarma tedavisi olarak CyberKnife fraksiyone stereotaktik radyoterapi (FSRT) ile tedavi edildi. Hastaların %74 ü (n = 9) grad 4 (G4), %6 sı (n = 0) grad (G) idi. Üç hastada tümör yerleşimi nedeni ile biyopsi yapılamadı ve radyolojik olarak yüksek dereceli olarak değerlendirildi. Medyan yaş; 54 (aralık, -80 yaş) idi. Sadece hastanın karnofski performans skalası (KPS) <70 idi. İlk tedavi olarak; %5 (n=0) hastaya subtotal, %4(n=6) hastaya gros total rezeksiyon yapıldı. İlk RT dozu medyan 60 Gy (aralık 56-6 Gy). Cerrahi sonrası G4 hastaların %76 (/9) sı temozolamid (TMZ) ile eş zamanlı radyoterapi (medyan: 60 Gy) ve adjuvan TMZ aldı. G4 gliomların %5 i (n=7) kadarı rekürren kurtarma tedavisi olarak cerrahi ve FSRT, %75 i (n=) kadarına sadece FSRT uygulanırken G gliomların %50 (n:5) sine kurtarma tedavisi olarak sadece FSRT, %50 (n:5) sine cerrahi ardından FSRT uygulandı. İki hastada ise FSRT ile eş zamanlı TMZ (75 mg/m) uygulandı. İki ışınlama arası süre medyan: 7 ay (aralık -06 ay) idi. Fraksiyone stereotaktik radyoterapi; tümör yerleşim yerine, boyutuna ve hastanın klinik durumuna göre farklı fraksiyonasyonlar ve dozlarda uygulandı. Tedavi edilen tümör volümü medyan; 0 cc (aralık;,6-44 cc), reçete edilen doz medyan; 0 Gy (aralık - 0 Gy),fraksiyon sayısı medyan; (aralık; -6) planlanan izodoz eğrisi medyan; %89 (aralık; %70- %95) idi. Bulgular: Medyan takip süresi 8 ay (aralık, -5 ay) idi. FSRT ile reirradiasyon sonrası medyan sağkalım: 0 ay (CI;7,7 -,), medyan sağkalım grad 4 hastalar için 0 ay; grad hastalar için ay idi. Bir hasta tedavi sonrası izlemden çıktı. Hastalarda akut komplikasyon gelişmedi ancak bir hastada reirradiasyon sonrası aylık izlemde tedavi ile ilişkili görme kaybı gelişti. Sonuç: Fraksiyone stereotaktik radyoterapi, malign gliomlarda etkin ve iyi tolere edilebilen kurtarma tedavisi olabilir. Ref No: P-46 VESTİBULAR SCHWANNOMLARIN MANAJMANINDA LINAC-TABANLI STEREOTAKTİK RADYOCERRAHİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: TEK MERKEZ TECRÜBESİ Ferrat Dinçoğlan, Ömer Sağer, Selçuk Demiral, Bora Uysal, Hakan Gamsız, Bahar Dirican, Murat Beyzadeoğlu GATA, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Ankara Amaç: Vestibüler Schwannomların (VS) tedavisindeki hedeflenen lokal tümör kontrolü ile birlikte pontoserebellar açıda mevcut olan kranial sinirlerin (trigeminal, facial, cochlear ve glossopharyngeal/vagal) fonksiyonlarını ve işitmenin korunmasını sağlamaktır. Stereotaktik Radyocerrahi (SRS) VS tedavisinde hayat kalitesini artıran ve yüksek lokal tümör kontrolü sağlayan etkin operasyonel bir tedavi modalitesidir. Bu çalışmanın amacı merkezimizde LINACtabanlı olarak tek-doz SRS ile tedavi edilen VS li hastaların sonuçlarını değerlendirmek ve merkez tecrübemizi aktarmaktır. Gereç-Yöntem: Temmuz 998 ile Nisan 0 tarihleri arasında toplam 7 VS li hasta GATA Radyasyon Onkolojisi Departmanında SRS ile tedavi edilmiştir. Hastaların tedavisinde ilk 0 yıl için (998-008) radyocerrahi uygulaması cone-tabanlı olarak yapılmış ve XKnife- (Radionics, Boston, MA, USA) planlama sitemi kullanılmıştır. 008 den itibaren ise SRS uygulamasında ERGO ++ (CMS, Elekta, UK) planlama sistemi kullanılmış ve tedaviler mm lik MLC tabanlı olarak VMAT (Volumetric Modulated Arc Therapy) tekniği ile uygulanmıştır. Bütün hastalar 6 MV enerjili fotonlar kullanılarak tedavi edilmişler ve ilk yıl er,. yıl 6 şar ayda bir sonra yıllık takiplerle tümör boyut regresyonu ve işitme fonksiyon parametreleri ile takip edilmiştir. Bulgular: Medyan takip süresi 7 aydır (aralık: 9-07 ay). Medyan hasta yaşı 45 olarak tespit edilmiştir (aralık 9-77 yaş). Tümör boyut regresyonu veya stabil kalması olarak tanımlanan lokal tümör kontrolü 4 yıllık takip süresini dolduran hastalarda %9.7 olarak tespit edilmiştir. İşitmenin fonksiyonunun SRS sonrası kötüleşmeden stabil olarak korunması (Gardner-Robertson skorunun radyocerrahi sonrasında değişmemesi) hastaların %80. ünde sağlanmıştır. Sonuç: LINAC-tabanlı Stereotaktik Radyocerrahi, VS tedavisinde işitme fonksiyonunu koruyan korunduğu hayat kalitesini artıran güvenli ve efektif bir operasyonel tedavi modalitesidir. Ref No: P-47 GLİOBLASTOM TANILI 65 YAŞ VE ÜZERİ OLGULARDA RADYOTERAPİ: HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ DENEYİMİ Pervin Hürmüz, Gülnihan Eren, Melis Gültekin, Gözde Yazıcı, Gökhan Özyiğit, Deniz Yüce, Mustafa Cengiz, Murat Gürkaynak, Faruk Zorlu Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Prevantif Onkoloji Anabilim Dalı Amaç: Glioblastom tanısıyla radyoterapi (RT) uygulanan 65 yaş üzeri hastalarımızdaki tedavi sonuçlarımızı değerlendirmek. Gereç-Yöntem: Glioblastom tanısıyla Ocak 00 ve Aralık 0 tarihleri arasında bölümümüzde RT uygulanan 65 olgunun verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Ortalama yaşı 70 (65-84 yaş) olan olguların 45 i erkektir. Hastaların %8 sinde Karnofsky performans skoru 70 ve üzerindedir. Altmış hastada (%9) tümör tek odakta olup en sık sol taraf yerleşimlidir (%5). Gros total tümör rezeksiyonu hastaya yapılmıştır. RT alanı 59 olguda (%9) lokalize olup, diğer olgularda tüm beyin (TB) ± lokal alana ek doz şeklindedir. Medyan RT dozu 60 Gy dir (0-60 Gy). RT ile eş zamanlı temozolamid olguda (%48) uygulanmıştır. 6 olgu adjuvan temozolamid almıştır. Sonuçlar: Medyan 5 aylık izlemde (0-44 ay) tüm olgularda ve yıllık sağkalım oranları sırasıyla %8.9 ve %.7 dir. RT alanına göre medyan sağkalım sırasıyla, lokalize alan: 9 ay (7- ay), TB: ay (0-6 ay) ve TB+ lokalize ek doz:8 aydır (p=0.04). Cinsiyet, KPS, RT dozu, tümör sayısı ve cerrahi tipi ile sağkalımda anlamlı fark bulunmamıştır. Orta hat yerleşimli olgularda sağkalım anlamlı olarak düşüktür (p=0.0). Adjuvan temozolamid kullanan hastalarda sağkalım artarken (p=0.0) RT ile eş zamanlı temozolamid kullanımının katkısı gösterilememiştir. Yorum: Glioblastom tanılı 65 yaş üzeri olgularda RT uygun bir tedavi yaklaşımıdır. Eş zamanlı temozolamid eklenmesinin katkısı gösterilmemiştir. Daha fazla sayıda hasta içeren çok merkezli çalışmaların yapılması bu hasta grubunda tedavi yaklaşımını belirlemede faydalı olacaktır. SANTRAL SİNİR SİSTEMİ TÜMÖRLERİ Susesi Otel, Antalya 55

SANTRAL SİNİR SİSTEMİ TÜMÖRLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-48 ERİŞKİN GLİOBLASTOMA MULTİFORME (GBM) TANILI HASTALARDA RADYOTERAPİ, EŞZAMANLI TEMOZOLOMİDE SONUÇLARI VE PROGNOSTİK FAKTÖRLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ Ertuğrul Tekçe, Evrim Bayman, Bilgehan Şahin, Melek Akçay, Zübeyde Dalar, Erhan Coşan, Durmuş Etiz Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Eskişehir Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı, Eskişehir Amaç: GBM de standart tedavi geniş tam eksizyon (GTE) sonrası radyoterapidir (RT). Farklı prognoz gruplarında sağkalım değişmektedir (). GBM tedavisinde oral kemoterapotik ajan Temozolomide (TMZ) in RT ile eşzamanlı 75 mg/m/gün ve RT sonrası 50-00 mg/m (8 günde, 5 gün) şemasının sağkalım katkısı gösterilmiştir (). Bizim çalışmamızda adjuvan RT uygulanan GBM li hastalarda prognostik faktörler ve eşzamanlı TMZ nin sağkalıma etkisinin değerlendirilmiştir. Hastalar ve Yöntem: Haziran 006-Kasım 0 arasında ESOGÜTF Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı nda RT uygulanan 80 hasta retrospektif değerlendirilmiş; hasta (yaş, cinsiyet, KPS) tümör (yerleşimi, boyutu) tedavi (cerrahi tipi, RT doz-şeması, eşzamanlı/adjuvan TMZ, RT sonrası yanıt) özelliklerinin sağkalımla ilişkisi incelenmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 5.0 ve Kaplan-Meier analizi kullanılmış; p<0.05 istatistiksel anlamlı kabul edilmiştir. Bulgular: Medyan yaş 57(9-8), erkek/kadın oranı.96/ olup hasta, tümör ve tedavi özellikleri Şekil I de belirtilmiştir. KPS [70 ve üzeri vs /70 altı= medyan 0.9 vs 8.9 ay, (p=0.000)], RPA grubu [Grup III vs IV vs V vs grup VI=.5 vs vs. vs 7.8 ay (p=0.000)], planlanan RT dozu [60 Gy vs 0 Gy= 6 ay vs 8. ay (p=0.049)], uygulanan RT dozu [60 Gy vs 0 Gy =7.5 ay vs 6.8 ay (p=0.000)], RT sonrası yanıt [stabil /progrese vs parsiyel= 4.4 vs.7 ay (p=0.08)], adjuvan KT [en az kür vs uygulanmayan= 0. vs 9.4 ay (p=0.000)] durumları genel sağkalımı (GSK) etkileyen anlamlı faktörlerdir (Şekil II). En sık erken yan etki RTOG derece I dermatittir [9 (%6)]. Ayrıca (%.) hastada derece II, (%.) derece III nötropeni, (%.) derece IV pansitopeni ve 0 (%.5) hastada derece I bulantı ve kusma görülmüş, eşzamanlı TMZ alan (%.) hastada pnömoni gelişmiştir. Tartışma: Recursive Partitioning Analysis (RPA) sınıflamasının sadece GBM gruplarını değerlendiren çalışmadaki () sonuçlara benzer olarak çalışmamızda yaş, KPS, uygulanan RT dozu yanı sıra RPA grubu, RT yanıtı ve adjuvan TMZ uygulaması prognozda etkili bulunmuştur. Sonuç: GTE sonrası RT +eşzamanlı TMZ ve adjuvan TMZ, GBM de güncel standart tedavi olup hasta özellikleri yanı sıra uygulanan RT dozu, KT özellikleri ve RT yanıt durumu prognozda etkisini korumaktadır. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Hasta, tümör ve tedavi özellikleri görülmektedir. Şekil I. Hasta, tümör ve tedavi özellikleri Şekil. KPS, RPA grubu, uygulanan RT dozu ve adjuvan Temozolamid özellikleri - Genel sağkalım ilişkisi KPS, RPA grubu, uygulanan RT dozu ve adjuvan Temozolamid özellikleri ile genel sağkalım ilişkisi görülmektedir. 56 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-49 REKÜRREN LOW-GRADE GLİOMLU OLGULARDA CYBERKNİFE STEREPTAKTİK RADYOTERAPİ İLE RE- İRRİDASYON Mehtap Coskun, Gülhan Güler Avcı, Gonca Altınışık İnan, Muzaffer Bedri Altundağ, Gülçin Ertaş, Hasan Uysal, İlkay Ordu Altundağ, Yıldız Güney Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği Amaç: CyberKnife fraksiyone stereotaktik radyoterapi (FSRT) uygulamasının, rekürren low-garde gliomalarda (LGG) reirridasyon yöntemi olarak toksisite ve tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi. Hastalar ve method: Ankara Onkoloji Hastanesi nde, Nisan 00 ve Temmuz 0 tarihleri arasında, rekürren LGG lu 0 hasta CyberKnife FSRT ile tedavi edildi. Rekkürrens zamanında, hastaların medyan yaşı 47 ydi (-67). İlk tanı anında, tumor histolojisi grad astrositom veya oligodendrogliomdu. Tüm rekürrensler daha önceki radyoterapi alanı içinde ya da alan sınırındaydı. Dört hastada rekürrensin ilk tedavisi olarak cerrahi uygulandı. Radyolojik olarak yüksek grad diferensasyonu tespit edilen bir hasta hariç hiç bir hastada rekkürrens esnasında grad atlaması tespit edilmedi. Sonuçlar: Tüm hastalarda CyberKnife FSRT skull-base tracking yöntemi ile uygulandı. Radyolojik tümör grad atlaması gerçekleşen bir hasta dışında kemoterapi uygulaması hiç bir hastada yapılmadı. Medyan reçeteleme dozu 4 Gy (-5 Gy), medyan fraksiyon sayısı 4 (-5 fraksiyon) dü. Medyan reçeteleme izodozu %9 di (%80-94). PTV V95 ve V07 için medyan değerler sırasıyla %00 ve %8 di. Beyinsapı ve optik trakt maksimum dozları için medyan değerler sırasıyla 5 Gy (-7 Gy) ve Gy (- Gy) olarak bulundu. CyberKnife FSRT tüm hastalarca iyi tolere edildi. Akut veya geç yan etki gözlenmedi. Medyan genel sağkalım 7 ay (4- ay) olarak bulundu. İlk tanı ve rekürrens arasındaki medyan sure 95 aydı (45-9 ay). Reirridasyon yapılan süreden itibaren medyan sağkalım 5 aydı (-0 ay). On hastadan tanesi komorbidite (n=) ve tümör progresyonu (n=) nedeniyle kaybedildi. Sağkalan hastaların7 aylık takibine, hastada tumor progresyonu tespit edildi. Beş hastada lokal tümör kontrolü ve performans durumunda iyileşme ile görüldü. Karar: Sınırlı sayıdaki hastanın geriye dönük olarak yapılan analizinde SBRT nin rekürren LGG olgularında reirridasyon yöntemi olarak iyi tolere edildiği ve sonuçların cesaret verici olduğu görüldü. Daha ileri değerlendirme için prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır. Ref No: P-440 FRAKSİYONE STEREOTAKTİK RADYOTERAPİ UYGULANAN İNTRAKRANİAL MENENGİOM VE SCHWANNOM HASTALARINDA KOHLEA DOZLARI İLE İŞİTME FONKSİYONU İLİŞKİSİ Ela Delikgöz Soykut, Özlem Derinalp Or, Yıldız Yükselen Güney, Ayşen Dizman, Ebru Karakaya Dr. Abdurrahman Yurtaslan Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Amaç: Kohlea komşuluğundaki benign tümörlerin stereotaktik radyoterapi ile tedavisinde işitme fonksiyonun korunması önem teşkil etmektedir. Kliniğimizde Mayıs 009 Ekim 0 tarihleri arasında Stereotaktik Radyoterapi Ünitesinde tedavi almış, kohlea komşuluğu olan schwannom ve menengiom tanılı hastalar geriye dönük olarak taranarak, maruz kalınan kohlea dozları ile işitme fonksiyonu arasındaki ilişkiyi incelemek amaçlandı. Gereç-Yöntem: Çalışmaya Mayıs 009 Ekim 0 tarihleri arasında fraksiyone stereotaktik radyoterapi (FSRT) uygulanan, kohlea komşuluğu olup kohlea dozu 000 cgy üzerinde olan ve en az 6 aylık takip süresi olan 5 i menengiom, 4 ü schwannom 9 hasta dahil edildi. Medyan tedavi yaşı 5 (-67) olup 5 kadın, 4 erkekten oluşmaktaydı. Başvuru sırasında hastaların odiogram incelemesinde Gardner Robertson skalasına göre hastada grad ve hastada grad sensörinöral işitme kaybı (SNİK) vardı, 4 hastada ise işitme grad düzeyindeydi. Dört menengiom olgusuna 5 fraksiyonda 5 Gy, olguya ise fraksiyonda Gy; schwannom olgularında ise hastaya fraksiyonda 8 Gy, olguya da 5 fraksiyonda 0 Gy FSRT uygulandı. İki olgu hariç tedavi gün aşırı olarak verildi. Bulgular: FSRT sonrası medyan takip süresi 0 (6-9 ay) aydı. Takip boyunca işitme fonksiyonu odiogram ile değerlendirildi. Son kontrolde; grad SNİK olan hastada işitme fonksiyonu grad ölçülerek klinik tam yanıt elde edilirken, FSRT öncesi grad olan ancak alçak frekanslarda hafif SNİK olan bir hastada işitme kaybı artarak grad SNİK gelişti. Diğer 7 hastada işitme fonksiyonu FSRT öncesi ile aynıydı. Radyolojik değerlendirmede ise hastaların inde parsiyel yanıt alınırken, diğer hastalar radyolojik olarak stabildi. Sonuç: Kohlea komşuluğu olan menengiom ve schwannom gibi benign tümörlerin FSRT ile tedavisinde, kohlea dozları tolerans dozları içinde kalabilmekte ve bu sayede hastanın FSRT öncesi mevcut işitme fonksiyonunun korunması sağlanabilmektedir. Tablo. Tedavi Parametreleri ve İşitme Fonksiyonu Hasta FSRT Total Doz ( Gy)/Fraksiyon Sayısı Kohlea MPD (cgy) İpsilateral/ Kontralateral FSRT Öncesi Gardner Robertson Skalası FSRT Sonrası Gardner Robertson Skalası / 84/660 5/5 6/699 5/5 576/9 4 5/5 44/679 5 8/ 04/55 6 0/5 085/55 7 5/5 67/68 8 8/ 87/90 9 8/ 877/97 MPD: Maksimum point (nokta) dozu Ref No: P-44 GLİOBLASTOMA MULTİFORME (GBM) TANILI HASTALARDA PLANLANAN RADYOTERAPİ ŞEMASININ TAMAMLANABİLİRLİĞİ VE PROGNOSTİK DEĞERİ Evrim Bayman, Özden Karaoğlanoğlu, Emine Akyazıcı, Babür Soylu, Barış Okumuş, Baki Tarakçı, Mümin Kurt Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Eskişehir Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Samsun Samsun Özel Medical Park Hastanesi Radyasyon Onkolojisi, Samsun Giriş: GBM in standart tedavisi, güvenli geniş cerrahi sonrası adjuvan radyoterapi (RT) ve uygun hastalarda (genel ve norolojik durum, oral alım, karaciğer/böbrek fonksiyonu yeterliyse) oral Temozolomid (eşzamanlı 75 mg/m/gün ve RT sonrası adjuvan 50-00 mg/m, 5 gün, 8 günde ) uygulanmasıdır (-). Ancak hasta ve tümöre bağlı bazi durumlarda planlanan tedavi tamamlanamamaktadir. Amaç: GBM tanısıyla RT planlanan hastalarda, planlanan / uygulanan radyoterapi (RT) uyumu ve bununla iliskili faktörlerin değerlendirilmesidir. Hastalar-Yöntem: Haziran 004-Aralık 0 arasında Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi kliniğinde RT uygulanan GBM li 57 hasta retrospektif değerlendirilmiş; hasta, tümör ve tedavi özelliklerinin tedavi tamamlanabilirliği ile ilişkisi incelenmiştir. SPSS 6.0 istatistik programı ve Kaplan-Meier analizi kullanılmıştır. SANTRAL SİNİR SİSTEMİ TÜMÖRLERİ Susesi Otel, Antalya 57

SANTRAL SİNİR SİSTEMİ TÜMÖRLERİ POSTER BİLDİRİLER Bulgular: Medyan yaş 6 (6-8), erkek/kadın oranı 99(%6)/58(%7) dir. 50 yaş altı/50 yaş ve üzeri oranı (%)/6(%80) ve KPS 70 in altı/70 ve üzeri oranı 74(%47)/8(%5) tür. Peroperatuar cerrahi gözlem, erken postoperatif radyoloji (kranial BT/MRG) raporlarına göre en sık cerrahi yaklaşım subtotal eksizyondur (n=8, %5). Medyan 4 (-60) günde, (.8-) Gy fraksiyon dozuyla 60 (-66) Gy RT uygulanmıştır. Eşzamanlı KT uygulanma oranı %49 (n=77) dur. Medyan 4 (-9) gün ara verilen hasta sayısı 65(%4) tir. 54 Gy üzeri/54 Gy ve altı RT planlanan 5 (%97)/4(%) iken 54 Gy üzeri/54 Gy ve altı RT uygulanan oranı 5(%80)/(%0) dir. Palyatif şema (0x Gy) dahil planlanan ve uygulanan RT şemalarinin uyumu %78 (n=) dir. Planlanan RT şemasını 4 (%) hasta tamamlayamamış olup uygulanan RT dozu medyan 4 (-58) Gy dir. RT tamamlanamamasınin başlıca sebepleri, RT sürecinde hastalık nedeniyle ölüm (n=0, %), genel durum bozukluğu (n=7, %4.5), hasta ve yakınlarının tedaviye devamı istememesi (n=, %.) olarak bulunmuştur. Planlanan tedaviyi tamamlayamayanlar ayrıca değerlendirildiğinde %74 ü 60 yaş ve üzerinde, %76 sı subtotal eksizyon uygulanmış, % si RT sırasında da tedaviye ara gerekmiş hastalardır. Medyan genel sağkalım (GSK) tüm hastalarda 8 (-6) ay iken planlanan RT yi tamamlayamayan grupta 6 (-4) aydır. Yaş, cinsiyet, operasyon türü, eşzamanlı KT uygulanması ve RT sırasında tedaviye ara verilmesi GSK yı istatistiksel anlamlı etkilemezken KPS < 70 (p=0.04) ve planlanan RT nin tamamlanamaması (p=0.007) (Şekil I) olumsuz parametreler olarak bulunmuştur. Sonuç: GBM tanısıyla RT uygulanan hastalarda düşük KPS ve planlanan RT şemasının tamamlanamaması GSK yı olumsuz etkilemektedir. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Giriş: Radyoterapi,erişkinlerde en sık primer santral sinir sistemi tümörü olan malign gliomaların tedavisinde cerrahinin ardından en önemli yeri alan tedavi modalitesidir. Bu tümörlerin tedavisinde optimal dozu vermek ve aynı zamanda normal dokuları korumak, diffüz infiltratif ve ödematöz yapıları nedeni ile D planlama ile zor olabilir. Bu kısa dönem sonuçlar ile, tüm radyoterapi şemaları boyunca veya D tedavi ardından boost olarak helikal tomoterapi (HT) tabanlı YART (Yoğunluk Ayarlı Radyoterapi=IMRT) alan hastalarımızın tedavi sonuçlarını sunuyoruz. Metod: Şubat 0- Aralık 0 arasında glioblastoma multiforme tanısı alan hasta ( erkek, kadın), helikal tomoterapi tabanlı YART ile bölümümüzde tedavi edilmiştir.hastaların 8 ine tüm radyoterapi şeması HT ile uygulanırken, 4 hastaya D-CRT ( boyutlu konformal radyoterapi) sonrasında boost dozu olarak HT uyuglanmıştır.hastaların medyan yaşı 56 (0-77)dır. Başlangıç ECOG statüleri, ECOG 0,, için sırası ile 4, 0,5 hasta olup, hastanın ECOG durumu kaydedilmemiştir. hastanın 8 ine cerrahi uygulanabilmişken, tanesi opere edilemez kabul edilmiştir. Biopsi, opere edilemeyen hastaların sadece tanesine yapılmış, diğer hastaların tanısı radyolojik olarak (MRI) belirlenmiştir. Opere olan 8 hastanın 7 sine gros total rezeksiyon; ine ise subtotal rezeksiyon uygulanmıştır. hasta hariç tüm hastalar konkomittan Temozolamide tedavisi almıştır. Sonuçlar: Cerrahi ve radyoterapi arasındaki medyan süre gün (6-6) dür.tüm hastalar planlanan radyoterapi programını tamamlamıştır. Medyan radyoterapi dozu Gy /fraksiyondan 60 Gy dir. Düşük performans statüsü nedeni ile hasta, 5 fraksiyonda 40 Gy; hasta ise daha 4 Gy/ fraksiyondan tedavi edilmiştir. Tüm hastalarda kritik organlar için önerilen doz kısıtlamalarına uyulmuştur. Tanı anından itibaren medyan takip süresi 9 ay (- ay) dır.takip süresinin sonunda 7 hasta hayatta kalmıştır (%77). Teşhis sonrası yıllık sağkalım %64 olup, ortalama sağkalım zamanı 8 ay; radyoterapi sonrası ortalama sağkalım ise 4,5 aydır. Sağkalımı etkileyebilecek faktörler arasında olan ECOG (p=0,487) ve yaş (p= 0,740) bakımından anlamlı bir fark bulunamamıştır. Ayrıca cerrahi tedavi yapılabilen 8 hasta arasında da cerrahini tipinin sağkalımı etkilediği (p= 0,5) gösterilememiştir. Yorum: Hastalarda radyoterapi sonrası sağkalımın, literatürde bildirilen değerlerin üzerinde olmamasına rağmen, bütün hastaların, düşük performans statüsünde olanların dahi radyoterapiyi tamamlamaları önemlidir. Helikal tomoterapi tabanlı YART ile kritik organlar korunarak hedef volüm için daha yüksek dozlara çıkmak mümkün olacağından daha geniş izlem süresi ve hasta populasyonu ile ve prospektif çalışmalarla doz yükseltilmesi denenebilir. Şekil I. GSK RT tamamlanabilirliği ilişkisi (p= 0.007) Planlanan ve Uygulanan RT şeması arasındaki uyumun Genel Sağkalım ile iliskisini gosteren grafik. Ref No: P-44 GLİOBALASTOMA MULTİFORME DE KISA DÖNEM HELİKAL TOMOTERAPİ DENEYİMİ Nuri Uslu, Ebru Karakaya, Yıldız Güney Dr. Abdurrahman Yurtaslan Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi Ankara Ref No: P-44 FRAKSİYONE STEREOTAKTİK RADYOTERAPİ UYGULANAN İNTRAKRANİAL MENENGİOM VE SCHWANNOM HASTALARINDA HİPOKAMPUS DOZU VE BİLİŞSEL FONKSİYONLARA ETKİSİ Özlem Derinalp Or, Ela Delikgöz Soykut, Yıldız Güney, Ayşen Dizman, Ebru Karakaya Ankara Abdurrahman Yurtaslan Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkoloji Kliniği Amaç: Hafızada çok önemli rolü olan hipokampusun korunması amacıyla radyoterapi alanı dışına çıkarılması bilişsel disfonksiyonların korunması açısından önemlidir. Menengiom ve schwannom gibi benign ve tam kür sağlanabilen tümörlerde fraksiyone stereotaktik radyoterapi hipokampusun ve diğer kritik organların korunması ve tedavi etkinliği açısından uygun radyoterapi yöntemidir. Kliniğimizde Mayıs 009 Ekim 0 tarihleri arasında fraksiyone stereotaktik radyoterapi (FSRT) tedavisi almış hipokampus komşuluğu olan schwannom ve menengiom tanılı hastalar geriye dönük olarak taranarak hipokampus dozları ile bilişsel fonksiyon arasındaki ilişkiyi incelemek amaçlandı. Gereç-Yöntem: Mayıs 009 Ekim 0 tarihleri arasında FSRT uygulanmış hipokampus komşuluğu olan ve hipokampus dozu 500 cgy üzerinde olan 8 hastanın başlangıç ve kontrolde bilişsel fonksiyonunu değerlendirmek amacıyla mini mental test (MMT) ve nörolojik muayene ile değerlendirme yapıldı. Yedi hasta menengi- 58 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER om ve biri radyolojik olarak schwannom tanısı almıştı. Hastalar ilk kontrole ay sonra çağrıldı ve ilk yıl ay aralıklarla takipleri yapıldı. Her kontrolde nörolojik muayene ve mini mental test uygulandı. Tedaviler günaşırı uygulanmış olup fraksiyon sayısı menengiom tanılı bir hastada, diğer hastalarda ise 5 idi. Medyan doz 5 Gy (aralık, 0-5 Gy) idi.. Bulgular: Hastaların medysan takip sürei 7 ay (- ay) ve median yaş 5 (aralık, -67) idi. Hastaların 6 sı kadın, si erkek idi. Hastaların medyan hipokampus dozu 7 cgy (aralık, 657-6 cgy) ve α/β= Gy için eşdeğeri 60 cgy (aralık, 870-4590 cgy) idi. Bir hasta tedavi öncesi MMT ten 6 üzerinden almıştı. Klinik ve radyolojik olarak progresyon saptanan hastanın son kontroldeki MMT skoru yine idi. Diğer 7 hastanın başlangıç, ay sonraki ilk kontrol ve son kontroldeki MMT skoru 6 üzerinden 6 idi ve nörolojik muayeneleri doğal idi. Bu hastalar radyolojik açıdan stabil olarak değelendirilirken klinik olarak kısmi-tam yanıt mevcuttu. Primer hastalığı nedeniyle progrese olan bir hasta dışında hiçbirinde nörokognitif açıdan kötüleşme saptanmadı. Sonuç: Benign tümörlerde uzun süreli yaşam nedeniyle hastanın yaşam kalitesi açısından hastaların nörokognitif fonksiyonları korunmalıdır. Bu amaçla hipokampusun kritik organ olarak konturlanması önemlidir. Bu hastalarda FSRT hem etkin tedavi sağlanması hem kritik organların koruması açısından tercih edilen bir yöntemdir. Amaç: Bu çalışmanın amacı fraksiyone stereotaktik radyoterapi (FSRT) uygulanan hipofiz adenomlu akromegali tanısı almış hastaların tedaviye semptomatik yanıtının Cushing hastalığı tanısı alanlardan daha iyi olup olmadığını göstermektir. Gereçler ve Yöntem: Nisan 00 ile Aralık 0 tarihleri arasında, cerrahi ve medikal tedavilere refrakter ve/veya rekürren hipofiz adenomu tanılı hastaya FSRT uygulandı. Yirmi bir hastadan akromegali tanısı almış 0 ve Cushing hastalığı tanısı almış 8 hastadan oluşan 8 hastalık çalışma grubu retrospektif incelenmektedir. Fraksiyone stereotaktik radyoterapi, cerrahi ve medikal tedaviye dirençli yüksek hormon seviyesi veya adenomun kitle etkisine bağlı bası semptomu olanlarda uygulandı. Tüm hastalar günlük fraksiyonda toplam Gy planlanan hedef hacmin >%95 ine radyoterapi verilirken, daha önce radyoterapi almış olan hastaya günlük 5 fraksiyonda 0 Gy radyoterapi uygulandı. Ortanca takip süresi, FSRT nin bitiminden itibaren 0 aydır (dağılım, - ay). Çalışmanın sonlanım noktası semptomatik iyileşmenin saptanmasıdır. Akromegali vs. Cushing hastalığı tanılı hastalarda FSRT ile semptomatik iyileşme oranı ki-kare testi ile karşılaştırıldı. Bulgular: Çalışma grubunun ortanca yaşı 44 (dağılım, -65), kadın/erkek oranı.5 tir. Fraksiyone stereotaktik radyoterapiden önce cerrahi ve medikal tedavi uygulanan 8 hastanın inde (%6.) rekürren, 7 sinde(%8.9) rezidüel hastalık saptandı. Yalnız hastaya FSRT den önce konvansiyonel radyoterapi () ve gamma knife radyocerrahi () uygulanmıştı. Rezidüel veya rekürren hipofiz adenomu olan hastaların çoğunda (%7.) FSRT ile semptomatik iyileşme sağlandı. Bu FSRT den sonra yüksek oranda semptomatik iyileşme hem Cushing (%7.4) hem de akromegali (%80.0) tanılı hastalarda elde edildi (p =.0). Sonuç: Cerrahi ve medikal tedavilere refrakter ve rekürren hipofiz adenomu tanılı hastalarda FSRT ile semptomatik iyileşme sağlanmaktadır. Akromegali tanılı hastalarda FSRT ile elde edilen yüksek semptomatik iyileşme oranları Cushing hastalığı tanılı hastalarda da elde edilmektedir. SANTRAL SİNİR SİSTEMİ TÜMÖRLERİ Tablo. Hipokampus dozları Hasta FSRT Total Doz (Gy)/ Fraksiyon Sayısı Hipokampus MPD (cgy) İpsilateral Kontralateral α/β= Gy için eşdeğeri (cgy) İpsilateral Kontralateral / 98 46 870 576 5/5 98 55 470 966 5/5 40 84 40 47 4 5/5 657 5 890 9 5 0/5 56 456 770 798 6 0/5 7 755 990 7 5/5 59 59 450 68 8 5/5 6 04 4590 8 MPD: Maksimum point (nokta) dozu Ref No: P-444 CUSHİNG HASTALIĞI VEYA AKROMEGALİ TANISI ALAN HİPOFİZ ADENOMLU HASTALARDA FRAKSİYONE STEREOTAKTİK RADYOTERAPİ (FSRT) İLE SEMPTOMATİK İYİLEŞME Selnur Özkurt, Gönül Kemikler, Aydın Çakır, Ebru Tuncay, Şükran Çelikarslan, Kübra Özkaya, Murat Emin Güveli, Ayşe Kubat Üzüm, Musa Altun, Ahmet Karadeniz, Rian Dişçi 4, Rasim Meral İstanbul Üniversitesi,Onkoloji Enstitüsü,Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı,İstanbul İstanbul Üniversitesi,Onkoloji Enstitüsü,Medikal Fizik Bilim Dalı,İstanbul İstanbul Üniversitesi,İstanbul Tıp Fakültesi,Endokrinoloji Bilim Dalı,İstanbul 4 İstanbul Üniversitesi,Onkoloji Enstitüsü,Biyoistatistik Anabilim Dalı,İstanbul Ref No: P-445 SANTRAL SİNİR SİSTEMİ TÜMÖRLERİNDE İKİNCİ BASAMAK KEMOTERAPİ SONUÇLARIMIZ Yasemin Bakkal Temi, Cemil Bilir, Hüseyin Engin, Muammer Bilici Bülent Ecevit Üniversitesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Tıbbi Onkoloji, Zonguldak Giriş: Santral sinir sistemi tümörleri son yıllarda sıklığı artmaktadır. En sık alt tipi olan Glioblastome multiforme(gbm) glial hücrelerden köken alır. Erkek ve 45 yaş sonrası kişilerde görülme sıklığı artar. Genç hasta, tanı anında performans skorunun iyi olması, oligodendroglial elementlerin varlığı, anaplastik hücre içermemesi, tümörün boyutu ve tam cerrahi rezeksiyon iyi prognoz göstergesidir. Bulgular: Kliniğimizde 006/0 yılları arasında. basamak sonrası progresyon gözlenen 9 hasta.basamak tedavisi planlandı. Hastaların yaş ortalaması 48± olup, 7 hasta GBM, hasta astrositom, hasta anaplastik oligodenrogliom tanılıydı. Temozolamid sonrası hastada KT alamadan ölüm gerçekleşti, 8 hasta ise toplam 7 kür Bevacizumab-İrinotekan kemoterapisi aldı. Hasta grubunun ortanca progresyonsuz geçen süre 6 ay (0-7), ortanca sağ kalım ise ay (-9) olarak bulundu. En sık gözelenen toksisite, hastada grade anemi, hastada ise grade - nötropeniydi. İki hastada ise kreatinin yüksekliği saptandı. Tartışma: Santral sinir sistemi tümörlerinde standart tedavi cerrahi, rayoterepi ve temozolamid ve takiben temozolomid tedavisidir. Bu tedavi sonunda hastaların ortalama sağkalım tanı anından itibaren yaklaşık 4 aydır. Eğer tümör rekürrensi oluşursa tedavisiz hastanın beklenen yaşam süresi -9 ay arasında değişmektedir. Birinci basmak sonrası bevasizumab ve irinotekan ile tedavi edilen hastalarda literatürde ortanca sağ kalım 9,8 ay iken takip ettiğimiz hastalarda ay olarak bulunmuştur. Yine ikinci basamak tedavi sonrası progresyonsuz geçen süre ortalama 6 ay iken hastalarımızda da benzer oranda bulunmuştu. Hastalarımız da tedavi sırasında ciddi toksisite gelişmeyip tedavi iyi tolere edilebilmiştir. Glioblastome multiforme nin ikinci sıra kemoterapi tedavisinde bevacizumab ve irinotekan bizim hasta populasyonumuzda da oldukça etkin ve tolere edilebilir bir kemoterapi kombinasyonudur. Susesi Otel, Antalya 59

SANTRAL SİNİR SİSTEMİ TÜMÖRLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-446 KAN GRUBU VE GLİAL NEOPLAZİ İLİŞKİSİ Ali Alkan, Zafer Arık, Gözde Yazıcı, Melike Mut 4, İsmail Çelik, Faruk Zorlu, Ayşe Kars, Tunçalp Özgen 4 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Ankara 4 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara Giriş: Birçok farklı hastalıkla ABO kan gruplarının ilişkisi farklı çalışmalarla gösterilmiştir. Malignite ilişkisi ise özellikle pankreas kanserinde tanımlanmıştır. Primer beyin tümörlerinde sıklığı ve klinik değeri ile ilgili literatürde çelişkili sonuçlar vardır. Glial neoplazi ve O kan grubu ilişkisi gösterilse de tartışmalıdır. Burada kan grupları ve glial neoplazi ilişkisi incelenmek istenmiştir. Metod: Merkezimizde 000-0 yılları arasında glial neoplazi tanısıyla izlenen hastalar retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Kan grubu sıklığı Kızılay verilerinden elde edilen sağlıklı kontrollerle karşılaştırılmıştır. Bulgular: Glial neoplazi tanısı alan 759 hastanın 5 ünün kan grubu verisine ulaşıldı. Farklı derecelerdeki patolojiler incelendiğinde farklı kan gruplarında tanı yaşı, komorbid hastalıklar, cerrahi genişlik ve adjuvan tedavi açısından fark yoktu. Sağlıklı populasyonla karşılaştırıldığında farklı derecelerdeki glial neoplazilerde kan grubu sıklığında fark yoktu (Tablo-). ABO kan gruplarının sağkalım etkisinin analizinde istatistiksel anlamlı fark bulunmadı (Tablo-). Tartışma: Çalışmalardaki tartışmalı sonuçlar muhtemelen farklı örneklem büyüklüklerinin ve farklı genetik özelliklere sahip popülasyonların çalışılmasının bir sonucudur. Analizimizde glial neoplazide kan grupları sıklığında ve bunların sağkalım üzerine etkilerinde anlamlı fark bulunmadı. Sonuç olarak az sayıda çelişkili literatür verisi ışığında çalışmamızda kan grupları ile glial neoplazi riski ilişkisiz bulunmuştur. Ref No: P-447 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SEREBELLAR YERLEŞİMLİ YÜKSEK DERECELİ GLİAL TÜMÖRLERDE SPİNAL YAYILIM. SPİNAL TARAMA GEREKLİ MİDİR? Serra Kamer, Erkin Özgiray, Cem Çallı, Ömer Kitiş, Yeşim Ertan 4, Taner Akalın 4, Sertaç İşlekel, Kazım Öner, Ayfer Haydaroğlu, Yavuz Anacak Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı 4 Ege Üniversitesi Patoloji Anabilm Dalı Giriş: Yüksek dereceli glial tümörlerin serebellar yerleşimi nadir görülür ve tedavi yaklaşımı serebral tümörler ile benzer olarak tanımlanmaktadır. Bu çalışmada serebellar yerleşimli yüksek dereceli glial tümör nedeniyle tedavi edilen ve spinal yayılım tespit edilen dört olgunun özellikleri sunulmaktadır. Gereç-Yöntem: 009-0 yılları arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi kliniğinde tedavi edilen ve spinal yayılım saptanan dört olgu sunulmaktadır. Bulgular: Olguların üçü glioblastom, bir olgu derece III astrositom tanısı ile cerrahi sonrası kemoradyoterapi programına alınmıştır. Bir olguda primer cerrahi sırasında yapılan değerlendirlmede servikal spinal yayılım tespit edilmiştir ve olgu radyokemoterapi sonrası. ayda hastalık progresyonu ile kaybedilmiştir. Olguların üçünde takipte 6, 0 ve 0. aylarda primer tümörde yineleme olmaksızın spinal yayılım saptanmıştır ve biyopsi uygulanmıştır. Olguların ikisi hastalık progresyonu ile 4. ve 6. aylarda kaybedilmiştir (bir olguya tedavide sistemik kemotrapi uygulanmıştır. Altıncı ayda yayılım tespit edilen olgu kemoterapi tedavisi ile aydır hastalıklı olarak izlemdedir. Sonuç: Serebellar bölgenin yüksek dereceli glial tümörlerinde ventriküler sistemle yakınlık nedeniyle spinal yayılım akılda tutulmalıdır. Bu olgularda özgün tarama ve tedavi yaklaşımları geliştirilmelidir Tablo. Farklı derecelerdeki Glial Neoplazilerde ABO kan grubu frekansları Tablo. ABO Kan grubu sağkalım analizi Ref No: P-448 NADİR BİR OLGU: ERİŞKİN ATİPİK TERATOİD RABDOİD TÜMÖRLÜ HASTA VE OTOLOG KÖK HÜCRE NAKLİ Nuri Karadurmuş, Gökhan Erdem, Selmin Ataergin, Şükrü Özaydın, Mustafa Öztürk, Fikret Arpacı Gülhane Askeri Tıp Akademisi Tıbbi Onkoloji Bili Dalı Etlik Ankara Giriş: Atipik teratoid /rabdoid tümör (ATRT), sıklıkla çocukluk çağında görülen son derece nadir ve malign bir santral sinir sistem tümörüdür. Histopatolojik olarak rabdoid hücrelerden oluşur ve içinde klasik primitif nöroektodermal tümör (PNET), epitelyal doku ve neoplastik mezenşimi içeren alanlar görülebilmektedir. Biz burada erişkin dönemde tanı konulan, farklı kemoterapi rejimleri almasına rağmen hastalık bulguları devam eden ve yüksek doz hazırlama rejimi eşliğinde otolog kök hücre nakli yaptığımız hastamızı sunduk. Olgu: 7 yaşındaki bayan hasta gebeliği esnasında başlayan sırt ve bel ağrıları nedeni ile doktora başvurdu. Yapılan MRG incelemesinde T8 vertebra seviyesinden başlayıp diyafragmaya kadar uzanan kitle saptandı, gebelik döneminde bası semptomlarını ortadan kaldırmak amaçlı minör, gebelik sonrası ise daha geniş cerrahi rezeksiyon uygulanan hastaya Atipik Teratoid Rabdoid Tümör (AT/ RT) tanısı konuldu ve adjuvant tedavi olarak Cisplatin, Vincristin, Etoposid ve Siklofosfamidden oluşan kombine kemoterapi günde bir 6 kür uygulandı. Kontrollerinde 00 ve 0 yıllarında nüks hastalık nedeni ile paraplejik olan hastaya iki kez torakal ve lomber bölgeden kitle rezeksiyonu ve 0 seans radyoterapi uygulandı ve akciğerlerinde de metastatik nodüller saptanması nedeni ile kür daha aynı rejimden oluşan kemoterapi verildi. Haziran 0 tarihinde PET/CT de halen hastalık bulguları olan hasta için tedavi kararı ön- 60 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER cesinde geniş literatür taraması yapıldı ve pediatrik olgularda yüksek doz tedavi (YDT) ve otolog kök hücre nakli (OKHN) yapıldığı ancak literatüre geçen erişkin bir olgunun olmadığı gözlendi ve konsey onayı ile hastaya Carboplatin (00 mg/m -5 gün), Etoposid (00 mg/m -5 gün) ve Melfelan (00 mg/m 6. gün) hazırlama rejimi eşliğinde Ağustos 0 tarihinde OKHN uygulandı (Reinfüze edilen CD4(+) hücre sayısı: x06/kg). Hastada nötrofil engrafmantı. gün, trombosit engrafmantı ise 9. günde gelişti. Paraplejik olan ve idrar sondası takılı hastaya profilaktik olarak Meropenem, Gram pozitiflere yönelik olarak da linezolid tedavisi verildi ve hastada nakil seyri boyunca ciddi bir infeksiyona rastlanılmadı. Nakil sonrası. Ay kontrol PET/CT bulguları parsiyel cevap ile uyumlu bulunan hastaya Ocak 0 deki servikal nükseleri nedeni ile radyoterapi uygulandı ve hastalık bulguları nedeni ile palyatif tedavisine devam edilen vaka Şubat 0 de hayatını kaybetti. Sonuç: AT/RT son derece agresif ve mortal seyreden çocukluk çağı tümörüdür ve ne yazık ki tedavi alternatifleri son derece azdır. Günümüzde tanı ve tedavi yöntemlerinin gelişmesi nedeni ile artık çocukluk çağı tümörlerine erişkin dönemlerde de tanı koyulabilmekte ve literatürde bir ilk olan bizim vakamızda olduğu gibi yüksek doz kemoterapi ve OKHN yöntemleri sayesinde hastaların hastalıksız yaşam süresi ve toplam sağ kalımlarında olumlu sonuçlar alınabilmektedir. Ref No: P-449 VAKA SUNUMU: SEREBELLAR GLİOBLASTOMA MULTİFORME Ali Alkan, Zafer Arık, Gözde Yazıcı, Melike Mut 4, İsmail Çelik, Faruk Zorlu, Ayşe Kars, Tunçalp Özgen 4 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Ankara 4 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Beyin Cerrahisi Anabilim Dalı, Ankara Giriş: Glioblastoma Multiforme (GBM) en sık malign beyin tümörüdür. Sıklıkla frontal yerleşim gösterir. Serebellar GBM tüm vakaların ~% ini oluşturur ve tanı-tedavi yaklaşımı hakkında bilgi sınırlıdır. Vaka: 000-0 yılları arasında merkezimizde opere olmuş ve GBM tanısı almış 77 hasta incelendiğinde, beş (%,) serebellar yerleşim saptandı (Tablo-). Genç yaştaki hasta grubumuzda saptanmış komorbid hastalık yoktu. Hastaların 4 ü O Rh+ kan grubuna sahipti. Performans skorları iyi olan hastaların tanı anında çoğunda serebellar bulgular mevcuttu. Cerrahi sonrasında tüm hastalar radyoterapi, sonrasında Temozolomid bazlı adjuvan kemoterapi aldı. Bir hasta dışında tüm hastalarda sağ kalım yıldan uzundu. Sonuç/ Tartışma: Literatürdeki tanımlanmış Serebellar GBM vakalarına kıyasla hastalarımız gençti. Hasta post operatif dönemde enfeksiyöz patolojiler nedeniyle kaybedilirken, diğer vakalarda sağkalım literatürdeki vakalardan daha uzundur. Özellikle Hasta ve 4 te 4 aya kadar varan sağkalım bize total cerrahinin önemini vurgulamaktadır. Vakaların tümü Temozolomid bazlı adjuvant tedavi almıştır. Farklı kemoterapi modalitelerinin bu grupta etkileri çalışılmamıştır. Bazı solid tümörlerde gösterilmiş kan grubu malignite ilişkisi GBM de çalışılmamıştır. Grubumuzda hastaların 4 tanesinin O Rh+ olması dikkat çekicidir. Literatüreki vakalarda kıyaslandığında; iyi performans skoru, genç yaş, komorbiditenin olmaması, total cerrahi sağkalım açısından avantajlı görünürken, az sayıda vaka nedeniyle istatistiksel analiz mümkün olmamaktadır. Literatürde şimdiye kadar tanımlanmış 70 e yakın vaka ile histopatogenez, tanı ve tedavisi hakkında yeterli bilgiye sahip olamadığımız bu nadir patoloji daha büyük serilerde çalışılmalıdır. Tablo. Serebellar Glioblastoma Multiforme hasta özellikleri Ref No: P-450 KEMİK İLİĞİ METASTAZLI OLİGODENDROGLİOMA: PET/CT İLE DEĞERLENDİRME Emre Entok, Bulent Yıldız, Durmus Etiz, İlknur Ak Sivrikoz, Evrim Bayman, Hasan Ustun Eskisehir Osmangazi Universitesi Tıp Fakultesi, Nukleer Tıp A.D, Eskisehir Eskisehir Osmangazi Universitesi Tıp Fakultesi, Tıbbi Onkoloji A.D, Eskisehir Eskisehir Osmangazi Universitesi Tıp Fakultesi, Radyasyon Onkolojisi A.D, Eskisehir Giriş: Oligodendroglioma sıklıkla erişkinlerde görülen, yavaş ilerleyen ve kemoterapiye yanıtları nedeniyle iyi prognoza sahip serebral gial tümorlerdir. Görülme insidansı %5-9 dur olup ekstrakraniyal metastazları çok nadirdir. Bu vakamızda ekstrakraniyal metastazlı oligodendroglioma olgusunu F8 FDG PET/CT bulguları eşliğinde değerlendirdik Olgu: yıl önce oligodendroglioma tanısı nedeniyle total rezeksiyon ve postoperatif radyoterapi uygulanan 54 yaşında bayan hasta haftadır devam eden halsizlik, başağrısı, baş dönmesi şikayetleri ile hastanemize başvurdu. Yapılan tetkiklerinde rezidü intrakranial kitle tespit edilmeyen hastanın hemogramında pansitopeni tespit edildi. Kemik sintigrafisinde uzun kemiklerde heterojen tarzda artmış uptake ve böbreklerin visualizasyonunda azalma saptanarak kemik/ kemik iligi metastazı şüphesi ile F8 FDG ile PET/CT çekildi. PET/ CT de frontal bölgede geçirilmiş kraniyektomiye ait görünüm ve tüm iskelet sisteminde kemik iliği metastazını düşündüren diffuz artmış F8 FDG akümülasyonu izlendi. Kemik iliği metastazını göstermek için yapılan kemik iliği aspirasyon ve biyopside oligodendroglioma metastazı ile uyumlu olarak raporlandı. Metastatik oligodendroglioma tanısıyla hastaya Sağlık Bakanlığı onayı alınarak temazolamid 50-00 mg/m baslandı. siklus tedavi sonrası yapılan kemik sintigrafisi ve F8 FDG PET/CT çalışmalarında kemik iliği metastaz bulguları kayboldu ve pansitopeni tablosu düzeldi. Temazolamid tedavisi 6 siklus daha devam edildi. Toplam 9 siklus temazolamid tedavisi sonrası yapılan F8 FDG PET/CT tetkikinde servikal, sol aksiler, alt paraaortik, sağ iliak bölgede multip lendadenopati ler ve sağ iliak bölge ile bilateral femur proksimalinde kemik iliğinde hipermetabolik odaklar izlendi. Progresif hastalık sonrası hastanın kliniği hızla bozuldu ve bir ay içerisinde eksitus gözlendi. Tartışma: F8 FDG PET/CT ile multipl kemik /kemik iliği metastazlarının değerlendirilmesindeki etkinliğini vurgulamak amacıyla nadir görülen ekstrakraniyal metastazlı oligodendroglioma vakasını sunduk. SANTRAL SİNİR SİSTEMİ TÜMÖRLERİ Susesi Otel, Antalya 6

SANTRAL SİNİR SİSTEMİ TÜMÖRLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-45 MENİNGEAL HEMANJİOPERİSİTOM Gonca Hanedan Uslu, Emine Canyılmaz, Yahyahan Memiş, Zümrüt Bahat, Ertuğrul Çakır Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Trabzon aradeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, Trabzon Amaç:. Hemanjioperisitomlar, vücudun herhangi bir yerindeki kapiller perisit hücrelerinden kaynaklanır. Meningeal hemanjioperisitom (MH) ise nadir görülen bir durumdur. Amacımız az görülen bu hastalığı olgumuz işiğında tartışmaktır. Olgu: 46 yaşında, 00 yılında baş ağrısı ve yüzde uyuşma şikayeti ile yapılan tetkiklerde sol frontal bölgede kitle tespit edilmiş ardından kitle eksizyonu yapılmış hemanjıoperisitoma olarak raporlandı. Post-op herhangi bir tedavi uygulanmadan, takibe alınan hasta, yaklaşık bir yıl sonra aynı bölgede nüks olması üzerine ikinci kez total kitle eksizyonu uygulandı. Post-op 4.ay da çekilen beyin MR ı sol temporal lob anterior komşuluğunda 64x88 mm kistik ve solid kompanent içeren, septasyonları olan, yoğun kontrastlanan kitle ve kitle sol temporal kemiğe invaze olarak raporlandı. Bu rapor ile radyoterapi için tarafımıza konsulte edilen hasta tekrar operasyona yönlendirildi ve. kez opere edilen hastanın patolojisi hemanjioperisitoma (WHO grade II), kemik invazyonu pozitif olarak raporlandı. Postop tümör lojuna.5 cm marj ile 54 Gy XRT planlandı ve tarama amaçlı yapılan tetkiklerinde T vertebra korpusunda, sağ iliak kemikte metastatik kitle lezyonu tespit edilmesi nedeniyle küratif tedavisi tümör lojunu 00 cg/frk ile 6 Gy olarak değiştirildi, kemik metastazlarına da 00cGy/frk ile 0 Gy XRT uyguladı. RT sonrası Adriamycin tedavisi planlanarak hasta taburcu edildi. TARTIŞMA: Hemanjioperisitom az görülen bir vasküler tümör olup çoğunlukla retroperiton, kalça ve uylukta gözlenir (). Yumuşak doku sarkomları arasında hemanjioperisitomlar % den daha az orandadır. İntrakranial yerleşimli ve meninjioma benzeri klinik görünümü olan meningeal hemanjioperisitomlar da nadir görülmektedir (). Tüm primer santral sinir sistemi tümörleri arasında %0.4 oranında gözlenir (,4). Meningeal hemanjioperisitomlar genç yaşta gözlenmekte olup (ortalama 8-4 yaş) her iki cinste eşit orandadır (,5). Tedavisi öncelikle cerrahi eksizyondur. Radyoterapi ve kemoterapiye yanıtı kötüdür (). Kimi olgularda sadece radyoterapi ile iyi yanıt alınmıştır (,6). Birçok araştırmacı ise postoperatif radyoterapiyi lokal rekürrensi önlemek ve yaşam süresini uzatmak amacıyla önermektedir (7,,8). Kemoterapinin tedavide yeri sınırlıdır, salvage tedaviye saklanmalıdır. Postoperatif radyoterapi ve gros total eksizyon genel sağkalımı ve hastalığa-bağlı sağkalımı iyileştirmede birbirinden bağımsız faktörlerdir (9). Yapılan olguluk bir dizide postoperatif radyoterapi sonrası nüks izlenmemiştir (,4). Metastaz genellikle karaciğer, akciğer ve iskelet sistemine, %0-60 oranında olmaktadır () Ref No: P-45 ÇOK NADİR BİR OLGU: PRİMER SPİNAL PRİMİTİF NÖROEKTODERMAL TÜMÖR (PNET) Nilgün Şahin, Dilek Erdem, Cengiz Çokluk, Mehmet Kefeli 4, Lütfi İncesu 5, Hüseyin Baş 6 Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Bölümü Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü Samsun Medicana Hastanesi Beyin Cerrahisi Bölümü 4 Ondokuzmayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Ana Bilim Dalı 5 Ondokuzmayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Ana Bilim Dalı 6 Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyoloji Bölümü Giriş: Primitif nöroektodermal tümörler (PNET) nöral krestten köken alan, oldukça nadir görülen ve kötü seyreden neoplazmlardır. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Sıklıkla çocuklarda ve genç erişkinlerde görülür, nadiren erişkinlerde saptanır. Serebellum, serebral korteks, pineal bölge, spinal kord, kauda ekina ve periferal sinirlerden köken alabilir. Vakamız literatürdeki 50 ve servikal yerleşimli. Vakadır. Vaka: 0 yaşında erkek hasta son haftadır olan progresif güçsüzlükle başvurdu. Fizik muayenesinde kuadriparezi saptandı. Beyin MR da; Chiari malformasyonu yanı sıra servikal spinal kordda ekspansiyona yol açan sinyal artışı saptandı. Difüzyon MR da ise sağda daha belirgin olmak üzere her iki serebellar hemisferde hipointens difüzyon kısıtlaması görüldü. Servikal MR; C4 vertebra inferiorundan başlayıp C7 vertebra süperioruna devam eden alanda yaklaşık 5 cm homojen kitle ve torakal vertebra posterior pial yüzeylerde (T-4) nodüler kontrastlanan odaklar olarak yorumlandı. Hastaya, servikal intramedüller kitle nedeniyle kitle eksizyonu uygulandı. Patolojide; makroskopik olarak.0x.5x.5 cm kitle saptandı. Mikroskopik olarak ise vasküler yapılardan zengin bir stromada, atipik hücrelerden kurulu tümöral oluşum izlendi. İmmünhistokimyasal çalışmada; CD56, sinaptofizin, desmin ile pozitif, CD99 ile zayıf pozitif ve pansitokeratin, kromogranin, LCA ve S-00 ile negatif boyandı. Morfolojik ve immünhistokimyasal özellikler PNET ile uyumlu bulundu. Postoperatif beyin MR da serebellar odakta sebat eden kontrastlanma ile servikal MR da sebat eden üst torakal nodüler kontrastlanmalar dikkati çekti. PET de ilave odak saptanmadı. Hastaya LİNAC cihazı ile kraniospinal 6 Gy radyoterapi verilmesi ve sonrasında C4-T4 vertebra bölgesine 50.4 Gy radyoterapi (tüm fraksiyonlar.8 Gy/gün) planlandı. Radyoterapi ile eş zamanlı haftalık.5 mg/ m (maksimum:.0 mg) vinkristin başlandı. Radyoterapisi tamamlandıktan sonra idame tedavisi; cisplatin 75 mg/m.gün, vincristin.5 mg/m. ve 8. günler ve siklofosfamid 000 mg/m. ve. günler olmak üzere 8 günde bir 6 kürlük planlandı. Sonuç: Primer spinal PNET oldukça nadir ve çocuklarda sık, erişkinlerde nadir görülen bir neoplazmdır. Literatürde 0/0 itibari ile toplam 49 primer spinal PNET vakası bildirilmiş olup bunların yalnızca sinde servikal PNET görülmüştür. Bu tümör grubu oldukça agresif ve hızlı seyreder. Cerrahi rezeksiyon tedavinin ana unsurudur. Postoperatif adjuvant radyoterapi ve kemoterapinin faydası hakkında genel bir görüş olmamasına karşın, hastalığın subaraknoid boşluk yoluyla uzak metastazları bilindiğinden vaka bazında değerlendirme önerilir. Kraniospinal radyoterapinin, başlangıç adjuvant tedavi olması gerektiği düşüncesi ön plandadır. Radyoterapi ile eş zamanlı kemoterapi vaka bazında önerilir. İdame tedavi olarak kemoterapi hakkında açık bir görüş olmamasına rağmen hastalığın hızlı seyretmesi, rekürrensi azaltmakta agresif multimodal tedaviyi gerekli kılar. Ref No: P-45 METASTATİK MENİNGİOM: OLGU SUNUMU VE LİTERATÜRÜN GÖZDEN GEÇİRİLMESİ İbrahim Vedat Bayoğlu, Yüksel Küçükzeybek, Ahmet Alacacığlu, Alper Can, Ahmet Dirican, Suna Çokmert, Murat Akyol, Çiğdem Erten, Mustafa Oktay Tarhan İzmir Katip Çelebi Ünv. Atatürk E.A.H Tıbbi Onkoloji Meningiomlar araknoid hücrelerden köken alan beynin sık rastlanan tümörlerindendir. Sıklıkla benign olup, tüm kranial tümörlerin %4-0 unu oluşturmaktadır. Histolojik özelliklerine göre ana grupta sınıflanmaktadır. Benign özellikler sergileyenler grade, atipik olanlar grade ve anaplastik olup kötü seyirli olanlar grade olarak sınıflanmaktadır. /000 oranında metastatik hastalık yapabilir. Rekürens veya metastazda histolojik grade (hipersellülarite, arşitektür kaybı, tümör nekrozu, nükleer polimorfizim ve beyin invazyonu) önemli prediktif gösterge iken Ki-67 proliferasyon indeksi, CDKNA veya 9p delesyonu gibi moleküler markerlar da önemli prediktif unsurlar olarak saptanmıştır. Metastatik hastalıkta medyan 6 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER genel sağkalım yıldan daha kısa olarak saptanmıştır. Etkinliği gösterilmiş standart ilaç veya kombinasyon yoktur. Bu olgu sunumunda 5 yaşında tanı konan ve erken dönemde rekürens gelişerek tekrarlayan cerrahi girişim uygulanan, radyoterapi tedavisi alan ve ardından akciğer, torakal vertebra ile literatürde sadece bir olguda bildirilmiş olan mandibüler kemik metastazı gelişmiş metastatik meningiomlu olgu literatür eşliğinde sunulmuştur. Ref No: P-454 OLGU SUNUMU: ORBİTAL MARJİNAL ZON LENFOMA Özlem Derinalp Or, Yıldız Güney, Ebru Karakaya, Süheyla Aytaç Arslan, Emine Keven, Ayşen Dizman, Ela Delikgöz Soykut Ankara Abdurrahman Yurtaslan Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkoloji Kliniği Marjinal zon lenfoma düşük gradeli lenfomalardan olup genellikle tedaviye iyi yanıt verirler. Lenfomaların göz ve orbita yerleşimi de sıktır. Tomoterapi cihazı ile tedavi ettiğimiz orbital marjinal zon lenfoma olgusunu paylaşmak istedik. Olgu: 54 yaşında bayan hasta. Bulanık görme, sol gözde ekzoftalmus şikayeti ile tetkik edilen hastanın çekilen orbital MRG nde solda daha belirgin olmak üzere bilateral ekzoftalmus, retrobulber yağ planlarında diffüz heterojenite, heterojen kontrast tutulumu, sol ekstraokuler kas kalınlığında ve sinyalinde artış saptanmış. Sol orbitatomi yapılan hastanın patolojisi merjinal zon lenfoma olarak raporlanmış ve hasta evre A olarak evrelenmiş. Göz muayenesinde yaş ile uyumlu katarakt dışında anormallik saptanmayan hastanın operasyon sonrası. ay kontrolünde fizik muayenesinde sol göz altında şişlik ve çekilen MRG da rezidü ile uyumlu görünüm saptanmış. Bunun üzerine kliniğimize yönlendirilen hastaya tomoterapi cihazı ile 0.6 Gy radyoterapi uygulaması yapıldı. Tedavinin ikinci günü gözde ağrısı olan hasta göz muayenesine yönlendirildi. Gözde ödem bulgusu olan hastanın lokal anti-ödem tedavisi ile semptomları geriledi ve ara verilmeden tedavisi tamamlandı. 0 aydır takipte olan hastanın bulanık görmesi düzelmiş olup ekzoftalmusu tamamen geriledi. Göz muayenesinde katarakt dışında bulgusu olmayıp MRG da sol alt palpebrada minimal kalınlaşma ve hafif kontrast tutulumu, sol retrobulber yağ planlarına kirli görünüm ile hasta klinik olarak tam, radyolojik olarak kısmi yanıt ile halen takiptedir. Sonuç: Marjinal zon lenfoma tedaviye iyi yanıt veren iyi prognozlu tümörler olup günümüzde sağlam dokuyu maksimum koruyan tedavi şekilleri ile akut ve kronik yan etkiler en aza indirgenerek güvenli tedavi sağlanmaktadır. Ref No: P-455 GLİOSARKOM: İKİ OLGU SUNUMU VE LİTERATÜRÜN GÖZDEN GEÇİRİLMESİ Vildan Kaya, Mustafa Yıldırım, Ayşen Yeşim Yalçın, Mustafa Karasoy, Faruk Güleç 4, Ethem Göksu 5, Elif İnanç Güre 6, Düriye Öztürk 7 Süleyman Demirel Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Isparta Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Batman Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Beyin Cerrahisi Kliniği, Antalya 4 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, Antalya 5 Akdeniz Üniversitesi, Beyin Cerrahisi Ana Bilim Dalı, Antalya 6 Akdeniz Üniversitesi, Patoloji Ana Bilim Dalı, Antalya 7 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Antalya Amaç: Gliosarkom, glial ve metaplazik mezenkimal komponentlerden oluşan, bifazik, nadir görülen, kötü prognozlu intrakranial bir tümördür ve sıklıkla altı - yedinci dekadda görülür. World Health Organization 007 santral sinir sistemi tümörleri histolojik sınıflandırmasında Grade IV olarak tanımlanmıştır. Gereç-Yöntem: Bu yazımızda gliosarkom nedeniyle takip ettiğimiz iki hasta, hastalığın nadir görülmesi nedeniyle güncel literatür eşliğinde tartışılacaktır. Bulgular: Olgu : Epileptik atak, fasial paralizi, konuşmada zorlanma, başağrısı ve sol tarafta uyuşma ile başvuran 7 yaşındaki kadın hasta serebrovasküler olay ön tanısıyla hastaneye yatırıldı. Beyin cerrahisi tarafından sağ frontoparietal kraniotomi ile gross total tümör eksizyonu uygulandı. Operasyon sonrası izosentrik alan tekniği kullanılarak 6 MV fotonlarla Gy/Fraksiyon dozunda Tümör+ödem+.5 cm bölgesine 46 Gy sonrası Tümör+ödem+ cm 4 Gy boost ile 0 fraksiyonda toplam 60 Gy adjuvan Radyoterapi (RT) ve eş zamanlı Temozolamid 75mg/m uygulandı. Adjuvan 00mg/m 8 günde bir temozolamid alan hastanın takibi komplikasyonsuz devam etmektedir. Olgu : 58 yaşında erkek hastaya yaklaşık dört aydır medikal tedavilere cevap vermeyen başağrısı nedeniyle yapılan tetkiklerde sol parietotemporalde yaklaşık 6x5 cm çapında, sol lateral ventrikül posterior hornu basıya uğratan, heterojen kontrastlanan kitle lezyonu ve lezyon anteriorunda subkortikal yerleşimli cm çapında ikinci bir odak saptandı (Şekil ). Subtotal tümör eksizyonu sonrası patolojisi gliosarkom (Şekil4) olarak değerlendirildi. Ardından kliniğimizde izosentrik alan tekniği kullanılarak 6 MV fotonlarla Gy/ Fraksiyon dozunda Tümör+ödem+.5 cm bölgesine 46 Gy sonrası Tümör+ödem+ cm 4 Gy boost ile 0 fraksiyonda toplam 60 Gy adjuvan RT uygulandı. Eş zamanlı Temozolamid Kemoterapi (KT) si uygulandı. Sonuç: Gliosarkoma klinik olarak agresif seyirli olup oldukça kötü bir prognoza sahiptir. Bu temozolamid kullanımının sağkalıma etkisi, MGMT ve IDH / mutasyonlarının hastalığın tedavisini yönlendirmedeki rolü gibi konular hala aydınlatılamamıştır. Agresif seyirli ve nadir görülen bu hastalığın prognostik faktörlerin ve yönetiminin aydınlatılması için çok merkezli çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Ref No: P-456 RETROPERİTONEAL ALANDA NADİR GÖRÜLEN BİR TÜMÖR: SCHWANNOM Deniz Arslan, Esin Avşar, Şeyda Gündüz, Mükremin Uysal, Ali Murat Tatlı, Sema Sezgin Göksu, Cumhur İbrahim Başsorgun, Burhan Savaş Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Bilim Dalı, Antalya Giriş: Schwannoma nöral kılıftan köken alan; sıklıkla baş, boyun, ektremiteler ve posterior mediasten yerleşimli, nadir görülen bir tümördür. Scwannomların % ü retroperitoneal yerleşimli olup retroperitoneal tümörlerin %0,0 ini oluşturmaktadır. Genellikle asemptomatik seyrederek ileri boyutlara ulaşırlar ve komşu dokulara baskı yaprlar. Tümörün kesin tanısı immünhistokimyasal incelemeyle konulur.tedavi tümörün mümkünse tamamen eksize edilmesidir. Burada retroperiton yerleşimli schwannom olgusunu klinik bulguları eşliğinde tartıştık. Olgu: Ellibir yaşında bayan hasta idrar çıkışında azalma nedeniyle nefroloji polikliniğine başvurdu. Anamnezinde doğuştan tek böbreğe bağlı kompanse kronik böbrek yetmezliği nedeniyle nefroloji polikliniğinde takip edilen hastanın, kreatinlerindeki ani artış nedeniyle hastaya renal ultrasonografi (USG) çektirildi. USG de sağ böbrek renal pelvis AP çapı 4mm, üreter 6mm ölçülmüş olup üreter orta kesime kadar dilate ve vena kava inferior seviyesinde üreter komşuluğunda cm boyutunda lenfadenopati saptandı (Şekil ). Hastaya ileri tetkik amaçlı çekilen üst abdomen bilgisayarlı tomografide (BT) sağ parakaval alanda duodenum posterior komşuluğunda 6 mm şüpheli LAP gözlendi. Bunun üzerine hastaya tanısal laparatomi yapılarak BT de tarif edilen kitle eksize edildi. Patolojik tanı Schwannom olarak raporlandı (Şekil ). Multidisipliner on- SANTRAL SİNİR SİSTEMİ TÜMÖRLERİ Susesi Otel, Antalya 6

SANTRAL SİNİR SİSTEMİ TÜMÖRLERİ POSTER BİLDİRİLER koloji konseyinde hastanın tedavisiz olarak takibine karar verildi. Operasyon sonrasında kreatin değerleri bazal değerlerine geri dönen hasta, takibinin onuncu ayında remisyonda olarak izlenmektedir. Tartışma: Schwannomlar nöral kılıftan köken alan, çok nadir olarak retroperitoneal alanda yerleşim gösteren nadir görülen tümörlerdir. Genelde asemptomatik seyretmekle beraber, büyüyerek etraf dokulara bası yaparlar ve lomber ağrı, sekonder hipertansiyon, karın ağrısı, renal kolik ağrısı gibi nonspesifik semptomlara yol açabilirler. Bizim olgumuzda üretere bası yaparak post renal akut böbrek yetmezliğine sebep olmuştur. Radyolojik bulgular sıklıkla nondiagnostiktir. Primer retroperitoneal schwannomlar manyetik rezonans görüntülemede (MR), kistik dejenerasyon gibi değişik signal intensitelerle karakterize olabilirler. Genellikle benign seyirlidirler ve preoperatif olarak tanınmaları güçtür. Tanı histopatolojik incelenmeyle konulur. Tedavide genellikle tümörün cerrahi olarak ekzisyonu yeterlidir. Bizim olgumuzda da komplet cerrahi rezeksiyonla tam remisyon sağlanmıştır. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Şekil. USG de, sağ böbrek renal pelvis AP çapı 4mm, üreter 6mm ölçülmüş olup üreter orta kesime kadar dilate ve vena kava inferior seviyesinde üreter komşuluğunda cm boyutunda LAP saptandı. Şekil. (A) Belirgin kapsüllü, yer yer gevşek miksoid zeminde, bir biri ile çapraşlaşan yer yer selüler, yer yer hiposellüler alanlar taşıyan dalgalı nükleuslu hücrelerden oluşan lezyon; arada yer yer verocay cisimleri izlendi. (B) Tanısal amaçla immünhistokimyasal olarak S-00 ile yaygın immünreaksiyon varken; NF ile kapsül altındaki aksonal uzantılarda immünreaksiyon gözlendi. 64 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-457 PERİORBİTAL CİLT KANSERLERİNDE STEREOTAKTİK RADYOTERAPİ SONUÇLARIMIZ Nergiz Dağoğlu, Bengül Serarslan, Merdan Fayda, Şule Karaman, Aydın Çakır, Murat Okutan, Gönül Kemikler, Ahmet Kizir, Ethem Nezih Oral İstanbul Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Liv Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Birimi İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Radyofizik Bilim Dalı Giriş: Cilt kanserlerinin %5-0 u periorbital alanda yerleşir. En sık görülen histopatoloji bazal hücreli karsinom (BCC) ve skuamöz hücreli karsinomdur(scc). Periorbital cilt tümörleri kritik organlara yakınlıkları nedeni ile diğer yerleşimlerden farklı tedavi stratejileri gerektirir. Cerrahi eksizyon periorbital kanserlerin çoğunda standart tedavi şekli olarak kabul edilmektedir. Ancak anatomik yerleşim düşünüldüğünde, hem fonksiyonel hem de kozmetik açıdan diğer tedavi yöntemlerine de başvurulmaktadır. Radyoterapi(RT) cilt kanserlerinin tedavisinde cerrahiye alternatiftir. Ancak özellikle göz ve optik sinire yakınlık eksternal RT uygulamasını zorlaştırmaktadır. Bildiğimiz kadarıyla literatürde periorbital tutulumlu primer cilt kanserlerine stereotaktik RT(SBRT) uygulaması bildirilmemiştir, ancak yerleşim ve tedavi yan etkileri göz önünde bulundurulduğunda SBRT nin uygun bir tedavi seçeneği olarak değerlendirilmesi amaçlanarak 0 hastaya ait klinik ve dozimetrik özellikler sunulmuştur. Metod ve Materyal: 00-0 yılları arasında İ.Ü.Onkoloji Enstitüsü ne başvuran periorbital cilt kanserli hastalara SBRT uygulaması yapılmıştır. Periorbital cilt tümörü tanısıyla başvuran i bilateral olmak üzere 0 hasta tarafımıza yönlendirildi. Tüm hastaların tedavi öncesi bazal ayrıntılı göz muayeneleri yapılmış, MRG görüntüleri değerlendirilmiştir. Planlama için tüm hastalara özel bolus ve termoplastik maske uygulaması yapılmıştır. Toplam doz 5 Gy olacak şekilde 5 fraksiyonda SBRT uygulanmıştır (Şekil). Radikal RT alan hastalar ilk yıl ayda bir,.yılda ise 6 ayda bir olacak şekilde MR ile takip edilmiştir. Sonuç: Hastaların 4ü erkek, 6 sı kadındı. Medyan yaş 68 di (8-94). Histopatolojik değerlendirmede 6 hastada BCC, hastada SCC, hastada ise bazoskuamöz karsinom tespit edildi. 6 hastada(7 lezyon) radikal olarak, hastada nüks nedeniyle, hastada cerrahi sınır pozitifliği nedeniyle postoperatif RT uygulanmıştır. Planlamaların dozimetrik verileri Tablo de sunulmuştur. Tedavi cevaplarının değerlendirilmesinde takip sürelerine göre yanıt değerlendirmesi Tablo de sunulmuştur. 5 hastada tam cevap (TC) elde edilmiştir (Şekil ). Tartışma: Bildiğimiz kadarıyla literatürde periorbital tutulumlu primer cilt kanserlerine yönelik SBRT uygulaması bildirilmemiştir. SBRT periorbital tümörlerde organ ve fonksiyon korunması açısından uygun dozimetrik dağılım elde edilmiştir. Uzun dönem takipleri tedavi etkinliği konusunda bilgi verici olacaktır. Şekil. Tedavi pozisyonu, bolus ve baş maskesi ile simülasyon / SBRT planı Tablo. Dozimetrik veriler CI(Conformity index), HI (Homogenity index), max (maksimum doz) Hasta CI HI PTV (0- mm) Kapsanması (%) Ipsilateral Orbita max (Gy) Ipsılateral Optik sinir max (Gy) Optik kiazma max (Gy).67.5 95.70 558 06 97.4.4 99.95 457 074.8. 98.78 954 65 86 4.0.5 96.95 96 785 5(bilateral).8.5 96.74/95.54 95/08 78/75 87 6.5.0 96.08 84 077 87 7..7 96.0 46 740 94 8.7.5 95.0 70 67 9.68.4 97.6 795 87 44 0..08 95.75 650 640 67 Tablo. Hasta özellikleri, tedavi endikasyonları ve tedaviye yanıt TC (tam cevap), pc (parsiyal cevap), ph (progrese hastalık) Hasta Yaş Cinsiyet Histopatoloji Tedavi endikasyonu Takip süresi Tedavi yanıtı 8 E SCC Radikal 4.AY TC 67 K BCC Radikal 4.AY PH 8 E BCC Postop nüks 8.AY PC 4 9 K SCC Postop nüks 8.AY TC 5 70 K BCC Radikal.AY TC 6 74 K BCC Radikal 9. AY PH 7 80 E SCC Cerrahi sınır pozitif 6. AY TC 8 6 E BAZOSKUAMÖZ Cerrahi sınır pozitif 6. AY TC 9 8 K BCC Radikal. AY PC 0 78 K BCC Radikal. AY PC MELANOMA VE DİĞER CİLT TÜMÖRLERİ Şekil. SBRT öncesi ve sonrası Susesi Otel, Antalya 65

MELANOMA VE DİĞER CİLT TÜMÖRLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-458 ABDOMİNOPERİNEAL REZEKSİYON VEYA GENİŞ LOKAL EKSİYON SEÇİMİ ANOREKTAL MALİGN MELANOMLU HASTALARDA SAĞKALIMI ETKİLEMEMEKTEDİR Serkan Keskin, Senem Karabulut, Rümeysa Çiftçi, İbrahim Yıldız, Leyla Kılıç, Sezai Vatansever, Faruk Taş İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, İstanbul Amaç: Anorektal malign melanoma (AMM) kötü prognozlu nadir bir hastalıktır. Bu çalışmanın amacı kliniğimizde takip edilen AMM lu hastaların klinikopatolojik karakterlerini belirlemek ve tedavi sonuçlarını bildirmektir. Gereç-Yöntem: Kliniğimizde 000 ile 00 yılları arasında AMM tanısı ile takip edilen hastanın yaş, cinsiyet, evre, tedavi ve sağkalım verileri değerlendirildi. Evre I; lokalize AMM, evre II; nodal metastazlı AMM, evre III; uzak mataztazlı vakaları tanımlamak için kullanıldı. Bulgular: Oniki (%57) hasta kadın, 9 (%4) hasta erkek idi. Median yaş 6 (0-8) yıl olarak tespit edildi. Evre dağılımlarına bakıldığında hastaların 4 ü (%9) evre I, 0 u (%48) evre II, 7 si (%) evre III olarak sınıflandırıldı. Lokal tedavisi için opere olan 5 hastanın 7 si (%47) abdominoperineal rezeksiyon, 8 i (%5) geniş lokal eksiyon ile tedavi edildi. On hasta lokal tedavi sonrası adjuvan tedavi ajanları ile tedavi edildi. Median genel sağkalım (GS) ve progresyonsuz sağkalım (PS) ve 9 ay olarak tespit edildi. - ve 5- yıllık GS oranları %59 ve %4; PS oranları %49 ve %7 idi. Yaş, cinsiyet, operasyon tipi, adjuvan tedavi verilip verilmemesi ile GS ve PS arasında istatistiksel olarak fark tespit edilmedi. Evre ile GS ilişkisi değerlendirildiğinde evre I hastalarda median GS a ulaşılamaz iken, evre II ve III hastalarda median GS sırasıyla (%95 CI: 0-7) ay ve 6 (%95 CI: -0) ay olarak tespit edildi (0,045). Evre ile PS ilişkisi değerlendirildiğinde evre I hastalarda median PS a ulaşılamaz iken, evre II ve III hastalarda median GS sırasıyla (%95 CI: 6-6) ay ve 4 (%95 CI: -7) ay olarak tespit edildi (0,004). Sonuç: AMM prognozu kötüdür ve evre, sağkalım ile ilişkili tek klinikopatolojik değişkendir. Abdominopteritoneal rezeksiyon veya geniş lokal eksiyon sağkalım açısından fark oluşturmamaktadır. Ref No: P-459 58 MALİGN MELANOMLU OLGUNUN RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRİLMESİ Fatma Sena Dost, Süleyman Emre Koçyiğit, Güngör Utkan, Fikri İçli Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Bu bildiride Ekim 998-Ocak0 tarihleri arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji B.D. da malign melanom tanısı alan 58 hasta retrospektif olarak incelendi. Kadın erkek oranı /7 dır. Hastaların %,4 ü 0-0, %7, si 0-40, %4, i 40-50, % i 50-60, %0,7 si 60-70 yaş arasında ve %,4 ü 70 yaş üstündedir. Tanı tarihi hastaların %,7 sinde 000 den önce, %5,9 unda 000-005, %46,6 sında 005-00 arasında ve %5,9 unda 00 sonrasıdır. Malign melanom lezyonlarının %4,5 i baş boyun, % i alt ekstremite, %5,5 i üst ekstremite, %8,6 i sırt, %5, i retina, %,4 anal kanal ve %,7 si vulvada tespit edilmiştir. Bizim olgularımızda malign melanomun metastaz yaptığı bölgeler %48, lenf nodu, % akciğer, %4 karaciğer, %9 diğer (kemik, sürrenal, parotis ve dalak) %5,5 lokal nüks, %,8 santral sinir sistemi, %, cilt olarak bulunmuştur. Tedavide hastalara adjuvan %5,4 interferon, palyatif %5,7 temozolomid, %7,6 sisplatin-dakarbazin, %0, hipertermik ekstremite perfüzyonu, %0, lokal radyoterapi, %8,6 ipilimumab, %5, talidomid, %5, paklitaksel, %,7 vemurofenib verilmiştir. Hastaların %46,5 inin lokalizasyonu ekstremite olup; bunların %0, üne hipertermik ekstremite perfüzyonu yapılmıştır. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Hastaların %,4 ü erken evre olması nedeni ile tedavi verilmeden takip edilmiştir. Tanı sonrası hastaların %5, si -6 ay arasında, %0,7 si 6- ay arasında, %7, si -4 ay arasında ve %7, si 4 ay sonrasında progrese olmuştur. Hastaların %9 unda progresyon görülmemiştir. %0,7 hasta progresyon gelişmeden takipten çıkmıştır. Hastaların %,8 i kaybedilmiştir. Hastaların %7,6 si halen takipte olup hayattadır. Sonuç olarak melanom daha çok erkeklerde ve ileri yaşta görülen bir malignitedir. Metastaz en sık lenf nodlarına daha sonra akciğer ve karaciğere olmaktadır. Progresyon/nüsk bizim olgularımızda sıklıkla 6- ay arasında görülmüştür. Malign melanomda anal kanal, retina, vulva gibi atipik yerleşimlerin olabileceği akılda tutulmalıdır. Ref No: P-460 MALİGN MELANOMLU (MM) HASTALARDA M0 VE M65 SERUM KONSANTASYONLARININ KLİNİK ÖNEMİ Senem Karabulut, Rümeysa Çiftçi, İbrahim Yıldız, Leyla Kılıç, Fatma Şen, Murat Serilmez, Derya Duranyıldız, Faruk Taş İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Amaç: M0 ve M65 oldukça yeni markırlardır. Epitel hücre yapısal proteini olan sitokeratin 8 in sirkülasyonda dolaşan farklı formlarıdır. Çalışmamızda malign melanomlu (MM) hastalarda serum M0, M65 düzeyleri ile prognostik parametreler ve tümör progresyonu arasındaki ilişkiye araştırmayı amaçladık. Gereç-Yöntem: Çalışmaya kliniğimizde tedavi olmuş 5 MM hastası alındı. Hastaların adjuvan tedavisi öncesi veya metastatik hastalarda kemoterapi tedavisi öncesi serum örnekleri alındı. Hem M0 hemde M65 serum düzeyleri enzyme-linked immunosorbent assay (ELISA) yöntemiylen tespit edildi. Bulgular: Median yaş 54 (6-88) yıl olarak tespit edildi. Otuz hasta erkek idi. Hastaların (%58) metastatik ve çoğu (%6) Mc idi. Serum M65 düzeyleri MM hastalarda kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksekti (p<0.00). M0 düzeyleri açısından iki grup arasında anlamlı bir fark yoktu (p =0.76). M0 ve M65 düzeyleri lökositozu olan hastalarda anlamlı olarak yüksekti (sırasıyla, p=0.0 ve p=0.007). Serum M0 düzeyleri gençlerde (p=0.0) ve kadın hastalarda (p=0.0) anlamlı olarak yüksekti. Serum M0 ve M65 düzeyleri arasında anlamlı ilişki tespit edildi (rs =0.408, p=0.00, Spearman s correlation). Beklenildiği gibi uzak metastaz (p<0.00), ileri metastatic hastalık (Mc) (p=0.0), yüksek ESR (p=0.00), yüksek serum LDH düzeyinde (p<0.00) ve kemoterapiye cevapsız olgularda (p<0.00) survi kötüydü buna ragmen ne serum M0 düzeyleri nede serum M65 düzeyleri surviyi kötü etkilemedi (sırasıyla, p=0., ve p=0.68). Sonuç: Serum M65 düzeylerinin diagnostic değeri olmasına karşın MM hastalarda hem M0 hemde M65 serum düzeylerinin prognostic rolü yoktur. Ref No: P-46 PRİMER TÜMÖR VE METASTAZINDA BRAF V600E MUTASYON FARKLILIĞI GÖSTEREN MELANOM OLGUSU Kezban Nur Pilancı, Filiz Elbüken, Veysel Sabri Hançer, Murat Büyükdoğan, Çetin Ordu, Kerem Okutur, Osman Gökhan Demir, Sezer Sağlam istanbul bilim üniversitesi iç hastalıkları bilim dalı tıbbi onkoloji florence nightingale hastanesi radyoloji istanbul bilim üniversitesi tıbbi biyoloji ve genetik bilim dalı Melanom, mesoderm kaynaklı kemoterapi ve radyoterapiye dirençli bir tümördür. 66 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Melanomun gelişmesinde ve progresyonunda majör rolü oynayan fosforile MAPK-ERK yoludur (NRAS, BRAF, MEK / ve ERK /). BRAF; RAF protein kinaz ailesinin üyelerinden bir serin-treonin kinazdır. Aktivasyonu ile MAPK-ERK yolunda sinyal başlar ve bu sinyaldeki aktivasyon başta melanom, papiller tiroid kanseri ve az da olsa kolon kanseri olmak üzeri bir çok malignitenin gelişiminde etkendir. En sık görülen somatik mutasyon, BRAF V600E mutasyonudur. Olgu: yaşında kadın hastanın, 5 yıl öncesinde sağ torakoabdominal bölgeden nevüs nedeni ile yapılan biyopsi sonucu melanomla uyumlu geldi. Lezyon eksize edildi. Patoloji sonucu; yüzeyel yayılan tip, clark düzeyi: 4, breslow kalınlığı:,7 mm, mitoz: /mm idi. Adjuvan tedaviye gerek duyulmayan hastanın, ay öncesinde nefes darlığı şikayeti oldu. Yapılan akciğer bilgisayarlı tomografisinde; en büyüğü sol hemitoraks parakardiak alanda, geniş tabanı plevraya oturan,5x7 cm boyutunda olmak üzere her iki akciğerde multipl metastazlar mevcuttu. Hastanın 5 yıl öncesinde eksize edilen lezyonundan yapılan moleküler genetik incelemede BRAF V600E mutasyonu saptanmadı. Plevra tabanlı akciğer metastazından alınan yeni biyopsi sonucu, melanom metastazı ile uyumlu geldi ve bu örnekten çalışılan biyopsi materyalinden izole edilen DNA örneğinde BRAF V600E mutasyonu saptandı. Hastanın tedavisine vemurafenib ile devam edilmesine karar verildi. BRAF V600E mutasyonu olan metastatik melanomda raf kinaz bloke edici ajanlar tedavide etkili olabilir. Çünkü, tümör hücrelerinin metastaz yapması için mutasyon yükünün artması gerekmektedir ve mutasyon saptanan tümörler daha agresif olup, daha erken evrede metastaz gelişebilmektedir. Metastaz gelişen melanom hastalarında daha öncesinde BRAF V600E mutasyonu saptanmamış olsa da, tedavi seçeneğini belirlemek amacı ile tekrar incelenmelidir. Melanomda; tedavi seçeneklerinin kısıtlı olması nedeni ile mutasyonun tanımlanması ve raf kinaz bloke edici ajanlarla tedavinin etkinliğinin araştırılması önemlidir. Şekil. BRAF V 600E mutasyonu Ref No: P-46 EŞAMANLI CİLT, LENF NODU, YUMUŞAK DOKU VE LOKAL KEMİK İNVAZYONLARI İLE SEYREDEN KAPOSİ SARKOMU OLGUSU Bengül Serarslan, Serkan Keskin, Nergiz Dağoğlu, Faruk Aykan, Ahmet Kizir İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Radyasyon Onkolojisi İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Medikal Onkoloji Giriş: Kaposi sarkomu(ks) Moricz Kaposi tarafından 87 de tanımlanmış,00 WHO sınıflamasına göre vasküler tümörlerden olup, multipl patch, plak veya nodüller gibi tipik cilt lezyonları ile seyreden düşük gradlı lokal agresif endoltelyal bir tümördür. Bu olgu bildiriminde nadir görülen cilt,yumuşak doku, lenfoid doku ve lokal kemik invazyonlu bir klasik tip KS vakasını sunacağız. Olgu: 77 yaş erkek HIV(-) hasta, 999 da bilateral el ve ayaklarda plak tarzı kırmızı giderek koyulaşan ağrısız, multipl lezyonlar nedeniyle sol ayaktan alınan biyopsi Kaposi Sarkomu ile uyumlu gelmesi üzerine hasta sistemik veya intralezyoner tedavi için uygun bulunmayarak kliniğimize yönlendirildi. Bilateral el ve ayak sırtlarına yönelik 5 fraksiyonda 0 ar Gy RT (6 MeV elektron enerjili LinAc ile) uygulandı. Lezyonlarda regresyon görülmesi üzerine hasta takibe çağırıldı. yıl boyunca takibe gelmeyen hasta Eylül 0 de sol ayakta yanma,ağrılı şişlik nedeniyle başvurdu. FM de sol ayakta plak tarzı eritematöz lezyon ile sol popliteal ve inguinal patolojik nodüler fikse yaklaşık x4 cm boyutlu LN ları görüldü. MRG da.-.-4.-5. metatarsları ile.-.-4. proksimal falanksları içine alan kemik ve yumuşak doku tutulumu olan malign oluşum görüldü. Sol ayak cildinden. Metatarsa uzanan düzensiz sınırlı ekzofitik lezyondan alınan biyopside lokal cilt, yumuşak doku ve kemikte direkt invazyon gösteren KS (nodüler evre) saptandı. (CD diffuz ve kuvvetli +, CD Fokal ve zayıf +, Ki67 %, S00 ile nonspesifik boyanma, HMB45 -, Mart -). Sol popliteal ve inguinal patolojik nodüler fikse LN dan alınan tru-cut biyosilerde de KS saptandı. Tekrarlanan HIV testi(-)olan hastadan sistemik tarama amaçlı çekilen PET- BT sonucu sakrum sol yarımında psoas kası komşuluğunda, sol iliak kanat komşuluğunda, batın anterioru komşuluğunda ve sol derin inguinalde yumuşak doku tutulumları, sol yüzeyel inguinal, femoral ve popliteal LN da tutulum,.-.-.-4.-5. Falanksların üzerinden.-.-4. Metatarslara uzanan yumuşak doku malinitesi saptandı. LN tutulumlu dissemine mukokutanöz evre KS nedeniyle sistemik KT kararlaştırıldı. İleri yaşından dolayı oral Etoposid 50 mg caps x 5gün qd başlandı. 4. kür oral Etoposide sonrası yapılan FM de sol ayak ağrısının ve şişliğin, sol popliteal LN nun tamamen kaybolduğu, sol inguinal LN nun nekrotik komponentinin arttığı görüldü. Bu bölgeye palyatif amaçlı 50 Gy/5 fr RT planlandı. RT sonrası sol inguinal kitlede regresyon görüldü. Sonuç: Klasik tip KS da LN tutulumu immun yetmezlik ile ilişkili KS da veya lenfoproliferatif hastalıklarla seyreden KS a göre oldukça nadirdir. Eşzamanlı LN ve lokal kemik invazyonu şimdiye dek tek bir olguda bildirilmiş olup, olgumuz literatürdeki ikinci vakadır. Aynı anda cilt, LN, pelvik bölge yumuşak doku ve lokal kemik invazyonları ile prezente olmasından dolayı da literatürdeki tek vaka olarak kabul edilebilir. Tedavisinde lokal RT ye ek olarak sistemik KT nin faydası gösterilmiştir. MELANOMA VE DİĞER CİLT TÜMÖRLERİ Şekil. Sol hemitoraksta plevral efüzyon ve plevra tabanlı kitleye ait görünüm. Susesi Otel, Antalya 67

MELANOMA VE DİĞER CİLT TÜMÖRLERİ Şekil. POSTER BİLDİRİLER Şekil. Sol inguinal, sol popliteal LN tutulumları, sol ayaktaki cilt tutulumu ve lokal kemik invazyonu Ref No: P-46 OLGU SUNUMU: NEVOİD BAZAL HÜCRELİ KARSİNOM SENDROMU (GORLİN-GOLTZ SENDROMU) Ekin Ermiş, Ferdi Aksaray, Hüseyin Göçmez, Menekşe Turna, Mustafa Yakup Büyükpolat, Sevil Kılçıksız, Adnan Yöney, Mustafa Ünsal Okmeydanı Eğitim Araştırma Hastanesi,Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı,İstanbul 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Amaç: nevoid bazal hücreli karsinom sendromu nadir, otozomal dominant geçişli, 9q kromozomu lokalizasyonlu bir antitedir. Deride bazal hücreli karsinom, çenede odontojenik keratokist, iskelet sistemi anomalileri ve lamellar falks kalsifikasyonları ile karakterizedir. Bu sunumun amacı hasta bazında gorlin-goltz sendromunu incelemektir. Gereç-yöntem: multiple bazal hücreli karsinom nedeni ile kliniğimizde 98 yılından itibaren takip edilen 68 yaşında erkek hasta histopatolojik antitesi, radyolojik değerlendirilmesi ve sendrom tanımının diğer bulguları ile incelendi. Bulgular: 98 yılından itibaren kliniğimizde takip edilen multiple bazal hücreli karsinom tanılı hastaya, günümüze kadar 0 kez cerrahi tedavi ve kez radyoterapi uygulanmıştır. Cilt lezyonlarının yanında mandibüler keratokist, falks kalsifikasyonları ve iskelet sistemi anomalileri de mevcuttur. Hasta 98, 989, 99 yıllarında sırasıyla sol preauriküler, sol kaş laterali, sol alın, burun, sağ preauriküler, sağ burun laterali ve sağ aurikula bölgelerine 50 gy lokal radyoterapi almıştır. Kliniğimizde hastanın takibine, yeni bazal hücreli karsinom lezyonlarına radyoterapi yapılmaksızın eksizyon ve reeksizyon şemaları ile devam edilmektedir. Sonuç: nevoid bazal hücreli karsinom tedavisi için bir protokol mevcut değildir. Multiple bazal hücreli karsinom gelişen bu hastalarda tedavi yaklaşımı uzun dönemde sağlıklı cilt koruması amaçlı olmalıdır. Cerrahi veya cerrahi olmayan bütün tedavi seçenekleri kendi içinde fayda sağlasa da, kombinasyon tedavileri optimal seçeneği oluşturmaktadır. Hastalarda, geniş alanlar bazal hücreli karsinom nedeniyle etkilendiğinden, ideal yaklaşım bir kerede geniş alanı tedavi etmektir. Düşük risk bölgeli (ekstremite, gövde) bazal hücreli karsinomlar standart cerrahi eksizyon ile tedavi edilebilirken, yüz gibi yüksek riskli bölgelerden tümörün tamamen yok edilmesi derin dokulara da invazyon olabileceği için büyük önem taşır. Radyoterapi, hastalarda rekürrens ya da tümörün yok edilme oranları ile ilgili data bulunmaması nedeniyle ilk olarak pek tercih edilen tedavi modalitesi değildir. Ek olarak radyoterapi, yeni bazal hücreli karsinom gelişimini de indükleyebilir. Ref No: P-464 PRİMER MİDE MALİGN MELANOMA OLGUSU Bahiddin Yılmaz, Dilek Erdem, Yasemin Kemal, Fatih Teker, Güzin Demirağ, İdris Yücel Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi,Tıbbi Onkoloji Bölümü Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü Giriş: Malign melanom genellikle melanositlerin yer aldığı cilt, gözler, meninksler ve anal bölgeden köken alır. Midede görülen melanom çoğunlukla bir cilt melanomunun metastazıdır. Primer mide melanomu literatürde ancak vakalarla ifade edilmiştir. Burada primer mide malign melanomlu bir hastayı sunduk. Vaka: 70 yaşında erkek hasta, aydır halsizlik şikayeti olan hasta hematemez ve melena şikayetleri ile acil servise başvurdu. Yapılan endoskopide gastroözefagial bileşkeden başlayan, kardiayı içine alan 7x0 cm, üzeri nekrozla örtülü, frajil kanamalı tümöral lezyon görüldü. Histopatolojik bulgular diffüz lenfomayı ve sitoplazmada görülen pigment nedeniyle malign melanomu düşündürmekteydi. Abdominopelvik BT de kardiada yaklaşık 4,5 cm ye ulaşan, lümene protrüde ve yaklaşık 6 cm lik segmenti tutan tümöral duvar kalınlaşması saptandı. Lezyonun kanamalı olması ve obstrüksiyona neden olması nedeniyle total gastrektomi uygulandı. Patolojik incelemede; tümör 9x7 cm boyutlarında ve visseral peritona infiltre, çıkarılan lenf nodundan 6 sında metastaz mevcut, immünhistokimyasal incelemede Melan A (+) ve S00 tümör hücrelerinde kuvvetli (+), Mart- tümör hücrelerinde %50 sinde orta kuvvette boyanma mevcuttu. Tanı olarak özefagogastrik bileşke yerleşimli malign melanoma olarak rapor edildi. Hastanın çekilen PET/CT sinde gastrik bölgede gastro-omental lenf nodları lokalizasyonunda, pankreatikoduodenal ve hepatik lenf nodları lokalizasyonunda hipermetabolik FDG tutulumları izlenmekteydi. Hastaya temozolamid başlandı. kür tedavi sonrası operasyon kesi yerine uyan bölgede pigmente lezyonlar gelişti. Çekilen abdominopelvik BT sinde tüm mide lojunu dolduran nüks kitle saptandı. Ayrıca aynı düzeyde cilt altı çok sayıda nodüler yumuşak doku dansiteleri ve lenfadenopatilerde progresyon saptandı. Cisplatin+Dacarbazine tedavisine geçildi. Ancak 4 kür tedavi sonrasında hastanın klinik olarak cilt lezyonlarında artış izlendi ve genel durumunda bozulma görülünce tedavi kesildi. Palyatif destek tedavisi uygulanan hasta tedavinin kesilmesinden yaklaşık ay sonra kaybedildi. Yorum: Midenin primer odak olduğu melanom çok nadir bir durumdur. Primer mide melanomu demek için melanom eksizyonu öyküsü ve başka bir melanom odağı olmaması kuraldır. Midede melanom varlığında mutlaka önce primer melanom odağı araştırılmalıdır. Primer mide melanomu nedenle cildin melanomundan daha kötü prognoza sahip olabilir; atipik lokalizasyonu nedeniyle geç teşhis edilmesi, mukozal melanomların agresif davranışlı olması veya gastrointestinal traktın zengin lenfatik ve vasküler ağı nedeniyle erken yayılımı. Cerrahi, bağımsız prediktif ve prognostik faktörleri açığa kavuşturduğundan tek geçerli tedavi yöntemi olarak görülmektedir. Hastalıksız sağkalımı uzatmada adjuvant interferon-alfa önerilir. Gelecekteki çalışmalarla, gastrointestinal trakttan kaynaklanan melanomların tedavisinde kullanılacak interferon gibi ajanlar ve bunların sağkalıma olumlu etkileri daha iyi gözlemlenebilir. 68 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-465 MALİGN MELANOMLU BİR HASTADA PRİMER SPONTAN KOMPLET REGRESYON, OLGU DEĞERLENDİRİLMESİ Senem Karabulut, Rümeysa Çiftçi, Leyla Kılıç, Serkan Keskin, İbrahim Yıldız, Faruk Taş İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Spontan regresyon başta nöroblastom, hipernefrom, koriokarsinom, malign melanom (MM) olmak üzere birçok tümörde görülebilir. MM de primer spontan komplet regresyon (PSKR) çok nadirdir. Mevcut vakalarsa olgu bildirimleri şeklindedir. Bu nedenle MM bu durumun prognostik önemi tam olarak bilinmemektedir. Gereç-Yöntem: 70 yaşındaki erkek hasta Haziran 008 de sağ kasıkta şişlik, 8-0 aydır mevcut beninde büyüme, şekil ve renk değişikliği ortaya çıkmış fakat son - aydır bendeki bu değişiklerin tama yakın olarak kaybolduğu sikayeti nedeniyle başvurdu. İnguinal USG de en büyüğü 8 mm boyutunda heterojen hipoekoik özellikte santral yağlı hillusu görünmeyen malign karekterde LAP lar saptanarak biyopsi yapıldı ve MM metastazı tanısı kondu. Primer lezyonun geniş eksizyonu ve standart inguinal diseksiyon operasyonu yapıldı. Operasyon materyalinin patolojik incelenmesinde 8 lenf nodundan sinde karsinom infiltrasyon olduğu ve tümörün %99 oranında (PSKRMM) olduğu saptandı. Evre III MM kabul edilerek inguinal radyoterapi (RT) (7x00 cgy) uygulandı ve sonrasında adjuvan immunoterapi başlandı. RT bitiminden yaklaşık 4 ay sonra PET-CT sinde sakral. vertebra komşuluğunda common iliak düzeyinde malign karekterde LAP (sudmax: 5.) tespit edildi. Mevcut lezyon rezeke edildi. Patolojisi MM metastazı ile uyumluydu. Hastaya nüx sonrası postop. 6 kür Temozolamid 00mg/m/gün.-5. gün uygulandı ve muayne, görüntülemelerinde hastalıksız olarak takiptedir. Sonuç: PSKR nin MM de primer tümör dışında kutanöz, pulmoner, hepatik, serebral metastazlarda olabilmektedir ve mekanizması bilinmemektedir, MM karşı oluşmuş güçlü immün sistem cevabını gösterdiği kabul edilmektedir. Bu immün cevab ve bunun stimülasyonu ileride geliştirilecek immunolojik çalışmalarada ışık tutacaktır. MM de PSKR prognostik bir öneme sahip değildir, tedavide değişikliğe neden olmaz ve tümöre karşı oluşmuş immünolojik cevabı gösterir. nodu saptandı. Tümöral lezyonda immunohistokimyasal olarak CK9, p6 ile tam, mcea ve EMA ile luminal kenarlarda boyanmış, GCDFP5, CK0, ER, PR, TTF ve cerbb ile boyanma saptanmamıştır. Ki67 proliferasyon indeksi %90 olarak tespit edilmiştir. Ter bezi tümörleri içerisinde yer alan EPK, ekrin kanalların intraepitelyal kısmından kaynaklanmaktadır. Çoğunlukla uzun bir süredir var olan ekrin poroma (EP) zemininde gelişirler. Nadiren primer EPK geliştiği de bildirilmiştir. Alt ekstremiteler en sık görüldüğü bölgedir. Bazı EP olgularında lezyon başlangıcından önce lokal travmadan söz edilmekle birlikte, EPK olgularında kesin bir etyolojik faktör tanımlanmamıştır. EPK lar geniş çaplara ulaşan verrüköz bir plak veya polipoid yapıdaki tümörlerdir ve sıklıkla yüzeylerinde ülserasyon mevcuttur. En sık 50-80 yaşlarında görülürler. En sık yerleşim bölgeleri sırasıyla bacak (%0), ayak (%0) ve yüz (%) şeklindedir. Ekrin porokarsinomlarda ilginç bir özellik de bazı tümörlerde östrojen ve progesteron reseptörlerinin pozitif oluşudur. EPK olgularının %0 si bölgesel lenf bezlerine metastaz yaparken, diğer organ metastazları % civarındadır. Metastaz geliştiğinde mortalite oranı %70 e ulaşmaktadır. EPK lar kemoterapi ve radyoterapiye dirençli tümörler olarak bilinmektedirler. Buna karşılık, methotrexate ile akciğer metastazlı bir vakada akciğerdeki nodüllerde stabilizasyon bildirilmiştir. Metastatik EPK da docetaxel tedavisinin iyi tolere edildiği ve semptomatik-radyolojik cevap elde edildiği de bildirilmiştir. Sonuç: EPK da standart tedavi yeterli cerrahi sınırla lezyonun total eksizyonudur. Malign transformasyon riski nedeniyle EP lar için de önerilen tedavi cerrahi eksizyondur. Lenf nodu tutulumu varlığında bölgesel lenf nodu diseksiyonu da yapılmalıdır. Cerrahi sonrası lokal nüks açısından hastanın takibi gereklidir. Ref No: P-467 KUTANÖZ MALİGN MELANOMA BAĞLI İNCE BARSAK MATASTAZI OLGUSU Melisa Toprak, Ahmet Bilici, Fatih Selçukbiricik, Nurten Sever, Fatih Borlu şişli etfal eğitim ve araştırma hastanesi, iç hastalıkları kliniği şişli etfal eğitim ve araştırma hastanesi, tıbbi onkoloji bölümü bakırköy dr. sadi konuk eğitim ve araştırma hastanesi, patoloji bölümü MELANOMA VE DİĞER CİLT TÜMÖRLERİ Ref No: P-466 METASTATİK EKRİN POROKARSİNOM: OLGU SUNUMU VE LİTERATÜRÜN GÖZDEN GEÇİRİLMESİ Volkan Kınaş, Niyazi Karaman, Zarife Melda Bulut, Müjdat Turan, Cihangir Özaslan S.B Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi Kliniği, Ankara Amaç: Ekrin porokarsinom (EPK) ekrin ter bezlerinden kaynaklanan nadir bir tümördür ve tüm kutanöz epitelyal tümörlerin yaklaşık %0.005 ini oluşturmaktadır. Bu yazıda, sağ aksilla metastazı ile başvuran sağ ön kolda EPK tanısı almış 68 yaşında bir kadın hastanın klinik ve patolojik özellikleri güncel literatür eşliğinde tartışılmıştır. Olgu: Altmışsekiz yaşında bayan hasta kliniğimize sağ aksillada kitle şikayeti ile başvurdu. Hastanın hikayesinden bir yıl önce sağ ön koldan EPK nedeni ile total eksizyon yapıldığı öğrenildi. Fizik muayenede lokal nüks saptanmadı ve sağ axillada lenf nodları ele gelmekteydi. Yapılan yüzeyel ultrasonografide sağ aksillada büyüğü,7 cm olan multipl lenf nodları gözlendi. Uzak metastaz açısından yapılan beyin MRI, toraks ve karın bilgisayarlı tomografisi ve tüm vücut kemik sintigrafisinde metastatik tutulum saptanmadı. Hastaya aksiler ven rezeksiyonu ile birlikte tam aksiller ve interpektoral diseksiyon uygulandı. Patolojik incelemede lenf nodunda 7x5 cm boyutlarında tümöral kitle ve beraberinde 8 adet reaktif lenf Giriş-Amaç: Gastrointestinal sistemin primer malign melanomu nadiren görülmektedir. İnce barsak malign melanomu sıklıkla kutanöz, oküler veya anal melanom metastazı olarak karşımıza çıkmaktadır. Kutanöz melanomların ancak %-4 ünde ince barsak metastazı görülmektedir. Ancak gastrointestinal sistemde olduğu gibi nadiren primer ince barsak melanomu da görülmektedir. Biz de burada ince barsak metastazı ile tanı konulan kutanöz malign melanom olgusunu sunduk. Olgu: Ellibeş yaşındaki erkek hastaya Aralık 0 tarihinde bulantı, kusma ve karın ağrısı nedeniyle yapılan tetkiklerde jejenumda kitle saptanarak ince barsak rezeksiyonu uygulandı. Histopatolojik inceleme sonrası malign melanom tanısı konuldu. Evreleme amaçlı yapılan PET-BT de sol uylukta malignite ile uyumlu lezyon saptanan hastaya kutanöz lezyonun rezeksiyonu uygulandı. Yapılan patolojik değerlendirme malign melanom ve histomorfolojik özelliklerle birlikte kutanöz melanom ve ince barsak metastazı tanısı konuldu. Sonrasında hastaya 6 kür temozolamid tedavisi uygulandı. Tedavileri iyi tolere eden hasta aydır yakınmasız ve hastalıksız olarak takip edilmektedir. Sonuç: İnce barsak melanomu çoğunlukla primer kutanöz melanomun metastazı olarak karşımıza çıkmaktadır. Kutanöz melanom tanılı hastalardaki gastrointestinal sisteme ait semptomlarda diğer nedenlere ek olarak, ayırıcı tanıda melanomun gastrointestinal metastazı da düşünülmelidir. Susesi Otel, Antalya 69

MELANOMA VE DİĞER CİLT TÜMÖRLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-468 BURUN CİLT SQUAMÖZ HÜCRELİ KANSERDE KEMORADYOTERAPİ Berna Yıldırım, Ercan Aydınkarahaliloğlu, İlknur Aytaş, Sercan Özyurt, Rahşan Habiboğlu, Sedef Açıkgöz, Salih Zeki Çakar, Haluk Sayan, Ferit Çetinyokuş, Yıllar Okur, Nalan Aslan Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Olgu: 5 yaşında erkek hasta 08/0 de burun sağ yanında ciltte lezyon nedeniyle biyopsi yapılmış. Squamöz hücreli karsinom (SCC) tanısı alan hasta ek tedaviyi reddetmiş. Lezyonunda progresyon nedeniyle /0/0 de çekilen MRI da sağ nazal kavite içerisini ekspanse ederek dolduran, sol nazal konkaları baskılayan 90*40*90mm kitle, PET de sağda sifenoid sinüs düzeyinde başlayarak sağda frontal sinüsü, sağ nazal kaviteyi, sağ maksiler sinüsü dolduran ve sağ orbita medialini destrükte edip posteriorda nazofarenkse uzanım gösterip hava sütununu oblitere eden kitle (SUV 5.7) saptandı. Uzak metastaz saptanmadı. İnoperabl olarak değerlendirilen hastaya lezyona yönelik.gy günlük fraksiyondan 65.7Gy, haftalık 40mg/m² kemoradyoterapi uygulandı. Tedavi sırasında Grade mukozit, 8kg kaybı olan ve halen ECOG: hastaya son yedi fraksiyonda plan adaptif yapıldı. Kemoradyoterapi sonrasında 6 kür sisplatin fluorourasil kemoterapisi uygulandı. Son kemoterapisini onuncu ayda aldı. Hastanın kemoterapi toleransı düşük oldu, ECOG:. Kemoradyoterapi sonrası birinci yıl kontrolünde patolojik lezyon saptanmadı. Hasta halen hastalıksız kontrol altında takiptedir. Tartışma: Literatürde cilt SCC de primer tedavi olarak cerrahi ve radyoterapi önerilmektedir. Baş-boyun cilt SCC larında farklı radyoterapi fraksiyon dozları verilse de önerilen doz fraksiyonda 66Gy veya 0 fraksiyonda 55Gy dir. Kliniğimizde hastanın lezyonunun büyüklüğü nedeniyle daha yoğun bir tedavi şeması olan diğer baş-boyun tümörlerine benzer şekilde günlük.gy fraksiyondan toplam 65.7 Gy radyoterapi ve eşzamanlı haftalık cisplatin kemoterapisi uygulandı. Hasta tedaviyi iyi tolere etti ve lezyonunda tam cevap elde edildi. Baş boyun bölgesindeki cilt Squamöz hücreli karsinomlarınında diğer baş boyun squamöz hücreli karsinomlar gibi kemoradyoterapiye iyi cevap verdiği ve rahat tolere edilebildiği görüldü. Ancak daha çok araştırmaya ihtiyaç vardır. Ref No: P-469 SEBAÖZ KARSİNOM (BİR OLGU NEDENİYLE) Sedenay Oskeroğlu, Zeynep Güral, Fadullah Aksoy, Sema Arıcı, Züleyha Akgün, Serap Başkaya Yücel, Esra Kaytan Sağlam Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Ana Bilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Patoloji Ana Bilim Dalı Giriş: Sebaöz karsinom toplumda nadir görülen cilt kanseri türlerindendir. %60 gibi yüksek uzak ve bölgesel metastaz oranıyla agresif klinik seyre sahip olmasına rağmen sıklıkla bening lezyon düşünülerek tanı alması gecikmektedir. Olgu Sunumu: Bu yazıda aydir sağ boyunda ele gelen kitle şikayeti olan 56 yaşındaki erkek hasta sunuldu. Kitleden yapılan eksizyonel biyopsi ile sebase karsinom tanısı alan hastanın özgeçmişinde özellik yoktu. Kan değerleri normal sınırlardaydı. Çekilen PET\CT de boyunda şüpheli lenf tutulumu görülen hastaya lokal eksizyon ve bilateral boyun diseksiyonu uygulandı. Postoperatif patolojiye göre T4N olarak değerlendirilen hastaya adjuvan radyoterapi (60 Gy/ 0 fr) uygulandı. Tedavi sonrası birinci ayda sağ gözde kapanma ve baş ağrısı görülmesi üzerine çekilen beyin MR da beklenmedik bir şekilde kavernöz sinüs metastazı saptandı. Sonrasında akciğer metastazı da gelişen, genel durumu giderek bozulan hastanın metastaz alanına palyatif konformal radyoterapi (0 Gy/0 fr) uygulandı. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Tartışma: Sebaöz karsinom toplumda nadir görülen, sebase bezlerin epitelinden köken alan cilt kanseri türüdür. %60 gibi yüksek uzak ve bölgesel metastaz oranıyla agresif klinik seyire sahip olmasına rağmen sıklıkla düşük insidans oranı ve histopatolojik değerlendirmelerdeki tutarsızlıklar nedeniyle tanı konulması gecikmektedir. Günümüzde ince iğne aspirasyon biyopsisiyle sitolojik karakteristikler tanımlanmakta, böylece tanı konulması giderek daha kolaylaşmaktadır. Tedavisinde bölgesel lenf nodları ile beraber geniş lokal eksiyonu gerekmektedir. Postoperatif adjuvan tedaviye ilişkin görüşler ise radyoterapi ya da kemoterapi olarak ikiye ayrılmaktadır. Ref No: P-470 XERODERMA PİGMENTOZUM TANILI HASTADA MALİGN MELANOM OLGU SUNUMU Sedef Açıkgöz, Berna Yıldırım, Salih Zeki Çakar, Sercan Özyurt, İlknur Aytaş, Yıllar Okur, Haluk Sayan, Ferit Çetinyokuş, Ercan Aydınkarahaliloğlu, Rahşan Habiboğlu, Nalan Aslan Ankara Numune hastanesi Radyasyon Onkolojisi 4 yaşında metastatik malign melanom (MM) nedeniyle palyatif radyoterapi (RT) planlanan hastanın hikayesinde 5 yaşında xeroderma pigmentozum (XP) tanısı aldığı öğrenildi. Bu tanı ile takip edilirken Nisan 007 de her iki yanak, burun sırtı, sol parotis bezi ve üst dudaktaki lezyondan yapılan biyopsi sonucu MM gelmesi üzerine bir yıl süre ile interferon tedavisi almış. Progresyon görülen hastaya 9 kür temozolamid uygulanmış. Hastada akciğer metastazları gelişmesi üzerine 6 kür paklitaksel-karboplatin kemoterapisi alan hastanın Mart 0 den sonra ilaçsız takibe alınmış. Ocak 0 tarihli yüz MRG ında sağ maksillar kemik alveolar proçes düzeyinde izlenen, masseter kası komşuluğunda, cilde açılımı saptanan, mandibula lokalizasyonunda orta hat düzeyinde de izlenen 67x40x4 mm kitle lezyonu izlendi. Şiddetli ağrısı da olan hastaya RT planlandı. XP, nadir görülen OR geçen bir hastalıktır. XP; fotosensivite, ciltte pigmenter değişiklikler, erken yaşlanma belirtileri, neoplazi ve anormal DNA onarımı ile karakterizedir. UV hasarının yol açtığı DNA hasarını onarmada kusur ve UV ışınlarına, özellikle de güneş ışınlarına karşı hassasiyet mevcuttur.bu hastalarda genç yaşlarda ortaya çıkan cilt kanserleri görülmektedir. SCC, BCC ve nadiren fibrosarkom görülebilir. Hastaların sadece % ünde malign melanom gelişir. Malign melanom ve yassı hücreli karsinom mortalitenin iki önemli sebebidir. Yirmi yaş altı hastalarda bu tür cilt kanserlerinin görülme olasılığı normal bir bireye göre 000 kat artmıştır. Bizim olgumuzda da çok sayıda MM odakları olması literatür bilgisi doğrultusundadır. Bu tür vakalarda erken tanı ile UV dan korunma ve genetik danışmanlık uygundur. Ref No: P-47 TANIDAN ALTI YIL SONRA METASTAZ YAPAN REKTAL YERLEŞİMLİ MALİGN MELANOMA:VAKA SUNUMU Suna Çokmert, Emrah Gezer, Mehmet Alakavuklar Özel Kent Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, İzmir Amaç: Anüs ve rektum un malign melanom u, tüm melanomların % den daha azını oluşturan tümörlerdir. Hastalar genellikle ileri evrede tanı alırlar ve yaygın hastalık nedeniyle kısa sürede kaybedilirler. 5 yıllık sağ kalım oranları %0 den daha az olarak bildirilmekle birlikte sporadik olarak uzun sağ kalım gösteren vakalar bildirilmiştir. Gereç ve Yöntemler: Rektum yerleşimli malign melanoma tanısından 6 yıl sonra metastaz tespit edilen erkek vaka literatür bilgileri eşliğinde incelenmiş ve sunulmuştur. Bulgular: 76 yaşında erkek hasta, 006 yılı Eylül ayında rektal kanama nedeniyle hastaneye başvurmuş; yapılan tetkiklerinde rektal kitle tespit edilmiş ve biopsi alınmış. Patoloji sonucu pigmenter malign me- 70 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER lanoma olarak tespit edilmiş ve abdominoperineal rezeksiyon operasyonu uygulanmış. Histopatolojik inceleme sonucunda; malign melanoma, perirektal adet lenf bezinde de metastaz tespit edilmiş. Uzak metastaz saptanmayan hastaya 6 ay süreyle adjuvan Temozolamid tedavisi uygulanmış. İzleyen dönemde kontrol tetkikleri ile izlenen hastada nüks veya metastaz saptanmamış. Tanıdan 6 yıl sonraki kontrol tetkiklerinde; batın içinde yaygın lenf bezi, omental metastazlar ve tümöral kitleler tespit edilmiş. Metastatik malign melanoma nedeniyle hastaya Vincristin, Bleomisin, Temozolamid kombinasyon tedavisi başlanmış olup hastanın tedavisi halen devam etmektedir. Sonuç: Rektal yerleşimli malign melanoma, oldukça nadir görülen, agresif seyirli, çoğunlukla tanı anında metastatik tümörlerdir. Ortalama sağ kalım 4 ay, metastaz gelişimi sonrası sağ kalım ise yaklaşık 0 aydır. 5 yıllık sağ kalım vakaların sadece %5-0 sinde sözkonusudur. Literatürde 87 ay (7 yıl ay) sağ kalım gösteren bir vaka bildirilmiştir. Uzun sağ kalım izlenen vakaların tümör genetiğinin incelenmesine yönelik çalışmalara ihtiyaç vardır. Ref No: P-47 BURUN SOL ALASINDA TRİCHİLEMMAL KARSİNOM: OLGU SUNUMU Cem Parlak, Ozan Cem Güler, Cem Önal, Emine Tuba Canpolat, Erkan Topkan Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Adana Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Adana Amaç: Trichilemmal karsinom (TK) kıl foliküllerinin kış kök kılıfından kaynaklanan nadir bir malignitedir. Genellikle yaşlı bayan hastaların güneşe maruz kalan yüz veya kulak derisinde gelişmektedir. Çoğunlukla indolan klinik seyire sahip olan TK geniş lokal eksizyonla genellikle kür olmaktadır. Burada literatürde son derece nadir olarak bildirilmesi nedeniyle Trichilemmal karsinom tanısıyla başvurmuş olan hastamızla ilgili deneyimlerimizi güncel literatür eşliğinde sunmayı amaçladık. Olgu: Aile ve kişisel tıbbi öyküsünde herhangi bir özellik olmayan, 59 yaşındaki bayan hasta 006 0 arası burun sırtında lekelenme nedeni ile başvurduğu dermatolog tarafından aktinik keraztoz ön tanısı medikal tedavi almış. Yarada iyileşme olmaması nedeni ile birkaç seans da kriyoterapi uygulanan hastanın yarasının tekrarlaması üzerine Eylül 0 de plastik cerrahi tarafından eksizyonel biyopsi alınıyor. Patoloji sonucu TK olarak rapor edilen ve cerrahi sınır pozitifliği olan hasta kozmetik kaygı ile tekrardan opere edilmedi. Adjuvan tedavi açısından tarafımıza yönlendirilen hastaya Tıbii onkoloji BD tarafından KT düşünülmedi. Hasta AD mızda Ekim 0 de burun sol alar bölgeye 00 cgy fraksiyon dozunda Toplam 50 Gy tek alanlı elektron tedavisi almıştır. Hastamız şu anda herhangi lokal bölgesel nüks bulgusu olmadan sağlıklı bir şekilde takip edilmektedir. Sonuç: Oldukça nadir olarak karşılaşılan TK, agresif özellik göstermediğinden genellikle geniş lokal eksizyon ile uzun süreli hastalık kontrolü bildirilmiştir. Ancak, kozmetik nedenlerle geniş rezeksiyonun uygun olmadığı vakalarda sınırlı cerrahi sonrası radyoterapi ya da primer radyoterapi de tedavi seçeneklerinden birisi olabilir. Ref No: P-47 NADİR BİR OLGU: PRİMER ÖZEFAGUS MALİGN MELANOMU Mustafa Canhoroz, Fatih Genç, Mübin Özercan, İbrahim Hanifi Özercan Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı. Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı. Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı. Giriş: Primer özefagus malign melanomu (PÖMM), çok nadir görülen, genellikle tanı anında lokal invazyon ve metastaz yapmış olan, agresif seyirli bir tümör çeşididir. 5 yıllık sağ kalım oranı %4 gibi düşük olan bu hastalığa yönelik hekimlerin deneyimlerinin artırılması açısından, kliniğimizde takip edilmekte olan PÖMM tanısı alan olgumuzu takdim etmeyi uygun bulduk. Olgu: Olgumuz, 57 yaşında, bayan; aydır giderek artan boğaz ağrısı, epigastrik ağrı, özellikle katı gıdalara karşı yutma güçlüğü, takılma hissi, ara ara olan öksürük şikayetleri ile başvurdu. Vücudunda herhangi bir renk değişikliği veya mevcut nevüslerinde bir değişiklik olmayan olgunun fizik muayenesinde; saçlı deride trikilemmal kist, boyun bölgesinde ve sol koltuk altında çok sayıda papillom (skin tag) saptandı. Epigastrik bölgede hassasiyeti olan olgunun fizik muayenesinde ek bulguya rastlanmadı. Epigastrik ağrı etyolojisi için yapılan endoskopide özefagus 5.cm de yüzey mukozası ileri derecede erozyone ve nekrotik olan yaklaşık 5-6 cm çapında sapından kısmen torsiyone siyanotik görünümdeki kitleden alınan biyopsinin histopatolojik incelemesinde yer yer melanin pigmenti içeren yuva yapmış epiteloid hücreler tespit edildi. Patolojik incelemeler sonucunda malign melanom tanısı kondu. Kitlenin yayılımını belirlemek için yapılan Toraks BT de özefagus / distal kesimde lümeni dolduran 4xxcm boyutta kitle lezyonu izlendi. Abdomen BT de Karaciğer 7x5mm boyutunda hipodens metastatik lezyon izlendi. Malign melanoma yönelik herhangi bir cilt, anorektal, konjonktival odak tespit edilmeyen hasta primer özefagus malign melanomu olarak kabul edildi. Tartışma: Melanomlar, pigment hücrelerinden veya melanositlerden gelişen alan malign tümörlerdir. Çoğunlukla deriden köken almakla birlikte pigment hücrelerinin olduğu çeşitli ekstrakütanöz bölgelerde de görülebilir. Mukozal melanomlar, tüm melanomların %.4 ünü oluşturmaktadır. Primer mukozal melanomlar, en sık anorektal bölgede görülür. Özefagus tümörleri içinde %0.-0. sıklıkta görülmektedir. Başvuru semptomları;disfaji, retrosternal ağrı, kilo kaybı ve nadiren hematemez-melenadır. Melanositlerin yoğun olarak bulunmaları nedeniyle primer özefagus malign melanomları en sık orta ve distal özefagusta görülmektedir. Tanı konulan hastaların yaklaşık %50 sinde metastaz mevcuttur. 5 yıllık sağ kalım %4 olarak tespit edilmiştir. Sağ kalımın düşük olduğu PÖMM de cerrahi, immünoterapi, kemoterapi, radyoterapi gibi birçok tedavi çeşitleri tanımlanmıştır. Cerrahi rezeksiyon sonrasında sağ kalım,.4 ay ile yıl arasında değişir. Cerrahi sonrası dakarbazin içeren kemoterapilerin hastalığın rekürrensini önlemede etkili olduğu saptanmıştırkaraciğer metastazı nedeniyle inoperabl kabul edilen olguya National Compherensive Cancer Network (NCCN) tarafından 0 yılında yayımlanan önerilerde yer alan temozolamid tedavisi başlandı. Olgunun tedaviye cevabı ve hastalığın prognozu ile ilgili bilgiler, yapılacak izlem sonrasında paylaşılacaktır. Ref No: P-474 PRİMER LEPTOMENİNGEAL MALİGN MELANOMLU OLGU SUNUMU Rahşan Habiboğlu, İlknur Aytaş, Sercan Özyurt, Haluk Sayan, Ferit Çetinyokuş, Ercan Aydınkarahaliloğlu, Berna Yıldırım Akkuş, Salih Zeki Çakar, Yıllar Okur, Nalan Aslan Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği Başağrısı, bulantı ve kusma şikayeti ile başvuran 6 yaşında bayan hastaya çekilen beyin tomogfrafisinde sağ temporopariyetal bölgede x cm çapında parankimde ödem oluşturmayan kısmen kalsifiye kitle saptanmıştır.bunun üzerine istenan kranial mr da sağ temporal lobta geniş tabanlı, duraya oturan, etrafında kalın hemosiderin halkası bulunan.5x.5 cm çapında kitle tariflenmiştir (ekstraaksiyel kitle). Uzak organ taramaları normal olan hastaya total kitle eksizyonu uygulanmıştır. Patoloji sonucu Leptomeningeal Malign Melanom ile uyumlu gelmiştir. Hastaya postoperatif radyoterapi uygulanmıştır. Hasta tedaviden 5 ay sonra ölmüştür. MELANOMA VE DİĞER CİLT TÜMÖRLERİ Susesi Otel, Antalya 7

KEMİK VE YUMUŞAK DOKU SARKOMLARI POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-475 RADYOTERAPİ UYGULANAN GÖVDE YERLEŞİMLİ YUMUŞAK DOKU SARKOMLARINDA UZUN DÖNEM TEDAVİ SONUÇLARİ-CTF SARKOM GRUBU SONUÇLARI Sevim Özdemir, Nuri Kaydıhan, Didem Çolpan Öksüz, Fazilet Öner Dinçbaş, Sergülen Dervişoğlu, Canan Akman, Hasan Tüzün 4, Murat Hız 5, Nil Molinas Mandel 6, Sedat Koca Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı 4 Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalı 5 Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Ortopedi Anabilim Dalı 6 VKV Amerikan Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümü Amaç: Toraks yerleşimli yumuşak doku sarkomu tanısıyla radyoterapi uygulanan olgularda prognostik faktörlerin ve sağkalımın irdelenmesi. Gereç-Yöntem: 98-007 yılları arasında toraks yerleşimli yumuşak doku sarkomu tanısıyla kliniğimize 45 olgu kliniğimize başvurmuş, bunlardan 6 sı radyoterapi endikasyonu olmaması veyabaşka bir merkezde tedaviyi tercih etmesi nedeniyle değerlendirmeye alınmamıştır. Değerlendirilen 9 olguda ortanca yaş 4 (4-85 yaş) olup, hastaların 6 sı erkek ü kadındır. Tümör olguların 8 inde göğüs duvarı, 7 sinde sırt, 6 sında aksilla, 5 inde omuz bölgesinde, ve er hastada da sırasıyla akciğer, mediasten ve kalp yerleşimlidir. Malign fibroz histiyositom en sık gözlenen histopatolojidir (%7.6). Tümör gradı 4 hastada grad, 7 hastada grad ve 8 hastada grad dir. Tümör boyutu ile 5 cm arasında değişmektedir (ortanca 6 cm). Hastaların ü primer, 6 sı nüks sonrası kliniğimize başvurmuştur. Olguların 9 una marjinal rezeksiyon, 0 una geniş lokal rezeksiyon uygulanmıştır. Hastaların sinde cerrahi sınır pozitiftir. Yirmi beş olguya postoperatif, 4 olguya ise preoperatif radyoterapi uygulanmıştır. Olgulara postoperatif ortanca 60 Gy (50-66 Gy), preoperatif ortanca 46 Gy (5-46Gy) eksternal radyoterapi uygulanmıştır. Ayrıca 6 hastaya kemoterapi verilmiştir. Kemoterapi alan hastaların hepsi yüksek gradlı ve büyük tümörü olan hastalardır. Bulgular: Ortanca takip süresi 89 (9-09 ay) aydır. Beş yıllık lokal kontrol (LK), hastalıksız sağkalım (HSK), genel sağkalım (GSK) ve hastalığa özgü sağkalım sırasıyla %6, %4, %69 ve %74 dür. On (%4.5) hastada lokal nüks gözlenmiştir, bunların 7 sinde cerrahi sınır pozitiftir. (%4.4) hastada ise uzak metastaz saptanmıştır. En sık metastaz yerleri akciğer (%7.9) ve kemiktir (%.4). Lokal nüks zamanı ortanca 6 ay (-5ay), uzak metastaz zamanı ise ortanca aydır (4-9ay). Radyoterapi sonrası olguda 4, olguda ise kez nüks gelişmiştir. 7 olgu hastalık progresyonu nedeniyle kaybedilmiştir. olgu kardiyak nedenlerle kaybedilmiştir. Geç yan etki olarak en sık yumuşak doku fibrosisi (0 olgu) ve hareket kısıtlılığı ( olgu) saptanmıştır. Tek değişkenli analizde LK için cerrahi sınır pozitifliği (p=0.04) tek anlamlı prognostik faktör olarak bulunmuştur. HSK düşük gradlı tümörü olan (p=0.0), kemoterapi alan hastalarda (p=0.006) anlamlı olarak daha iyidir. Düşük gradlı tümörlerde hastalığa özgü sağkalım da anlamlı olarak daha iyidir (p=0.00). Çok değişkenli analizde ise grad (p=0.0), kemoterapi (p=0.006) hastalıksız sağkalımı olumlu yönde etkileyen bağımsız birer faktör olarak bulunmuştur. Sonuç: Serimizde yüksek grad ve cerrahi sınır pozitifliği prognozu etkileyen en önemli faktörler olarak bulunmuştur. Olgu sayısı az olmakla birlikte, kemoterapinin özellikle yüksek gradlı tümöre sahip olgularda tedavi sonuçlarını artırdığı görülmüştür. Toraks yerleşimli sarkomlarda da multidisipliner yaklaşımla uzun sağkalım sonuçları elde edilebilmektedir. Ref No: P-477 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ DERMATOFİBROSARKOMA PROTUBERANS (DFSP) IN TEDAVİSİNDE RADYOTERAPİNİN ROLÜNÜN DEĞERLENDİRİLMESİ: TEK MERKEZ TECRÜBESİ Bora Uysal, Selçuk Demiral, Ömer Sağer, Ferrat Dinçoğlan, Hakan Gamsız, Esin Gündem, Bahar Dirican, Murat Beyzadeoğlu Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Ankara Amaç: Bu çalışmanın amacı DFSP tanısı konulan hastaların manajmanında radyoterapinin etkinliğini araştırmaktır. Gereç-Yöntem: Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Radyasyon Onkolojisi kliniğine 974-0 yılları arasında DFSP teşhisiyle başvuran 8 hasta retrospektif olarak analiz edildi. Yaş, cinsiyet, cerrahi metod, radyoterapi (RT) dozu, hastalıksız sağkalım, toplam sağkalım, tümör lokalizasyonu ve lezyon boyutları kayıt altına alındı. 8 hastanın 5 ine (%89) postoperatif RT uygulanırken, sadece hastaya definitif RT uygulandı. Adjuvan RT grubundaki hastaya cerrahi sonrası rekürrens nedeniyle, diğer 4 hastaya da cerrahi marjin pozitifliği nedeniyle RT yapıldı. DFSP tanısıyla tedavi edilen bir hastamızın preoperatif ve postoperatif adjuvan RT sonrası bilgisayarlı tomografi kesitleri şekil ve de gösterilmiştir. Tedavide 974-996 yılları arasında Co-60 teleterapi cihazı, 996-0 yılları arasında linear accelerator(linac) tedavi cihazı kullanıldı. Co-60 cihazıyla tedavi edilen hastalarda skar dokusu simülasyon sırasında fleksibl telle işaretlendi. Linac ile tedavi edilen hastaların BT simülatörde (Ge Lıghtspeed RT, Ge Healthcare, Chalfont St. Gıles, Uk).5 mm kesit aralığında görüntüleri alındıktan sonra kritik organlar ve CTV, PTV delineasyonları yapıldı. PTV için CTV ye kraniyokaudal düzlemde 5-8 cm. mediyolateral düzlemde - cm. marjin verildi. SPSS 6.0 programı kullanılarak hastalarda 5 yıllık hastalıksız sağ kalım, 5 yıllık toplam sağkalım, RT doz ve sağkalım arasındaki ilişki, cinsiyet ve sürvi arasındaki ilişki analiz edildi. İstatistiksel anlamlılık için p değeri <0.05 olarak kabul edildi. Bulgular: Hasta karakteristikleri tablo de gösterilmiştir. Ortalama yaş 6(0-88) dir. Hastaların 8 i (%64.) erkek ve 0 u (%0) kadındı. Tümör lokalizasyonu %64 oranında ekstremitelerde, % oranında gövdede ve %4 oranında baş boyun bölgesindeydi. Ortalama lezyon boyutu 5. cm. (.-8.4) di. Tüm grubun 5 yıllık sağ kalımı %9 tü. Ortalama RT dozu 6. (50-70) Gy di. RT dozu ve sağ kalım arasında istatistiksel anlamlılık yokken (p>0.05), yaş ve sürvi arasında kadınlar lehine anlamlılık tespit edildi (p<0.05). 5 yıllık hastalıksız sağ kalım geniş eksizyon sonrası RT uygulanan grupta %89.6 iken, sınırlı eksizyon sonrası RT uygulanan grupta ise %74 tü ve geniş eksizyon lehine anlamlılık gözlendi (p<0.05). Sonuç: DFSP tedavisinde RT, cerrahi sınır pozitifliği ve rekürren hastalıkta ve ek olarak seçilmiş inoperabl vakalarda tek başına güvenilir ve etkin bir tedavi modalitesidir. DFSP ın nadir görülen bir hastalık olması nedeniyle çok merkezli prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır. Şekil. DFSP tanısıyla kliniğimizde tedavi edilen bir hastanın preoperatif BT görüntüsü. Ok subkutaneal tümörü göstermektedir. 7 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Şekil. Şekil deki hastanın postoperatif adjuvan RT sonrası görüntüsü Şekil de gösterilmektedir. Tablo. Hasta numarası Yaş Cinsiyet Yerleşim Evre Doz (Gy) Takip (aylar) 88 E B/B A 60 0 4 K G A 60 60 0 K E B 66 60 4 E G B 66 0 5 8 E E B 60 60 6 0 E E A 70 0 7 9 E E A 60 0 8 K G A 60 60 9 E E B 60 60 0 0 K E A 66 4 6 E E B 60 4 5 E E B 60 60 E E A 60 60 4 6 E B/B B 60 0 5 0 K G B 66 60 6 5 K E A 60 60 7 6 E E B 66 4 8 E G A 60 4 9 8 E B/B A 70 60 0 4 K E A 66 0 7 K E A 60 60 9 E E A 66 0 E E A 60 0 4 E G A 70 60 5 4 E B/B A 60 0 6 7 E E A 66 0 7 K E A 66 0 8 K E A 66 0 Hasta karakteristikleri Cinsiyet; E: Erkek K: Kadın Yerleşim; B/B: Baş boyun G: Gövde E: Ekstremite Gy: Gray Ref No: P-478 İNTERSTİSYEL BRAKİTERAPİ UYGULANAN YUMUŞAK DOKU TÜMÖRLERİNDE CERRAHPAŞA RADYASYON ONKOLOJİSİ DENEYİMİ Elif Eda Tiken, Mürsel Düzova, Didem Çolpan Öksüz, Songül Karaçam, Ayşe Koca, Murat Hız, Fazilet Öner Dinçbaş, Sedat Koca Cerrahpasa tıp fakültesi,radyasyon onkolojisi ana bilim dalı,istanbul Medikal Park Hastanesi,İstanbul Cerrahpasa tıp fakültesi,ortopedi ana bilim dalı,istanbul Amaç: Kliniğimizde interstisyel brakiterapi uygulanmış yumuşak doku tümörlü hastalar retrospektif olarak değerlendilmiştir. Gereç-Yöntem: 00-00 yılları içinde kliniğimize yumuşak doku tümörü nedeniyle başvuran ve interstisyel brakiterapi uygulanan 9 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların si kadın, 7 si erkekti. Medyan yaş 5 (8-7 yaş) idi. Tümör olguların 4 ünde alt ekstremite, ünde üst ekstremite, inde toraks yerleşimliydi. Tümör boyutu 5-9 cm arasında değişmekteydi (medyan 9 cm). Histopatolojik tanı 4 olguda desmoid tümör, olguda sinovyal sarkom ve olgu kondroid komponentli sarkom ve olgu malign fibroz histiositomdu. Olguların 7 si lokal nüks sonrası kliniğimize refere edilmişti. 6 olgunun sine ikinci, sine üçüncü ve sine beşinci nüks sonrası tek başına brakiterapi uygulanmış olup, bu hastaların tamamına daha önceki nükslerden sonra dıştan ışınlama yapılmıştı (40-64 Gy). Geriye kalan olgunun sine ilk operasyondan sonra, ine 5. nüks sonrası dıştan ışınlamaya ek olarak brakiterapi uygulandı. İnterstisyel brakiterapi iridyum-9 kaynağına sahip Varian marka gammamed -i model brakiterapi cihazı ile uygulandı. Abacus hesaplama sistemi ile kaynaklardan 0,5 veya cm mesafeye - veya 5 Gy/fraksiyon olacak şekilde, tek başına brakiterapi yapılan hastalara 7-0 fraksiyonda toplam 4-0 Gy ve dıştan ışınlamaya ek olarak brakiterapi yapılan hastalara ise 4- fraksiyonda 6-46 Gy interstisyel brakiterapi uygulandı. Olguların 5 ine brakiterapi hiperfraksiyone olarak (günde kez) uygulandı. Bulgular: Olguların medyan takip süresi kliniğimize ilk başvurudan itibaren 0 ay (48-80 ay) ve brakiterapi sonrası 8 aydır(5-0 ay). Lokal nüks 4 olguda brakiterapi alanı içi veya kenarlarında görüldü. olguda ise hastalık brakiterapi alanlarının dışında ancak aynı extremitede nüks etti. Lokal nüks zamanı brakiterapi sonrası -48 ay arasında (medyan 8 ay) değişmekteydi. Nüks eden olguların hepsine cerrahi eksizyon yapılırken olguya amputasyon uygulandı. olguya external radyoterapi ve olguya.seri interstisyel brakiterapi uygulandı. Olguların i brakiterapi sonrası. ayda gelişen alan dışı nükse uygulanan cerrahi insizyon zemininde, diğeri ise 4 yıl sonra alan kenarındaki nüks zemininde gelişen enfeksiyona bağlı septisemi nedeniyle kaybedilmiştir. Brakiterapi sonrası olguda eritem, sıcaklık artışı, ödemi takiben grad 4 cilt reaksiyonları, 5 olguda hiperpigmentasyon ve yaş desquamasyon gözlendi. olguda brakiterapi sırasında katater rejeksiyonu gelişmesi üzerine tedavi erken sonlandırıldı. Olguların tümünde brakiterapi alanında lokal fibrozis gelişti. Sonuç: İnterstisyel brakiterapi yumuşak doku tümörlerinin primer veya lokal nüks sonrası tedavilerinde tek başına veya dıştan ışınlama ile birlikte uygulanan lokal kontrole katkısı olan bir tedavi tekniğidir. KEMİK VE YUMUŞAK DOKU SARKOMLARI Susesi Otel, Antalya 7

KEMİK VE YUMUŞAK DOKU SARKOMLARI POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-479 EKSTREMİTE YERLEŞİMLİ YUMUŞAK DOKU SARKOMLARINDA PREOPERATİF HİPOFRAKSİYONE RADYOTERAPİ VE CERRAHİ KOMPLİKASYON ORANLARIMIZ: TEK MERKEZ DENEYİMİ Serap Başkaya Yücel, Volkan Gürkan, Züleyha Akgün, Zeynep Güral, Sedenay Öskeroğlu, Mehmet Elmadağ, Nur Büyükpınarbaşılı, Sedat Ziyade 4, Esra Kaytan Sağlam Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı 4 Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı Amaç: Ekstremite yumuşak doku sarkomları (EYDS), farklı histolojik alt tipleri olan heterojen bir gruptur ve asıl tedavisini cerrahidir. Preoperatif veya postoperatif Radyoterapi (RT) ile lokal kontrol ve sağkalım avantajı sağlandığı geniş hasta sayıları içeren çalışmalarda gösterilmiştir. Çalışmamızda preoperatif hipofraksiyone RT ile cerrahi tedaviyi geciktirmeden uygulamayı ve lokal kontrolü arttırmayı amaçladık. Çalışma ile ilgili erken sonuçlar bildirilmiştir. Gereç-Yöntem: Ekim 0 - Ekim 0 arasında EYDS tanısı ile başvuran hastalar multidisipliner olarak değerlendirilmiştir. Cerrahın görüşü esas alınarak rezektabilitesi kuşkulu olan hastalar preoperatif hipofraksiyone RT tedavisine alınmıştır. RT tedavisi konformal olarak planlanmış ve 50 cgy/fraksiyon (fr) ile 8 fr uygulanmıştır. Akut cilt toksisitesi Radiation Therapy Oncology Group (RTOG) skorlamasına göre yapılmıştır. RT sonrası. haftada hastanın cerrahisi yapılarak patoloji raporu kayıt edilmiş ve cerrahi sonrası yara komplikasyonları değerlendirilmiştir. Komplikasyon değerlendirilmesi için süre olarak cerrahi sonrası ilk ay içinde ortaya çıkması kabul edilirken derecelendirme tedavi gerektirme üzerinden yapılmıştır. Komplikasyon görülmüş ancak herhangi bakım veya tedavi gerektirmemişse hafif, tedavi veya bakım gerektirmişse orta, cerrahi girişim gerektirmişse ciddi komplikasyon olarak kaydedilmiştir. Bulgular: Toplam 7 hasta preoperatif RT tedavisi için uygun bulunmuştur. Hastaların i erkek (%8), 5 i kadın (%7) ve sadece hasta dışında hepsi sağ alt ekstremite yerleşimli idi. Median yaş 6 iken ortalama tümör çapı 68 mm olarak saptandı. Histolojik alt tiplere bakıldığında er hasta miksoid liposarkom ve iğsi hücreli sarkom iken er hasta malign mezenkimal tümör, snovyal sarkom ve berrak hücreli tendon sarkomu idi. Tüm hastalar planlanan RT tedavisini ara vermeden tamamladı ve cilt toksisitesi 5 hastada grad, hastada grad olarak görüldü. RT ile cerrahi arasındaki süre ortalama 4 gün idi. Patoloji değerlendirmesinde cerrahi sınırlar tüm hastalarda negatif olarak saptanmıştır. Komplikasyon oranları değerlendirildiğinde sadece hastada ciddi derecede komplikasyon görülmüştür (%4). Ortalama takip süresi 9 ay ve hastada postoperatif 7. ayında, diğerinde 6. ayında akciğer metastazları gelişmiştir. Metastazektomi olan hastaların takibi devam etmektedir. Sonuç: Literatürde EYDS ile ilgili pek çok çalışma bulunmakta ancak halen daha standart RT tekniği belirlenememiştir. Alt ekstremite yerleşimli sarkomların cerrahi sonrası komplikasyon oranlarının düşük olması beklenmektedir. Bu hasta grubunda özellikle büyük tümör çapı varsa ve rezeksiyon sınırları için kuşku yaşanmakta ise preoperatif hipofraksiyone RT uygun tedavi seçeneği olabilir. Çalışmamız halen devam etmektedir. Ref No: P-480 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ REZEKTABL DESMOİD TÜMÖRLERDE POZİTİF CERRAHİ SINIRIN VE POSTOPERATİF RADYOTERAPİNİN KLİNİK ÖNEMİ Senem Karabulut, Serkan Keskin, Meltem Ekenel, Rümeysa Çiftçi, Mert Başaran, Fulya Ağaoğlu, Harzem Özger, Sevil Bavbek İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Radyasyon Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ortopedi ve Travmatoloji Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Desmoid tümörler tüm vücutta müsküloaponörotik dokulardan gelişen benign histolojik karekterde fibröz tümörlerdir. Lokal ilerleyerek agresif seyir göstermelerine karşın metastaz yapabilme özellikleri yoktur. Biz çalışmamızda rezektabl desmoid tümörlü hastaların klinik karekteristiklerini ve sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık. Method: Desmoid tümör teşhisiyle kliniğimizde tanı ve tedavisi yapılmış hastanın klinikopatolojik özellikleri retrospektif olarak analiz edildi. Bulgular: 6 kadın 5 erkek olmak üzere toplam hasta değerlendirildi. Tümörler sırasıyla alt extremite (7), üst extremite (4), abdominal bölge (9) ve baş-boyunda () yerleşimliydi. Median yaş 8 (- 5) ve median takip süresi 5 aydı. Ortalama tümör büyüklüğü 0.6cm (.5-40) idi. Tüm hastaların cerrahi olarak tümörleri çıkartılmıştı. Cerrahi eksizyon sonrasında pozitif cerrahi sınır (CS) tespit edilmiş hastanın 7 sine postoperatif radyoterapi (PORT) uygulanmıştı. 0 negatif CS tespit edilmiş hastanınsa 6 sına PORT uygulanmıştı. Nüx eden hastalar değerlendirildiğinde %46 pozitif CS, %40 negatif CS sahipti ve iki grup arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı değidi (p>0.05). Median hastalıksız sağkalım sadece cerrahi uygulanan grupta 0.5 ayken, cerrahi ve PORT uygulanan grupta 50 aydı ve iki grup arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı değidi (p>0.05). Yaş, cinsiyet, CS ve PORT nüxü öngördüren faktörler değildir. Sonuç: Cerrahi sonrası lokal nüksleri öngördüren faktör yoktur. Ref No: P-48 FİBROBLASTİK RETİKÜLER HÜCRELİ TÜMÖR: İKİ OLGU SUNUMU Caner Saygın, Didem Uzunaslan, Şermin Güven, Mustafa Özgüroğlu, Nükhet Tüzüner İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Onkoloji Bilim Dalı İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı Giriş: Fibroblastik retiküler hücreli tümörler (FRHT), immün sistemin aksesuar hücreleri olup lenfoid organlarda strüktürel ve fonksiyonel görevleri olan fibroblastik retiküler hücrelerden kaynaklanmaktadırlar. Bu tümörler sitokeratin ekspresyonuna göre sitokeratin pozitif ve negatif olmak üzere iki gruba ayrılırlar. Literatürde bildirilen vaka sayısı 7 ile sınırlı olduğundan tümörün biyolojik davranışı hakkındaki bilgiler sınırlıdır. Kliniğimizde tedavi edilmiş olan iki agresif seyirli FRHT olgusunu nadir görülmeleri nedeniyle sunduk. Olgu : 6 yaşındaki erkek hasta iki aydır var olan öksürük, dispne, disfaji, halsizlik ve kilo kaybı şikayetleriyle başvurdu. Fizik muayenesi ve laboratuvar incelemeleri normal olan hastanın toraks BT sinde 4x.5 cm lik lobüle konturlu mediastinal kitle ve çok sayıda paratrakeal lenfadenopati (LAP) görüldü. Mediastinoskopi ile örneklenen lenf nodlarının tanısı kötü differansiye karsinom olarak kondu. PET görüntülemesinde çok sayıda mediastinal ve aksiller LAP gözlendi. 000 cgy mediastinal radyoterapi alan hastada parsiyel yanıt ve tümör kitlesinde regresyon gözlendi. Yedi ay sonra dispne, halsizlik ve aksiller LAP ile tekrar başvuran hastadan tekrar aksiller LN biyopsisi alındı. Önceki örneklerle de karşılaştırılarak sitokeratin 74 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER pozitif interstisyel retikulum hücreli tümör (SIRT) tanısı kondu. Tekrarlanan PET görüntülemede servikal, aksiller, mediastinal, ve intraabdominal lenf nodlarının yanı sıra pleura, adrenal gland, dalak ve L vertebra korpusunda da tutulum gözlendi. İfosfamid, karboplatin, etoposid kemoterapisi başlandı; ancak hasta ilk kürden sonra kaybedildi. Olgu : 9 yaşındaki erkek hasta boyunda ağrısız kitle ile başvurdu. Fizik muayenede çomak parmaklar, ve ellerde tylozis gözlendi. Laboratuvar incelemeleri ve tümör belirteçleri normal olan hastanın boyun MRG sinde çok sayıda konglomere LAP izlendi. Yapılan eksizyonel biyopsinin sonucu kötü diferansiye karsinom metastazı olarak bildirildi. Toraks ve batının BT incelemesinde bilateral mediastinal ve intraabdominal LAP ların yanı sıra midenin alt komşuluğunda x5 cm lik nekrotik kitle izlendi. Skrotal USG normal bulundu ve hastaya 6 kür sisplatin ve dosetaksel kemoterapisi verildi. Tedavi altında progresyon izlenmesi üzerine sisplatin/5-fu rejimine geçildi; ancak hasta tedaviyi tolere edemedi. Servikal lenf nodundan tekrarlanan biyopsi sonucu SIRT olarak geldi ve hasta dissemine hastalık nedeniyle ilk başvurusundan 4 ay sonra kaybedildi. Tartışma: FRHT, dendritik hücreli tümörler arasında en nadir görülen subtip olup vakaların çoğu kötü diferansiye karsinoma olarak tanılanıp tedavi edilmektedir. Bildirilmiş tüm ileri evre hastalar iki yıl içinde kaybedildiğinden (median sağkalım, ay) hastalığı erken tanımak önemlidir. Şekil. Olgu e ait toraks BT görüntüsü. Çok sayıda intraabdominal lenfadenopatiler ve dalak metastazı. Ref No: P-48 NADİR BİR PARANEOPALSTİK SENDROM: PARANEOPLASTİK PEMFİGUS Sema Sezgin Göksu, Derya Kıvrak Salim, Berna Nazlım, Soner Uzun, Hasan Şenol Coşkun Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, İçhastalıkları, Tıbbi onkoloji Bilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Dermatoloji Ana Bilim Dalı, Antalya Giriş: Pemfigus deri ve mukozaları tutan ve histolojik olarak epidermiste akantoliz ile karakterize bir grup otoimmun hastalığı tanımlar. Paraneoplastik pemfigus eritema multiforme ve liken planus pemfigoidese benzer klinikle kendini gösterebilen nadir bir formudur. Genellikle lenfoproliferatif hastalıklar, castleman hastalığı ve timomaya eşlik eder. Literatürde az sayıda kötü diferansiye sarkom olgularla birliktelik bildirilmiştir. Hastalarda çoğunlukla şiddetli oral mukoza tutulumu gözlenir. Deri lezyonları gövde ve ekstremite proksimalinde polimorf karakterde bül, erozyon ve/veya palmoplanter yerleşimli hedef benzeri lezyonlar şeklindedir.bu bildiride dissemine pemfigus kliniği ile başvuran undiferansiye pleomorfik sarkom olgusu tanımlanmıştır. Olgu: 50 yaşındaki bayan hasta 0 gündür ağızda, göz çevresi, gövde ve sırtta yaygın lezyonlar ile başvurdu. Muayenesinde ciltte yaygın erozyon ve büller mevcuttu, sol servikal alanda 5-6cm kitle saptandı. Endoskopik incelemede oral,buccal mukoza, yumuşak damak, arka farenks ödemli izlendi. Rutin laboratuar çalışmaları lökopeni ve rölatif lenfopeni (WBC:,66x0/mm, Lenfosit: 0,9x0/mm) haricinde normal sınırlarda idi. Hepatit virüsleri ve HİV incelemeleri negatifti. Dermatolojik lezyonlardan alınan biyopsilerle ve antidesmoglein ve antikor pozitifliği ile hasta paraneoplastik pemfigus olarak değerlendirildi. Kortikosteroid tedavisi başlanan hastada klinik cevap alınamadı. Boyundaki kitleden eksizyonel biyopsi patolojik inceleme ile undiferansiye pleomorfik sarkom (inflamatuar tip, grade II) tanısı koyuldu. PET CT de uzak metastaz saptanmadı. Kitle eksizyonu sonrası solunum sıkıntısı gerileyen hastaya mg/kg dozdan metilprednizolon, siklofosfamid (500mg/m), adriamisin (50 mg/m) immunsüpresif ve sitotoksik tedavisi verildi. Hasta yeni cilt lezyonu olmadan, mevcut lezyonlarında kısmi gerileme ile tedavisine devam etmektedir. Tartışma: Paraneoplastik pemfigus, kötü prognozu,etkili tedavisi olmaması, tanı sonrası kısa sağkalım süresi (ortalama üç ay) nedeni ile tedavisi ve yönetimi zor bir hastalıktır. En etkili tedavisi altta yatan neoplazinin tedavisidir. Kortikosteroidler,siklosporin, siklofosfamid, azatioprin, mikofenolat mofetil, rituximab ve immunaferez denenmiş fakat sınırlı vakalarda başarılı olmuş diğer tedavilerdir. Genellikle respiratuar yetmezlik veya enfeksiyon sonucu ölüm gerçekleşir. Burada yumuşak doku sarkomu ile birliktelik gösteren bir paraneoplastik pemfigus olgusu sunulmuştur. KEMİK VE YUMUŞAK DOKU SARKOMLARI Ref No: P-48 PRİMERİ BİLİNMEYEN KEMİK İLİĞİ METASTAZI: PRİMİTİF NÖROEKTODERMAL TÜMÖR Didem Uzunaslan, Caner Saygın, Şermin Güven, Hande Turna, Süheyla Serdengeçti, Fuat Demirelli, Nükhet Tüzüner, Sergülen Dervişoğlu İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Onkoloji Bilim Dalı İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı Şekil. Olgu ye ait PET görüntüsü. Multipl mediastinal lenfadenopatiler izlenmektedir. Giriş: Kemik iliği infiltrasyonlarında en sık rastlanılan neden metastazlardır. Kemik iliğine metastaz yapan tümörler sıklıkla prostat, meme ve akciğer tümörleridir. Gastrik ve kolorektal tümörler de daha az sıklıkla da olsa kemik iliğine metastaz yapabilmektedir. Primeri belli olmayan metastatik primitif nöroektodermal tümör tanılı bir hastayı, bu tür olguların oldukça nadir olması nedeniyle sunduk. Susesi Otel, Antalya 75

KEMİK VE YUMUŞAK DOKU SARKOMLARI POSTER BİLDİRİLER Vaka: 4 yaşında kadın hasta, bir buçuk gün kadar süren ve kendiliğinden geçen yaygın sırt, karın ve ve kol ağrıları ile 8.5 dereceyi bulan ateş yakınmalarıyla dış merkeze başvurmuş, ailesel Akdeniz ateşi (AAA) tanısı konularak kolşisin başlanmıştı. Ağrılarının geçmemesi üzerine merkezimize başvuran hastanın yapılan laboratuvar tetkiklerinde hematokrit, 4.8 (6-48); MCV, 76.0 fl (80-00); RDW, 0.4 (-5); hemoglobin,.9 g/dl (-6.5); trombosit, 45 (80-50); MPV, 6.8 (7.6-0.8); WBC, 0.5 (.8-9.8); granülosit, 7.8 (.4-7.0); lenfosit 8.0 (0-48); AST, 5 (0-4); Fe, (50-75); CRP, 0 (0-); idrar tahlilinde 0-5 lökosit, 6-7 eritrosit ve 7-8 epitel hücresi görüldü. Bir saatlik ve iki saatlik sedimentasyon değerleri sırasıyla 90 ve 46; ANA negatif, romatoid faktör 8 (<0) ve MEFV geni; V76AN heterozigot bulunmuştur. Çekilen dorsal spinal, lomber spinal ve sakroiliak MR larında görülen diffüz infiltrative patolojik sinyaller, metastaz lehine yorumlanarak hasta Cerrahpaşa onkoloji ye yönlendirilmiştir. Toraks bilgisayarlı tomografisi (BT) normal olan hastanın abdominopelvik BT sinde hepatomegali ve splenomegali ile vertebralarda diffüz ve litik lezyonlar gözlendi. Hastanın tümör markerları normal bulundu. Yapılan kemik iliği biyopsisi sonrası tanı primitive nöroektodermal tümör olarak tespit edildi. Yapılan meme ultrasonu, manyetik rezonans görüntüleme ve mamografi sonuçları ile özofagogastroduodenoskopi ve kolonoskopi, malignite lehine bir bulgu göstermedi. Çekilen positron emisyon tomografisi (PET), kemik iliği tutulumu dışında sinyal artışı göstermedi. kür doksorubisin ve 6 kür siklofosfamid tedavileri sonrası PET de minimum regresyon izlendi. 4 kür dosetaksel ve kapesitabin, ve kür dosetaksel verilen hasta, genel durumu iyi olduğu için yaklaşık bir sene ilaçsız takip edildi. Bir sene sonraki kontrol kranial MR ında.5 cm lik lezyon tespit edilen hastaya metastazektomi uygulanarak, PNET tanısı yinelendi. Siklofosfamid, vinkristin, daktinomisin ve zoledronik asitten oluşan kemoterapi rejiminden kür alan ancak bir regresyon gözlenmeyen hasta, daha fazla kemoterapi almak istemediğini söyleyerek takiplerine devam etmedi ve izlem dışı kaldıktan bir hafta sonra eksitus oldu. Sonuç: Primitif nöroektodermal tümörler, kemik iliğine metastaz yapan nadir tümörlerdendir. Literatürde bildirilmiş çok az sayıda vaka vardır. Tedaviye rezistan olan olguda primer saha tüm araştırmalara rağmen bulunamamıştır. Ref No: P-484 NADİR GÖRÜLEN BERRAK HÜCRELİ YUMUŞAK DOKU SARKOMU Emre Yüce, Esat Namal, Dede Şit Bağcılar Eğitim Araştırma Hastanesi,İç Hastalıkları Kliniği,İstanbul Bağcılar Eğitim Araştırma Hastanesi,Tıbbi Onkoloji,İstanbul Giriş: Daha çok genç erişkinlerde ve özellikle alt ekstremitelerde görülen; yumuşak dokuların melanomu olarak da tanımlanan; ligament ve tendonların berrak hücreli sarkomları,nöral krest hücrelerinden kaynaklanan ve seyrek görülen tümörlerdir. Prognozu kötü olup yaşam beklentisi düşüktür.erken evrede tanı koymak radyolojik olarak benign lezyonlarla karışması nedeniyle güçtür. Olgu: Olgumuzda sağ diz eklem rezeksiyonu sonrası patolojisi berrak hücreli tendon sarkomu ile uyumlu 6 yaşındaki kadın hasta sunulmaktadır. 6 yıl önce sağ dizinde düşme sonrası şişlik gelişen hastanın yıl önce. kattan düşme sonrasında dizindeki şişliğin boyutlarında büyüme başlamış.sonrasında dizinde ağrı ve hareket kısıtlılığı gelişen hastaya Mart 0 de yapılan trucut biyopsi sonucu S00 ve HMB-45 pozitifliği nedeniyle berrak hücreli tendon sarkomu tanısı konulmuş. Mayıs 0 de hastaya geniş tümör rezeksiyonu yapılmış ve 7x4xcm ölçülerinde tümöral kitle berrak hücreli tendon sarkomu ile uyumlu gelmiş.hasta preop 8 fr radyoterapi almış.haziran 0 de hastaya sağ diz üstü amputasyon yapılmış. Takiplerinde Aralık 0 de PET CT (Pozitron Emisyon Tomografi 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ + Bilgisayarlı Tomografi) de sol akciğer infrahiler seviyede paramediastinal yerleşimli yoğun FDG tutulumu gösteren(suvmax:8,5) ve önceki PET çalışmasıyla karşılaştırıldığında yeni geliştiği dikkati çeken metastaz lehine değerlendirilen hipermetabolik nodüler lezyon izlenmiş.ocak 0 te akciğer sol alt lob wedge rezeksiyonun immunhistokimyasal incelemesinde HMB-45(+), Melan A(+), S-00 fokal(+) reaksiyon göstermesi nedeniyle berrak hücreli sarkom metastazı ile uyumlu olarak değerlendirilmiş.takip ve tedavi amaçlı tarafımıza yönlendirilen hastanın Toraks BT (Bilgisayarlı Tomografi) de sol akciğer lingular segmentte plöroparankimal sekel lezyon; Abdomen BT de sağ overde 8 mm boyutunda bir adet folikül kisti saptandı. Tüm vücut kemik sintigrafisinde sağ bacakta ve sağ femurda operasyona sekonder değişiklikler ile uyumlu sintigrafik görünüm, sol hemitoraksta 4. kostada lineer artmış aktivite tutulumu saptandı.hastaya günde bir Siklofosfamid, Vinkristin, Doxorubisin, Dakarbazin tedavisi başlandı.hasta tedaviyi iyi tolere etmekte. Hastanın tedavisi ve takibine devam edilmekte. Tartışma: Tendonların berrak hücreli sarkomu genç erişkinlerde genellikle ektremitelerde yerleşir. Kas iskelet sistemindeki malign tümörlerin yaklaşık % ini meydana getirirler. Nöral krest kaynaklı olması, S-00 ekspresyonu, HMB-45 varlığı ve histolojik özelliklerinin melanoma benzemesi nedeniyle yumuşak doku melanomu olarak da adlandırılmıştır. Ancak berrak hücreli sarkom derin yerleşimlidir ve sıklıkla akciğere metastaz yapar. Ayrıca t(;) (q;q) translokasyonu taşımaktadır ve bu translokasyon kutanöz melanomda hiç tanımlanmamıştır. Olgumuz nadir görülmesi, geç tanı alması ve metastaz gelişmesine rağmen uygun multimodal tedaviler ve iyi bir hasta yönetiminin yaşam kalitesi ve sağkalım üzerine olumlu etkisini göstermesi açısından sunulmuştur. Ref No: P-485 PARANEOPLASTİK HİPOGLİSEMİ İLE PREZENTE OLAN DİYABETİK RETROPERİTONEAL HEMANJİOPERİSİTOMA OLGUSU Hakan Şıvgın, Banu Öztürk, Zafer Özmen, Faruk Kutlutürk 4, Şafak Şahin, Türker Taşlıyurt, Tuğba Arslan, Bülent Çetin 5 Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Bilim Dalı, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji Bilim Dalı, Tokat 4 Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Endokrinoloji Bilim Dalı, Tokat 5 Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Giriş: Hemanjioperistoma, vasküler tümörlerin nadir görülen tipidir, perisitlerden köken alan mezankimal bir tümördür. Genellikle benign olup nadiren malign özellikler (yüksek mitoz oranı, atipi, nekroz gibi) taşıyabilir. Çoğunlukla alt ekstremite ve retroperiton kökenli olup retroperiton ve pelvik tümörlerde %5 oranında paraneoplastik hipoglisemi bildirilmiştir. Olgumuz paraneoplastik hipoglisemi semptomları ile prezente olan nadir görülen pelvik yerleşimli bir hemanjioperistoma olgusudur. Olgu: Yetmiş üç yaşında kadın hasta acil servise konfüzyon, hafıza kaybı semptomları ile başvurdur. Yaklaşık 6 yıldır tip DM tanısı olan hastanın kan şekeri 40 mg/ dl ydi. Hastaya hipertonik dekstroz ile replasman başlandı. Öyküsünde beslenme probleminin olmadıdığı ve yaklaşık aydır diyabet ilaçlarını hipoglisemi nedeniyle kullanmadığı öğrenildi. Hipogliseminin etyolojisinin saptanması ve vital bulgularının yakın takip edilmesi amacıyla hasta yatırıldı. Ekzojen insülin ve sülfonilüre kullanımı ekarte edildi. Glukoz:5mg/ dl T.insülin:0.uIU/ml, C-peptid:0.5ng/ml olarak ölçülen hastada insülinoma düşünülmedi Abdomen BT de mesane sol lateral duvar komşuluğunda uterus korpusu ile sınırları net ayırt edilemeyen umblikusa kadar uzanım gösteren 5x0x45mm nekrotik içerikli heterojen kontrastlanan kitle, L-L vertebra proceslerini tutan, L vertebra procesinde belirgin destrüksiyona neden 5x7x5mm boyutlarında kitle lezyonu, sol iliak kanatta nondeplase fraktür hattı, 76 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER fraktür hattı komsuluğunda kas planları içerisinde uzanan 5xmm kitle lezyonu, sol iliak kanatta asetabulum tabanına uzanan 57x9mm boyutunda kitle lezyonu saptandı (Şekil ). Kitleden tru-cut biyopsi alındı ve patolojik olarak hemanjioperistoma tanısı konuldu. Hasta cerrahi açıdan inoperabl olarak kabul edildi. Serebral hemanjioperistoma nedeni ile kez operasyon ve 006 yılında gama-knife öyküsü vardı. Mevcut hipoglisemisinin pelvik hemanjioperistomaya bağlı olduğu görülen hastaya palyatif radyopterapi planlandı. Sonuç: Hipoglisemi nin ayırıcı tanısında insülin veya oral antidiyabetik kullanımı sıklıkla görülmekle birlikte nadir vakalarda hipoglisemi bir neoplastik hastalık bulgusu olabilir. Hipoglisemi gelişiminde farklı mekanizma vardır: aşırı insülin üretimi (pankreatik insülinoma, ektopik insülin salgılayan tümörler), masif tümör infiltrasyonu sonucu karaciğer ve surrenal disfonksiyonu, glukoz metabolizması ile etkileşen maddelerin salınımı (insülin reseptör antikoru, çeşitli sitokinler, katekolaminler, IGF-, IGF- öncüleri gibi). Son durum adacık hücre dışı tümör tarfından indüklenen hipoglisemi olarak adlandırılır. Bu tümörler arasında sarkomlarda yer almaktadır. Bizim olgumuzda olduğu gibi hipogliseminin etyolojisi araştırılırken malignitelerin özellikle de sarkomların da ayırıcı tanıda düşünülmesi gerekmektedir. Şekil. Abdomen BT: Mesaneyi sağa yaylandıran, santralinde kistik-nekrotik alanlar bulunduran, yoğun kontrastlanan, lobüle kenarlı kitle.sol iliak kanatta destrüksiyona ve expansiyona neden olan, kontrastl anan metastatik kitle Ref No: P-486 AKRAL MİKSOİNFLAMATUAR FİBROBLASTİK SARKOM; OLGU SUNUMU Mehmet Ali Nahit Şendur, Ozan Yazıcı, Şebnem Yaman, Nuriye Yıldırım Özdemir, Doğan Uncu, Nurullah Zengin Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Giriş: Akral miksoinflamatuar fibroblastik sarkom çok nadir görülen, distal ekstremiteleri tutan düşük gradlı bir sarkom türüdür. Düşük gradlı olan bu hastalığın esas tedavisi exizyon ve amputasyondur. Metastaz riski düşük olan bu hastalıkta lokal nüksler ise sıklıkla görülmektedir. Kemoterapi ve radyoterapinin etkinliği ile ilgili bilgiler ise kısıtlıdır. Tedavinin başarısı için erken teşhis ve tanı önemlidir. Bu bildiride çok nadir görülen bir akral miksoinflamatuar sarkom vakasının tartışılması amaçlanmıştır. Olgu: 54 yaşında kadın hasta sol el orta parmakta şişlik, kızarıklık ve kitle şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Yapılan sol el MR da.parmak proksimal falanksda anterolateral yüzde flexör tendon komşuluğunda 5x8x0 mm kitle olarak rapor edildi. Bilinen ek hastalığı olmayan ve labaratuar sonuçları normal olan hastaya Nisan 0 de kitle eksizyonu yapılmış. Patoloji raporu incelemesinde lezyonun spindl, atipi ve yer yer histiositler içermesi, Ki-67 skoru<% nin altında, miksoid değişiklikler içerdiğinden miksoinflamatuar fibroblastik sarkom olarak rapor edildi. Cerrahi sınırların negatif olmasından dolayı adjuvan RT verilmedi. Uzak organ taramalarında metastaz olmadığından hastaya kemoterapi de planlanmadı. Hasta takibinin 0. ayında halen hastalıksız olarak izlenmektedir. Tartışma: Akral miksoinflamatuar fibroblastik sarkom genellikler orta yaş erişkinlerde görülmektedir. Yaklaşık %-67 hastada lokal nüks ile seyreden hastalık, % hastada ise metastaz ile karşımıza çıkmaktadır. Radyoterapi ile lokal kontrol yaklaşık %80 hastada sağlanmaktadır. Literatürde çok nadir olarak bildirildiğinden etkin tedavisi ise net olarak bilinmemektedir. Ref No: P-487 MAFUCCİ SENDROMU: OLGU SUNUMU Ercan Aydınkarliloğlu, Berna Yıldırım, Sedef Açıkgöz, Salih Zeki Çakar, İlknur Aytaç, Sercan Özyurt, Rahşan Habiboğlu, Haluk Sayan, Ferit Çetinyokuş, Yıllar Okur, Nalan Aslan Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkoljisi Giriş: 7 yaşında mafucci sendromlu bayan hastanın 6 yıllık takibi ve tedavi planı tartışılacaktır. Hikaye: İlk kez 007 yılında yüz, gövde ve ekstremitelerde telenjektaziler, dağınık yerleşimli kahverenkli makül ve papüller, bilateral alt ekstremitelerde cilt altı nodüller, iliak kemik, sağ femur sternum, bilateral ayak bileği ve parmaklarında kemik lezyonları, sol sürrenal adenom, alt ekstremitelerde ekimozlar saptandı. Ayak bileğindeki lezyonların eksize edilmesiyle hemangioendotelyoma tanısı konuldu. Bir yıl süreyle interferon α kullanılan hastanın takibinde sağ femur ve iliak kemiklerde destrüksiyona yol açan kitlede progresyon saptandı. Semptomlarının da olması nedeniyle hastaya şubat 009 da 0Gy radyoterapi uygulandı. Sonrasında 6 kür CAVi ve 6 kür Paklitaxel, Altuzan kemoterapisi uygulanan hastanın lezyonlarının stabil olması nedeniyle tedavisiz takibe geçildi. 0.09.0 de sol ayak 4 ve 5. parmakta nodüler kitle lezyonları saptanarak ampute edilen hastanın patolojisi grade kondrosarkom cerrahi sınır pozitif saptandı. Bu bölgeye günlük Gy fraksiyondan 70Gy radyoterapi planlandı Tartışma: Maffucci sendromlu hastalar doğumda normal olup, puberte öncesi çocukluk çağı yıllarında büyüme ile birlikte kemik ve kıkırdak deformiteleri oluşmaya başlar. Çoğu olgular sporadik görülmesine rağmen, ailesel kalıtım da bildirilmiştir. Maffucci sendromu nadir görülmesine rağmen, iç organlar ve kemiklerde malignite gelişme riski nedeniyle MRG ve sintigrafi gibi tetkiklerle yakın takip edilmesi gereken bir klinik durumdur. Maffucci sendromunda esas belirleyici olan hemangiomlardır. Hemangiomlar sıklıkla kavernöz tipte olup subkutan ve ekstremite yerleşimlidir.vasküler endotelyal bir tümör olan hemanjiyoendotelyomaların Maffucci sendromuna eşlik etmesi nadir olmakla birlikte literatürde vaka sunumları şeklinde bildirilmektedir. Malign değişiklikler genellikle -69 yaş arasında ortaya çıktığı için asemptomatik hastaların periyodik izlemi önerilmektedir. Tecrübemize göre radyoterapi semptomların palyasyonunda etkin bir yöntem olarak kullanılabilir. Nadir görülmesi nedeniyle sunulmuştur. KEMİK VE YUMUŞAK DOKU SARKOMLARI Susesi Otel, Antalya 77

KEMİK VE YUMUŞAK DOKU SARKOMLARI POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-488 MEDİASTİNAL FOLİKÜLER DENTRİTİK HÜCRELİ SARKOMDA KEMİK METASTAZI Hasan Suat Arslantaş, Çiğdem Su Kurt, Candaş Tunalı Çukurova Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı,Adana Giriş: Foliküler dentritik hücreli sarkomları(fdhs) lenfoid dokudaki foliküler dentritik hücrelerden kaynaklanan oldukça nadir görülen tümörlerdir. Foliküler dentritik hücrelerin primer neoplazmı 986 yılında Monda ve akadaşları tarafından tanındı ve o günden bu yana olgu sunumları şeklinde dağınık halde literatürde bildirilmiştir. Yumuşak doku sarkomlarının sadece%0.4 ünü oluşturmaktadır. En sık axiller, servikal ve mediastinal lenf nodlarından kaynaklanmakla birlikte olguların yaklaşık %0 unda extranodal tutulum bildirilmiştir.tedavi seçenekleri ve prognozu hakkında çok az şey bilinmektedir.önemli nüks ve metastatik potansiyele sahiptir, intermediate grade li malignite olarak kabul edilirler.bu yazımızda literatürde çok az görülen kemik ve subcütan doku metastazı ile seyreden mediastinal FDHS olgusu tartışılmıştır. Olgu: 5 yaşında kadın hasta 6 aydır olan öksürük, göğüs ağrısı, eforla gelen nefes darlığı ve son aydır hemoptizi, sırt ağrısı nedeni ile başvurdu. Yapılan tetkiklerinde; ön mediastende x9 cm lobüle kontürlü kitle, sol plevral effüzyon ve perikardial effüzyon saptandı.kitleden alınan biopsi sonucu FDHS olarak raporlandı. İmmünhistokimyasal yöntem ile CD pozitif sonuç verdi.bu arada verteks üzerindeki saçlı deride kitlesel lezyonları görülen hastaya Beyin MR çekildi.kalvaryumda multiple en büyüğü cm çapa ulaşan homojen kontrastlanan nodüler lezyonlar görüldü.saçlı derideki kitleye eksizyonel biopsi yapıldı. Verteksten alınan biopsi sonucu foliküler dentritik hücreli sarkom,cd(+) olarak raporlandı.hastaya CHOP protokolü başlandı.bel ağrısı nedeni ile çekilen Kemik Sintigrafisinde; L5 vertebra korpusunda diffüz ve relatif aktivite artışı görüldü. Tomografik incelemelerinde ise T8 de ve sol ischiumda,6 cm çapında,sol iliak kemikte büyüğü,7 cm çapında, lomber vertebralarda litik metastazlar saptandı.hastaya tutulu vertebra ve pelvis kemiklerine palyatif amaçlı 0 x00 cgy radyoterapi uygulandı.4 kür kemoterapi sonrası primer mediastinal kitlede belirgin regresyon gözlendi.hasta halen kemoterapi programındadır. Sonuç: Şimdiye kadar rapor edilen FDHS vakaları literatürde 00 den azdır. Bu kadar nadir görülmesinin nedeni tanıdaki zorluk olabilir.klinik davranışları ile ilgili bilgiler kesin olmayan tedavisi halen tartışmalı bir konudur. Bu tümörün davranışı %0 a varan uzak metastaz ve lokal rekürrens gelişimi nedeni ile düşük gradeli yumuşak doku sarkomu ile benzerlik göstermektedir. Hastaların çoğu cerrahi ile tedavi edilirken adjuvan olarak kemoterapi ve radyoterapi uygulanan vakalarda vardır. Ancak adjuvan tedavinin sağkalıma kesin katkısı kanıtlanmamıştır.çoğu olguda lenfoma benzeri tedavi denense de hastalığın yaygınlığı ve tedaviye dirençli olması prognozlarını kötü kılmaktadır. Literatürde kemik metastazı ile seyreden olgu sunumuna rastladık. Kalvaryum metastazına literatürde hiç rastlamadık.sonuç olarak literatürde birkaç vaka olarak görülen kemik metastazı ile seyreden mediastinal FDHS olgusunu sunduk. Ref No: P-489 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ YAŞLI BİR HASTADA TEK AJAN ANTRASİKLİN TEDAVİSİ İLE TAM YANIT ALINAN PRİMER EPİKARDİYAL LEİYOMİYOSARKOM OLGUSU Fatma Şen, Leyla Kılıç, İbrahim Yıldız, Öztürk Ateş, İbrahim Meral, Rumeysa Çiftçi, Senem Karabulut, Yusuf Karavelioğlu 4 Sağlık Bakanlığı, Hitit Üniversitesi, Çorum Eğitim Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Çorum İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Sağlık Bakanlığı, Okmeydanı Eğitim Araştırma Hastanesi, İstanbul 4 Sağlık Bakanlığı, Hitit Üniversitesi, Çorum Eğitim Araştırma Hastanesi, Kardiyoloji Kliniği, Çorum Giriş-Amaç: Yumuşak doku sarkomları kalbin en sık ikinci primer malign tümörleridir. En sık kardiak sarkomlar anjiosarkomlardır ve yaklaşık kardiak sarkomların %7 ini oluşturmaktadırlar. Leiyomiyosarkomlar ise kalbin oldukça nadir görülen tümörleridirler ve tüm kardiyak sarkomların %9 unu oluştururlar. Kardiyak leiyomiyosarkomların yaklaşık %75 i atrium ve/veya pulmoner damarlardan kaynaklanırken sadece %7.4 ü epi/perikardiyal kökenlidir. Primer kardiyak leiyomiyosarkomların literatürde özellikle yaşlı hastalar başta olmak üzere iyi oturmuş standart tedavi rehberleri yoktur. Cerrahi girişimler semptomları rahatlatabilir ve sağ kalıma katkıda bulunabilir. Ancak operasyon mortalitesi yüksektir ve agresif cerrahi sonrası bile kısa sürede lokal ve uzak nüksler görülmektedir. Kardiyak transplantasyon ko-morbiditeleri olmayan hastalar için bir seçenek olabilir. Kemoterapi ve radyoterapi ile ilgili veriler sınırlıdır. Olgu: 86 yaşında kadın hasta ani başlayan nefes darlığı, iştahsızlık, kilo kaybı nedeni ile kliniğimize başvurdu. Özgeçmiş, alışkanlık ve ilaç anamnezinde özellik yoktu. Fizik muayene ve laboratuar incelemeleri sonucu perikardiyal effüzyon saptandı. Kardiyak tamponad nedeni ile hemen parikardiyosentez yapıldı. Bir hafta sonra effüzyon tekrarladı ve perikardiyal tüp direnajı yapıldı. Hemorajik mayiinin sitopatolojik incelemesi sonucu yuvarlak hiperkromatik nükleusları olan iğsi şeklinde tümöral hücreler izlendi. Örnek mononükleer hücreler ve miksoit stromadan zengindi. İmmünohistokimyasal incelemede hücreler demsin ile kuvvetli boyanırken düz kas aktini ile fokal boyanmakta ve CAM5., EMA, S00, kalretinin ile boyanmamakta idi. Morfolojik ve immünohistokimyasal analiz düz kas differensiyasyonuna işaret etmekteydi. Tüp direnajı takip eden hafta sub-massif sıvı tekrarladı. Ekokardiyografide perikardiyum içinde fibrinöz materyal mevcuttu ve parasternal pencerede sağ ventrikül miyokardı ile aynı ekojenitede.6cm X.4cm çapında epikardiyal kitle tespit edildi (Şekil ). Torakoabdominal BT de uzak metastaz veya başka bir primer bölge saptanmadı. AJCC (7.edisyon, 00) a göre klinik olarak TbN0M0, GX primer epikardiyal leiyomiyosarkom kabul edildi. ECOG perfromansı kötü olan hasta cerrahi girişim için yüksek riskli bulundu. Üç haftada bir uygulanmak üzere 50 mg/m den doksorubisin başlandı. Kemoterapiyi grad emezis ve halsizlik dışında iyi tolere etti. Üç kür sonrası perikardiyal effüzyonu tamamen geriledi (Şekil ) ve ekokardiyografisi normal bulundu. Hasta kemoterapiye daha fazla devam etmek istemedi. Doksorubisin başlangıcından sonraki 4. ayında kardiyak tamponat bulguları ile semptomatik oldu. Tekrar doksorubisin başlandı. Sonuç ve Tartışma: Epikardiyumun primer leiyomiyosarkomu nadir görülmektedir ve kardiyak tamponat ile prezentasyona neden olabilir. Özellikle yaşlı, performansı kötü ve cerrahi mortalite riski yüksek olan hastalarda tek başına antrasiklinler etkili ve güvenli bir tedavi seçeneği olarak kullanılabilir. Şekil. Kalvaryumda metastatik nodüler lezyonlar 78 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Şekim. Tartışma: Malign fibröz histiositom erişkinlerde en sık görülen yumuşak doku sarkomu olup, hızlı yayılım gösteren ve metastaz yapma eğilimi yüksek olan bir tümördür. Malign fibröz histiositomların esas tedavisi cerrahidir. Lokal nüksü engellemek amacıyla adjuvan radyoterapi de tedavide önerilmektedir. Kemoterapi sıklıkla metastatzik hastalıklarda önerilmekle beraber adjuvan kullanımı konusundaki bilgiler kısıtlıdır. Sonuç olarak metakron bilateral humeral malign fibröz histiositom literatürde bildirilmemiştir. Ref No: P-49 TİROİD METASTAZI İLE PREZENTE OLAN NADİR GÖRÜLEN LARENKS SARKOM OLGUSU Banu Öztürk, Hakan Şıvgın, Ruken Yüksekkaya, Doğan Köseoğlu 4, Nilgün Savaş, Tuğba Arslan Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Tokat. Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Bilim Dalı, Tokat. Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Bilim Dalı, Tokat. 4 Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Bilim Dalı, Tokat. KEMİK VE YUMUŞAK DOKU SARKOMLARI Şekil. Ref No: P-490 METAKRON BİLATERAL HUMERAL MALİGN FİBRÖZ HİSTİOSİTOM: OLGU SUNUMU Mehmet Ali Nahit Şendur, Ozan Yazıcı, Şebnem Yaman, Nuriye Yıldırım Özdemir, Doğan Uncu, Nurullah Zengin Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Giriş: Malign fibröz histiositom erişkinlerde en sık görülen yumuşak doku sarkomu olup, öncelikle ekstremiteleri tutan agresif karakterli dev iğsi hücreli bir tümördür. Patogenezi net olarak bilinmemekle birlikte, radyoterapiye maruz kalan bölgelerde, skar dokusunda ve kırığa maruz kalan yerlerde daha sık geliştiği bildirilmiştir. Hem senkron, hem de metakron ekstremite kaynaklı yumuşak doku sarkomları literatürde çok nadir bildirilmiştir. Literatürde senkron ve metakron yumuşak doku sarkomları, tüm sarkomların %0.- 0.5 ini oluşturmaktadır. Bu vakada metakron gelişen bilateral malign fibröz histiositom vakası tartışılacaktır. Olgu: 70 yaşında erkek hasta, son aydır olan sol kolda ağrı şikayeti nedeniyle başvurduğu merkezde 08/009 da yapılan sol humerus MR da dirsek medialinde 4,5x,5 cm kitle saptanmış. 09/009 da kitle eksizyonu yapılan hastanın patoloji raporu malign fibröz histiositom olarak rapor edildi. Kliniğimize başvuran hastaya kür ifosfamid-mesna-adriamisin (İMA) protokolü ve sonrasında radyoterapi uygulandı. Hastalıksız izlenen hastanın 0/0 de sağ kolda spontan kırık gelişmesi üzerine yapılan sağ humerusunda / fraktür hattı ve 4xx cm kitle saptandı. Sağ koldaki kitle eksizyonu yapılan hastanın patolojisi tekrar malign fibröz histiositom olarak rapor edildi. Hastaya önce sağ humerus lokalizasyonun radyoterapi uygulandıktan sonra, adjuvan kür İMA kemoterapisi planlandı. Hastanın halen tedavisine devam edilmektedir. Giriş: Mezankimal orjinli maligniteler tüm larengeal malignitelerin % inden azını oluşturmaktadır. Histolojik tipler değişkenlik göstermektedir. Olgumuz tiroidektomi sonrası malign mezankimal tümör tanısı konulan nadir bir larenks sarkomu olgusudur. Olgu: Otuz yedi yaşında kadın hasta tiroidektomi sonrası patoloji sonucu malign mezankimal tümör metastazı gelmesi üzerine onkoloji polikliniğine başvurdu. Başvurunun ertesi günü stridoru gelişen hastaya acil olarak trakeostomi açıldı. Boyun MR da sağ ariyaepiglottik folt inferiordan başlayarak sağ kord vocal ve subglottik mesafeyi tutan, sağ trakeal kartilajı destrükte eden, trakeayı 60 derece çevreleyen, vasküler yapıları saran, anterior paratrakeal mesafeyi dolduran, mediastenen uzanan 60x56x8 mm boyutunda kitle saptandı. Evreleme amaçlı çekilen BT lerinde, tiroid bez lokalizasyonda trakea anteriorda 4x4x cm lik trakeaya bası yapan kitle (Şekil), en büyüğü sağ akciğer orta lobda 7x mm olmak üzere tüm akciğer segmentlerinde izlenen multipl metastatik nodüler saptandı (Şekil). Hastanın patoloji blokları tekrar değerlendirildi ve pleomorfik sarkom ile uyumlu bulundu. Hastaya palyatif ifosfamid-mesna-adriamisin kemoterapi şeması başlandı. İki kür sonunca hastanın klinik olarak dispnesinde düzelme ve akciğer grafisinde metastaz boyutlarında küçülme saptandı. Halen kemoterapisi devam etmektedir. Sonuç: Erişkin yaşta larengeal pleomorik sarkom nadir görülen bir tümör olup olgumuzda tiroid metastazı ile prezente olmuş, yapılan tetkikler sonucu larengeal kitle ve akciğer metastazları saptanmıştır. Tiroid cerrahisi öncesi hastaların olası tiroid dışı maligniteler yönünden hastanın değerlendirmesi cerrahi müdahalenin seçimini ve hastalığın klinik seyrini etkilemektedir. Şekil. Çok kesitli bilgisayarlı toraks tomografi: tiroid bezi lokalizasyonunda yaklaşık 4x4 cm boyutlarında kitle lezyonu (siyah ok). Tanımlanan lezyon inferiorda, süperior mediastene doğru uzanım göstermekte olup trakeayı belirgin basılamış ve trakeal hava sütununu daraltmış. Susesi Otel, Antalya 79

KEMİK VE YUMUŞAK DOKU SARKOMLARI POSTER BİLDİRİLER Şekil. Çok kesitli toraks BT: her iki akciğerde en büğüyü sağ akciğer orta lobda lobda yaklaşık.5 cm çapında olmak üzere multipl metastatik nodüller (beyaz ok). Ref No: P-49 BERRAK HÜCRELİ SARKOM (BİR OLGU NEDENİYLE) Zeynep Güral, Sedenay Oskeroğlu, Selma Sönmez Ergün, Leyla Kılıç, Züleyha Akgün, Serap Başkaya Yücel, Esra Kaytan Sağlam Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Plastik, Rekonstrüktif, Estetik Cerrahisi Ana Bilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Giriş: Tendon ve aponevrotik dokuların berrak hücreli sarkomu, bütün yumuşak doku sarkomları arasında % lik dilimi oluşturur. Tipik olarak yavaş büyürler ve yıllarca teşhiş edilemeyebilirler. Bu nedenle muayene sırasında tendon ve aponevrotik bağlantılara yakın lokalizasyonlarda tespit edilen şüpheli kitlelerde berrak hücreli sarkom akılda tutulmalıdır. Olgu Sunumu: Bu vakada 6 yaşında sağ ayak taban tendon kılıfından köken alan berrak hücreli sarkom tanısı alan erkek hasta sunuldu. Yaklaşık 7 yıl önce sağ ayakta oluşan deri renginde ve kaşıntılı nasır benzeri lezyon 4 yıl önce büyümeye başlayıp yürümede güçlüğe neden olunca lokal eksizyonla çıkarılmış. Tam iyileşme görülmeyip sonrasında lezyon tekrarlayınca yıl sonra terar lokal eksizyon yapılmış. Ancak neoplazi düşünülmemesi nedeniyle yine histopatolojik konfirmasyon yapılmamış. 6 ay sonrasında tekrar nüks gelişince yapılan biyopsi ile tendon kılıfından köken alan berrak hücreli sarkom tanısı alan hastaya geniş lokal eksizyon ve sağ inguinal diseksiyon yapıldı. kür doksorubisin(75 mg/ m ), ifosfamid (mg/m ) alan hastanın tedavisi sağ ayak tümör lojuna 60 Gy/ 0 fr konformal radyoterapi ile tamamlandı. Tartışma: Berrak hücreli sarkom tipik olarak genç erişkinlerde, distal extremite yerleşimli nadir bir yumuşak doku tümörüdür. Tendon ve aponevrotik dokuların berrak hücreli sarkomu ise, bütün yumuşak doku sarkomları arasında % lik dilimi oluşturur. Melanositik differansiasyon göstermesi nedeniyle malign melanom ile ayırımı zor olabilmektedir. Yüksek grad lı sarkom gibi davranan bu tümör çok sayıda lokal yinelemeyle birlikte düşük genel sağkalım oranı ile karakterizedir. Sıklıkla bölgesel lenf nodları ve akciğere metastaz yapmaktadır. Kötü prognostik faktörler tümör çapının >=5 cm olması, nekroz ve metastaz varlığı olarak sıralanmaktadır. Esas tedavisi cerrahidir. Geniş eksizyonla birlikte sentinel lenf nodu biyopsisi ile sağkalımı etkileyecek olan cerrahinin boyutunun belirlenmesinde rehberlik etmektedir. Lokal nüks ve uzak metastaz uzun yıllar sonra da görülebildiğinden ömür boyu takip zorunludur. Bu vakada esas tedavinin 7 yıl gecikmesinin esas nedeni lezyonun tümör lehine değerlendirilmemesiydi. Bu nedenle özellikle genç erişkinlerde, distal ekstremite yerleşimli şüpheli lezyonlarda berrak hücreli sarkom hem klinik değerlendirme hem de histopatolojik inceleme aşamasında gözardı edilmemelidir. Ref No: P-49 DERMATOFİBROSARKOMDA İMATİNİBİN ETKİNLİĞİ Mehmet Metin Şeker, Gülşah Gültekin, Ahmet Kerim Türesin, Turgut Kaçan, Nalan Babacan, Saadettin Kılıçkap Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Bilim Dalı, Sivas Giriş: Dermatofibrosarkoma protuberans (DFSP), nadir bir yumuşak doku tümörüdür. Ortanca görülme yaşı 40-45 tir. En sık gövde veya ekstremitelerde yerleşir. Esas tedavisi rezeksiyondur. Radyoterapi (RT) cerrahi sınır yakın olanlarda veya lokal nükslerde önerilir. Sistemik tedavisi konusunda görüş birliği yoktur. Vaka: Elli yaşında erkek hasta. Ocak 008 de sol omuz bölgesinde kitle saptanmış ve eksize edilmiş. Patolojik inceleme ile fibröz histiositom tanısı konmuş. Altı ay sonra nüks etmesi üzerine geniş eksziyon yapılmış ve DFSP tanısı konmuş ve 50Gy radyoterapi uygulanmış. Ocak 0 de PET-BT ile akciğerde metastaz saptandı. Ancak hasta tedaviyi kabul etmedi. Şubat 0 de akciğer lezyonunda progresyon ve intraabdominal yeni lezyonlar saptandı. Hastaya ifosfamid, mesna, adriamisin (İMA) başlandı.. kür sonrası yine progresyon saptanması üzerine hastaya imatinib 40mg x başlandı. Yaklaşık 6 ay imatinib ile progresyonsuz izlenen hastada Kasım 0 de kranial metastaz saptandı ve radyoterapi uygulandı. Hasta halen palyatif tedavi ile izlemde. Tartışama:DFSP tüm kanserlerin %0. ini oluşturur. Vakaların çoğu t(7;) translokasyonuna sahiptir. Oluşan yeni kromozom platelet derived growth factor B yi (PDGFB) aktive eder ve hücre büyümesini indükler. Tanı anında hastaların büyük kısmı lokal evrededir ve önerilen tedavi rezeksiyondur. Ancak cerrahi sonrası nüks oranları %50 dir. Esasen radyosensitif bir tümör olmasına rağmen RT yakın cerrahi sınır durumunda ve lokal nükslerde tercih edilir. Lenf nodu veya uzak organ metastazı oldukça nadirdir. Vaka sunumlarından DFSP nin ifosfamid, adriamisin gibi kemoterapotiklere yanıtının çok iyi olmadığı anlaşılmaktadır. Hastaların PDGFB aktive edici translokasyonu taşımaları nedeni ile bazı hastalarda imatinib kullanılmış ve umut verici sonuçlar alınlınmıştır. McArthur ve arkadaşlarının 8 vakalık serisinde imatinib ile 4 vakada tam yanıt elde edilmiştir. Bizim vakamızda da kemoterapi ile yanıt alınamazken imatinib ile 6 ay progresyonsuz izlenmiştir. Sonuç: Metastatik veya unrezektable DFSP vakalarında imatinibin birinci basamak tedavide uygun bir seçenek olduğunu düşünüyoruz. Ref No: P-494 İNTESTİNAL BERRAK HÜCRELİ SARKOMDA PAZOPANİB İLE UZUN SÜRELİ YANIT Kerem Okutur, Çetin Ordu, Kezban Nur Pilancı, Gökhan Demir İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilimdalı, İstanbul Giriş: Berrak hücreli sarkom genellikle genç erişkinlerde görülen ve tendon, aponevroz ve fasyadan köken alan bir yumuşak doku sarkomudur. Gastrointestinal lokalizasyonlu prezentasyonu son derece nadirdir ve literatürde kemoterapi dışındaki diğer sistemik tedavi seçeneklerine dair bilgi mevcut değildir. Olgu: 4 yaşında kadın hasta anemi nedeniyle araştırılırken yapılan batın ultrasonografisinde karaciğerde multipl kitleler saptanması üzerine tarafımıza yönlendirildi. Karaciğer biyopsisi sonucu me- 80 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER zenkimal diferansiasyon gösteren düşük dereceli neoplazm olarak gelen hastanın PET-CT sinde karaciğerde FDG(+) kitleler ve distal ileum-proksimal jejenuma uyan incebarsak ansı çevresinde sirküler cidar kalınlaşmasıyla karakterize ve yoğun FDG tutan yumuşak doku kitlesi izleniyordu. Hastaya kısmi incebarsak rezeksiyonu, karaciğer segment II,V ve VI daki lezyonlara metastazektomi, kalan lezyona RF ablasyonu uygulandı. Hastanın incebarsak rezeksiyon materyalinin patolojik incelemesi berrak hücreli sarkom, karaciğerden çıkarılan kitlelerin incelemesi ise berrak hücreli sarkom metastazı ile uyumlu bulundu. FISH ile bakılan EWS/ATF gen füzyonu incelenen hücrelerin %84 ünde tespit edildi. Cerrahi sınırlarda tümör saptanmayan hastaya DTIC ve Vinkristin den oluşan sistemik kemoterapi başlandı. 6 siklus kemoterapisi tamamlanan hastanın yapılan görüntülemelerinde yeni metastaz veya nüks bulgusu saptanmadı. Kemoterapinin tamamlanmasından sonraki 7. ayda karaciğerde ortaya çıkan adet metastatik lezyona metastazektomi uygulandı. Operasyondan 5 ay sonra karaciğerde yeni gelişen odağa cyber-knife uygulandı. Üç ay sonra karaciğerde yeni odaklar saptandı, bunun üzerine trabectidin e geçildi, ancak siklus sonrası karaciğerdeki lezyonlarda progresyon izlendi. Bunun üzerine hastaya pazopanib 400 mg/gün başlandı. ay sonra yapılan görüntülemelerde lezyonlarda minimal regresyon saptandı. Tedaviyi iyi tolere eden hasta pazopanib altındaki. ayında, metastatik hastalığının ise 4. yılı içinde halen progresyonsuz olarak takip edilmektedir. Sonuç: Gastrointestinal berrak hücreli sarkom literatürde son derece nadirdir. Bildirilen az sayıdaki olgunun çoğunda cerrahi ve kemoterapi başlıca tedavi modaliteleridir. Hastalık sıklıkla tanı sırasında metastatik olup, agresif seyri ve kötü prognozu nedeniyle hastalarda sistemik tedavi gerekmektedir. Çok az sayıdaki olguda kemoterapi ile sınırlı bir fayda sağlandığı bildirilmiştir, hedefli tedavilerle ilgili ise tecrübe bulunmamaktadır. Birçok metastatik tümörde ilerleyen basamaklarda tedaviyle yanıt oranlarının ve sürelerinin giderek azalmasına karşın, olgumuzda antivegf etkili bir tirozinkinaz inhibitörü olan pazopanib le uzun süreli progresyonsuz sağkalım elde edilmesinden dolayı, bu ajanın sözkonusu hasta grubunda umut verici bir tedavi seçeneği olarak akılda tutulması gerektiğini düşünüyoruz. Ref No: P-495 KARACİĞER METASTAZLI SAKROKOKSİGEAL KORDOMALI OLGU SUNUMU Murat Akyol, Yüksel Küçükzeybek, Lütfiye Demir, Alper Can, Ahmet Dirican, Vedat Bayoğlu, Suna Çokmert, Ahmet Alacacıoğlu, Çiğdem Erten, Mustafa Oktay Tarhan Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İzmir Amaç: Kordomalar notokordun embriyonik artıklarından kaynaklanan düşük gradeli, çok nadir görülen,malign kemik tümörleridir.yıllık insidansı /00000 dir. Hastaların çoğu yaşamlarının 5-7. dekatlarında tanı alır.en sık yerleşim yeri sakrumdur (tüm vakaların %50-60 ı), ardından sfenooksipital ve/veya nazal (tüm vakaların %5-5 i), servikal vertebra(tüm vakaların %0 u), torakal vertebra (tüm vakaların %5 i) gelir. Bu tümörler esasen lokal agresiftir, yüksek rekürrens oranına ve kötü prognoza sahiptir.karaciğer, akciğer, lenf nodları, periton, deri, kalp, humerus, beyin ve vertebranın uzak bölgelerine metastaz bildirilmiştir.bu olgu sunumunda nükslerle giden karaciğer metastazlı bir kordoma vakası sunuldu. Bulgular: 6 yaşında erkek hasta gluteal bölgede ağrı ve şişlik şikayetiyle 009 yılında başvurmuştu.fizik muayenede sağ alt ekstremitede kas gücü 4/5, anal sfinkter tonusu azalmış olarak saptandı. Yapılan pelvik bilgisayarlı tomografide sakrumun büyük bölümünü ve koksiksi infiltre etmiş gross boyutta kitlesel lezyon(kondrosarkom?kordoma?) saptanmıştı.yapılan biyopsi sonucu kordoma olarak raporlandı. 00 yılında sakral kordoma tanısı ile opere edildi. Hastaya postop 0 gün radyoterapi verildi ve takibe alındı.0 yılında insizyon hattında şişme ve her iki bacakta ağrı şikayeti olması nedeniyle başvuran hastanın yapılan lumbosakral vertebral MR da nüks kitle saptandı ve hastaya eski insizyon hattından nüks tümör rezeksiyonu yapılarak hasta takibe alındı.hastanın rutin laboratuar tetkiklerinde karaciğer enzimlerinde yükseklik saptanması üzerine yapılan üst abdomen MR görüntülemesinde karaciğerde sağ lobu hemen tümüyle infiltre eden, en geniş çapı 0x8 cm olarak ölçülen sol lob segment, ve 4A da yaklaşık,5 ve 6 cm çaplara ulaşan solid kitleler öncelikle metastaz ile uyumlu olarak değerlendirilmiş olup, yapılan karaciğer biopsisi kordomanın karaciğer metastazı olarak raporlanmıştı.imatinib mesilat tedavisi planlanan hastaya performans durumunun kötü olması nedeni ile tedavi verilememiş olup hasta daha sonra ex olmuştur. Sonuç: Kordomalar nadir tümörlerdir. Lokal nükslerle ve nadiren metastazlarla seyredebilir.kordomalar karaciğer,akciger,lenf nodları, periton, deri, kalp, humerus gibi çeşitli yerlere nadiren metastaz yapabilir. Bu tümörlerin tedavisinde en önemli seçenek cerrahi nonkomplet rezeksiyon ardından radyoterapidir.nüks açısından en önemli prediktif faktör pozitif cerrahi sınırdır.günümüzde kordomalar için etkili bir medikal tedavi yoktur.literatürde kullanılan çeşitli kemoterapi ajanları tedavide etkisiz iken imatinibin anti-tümor aktivitesi gösterilmiştir.aynı zamanda literatürde imatinib tedavisi altında progrese olan vakalarda EGFR inhibitörlerinin etkili olduğunu gösteren vaka bazlı sunumları mevcuttur.karaciğer metastazlı kordomanın nadir bulunması,tedavisinde son dönemlerde hedefe yönelik tedavilerin kullanılması ve tedavide yeni ilaçlara gereksinim duyulması nedeniyle bu olguyu sunduk. Ref No: P-496 OSTEOSARKOMLU BİR HASTADA ORBİTA METASTAZI: OLGU SUNUMU Erdinç Nayır, Tolga Köşeci, Süleyman Erdoğdu, Alper Ata, Ali Arıcan Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı. Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı. Mersin Devlet Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği Giriş-Amaç: Osteosarkom kemiğin en sık gözlenen malign tümörüdür. Oldukça mortal seyreden bu hastalığı tedavisiz 5 yıllık mortalite oranı %80 leri bulmaktadır. Osteosarkom sıklıkla akciğerlere metastaz yapmakla beraber orbital metastaz nadiren gözlenmektedir. Literatürde şu ana kadar orbita metastazı bildirilmiş dört vaka bulunmaktadır. Bizde kliniğimizde osteosarkom tanısı ile takip ettiğimiz ve takibinde orbital metastaz saptadığımız olguyu sizlere sunmayı amaçladık. Olgu: 4 yaşında erkek hasta, 004 yılında sağ omuzdaki lezyondan alınan biyopsi sonucu ile osteosarkom tanısı aldı. Neoadjuvan kür sisplatin, adriamisin tedavisi sonrası cerrahi operasyon uygulandı. Sonrasında kür adjuvan sisplatin ve adriamisin tedavisi verildi. Tedavi sonrası takibe alınan hastada 0 yılında yapılan PET BT de sağ AC alt lobda,5 cm boyutunda, aktivite artışı gösteren lezyon saptandı. Hastaya alt lob wedge rezeksiyon işlemi uygulandı ve patoloji sonucu osteosarkom metastazı ile uyumlu olarak geldi. Hasta ilaçsız takibe alındıktan 8 ay sonrasında sağ gözde şişlik ve görmede azalma şikayeti ile başvurdu. Çekilen orbital MR da, sağ orbital bölgede supraorbital duvarda 44x8 mm boyutlarında kemik yapıdan parankime doğru uzanım gösteren kitle lezyonu ve intraoküler, ekstrabulber yerleşimli ve bulbus okuliyi baskılayan x5mm kitle lezyonları tespit edildi. Osteosarkom metastazı ile uyumlu olduğu belirtilen lezyona yönelik fraksiyonda 5gy Cyberknife, ardından 5 gün radyoterapi uygulandı. Radyoterapi sonrası kitlede gerileme izlendi. Radyoterapi tedavisinden yaklaşık ay sonra kolanjit kliniği ile acil servise başvuran hastada yeni gelişen karaciğer KEMİK VE YUMUŞAK DOKU SARKOMLARI Susesi Otel, Antalya 8

KEMİK VE YUMUŞAK DOKU SARKOMLARI POSTER BİLDİRİLER metastazlarına bağlı kolestaz saptandı. Antibiyotik tedavisinin 5. Gününde hasta sepsise bağlı olarak kaybedildi. Sonuç: Osteosarkomda uygulanan tedavi rejimleri sonucu, artan ortalama yaşam süresine bağlı olarak akciğer dışı metastaz görülme oranı giderek artmaktadır. Bu hastalarda, orbita metastazı nadir görülmekle beraber hastaların takibinde orbital metastaz gelişebilme olasılığının göz önünde bulundurulması gerektiği unutulmamalıdır. Orbita metastazı saptanan hastaların radyoterapi, kemoterapi ve cerrahi müdahale sonrasında semptomlarında düzelme saptanmaktadır. Şekil. Osteosarkomlu Hastanın Orbital MR ı Ref No: P-497 EKSTRASKELETAL OSTEOSARKOM: İKİ OLGU SUNUMU Berna Öksüzoğlu, Ayşe Durnalı, Füsun Ardıç Yükrük, Selay Gündoğdu Büyükbaş, Onur Eşbah, Ahmet Şiar Ekinci, Nurten Kandemir, Necati Alkış Dr. A.Y. Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Medikal Onkoloji Kliniği, Ankara Dr. A.Y. Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, Ankara Ekstraskeletal osteosarkom (ESO) yumuşak dokudan kaynaklanan nadir bir malign mezenkimal neoplazmdır, iskelet ile direk bağlantı olmaksızın osteoid üretimi mevcuttur. Sıklıkla uyluk, üst ekstremite veya retroperitonda görülür..olgu: 46 yaşında erkek hasta kilo kaybı ve dispeptik şikayetlerle başvurmuş. Abdomen ultrasonografide retroperitoneal tümöral kitle, abdominal bilgisayarlı tomografide mide ve karaciğer sol lobu arasından başlayıp aorta ve pankreasa uzanan 7xcm boyutlarında kitle tespit edilerek opere edilmiş, eksplorasyonda mide, kolon ve dalağı iten 5x0x0cm boyutlarında görülmüş ve debulking eksizyon ve kolesistektomi yapılmış. Çıkarılan kitlenin patolojik incelemesinde değişen kistik genişliklerde damar kesitleri gösteren trabeküller arasında hücreden zengin sarkomatoz yapıda malign tümör ve mezenkimal stroma içinde bol osteoblast ve osteoklastların bulunduğu kondromatöz ve osteomatöz plaklar tespit edilerek telenjiektatik tipte ESO olarak raporlanmış. Bu bulgularla medikal onkoloji kliniğine başvuran hastaya sisplatin ve doksorubisinden oluşan kemoterapi protokolü planlandı, ancak karaciğer fonksiyonların bozuk olması sebebiyle kemoterapi uygulanamadan hasta operasyondan sonraki 6. haftada kaybedildi..olgu: 70 yaşında kadın hasta karın sol tarafında kitle ve ağrı ile hastaneye başvurmuş. Abdominal ultrasonografide batın sol üst kadranda 8x8cm kitle, abdominal tomografide solda abdominal duvar kasları, psoas kası, sol böbrek ve intestinal yapılar arasında bulunan ve basıya neden olan 0x9.5cm kitle tespit edilerek operasyona alınmış. Eksplorasyonda sol lomber bölgede retroperitonda yaklaşık 5cm boyutunda hiçbir organla ilşikisi olmayan sert fiske kitle görülerek eksize edilmiş. Çıkarılan materyalin patolojik incelemesi sonucu osteoblastik veya fibroblastik hücre toplulukları ve yer yer atipik osteoblastik hücreler ve bazı alanlarda çok sayıda osteoklastik tipte dev hücreler görülmüş ve ESO ile uyumlu bulunmuş. Operasyon sonrası 8. günde medikal onkoloji kliniğinde sisplatin ve doksorubisin kemoterapi protokolü başlandı, ancak sonrasında hasta kontrollere gelmedi. Dört ay sonra genel durum bozukluğu ve dispne ile 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ başvurdu ve akciğer metastazı, plevral efüzyon tespit edildi. Destek tedavisi ile takibinde hasta kaybedildi. EOS nadir ancak kötü prognozlu mezenşimal tümörlerdendir. Tedavisinde cerrahi eksizyon ve multiajan kemoterapiler önerilmektedir. Bizim olgumuzda da retroperiton yerleşimli tümör mevcuttu ve oldukça agresif bir seyir gözlendi. Ref No: P-498 SINIRDA ORGAN FONKSİYONU OLAN EWİNG SARKOMLU HASTAYA YAPILAN BAŞARILI YÜKSEK DOZ KEMOTERAPİ VE OTOLOG KÖK HÜCRE NAKLİ Şükrü Özaydın, Mustafa Öztürk, Mithat Eser, Nuri Karadurmuş, Gökhan Erdem, Fikret Arpacı GATA Tıp Fakültesi, Tibbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara GATA Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara Giriş: Ewing Sarkomu, yumuşak doku ve kemik dokusundan köken alan, çocukluk ve gençlik çağının bir tümörü olup, özellikle 0-0 yaşlar arasında ortaya çıkan bir hastalığıdır. Kemoterapiye iyi yanıt vermekle birlikte %80 vakada nüks görülebilmektedir. Yüksek riskli ewing sarkomlu hastalarda yüksek doz kemoterapi(ydk) ve otolog kök hücre nakli (OKHN) önerilmektedir. 0 Transplant Review Guidelines Stem Cell Transplantation klavuzuna göre OKHN için hastanın taşıması gereken minimal kriterler; EKO da sol ventrikül ejeksiyon fraksiyon(svef): %40 ın üzeri, SFT de FVC>%50, FEV>%50 ve DLCO nun %40 ın üzerinde olması gerekmektedir. Olgu: Ocak 0 de kuru öksürük şikayeti başlayan yaşında erkek hastanın yapılan tetkiklerinde sol akciğer alt zonu tamamen kapatan, plevraya geniş temas gösteren x5 cm boyutlarında kitle lezyonu tespit edildi. Alınan biyopsi sonucu Ewing Sarkomu tanısı kondu. Hastaya 5 kür VAC-İE tedavisi, fraksiyon kemoradyoterapi ve sonrasında kür VAC-İE tedavisi uygulandı. Tedavinin 0. ayında çekilen PET-BT incelemesinde mediastendeki kitle önceki PET-BT ye göre metabolik aktivite artışı göstermesi üzerine Şubat 0 de sol pnömonektomi ve parsiyel perikard rezeksiyonu yapıldı. Patolojik inceleme sonucu mikroskopik tümor odaklarının gözlenmesi üzerine hasta yüksek riskli kabul edip YDKT ve OKHN ne karar verildi. Hastaya solunum fonksiyon testi yapıldı. SFT de FVC:.(%45), FEV:.08(%50), DLCO:%5, ve ekokardiyografide SVEF:%55 olarak sonuçlandı. Yüksek doz ICE tedavi dozları azaltılarak ifosfamid 0gr/m, karboplatin gr/m ve etoposid gr/m dozunda uygulandı. Hastaya,x06 CD4 kök hücre reinfüzyonu yapıldı. Hastanın takiplerinde +7. gününde hemokültürde cancida albicans üredi. Caspofungin tedavisi uygulandı. Nötropenik dönemde yapılan takiplerde başka bir komplikasyon olmadı ve +7. günde nötrofil engrafmanı oluştu. Hasta halen remisyonda takip edilmektedir. Sonuç: Ewing sarkoma kemosensitif bir tümordür. Fizik performansı iyi olan genç, ancak organ fonksiyon testleri sınırda olan hastalara, uygun ilaç dozu ayarlaması ve yoğun destek tedavileriyle YDKT ve OKHN uygulanabilir. Ref No: P-499 PROPRANOLOL İLE PARASENTEZ İHTİYACI ORTADAN KALKAN DİFFÜZ LENFANJİYOMATOZİS OLGU SUNUMU Zafer Arık, Sercan Aksoy, Furkan Sarıcı, Taner Babacan, Ece Esin, Ayşe Kars Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Amaç: Diffüz lenfanjiyomatozis lenflerin proliferatif genişlemesi ile karakterize, tüm organ sistemlerini tutabilen, çoğunlukla erken 8 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER yaşlarda görülen ve standart tedavisi olmayan hastalıktır. Cerrahi, radyoterapi, interferon ve steroid ile tedavisi ile ilgili çelişkili veriler mevcuttur. Kliniğimize cerrahi, intraperitoneal kemoterapi ve interferon kullanımı sonrası başvuran ve propranolol ile parasentez ihtiyacı ortadan kalkan olguyu sunmayı amaçladık. Olgu: 8 yaşında kadın hasta dış merkezde yaygın asit nedeniyle over kanseri ön tanısıyla 00 haziran ve eylül aylarında iki kez opere edilmiş, patolojisinde diffüz lenfanjiyomatozis saptanmış. Eylül 00 dan itibaren parasentez ihtiyacı gelişmiş. Mart 0 de kez intraperitoneal bleomisin uygulanmış. Asit artışı nedeniyle temmuz 0 de haftada bir pegile interferonalfa-a başlanmış. Parasentez ihtiyacı artan, 5 günde bir 000-4000 cc aspire edilen, plevral effüzyonu gelişen, boyunda da lenfanjiyomları ortaya çıkan hasta aralık 0 de kliniğimize başvurdu. Literatürde yeni yayınlanan bir pediatrik vakada etkin yanıtın elde edilmesi üzerine hastaya propranolol önerildi. Propranolol hastanın tolerasyonuna göre 0.5 mg/kg/gün den başlanıp mg/kg/gün dozuna çıkıldı. Daha yüksek dozları tolere edemeyen hastanın parasentez ihtiyacı ortadan kalktı, yüzündeki şişlikleri azaldı, karın çevresi geriledi,0 aylık izleminde hiç parasentez ihtiyacı olmadı. Nisan 0 deki kontrolünde sağdaki plevral effüzyonundan 700 cc aspire edildi ve tedavisine propranolola ek olarak interferon a-a haftada gün milyon ünite eklendi. Eylül 0 deki kontrolünde kliniği ve görüntülemeleri stabil olan hasta 9 ekim 0 de dış merkez acile nefes darlığı ile başvurmuş. 500 cc torasentez yapılan hastada aynı gün exitus geliştiği öğrenildi. Sonuç: Diffüz lenfanjiyomatozis etkin tedavisi olmayan bir hastalıktır. Literatürde bir pediatrik vakada propranolol ile etkin tedavisi gösterilmiştir. Erişkin olan olgumuzda propranolol ile 0 aylık izleminde parasentez ihtiyacı ortadan kalkan, semptomları azalan hastayı sunduk. Propranolol, erişkin diffüz lenfanjiyomatozis hastalarına önerilebilecek seçeneklerden biri olabilir. günde bir uygulandı. Kontrol PET/BT metabolic tam yanıt ve klinik düzelme tespit edildi. Yazım aşamasında olguda hala progresyon tespit edilmedi. Tartışma: Parakordoma bening karakterli tümör olmasına rağmen özellikle erken lokal nüks eden olgularda uzak metastaz riski yüksektir. Olgumuzda üç yıl içinde üç kez lokal nuks gelişmiş ve sonrasında uzak metastaz ile kliniğimize başvurmuştur. Nadir olmasına rağmen parakordomalar malign potansiyelleri nedeni ile yakın takip edilmelidir. Literatürde metastatik süreçte sistemik tedavi olaral doksorubicin, vincristine, siklofosfamid, ifosfamid, daktinomisin içeren kemoterapi rejimleri kullanılmıştır. Imatinib in kullanıldığı multipl akciğer metastatik bir olguda 8 aylık progresyonsuz sağkalım ile tedavinin devam ettiği bildirilmiştir. Hastamızda ımatinib şansını denemek amacı ile literatür ile birlikte endikasyon dışı ilaç kullanımı başvurumuzun kabul görmemesi nedeni ile IMA kemoterapisi uyguladık KEMİK VE YUMUŞAK DOKU SARKOMLARI Ref No: P-500 OLGU SUNUMU: MULTİPL METASTATİK PARAKORDOMA Şener Cihan, Birsen Songül Cihan, Ajlan Atasoy, Tuğba Fahriye Köş, Nalan Akgül Babacan 4 Diyarbakir Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kln. Diyarbakır Diyarbakır Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Bilim Dalı. Diyarbakır Sütçü İmam Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı. Kahramanmaraş 4 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Kln. Sivas Giriş: Parakordoma kökeni tam olarak bilinmemekle birlikte yumuşak dokudan kaynaklanığı bilinen nadir bir tümördür. İlk olarak 95 yılında Laskowski tarafından tanımlanmıştır. Dünya Sağlık Örgütü 00 Sınıflaması nda mikst tümörler ve myoepitelyomalar ile birlikte aynı grup içinde değerlendirilmiştir. Lokal nukslerle seyretmesi sık karşılaşılan özelliğidir. Literatürde yıl sonra dahi nuks eden olgular bildirilmiştir. Uzak metastaz çok nadir gelişmekle birlikte literatürde sınırlı sayıda olgular bildirilmiştir. Olgu: Otuz yaşında erkek hasta sol gözde egzoftalmus ile başvurduğunda yapılan tetkiklerde orbital MR da retroorbital kitle tespit edilmiş. Beyin cerrahi tarafından opera edilen olgunun patoloji sonucu metastatic parakordoma çıkması üzerine kliniğimize yönlendirilmiş. Olgunun hikayesinde, ilk kez dört yıl once sağ omuzunda kitle nedeni ile oper olduğu parakordoma tanısı aldığı, daha sonar local nuks nedeni ile tekrar opera olduğu ve local radyoterapi aldığı öğrenildi. Hastanın yapılan uzak metastaz taramasında toraks tomografide milimetrik metastaz ile uyumlu görünüm, sacrumda destrüksiyona yol açan kitle tespit edildi. PET/BT ile sacral kitlede malignite düzeyinde tutulum tespit edilirken akciğer nodullerinde tutulum izlenmedi. Hastanın tedavisine ağrılı olması nedeni ile sacral kitleye palyatif radyoterapi ile başlandı. Takibinde ağrıları düzelen olguya sistemik tedavi amacı ile IMA (ıfosfamit 4gr/gün üç gün sure ile, mesna 4 gr/gün üç gün sure ile, doksorubicin 00 mg/gün) Şekil. Kontrastlı MRG kesitte,sellayı dolduran,solda kavernöz sinüsü invaze eden ve retroorbital alana uzanan kontrastlanan kitle Şekil. Kemoterapi öncesi ve sonrasında sakral kitlenin PET/BT görünümü Ref No: P-50 DESMOPLASTİK KÜÇÜK YUVARLAK HÜCRELİ TÜMÖR; OLGU SUNUMU Berna Bozkurt Duman, Faruk Karateke, Sefa Özyazıcı, Timuçin Çil, Semra Paydaş, Gülfiliz Gönlüşen 4, Ebru Menekşe, Koray Daş Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Medikal Onkoloji Kliniği Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi Kliniği Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Anabilim Dalı. 4 Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi, PatolojiA.Bilim Dalı. Giriş: Desmoplastik Küçük Yuvarlak Hücreli Tümör (DKYHT) 989 yılında Gerald ve Rosai tarafından tanımlanmış, nadir görülen bir tümördür. Hastalığın prognozu kötü ve sağkalımı düşüktür an- Susesi Otel, Antalya 8

KEMİK VE YUMUŞAK DOKU SARKOMLARI POSTER BİLDİRİLER cak çoklu kombinasyon kemoterapisi ile görece uzun (5 aya ulaşan) sağkalımlar bildirilmiştir. Olgu: 8 yaşında kadın, batında 5 cm lik kitle saptanması üzerine Genel Cerrahi kliniği tarafından opere edildi. Histopatolojik olarak ilk bakışta Wilms tümörü olarak yorumlandı ancak daha ileri inceleme önerildi. İkinci patolojik incelemede, immunohistokimyasal olarak Vimentin, Desmin, Keratin (+), EMA fokal (+) iken CD99, Sinoptofizin ve WT- (-) olarak saptandı ve olgu DKYHT olarak yorumlandı. Hastaya yapılan PET-CT incelemede; akciğerde malignite düzeyinde multipl lezyon; Karaciğerin 4A segmentinde orjini net ayırt edilemeyen malignite düzeyinde lezyon, batında çok sayıda malignite düzeyinde intra-retroperitoneal yerleşimli kitle, sağ sürrenal glandda hipermetabolik lezyon, pelviste uterusu posteriordan her iki laterale doğru kuşatan malignite düzeyinde hipermetabolik lezyon saptandı. Hastaya Doksorubisin, Vincristin, Siklofosfamid kombinasyonu ile ifosfamid, Etoposid kombinasyonun dönüşümlü olarak verilmesi planlandı (VAC/IE) Tartışma: DKHYT, nadir görülen tümörlerden olup bu tümörler için günümüzde standart bir tedavi yöntemi yoktur, metastatik hastalıkta tedavi konusunda bilgiler net değildir. MSKCC den 66 hasta ile yapılan çalışmada debulking cerrahi ve çoklu kemoterapi kombinasyonu (P6 rejimi) ile ve 5 yıllık sağkalım oranları sırasıyla %44%ve %5 % saptanmıştır (Tablo ). Hastalığın seyrek görülmesi nedeniyle çok merkezli randomize çalışmalar yapılamamaktadır. DKHYT agresif fakat kemosensitif bir hastalıktır. Bu nedenle kombinasyon tedavileri sağkalıma pozitif etkilidir. Biz de hastamızda debulking cerrahiyi takiben; kombinasyon kemoterapisi başladık. Tablo. DKHYT de kullanılan rejimler P6,, ve 6. kürler Siklofosfamid, gr/m (- gün) Doxorubisin 5 mg/m (- gün) Vincristine 0,67 mg/m (- gün) 4,5,7. kürler Ifosfamid,8 gr/m (-5) Etoposid 00mg/m (-5) PAVEP Doksorubisin 40mg/m Siklofosfamid 00mg/m(-) Etoposid 75mg/m (-) Cisplatin 00mg/m Modifiye P6,,5 ve 7. kürler Siklofosfamid gr/m(- gün) Pirarubisin 0 mg/m (- gün) Vincristine mg/m (),4,6. kürler Ifosfamid,5 gr/m (-5) Etoposid 00mg/m (-5) Modifiye PAVEP Doksorubisin 40mg/m Siklofosfamid 450mg/m (-) Etoposid 0mg/m (-) Cisplatin 00mg/m Ref No: P-50 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ EKSTRASKELETAL MİKSOİD KONDROSARKOM: OLGU SUNUMU Berrin İnanç, Didem Karaçetin, Begüm Ökten, Kubilay İnanç, Tülin Kılıçaslan Öztürk, Deniz Tural 4 İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, İstanbul Şişli Etfal eğitim ve Araştırma Hastanesi,Radyasyon Onkolojisi Kliniği,İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul 4 Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,Medikal Onkoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul Esktraskeletal miksoid kondrosarkom (EMK) nadir görülen ve agresif davranışlı bir kartilaj tümörüdür., 45 yaşında, bacak yerleşimli ekstraskeletal miksoid kondrosarkom tanısı alan hastanın histopatolojik ve immunohistokimyasal özellikleri, hastalığın klinik özellikleri ve tedavisi tartışıldı. Olgu: Sol bacak alt kesiminde ağrısız, sert kitle şikayeti ile başvuran 45 yaşında kadın hastanın yapılan muayenesinde sol bacak alt kesimde kruris bölgesinde yaklaşık 0 cm ulaşan sert fikse kitle saptandı. manyetik rezonans görüntülemesinde (MRG) sol kruris orta kesimde, soleus kası içerisinde en geniş yerinde 00x57x7 mm boyuta ulaşan lobüle kontorlu kitlesel lezyon izlendi (Şekil ). Bilgisayarlı tomografisinde (BT) her iki akciğerde en büyüğü 0 mm çapına ulaşan çok sayıda metastaz ile uyumlu lezyonlar izlendi. Tümör çevresindeki sağlam dokular ve ciltle beraber çıkartıldı.cerrahi sınırlarda tümörsüz, en yakın cerrahi sınıra mm di. Histolojik bulgularda unıform yuvarlak küçük nükleuslu ve eozinofilik sitoplazmalı kondroblast benzeri hücreler görüldü.immunohistokimyasal olarak tümör hücrelerinde EMA positif olması tanıyı destekledi (Şekil ). Hastanın 5 cm den büyük tümörü ve cerrahi sınır yakınlığı olduğu için hastaya 5 fraksiyonda (50 Gy) tümör yatağına radyoterapi uygulanması ve post operatif doksorubicine 75 mg/m gün, ifosfamid 000mg/m - günler ve mesna 000 mg/m - günler günde bir uygulanması planlandı. Hastaya doksorubicin başlanmadan önce kardiak EKO yapıldı ve EF(ejeksiyon fraksiyonu) %60 olarak saptandı. Tartışma: Mezenkimal kondrosarkomlar nadir görülür ve diğer kondrosarkomlara göre daha agresif seyrederler.ekstraskeletal miksoid kondrosarkom ise kemikle ilişkisi olmayan daha nadir görülen tümördür. EMK genellikle periferik kapsülasyon, belirgin lobulasyon, periferik hücre akümulasyonu gösterir ve nadiren hyalinize makriks içerir.ayırıca adiposit veya multıvakoule lipoblast benzeri hücreler yoktur. EMK hastalarının geniş kapsamlı çalışmaları incelendiğinde cerrahi sonrasında yarısında lokal rekürrens gözlenirken diğer yarısında metastaz saptanmıştır. EMK hastalarının çoğunluğu düşük gradeli dir.buna rağmen yüksek grade li olanlarda klnik gidiş agresif seyreder. Yüksek gradeli EMK hasralarında rekurren ve akciğer metastazı oranı yüksektir. Antonescu ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada metastaz oranları %65 olarak bildirilmişolup metastaz oluştuktan sonraki ortalama sağkalım.7 ile 5.5 yıl arasında bulunmuştur. Literatürde geçikmiş nüks vakaları bildirildiğinden uzun süre takipi önerilmektedir. Sonuç olarak EMK hastalarının tedeavisinde total eksizyon önemlidir. Radyoterapi ve kemoterapinin sınırlı olup yetersiz eksizyon erken dönemde nükse yol açabilir. Ekstremite yerleşimli, büyük primer tümör ve hasta yaşının 45 ve üzeri olması EMK hastaları için kötü prognostik özelliklerdir ve bunlar da bizim hastamızda tanımlanmıştır. 84 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER patoloji saptanmadı. Lezyon tekrar cerrahi sınırları negatif olacak şekilde geniş eksize edildi. Hasta ikinci cerrahi sonrası 0. ayında remisyonda izlenmektedir. DFSP kaposi sarkomundan sonra. en sık izlenen yumuşak doku sarkomudur. Sıklıkla 0-50 yaş arası tanı almakla beraber olgumuz gibi hastaların %0 u 0 yaş altındadır. Literatürde DFSP nin lokal nüksleri bilinen bir özellik olsada bizim hastamızda nüks ilk yerleşim yeri olan alt ekstremiteden farklı olarak sağ omuzda 6 yıl sonra gelişmesi nedeni ile sunulmuştur. KEMİK VE YUMUŞAK DOKU SARKOMLARI Şekil. MRG: sol kruris orta kesimde, soleus kası içerisinde en geniş yerinde 00x57x7 mm boyuta ulaşan lobüle kontorlu kitlesel lezyon Şekil. Fibrosarkomatöz özellik gösteren dermatofibrosarkoma protuberans Ref No: P-504 ÖN KOL RABDOMYOSARKOMU VE MEME METASTAZI Simge Kaya, Erdinç Nayır, Süleyman Erdoğdu, Rabia Bozdoğan Arpacı, Tuba Kara, Ali Arıcan, Elvan Çağlar Çıtak Mersin Üniveristesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkoloji Bilim Dalı, Mersin Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Klinik Onkoloji Bilim Dalı, Mersin Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Bilim Dalı, Mersin Şekil. İmmunohistokimyasal olarak tümör hücrelerinde EMA positif olması Ref No: P-50 TANIDAN ALTI YIL SONRA FARKLI BÖLGEDE TEKRARLAYAN DERMATOFİBROSARKOMA PROTUBERANS OLGUSU Umut Demirci, Nazmiye Dinçer, Didem Şener Dede, Bülent M. Akıncı, Gözde Tahtacı, Bulent Yalçın Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği, Ankara Çocukluk çağında meme sarkomları oldukça nadir görülmektedir. Tüm meme kanserlerinin ise % den azını oluştururlar. Rabdomyosarkom (RMS), çocuklarda yumuşak doku sarkomları arasında en sık görüleni olup tüm çocukluk çağı kanserlerinin %0- sini oluşturur. RMS, memede primer ya da sekonder olarak görülebilir. Memede primer RMS oldukça nadir görülürken sıklıkla başka bir bölgeden metastazla karşımıza çıkar. Primer lokalizasyonuna en yakın lenf nodları evrelemede de önem taşır. Tanı anında saptanan lenf nodları izlemde metastaz açısından bize yol gösterici olabilir. Dermatofibrosarkoma protuberans (DFSP) nadir görülen lokal agresif kutanöz sarkomdur. Cerrahi sonrası orijinal bölgede nüksleri sık izlenmekle beraber aynı hastada farklı lokalizasyonda nüks olguya literatürde rastlanmamıştır. Onyedi yaşında kadın hastanın 6 yıl önce sağ baldır bölgesinden cilt lezyonu eksize edilmiş. Patolojisi cerrahi sınır marjinal negatif DFSP olarak raporlanmış. Herhangi bir ek tedavi uygulanmayan hasta yaklaşık 6 aydır farkettiği sağ omuzda cilt lezyonu ile başvurdu. Fizik muayenesinde sağ omuzda yerleşen cilt lezyonu dışında patoloji saptanmayan hastanın lezyonu eksize edildi. Cerrahi sınırda devamlılık gösteren fibrosarkamatöz değişiklik gösteren DFSP olarak raporlandı (Şekil ). Farklı bölgede rekürrens gösteren DFSP nedeni ile uzak metastaz taraması yapıldı Susesi Otel, Antalya 85

HEMATOLOJİK MALİGNİTELER POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-505 RELAPS YA DA REFRAKTER LENFOMADA ICE (İFOSFAMİD-KARBOPLATİN-ETOPOSİT) KURTARMA REJİMİ SONUÇLARI Ozan Yazıcı, Bayram İnan, Nuriye Özdemir, Ahmet Şiyar Ekinci, Mehmet Ali Nahit Şendur, Şebnem Yaman, Doğan Uncu, Nurullah Zengin Ankara Numune Eğitim ve Araştırm Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümü, Ankara Amaç: Relaps ya da refrakter lenfoma hastalarında uygun kurtarma tedavisini takiben yapılan otolog kemik iliği nakli önerilen tedavi yöntemidir. Fakat kurtarma rejimlerinden hangisinin kullanılacağı halen tartışma konusudur. Çalışmamızda ikinci basamak ICE alan refrakter ya da relaps lenfoma hastalarının verileri retrospektif olarak incelendi. Gereç-Yöntem: Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 00-0 yılları arasında takip edilen kurtarma rejimi olarak ICE (İfosfamid 670 mg/m -.günlerde, karboplatin AUC 5 ten.gün, etoposid 00 mg/m -.günlerde, haftada bir) tedavisi alan primer refrakter Hodgkin lenfomalı (n=7) veya Non Hodgkin lenfomalı (n=0) hastaların sonuçları incelendi. Tüm hastlara büyüme faktörü profilaksisi uygulandı. Bulgular: Hastaların %6 ü erkek ve %7 si kadındı. Yaş ortalaması 46.±4 idi. %44 evre, % evre ve % ü evre 4 idi. Hastaların %6 ünde B semptomları ve %5 sinde bulky hastalık vardı. %74 performans durumu (ECOG) 0- idi. %7 ünde tam yanıt (CR), %8,5 inde parsiyel yanıt (PR), %44.5 inde progresyon saptandı. IPI (Uluslararası Prognoz indeksi) skoru ile sağkalım arasında ters ilişki saptandı fakat istatiksel anlamlı değildi (r:-.77, p=0,7). Toplam cevap oranı (CR+PR) %55.5 olarak bulundu. %55.6 sına radyoterapi uygulanmıştı. aylık hastalıksız sağkalım oranı %5 olarak bulundu. yıllık genel sağkalım oranı % olarak bulundu. Sonuç: Abali ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada refrakter ya da nüks lenfoma tedavisinde ICE rejimiyle %57.5 yanıt oranı elde edilmiştir. Bizim çalışmamızda da literatür ile uyumlu olarak %55.5 yanıt oranı elde edildi. Aurer ve arkadaşlarının yaptığı çalışmadaki gibi bizim çalışmamızda da benzer genel sağkalım oranları elde edildi. ICE tedavisi relaps ya da refrakter lenfomada kurtarma rejimi olarak kullanılabilecek etkin bir tedavidir. Ref No: P-506 PRİMER TİROİD LENFOMALARININ KLİNİKOPATOLOJİK DEĞERLENDİRMESİ: TEK MERKEZ DENEYİMİ Didem Uzunaslan, Caner Saygın, Hale Demir, Şermin Güven, Ayşe Salihoğlu 4, Burhan Ferhanoğlu 4, Nükhet Tüzüner, Hilal Akı İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Onkoloji Bilim Dalı 4 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Giriş: Primer tiroid lenfomaları (PTL), tüm tiroid malignitelerinin %-5 ini oluşturan nadir bir tümör grubudur. Histolojik tip, önemli bir prognostik faktördür ve en sık rastlanan tipi, diffüz büyük B hücreli lenfoma (DBBL) iken (%70), MALT lenfoma ikinci sıklıkta (%0) görülür. DBBL genel olarak iyi prognoza sahip olmasına rağmen histolojik alt tipine gore prognozu heterojenite gösterir. Germinal merkez B hücreli (GMB) tipi, germinal merkez dışı olana göre daha iyi bir prognoza sahiptir. Amaç: İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi nde primer tiroid lenfoması tanısı almış tüm olguların özelliklerini retrospektif olarak analiz etmek. Gereç-Yöntem: 000-0 yılları arasında tanı almış 7 primer tiroid lenfomalı olguya ait patoloji raporları, rutin inceleme sırasında kullanılmış hematoksilen-eosin boyalı ve immünhistokimya ile CD0, Bcl-, Bcl-6, CD0, MUM ve Ki-67 çalışılmış lamlar yeniden değerlendirildi. Tanı konma yaşı, cinsiyet, takip ve yaşam süreleri ile ilgili bilgiler kaydedildi. Bulgular: Çalışmaya alınan yedi olgunun tümü DBBL olup bunların tanesi GMB, 4 tanesi GMB dışı histolojik tipe sahipti. Kadın/ erkek oranı 5: olup ortalama tanı yaşı 46,7 idi. Vakaların ortalama izlem süresi 40,8 ay olup iki olgu tanıdan ve ay sonra kaybedilmişti (Tablo ). Bu olguların her ikisi de GMB dışı immünfenotipe sahipti. Vakalara ait immünhistokimya verileri tablo de özetlenmiştir. Tüm olgular CD0 pozitif olup bcl- negatifti. İki olguda CD0, 4 olguda CD6 ve olguda Mum- pozitifliği gözlendi. Tüm olgularda Ki-67 ile proliferasyon indeksi yüksek bulundu (%70-00). Sonuç: PTL nin nadir olmasından ötürü literatürde sadece küçük olgu serileri yer almaktadır. Bu tümörlerde prognoza etki eden faktörleri ve optimum tedavi rejimlerini belirleyebilmek için geniş serilere ve randomize çalışmalara ihtiyaç vardır. Tablo. Primer Tiroid Lenfoması Olgularının Klinik Özellikleri Olgu Cinsiyet Tanı Yaşı İzlem Kadın 5 -* Kadın 74 ay, eksitus Erkek 5 7 yıl, sağ 4 Erkek 8 6 yıl, sağ 5 Kadın 8 ay, eksitus 6 Kadın 7 5 yıl, sağ 7 Kadın 6 6 ay, sağ * Olguya ait tanı sonrası izlem bilgisi yoktur. Tablo. Primer Tiroid Lenfoması Olgularının İmmünhistokimyasal Özellikleri Olgu CD0 Bcl- Bcl-6 CD0 Mum- Ki-67(%) Histolojik tip (+) (-) (-) (+) (-) 00 GMB (+) (-) (-) (-) (-) 70 GMB dışı (+) (-) (-) (-) (+) 00 GMB dışı 4 (+) (-) (+) (+) (-) 95 GMB dışı 5 (+) (-) (+) (-) (+) 00 GMB dışı 6 (+) (-) (+) (-) (+) 95 GMB 7 (+) (-) (+) (-) (-) 80-90 GMB GMB, germinal merkez B hücreli Tüm olgular diffüz büyük B hücreli lenfoma tipindeydi. Ref No: P-507 LENFOMA, MYELOMA VE PESTİSİT KULLANIMI Mustafa Yıldırım, Ayşegül Kargı, Erdal Kurtoğlu, Hülya Karakılınç 4, Utku Dönem Dilli, Mustafa Yıldız Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Batman Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Antalya Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Hematoloji Kliniği, Antalya 4 Antalya İl Sağlık Müdürlüğü Kanser Kayıt Merkezi Amaç: Pestisidler hayvanlar veya bitkiler üzerinde çevresinde yaşayan besin kaynaklarının üretim depolanma ve tüketimi sırasında besin değerini azaltan böcek, kemirici, yabani ot ve mantar gibi zararlıların etkilerini azaltmak için kullanıan kimyasl maddelerdir. Pestisid kullanımı ile meme, akciğer, pankreas, kolon, mesane gibi solid tümörlerin gelişiminde rolü olabileceği bildirilmektedir. Hematolojik sistemin solid tümörleri olan lenfomaların etyolojisinde yine pestisid kullanımı suçlanmaktadır. Akut lösemiler ve multiple myelom gelişimi arasında ilişki bir çok çalışmada araştı- 86 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER rılmıştır ve pestisid kullanımı ile bu hastalıkların sıklığının arttığı gösterilmiştir. Antalya ve yoğun tarım alanlarının bulunduğu ve pestisidlerin bir bölgedir. Bu çalışmada Antalyada saptanan hematolojik malignitelerin insidensi ile kullanılan pestisid miktarı arasındaki ilişki araştırılmıştır. Gereç-Yöntem: Çalışmada T.C Sağlık Bakanlığı Antalya İl Sağlık Müdürlüğü Kanser Kayıt Merkezi veri bankasından hastalara ait 995-00 verileri kullanılmıştır. Histopatolojik olarak tanısı doğrulanan hematolojik malignite tanılı hastalar çalışmaya alınmıştır. Antalya İl Tarım Müdürlüğünden 995-00 yılları arasında her yıl kulanılan tarım ilacı miktarı bilgisi edinildi. Bulgular: Çalışmada toplam 985 hasta değerlendirilmiştir. Hastaların 7 si NHL, 44 ü HL, 44 ü MM tanılı hasta idi. Hastaların tanı aldığı yıllara göre kaba insidens hızları ve o yıl kulanılan pestisid miktarı Tablo de görülmektedir.kullanılan pestisid miktarı ile NHL, HL ve MM insidensi arasındaki ilişki spearman korelasyon analizi ile incelendi p değeri sırasıyla 0,05, 0,05, 0,00 olarak bulundu. Korelasyon katsayısı ise 0,497, 0,497, 0,685 olarak tespit edildi. Sonuç: Kullanılan toplam pestisid düzeyi ile NHL insidensi arasındaki ilişki p değeri 0,05 olarak saptandığndan sınırda ilişki olarak değerlendirildi. Pestisidler karsinojenik etkilerini genotoksite, hormonal etki ve immünotoksite gibi mekanizmalarla gösterebilirler. Bazı pestisid türlerinin hemopoetik hücreler üzerinde genotoksik etkileri gösterilmiştir.çalışmamızda kullanılan ilaçların o yıl içerisindeki yeni tespit edilen NHL, HL, MM hastalarıyla ilişkisi incelenmiştir. Pestisid kullanımı ile kanser gelişimi arasındaki süre bilinmediğinden bu karşılaştırmayı yaptık. Pestisid kullanımında 995 den beri görülen artışın bu hastalıkların insidensindeki artış ile ilişkili olabileceğini bu konuda serum pestisid düzeylerinin ölçümünüde içeren yeni çalışmalar yapılması gerektiğini düşünüyoruz. Multipl primer tümörler aynı organda birden fazla odakta veya birden çok organda ancak birbirinden farklı veya ardışık zamanlı gelişen neoplazmlardır. Birliktelikleri nadir olarak görülen senkron saptanan üç ayrı primer kanserli olgu sunuldu. Olgu Sunumu: 84 yaşında kadın hasta sol boyun üst kısmında şişlik yakınması ile başvurdu. Evrelendirme için PET/BT çekildi. Dalakta diffüz, sol orta posterior servikal, bilateral submandibuler-servikal, bilateral aksiler, aortopulmoner, prevasküler, bilateral hiler, subkarinal, karaciğer hilusu, paraaortik, sol iliak zincir, sağ eksternal iliak ve bilateral inguinal lenf nodlarında malignite düzeyinde hipermetabolik; sol memede yaklaşık.8 cm çapındaki nodüler lezyonda düşük yoğunlıkta FDG tutulumu; sol böbrek anterolateralde 4.5x4.7 cm boyutlarındaki nodüler lezyonda düşük yoğunlıkta FDG tutulumu saptanan bulguları saptanmıştır. Hastanın servikal lenf nodu biyopsi sonucunda, diffüz büyük B hücreli lenfoma (DBBHL) sol memeden biyopsi sonucu iyi diferansiye invaziv ductal karsinom ve böbrekteki nodüler lezyondan alınan biyopsiden berrak hücreli böbrek tümörü tanıları konulmuştur. Hastaya evre IIIA Non-Hodgkin lenfoma tanısı ile Rituksimab 75mg/m D +Metilprednizolon 40mg/m D-5 tedavi protokolu başlandı. 4 kür kemoterapi sonrası çekilen kontrol PET/BT de bir önceki PET/BT ile karşılaştırıldığında sol memedeki lezyonda anatomik/metabolik progresyon; dalak tutulumunda metabolik progresyon; tutulu lenf nodlarında kısmen cevap; sol böbrekteki lezyonda anatomik olarak küçülme olmakla birlikte metabolik olarak stabil hastalık gözlemlenmiştir. Bunun üzerine hastaya 4 kür daha Rituksimab 75mg/m D +Metilprednizolon 40mg/m D-5 yapılmasına karar verildi.8 kür KT sonrası çekilen karşılaştırmalı PET/ BT sonucu sağ orta servikal tiroid kartilaj hizasındaki, subkarinal, sağ hiler ve sol hiler ve sol inguinal lenf nodlarında, sol meme alt kadrandaki nodüler lezyonda; dalak anteriorda; karaciğer quadrat lob komşuluğundaki ve hemen altındaki lenf nodlarında; sol böbrek lateraldeki 4 cm çapındaki lezyonda düşük yoğunlukta FDG tutulumları saptanmıştır. Buna göre hasta kısmi remisyonda olarak kabul edilip takibe alınmıştır. Tartışma: Yaşlı nüfusun artması ile multipl primer kanserli olguların sayısında bir artış olması öngörülmektedir. Non-Hodgkin lenfoma hastalarında beraberinde görülen diğer primer tümörlerin değerlendirildiği bir seride en sık mide ve kolon kanseri saptanmıştır.bizim olgumuzda solid tümör ve bir lenfoproliferatif malignite olmak üzere farklı histolojide tümör tespit edildi. Sonuç olarak, çoklu primer tümörü olan olgularda saptanan bulguların hangi primer tümöre ait olduğunun bilinmesi tedavi kararları açısından önem taşımaktadır. HEMATOLOJİK MALİGNİTELER Ref No: P-508 BÖBREK TÜMÖRÜ, MEME KANSERİ VE NON-HODGKİN LENFOMA BİRLİKTELİĞİ: ÜÇLÜ PRİMER OLGUSU Şebnem İzmir Güner, Didem Karaçetin, M. Teoman Yanmaz, Mahmut Yüksel 4, Ekrem Güner 5 Özel Medical Park Bahçelievler Hastanesi Hematoloji Bölümü S.B. İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği Özel Medical Park Bahçelievler Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü 4 Özel Medical Park Bahçelievler Hastanesi Nükleer Tıp Bölümü 4, İstanbul 5 S.B. Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Şekil. Pet-CT tedavi sonrası Şekil. PET-CT görüntüsü Susesi Otel, Antalya 87

HEMATOLOJİK MALİGNİTELER POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-509 TONSİLLAR DİFFÜZ BÜYÜK B HÜCRELİ LENFOMA VE TESTİKÜLER LEYDİG HÜCRELİ TÜMÖRÜN BİRLİKTELİĞİ- OLGU SUNUMU Ebru Sarı, Gökşen İnanç İmamoğlu, Aynur Albayrak, Dilşen Çolak, Semiha Urvay, İlhan Hacıbekiroğlu, Naziyet Köse, Mustafa Altınbaş Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Bölümü, Ankara Giriş: DBBHL (Diffüz Büyük B Hücreli Lenfoma) Non-Hodgkin Lenfomaların en sık tipidir. Waldeyer halkasının lenfoma tutulum sıklığı dünyanın değişik bölgelerinde değişkendir. Histolojik tip olarak en sık DBBHL görülmektedir. Leydig hücreli tümör, testisin nadir görülen seks kord-stromal tümörleri içinde yer alır. Genellikle selim bir tümördür, nadiren habis seyirli olabilir. Bu bildiride her iki hastalığın bir arada bulunduğu bir olgu sunulmuştur. Olgu: Kırkiki yaşında erkek hasta, boyun sol tarafında büyüyen kitle nedeniyle başvurmuş. Baş-boyun muayenesinde sol tonsilde kitle saptanması üzerine tonsillektomi yapılmış. Patolojik değerlendirme ile DBBHL tanısı almış. Bu bulgularda bölümümüze başvuran hastaya evreleme tetkikleri olarak PET-BT (Pozitron Emisyon Tomografi-Bilgisayarlı Tomografi), kemik iliği aspirasyon ve biyopsisi yapıldı. Evre IIA Waldeyer Halkası Lenfoması olarak değerlendirilen hastaya R-CHOP (Rituximab-Siklofosfamid-Doxorubisin- Prednisolon) kemoterapisi başlandı. kür kemoterapi sonrası boyundaki lenfadenopatilerde belirgin gerileme izlenirken, hastanın sağ testiste sertlik şikayeti üzerine skrotal ultrasonografi yapıldı. Sağ testis süperior kesiminde x0 mm boyutlarında santrali kalsifiye, periferinde ince hipoekoik rimi bulunan, riminde belirgin kanlanması olan kitle izlendi. Üroloji bölümünce değerlendirilen hastaya ikinci bir primer tümör ön planda düşünülerek orşiektomi önerildi. Hastanın bu öneriye onamı olmaması üzerine kemoterapisi devam edildi ve 6 kür R-CHOP sonrası PET-BT de malignite lehine patololojik tutulum saptanmadı. Bu süreçte testisteki lezyon stabil seyretti. Hastanın bu dönemde, önerilen girişimi kabul etmesi üzerine sağ orşiektomi yapıldı. Patolojik değerlendirmede cm çapında tümör nodülünün içinde hyalinizasyon alanları ve distrofik kalsifikasyon yanısıra kordonlar oluşturan geniş eozinofilik, granüler sitoplazmalı, yuvarlak nükleuslu tümöral hücreler saptandı. Bulgular Leydig hücreli tümör ile uyumlu olarak değerlendirildi. Hastaya daha sonra DBBHL tanısı için tutulmuş alana yönelik radyoterapi uygulanarak tedavisi sonlandırıldı. Sonuç: Literatür incelendiğinde Leydig hücreli tümör ve lenfoma birlikteliğinin daha önce hastada rapor edildiği görülmüştür. Nonklasik - hidroksilaz eksikliğine bağlı konjenital adrenal hiperplazi bulunan bir hastada retroperitoneal lenf nodunda DBBHL, testiste Leydig hücreli tümör saptanmıştır. Bizim vakamızın klinik ve hormonal değerlendirmesinde konjenital adrenal hiperplazi dışlanmıştır. Diğer vaka rezistan Hodgkin Hastalığı nedeniyle allojeneik kök hücre transplantasyonu yapılan bir hastada ovarian Sertoli-Leydig hücreli tümör saptanmasıdır. Özellikle oldukça nadir bir tümör olan ve son yıllarda görüntüleme yöntemlerinin daha sık kullanılmasına bağlı olarak görülme sıklığı nisbeten artan Leydig hücreli tümör ile lenfoma birlikteliğini açıklayacak bir hipotez bildirilmemiştir. Ref No: P-50 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ KONKOMİTAN ANJİOİMMUNOBLASTİK T HÜCRELİ VE DİFFÜZ BÜYÜK B HÜCRELİ LENFOMA: OLGU SUNUMU Caner Saygın, Didem Uzunaslan, Ahu Senem Demiröz, Şermin Güven, Ayşe Salihoğlu 4, Burhan Ferhanoğlu 4, Teoman Soysal 4, Nükhet Tüzüner, Hilal Akı İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Onkoloji Bilim Dalı 4 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Hematoloji Bilim Dalı Giriş: Farklı hücre serilerinden kaynaklanan konkomitan lenfoma olguları nadir görülmektedir. Anjioimmunoblastik T hücreli lenfoma (AITHL) zemininde ortaya çıkan immünolojik disfonksiyon, EBV-ilişkili B hücreli lenfomaların çıkışını tetikleyebilir. AITHL, genellikle ileri evre hastalık, yaygın lenfadenopatiler (LAP), hepatosplenomegali, ve poliklonal hipergammaglobulinemi ile karakterize olup hastalığın seyrinde diffüz büyük B hücreli lenfomanın (DBBHL) ortaya çıktığı az sayıda olgu bildirilmiştir. Olgu: 54 yaşında erkek hasta, son üç ay içinde diyabetik ketoasidoz ve iki iskemik inme atağı geçirdiğinden takip altındaydı. PA akciğer grafisinde mediastinal LAP ları olan hasta, 6 ay sonra ateş ve gece terlemesi şikayetleriyle başvurdu. Fizik muayenede aksiller LAP ve hepatosplenomegali tespit edildi. Torakoabdominal BT incelemede aksiller, mediastinal ve mesenterik çok sayıda LAP gözlenince aksiller lenf nodu eksizyonu yapıldı. Patolojik tanısı AITHL olarak gelen hastanın kemik iliği biyopsisinde lenfoma infiltrasyonu gözlenmedi. Hasta bir kür CHOP (siklofosfamid, vinkristin, adriamisin, prednizolon) kemoterapisi aldıktan sonra ateş, ense sertliği, ve diyare ile başvurdu. Kısa süre sonra alt gastrointestinal kanama ve ince barsak perforasyonu ile komplike olan olguya segmenter barsak rezeksiyonu uygulandı. Cerrahi piyesin incelemesinde EBV pozitif DBBHL infiltrasyonu gözlendi. Postoperatif 0.günde hasta kaybedildi. Tartışma: AITHL lerin seyrinde EBV infeksiyonu sık görülse de neoplastik T hücreleri EBV negatiftir. Öte yandan, EBV-ilişkili B hücreli lenfomalar AITHL seyrinde nadir görülür. AITHL ile takip edilen olgularda sekonder malignitelerin olabileceği göz önünde bulundurulmalı ve tedaviye rezistan olgularda kapsamlı lenfadenektomiler düşünülmelidir. Şekil. Aksiller lenf nodunda anjioimmunoblastik T hücreli lenfoma 88 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER düşük toksisite nedeniyle uygulanmaktadır.splenik radyoterapinin temel amacı splenomegaliye sekonder gelişen abdominal ağrı, anemi, ve trombositopeni gibi semptomların palyatif tedavisidir. Ref No: P-5 0 YIL SONRA RELAPS GÖSTEREN HODGKİN LENFOMA OLGUSU Şükrü Özaydın, Mustafa Öztürk, Mithat Eser, Nuri Karadurmuş, Gökhan Erdem, Fikret Arpacı GATA Tıp Fakultesi, Tibbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara GATA Tıp Fakultesi, İç Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara HEMATOLOJİK MALİGNİTELER Şekil. İnce barsakta diffüz büyük B hücreli lenfoma infiltrasyonu Ref No: P-5 MYELOFİBROSİZDE GELİŞEN SPLENOMEGALİDE RADYOTERAPİNİN ROLÜ Begüm Ökten, Berrin İnanç, Özlem Konuk, Kubilay İnanç İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojısi Klinigi, istanbul Şişli Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojısi Klinigi, istanbul Primer myelofibrozis myeloproliretif hastalıklar grubunda yer alan ve anormal multipotent kök hücrelerden kaynaklanan progresif anemi, masif splenomegali, ekstramedüller hematopoezis,kemik iliği stromal reaksiyonu ile karekterize klonal bir hastalıktır. Bu olgularımız 70 yasında ve 7 yasında erkek hasta,myelofibrozız tanısı ıle uygulanan sıtostatik tedaviye rağmen, semptomatik splenomegali, transfüzyona bağımlı anemi ve ağrı şikayetleri mevcuttu. Her iki hastaya, klınıgımızde haftada fraksiyonda,ve haftalık ct simülasyon ile kontrol edilip, alan küçülterek ve doz artırılarak, haftada radyoterapi tedavisi uygulandı.haftalık çekilen CT lerde dalak volumlerinin azaldığı gözlendi. Olgu: 70 yaşında ve 7 yaşında erkek hasta, myelofibrozız tanısı ıle uygulanan sıtostatik tedaviye rağmen, semptomatik splenomegali, transfüzyona bağımlı anemi ve ağrı şikayetleri mevcuttu.her iki hastada fizik muayenede splenomegali ve sol yan ağrısı şikayeti mevcuttu ve transfüzyona bağımlı anemi tabloları mevcuttu. İlk vakada batın ct de dalak kraniokaudal aksda 95mm transvers çap 0mm,. Vakada dalak kraniokaudal aksda 48mm,aksial planda 69x0mm idi. Heriki hastanın splenik RT şemasında ilk hafta iki fraksiyon 0,5 gy lik fraksiyon, ikinci hafta iki fraksiyon,0,75 gy lik fraksiyon, üçüncü hafta iki fraksiyon gy lik fraksiyon ile toplam 4.5 gy eksternal radyoterapi uygulandı. Tedavi,lineer hızlandırıcı cihazı ile 8 mv fotonla, ct simulasyon kullanarak, tanjansiyel alan ile konformal eksternal radyotrapi şeklinde uygulandı.rt süresince her hafta çekilen ct ye göre dalak boyutları küçülterek tedavileri tamamlandı. İlk vakada dalak volümü.hafta 6 cm,.hafta 054cm;. Vakada.hafta cm,. Hafta 7 cm ölçüldü. Hastanın dalak volümlerinin azaldığı aynı zamanda ağrı ve transfuzyon gereksinmelerindede azalma olduğu görülmüştür. Tartışma: Myelofibrozis li hastaların %5 i tanı konduğunda asemptomatiktir ve tanı anormal kan bulguları veya tesadüfen saptanan splenomegali nedeni ile konur. Splenomegali yeni tanı konulan hastalarda tek fizik muayene bulgusudur ve oldukça büyüktür. Sitotaksik tedavi ile bazı hastalarda splenomegali kontrol altına alınabilir.kemoterapötiklere çevap vermeyen semptomatik splenomegalide splenoktomi yapılabilir. Özellikle splenoktomi açısından yüksek riski olan yaşlı hastalarda, ilaç tedavisini tolere edemeyen veya başarısız olan olunan olgularda splenik RT efektif olması yanı sıra Giriş: Hodgkin lenfoma lenfoid dokudan köken alan en sık 5-4 yaşları arası ve 50 yaş üzerinde görülen bir hastalıktır. Bu hastaların büyük çoğunluğu, konvansiyonel kemoterapi veya radyoterapi ile remisyona girmektedir. Relapsların çoğu ilk yıl içinde meydana gelmektedir. Ancak olguların %8 i 5 yıldan sonra bile nüks etmektedirler. Olgu: 5 yaşında erkek hastada 99 yılında sol supraklaviküler LAP saptanması üzerine yapılan tetkikler sonucu evre A Mikst Sellüler Hodgkin Lenfoma tanısı kondu. Hastaya seans 6 Gy Mantle Field radyoterapi sonrasında dönüşümlü olarak 4 kür MOPP ve 4 kür ABVD kemoterapi rejimi uygulandı. 994 yılında takiplerinde dalakta multiple hipoekoik solid kitle lezyonların saptanması üzerine splenektomi yapıldı ve normal dalak dokusu olarak raporlandı. Yıllık düzenli takipleri sırasında Ocak 0 de yapılan abdomino-pelvik bilgisayarlı tomografi görüntülemesinde paraaortik, parakaval alanda en büyüğü.5 cm olan multiple LAP saptandı. Yapılan biyopsi ve evrelendirme sonucu EvreA Nüks Hodgkin Lenfoma tanısı kondu. Hastaya kür DHAP tedavisi sonrası yapılan PET-BT incelemesinde tam yanıt gözlendi. Nüks hogdkin lenfoma olması nedeniyle hastaya yüksek doz kemoterapi(ydkt) ve otolog kök hücre nakli(okhn) planlandı. Hastaya YDKT protokolü olarak BEAM tedavisi sonrası 4,06x06 CD4+ kök hücre reinfüzyonu uygulandı. Nötropenik dönemde herhangi bir komplikasyon saptanmayan hastada +8. günde nötrofil engrafmanı gelişti. Hasta halen remisyonda olarak takip edilmektedir. Sonuç: Hodgkin lenfoma nadir de olsa 0 yılın üzerindeki geç nükslerle karşımıza çıkabilir. YDKT ve OKHN bu olgularda uygulanabilecek başarılı tedavi seçeneklerinden birisidir. Ref No: P-5 ORBİTA İÇİ YERLEŞİMLİ NONHODGKİN LENFOMA: OLGU SUNUMU Alpaslan Özgün, Tolga Tuncel, Levent Emirzeoğlu, Oğuz Bilgi, Bülent Karagöz GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Servisi, İstanbul Giriş: Nonhodgkin lenfoma, genellikle tutulan lenf nodlarından tanı konmakla birlikte, ekstralenfatik organ tutulumu ile de karşımıza çıkabilmektedir. En sık ekstralenfatik tutulum, gastrointestinal sistem, beyin, cilt, meme ve testiste görülmektedir. Bizim olgumuz, orbita içi tutulum ile kendini gösteren bir NonHodgkin lenfoma olgusudur ve nadir görülen bir ekstralenfatik tutulum olması nedeniyle burada sunulmuştur. Olgu: Olgumuz 56 yaşında bir kadın hasta olup, sağ gözde kızarıklık, göz yaşarması ve sağ göz kapağında şişlik şikayetleri ile doktora başvurmuştur. Yapılan göz muayenesinde sağ gözde pitozis mevcuttur. Göz dibi muayenesi normal bulunmuştur. Sağ orbital MR incelemede, sağ orbita inferior duvarı ekstrakonal mesafede x5x5 mm boyutlu kontrast tutulumu gösteren kitle lezyonu görülmüştür. Sağ orbitadaki kitle lezyonundan punch biyopsi yapılmıştır. Patoloji Susesi Otel, Antalya 89

HEMATOLOJİK MALİGNİTELER POSTER BİLDİRİLER sonucu Yüksek grade li B hücreli lenfoma. CD 0, CD 0 pozitif. CD, CD 5, BCL- negatif. olarak rapor edilmiştir. Hastaya yapılan PET-BT incelemede, sağ orbitada, sağ paratrakeal, sol aortikopulmoner ve bilateral hiler lenf nodlarında malignite ile uyumlu yoğun FDG tutulumu görülmüştür. Kemik iliği biyopsisi normal bulunmuştur. Bunun üzerine, hasta Evre IIA CD 0 pozitif B hücreli Nonhodgkin lenfoma kabul edilerek, hastaya kliniğimiz tarafından R-CHOP tedavisi başlanmıştır. 6 kür kemoterapi sonrası parsiyel yanıt alınmıştır. Bunun üzerine kür daha kemoterapi verilmiştir. Toplam 8 kür kemoterapi sonrası yapılan PET-BT incelemede, sağ paratrakeal lenf nodlarında orta düzeyde FDG tutulumu (SUV:,7) görülmüştür. Buradan mediastinoskopi ile alınan biyopsi sonucu reaktif hiperplazi olarak rapor edilmiştir. Sağ orbita MR normal bulunmuştur. Bunun üzerine hastanın durumu tam yanıt olarak kabul edilerek hasta takibe alınmıştır. İki yıldır remisyonda olan hasta, halen kliniğimiz tarafından takip edilmektedir. Tartışma VE Sonuç: Nonhodgkin lenfoma, %0-5 oranında primer ekstralenfatik, %50 oranında sekonder ekstralenfatik tutulum ile görülebilmektedir. En sık ekstralenfatik tutulum, gastrointestinal sistem, beyin, cilt, meme ve testiste görülmektedir. Orbita tutulumu ise nadir görülen bir tutulum yeridir. Bizim olgumuz, orbita içi yerleşimli kitleden tanı konmuş bir NonHodgkin lenfoma olgusu olup, kemoterapi ile başarılı bir şekilde tedavi edilmiştir. Ani gelişen göz ile ilgili semptomlarda orbita içi kitle lezyonu mevcut ise, Nonhodgkin lenfoma olma olasılığı her zaman göz önünde bulundurulmalıdır. Ref No: P-54 DİFFÜZ BÜYÜK B HÜCRELİ LENFOMA VE RENAL HÜCRELİ KARSİNOM BİRLİKTELİĞİ- OLGU SUNUMU Mustafa Altınbaş, Ebru Sarı, Dilşen Çolak, Atatürker Arıkök, Gökşen İnanç İmamoğlu, İlhan Hacıbekiroğlu, Naziyet Köse, Semiha Urvay Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, Ankara Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Bölümü, Ankara Giriş: Non Hodgkin Lenfoma ve RCC (Renal Hücreli Karsinom) birlikteliği nadir olmakla birlikte daha önce literatürde bildirilmiştir. Hatta kanser hastalarında ikinci primer kanser olarak iki hastalık arasında olası bir yatkınlık konusu da araştırılmıştır. Burada Extranodal DBBHL (Diffüz Büyük B Hücreli Lenfoma) tanısı almış bir hastada eş zamanlı RCC olgusu sunulmuştur. Olgu: Elli dokuz yaşında erkek hasta burun tıkanıklığı şikayeti ile doktora başvurmuş. Baş-boyun muayenesinde nazofarinkste kitle saptanması üzerine alınan biyopside DBBHL saptanmış. Bu bulgularla bölümüze başvuran hastaya evreleme amaçlı yapılan toraks ve abdominal BT de (Bilgisayarlı Tomografi) sağ böbrekte ön planda RCC ile uyumlu olabilecek 8 cm kitle lezyonu saptandı. Nazofarinks MRG de (Manyetik Rezonans Görüntüleme) nazofarinks düzeyinde adenoid yapılarda hipertrofik değişiklikler ve intravenöz kontrast madde sonrası kontrastlanma ve nazofarinjial hava pasajında daralma izlendi. Kemik iliği aspirasyon ve biyopsisinde tutulum saptanmadı. Hastaya Evre IE DBBHL tanısı ile Rituximab-Siklofosfamid- Doxorubisin-Prednisolon kemoterapisi başlandı ve üroloji bölümü ile konsulte edilerek nefrektomi kararı alındı. kür kemoterapi sonrası sağ radikal nefrektomi yapılan hastaya postoperatif 9. günde ve zamanında. kür kemoterapisi verildi. Patoloji sonucu RCC konvansiyonel tip, grad, böbrek kapsülü intakt idi. Hastaya çekilen Pozitron Emisyon Tomografi-Bilgisayarlı Tomografi de patolojik fluorodeoxi-glukoz tutulumu gözlenmedi. Hasta lenfoma yönünden tam yanıtlı kabul edildi. Tutulmuş alan radyoterapisi uygulandı. RCC yönünden de takibe alındı. Sonuç: Çoklu primer tümör tanısı alan hastaların insidansı son yıllarda artmaktadır. Özellikle Non Hodgkin Lenfoma tanısı almış hastalarda RCC insidansının arttığına yönelik epidemiolojik veriler vardır. Ancak iki hastalık arasındaki ilişki bilinmemektedir. Ref No: P-55 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SENKRON BİLATERAL PRİMER MEME LENFOMASI: OLGU SUNUMU Cem Parlak, Ozan Cem Güler, Cem Önal, Erkan Topkan Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Adana Amaç: Primer meme lenfoması tüm meme tümörlerinin yaklaşık %0.04-0.5 ini, tüm lenfomalrın da %0.5 ten azını oluşturmaktadır. Genellikle unilateral görülmektedir, ancak çok nadiren de bilateral olabilir. Sistemik hastalık bulgusu olsun ya da olmasın, memede senkron bilateral lenfoma ise literatürde yalnızca bir kaç olgu sunumunda bildirilmiştir. Olgu: Kırk yaşında bayan hasta Mart 0 tarihinde ateş, kilo kaybı ve her iki memede kitle şikayetiyle kliniğimize başvurdu. Yapılan abdomen BT de batında retroperitoneal,parakaval, periportal en büyüğününkısaçapı mm ölçülen lenfadenomegaliler saptanmıştır. Hastanın çekilen PET-BT sinde her iki memede meme dokusunun tamamına yakın kısmını kaplayan lezyon ve ayrıca sol supraklavikuler bölgede, her iki aksillada, mediasten batın ve pelvik kesitlerde multipl lokalizasyonda en büyüğü 5 mm boyutunda ve en düşük SUV max değeri 7.8 olan multipl LAP ler tespit edilmiştir. Batın ve sol memedeki kitleden alınan biyopsiler CD0 pozitif, diffüz büyük B hücreli lenfoma olarak raporlanmıştır. 8 kür R-CHOP sonrası çekilen PET- BT de bilateral memedeki kitleler dışında tama yakın yanıt verdiği saptanan hastanın her iki memesine Gy fraksiyonlarda toplam 40 Gy eksternal RT almıştır. RT sonrası memede tam yanıt saptanan hastanın Temmuz 0 tarihli PET BT sinde meme lezyonları dahil başlangıç tutulum bölgelerinin tamamında progresif hastalık olarak değerlendirilince yüksek doz kemoterapi ve otolog kemik iliği nakli (KİT) programına alınmıştır. KİT sonrası tam remisyonda olan hastanın şu an aktif hastalığı bulunmamaktadır ve tanı sonrası 7 ayda remisyonda izlenmektedir. Sonuç: Lenfomanın meme tutulumu veya primer meme lenfoması diğer agresif lenfomalar gibi multimodaliter yöntemlerle tedavi edilmelidir. Sistemik tedavilerle hastalık remisyonda tutulmaya çalışılırken, RT ile de lokal control sağlanmaya çalışılmaktadır. Ancak diffüz tutulum olan hastalarda primer tedaviye dirençli ve/veya relaps durumunda otology KİT uygun bir tedavi seçeneğidir. Ref No: P-56 BORTEZOMİB KULLANİMİNA BAĞLİ CİLT DÖKÜNTÜSÜ: OLGU SUNUMU Mustafa Yıldırım, Tuğba Kökgil, Özlem Demirpence, Mehmet Mahfuz Şıkgenç 4, Zuhat Urakçı 5 Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Batman Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Dermatoloji, Batman Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Biyokimya, Batman 4 Özel Batman Dünya Hastanesi, iç Hastalıkları, Batman 5 Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Diyarbakır Amaç: Bortezomibin toksik etkileri genellikle hafiftir. diyare,bulantı, kabızlık gibi gastrointestinal semptomlar, yorgunluk,periferik nöropati, ve trombositopeni gibi yan etkiler görülebilir. Kutanöz yan etkiler az bilinen yan etkilerdir. Gerç ve Yöntem: Bu yazımızda mantle cell lenfoma nedeniyle üçüncü basmak tedavide Bortezomib kullanan hastamızda gelişen cilt döküntüsünün yönetimi güncel literatür eşliğinde tartışılacaktır. Bulgular: Bir yıl önce kilo kaybı şikayeti ile başvurduğu sağlık kurumunda 67 yaşında erkek hastaya evre 4 mantle cell lenfoma tanısı konulmuş. Hastaya 6 kür siklofosfamid 750 mg/m (D), doksorubisin 50 mg/m (D), vinkristin.4 mg /m (D), prednizon 00 mg /m (D-5), rituximab 75 mg /m (D) den oluşan CHOP-R kemoterapi protokolü uydulandı. Kemoterapi sonrası ikinci ayda nüks gelişmesi üzerine siklofosfamid 00 mg /m (gü defa D-), dok- 90 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER sorubisin 50 mg /m (D4), vincristine mg (D4, D) deksametazon 40 mg (D-4, D-4) den oluşan HyperCVAD protokolü bir kür uygulanabildi. Hasta kemoterpiyi tolere edemediğinden Bortezomib. mg /m (D,4,8,) ve deksametazon 0 mg (D,4,8,) oluşan kemoterapi protokolü başlandı. Hasta siklus Bortezomib içeren kemoterapi sonrası görüntüleme yöntemleri ile tam yanıtlı olarak değerlendirildi. Kemoterpinin devam edilmesi önerildi. Dördüncü kür. gün tedavisi sonrası vücudunda yaygın cilt döküntüsü olması üzerine hastanemize başvurdu. tespit edildi. Dermatolojik muayenesinde; gövdenin ve aksillar bölgenin her iki tarafında basmakla solan, sınırları belirgin olmayan, makülopapüler tarzda plaklar tespit edildi (Şekil -). Tedavide sistemik antihistaminik başlanıp deksametozon dozu 6 mg/gün e arttırıldı. Cilt lezyonları gerileyen hastanın takibi komplikasyonsuz devam etmektedir. Sonuç: Bortezomib en ciddi yan etkileri, nörotoksisite, trombositopeni, tedavi kesilmesine neden olabilen lökopenidir. Kutanöz yan etkileri genellikle hafiftir ve eritem, ödem, ürtiker,kaşıntılı döküntü, terleme, kuru cilt bu yan etkilerdendir. Bu hafif yan etkilerin yanında ciddi epidermal nekroliz gibi ölümle sonuçlanabilen yan etkilerde bildirilmiştir. Kutanöz toksisiteler çoğunlukla bortezomib tedavinin ilk döngüsü tamamlandıktan sonra, bir sonraki dozda görülür.fakat bir vakada tedavinin ilk döngüsünde rapor edilmiştir. Hastamızda ise literatüde bildirilen vakalara göre daha geç dönemde. Tedavi siklusu sonunda cilt toksitesi görülmüştür. Bortezomibin toksik etkileri nedeniyle oluşan deri bulguları gecikmiş aşırı duyarlılık, hücre-aracılı bağışıklık yanıtı, vasküler hasar ve kemoterapötik ajan tarafından doğrudan toksik reaksiyon yoluyla olabilmektedir. Subkutan Bortezomib uygulamasının intravenöz uygulamaya göre daha az cilt toksitesine yol açtığı bildirilmektedir. Deri döküntülerinin erken tanınması, son derece önemlidir, çünkü kortikosteroid ve antihistaminik verilerek kontrol altına alınabilir ve bortezomib tedavisinin kesilmesini önlenebilir. Giriş: Megakolon kolonun bir bölümünün veya tamamının anormal derecede dilatasyonudur. Dilatasyona sıklıkla barsağın peristaltizminin paralizisi eşlik eder. İleri olgularda feçes kolonda konsolide olarak fekalomlara neden olur. Megakolon akut veya kronik olablilir. Etyolojide en sık çocuklarda konjenital veya aganglionik megakolon izlenirken, erişkinlerde ilaçlar, infeksiyonlar, nörolojik, inflamatuvar ve metabolik nedenler yer almaktadır. Bir etken saptanamaz ise idipatik megakolon olarak tanımlanır. Erişkinde primer kolon lenfomasında lenfoma infiltrasyonuna bağlı megakolon bildirilmekle beraber megakolon ile prezente primer mide Non-Hodgkin lenfoma olgusu daha önce bildirilmemiştir. Olgu: Yetmiş beş yaşında kadın hasta son bir aydır devam eden karın ağrısı, büyük abdeste çıkamama şikayetleri ile kliniğimize başvurdu. Bulantı, kusma, ateş tarif etmiyordu. Özgeçmişinde belirgin bir hastalığı ve sürekli kullandığı bir ilacı yoktu. Sigara ve alkol kullanmamıştı. Kronik kabızlık nedeni ile herhangi bir laksatif veya başka bir medikasyon kullanmadığını belirtti. Fizik muayenede barsak sesleri duyulmadı, palpasyonla yaygın hassasiyet mevcuttu, hepatosplenemegali veya ele gelen kitle saptanmadı. Hemodinamisi stabil, ateşi normal bulundu. Ayakta direkt batın grafisinde mide gazı ile komşu kolon anslarında belirgin gaz ile distansiyon izlendi. Hava-sıvı seviyesi, serbest hava imajı yoktu. Lökositoz veya CRP yüksekliği saptanmadı. İntravenöz kontrastlı batın BT de akut patoloji düşünülmedi. Genel Cerrahi ile konsülte edildi. Lavman önerildi. Ancak hastanın karın ağrısı geçmedi, tekrarlanan ayakta direkt batın grafilerinde gaz devam etti. Gastroeneteroloji ile konsülte edilerek kolonoskopi yapıldı. Kolonoskopide splenik fleksuraya kadar rahat ilerlendiğini ancak sonrasında fekal tıkaç nedeni ile ileri geçilemediği belirtildi. Ayrıca barsakta peristaltizm izlenmedi. Oral laksatif hazırlığı sonrası oral-intravenöz kontrast madde ile tekrar batın BT çekilmesi önerildi. Oral laksatif (XM) sonrası defekasyona çıkmaya başladı ve BT oral-intravenöz kontrast verilerek çekildi. BT de megakolon ile uyumlu tüm kolon segmentlerinde dilatasyon saptandı, duvar kalınlığı normaldi, lümen içerisinde patoloji yoktu. Ancak mide duvarında lümene doğru uzanan korpus-fundusda yer alan kitle lezyon izlendi. Endoskopik biyopsisinde diffüz büyük B hücreli lenfoma ile uyumlu bulgular saptanarak, gerekli tetkikleri tamamlanarak tedavisine başlandı. Sonuç: Hasta kabul etmediği için kolonoskopik biyopsi yapılamamakla birlikte başka altta yatan etyolojik ajan veya durum bulunamaması megakolonun inflamatuar nöropatiye sekonder gelişen paraneoplastik bir sendrom olabileceğini akla getirmektedir. Paraneoplastik sendroma neden olan hastalığın tedavisi ile şikayetlerin gerilemesi beklenir. Ayrıca megakolon ile gelen olgularda tüm GİS segmentleri ayrıntılı olarak değerlendirilmelidir. HEMATOLOJİK MALİGNİTELER Ref No: P-57 MEGAKOLON İLE PREZENTE OLAN PRİMER MİDE NON-HODGKİN LENFOMASI Fatma Şen, Murat Kekilli, Serkan Öcal, İbrahim Yıldız, Leyla Kılıç, Öztürk Ateş Sağlık Bakanlığı, Hitit Üniversitesi, Çorum Eğitim Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Çorum Sağlık Bakanlığı, Hitit Üniversitesi, Çorum Eğitim Araştırma Hastanesi, Gastroentereoloji Kliniği, Çorum İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Şekil. Ref No: P-58 TİROİD KANSERİ SEYRİNDE VERİLEN RADYOAKTİF İYOT TEDAVİSİ (RAI) SONRASI GELİŞEN KRONİK MYELOSİTER LÖSEMİ (KML) Neyran Kertmen, Mustafa Erman, Evren Özdemir Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Giriş: Tiroid kanserlerinin farklı malignitelerle (meme kanseri,- renal hücreli kanser gibi) birlikteliği rapor edilmiştir.tiroid kanseri nedeniyle takip edilen bu olguda radyoaktif iyot (RAI) tedavisi sonrasında kronik myelositer lösemi (KML) gelişmiştir. Susesi Otel, Antalya 9

HEMATOLOJİK MALİGNİTELER POSTER BİLDİRİLER Vaka: 8 yaşında bayan hasta 006 senesinde tiroid nodülü nedeniyle opere edildi ve troid papiller kanser tanısı konuldu. Post op dönemde 00 mci RAI tedavisi verildi. Hasta L-tiroksin replasmanı ile izlenirken 008 deki iyot taramasında tutulum saptanması üzerine 50 mci RAI tedavisi daha verildi. RAI tedavisinden 9 ay sonra lökositozu gelişen hastanın (WBC:0.700), periferik yayması myeloproliferatif hastalık ile uyumluydu. Kemik iliği aspirasyon ve biopsisinde, megakaryositlerde artım gösteren hipersellüler kemik iliği saptandı. Kemik iliğinden gönderilen konvansiyonel sitogenetik tetkikinde Philadelphia kromozomu saptandi (46,XX, t(9;) (0 metafaz)). RT-PCR p(0) 880 kopya bulundu. Hastaya KML tanısı konularak Haziran 009 da imatinib tedavisi 400 mg/ gün başlandı. Tedavi sonrası 6. ayda moleküler tam remisyon gelişen hasta 44 aydır imatinib tedavisine devam etmektedir. Tiroid kanseri nedeniyle yapılan iyot taramaları negatif olarak saptanmıştır. Tartışma: Olgu tiroid kanseri takibi esnasında iki kez RAI tedavisi almıştır ve sonrasında KML gelişerek imatinib tedavisi başlanmıştır. Literatürde RAI tedavisine sekonder hematolojik malignite gelişimine dair veri bulunmamaktadır. RAI tedavisi alan hastaların hematolojik parametrelerinin yakın takibi uygun olacaktır. Ref No: P-59 MULTİPL MYELOMALI BİR VAKADA YÜKSEK DOZ KEMOTERAPİ ÖNCESİ KÖK HÜCRE MOBİLİZASYONU AMACIYLA FİLGRASTİM TEDAVİSİ SONRASI GELİŞEN KONTİNÜ ATEŞ Şükrü Özaydın, Mustafa Öztürk, Gökhan Özgür, Nuri Karadurmuş, Gökhan Erdem, Fikret Arpacı GATA Tıp Fakultesi, Tibbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara GATA Tıp Fakultesi, Hematoloji Bilim Dalı, Ankara Multipl myeloma ileri yaşlarda ortaya çıkan kemik iliğinde plazma hücresi artışı, litik kemik lezyonları hiperkalsemi anemi böbrek yetmezliği ve immunglobulin artışı ile seyreden bir hastalıktır. İnduksiyon tedavisi sonrası olgulara yüksek doz kemoterapi(ydkt) ve otolog kök hücre nakli(okhn) önerilmektedir. Filgrastim primer olarak febril nötropenide sekonder olarak ise %0 den fazla febril nötropeni riski olan kemoterapi rejimlerine ilave olarak kullanılmaktadır. Bunun dışında YDKT öncesi periferik kök hücre mobilizasyonu amacıyla da kullanılmaktadır. Vaka: 50 yaşında bayan hasta sırt ve bel ağrısı şikâyetleri üzerine yapılan tetkiklerde plazma hücresinin % olması, anemi, sedimentasyon yüksekliği, litik kemik lezyonları ve ımmunglobulin G seviyesinin yüksek olması üzerine hastaya multipl myeloma tanısı konuldu. 5 kür VAD ve kür bortezomib + prednizolon tedavisi sonrası parsiyel yanıt alınan hastaya OKHN planlandı. Periferik kök hücre mobilizasyonu amacıyla 0 mcg/kg/gün filgrastim tedavisi başlandı. Filgrastim tedavisi öncesi vucut sıcaklığı 6,5 olan hasta filgrastim uygulama sonrası birinci gün vucut sıcaklığı 7,5 ºC ikinci gün 7,4 ºC idi. Üçüncü günden itibaren vucut sıcaklığı 8 ºC üzerinde kontinyü ateş olarak seyretti. Hastanın fizik muayenesi normaldi. Kültür sonuçları negatif olarak sonuçlandı. Antipiretik kullanım sonrası ateş düşmesi gözlenmedi. Filgrastim kesilmesinin ardından vucut sıcaklığı 7,5 ºC ye, ertesi gün de 6,5 ºC ye geriledi. Hastaya 00mg/ m melfelan tedavisi sonrası kök hücre reinfüzyonu yapıldı. Lokosit değeri 00/mikroL değerine düşünce hastaya 5mcg/kg/günden filgrastim tedavisi uygulandı. Hastada filgrastim tedavisine bağlı kontinyu ateş gözlenmedi. +. gününde nötrofil engrafmanı gelişti. Sonuç: Filgrastimin ateş yapıcı tam olarak bilinmemesine rağmen ilacın farmakolojik etkisine bağlı gelişebilir. Filgrastim kullanımı sonrası kontinyu ateş geliştiği zaman hastanın dikkatle takip edilmesi gerekir. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Şekil. Filgrastim kullanım sonrası kontinyu ateş Ref No: P-50 NON HODGKİN LENFOMANIN TİROİD VE BİLATERAL SURRENAL GLAND TUTULUMU: OLGU SUNUMU Mustafa Kandaz, Zümrüt Bahat, Emine Canyılmaz, Gonca Uslu, Gülşen Pınar Soydemir, Lasif Serdar, Yahyahan Memiş, Özlem Aynacı, Aslı Şahbaz, Mehmet Sönmez, Savaş Karyağar KTÜ Tıp Fak. Rad. Onk. Bilim Dalı Trabzon KTÜ Tıp Fak. Hematoloji Bilim Dalı Trabzon Kanuni Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nükleer Tıp Bilim Dalı Trabzon 09.0.0 tarihinde yutkunma zorluğu şikayeti olan yaşındaki erkek hastaya tonsil biyopsisi uygulanmış ve yüksek malignite derecesinde B hücreli lenfoma tanısı konmuş. Çekilen PET- CT de (5.0.0) sol tonsil lojunda (SUVmax:.) ve tiroid bezi her iki lobunda (SUVmax:0.78) artmış FDG tutulumu izlenmiş. 6 kür R-CHOP kemoterapisi sonrası cevap değerlendirmesinde (.08.0) tiroid bezi her iki loba uyan lokalizasyonda (SUVmax:4.58) artmış FDG tutulumu izlenmiş ve tiroid biyopsisi yapılmış (B hücreli lenfoma). Hastaya kür Mabthera, kür R-DHAP kemoterapisi uygulanmış ve çekilen CT de (4.05.0) tiroid bezinde büyüğü sağda 7x6 cm boyutunda hipodens nodüller ve sol sürrenal bezde adenom dışı solid kitle lezyon (lenfoma tutulumu) izlenmiş. kür R-ICE ve kür MIED kemoterapisi alan hastaya 9..0 tarihinde OKİT yapılmış..0.0 tarihinde çekilen PET-CT de tiroid bezi sağ loba uyan lokalizasyonda (SUVmax:6.4) ve sağ adrenal beze uyan lokalizasyonda (SUVmax:4.06) artmış FDG tutulumu izlenmesi üzerine RT amaçlı kliniğimize yönlendirildi. Tiroid bölgesine 44Gy, sol surrenal bölgeye 0Gy ve sağ surrenal bölgeye 6Gy XRT uygulandı. Radyoterapi sonrası hasta takibe alındı. Ref No: P-5 T/NK HÜCRELİ LENFOMAYA SEKONDER PNÖMOPERİKARDİYUM OLGUSU Çağın Buldukoğlu, Yusuf Ziya Şener, Burak Aktaş, Taner Babacan, Furkan Sarıcı, İbrahim Petekkaya, Zafer Arık, Kadri Altundağ Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Amaç: T/NK hücreli lenfoma, periferik T hücreli lenfomaların bir alt grubu olup nodal ve extranodal formları mevcuttur. T/NK hücreli lenfomalar en sık extranodal tutulum gösterirler ve üst solunum yollarında yerleşirler. Üst solunum yolu dışında en sık yerleşim yeri ise gastrointestinal trakt olup, lenf nodu tutulumu genellikle sekonderdir. Agresif klinik gidiş gösteren T/NK hücreli lenfomalardan extranodal olanların prognozu daha kötüdür. 9 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Araç ve Gereçler: Bu vaka sunumumuzda T/NK hücreli lenfoma tanısı ile izlenirken pnömoperikardiyıum gelişen bir hastayı ele aldık. Bulgular: 007 de jejunum perforasyonu sonrası T/NK hücreli lenfoma tanısı alan 5 yaşındaki erkek hastanın PET/CT ve kemik iliği biyopsi sonrası evresi evre 4 kabul edildi. Hastaya 6 kür CHOP sonrası remisyonda izlenen hastanın dispeptik şikayetleri nedeni ile 0 yılında yapılan endoskopisinde midede diffüz lenfoma tutulumu saptandı ve hastaya kür CHOP ve sonrasında kür DHAP verildi. Aralık 0 de üst GİS kanama kliniği nedeni ile servise kabul edilen hastanın takibinde gelişen ateş ve takipnesi nedeni ile çekilen akciğer grafisinde insidental olarak pnömoperikardiyum saptandı. Çekilen toraks BT sinde mideden muhtemel lenfoma tutulumuna sekonder gastroperikardiyal fistül saptanan hastaya operasyona kadar stabil hemodinamik takip için Kardiyoloji tarafından perikard tüpü takıldı. Kalp damar cerrahisi tarafından opere edilen hasta post-op takibinde septik şoktan kaybedildi. Sonuç: T/NK hücreli lenfoma nedeni ile takip edilen hastalarda gelişen akut karın, pnömoperikardiyum, pnömotoraks gibi durumlarda T/NK hücreli lenfomaların invaziv seyri akla gelmelidir. HEMATOLOJİK MALİGNİTELER Susesi Otel, Antalya 9

ENDOKRİN SİSTEM KANSERLERİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-5 TİROİD KANSERLİ HASTALARDA RADYOTERAPİNİN YERİ: TEK MERKEZ DENEYİMİMİZ Şule Karaman, Rabia Nergiz Dağoğlu, Seden Küçüçük, Ahmet Karadeniz, Rasim Meral, Rian Dişci, Ethem Nezih Oral İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Radyasyon Onkolojisi Anabilim dalı İstanbul Tıp Fakültesi, Biyoistatistik Ana Bilim Dili Amaç: Retrospektif olarak tiroid kanseri tanısı almış hastalarda lokorejyonel kontrol(lk) ve sağkalım(sk) oranını etkileyen özellikleri belirlemek. Metod ve materyaller: Ocak 006- Aralık 0 tarihleri arasında enstitümüze 57 tiroid kanseri tanısı almış hasta tedavi için başvurdu. Eksternal radyoterapi (ERT) almayan üç hasta ve palyatif ERT alan 5 hasta SK ve LK analizlerine alınmadı. Hastaların ortalama takip süresi 7 aydı(4-7). Bulgular: LK 45 yaş üstü, anaplastik tiroid kanserli(atk), ve cerrahi sınır pozitif hastalarda anlamlı olarak düşük bulundu(p=0.0, p=0.0ve p=0.05). Tek değişkenli analizlerde, üç yıllık hastalıksız sağkalım (HSK) ATK inde, diferansiye tiroid kanserinde(dtk), medüller tiroid kanserinde(mtk) sırasıyla 0%, 57%, 6%(p<00), 45 yaş altı ve 45 yaş üstü için 69%, 5%(p=0.06), < T4 ve T4 tümörler için 6,5%, 5%(p=0.05) ve nedene yönelik sağ kalım(sk) ATC, DTC, MTC için 0%, 56%, 67%(p<00) bulundu. Cox multipl regresyon analizleri yaş, histoloji, ERT öncesi rekürrens HSK ve nedene yönelik SK için istatistiksel anlamlı fark gösteren faktörlerdir. Sonuç: Tiroid kanserinde radyoterapinin rolü tartışmalıdır. Bizim sonuçlarımız tiroid kanserinde eksternal radyoterapinin bugüne kadar bildirilen datasını desteklemekte ve genişletmektedir. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Tablo. Lokal kontrol, hastalıksız sağkalım ve genel sağkalım için univariet analizler Özellikler LK n LK %(n) LK (p) ortalama HSK SK % HSK p GSK % yaş <45 0 00(0) 0.0 4,±7.6 69 0.06 64 >45 7 7 (0) 7.5±6.06 5 8 cinsiyet Kadın erkek Histoloji DTK ATK MTK RT öncesi rekürren hastalık Hayır Evet RT öncesi cerrahi Hayır Evet T <=T >T4 N No Na Nb M Mo M Ekstratiroidal hastalık Var yok Cerrahi sınır pozitif Negatif RAIU Var yok KT Var yok 6 7 9 4 9 8 5 5 5 7 4 5 9 5 9 8 9 8 57() 50 (8) 65 () () 7 (8) 58(4) 46 (6) 44(4) 57(8) 75(9) 44() 60() 7() 5(6) 5(7) 75() 5() 67(6) 4(9) 7() 44(4) 57(6) 44(4) 57(6) NS 4,±7, 8,±5,6 0.0 5,7 ±6, 5, ±, 4,4 ±0 NS 45,6±6,6 8,±5,6 NS,8±5, 40,6±6 0.07 40,4 ±7, 6,6 ±6, 0.08 4,8±4,6 44,±0,6 7,6±8 NS 8,8±5,7 6,8±7, NS,6 ±5, 45,5 ±8,6 0.05,6 ±5, 45,5 ±8,6 NS,8±6,8 9,±6 NS 0,7±5,8 4,7±6,4 5 57 0 6 59 48 6.5 5 60 5 8 4 58 5 57 48 54 NS 54 <0.00 56 0 67 0.07 57 0 NS 0 50 0.05 6 7 NS NS 5 60 8 46 56 0.08 8 55 NS 48 NS 5 GSK p 0.06 NS <0.00 O.O8 NS NS NS NS NS NS NS Şekil. IMRT tekniği ile ışınlanan bir hasta Tablo. Lokal kontrol ve genel sağkalım için Multivariet analizler Multivariet HSK OR Multivariet GSKOR Yaş <=45 >45 6.4(.4-8.9) p P=0.06 9 (.7-49.5)s P P= 0.00 Histoloji DTK ATK MTK RT öncesi rekürren hastalık Yok Var RAU Yok Var KT Yok Var 4.8(.7-60).0 (0.6-6.8) P=0.0 6.(.8-0.7) P=0.004 5(.-07).(0.-7.) p<0.00.9(.5-67.7) P=0.00 7.5(0.8-6.) P=0.07 4.6(0.9-.5) P=0.060 Şekil. IMRT tekniği ile işinlanan hastanın izodozu Ref No: P-5 GASTROENTEROPANKREATİK NÖROENDOKRİN TUMOR (GEP-NET) OLGULARINDA SERUM KROMOGRANİN A SONUÇLARIMIZ İbrahim Yıldız, Serkan Keskin, Rumeysa Ciftci, Leyla Kilic, Nuri Faruk Aykan İstanbul Universitesi, Onkoloji Enstitüsü, Tibbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Giriş: Kromogranin A (CgA) nöro-endokrin hücrelerin veziküllerinden sekrete edilen proteinlerdir. Serum kromogranin A düzeyleri 94 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER iyi diferansiye metastatik nöroendokrin tumörlerde tedavi sırasında giderek artan önemde kullanılmaktadır. Materyal-Metod: GEP-NET tanısı (grade, ) almış olguda serum kromogranin A (CgA) düzeyleri (ELİSA yöntemiyle) değerlendirildi. Bulgular: Hastalardan 0 si lokal ileri ya da metastatik evrede idi. hastada tedavi süresince CgA ardışık olarak bakıldı. Bu hastalardan başlangıçta serum CgA düzeyleri yüksek olan 7 hastanın 6 sında tek başına uzun etkili octreotid (Sandostatin LAR 0 mg/ayda bir) tedavisi ile değerlerde düşme saptandı. Radyolojik olarak bu hastaların hemen hepsinde stabil hastalık veya minimal yanıt mevcuttu. Tedavi altındaki hastada ise takiplerde yükselme oldu. Diğer 5 hastanın (4 ü metastatik, tanesi post operatif dönemde hastalıksız) CgA düzeyleri normaldi. Kalan 0 hastada ise tek ölçüm yapıldı ve 6 sında CgA düzeyleri yüksekti. CgA değeri yüksek olan hastalardan birinde kitle rezeksiyonu ve lenfadenektomi yapıldı. Patolojisinde adet lenf nodunda nöroendokrin tümor metastazı saptandı. Fakat cerrahi sonrası sistemik taramasında gösterilebilir hastalığı yoktu. Diğerleri ise lokal ileri yada metastatik evredeydi. Kalan 4 hastada CgA normaldi. Özetle olgularımızda metastatik yada lokal ileri evrede olan 0 hastanın sinde (%60) oranında CgA yüksekliği mevcuttu. Sonuç: FDA onaylı bir test olmamasına rağmen serum CgA, iyi diferansiye metastatik nöroendokrin tumörlerde tedavi öncesi ve takibinde NCCN de kategori düzeyinde önerilmektedir. Oktreoid LAR tedavisi (%0 civarında antiproliferatif etkisi olsada) beklenildiği gibi radyolojik olarak objektif bir tümör yanıtı oluşturmamakta, ancak ardışık ölçümlerde biyokimyasal olarak CgA düzeylerinde düşme sağlamaktadır. GEP-NET li hastaların takibinde CgA nın biyolojik bir belirteç olarak yararlı olduğu görülmektedir. BT de sağ submandibuler bölgede parafaringeal alanda 45x5x8 mm boyutlarında kistik lezyon öncelikle ikinci brankial yarık kisti ile uyumlu olarak değerlendirilmiştir. Sözü edilen kistik kitle, brankial yarık kisti ön tanısı ile eksize edilmiştir. Eksizyon materyali, 9 gram ağırlığında, boyutları 5xx cm olan, dıştan fluktuasyon veren, kapsüllü görünümdedir. Kesitlerde, içinden sıvı boşalmıştır. Kist yüzeyi kirli beyaz renkte, kist duvarı cidari nitelikte olup duvarda yer yer belli belirsiz mm boyutlarda kist lümenine doğru protrüde olmuş yapılar izlenmiştir. H&E kesitlerde kistik yapının Papiller Karsinom morfolojisinde olduğu görülmüştür (Şekil). Bazı örneklerde asidofilik homojen görünümde kolloidin varlığı dikkati çekmiştir (Şekil). İHK yöntemle kisti döşeyen ve papiller yapıları oluşturan hücrelerin CK9 (+) olduğu saptanmıştır. Olgu Tiroid Papiller Karsinom olarak değerlendirilmiştir. Bu görünümün boyun yumuşak dokuda Tiroid Papiller Karsinom Metastazı nı yada boyun lateral yerleşimli ektopik bir tiroid dokusunda gelişmiş Primer Tiroid Papiller Karsinomu nu temsil ediyor olabilir. Bu nedenle hastaya uygulanan tiroid USG de parenkim heterojen niteliktedir ve yer kaplayan solid yada kistik oluşum saptanmamıştır. Tiroid sintigrafisinde ise tiroiditi düşündüren bulgular izlenmiştir. Boyun MR da sağ hiyoid kemik komşu düzeyinde parafaringeal yağ planları arasında 4x0 mm boyutlu kistik natürde kitle lezyonu, hastanın geçirilmiş operasyonuna ait rezidü yada rekürrens lehine değerlendirilmiştir.tiroid papiller mikrokarsinomların da metastaz olasılığı nedeniyle total tiroidektomi ve boyun diseksiyonu uygulanmasına karar verilmiştir. Sonuç: Tiroid dışı boyun bölgesi gibi bir lokalizasyonda tiroid papiller karsinomu saptandığında brankial yarık kisti dahil ektopik tiroid dokusundan gelişim yada primer tiroid papiller karsinomundan metastaz olasılığı değerlendirilmelidir. ENDOKRİN SİSTEM KANSERLERİ Tablo. GEP-NET olgularında CgA düzeyleri hastada ardışık ölçüm 0 hastada tek ölçüm 7 hastada CgA düzeyinde artma -6 sında tedaviyle değerlerde azalma 5 hastada CgA düzeyi normal - hasta post op dönemde 6 hastada CgA düzeyinde artma - hasta post op, nod pozitif 4 hastada CgA normal hastanın 0 si lokal ileri yada metastatik evredeydi, diğer hastada R0 rezeksiyon yapılmış (birinde patolojik bölgesel lef nodu metaztazı saptandı), post operatif evrelemede her iki hastada gösterilebilir hastalık yoktu. Ref No: P-54 DİAGNOSTİK TUZAK: BOYUN LATERALİNDE TİROİD PAPİLLER KARSİNOMU (EKTOPİK TİROİD DOKUSUNDA PRİMER PAPİLLER KARSİNOM YADA TİROİD PAPİLLER KARSİNOM METASTAZI?) Şekil. Kist duvarından başlayarak lümene protrüde omuş papiller yapılar. Şekil no: 586 Nuket Eliyatkın, Enver Vardar, Senem Deniz, Filiz Gülüstan, Levent Olgun İzmir Bozyaka EAH, Patoloji Bölümü, İzmir İzmir Boyaka EAH, KBB Bölümü, İzmir Giriş: Tiroid dışı lokalizasyonda görülen papiller karsinomlar, ektopik tiroid dokusundan gelişmiş primer bir tümörü yada mikropapiller varyanlar da dahil olmak üzere tiroidin papiller karsinomlarından metastazı temsil edebilir. Rutin patolojik değerlendirme materyallerinde brankial yarık kistleri yada tiroglossal duktus kisti yaygın olarak görülmesine rağmen, tiroid papiller karsinomların bu gibi lokalizasyonlarda görülmesi nadirdir. Biz 4 yaşında erkek hastada boyun sağ tarafında kist yapısı içinde Tiroid Papiller Karsinom olgusunu sunuyoruz. Olgu: 4 yaşında hasta, yaklaşık son iki aydır sağ boyunda şişlik şikayeti mevcut. Boyun USG de, sağ submandibuler bölgede 45x mm boyutlarında, düzgün kontürlü, kistik görünümde lezyon izlenmiş ve kistik lenfoadenopati şüphesi olarak yorumlanmıştır. Boyun Şekil. Kolloid içeren folikül yapılarından zengin papiller yapılar. Şekil no: 587 Susesi Otel, Antalya 95

PEDİYATRİK TÜMÖRLER POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-55 ASETİL-L-KARNİTİNİN DENEYSEL DOKSORUBİSİN KARDİYOTOKSİSİTESİNE KARŞI KORUYUCU ETKİLERİ Hatice Adıgüzel, Zekiye Altun, Efsun Kolatan, Safiye Aktaş, Müge Kiray 4, Osman Yılmaz, Alper Bağrıyanık 4, Mustafa Kır, Dilek İnce, Kamer Mutafoğlu, Nur Olgun Dokuz Eylül Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Laboratuar Hayvanları Bilimi Anabilim Dalı, İzmir 4 Dokuz Eylül Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji-Embriyoloji Anabilim Dalı, İzmir Amaç: Antrasiklin grubu kemoterapötikler çocukluk çağı kanserlerinde yüksek anti-kanserojenik etkinliklerine karşın kardiyotoksik yan etkileri istenen tedavi dozuna ulaşmayı kısıtlamaktadır. Asetil-L-karnitin (ALCAR), yağasitleri ve açilkoa nın toksik birikimini engellemekte, mitokondrilere enerji üretimi için asetil-koa sağlamaktadır. ALCAR ın güçlü nöroprotektif ve anti-apoptotik özellikleri bilinmektedir. Bu çalışmada akut doksorubisin toksisitesi geliştirilmiş ratlarda EKO ölçümleri ve ultrastruktürel olarak Asetil- L-Karnitinin doksorubisin kardiyotoksisitesini önleyici etkisinin olup olmadığı değerlendirilmiştir. Gereç-Yöntem: Çalışmada 80-0g wistar albino erkek sıçanlar kontrol, doksorubisin, ALCAR ve ALCAR+doksorubisin olarak dört gruba ayrıldı. Kardiyak fonksiyonlar uygulama öncesi ve sonrası ekokardiyografi ile ejeksiyon fraksiyon (EF) ları değerlendirildi. Yapısal düzeydeki değişiklikler H&E ve masson trikrom boyamaları ve elektron mikroskobik olarak incelendi. Apoptoz, TUNEL ve kaspaz- immünohistokimyasal boyamaları ile değerlendirildi. Veriler istatistiksel olarak SPSS 5.0 programı ile ANOVA, Tukey ve nonparametrik durumlarda Kruskal-Wallis testleri ile p<0.05 istatistiksel anlamlılık düzeyinde değerlendirildi. Bulgular: Ekokardiyografide doksorubisinin EF değerlerini istatistiksel olarak anlamlı şekilde azalttığı, tek başına ALCAR uygulamasının ise tam tersine EF değerlerini arttırdığı saptandı(p<0.05). Doksorubisin öncesi ALCAR uygulamasının ise doksorubisinin meydana getirdiği kardiyak hasar ve EF düşüşünü önleyerek EF değerlerini başlangıç EF düzeylerinde tuttuğu belirlendi. Histopatolojik ve elektron mikroskobik incelemeler doksorubisin uygulamasının sadece fonksiyonel değil yapısal anlamda da kardiyak hasar meydana getirdiğini, doksorubisin uygulaması öncesinde ALCAR uygulamasının bu hasarı azalttığını göstermektedir. Doksorubisin kardiyotoksisitesinin mekanizmalarından biri olan apoptoz değerlendirildiğinde hem TUNEL hem de kaspaz- boyamalarında doksorubisinin anlamlı şekilde apoptozisi indüklediği ve kardiyak hücre ölümüne yol açtığı, doksorubisin uygulaması öncesinde ALCAR uygulanmasının ise bu indüklemeyi anlamlı şekilde azalttığı görülmüştür (p<0.05). Sonuç: Doksorubisin kardiyotoksisitesi pediatrik onkolojide önemli problemlerden biridir. Çalışmamız doksorubisin öncesinde ALCAR uygulamasının doksorubisinin meydana getirdiği kardiyak hasarı hem yapısal hem de fonksiyonel düzeyde önleyerek doksorubisinin yan etkilerini azaltabileceğini ya da ortadan kaldırabileceğini göstermektedir. Asetil-L-karnitinin özellikle pediatrik kanserlerin tedavisinde doksorubisin kullanılan deneysel tumör modellerinde doksorubisin etkinliğini bozmadan kardiyotoksisiteyi önleyip önleyemeyeceği in-vivo olarak incelenmelidir. Asetil-L-karnitin doksorubisin kardiyotoksisitesine karşı koruyucu/önleyici etki göstermektedir. Ref No: P-56 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ ON YAŞ ALTINDA TANI ALAN OSTEOSARKOMLU HASTALARIMIZIN DEĞERLENDİRİLMESİ Nilgün Kurucu, Neriman Sarı, İnci Ergurhan İlhan A.Y. Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Amaç: Osteosarkom en sık görülen malign kemik tümörüdür. Hastaların çoğu adolesan ve genç erişkin yaşta tanı almakta olup on yaş altında nadirdir. Bu çalışmada, 0 yaş altında tanı alan osteosarkom olgularının klinik özellikleri ve yaşam hızları açısından daha büyük yaştaki hastalardan farlılık gösterip göstermediğinin araştırılması amaçlandı. Hastalar ve Yöntem: Aralık 99- Aralık 0 tarihleri arasında osteosarkom tanısı alan -0 yaş arasındaki 8 hasta değerlendirildi. Ortanca yaş olup 6 hasta (%9.6) 0 yaş altında tanı almıştı. Bu hastalarda tümörün yerleşimi, evresi, boyutu, histopatolojik tipi, yaşam hızları değerlendirilerek 0 ve üzeri yaştaki olgularla karşılaştırıldı. Bulgular: On yaş altındaki 6 hastanın yaş ortalaması 7.6±.5 (.9-9.7) yıl olup i erkek, 5 i kızdı. Şikayetlerin başlangıcından tanıya kadar geçen süre 0 yaş altındaki olgularda, büyük çocuklara kıyasla daha kısa bulundu (.04±.6 ay vs 4.6±.4 ay; p=0.05). Tümör olguların %8 ünde alt ekstremite uzun kemiklerinden (7 femur, 0 tibia, 4 fibula) köken almakta olup ünde humerus, inde ulna ve hastada pelvis yerleşimliydi. Tümör volumu 0 cm ile 60 cm arasında değişmekteydi. Histopatolojik tanı 7hastada (%75) osteoblastik, sinde (%5.6) kondroblastik, sinde küçük hücreli (%5.6) tipteydi. Hastaların %6.7 sinde tanıda metastaz saptanmış olup bunların %8 i akciğerdeydi. On yaş ve üzerindeki hastalarla karşılaştırıldığında cinsiyet, histopatolojik tip, tümör boyutu, evre, metastaz sıklığı açısından farklılık saptanmadı. Hastaların %70 i cisplatin, adriamisin ve yüksek doz metotreksat içeren kemoterapi protokolu almıştı. On yaş altındaki çocukların %86 ında, daha büyük çocukların %89 da cerrahi tedavi uygulanmış olup, amputasyon oranları arasındaki fark istatistiki olarak anlamlı değildi (67.7% vs 49.6%, p: 0.07). Ortanca izlem süresi tüm hastalar için 0 ay, yaşayan 99 hasta için 68 ay olup beş yıllık genel ve olaysız yaşam hızları on yaş altındaki hastalar için %4 ve %8, daha büyük çocuklar için %56 ve %50 olarak bulundu (p:0.08 ve p: 0.6). Sonuç: Osteosarkom insidansı 0 yaş altında milyonda 8.7 iken 0 yaş altında milyonda ün altına düşmektedir. Küçük yaş grubunda bazı klinik özelliklerin farklılık gösterdiğini ve prognozun daha iyi olduğunu bildiren çalışmaların yanısıra karşıt bulgular içeren yayınlar da mevcuttur. Bizim çalışmamızda ise 0 yaş altı ve üstü grubun hem klinik özellikleri ve hem de yaşam hızları arasında fark bulunmadığı belirlenmiştir. Ref No: P-57 RETİNOBLASTOMDA İNTRAARTERYEL MELFALAN UYGULAMASI: HACETTEPE DENEYİMİ Canan Akyüz, Hilal Şen, Hayyam Kıratlı, Süheyla Ocak Yıldırım, Berçin Tarlan, Şafak Parlak, Burça Aydın, Işıl Saatçi Çekirge Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Göz Hastalıkları Anabilim Dalı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Amaç: Retinoblastomda sistemik kemoterapi (KT) yan etkilerinden korunmak ve tümör kontrolünü artırmak için kemoterapötik ajanların lokal kullanımı gündemdedir. Bu çalışmada; oftalmik artere intraarteryel melfalan (İAKT) uygulamasının etkinlik ve güvenilirliğinin araştırılması amaçlandı. 96 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Metod: Bölümümüzde Ocak 0 Ocak 0 tarihleri arasında İAKT verilen hastaların bulguları ve tedaviye yanıtları değerlendirildi. Bulgular: Tanı yaşları -0 ay arasında değişen (median 8 ay) hastanın (E/K=8/4) 40 gözü çalışmaya alındı. 40 göze -4 arası değişen toplam 79 kür İAKT verildi. 0 göze 5-6 kür arası değişen sayıda sistemik kemoterapi sonrası relaps veya yanıtsızlık durumunda İAKT verildi, 0 göze ise tanı anında ilk tedavi olarak İAKT verildi. Tanı anı evrelemesinde 6 gözde grup, gözde grup, 9 gözde grup, 5 gözde grup 4 ve 6 gözde grup 5 tümör mevcuttu. Tanı anında İAKT alanların %50 si ve sistemik KT alanların %55 inde tümör grubu 4 ve 5 idi. Gözlerin 0 sinde (%50) remisyon, 0 unda stabil hastalık (%5) ve 0 unda (%5) ise progresyon görüldü. Progresyon görülen gözlerin 8 ine (biri tanı anında İAKT alan, 7 si tanı anında sistemik KT alan) enükleasyon yapıldı, ikisi halen sistemik KT alıyor. Ortanca 8.5 ay (.-. ay) takip süresi sonunda tüm hastalar hayatta idi. Tüm grupta İAKT sonrası enükleasyonsuz sağkalım (EnFS) %65 idi (tanı anında İAKT alan grupta %90 ve tanı anında sistemik KT alan grupta %56). Ortanca enükleasyonsuz sağkalım süresi 7. ay idi. Girişime bağlı komplikasyon olarak; hastada oftalmik arter oklüzyonu, 4 hastada kateter giriş yerinde hematom ve buna bağlı transfüzyon ihtiyacı oldu. İAKT ilişkili sitopeni görülmedi. Sonuç: Serimizdeki hastaların %75 inin bir veya fazla seri KT almış olmasına rağmen ortanca yıllık sürede izlenen %56 EnFS umut vericidir. İAKT uygulaması relaps ve yanıtsızlık durumunda kullanılabileceği gibi tanı anında birincil tedavi olarak da etkin ve güvenilir şekilde kullanılabilir. Kısa takip süresi nedeniyle sonuçlar ihtiyatla değerlendirilmelidir. Hastalar muayene bulguları ile yakın izlenmeli, rekürrens durumunda sistemik kemoterapi veya enükleasyon geciktirilmemelidir. Ref No: P-58 TEK MERKEZDE GENÇ ADOLESAN ÇAĞDA GÖRÜLEN TİROİD KANSERLİ OLGULAR Emel Ünal, Nurdan Taçyıldız, Gülsan Yavuz, Gülşah Tanyıldız, Handan Dinçaslan, Merih Berberoğlu, Zeynep Şıklar, Aydın Yağmurlu, Esra Erden 4, Sibel Perçinel 4, Metin Kır 5 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Endokrinoloji Bilim Dalı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı 4 Ankara Üniveristesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı 5 Ankara Üniveristesi Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı Nisan 986 deki Çernobil nükleer kazasından sonra çocukluk yaş grubunda diferansiye tiroid kanserlerinin insidansı dramatik olarak artmıştır.yoğun olarak kontamine bölgelerde 9 kata varan artışlar bildirilmiştir,ancak kontamine olmadığı bilinen İngiltere,Galler bölgesi,isveç,norveç,danimarka ve ABD nin bazı bölgelerinde de artış bildirilmektedir.nodüler guatr çocukluk çağında sıklıkla görülebilen ve özellikle malignite açısından dikkatli ayırıcı tanıya gidilmesi gereken bir sorundur.tiroid nodüllerinin kanser olma riski %5-0 arasında bildirilmektedir. Kanser riski, aile öyküsü, boyuna ışınlama,tiroid USG de belirleyici özellikler varlığı ve klinik bulgular ile birlikte ortaya konmaktadır.guatr tanısı ile izlenen,nodüler guatr saptanan olguların malignite gelişimi yönünden riskli olduğu,yakın takip edilmesi gerektiği bir gerçektir.ailede tiroid kanseri varlığı ve radyoterapi öyküsü önemli iken,usg ve Doppler incelemede miks yapı,hipoekoik görünüm,düzensiz kenar,mikrokalsifikasyon varlığı ve laboratuvarda tiroglobulin yüksekliği nodülün malign olma olasılığını akla getirmelidir.tiroid kanserlerinde en sık başvuru nedeni tiroidde nodül ve servikal lenfadenopatidir.kliniğimizde 990-Şubat 0 yılları arasında takipli toplam 0 tiroid karsinomu olgusunun 4 ü kız,6 sı erkek olup tanı yaşı 5.9 ±.yıldır.olgulardan biri HL nedeniyle boyun bölgesine,diğeri ALL tanısıyla kraniyal profilaktik ışın almıştır. Onbir olgu papiller tiroid karsinomu,7 si papiller tiroid varyant, i folliküler, i medüller tiroid karsinomu tanısı ile izlenmektedir.tiroid kanseri saptanan olguların ünde nodül boyutu 0 mm.nin altında,nodülde kalsifikasyon olguda,damarlanma artışı 5 olguda belirlendi.tiroid karsinomu olgularının 4 ü multinodül zemininden gelişmiştir, olguda heriki lobda da nodül saptanırken diğer olgularda tek lob veya istmus yerleşimli nodüller söz konusudur.antitiroglobulin 5 olguda,antitpo olguda pozitif saptandı. Bir olguda lenf nodu metastazı, bir olguda da akciğer metastazı vardı. Metastatik olgu ile medüller tiroid karsinomu olan olguda, moleküler B-RAF mutasyonu araştırılarak, RAİ ablasyon tedavisi dışında, rekürrensi önlemek amacıyla hedefe yönelik tedavi seçeneklerinden Sorafenib eklenmesi planlandı. Cerrahi sonrası olguda hipoparatiroidi gelişirken birer olguda hipotiroidi,ses kısıklığı gözlendi. Toplam 0 olguya RAI tedavisi başlanıldı.tiroid kanserli çocuklarda optimal tedavi halen tartışmalıdır.total tiroidektomi yanında lenf bezi tutulumu varsa modifiye boyun diseksiyonu ardından sintigrafi sonuçlarına göre dozu belirlenen RAI tedavisi,tiroid hormon replasmanı idamesi en uygun yaklaşımdır.geniş cerrahi uygulanması hastalıksız yaşam süresini uzatmakta,rai etkinliğini arttırmakta,rekürrensin saptanmasında htg düzeyinin monitorizasyonunu mümkün kılmaktadır.çocukluk çağı diferansiye tiroid karsinomlarında tanı sırasında lokal yayılım ve metastaz sık saptanmasına karşın prognoz oldukça iyidir,0 yıllık yaşam şansı %90 lara varmaktadır. Ref No: P-59 NÖROFİBROMATOSİS TİP VE KANSER İLİŞKİSİNE MOLEKÜLER YAKLAŞIM Duygu Dursun, Safiye Aktaş, Pınar Erçetin, Zekiye Altun, Nur Olgun Dokuz Eylül Ünüversitesi Onkoloji Enstitüsü Amaç: Nörofibromatozis Tip (NF ), çeşitli fenotiplere sahip, sık görülen otozomal dominant genetik bir hastalıktır. NF olgularında nörofibromların yanı sıra lösemi, yumuşak doku tümörleri, beyin tümörleri, nöroblastom gibi malign tümörler de gelişebilmektedir. Kanserin oluşmasında en önemli nedenlerden biri de DNA da meydana gelmiş olan hatanın düzeltilememesidir. Bu durum DNA tamir genlerinin doğru çalışmamasından kaynaklanır. Bu amaç doğrultusunda DNA tamir genlerindeki ekspresyon artış ve azalışlarını karşılaştırarak analiz etmeyi amaçladık. Bu çalışmada; NF olguları arasında malignite gözlenen iki olguyu (rabdomiyosarkom (RMS), meme kanseri) DNA tamir genleri ekspresyonu yönünden malignite görülmeyen NF olguları ve normal kontrol olguları ile NF ilişkili olmayan rabdomiyosarkom olgularını karşılaştırarak değerlendirdik. Materyal-Metod: Gönüllü olur formu imzalatılan her bir olgudan periferik kandan mononükleer hücre izolasyonu (PBMC) yapıldı. Bu aşamada alınan kanlar bekletilmeden direkt olarak çalışıldı. Elde edilen mononükleer hücreler öncelikle azotta kısa bir süre şoklandıktan sonra -80 C de saklandı. Mononükleer hücrelerden RNA izolasyonu yapılıp RNA miktarı ölçüldü. Yeterli miktarda RNA izolasyonu yapıldığı hesaplandıktan sonra cdna çevrimi gerçekleştirildi. Bu aşamadan sonra PAHS-04 array i kullanılarak 84 tane DNA tamir geninin ekspresyonu değerlendirildi. Bu değerlendirme çeşitli alt gruplarda farklı ya da benzer özellikler gerçekleştirilerek yapıldı. Değerlendirme SA Bioscience ın data analysis expression sayfasında yapılıp gen ekspresyon analizleri heat map ve clustergram ile desteklendi. T test tabanlı p değeri bu sitede değerlendirildi. Bulgular: RMS ve meme kanseri gelişen NF li olgu ile NF siz RMS olguları karşılaştırıldığında; ATM, CDK7, DDB, ERCC5, LIG, MLH, MUTYH, POLB, RAD5, RPA, SLK, XPA gen ekspresyonlarında artış gözlenmiştir. BRCA, BRCA, ERCC, ERCC8, MPG, NEIL, NTHL, PMS, RAD50, XAB, XRCC, XRCC6 genlerinin ekspresyonunda azalma gözlenmiştir (p<0.05, T test). NF li RMS olgusu ile NF siz RMS olguları karşılaştırıldığında PEDİYATRİK TÜMÖRLER Susesi Otel, Antalya 97

PEDİYATRİK TÜMÖRLER POSTER BİLDİRİLER DDB, MGMT, MLH, POLB, UNG, XPA genlerinin ekspresyonunda 0 kattan fazla artış gözlenmiştir. NF li meme kanseri gelişen olguda kansersiz NF olgularına göre ATR, CCNO, MLH, NEIL, NTHL, RAD8, RAD 5, XRCC, XRCC genlerinin ekspresyonunda artış gözlenirken, ATM, BRCA, BRCA, ERCC4, EXO, FEN, LIG, LIG, MPG, MREA, MSH, NEIL, PMS, POLD, RFC, SMUG, TDG, TOPB genlerinin ekspresyonunda azalma gözlenmiştir. Sonuç: NF e eşlik eden kanser olgularını belirlemede DNA onarım ilişkili genlerin artış ya da azalışları prediktif olabilir ve bu olguların takibinde klinisyenlerle birlikte temel onkoloji araştırma ekiplerinin yer almasının yararlı olduğu sonucuna varılmıştır. Ref No: P-50 KANSERLİ ÇOCUKLARDA ATEŞLİ NÖTROPENİ ATAKLARINDA CİDDİ İNFEKSİYON RİSKİNİN BELİRLENMESİNDE KLİNİK VE İNFLAMATUVAR PARAMETRELERİN ÖNEMİ Funda Çorapcıoğlu, Deniz Güven Karakurt, Sema Büyükkapu Bay, Meriban Karadoğan, Esma Ulusoy Çakmak Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı Bu çalışmanın amacı, lösemi dışı kanserli çocuklarda ateşli nötropeni ataklarında ciddi infeksiyon komplikasyonu riski ve tedavi başarısı ile klinik ve inflamatuvar parametrelerin arasındaki ilişkinin araştırılmasıdır. Kocaeli Üniversitesi Çocuk Onkoloji Bilim Dalı nda ateşli nötropeni ölçütlerini tamamlayan lösemi dışı kanserli çocuklarda, başvuru anında klinik ve laboratuvar parametrelerin yanı sıra interlökin-6, interlökin-8, solubl tümör nekroz faktör reseptör II, solubl interlökin reseptör, prokalsitonin düzeyleri immunoenzimatik, C-reaktif protein ise nefelometrik yöntem ile ölçüldü. Ampirik tedavide başlanan piperasilin/tazobaktam monoterapisinin başarısı; modifikasyon varlığı, nötropeni, ateş, hastanede yatış, antibiyotik tedavi süreleri açısından değerlendirildi. İnflamatuvar sitokin düzeylerinin tedavi yanıt parametreleri üzerine etkisi araştırıldı. Bulgular: Çalışma kapsamında değerlendirilen, yaş ortalaması 7,96±5,5 yıl ( ay-7 yıl) olan kanserli çocuktaki 50 ateşli nötropeni atağının %0 u lenfoproliferatif tümörlü hastalarda görüldü. Atakların %48 inde MNS <=00/mm³ saptandı. Klinik infeksiyon odağı 0 atakta tanımlandı ve en sık tutulan bölge gastrointestinal sistemdi. Atakların % sinde infeksiyon etkeni mikrobiyolojik olarak gösterildi. Çalışma grubunda piperasilin/tazobaktam monoterapisi ile sağlanan modifikasyonsuz başarı %58 bulundu. Tüm grupta ortalama ateş kontrol, antibiyotik kullanım, yatış süreleri sırasıyla, [,±,8 (-6)], [0,5±,5 (5-4)], [8,5±5,4 (-6)] gündü ve tedavi modifikasyonu yapılanlarda [4,6±,9 (-6) gün], [0±4,47 (9-4) gün], [0±6,70 (4-6) gün] bu klinik parametreler belirgin olarak uzundu. İnflamatuvar sitokinlerden başvurudaki interlökin-6, interlökin-8, solubl tümör nekroz faktör reseptör II düzeylerinin, ateşi >= gün olan hastalarda yüksek olduğu ve çok değişkenli analizlerde bu sitokinlerin ateş kontrol süresi üzerinde belirleyici rol oynadığı saptandı. Diğer sitokinler ile ciddi bakteriyel komplikasyon riski ve tedavi başarısını gösteren parametreler arasında anlamlı bir ilişki saptanmadı. Sonuç: Başvuruda yüksek interlökin-6, interlökin-8, ve solubl tümör nekroz faktör reseptör II düzeyleri olan ateşli nötropenik kanserli çocuklarda, ateşin kontrol süresinin uzun olduğu saptanmıştır. Bu durum, özellikle mikrobiyolojik kanıtlı infeksiyon oranı düşük merkezlerde, mikrobiyolojik tanı yöntemleri için örneklerin ideal olarak sağlanamadığı kuşkusu varlığında inflamatuvar belirteçlerin klinik değerliliğini artıracaktır. Ref No: P-5 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ LANGERHANS HÜCRELİ HİSTİOSİTOZ: TEK MERKEZ DENEYİMİ Gülen Tüysüz, İnci Yıldız, Nihal Özdemir, Hilmi Apak, Sergülen Dervişoğlu, Metin Hallaç, İbrahim Adaletli 4, Murat Hız 5 İstanbul Üniversitesi Cerrrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Bilim Dalı İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı 4 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı 5 İstanbul Üniverstiesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Amaç: Bu çalışmada merkezimizde tanı alan ve takip edilen Langerhans hücreli histiyositoz (LCH) hastaları değerlendirilmiştir. Gereç-Yöntem: Merkezimizde 990-0 yılları arasında tedavi edilen LCH hastalarının dosyaları geriye dönük olarak incelenmiştir. Bulgular: Yirmiki yıllık takipte toplam 80 hastaya (56 erkek, 4 kız) LCH tanısı konuldu. Ortanca yaş,7 yaş ( ay-9 yaş) idi. Başvuru şikayetleri; lokal şişlik (n:6; %45), kemik ağrısı (n: 4; %0), döküntü (n: 6; %0), kulak akıntısı (n: 6; %8), polidipsi (n: 6; %8) idi. Hastalar tek sistem tek organ tutulum (n:8), tek sistem çoklu fokal tutulum (n:5), çoklu sistem düşük risk (n: ), çoklu sistem yüksek risk (n:6) olarak dört gruba ayrıldı. En sık tutulum bölgesi tek sistem tek organ tutulumunda (n:), tek sistem çoklu fokal tutulumda (n:4) ve çoklu sistem düşük risk grubunda (n:4) kemik idi. Çoklu sistem yüksek risk grubunda ise en sık tutulan organ karaciğer (n:4 idi. Tek sistem kemik tutulumu olan 4 olguya ve tek sistem çoklu kemik tutulumu olan 4 olguya küretaj-eksizyon yapıldı. Bu hastaların sadece inde lokal nüks oldu ve küretaj ile remisyon sağlandı. Üç olguya küretajla yeterli kontrol sağlanamadığından sonrasında sistemik kemoterapi verildi (prednizolone+etoposide). Bu hastalarda nüks saptanmadı. Tek kemik tutulumu olan 5 hasta lokal radyoterapi aldı. Bu hastaların ünde nüks saptandı ancak tedavi ile ( i sistemik kemoterapi, si lezyonun eksizyonu) hastaların tümü remisyona girdi. Lokal yumuşak doku tutulumu olan hastaların ünde lokal, inde intralezyonel steroid tedavisi ile remisyon sağlandı. Bu hastalarda nüks görülmedi. Bir hastada lezyon spontan regrese oldu. Sistemik tutulumu olan hastaların 7 sine prednizolon+vinblastin, üne prednizolone+vinblastine+etoposide, üne vinblastine+prednizolone+methotraxate tedavisi verildi. Bu hastaların sırasıyla 7 sinde, 4 ünde ve inde nüks saptandı. Düzenli kontrola gelen toplamda 70 hastanın 54 ünde tedavi ile remisyona girdikten sonra hastalık tekrarlamadı. Hastaların 6 sında (%) nüks saptandı. Bu hastaların 6 sında kez, 4 ünde kez ve sinde 4 kez nüks saptandı. Nüks olan hastaların sadece bir tanesi. nüksten sonra kaybedildi. Kalan hastalar (n:5) remisyonda ve düzenli takiptedir. Hastalardan çoklu sistem tutulumuna sahip 4 ü inisiyal tedavi aldığı dönemde hastalığın progresyonuna bağlı olarak kaybedildi. Bu hastalar sistemik tedaviye rağmen remisyona girmedi ve ortalama tanı tarihinden sonra ay içinde kaybedildi. Çoklu sistem düşük risk kabul edilen hasta ise kemoterapi altında progrese oldu, hiç remisyona girmedi ve kurtarma tedavisine rağmen tanıdan 4 ay sonra progrese hastalık nedeniyle kaybedildi. Sonuç: Langerhans hücreli histiositoz çoklu organ tutulumu yapabilen sürprizlerle dolu bir hastalık grubudur. Sistemik veya lokal tedavilere yanıt iyi olmakla birlikte %0-5 hastada nüks saptanabilir. 98 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-5 İLERİ EVRE NON-LENFOBLASTİK NON-HODGKİN LENFOMADA G/M METOTREKSAT 5 G/M KADAR ETKİLİ MİDİR? Rejin Kebudi, Ömer Görgün, Fatma Betül Çakır, İnci Ayan, Bülent Zülfikar, Öner Doğan 4 İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji-Onkoloji; İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji-Onkoloji, İstanbul İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, İstanbul 4 İstanbul Üniversitesi, Patoloji Anabilim Dalı, İstanbul Giriş: Non-Hodgkin lenfomada (NHL) BFM ve benzeri protokollerin kullanılmasıyla yaşam oranları anlamlı olarak artmıştır. Amaç: Merkezimizde takip edilen non-lenfoblastik NHL hastalarının demografik özelliklerini ve tedavi sonuçlarımızı ortaya koymayı amaçladık. Metod: 9/989-/0 tarihlerinde İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü nde takip edilmiş 06 çocuk (74 erkek, kız), retrospektif olarak incelendi. Enstitümüzde, 989-99 COMP kemoterapisi, 99-995 BFM 5g/m metotreksat (MTX) uygulanmış, yüksek evreli (III ve IV) grup da dahil olmak üzere 996 dan günümüze BFM g/m MTX uygulanmaktadır. Bulgular: Ortanca 8 yaşında (-9 yaş) olan histopatolojik olarak 8 Burkit ve Burkitt benzeri, 5 büyük hücreli hasta mevcuttu. Primer bölge karın n=5, mediasten n=4, baş-boyun n=, diğer yerler n=0 (kemik 8, meme, over, deri, paravertebral, diğer 4) şeklindeydi. Kemik iliği n=0 ve santral sinir sistemi tutulumu n= hastada mevcuttu. Evre I+II n=40, evre III n=44 ve evre IV n= hasta tedavi edildi. Hastaların 7 si toksisiteyle, 6 sı hastalığın ilerlemesiyle kaybedilmiştir. Tüm grubun 0-yıllık yaşam süresi ve olaysız sağ kalım süresi sırasıyla 76 ve 76.7 % bulundu. Evre I, II, III ve IV te sırasıyla yaşam süreleri 00, 94., 7. ve 50% idi. İleri evre (III+IV) hastalıkta 0-yıllık yaşam oranı BFM g/m MTX alan grupta (8%), COMP (46.7%) ve BFM 5 g/mmtx (44.4%) alanlara göre anlamlı derecede uzun bulundu (p<0.05). Burkit grubunun büyük hücreli hasta grubuyla karşılaştırmasında, 0-yıllık yaşam oranı gr/ m MTX alan grupta (78.5%), 5 gr/m (4.7%) ve COMP (40%) alan gruptan anlamlı derecede uzun bulundu (p<0.05). Toksik ölümler analiz dışı bırakıldığında, 0-yıllık yaşam oranı, gr/m alan grupta yine 5 gr/m ve COMP alan gruba göre anlamlı derecede üstün bulundu (sırasıyla 88%, 5.% ve 50.9%). Sonuç: Nonlenfoblastik lenfomada elde edilen yaşam oranları, gelişmiş ülkelerde erişilen yüksek değerlerler düzeyindedir. Modifiye BFM (g/m MTX) protokoluyla erişilen başarıda, bu grupta toksik ölümlerin daha az olmasının rolü vardır. MTX g/m kullanılan protokolle elde edilen yaşam oranları, üniversitemizin diğer bir merkezinde benzer tarihlerde 5 g/m MTX ile aldığı sonuçlarla benzerdir. Çalışmamızda kullanılan g/m MTX tedavisinin, 5 gr/m kadar etkin, daha az toksik ve daha ucuz olduğu düşünülmüştür. Ref No: P-5 NÖROBLASTOM VE MİKRORNA İLİŞKİSİ Kemal Ergin, Safiye Aktaş, Zekiye Altun, Gülden Dınız, Nur Olgun 4 Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Bilim Dalı, Aydın Dokuz Eylül Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Bilim Dalı, Izmir Dr Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Patoloji Bölümü, Izmir 4 Dokuz Eylül Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Izmir Giriş ve Amaç: Nöroblastom tüm çocukluk çağı kanserlerinin %8-0 undan sorumlu olan, adrenal medulla ya da sempatik nöronlardaki nöronal krest kökenli hücrelerin diferansiasyonun bozulmasına bağlı oluşan en sık rastlanan ekstrakraniyal çocukluk çağı tümörüdür. MikroRNA(miRNA) lar gen ekpresyonunun posttranskripsiyonel regülasyonunda önemli rol oynayan RNA lar olup küçük kodlayıcı olmayan RNA lardır. Bununla birlikte mirna lar proliferasyon ve diferansiasyon gibi birden çok fizyolojik işlemin regülasyonunda görev almaktadır. mirna nın disregülasyonu kanser dahil çeşitli hastalıkların patogenezinde rol oynamaktadır. Bu çalışmanın amacı; insan nöroblastom hücre hatlarında ve hasta dokularında mirna ekspresyon profilini saptamaktır. mirna ekspresyonları nöroblastom hastalarının klinikopatolojik ve moleküler özellikleri ile karşılaştırmak ve nöroblastomun patogenezi ve prognozu hakında yeni bilgiler elde edebilmektir. Gereç-Yöntem: Çalışma için gerekli etik kurul, onamlar ve yasal izinler alınmıştır. In vitro deney için iki hücre hattı kullanılmıştır: Kelly (N-Myc pozitif, agressif) ve SH-SY5Y (N-Myc negatif, iyi prognostik) insan nöroblastom hücre hatları. Hasta dokuları için ise Dr. Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim-Araştırma Hastanesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Pediatrik Onkoloji bölümlerinde tanı ve tedavi alan 6 Nöroblastoma hastasına ait adet dokular kullanılmıştır. Parafin bloklara gömülü nöroblastom biopsi örneklerinden mikrotom yardımı ile kesitler alınmıştır. Ardından hasta doku kesitlerinden ve hücre hatlarından kit yardımı ile total RNA izolasyonu yapılmıştır. Tüm örnekler için ayrı ayrı RNA kalitesi ve degradasyon oranı saptandıktan sonra herhangi bir sorun gözlenmeyen örnekler ile mikrorna mikroarray aşamasına geçilmiştir. Bununla birlikte mikroarray sonuçları ile hastaların kliniko-patolojik ve sağkalım özellikleri karşılaştırılmıştır. Bulgular: Çalışmamızda toplamda 4 nöroblastom örneğine ( Nöroblastom hastalarına ait ve adet nöroblastom hücre hattına) ait artan ve azalan mirna lar saptanmıştır. Sonuç: Hedefe yönelik tedaviler ve epigenetik terapiler günümüzdeki kanser tedavi stratejilerini değiştirmiştir. Gelecekte özellikle spesifik mikrorna ları hedefleyen tedavilerin gelişeceği öngörülmektedir. Çalışmamızda bu çalışmalara ışık tutması açısından nöroblastom hastalarına ait mikrorna profili çıkarılmıştır. Bununla birlikte yeni tedavilerin gelişebilmesi açısından bu alanda daha fazla çalışmaya ihtiyaç vardır. Ref No: P-54 DR. SAMİ ULUS KADIN DOĞUM, ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ ÇOCUK ONKOLOJİ KLİNİĞİNDE 985-0 YILLARI ARASINDA HODGKİN LENFOMASI TANISI ALAN 6 HASTANIN DEĞERLENDİRİLMESİ Ayşe Ceyda Ören, Ayşe Ulya Ertem, Sibel Akpınar Tekgündüz, Sonay İncesoy Özdemir, Ceyhun Bozkurt, Nazmiye Yüksel, Dilek Birgen, Eda Balkaya, Gürses Şahin Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Eğitim Ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Onkoloji Kliniği Amaç: Bu çalışmada, çocukluk çağı Hodgkin lenfomasının (HL) klinik ve laboratuvar özelliklerini belirlemek, bu özelliklerde yıllara bağlı değişimin olup olmadığını saptamak ve tedaviye verdikleri cevabı değerlendirerek bu cevabı etkileyen faktörleri tespit etmek amaçlanmıştır. Hastalar ve Yöntem: Nisan 985- Aralık 0 tarihleri arasında kliniğimizde HL tanısı alan 6 hasta dosyası geriye dönük olarak incelendi. Rye ve son yıllarda WHO sınıflandırmasına göre histopatolojik subtipleri belirlendi. Hastaların klinik ve radyolojik bulguları dikkate alınarak Ann Arbor evrelendirme sistemine göre klinik evrelendirmeleri yapıldı. Tüm hastalara kombine kemoterapi tedavi protokolü başlandı. Hastaların bir kısmına kemoterapiye (KT) ilaveten radyoterapi (RT) uygulandı. Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 8,5 olup erkek kız oranı,8 olarak belirlendi. En sık görülen histopatolojik subtip mikst sellüler (MC) (%47,) olup yıllar geçtikçe hastaların yaş ortalamasında ar- PEDİYATRİK TÜMÖRLER Susesi Otel, Antalya 99

PEDİYATRİK TÜMÖRLER POSTER BİLDİRİLER tış ile nodüler sklerozan (NS) histopatolojik subtip dağılımında ise anlamlı miktarda artma izlendi. B semptomlarının varlığı hastaların %40,6 sında saptandı. Hastaların %6, sında anemi, %, ünde lökositoz, %9,6 sında lenfopeni, %76,6 sında eritrosit sedimantasyon hızı (ESR) artışı ve %6,5 inde serum laktad dehidrogenaz düzeyinde yükseklik vardı. Hastaların %50, si erken, %49,8 i ileri evrede idi. Hastaların tüm sağkalım (OAS) ve olaysız sağkalım (EFS) oranları sırası ile %9, ve %8, olarak tespit edildi. Tutulan lenf nodu bölgesi miktarının, diyafragmanın her iki bölgesini de tutulmasının, mediastinal lenf nodu, dalak ve ekstranodal organ tutulumunun, tanı anında B semptomlarının varlığının, anemi, lökositoz ve lenfopeni mevcudiyetinin, ileri evrede ve lenfositten fakir histopatolojik subtipe sahip olmanın, EFS ve OAS oranlarını, ESR düzeyindeki yüksekliğin ise sadece EFS oranını anlamlı olarak olumsuz etkilediği tespit edildi. Tek başına kemoterapi (KT) alan hastalarla KT ile birlikte radyoterapi (RT) alan hastaların sağkalım oranları arasında anlamlı farklılık saptanmadı. Bu çalışmada, HL tanılı çocuk hastalarda tanı anında lökositoz ve lenfopeninin varlığının sağkalım oranlarını olumsuz yönde etkileyen faktörler olduğu yapılan çok değişkenli analizlerle gösterildi. Sonuçlar: Nodüler sklerozan histopatolojik subtipinin kliniğimizde yıllar ilerledikçe artan oranlarda saptanmasının yurdumuzda başarı ile uygulanan aşılama programlarına bağlı olabileceği düşünüldü. Ayrıca bu çalışma ile çocukluk çağı HL tanılı olgularda lenfopeni varlığına ve lenfopeninin olumsuz bir prognostik faktör olduğuna dikkat çekildi. Uygulanan tedavi rejimlerine göre hastaların sağkalım oranları arasında anlamlı farklılık izlenmediğinden hastaların tanı anındaki, prognozlarını etkileyen risk faktörlerinin varlığı dikkate alınarak uygun KT rejimlerinin, uygun döngülerle tek başına verilmesinin KT ve RT ye bağlı erken ve geç yan etkilerin ortaya çıkmasını engelleyeceği kanısına varıldı. Ref No: P-55 ÇOCUK HEMATOLOJİ-ONKOLOJİ ÜNİTESİNDE İZLENEN HASTA VE EBEVEYNLERİNİN YAŞAM KALİTESİNİN ARAŞTIRILMASI Sevda Gülses, Zuhal Keskin Yıldırım, Mustafa Büyükavcı Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bilim Dalı, Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Erzurum Amaç: Biz bu çalışmada kanserli çocukların ve anne-babalarının ayrı ayrı yaşam kalitelerini (YK) değerlendirerek, çoğunluğu kronik hastalığa sahip olan kontrol grubundan farkını araştırmayı amaçladık. Hastalar ve Metod: Yetmiş iki kanser tanılı, tedavisi bitmiş veya devam eden hasta ile 7 adet kanser dışı ancak çoğu kronik hastalığa sahip 4-6 yaş arasında değişen hastalar çalışmaya alındı. Ebeveynlere ayrı ayrı SF-6 yaşam kalitesi anketi, çocuklara 4-7 yaş grubuna Kiddy-Kindl Türkçe versiyon, 8- yaş grubuna Kid-Kindl Türkçe versiyon, -6 yaş grubuna Kiddo-Kindl Türkçe versiyon anketleri uygulandı. Sonuçlar: Annelerin fiziksel rol fonksiyon puanları arasında, kontrol grubuyla kıyaslandığında hasta grubu daha yüksek puan bildirdi ve anlamlı fark bulundu (p<0.05). Hasta grubundaki ebeveynler kendi içlerinde tüm alt boyutlarda kıyaslandığında babalar fiziksel fonksiyon, zindelik, mental sağlık, ağrı ve genel sağlık alt boyutlarında annelere kıyasla anlamlı olarak daha yüksek puan bildirmişlerdi (p<0.05). Çocukların bildirimlerinde ise, hasta ve kontrol grubu arasında sadece aile alt boyutunda hastalar lehine anlamlı fark saptandı (p<0.05). Hasta grubunda kardeş sayısı ile YK arasındaki ilişki incelendiğinde arada anlamlı bir korelasyon gösterildi. Tartışma: Kanser tanısı almış olmak, çocuklar ve ebeveynlerinin yaşam kalitelerini olumsuz yönde etkilemektedir. Ancak yaşam kalitesindeki bu bozulma diğer kronik hastalıklara sahip bireylerden 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ daha fazla değildir. Hasta-aile ilişkilerini değerlendiren yaşam kalitesi ölçeğinde kanserli çocukların daha iyi durumda olduğu görülmektedir. İlginç olarak kardeş sayısının artışı YK üzerine olumlu olarak etki etmektedir. Hastalığın anneler üzerindeki olumsuz etkileri ise babalardan daha çok oluşmaktadır. Ref No: P-56 ONKOLOJİK TEDAVİDE SİSPLATİN VE/ VEYA KARBOPLATİN ALMIŞ KANSERLİ ÇOCUK HASTALARDA OTOTOKSİSİTENİN DEĞERLENDİRİLMESİ Dilek İnce, Kamer Mutafoğlu, Günay Kırkım, Yüksel Olgun, Eda Büke, Bülent Şerbetçioğlu, Nur Olgun Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Çocuk Onkoloji Bilim Dalı., İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Hastalıkları A.D., İzmir Amaç: Kanserli çocuk hastalarda sisplatin, karboplatin ototoksisitenin değerlendirilmesi. Gereç-Yöntem: 988 0 tarihlerinde merkezimizde lenfoma, maliyn solid tümör tanılarıyla tedavi edilen 784 hastanın dosyaları platinyum kullanımı açısından retrospektif değerlendirildi. Platinyum uygulanmış hastaların karekteristikleri, platinyum tedavisi ayrıntıları, diğer ototoksik ilaç tedavileri, baş-boyun radyoterapisi uygulaması, takip odyolojik kayıtları incelendi Odyolojik değerlendirme yapılmamış hastalar çağırılarak değerlendirildi. İşitsel testler sinüs biçimli ses tonu odyometrisi, geçici oto-akustik yayılmalar, işitsel beyinsapı tepkisiydi. Ototoksisite Brock kriterlerine göre derecelendirildi. Bulgular: Sisplatin ve/veya karboplatin alan (%8), bazal odyolojik değerlendirmesi olan 9 hasta (%7.6) vardı. Takip odyolojik değerlendirme hastaların %6 sında vardı, hastalar davet edilerek bu oran %45 e çıkarıldı (Şekil ). Çalışmaya alınan 97 hastanın karakteristikleri Tablo de özetlendi. Takipte hastaların %0 unda yüksek frekanslı işitme kaybı saptandı (Tablo). Ototoksisite gelişen (n:9) ve gelişmeyen (n:68) hastaların yaş ortalaması anlamlı farklı bulundu (p:0.00). Ototoksisite gelişen hastaların %8 ü beş yaşından büyüktü. Sisplatin ve sisplatin+karboplatin alanlar arasında; sisplatin kümülatif dozu 400mg/m den düşük ve yüksek gruplar arasında; sisplatin tek veya bölünmüş dozda uygulanan gruplar arasında ototoksisite gelişmesi anlamlı farklılık göstermedi. Ototoksisite gelişen ve gelişmeyen hastaların ortalama sisplatin, karboplatin dozları gruplar arası anlamlı farklı bulunmadı. Sisplatin alanlarda, baş-boyun radyoterapisi uygulanan ve uygulanmayanlar arasında (p:0.00); aminoglikozid verilen ve verilmeyenler arasında (p:0.00) ototoksisite gelişimi anlamlı farklı bulundu. Ototoksisite gelişenlerin ortanca tedavi yaşı yaş (0-9) olup, %69 una aminoglikozid, %4 ine baş-boyun radyoterapisi uygulanmıştı. Derece -4 ototoksisite gelişen hastaların %77 si (0/) kız ve bunların %60 ı pubertal/ postpubertaldi. Derece -4 ototoksisite gelişen hastaların %6 sine baş-boyun radyoterapisi uygulanmıştı ve tanılar intrakraniyal tümör (medulloblastom, germ hücreli tümör) (n:5), nazofarinks karsinomu (n:), Hodgkin lenfomaydı (n:). Sonuç: Ototoksisite sisplatin ve karboplatin tedavisinin potansiyel yan etkisidir. Beş yaşından büyük çocuk ve adölesanlar da platinyum ilişkili ototoksisiteye yatkınlık göstermektedir. Pubertal/postpubertal kızlarda ciddi ototoksisite gelişebilmektedir. Sisplatin alan grupta baş-boyun radyoterapisi ve aminoglikozid kullanımı ototoksisite riskini arttırmaktadır. Beyin tümörleri, nazofarinks karsinomu varlığında uygulanan platinyum ve radyoterapi ile ilişkili olarak ototoksisiteye yatkınlık gelişmektedir. Ototoksisitenin erken tanınması, tedavinin yönlendirilmesi ve yaşam kalitesinin iyileştirilmesi açısından önemlidir. Platinyum tedavisi alan çocukların odyoloji ünitesiyle birlikte yakın takibi gerekmektedir. 00 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Tablo. Hastaların karakteristik özellikleri Grup (n:57) Grup (n:) Grup (n:9) E/K 6/=0.84 /9=. 0/9=. Kanser tanı yaşı ortanca değeri 5y (0-9) y (.5-8) 4y (5ay-7y) (sınırlar) Tanı yaşı, n(%) <5y >=5y Tanı (n) GHT (5*) Semp SST (6) OS (9) Lenfoma (6) RBL (7) NPC (6) HBL (8) YDS (4) ESTA () SSST (8) Wilms tm () Skua. HC () Melanom () LHH () Bazal odyolojik değerlendirme mevcut, n (%) Son platinyum dozundan kontrol odyometri yapılana dek geçen ortanca zaman, yıl (sınırlar) Sisplatin ortanca kür dozu, mg/m² (sınırlar) Sisplatin kür sayısı, ortanca (sınırlar) Sisplatin kümülatif dozu, mg/m², ortanca (sınırlar) Kümülatif sisplatin dozu <400mg/m² >=400mg/m² Sisplatin şeması Tek dozda Bölünmüş dozda Sisplatin infüzyon süresi, ortanca saat (sınırlar) Karboplatin ortanca bireysel dozu, mg/m² (sınırlar) Karboplatin kür sayısı, ortanca (sınırlar) Karboplatin kümülatif dozu, ortanca, mg/m² (sınırlar) Karboplatin kümülatif dozu <000mg/m² >=000mg/m² 8 (49) 9 (5) (n) * 5-5 5 - - 6 (9) 5 (7) (n) 5 4 - - - - - 0 (5) 9 (47) (n) - - 7 - - 4 - - - 8 (.6) 9 (4) () 8 ay (ay - 5yıl) 6 ay (6ay - 4.4yıl). yıl (ay - 6yıl) 00 (75-50) 00 (75-50) - 4 (-8) 4 (-0) - 400 (80-800) n(%) 4 (4) (58) n (%) 0 (5) 7 (65) 40 (9-000) n(%) 6 (9) 5 (7) n (%) (5) 0 (48) 8 (-4) 8 (-4) - - 500 (00-600) - - - 500 (400-600) - 4 ( - ) 6 ( -) - 600 (00-400) - n (%) (57) 9 (4) 500 (460-8400) n (%) 5 (6) 4 (74) Aminoglikozid alımı +, n (%) 0 (5) 5 (7) 0 (5) Bleomisin alımı +, n (%) 0 (7.5) - - Baş-boyun radyoterapisi uygulaması, n(%) 0 (7.5) 6 (9) 7 (7) *: üç hastada intrakraniyal germ hücreli tümör vardı; GHT: Germ hücreli tümör, Semp SST: Sempatik sinir sistemi tümörü, OS: Osteosarkom, RBL: Retinoblastom, NPC: Nazofarinks karsinomu, HBL: Hepatoblastom, YDS: Yumuşak doku sarkomu, ESTA: Ewing sarkom tümör ailesi, SSST: Santral sinir sistemi tümörü, Skua. HC: Skuamoz hücreli karsinom, LHH: Langerhans hücreli histiyositoz Tablo. Brock un işitme kaybı derecelendirme sistemine* göre işitme kayıpları Grup, n (%) Grup, n (%) Grup, n (%) Toplam, n (%) Normal işitme 8 (67) (57) 8 (95) 68 (70) Ototoksisite 9 () 9 (4) (5) 9 (0) Derece 0 - - - - Derece (9) 5 (4) - 6 (9) Derece 6 (0) (9.5) - 8 (9.5) Derece () (9.5) - (.5) Derece 4 () - (5) () Toplam 57 9 97 Normal işitme: Tüm frekanslarda işitme eşikleri 0 5 db işitme düzeyinde; Derece 0 ototoksisite: Tüm frekanslarda işitme eşikleri < 40 db işitme düzeyinde; Derece ototoksisite: 8000 Hz de işitme eşikleri 40dB işitme düzeyi ve üzerinde; Derece ototoksisite: 4000-8000Hz de işitme eşikleri 40dB işitme düzeyi ve üzerinde; Derece ototoksisite: 000-8000Hz de işitme eşikleri 40dB işitme düzeyi ve üzerinde; Derece 4 ototoksisite: 000-8000Hz de işitme eşikleri 40dB işitme düzeyi ve üzerinde. *Brock PR ve ark. ototoksisite kriterleri (Brock PR, Bellman SC, Yeomans EC, Pinkerton CR, Pritchard J. Cisplatin ototoxicity in children: a practical grading system. Med Pediatr Oncol. 99;9(4):95-00.) Şekil. Çalışmaya alınan hastaların özeti PEDİYATRİK TÜMÖRLER Susesi Otel, Antalya 0

PEDİYATRİK TÜMÖRLER POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-57 KANSERLİ ÇOCUKLARDA TANI ANINDA VE İZLEMDE VİTAMİN VE ESER ELEMENT DÜZEYLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ: SUPLEMENTASYON GEREKİR Mİ? Suna Emir, Dilek Gökçebay, Hacı Ahmet Demir, Mehmet Gündüz, Bahattin Tunç SB Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Pediatrik Hematoloji Onkoloji Kliniği, Ankara SB Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Metabolizma ve Beslenme Kliniği, Ankara Giriş: Folat, selenyum, demir, vitamin D, vitamin B gibi eser element ve antioksidan vitaminlerin kanser gelişiminin önlenmesinde ve tedavisinde kritik rolleri olduğu ile ilgili bilgiler giderek artmaktadır. Amaç: Klinik pratikte bu değerlendirmenin sık yapılmadığı göz önüne alınarak tanıda ve izlemde bazı vitamin ve eser element düzeylerinin bakılması amaçlandı. Yeni kanser tanısı alan hastalarda tedavi öncesi folik asit, selenyum, demir, 5-OHvitamin D, vitamin B düzeyleri alındı. Tedavinin ve 6. aylarında bu testler tekrarlanarak tedavi ile değişim olup olmadığı ve kemoterapinin yan etkileri araştırıldı. Bulgular: Çalışmaya ortanca yaşları 8 (-6 yaş) olan 5 erkek, 5 kız, toplam 0 hasta dahil edildi. Hastaların 0 u (%50) lenfoma (7 NHL, HL), dördü yumuşak doku sarkomu, ikisi nöroblastom, biri medullablastom, biri osteosarkom, biri nazofarenks karsinomu ve biri de Wilms tümörü tanılarını almıştı. 4 olgu (%70) kentsel, 6 (%0) olgu da kırsal kesimden gelmekteydi. Üç olgu (%5) Evre I-II, olgu da (%60) E III-IV hastalık olarak değerlendirildi. Tanı anında selenyum değeri düşük bulunan 4 (%70), 5-OHvitamin D düşük bulunan 6 (%80), demir düşük bulunan 9 (%45) hasta, ferritini düşük bulunan (%5) hasta, Vitamin B düşük bulunan 6 (%0) hasta, folik asit düşük bulunan (%0) hasta saptandı. Bu hastalara oral D vitamini, folik asit ve parenteral vitamin B desteği verildi. Hastaların izleminde ve 6. aylardaki ortalama selenyum ve 5-OHvitamin D değerleri de düşük bulundu. Tanı anında selenyum ortalama 55±8,7 ng/ml (70-0), 5-OHvitamin D,9±6,5 ng/ml (5-80),. ayda selenyum ortalama 5,±0, ng/ml, 5-OHvitamin D 5±7,5 ng/ml, 6. ayda selenyum ortalama 57±8.7 ng/ml, 5-OHvitamin D,5±8,5 ng/ml olarak saptandı. 0- ve 6. aylardaki selenyum ve 5-OHvitamin D değerleri arasında istatistiksel açıdan fark saptanmadı. Sonuçlar: Vitamin ve eser elementlerin eksikliğinin bazı kanserlerin gelişmesinde rolü olabilir. Kemoterapiye bağlı yan etkilerin önlenmesinde de bunların tedaviye eklenmesi önemli olabilir. Devam eden çalışmamızın ön sonuçlarında kanserli çocuklarda tanı anında ve izlemde selenyum ve 5-OH vitamin D düzeyleri düşük saptanmıştır. Tedavi sürecinde eksik olan vitamin ve eser elementlerin suplementasyonu konusunda ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. Ref No: P-58 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SANTRAL VENÖZ KATETER UYGULAMALARI VE KOMPLİKASYONLARINDA MERKEZİMİZİN ON YILLIK DENEYİMİ Nurdan Taçyıldız, Başak Adaklı Aksoy, Gökçe Pınar Reis, Gülşah Tanyıldız, Gülsan Yavuz, Emel Ünal, Handan Dinçarslan, Zülfükar Gördü, Erdal İnce, Ergin Çiftçi, Derya Aysev 4, Gülnur Göllü 5, Hüseyin Dindar 5 Ankara Ünivesitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı, Trabzon Ankara Ünivesitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara 4 Ankara Ünivesitesi Tıp Fakültesi, Klinik Mikrobiyoloji Laboratuvarı Cebeci Hastanesi, Ankara 5 Ankara Ünivesitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahi Anabilim Dalı, Ankara Santral venöz kateterler uzun süreli tedavi gerektiren hastalıklarda çok önemli damar içi araçlardır ve yıllarca kullanılabilmektedir. Kateter kullanımı büyük kolaylık sağlamakla birlikte kullanımları sırasında ciddi morbidite ve mortaliteye neden olan enfeksiyon ve tromboemboli gibi komplikasyonlar görülebilmektedir. Katetere bağlı enfeksiyon gelişimini belirleyen en önemli faktörler; kateter cinsi, kalış süresi ve kulanıma gösterilen özendir. Literatür incelendiğinde; üç günden uzun süre kullanılan kateterlerde enfeksiyon olasılığı anlamlı olarak artmaktadır. Kateter enfeksiyonları ile gerek antibiyotik kullanımı, gerekse yatış süresi uzamakta, enfeksiyon cinsine bağlı olarak kateterin çekilmesi gerekebilmekte, bu da katetere bağlı maliyeti olumsuz etkilemektedir. Bu amaçla kliniğimizde 00-0 yılları arasında santral venöz kateter takılarak takip edilen 78 hasta kateter komplikasyonlarını değerlendirmek amacıyla yeniden gözden geçirilmiştir. Yetmişbeş hastanın 49 i erkek, 9 si kız ve ortanca yaşları 8 (50 gün -8 yaş) idi. Hastaların 5 i akut lösemi, 5 i lenfoma, 8 si solid organ tümör tanıları ile izlenmekteydi. Bu vakalardan kateter yerleştirilenlerin ü port, 65 si hickmann broviac santral venöz kateterdi. Hastalar toplam 8.98 kateter gününde izlendi. Hasta başına ortalama kateter günü 64 gün (0-885 gün) idi. Yirmiyedi kateterde enfeksiyon ( port, 4 hickmann- broviac), 4 kateterde tromboz ( port, hickmann- broviac) görüldü. Bir kateter delinme sebebiyle değiştirildi, kateter Horner Sendromu gelişmesi nedeniyle çekildi. Kateterlerin enfeksiyon nedenleri incelendiğinde hijyen koşullarına uygun olmayan kullanımın en önemli neden olduğu görüldü. Enfekte kateterlerin 5 inde Acinetobacter (%8.5), ünde Staf. Aureus (%.7), sinde MRSE (%7.4), sinde Pseudomonas Auroginosa (%7.4), sinde Candida Kefyr (%7.4), sinde E.Coli (%7.4), inde Pseudomonas Putida (%.7), inde Pseudomonoas Orzyhabitans(%.7), in Candida Geotrichum (%.7), inde Flavobacterium Meningosepticum(%.7) üredi. Bu enfeksiyonlardan Candida türleri, Acinetobacter ve Staph. aureus üremesi olan kateterler hemen çıkarılmış olup, diğerlerine ise kateter kilit tedavisi verilerek kateterlerin enfeksiyondan kurtarılması yoluna gidilmiştir. Sonuç olarak; hijyen kurallarına özen gösterilerek kullanıldığında santral venöz kateter varlığı hasta hayatını büyük oranda kolaylaştırmakta ancak enfekte olması durumunda hayatı tehdit eden septik sonuçlar doğurmaktadır. 0 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-59 TEKRARLAYAN, TEDAVİYE YANITSIZ CD0 POZİTİF HODGKİN LENFOMADA BRENTUKSİMAB VEDOTİN İLE TAM YANIT Burça Aydın, Canan Akyüz, Hilal Şen, Süheyla Ocak Yıldırım, Şafak Güçer, Bilgehan Yalçın, Ali Varan, Tezer Kutluk, Münevver Büyükpamukçu Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Patoloji Bilim Dalı Hodgkin lenfomalı hastaların çoğunda kemoterapi ve/veya radyoterapiye yanıt alınmakta, uzun süreli sağkalım sağlanabilmektedir. Ancak bazı hastalarda risk faktörlerine de bağlı olarak hastalık erken nüksetmekte veya tedaviye dirençli olmaktadır. Kötü prognozlu olarak kabul edilen bu grup hastada otolog kök hücre nakli ile yanıt alınabilse de başarı oranı düşük ve yeniden rölaps ihtimali yüksektir. Evre IIA Hodgkin lenfoma tanısı konarak tedavi edilen, çok erken rölaps sonrası otolog kök hücre nakli ve iki seri kemoterapi sonrasında yanıtsız olan hastaya başlanan anti-cd0 tekli tedavisi ile alınan tam yanıt bildirilmektedir. Evre IIA boyun primerli klasik noduler sklerozan tip Hodgkin lenfoma tanısı konan hastaya 4 kür ABVD protokolü verildikten sonra sınırlı hastalık ve tam yanıt nedeniyle radyoterapi verilmeden izlem kararı verildi. Tedavisiz izlemin ikinci ayında PET-BT ile boyun, mediasten ve akciğer parankimde nodüller saptandı. İlk rölapsı olan hastaya COPP protokolü başlandı, ancak ilk kürde prokarbazine karşı gelişen alerjik reaksiyon nedeniyle bu protokol devam edilemeyip OEPA protokolüne geçildi. 4 kür sonunda (tanının. ayında) PET-BT ile tam yanıt görüldü, hastaya erken rölaps nedeniyle yüksek doz kemoterapi ve otolog kök hücre nakli yapıldı. Nakilden 5 ay, tanıdan 8 ay sonra ateş, sedim yüksekliği, mediastinal, hiler, subkarinal, akciğer parankim, kemik ve subdiyagrafmatik lenf nodunda tutulum ile ikinci kez rölaps gelişti. Biyopsi ile rölaps ve tanı doğrulandı. Her iki biyopside kuvvetli CD0 pozitifliği tanımlanması nedeniyle CD0 antikoru Brentuximab başlanmasına karar verildi. İlaç onayı alınıp temin edilene kadar geçen aylık sürede gemsitabin ve vinorelbin ile kemoterapi başlandı, ancak ateş ve sedim değerinde yanıt olmadı. Tanının 9. ayında Brentuximab,8mg/kg dozda hafta ara ile iv başlandı, kemoterapi kesildi. İlk infüzyondan sonra ateş ve sedim düzeyi düşmeye başladı.. kürden sonra PET-BT incelemede kemik, hiler ve aksiler tutulumlar kayboldu, subkarinal tutulum azaldı. Hedeflenmiş tedavinin 4. küründen sonra tutulu alanlara 6. Gy radyoterapi verildi. 5. kür brentuximab sonunda PET-BT de yeni izlenen bir kemik lezyonu görüntülendi idiyse de buradan alınan biyopside rölaps lehine bulgu saptanmadı. Hastaya 6. kürü verildi, halen yakınması olmaksızın tanıdan sonraki 0., son rölapstan sonra. ayda tam remisyonda olarak izlenmektedir. Sonuç: seri kemoterapi ve otolog kök hücre nakli sonunda tedaviye dirençli Hodgkin lenfomalı hastaya anti-cd0 ile hedeflenmiş tedaviye tam yanıt alınmıştır. Bu yanıt erken rölaps yapan, yanıtsız veya ilerleyici hastalığı olan CD0+ Hodgkin lenfomalı hastalarda brentuximabın etkili bir tedavi seçeneği olabileceğini göstermektedir. Gereç-Yöntem: İnsan nöroblastom SH-SY5Y (MYCN -) ve Kelly (MYCN +) (DMSZ, Almanya) hücre hatları kullanıldı. Her iki hücre hattı için uygulama grupları: Grup: Kontrol, Grup: Sisplatin (5, 7.5, 5, 0, 50, 75, 00 μm), Grup: Allicin (0.05,, 0, 5, 50, 75, 00 μm), Grup4: Resveratrol (0, 5, 50, 75, 00 μm), Grup5: Sisplatin+Alicin, Grup6: Sisplatin+Resveratrol idi. Hücre kültürlerinde sisplatin, allicin ve resveratrolün hücre çoğalmasını önleyici etkisi MTT (-(4,5-dimetiltiyazol-yl)-tetrazolyum,5-difeniltetrazolyumbromid) (Sigma-Aldrich) yöntemi ve LDH sitotoksisite kiti (Roche) ile değerlendirildi. Apoptoz, DeadEnd Colorimetric TUNEL (terminal deoxynucleotidyl transferase (TdT)- mediated dutp nick end labeling) insitu apoptoz saptama kiti (Promega) ile değerlendirildi. Fitokimyasal ajanlar ve sisplatin preoptimize edilmiş dozlarda 4 saat uygulandı. İstatistiksel analizlerde Mann Whitney U testi, Ki kare ve korelasyon analizi kullanıldı. Bulgular: Kelly ve SH-SY5Y NB hücre hatlarında: Allicinin hücreler üzerine sitotoksik ve apoptoz yapıcı etkisi izlenmedi; allicin sisplatinle birlikte uygulandığında sisplatinin sitotoksik ve apoptotik etkilerini değiştirmedi (Şekil, Tablo ). Resveratrol doza bağımlı sitotoksik etki yarattı, ancak sisplatinle birlikte uygulandığında sisplatinin sitotoksik etkisini değiştirmedi (Şekil ). Resveratrolün apoptoz yapıcı etkisi izlenmedi, ancak birlikte uygulandığında sisplatinin apoptotik etkisini arttırdığı görüldü (Tablo ). Sisplatin uygulanan hücrelerin %50 oranında canlılığını kaybettiği sisplatin konsantrasyonu (LD50) Kelly hücre hattında 0 μm, SH-SY5Y hücre hattında 7.5 μm bulundu. Sisplatin ile birlikte uygulandığında sisplatinin LD50 sini bozmayan doz resveratrol için 5 μm, allicin için 0.05 μm bulundu. Sonuç: Kelly ve SH-SY5Y NB hücre hatlarında allicinin antitümöral, apoptotik etkilerinin izlenmemiş olması allicin uygulama dozlarının sitotoksisite ve apoptoz oluşturmada yetersiz kaldığını veya allicinin hızla metabolize olarak etkinlik göstermediğini düşündürmüştür. Kelly ve SH-SY5Y NB hücre hatlarında resveratrolün doz bağımlı antitümöral etki yaptığı, apoptoz yapmadığı, sisplatinin antitümöral etkisini değiştirmezken apoptotik etkisini zayıflattığı görülmüştür. Bulgularımız nöroblastomda allicinin etkin bir ajan olmadığını; resveratrolün konvansiyonel kemoterapi sırasında kullanılmasıyla kemoterapi etkisini zayıflatacağını, kemoterapi tamamlandıktan sonra resveratrolün tek başına kullanımı ile antitümöral etki sağlanabileceğini düşündürmüştür. Ancak çalışmamız in vitro hücre hattı çalışması olduğundan sonuçların direk kliniğe uyarlanması doğru değildir. Bulgularımız nöroblastomda allicin ve resveratrol uygulamalarının tartışılması gerektiğini ve bu konuda yapılacak in vivo araştırmalara ihtiyaç olduğunu düşündürmüştür. PEDİYATRİK TÜMÖRLER Ref No: P-540 NÖROBLASTOMDA FİTOKİMYASAL MADDELERİN ANTİTÜMÖRAL VE APOPTOTİK ETKİLERİ Dilek İnce, Safiye Aktaş, Zekiye Sultan Altun, Nur Olgun Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı. Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji A.D. Amaç: İnsan nöroblastom hücre hatlarında allicin ve resveratrolün antitümöral, apoptotik etkisi olup olmadığının ve sisplatin etkisini değiştirici rolünün araştırılması. Şekil. Kelly ve SH-SY5Y nöroblastom hücre hatlarında allicin ilişkili sitotoksisite (a) Kelly hücre hattında (b) SH-SY5Y hücre hattında artan dozda allicin uygulamasının sitotoksisite üzerine etkisi; (c) Kelly hücre hattında (d) SH-SY5Y hücre hattında sisplatin ve allicin uygulaması ile sitotoksisite (sonuçlar LDH testi sonuçlarıdır) Susesi Otel, Antalya 0

PEDİYATRİK TÜMÖRLER POSTER BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Amaç: Fokal nodüler hiperplazi (FNH), çocukluk çağında nadir olmakla birlikte, tedavi gören pediatrik kanser hastalarında artmış oranlarda bildirilmektedir. Hiperperfüzyona hiperplastik (rejeneratif) yanıt olduğu kabul edilmektedir ve nodüllerin ortasında karakteristik anormal arterler bulunmaktadır ancak patogenez hala tartışmalıdır. Etyoloji tam belirgin olmamakla birlikte yüksek doz alkilleyici ajan kullanımı, venookluziv hastalık, graft-versus host hastalığı, hematopoetik kök hücre nakli uygulanması FNH gelişimi için risk faktörü olarak düşünülmektedir. Bu çalışmada çocukluk çağında primer maliniteli hastalarda FNH tanısını ve radyolojik bulguları tanımlamak ve klinik gidişi analiz etmek amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi ve İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Çocuk Hematoloji-Onkoloji Kliniklerinde 99-009 tarihleri arasında 5 i nöroblastom, biri primitif nöroektodermal tümör (PNET) tanıları nedeniyle tedavi görmüş ve izlemlerinde karaciğerde FNH tanısı alan 6 hastanın tanı, radyolojik bulgular, klinik gidiş ve sonuçları retrospektif olarak gözden geçirildi. Bulgular: Onkolojik malinite nedeniyle izlenen 6 pediatrik hastada, tedavi kesiminden ortalama 5.6 yıl sonra FNH lezyonları saptandı. Beş hasta nöroblastom nedeniyle, hasta da primitive nöroektodermal tümör nedeniyle tedavi görmüştü. Tüm hastalarda lezyonlar, rastlantısal olarak rutin izlem sırasında USG ve/veya MRI ile saptandı. Hiçbir hastada karaciğer fonksiyon testlerinde bozulma veya alfa-feto protein düzeylerinde yükselme saptanmadı. Lezyonların USG ve MRI bulguları tanımlandı. İki hastada tanısal amaçlı karaciğer biyopsisi uygulandı. Lezyon boyutları - 4 cm arasında idi ve hastada tek lezyon iken, hastada multifokal görünümde idi. Hastaların -0 yıllık izlemlerinde lezyon boyutlarında belirgin bir değişiklik olmadığı, malign değişime uğramadığı gözlendi. Sonuç: FNH nin, pediatrik kanser hastalarında karaciğerdeki hipervasküler lezyonların ayırıcı tanısında akla gelmesi ve risk faktörlerinin araştırılacağı çalışmaların gerekliliği vurgulandı. Şekil. Kelly ve SH-SY5Y nöroblastom hücre hatlarında resveratrol ilişkili sitotoksisite (a) Kelly hücre hattında (b) SH-SY5Y hücre hattında artan dozda resveratrol uygulamasının sitotoksisite üzerine etkisi; (c) Kelly hücre hattında (d) SH-SY5Y hücre hattında sisplatin ve resveratrol uygulaması ile sitotoksisite (sonuçlar LDH testi sonuçlarıdır) Tablo. Kelly ve SH-SY5Y nöroblastom hücre gruplarının apoptoz oranları Uygulama Kelly Hücre hatlarında Apoptoz % SH-SY5Y Hücre hatlarında Apoptoz % Grup Kontrol 5 Grup Sisplatin* 0 7 Grup Allicin (0,05μM) 6 Grup 4 Resveratrol (5μM) 7 4 Grup 5 Allicin (0,05μM)+Sisplatin* 5 Grup 6 Resveratrol (5μM)+Sisplatin* 7 8 *Sisplatin uygulama dozu Kelly hücre hatlarında: 0μM; SH-SY5Y hücre hatlarında:5μm Ref No: P-54 ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERLERİNDE FOKAL NODÜLER HİPERPLAZİ: TANI VE KLİNİK GİDİŞ Deniz Tuğcu, Ferhan Akıcı, Rejin Kebudi, Metin Demirkaya, Ensar Yekeler, Arzu Akçay, Gönül Aydoğan, Zafer Şalcıoğlu, Hülya Şen, Müge Gökçe, Ömer Görgün Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Hematoloji-Onkoloji Kliniği İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Çocuk Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Radyoloji Ana Bilim Dalı Ref No: P-54 KANSERLİ ÇOCUKLARDA TANIDA BESLENME DURUMUNUN DEĞERLENDİRİLMESİ VE BESLENME DESTEĞİNİN ETKİSİ: ÖN SONUÇLARIMIZ Suna Emir, Dilek Gökçebay, Mehmet Gündüz, Hacı Ahmet Demir, Nevra Koç, Bahattin Tunç SB Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Pediatrik Hematoloji Onkoloji Kliniği, Ankara SB Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Metabolizma ve Beslenme Kliniği, Ankara Giriş: Kanserli çocuklarda malnütrisyon tanı, evre, ve ailenin sosyoekonomik durumuna göre değişen oranlarda, %8-60 sıklıkta görülmektedir. Bu hastalarda salınan sitokinler, artmış metabolik hız ve kalori ihtiyacı, kemoterapiye bağlı azalmış besin alımı malnutrisyon gelişimine katkıda bulunmaktadır. Amaç: Kanser tanısı alan çocukların tanı anında beslenme durumunun değerlendirilmesi (ağırlık, boy, boya göre ağırlık, triseps deri kıvrım kalınlığı (TDK), üst orta kol çevresi (ÜKÇ) ölçülmesi ve biyokimyasal olarak serum total protein, albumin, prealbumin ölçümü ve bu değerlendirmeye göre boya göre vücut ağırlığı <%90 veya TDK<5-0 persentil veya ÜKÇ< 5-0 persentil olması kriterlerinden en az birini sağlayan hastalar malnutre kabul edilerek oral beslenme ürünleri destek amaçlı kullanılmış, ve 6. aylarda nutrisyonel değerlendirmelerin tekrarlanması amaçlanmıştır. Bulgular: Çalışmaya yeni tanı almış yaşları 8 (-6 yaş) olan 5 erkek, 5 kız, 0 hasta dahil edildi. Hastaların 0 u (%50) lenfoma (7 NHL, HL), dördü yumuşak doku sarkomu, ikisi nöroblastom, biri medulloblastom, biri osteosarkom, biri nazofarenks karsinomu ve biri de Wilms tümörü tanılarını almıştı. Üç olgu (%5) Evre I-II, olgu da (%60) E III-IV hastalık olarak değerlendirildi. Tanı anında malnutrisyon hastada (%60) saptandı. Oral beslenme ürünü desteği 5 hastaya (%75)başlandı. Bu olguların ine hiperkalorik ürün, 7 sine izokalorik ürün başlandı. Tümörün yerleşim yeri, tanısı ve ailenin sosyoekonomik durumu başvurudaki antropometrik ölçümlerle ilişkisiz bulundu. Ancak evre -4 tümörü olanların tanı anında boy (p=0.004), vücut ağırlığı (p=0.0) ve ÜKÇ (p=0.0) Z skoru değerleri evre - tümörü olanlara göre daha düşük bulundu. Tanı anında 8 hastada hipoalbuminemi, 0 hastada hipoproteinemi, hastada prealbumin düşüklüğü tespit edildi. Tüm hastaların tanı anında, ve 6. aylarda hastaların ortalama prealbumin değerleri düşük bulundu. Biyokimyasal parametreler açısından 0, ve 6. aylarda protein, albumin, prealbumin değerlerinde giderek artış saptandı ancak istatistiksel açıdan anlamlı derecede fark 0 ve 6. ay albumin değeri ile (p=0.08) ve 6. ay prealbumin değerleri arasında saptandı (p=0,04). Oral beslenme ürünü desteği ile 6. ay sonunda malnütrisyon oranının 7 hastaya (%5) gerilediği görüldü.. ve 6. aylardaki antropometrik ölçümlerle biyokimyasal parametreler açısından her iki beslenme ürününü kullananlar arasında istatistiksel fark saptanmadı. 04 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Sonuçlar: Kanserli çocukların tanı anında ve tedavi sırasında antropometrik ölçümler ve biyokimyasal parametrelerle yakın izlemi büyük önem taşır. Devam eden çalışmamızın ön sonuçları kanserli hastalarda tanı anında nutrisyonel değerlendirme yapıldıktan sonra beslenme desteği verilmesinin malnütrisyon sıklığında azalma sağladığını göstermektedir. Ref No: P-54 PEDİATRİK ONKOLOJİ HASTALARINDA SERVİS ORTAMINDA DERİN SEDASYON ALTINDA İNVAZİF TANISAL VE TERAPÖTİK İŞLEMLER İLE İLGİLİ DENEYİMİZ: ÖN ÇALIŞMA Fatma Betül Çakır, Tarık Umutoğlu, Mefkur Bakan, Ufuk Topuz, Rejin Kebudi, Bülent Zülfikar Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji-Onkoloji, İstanbul Bezmialem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anestezi ve Reanimasyon Anabilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji-Onkoloji; İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, İstanbul Giriş: Pediatrik onkoloji hastalarına sıklıkla tanı ve tedavi amaçlı invaziv işlemler uygulanmaktadır. Hastanın ve ailesinin duyduğu ağrı kaygısı nedeniyle bu işlemler uzun sürmekte ve hatta bazen yapılamamaktadır. Anestezi altında yapılan işlemde ise, bu korku ortadan kalkmakta, işlemi yapan doktor daha hızlı ve komplikasyonsuz bir şekilde işlemi bitirmekte ve böylelikle de tanı ve tedavide gecikme olmamaktadır. Amaç: Pediatrik onkoloji hastalarına tanı ve tedavi için yapılan kemik iliği aspirasyon ve biyopsisi (KİA/B), lumbar ponksiyon (LP) ve ardından yapılan intratekal tedavi sırasında hastanın ve ailesinin duyduğu kaygıları azaltmak, işlemi yapan doktora kesintisiz ve komplikasyonsuz bir süreç yaşatmak ve tanı ve tedavi gecikmesinin önüne geçmektir. Metod: Bezmialem Vakıf Üniversitesi Pediatrik Hematoloji- Onkoloji Servisinde 0 Ağustos 0 Ocak arasında yeni tanı almış veya takip sırasında tedavi ve tedavi cevabını değerlendirmek amacıyla yapılan KİA/B, LP ve intratekal tedavi sırasında anestezi uzmanı tarafından hastalara derin sedasyon verildi. Hastalar katı gıdalara karşı 6 saat, anne sütüne 4 saat ve berrak sıvı gıdalara karşı saatlik oral alımın kısıtlanmasını takiben midazolam 0,0 mg/kg ve atropin 0,0 mg/kg ile premedike edildi ve 5 lt/dk maske ile oksijen solutuldu. Periferik oksijen saturasyonu (SpO), EKG, Dakika kalp atım Hızı (KTA), ve Non- invazif Kan basıncı (NİKB) parametreleriyle monitörizasyonu takiben Propofol mg/kg, Ketamin mg/kg dozlarında iv bolus yapıldı. Hastaların sedasyon düzeyi RAMSEY sedasyon skalası skoru -4 olduğu ve vital parametrelerinin stabil seyrettiği gözlendiğinde işleme göre prone veya oturur pozisyona getirildi. İşlem esnasında ağrılı uyarana tepki veren hastalara propofol 0,5mg/kg ve ketamine 0,5 mg/kg iv bolus olarak verildi. İşlemin bitiminde hastalar tekrar spine pozisyonuna getirilip uyanmaya bırakıldı. Bulgular: Ondokuz hastaya (nöroblastom n=7, hematolojik malignite n=0, rabdomyosarkom n=, Ewing sarkomu n=) KİA/B işlemi; 8 hastaya ise aynı seansta 4 LP ve intratekal tedavi uygulanmıştır. Hastaların ortalama yaşları 8,±5 idi. Hastaların hiçbirinde işlem sırasında desatürasyon veya hipoksi yaşanmadı. Vital parametreleri normal sınırlar içinde seyreden hastalar işlemlerinin bitimini takiben servis odalarına alınıp SpO ve KTA mönitörize edilip 5 lt/ dk oksijen solutularak yataklarında uyanmaları beklendi. Sonuç: Pediatrik onkoloji hastalarında invaziv işlemlerin anestezi uzmanı eşliğinde servis ortamında derin sedasyon altında yapılmasının güvenli, hasta konforunu ve uygulayıcı tatminini arttıran bir yöntem olduğu görülmüştür. Ref No: P-544 ÇOCUKLUKLARDA NADİR GÖRÜLEN AGRESİF FİBROMATOZİSTE TEDAVİ SONUÇLARI Serra Kamer, Mehmet Kantar 4, Dündar Sabah, Burçin Keçeci, Özge Duran, Haldun Öniz, Nazan Çetingül 4, Yavuz Anacak Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı Tepecik Eğitim Hastanesi Pediatrik Onkoloji Kliniği 4 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı Giriş: Agresif fibromatozis, lokal agresif klinik ile seyreden ve çocukluk çağı dönemde sık yineleme eğilimi gösteren nadir yumuşak doku tümörleridir. Primer tedavi yaklaşımı cerrahi olmasına karşın, opere edilemeyen veya sık yineleme gösteren olgularda radyoterapi ve kemoterapi tedavi seçeneği olarak uygulanmaktadır. Bu çalışmada çocukluk çağı dönemde yineleme nedeniyle radyoterapi uygulanan olgunun tedavi sonuçları değerlendirilmiştir. Gereç-Yöntem: Ocak 000-Haziran 0 tarihleri arasında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı nda radyoterapisi planlanan olgunun tedavi sonuçları geriye yönelik değerlendirilmiştir. Bulgular: Olguların ortanca yaşı 9.5 yıl (5-7) olup 9 u erkek, ü kızdır. Tümör yerleşim yeri, olguda alt ekstremite, 4 olguda gluteal bölgede, olguda üst ekstremite, olguda gövde ve olguda baş boyundur. Olguların radyoterapi öncesi ortanca relaps sayısı (-5 kez) dür. Eksternal fraksiyone radyoterapi, lokal sahalarda 45-54 Gy olacak şekilde hastaya da uygulanmıştır. Radyoterapi öncesi veya sonrası yineleme nedeniyle 5 hastaya kemoterapi (metotreksat-vinblastin) uygulanmıştır. Takip süresi ortanca 5 ay (9-0) olup, 6 olguda lokal relaps gözlenmiştir. 5 yıllık-relapssız sağkalım hızı %46 olarak hesaplanmıştır. Yan etkiler değerlendirildiğinde; 0 olguda radyoterapi ve tekrarlayan cerrahilere bağlı kemik yumuşak dokuda gelişim yetmezliği saptanmıştır. Sonuç: Çocukluk çağında agresif fibromatozis, oldukça agresif bir klinik davranış göstermektedir. Olguların multidisipliner tedavi planlamalarının yapılması önemlidir. Ref No: P-545 TEKRARLAYAN BEYİN TÜMÖRLERİNDE NİMOTUZUMAB KULLANIMI Canan Akyüz, Burça Aydın, Hilal Şen, Bilgehan Yalçın, Ali Varan, Tezer Kutluk, Münevver Büyükpamukçu Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Çocukluk çağı beyin tümörlerinde rekürrens ve progresyon durumlarında tedavi seçenekleri sınırlıdır. Nimotuzumab (Epidermal Büyüme Faktörü Reseptörü [EGFR] monoklonal antikoru) erişkinde ileri evre baş ve boyun kanserlerinde ve yüksek dereceli gliomlarda kullanılmaktadır. Çocukluk çağında tedaviye yanıtsız veya rekürren yüksek dereceli gliomlarda kullanılabileceği bildirilmektedir ve faz, çalışmalar mevcuttur. Bu çalışmada kliniğimizde tedavi edilen beyin tümörlü hastalarda nüks veya progresyon durumunda nimotuzumab etkinliğini ve güvenilirliğinin değerlendirilmesi amaçlandı. Metod: Bölümümüzde tanı almış, tedavi edilmiş nüks veya progresyon gösteren 8 beyin tümörlü hastaya Aralık 00-Aralık 0 tarihleri arasında nimotuzumab 50mg/mdozda 6 hafta süre ile haftada bir, daha sonra progresyona kadar iki haftada bir olmak üzere verildi. Bulgular: Tanı yaşları.5-7 yıl (ortanca 7.5) 8 hasta (K/E=7/) değerlendirildi. Hastaların histopatolojik tanıları; diffüz pons gliomu (DİPG), yüksek dereceli glial tümör, primitif nöroektodermal tümör ( supratentorial PNET, embriyonel PNET) idi. PEDİYATRİK TÜMÖRLER Susesi Otel, Antalya 05

PEDİYATRİK TÜMÖRLER POSTER BİLDİRİLER Nimotuzumab başlandıktan sonra progresyonsuz izlem süresi.6-9. ay arasında (ortanca 6.5 ay) idi. Bir hastada tam yanıt (spnet), bir hastada kısmi yanıt (DİPG) ve 6 hastada progresyon görüldü. Yanıtlı olan hastalarda 9 ve 6. ayda tedaviye devam edilmektedir. Nimotuzumab sonrası ortanca sağkalım süresi 8.6 aydır. Bir hastada dirençli hiponatremi dışında nimotuzumab ile ilişkili majör yan etki görülmemiştir. Sonuç: Hasta sayısı az olmakla birlikte hastamızda objektif yanıt görülmüştür. Nimotuzumab çocukluk çağı beyin tümörlerinde etkin ve güvenilir bir tedavi seçeneği olabilir. Diğer tedavi protokolleri ile eşzamanlı olarak yeni tanı hastalarda yararlı olup olmayacağı konusunda çalışmalara ihtiyaç vardır. Ref No: P-546 ÇOCUKLUK ÇAĞI TÜKRÜK BEZİ TÜMÖRLERİ Ali Varan, Canan Akyüz, Erman Ataş, Taşkın Yücel, Burça Aydın, Bilgehan Yalçın, Tezer Kutluk, Münevver Büyükpamukçu Hacettepe Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı Amaç: Tükrük bezi tümörlerinin klinik, patolojik ve prognostik özelliklerini tespit etmek. Yöntem: 97-0 yılları arası tükrük bezi tümörü tanısı alan hastaların dosyaları retrospektif olarak değerlendirildi. Yaş, cinsiyet, tümörün yerleşim yeri, evresi, histolojik tip, yüz felci olup olmaması, perinöral, stromal, vasküler invazyon ve tedavi seçenekleri incelendi. Bulgular: Cerrahi tedavi uygulanan 7 tükrük bezi tümörü (5 parotis, palatal ve lakrimal bez) saptandı. Tanı sırasında 5 (%7.4) i kız, (%8.6) si erkek olan hastaların yaşı 6.- yıl arasında olup, ortalama yaş 0. yıl idi. Beş hastada evre IVA, bir hastada evre I ve bir hastada evre II hastalık vardı. Uzak metastaz olan bir hasta haricinde tüm hastalarda organa sınırlı hastalık vardı. Minimum ve maksimum tümör boyutları x cm ile 6x4 cm arasında değişmekteydi. Pozitif cerrahi sınır 5 (%7.4) hastada tespit edildi. Patolojik alt tip olarak hastaların üçünde adenoid kistik karsinom, ikisinde adenokarsinom, birinde anaplastik karsinom ve birinde mukoepidermoid karsinom vardı. Bir hastada pleomorfizim saptandı. Üç hasta yalnız cerrahi ile tedavi edilirken dördüne adjuvan radyoterapi ve kemoterapi uygulandı. Parotis tümörü olan dört hasta hastalıksız izlenmekte iken bir hasta ise progresif hastalık nedeni ile öldü. Lakrimal bez tümörü olan bir olgu tedavi kesildikten 48 ay sonra remisyonda idi. Palatal tutulumu olan hasta tedavinin başlangıcından bir ay sonra hastalıklı olarak terk etti. Sonuç: Cerrahi; radyoterapi ve kemoterapi gibi adjuvan tedaviler ile birlikte ana tedavi yaklaşımıdır. Bireysel tedavi seçenekleri her hasta için evresine göre seçilmeli ve planlanmalıdır. Ref No: P-547 ÇOCUKLUK ÇAĞI TÜMÖRLERİNDE BRAKİTERAPİ Necla Gürdal, Seden Küçücük, İsmail Özbay, Gönül Kemikler, Fulya Yaman Ağaoğlu, Ayça İribaş, Mehmet Emin Darendeliler, Rejin Kebudi, Alaettin Çelik 4, Işık Aslay İ.Ü. Onkoloji Enstitüsü Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı,İstanbul İ.Ü. Onkoloji Enstitüsü Sağlık Fiziği Bilim Dalı,İstanbul İ.Ü. Onkoloji Enstitüsü Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı,İstanbul 4 İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalı,İstanbul Giriş: Çocukluk çağı tümörlerinde multidisipliner yaklaşımda lokal RT önemlibiryer tutmaktadır.ancak büyüme-gelişmesi devameden bu yaş grubunda RT kararı büyüme- gelişme defektleri,pulmoner ve kardiyak hasarlar,kritik organ hasarları,infertilite,sekonder malignensiler gibi pek çok ciddi morbidite nedeni ile hassasiyet gerektirir.temel prensibi tümöre etkin doz verirken çevre sağlam doku 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ dozunu en aza indirmek olan brakiterapi,çocukluk çağı tümörlerinde de büyük önem taşımaktadır.bu çalışmada kliniğimizde interstisyel brakiterapi uygulaması yapılan üç olgu sunulmaktadır.olgu:iki yaşında erkek çocuk hastaya.. de sol bukkal mukoza yerleşimli kitle şikayeti nedeniyle yapılan eksizyonel biyopsi sonrası embriyonel rabdomiyosarkom tanısı konulmuştur. Postoperatif KTplanlanan hastanın MR da rest kitle saptanmıştır.hastaya sol labio buccal alana yönelik brakiterapi yapılmasına karar verilmiştir.genel anestezi altında(gaa) labio buccal alana interstisyel aplikasyon yapılmıştır.,5gy *fr / 6 günde HDR konformal brakiterapi uygulanmıştır. Hastanın6.ay kontrolünde yanak cildinde iğne giriş yerleri vehafif hiperpigmentasyon dışında yan etki görülmemiştir.olgu: On sekiz yaşında erkek hastaya,penis sırtında giderek büyüyen ağrısız kitle ve idrar yapmada güçlük şikayeti ile başvurması sonrası..0 de yapılan eksizyonel biyopside PNET(primitif nöroektodermal tümör) tanısı konulmuştur.eksizyon materyalinde tümörün korpus kavernosumu invaze ettiği saptanmış olup yapılan tetkiklerinde sistemikyayılımgözlenmemiştir. KTbaşlanan hastanın tedavisine eksternal RT ye ek doz olarak brakiterapi planlanmıştır. Hastaya0.0.04de epidural anestezi altında template kılavuzluğu ile penil tümöral alana 8 adet hipodermik iğne yerleştirimiş ve0.0.04-0.04.04 arasında 65 saatte 5Gy LDR brakiterapi uygulanmıştır.takipteki hastanın lokal kontrolü sağlanmış fakat 006 da AC metastazı gelişmiştir. Olgu: Sekiz aylık iken sağ burun boşluğunda ailesi tarafından kitle fark edilmesi sonrası istenen paranazal sinüs BT (07.06.996) de sağ nazal pasaj ön kısmını oblitere eden üst damağa uzanan kitle gözlenmiştir.8.06.96 da kitle eksizyonu sonrası alveoler rabdomiyosarkom tespit edilen hastaya o dönemde < yaş olması nedeniyle RT düşünülmemiş yalnızca KT uygulanmıştır. KT sonrası.yılda iken sağ nazal orifis tabanında yaklaşık cm lokal yineleme tespit edilen ve reeksizyon yapılan; ancak cerrahi sınır pozitif gelen dört buçuk yaşındaki hastaya interstisyel brakiterapi yapılmasına karar verilmiştir.gaa, aplikasyon yapılarak 0.0.0-07.0.0 daldr saatte 45Gy uygulanmıştır. Hastanın.Seri KT si şubat 00 de tamamlanmıştır. Onyedi yaşında olan hastanın kontrolleri halen hastalıksız olarak devam etmektedir.sonuç: Brakiterapinin, endikasyonu uygun olan çocuk hastalarda, çevre sağlıklı dokuları maksimum düzeyde koruyarak sınırlı alana gerekli dozu vermek açısından etkin bir yöntem olarak multidisipliner tedavide yer aldığı dikkate alınmalıdır. Ref No: P-548 CRİZOTİNİB E İYİ YANIT VEREN KARDİYAK İNVAZYON YAPMIŞ PULMONER İNFLAMATUAR MİYOFİBROBLASTİK TÜMÖR Canan Akyüz, Burça Aydın, Hilal Şen, Süheyla Özkutlu, Zuhal Akcoren, Bilgehan Yalçın, Ali Varan, Tezer Kutluk, Münevver Büyükpamukçu Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Kardiyoloji Bilim Dalı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Patoloji Bilim Dalı Amaç: İnflamatuar miyofibroblastik tümör (İMT) çocuk ve genç erişkinde daha çok görülen nadir bir neoplastik lezyondur. Tedavisi cerrahi tam rezeksiyondur, tam çıkarılamayan tümörlerde lokal agresif seyir nedeniyle medikal tedaviler denenmektedir. Vakaların yaklaşık yarısında anaplastik lenfoma kinaz (ALK) pozitifliği vardır. ALK inhibitörleri çeşitli tümör gruplarında hedefe yönelik tedavide kullanılmaya başlanmış, İMT li bir hastada denenerek kısmi yanıt alındığı bildirilmiştir. Cerrahi rezeksiyon yapılamayan sol atriyuma invaze pulmoner İMT li bir hastada ALK inhibitörü olan crizotinib ile çok iyi klinik yanıt ve stabil radyolojik bulgular sağlandığı için sunulmaktadır. Vaka: 8 yaşında erkek hasta öksürük ve nefes darlığı yakınması ile başvurduğunda sağ posterior mediastinal kitle saptandı, kalın iğne biyopsisi ile ALK pozitif İMT tanısı konan hastaya total kitle 06 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER eksizyonu, sağ akciğer orta ve alt lobektomi yapıldı. Küçük rezidü kitle stabil boyutları ile 4 yıl tedavisiz ve remisyonda olarak izlendi. İzlemin 4. yılı sonunda hasta yutma güçlüğü ile başvurdu. Rezidü kitlenin büyüdüğü, özofagus ve sol atriuma invazyon yaptığı görüldü. EKO da pulmoner hipertansiyon, mitral kapağa bası, hafif mitral darlık ve perikardiyal efuzyon izlendi. Operasyona uygun bulunmayıp medikal tedavi başlandı. Sırasıyla nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar, interferon αa ve yüksek doz metilprednizolon verildi, yanıt alınamadı. Dördüncü seri tedavi olarak VAC kemoterapi protokolü ve kitle lojuna 0 Gy radyoterapi verildi. Klinik ve radyolojik olarak kemoterapi ve radyoterapi ile de belirgin yanıt elde edilemeyen hasta, ağır efor kapasite düşüklüğü, ortopne ve yutamama nedeniyle yatağa bağımlı hale geldi. Hastaya tümörün ALK pozitifliği nedeniyle ALK inhibitörü olan crizotinib başlandı. Hedeflenmiş tedavinin 4. haftası sonunda belirgin klinik yanıt görüldü, EKO da kardiyak fonksiyonlar düzelmeye başladı. Pulmoner hipertansiyon, mitral kapağa bası ve perikardiyal efüzyon kayboldu. Hasta 4. ayda normal günlük aktivitesine ve okuluna döndü. Radyolojik olarak stabil hastalık bulguları ile tedavi 9 aydır devam edilmektedir. Hasta tarafından iyi tolere edilmiş ve majör yan etki görülmemiştir. Yorum: IMT çocuk ve genç erişkinlerde görülen nadir benign bir tümördür. Tedavisinde cerrahi tam rezeksiyon uygulanmakta, mümkün olmayan hastalarda ise medikal tedaviler ve radyoterapi denenmektedir. Literatürde ALK pozitif bir hastada Crizotinib kullanılmış ve uzun süreli parsiyel yanıt bildirilmiştir. Hastamız literatürde Crizotinib ile yanıt bildirilen ikinci vakadır. Crizotinib tedavisi güç ve standart yöntemler ile başarılamayan ALK+ İMT li hastalarda başarı ile kullanılabilir. Ref No: P-549 ÇOCUKLUK ÇAĞI ALL LERİNDE FEBRİL NÖTROPENİ Tiraje Celkan, Aida Koka, Nihal Özdemir, Gülen Tüysüz, Hilmi Apak, Leman Yantri, Ethem Erginöz Istanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji-Onkoloji Istanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Toplum Sağlığı Çocukluk çağı ALL tedavisinde survi %80 lere ulaşmıştır. Tedavi başarısını olumsuz etkileyen en önemli faktörler nüks ve tedavi komplikasyonlarından febril nötropenidir. Bu tek merkezli çalışmanın amacı ALL hastalarının BFM protokolleri aldıkları dönemde ortaya çıkan febril nötropenileri irdelemek, sıklığını, rastlanma zamanını ve prognoz ilişkisini saptamaktı. Çalışmaya Ocak 995-Ocak 0 tarihleri arasında yeni ALL tanısı alan ve ALL BFM protokolleri ile tedavi edilen, 8 yaştan küçük, 4 hasta alındı. BFM protokollerinde belirtildiği şekilde yetersiz prednizon cevabı veya olumsuz klinik ve sitogenetik özelliklerin olmasına göre hastalar risk gruba ayrıldı. Standart(SR) ve orta risk (MR) grubuna 0 hasta, yüksek risk(hr) grubuna 40 hasta alındı. 4 ALL olgusunda toplam 4 febril nötropeni atağı izlendi. Kemoterapi boyunca SR+MR grubunda ortalama en az.7 kez, HR grubunda.6 kez ve genelde.85 kez febril nötropeniye girildiği görüldü. HRG hastalar febril nötropeniye girmeye daha eğilimli bulundu(p: 0,07). Kemoterapi dönemi olarak en sık indüksiyonda PF ve idame öncesi yoğun tedavinin sonlandığında (PF) FN ile karşılaşılmakta idi. HRG hastalar ve erkekler PFde daha fazla febril nötropeniye girme eğilimde idi (sırası ile p: 0,07, p: 0,04) ve PF de FNP geçiren hastalarda nüks riski kat daha yüksek bulundu(p: 0,009). Genel sağkalım, yaş ve immünfenotipik tanı ile FNP sıklığı arasında anlamlı ilişki saptanmadı. Febril nötropeni sırasında mikrobiyolojik etken gösterilme oranı PF de en yüksek(%8), PF de en düşük(%) idi. Febril nötropeni genellikle protokolde belirtilen kan sayım değer uygunsuzluğu ve hepatit-hepatosteatozla ilişkili bulundu(sırası ile (p:0,00), (p:0,05)). Febril nötropeninin protokol aksaması için tek başına anlamlı bir risk faktörü olmadığı görüldü(p:0,56). Genellikle FNP sırasında tedaviye devam edilmişti. Gram negatif etkenler ve (g(-)/g(+)=,), bakteriyel enfeksiyonlar mantar enfeksiyonlarından 6-7 kat daha sık saptandı Çocukluk çağında ALL tedavisi sırasında en fazla karşılaştığımız sorun febril nötropenidir. Ancak son yıllardaki kılavuzlar, modern antibiyotik- antifungal ilaçlar ve radyolojik ve mikrobiyojik tanı yöntemlerinin artması ile mortalite ve morbidite giderek azalmaktadır. Bir protokol uygulanması sırasında hastanın febril nötropeni açısından en riskli dönemi ve etkeni bilerek tedaviye devam etmek başarı şansımızı arttıracaktır. Ref No: P-550 ROBOTİK STEREOTAKTİK RADYOTERAPİ UYGULANAN ÇOCUK OLGULARIMIZIN TEDAVİ SONUÇLARI Özlem Derinalp Or, Ayşen Dizman, Gonca İnan, Nuri Uslu, Ebru Karakaya, Süheyla Aytaç Arslan, Yıldız Güney Abdurrahman Yurtarslan Ankara Onkoloji Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği Amaç: Robotik stereotaktik radyoterapi uygulanan çocuk olgularımızın tedavi sonuçlarının geriye dönük analizi. Gereç-Yöntem: Ankara Onkolji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği nde Temmuz 009/Ocak 0 tarihleri arasında Cyberknife (Accuray, Sunnyvale, CA) ile sterotaktik radyoterapi uygulanan çocuk hastaların tedavi sonuçları değerlendirilmiştir. Belirtilen tarihler arasında tedaviye alınan 0 hastadan biri yaşında rabdomyosarkom tanılı hasta olup tedavi süresinin uzun olması nedeniyle tedaviye üç boyutlu konformal tedavide devam edildi. Pons gliomu tanılı bir hasta ise tedavi sırasında genel durumunun bozulması nedeni ile tedaviyi tamamlayamamış olup ardından exitus olmuştur. Geriye kalan 8 hastadan ü lakrimal gland tümörü, si kraniyofarenjiom, si optik gliom ve i glioblastome multiforme (GBM) tanısı ile tedavi edil miştir. GBM tanılı hastanın tedavisi ikinci seri ışınlamadır. Diğer tüm hastalara daha önce cerrahi tedavi uy gulanmış ve cerrahi sonrası rezidü kitle saptanmış olup stereotaktik radyoterapi uygulanmıştır. Tedavi dozları; lakrimal gland tümörlü hastada, 7 Gy frak siyonda (%80 izodoz),,5 Gy 5 fraksiyonda (%70 izodoz), Gy(5 fraksiyonda %90); kraniyofarenjiomda 5 fraksiyonda 5 Gy (%7 izo doz) ve Gy (%80 izodoz); optik gliomda 5 fraksiyonda Gy (%8 izodoz) ve 5 Gy(%90 izodoz) ve GBM de 5 fraksiyonda 5 Gy (%75 izodoz) idi. Bulgular: Olgular -6 yaş (ortanca yaş) arasındadır. Ortalama takip süresi aydır (aralık, -4 ay). Lakrimal gland tanılı olguda tam cevap ancak buna rağmen bir hastada yıl sonra hipofiz metastazı, optik gliomlu bir hastada tama yakın cevap, diğerinde ise stabil bulgu saptanırken, GBM tanılı hastada progresyon saptandı. Kaniyofarengiom tanılı bir hastada tedavi sonrası.ay kontrol magnetik rezonans görüntülemede kistik bir genişleme göz lenirken sonraki takiplerde kistik lezyonda küçülme tesbit edildi. Diğer hasta ise stabil idi. Olgularımızın hiçbirinde antiödem tedavi dışında tedavi gerektiren akut yan etki gözlenmedi. Takip süresi boyunca görme kaybı tesbit edilmedi GBM tanılı hasta progresyon nedeni ile 4. ayda exitus oldu. Lakrimal gland tanılı hastaya hipofiz metastazı nedeniyle ikinci seri radyoterapi yapıldı. Kraniofarengiom tanılı bir hastanın tedavisi ay önce tamamlandı. Diğer hastalar ise hastalıksız olarak takiptedir. Sonuç: Cyberknife (Accuray,Sunnyvale,CA) ile uygula nan sterotaktik radyoterapi, çocukluk çağı döneminde kritik organ yakınlığı olan tümörlerde ve ikinci seri ışınlamalarda tolere edilebilen alternatif tedavi seçeneğidir. Bununla bir likte geç dönem toksisiteler bakımından uzun dönem takip gerektirmektedir. PEDİYATRİK TÜMÖRLER Susesi Otel, Antalya 07

PEDİYATRİK TÜMÖRLER POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-55 FEBRİL NÖTROPENİLİ ÇOCUKLARDA ENFEKSİYON ŞİDDETİ VE KATEGORİSİNİN TAHMİNİNDE YENİ BİR BELİRTEÇ OLARAK ADRENOMEDULLİN Metin Demirkaya, Deniz Tuğcu, Ferhan Akıcı, Arzu Akçay, Gönül Aydoğan, Zafer Şalcıoğlu, Hakan Ekmekçi, Özlem Balcı Ekmekçi, Betül Sevinir, Rengin Şiraneci 4 S.B.Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Hematoloji-Onkoloji Kliniği İstanbul üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Biyokimya Bilim Dalı Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı 4 S.B. Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Enfeksiyon Kliniği Amaç: Kanserli çocukların febril nötropeni ataklarında serum adrenomedullin seviyelerinin enfeksiyon şiddetini ve kategorisini tahmindeki yerinin saptanması ve CRP ve prokalsitonin ile karşılaştırılması amaçlandı. Gereç-Yöntem: Febril nötropeni ataklarında, başvuru sırasında,. gün ve 7-0. günlerde olmak üzere ayrı dönemde adrenomedullin, CRP ve prokalsitonin için kan örnekleri alındı. Febril nötropeni, mikrobiyolojik dokümante infeksiyon (MDİ), klinik dökümante infeksiyon (KDİ), nedeni bilinmeyen ateş (NBA) ve sepsis olmak üzere dört kategoriye ayrıldı. Adrenomedullin, CRP ve prokalsitoninin febril nötropeni kategorilerindeki düzeyleri ve bu kategorilerdeki farklılığı araştırıldı. Bulgular: Çalışmaya 7 hastada gelişen 50 febril nötropeni atağı alındı. Yaş ortalaması 7.5±4.7 (-8) yıl, erkek/kız oranı.6 olan hastaların %7 ü lösemi, %9 u solid tümör ve %8 i lenfomaydı. Başvurudaki ortalama mutlak nötrofil sayısı/mm (MNS) 0±87 (0-900) idi. Hastaların ortanca nötropeni süresi gün (-04), ortanca ateş süresi gün (-8) idi. Febril nötropeni kategorilerine göre KDİ, NBA, sepsis ve MDİ oranları sırasıyla %4, %4, %0 ve % idi. Çalışma süresince 4 (%8) hasta kaybedildi. Başvurudaki,. günde ve 7-0. günlerdeki ortalama adrenomedullin düzeyleri (pg/ml) sırasıyla, 4.±4. (.0-9.5), 64.9±95.6 (9.7-695.4) ve 00.8±80. (.70-56.7) saptandı. Başvurudaki,. günde ve 7-0. günlerdeki ortalama CRP düzeyleri (mg/l) sırasıyla, 64.4±7.5 (.0-0.0), 9.5±7.4 (4.0-06.0), 45.±54. (.0-08.0) saptandı. Başvurudaki,. günde ve 7-0. günlerdeki ortalama prokalsitonin düzeyleri (ng/ml) sırasıyla, 0.9±.5 (0.04-5.0),.±.88 (0.0-9.6), 0.49±0.75 (0.07-4.0) saptandı. Febril nötropeni kategorilerinde adrenomedullin. gün düzeyleri MDİ grubunda, KDİ ve NBA grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek saptandı. Prokalsitonin; sepsis grubunda, KDİ grubuna göre başvuru anında,. günde ve 7-0. günlerde istatistiksel olarak anlamlı yüksek saptandı. Sepsis grubunda MDİ grubuna göre 7-0. günlerde istatistiksel olarak anlamlı yüksek saptandı. NBA grubunda KDİ grubuna göre başvuru anında istatistiksel olarak anlamlı yüksek saptandı. Başvuru anındaki adrenomedullin, CRP ve prokalsitonin düzeylerinde cinsiyet, primer hastalık ve remisyon durumuna göre anlamlı fark saptanmadı. CRP ile prokalsitonin arasında 7-0. günlerdeki sonuçlarda pozitif korelasyon, adrenomedullin ile CRP arasında 7-0. günlerdeki sonuçlarda negatif korelasyon saptandı. Kaybedilen hastalarla yaşayanların 7-0. günlerdeki prokalsitonin değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı Sonuç: Çalışmamızda, adrenomedullinin. gün seviyelerinin MDİ grubunda diğer gruplara göre anlamlı yüksek olduğu saptanmış ancak beklendiği ölçüde atakların ağırlığı ve CRP ve prokalsitoninle korelasyon saptanmamıştır. Bu nedenle daha geniş hasta serilerinde yapılacak çalışmalarla değerlendirilmelidir. Ref No: P-55 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ NÜKS VE UNREZEKTABL ÇOCUKLUK ÇAĞI BEYİN TÜMÖRLERİNDE TEMOZOLAMİD İN ETKİNLİĞİ: TEDAVİ YANITI VE TOKSİTE PROFİLİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Görkem Aksu, Funda Çorapçıoğlu, Sema Büyükkapucu, Doğu Canoğlu, Hakan Demir, Kürşat Yıldız 4, Cengiz Erçin 4 Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Ana Bilim Dalı 4 Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Bilim Dalı Çocukluk çağı beyin tümörlerinde, özellikle nüks tümörlerde Temozolamid in (TMZ) etkinliği ile ilgili az sayıda retrospektif çalışma mevcuttur. Bu çalışmalardaki sonuçlar ve hasta grupları da oldukça farklılıklar göstermektedir. Bu nedenle bu tip tümörlerde TMZ in etkinliği hakkında halen çelişkili bilgiler mevcuttur. Çalışmamızda, pediatrik onkoloji ve radyasyon Onkolojisi kliniklerimizde uygulanan radyoterapi ve/veya kemoterapi sonrasında nüks eden ve nüks nedeniyle cerrahi uygulanamayan hastalarda TMZ in etkinliği incelenmiştir. Toplam hasta incelenmiş olup Nüks sonrası uygulanan ortanca TMZ kür sayısı 4 tür (-4 kür). Dokuz hastaya kürün üzerinde TMZ uygulanmıştır. Hasta karakteristikleri ve tümör tipleri Tablo.de gösterilmektedir. Tedavi sonrasında 4 hastada stabil hastalık saptanırken (%6), hastada minör yanıt gözlenmiş, 5 hastada ise (%46) progresif hastalık saptanmıştır. Objektif tümör yanıtı %8 dir. Minör yanıt saptanan hastada histopatolojik tanılar optik gliom ve pons gliomudur. Pons gliomu tanılı 4 hastanın, tanesinde minör yanıt, tanesinde stabil hastalık saptanırken, geri kalan hastada ise progresyon gözlenmiştir. Tedavi yanıt tipleri Tablo. de gösterilmektedir. Primer tedaviyi takiben nüks zamanları 6 ile 48 ay arasında değişmektedir. Nüks eden hastaların 7 tanesinde nüksler TMZ sonrası ilk 6-8 ay arasında gözlenmiştir. TMZ tedavisi genelde iyi tolere edilmiş olup grad -4 anemi ve trombositopeni sıklığı sırasıyla %0 ve %5 tir. Sonuç olarak, her ne kadar az sayıda hasta içerse ve retrospektif bir analiz olsa da çalışmamızda nüks çocukluk çağı beyin tümörlerinde TMZ in etkinliğinin minimal olduğu gözlenmiştir. Tablo. Hasta Karakteristikleri 08 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Tablo. Temozolamid tedavisi ve yanıt tipleri Ref No: P-55 GAZİ ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ EWİNG SARKOM/ PNET DENEYİMİ Funda Tekkeşin, Ceyda Karadeniz, Aynur Oğuz, Faruk Güçlü Pınarlı, Arzu Okur, Ümit Özgür Akdemir, Ömer Uluoğlu, Hüseyin Bora 4, Nahide Gökçora Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Anabilim Dalı Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı 4 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Amaç: Bu çalışmada bölümümüz tarafından takip ve tedavi edilmiş Ewing Sarkom/PNET olgularının epidemiyolojik ve klinik özellikleri ile tedavi sonuçlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır Gereç-Yöntem: 99-0 yılları arasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji bölümüne başvuran 6 yaş ve altında, patolojik tanısı Ewing/PNET olan 6 olgu retrospektif olarak klinik ve epidemiyolojik özellikleri açısından incelendi. Tanı ve indüksiyon tedavisi sonrasında çekilen PET BT sonuçları değerlendirildi. Genel yaşam ve olaysız yaşam oranları Kaplan Meier yöntemi ile hesaplandı. Bulgular: Olguların ortalama tanı yaşı,4 ±,47 yıl (-6) olup, kız/erkek oranı 0,89 (7/9) olarak hesaplandı. Primer tutulum bölgesi 6 (%44,4) olguda uzun kemiklerde, 0 (%7,8) olguda yassı kemiklerde, 0 (%7,8) olguda ise ekstraskeletal kitle olarak görüldü. Kemik iliği tutulumu tanı anında toplam (%5,6) olguda saptanırken, uzak metastaz (%,) olguda görüldü. Olgulara ortalama 0,6±4,05 (-4) kür kemoterapi uygulandı. Radyoterapi (RT) 5 olguda primer bölgeye, olguda ise primer bölge ve metastaz alanlarına uygulandı. Ortalama RT dozu 56±86 (600-8000) cgy idi. Tanı anında PET çekilen 7 hastanın primer kitledeki ortalama SUVmaks değerleri 6,5 olarak hesaplanırken, indüksiyon sonrasında 6 hastada yinelenen PET BT tetkiklerinde primer kitledeki SUVmaks değeri ortalama,9 olarak bulundu. Olguların ortalama izlem süreleri 64 ay (- ay) olup 5 yıllık genel sağ kalım oranı %55, olaysız sağ kalım oranı %44 olarak saptandı. Lokalize Ewing/ PNET hastalarının genel sağ kalım oranı %66, olaysız sağ kalım oranı %6; metastatik hastaların genel sağ kalım oranı %, olaysız sağ kalım oranı ise %0 olarak hesaplandı. Sonuç: Olgularımızın klinik ve epidemiyolojik özellikleri literatürle uyumlu bulunmuştur. Ayrıca serimizdeki metastatik olguların prognozunun lokalize olgulara göre daha kötü olduğu gösterilmiştir. Ref No: P-554 PEDİATRİK ONKOLOJİ HASTALARININ AĞRI DENEYİMLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Metin Demirkaya, Ramazan Özdemir, Salih Güler, Betül Sevinir Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bilim Dalı, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Bu çalışma, kemoterapi alan çocuk onkoloji hastalarının izlemi sırasında karşılaştıkları ağrılı olayları belirlemek, uygulanan işlemlerden ne derece ağrı hissettiklerini ve kullanılan analjeziklerden ne derece fayda gördüklerini tespit etmek amacıyla yapıldı. Gereç-Yöntem: Eylül 0-Haziran 0 tarihleri arasında yeni kanser tanısı alan, 8 yaş arası, kemoterapisi devam eden veya tedavi kesiminden en fazla ay geçmiş olan hasta ve aileleri çalışmaya alındı. Çalışmaya dahil olan hastalara, tanı anından tedavi bitimine kadar olan sürede yapılan girişimsel işlemlere ve komplikasyonlara bağlı gelişen ağrı deneyimleri anketlerle sorgulandı. Ankette sayısal ağrı ölçeği ve yüzlü ağrı ölçeği kullanıldı ve -7 yaş arasındaki hastaların yalnızca ebeveynlerine, 7 yaşın üstündekilerde ise hem kendilerine hem ebeveynlerine anket uygulandı. Bulgular: Çalışmamıza 9 u (%8) kız, 6 ü erkek (%6) olmak üzere toplam 0 hasta ve ebeveyni katıldı. Hastaların ortalama yaşı 8,7±5.8 (-7) yıl idi. Çalışmaya katılanların %7 si lenfoma, %4 ü merkezi sinir sistemi tümörü ve %69 u solid tümörlü idi. Hastaların %48 ine majör cerrahi girişim uygulandığı, tümünün kemoterapi, %7 sinin radyoterapi aldığı belirlendi. Ağrı; tanı anında hastaların %65 inde, kan alımı sırasında %9 inde, damar yolu açımı sırasında %94 ünde, cerrahi müdahaleler sonucunda %80 inde, kemik iliği aspirasyonunda %76 sında, lomber ponksiyonda %9 inde, ilaç ektravazasyonunda %96, mukozitte %98 oranında tanımlandı. Ağrı hissinin sık tekrarlanan girişimlerde; kan alımında %64, damar yolu açılmasında %60,9 oranında arttığı belirlendi. Hastalarda en yüksek ağrı skorları tümör basısına, cerrahi işlemlere, ilaç ekstravazasyonuna ve anal fissür/abselere bağlıydı ve ortalama ağrı skorları sırasıyla 8.6±0.9; 7.6±.4; 7.6±.8; 7.5±.0 saptandı. Tanı anında tümör basısına bağlı ağrısı olan olguların %95 inde, cerrahiye bağlı ağrıların %70 inde ve oral mukozitlerin %88 inde opioid kullanımı gerektirecek şiddette ağrı tanımlandı. Ancak bu olguların sırası ile %5 inde, % sinde, ve %. inde opioid kullanılmıştı. Sonuç: Çalışmamızda çocuk onkoloji pratiğinde ağrı yakınmasının yüksek oranlarda görüldüğü saptanmıştır. Kanserli çocukların yaşam kalitesi ve tedavi uyumu bir çok faktörden etkilenmekle beraber bunun büyük kısmını ağrı yakınması oluşturmaktadır. Bu nedenle ağrı kavramı iyi bilinmeli ve etkin tedavi edilmelidir. Ref No: P-555 NÖROFİBROMATOZİS TİP- Lİ HASTALARIN ONKOLOJİK MANİFESTASYONLARI İbrahim Bayram, Faruk İncecik, Şakir Altunbaşak, Özlem Hergüner, Serhan Küpeli, Hüseyin Demirbilek 4 Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkolojisi Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nörolojisi Diyarbakır Çocuk Hastalıkları Hastanesi Çocuk Onkolojisi 4 Diyarbakır Çocuk Hastalıkları Hastanesi Çocuk Endokrinolojisi Amaç: Nörofibromatozis Tip- li hastalar özellikle beyin tümörleri, lösemi ve feokromasitoma gibi tümörlerin gelişmesi açısından risk altındadır. Bu çalışmada amaç Nörofibromatozis Tip- li hastalarda malign hastalık gelişimini retrospektif olarak değerlendirmektir. Gereç-Yöntem: Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi ve Diyarbakır Çocuk Hastalıkları Hastanelerinde izlenmekte olan toplam 0 Nörofibromatozis Tip- hastası (E/K=67/5) çalışmaya dahil edil- PEDİYATRİK TÜMÖRLER Susesi Otel, Antalya 09

PEDİYATRİK TÜMÖRLER POSTER BİLDİRİLER miştir. Hastaların demografik bilgileri ve klinik özellikleri geriye dönük olarak incelenmiştir. Bulgular: Hastaların 67 sinde Nörofibromatozis Tip- in sporadik olduğu, 5 hastada ise ailesel formda prezente olduğu ve 9 hastada toplam 0 malign hastalık (%5.8) olduğu görüldü. On hastada optik gliom, 4 hastada santral sinir sistemi tümörü ( pilositik astrositom, glioblastome multiforme), hastada lösemi ( juvenil miyelomonositik lösemi, akut miyeloid lösemi, akut lenfoblastik lösemi), bir hastada Hodgkin lenfoma, bir hastada T-hücreli lenfoblastik lenfoma ve bir hastada da malign triton tümörü olduğu saptandı. Yedi hastada radyolojik incelemeler dışında doku tanısına da gidildi. Optik gliomu olan bir hastada sonradan glioblastome multiforme geliştiği görüldü. Ortanca izlem süresi yıl (-9 yıl) olarak bulundu. Akut lenfoblastik lösemi, glioblastome multiforme ve malign triton tümörü olan hastalar kaybedildi. Sonuç: Nörofibromatozis Tip- li hastalar hem nörojenik hem de nörojenik olmayan benign veya malign tümörler açısından risk altında olup bu hasta grubunda multidisipliner medikal izlem önem taşımaktadır. Ref No: P-556 HİPEREOZİNOFİLİK BİR ADOLESANDA FIPL- PDGFRA MUTASYONU VARLIĞI: KRONİK EOZİNOFİLİK LÖSEMİ Fatma Betül Çakır, Bülent Zülfikar, Rejin Kebudi, Öner Doğan Bezmialem Vakıf Üniversitesi, Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji-Onkoloji, İstanbul İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji-Onkoloji; İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, İstanbul İstanbul Üniversitesi Patoloji Anabilimdalı, İstanbul Amaç: Hipereozinofilik sendrom, sekonder sebeplere bağlı olmaksızın en az iki tam kan sayımında mutlak eozinofil sayısının 500/mm üzerinde saptandığı nadir görülen bir tablodur. Bu bildiride kemik iliğinde lösemik tutulum görülmeyen ancak FIPL- PDGFRA mutasyonu (+) saptanan bir olgu sunulmuştur. Olgu: Kemik ağrısı (kalça ve diz), baş dönmesi, halsizlik ve ateş şikayetleri 6 aydır süren 6 yaşındaki hasta tetkik amacıyla tarafımıza yönlendirildi. Fizik muayenesinde, solukluk dışında servikal ve inguinal bölgede cm lenfadenopatileri saptanan hastanın dalağı kot altında cm palpe ediliyordu. Tam kan sayımında BK: 8.000/mm, Hb:7.4 gr/dl, Hct: %.8, MCV: 0.7 fl, PLT: 8.000/mm tespit edilen hastanın periferik yaymasında eozinofil oranı %58.7 (eozinofil mutlak sayısı: 6.400) sayılırken, blast görülmedi. Biyokimyasında LDH ve ürik asit değerleri dahil bir patoloji saptanmayan hastanın folik asit:.8 ve vitaminb:56 sonuçlandı. Eritrosit sedimentayon hızı 78/.saat saptanan hastanın kemik iliği aspirasyonu ve biyopsisinde öncül ve olgun eozinofil sayısında artış görüldü, morfolojik olarak blast saptanmayan ilik örneğinden çalışılan akım sitometrede de benzer bulgular elde edildi. Hastanın uç-organ hasarı açısından cilt, kardiovasküler, pulmoner ve nörolojik tutulumu saptanmadı. Hipereozinofilik sendrom tanısıyla izlenen olgunun PCR FIPL-PDGFR mutasyonu (+) sonuçlandı. Steroid tedavisine cevap vermeyen hastaya Imatinib tedavisi başlandı. İlk haftanın sonunda periferdeki eozifil sayısı azalmaya başladı. On beşinci günde perifer eozinofil sayısı normale döndü. Anemi ve trombositopenisi takipte kademeli olarak düzelen hastanın ilk ayın sonunda yapılan kemik iliği aspirasyonunda normal kemik iliği bulguları saptandı. PCR FIPL-PDGFR mutasyonunun çok azalmakla beraber devam ettiği görüldü. Hasta kronik eozinofilik lösemi tanısıyla imatinib tedavisi altında morfolojik remisyonda izlenmektedir. Üçüncü ayın sonunda yapılan ilikte mutasyon sonucu beklenmektedir. Sonuç: Olgumuz özellikle çocukluk çağında nadir görülen hipereozinofilik sendrom bulgularıyla ortaya çıkmış olması ve FIPL-PDGFR varlığı neticesinde kronik eozinofilik lösemi tanısı almış olması nedeniyle sunulmuştur. Ref No: P-557 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ NADİR BİR TÜMÖR, İNTRAKRANİYAL MALİGN DEV HÜCRELİ KEMİK TÜMÖRÜ Bengü Demirağ, Yöntem Yaman, Şebnem Çalkavur, Tuncer Turhan, Özgür Cartı, Başak Doğanavşargil Yakut 4, Özgür Olukman, Canan Vergin Dr Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Hematoloji Onkoloji Kliniği Dr Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Yenidoğan Kliniği Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalı 4 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı Giriş: Çocuklarda kemiğin dev hücreli tümörü çok nadir olup, genellikle beniyn fakat lokal agresif seyir göstermekte, primer olarak erişkinlerde de görüldüğü gibi uzun kemiklerin epifiz bölgesinde karşımıza çıkmaktadır. Nadiren kraniyal yerleşimli bu tümörde en çok sfenoid ve temporal kemik tutulumları görülür. Cerrahi olarak çıkarılamadığı durumlarda kemoterapi ve/veya radyoterapi, interferon ve son dönemlerde osteoklast diferansiyasyonu üzerinden etkili ajanlar da kullanılabilmektedir. Olgu: Mart 0 tarihinde 0 günlük miadında sezeryan ile 600 gr ağırlığında dünyaya gelmiş erkek bebek, kusma ve beslenme sonrası morarma yakınmaları ile hastanemiz Yenidoğan Yoğun Bakım Servisine yatırıldı. Çekilen kraniyal MR ında sol posterior fossada kemik kökenli 4 cm boyutunda belirgin kontrast madde tutan malign özelikte kitle lezyonu saptanması üzerine, hasta Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirurji Anabilim Dalında biopsi alındı. Patoloji tanısı malign dev hücreli tümör derece I-II olarak elde edilen hastada, kitlenin yerleşim yeri nedeniyle opere olamaması ve yaşı nedeniyle radyoterapi verilememesi üzerine cisplatin ve adriablastin den oluşan dört kür kemoterapi uygulandı. İki kür sonrası %50 den fazla küçülme, 4 kür sonrasında tam remisyon elde edildi. Tartışma: Literatürde yenidoğan yaş grubunda posterior fossada yerleşmiş malign dev hücreli kemik tümörü tanılı hasta çok az sayıda olup, çoğu hasta totale yakın cerrahi eksizyona rağmen kısa sürede progresif lezyonları nedeniyle kaybedilmiştir. Tanıda biopsi düzeyinde opere edilebilmiş ve sadece kemoterapi ile tam remisyona girmiş olan hasta 7 aydır tedavisiz izlenmekte olup, nadir görülmesi nedeniyle sunulmuştur. Ref No: P-558 ÇOCUKLUK ÇAĞI HODGKİN LENFOMASINDA TEK MERKEZ DENEYİMİ Kamer Mutafoğlu, Dilek İnce, Kaan Yıldız, Eda Büke, Ayşe Demiral, Erdener Özer, Handan Güleryüz 4, Faik Sarıalioğlu 5, Nur Olgun Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Çocuk Onkoloji Bilim Dalı., İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi A.D., İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji A.D., İzmir 4 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji A.D., İzmir 5 Başkent Üniversitesi Çocuk Onkoloji Bilim Dalı., Ankara Amaç: Merkezimizde Hodgkin lenfoma tanısıyla tedavi edilmiş hastaların epidemiyolojik, klinikopatolojik özellikleri ve tedavi yanıtlarının değerlendirilmesi. Gereç-Yöntem: Merkezimizde 988-0 yıllarında Hodgkin lenfoma tanısıyla merkezimizde tedavi edilen <=8y retrospektif olarak analiz edildi. Ann-Arbor evrelemesi, Rye kriterleri ile histopatolojik sınıflama yapıldı. Tanıda tutulu lenf nodu biyopsisi, akciğer grafisi, toraks BT veya PET-BT, abdominopelvik US ve BT, ilerlemiş hastalıkta kemik iliği aspirasyon/biyopsisi, kemik sintigrafisi yapılmıştı. 997 e dek COPP-MOPP ve/veya ABVD; 997 sonrasında ise GPOH 90/95 protokolleri uygulanmıştı. Kemoterapiye tam yanıtı olanlara düşük doz, kısmi yanıt veya ilerleyici hastalığı olanlara daha yüksek doz tutulu alan radyoterapisi uygulandı. 0 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Bulgular: Hodgkin tanısı alan 7 hastanın 6 sı değerlendirme dışı bırakıldı: antikanser tedavisi devam eden (n:); relapsla başvuran (n:4); primer dirençli hastalıkla başvuran (n:); tanısı ve/veya tedavisinin bir kısmı başka merkezde verilmiş (n:); tedavisi başka merkezlerde tamamlanmış (n:5). Toplam 55 hasta analiz edildi. Ortanca tanı yaşı.y (.4-8), E/K oranı.9 (6/9) idi. En sık karşılaşılan histopatolojik alt gruplar nodüler sklerozan %58 ve mikst sellüler % idi. B semptomu olan (%8) hasta vardı. Evre I-II (EI-II) hastalıklı (%56), EIII-IV hastalıklı 4 (%44) hasta vardı. Hasta karakteristikleri Tablo de, evrelere göre primer kemoterapi uygulamaları Tablo de özetlenmiştir. Tutulu nodal alan sayısı < olan %49, >= olan %5 oranında hasta vardı. En sık tutulan nodal bölgeler servikal (%80) ve mediastinal (%76) bölgelerdi. Tanıda bulky hastalığı olan hasta oranı %58 idi, bunların %7.5 i mediastinal, %50 si periferik, %.5 i mediastinal+periferik bulky hastalıklıydı. Tanıda ekstranodal tutulumu olan %0 hasta vardı, tutulu alanlar akciğer (n:7), karaciğer (n:) ve kemikti (n:). Evrelere göre kemoterapi kür sayıları EI-IIA da -4 kür, EIIB-IIIA da 4-6 kür, EIIIB-IV de 6-8 kür idi. Evre IVB olan iki hasta dışında tüm hastalarda primer tümör bölgesine radyoterapi uygulanmıştı. Ortanca izlem süresi 8.5yıl (ay- 9yıl) olup, genel yaşam hızı 5 yılda %98, 0 ve 5 yılda %94 (Şekil ); olaysız yaşam hızı 5 yılda %8, 0 ve 5 yılda %78 (Şekil ) bulundu. EvreI-II ve EIII-IV arasında, GPOH 90/95 ve COPP/ABVD tedavileri alanlar arasında genel ve olaysız yaşam hızları anlamlı farklı bulunmadı. Sonuçlar: Merkezimizin pediatrik Hodgkin lenfoma epidemiyolojik ve klinik sonuçları Türkiye deki diğer merkez sonuçlarından farklılıklar gösteriyordu; ortanca tanı yaşı y, E/K oranı.9 ve en sık karşılaşılan histolojik alt grup nodüler sklerozandı. GPOH 90/95 ve COPP/ABVD tedavileri alanlar arasında genel ve olaysız yaşam hızlarının benzer bulunmuş olması, geç yan etki profili açısından daha güvenli olan yeni rejimlerin kullanımını destekler nitelikte idi. Prognostik faktör saptanamamış olması hasta sayısının kısıtlı olmasıyla ilişkili düşünüldü. Tablo. Hastaların klinik ve demografik karakteristik özellikleri n % E 6 65 K 9 5 E/K.9 Yaş <5y 4 7. 5-0y 0 6. >0y 56.4 Histolojik alt grup Nodüler sklerozan 58 Mikst sellüler 8 Lenfositten zengin 4 7 Nodüler lenfositten zengin Lenfositten fakir - - Klinik evre IA 0 8. IB.6 IIA.6 IIB 6 0.9 IIIA 4 7. IIIB 4 7. IIISA 4 7. IIISB 5.5 IVA.6 IVB 7.7 Tablo : Evrelere göre primer kemoterapi protokolleri Evre I-IIA Evre IIB-IIIA Evre IIIB-IV Toplam n:5 (%45.5) n:4 (%5.45) n:6 (%9.09) n:55 (%00) COPP-ABVD COPP 6¹ ¹ 8 ABVD 6-8 COPP/ABVD alterne ² ³ 6 GPOH90/95 OEPA (E), 4 - - 4 OPPA (K) OEPA + COPP 4-5 OPPA + COPP 5 5 CHOP - - Toplam 5 7 ¹: Hastaların biri COPP yerine MOPP aldı ²: Hastaların ikisi COPP yerine MOPP aldı ³: Hastaların üçü COPP yerine MOPP aldı Ref No: P-559 EVRE IV NÖROBLASTOMLU HASTALARIMIZDAKİ ATEŞLİ NÖTROPENİ ATAKLARI Sema Vural, Didem Öztürk, Serap Karaman, Gizem Akça Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Kliniği Amaç: Nötropeninin ağırlığı ve süresi, ateşli nörtopeninin risk değerlendirmesinde kullanılan önemli kriterler arasında olup derin ve uzun nötropeninin görüldüğü ataklar, yüksek risk grubunda yer alır. Çoğu merkezde hematolojik malignitelerde gelişen ateşli nötropeni atakları yüksek, solid tümörlerde gelişenler ise düşük riskli kabul edilir. Çocuklardaki ileri evre solid tümörlerde kullanılan yoğun tedavi protokolleri ağır miyelosupresyona neden olabilir. Bu çalışmada, evre IV nöroblastomlu hastalarımızdaki ateşli nötropeni ataklarının klinik, laboratuvar özellikleri ve tedavi sonuçlarını değerlendirmeyi amaçladık Hastalar ve Yöntem: Çocuk Onkoloji Bölümümüzde 005-0 yılları arasında evre IV nöroblastom tanısı ile TPOG nöroblastom protokolü verilen hastalar çalışma grubunu oluşturdu. Kayıtlarına tam ulaşılabilen ateşli nötropeni ataklarının klinik, laboratuvar bulguları ve tedavileri geriye dönük olarak incelendi. Sonuçlar: Yaşları -6 yaş (median 4 yaş) arasında değişen i erkek 5 i kız 6 hastada 9 ateşli nötropeni atağı değerlendirildi. Atakların 4 ünde (%7) nötropeni süresi > 7 gün, 70 inde (%75) nötrofil sayısı 00 ün altında idi. Ateş, median gün (- 0 gün) devam etti, hastaların inde (%) klinik, ünde (%) mikrobiyolojik olarak infeksiyon saptandı. Tüm ataklarda ampirik tedavi olarak monoterapi başlandı. Atakların 7 inde piperasilin-tazobaktam, 5 inde sefaperazon-sulbaktam, 7 sinde karbapenem kullanıldı. Tedavi süresi median 7 gün (5-) gün olup; 6 atakta başlangıç tedavisine aminoglikozid, atakta makrolid eklenirken, 7 atakta karbapeneme geçildi. Ataklar süresince kaybedilen hasta olmadı; modifikasyonlu başarı %5, modifikasyonsuz başarı %85 olarak bulundu. Yorum: Nöroblastom tedavisi kemik iliğinde ciddi baskılanmaya yol açsa da, ateşli nötropenide risk grubu gözetmeksizin kullandığımız monoterapi ile aldığımız sonuçlar yüz güldürücüdür. PEDİYATRİK TÜMÖRLER Susesi Otel, Antalya

PEDİYATRİK TÜMÖRLER POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-560 ÇOCUKLUK ÇAĞINDA HEMATOLOJİK HASTALARDA SİROLİMUS ETKİNLİĞİ Pınar Özge Avar, Nihal Özdemir, Gülen Tüysüz, Tiraje Celkan İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji- Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Sirolimus, mtor yolağının inhibisyonuyla T lenfosit aracılı immüniteyi ve sitokinlerin hücre-içi sinyal mekanizmalarını bozarak etkisini gösteren makrolid grubu antibiyotiktir. Pediatrik Hematoloji-Onkoloji kliniğimizde, - yaş aralığında toplam 4 hastaya sirolimus tedavisi verildi, etkinliği değerlendirildi. Grup: Arteriovenöz malformasyon(avm) tanılı kortikosteroid, propranolol ve interferon tedavilerinden fayda görmeyen 7 hastada sirolimus etkinliği araştırıldı. Özellikle bir olgumuzda ilacın etkisini çarpıcı olarak saptadık. Blue rubber bleb nevus sendromu tanısıyla doğumda var olan kutanöz lezyonları ve bir yaşından itibaren gastrointestinal sistem kanamaları nedeniyle takip ettiğimiz, kortikosteroid, propranolol, interferon ve talidomid tedavilerine rağmen haftada - kez transfüzyon ihtiyacı olan ve lezyonlarında gerileme görülmeyen bir hastamızdı. Yaklaşık 4 aydır tedaviye düzenli devam eden, sadece iki kez transfüzyon alan hastamızın cilt lezyonlarında da belirgin azalma gözlendi. Benzer şekilde diğer 6 hastamızın da semptomlarında ve cilt lezyonlarında belirgin azalma saptandı. Grup: Otoimmün lenfoproliferatif sendrom (ALPS) tanısıyla takip ettiğimiz ikisi kardeş hastamızda sirolimus etkinliğini değerlendirdik. Kortikosteroid tedavisi başlanan, ancak yeterli yanıt görülmeyen hastalara.6 mg/m dozunda sirolimus tedavisi başlandı. Biri,5, diğeri,5 yıldır düzenli tedavisine devam eden ve yakınması olmayan hastaların fizik bakısında hepatosplenomegali ve lenfadenopatisi kayboldu, kan sayımında bisitopenileri düzeldi. Bir hastamızın kardeşinde aylıktan itibaren benzer yakınmaları olması üzerine ALPS tanısı konuldu ve kortikosteroid tedavisine yanıt vermediğinden sirolimus tedavisi başlandı. Grup: Tuberoskleroz tanısı ile takip ettiğimiz ve intrakranial kitleleri olan ikisi kardeş 4 hastamızda sirolimus tedavi etkinliğine baktığımızda, kitlelerinin boyutlarında çok belirgin olmasa da regresyon gözlendi. Yaklaşık yıldır sirolimus tedavisine düzenli devam eden iki hastamızın tekli antikonvülzan kullanımıyla nöbetleri kontrol altında izlenmektedir. Ancak yaklaşık,5 yıldır düzenli sirolimus tedavisi alan iki kardeşte etkin kontrol sağlanamamış, üçlü antiepileptik kullanımına rağmen nöbetleri devam etmektedir. Sonuç: Kliniğimizde; AVM, ALPS ve intrakranial kitlesi olan TS tanılarıyla izlediğimiz hastalara sirolimus tedavisi uygulandı. Üçlü antikonvülzan tedavilerine rağmen konvülziyonları devam eden intrakranial kitlesi olan tuberosklerozlu kardeş haricinde tüm olgularımızın semptomlarında, kliniklerinde ve laboratuvarlarında düzelme belirlendi. Huzursuzluk yakınması olan AVM li bir olgumuz haricinde gerek klinik gerekse laboratuvarında herhangi bir yan etki gözlenmedi. İlacın oral formunun da olması doz ayarlanması ve kullanım kolaylığı sağladı. Sirolimusun farklı hastalık gruplarında gözlenen etkinliği, yan etkisinin azlığı ve kolay uygulanması nedeniyle günümüzde giderek artan kullanım alanları bulacağını düşünmekteyiz. Ref No: P-56 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ EWİNG SARKOMLU OLGULARDA RADYOTERAPİ Candan Demiroz Abakay, Lutfi Özkan, Betül Sevinir, Sibel Kahraman Çetintaş, Bartu Sarısözen Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi Bilim Dalı Amaç: Ewing sarkomu tanısıyla radyoterapi uygulanan olgularda tedavi sonuçlarının ve olgu özelliklerinin irdelenmesi. Metod ve Materyal: 995-0 yılları arasında UÜTF Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Radyoterapi Merkezinde radyoterapi (RT) uygula Ewin sarkomu tanılı olgularda sonuçlarımızı değerlendirerek RT etkinliğini irdeledik. Ewing sarkom tanısı ile RT için refere edilen 5 olgudan klinik bilgilerine ulaşabildiğimiz olgunun sonuçlarını retrospektif olarak incelendi. Dört olguya postoperatif RT uygulanırken, geri kalan olgular kemoterapi sonrası ve definitif RT aldı. Radyoterapi tüm olgulara.8- Gy/fx dan toplam 4500-60 cgy dozda uygulandı. Hedef RT volümü, kemoterapi ve cerrahi öncesi radyolojik görüntüleme baz alınarak primer tümöre -5 cm güvenlik marjı verilerek planlandı. Rezeksiyon sonrası rezidü tümör kalan olgularda 4500 cgy sonrası boost yapıldı. Bulgular: Olguların ortanca tanı yaşı.5 (4-8), erkek/kız oranı.8 idi. Tanı tarihinden RT ye başvurma süresi ortalama 6 ay (- ay) ve ortanca izlem süresi 5.9 ay (.8-5 ay) idi. Yerleşim yerlerine göre dağılım; olguda spinal cord, olguda toraks, 6 olguda pelvis, olguda baş boyun, 0 olguda extremite şeklindeydi. Tanı anında olguda akciğer metastazı saptanırken, dört olgunun sinde total, sinde subtotal exizyon sonrası kemoradyoterapi uygulandı. Olgular pediatrik onkolojide -6 kür PİAV (sisplatin, ifosfamid, adriamisin, vincristin) sonrası RT için refere edildi. Ortalama RT süresi 47 gün (4-57 gün) idi. Takip sırasında 7 olguda metastaz gelişti. Radyoterapi sonrası, rezidü süphesi nedeniyle extremite koruyucu cerrahi uygulanan iki olguda tümöre rastlanmadı. Benzer şekilde RT sonrası görüntüleme tetkiklerinde rezidü tümörde gerileme olmayan bir olguya sene sonra intraoperatif RT uygulandı ve biopsi sonucu benign geldi. Extremite yerleşimli sarkom tanısıyla RT alan bir olguda 8 yıl sonra aynı bölgede RT ye sekonder. malignite gelişti (osteosarkoma). Extremite yerleşimli başka bir olguda tanında 9 ay sonra karşı extremitede ewing sarkom gelişti ve olgu beyin ve kemik metastazları ile kaybedildi. Tedavi ettiğimiz olgulardan son izlem tarihine bakılarak yapılan değerlendirmede 0 olgu hayatta ve hastalıksızdı (%48). Extremite bölgesine RT uyguladığımız olgulardan ünde extremite deformitesi, hareket kısıtlılığı ve kas gücü kaybı izlendi. Baş boyun bölgesi yerleşimli olguda ise RT sonrası 8. yılda mandibulada osteonekroz geliştiği gözlendi. Beş olgu (%4) metastaz, olgu (%5) nüks ile kaybedildi ve 5 (%4) olgunun son izlem kayıtlarına ulaşılamadı. Geri kalan 0 olgu (%48) hastalıksız takip edilmektedir. Sonuç: Ewing sarkomanın tedavi seçenekleri arasında cerrahi, RT ve KT yer almaktadır. Çalışmamızda olguların önemli bir bölümü sistemik hastalık nedeniyle kaybedilmiş olup, RT lokal hastalığın kontrolünde etkin bulunmuştur. 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-56 OTOİMMUN LENFOPROLİFERATİF SENDROM: YETİM BİR HASTALIK Caner Saygın, Didem Uzunarslan, Nihal Özdemir, Gülen Tüysüz, Hilal Akı, Frédéric Rieux Laucat 4, Şebnem Yılmaz, Tiraje Celkan İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp akültesi, Pediatrik Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp akültesi,patoloji Ana Bilim Dalı Dokuz Eylül Üniversitesi, Pediatrik Hematoloji Bilim Dalı, İzmir 4 Unité INSERM 768, Hôpital Necker-Enfants Malades, Université Paris Descartes, Sorbonne Paris Cité, Institut Imagine, Paris, France. Giriş: Otoimmun lenfoproliferatif sendrom (ALPS), yaygın LAP, hipergammaglobulinemi, lenfositoz ve splenomegali ile karakterize nonneoplastik genetik bir hastalık olup CD4-/CD8- (double negatif) T hücre popülasyonunun artışı hastalığın tanısında en önemli belirteçtir. Periferik T hücreli lenfoma tanısı ile tedavi gören ve sonrasında ALPS olduğu anlaşılan bir olguyu, bu sendromun farkındalığını arttırmak için sunmak istedik. Olgu: aylık erkek çocuk - aylıktan itibaren tekrarlayan ateşli hastalıklar (tonsilit, otit media) ve yaygın lenf nodları nedeni ile incelenerek LAP biyopsileri ile reaktif hiperplazi olarak değerlendirilmişti. Immünyetmezlik sendromları düşünülen hastanın direkt Coombs testi pozitif bulunmuştu. Lenfadenopatileri devam eden hastanın toraks BT sinde mediasten ve supraklaviküler alanlarda çok sayıda LAP görülmesi üzerine supraklaviküler lenf nodu biyopsisi yapıldı ve patolojik tanısı periferik T hücreli lenfoma-sınıflandırılamayan olarak konuldu. Kemik iliği biyopsisi ve periferik yayması normaldi. Evre orta risk grubu non-hodgkin lenfoma olarak kabul edildi. TRALL-BFM 000 ve kemoterapinin ardından profilaktik,66 Gy tüm beyin radyoterapisi verildi. Tedavinin tamamlanmasından yıl sonra görüntülemelerinde ço sayıda LAPler görüldü. Sağ supraklaviküler alandan yapılan eksizyonel lenf nodu biyopsisinde yaygın parakortikal ekspansiyon ve yıldızlı gökyüzü manzarası izlenmiş olup lenf nodunu infiltre eden hücrelerin CD pozitif, CD4/ CD8 negatif T hücreleri olduğu görüldü. Bulgular, yaygın parakortikal T hücre proliferasyonu ve reaktif hiperplazi ile karakterize otoimmun lenfoproliferatif sendrom lehine olup ilk alınan lenf nodu biyopsisi revize edildiğinde morfolojik bulguların aynı olduğu görüldü. Akım sitometrik incelemede CD+CD4-CD8- (double negatif) T hücreleri %7, olarak bulundu ve 7 aylık olan hastaya prednizolon başlandı. Steroid tedavisi altında LAPler geriledi, ancak kortizon yan etkileri ve hastalığın kortizon doz azaltımına gidildiğinde tekrarlaması nedeni ile hastaya sirolumus.6 mg/ m başlandı. Hasta halen bu tedaviyi.5 yıldır kullanmakta olup halen klinik ve hematolojik remisyondadır. Ailenin yeni dünyaya gelen kız bebeklerinde de aylıktan itibaren benzer bulgular nedeni ile yapılan akım sitometrik incelemede double negatif T hücre sayısı % olarak bulundu ve ALPS tanısı konuldu. Tartışma: Doğumdan itibaren var olan ve açıklanamayan genellikle LAP ler ile seyreden olgularda ALPS ayırıcı tanıda düşünülmelidir. ALPS, histomorfolojik olarak T hücreli lenfomalar ile karıştırılabileceğinden çocuk yaş grubunda lenfoma tanısı konmadan ALPS nin dışlanması gerekir. Ref No: P-56 İNFANTİL KAPİLLER HEMANJİOMLU OLGULARDA SERUM BASİC FİBROBLASTİK GROWTH FAKTÖR DÜZEYLERİ Gülşah Tanyıldız, Emel Ünal, Hafize Özel, Gülsan Yavuz, Nurdan Taçyıldız, Handan Dinçaslan, Ceyda Gürman, Zeynep Bıyıklı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyoistatistik Anabilim Dalı Kapiiller hemanjiom yaş altındaki infantlarda, %5-0 unda olmak üzere, en sık görülen beniign yumuşak doku tümörüdür. Hemanjiomların patogenezi henüz tam olarak aydınlatılamamış ise de anjiogenez ve vaskülogenez aşamasında ortaya çıkan aksaklıkların hemanjiomların etyolojisinde önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Çalışmamızda, Anjiogenez belirteçleri arasında önemli bir yer tutan basic Fibroblastik Growth Faktörün (bfgf) infantil kapiller hemanjiom tanısı alan olgularda serum düzeylerinin ölçülmesi ve benzer yaş grubunda sağlıklı kontrol olgular ile karşılaştıırlması amaçlanmıştır. Çalışmaya Nisan 0-Şubat 0 tarihleri arasında poliliniğimizde kapiller hemanjiom tanısı alan 44 olgu ve benzer yaş grubunda 8 sağlıklı kontrol dahil edildi. Tedaviye alınmadan önce çalışma kapsamındaki olgulardan, ailelerin imzalı onam formu alınmasını takiben venöz kan örmekleri alındı, serumları ayrılarak -0 C de çalışma gününe kadar saklandı. Serum bfgf düzeyleri ELISA (R&D) yöntemi ile ölçüldü. Hemanjiom olgularının (n:44) serum bfgf düzeyleri (7.88+7.47 pg/ml) sağlıkllı kontrol grubu (n:8) serum bfgf (.07+4.5 pg/ml) düzeyleri ile karşılaştıırldığında istatistiki olarak anlamlı yüksek (p=0.0) bulundu. Kapiller hemanjiom infant döneminin en sık görülen yumuşak doku tümörüdür. Hemanjiom ile ilgili cevaplanması gereken birçok soru bulunmaktadır. İnsan organizmasında, Anjiogenez üzerine etkili 0 stimüle edici ve 0 inhibe edici molekül tanmlanmıştır. Vasküler endotelyal growth faktör ve basic FGF, vaskülarizasyon ve anjiogenezde proliferatif etkisi güçlü olan faktörlerdir. BFGF diğer adı ile FGF-, farklı mitojenik protein içeren FGF ailesi içerisinde üzerinde en çok durulan protein yapıdır. bfgf güçlü bir anjiogenetik ve mitotik polipeptittir.mezoderm ve nöroektoderm orijinli dokulardan kaynaklanır ve yeni damarların oluşmasını ve çoğalmasını sağlar. Etyolojide önemli bu belirteçlerle ilgili çok az çalışma olması nedeniyle kapiller hemanjıomlu infantlarda tanıda serum bfgf düzeylerini ölçerek sağlıklı populasyon ile karşılaştırmak amaçlanmıştır. İleriye yönelik tedavilerde bu belirteçlerin hedeflenmesi de gündeme gelebilir. Ref No: P-564 RABDOMYOSARKOMA TANILI OLGULARDA RADYOTERAPİ Lütfi Özkan, Candan Demiröz Abakay, Betül Sevinir, Sibel Kahraman Çetintaş, Meral Kurt UÜTF Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı UÜTF Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı Giriş: Rabdomyosarkoma tanısıyla küratif ve/veya postoperatif Radyoterapi (RT) uygulanan olguların sonuçlarını ve klinik özelliklerinin değerlendirilmesi. Metod-Materyal: 996-0 yılları arasında UÜTF Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Radyoterapi Merkezinde rabdomyosarkoma tanısıyla radyoterapi uygulana 4 olgu retrospektif olarak değerlendirildi. Olgulardan si palyatif tedavi aldığı için çalışmadan çıkartıldı. Dört olgunun ise son izlem kayıtlarına ulaşılamadı. Bulgular: Olguların başvuru anında ortanca yaş 7 (.7-.5 yıl) ve erkek/kız oranı 6/8 idi. Bir olgu alveolar, olgu mixt, olgu undifferansiye tümör dışında tüm olgular pür embriyonel sarkom histopatolojisindeydi. Beş olgu grup I, olgu grup II, olgu nüks PEDİYATRİK TÜMÖRLER Susesi Otel, Antalya

PEDİYATRİK TÜMÖRLER POSTER BİLDİRİLER ve 5 olgu grup III hastalığa sahipti. Tümör tutulum yeri 6 olguda (%7) orbita, 5 olguda (%) baş boyun, 4 olguda (%8) parameningeal, 4 olguda (%8) mesane, olguda (%5) extremite, olguda (%9) genital bölge idi. Dokuz olgu postoperatif, geri kalan olgular ise küratif tedavi edildi. Cerrahi sonrası olguda cerrahi sınır pozitifliği mevcuttu. Ortanca izlem süresi 4 ay (4.7-54 ay) idi. Radyoterapi, 6-5 MV enerji ile 5-7 fraksiyonda toplam 4960-6660 cgy de uygulandı. Son izlem sırasında kayıtlarına ulaşılabilen olgulardan 4 ü (%64) hastalıksız takipte olup ve 4 olgu (%8) hastalık nedeniyle kaybedildi. Sağ ve sağlıklı olgulardan 7 si (%50) cerrahi sonrası RT alan olgulardı. Tedavi sonrası izlemde iki olguda radyasyona bağlı katarakt, iki olguda enoftalmi, olguda hidronefroz, olguda hipotroidi geliştiği görüldü. Sonuç: Rabdomyosarkoma çocukluk çağında en sık görülen yumuşak doku sarkomudur. Tedavi yanıtı ve prognoz tümörün histolojisi ve yerleşim yerine göre değişiklik gösterir. Literatürde olduğu gibi çalışmamızda da radyoterapi kemoterapi ile birlikte lokorejyonel hastalığın kontrolünde etkin bir tedavi yöntemidir. Ref No: P-565 SANTRAL SİNİR SİSTEMİ PNET SONUÇLARIMIZ: AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ ÇOCUK HEMATOLOJİ- ONKOLOJİ BÖLÜMÜ Funda Tayfun, Nurşah Eker, Elif Güler, Alphan Küpesiz, Akif Yeşilipek, Volkan Hazar Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Onkoloji Bilim Dalı, Antalya Primitif nöroektodermal tümör çocukluk çağı beyin tümörleri içinde oldukça sık görülmektedir. Bu çalışmada Akdeniz Üniversitesi Çocuk Hematoloji-Onkoloji Bölümünde tanı konularak tedavi edilen 8 SSS PNET hastasının klinik özellikleri ve tedavi sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. Hastaların 9 u kız, 9 u erkek, ortalama tanı yaşı 8.04±4, idi. Tümör yerleşimi (%8.6) hastada serebellum, 5 (%.)hastda serebrum ve (%5.) hastada medullaspinalis olarak saptandı. Hastalık durumu 0 (%78.9) hastada M0, (%5.) hastada M,ve 6 hastada (%5.8) M olarak bulundu. Gross total rezeksiyon 4 (%6.), subtotal rezeksiyon (%4.), biyopsi (%.6) hastaya uygulandı. Postoperatif değerlendirmede (%.6) hastada hiç rezidü saptanmazken, 4 ünde (%6.8) <=.5 cm rezidü, sinde (%.6) >.5 cm rezidü bulundu. Hastaların 8 i (%47.4) standard risk grubunda, 0 si (%5.6) yüksek risk grubunda yer almaktaydı. Otuzbir (%8.6) hastaya değişik kemoterapi protokolleri verilirken, 5 i (%.) sadece radyoterapi sırasında kemoterapi aldı. İki (%5.)hastaya ise hiç kemoterapi verilmedi. Kraniospinal radyoterapi 4 hastaya uygulandı. İzlemde hastaların inde relaps saptandı (primer tümör yeri;6, spinal;, primer ve spinal; ). Hastaların izlem süresi 4-8 ay, mediyan 6 ay). Beş yıllık genel yaşam hızı %59.8, hastalıksız yaşam hızı %54.4 bulundu. Hastaların yaş, cinsiyet ve risk gruplarına göre genel ve hastalıksız yaşam hızları arasında istatiksel açıdan anlamlı fark bulunmadı. Ancak hastalık yaygınlık durumuna göre bakıldığında ise hastalıksız ve genel yaşam hızları M0 olanlarda en yüksek iken M olanlarda en düşük bulundu. Tedavi sonuçlarımız literatür ile uyumlu görünmektedir, hastalık durumu M olan grupta yaşam hızlarını artıracak tedavi protokollerine ihtiyaç vardır. Ref No: P-566 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ PEDİATRİK RADYOTERAPİ DENEYİMİMİZ Mehmet Faik Çetindağ, Atiye Yılmaz Özsavran, Dinçer Yeğen, Nurgül Kızılırmak, Ayça Korucu, Hanzade Gider, Özlem Yazgören, Deniz Pektaş Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Ankara Giriş-Amaç: Her yıl ülkemizde 0-4 yaş grubunda,500-,000 civarında çocukluk çağı kanser vakası görülmesi beklenmektedir. Çocuklarda kanser erişkinlere kıyasla daha nadir olup, tüm kanserlerin %0,5 i 5 yaşından küçük çocuklarda görülmektedir. Bununla birlikte çocukların beklenen yaşam süresinin uzunluğu nedeni ile, etkin ve yan etkisi en az olacak tedavileri uygulamak önemlidir. Bu çalışmada kliniğimizde 009-0 yılları arasında radyoterapi programına alınan 8 yaş ve altı çocuk hastaların istatiksel verilerini incelemeyi amaçladık. Materyal-Metod: Kurulduğu tarihten itibaren günümüze kadar (009-0) bölümümüzde radyoterapi uygulanan 8 yaş ve altı 68 hasta çalışmaya dahil edildi. İstatistik programına yüklenmiş verilerden (SPSS 7) her vakanın histopatolojik tipi, yaşı, cinsiyeti, radyoterapi aldığı bölge ve dozu, radyoterapi planlama şekli ve cihazı incelendi. Bulgular: İncelenen 68 hastanın histopatolojik tanılarına göre dağılımları Tablo. de gösterilmiştir. Çocukların yaş ortalaması 8,5 (-8) idi. Hastaların 7 si (%54,4) erkek iken, i (%45,6) kız idi. Hastaların 4 i (%60,) Elekta cihazında üç boyutlu konformal teknik ile, 9 u(%7,9) Tomoterapi cihazı ile görüntü rehberliğinde yoğunluk ayarlı radyoterapi tekniği ile, 8 i (%,8) de herhangi bir sebeble her iki cihazda karma teknik ile tedavi görmüştür. Hastalara uygulanan ortalama doz 460 cgy (900-6800 cgy) dir. Radyoterapi bölgeleri; santral sinir sistemi 9 (%4,9), abdomen (%6,5), baş boyun 6 (%9,) mediasten ve toraks (%4,4), extremite (%,) olarak belirlendi. Tedaviye alınan hastaların tanesinde (%4,4) oral-iv anestezi gerekmiş olup, 48 tanesinde (%70,6) immobilizaasyon için termoplastik maske kullanılmıştır. Ayrıca hastada (%,4) vakum prensibiyle çalışan sabitleyici yatak kullanılmıştır. Hastalarımızın üne (%,8) eş zamanlı kemoterapi uygulanmış olup, 9 unda (%7,9) hemotoljik toksisite gözlenmiş ve 4 ünde (%0,6) tedaviye ara verilmesi gerekmiştir. Tartışma ve Sonuç: Çocukluk çağı kanserleri erişkin tümörlerine göre daha nadir görülür ve çok çeşitlidir. Bu yaş grubunda radyoterapi; teknik, doz, radyoterapi sonucu oluşacak sekonder kanserlerin dikkate alınması, tedaviye yanıt, anestezi gerekliliği, gibi özellikler bakımından erişkin çağa göre farklılıklar içerir. Bu yüzden dalında uzmanlaşmış, deneyimli radyasyon onkologları tarafından belli protokoller rehberliğinde ele alınmayı gerektirir. Radyoterapi tüm yan etkilerine karşın hala çocukluk çağında da kanser tedavisinin önemli bir kısmıdır ve teknolojinin getirdiği yeniliklere uyum sağlamak önemlidir. Tablo. Histopatolojik tiplere göre hasta yüzdeleri 4 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-567 HODGKİN LENFOMALI HASTALARIMIZIN KLİNİK ÖZELLİKLERİ, TEDAVİ VE İZLEM SONUÇLARI Sema Büyükkapu Bay, Funda Çorapcıoğlu, Görkem Aksu, Meriban Karadoğan, Esma Ulusoy Çakmak Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Bu çalışmanın amacı, merkezimizin kuruluşundan bu yana geçen 0 yıllık süreçteki deneyiminde çocukluk çağı HL li hastalarımızın demografik ve klinik özellikleriyle, tedavi ve izlem sonuçlarının değerlendirilmesidir. Hastalar ve Yöntem: On sekiz yaş altı toplam 4 HL li hastanın dosya kayıtlarından klinik, demografik özellikleri, tedavi ve izlem sonuçları retrospektif olarak incelendi. Tüm hastalara riske dayalı ABVD kemoterapisi ve tutulu alan radyoterapisi uygulandı. Hastalar sağkalım oranları ve etkili faktörler ile erken ve geç yan etkiler yönünden değerlendirildi. Bulgular: Hastaların si erkek, %4 i 0 yaşın altında ve yaş ortalamaları 0,68±4,06 idi. Hastaların ilk yakınmalarının başlangıcından tanı alana kadar geçen süre 4,86±,88 ay idi ve %5,7 si kırsal bölgede yaşamakta idi. Servikal lenf nodu bölgesinin %80,5, supraklaviküler lenf nodu bölgesinin %6, mediastinal lenf nodu bölgesinin %48,8 ile en sık tutulum bölgeleri idi. Histopatolojik alt tipde hastaların %5, sinde MS ve. sıklıkta %6,6 NS tip görüldü. NS tipin %9, ü 0 yaşın üzerindeki hastalarda görüldü. Hastaların %5,7 sinde tanıda B semptomu mevcuttu, %6,4 ü erken evrede, %6,6 sı ileri evrede başvurmuştu. İleri evrede başvuran hastaların %86,6 sında (erken evrede %4,6) B semptomu mevcuttu. Üç yıllık OS ve EFS oranı %88 idi. Yaş, evre, tedavi risk grubu, B semptomu ve ekstranodal tutulum varlığı, LDH, ESH, lökosit, Hb düzeyleri ve sosyoekonomik durumun univaryant analizde OS ve EFS üzerine anlamlı etkisi bulunmazken, bulky kitle varlığının OS ve EFS üzerine etkili faktör olduğu saptandı. Sonuç: Tedavi risk grupları arasında yaşam oranlarının fark göstermemesi nedeniyle merkezimizde uygulanan yaklaşım başarılı bulunmakla birlikte, erken tedavi yanıtının da gözetildiği yeni prokollerle tedavi başarısından ödün vermeksizin yan etkilerin azaltılmasına yönelik çalışmalar planlanmıştır. Ref No: P-568 KANSERLİ ÇOCUKLARDA GEÇ YAN ETKİ OLARAK HİPERTANSİYON Elif Güler, Nilgün Çöl Araz, Mithat Büyükçelik, Ayşe Balat Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Onkoloji Blim Dalı, Antalya Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Sosyal Pediatri Bilim Dalı, Gaziantep Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nefroloji Bilim Dalı, Gaziantep Kanserli çocuklarda geç yan etki olarak hipertansiyon sıklığı ile ilgili çalışma çok azdır. Hipertansiyon için obezite bir risk faktörüdür. Kanserli çocuklarda obesite sıklığının arttığı bildirilmektedir. Bu çalışmada kanserli çocuklarda hipertansiyonun görülme sıklığı ve buna etki edebilecek olası nedenlerin araştırılması amaçlandı. Çocuk Onkoloji Bölümünde tedavi edilen ve remisyonda olan, tedavi kesim tarihi üzerinden 4 aydan fazla zaman geçmiş 5 hastanın ambulatuar kan basıncı monitorizasyonu, kilo, vücut kitle indeksi ve bel çevresi ölçümleri yapılarak kendi yaş ve cinsiyetlerine göre değerlendirildi. Kan basıncı değerleri hasta yaşına ve cinsiyetine göre normal kabul edilen dağılımın %95 ve üzeri ise hipertansiyon olarak kabul edildi. Hastaları 5 i kız, 7 si erkek, ortalama yaşı.84±.88, tedavi kesim süreleri 4-5 ay, median 54.5 ay idi. Hastaların 6 sı (%0.8) hipertansif, 6 sı (%69.) normotansif bulundu. Tümör tiplerine göre bakıldığında Wilms tümörlü 9 hastanın 4 ünde (%44.4), hematolojik malignansili hastanın 6 sında (%7.7), diğer solid tümörlü hastanın 6 sında (%8.5) hipertansiyon mevcuttu. Hastaların 9 u (%7.) kilo fazlası veya obez iken 4 ü (%86.6) normal kiloda idi. Bel çevresi ise IDF kriterlerine göre hastaların 4 ünde (%0.4) metabolik sendrom açısından yüksek risk grubunda bulundu. Wilms tümörlü hastalar da kilo fazlalığı veya obezite saptanmadı. Kanserli çocuklarda geç yan etki olarak hipertansiyon olasılığı nedeniyle kan basıncı takipleri yapılması önemlidir. Ref No: P-569 ÇOCUKLUK ÇAĞI PRİMER SANTRAL SİNİR SİSTEMİ LENFOMASI: 4 OLGU Sema Yılmaz, Murat Elli, Ramazan Aydın, Abdurrahman Alaçam, Ayhan Dağdemir Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji/Onkoloji Bilim Dalı Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatri Bilim Dalı Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Bilim Dalı Giriş: Primer santral sinir sistemi (CNS) lenfomaları çocukluk çağında nadir görülür. Tüm CNS lenfomaların % i 9 yaşın altında görülmektedir (). İmmün yetmezlikli hastalar daha çok risk altındadırlar. Pediatrik CNS lenfoması olgu raporlarında tüm beyine radyoterapi verilmeksizin kemoterapinin uzun süreli remisyon sağladığı gösterilmiştir (,). Spinal yerleşimli lenfomalar çok nadirdir ve kemik yerleşimli tüm lenfomaların % ile %7, inde (4) görülürken; tüm lenfomaların %0, ile %6,5 unda rapor edilmiştir (5,6). Nadir görüldüğü için klinik bulguları tespit etmek tedavisini planlamak ve hastalık gidişini söyleyebilmek zordur. Kord basısına bağlı nörolojik fonksiyonların bozulmasından dolayı erken tanı ve tedavi önemlidir. Biz spinal yerleşimli vaka ile santral sinir sistemi yerleşimli vakayı sunmayı amaçladık. Vakalar: 8 yaşında erkek ve yaş kız hasta bacaklarında güçsüzlük ve yürüyememe şikâyeti ile getirildi. Fizik muayenesinde alt ekstremitelerinde paraparezi ve hipoestezi haricinde diğer sistemler normaldi. Rutin laboratuar tetkiklerinde bir özellik yoktu. Kemik iliği incelemesi normaldi. İlk hastanın T ağırlıklı spinal MR incelemede T7 vertebra düzeyinde sağ epidural mesefeyi dolduran, spinal kordda sol anteriora doğru yer değişikliğine neden olan, komşu kaslara göre hiperintens sinyal özelliğinde yumuşak doku kitlesi görüldü (Şekil A). Diğer hastada ise T ağırlıklı spinal MR incelemede T4 vertebra düzeyinde her iki nöral foraminayı dolduran, paravertebral alana uzanan ve kord basısına neden olan belirgin homojen kontrastlanan düzgün kontürlü lezyon tespit edildi (Şekil A). Cerrahi eksizyon sonrası ilk hastada Burkitt lenfoma ikinci hastada ise yüksek grade B hücreli NHL tanısı konulup NHL-BFM 95 kemoterapi protokolü uygulandı. Tedavi sonrası kontrol MR incelemeleri normal olan hastalar (Şekil -B) tam remisyonla taburcu edildiler. 6 yaşında ve 4,5 yaşında kız hasta başağrısı ve kusma şikâyeti ile getirildi. Muayenelerinde nöromotor defisiti yoktu, diğer sistem muayeneleri normaldi. Laboratuar tetkiklerinde ve Kİ değerlendirmesinde bir özellik yoktu. Serebral MR incelemede ilk hastada sağda frontal lobda x0x7 mm; solda parietal lobda 5xx5 mm birbiri ile yakın komşulukta adet paramedian yerleşimli çevresinde ödem alanı bulunan düzgün lobule konturlu, yoğun kontrastlanan T hipo, T hiperdens kitle mevcuttu (Şekil A). Diğer hastada sağ temporal lob inferoanteriora hafif bası yapan ve tüm duramateri içeren homojen yoğunlukta kitle görüldü (Şekil 4A). Kitle eksizyon sonrası patoloji incelemesinde B hücreli NHL tanısı ile NHL-BFM 95 tedavisi aldı. Kontrol MR incelemede hastalardaki tümör tamamen gerilemişti (Şekil -4B). İlk hasta halen tam remisyonda olup ikinci hasta ise sepsise bağlı komplikasyondan kaybedildi. Sonuç: Oldukça nadir görülen santral sinir sistemi ve kord basısı ile gelen spinal lenfomalarda zamanında ve uygun tedavi ile yaşam süresi uzatılabilmektedir. PEDİYATRİK TÜMÖRLER Susesi Otel, Antalya 5

PEDİYATRİK TÜMÖRLER POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-570 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ KARACİĞER METASTAZI OLAN PEDİATRİK NÖROENDOKRİN TÜMÖR OLGUSU Şule Yeşil, Hale Kirimlioğlu, Ceyhun Bozkurt, Gürses Şahin, Sibel Akpınar Tekgündüz, Ayşe Ceyda Ören, Ayşe Ulya Ertem S.B.DR. Sami Ulus Kadın Doğum ve Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları EAH, Çocuk Onkolojisi Bölümü, Ankara Acıbadem Üniversitesi, Patoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul Şekil. T7 vertebra düzeyinde sağ epidural mesefeyi dolduran (oklar), spinal kordda sol anteriora doğru yer değişikliğine neden (yıldız) olan yumuşak doku kitlesi. Şekil. T4 vertebra düzeyinde her iki nöral foraminayı dolduran (oklar), paravertebral alana uzanan (ok başları) ve kord basısına (yıldız) neden olan belirgin homojen kontrastlanan düzgün konturlu lezyon. Şekil. Sağda frontal, solda parietal lobda birbiri ile yakın komşulukta iki adet paramedian yerleşimli çevresinde ödem alanı bulunan düzgün lobule konturlu kitle (oklar). Şekil 4. Sağ temporal lob inferoanteriora hafif bası yapan ve tüm duramateri içeren homojen yoğunlukta kitle (oklar). Giriş: Nöroendokrin tümörler (NET) sıklıkla akciğer, gastrointestinal sistem ve pankreasta görülen ve nöroendokrin sistemden köken alan tümörlerdir. Çocukluk çağında çok nadir görülen NET ler lokalizasyonları ve salgıladıkları hormonlar nedeniyle çok farklı klinik durumlar ortaya çıkaran, çoğunlukla benign seyirli olmakla birlikte agresif seyirli de olabilecek tümörlerdir. Histopatolojik sınıflandırma ile belirlenen tümörün diferansiasyon derecesi tedaviyi belirlemede ve prognozu öngörmede önemlidir. Tanı anında sıklıkla metastatiktir ve metastazlar genellikle karaciğere olur. Tanı anında karaciğer metastazı olan bir pediatrik NET olgusunu sunmayı amaçladık. Olgu: On üç yaşında erkek hasta on gün önce başlayan karın ağrısı, karında şişlik ve vücutta döküntü şikayetiyle başvurdu. Fizik incelemesinde yüzde, boyunda ve gövdede yaygın eritematöz döküntüsü vardı. Hastanın epigastriumunda orta hatta 8x6 cm boyutunda yumuşak kitle palpe edildi. Laboratuar incelemelerinde patolojik bulgu saptanmayan hastanın yapılan abdominal radyolojik incelemelerinde; karaciğerde hemen tüm segmentlerde, büyüğü segment den e uzanan 9x6.5 cm boyutta, düzgün konturlu çok sayıda kistik nekrotik alanlar içeren, kontrast tutulumu gösteren solid kitle lezyonları izlendi. Karaciğerden alınan tru-cut biyopsi sonucu iyi diferansiye Nöroendokrin Tümör, Who Grade, Ki 67 indeksi % olarak raporlandı. NET tanısı alan hastanın 4 saatlik idrar incelemesinde 5 hidroksi indol asetik asit düzeyi çok yüksek bulundu. Primer tümör yerleşimini bulmak amacıyla yapılan üst GIS endoskopisi ve alınan biyopsiler normaldi. Oktreotid sintigrafisinde karaciğerde, geniş boyutlu birkaç adet heterojen karakterde patolojik aktivite tutulumları, ayrıca karaciğer dışında abdomen ve pelviste iki ayrı odakta fokal aktivite tutulumu izlendi. Tümör FDG PET-BT de karaciğerde kitle lezyonlarında, mezenterik lenf nodlarında ve anal bölgede yoğun fokal artmış metabolik aktivite tutulumu izlendi. Bu nedenle kolonoskopik inceleme yapıldı ve alınan biyopsiler normal olarak raporlandı. Hastaya iyi diferansiye, karaciğer metastazı olan nöroendokrin tümör tanısıyla oktreotid tedavisi başlandı. İzlemde hastanın döküntüleri kayboldu. 4 saatlik idrar incelemesinde 5 hidroksi indol asetik asit düzeyi normale döndü. Takiplerinde oktreotid ilişkili sinüs bradikardisi gelişmesi nedeniyle doz azaltılan hastanın tedavisine Everolimus eklendi. Sonuç: NET de erken dönemde yakalanan olgularda cerrahi yaklaşım en önemli tedavi girişimidir. Yaygın karaciğer metastazı nedeniyle cerrahi mümkün olmayan hastamızda tümörün iyi diferansiye olması nedeniyle kemoterapi verilmesi düşünülmedi. NET tedavisinde antihormonal etkisi nedeniyle somatostatin analogları yaygın olarak kullanılmaktadır. Somatostatin analogları ve mtor inhibitörlerinin kombine kullanımının nöroendokrin tümör hücrelerinde gösterilen antiproliferatif etkisi nedeniyle tedaviye Everolimus eklendi. Tedavisine devam edilen hasta stabil olarak izlenmektedir. 6 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Şekil. Abdomen MRI: Karaciğerde, içerisinde kistik nekrotik alanlar bulunan solid kitle lezyonları Bu hastalar sıklıkla karın ağrısı, disfaji, distansiyon, kitle, hematemez ve melenayla başvurur. Gastrik perforasyon oldukça nadirdir. Burada; yaşında karın ağrısı ve mide perforasyonuyla başvuran, endoskopik biyopsiyle alfa-fetoprotein üreten hepatoid gastrik adenocarsinom tanısı alan bir olgu sunulacaktır. Literatürde çocukluk yaş grubunda tanı alan ilk olgu olması nedeniyle ilginç bulunmuştur. Olgu: yaşında erkek hasta iki haftadır devam eden şiddetli karın ağrısı ile Acil bölümüne başvurdu. Fizik muayenesinde yaygın abdominal hassasiyet saptandı. Karın grafisinde daifram altında serbest hava görüldü. Yapılan acil laparotomide gastrik perforasyon saptanarak onarıldı. Cerrahiden altı hafta sonra ağır gastrointestinal obstrüksiyon semptomlarıyla tekrar başvuran hastanın baryumlu ösefagus-mide barsak (ÖMD) grafisinde herhangi bir patoloji saptanmadı. Abdominal tomografi bulguları karın içinde hafif asit ve prepilorik alanda kalınlaşma olarak yorumlandı. Tekrar çocuk cerrahisi bölümü tarafından yapılan exploratif laparotomide barsaklarda yaygın ödem ve omentumu, mezenteri ve peritonu kaplayan 5 mmlik küçük nodüller saptandı. Bu lezyonlardan alınan biyopsiler malignite olarak yorumlandığı için onkolojiye danışıldı. Tümör markerlarında alfa fetoprotein ve karsinoembriyonik antigen yüksek bulundu (AFP: 07 IU/ml, 5 mikrolitre,) Patolojik tanının spesifiye edilememesi nedeniyle gastrik tümör ön tanısıyla endoskopi yapıldı. Endoskopide prepilorik alanda 4 cm çaplı gastrik tümör görüldü. Tüm patolojik bulgular hepatoid diferensiyasyon gösteren gastrik adenokarsinom olarak yorumlandı. İleri evre, metastatik gastrik karsinom olan hasta, cerrahi olarak anrezektabl bulurak neoadjuvant kemoterapi planlandı. Tartışma: Gastrik adenokarsinom, pediatrik yaş grubunda çok nadir olarak görülür. Olgumuz karın ağrısı ve gastrik perforasyon ile tanı almıştır. Tüm gastrik kanserlerin % nden azı gastrik perforasyonla prezente olmaktadır. Olgumuz çocukluk yaş grubunda hem gastrik perforasyonla başvurması hem de AFP üreten hepatoid gastrik adenokarsinom olan ilk vaka olması nedeniyle ilginç bulunmuştur. PEDİYATRİK TÜMÖRLER Şekil. Yüzde, boyunda ve gövdede yaygın eritematöz döküntüler Ref No: P-57 ALFA-FETOPROTEİN ÜRETEN HEPATOİD GASTRİK ADENOKARSİNOM Suna Emir, Neslihan Karakurt, Esra Karakuş, Emrah Şenel, Hacı Ahmet Demir, Diclehan Orhan Ankara Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hematoloji Onkoloji Eğitim ve Araştırma hastanesi, Ankara Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Patoloji Bilim Dalı, Ankara Şekil. Midedeki kitlenin endoskopik görünümü Giriş: Alfa-fetoprotein üreten hepatoid gastrik adenocarsinom daha çok yaşlı erişkin hastalarda görülen nadir bir gastrik kanser tipidir. Tüm pediatrik tümörlerin % i gastrointestinal kökenliyken, bunların da sadece %0,05 ni gastrik adenokanserler oluşturur. Susesi Otel, Antalya 7

PEDİYATRİK TÜMÖRLER POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-57 YARDIMCI ÜREME TEKNİKLERİ İLE TEDAVİ SONRASI OLUŞAN GEBELİKLERDE RETİNOBLASTOM SIKLIĞI Hilal Şen, Burça Aydın, Nesibe Eroğlu Ertuğrul, Bilgehan Yalçın, Ali Varan, Tezer Kutluk, Münevver Büyükpamukçu Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Retinoblastom 5-0.000 canlı doğumda bir görülen en sık göz tümörüdür. Yardımcı üreme teknikleri (YÜT) ile tedavi sonrası oluşan gebeliklerde RBL sıklığı konusunda karmaşık sonuçlar bildirilmiştir. Bu çalışmada bölümümüzde tedavi edilmiş retinoblastomlu hastalar içinde YÜT ile tedavi sonrası doğanların değerlendirilmesi amaçlandı. Metod: 99-0 arasında bölümümüzde tedavi edilen retinoblasomlu hasta dosyaları geriye dönük incelendi, YÜT ile doğum öyküsü olan 5 hastanın özellikleri değerlendirildi. Bulgular: 0 yıllık sürede tedavi edilen ve izlenen 0 retinoblastomlu hasta içinden beşinin YÜT ile tedavi sonrası doğmuş olduğu görüldü (4 in vitro fertilizasyon ve ovaryan stimulasyon). Anne yaşları 9-9 (ortanca 5), baba yaşları -5 (ortanca 6) idi. Üç annenin ilk gebeliği idi, bir annede daha önce abortus öyküsü vardı. annede gebelikte hipertansiyon, hiperkolesterolemi ve diabetes mellitus gelişmişti. Hastaların tanı yaşları 5 günlük-8 ay arasında (ortanca ay) idi. Beş hastanın (K/E=/) 4 ünde unilateral tümör mevcuttu. İki hasta sistemik kemoterapi sonunda tedavisiz remisyonda olarak izleniyor. Üçüncü hastaya kemoterapi altında ilerleyen bulgular nedeniyle enükleasyon yapıldı. Tanıda enükleasyon yapılan ve olumsuz patolojik özellikleri olan 4. hasta sistemik kemoterapiye rağmen beyin metastazı ile kaybedildi. Bilateral tutulumu olan tek hastada ek konjenital anomaliler (polidaktili, pes ekinovarus, mental ve motor retardasyon) vardı. Bu hastada ikinci seri kemoterapi sonunda ilerleyici bulgular nedeniyle enükleasyon yapıldı ve optik sinir kesi ucunda tümör izlenmesi nedeniyle radyoterapi başlandı. Diğer göz inaktif tümör ile remisyonda izleniyor. Bir hasta üçüz eşi idi, diğer kardeşlerde retinoblastom gelişmedi. Doğum ağırlıkları.740-.900 (ortanca.40), doğum haftaları 5-9 (ortanca 8) idi. Hastaların ailelerinde başka retinoblastomlu hasta yoktu. Sonuç: Literaturde ülkelere ait yıllık doğum hızı, YÜT ile gebelik sıklığı, retinoblastom sıklığı ve İVF sonrası gebelik sıklığı değerlendirildiğinde karmaşık sonuçlar mevcuttur. Türkiye de 00-006 arasında retinoblastom insidansı %.8 dir. Diğer ülke verilerine benzer sıklıktadır. Türkiye deki YÜT sonrası gebelik sıklığına ilişkin net veriler olmadığı için bu yönde karşılaştırma yapamamamıza karşılık nüfus ve yıllık doğum hızı göz önünde bulundurulduğunda YÜT ile gebelik sonrası RBL sıklığında artış olmadığını düşünmekteyiz. Ref No: P-57 LÖSEMİ, LENFOMA VE SOLİD TÜMÖRÜ OLAN ÇOCUKLARDA TANI KONULANA KADAR GEÇEN SÜRE Elif Güler, Nilgün Çöl Araz Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji Onkoloji Bilim Dalı, Antalya Gaziantep Üniveristesi Tıp Fakültesi Sosyal Pediatri Bilim Dalı, Gaziantep Kanserli hastalarda tanı konulmasına kadar geçen süre prognozu etkileme açısından önemlidir. Çocukluk çağı kanserlerinde semptom ve bulguların non spesifik olması nedeniyle tanı konulmasında gecikmeler yaşanmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerde tanı konulmasına kadar geçen süre ile ilgili yapılmış olan çalışma sayısı azdır. Bu çalışmada ülkemizin güneydoğu anadolu bölgesinde yaşayan, burada tanı konularak tedavileri yapılan 68 çocukluk çağı lösemi, lenfoma ve solid tümörlü hastaların tanı almalarına kadara geçen süre ve etki eden faktörler retrospektif olarak değerlendirildi. Tanı Süresi (TS); hastanın yakınmasının başlaması ile tanı konulmasına kadar 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ geçen süre olarak kabul edildi. Ebeveyen Süresi (ES); yakınmaların başlangıcından doktora başvurmaya kadar geçen süre, Doktor Süresi; doktora ilk başvurudan tanı konulana kadar geçen süre olarak tanımlandı. Mediyan ES 0 gün (-800), DS gün (-79), TS 60 gün (4-090) olarak bulundu. En uzun TS 8 gün (0-80) Langerhans Hücreli Histiyositozlu hastalarda, en kısa TS 0 gün (4-60) olarak lösemili hastalarda saptandı. Solid tümörlü hastalardaki TS, ES, ve DS lösemili hastalardakilerden daha uzundu (hepsi için p<0.05). Bir yaş altındaki hastaların TS si 0-4 yaş arasındaki hastalardan daha kısaydı. En uzun TS ilk olarak pediatrist dışındaki uzman doktorlara başvuran hastalarda saptandı. Hastaların kent merkezi veya kırsal alanda yaşamalarına göre TS leri arasında fark yoktu. Kanserli çocuklarda TS kanserin tipine, hasta yaşına ve tümör lokalizasyonuna göre değişmektedir. Erken tanı için çocukluk çağı kanserlerin semptom ve bulguları konusunda tüm doktorların özellikle de pediatri dışındaki uzmanların daha duyarlı olmasına ihtiyaç vardır. Ref No: P-574 KLOFARABİNE BAĞLI KAPİLLER KAÇAK SENDROMUNUN YÜKSEK DOZ İVİG İLE BAŞARILI TEDAVİSİ Vural Kesik, Erman Ataş, Nadir Korkmazer, Oğuzhan Babacan GATA Askeri Tıp Fakültesi, Çocuk Onkolojisi Bilim Dalı, Ankara GATA Askeri Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Ankara Giriş: Kloforabin kemoterapisi esnasında steroid profilaksisine rağmen kapiller kaçış sendromu (KKS) %4 oranında görülmektedir. KKS nun standart tedavi seçenekleri steroid, salbutamol, terbutalin ve teofilini içermektedir. Son yıllarda yüksek doz immünglobulin (YD-İVİG) steroid dirençli vakalarda etkin şekilde kullanılmaktadır. Burada YD-İVİG ile başarılı bir şekilde tedavi edilen KKS olgusu sunulmuştur. Olgu: Beş yaşında Evre III T hücreli lenfoblastik lenfoma tanılı erkek olguda BFM (Berlin-Frankfurt-Munster) -95 NHL (Non- Hodgkin lenfoma) tedavi protokolü idame tedavisinin. haftasında kemik iliğinde diffüz blastik infiltrasyon ile lösemi formunda relaps saptandı. Tedavisi önce ALL REZ BFM-00 ile, dirençli olması üzerine klofarabin, siklofosfamid ve etoposit kemoterapisi ile değiştirildi. Profilaktik olarak eş zamalı metilprednizolon, siprofloksasin, flukanozol, metranidazol, asiklovir, terbutalin ve teofilin kullanıldı. Kemoterapinin ikinci günü tümör lizis sendromunu gelişmesi üzerine hemodiyaliz başlandı. İkinci klofarabin dozundan sonra, posterior nazofarenks, müköz membranlardan ve kateter giriş yerinden kanama başladı. Posterior nazofarenkste kanayan damarın koterizasyonu etkili olmadı ve posterior tamponla durduruldu. Bu dönemde hemoglobin g/dl, protrombin zamanı (PT) 6. saniye, aktive parsiyel tromboplastin zamanı (aptt) 45 saniye, INR.5 ve trombosit 7.000/mm idi. Tansiyonu 80/40 mmhg olarak seyretti. Koagulasyon faktörleri taze donmuş plazma (TDP) ile desteklenmesine rağmen posterior nazofarenksteki ve kateter giriş yerindeki kanama devam etmesi nedeniyle KKS (normal trombosit ve yaygın ödem) öncelikle düşünüldü. Kapiller kaçak sendromu önceki tedavilere yanıt vermemesi üzerine YD-İVİG planlandı. YD-IVIG uygulanma zamanı ve dozu 400 mg/kg iki gün olarak planlandı. Takiplerde İVİG bitiminde nazofarenks ve kateter giriş yerindeki kanama ikinci günün sonunda durdu. Olgumuz şuan aydır iyi durumda olup, KKS tekrarlamadı. İleriki kürlerde KKS gelişmedi. Tartışma: Klofarabin KKS ve TLS gibi hayatı tehtit edebilen komplikasyonlara neden olabilir. Yakın takip, yeterli hidrasyon ve profilaktik steroid tedavisi KKS risk ve etkisini azaltmasına rağmen steroide dirençli vakalar olabilir. Steroid profilaksisi verilmesine rağmen hastamızda KKS gelişti. Terbutalin ve teofilin KKS da diğer etkili tedavi- 8 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER lerdir. Diğer tedavi seçeneğide YD-İVİG dir. Mekanizması tam belli değildir. En çok belirtilen etki mekanizması olan immünmodulatuar rolü üzerinde daha ileri ve ayrıntılı incelenmesi gerekmektedir. Olgumuzda iki gün boyunca 400 mg/kg/gün dozunda YD-İVİG tedavisi ile müköz membran ve kateter giriş yerindeki kanamayı durduruldu. Sonuç olarak iki günlük YD-İVİG tedavi rejimi daha önceki tedavilere yanıt vermeyen çocuklarda KKSnun tedavisinde etkili ve tolere edilebilir bir tedavi seçeneğidir. Ref No: P-575 NON-HODGKİN LENFOMALI ÇOCUKTA KİTLESEL LEZYONLARLA ORTAYA ÇIKAN RABDOMİYOLİZ Sema Vural, Şebnem Yılmaz, Leyla Telhan, Emel Hatun Aytaç Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği Giriş: Rabdomiyoliz (RML), iskelet kasının hasarı sonrası hücre içeriğinin serum içine salınması ile oluşan bir tablo olup travma veya travma dışı değişik nedenlerle oluşabilir. Çocuklarda en sık infeksiyona bağlı olarak gelişir. Kanserli hastalarda nadiren kemoterapi sonrası rabdomiyoliz olguları da bildirilmiştir. Klinik tablo değişken olup, sadece laboratuvar bulguları ile seyredebileceği gibi yaşamı tehdit eden organ yetmezlikleri ve elektrolit dengesizliklerine de neden olabilir. En sık böbrek yetmezliği bildirilmiş olup nadiren karaciğer fonksiyonlarında bozulma görülebilir. Kas ağrısı, duyarlılığı, daha seyrek olarak da kaslarda ödem ve deride nekroz saptanabilir. Bu yazıda febril nötropeni atağı sırasında rabdomiyoliz tanısı alıp kol ve sırt kaslarında kitlesel tutulum yapan ve ciddi karaciğer fonksiyon bozukluğu gelişen akut lenfoblastik lenfomalı bir olgu sunulmuştur. Olgu: Nüks lenfoblastik lenfoma tanısı ile BFM Rez 00 protokolü başlanan 0 yaşındaki erkek hasta, ilk kemoterapi bloğu bitiminden üç gün sonra sol kol ve sırtın sol alt tarafında ani gelişen ağrılı şişlikle başvurdu. Halsiz görünümdeki hastanın oral mukoziti ve 8 C ateşi vardı. Sol kol medialinde 0x0 cm, sol lomber paraspinal bölgede 0x0 cm, sınırları belirsiz, renk değişikliği olmayan, ağrılı yumuşak doku şişlikleri saptandı. Tetkiklerinde Hb 7,9 g/dl, lökosit 700/mm, PNL 00/mm, trombosit 0.000/mm, ALT 89 IU/L, total bilirubin,5 mg/dl, direkt bilirubin, mg/dl, Na 7 mmol/l, K 5,5 mmol/l idi. Febril nötropeni için piperasilin-tazobaktam ve teikoplanin başlandı. Birkaç saat sonra sağ baldırında da 5x5 cm lik benzer bir şişlik gelişti. Ultrasonografi ve manyetik rezonans incelemelerinde kas içi hematom düşünüldü. Koagülopatisi olan (PT 5,6 sn, aptt 47, sn, INR,6) ancak kanaması olmayan hastada karışım testi sonucunda faktör inhibitörü varlığı düşünülmedi. İdrarın koyu kırmızı olması üzerine istenen kreatinin kinaz (48 U/L), LDH (05 U/L), idrar miyoglobini (644 ng/ml) yüksek bulundu. Rabdomiyoliz tanısı ile hastaya hidrasyon başlandı. İzlemde genel durumu bozulan, total bilirubin 9 mg/dl, indirekt bilirubin 0 mg/dl ye, kreatinin kinaz 500 U/L ye yükselen hasta yoğun bakım ünitesine alındı. Antibiyotik ve destek tedaviler ile bulgular geriledi, böbrek yetmezliği oluşmadı, kültürlerinde üreme olmadı. Toplam iki haftalık sürede tüm muayene ve laboratuvar sonuçları düzelen hasta, kemoterapi protokolünü sorunsuz olarak tamamlamış, remisyonda olarak izlenmektedir. Yorum: Sepsis gibi kas hasarı yapan tüm klinik durumlarda kas ağrısı, koyu renk idrar varlığı rabdomyolizi düşündürülmeli, erken tanı ve tedavinin yaşamı tehdit eden komplikasyonları önleyebileceği unutulmamalıdır. Ref No: P-576 KRANİOSPİNAL IŞINLAMADA HELİKAL TOMOTERAPİ VE ÜÇ BOYUTLU KONFORMAL TEDAVİNİN KARŞILAŞTIRILMASI Mehmet Faik Çetindağ, Nurgül Kızılırmak, Atiye Yılmaz Özsavran, Dinçer Yeğen, Ayça Yılmaz, Fatma Altuntaş, Ferihan Ertan Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği Amaç: Amacımız, supine pozisyonda Helikal Tomoterapi ile kraniospinal radyoterapi (KSR) uygulanan iki hastanın tedavi planlarının üç boyutlu konformal planlama ile tekrar yapılarak kıyaslanmasıdır. Karşılaştırma için kullandığımız parametreler; tüm vücut V-V5-V0 dozları, planning target volume (PTV) dozları, homojenite indeksleri (HI) ve konformalite indeksleri (CI), kritik organ dozlarıdır. Yöntem ve Bulgu: Kliniğimizde 0 yılında medulloblastom tanılı çocuk hastaya tomoterapi cihazı ile kraniospinal radyoterapi uygulandı. Hastalar, vakum yatak ve baş maskesi ile supine pozisyonda sabitlenerek, 5 mm kesit aralığı ile planlama tomografileri çekildi. Hastaların yaşları 8 ve di. Evreleri sırasıyla; T M0 standart risk, T M yüksek risk olarak değerlendirildi. Kranyal ve spinal kanal PTV leri C vertebra sınır kabul edilerek ayrı ayrı belirlendi. Kranyum için CTV ye 7 mm, spinal kanal için CTV ye 8 mm marj verilerek kranyal ve spinal PTV ler elde edildi. Her iki vakada koklea, akciğer, kalp, böbrek, karaciğer ve ince barsaklar kritik organ olarak konturlandı. Dış yüzey konturu kaudalde spinal kanal PTV sinden 5 cm aşağıda olacak şekilde belirlendi. İki hasta için de supine pozisyonda faz I de tüm beyin ve spinal kanal, faz II de posterior fossa planlamaları yapıldı. Tedavi süresince her iki hastaya da haftalık.5 mg/m² vinkristin uygulandı. Şekil. de ilk hastanın Doz Volüm Histogramını (DVH) içeren grafik verildi. Tablo. de hastaların faz I ve faz II PTV, Tablo. de kritik organ dozları verilmiştir. Tablo. ve Tablo. birlikte değerlendirildiğinde; hedef hacimlerde tomoterapi ile konformal planlamaya göre.08 ve.04 gibi daha homojen, 0.78 ve 0.7 gibi daha konformal değerler elde edildi. Konformal plan ile helikal tomoterapi karşılaştırıldığında, kritik organ dozlarında özellikle yüksek doz alan kalp hacminde belirgin azalma dikkati çekti. Tüm vücut dikkate alındığında tomoterapi ile V-V5-V0 (-5-0 Gy alan tüm vücut hacmi) gibi hacimlerin, konformal plandan daha fazla olduğu görüldü. Tedaviye ara verilecek düzeyde hematolojik toksisite saptanmayan hastalardan ilki, aydır komplikasyonsuz olarak remisyonda izlenmektedir. İkincisi ise radyoterapiden hafta sonra oluşan ve düşük doz steroid tedavisi ile haftada düzelen Grade pnömoni dışında remisyonda aydır izlenmektedir. Tartışma ve Sonuç: Üç boyutlu konformal tedaviyle kıyaslandığında, Helikal Tomoterapi ile kesintisiz, yüksek homojenite ve konformalite ile KSR yapmak mümkündür. Böylece çoklu çakışan alanlar içeren karmaşık radyoterapi teknikleri yerine kritik organları istenilen seviyede koruyabilen tedaviler yapılabilir. Ancak düşük doz alan hacimlerdeki artışın ileride meydana getirebileceği ikincil kanser gibi olumsuz sonuçlar, helikal tedavinin sunduğu avantajların yanında göz ardı edilmemelidir. Tablo. İki hastanın faz I ve II PTV dozları PEDİYATRİK TÜMÖRLER Susesi Otel, Antalya 9

PEDİYATRİK TÜMÖRLER POSTER BİLDİRİLER Tablo. Kritik organ dozları 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Primer diffüz leptomeningeal gliomatozis (PDLG) meninkslerin glial tümör hücreleri tarafından infiltre edilmesiyle karakterize nadir bir neoplazmıdır. Bu olguda tüberküloz (TBC) menenjiti kliniğini taklit eden bir PDLG olgusu anlatılacaktır. 4 yaşında erkek hasta, sol gözde,5 aydır devam eden içe şaşılık, davranışlarında değişiklik, baş ağrısı ve kilo kaybı şikayeti ile dış merkeze başvurmuş ve kranial MR görüntülemesi baziller menenjit ile uyumlu olarak değerlendirilmiş. Çocuk enfeksiyon polikliğine yönlendirilen hastanın ilk değerlendirmesinde, genel durumu orta, oryante ve koopere değildi, kardivasküler ve solunum sistem muayenelerinde özellik yoktu, nörolojik muayenesinde ense sertliği mevcuttu, alt ekstremitede derin tendon refleksleri alınamıyordu ve bilateral abdusens paralizisi mevcuttu. Göz dibi muayenesinde papil ödem olduğundan lomber ponksiyon (LP) yapılamadı. Laboratuar tetkikleri normal sınırlarda olan hastanın tekrarlanan kranial MRG sinin baziller menenjitle uyumlu olması üzerine dörtlü antitüberküloz tedavi başlandı. İzleminde bradikardi, hipertansiyon, bilinç bulanıklığı, kusma gelişen hastanın acil kranial BTsinde hidrosefali saptanması üzerine nöroşirurji tarafından eksternal drenaja alındı. Beyin omurilik sıvısı (BOS) incelemesinde BOS direkt bakıda mmde 550 hücre sayıldı, EZN boyama ile bakteri görülmedi, BOS proteini 0 mg/dl, glukozu 59 mg/dl idi. BOS kültüründe üreme olmadı. Quantiferon ve TBC PCR negatif saptandı. Takibinde uyuklaması, kusması olan, genel durumu kötüleşen ve kranial MRG sinde hidrosefali saptanan hastaya ventrikülo-peritoneal shunt takıldı. Ajitasyonu ve halüsinasyonları olan, konuşamayan, jeneralize tonik klonik tarzda nöbetleri olan hastaya oral antikonvülzan tedavi başlandı. Kontrol kranial MRGsinde supra ve infra tentorial alanda bazal sisternalar çevresinde yaygın leptomeningeal kontrast tutulumu saptandı. Hastanın antitüberküloz tedaviye yanıtının olmaması, BOS materyalinde herhangi bir mikrobiyolojik ajan saptanmaması üzerine kranial biyopsi yapıldı. Beyin biyopsisinde ARB ve TBC DNA negatifti, gram boyamada lökosit görülmedi, kültürde üreme olmadı ve immunhistokimyasal boyamada(s00, olig ) PDLG ile uyumlu bulundu. Tedavi olarak RT yada KT ile devam edilecekti ancak literatürde kesin bir tedavi protokolu yoktu. Yaşı küçük olduğu için hastaya 8 kür vinkristin,etoposid ve karboplatin tedavisi verilmesi planlandı.. Kürden sonra hastanın nörolojik bulguları düzeldi. Sekiz kür sonrasında 6-merkaptopürin ile idame tedavisine geçildi, 5 yaşından sonra radyoterapi verilmesi planlandı. Hasta halen kemoterapi sonrası tedavisiz normal nörolojik bulgular ile poliklinikten takip edilmektedir. PDLG olarak rapor edilen olguların çoğunda antitüberküloz tedavi denenmiştir. Tanısı güç konulan hastalığın rutin bir tedavisi yoktur ve prognozu kötüdür. Radyoterapi ve kemoterapinin beraber uygulanması yalnızca ilaçla tedaviye oranla daha uzun yaşam sağlamaktadır. Ref No: P-577 PRİMER DİFFÜZ LEPTOMENİNGEAL GLİOMATOZİS: TANISI VE TEDAVİSİ ZOR BİR HASTALIK Pınar Öztürk, Nihal Özdemir, Gülen Tüysüz, Muhammed Köşker, Zehra Hasiloğlu, Ali Kafadar 5, Büge Öz 4, Hilal Akı 4, Necla Akçakaya, Tiraje Celkan Istanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji-Onkoloji Istanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi,Pediatrik ENfeksiyon Istanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Nöro-Radyoloji 4 Istanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Patoloji 5 Istanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Beyin Cerrahisi Ref No: P-578 NİMOTUZUMAB: ANTİ-EGFR MONOKLONAL ANTİKORUNUN MEDULLOBLASTOMDA KULLANIMI Tiraje Celkan, Gülen Tüysüz, Nihal Özdemir, Ali Kafadar, Zehra Haşıloğlu, Ömer Uzel 4 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Bilim Dalı İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nöroşirürji Anabilim Dalı İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı 4 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Amaç: Yüksek gradeli gliom tedavisindekullanılan Nimotuzumab, tirozin kinazı inaktive ederek antiprolieratif, antianjiojenik, proapoptotik etki gösterir ve radyoterapi duyarlılığını arttırır. Henüz medulloblastomda kullanımı ile ilgili veriler netlik kazanmamıştır. Gereç Yöntem: Bölümümüzde takip edilen ve. nüksünde nimotuzumab kullandığımız bir medulloblastomlu olguyu sunmak istedik. Bulgular: 8.5 yaş erkek hasta 6..00 da bayılma sonrası tetkiklerinde MR da 4. Ventrikül tabanında bası yapan X4mm kitle saptanarak 6.04.00 da subtotal eksizyon yapılmış. Post-op kranial MR da retroserebellar lineer kontrast tutulumu ile rezidü olduğu saptanmış. Patolojik olarak WHO grade 4 medulloblastom, Ki-67; %0-0, araknoid zarda tutulum görülmüş. Hasta polikliniğimize yönlendirilmişti. Peroperatuar BOS alınmadığı için,.05.00 da yapılan ponksiyonunda malin hücre görüldü. Radyoterapi öncesi spinal MR da C7-T arasında ve T0 da spinal seeding kitleleri saptandı. Hasta mayıs ve temmuz 00 tarihinde kraniospinal 6Gy ve boost olarak kitleye 8 Gy RT aldı. Radyoterapi aldığı dönemde haftalık vinkristin tedavisine de devam edildi. Radyoterapi sonrası kraniospinal görüntülemesinde kitle imajı saptanmadı ve tedavisi 6 haftada bir CP, CCNU ve vinkristin kemoterapisi olarak 8 kez planlandı. kür sonrasında C4-5de kontraslanma haricinde bulgu yoktu ve tedavi devamına karar verildi. 8 kür tedavi bitiminde kraniospinal MRda atrofi dışında bulgu yoktu. Radyoterapi ve KT bitiminden ay sonrasında ilk kez norolojik muayenede DTR artmış ve babinsky pozitif bulundu ve MR da C-5 de 6-0 mm ve T de kitle bulgusu; erken nüks olarak değerlendirildi. Nüks sonrası BOS temiz idi. HIT medulloblastom tedavisi ve ardından spinal lezyonlara boost RT (0 Gy) yapıldı. Ardından Temozolomid 8 günde bir 5 gün 50mg/m dozunda başlanıldı. Temozolamid 4 kür alan hastanın nörolojik olarak paraplejisi gelişti ve spinal MRda (mayıs 0) T8-9 bölgesinde 8x6 mm yeni lezyon saptanması üzerine hastaya haftada bir nimotuzumab 50mg/m dozunda başlanıldı. İlk 4 kürden sonra analjezik ihtiyacı kalmadı, alt ekstremitelerindeki güç kaybı çok az geri döndü. 8 hafta boyunca hasta klinik ve radyolojik olarak stabil idi. Bu arada 0 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER ilacı temin edemediği için tedavisine ay ara veren hastada. dozdan sonra çekilen MRda spinal lezyonlarda progresyon vardı. Hasta halen genel durum orta stabil olarak haftada bir tedavilere devam etmektedir. Sonuç: Çocukluk çağında medulloblastom ve yüksek gradeli gliomların tedavisi güçtür. Özellikle tam çıkarılamayan ve BOS ve spinal yayılım olan olgularda yaşam şansı düşüktür. Farklı kemoterapi protokoluna rağmen progresyonda olan hasta nimotuzumab, sayesinde klinik ağrılarında azalma yanında 8 hafta boyunca stabil kaldı. Haftada bir kullanılması, yan etkilerinin saptanmaması, yaşam kalitesini çok bozmaması nedeni ile bu grup hastalarda nimotuzumabın denenebileceğini düşünmekteyiz. Ref No: P-579 ÇOCUKLUK ÇAĞI MALİYNİTELERİNDE, KEMOTERAPİ SONRASI NÖTROPENİ PROFİLAKSİSİNDE FİLGRASTİM PREPARATLARI ARASINDA FARK VAR MI? Mustafa Büyükavcı, Zuhal Keskin Yıldırım Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Erzurum Amaç: Granülosit-koloni stimüle edici faktör (G-CSF), nötrofil oluşumu ve fonksiyonunun düzenlenmesinde, kemotaksis, oksidatif metabolizma ve fagositozda önemli rol oynar. Filgrastim, kemoterapi kürleri sonrasında nötropeni süresini ve enfeksiyon riskini azaltmada kullanılan etkili bir G-CSF dir. Bu çalışmada çocukluk çağı maliynitelerinde kemoterapi sonrası uygulanan filgrastim içerikli iki farklı G-CSF preparatının kemoterapi sonrası etkileri karşılaştırılmıştır. Metod: Çocukluk çağı maliyniteleri nedeni ile kemoterapi alan, ortanca yaşları 8 ay (6-98 ay) olan 0 çocuk olgu çalışmaya dahil edildi. Kemoterapi kürlerinin 5 inde rekombinant insan G-CSF (filgrastim) içeren Leucostim -Dem İlaç (Grup A), diğer 5 inde de aynı içeriğe sahip Neupogen -Roche (Grup B) verildi. Her iki filgrastim preparatı kemoterapinin tamamlanmasından 4 saat sonra başlanmak üzere, 5 μg/kg/gün dozunda, subkutan olarak uygulandı. Olgular her bir kürde hematolojik, mukozal ve gastrointestinal toksisiteler yönü ile değerlendirildi. Bulgular: Altısı kız ve 9 u erkek olmak üzere 5 olgudan oluşan Grup A ve 7 si kız, 8 i erkek toplam 5 olgudan oluşan Grup B değerlendirildi. Her iki grup arasında yaş, cinsiyet ve tanı dağılımı açısından fark yoktu. Her iki grupta da kullanılan filgrastim preparatlarına ait yan etkiler görülmedi. İzlem sırasındaki hemoglobin düzeylerinde, lökosit ve trombosit sayılarında iki grup arasında önemli fark yoktu. Olguların tedavi kürleri sırasında ve sonrasındaki trombosit ve eritrosit süspansiyonu ihtiyacı her iki grupta benzerdi. Her bir kürde ortalama eritrosit süspansiyonu transfüzyon sayısı Grup A da,6±,5 iken, Grup B de,±,40 idi (sırasıyla; p=0,9 ve p=0,67). Grup A daki 5 olgunun 9 unda (%5), Grup B deki olguların da 8 inde (%47) ağır mukozit tespit edildi. Her iki gruptaki mukozitin süresi ve her bir kürdeki ortalama mukozit skoru benzerdi. Ayrıca gastrointestinal sistem toksisitesi de her iki grupta benzerdi. Grup A ve Grup B deki olguların izlem sırasında farklı zamanlarda bakılan ortalama AST ve ALT değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilmedi (sırasıyla; p=0,4, p=0,9). Ortalama febril nötropeni süresi ve hastanede yatış süresi de her iki grupta benzerdi (sırasıyla; p=0, 90 ve p=0,88). Sonuç: Kemoterapi alan maliyniteli çocuk olgularda, kemoterapi sonrasında gelişebilecek nötropeni profilaksisi için kullanılan iki farklı filgrastim preparatı arasında, kemoterapiye ikincil mukozit, hematolojik ve gastrointestinal toksisiteler, febril nötropeni ve hastanede kalış süresi yönünden fark olmadığı görülmüştür. Ref No: P-580 PROLAKTİNOMA TEDAVİSİ SIRASINDA KABERGOLİNE BAĞLI İMMÜN HEMOLİTİK ANEMİ Fatih Gürbüz, Begül Yağcı Küpeli, Bilgin Yüksel, Yılmaz Kör, Suzan Zorludemir 4, Serhan Küpeli 5 Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinolojisi Bilim Dalı, ADANA Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Onkolojisi, ADANA Adana Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Çocuk Endokrinolojisi, ADANA 4 Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı, ADANA 5 Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkolojisi Bilim Dalı, ADANA Giriş: Prolaktinomalar, hipofizin en sık görülen adenomları olup, hiperprolaktinemiye bağlı olarak gonadal disfonksiyon, infertilite ve tümör basısıyla ilgili semptomlar ile karakterizedirler. Hastaların birinci basamak tedavisini Dopamin agonistleri ile medikal tedavi oluşturur. En sık kullanılanları Bromokriptin ve Kabergolin olup, yapılan çalışmalar Kabergolin in daha etkili ve yan etki açısından da daha güvenilir olduğunu göstermektedir. Tedavide kullanılan bu ilaçların en sık görülen yan etkileri bulantı, kusma ve psikozdur. Literatürde şimdiye kadar sadece erişkin vakada Kabergoline bağlı immün hemolitik anemi olduğuna dair veri bulunmaktadır. Burada Prolaktinoma tedavisi sırasında Kabergolin kullanımına bağlı gelişen immün hemolitik anemili adelösan bir hastadan bahsedilecektir. Olgu: Onaltı yaş kız hasta genel durum bozukluğu, halsizlik ve solukluk şikayetiyle başvurdu. Hastanın hikayesinden ay önce prolaktinoma nedeniyle opere olduğu, rezidü kitlesinin tedavisi için de iki haftadır Kabergolin tedavisi aldığı öğrenildi. Elektrolit imbalansı olmayan hastanın Hgb: 4.7 Hematokrit:.4, WBC: 0.4 μl, MCV: 86. fl, MCH: 5.6 pg, and Reticulosit: 4%, direkt coombs (+++), FT4: 0.8(0.60-. ng/dl.), TSH:.6(0.7-4. mic IU/L), FSH:.54, LH: 0.54. Serum prolaktin düzeyi: 7.8 (86-4 mic IU/ml.), GH: 0. ng/ml. TORCH, EBV, Parvovirus B9-Ig M, Hepatit markerları, Salmonella-Brucella negatif, C-c: 5.7 mg/dl (90-80 mg/dl), C-4: 45. mg/dl (0-40 mg/dl). Kemik iliği aspirasyonu bulgularında eritroit seri hiperplazisi harici bir patolojiye rastlanmadı. Hastadaki hemolitik anemi Kabergolin dışında herhangi bir neden ile uyumlu olmadığı için Kabergolin tedavisi kesildi ve yetmezlik bulguları açısından eritrosit süspansiyonu verildi. Hastada daha sonra hemoliz tekrar gözlenmedi. Sonuç: Hastamız bu yaş grubunda Kabergoline bağlı hemolitik anemi yan etkisi saptanan literatürdeki ilk vaka olması nedeniyle önem arz etmektedir. Ayrıca Kabergolin tedavisi sırasında belirli aralıklarla tam kan sayımı yapılması çok nadir ama şiddetli olan bu tabloda erken tanı ve acil müdahale ile ilacın kesilmesini böylece yerinde sonuç alınmasını sağlar. Şekil. Hastanın Radyolojik Görüntüsü PEDİYATRİK TÜMÖRLER Susesi Otel, Antalya

PEDİYATRİK TÜMÖRLER POSTER BİLDİRİLER Şekil. Prolaktinoma; Mikroskopik Görüntüsü Tablo. Hastanın Labaratuvar Değerleri Hemoglobin (g/dl) Hematocrit (%) Prolactin (ng/ml) ACTH (pg/ml) GH (ng/ml) cerrahi öncesi,7 4,7 479 4,4 0,7 cerrahi sonrası. hafta, 7,7 470 cerrahi sonrası. hafta 470 cerrahi sonrası. hafta,9 40,9 470 Kabergolin tedavisi 46,7 5,4 0,40. hafta Kabergolin tedavisi 4,7,4 7,8 0,. hafta Eritrosit Transfüzyonu 8,8 5,5 >00, 0,088 ve Kabergolin tedavisi sonlandırılması Kabergolin tedavisi,,9 sonlandırılması. hafta Kabergolin tedavisi 9,9,6 4,8 0,07 sonlandırılması 4. hafta Kabergolin tedavisisonlandırılması 5. hafta,6 4, 8, 9 0,6 Ref No: P-58 ÇOCUKLUK ÇAĞINDA HEMATOLOJİDE SİROLİMUS KULLANIMI Özge Avar, Nihal Özdemir, Gülen Tüysüz, Tiraje Celkan Istanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji-Onkoloji Sirolimus (rapamycin), mtor (mammalian Target Of Rapamycin) yolağının inhibisyonu ile T lenfosit aracılı immüniteyi ve sitokinlerin hücre içi sinyal mekanizmalarını bozarak etkisini gösteren makrolid grubundan lipofilik bir antibiyotiktir. Arteriovenöz malformasyon (AVM), otoimmün lenfoproliferatif sendrom(alps) ve tuberoskleroz (TS) tanılı üç farklı hasta grubundan - yaş aralığında toplamda on dört hastaya.-.6 mg/m dozunda olmak üzere oral formda sirolimus tedavisi verildi ve etkinliği değerlendirildi. Grup : AVM tanılı kortikosteroid, propranolol ve interferon tedavilerinden fayda görmeyen 7 hastada sirolimus etkinliği araştırıldı. Hastaların cilt lezyonlarında da ve semptomlarında belirgin azalma gözlendi. Grup : Otoimmün lenfoproliferatif sendrom (ALPS) tanısıyla takip ettiğimiz ikisi kardeş olmak üzere hastamızda sirolimus etkinliğini değerlendirdik. Kortikosteroid tedavisi başlanan, ancak yeterli yanıt görülmeyen hastalara.6 mg/m dozunda sirolimus 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ tedavisi başlandı. Biri,5 diğeri,5 yıldır düzenli tedavisine devam eden ve herhangi bir yakınması olmayan hastaların fizik bakısında hepatosplenomegali ve lenfadenopatisi kayboldu ve kan sayımında bisitopenileri düzeldi. Grup ; Tuberoskleroz tanısı ile takip ettiğimiz ve intrakranial kitleleri olan ikisi kardeş olmak üzere 4 hastamızda sirolimus tedavi etkinliğine baktığımızda, kitlelerinin boyutlarında çok belirgin olmasa da regresyon gözlendi. Yaklaşık iki yıldır sirolimus tedavisine düzenli devam eden iki hastamızın, tekli antikonvülzan kullanımı ile nöbetleri kontrol altında izlenmektedir. Ancak yaklaşık bir buçuk yıldır düzenli sirolimus tedavisi alan iki kardeşte etkin kontrol sağlanamamış ve üçlü antiepileptik kullanımına rağmen nöbetleri devam etmektedir. Sonuç: Kliniğimizde; AVM, ALPS ve intrakranial kitlesi olan TS tanılarıyla izlediğimiz üç farklı hastalık grubuna sirolimus tedavisi uygulandı. Üçlü antikonvülzan tedavilerine rağmen konvülziyonları devam eden intrakranial kitlesi olan tuberosklerozlu iki kardeş haricinde, izlediğimiz ve diğer tedavilerden yeterli fayda görmeyen tüm olgularımızın semptomlarında, kliniklerinde ve laboratuarlarında düzelme belirlendi. Huzursuzluk yakınması olan AVM li bir olgumuz haricinde gerek klinik olarak gerekse laboratuarında herhangi bir yan etki gözlenmedi. İlacın oral formunun da olması doz ayarlanması ve kullanım kolaylığı sağladı. Sirolimusun farklı hastalık gruplarında gözlenen etkinliği, yan etkisinin azlığı ve kolay uygulanması nedeniyle günümüzde giderek artan kullanım alanları bulacağını düşünmekteyiz. Ref No: P-58 NADİR BİR ÇOCUKLUK ÇAĞI KANSERİ OLGUSU: EKSTRARENAL EKSTRAKRANİYAL RABDOİD TÜMÖR Kübra Özkaya, Bengül Serarslan, Ayça İribaş, Fulya Ağaoğlu, Emin Darendeliler, Ömer Görgün, Alaaddin Çelik, Rejin Kebudi İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi ve Onkoloji Enstitüsü Pediatrik Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Giriş: Rabdoid tümor ilk olarak 978 yılında Wilms tümörünün rabdomyosarkomatoid varyantı olarak tanımlanmış olup; renal, ekstrarenal ve kranial varyantları mevcuttur. Ekstrarenal, ekstrakranyal rabdoid tümörün(eert) insidansı milyonda 0,5 dir. Prognozu kötü olan bu olguların tedavisinde cerrahi ile birlikte KT ve RT kullanımının sürviyi uzatabileceği bildirilmiştir. Olgu: 8 aylık kız, Nisan 0 de sol boyunda şişlik ile doktora başvurdu. Hastanın çekilen boyun BT sinde solda tiroid lobu düzeyinden başlayıp orta hat yapıları sağa iten,0x74x60 mm heterojen kontrast tutulumu gösteren solid lezyon saptandı.toraks BT de her iki akciğerde multipl metastatik olarak yorumlanan nodüler lezyonlar mevcuttu. Yapılan batın USG de patolojik bulgu saptanmadı.sol boyundaki kitleden yapılan trucut biyopside ekstrarenal rabdoid tm tanısı aldı.hasta inop olarak değerlendildi,nisan 0 de KT (5VAC- CTX,VPIG,Carbo) başlandı.haziran 0 de kür KT sonrası çekilen toraks BT de metastatik lezyonlar tamamen regrese idi.boyun USG de sol boyunda belirgin vasküler invazyonu bulunan kitle,minimal yanıtlıydı.eylül 0 de dispne atakları olan hastanın 7. kür KT sonrası boyundaki kitlesinde minimal progresyon mevcuttu. Çocuk cerrahisi tarafından debulking cerrahisi yapıldı.çevre kaslara invaze olduğu görülen kitle parçalar halinde eksize edildi.postoperatif dönemde hızla progrese olan kitle 0 günde yaklaşık 0 cm e ulaştı. Hastanın sol boyun bölgesindeki tm.e uygulanan fraksiyonda 9,8 Gy(80 cgy/fr) konformal RT sonrası tm.de ileri derecede regresyon olduğundan yeniden planlama BT si çekildi ve,6 Gy/ fr (80 cgy/fr) ek doz planlandı.kasım 0 de toplam 4,4 Gy RT tamamlandığında hastanın boyundaki primer kitlesinde yaklaşık %70 regresyon mevcuttu. FM de sternum üzerinde ciltaltına yayılan 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER tm odağı ile postauriküler patolojik bir LN saptandı. Kraniyal MRG normaldi. KT(İE)devam etti. Toplam 5 kür İE sonrası boyun tama yakın regrese idi. Tartışma: EERT nin yılık sürvisi %9 olarak bildirilmiştir. Literatürde 7-9 ay sağkalımlı(sk) vaka sunumları mevcuttur. Standart tedavisi olamamakla birlikte RT nin rolü belirsizdir. KT ajanlarından; siklofosfamid, doksorubisin, vinkristin, daktinomisin kullanılabilir. Literatürdeki en geniş vaka serisi Puri DR ve ark. nın 4 hastalık retrospektif analizidir(007).9 hasta ektrarenal yerleşimli olup sinde tm olgumuza benzer boyun yerleşimlidir.tanı sırasında median yaş,5 ay olup hastalık progresyonu hızlı bulunmuşt(ort.,6 ay). 6 aylık medyan takip süresi sonunda GSK%5,7 olup ölüm nedeni tüm olgularda progresyon olarak belirtilmiş.yaşayan 5 hasta ise multimodal tedavi almış(cerrahi+ KT- ünde lokal RT). Lokal RT uygulanan toplam 7 hastada doz primerin yerleşim yerine göre 0,8-45 Gy arasında uygulanmış. Sonuç: Olgumuzda lokal RT sonrası oldukça iyi bir yanıtla bulky kitlenin semptomatik palyasyonu sağlanmıştır. Literatürde çok az sayıda vaka bildirimi olup,multimodal tedavinin ve lokal RT nin katkısı gösterilmiştir. Şekil. Radyolojik görüntüler Ref No: P-58 WİLLM S TÜMÖRÜ TANISIYLA RADYOTERAPİ ALAN OLGULARIMIZIN DEĞERLENDİRİLMESİ Kadriye Yıldız, Candan Demiröz Abakay, Lütfi Özkan, Betül Sevinir, Hasan Doğruyol, Meral Kurt Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Cerrahi Ana Bilim Dalı, Bursa Amaç: Willm s tümörlü olgularda radyoterapi (RT) sonuçlarının değerlendirilmesi. Metod-Materyal: 996-0 yılları arasında UÜTF Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Radyoterapi Merkezine Wilm s tümörü tanısıyla başvuran ve radyoterapi uygulanan cocuk olgunun klinik özellikleri ve sonuçları retrospektif olarak değerlendirildi. Olguların ine postoperatif ve kemoterapi sonrası radyoterapi uygulanırken, birine kapsül rüptürü nedeniyle operasyon sonrası ve kemoterapi öncesi radyoterapi uygulanmıştı. Radyoterapi kapsül rüptürü olan olgu dışında primer tümör yatağına cm lik sınırla ve 50-80 cgy/ fx ile ortanca 755 cgy (900-00 cgy), olarak uygulandı. Kapsül rüptürü olan olguda ise tüm batına 50 cgy fraksiyon dozuyla toplam 9 Gy verildi. Postoperatif cerrahi sınırları pozitif olan yada rezidüel tümörlü olgulara 9 Gy boost dozu ilave edildi. Bulgular: Ortanca yaş 4 (-7 yaş) ve erkek/kız oranı.4 dür. İlk şikayet ile hastaneye başvuru süresi ortanca 0 gün (7-60 gün) idi. Bir olgu evre I, olgu evre II ve olgu evre III, 4 olgu evre IV ve olgu nüks hastalık nedeniyle adjuvan RT aldı. Patolojik olarak olguda diffüz anaplazi, olguda rabdomyoblastik diferansiasyon, olguda da mixt tip tümör saptandı. Olguların ortanca izlem süresi 6 aydır (5-77 ay). Üç olgu dışında tüm olgular Uludağ Universitesi Tıp Fakültesi nde opere oldu. Toplam 8 olguya nefrektomi uygulanırken, 4 olguya beraberinde lenf nodu örneklemesi yapıldı. İki olgu başlangıçta inoperabl bulunduğu için neoadjuvan KT sonrası cerrahi uygulandı. Histopatolojik değerlendirmede tümörün en büyük çapı ortalama cm di (9-8 cm). Dört olguda damar invazyonu, 4 olguda kapsül tutulumu, olguda karaciğer tutulumu, olguda cerrahi sınır pozitifliği ve olguda kapsül rüptürü saptandı. Takiplerde olguda lokal nüks ortaya çıktı. İlk evresi Evre IV olan olgunun akciğer metastazlarında progresyon gözlendi ve akciğerlere yönelik RT uygulandı. Evre III anaplastik Willms tümörlü bir olguda tanıdan 9 ay sonra akciğer, 0 ay sonra beyin metastazı gelişti ve olgu kaybedildi. Son izlemde olgunun kayıtlarına ulaşılamazken, olgu hastalıkla kaybedilmiştir. Yedi olgu (%70) ise hastalıksız hayatta ve takiptedir. Sonuç: Wilm s tümöründe sistemik tedavi ve cerrahiye ek olarak verilen lokorejyonel radyoterapi definitif tedavinin önemli bir öğesi olup genel ve hastalıksız sağkalım oranlarının artmasındaki katkısı önemlidir. PEDİYATRİK TÜMÖRLER Ref No: P-584 Şekil. RT öncesi, RT planı ve RT sırasındaki cevap PREMATÜRE YENİDOĞANDA SİNOVYAL SARKOM Ali Annagür, Doğan Köse, Cengiz Erol, Serdar Uğraş, Yavuz Köksal Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı, Konya Milyonda 0,5 lik yıllık insidansı ile çocuklarda nadir görülen bir neoplazi olan sinovyal sarkom, rabdomyosarkomdan sonra çocukluk çağında en sık görülen yumuşak doku tümörüdür. Sinovyal sarkom orta-yüksek dereceli, metastaz potansiyeli yüksek olan bir tümördür. Sinovyal hücrelerden değil, pirimitif mezenkimal hücrelerden kaynaklanır. Daha çok extremitelerin yumuşak dokusunda görülür ancak vücudun herhangi bir yerinde meydana gelebilir. Metastazlar daha çok akciğer, lenf nodları ve kemiklerde görülür. Lokalize hastalığın prognozu çok iyidir ancak metastatik hastalıkta Susesi Otel, Antalya

PEDİYATRİK TÜMÖRLER POSTER BİLDİRİLER sonuçlar kötüdür. Tümörün beş cm den büyük olması, kemik veya nörovasküler yapılara invazyonu ve yüksek histolojik grade kötü prognoz ile ilişkilidir. Sinoval sarkom tedavisinin en önemli basamağı cerrahidir ve tam eksizyon kür için çok önemlidir. Adjuvan radyoterapi cerrahi sonrası mikroskobik hastalığın tedavisi için uygulanır. Kemoterapinin rolü ise çok iyi tanımlanmamıştır. Burada, sinovyal sarkom tanısı almış en genç hastayı sunmak istiyoruz. 50 gr ve haftalık doğan bir erkek hasta sol kolundaki dev kitle nedeniyle kliniğimize yönlendirilmişti. Öz ve soy geçmişinde özelliği olmayan hastanın fizik muayenesinde sol kolunda üzerinde yer yer kanama odaklarının da bulunduğu yaklaşık 0x9x8 cm lik bir kitle vardı. MRI da heterojen kontrastlanma gösteren ve yer yer kanama alanları içeren kitle sol humerusun tamamını, skapulayı, çevredeki tüm nörovasküler yapıları, brakial ve aksiller alanları çevreliyordu. Yapılan araştırmalarda aynı natürdeki kitlenin bilateral akciğerler, retroperitoneal alan, bilateral surrenal bezler, karaciğer, böbrek ve beyine yer aldığı saptandı. Yapılan biyopsi ile alınan doku histopatolojik olarak; GFAP, sinaptofisin, desmin, blc- ve CK-7 ile negatif, pansitokeratin, vimentin, EMA (fokal), CD99 (fokal) ve CK9 (fokal) ile de pozitif boyanmıştı. Bu değerlendirmeler sonucunda sinovyal sarkom tanısı alan hastamıza dev kitle ve yaygın metastaz nedeniyle cerrahi tedavi yapılamadı. Kemoterapi planlandı ancak hasta bu arada solunum problemleri nedeniyle kaybedildi. Sinovyal sarkom tanısı alan en genç hasta özelliğini taşıyan vakamız literatür ışığında tartışılmıştır. Ref No: P-585 AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİLİ BİR ÇOCUKTA PEG.ASPARAGİNAZ TEDAVİSİNE BAĞLI OLARAK GELİŞEN VE PLAZMAFEREZ İLE BAŞARILI ŞEKİLDE TEDAVİ EDİLEN CİDDİ BİR HİPERTRİGLİSERİDEMİ KOMPLİKASYONU Başak Aksoy, Handan Dinçaslan, Gülşah Tanyıldız, F. Tuba Eminoğlu, Nurdan Taçyıldız, Emel Ünal, Gülsan Yavuz Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Metabolizma Bilim Dalı, Ankara Giriş: L-Asparaginaz (L-Asp) akut lösemi ve malign lenfomalarda çok sık kullanılan etkili bir kemoterapötik ajandır. Hipersensitivite, koagülasyon faktörlerinin azalmasına bağlı koagülopati, hepatotoksisite sık görülen yan etkileridir. Akut pankreatit ve buna bağlı hipertrigliseridemi nadir görülen bir komplikasyondur. Burada pankreatitin eşlik etmediği ancak plazmaferez yapılmasını gerektirecek kadar ciddi hipertrigliseridemi gelişen bir olgu sunulmaktadır. Olgu: Mayıs 0 de T-ALL tanısı alan 8 yaşında kız hastaya CCG 96 protokolü başlandı. İndüksiyon (VCR, Doxo, steroid, L-Asp), konsolidasyon (CTX, ARA-C, & MP, VCR, PEG-Asp) bölümleri verilirken sorun yaşanmadı. Ara idame tedavisinin 4. gününde VCR, MTX ve PEG-Asp aldıktan sonra hastada akut olarak bulantı, kusma ve uykuya meyil yakınmaları başladı. Karaciğer enzimlerinde yükselme ile birlikte dilue serumda hipertrigliseridemi (588 mg/dl) / hiperkolesterolemi(659 mg/ dl), eş zamanlı çalışılan amilaz ve lipaz değerleri normal olarak bulundu. İlk basamak tedavisi olarak gemfibrozil, omega ve diyet başlandı. Bir gün sonraki kontrolde TG değerinin 87 mg/ dl ye yükselmesi (dilusyonlu) nedeniyle hastaya acil plazmaferez uygulandı ve kez tekrar edildi. İzlemde 6. gün trigliserid değerinin tekrar yükselmesi nedeniyle heparin infüzyonu ve. günde hiperkolesteroleminin sebat etmesi nedeniyle statin grubu tedaviye eklendi. Hastanın ailesi incelendiğinde, öykü olmamasına rağmen hastamız dışında anne ve bir kardeşinde de hipertrigliseridemi ve hiperkolesterolemi tablosu belirlendi ve hasta ailesel hipertrigliseridemi Tip 4 olarak kabul edildi. ALL tedavisinin diğer bölümlerinde alması gereken PEG-Asp tedavilerini heparin infüzyonu eşliğinde sorunsuz olarak tamamladı. Sonuç: Hipertrigliseridemi 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ genellikle pankreatit ile beraber görülen bir komplikasyon olmasına rağmen, bizim hastamızda olduğu gibi literatürde pankreatitin eşlik etmediği olgular mevcuttur. Literatürdeki yaklaşımda asparaginazın tamamen protokolden çıkarıldığı veya asparaginaz tedavilerine devam edildiği dikkat çekmektedir. olgumuzda asparaginaz tedavisi heparin infüzyonları ile birlikte verilmiştir. Olgu, pankreatitin eşlik etmediği ancak plazmaferez gerektirecek kadar ciddi bir hiperlipidemi komplikasyonudur. Lipid değerlerinin halen tamamen normale dönmemesinin ailesel tip 4 hiperlipidemi ile ilişkili olabileceği düşünülmüştür. Asparaginazın nadir bir komplkasyonuna dikkat çekmek amacıyla sunulmuştur. Ref No: P-586 ASPARAGİNAZ TEDAVİSİ SONRASI HİPERAMONEMİ GELİŞEN AKUT LÖSEMİLİ İKİ OLGU Başak Adaklı Aksoy, Nurdan Taçyıldız, Gülşah Tanyıldız, Tuba Eminoğlu, Emel Ünal, Handan Dinçarslan, Gökçe Pınar Reis, Gülsan Yavuz Ankara Univesitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Ankara Universitesi Tıp Fakültesi, Metabolizma Hastalıkları Bilim Dalı, Ankara Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatrik Hematoloji- Onkoloji Bilim Dalı, Trabzon Giriş: Asparaginaz çocukluk çağı lösemi ve lenfomalarının vazgeçilmez ilaçlarından biridir. Asparaginaz katalizör bir enzim olup asparagin ve glutamin aminoasitlerinin aspartik ve glutamik asite dönüşümünü sağlar. Bu reaksiyonun doğal bir sonucu olarak amonyak açığa çıkar. Tedavi verilen çoğu hastada geçici bir hiperamonemi olsa da amonyak düzeyi tolere edilebilir sınırlar içinde kalır, semptomsuz ve tedavi gerektirmeden kendiliğinden düzelir. Burada L-Asp tedavisi sonrası klinik semptom yaratıp tedavi gerektirecek düzeyde hiperamonemi gelişen iki akut lösemili olgu sunulmuştur. Olgu: İlk olgu Kasım 0 den beri Erken pre B ALL tanısı ile takip edilen 45 günlük erkek hasta olup hasta COG9407 İnfant ALL protokolüne göre tedavi edildi. Protokole göre VCR, steroid ve doksorubisin tedavileri verildi, 6000 U/m L-Asp günaşırı olarak başlandı.. günaşırı uygulama sonrasında hastanın aktivitesinde ve emmesinde azalma ve aşırı uyuma hali fark edilerek ölçülen kan amonyak düzeyi: 50 μmol/l (yaş grubuna göre üst sınır: 6 μmol/l) saptandı. İkinci olgu ise Relaps AML tanısı ile takip edilen 4 yaşında kız hasta olup ilk tanısı Şubat 0 tarihinde konuldu. Hasta protokol gereği VCR, steroid, ifosafamid ve etoposid aldı. Tedavinin 6. Gününde İm uygulanan PEG-Asp(500 U/m) sonrasında halsizlik ve aşırı uyku hali saptanan hastanın kan amonyak düzeyi 46 μmol/l (yaş grubuna göre üst sınır: 60 μmol/l) ölçüldü. Her iki olguya proteinden fakir diyet, sodyum benzoat, iv glukoz solusyonları uygulandı. Tedavi uygulamaları ile kan amonyak düzeyi düşürüldü. Her iki hasta eşlik edebilecek bir üre siklus defekti (örn.ornitin Transkarbomoilaz eksikliği) açısından incelendi, pozitif bulgu saptanmadı. Sonuç: Literatürde asparaginaz tedavisinin hiperamonemi nedeni olabileceğine dair vaka bildirimleri mevcut olup bu durum ile ilgili tanı ve tedavi yaklaşımları sınırlıdır. Tedavi rejimlerine yoğun olarak kullanılan asparaginazın hiperamonemi yan etkisi açısından dikkatli olmak ve tedavi klavuzlarına bu toksisite ile karşılaşıldığında izlenecek yol ile ilgili yönergeler yerleştirmek önemli olup olgularımız bu konuya dikkat çekmek amacıyla sunulmuştur. 4 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-587 İZOLE KEMİK İLİĞİ RELAPSI OLAN WİLMS TÜMÖRÜ: OLGU SUNUMU Mustafa Büyükavcı, Zuhal Keskin Yıldırım, Cemal Gündoğdu Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Patoloji Anabilim Dalı, Erzurum Giriş: Wilms tümörü, çocukluk çağı primer renal tümörlerin en sık görülenidir. Çoğu olgu -5 yaş arasında tanı alır. Genellikle sporadik görülen Wilms tümörü % oranında aileseldir. Tanıda ya da relaps sırasında akciğer, karaciğer, kemik ve beyine uzak metastaz görülebilir. Ancak kemik iliği tutulumu son derece nadirdir. Nadir görülmesi nedeni ile, izole kemik iliği relapsı gelişen olguyu sunmayı amaçladık. Olgu: Sağ bacakta ağrı şikayeti ile tetkik edilmek üzere yatırılan 7 yaşındaki erkek olgunun yapılan fizik muayenesinde batın sağ üst kadranda kitle palpe edilmesi üzerine çekilen batın ultrasonografisinde, sağ böbrekte solid kitle lezyon olduğu görüldü. Olgunun sağ ön tibia bölgesinde ödem, ısı artışı ve palpasyon ile şiddetli ağrı tespit edildi. Çekilen toraks bilgisayarlı tomografi (BT) sinde her iki akciğer (AC) parankiminde metastatik nodüller, sağ alt ekstremite manyetik rezonans görüntüleme (MRG) de; tüm sağ tibiada diffüz intensite değişiklikleri, metafizer ve diafizer bölgelerde kontrast madde tutulumu, kortekste kalınlık artışı ve düzensizlik olduğu görüldü. Bu sonuçlarla olgu Wilms tümörü ön tanısı ile kitle çıkarılması için opere edildi. Patoloji raporu monofazik Wilms tümörü-iyi histoloji olarak raporlanan olgu AC ve kemik metastazları nedeni ile evre 4 hastalık kabul edilerek Türk Pediatrik Onkoloji Grubu kemoterapi protokolü verilmesine başlandı. İndüksiyon tedavisi ile birlikte tüm batın ön-arka 050 cgy ve boost 080 cgy radyoterapi aldı. İndüksiyon tedavisi sonrası yapılan değerlendirmede; primer bölgede kitle tespit edilmedi. Sağ tibia MRG de lezyonlarda regresyon izlenirken, çekilen toraks BT de AC deki metastatik nodüllerin kaybolduğu görüldü. İndüksiyon tedavisi sonrası AC deki metastatik nodüller kaybolduğu için AC e radyoterapi verilmedi. Olgunun idame tedavisi devam ederken sağ tibiadaki lezyon alanına ön-arka 50 cgy radyoterapi verildi. Olgunun tedavisi yıla tamamlandıktan sonra yapılan değerlendirmede primer tutulum alanında ve AC de kitle, metastaz tespit edilmedi. Tedavi sonrası MRG de; sağ tibiadaki metafizer ve diafizer yamalı tutulum alanlarının nekroze olmuş doku alanları olduğu görüldü. Olgunun ay sonraki poliklinik kontrolünde şikayeti ve tetkiklerinde özellik yoktu. İkinci aydaki kontrolünde yaygın kemik ve bel ağrısının olduğu, tetkiklerinde; sedimentasyon ve LDH yüksekliği görüldü. Yapılan değerlendirmelerde primer tümör yeri ve akciğerlerde relaps saptanmadı. Yapılan kemik iliği aspirasyonunda %90 ın üzerinde dar-bazofilik stoplazmalı, nadir nükleol içeren blastik hücreler görüldü. Flowsitometrik çalışmada blastların lenfoid ya da miyeloid seriye ait olmadığı saptandı. Kemik iliği biyopsi patoloji sonucunda, kemik iliğinin diffüz infiltre olduğu ve infiltre hücrelerde CD, CD9, CD0, CD56, CD79a, CD99, TdT, MPO ve glikoforin-a nın negatif olduğu görüldü. Sonuç: Wilms tümörlü olgularda en sık metastatik bölge akciğerdir. Olgu, kemik iliği tutulumu nadir olduğundan sunulmuştur. Ref No: P-588 KEMOTERAPİ GEÇ YAN ETKİSİ OLARAK RAYNAUD FENOMENİ Erman Ataş, Nadir Korkmazer, Oğuzhan Babacan, Vural Kesik GATA Askeri Tıp Fakültesi, Çocuk Onkolojisi Bilim Dalı, Ankara GATA Askeri Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Ankara Giriş: Kanser tedavisi bitiminden sonra yıllar geçtikçe kemoterapinin geç yan etki insidansı artar. Raynaud fenomeni (RF), sklerodermiform dermatitis, hipersensitivite sendromu, perioral dermatitis, porfiria ve solar inflamasyon/seboreik keratozu içeren vazomotor anomaliler beklenmedik cilt yan etkileridir. RF, solukluk, siyanoz ve reaktif hiperemik episodları olan arteriel vazospazm ve deoksijenizasyona bağlı el ve ayak parmaklarının geçici iskemi durumu olup, sisplatin içerikli kemoterapi sonrası geç yan etki olarak el ve ayak parmaklarında solukluk şikayeti ile gelen primer RF olgusu sunulmuştur. Olgu: Onyedi yaşında kız hastaya medulloblastom tanısı ile kraniospinal radyoterapiyi takiben vinkristin, sisplatin ve CCNU dan oluşan kemoterapi protokolü uygulandı. Kemoterapi kesiminden ay sonra el ve ayaklarda morarma ve ağrı şikayetleri ile başvurdu. Fizik muayenesi el ve ayak parmaklarındaki solukluk dışında normal idi. Hemoglobin:.4 g/dl, WBC: 6500/ mm, platelet: 05.000/ mm, CRP <. mg/l ve sedimantasyon: 8 mm/saat idi. Üst ekstremite dopler USG, EKG ve ekokardiografisi normaldi. Anti-nükleer antikor (ANA), Anti-Smith/anti-Ribonükleoprotein antikor (Anti Sm/RNP), Anti-SSA (Anti-Ro), Anti-Sm (Anti-Smith), Anti-Scl 70, Anti- (anti-histidyl-trna sentetaz) Jo, Anti-SSB (Anti-La) ve HLA B7 negatifti. C:.6 g/l ve C4: 0.4 g/l normal sınırlardaydı. Kriyoglobulin negatifti. Anti-kardiyolipin IgM negatif olup, IgG pozitif olarak bulundu (7.5 GPLU/ml (0-). Vasküler ve romatolojik testler normal bulunması nedeni ile olguya kliik bulgular eşliğinde RF tanısı konuldu. Ağrı için parasetamol, el ve ayakların soğuktan korunması ve sıcak tutulması tavsiye edildi. Hasta şuan 9 aydır şikayetsiz izlenmektedir. Tartışma: Raynaud fenomeninin sekonder nedenlerinden biride antineoplastik ajanlardır. Antineoplastik ajanlara bağlı vasküler toksisite daha çok sadece bleomisin veya sisplatin, vinkristin, vinblastin ile birlikteliğinde tanımlanmıştır. Kangrene ilerleyen RF vinkristin ve bleomisin sonrasında bildirilmiştir. Kemoterapiye bağlı RF nadir, genellikle komplike olmayan daha çok erişkinlerde görülen, kemoterapinin uygulanıp kesilmesinden sonra tekrarlama ve kendiliğinden geçme eğilimindedir. Antineoplastik ajanlara bağlı RF mekanizması bilinmemektedir. Vasküler endotel hasarı, kollajen yapımının stimülasyonu, ilaca bağlı koagulasyon sisteminin aktivasyonu, hipomagnezemi ve otonomik disfonksiyon sisplatin ve vinka alkaloidlerinden sonra gelişen RF için predispozan faktörlerdir. Raynaud fenomeni sklerodermanın ilk belirtisi olabilir. Otoimmün ve romatolojik açıdan olgumuzu incelememize rağmen destekleyici bir sonuç bulamadık. Renal yetmezlik ve hipomagnezemi saptanmadı. Bu olgu bize RF çocuklarda da olabileceğini gösterdi. Vinkristin, vinblastin, sisplatin ve bleomisin kullanılan olgular takipte RF açısından sorgulanmalıdır. Ref No: P-589 İNFANT DÖNEMİNDE LEİOMYOSARKOM Doğan Köse, Serdar Uğraş, İlhan Çiftci, Yavuz Köksal Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı, Konya Yetişkinlerde tüm yumuşak doku sarkomlarının yaklaşık %4 ünü oluşturan leiomyosarkom çocuklarda nadirdir ve tüm vakaların % sinden daha azını oluşturur. Çocuklarda daha çok ekstremite, baş-boyun, retroperiton ve uterusta görülür. Geniş lokal veya marjinal eksizyon ve radyoterapi küratif olabilir. Kemoterapinin rolü çok açık değildir. Bütün çocukluk çağı leiomyosarkomları erişkinlere göre daha iyi bir davranışa sahiptir. Gastrointestinal sistem dışında ve özellikle de tam rezeksiyon uygulanan hastalarda prognoz oldukça iyidir. On iki aylık kız hasta; ensesinde yaklaşık 0 aydır var olan şişlik şikâyeti ile başvurdu. Hastanın öz ve soy geçmişinde özellik yoktu. Fizik muayenesinde sol suboksipital bölgede yaklaşık x cm, sert, fikse kitle lezyonu mevcuttu. Diğer sistem muayeneleri doğaldı. Bunun üzerine çekilen USG de sol suboksipital bölgede yaklaşık PEDİYATRİK TÜMÖRLER Susesi Otel, Antalya 5

PEDİYATRİK TÜMÖRLER POSTER BİLDİRİLER 5X7 mm ebatlı, düzgün sınırlı, minimal kanlanma gösteren, hipoekoik, solid bir kitle saptandı. Yapılan biyopsi ile alınan doku immunohistokimyasal olarak; desmin ve SMA ile diffüz, S 00 ile seyrek ve CD4 ile negatif boyanıyordu. Leiomyosarkom tanısı alan hastaya cerrahi sınırların pozitifliği nedeniyle reeksizyon uygulandı. Bu son dokuda cerrahi sınırlar negatifti. Hem cerrahi sınırların negatifleşmesi hem de yaşı nedeniyle radyoterapi planlanmadı ve hastaya VAC kemoterapi protokolü uygulandı. Halen hastalıksız olarak 0 aydır izlemi devam etmektedir. İnfant döneminde olup çocukluk çağının nadir görülen bir tümörüne sahip olan hastamız literatür ışığında tartışılmıştır. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Ref No: P-590 NADİR GÖRÜLEN BİR KAPOSİFORM HEMANJİYOENDOTELYOMA VAKASI Sema Yilmaz, Murat Elli, Esra Tırman, Sancar Barış, Ayhan Dağdemir OndokuzMayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji/Onkoloji Bilim Dalı OndokuzMayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bilim Dalı OndokuzMayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Bilim Dalı Amaç: İnfant ve çocuklarda oldukça nadir, sıklıkla Kasabach- Merritt sendromu komplikasyonu ile görülebilen, deri ve yumuşak dokulardan kaynaklanan ve agresif bir tümör olan kaposiform hemanjiyoendotelyoma vakasını sunmak istedik. Vaka: Daha önce bir şikâyeti olmayan 5 yaşındaki erkek hasta iki aydır sol kasığından başlayıp bacağının iç kısmından dizine kadar uzanan ağrılı şişlik nedeniyle geldi. Öz geçmiş hikâyesi normal olan hastanın muayenesinde sol kasık bölgesinde ve bacağının medial tarafında bazı yerlerde 0 cm boyutunda sert, hassas nodüller ile telenjiektazik purpirik döküntüler ve plaklar vardı. Nodüller altındaki yapılarla birleşik değildi. Ekstremitelerin nörolojik muayenesi normaldi. PT, PTT ve D-dimer yüksekliği nedeniyle Kasabach- Merritt sendromu birlikteliği gösterilmiş oldu. Diğer hematolojik ve biyokimyasal tetkikleri normaldi. MRI (Magnetic resonance imaging) lezyonların cilt altı yağ dokusuna kadar uzandığını göstermekteydi. Belirgin bir kitle yoktu. Tanı amaçlı yapılan biyopside kollajen stromada infiltratif düzensiz iğsi ve oval hücrelerden oluşan nodüller görüldü. Tümör nodülleri iğsi hücrelerle çevrili dar, yarık şeklindeki damar kanallarından oluşmaktaydı (Şekil ). İmmünohistokimyasal incelemede iğsi hücreler CD4, CD ve D-40 (podoplanin) pozitifliği gösterdiler (Şekil ). SMA bazı vasküler kanalların etrafında seyrek olarak yerleşmişti. Bu bulgularla kaposiform hemanjiyoendotelyoma tanısı konuldu. İnterferon alfa 5 hafta verildi ama lezyonlarda değişiklik olmadı. VAC (Vincristin.5 mg/m/g, Actinomicin D 50 mg/m/g ve Cyclophosphamide 00 mg/m/g) 4 kür verildi. Tedaviye rağmen hastada ağrısız nodüller devam etti. Karın ağrısı nedeniyle çekilen CT de büyük paraaotik lenf nodülleri, karaciğer ve peritonda çok sayıda nodüller ile asit rapor edildi. Lenf nodu biyopsisi normaldi. Hastanın daha sonra geçmeyen öksürükleri olunca çekilen toraks CT nde iki taraflı nodüller görüldü. Kemoterapi ve radyoterapiyle belirgin bir iyileşme görülmeyen ve akut solunum sıkıntısı sendromu gelişen hasta çocuk yoğun bakıma alındı. Mekanik ventilasyon ile takipte olan hasta pulmoner hemoraji nedeniyle kaybedildi. Sonuç: Derideki çok sayıda nodüller, purpurik maküler döküntü ve plaklarla seyreden, Kasabach-Merritt sendromu ile birlikte olan bu KHE vakasını çocukluk çağında oldukça nadir görülmesi, kemoterapiye ve radyoterapiye cevap vermemesi, hızlı ilerlemesi ve fatal seyretmesi nedeniyle sunduk. Biyopsi ile doğru tanının konulması ve tedaviye erken başlanılması bu agresif tümörde önemli olabilir. Şekil. Büyük büyütmede damarlar çevresinde yarık benzeri damarsal yapılar ve iğsi hücrelerle karakterli tümöral gelişim izlenmektedir (hematoksilen-eozin). Şekil. D-40 (podoplanin) ile yapılan immünhistokimyasal boyamada tümöral hücreler pozitif reaksiyon vermektedirler (DAB kromojen ve hematoksilen zemin boyaması) Ref No: P-59 NADİR GÖRÜLEN YOLK SAC VARYANTI: ENDOMETRİOİD BENZERİ GLANDÜLER TİP Doğan Köse, Diclehan Orhan, İlhan Çiftci, İsmail Harmankaya, Serdar Uğraş, Yavuz Köksal Selçuk Üniversitesi ıp Fakültesi, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı, Konya Yolk sac tümörleri çocuklarda en sık görülen pür malign germ hücreli tümörlerdir. Yolk sac tümörleri infantlarda sakrokoksigeal bölgelerde oluşan tek malign germ hücreli tümör tipidir ve sakrokoksigeal bölge yenidoğan ve infantlarda major tutulum yeridir. Daha büyük çocuklar ve adölesanlarda ise major tutulum yerleri 6 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER overlerdir. Yolk sac tümörünün endometroid varyantı oldukça nadir olup endometrium karsinomunu anımsatan glanduler yapılardan oluşur ve daha çok over kaynaklıdır. Burada, sakrokoksigeal bölgede yolk sac tümörünün endometrioid benzeri glandüler tip tanısı konulan yaşındaki kız hasta literatür ışığında tartışılmıştır. İki yaşındaki kız hastamız sol kasıkta ve kuyruk sokumunda ağrısız şişlik yakınması ile başvurdu. Hastanın fizik muayenesinde sağ inguinal bölgesindeki yaklaşık,5x cm boyutundaki lenf nodu, ve sakrokoksigeal bölgede yaklaşık 5 cm kitle mevcuttu. Hastanın MRI ında koksiks alt ucu ile bağlantılı yaklaşık 5 cm çapında kitle tespit edilmişti. AFP si: IU/ml ve β-hcg si 0, miu/ml idi. Kitlesi total olarak çıkarılan hastanın patolojik incelemesinde tümörün çok katlı sıralanma gösteren kolumnar hücrelerin yaptığı villoglandüler ve kibriform yapılar ile dens fibröz stromadan meydana geldiği gözlendi. İmmünhistokimyasal incelemede pansitokeratin, CEA, demsin, EMA, kromogranin, sinaptofizin, AE/AE sitokeratin ile negatif, alfa feto protein ile yaygın pozitif boyanma izlendi. Bu incelemeler ile hastaya yolk sac tümörünün endometrioid benzeri glandüler varyantı tanısı konuldu. Lenf nodunun patolojik incelemesi ile lenf nodunun pozitif olduğu saptandı. Hastaya BEP tedavi protokolü başlandı. Tedavisi tamamlanan hastanın 4 aydır hastalıksız olarak izlenmektedir. Sakrokoksigeal bölgede yerleşen ve tümör belirteçleri negatif olan yolk sac tümörünün endometrioid benzeri glandüler tip tanısı konulan yaşındaki kız hasta literatür ışığında tartışılmıştır. Ref No: P-59 HİPERTROFİK OSTEOARTROPATİ (CLUBBİNG) İLE BAŞVURAN ÇOCUKLUK ÇAĞI HODGKİN LENFOMA OLGUSU Zuhal Keskin Yıldırım, Esra Dişçi, Mustafa Büyükavcı Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatri Anabilim Dalı, Erzurum Giriş: Hipertrofik osteoartropati, parmaklarda çomaklaşma (clubbing) ve uzun kemiklerde periost reaksiyonu ile karakterizedir. Çomak parmak, özellikle parmakların distal falankslarında yumuşak doku proliferasyonu ve hipervaskülarizasyon sonucu oluşmaktadır. Hipertrofik osteoartropati, konjenital kalp hastalıkları, kronik akciğer hastalıkları, gastrointestinal sistem hastalıkları ve maliyn hastalıklarda görülmektedir. Erişkin dönemde intratorasik maliynitelere sık eşlik eden bu komplikasyon çocukluk çağında oldukça nadirdir. Biz burada, tanı sırasında çomak parmak tespit edilen hodgkin lenfoma tanılı bir çocuk olguyu sunuyoruz. Olgu Sunumu: On beş yaşında kız olgu, bir yıldır devam eden boyun şişliği nedeni ile başvurduğu klinikte alınan biyopsi sonucunun hodgkin lenfoma olması üzerine tedavi için yatırıldı. Olgunun yıldır devam eden şikayetlerine son 6 ayda kilo kaybı, ateş, halsizlik ve öksürüğün eklendiği öğrenildi. Yapılan fizik muayenesinde sağ ve sol servikal bölgede, sternokleudomastoid kasının ön ve arkasında sert, hareketsiz, ağrısız, konglomere en büyüğü x cm lik lenfadenopatiler, suprasternal bölgeden itibaren yaygın venöz dolgunluk ve çomak parmak tespit edildi. Parmaklarındaki şişliklerin boyundakilerle birlikte ortaya çıktığı ve giderek arttığı ifade edildi. Laboratuvar tetkiklerinde; sedimantasyon hızı 97 mm/saat, beyaz küre sayısı 5400/ mm, hemoglobin düzeyi 0,8 gr/dl, trombosit sayısı 5000/mm, karaciğer ve böbrek fonksiyonları normal idi. Hastanın çekilen arka-ön akciğer grafisinde transtorasik çapın / ünü aşan mediastinal genişleme olduğu görüldü. Boyuna yönelik yapılan ultrasonografide bilateral servikal alanda çok sayıda lenfadenomegali varlığı ve sağ servikal bölgedekilerin ana vasküler yapılara yakınlığına dikkat çekildi. Çekilen bilgisayarlı toraks tomografisinde; kitlenin tiroid inferiorundan, üst mediasten ve orta mediastene uzanım gösterdiği, 98x69x0 mm ebatlı olduğu, ayrıca sağ akciğer alt lob süperior segmentte 0x4 mm ebatlı, birkaç adet nodüler görünüm olduğu görüldü. Ayrıca çekilen Pozitron Emisyon Tomografi sinde boyun ve mediastinal lenf nodları ile akciğer parankimindeki nodüllerin FDG tutulumlarının yüksek olduğu görüldü. Kemik iliği tutulumu yönü ile yapılan kemik iliği biyopsisinde tutulum tespit edilmedi. Evre 4 hodgkin lenfoma tanısı ile HD 95 protokolü başlandı. Olgunun kür sonrası tedavi cevabına yönelik yapılan değerlendirmelerinde tümör regresyonunun %84 olduğu ve parmaklarda oluşan çomaklaşmanın da gerilediği görüldü. Sonuç: Parmaklarda çomaklaşmanın çocukluk çağında nadir de olsa maliynitelere eşlik edebileceği akılda tutulmalıdır. Ref No: P-59 L-ASPARAGİNAZA BAĞLI OLARAK AYNI ANDA GELİŞEN AKUT PANKREATİT VE DİABET KETOASİDOZU Gülnur Ayşe Tokuç, Barış Yılmaz, Engin Tutar, Serap Turan Marmara Üniversitesi,Pediatrik Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı,İstanbul Marmara Üniversitesi,Pediatrik Gastroenteroloji Bilim Dalı,İstanbul Marmara Üniversitesi,Pediatrik Endokrinoloji Bili Dalı,İstanbul L-asparajinaz akut lenfoblastik lösemi tedavisinde 96 yılından itibaren kullanılmaktadır. Antilösemik etkisini L-Asparagin i azaltıp protein sentezini inhibe ederek göstermektedir. Bu ilaç aynı zamanda hepatik protein (tiroksin bağlayan globulin, albümin, fibrinolitik-koagülasyon faktörleri) sentez inhibitörüdür. Literatürde L-ASP ile hipertrigliseridemi (%67), alerjik reaksiyon (%0-8), hiperglisemi-ketoasidoz (%0),pankreatit (%-6), tromboz (%-), hemoraji (%-),peritonit ve hipoparatiroidizm gibi komplikasyonlar bildirilmiştir. L-Asparajinaz kullanan hastalarda gelişebilecek hiperglisemi semptomları hafif glikoz entoleransından ölümcül diyabetik ketoasidoza kadar değişebilir. L-Asparajinaz ya pankreastan direkt olarak insülin salınımını azaltır ya da indirekt olarak pankreastan glikozun stimüle ettiği insülin sekresyonunu azaltır. Hipoinsülinemi ve hiperglukagonemi de hiperglisemiye eşlik edebilir. Pankreatit, pankreas kanalının kasılması, immünosüpresyon,ozmotik basınç, metabolik etki, arteriyoler tromboz ve direkt toksisite ile olabilir ve insidansı %7 dir. PEG-L-ASP (%8) ile E. coli ASP dan (%,9) yüksektir. Serum tripsin ve elastaz- in tedaviden 0-0 gün sonra yüksek bulunması ile tahmin edilebilir L-asparaginaz tedavisi sırasında aynı anda akut pankreatit ve diabet ketoasidozu gelişen 7 yaşında lenfoblastik lenfoma tanılı bir kız hasta sunulacaktır Ref No: P-594 ÇOCUKLUK ÇAĞINDA PRİMER BİLATERAL OVER LENFOMASI Betül Sevinir, Metin Demirkaya, Hülya Öztürk Nazlıoğlu, Salih Güler, Nizamettin Kılıç, Zeynep Yazıcı 4 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı, Bursa 4 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Bursa Giriş-Amaç: Hodgkin dışı lenfomalar sıklıkla abdominal yerleşimde görülür. Ancak primer over lenfomaları oldukça nadirdir. Pelvik kitle ve intraabdominal sıvı ile gelen bir adolesan hasta tümör yerleşimi açısından sunulmuştur. Olgu: Onbeş yaşında kız hasta bir aydır ortaya çıkan kabızlık ve karında şişlik yakınması ile geldi. Tüm abdomeni dolduran sert ve düzgün yüzeyli kitle palpe edildi.abdominal ultrasonografide ka- PEDİYATRİK TÜMÖRLER Susesi Otel, Antalya 7

PEDİYATRİK TÜMÖRLER POSTER BİLDİRİLER raciğer medialinden uterus üst kesiminden başlayarak tüm abdomeni dolduran lobüle kontürlü heterojen iç ekojenitede solid, vaskülarizasyonu mevcut olan ve orta hat yapılarını komprese eden kitle tanımlandı.hiçbir solid organı invaze etmediği görüldü.lezyon uterusa yakın olup overler ayrı olarak gösterilemedi. Spiral BT ile pelviste orta hattan hafif sağda yerleşik yaklaşık 4x5x4 cm boyutlu kitle görüldü Görünüm olgunun yaşı da göz önüne alındığında over kökenli bir tümörü düşündürdü. Karında serbest sıvı saptandı, paraaortik ve parakaval patolojik görünümde lenf nodu saptanmadı. Germ hücreli tümör ön tanısı ile bakılan AFP ve beta-hcg düzeyleri, tam kan sayımı, biyokimya tetkikleri normaldi. LDH düzeyi 580 U/ml idi. Kitlenin tam çıkamayacağı tartışılarak kapalı biyopsi yapıldı.doku tanısı Burkitt lenfoma ile uyumlu yüksek dereceli B-hücreli lenfoid infiltrasyon olarak raporlandı. Evre III olarak tanımlanan hastaya BFM- 95 B hücreli NHL kemoterapi protokolü başlandı. Bir hafta sonra yapılan ultrasonografide kitle boyutu 7x0x cm ölçüldü. Kurs AA kemoterapisinden sonra, daha önce birleşik görülen kitlenin yerinde umbilikus inferiorunda 40x9x6mm ve uterus posteriorunda 7x6mm boyutlu iki ayrı kitle lezyonu görüldü. Beş kür AA-BB-CC-AA-BB döngülerinden sonra rezidüel kitle görüntüsü devam etti. Hasta tümör konseyinde tartışılarak laparatomi ve kitle eksizyonu planlandı. Laparatomide sağda 6x8 cm, solda 4x6 cm boyutlu bilateral over kitleleri görüldü. Normal over dokusu görülmedi, frozen ile hyalinize, dejenere dokular tanımlandı. Aktif tümör yoktu. Sitolojik örnek alındı. Hastanın durumu ameliyat koşullarında tartışıldı. Yaşı ve tanısı göz önüne alınarak, overler batın arka duvarına sütürle fikse edilerek, yerinde bırakıldı. Başka patolojik bulgu saptanmadı. Kemoterapisi biten hasta yakın izlendi. Oniki yaşında menarş tanımlanan hastada düzenli menstrüel sikluslar gözlendi. Hasta 9 aylık izlem sonunda halen remisyondadır. Ref No: P-595 BİR HODGKİN LENFOMA ÖYKÜSÜ Didem Uzuanarslan, Caner Saygın, Canberk Başıbüyük, Nihal Özdemir, Gulen Tuysuz, Hilal Akı, Nüket Tüzüner, Metin Hallaç, İbrahim Adaletli 4, Gonca Tekant, Tiraje Celkan Istanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji-Onkoloji Istanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Patoloji Istanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı 4 Istanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Pediatrik Radyoloji Giriş: Hodgkin lenfoma sentriaksiyel yerleşimli bir lenf nodundan başlayarak sırasıyla ilişkili olduğu lenf nodu grupları boyunca direkt ve/veya hematojen yayılan malin bir hastalıktır.genellikle erken evre ve dirençli olmayan olgularda tedavi başarısı yüksektir Olgu: 9 yaşında erkek hasta kliniğimize karın şişliği, halsizlik ve gece terlemesi yakınmalarıyla başvurdu. Muayenesinde 5 cm splenomegali ve aksillada ele gelen lenfadenopati (LAP) saptandı. Hemogramı ve kan biyokimyası, sedimentasyonu (7mm/h) dışında normaldi, PPD si negatifti. Kemik iliği aspirasyonu normaldi. Batın USG sinde dalak hilusunda ve paraaortik LAP lar ve dalakta noduler hipoekojen alanlar izlendi. Toraks BT sinde sol supraklaviküler, subkarinal ve paraözafageal alanlarda LAP lar, batın BT sinde çölyak, retrokaval, interaortokaval, sol paraaortik multipl lenf nodları vardı. Periferdeki LAP ları küçük olduğu ve biopsiye elverişli olmadığı için cerrahi eksplorasyon yapılarak karaciğer ve dalaktan biyopsiler alındı. Karaciğer biyopsisine mikst tip HL infiltrasyonu tanısı kondu. Hasta, 6 kür ABVD kemoterapisi aldıktan sonra dalak büyüklüğü devam ettiği ve KTden yanıt alınamadığı için, splenektomi yapıldı ve dalakta HL infiltrasyonu gözlendi. Dirençli olgu olarak kabul edilerek 4 kür COPP ve kür IEP tedavileri verildi. Sonrasında hasta remisyon değerlendirmesi yapılamadan takip dışı kaldı ve 5 yıl sonraki başvurusunda, intraabdominal LAP lerin dışında yayılım yoktu, kemik iliği infiltrasyonu, akciğer metastazı saptanmadı. kür ICE kemoterapisi alan hastaya kemik iliği transplantasyonu 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ yapılamadığından (ağır skolyoz ve bozuk akciğer kapasitesi ve aktif Hepatit B) 6 kür BECOP rejimi ve remisyon sağlanamayınca 8 kür gemsitabin ve vineralbin, 4 kür lomustine, vinblastin, bleomisin ve deksametazon kemoterapi rejimleri verildi. Hasta, radyoterapi de almasına rağmen tedavilerin hepsine minimal cevap ya da hiç vermeyerek sürekli nükslerle giden bir klinik tablo sergiledi. Şikayetlerin başlangıcından itibaren senedir izlenen hastada tekrarlanan kemik iliği aspirasyonları ve toraks görüntülemelerinde kemik iliği ve akciğer yayılımı gözlenmedi ancak son PETte ilk olarak vertebra tutulumu saptandı. Tartışma: senelik takip süresince tedaviye rezistan bir HL seyri gözlenmesine karşın kemik iliği ve akciğer yayılımının olmaması ve uygulanan tüm tedavilere parsiyel yanıt vermesi bilinen HL seyrinden oldukça farklıdır. Tedavi altında ileri derece skolyoz geliştiren hasta, tedaviye dirençli LAP ları dışında bir HL yayılımı göstermemiştir; tedavisiz kaldığı beş yıllık dönem de dahil olmak üzere hastalık yavaş bir seyir göstermiştir. Literatürde benzer bildirilmiş olguların çok az olması nedeni ile olgu dikkat çekicidir. Ref No: P-596 JUGULER KATETER KOMPLİKASYONU SONUCU OLUŞAN HEMATOMA BAĞLI VAZOVAGAL BRADİKARDİ Oğuzhan Babacan, Erman Ataş, Nadir Korkmazer, Vural Kesik GATA Askeri Tıp Fakültesi, Çocuk Onkolojisi Bilim Dalı, Ankara GATA Askeri Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Ankara Giriş: Santral venöz kateterler bazı majör ve minör komplikasyonlar ile ilişkili olup, burada juguler katetere bağlı olarak gelişen hematomun yol açtığı iki hafta süren bradikardi komplikasyonu bildirilmiştir. Olgu: Relaps T hücreli lösemi lenfoma tanısı ile takip edilen 5 yaşındaki erkek olguda klofarabin, siklofosfamid ve etoposidden oluşan kemoterapi protokolünün ikinci gününde tümör lizis gelişmesi üzerine santral juguler venöz hemodiyaliz kateterizasyonu ile hemodiyaliz uygulandı. Hemodiyalizin ikinci gününde, posterior nasofarenks muköz membranlarından ve hemodiyaliz kateter giriş bölgesinden kanama başladı. Kateter giriş yerindeki bu kanama baskılı tampon uygulamaları ile durudurulmasına rağmen gün içerisinde aralıklı olarak kanama devam etti. Pıhtılaşma faktörleri taze donmuş plazma konsantresi ile desteklendi ve pıhtılaşma zamanı normal olmasına rağmen, kapiller sızıntı sendromu gelişmesi nedeniyle kateter giriş bölgesinden kanama devam etti. Kateter çalışmaması nedeni ile değiştirilmesi sırasında kateterin giriş bölgesinde 5x4 cm hematom meydana geldi ve kanama ihtimaline karşı bu bölgeye kompresyon uygulandı. Hematoma bağlı vagal uyarı ile bradikardi oluştu ve kalp hızı 40 atım/dk düşmeye başladı. Bradikardiye neden olabilecek nedenler araştırıldı ancak patoloji bulunmadı. Sadece elektrokardiyografide sinüs bradikardisi saptandı. Hematom gelişmesinden sonra hafta boyunca kalp atım hızı 40-60 aralığında devam etti. Hematomun gerilemesinden sonra, kalp hızı artmaya başladı. Kalp hızı yaklaşık 90-00 atım/dk olup normal seyretti. Tartışma:Vagal stimülasyonun yaptığı akut etki (bradikardi) minimum en az 0 dakikadan saatlere kadar uzayabilir. Ancak, hematom bağlı olduğunu düşündüğümüz bradikardi olgumuzda 4 gün devam etti. Sonuç olarak, arteriovenöz müdahaleler veya vagal bölgeye kompresyon sırasında vazovagal reaksiyonların çok daha sık olabileceğini düşündürmektedir. Vagal manevra sonrası bradikardi süresi genellikle kısa olduğu bilinmesine rağmen, hematom gibi komplikasyonlar 4 güne kadar süre uzatabilir. Klinisyenler bu gibi prosedürlerin sonuç ve komplikasyonlarını düşünmelidir. Hemodinamik izlem hipotansiyon ve şiddetli bradikardi önlemek için gereklidir. 8 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-597 AKTİNOMİSİN-D TEDAVİSİ SONRASI GELİŞEN HEPATOPATİ-TROMBOSİTOPENİ SENDROMU Simge Kaya, Elvan Çağlar Çıtak, Gonca Çabuk, Hüseyin Tanrıverdi, Mehmet Alakaya, Feramuz Demir Apaydın Mersin Üniveristesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkoloji Bilim Dalı, Mersin Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Bilim Dalı, Mersin Hepatopati-Trombositopeni Sendromu (HTS) venooklüzif hastalığa oldukça benzeyen hepatik sinüzoidal obstrüktif sendrom olarak da anılan, ateş, hepatomegali, karaciğer enzimlerinde yükseklik, asit, kilo artışı, sarılık ve ciddi trombositopeni ile karakterize bir tablodur. Sıklıkla Wilms tümörlü olgularda ve sıklıkla aktinomisin-d kullanımına bağlı olarak gözükür. HTS, Wilms tümörlü olgularda %.4-8 oranında saptanmakta olup genellikle görülme sıklığı tedavinin 0. haftadan sonra azalma göstermektedir. Bizim olgumuzda tedavinin. haftasında HTS görülmüş olup destek tedavisi ile 6. günde kliniği düzelmiştir. Aktinomisin-D ile tedavi edilen olgularda HTS gelişim riski düşük olmasına karşın olgular bu yan etki açısından dikkatle izlenmelidir Ref No: P-598 ÇOCUKLARDA DOSETAKSEL VE SİNÜS BRADİKARDİSİ Yavuz Köksal, Doğan Köse, Derya Çimen Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı, Konya Taksanlar (Paklitaksel ve Dosetaksel) sitotoksik etkilerini mikrotübül fonksiyonlarını bozarak gösteren antineoplastik ilaçlardır. Ancak, vinka alkoloidlerinin aksine, taksanlar depolimerizasyonu önleyerek mikrotübüllerin stabilitesini arttırırlar. Taksanların indüklediği sitoskeletal değişiklikler G ve M fazında hücre döngüsünün durmasına neden olur ve hücre apopitoza yönlendirilir. Bu gruptaki her iki ajanın da diğer kemoterapötik ajanlar gibi bazı yan etkileri mevcuttur. Paklitaksel ile daha çok myelosupresyon, nörotoksisite, hipersensitivite reaksiyonları, kardiyak aritmiler (bradikardi ve atrioventriküler ileti bozuklukları), alopesi, mukozit ve pnömonitis bildirilmiş iken, dosetakselde nötropeni, halsizlik, kas ağrısı, cilt döküntüleri, bulantı, kusma, mukozit, diyare, alopesi, pnömonitis, transaminazlarda geçici yükselme, belirgin olmayan bir nörotoksisite, sıvı retansiyonu ile ilişkili kilo alımı, ödem, skleroderma benzeri cilt döküntüleri rapor edilmiştir. Literatürde kardiyak yan etkiler daha çok paklitaksel (ve hatta bradikardi paklitaksel için nisbi bir kontrendikasyon olarak kabul edilmektedir) ile bildirilmekle birlikte birkaç yayında dosetaksele eşlik ettiği de rapor edilmiştir. Biz de yazımızda dosetaksel ile sinüs bradikardisi gelişen vakamızı sunmak istedik. On yaşındaki erkek hasta boyunda şişlik yakınması ile başvurdu. Fizik muayenesinde sol tonsilin öne itilmesi dışında normaldi. Endoskopik inceleme sonucunda nazofarenkste kitle saptanması üzerine buradan yapılan biyopsi ile nazofarenks karsinomu tanısı konuldu. Hastaya dosetaksel, ifosfamid ve cisplatinden oluşan tedavi protokolü başlandı. Dosetaksel (75 mg/m[?] dozunda bir saatlik infüzyonla) tedavisi sırasında ve sonrasında sinüs bradikardisi gelişti. Bu sorun ek bir müdahaleye gerek kalmadan sadece ilacın infüzyon hızı azaltılarak atlatıldı. Hastada ilk dosetaksel infüzyonundan başlamak üzere tüm kürlerde bu yan etki gözlendi. Ancak hiçbir kürde sinüs bradikardisi için ek bir tedavi ihtiyacı olmadı. Sonuç olarak bradikardi henüz az tanımlanmış olmasına rağmen dosetaksel ile de gelişebilir. Dikkatli bir takip ve sadece infüzyon hızının azaltılması ile doz kısıtlamasına gidilmeden bu sorun atlatılabilir. Ref No: P-599 EL YERLEŞİMLİ EMBRİYONEL RHABDOMYOSARKOMA: NADİR LOKALİZASYONDA OLGU SUNUMU Nesrin Uğraş, Ulviye Yalçınkaya, Betül Sevinir Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Ana Bilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Onkoloji Bilim Dalı, Bursa Giriş: Embriyonel rhabdomyosarkom (ERMS) çocukluk çağının en sık görülen yumuşak doku sarkomudur. Çizgili kasdan köken alan bu malign tümorlerin, histolojik olarak Embriyonik, Alveolar, Sklerozan, Anaplastik, Pleomorfik olmak üzere beş subtipi bulunmaktadır. Subtiplerine göre tutulum alanları ve görünme yaşları farklılık göstermektedir. ERMS, en sık genitoüriner sistem, baş-boyun ve abdomende görülmekte iken extremite tutulumu nadirdir. Bir aylık kısa bir sürede hızla büyüyen ve el lokalizasyonlu olan EMRS tanılı olgumuz, nadir lokalizasyon ve ayırıcı tanı sorunu yaratabilen özellikleri nedeniyle sunuldu. Olgu: 8 yaşındaki kız çocuk, elinde hızla büyüyen ağrılı kitle şikayeti ile ortopedi polikliniğine başvurdu. ay önce travma anamnezi bulunan olgunun fizik muayenesinde, sağ el volar yüzde. parmak proksimalinde yaklaşık 0 cm çapında yumuşak doku kitlesi izlendi. Rutin biokimya tetkikleri normal olan olguya tanı amaçlı kitleden tru-cut biyopsi uygulanıldı. Birimimize gönderilen iğne biyopsisinin histopatolojik değerlendirilmesinde,oval yada yuvarlak şekilli küçük nukleuslu sitoplazma sınırları net seçilemeyen hücrelerin diffuz infiltrasyonundan oluşmuş tümoral doku izlendi. İmmunohistokimyasal incelemede tümor hücreleri myogenin, vimentin ile diffuz pozitif boyanma gösterdi. Mevcut histopatolojik ve immunohistokimyasal bulgular ile olgu EMRS tanısı aldı. Tanıdan ay sonra olgu solunum yetmezliği ve sepsis nedeniyle kaybedildi. Tartışma- Sonuç: Rhabdomyosarkom, çocukluk döneminin en sık görülen malign yuvarlak hücreli tümörüdür. Bu lezyonların %7 sinden daha fazlası üst ekstremitede meydana gelir ve el tutulumu nadir olmasına rağmen bildirilmiştir. Ekstremite yerleşimi en sık alveolar rhabdomyosarkoma subtipinde izlenirken; bu tümörler büyük boyutlara ulaşabilen, hızlı büyüyen, ağrılı kitleler olarak görülebilirler. Olgumuzda görüldüğü gibi yakın geçmişteki bir travma hikayesi sık görülür. Ekstremite rhabdomiyosarkomu, üst ekstremite lezyonları ve distal lezyonları kötü bir prognoza sahiptir. Yapılan çalışmalarda yine olgumuza benzer, diffüz Myogenin immunoreaksiyonunun kötü prognoz belirteci olduğu bildirilmiştir. El tutulduğu zaman lezyonlar için en yaygın yer tenar bölge veya metakarpal interosseöz aralıklar olup boyut olarak daha küçük ve ağrısız olabilirler. Ekstremite rhabdomyosarkomunun en sık akciğere ve özellikle bölgesel lenf düğümüne metastaz yapma riski vardır. Hastalığın evrelemesi yer, bölgesel lenf nodlarının tutulumu ve cerrahi sınırları içerir. Geniş cerrahi rezeksiyona ilaveten adjuvan kemoterapi ve radyoterapi ile sağ kalım oranları artmaktadır. ERMS tanılı olgumuz, el gibi nadir yerleşim yeri ve agresif davranışı nedeniyle literatür bilgileri eşliğinde sunulmuştur. Ref No: P-600 HORNER SENDROMUNUN EŞLİK ETTİĞİ ABDOMİNAL NÖROBLASTOM VAKASI Zeynep Eroltekin, Aynur Oğuz, Ceyda Karadeniz, Faruk Güçlü Pınarlı Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Pediatri Anabilim Dalı, Ankara Horner sendromu okulosempatik sinir iletiminin göz ile hipotalamus arasında herhangi bir yerde kesintiye uğraması ile karakterizedir. Horner sendromunun klasik bulguları pitozis, miyozis ve fasiyal anhidrozdur. Sempatik sistemdeki lezyon; preganglionik (beyin sapı lezyonları, servikal kord, C8-T ön köklere bası, servikal sempatik PEDİYATRİK TÜMÖRLER Susesi Otel, Antalya 9

PEDİYATRİK TÜMÖRLER POSTER BİLDİRİLER zincire bası yapan kitleler vb) veya postganglionik (internal karotid okluzyonu, orta fossa tümörleri vb.) olabilir. Nöroblastom, nöral krestten köken alan çocukluk çağının en sık görülen extrakranial solid tümörüdür. Bütün çocukluk çağı kanserlerinin %8-0 unu oluşturur. Tümörün yerleşim yerine göre propitozis, Horner sendromu ve opsomyoklonus gibi göz bulguları gözlenebilir. Diğer tümörlerle karşılaştırıldığında; primer tümörün, metastatik hastalığın ve paraneoplastik sendromların farklı klinik prezentasyonu olabilir. Spontan regresyonlar, benign hastalığa farklılaşma, ileri yaştaki çocuklarda oldukça malign seyretmesi, nöroblastomun farklı davranışlarına örnek olarak verilebilir. Nöroblastom sempatik sinir zincirinin herhangi bir yerinden gelişebileceğinden, tümörün yeri çok değişkendir ve yaşa göre farklılık gösterir. Primer tümör %65 olguda karın yerleşimlidir. Sürrenal yerleşim sıklığı infantlarda %5 iken daha büyük çocuklarda %40 dır. Küçük bebeklerde servikal ve torasik yerleşim daha sıktır. Yaklaşık % hastada primer tümörün yeri belirlenemeyebilir. Bu yazida üç aylık Horner sendromu ile başvuran ve abdominal nöroblastom tanısı alan bir olgu sunulmuştur. Ada Ünsal aylık kız hasta.sağ göz kapağında düşüklük şikayeti ile doğumdan itibaren takipli olan hasta aydır olan gaytada renk değişikliği ve kötü koku sebebi ile hastaneye başvurmuş.yapılan batın usg de sağ böbrek lojunda kitle saptanması üzerine tarafımıza yönlendirilmiş.hastanın fiziki bakısında genel durumu iyi aktif idi. sağ göz kapağında pitozis miyozis ve heterokromisi ve mevcut idi. Sağ yüz yarısında terleme kaybı vardı.diğer sistem muayeneleri doğaldı.hastadan gönderilen biyokimya ve tam kan sayımı tetkikleri normal idi.idrar vma 8.9(0-) idrar hva 5,5 (0-46) nöron spesifik enolaz 60(0-0)idi.Hastaya abdominal usg ve abdominal mr sonrası usg eşliğinde biyopsi yapıldı.orta risk kötü histoloji Evre 4 nöroblastom kabul edilen hastaya.. de TPOG 009 protokolüne göre 6 aylıktan küçük olması sebebi ile A7 kemoterapisi başlandı. Horner sendromu saptanan hastada ileri inceleme: Süt çocukluğu döneminde izole Horner sendromu saptanınca rutin inceleme gereksizdir.servikal ya da abdominal kitle veya diğer kranial sinir patolojilerini araştırmak için ayrıntılı fizik inceleme yapılması önerilmiş. İzole Horner sendromu ve nöroblastom şüphesi varsa idrarda VMA bakılması, Horner sendromuna ek olarak heterokromi, servikal kitle ya da diğer kranial sinir paralizileri varsa ileri tetkiklerin yapılması önerilmiştir. Şekil. Fiziki bakı 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Şekil. Abdominal kontrassız ve kontrastlı mr sol ve sağ üst bilateral sürrenal kitle sol ve sağ alt kontrast öncesi ve sonrası karaciğer tutulumu Ref No: P-60 ÇOCUKLUK ÇAĞINDA MEMEDE PSÖDOANJİOMATÖZ STROMAL HİPERPLAZİ Betül Sevinir, Metin Demirkaya, Şehsuvar Gökgöz, Salih Güler, Zeynep Yazıcı, Şahsine Tolunay 4 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkolojisi Bilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı, Bursa 4 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Bursa Giriş: Çocukluk çağında memede kitle nadir görülür. Tanımlanan lezyonların çoğunluğu benign karakterdedir. Yetişkinlerde meme biyopsilerinde raslantısal olarak saptanan psödoanjiomatöz stromal hiperplazi (PASH), nadiren palpabl kitle nedeni olmaktadır. Memede kitle ile başvuran ve PASH tanısı alan bir adölesan hasta yaş grubu ve klinik özellikleri açısından sunulmuştur. Olgu: Onbeş yaşında kız hasta memede kitle ve asimetri nedeniyle başvurdu. Kitlelerin son bir buçuk yılda yavaş yavaş büyüdüğü, ağrısız olduğu öğrenildi. Gittiği doktorun bu yakınmaları normal ergenlik bulgusu olarak yorumladığı, o tarihte henüz menarş tanımlanmadığı, endokrinolojik tetkiklerin normal olduğu ve iki ay süre ile oral kontraseptif kullandığı belirlendi. Merkezimize başvurduğunda sağ memenin daha büyük ve hafif ağrılı olduğu tanımlandı. Fizik muayenede meme dokusunun asimetrik ve sağda daha büyük olduğu görüldü. Üzeri normal görünümlü cilt ile kaplı idi. Her iki meme dokusunda, tüm kadranlarda, çok sayıda, sert ve ağrısız kitleler palpe edildi. Aksiller lenfadenopati yoktu. Meme ultrasonografisinde her iki meme volümü ve parankim ekojenitesi artmış, glandüler doku kalınlaşmıştı. Bilateral hipoekoik, oval ve sferik görünümde kitle lezyonları saptandı. En büyüğü sol memede üst iç kadranda 0x mm boyutunda olan kitleler çok sayıda idi. Fibroadenom öntanısı ile izleme alındı. Kitle boyutlarında artış olup psikolojik açıdan olumsuz etkilendiği için opere edildi. Bilateral gigantomasti ve multiple fibroadenom düşündüren meme dokuları subkütan mastektomi ile eksize edildi. Patolojik incelemede, meme dokusunun stromasında belirgin artma, lobül yapısında bozulma, asini ve duktuslarda dilatasyon vardı. Yalancı damar görünümü veren epitelyal dokularda CD4 ve SMA ile pozitif boyanma saptandı. Ki67 proliferasyon indeksi düşük bulundu. Histopatolojik tanı PASH olarak rapor edildi. Cerrahiden sonraki izlemde kitlenin yavaşça büyümeye devam ettiği gözlendi. Girişimden 0 ay sonra halen hastada meme asimetrisi, bilateral gigantomasti ve çok sayıda palpabl kitleler mevcuttur. Meme MR izlemlerinde en büyük kitle çapı sağda 9 cm, solda,5 cm olarak belirlenmiştir. Bu hastada kontraseptif ilaç kullanımı olmakla beraber süresi kısadır. Etyolojide hormonal etki kesin değildir. 0 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Sonuç: Memede PASH lezyonları 0.6-0 cm boyutlarda bildirilmiştir. Dev boyutlara ulaşan kitleleri klinik olarak filloides tümöründen ve fibroadenomdan ayırt etmek zordur. Bilateral tutulum sık görülmez. Ergenlerde jinekomasti benzeri bulguların ayırıcı tanısında PASH hatırlanmalıdır. Ref No: P-60 SAĞ ATRİUM VE VENA KAVA İNFERİORDA TROMBÜS GELİŞEN TEROTOİD WİLMS TÜMÖRÜ OLGUSU Nurşah Eker İlhan, Funda Tayfun, Elif Güler, Osman Alphan Küpesiz, Volkan Hazar Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı, Antalya Teratoid Wilms tümörü, Wilms tümörünün nadir görülen histopatolojik bir varyantıdır. Literatürde bildirilen çok az vakanın içinde vena kava inferiorda trombüs ile birlikte olan vakaya rastlanmamıştır. Burada karnında şişlik yakınması ile başvuran, sağ böbrek kaynaklı teratoid Wilms tümör tanısı konulan ve bu sırada vena kava inferioru ve sağ atriumu tümüyle dolduran tümör trombüsü saptanan 4 yaşındaki bir vaka, literatürde tümör trombüs ile seyreden ilk vaka olması nedeni ile sunuldu. Preoperatif kemoterapi başlandıktan sonra sağ atriumdaki trombüsün yarattığı klinik bozulma nedeniyle acil ameliyata alınarak sağ atriumdaki kitle total olarak eksize edildi. Kemoterapiye devam edilmesine rağmen sağ böbrekteki kitle boyutunda gerileme saptanmadı, EKO da sağ atriumda trombüs gözlenmezken VCI da trombus mevcuttu. Hastaya sağ nefrektomi ile birlikte total kitle eksizyonu ve total trombektomi yapıldı. Postoperatif kemoterapi ve radyoterapi ile tedavisine devam edildi. Bu vakada preoperatif kemoterapi almakta iken VCI daki tümör trombüs, sağ atriuma kadar ilerlemiş ve kalp yetmezliğine yol açmıştır. Teratoid komponentleri nedeni ile teratoid Wilms tümörünün kemoterapiye duyarlılığı daha düşüktür. Teratoid Wilms tümörlü olgularda kemoterapi yanıtının yakın takip edilmesi ve cerrahi rezeksiyon kararının daha erken verilebileceğini düşünmekteyiz. Ref No: P-60 HEPATOSELÜLER KARSİNOM VE SORAFENİB KULLANIMI Çağlar Çıtak, Simge Kaya, Altan Yıldız, Yasemin Karaman, Feramuz Demir Apaydın Mersin Üniveristesi Tıp Fakültesi Çocuk Onkoloji Bilim Dalı, Mersin Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Bilim Dalı, Mersin Sorafenib, unrezektabl HCC li hastalarda sağkalım süresini uzatan bir multikinaz inhibitörüdür. Tümör hücrelerinin proliferasyonunu ve anjiogenezisi bloke ederek etki gösterir. Erişkin unrezektable HCC li hastalarda plasebo ile karşılaştırmalı yapılan bir çalışmada sağkalım süresi 0.7 ay plasebo grubunun ise 7.9 ay bulunmuştur. Çocuklarda ilk defa 0 yılında denenmiş ve erişkin çalışmalarına benzer sonuçlar elde edilmiştir. Bizim olgumuzda.5 yıl kronik karaciğer ile takipteyken HCC tanısı konudu.tedaviye refrakter HCC li olgumuzda PLADO, SUPERPLADO, TAKE, Sorafenib, karaciğer transplantasyonu, ICE ve ardından ve gemsitabin ve oksaliplatin ve de irinotekan tedavileri uygulanmıştır. Çocuklarda kullanımı ve sonuçları ile ilgili günümüzde daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulmakla birlikte, HCC tedavisinde son yıllarda kullanımı giderek artan sorafenib hastalıksız sağkalım süresini uzatmaktadır. Ref No: P-604 BİLATERAL PAROTİS BEZİ TUTULUMUYLA BAŞVURAN BİR NONHODGKİN LENFOMA OLGUSU Gülnur Ayşe Tokuç, Barış Yılmaz, Fatma Visal Okur Marmara Üniversitesi,Pediatrik Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı,İstanbul Çocukluk çağı Nonhodgkin lenfomaları (NHL), erişkin lenfomalarına göre çok daha sık ekstranodal tutulumla kendini gösterir ve klinik bulgular, hastalığın başlangıç yerine ve yaygınlığına bağlı olarak farklıdır. En sık görülen iki yerleşim, abdomen ve torakstır. Maksillofasial yerleşim de, bir B hücreli NHL olan, Burkitt lenfomada sık karşılaşılan bir yerleşimdir. Anaplastik büyük hücreli lenfomalarda, akciğer, deri, kas gibi, diğer grup lenfomalarda beklenilmeyen tutulum yerleri ön plana çıkmaktadır. Öncül T hücrelerinden kaynaklanan lenfoblastik lenfoma, genellikle intratorasik yerleşimli olup, olguların çoğunda mediastinal kitleyle birlikte plevral effüzyon bulunur. Parotis bezi tutulumu ile başvuran NHL olguları son derece nadirdir. Biz, burada, kabakulak tanısı konmuş ancak aydır şişlikleri gerilemediği için bize gönderilmiş bilateral parotis tutulumu olan ve biopsi sonucunda lenfoblastik lenfoma tanısı alan 7 yaşında bir kız hastayı sunacağız. Ref No: P-605 HODGKİN DIŞI LENFOMALI HASTADA FUSARİUM ENFEKSİYONU Salih Güler, Betül Sevinir, Metin Demirkaya, Solmaz Çelebi, Beyza Ener Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Enfeksiyon Bilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Bursa Giriş-Amaç: Onkolojik tedavi alan çocuklarda enfeksiyonlar ciddi morbidite ve mortalite nedenidir. İmmün sistemi baskılanmış hastalarda invaziv fungal enfeksiyonların Aspergillus türlerinden sonra en sık görülen nedenlerinden biri Fusarium enfeksiyonlarıdır. Klinik bulgulara dikkat çekmek amacıyla, Fusarium enfeksiyonu ile kaybedilen Hodgkin dışı lenfomalı bir çocuk olgu sunulmuştur. Olgu: Eylül 0 de mediastende kitle ile gelen 6 yaşındaki erkek hastada T hücreli lenfoblastik lenfoma tanımlandı. Evre III yüksek risk grubu olan hastaya BFM-NHL 95 kemoterapi protokolü başlandı. Protokol I tedavisi sırasında invaziv pulmoner aspergillozis tanımlanan hasta bu nedenle ay vorikonazol tedavisi kullandı. Klinik olarak lenfoma tedavisine dirençli seyir gözlenen hastada kemoterapi protokolü değiştirildi ve son olarak ikinci döngü HR- blok tedavisi verildi. Son kemoterapiden 0 gün sonra hasta, Çocuk Acil Servise ateş, takipne ve göğüs ağrısı ile başvurdu. Fizik incelemesinde sağ akciğer bazalinde solunum sesleri azalmıştı. Laboratuvar tetkiklerinde lökosit: 00 /mm, mutlak nötrofil sayısı:50/mm, Hb: 0,4gr/dl, trombosit: 7 000/mm, CRP: 6,78 mg/dl bulundu. PA akciğer grafisinde sağ sinüsü kapalı idi. Toraks ultrasonografisinde 5cm kalınlığında plevral sıvı saptandı. Hasta servise yatırıldı, kültürleri alındı ve torasentez yapıldı. Nötropeninin derinleşmesi beklenen hastada piperasilin-tazobaktam ve amikasin başlandı. Antibiyoterapisine vankomisin eklendi. Ateşi ve genel durumu düzelen hastanın takiplerinde yaygın lenfadenopatiler ve mediastinal kitlede büyüme gözlendi. Antibiyotikleri üç hafta sonunda kesildi. Kemoterapisine devam edilen hastanın izleminde nötropenik ateş nedeniyle tekrar antibiyotik başlandı. Ateşlerinin yüksek seyretmesi nedeniyle teikoplenin eklendi. Piperasilin-tazobaktam yerine meropenem başlandı. Dirençli ateş nedeniyle caspofungin verildi. Bu dönemde kültürlerinde üreme olmadı. İlerleyici hastalık bulguları ile birlikte antibiyotik tedavisinin 4. haftasında nötropenisi devam eden hastanın gövdesinde ve ekstremitelerinde eritematöz makulopapüler lezyonları gelişti. 4 saat içinde genel durumu bozulan hasta multiorgan yetmezliğine bağlı olarak kaybedildi. Hastanın postmortem sonuçlanan kan kültüründe Fusarium spp. üremesi görüldü. Sonuç: Fusarium infeksiyonlarının oluşmasında hastanın immünolojik durumu ve uzun süreli antibiyotik kullanımı önemli faktörlerdir. Nötropenik hastalarda antibakteriyel ve antifungal tedaviye yanıt vermeyen dirençli ateş yüksekliği Fusarium enfeksiyonlarını destekleyen bir bulgudur. İmmün sistemi baskılanan hastalarda hafif ağrılı, eritematöz papül ve makülalardan oluşan cilt bulguları dissemine Fusarium infeksiyonlarını düşündürmelidir. PEDİYATRİK TÜMÖRLER Susesi Otel, Antalya

DESTEK TEDAVİLER VE PALYATİF BAKIM POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-606 PREALBÜMİN BAŞ VE BOYUN KANSERİ İÇİN RADYOTERAPİ ALAN HASTALARDA BESLENME DURUMUNU DEĞERLENDİRMEK İÇİN ALBÜMİNDEN DAHA DUYARLI BİR BELİRTEÇTİR Dilek Ünal, Okan Orhan, Celalettin Eroğlu, Bünyamin Kaplan Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Kayseri Giriş-Amaç: Malnütrisyon ve eğer tedavi edilmezse onun nihai sonucu olan kaşeksi kanserli hastalarda sık görülen sorunlardır. Malnütrisyonun en önemli sonucu kemoterapi, radyoterapi (RT) veya cerrahi tedavi sırasında artmış komplikasyon ve ölüm riskidir. Baş ve boyun kanserli hastalar malnütrisyonun en sık görüldüğü kanserli hasta gruplarından biridir. Bu prospektif çalışmanın amacı; baş ve boyun kanseri için RT uygulanan hastalarda malnütrisyon sıklığını belirlemek ve beslenme durumunu değerlendirmek için daha duyarlı belirteçleri araştırmaktı. Hastalar ve Yöntem: Bu çalışmaya metastatik olmayan baş ve boyun kanserli 5 hasta alındı. Hastalar RT başlamadan ve RT tamamlandıktan sonra değerlendirildi ve kan örnekleri alındı. RT süresince meydana gelen kilo kaybının, RT öncesi ölçülen vücut ağırlığına oranı kilo kaybı yüzdesi olarak tanımlandı. Bu oran %5 veya daha üstünde ise malnütrisyon olarak tanımlandı. Bulgular: Hastaların 46 tanesi (%90.) erkek, kalanı kadındı ve ortalama yaşları 57.6 ±. yıldı. RT boyunca (%64.7) hastada malnütrisyon gelişti. Ortalama prealbümin düzeyi malnütrisyonu olan hastalarda olmayanlara kıyasla anlamlı olarak daha düşüktü (sırasıyla 7 ± 5 g/dl ye karşın ± 5 g/dl; p: 0.004). Öte yandan iki grup arasında albümin, total protein, total kolesterol, trigliserid ve glikoz gibi diğer beslenme parametreleri açısından anlamlı bir fark gözlemlenmedi (p >0.05). Kilo kaybı yüzdesi prealbümin ile negatif bir şekilde anlamlı olarak ilişkili bulundu (r: -0.40, p: 0.00). Bununla beraber bu yüzde albümin, total protein, total kolesterol, trigliserid ve glikoz gibi diğer beslenme parametreleri ile anlamlı olarak ilişkili değildi (P >0.05). Sonuçlar ve Tartışma: Baş ve boyun kanseri için RT alan hastalarda malnütrisyon sıklığı oldukça yüksektir. Bu hastalarda beslenme durumunu değerlendirmek için prealbümin albüminden daha duyarlı bir belirteçtir. Albümin ve prealbümin gibi serum proteinlerinin ölçümü visseral protein düzeyleri hakkında dolaylı bir bilgi sağlayabilir. Serum albümini beslenme durumunun değerlendirilmesi için sıklıkla kullanılan bir belirteçtir. Bununla beraber yarı ömrünün gün kadar uzun olması, onun malnütrisyonun kısa sürede geliştiği durumlarda nütrisyonel belirteç olarak kullanılmasını kısıtlar. Prealbümin visseral protein durumunun iyi bir belirtecidir ve baş ve boyun kanserli hastalarda RT uygulamasında olduğu gibi, protein dengesindeki akut değişiklikler tarafından daha çabuk etkileniyor gibi gözükmektedir. Ref No: P-607 KEMOTERAPİYE BAĞLI AKUT VE GEÇ EMEZİS KONTROLÜNDE PALONOSETRON VE GRANİSETRON UN KARŞILAŞTIRILDIĞI RANDOMİZA ÇALIŞMA Saadettin Kılıçkap, Turgut Kaçan, Nalan Akgül Babacan Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Merkezi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Sivas Amaç: Kemoterapiye bağlı bulantı ve kusma kanser tedavisinde en sık karşılaşılan problemlerden biridir. Bu çalışma orta-yüksek emetik riskli kemoterapi ile tedavi edilen hastalarda palonosetron (PAL) 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ ve granisetron (GRA) un akut ve geç dönem antiemetik etkinliği ve güvenliğini değerlendirmeyi amaçlamaktadır. Yöntem: Prospektif olarak dizayn edilen bu çalışmada hastalar tedavi öncesinde iv PAL 0.5 mg tek doz (.nci gün) veya iv GRA mg.nci gün ve po mg. Ve.ncü gün tek doz almak üzere randomize edildi. Sisplatin 50mg/m üzerinde alan tüm hastalara gün süreyle aprepitant verildi. Ayrıca tüm hastalara kemoterapiden 0 dk öncesinde 8mg dekzametazon verildi. Çalışmanın birincil amacı akut ve gecikmiş emezis kontrol oranı (EKO) iken, ikincil amaç ek doz ilaç gereksinim oranı ve ilaç yan etkilerinin karşılaştırılması idi. Çalışma için Etik kurul Onayı alındı. Bulgular: 86 PAL ve 9 GRA verilen toplam 77 hasta çalışmaya alındı. Her iki gruptaki hasta yaşları benzerdi (54± vs 56±; p=0,45). Cinsiyet, tanı, sisplatin kullanımı ve yüksek riskli emetojenik protokollerin uygulanma oranları gruplar arasında benzer bulundu. Akut EKO, PAL grubunda %7, GRA grubunda %74 (p=0,96) idi. Geç EKO ise her iki grupta da %59 (p=0,986)idi. İlave anti-antiemetik ialç kullanım oranları PAL grubunda %, GRA grubunda ise %9 idi (p=0,706). İshal, kabızlık baş dönemsi, baş ağrısı ve yorgunluk gibi ilaca bağlı yan etkiler her iki grupta da benzer bulundu. Sisplatin ve yüksek emetojenik protokol kullanımına göre alt grup analizleri yapıldığında akut, geç emezis sıklıkları ve ek doz ilaç kullanım oranları iki grup arasında farklı bulunmadı. Sonuç: PAL ve GRA kemoterepiye bağlı bulantı ve kusma tedavisinde akut ve geç dönemde benzer antiemetik kontrol oranlarına ve benzer yan etki profiline sahiptir. Her iki ilaç emezis kontrolü için güvenle kullanılabilir. Ref No: P-608 SOLİD TÜMÖRLÜ HASTALARDA ALTERNATİF TEDAVİ KULLANIMI: İZMİR TEPECİK EĞİTİM HASTANESİ, MEDİKAL ONKOLOJİ BÖLÜMÜ DEĞERLENDİRMESİ Menice Güler, Cagatay Arslan İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, İzmir İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Medikal Onkoloji Bölümü, İzmir Giriş: Alternatif tedavi ya da tamamlayıcı tıp uygulamaları dünyada ve ülkemizde giderek yaygınlaşmaktadır. Kişinin hastalığına, herhangi bir semptomuna, kemoterapinin etkisini arttırmaya ya da yan etkilerini azaltmaya yönelik olarak uygulanmaktadır. Beslenme ürünleri, psikolojik tedaviler ve doğal ürünler tamamlayıcı tıp uygulamalarının büyük bölümünü oluşturmaktadır. Kanser hastalarında alternatif tedavi kullanımı yaygındır. Özellikle ülkemizde bu konudaki bilgi ve bilinçlilik düzeyi bilinmemektedir. Amaç: Hastanemiz Medikal Onkoloji Bölümü nde halen takip edilmekte olan ve kemoterapi alan hastalarda alternatif tedavi kullanımını ve bu konudaki bilgi düzeyini araştırmak. Metod: İzmir Tepecik Eğitim Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümü nde Eylül 0 Eylül 0 arasında aktif olarak takip edilen ve kemoterapi alan hastalara alternatif tedavi konusunda hazırlanan anket yüzyüze dolduruldu. Kaydedilen verilerin istatistiksel olarak tanımlayıcı analizi yapıldı. Sonuçlar: Toplam 89 hastaya anket yapıldı. Hastaların ortanca yaş 58 (min maks: - 89) idi. Diğer genel özellikler Tablo de özetlendi. 89 hastadan 6 si (%) alternatif tedavi kullanmıştı. Hastaların 5 (%8) si alternatif tedavilerin faydalı olduğunu, 56 sı (%89) zararlı olduğunu düşünüyordu. Alternatif tedavi kullanan hastaların 6 i (%98) tedavi ajanını oral yoldan almıştı. Alternatif tedavi kullanan hastaların özellikleri Tablo de özetlendi. 8 (%45) hasta doğal ürünlerin vücutlarını güçlendirdiği düşündükleri için, 6 (%6) hasta aileleri ısrar ettiğinden, 8 (%) hasta asıl tedaviden fayda görmediğini düşündüğünden ve 0 (%6) hasta aldığı tedaviye destek olsun diye alternatif tedavi kullanmıştı. Hastaların tamamı 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER tedaviyi her gün almıştı. Alternatif tedavi kullanan hastaların 5 i (%56.5) kemoterapi (KT) öncesi, eşzamanlı ya da sonrasında ve 7 si (%60) KT veya radyoterapi ile eşzamanlı kullanmıştı. (%5) hasta tedaviyi kullanırken doktorunu bilgilendirmemişti. Alternatif tedavi kullanan hastaların i (%4) etkileri ile ilgili 45 i (%7) yan etkileri ile ilgili hiçbir bilgilerinin olmadığını söyledi. 0 hasta kullandıklarının içeriğini bilmiyordu. Alternatif tedavi kullanan hastların 9 u (%47) tekrar aynı tedaviyi kullanabileceğini söyledi. Tartışma: Bu çalışmada alternatif tedavilerin en çok tanıdık çevresinden ve bazen doktorlar tarafından verildiği saptandı. Hastaların önemli oranı bu tedavileri kullanırken doktorunu bilgilendirmemişti. Tamamı oral yoldan tüketilen ajanlar kullanmıştı ve sıklıkla aktarlardan bazen de doktordan elde etmişti. Kanserli hastalarda özellikle içeriği tam olarak bilinmeyen ve sistemik olarak uygulanan maddeler kemoterapi ile eş zamanlı olarak uygulamada ilaç madde etkileşimine neden olabilmektedir. Bu konu ile ilgili ülkemizde hastaların bilinç düzeyi oldukça düşüktür. Kanserli hastaların çoğunluğunun eğitim ve gelir düzeyi düşüktür. Tablo. Hasta özellikleri N (89) % Cinsiyet (K/E) 64/5 57/4 Eğitim durumu Okur yazar 60 0. İlköğrenim 78 67 Lise Üniversite 8 6 Gelir düzeyi <000 TL 59 0 000-000 TL 77 >000 TL 9 Alternatif tedavi kullanan hastalar N (6) % Nereden bilgi aldı? Doktoru veya başka doktor 5 4 Aile / tanıdık çevresi 50 Medya (İnternet, TV, gazete) 6 4 Nerden temin etti? Eczane 9 5 Aktar 4 66 İnternet 6 0 Doktor 4 7 Diğer Ne kadar para ödedi? Para ödemedi 5 8 <00 TL 5 00-500 TL 9 500-000 TL 5 8 Tablo. Kullanılan alternatif tedaviler, etkiler ve yan etkiler N (6) % Bitkisel hap / bitkisel karışım 7/9 44/5 Bal karışımı - arı poleni 6 0 Enginar suyu Alaza (hayvansal safra ekstresi) Isırgan otu 7 Burdoks (dul avrat otu) Menengiç sakızı (ağaç reçinesi) Reishi mantarı 5 8 Çörekotu Mercan köşk otu Keçi boynuzu 5 Zakkum Zencefil Bunların birden fazlası birlikte 4 HASTALARIN GÖZLEMLEDİĞİ ETKİLER Hiçbir etki hissetmedim 8 6 İştahım açıldı 5 85 Kendimi iyi hissettim 7 7 Ağrım kesildi Bulantı azaldı Tedavime yardımcı oldu HASTALARIN GÖZLEMLEDİĞİ YAN ETKİLER Hiçbir yan etki görmedim 49 79 Halsizlik Bulantı-karın ağrısı 7 Karında şişlik İshal Vajinal kanama Böbrek yetmezliği Ref No: P-609 KANSER TANISI OLAN HASTA VE YAKINLARINDA DEPRESYON VE HAYAT KALİTESİ İLİŞKİSİ Arzu Oğuz, Dilek Ünal, Güliz Karabostan, Fatma Aykaş, Mustafa Başak Kayseri EAH, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Kayseri Kayseri EAH, Radyasyon Onkoloji Kliniği, Kayseri Kayseri EAH, İç Hastalıkları Kliniği, Kayseri Amaç: Kanser hastalarında tedavi edici yaklaşımların yanı sıra, hastanın sıkıntılarını azaltmaya ve yaşam kalitesini arttırmaya yönelik yaklaşımlar da önem kazanmaktadır. Kanser hastalarında psikiyatrik bozukluklarının sıklığının yaklaşık %50 oranında olduğu bilinmektedir. Kanser hastalarında ve hasta yakınlarında en sık rastlanan psikolojik problem depresyondur ve bir çalışmada kanser hastalarında depresyonun %58 e varan sıklıkta görüldüğü bildirilmiştir. Depresyon, morbidite ve mortaliteyi arttırdığı gibi hasta ve yakınlarının yaşam kalitesini de bozmaktadır. Burada kanser tanısı almış hasta ve yakınlarında depresyon varlığının araştırılması ve hayat kalitesi ölçekleri ile ilişkisinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Onkoloji Kliniğinde yatırılarak takip ve tedavisi yapılan ve kanser tanısı almış, hasta ve yakınlarının demografik özellikleri, hastanın tanısı ve evresi kaydedildi. Hasta ve yakınlarına Beck Depresyon Ölçeği(BDÖ) ve EORTC QLQ-0 version.0 Türkçe (European Organisation for the Research and Treatment of Cancer Quality of Life Questionnaire) hayat kalitesi ölçeği uygulandı. BDÖ değerlendirmesinde alınan toplam puan, hayat kalitesi ölçeğinde ise GSS (genel sağlık skoru), FAS(yorgunluk skoru), FS(fonksiyonel skor) ve SK(semptom skoru) hesaplandı. İstatistiki analizler için DESTEK TEDAVİLER VE PALYATİF BAKIM Susesi Otel, Antalya

DESTEK TEDAVİLER VE PALYATİF BAKIM POSTER BİLDİRİLER SPSS 5.0 kullanıldı. Kolmogorov-Smirnov testi ile değişkenlerin dağılımı normal ve homojen olduğundan sonuçlar ort±st sapma olarak verildi. Iki grup arasındaki analizler student s t-test ile, korelasyon analizleri ise Pearson testi ile yapıldı. P<0.05 anlamlı kabul edildi. Bulgular: Toplamda 49 hasta ve 0 hasta yakınına ait veriler değerlendirildi. Ortalama yaş hastalarda 60,5±0,6; hasta yakınlarında ise 45,7±,08 idi. BDÖ ve hayat kalitesi ölçeğinde hesaplanan GSS, FAS, FS ve SK skorlarının ortalama değerleri Tablo- de gösterilmiştir. İki grup arasında skorlar arasında anlamlı farklılık tespit edildi. Metastatik olan ve olmayan hastalarda, BDÖ, GSS, FAS ve FS değerleri arasında anlamlı farklılık tespit edilmezken, SK metastatik olan grupta olmayanlara göre anlamlı olarak daha yüksekti (Tablo-). Korelasyon analizinde; hasta grubunda BDÖ ile SK arasında pozitif korelasyon (p<0,00), GSS ile negatif korelasyon (p:0,0) tespit edildi. Hasta yakınlarında BDÖ ile FAS ile pozitif (p<0,00); GSS ile negatif korelasyon (p<0,00) tespit edildi. Sonuç: Çalışmamızda dahil edilen vaka sayısı az olmakla birlikte, özellikte metastatik hastalarda ağır şiddette, hasta yakınlarında ise hafif düzeyde depresyon tespit edilmiştir. Literatürle uyumlu olarak, hasta ve yakınlarında depresyonun genel hayat kalitesinde bozulma, semptomların şiddetinde artma ve yorgunluk hissinde artış ile ilişkili olduğu ortaya konmuştur. Bu nedenledir ki, son yıllarda kanser tanısından itibaren, tedavi edici yaklaşımlara ek olarak psikolojik destek sağlanması gerektiği ve böylece hayat kalitesinin yanı sıra sağkalımda da iyileşme elde edilebileceği görüşü kabul edilmektedir. Tablo. Hasta ve yakınlarında BDÖ ve hayat kalitesi skorları Skorlar Hasta Ort±ss Hasta yakını ort±ss p değeri BDÖ 6,90±9,66 0,7±7,9 0,00 GSS (%) 48,64±,97 7,±6,87 <0.00 FAS (%) 57,±6,84 6,6±, <0.00 FS (%) 6,0±,9 78,8±,9 0.00 SK (%) 6,56±7,08 6,78±,54 <0.00 Tablo. Metastatik olan ve olmayan hasta gruplarında BDÖ ve hayat kalitesi skorları Skorlar Met yok (n:0) (ort±ss) Met olan (n:9) (ort±ss) p değeri BDÖ,80±9,06 7,95±9,64 0.4 GSS (%) 59,99±,44 45,7±,69 0.079 FAS(%) 44,9±5, 60,8±,75 0.09 FS(%) 5,59±, 6,9±8,8 0.8 SK(%) 6,5±8,87 9,7±5,8 0.0 Ref No: P-60 KANSER HASTALARININ SERUM ÇİNKO, FOLİK ASİT, D VE B VİTAMİN DÜZEYLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Rüksan Çehreli, Tuğba Yavuzşen, Semiha Havay, Tülay Akman Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Prevantif Onkoloji Bilim Dalı Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Bilim Dalı Amaç: İleri yaşdaki kanser hastalarında yaşlılığa bağlı gelişen total kas kitlesinin ve vücut sıvısının azalması ve hastalarda kullanılan ilaçların vitaminlerin emilim ve metabolizmasını olumsuz etkilemesi nedeni ile kritik yetmezlik oluşabilen vitamin ve minerallerden D,B vitamini, folik asit ve çinkonun değerlendirilmesidir Gereç ve Yöntem: Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji polikliniğine başvuran kanser hastaları çalışmaya alındı. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Hastaların serum vitamin B, D, folik asit ve Zn düzeyleri kontrol edildi. Hastaların bu vitamin ve minerallerin düzeyini etkileyebilecek olasılıklar değerlendirilme formları ile sorgulandı. Bulgular: Toplam 94 kanser hastası çalışmaya alındı. Hastaların%67 i erkek,% ü kadın tanılarına göre,% ü gastrointestinal sistem,%8. i meme,%40,4 ü akciğer ve %8,5 diğer kanser gruplarından oluşmaktaydı. Hastaların%74,5 de metastaz saptanmamıştı ve %67i vitamin kullanmıyordu.ortalama B düzeyleri 498.4,D vitamini 9,8,folik asit 7, ve Zn düzeyleri 65 olarak saptandı. Ortalama değerler olarak aldığımızda bu düzeylerin kanser tanılarına göre istatistiksel anlamlı farklılık göstermediği bulundu p>0.05. Vücut kitle indeksleri (VKI) ortalama 5,07 bulundu. %,8 hastamızda VKİ:0 ve altında,%,8 nin 0 ve üzerinde VKI saptandı. Hastaların yaşlarına göre B,D vitaminleri,folik asit ve Zn seviyeleri arasında istatistiksel bir fark bulunmazken,vki göre folik asit seviyeleri arasında negatif bir korelasyon saptandı r:0,4, p<0.04. Hastalarımızı VKI ine göre <0 kaşektik, normal 0-4,9, kilolu >5 ve obez >0 olarak gruplara ayırıp baktığımızda ise yine folik asit seviyelerinde istatistiksel anlamlı sonuç bulundu p<0,09.bu anlamlılığın hangi gruptan kaynaklandığını anlamak için yaptığımız ikili grupların karşılaştırmasında normal kabul ettiğimiz grubun kilolu ve obez grup ile karşılaştırmalarından kaynaklanan sınırda bir anlamlılık olduğunu saptadık. p<0,05 Sonu:, kanser hastalarının sonuçları değerlendirildiğinde, B, D vitamini, folik asit ve Zn düzeyleri tüm hasta gruplarında normal değerlere göre düşük bulunmuştur.yaş, tanı grupları ve VKI değerlendirildiğinde ise yalnız VKI de istatistiksel anlamda farklılık gözlenmiştir. VKI ve folik asit düzeyleri arasında negatif bir korelasyon saptandı. Bu farklılık normal ağırlıktaki gruba göre VKI 5 ve 5 üzerinde olan gruplarda istatistiksel olarak anlamlı bir sonuç göstermiştir. D, B vitamini ve Zn düzeyleride normal değerlere göre düşük bulunmuştur.kanser tanılarına göre istatistiksel olarak anlamlı bulunmaması ise yeterli sayıda olgunun olmaması olarak değerlendirildi. Hastaların yetersiz beslenme durumlarının yanı sıra %67 sinin vitamin kullanma öyküsünün bulunmaması dikkat çekmiştir.yaş ortalaması izlendiğinde50-70 yaş arası olduğu görülmektedir.bu nedenle geriatri grubunda yer alan kanser hastalarında KT ve RT verilirken tüm bu olumsuz etken faktörlerin sonuçlarının bireysel olarak değerlendirilmesinin yararlı olacağı düşünülmektedir. Ref No: P-6 ANTALYA BÖLGESİNDE REMİSYONDA MEME KANSERLİ HASTALARIN D VİTAMİN DÜZEYLERİNİN YAŞAM TARZI VE BİREYSEL FAKTÖRLER İLE İLİŞKİSİ Tuğba Özel, Okan Kuzhan, Gamze Eren Ceyhan, Aylin Bostanlı Bostanlı, Ayşegül Kargı, Ayşegül Gümüş, Mehmet Refik Sezgin, Mustafa Özdoğan Akdeniz Entegratif Onkoloji Grubu, Medstar Kanser Merkezi, Antalya Amaç: Son yıllarda yapılan birçok çalışmada, D vitamini alımı ile meme kanseri görülme sıklığı veya mortalitesi arasında ters bir ilişki olduğunu rapor etmektedir. Meme kanserinin önlenmesi için yeterli miktarda D vitamini alımının önemi vurgulanmış ve meme kanserinden ortaya çıkan prematüre mortalitenin %0 undan fazlası yetersiz UV-B radyasyonuyla ilişkilendirilmiştir. Bu çalışmadaki amacımız remisyon sürecindeki meme kanserli bayanların serum vitamin D düzeylerinin saptanması ve D vitamin düzeyi ile bireysel faktörler ve yaşam tarzı arasındaki ilişkinin araştırılması, eğitim hemşiresi tarafınca verilen eğitim ve önerilen tedaviye uyumun araştırılmasıdır. Yöntem: Çalışma kapsamına Ekim 0-Şubat 0 tarihleri arasında Antalya MED-STAR kanser merkezinde tedavi ve takipleri devam etmekte olan remisyon dönemindeki meme kanserli kadınlar dahil edilmiştir. Hastaların rutin takipleri sırasında elde edilen labo- 4 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER ratuvar parametreleri, hastalığı, yaşı, cinsiyeti gibi veriler retrospektif olarak hasta dosyalarından taranarak elde edilmiştir. Bulgular: Çalışma kapsamına alınan 0 hastanın yaşları 6-85 arasında olup yaş ortalaması 5 tür. Hastaların %4 çiftçi, %4,9 memur, %,9 serbest meslek, %6, emekli, kalanları ev hanımı gruplarındaydı. %9,9 okur-yazar değil, %6,9 okur yazar, %5,8 ilkokul, %5,9 ortaokul, %48,5 lise, %,9 u üniversite mezunudur. Hastaların %80, si evli, %7,9 bekar, %,9 duldur. Hastaların %85, i çekirdek, %9,9 geniş, %4,9 i parçalanmış ailelerden oluşmaktadır. %4 Ü sigara içiyor, %69,sı içmiyor, %6,7 bazen içiyor. Alkol kullanım durumlarına bakıldığında % alkol kullanmakta,%90 kullanmıyor, %6,9 ü daha önce alkol kullanmaktadır. Araştırmaya katılan bireylerin %77 si modifiye radikal mastektomize, % ü meme koruyucu cerrahi, % i onkoplastik cerrahi olmuştur. %95 i invazif duktal karsinom, %5 i invazif lobüler korsinom, % i diğer gruptandır. %50,5 i postmenapozal, %44,6 premenapozal, %5 i perimenapozaldır. Hastaların %. sinde yandaş hastalık mevcuttu. Hastaların giyim şekline bakıldığında %56 sı kapalı, %44 ü açık giyim şekline sahiptir. Hastaların ortalama D vitamini düzeyi değeri 9,8 dir. D vitamini düzeylerinin düşük olmasıyla giyim şekli, bakılan mevsim, menopoz durumu, aile durumu, komorbid hastalıklar, meslek, yaş, kullandığı tedavi, ameliyat şekli, hastalık patolojisi ile anlamlı bir ilişki kurulamıştır. Sonuç: Bu çalışma da genel olarak hastaların serum D vitamin düzeyleri düşük bulunmuş ve bireysel faktörlerle ilişki göstermemiştir. Antalya gibi güneşli havalardan zengin bir ilde yaşayan hastalarımızda bu düzeyde D vitamin eksikliği şaşırtıcı bulunmuştur. Tüm hastalara D vitamin düzeyleri ile ilgili eğitim verilmiş ve oral D vitamin preparatı başlanmıştır. Çalışmamızın ikinci basamağında eğitim hemşiresi tarafından verilen eğitim sonrası hastaların tedaviye uyumları ve eğitim sonrası başlanan D vitamini tedavisi sonrası D vitamin düzeyleri poster sunumunda bildirilecektir. Ref No: P-6 KANSER HASTALARINDA TAMAMLAYICI VE ALTERNATİF TIP YÖNTEMLERİ KULLANIMINDAKİ DEĞİŞİM Hasan Mutlu, Zeki Akça, Arzu Akşahin, Abdullah Büyükçelik 4 Tıbbi Onkoloji, Acıbadem Kayseri Hastanesi, Kayseri Radyasyon Onkolojisi, Mersin Devlet Hastanesi, Mersin Tıbbi Onkoloji, Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kayseri 4 Tıbbi Onkoloji, Acıbadem Üniversitesi, İstanbul Amaç: Kanser hastaları tamamlayıcı ve alternatif tıp (TAT) yöntemlerine sıklıkla başvurmaktadırlar. Sıklıkla kullanılan yöntem alternatif tıp ürünleridir. Çalışmada kanser hastaları arasında kullanılan TAT yöntemleri, sıklığı ve zaman içinde değişiklik olup olmadığı araştırılmıştır. Gereç-Yöntem: Toplam 559 hasta Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi nden çalışmaya alınmıştır. Bulgular: TAT kullanım oranı %6. olarak tespit edilmiştir. TAT yöntemi kullanan hastaların %.8 i alternatif tıp ürünleri, %60. i tamamlayıcı tıp yöntemleri ve %8 i her iki yöntemi kullanmıştır. Meme kanserli hastalar TAT yöntemini en sık kullanan alt grup olmuştur. En sık kullanılan alternatif tıp ürünleri ısırgan otu, çörekotu ve adaçayı iken, müzik, eksersiz ve dua en sık başvurulan tamamlayıcı tıp yöntemi idi. Sonuç: Literatürdeki Türkiye deki kanser hastalrındaki çalışmalarla karşılaştırıldığında, kanser hastalarının zamanla alternatif tıp ürünlerinden, kanser ilaçları ile etkileşime girmeyen tamamlayıcı tıp yöntemine yönelmiş olduğunu söyleyebiliriz. Ref No: P-64 HALKA YÖNELİK KANSER OKULU ÇEVRESEL FAKTÖRLER, YAŞAM TARZI VE KANSER İLİŞKİSİ ÜZERİNE YANLIŞ ALGILARI DÜZELTİLEBİLİR Mİ? Ayşegül Kargı, Okan Kuzhan, İsmail Çelik, Ali Esat Karakaya, Ahmet Demirkazık 4, Ayşegül Gümüş, İrfan Öğretmen, Tuğba Özel Şengül, Gamze Eren Ceyhan, Mehmet Refik Sezgin, Gönül Güneş, Aylin Bostanlı, Almıla Şen, Hasan Peksel, Akın Yıldız, Necdet Öz, Ali Özlük, İhsan Karadoğan, Mustafa Özdoğan Akdeniz Entegratif Onkoloji Grubu, Medstar Kanser Merkezi Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesi 4 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Amaç: Medstar Kanser Merkezi, Antalya Büyükşehir Belediyesi işbirliği ile halkı kanser konusunda aydınlatmak üzere aylık seminerler düzenlemektedir. Bu çalışmada bir kanser eğitiminin özellikle bireylerin kanserden korunma konusunda yanlış bilgilerini düzeltmede ve kanser korkusunu azaltmada etkisinin olup olmadığı; bireylerin bu dersten yararlanıp yaralanmadığı saptanmaya çalışıldı. Yararlanmayı değerlendirirken hem kendi öznel değerlendirmeleri göz önüne alındı hem de kanser nedenlerini önem sırasına göre sıralamalarında nesnel bir değişiklik olup olmadığı ölçüldü. Yöntem: 06.0.0 tarihinde Çevresel Faktörler, Yaşam Tarzı ve Kanser İlişkisi konusu ele alınmıştır. Bu anket çalışmasında gönüllü 460 katılımcıya kanserden korkma dereceleri, korkularında basınında çıkan kanser haberlerinin rolünü, kanser konusunda hangi bilgi kaynaklarını kullandıkları; sigara, şişmanlık, hareketsiz yaşam, çevresel etmenler ve kalıtsallık gibi kanser nedenlerini önem derecesine göre doğru sıralandırmalarını isteyen bir anket uygulanmış; eğitim programından sonra 7 katılımcıya telefonla ikinci bir anketle eğitim programından yararlanıp yararlanmadıkları, kanser korkularının derecelerinin eğitimden sonra nasıl olduğunu sorgulanmış ve kanser nedenlerini yeniden sıralandırmaları istenmiştir. Bulgular: Kanser okulunun ikinci dersine ortalama bin kişi katıldı. Toplam 460 kişi kendilerine verilen anketi doldurmaya gönüllü oldu. Ankete katılanların yaşları 7-87 arasında ve ortanca yaşı 5 idi; %69 u kadın % erkek idi. Katılımcıların %0 u sıkça, %9 u sürekli kanser korkusuyla yaşadığını belirtti. Bilgi alma kaynakları sıklık sırasına göre TV, hekimler, internet ve dergilerdi (%4, %4, %0 ve %7). Kanser korkusu kanser hastalarında (p=0.08), gelir düzeyi düşük olanlarda (p=0.0), kadınlarda (p=0.00) daha yüksekti. Kanser konusunda bilgilenmeyi doktorlardan sağlayanlarda kanser korkusu, internetten ve televizyondan bilgi alanlara göre biraz daha azdı (p=0.97). Kanser dersinden sonra yapılan telefon görüşmesinde katılımcıların %98 i dersten yararlandıklarını belirttiler. Ders sonrasında kanser korkularının azalmış olduğu saptandı (p=0.00). Ders sonrasında, daha çok katılımcının, kanser nedenlerini sıralandırırken sigarayı birinci sırada saydığı (p=0.00); çevresel etmenleri de sigara ve hareketsiz yaşamdan daha sonra saymaya başladığı görüldü (p=0.7). Tartışma ve Sonuç: Bu çalışma el ilanları ve internet ile duyurulan bir kanser dersine katılan bin kadar kişiden yarısının gönüllü olarak katıldığı bir anket çalışması olmasından ve ders sonrasında ikinci bir anket ile verilen dersin yararının nesnel olarak ölçülmesine olanak tanıdığından dolayı değerlidir. Bilim insanlarının toplumu doğrudan yüz yüze bilgilendirmeleri kanser kaygısını azaltabilmekte, bireylerin kanser nedenlerini önem derecesine göre doğru algılamalarına yardımcı olmakta ve yanlış algıları düzeltmektedir. DESTEK TEDAVİLER VE PALYATİF BAKIM Susesi Otel, Antalya 5

DESTEK TEDAVİLER VE PALYATİF BAKIM POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-65 SOLİD TÜMÖRLERDE SİSPLATİN TEMELLİ KEMOTERAPİ SONRASI RENAL FONKSİYON BOZUKLUĞU SIKLIĞI VE RİSK FAKTÖRLERİ Banu Öztürk, Ahmet Demirtaş, Hakan Şıvgın, Mustafa Sağcan Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Tokat. Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Bilim Dalı, Tokat. Giriş-Amaç: Sisplatin malignitelerde yaygın olarak kullanılan bir kemoterapötik ajandır. En önemli doz kısıtlayan etkilerinden biri nefrotoksisitedir. Çalışmamızda, sisplatin temelli kemoterapi alan hastaların klinik ve labaratuvar özelliklerini retrospektif olarak inceleyerek sisplatine bağlı nefrotoksisite oranlarını ve nefrotoksisite ile ilişkili faktörleri belirlemeyi amaçladık. Hastalar ve Yöntem: Son yıldır onkoloji bölümünde takip edilen adjuvan palyatif sisplatin içeren kemoterapi rejimleri uygulanan toplam 6 (E K:50 ) hastanın verileri retrospektif olarak incelendi. Sisplatin uygulanan hastaların kür sayıları, ek nefrotoksik ilaç, kontrast maruziyetleri kaydedildi. Tedavi öncesi ve sonrası serum kreatinin (kre), Na, K, Ca, P, albumin (alb) düzeyleri ölçüldü. Glomeruler filtrasyon hızı (GFR) Cockcroft formülüne göre hesaptandı. İstatistiksel analizler SPSS ver. 8 ile yapıldı. Bulgular: Hastaların ortalama yaşları 6.4±7.9(aralık:44-77) yıldı. Olguların çoğunu akciğer kanserli (küçük hücreli dışı:%4.5, küçük hücreli:%9.7) ve plevral mezotelyomalı (%.) hastalar oluşturuyordu, mide (%9), pankreas-safra yolları tümörleri de (%.6) çalışmaya dahil edildi. Hastaların %85 i inoperabıl metastatik evredeydi. Median sisplatin dozu 75(aralık; 40-80)mg m ydi. Hastaların (E K:9 ) (%5.5) inde sisplatine bağlı nefrotoksisite gelişti. Cinsiyet ve sisplatin dozları her iki grupta benzer(p>0.05), yaş ort. nefrotoksisite grubunda fazlaydı(p=0.06). Nefrotoksisite gelişen 5(%.7) hastada son 6 ay içinde konstrast madde maruziyeti vardı, diğer grupta yoktu. Nefrotoksisite gelişen grupta hasta grade 4 kusma, hasta grade 4 diare nedeni ile hospitalize edilmişti. Nefrotoksisite grubunda tedavi öncesi Na, K ve kre nefrotoksisite gelişmeyen gruba göre anlamlı derecede yüksek, GFR düşük bulundu (p<0.05). İki grup arasında Ca, P ve alb. ortalamaları benzer bulundu (p>0.05, Tablo ). Nefrotoksisite gelişen hastalarda tedavi öncesi GFR 9.±7.8 ml dk iken, tedavi sonrası 40.4± ml dk idi(p<0.000). Nefrotoksite nedeni ile hastaların 0 unda ilaç değişikliği yapıldı, 4 ünde doz azaltıldı, 4 ünde kür gecikmesi oldu. Tartışma ve Sonuç: Sisplatin proksimal tubul hücrelerine toksiktir. Hidrasyon, Magnezyum ve doz ayarlamalarına rağmen hastaların ünde üre, kre yüksekliği görülmektedir. Çalışmamızda nefrotoksisite oranı %5 olup literatürle uyumlu bulunmuştur. İleri yaş, kadın, aktif sigara içici ve hipoalbuminemi nefrotoksisite riskini artırır. Nefrotoksisite grubunda alb. benzer ancak yaş ort. yüksekti. Tedavi öncesi nefrotoksisite grubunda renal fonksiyonlar normal görünmesine rağmen hesaplanan GFR daha düşüktü. Ayrıca nefrotoksisite gelişen hastaların yaklaşık %0 sinde kontrast maruziyeti vardı. Bu bulgular ışığında, sisplatin temelli kemoterapiler öncesi serum üre ve kre normal olsa da GFR hesaplanması, tedavi esnasında kontrastlı görüntülemelerde çok seçici olunması, yeterli ve uygun hidrasyon desteği sağlanması gerektiği unutulmamalıdır. Tablo. Hastaların tedavi öncesi labaratuvar parametreleri. Parametre Nefrotoksisite var (n=) Nefrotoksisite yok (n=40) p değeri* GFR, ml dk 9.±7.8 0.±0.6 0.048* Kre, mg dl 0.8±0. 0.7±0. 0.048* Na, meq lt 8.7±.7 5.8±.9 0.00* K, mg dl 4.5±0.6 4.±0.5 0.00* Ca, mg dl 9.±0.6 9.±0.5 0.680 P, mg dl.5±0.5.6±0.7 0.08 Alb, mg dl.9±0.4.9±0. 0.506 *p<0.05 Ref No: P-66 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ HALKA YÖNELİK KANSER OKULU KANSERDE TAMAMLAYICI VE ALTERNATİF TIP ÜZERİNE YANLIŞ ALGILARI DÜZELTİLEBİLİR Mİ? Mehmet Refik Sezgin, Okan Kuzhan, Ayşegül Kargı, Mutlu Hayran, Ayşegül Gümüş, İrfan Öğretmen, Tuğba Özel Şengül, Gamze Eren Ceyhan, Gönül Güneş, Aylin Bostanlı, Almıla Şen, Hasan Peksel, Akın Yıldız, Necdet Öz, Ali Özlük, İhsan Karadoğan, Mustafa Özdoğan Akdeniz Entegratif Onkoloji Grubu, Medstar Hastanesi, Antalya Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, prevantif onkoloji, Ankara Amaç: Medstar Kanser Merkezi ve Antalya Büyükşehir Belediyesi işbirliği ile toplumu kanser konusunda bilgilendirme amaçlı olarak belirli aralıklarla seminerler düzenlenmektedir. Bu çalışmada toplumun, tamamlayıcı ve alternatif tıbba bakışının saptanması ve bilgi kaynaklarının tespiti amaçlanmıştır. Yöntem: 0.0.0 tarihinde Kanserde Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp konusuna değinilmiştir. Bu anket çalışmasında seminer öncesinde katılımcılardan anket doldurmaları istenmiştir. Demografik özellikler, kanser öyküsü ve ailede kanser tanısı almış kişilerin varlığı ile birlikte vitamin ve antioksidan destekler, bitkisel destekler, doğal tatlı ürünler, hayvansal ürünler, ozon tedavi, akupunktur, aroma terapi, masaj-refleksoloji, yoga, dinsel tedaviler ve sanatsal tedaviler hakkında görüşleri ve kullanım durumları sorulmuştur. Bulgular: Kanser okulunun dördüncü dersi binin üzerinde katılım ile gerçekleştirilmiştir. Toplamda 7gönüllü anketleri doldurmuştur. %6,4 ünü (n=04) kadınların oluşturduğu katılımcıların yaş aralıkları 0 ila 77 arasında iken yaş ortalaması 49,8 idi. Eğitim durumlarına bakıldığında %4,07 ile en yüksek katılım üniversite mezunları iken %4,57 ile en düşük katılımı okur yazarlar gerçekleştirmiştir. Gelir durumuna bakıldığında 700-500 TL arası kazancı belirten kişiler %4,0 ile en yüksek paya sahiptir. %44,04 ünün kanser tanısı almış olan katılımcıların %4,76 sı halen tedavi almaktadır. Katılımcılar arasında doğal tatlı gıdaların kullanan kişi sayısı en fazladır (%59,64). Katılımcıların sanatsal tedavilerin faydalı olacağına inançları ve kullanımları yüksektir (%,04) ve kaynak olarak takip altında oldukları hekimden aldıklarını belirtmişlerdir (p=0.04). Üniversite mezunları %9,77 ile en fazla bitkisel ürün kullanan grup olmuştur. Sonuç: Bu çalışma sosyal medya, el ilanları ve şehir içi afişler ile duyurulan sürekliliği olan binin üzerinde katılımcı ile gerçekleştirilen bir eğitim zinciri içinde yaklaşık üçte birlik oranda gönüllü kişilerin anket doldurma yoluyla katılımlarının sağlandığı bir çalışmadır. Kanser kaygısı ve artan bilgi kirliliği ile birlikte doğru bilginin doğru kaynaktan alınması hem kanseri önlemede hem de kanser tedavileri sırasında başarı şansını ve yaşam kalitesini arttıran bir faktördür. Bu nedenle yanlış algıların tespiti bu süreçte önemli bir kriter olduğundan dolayı bu çalışma değerlidir. Başta hekim olmak üzere tüm sağlık personeli ve bilim adamlarının yüz yüze ve toplu eğitimler ile toplumu bilgilendirmeleri kanser kaygısı ile yapılan yanlışların düzeltilmesinde etkili olacaktır. Ref No: P-67 KANSER TANILI HASTALARDA BAZAL METABOLİZMA HIZI İLE KANSER TÜRÜ ARASINDAKİ İLİŞKİ Hüseyin Engin, Cemil Bilir, Yasemin Bakkal Temi, Derya Demirtaş Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Medikal Onkoloji, Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Zonguldak GİRİŞ: Bazal Metabolizma Hızı (BMR), 4 saat süresince hiçbir aktivite yapmadan istirahat pozisyonunda insan vücudunun sadece yaşamaya yetecek fonksiyonlarını sürdürecek kadar ihtiyacı olan enerji miktarıdır. Bazal metabolizma hızında önemli olan kişinin 6 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER vücut yüzey alanı ve yağsız vücut kitlesidir. Cinsiyet, Kas kütlesi, kilo, boy ve çeşitli hastalıklar BMR üzerine etkileri olmakla birlikte bu durumlardan bağımsız olarak kanser türünün BMR e etkisi tam bilinmemektedir. Materyal-Metod: Kliniğimizde yeni kanser tanısı almış ve metastatik olmayan hastaların kanser türlerine göre BMR oranlarını karşılaştırdık. Bulgular: Çalışmamızda kolorektal kanser tanılı 0 hasta, meme kanseri tanılı ve mide kanseri tanılı hasta mevcuttu. Her grup yaş ortalamaları sırası ile 58/5/56 olup üç grup arasında istatistiksel anlamlı fark yoktu (p>0,4). Vücut kitle indekslerine bakıldığında 5,5/7,5/ olup meme kanser tanılı hastalarda istatistiksel anlamlı olarak daha yüksekti. Hastaların vücut yağ ve su miktarlarına bakıldığında meme kanserli hastalarda yağ miktarı anlamlı olarak diğer kanser türünden daha yüksek (%/%4/%0, meme/kolorekta/ mide, p=0,004 ve 0,00), vücut su miktarı ise meme kanserinde istatistiksel anlamlı olarak daha düşüktü (%49/%55/%58, meme/kolorektal/mide, p=0,005 ve 0,00). Bazal metabolizma hızı açısından her grup arasında anlamlı fark yoktu (87/49/4, Kolorektal/ meme/mide, p=0,48/0,4/0,). TARTIŞMA: Bazal metabolizma hızı bir insanın günlük gerekli enerji ihtiyacını göstermektedir. Bu enerji miktarı alınamayan hastalarda ve özellikle katabolizma sürecine girebilen bizim hasta profilimiz gibi kanser hastalarında kaşeksiye gidiş daha hızlı olmaktadır. Yaş, cinsiyet, kilo, boy ve hastalıklar BMR e etki etmektedir. Bizim çalışmamızda en sık gördüğümüz kolorektal, meme ve mide gibi kanser türü değerlendirildi. Vücut su ve yağ miktarı kanser tipine göre değişiklik göstermekle birlikte BMR de bir farklılık saptanmamıştır. Bazal düzeyde metabolizma hızlarında farklılık olmamakla birlikte kanser hastaları ve beslenme durumları yakından takip edilmeli mümkünse belli aralıklarla veya kemoterapi siklusları süresince BMR takibi hastalarımızın kaşeksiye gitmemesi için faydalı olacaktır. Tedavi ile bazal metabolizma hızında değişiklikleri araştırmak için daha fazla çalışmalara ihtiyaç vardır. Ref No: P-68 ALT EKSTREMİTE LENFÖDEMLİ HASTALARDA, KOMPLEKS DEKONJESTİF FİZYOTERAPİ İLE LENFÖDEM TEDAVİSİNİN SONUÇLARI Hanife Abakay, Hasan Mutlu, Abdullah Büyükçelik Acıbadem Kayseri Hastanesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü, Kayseri Acıbadem Kayseri Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, Kayseri Acıbadem Üniversitesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Amaç: Tekrarlayıcı enfeksiyonlar, özellikle yatkınlığı olan hastalarda kalıcı lenfödeme neden olabilmektedir. Kansere bağlı inguinal bölge lenf metastazı, lenfadenektomi ve bu bölgeye uygulanan radyoterapi de alt ekstremite lenfödemine neden olabilmektedir. Bu çalışmanın amacı kompleks boşaltıcı fizyoterapinin (KBF), alt ekstremite lenfödemi üzerine etkisini araştırmaktır. Gereç-Yöntem: Çalışmaya alt ekstremitesinde unilateral veye bilateral lenfödem gelişen 0 hasta dahil edildi. Hastalara 4 hafta süresince haftada 5 gün olmak üzere toplam 0 seans manuel lenf drenajı-cilt bakımı-kompresyon bandajı- egzersiz (ödemi azaltma fazı) ve takibinde kompresyon çorabından (koruyucu faz) oluşan KBF programı uygulandı. Lenfödem çevre ölçüm yöntemleri kullanılarak değerlendirildi. Olguların ödem miktarı; çevre ölçümü ile değerlendirildi. Çevre ölçümü her iki ekstremitede metatarsofalangel eklem (MTFE), ayak dorsumunun ortası, ayak bileği, baldırın en şiş noktası, fibula başı çevresi, diz orta noktası, uyluğun en şiş yeri ve uyluğun bitim yeri olmak üzere 8 spesifik bölgeden yapıldı. Değerlendirmeler tedavi öncesi ve tedavi sonrası olarak yapıldı. Bulgular: Değerlendirilen tüm parametrelerde tedavi sonrasında anlamlı olarak düzelme sağlandığı saptandı. Sonuç: Verilerimiz, KBF nin alt ekstremite lenfödemini azaltmada etkili bir yöntem olduğunu göstermektedir. Tedavi sonuçlarının başarısını değerlendirmede en önemli problem, ölçümlerle ilgili uzun takip sonuçlarının bulunmamasıdır. Ref No: P-69 KEMOTERAPİ ALAN HASTALARIN BAL VE DİĞER ARI ÜRÜNLERİ HAKKINDAKİ BİLGİ VE TUTUMLARININ BELİRLENMESİ Umut Varol, Gülcan Muhlis, Özgür Tanrıverdi Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, Muğla Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kemoterapi Ünitesi, Muğla Giriş: Kanser hastaları tamamlayıcı/alternatif tıp seçeneklerine oldukça meraklıdır. Çoğunlukla bitkisel ve doğal ürünleri bağışıklık sistemine destek olması, hastalık ile ilgili şikayetleri azaltması amacı ile tüketirlerken, diğer bir grup hasta bu ürünlerin kanseri tedavi ettiğini düşünür. Bal ve diğer arı ürünleri (polen, arı sütü) ile yapılan çalışmalarda, bağışıklık sistemi üzerine olumlu etkilerin yanısıra iştah arttırıcı, bulantı-kusma azaltıcı etkileri olduğu da bildirilmiştir. Bu çalışmada, kemoterapi alan hastaların bal ve diğer arı ürünleri ile ilgili bilgi ve tutumları araştırılmıştır. Yöntemler: Çalışmaya kemoterapi alan erken ve metastatik evredeki hastalar alınmıştır ve primer tümörün yeri gözardı edilmiştir. Likert tipi anket çalışması uygulanmıştır. Anket hastaların demografik özellikleri yanısıra bal ve arı ürünleri ile ilgileri bilgi ve tutumlarını ölçen sorulardan oluşmaktadır. Bulgular: Çalışmaya toplam 4 hasta alınmıştı. Hastaların yaş ortalaması 49±6 (yıl) idi ve hasta kadındı. Primer tümör hastada meme, 7 hastada kolorektal, 4 hastada mide, hastada pankreatikobilyer, 6 hastada akciğerdi. Hastaların %67 si bal ve arı ürünü kullanıyordu, bunların %4 ü bağışıklık sistemine etkisini biliyordu. Hastaların %45 i bitkisel alternatif tedavi alıyordu, bal ve arı ürünü kullanan hastaların % i iştah artışından bahsetti. Kemoterapi sırasında bulantı-kusma şikayetlerinin bal yemeye başladıktan sonra azaldığını ifade edenlerin oranı %8 idi. Hastaların %78 si bal ve arı ürünlerini hekimlerinin de önerdiği bilgisini verdi. Bal ve arı ürünlerinin iyi geldiğini düşünen hastaların oranı %54 idi ve bunların %67 si metastatik veya lokal ileri evre hastalardı. Sonuç: Kemoterapi gören hastaların bal ve arı ürünlerini tedavi edici değil daha çok destek besin maddesi olarak gördükleri kanısına varıldı. Bağışıklık sistemi üzerine olumlu etkilerinin yanısıra kemoterapi ile ilişkili bulantı-kusmada azalma yaptığı bildirilen bu ürünün hastalara önerilmesi fakat kan parametrelerinde değişiklik yapıp yapmadığının ileri çalışmalarla araştırılması kanısına varıldı. Ref No: P-60 ÇORUM DA KEMOTERAPİ ALAN HASTALARDA ALTERNATİF TEDAVİ KULLANMA SIKLIĞI VE UMUTSUZLUK DÜZEYLERİ Özlem Terzi, Yeliz Yelen Akpınar Çorum Halk Sağlığı Müdürlüğü Amaç: Bu çalışmada Çorum da kemoterapi alan hastalarda alternatif tedavi yöntemi kullanma sıklıklarının belirlenmesi, en çok kullanılan alternatif tedavi yöntemlerinin ortaya konulması ve bu yöntemleri kullananların umutsuzluk düzeylerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Çorum Hitit Üniversitesi Eğitim Ve Araştırma Hastanesi Kemoterapi Ünitesi ne başvuran hastalardan gönüllü olan- DESTEK TEDAVİLER VE PALYATİF BAKIM Susesi Otel, Antalya 7

DESTEK TEDAVİLER VE PALYATİF BAKIM POSTER BİLDİRİLER lar onam formu imzalatılarak çalışmaya dahil edilmişlerdir. Veriler hastaların bireysel özellikleri, tanı ve tedavi sürecine ilişkin tanısal bilgilerden oluşan anket formu ve Beck Umutsuzluk Ölçeği kullanılarak elde edilmiştir. Okuma-yazma bilmeyenlere anket formu ve ölçek yüz yüze görüşme yöntemiyle uygulanmıştır. Anket formu çoktan seçmeli ve açık uçlu olmak üzere sorudan oluşturulmuştur. Beck Umutsuzluk Ölçeği bireyin geleceğe yönelik olumsuz beklentilerini ölçen bir ölçek olup, alınan puanlar yüksek olduğunda bireydeki umutsuzluğun yüksek olduğu varsayılmaktadır. Çalışmada elde edilen veriler SPSS 6.0 paket programında analiz edilmiştir. Veriler sayı, yüzde(%) ve ortalama±stadart sapma olarak ifade edilmiştir. İstatistiksel karşılaştırmalarda Mann-Whitney U Testi ve Ki Kare Testi kullanılmış ve istatistiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan 4 hastanın yaş ortalaması 5,8±,0 yıl ve %45,8 i kadındı. Katılımcıların %70,8 i il merkezi ikametli ve %75,0 i çalışmıyordu. Hastaların %87,5 inin sosyal güvencesi vardı. Okur yazar olmayan %6,7, ilkokul mezunu olan %50,0 ve evli olan %8, sıklığındaydı. Hastaların %4,7 sinde kanser dışında en az bir kronik hastalık vardı. Hastalarda en sık akciğer (%9,) ve meme (%0,8) kanseri mevcuttu. Ortalama tanı süreleri 5,7±9,9 aydı. En az bir çeşit alternatif tedavi yöntemi kullananların sıklığı %7,5 (9 kişi) idi. En sık kullandıkları yöntemler beslenmeye yönelikti ve sırasıyla %44 sıklıkta arı ürünleri(bal, polen vb) ile pekmez çeşitleri, % sıklıkla özel diyetler ve % sıklıkla bitkisel tabletler ve vitamin tabletleriydi. Ortalama kullanma süreleri,±,4 aydı. Bu yöntemleri en sık aile-akrabalardan (%) ve sağlık personelinden (%) öğrendikleri saptandı. Alternatif tedavi kullananların %66,6 sının yöntemlerden fayda gördüğü ve başkalarına tavsiye ettikleri belirlendi. Alternatif tedavi kullananların umutsuzluk ölçeği puan ortalaması 4,5±4, olarak hesaplandı. Alternatif tedavi kullananlar ile kullanmayanlar arasında yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, tanı süresi ve umutsuzluk puanları açısından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Sonuç: Katılım sayısının yetersizliği çalışmanın bir kısıtlılığı olmakla birlikte elde edilen bulgular ışığında kanser hastalarının önemli bir kısmının tıbbi tedavi yöntemlerinin yanında alternatif yöntemler de kullandıklarını ancak bu yöntem kullanımının umutsuzluk düzeylerine etkisinin tespit edilmesi için daha geniş çaplı gruplarla çalışmanın tekrarlanmasının uygun olduğu kanaatine varılmıştır. Ref No: P-6 METASTATİK RENAL HÜCRELİ KARSİNOM HASTALARIMIZDAKİ SUNİTİNİB KULLANIMI SONRASI TİROİD DİSFONKSİYONLARINA BAKIŞ: OLGU SERİSİ Hakan Şıvgın, Banu Öztürk, Faruk Kutlutürk, Türker Taşlıyurt, Şafak Şahin Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Bilim Dalı, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji Bilim Dalı, Tokat 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Giriş: Sunitinib(S); metastatik renal hücreli karsinom (mrcc) tedavisinde kullanılan VEGFR-, PDGFR-β, KİT ve FLT- tirozin kinazları inhibe eden selektif, çok hedefli bir oral tirozin kinaz inhibitörüdür. S e bağlı %50 vakada hipotiroidizm bildirilmiştir. Burada halen onkoloji bölümünde izlenen, tedavi öncesi tiroid fonksiyon testleri ve otoantikorları normal olan, 0 mrcc olgusunun S sonrası 6 sında gelişen tiroid disfonksiyonlarının klinik seyrini sunmayı amaçladık. Olgu:.Olgu: RCC nedeni ile sağ nefrektomi yapılan, 4. ayda karaciğer metastazı saptanan 59 yaşındaki kadın hastaya S 50mg/gün standart doz şeması ile başlandı. S in 0. gününde TSH:0uIU/ml, ft4:.0ng/dl geldi. LT4 50mcg/gün başlandı. LT4 replasmanı sonrası TSH:79 a kadar yükselen hastada S e ara verilip LT4 dozu katına yükseltildi..olgu: Bilateral surrenal metastazlar ile başvuran 6 yaşındaki kadın hastaya 8 ay önce sol nefrektomi yapılmış, RCC tanısı konulmuştu. S başlanan hastada 6. gününde TSH:6.7uIU/ ml FT4:.06ng/dl olarak ölçüldü. LT4 50mcg/gün başlandı ve S e devam edildi..olgu: Sol nefrektomi ile RCC tanısı konulan 56 yaşındaki erkek hastaya tanıdan yıl sonra karaciğer ve akciğer metastazları saptanması üzerine S başlanmış,. günde TSH:.uIU/ ml FT4:.0ng/dl ölçülmüştü. Hastaya LT4 5mcg/gün başlandı. TSH:5.uIU/ml ye yükselen hastanın LT4 dozu 75mcg/gün e yükseltildi. Hasta 00mcg/gün LT4 altında ötiroid durumdadır. 4.olgu: mrcc (lenf nodu metastazları) tanısı ile S başlanan 56 yaşında kadın hastada S in 8. gününde TSH:.9uIU/ml, FT4:0.9ng/dl olması üzerine LT4 5mcg/gün başlandı.s in 4.ayında TSH:5uIU/ml, FT4:.5ng/dl olması üzerine LT4 50mcg/gün e yükseltildi. Progresif TSH yüksekliği devam etti, S e ara verildi. LT4 dozu artırılan hasta halen 00mcg/gün LT4 dozu ile ötiroid halde takip edilmektedir. 5. olgu: mrcc (akciğer metastazları) nedeniyle S başlanan 68 yaşında kadın hastaya S in 6. ayında TSH:5.65uIU/ml, FT4:0.8ng/dl olması üzerine LT4 5mcg/gün başlandı. Hastalık progresyonu nedeniyle 8. ayda S stoplanarak evorolimusa geçildi. 6. olgu: mrcc (karaciğer, akciğer ve lenf nodu metastazları) tanısıyla interferon başlanan 58 yaşında erkek hastada progresyon saptanması üzerine S e geçildi. S in 46.gününde TSH:5.uIU/ml, FT4:.9ng/dl olan hastaya LT4 5mcg/gün başlandı. Halen ötrioid ve stabil hastalık olarak izlenmektedir. Tartışma ve Sonuç: Retrospektif serilerde %5-85, prospektif serilerde %6-46 oranında S sonrası hipotiroidizm bildirilmiştir. Tedavinin -50. haftalarından itibaren hipotiroidizm riski artar ve tedavi süresince artmaya devam eder. Olgularımızdan 4 ünde S in 0-5.günleri arasında, inde 46. günde, inde ise 6. ayda hipotiroidizm gelişmiş ve olgumuzda LT4 replasmanı dozu arttırılmasına rağmen TSH progresif olarak artmış ve S e ara verilmiştir. mrcc için etkin bir tedavi olan S in efektif dozda uygulanması için tiroid fonksiyonları yakından izlenmeli ve LT4 dozları iyi ayarlanmalıdır. 8 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-6 BEŞ GÜNLÜK FOLİNİK ASİT VE 5-FLUOROURASİL KEMOTERAPİSİNİN KALP FONKSİYONLARINA ETKİSİ Cemil Bilir, Turgut Karabağ, Hüseyin Engin, Yasemin Bakkal Temi, Derya Demirtaş, Orhan Demirtaş Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıklar Ana Bilim Dalı, Medikal Onkoloji, Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Ana Bilim Dalı, Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıklar Ana Bilim Dalı,Zonguldak Giriş: Fluorourasil tedavisi yaklaşık %-8 oranında kardiyak yan etkiye yol açabilmektedir. Kalp hastalığı öyküsü olanlarda ise bu sıklık olmayanlara oranla 0 kat daha yüksek görülebilmektedir. En sık görülen kardiyak toksisiteler ise; angina, ST segment değişikliği, koroner vazosapazm, ritim bozuklukları, miyokardit ve ani ölümdür. İnfüzyonel FUFA rejiminin ekokardiyografide genel kalp fonksiyonları üzerine etkisi olmadığı gösterilmekle birlikte sağ kalp fonksüyonları, doku dopler parametreleri üzerine etkisi ayrıntılı olarak bilinmemektedir. Bu amaçla FUFA alan hastalarda ekokardiyografi ile olası yan etkiler araştırıldı. Bulgular: Bülent Ecevit Üniversitesi Medikal Onkoloji kliniğinde FUFA kemoterapisi alan toplam hasta çalışmaya alınarak tedavi öncesi bazal ekokardiyografi ve 6 aylık tedavi sonrası.ekokardiyografi ile tetkik edildiler. Kemoterapi olarak fluorouracil 400-45 mg/ m iv d-5 + Folinic acid 0-5 mg/m iv d-5, 8 günde bir 6 kür olarak verildi. Çalışmaya alınan hastaların hiç birisinde bilinen diyabet, kalp hastalığı ve hipertansiyon yoktu. On iki hasta kolorektal kanser, 7 hasta mide kanseri ve hastada pankreas kanseri sebebiyle kemoterapi aldı. Çalışma gurubunun ortalama yaşı 5,9±5 ti. On iki hasta FUFA ile. veya. Kürle eş zamanlı radyoterapi aldı. On sekiz hasta (%78) tüm kürlerini tamamlayabilirken hasta 5 kür FUFA, hasta ise 4 kür FUFA alabildi. Sol ventrikül fonksiyonları değerlendirildiğinde kemoterapi öncesi bazal EF %65 ± iken tedavi sonrası %6±4 bulundu (p=0,056). Sol ventrikül fonksiyonlarının güvenilir bir göstergesi olan miyokardiyal performans indeksinde anlamlı bir değişiklik gözlenmedi (0,5±0,4 e karşın 0,6±0,, p=0,08). Sağ kalp fonksiyonlarının değerlendirilmesinde önemli ölçüm, TAPSE ve Tei indekslerinde de tedavi ile anlamlı bir değişiklik gözlenmedi (Tablo.) Doku doppler parametrelerinde de FUFA kemoterapisi ile anlamlı bir değişiklik gözlenmedi. Tartışma: Fluorourasilin kardiyak yan etkileri iyi bilinmekte olup bu etkiler kalp hastalığı öyküsü olanlarda bu etki çok daha fazladır. Fluorourasil onkoloji pratiğinde bir çok kemoterapi rejiminde kombinasyon tedavisi ile kullanılmaktadır ve FUFA rejimide bunlardan en bilinenidir. İnfüzyonel FUFA kemoterapisinin kardiyak etkileri daha önce bakılmış ve QT de uzama yapmakla birlikte ejeksiyon fraksiyonunda değişiklik yapmadığı gösterilmişti. Bizim çalışmamızda 5 günlük FUFA rejimininde EF üzerine olumsuz bir etkisinin olmadığı ve bunun yanında sağ kalp fonksiyonları ve doku doppler parametrelerini de bozmadığı gösterilmiş oldu. Tablo LVEF: Left ventricular ejection fraction, LVEDD: Left ventricular end-diastolic diameter, LVESD: Left ventricular end-systolic diameter, AAD: Ascendan aortic diameter, MPI: Myocardial performance index, LAD: left atrial diameter, RVT: right ventricular thickness, TAPSE: tricuspid annular plane systolic excursion, RVEDD: right ventricular end diastolic diameter, RVESD: right ventricular end systolic diameter, VCins: vena cava diameter at inspirium, VCexp: vena cava diameter at expirium, IVRT: isovolumic relaxation time, IVA-RV: isovolumic myocardial acceleration, TAE: tricuspid annular early diastolic velocity, TAA: tricuspid annular late diastolic velocity, MAE: medial mitral annular early diastolic velocity, MAA: medial mitral annular late diastolic velocity, Pvel: pulmonary velocity, Avel: aortic velocity Ref No: P-6 KAS METASTAZLARININ KLİNİK VE RADYOLOJİK BULGULARI Taner Arpacı, Gamze Uğurluer, Tuğana Akbaş, Rabia Bozdoğan Arpacı 4, Meltem Serin Acıbadem Adana Hastanesi, Radyoloji Kliniği, Adana Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı, Adana Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Bilim Dalı, Adana 4 Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Bilim Dalı, Mersin Amaç: İskelet kaslarına hematojen metastaz nadir görülür. Kas metastazları genellikle kanser hastalarının kontrollerinde Bilgisayarlı Tomografi (BT) ve Pozitron Emisyon Tomografi (PET BT) gibi rutin görüntüleme tetkiklerinde saptanır. Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG) yumuşak dokuları göstermede tomografi tetkikine göre üstün olması nedeniyle altın standarttır. Bu çalışmada kas metastazlarının klinik ve radyolojik bulgularının sunulması amaçlandı. Gereç-Yöntem: Acıbadem Adana Hastanesi Radyoloji ve Nükleer Tıp Kliniklerinde Mart 009 ve Temmuz 0 tarihleri arasında yapılan BT, PET BT ve MRG tetkik raporları retrospektif olarak değerlendirildi. Tüm hastalar daha önce kanser tanısı almış hastalardı. Kas metastazı rapor edilen 5 hasta çalışmaya dâhil edildi. Çalışmaya dahil edilme kriteri görüntüleme tetkikinde primerden uzak, histopatolojik veya klinik ve radyolojik olarak tanı konmuş iskelet kası kitlesinin saptanmasıydı. Elli iki hastanın dosyaları ve görüntüleri tekrar değerlendirildi. Bulgular: Hastaların ortalama yaşı 56 idi ( ve 8 arası). Hastaların %69 u erkek, % i kadındı. Primer tanı hastaların %40 ında akciğer kanseri, %9,6 sında meme kanseri, %7,7 si rektum kanseri, %5,8 i mesane kanseri ve %6 9 u diğer kanserlerdi. En sık tutulan kaslar %5 gluteal kaslar, %8,7 psoas, %8,7 erektör spina, %7,6 rektus abdominis, %6,5 latissimus dorsi, %5,4 transversus ab- TANISAL VE GİRİŞİMSEL RADYOLOJİ Susesi Otel, Antalya 9

TANISAL VE GİRİŞİMSEL RADYOLOJİ POSTER BİLDİRİLER dominis idi. BT incelemede, kas metastazları rim şeklinde periferal kontrast tutulumu ve santral hipoatenüasyon gösteren lezyonlar şeklinde izlenmekteydi. T ağırlıklı kontrastsız MRG incelemede lezyonlar belirsiz sınırlı ve izointens sinyalli izlenirken, iv kontrast madde sonrası yoğun kontrast tutulumu ve santral nekroz saptandı. T ağırlıklı MRG sekansında ise düzgün sınırlı heterojen hiperintens sinyalli intramuskuler lezyonlar ve peritümöral ödem gözlendi. PET BT tetkikinde ortalama SUVmax değeri 8,58 olarak ölçülmüştü. Hastaların %8 ü (4 hasta) ağrı ya da şişlik şikayeti ile başvurmuştu. Hastaların %7 sinde metastatik kitleler insidental olarak saptanmıştı. Ağrı yakınması ile başvuran hastalara palyasyon için radyoterapi uygulandı. Sonuç: Kanser hastalarında kas metastazları ağrı ya da şişlik yakınmalarına neden olabildiği gibi rutin kontrollerde insidental olarak da saptanabilir. Kanser tanılı bir hastada kontrast tutulumu gösteren, santral nekrozu ve peritümöral ödemi bulunan kas içi kitleler metastazı akla getirmelidir. Radyoterapi ağrı palyasyonunda etkili bir tedavi yöntemi olarak uygulanabilir. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Şekil. TAPSE, MPI ve Tei indeksinin kemoterapi ile değişimi. Tablo. Bazal karakteristik özellikleri. Ref No: P-64 MEME KANSER TANILI HASTALARDA ADJUVAN KEMOTERAPİ İLE KALP FONKSİYONLARININ DEĞİŞİMİ Cemil Bilir, Turgut Karabağ, Hüseyin Engin, Derya Demirtaş, Yasemin Bakkal Temi Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilm Dalı, Medikal Onkoloji, Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Kardiyoloji Ana Bilm Dalı, Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilm Dalı, Zonguldak Giriş: Antrasiklin, siklofosfamid, fluorouracil, sisplatin, taksan ve trastuzumab içeren kemoterapi rejimleri meme kanser tedavisinde kullanılmakta olup erken ve geç kardiyotoksisiteye yol açabilirler. Bu ajanların kardiyak etkileri iyi çalışılmakla birlikte sağ kalp fonksiyonları ve doku Doppler parametreleri üzerine net etkileri tam bilinmemektedir. Metod: Kliniğimizde adjuvan kemoterapi alan 8 meme kanseri hastasının kemoterapi öncesi ve 6 kür kemoterapi sonrası ekokardiyografileri çekilerek değerlendirilmeye alındı. Bulgular: Bazal karakteristik özellikler tablo de özetlenmiştir. Çalışmadaki hastaların hiçbirinde metastaz yoktu, 8 hastanın 8 tanesi FEC rejimi (5-FU 500 mg/m iv d+epirubicin 00 mg/m iv d ve Siklofosfamid 500 mg/m iv d günde bir, 6 kür), 0 hasta ise FEC-Docetaksel ( kür FEC sonrası Docetaksel 00mg/m d, günde bir, kür). Kemoterapi sonrası ejeksiyon fraksiyonu %66 dan %64,5 e düşüş gözlendi (p=0,00). Sol ventrikülün güvenilir bir fonksiyon göstergesi miyokardiyal performans indeksinde ise 0,44 ten 0,56 a artış gözlendi (p=0,007), Triküspit anular plan sistolik değişimi (TAPSE),5 ten,08 e gerilediği gözlendi (p=0,000), Tei indeksinde ise anlamlı artış gözlendi (0,5 e karşın 0,8, p=0,000), Şekil. Tartışma: Miyokardiyal performans indeksi son yıllarda kullanıma giren güvenilir bir noninvaziv ekokardiyografi bulgusu olup hem sistolik hem de diyastolik fonksiyonları temsil eder. Normal değer yaklaşık 0,5 olan bu değerde artış gözlenmesi koroner arter hastalık riskinde artışa sebep olur. Bizim çalışmamız kanser kemoterapisi alan hastalarda MPI ı inceleyen ilk araştırmadır. MPI da anlamlı artış olması, EF deki klinik olarak anlamlı olamayan azalmayı daha net açıklayabilir. Sol ventrikül fonksiyonlarına ilaveten sağ ventrikül fonksiyonlarınında da bozulma olduğu TAPSE ve Tei indeksindeki değişiklikler ile gösterildi. FEC ve FEC-Docetaksel kemoterapisi bilinen koroner hastalığı, diyabet ve hipertansiyon olmayan meme kanserli hastalarda hem sol hem de sağ kalp fonksiyonlarında bozulma yapabilir. Kemoterapi sonrası da bu hastalar EF dışında da ayrıntılı ekokardiyografi ile yakın takip edilmelidir. Ref No: P-65 İN-OP LOKAL İLERİ EVRE KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERİNDE POSİTRON EMİSSİON TOMOGRAPHY WİTH COMPUTERİZED TOMOGRAPHY İLE EVRELEME SURVİ ANLAMINDA KONVANSİYONEL EVRELEME YÖNTEMLERİNE ÜSTÜNDÜR Hasan Mutlu, Abdullah Büyükçelik, Eser Kaya, Sinan Yavuz, Arzu Akşahin 4, Ertuğrul Seyrek 5, Züleyha Çalıkuşu 5, Mustafa Kibar 6 Tıbbi Onkoloji, Acıbadem Kayseri Hastanesi, Kayseri Tıbbi Onkoloji, Acıbadem Üniversitesi, İstanbul Nükleer Tıp, Acıbadem Kayseri Hastanesi, Kayseri 4 Tıbbi Onkoloji, Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kayseri 5 Tıbbi Onkoloji, Acıbadem Adana Hastanesi, Adana 6 Nükleer Tıp, Çukurova Üniversitesi, Adana Amaç: Küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) hastalarının %5 i lokal ileri veya metastatik hastalık durumundadır. Evre III KHDAK nde cerrahi ile kür sağlanabilmektedir. Lokal ileri KHDAK nde sonuçları düzeltmek için sıralı kemoradyoterapi veya indüksiyon veya konsolidasyon kemoterapi ile kombine edilebilen eşzamanlı kemoradyoterapi rejimleri de kullanılmaktadır. Günümüzde Positron emission tomography with computerized tomography (PET-CT) KHDAK evrelemesinde rutin olarak kullanılmakta ve mediastinal metastatik lenf nodu ve beyin dışı metastaz evrelemesinde en duyarlı tetkiklerden birisi olarak belirtilmektedir. Çalışmamızda lokal ileri KHDAK nde PET-CT ve konvansiyonel yöntemlerle evrelemenin survi üzerine etki açısından karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Toplam 68 KHDAK li hasta Acıbadem Kayseri Hastanesi, Acıbadem Adana Hastanesi ve Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi nden çalışmaya alınmıştır. İnopere Evre III KHDAK li hastalar evreleme yöntemine göre PET-CT (n:8) ve Konvansiyonel (n:86) olarak iki gruba ayrıldı. Yaşam süreleri için Kaplan-Meier survival analysis testi ile hesaplandı ve gruplar arasında farklılık Log rank testi ile analiz edildi. 40 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Bulgular: Ortanca progresyonsuz yaşam süresi ve tüm yaşam süresi, PET-CT ve Konvansiyonel gruplar için sırası ile,0 ve 6,0 ay ve 0,5 ve,5 ay idi (sırası ile p<0.00 ve p<0.00). Sonuç: PET-CT nin KHDAK evrelemesinde konvansiyonel yöntemlere üstün olduğu bilinmekte idi. Çalışmamızda bu üstünlüğün kliniğe, in-op lokal ileri KHDAK de anlamlı yaşam süresi avantajı olarak yansıdığı gösterilmiştir. Ref No: P-66 RADYONEKROZA SEKONDER VE CERRAHİ OLARAK DURDURULAMAYAN MORBİD ARTERYEL HEMORAJİSİ OLAN HASTAYA ACİL COİL EMBOLİZASYON UYGULAMASI: YAŞAMI KURTARMAK VE SURVİYİ UZATMAK MÜMKÜN TANISAL VE GİRİŞİMSEL RADYOLOJİ Birol Say, Sernaz Uzunoğlu, Emel Güven Antalya Yasam Hastanesi, Antalya Trakya Universitesi,Tip Fakultesi, Edirne Larenks Ca nedeni ile total larenjektomi sonrası radyoterapi ve kemoterapi alan 65 yasindaki erkek hastada massif larenjeal hemoraji nedeni ile carotis communis arteri (ACC) ligasyonu yapıldı. İlk atakdan ay sonra yeni ve daha ciddi bir kanama olustu. Tıbbi ve ablatif önlemlere rağmen çoklu transfüzyon gerektiren kanama devam etti. Anjiografi laboratuarına alınan hastanın, tümörlü bölgeyi beslediği tesbit edilen arteria truncus thyrocervicalis (TT) dallarına selektif olarak coil embolizasyon yapıldı. Kanama durdu. Hastanın takibinde hiç kanama olmadığı gibi klinik ve radyolojik olarak tümör kitlesinde küçülme tesbit edildi. Hastamız işlemden yıl sonra bronkopnömoni nedeni ile kaybedildi. Olgumuzda ACC ligasyonu sonrasındaki geç dönem kanamanın nedenleri muhtemelen; Willis Poligonu yolu ile retrograd beslenen arteria carotis externa (ACE) kökenli superior thyroid ve lingual arterin superior laryngeal dalının başlangıçta azalmış akımlarının kompansatuar mekanizma ile artışı yanısıra TT den kollaterallerin gelişerek bölgeyi kendi anatomik alanlarının ötesinde beslemeye başlamasıdır. Kanaatimizce ilk kanama olduğunda selektif anjiografi ile kanayan bölgeyi besleyen arterler tesbit edilip uygun embolizasyon işlemi yapılmış olsaydı hayati tehlike oluşturan, çoklu tranfüzyon gerektiren ve uzun süreli yoğun bakım yatışına sebep olan ikinci kanama oluşmayacaktı. Gelecekte benzeri bir olguyla karşılaşıldığında ve müdahele yapabilecek kardiyolog veya radyolog olmadığından tedavi cerrahi olarak yapılacaksa, bölgeyi besleyen arterlerin selektif ligasyonu kesinlikle önerilmelidir. TT in selektif ligasyonu cerrahi teknik olarak ciddi zorluklar taşıdığından gereğinde hastanın uygun merkeze transferi bir alternatif olarak değerlendirilmelidir. Şekil. Embolizasyon Sonrası Görünüm Şekil. Selektif Truncus Thyrocervicalis Anjiografisi Ref No: P-67 GÜNEŞIŞIĞI MARUZİYETİ KÜÇÜK HÜCRELİ DIŞI AKCİĞER KANSERLİ HASTALARDA PRİMER TÜMÖR ALANI -[8F]-FLUORO--DEOXY-D-GLUCOSE (FDG) TUTULUMUNU ARTTIRABİLİR Hasan Mutlu, Mustafa Kibar, Abdullah Büyükçelik, Eser Kaya 4, Ertuğrul Seyrek 5, Sinan Yavuz, Züleyha Çalıkuşu 5 Tıbbi Onkoloji, Acıbadem Kayseri Hastanesi, Kayseri Nükleer Tıp, Çukurova Üniversitesi, Adana Tıbbi Onkoloji, Acıbadem Üniversitesi, İstanbul 4 Nükleer Tıp, Acıbadem Kayseri Hastanesi, Kayseri 5 Tıbbi Onkoloji, Acıbadem Adana Hastanesi, Adana Amaç: Güncel olarak küçük hücreli dışı akciğer kanseri (KHDAK) tanılı hastalarda, positron emission tomography with computerized tomography (PET-CT), beyin dışı metastaz değerlendirilmesinde en duyarlı tetkik olarak kabul edilmektedir. KHDAK nde primer tümör Susesi Otel, Antalya 4

TANISAL VE GİRİŞİMSEL RADYOLOJİ POSTER BİLDİRİLER alanı maximal standardized uptake value (SUVmax) ile prognoz arasında ilişki olduğu literatürde belirtilmiştir. Yine güneşışığı maruziyetinin bu hastalık grubunda morbidite ve mortalite ile ilişkili olduğu yönünde literatürde bilgiler yer almaktadır. Çalışmamızda güneşışığı maruziyetinin KHDAK nde SUVmax üzerine etkisi araştırılmıştır. Gereç-Yöntem: Toplam 90 KHDAK hastası farklı iklim ve yıllık ortalama güneşışığı maruyetine sahip Acıbadem Kayseri Hastanesi (n:68) ve Acıbadem Adana Hastanesi nden (n:) alınmıştır. Yaş, cins, histoloji, sigara içimi, komorbidite ve tanı anındaki primer tümör alanı SUVmax değerleri karşılaştırılmıştır. Bulgular: Ortalama SUVmax değeri Kayseri ve Adana bölgesi için sırası ile,±6,4 ve 4,6±5,8 olarak hesaplandı ve arada anlamlı fark mevcut idi (p= 0,08). Kovaryet ve multivaryet analiz sonrası bölge farklılığının SUVmax ı etkileyen tek faktör olduğu görüldü (p=0.09). Sonuç: Çalışmamızda, daha fazla güneş ışığı maruziyetinin KHDAK nde primer tümör alanı SUVmax değerini arttırmakta olduğu tespit edildi. SUVmax değerinin yüksekliği kötü prognostik faktör olduğu düşünülünce, çalışmamızdaki bulgular, daha fazla güneşışığı maruziyetinin KHDAK nde mortalite ve morbiditeyi olumlu yönde etkilediği bilgilerinin karşışında yer almaktadır.güneşışığı maruziyeti ve SUVmax değeri arasındaki ilişkiyi açıklamak için daha fazla çalışmaya ihtiyaç olacağı düşüncesindeyiz. [P-68] KEMİK METASTAZI VE TANI YÖNTEMLERİNE OLGU SUNUMU EŞLİĞİNDE BİR BAKIŞ Dilek Ünal, Arzu Oğuz, Fatma Aykaş, Arzu Taşdemir 4 Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Kayseri Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Kayseri Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Kliniği, Kayseri 4 Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Patoloji Bölümü, Kayseri 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ vardı. Östrojen ve progesteron reseptörleri negatif, cerbb + pozitif olarak değerlendirildi. Hastaya 4 kür doksorubisin + siklofosfamid verildi. Takiben hafta, haftalık paklitaksel + transtuzumab verildi. Transtuzumabın yıla tamamlanması planlandı. Sonrasında adjuvan radyoterapi (RT) uygulandı. RT sırasındada transtuzumab uygulamasına devam edildi. Hasta tanıdan yaklaşık 0 ay sonra şiddetli bel ağrısı yakınmasıyla başvurdu. Serum alkalen fosfataz, kalsiyum ve tümör belirteçlerinin düzeyleri normaldi. Yaygın ağrıları olan hastaya TVKS istendi. TVKS de patolojik bulgu saptanmadı. Hastaya lomber MR görüntüleme yapıldı. MR görüntülemede; L vertebrada yükseklik kaybı, vertebra korpusunun yarısından fazlasını kaplayan ve belirgin kontrastlanması olan metastatik lezyon izlendi. T0, T, T, L4 ve L5 vertebralarda da metastatik lezyonlar izlendi (Şekil ). Tutulan alanlara yönelik palyatif RT uygulandı. RT ile hastanın ağrısı tamamen geriledi. RT nin son gününde boyunda birkaç günde hızla büyüyen lenf nodları tespit edildi. Boyun ultrasonografisinde sağda boyunda ve supraklavikular alanda metastatik lenf nodları tespit edildi. RT sonrasında palyatif kemoterapi başlandı (dosetaksel + karboplatin + herseptin).. kür sonrasında grade 4 trombositopeni, nötropeni, gastrointestinal kanama ve multiorgan yetmezliği gelişti ve hasta tanıdan ay sonra kaybedildi. Sonuç ve Tartışma: Bu hastada kötü prognostik özellikler olan genç yaş ve CerbB pozitifliği, lenf nodu tutulumu olmamasına rağmen prognozu belirlemiştir. Ağrısı olan ve kötü prognostik özelliklere sahip hastalarda kemik metastazının her zaman akılda tutulması gerekir. TVKS nin negatif, tümör belirteçlerinin normal, serum alkalen fosfataz ve kalsiyum değerlerinin tamamen normal olduğu bu hastamızda tek tanı yöntemimiz MR olmuştur. Sonuç olarak, TVKS nin kemik metastazı tespitinde özgüllüğü düşüktür ve ileri görüntüleme yöntemleri ile desteklenmelidir. Giriş: Meme kanseri kadınlarda görülen en sık kanserdir. CerbB tutulum oranı %5-45 oranındadır ve bağımsız bir prognostik faktördür. Kemik metastazı meme kanserli hastaların yaklaşık %5 inde görülür. Genellikle osteolitik metastaz özelliğindedir. Ağrı, hiperkalsemi, patolojik kırık en önemli bulgularıdır. Kemik metastazı önemli bir morbidite ve mortalite nedenidir. Tanıda tüm vücut kemik sintigrafisi (TVKS) ve direkt grafi standart yöntemlerdir. Şüpheli durumlarda bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans (MR) ve pozitron emisyon tomografi ile görüntüleme yapılmalıdır. Olgu: Otuz bir yaşında hasta dört aydır sol memede kitle yakınması olan hastanın fizik muayenesinde meme başında çöküntü mevcuttu. Yapılan mamografide üst orta kadranda kitle tespit edildi. İnce iğne aspirasyon biyopsisi yapıldı ve invaziv duktal karsinom tanısı konuldu. Modifiye radikal mastektomi yapıldı. Patolojisinde yaygın insitu duktal karsinom alanları gösteren invaziv duktal karsinom tespit edildi. Meme başı tutulumu mevcuttu. 0 adet reaktif lenf nodu Şekil. L vertebrada yükseklik kaybı ve litik alanın olduğu metastatik lomber MR görüntüsü 4 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-69 DENOSUMAB MALİYET ETKİLİLİK ANALİZİ Simten Malhan, Kadri Altundağ, Gül Başaran, Türkkan Evrensel 4, Erdem Göker 5, Erhan Gökmen 5, Mahmut Gümüş 6, Özkan Kanat 4, Ender Kurt 4, Berna Öksüzoğlu 7, Bülent Orhan 8, Ahmet Özet 9, İlhan Öztop 0, Başak Oyan Uluç Başkent Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi Sağlık Kurumları İşletmeciliği Bölümü,Ankara Hacettepe Üniversitesi, Kanser Enstitüsü Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul 4 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Bursa 5 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Onkoloji Enstitüsü, İzmir 6 Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Kliniği, İstanbul 7 Ankara Demetevler Onkoloji Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara 8 Acıbadem Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü, Bursa 9 Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Ankara 0 Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Klinik Onkoloji Anabilim Dalı, İzmir Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Amaç: İnsan monoklonal RANK ligand antikoru denosumab ın, zoledronik ait ile karşılaştırmalı olarak ülkemiz için ekonomik değerlendirmesinin yapılmasıdır. Gereç-Yöntem: Bir kohort markov modeli kullanılarak meme kanseri, prostat kanseri ve diğer solid tümörler e bağlı kemik metastazlarının klinik yönetiminde denosumab ve zoledronik asit tedavilerinin maliyetleri hesaplanmış ve geri ödeyici perspektifinden maliyet etkililik analizi yapılmıştır. Her iki ajan için siklus uzunluğu 4 hafta ve zaman ufku yaşam boyu olarak alınmıştır. Maliyetler hastalık maliyeti metodolojisi ile hesaplanmış ve etkililik değerleri olarak QALY (kaliteye ayarlanmış yaşam yılı) ve SRE (iskelet ile ilişkili olaylar) önlenmesi seçilmiştir. Bulgular: Meme kanseri için tedavi maliyeti denosumab ile 6.6 TL ve zoledronik asit ile.85 TL, sırasıyla QALY,75 ve,58, SRE oranı,55 ve 4,55 olup denosumab için QALY başı maliyet 6.074 TL ve önlenen SRE başı maliyet.76 TL ile maliyet etkili olarak belirlenmiştir. Prostat kanseri için denosumab ile tedavi maliyeti 6.58 TL ve zoledronik asit ile 5.7 TL, sırasıyla QALY 0,97 ve 0,8, SRE oranı, ve 4,05 olup, denosumab için QALY başı maliyet 7.047 TL ve önlenen SRE başı maliyet. TL ile maliyet etkili olarak belirlenmiştir. Solid tümörlerin denosumab ile tedavi maliyeti 8.964 TL ve zoledronik asit ile 7.07 TL, sırasıyla QALY 0,6 ve 0,55, SRE oranı,65 ve,09 olup denosumab ile QALY başı maliyet.44 TL ve önlenen SRE başı maliyet.74 TL ile maliyet etkili olarak bulunmuştur. Sonuç: Ülkemizde maliyet etkililik kriteri olarak sayılan eşik değerin henüz belirlenmemiştir. Bununla birlikte, Dünya Sağlık Örgütünün kabul ettiği kritere göre, GSMH ın (gayri safi milli hasıla) üç katına kadar sağlık teknolojileri maliyet etkili sayılmaktadır. Elde edttiğimiz veriler, denosumab ın kemik metastazı olan hastalarda SRE lerin önlenmesinde zoledronik aside göre maliyet etkili bir tedavi seçeneği olacağını göstermektedir. ilaçla ilgili ekonomik değerlendirmenin de yapılması bir zorunluluktur. Bu nedenle, sağlık bütçesi ve paralelindeki ilaç bütçesine, toplam bütçeden ayrılacak olan pay, son yıllarda yöneticilerin ellerinde olan kaynakları daha maliyet-etkili seçeneklere yönlendirmektedir. Dolayısıyla, farmakoekonomik incelemelere olan gereksinim gün geçtikçe artmaktadır. Materyal/Yöntem: Çalışmamız, Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Kemoterapi Ünitesinde 9.0.0-5..0 tarihleri arasında sistemik kemoterapi alan hastalarımız üzerinde yapılmıştır. Dört haftalık süre zarfında (hafta sonları ünitenin kapalı olması sebebi ile hafta içi günler baz alınmıştır) günde ortalama 5 hastaya sistemik kemoterapi uygulanmıştır. Toplam 90 hastaya sistemik kemoterapi uygulanmış olup, bu hastalardan ilaç dozu artan 88 (%4) hasta kayıt altına alınmıştır. Ortalama bir günde 9 hastanın kullanılan ilaç dozunda artma olmuştur. Dört haftalık takip süresince; hastaların tanısı, ilaç protokolleri, kullandığı ilaçlar ve ilaç dozları ile bu dozlardan artan ilaç miktaları ve fatura tutarları kayıt altına alınmıştır. Sonuç ve Değerlendirme: Çalışmamızda, günlük dağılımda hedefe yönelik bir kemoterapötik ajan olan Bevacizumab etken maddeli ilaçta anlamlı ilaç artışları saptanmıştır. Bevacizumab ın 00 mg lık formlarından günlük ortalama flakonluk artış saptanmıştır. Geniş bir kullanım alanına sahip olan; Oksaliplatin (50 mg), 5 Fluorourasil (000 mg), Gemsitabin (00mg), Paklitaksel (0 mg), Etoposid (00mg) ile İrinotekan (40 mg) için ortalama günlük veya flakonluk artışlar gözlenmiştir. Yine hedefe yönelik tedavilerden Trastuzumab (50 mg) etken maddeli ilaçta günlük dağılımda ortalama flakonluk anlamlı artış saptanmıştır. Bu artışların, fatura bazında ortalama günlük toplam tutarı: 50 TL olduğu belirlenmiştir. Bu rakamın, yıllık bazda ortalama 750.000 TL civarında olması beklenmektedir. Ek olarak, çalışmanın kapsamına Hematoloji ve Pediatrik Onkoloji gibi bölümlerin dahil edilmediği düşünülecek olursa, bu rakamın artması kesindir. Tüm bunlar göz önüne alındığında, kemoterapötik ajanların israfını tasarrufa dönüştürmek önemlidir. Bu durumun doğru değerlendirilmesi adına, kemoterapi ilaçları uygulanan hastaların kayıtlarının eksiksiz yapılması, ilaçlarının hazırlanması, takiplerinin tek merkezden yürütülmesi ve ünitemizde mevcut olduğu gibi robotik ilaç hazırlama sistemlerinin sayısının artması gereklidir. Tablo. Çalışmamız kapsamında, dört hafta süresince artan ilaç oranları ve fatura tutarları. SAĞLIK EKONOMİSİ Ref No: P-60 KEMOTERAPİ VE ARTAN İLAÇ YÖNETİMİ Selda Oflaz, Deniz Arslan, Şeyda Gündüz, Hasan Şenol Coşkun, Hakan Şat Bozcuk, Burhan Savaş Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Antalya Giriş: Kanser, tüm dünyada ve ülkemizde en önemli sağlık sorunlarından birisini oluşturmaktadır. Türkiye de Hastaların Kanser İlaçlarına Erişimi Raporu na göre, Avrupa ülkelerinde sağlık harcamalarında kanser harcamalarının payı ortalama %6, nü oluştururken, Türkiye de bu oranın % olduğu belirtilmektedir. Bu rakamın büyük bir kısmı ise kemoterapi için harcanmaktadır. Mevcut kaynaklar sınırlı olduğundan, ilaçların akılcı bir biçimde kullanılabilmesi için, etkinlik ve güvenilirliğinin değerlendirmesinin yanı sıra, Susesi Otel, Antalya 4

SAĞLIK EKONOMİSİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-6 KEMOTERAPİ ALAN HASTALARDA DOZ ARTIMI NEDENİYLE İSRAF EDİLEN İLAÇ MİKTARI VE MALİYET: YENİ BİR STRATEJİ UYGULANABİLİR Mİ? Ayşe Sarı, Turgut Kaçan, Fatma Ungan, Gülçin Topçu, Sevcan Özkan, Fatih Kılıç, Nuray Durukan, Nalan Akgül Babacan, Metin Şeker, Saadettin Kılıçkap Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Merkezi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Sivas Amaç: Kanser tedavisinde geleneksel kemoterapi protokollerine ilaveten hedefe yönelik ajanların da kullanılması tedavi maliyetini oldukça arttırmaktadır. Klinik uygulama modifikasyonları ile bu maliyet azaltılabilir. Çalışma, tedavi maliyetleri ve israf edilen ilaç ve doz miktarlarını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Gereç-Yöntem: 0 yılı ağustos ve eylül aylarında kemoterapi protokollerine uygun olarak hastane eczanesinden çıkışı yapılan ilaç kutuları, hastaya kullanılacak mg cinsinden ilaç miktarları ve israf edilen ilaç miktar ve maliyetleri hesaplandı. Bu amaçla hastane eczanesinde bulunan ve en çok kullanılan 0 kemoterapi ilacı belirlenerek, çalışma kapsamında değerlendirildi. Maliyet ve israf edilen doz miktarı aylara göre farklı olabileceği düşüncesiyle iki ayın verileri üzerinden değerlendirme yapıldı. Bulgular: Onkoloji merkezi ayaktan tedavi ünitesinde Ağustos ayında 456, Eylül ayında 44 hasta olmak üzere toplam 800 hasta tedavi almıştır. İki aylık dönemde oran olarak en fazla israf edilen ilaç sırasıyla siklofosfamid (%4), ifosfamid (%) ve pemetrekset (%0) idi. Maliyetlerine göre değerlendirme yapıldığında ise TL cinsinden en sık israfa uğrayan ilaçlar trastuzumab (09 TL, %), bevasizumab (90 TL, %7), dosetaksel (77 TL, %5.7) olarak bulundu. Artan ve kullanılmayan bu ilaçların sadece bir veya farklı dozda preparatlarının olması bu maliyetin en belirgin nedeni idi. Sonuç: İlaç israfının önüne geçilmesi için aynı kemoterapi protokollerinin aynı günde kullanılması gibi seçenekler kullanılabilir. Ancak çalışmamızda en maliyetli ilaç preparatlarının kısıtlı doz seçenekleri israfın önemli nedenidir. Örneğin 50 mg lık preparatı olan tarstuzumab 80 mg kullanacak bir hastada 0 mg israfa neden olmaktadır. Bu nedenle ilaç üreticilerinin farklı doz seçeneklerinde preparat üretmeleri bu israfı engelleyebilir. Tablo. Ezcaneden çıkan ilaç ve artan tedavi maliyeti İlaçlar Eczaneden Çıkan ilaç maliyeti (TL) Artan ilaç maliyeti (TL) İlaç maliyeti/ Artan ilaç maliyeti oranı (%) Gemistabin 560 854 5 Trastuzumab 7700 00 Siklofosfamid 000 40 4 Karboplatin 58 06 9 Pemetrekset 780 44 0 Etoposid 4080 647 6 Oksaliplatin 4990 588 Bevasizumab 607 90 7 Paklitaksel 5407 8 7 Dosetaksel 759 77 6 Kalsiyum folinat 966 56 Sisplatin 095 59 6 Navelbin 98 0 5 Adriamisin 784 5 6 İfosfamid 6600 465 İrinotekan 86 40 4 Epurubisin 566 7 5-Fluorourasil 60 7 5,5 Uromitexan 4768 400 6,5 Toplam Maliyet 704 68688 9,5 Ref No: P-6 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ YARI OTOMATİK KEMOTERAPİ ÜNİTESİ VE İLAÇ TASARRUFU Çetin Kaya, Huriye Özkan, Yasemin Atay, Mustafa Yıldırım, Mustafa Yıldız Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği,Antalya Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Batman Amaç: Son yllarda hedefe yönelik tedavilerdei gelimelere karşın sitotoksik kemoterapi kanser tedavisinin önemli bir bileşeni olmaya devam etmektedir. Sitotoksik kemoterapotik ajanlar hızlı prolifere olan kanser hücrelerinin yanısıra normal hücrelerede zarar verrir. Bu nedenle çeşitli yan etkilere neden olur. Bu istenmeyen etkilere hastanın yanısıra tedaviyi hazırlayan ve uygulayan sağlık çalışanlarıda maruz kalmakdır. Sitotoksik kemoterapilerin hazırlanmasında yarı otomatik merkezi ilaç hazırlama sistemleri ilaç hazırlayan sağlık çalışanları için güvenlidir. Yarı otomatik sistemler aynı zamanda ilacı istenilen dozda kullandığından ilaç tasarrufu sağlamaktadır. Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kemoterpi Ünitesinde yarı otomatik merkezi ilaç hazırlama sistemine Eylül 0 de geçildi. Çalışmamızda hastalara her bir kür tedavi için reçete edilen ilaç miktarının bu sistem ile ne kadar tasarruf edildiğinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniğinde izlene n hastaların eylül 0- aralık 0 tarihleri arasında reçete edilen ilaç miktarlarından yarı otomatik ünite ile kullanılmayan miktarları belirlendi. Bulgular: Yarı otomatik ünitede eylül 0 de 907 dolum, ekim 0 de 906 dolum, kasım 0 de 064 dolum, aralık 0 de 88 dolum, ocak 0 de 945 dolum kemoterapi hazırlandı. Bu süre içinde Tablo de gösterilen miktarlarda ilaç tasarrufu saptandı. Sonuç: Yarı otomatik merkezi ilaç hazırlama üniteleri ilaçların güvenli bir şekilde hazırlanması yanında ilaç tasarufunada katkı sağlamaktadır. Tablo. Artan ilaç miktarları ilaç adı doxorubicin 0 mg doxorubicin 50 mg epirubicin 0 mg paklitaksel 0 mg paklitaksel 00 mg paklitaksel 50 mg paklitaksel 00 mg sisplatin 0 mg sisplatin 5 mg sisplatin 50 mg sisplatin 00 5-fu 500 mg 5-fu 000 mg dosetaksel 0 mg dosetaksel 80 mg gemsitabin 00 mg gemsitabin 000 mg gemsitabin 400 mg karboplatin 50 mg karboplatin 50 mg karboplatin 450 mg irinotekan 40 mg irinotekan 00 mg endoxan 500 mg endoxan 000 mg etoposide 50 mg etoposide 00 mg oxaliplatin 50 mg oxaliplatin 00 mg altuzan 00 mg alimta 500 mg herceptin 50 mg ca.leukoverin 50 mg ca.leukoverin 00 mg ca.leukoverin 00 mg erbitux 00 mg mapthera 00 mg haloxan 500 mg artan miktar(adet) 8 0 4 4 5 0 4 8 0 68 6 7 5 5 8 50 44 4 5 4 5 0 0 44 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-6 HASTA RAPORLARININ GETİRDİĞİ EK İŞ YÜKÜNÜN BELİRLENMESİ Selda Uçar, Hasan Şenol Coşkun, Şerife Bilal, Selin Testemel, Sema Sezgin Göksu, Şeyda Gündüz, Selda Oflaz, Hakan Bozcuk, Burhan Savaş Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Antalya Amaç: Sağlık çalışanlarının temel hedefi hasta bakımı odaklıdır. Sağlık hizmetine ulaşılabilmesi için geliştirilen yönetimsel uygulamalar, sağlık alanında bir düzenleme sağlamakla beraber ek iş yükü getirmeleri ile zaman zaman sıkıntılar yaratmaktadır ve bu uygulamalar ilaca erişimi engellemektedir. Bu çalışmada bu ek iş yükünün ne kadar olduğunun belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Bu çalışmada, Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniğinde 55 iş gününde, 04 hastaya rapor yazılmış olup, bunlar, kemoterapi ilaç raporları, destek tedavi ilaç raporları, diğer ilaç raporları (HT, Osteoporoz vb.), durum bildirir raporları, endikasyon dışı ilaç raporları ve malzeme raporları olarak sınıflandırılarak incelenmiştir. Bulgular: Toplamda 04 hastaya rapor yazılmıştır. Yazılan raporların çeşitleri, sayıları ve tanılara göre dağılımı Tablo de gösterilmiştir. Sonuç: Uzman doktorların kronik hastalıklar için düzenlediği raporlarla hastalar ilaçlarına ve gereken malzemelere ulaşabilmektedir. Bu uygulamalar sağlık hizmetinde çalışanlarına ek yük getirmektedir. Tablo. Yazılan Raporlar Yazılan Raporlar Toplam n Toplam % Meme % Akciğer % Kolon % Diğer Tanılar % Kt İlaç Raporları 54 5, 8,0 9,0 5,4 9,7 Destek İlaç Raporları 6,,7,0,0 6,5 Diğer İlaç Raporları,,9 0,4 0, 0,6 İstirahat Raporları 65 6,,0 0,8 0,6,9 Diğer Durum Bildirir 47 4,6,6,9,9 6, Raporları Endikasyon Dışı İlaç 8 7,9, 0,9 0,9 4,8 Raporları Malzeme Raporları 49 4,8,4 0,4 0,4,5 Toplam 04 00 SAĞLIK EKONOMİSİ Susesi Otel, Antalya 45

PSİKOSOSYAL ONKOLOJİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-64 STOMASI OLAN VE OLMAYAN KOLOREKTAL KANSER HASTALARINDA PSİKOSOSYAL UYUM Işıl Yıldız Gayrettepe Florence Nightingale Hastanesi,Medikal Onkoloji Bölümü,İstanbul Amaç: Kolorektal kanserde bağırsak stoması, hastaların daha uzun süre yaşamalarını sağlayabilmek, sağlıklı, üretken bir yaşama dönmelerine yardımcı olabilmek ve yaşamlarını iyileştirebilmek için açılmaktadır. Ancak stomalı bireyler fizyolojik, psikolojik ve sosyal olmak üzere pek çok problemle karşılaşabilmektedir. Hasta ciddi bir operasyonla önemli bir vücut fonksiyonunun kaybıyla, beden imajının bozulmasıyla ve fiziksel fonksiyonda ve kişisel bakımdaki değişikliklerle baş etmek zorundadır. Bu fiziksel sonuçların hastanın ruhsal sağlığında, sosyal ilişkileri ve aktivitelerinde ve yaşam kaliteleri üzerinde önemli yansımaları vardır.bu çalışma, stoması olan ve olmayan kolorektal kanser hastalarının hastalığa psikososyal uyumunu ve iki grubun uyumu arasında fark olup olmadığını belirlemek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Yöntem: Çalışmaya 0 u stomalı,0 u stomasız olmak üzere toplam 60 kolorektal kanser hastası katılmıştır ve hastalara kolayda örnekleme yoluyla ulaşılmıştır. Çalışmaya katılan hastalarda hastalık tanısının süresinin 0-7 ay arasında olması(psikososyal uyum yönünden daha riskli dönem) ve stoması olan hastaların kalıcı stomaya sahip olması şartı aranmıştır.veriler,kişisel Bilgi Formu ve Hastalığa Psikososyal Uyum-Öz Bildirim Ölçeği (PAIS-SR) kullanılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 6.0 sürümü kullanılmıştır. Bulgular: Hastaların ü kadın,7 si erkektir.hastaların %80 i (n=48) 50 yaşın üzerindedir. Hastaların %7, ü (n=44) evlidir. Hastaların büyük bölümü lise mezunudur ve emeklidir Kanser evresine göre %60 ı hastalığın.evresi,%0 si.evresindedir.psikososyal uyumu değerlendirmede t testi kullanılmıştır. İki grubun PAIS-SR ölçeğinin alt boyutlarından aldıkları puan ortalamaları Tablo de verilmiştir.iki grubun da psikososyal uyumu orta düzeyde olmakla birlikte stoması olan grubun toplam puan ortalaması, stoması olmayan gruba göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde (p<0,05) yüksektir. Aile çevresi alt boyutunda, stoması olan grubun aldığı puan, stoması olmayan gruba göre anlamlı düzeyde (p<0,0) yüksektir.psikolojik alan alt boyutunda da stoması olan grubun puan ortalaması, stoması olmayan grubun puan ortalamasına göre anlamlı düzeyde (p<0,0) yüksektir. Sağlık bakımına oryantasyon,meslek/iş çevresi, cinsel ilişkiler, geniş aile ilişkileri ve sosyal çevre alt boyutlarında iki grubun puan ortalamalarında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur (p>0,05). Sonuç: İki grubun hastalığa psikososyal uyumu orta düzeyde olmakla birlikte, stoması olan hasta grubunun genel psikososyal uyumu stoması olmayan gruba göre anlamlı düzeyde daha kötüdür. Stoması olan hastalar aile çevresi ve psikolojik alan boyutlarında da stoması olmayan gruba göre daha fazla uyum sorunu yaşamaktadır. Stoması olan kanser hastalarının yaşadığı bu uyum sorunları göz önüne alınarak psikoonkoloji alanında bilgili ve deneyimli ruh sağlığı çalışanlarının bu gruba yönelik eğitim ve danışmanlık hizmetlerini planlaması ve sürdürmesi önerilmektedir. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Tablo. Psikososyal Uyum Ölçeğinin(PAİS-SR) Toplam ve Alt Boyut Puanlarının Stoma Durumuna göre T-Testi Sonuçları Psikososyal Uyum Toplam Sağlık Bakımına Oryantasyon Meslek/ İş Çevresi Aile Çevresi Cinsel İlişkiler Geniş Aile İlişkileri Sosyal Çevre Psikolojik Alan *p<0,05 **p<0,0 Ref No: P-65 Stoma Durumu N X S sd t Var Yok Var Yok Var Yok Var Yok Var Yok Var Yok Var Yok Var Yok 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 47,6 40,8 6,0 6,6 7,80 6,7 5,9 4, 8,90 8,6 4,06,4 8,6 7,56 6,4 4,5 9,86,85,60,6,64,7,70,64 5,4 5,7,,50,9,58,65,5 58,09* 58 -,06 58,77 58,959** 58,89 58,8 58,88 58,457** GENÇ ONKOLOGLARIN KANSERLİ HASTALARLA OLAN İLETİŞİMLERİNDE KENDİ TUTUMLARINI DEĞERLENDİREBİLME YETİLERİNİN BELİRLENMESİ Özgür Tanrıverdi Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bölümü, Muğla Amaç: Kanserli hasta ile iletişim önemli bir klinik beceridir. Erken evre kanserli hastada geleceğe dair korku, belirsizlik, depresyon, endişe ve hayata olumsuz yönden bakma duygulanımları ortaya çıkabilir. Buna karşın, ilerlemiş hastalığı olan veya son dönem kanserli hastalarda ölüm korkusu, anksiyete, depresyon, umutsuzluk, suicidal yaklaşımlar, semptomlarla ilgili endişe ve çaresizlik duygulanımları daha ağır basabilir. Tüm bu hastalarla iletişim kurmak zorunda olan onkologların üzerinde ağır bir yük vardır. Tedavinin başarısız olduğu, tedavi alternatifinin kalmadığı ve beklenen yaşam süresinin açıkça belirtilmek zorunda kalındığı durumlarda hasta-hekim arasında en ideal iletişimin sağlanması şarttır. İşte bu nedenle kötü haber verme yetisi önemli bir klinik beceridir. Önceki çalışmalar onkoloji hekimlerinin ve diğer onkoloji çalışanlarının öteki sağlık personellerine kıyasla daha fazla tükenmişlik gösterdikleri, depresyon, anksiyete gibi duygudurumu bozukluklarını daha sık yaşadıkları, intihar düşüncelerinin daha yoğun olduğunu göstermiştir. Bu çalışmada genç onkologların kendi iletişim becerilerini ve tükenmişlik durumlarını değerlendirebilme yetileri araştırılmıştır. Yöntem-Gereçler: Bu çalışma, 45 ve altındaki yaştaki tıbbi onkoloji fellow ve uzmanlarının dahil edildiği, Liker tipi anket çalışmasıdır. Ankete 0 hekim yanıt vermiştir. Anket demografik ve mesleki özelliklerin yanısıra kanserli hasta ile iletişimin sağlandığı fiziksel koşulların belirlenmesini amaçlayan sorular içermektedir. Ankette ayrıca kanserli hasta ile onkologun sağladığı iletişimin düzeyi, empatik davranışların belirlenmesi, iletişim esnasındaki ses tonunun değerlendirilmesi ve tükenmişlik sendromunun farkındalığının belirlenmesini hedefleyen ana sorular yer almaktadır. İstatistiksel analiz tanımlayıcı istatistiksel analizler, ki-kare ve korelasyon analizlerini içermektedir. Bulgular: Çalışmaya katılan onkoloji hekimlerinin demografik ve mesleki özellikleri Tablo- de yer almaktadır. Genç onkologların %67 sinin empatik olmadığı, %8 inin empatik davranış sergilediği buna karşın %5 inin ise aşırı empati gösterdiği saptandı. Hekimlerin %45 i ses tonunu ayarlayabildiğini düşüyordu. Bu hekimlerin sadece % inin hasta ile iletişim kurdukları ortamın optimal şartları sağladığı saptandı. 46 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER İletişim teknikleri ve iletişim beceri eğitim yöntemlerini hiç duymayan hekimlerin oranı %76 idi, bu hekimlerin %98 i empatik özellik göstermiyordu. Hekimlerin %76 sı kendisini tükenmiş olarak görüyordu. Cinsiyet, yaş, mesleki tecrübe, empatik özellik ile tükenmişlik sendromu arasında anlamlı ilişki kurulamadı (herbiri için p>0.05). Sonuç: Onkoloji alanında hizmet veren genç hekimlerin hasta ile iletişim becerilerinin geliştirilmesi, iletişim kuracakları ortamların fiziksel yeterliliğinin sağlanması ve ayrıca tükenmişlik için nasıl önlemler alınacağı hususunda daha fazla eğitim planlaması gerektiği kanısına varıldı Tablo. Çalışmaya katılan hekimlerin demografik ve mesleki özellikleri Değişken N % Yaş 6±7 Mesleki tecrübe (yıl) 4± Cinsiyet Erkek Kadın Ünvan Fellow Uzman İş yeri Üniversite/Eğitim Hastanesi Diğerleri Ref No: P-66 5 49 54 48 6 4 KANSER HASTASI VE ONKOLOG İLİŞKİSİ Mustafa Yıldırım, Evrim Duman, Türkan Öztürk Topçu, Vildan Kaya 4, Cem Parlak 5, Umut Varol 6, Mustafa Yıldız 7, Hakan Bozcuk 8 Sağlık Bakanlığı Batman Bölge Devlet Hastanesi, Tıbbi Onkoloji, Batman Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyoloji Kliniği, Antalya Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Trabzon 4 Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Isparta 5 Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Adana 6 Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Muğla 7 Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği,Antalya 8 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Antalya Amaç: Kanser tanısı aldıktan sonra hastayı oldukça zor bir dönem beklemektedir. Bu dönem hastalığın tam şifası ile sonuçlanabileceği gibi yaşamın sonlanması ile de sonuçlanabilir. Güçlü doktor hasta ilişkisinin kurulması; yaşam kalitesinin artması ve daha iyi tedavi sonuçlarının elde edilmesine katkı sağlayabilir. Bu çalışmanın amacı; kanserli hastaların, tedavilerini üstlenen onkologlardan beklentilerini ve onkologların hastaları ile kuracakları ilişkide kullanacakları davranış biçimlerini belirlemektir. Gereç-Yöntem: Tanımlayıcı olarak planlanan bu çalışmada ülkemizin farklı bölgelerinde kanser tedavisi ile ilgilenen 5 (Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Süleyman Demirel Tıp Fakültesi, Muğla Üniversitesi Tıp Fakültesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi) farklı merkezden hasta alındı. Araştırmacılar tarafından hazırlanan, hastaların sosyodemografik özelliklerini, hastalık ile karşılaştıklarındaki davranışlarını ve doktorlar ile ilgili beklentilerine yönelik soruları içeren anket uygulandı. Bulgular: Çalışmaya 0 ü (%47.) kadın, 7 i (%5.8) erkek toplam 8 hasta alındı. Hastaların ortalama yaşı 57.5±4. (range 8-8) idi. Hastaların %5.8 i hastalığı hakkında biraz bilgiye sahipken, tatmin edici derecede bilgiye sahip olanların oranı %9 idi. Hastalığını bilmeyen ve bilgi sahibi olmakta istemeyen hasta vardı. Hastalar %86.6 sı tedavinin ne amaçla yapıldığını bildiğini belirtti. Hastaların %76.8 i tanının kanser olduğunun doğrudan söylenmesi, %9.9 u bu tanının kesinlikle söylenmemesi gerektiğini belirtti. 5 48 5 47 60 40 Eğitim durumu ile tanının söylenmesi arasında anlamlı ilişki saptandı (p:0.04). Üniversite mezunlarında tanının kanser olduğunu söylenmesi gerektiğini düşünenlerin oranı %94.4 iken, bu oran eğitimi olmayanlarda %75 idi. Hastaların onkoloji doktorunun %5.6 sı erkek olması gerektiğini, %7. i kadın olmaı gerektiğini, %77.4 ü ise kadın veya erkek olmasının önemli olmadığını bildirdi. Onkoloji doktorunun beyaz önlük giymesi gerektiğini düşünenlerin oranı %77.8 iken hastaların %. si beyaz önlük giyilmemesi geretiğini düşünüyordu. Onkoloji doktorunun hasta ile iletişimi sorgulandı. Hastaların %8.6 sı doktorun kendilerine ismi ile hitap etmesini, %40 ı isminin sonuna hanım, bey eklenmesini isterken amca teyze gibi hitapların söylenebileceğini bildirenlerin oranı %.4 idi. Hastaların %98. i onkoloji doktorunun kendileri ile tıbbi terimler kullanmadan günlük bir dille konuşması gerektiğini düşünüyordu. Sonuç: Kanser tedavisinin her aşamasında, hastaların yaşam kalitesindeki bozulmayı azaltmak ve olumlu sonuçlar alabilmek için onların bilgi ve destek ihtiyaçlarının karşılanması gereklidir. İyi bir hasta-hekim ilişkisi; hasta memnuniyetinin ve dolayısıyla tedaviye uyumunun artmasını sağlar. Sonuç olarak hasta uyumunun artması, daha iyi tedavi sonuçlarının elde edilmesi, tedavi maliyetlerin azalmasına da katkıda bulunacaktır. Ref No: P-67 RADYOTERAPİ ALAN MEME KANSERLİ HASTALARA VERİLEN ÖFKE EĞİTİMİNİN VE TELEFON İZLEMİNİN HASTALARIN BENLİK SAYGISI, ÖFKE VE DEPRESYON DÜZEYLERİNE ETKİSİ Selahattin Menteş, Birgül Özkan, Ahmet Öztürk, Serdar Soyuer erciyes üniversitesi tıp fakültesi,radyasyon onkolojisi anabilim dalı, kayseri erciyes üniversitesi sağlık bilimleri fakültesi, ruh sağlığı ve hastalıkları hemşireliği anabilim dalı, kayseri erciyes üniversitesi tıp fakültesi, biyoistatistik anabilim dalı, kayseri Giriş: Meme kanseri kadınlarda dünyada ve ülkemizde en sık görülen kanserlerdir. Meme kanseri kansere bağlı kadın ölümlerinde Akciğer kanserinden sonra ikinci sırada yer almaktadır. Meme kanseri tedavisi cerrahi, radyasyon onkolisi, medikal onkoloji, patoloji, radyoloji, plastik cerrahi ve psikoonkoloji, destek bakım birimleri ile multidisipliner bir yaklaşım gerektirir. Bu çalışma, radyoterapi alan meme kanserli hastalara klinikte verilen öfke eğitimin ve radyoterapi sonrası yapılan düzenli telefon izleminin hastaların benlik saygısı, öfke ve depresyon düzeylerine etkisini belirlemek amacıyla randomize (rastgele) kontrollü deneysel çalışma olarak yapılmıştır. Materyal-Metod: Bu çalışma, şubat 0- şubat 0 tarihleri arasında Erciyes Üniversitesi Mehmet Kemal Dedeman Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisinde izlenen ve araştırma kriterlerine uyan deney (n=) ve kontrol grubunu (n=0) oluşturan toplam 4 meme kanseri olan hasta ile yapılmıştır. Hastalar için Hasta Tanıtıcı Özellikleri anket formları kullanılmıştır. Deney ve kontrol grubundaki hastalara eğitim öncesi, eğitimden bir ay sonra ve aylık telefon izlemi sonrası Hasta Tanıtıcı Özellikleri Formu, Rosenberg Benlik Saygısı Ölçeği, Speilberger Öfke Süreklilik ve Öfke İfade Tarzları Ölçeği, Beck Depresyon Envanteri ölçekleri uygulanmıştır. Radyoterapi sonrası deney grubundaki hastalar ile ay süresince her hafta düzenli ve ortalama 5-0 dakika süren telefon görüşmesi yapılmıştır. Telefon izleminde standart yarı yapılandırılmış 5 sorudan oluşan bir görüşme formu kullanılmıştır. Kontrol grubundaki hastalara herhangi bir uygulama yapılmamıştır. Bulgular: Deney grubundaki hastaların eğitim sonrası ve telefon izlemi sonrası sürekli öfke, öfke içe atım, öfke dışa atım, genel öfke, depresyon ve benlik saygısı puan ortalamalarının azaldığı, eğitim öncesi ve telefon izlemi sonrası puan ortalamaları arasındaki farkın önemli olduğu belirlenmiştir (p<0.00). Yine, eğitim sonrası ve telefon izlemi sonrası deney ve kontrol grubundaki hastaların sürekli PSİKOSOSYAL ONKOLOJİ Susesi Otel, Antalya 47

PSİKOSOSYAL ONKOLOJİ POSTER BİLDİRİLER öfke, öfke içe atım, öfke dışa atım, genel öfke, depresyon ve benlik saygısı puan ortalamaları arasındaki fark önemlidir (p<0.00). Buna ek olarak, sürekli öfke, öfke içe atım, öfke dışa atım, genel öfke, depresyon ve benlik saygısı puan ortalamalarının grup ve zaman etkileşimi de anlamlı bulunmuştur (p<0.00). Sonuç: Bu sonuçlara göre, öfke eğitimi ve telefon izleminin hastaların sürekli öfke, öfke içe atım, öfke dışa atım, genel öfke, depresyon düzeylerinin azaldığı ve benlik saygılarının arttığı saptanmıştır. Meme kanserli hastaların öfke eğitim ve telefonla izlem ile desteklenmesinin hasta üzerinde olumlu etkisi olduğu ve evde hasta izleminde kullanılmasının hastalar üzerinde olumlu etkisi olması nedeniyle onkoloji hastalarında bu yöntemlerin kullanılması gerektiğini önermekteyiz. Ref No: P-68 EBEVEYNLERİNDEN BİRİNE KANSER TANISI KONULMUŞ ÇOCUKLARIN PSİKOLOJİK DURUMLARI Almila Şen, Tuğba Özel Şengül, Gamze Eren Ceyhan, Aylin Bostanlı, Okan Kuzhan, Ayşegül Kargı, Mustafa Özdoğan Medstar Antalya Hastanesi, Onkoloji Bölümü,Psiko-Onkoloji, Antalya Türkiye Medstar Antalya Hastanesi, Onkoloji Bölümü, Antalya Türkiye Amaç: Anne veya babasına kanser tanısı konulmuş çocukların kaygı düzeyini, anne ve babaya karşı tutum ve tavırlarını, korku ve endişelerini, suçluluk hislerini, geleceğe karşı tavırlarını, okul ve işe karşı tavırlarını belirleyerek terapi süreç ve içeriğini bu sonuçlara göre değerlendirmek Yöntem: Anne veya babası kanser tedavisi gören ve bu sebeple psikolojik destek alan 7- yaş aralığındaki çocuğa Beier Cümle Tamamlama Testi A Formu uygulanarak Anne ve Babanın tedavi sürecinde çocukların yaşadıkları duygulanım durumları belirlendi. Bulgular: Değerlendirme sonuçları göstermiştir ki anne veya babasının kanser tanısı ile tedavi alan çocuklarda kaygı bozukluklarının başında anne veya babasına, sevdiklerine kötü şeyler olacağı, hastalık ve ölüm korkusu, geleceğe yönelik kaygılarda artış ve kendi bedeni ve sağlığı ile ilgili endişeler oluşmuştur. Sonuç: Ebeveynine kanser tanısı konulmuş çocuklar özellikle kanser tanısı konan anne veya babaya karşı, aile bireylerine ve kendilerine karşı, kendi yaş gruplarından daha farklı kaygı bozuklukları yaşamaktadırlar. Özetle, çocukların kanser hakkında bilgilendirilmeleri, ailenin çocuğa karşı açık ve net olması yönünde desteklenmesi ve çocukların psikolojik olarak bu süreçte desteklenmesinin çocuklarda kaygı düzeyi üzerinde etkilerinin araştırılmasının gerektiği düşünülmektedir. Ref No: P-69 BİR ONKOLOJİ KLİNİĞİNDE YATARAK TEDAVİ GÖREN HASTALARIN PSİKOSOSYAL İHTİYAÇLARI VE BU İHTİYAÇLARININ KARŞILANMASI KONUSUNDAKİ DÜŞÜNCE VE BEKLENTİLERİ Azize Atlı Özbaş, Özlem Yurtal, Hilal Uzun Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesiİ Tüm dünyada önemli ve güncel sağlık sorunlarından birisi olan kanser, halen insanlara korku veren bir hastalıktır. Bu alanda, ileri tıbbı çalışmalar yapılmasına ve birçok gelişme kaydedilmesine rağmen, kanser hala belirsizlik içeren, ağrı ve acı içinde ölümü çağrıştıran bir hastalık olarak algılanmaktadır. Bu özellikler ise kanser hastasına bütüncül yaklaşımı gerektirmektedir. Bütüncül yaklaşımın önemi pek çok çalışmayla ortaya konmuş ve önemi kavranmıştır. Ancak hastaların psikososyal ihtiyaçlarının ele alınmasında halen 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ aksaklıklar yaşanmaktadır. Kanser hastalarının psikososyal ihtiyaçlarını ve ilişkili faktörleri belirleyen pek çok çalışma yapılmıştır. Ancak kanser hastalarının bu ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik ülkemizdeki hastaların düşünce ve beklentilerini belirleyen çalışmaya tarafımızdan rastlanmamıştır. Bu çalışmanın amacı, bir onkoloji kliniğinde yatarak tedavi gören hastaların, psikososyal ihtiyaçlarını ve ihtiyaçlarının karşılanması konusundaki düşüncelerini ve sağlık ekibinden beklentilerini belirlemektir. Bu çalışmanın bulguları ileri vadede planlanabilecek psikososyal girişimler için yol gösterici olacaktır. Yöntem: Araştırma tanımlayıcı olarak planlanmış, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Medikal Onkoloji Kliniğinde Ocak 0 tarihinde yürütülmüştür. Hastaların psiko-sosyal ihtiyaçları distress termometresi (DT) kullanarak belirlenmiş, ihtiyaçlarının giderilmesi konusundaki düşünce ve beklentileri ise araştırmacılar tarafından geliştirilen anket formu yardımıyla, toplanmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan hastaların %55. i kadın, %44.9 u erkektir. X=54. (sd=.9) dir. Grubun %60.4 ünü evre 4 hastalar oluşturmakta, %77.6 sı tanısını bilmektedir. Grubun DT puanlarına göre hastalardan %59.8 inin profosyonel yardım gerektirecek düzeyde distress yaşamakta, %7.9 u duygusal olarak sıkıntı yaşadığını ifade etmektedir. Ancak hastaların sadece %4. ü psikolojik olarak desteğe ihtiyaç duyduğunu söylemektedir. Hastalar, ailelerini %57.9, özel doktorlarını %47.9, klinik doktorlarını %.4, hemşireleri de %.5 oranında psikolojik destek kaynağı olarak düşünmektedir. Hastaların %84. i bireysel görüşmeyi faydalı bulurken, bu oran psikiyatrik ilaç kullanımında %64.5, grup terapilerine katılımda ise, %46.7 dir. Kendilerine destek olunması için beklentilerin yoğunlaştığı alanlar ise şöyledir; hemşirelerden güleryüzlü olmaları (%5.5), klinik doktorlardan kendilerine bilgi vermeleri (%6.4), özel doktorlarından ise durumları konusunda açıklama yapmaları (%4.6). Sonuç: Hastaların yarıdan fazlası psikososyal sorunlar yaşamaktadır. Sorun yaşadığını ifade eden hastaların bile yarıdan fazlası yardıma ihtiyaç duyduğunu söylememektedir. Grubun yarıdan fazlası psikososyal sorunları sağlık çalışanlarının çalışma alanı olarak düşünmemekte, ihtiyaç duysa bile yardım istememektedir. Ref No: P-640 KANSER HASTALARINA BAKIM VEREN AİLE ÜYELERİNİN YAŞAM KALİTESİ VE ALGILADIKLARI SOSYAL DESTEK Işıl Yıldız, Meltem Kılıç Gayrettepe Florence Nightingale Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümü,İstanbul Amaç: Bu çalışma kanser hastalarına bakım veren aile üyelerinin yaşam kalitesini ve algıladıkları sosyal desteği değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Gereç-Yöntem: Araştırma İstanbul da bulunan özel bir onkoloji merkezine başvuran kanser tanısı almış hastalara bakım veren kişiler ile yapılmıştır. Araştırmaya 0 bakım veren aile üyesi katılmıştır. Veri toplama aracı olarak hasta yakınlarını tanıtıcı bilgi formu, Kanser Hastasına Bakım Veren Aile Üyelerinin Yaşam Kalitesi Ölçeği ve Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği kullanılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde Ki-kare, Mann Whitney U, Anova, Kruskal Wallis analizleri kullanılmıştır. Bulgular: Bakım veren aile üyelerinin %0 u 4-4 yaş grubundadır ve %5, ü erkektir. %6, ü eşine bakım vermektedir. Kanser hastasına bakım verenlerin %5, ünün bakım vermeyle sorumluluklarının kısmen etkilendiği, %5, ünün günde -6 saat arasında bakım verdiği, %46,7 sinin bakım vermede diğer aile üyelerinden destek almadığı görülmüştür. Yaşam kalitesi toplam puan ortalamasının 4,9±, olduğu, bakım sırasında destek almayanların yaşam kalitesinin daha düşük ve bakım verme süresi daha az olanların ise yaşam kalitesinin daha iyi olduğu görülmüştür. Algılanan sosyal des- 48 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER tek toplam puan ortalaması 65,6±5, dir. Sosyal destek puanları ile yaşam kalitesi puanları arasında pozitif bir ilişki olduğu saptanmıştır. Sonuç: Kanser hastasına bakım veren aile üyelerinin yaşam kalitelerinin düşük olduğu ve bazı değişkenlerden olumsuz yönde etkilendiği, sosyal desteğin de yaşam kalitesini etkileyen değişkenlerden biri olduğu görülmüştür. Ref No: P-64 KANSERDE BİOPSİKOSOSYAL UYUMUN YORDAYICILARI OLARAK BAĞLANMA STİLİ VE ALGILANAN SOSYAL DESTEK Ayşe Gül Yılmaz Özpolat, Tuğba Ayaz, Özlem Konağ, Asiye Özkan A.Ü.T.F. Konsültasyon Liyezon Psikiyatrisi A.Ü.T.F. Tıbbi Onkoloji Ana Bilim Dalı Amaç: Kanser hastalarının yakınlarından aldıkları sosyal destek, psikolojik semptomlardaki azalma ve yaşam kalitesindeki artış ile ilişkilidir. Literatürde stresli yaşam olaylarında kişilerin sosyal desteği nasıl algılayacaklarını belirlemede farklı bağlanma stillerinin rol oynadığı gösterilmiştir (). Ayrıca yaş, evlilik durumu ve cinsiyet gibi faktörlerin dışında sosyal desteğin kanser tedavisi sırasındaki psikolojik, sosyal ve tıbbi tedaviye uyumu artırdığı gösterilmiştir (,). Bu çalışmanın amacı kanser hastalarında tedavi sırasındaki sosyal, psikolojik ve tıbbi tedaviye uyumu artırmada farklı bağlanma boyutlarının ve sosyal destek algısının rolünü araştırmaktır. Araçlar ve Metod: Bu çalışma yaşları 8 ile 74 arasında değişen 68 kanser hastasıyla yapılmıştır. Bu çalışmada hastalara Demografik Veri Formu, Algılanan Çok Yönlü Sosyal Destek Ölçeği(MSPSS), Yakın İlişkiler Envanteri-Gözden Geçirilmiş Formu (ECR-R) ve Hastalığa Psikososyal Uyum Ölçeği (PAIS-SR) uygulanmıştır. Sonuçlar: Sonuçlar, yüksek ya da orta düzeyde kaçıngan bağlanma stiline sahip olanlar daha düşük düzeyde kaçıngan bağlanma stiline sahip olanlara göre, kanser tanısı aldıktan sonra sosyal ilişkilere uyum sağlama konusunda daha fazla güçlük yaşamışlardır (F (, 65) = 6.6, p <.0). Ayrıca kaçıngan bağlanma stili ile psikolojik stres arasında anlamlı pozitif bir ilişki bulunmuştur (pr =.6, β =.7, t [65] =.5, p <.0). Bu sonuca göre, yüksek düzeyde kaçıngan bağlanma stiline sahip olan kişiler daha fazla psikolojik stres yaşamışlardır. Bununla birlikte sosyal destek algısı ile psikolojik stres arasında anlamlı negatif bir ilişki bulunmuştur (pr = -.4, β = -.7, t [64] = -.4, p <.0). Diğer bir deyişle, sosyal destek algısı olumlu olan kişiler daha az psikolojik stres yaşamışlardır. Ayrıca sosyal destek algısı daha olumlu olan kişiler kanser tanısı aldıktan sonra aile ilişkilerinde daha az sorun yaşamışlardır (pr = -.55, β = -.60, t [64] = -5.59, p <.00). Kaygılı bağlanma stili ise anlamlı bulunmamıştır. Sonuç: Kanser hastalığının karmaşık doğası düşünüldüğünde tedavi sürecinde çok yönlü bir bakış açısının uygulanması gerekmektedir. Ayrıca kanser tedavisi gören hastalar için daha etkili psikolojik müdahaleler geliştirmek için, tıbbi tedaviye ve tanı aldıktan sonra sosyal ve psikolojik açıdan karşılaşılan zorluklara daha iyi uyum yapmaya yol açan psikolojik faktörleri ve bu faktörler arasındaki nedensel yolları belirlemek önemlidir. ve bulguları, yaşı, kişilik yapısı, kültürel ve sosyal tutumları çevresel destek sürecine uyumda rol oynayan faktörlerdir ve tüm bu faktörler sağlık profesyonelleri tarafından göz önünde bulundurulması gereken unsurlardır. Psikolojik tedavide, psikolojik kaygı ve acıyı azaltmak, uyumu sağlamak, yaşam kalitesini arttırmak ve hastanın sosyal destek ve iletişimini güçlendirmek amaçlanır. Amaç: Radyoterapi uygulanan jinekolojik maligniteli hastalarda tedavi süresince psikolojik destek ihtiyaçlarını belirlemek ve demografik özelliklerini saptamak amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Nisan 0- Ocak 0 tarihleri arasında Ankara Onkoloji Hastanesi nde eksternal radyoterapi ve brakiterapi uygulanan 69 jinekolojik maligniteli hastaya stres ve problem listesi için kısa tarama anketi uygulanmıştır. Hastaların 07 si op. endometrium ca, 4 i inop serviks ca, 0 si op. servks ca ve i vulva ca tanılı idi. 9-9 yaş grubunda 0, 0-9 yaş grubunda 6, 40-49 yaş grubunda 7, 50-59 yaş grubunda 47, 60-69 yaş grubunda 59 ve 70- üstü yaş grubunda 0 hasta değerlendirilmiştir. Anket uygulanan hastaların 85 i İç Anadolu bölgesinden, 48 i Karadeniz bölgesinden, 9 u Ege bölgesinden, 7 si Doğu Anadolu bölgesinden, 6 sı Marmara bölgesinden, 5 i Güneydoğu Anadolu bölgesinden, 4 ü Akdeniz bölgesinden, i ise yurtdışındandır. 66 hasta evli (dul ya da boşanmış hastalar da bu gruba alındı), ü ise bekar, 45 i okur-yazar değilken, ilkokul, 8 i lise, 5 i ise üniversite mezunu idi. 4 hastanın, hastanın, 7 hastanın 4, 5 hastanın 5, 4 hastanın, 5 hastanın 5 den fazla çocuğu varken, 6 hastanın çocuğu yoktu. Bu hastalardan 7 ü KT almış, 96 sı ise KT almamıştı. Hastanın stres nedenlerini belirleyerek, bir stres termometresi üzerinde 0 dan 0 a kadar stres düzeyini derecelendirmesi istenmiştir. Stres seviyesi dört ve üzeri olan hastalar psikiyatriye yönlendirilmiştir. Sonuçta 7 hastanın stres seviyesi düşük (<4) saptanmış ve psikiyatri konsültasyonu gerekmemiştir. Psikiyatri bölümüne sevk edilen 8 hastanın 7 si ilaçlı takibe alınmış, bir hastada ilaç önerilmemiştir. On hasta, başka bir merkezde psikiyatriye başvurmuş, ilaç başlanmış ve takipte idi. Dört hasta ise parametreleri yüksek olmasına rağmen psikiyatriye gitmeyi reddetmiştir. Sonuç: Jinekolojik malignitelerin büyük kısmını bizim kliniğimizde de olduğu gibi ileri yaş grubu hastalar oluşturmaktadır. Stres parametresinin saptanıp, psikolojik desteğe ihtiyaç duyan hastaların ilgili birime yönlendirilmesi, yaşam kalitesi ve tedaviye uyum açısından önemlidir. Ref No: P-64 BAŞ VE BOYUN KANSERİ İÇİN RADYOTERAPİ ALAN HASTALARDA PSİKİYATRİK HASTALIK İLE İNFLAMASYON VE RADYOTERAPİ İLİŞKİLİ TOKSİSİTE ARASINDAKİ İLİŞKİ Dilek Ünal, Okan Orhan, Saliha Demirel Özsoy, Aslı Beşirli, Celalettin Eroğlu, Bünyamin Kaplan Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Kayseri Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı, Kayseri PSİKOSOSYAL ONKOLOJİ Ref No: P-64 PSİKİYATRİK AÇIDAN DEĞERLENDİRİLEN BRAKİTERAPİ HASTALARININ PSİKOSOSYAL VERİLERİ Yeter Soylu, Emine Özdemir, Derhan Demirer, Zeliha Şahin Kaya, Dönay Aydınlık, Ayşegül Tarla, Özlem Derinalp Or, Yıldız Güney Ankara Abdurrahman Yurtaslan Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkoloji Kliniği Giriş: Kanserli hastanın tedaviye uyumunda rol oynayan bir dizi tıbbi, psişik ve psikososyal faktör vardır. Hastalığın kendisi, belirti Giriş-Amaç: Baş ve boyun kanserinin tanısının ve tedavisinin psikososyal durum üzerine potansiyel olarak istenmeyen etkileri olabilir. Çok sayıda çalışmada baş ve boyun kanserinin tedavisi için uygulanan radyoterapinin (RT) fiziksel istenmeyen etkileri gösterilmiş olmasına rağmen, psikososyal işlevler üzerine RT nin etkilerinin değerlendirildiği çok az sayıda çalışma bulunmaktadır. Kanserli hastalarda, kanserin ve RT nin inflamasyonu tetiklediği iyi bilinen bir durumdur. İnflamatuar sitokinlerin psikiyatrik hastalıkların patogenezinde önemli bir rol oynadığı daha önce yapılan çalışmalarda gösterilmiştir. Bu çalışmanın amacı baş ve boyun kanseri için RT uy- Susesi Otel, Antalya 49

PSİKOSOSYAL ONKOLOJİ POSTER BİLDİRİLER gulanan hastalarda psikiyatrik hastalık ile inflamasyon ve RT ilişkili toksisite arasındaki ilişkiyi değerlendirmekti. Hastalar ve Yöntem: Bu prospektif çalışmaya metastatik olmayan baş ve boyun kanserli 5 hasta alındı (46 erkek, 5 kadın hasta; ortalama yaş 58 ± yıl). Tüm psikiyatrik görüşmeler ve psikometrik testler aynı psikiyatrist tarafından, RT başlamadan önce ve RT tamamlandıktan sonra yapıldı. Psikiyatrik hastalık DSM-IV ölçütleri temel alınarak konuldu. Psikopatolojinin şiddeti Hamilton depresyon skalası (HAM-D) ile değerlendirildi. Psikiyatrik değerlendirilmelerin yapıldığı gün inflamatuar sitokinler ve diğer biyokimyasal analizler için kan örnekleri alındı. Bulgular: Psikiyatrik hastalık, RT öncesi 4 (%7.5) hastada, RT tamamlandıktan sonra 6 (%.4) hastada saptandı. İki dönem arasında psikiyatrik hastalık varlığı açısından anlamlı fark bulunmadı (p: 0.7). HAM-D skoru RT sonrası RT öncesi döneme göre bir miktar yüksek olmasına rağmen, aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı değildi [(sırasıyla 7 (0-4) ye karşın 4 (0-6); p: 0.08]. Hem RT öncesi hem de RT sonrası dönemde psikiyatrik hastalığı olan hastalar ile olmayanlar arasında, kan beyaz küre sayısı, ferritin, eritrosit sedimantasyon hızı, yüksek sensitif C-reaktif protein, interlökin (IL)-, IL-6 ve tümör nekroz faktörü-alfa gibi inflamasyon parametreleri ile bulantı, radyodermatit, mukozit ve disfaji gibi RT ilişkili toksisite gelişimi açısından anlamlı fark gözlemlenmedi (p >0.05). HAM-D skoru sadece ciddi disfaji gelişimi ile ilişkiliydi (r: 0.4, p: 0.00) ama diğer RT ilişkili toksisiteler ile inflamasyon parametreleri ile ilişkili değildi (p >0.05). Sonuçlar ve Tartışma: Baş ve boyun kanserli hastalarda psikiyatrik hastalık RT öncesi dönemde çok yüksek oranda idi. Bu bulgu bu hasta popülasyonunda psikiyatrik bozuklukların gözden kaçtığını yansıtmaktadır. Bu hastaların hiçbirisinin kanser tanısından önce bir psikiyatrik hastalık öyküsü olmadığı göz önüne alındığında, kanser tanısının olasılıkla psikiyatrik hastalığın nedeni olduğu sonucu çıkmaktadır. Ayrıca psikiyatrik bozukluğun sıklığı RT boyunca da yüksek oranda devam ettiği de bu çalışmanın diğer önemli bir bulgusudur. Öte yandan psikiyatrik hastalık gelişimi üzerine inflamasyonun ve RT ilişkili toksisite gelişiminin önemli bir etkisi de gözlemlenmedi. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Bulgular: Toplamda 64 hastaya (%5) psikiyatri kliniği tarafından medikal tedavi başladı. Sonuç: Kanser hastalarının tedaviye uyum sürecinde psikiyatrik destek önemlidir. İleri psikiyatrik destek gereksinimini belirlemek için kullanılan stres termometresi kolay uygulanabilir pratik, güvenilir bir yöntemdir. Tablo. Stres nedenleri Günlük yaşam sorunları Barınma, sağlık güvencesi, iş/okul, ulaşım, çocuk bakımı Aile sorunları Eş, çocuklar Duygusal problemler Endişe, üzüntü, depresyon, sinirlilik İnanç ile ilgili sorunlar Tanrı ile ilgili, inanç yitimi Bedensel sorunlar Ağrı, bulantı, yorgunluk, uyku, gezinti, banyo/giyinme, nefes darlığı, ağız yaraları, yemek yeme, hazımsızlık, kabızlık/ishal, idrar sorunları, cilt sorunları, cinsel sorunlar Tablo. Hasta ve özellikleri Radyoterapi servisi hastaları (n:50) Yaş medyan (aralık) Primer tanı SSS maligniteleri Akciğer Kanseri GİS maligniteleri Baş-boyun kanseri GÜS maligniteleri Diğer RT amacı Küratif Palyatif Erkek hastalar (n:60) Bayan ve çocuk hastalar (n:90) 59 (0-85) 6 (7-94) 0 (%8,7) 48 (%0) (%0,6) 9 (%8,) 0 (%6,) 0 (%6,) 94 (%58,7) 66 (%4,) (,) (,) 7 (8,8) 7 (7,7) 6 (8,8) 8 (,) 55 (%6) 5 (%9) Ref No: P-644 RADYOTERAPİ UYGULANAN HASTALARIN PSİKİYATRİK AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ VE STRES TERMOMETRESİ Meryem Aras, Züleyha Tuna, Gülhan Güler Avcı, Meryem Aladağ, Yıldız Güney, Elvan Özalp, Nuri Uslu, Ela Delikgöz Soykut, Özlem Derinalp Or Ankara Onkloji Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Ankara Ankara Onkoloji Hastanesi, Psikiyatri kliniği, Ankara Giriş: Kanserli hastanın tedaviye uyumunda rol oynayan tıbbi, psişik ve psikososyal faktörler vardır. Hastalığın belirti ve bulguları, hastanın yaşı, kişilik yapısı gibi faktörler, psikososyal uyumda göz önünde bulundurulması gereken unsurlardır. Amaç: Radyoterapi uygulanan kanserli hastaların hastanede yattığı süre içerisinde stres termometresini kullanarak psikiyatrik yardım gereksinimi olup-olmadığını belirlemektir. Gereç ve Yöntem: Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi servisinde, Ocak 0- Ocak 0 tarihleri arasında yatarak radyoterapi uygulanan 60 erkek, 85 bayan ve 5 çocuk hastaya psikiyatrik değerlendirme için stres tarama testi yapıldı. Hasta ve özellikleri tabloda verilmiştir. Hastalara son bir hafta boyunca ne kadar stresli oldukları ve stresin ana nedeni/nedenleri soruldu. Hastanın stres nedenlerini belirleyerek, bir termometre üzerinden 0-0 arasında stres düzeyini derecelendirmesi istendi. Stres seviyesi beş ve üzeri olan hastalar ileri değerlendirme için psikiyatri polikliniğine yönlendirildi. Ref No: P-645 RADYOTERAPİ UYGULANAN HASTALARDA DEPRESYON Didem Karacetin, Ayben Yentek Balkanay, Yeliz Polat, Özgü Kesmezacar, R. Umar Gürsu 4 İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Psikoloji Bölümü İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü, İstatistik ve Bilgi İşlem Şubesi 4 İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Ünitesi Amaç: Kişinin yaşamını tehdit eden günümüzün en önemli hastalığı olarak kanser, bu hastalığı yaşayan kişilerde psikososyal birçok probleme neden olmaktadır. Umutsuzluk, çaresizlik, suçluluk düşünceleri ve bunlara ek olarak anksiyete ve depresyon belirtileri de gözlenebilmektedir. Bu çalışmada kanser teşhisi almış olan ve radyoterapi uygulanan hastaların demografik özellikleri, tedavi süresince yaşadıkları sıkıntılar, tedaviye ilişkin bilgi düzeyleri, depresyon belirtileri gösterip göstermedikleri ve psikolojik destek alıp almadıklarına dair sonuçların sunulması amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Araştırma grubu, İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği nde Kasım - Aralık 0 tarihleri arasında ayaktan radyoterapi alan 0 kişiden oluşmaktaydı. Ankete katılma gönüllük esasına dayanıp hastalara 4 soruluk anket ve Beck depresyon ölçeği, psikolog eşliğinde uygulanarak değerlendirildi. Çoktan seçmeli olarak oluşturulan anket, demografik bilgileri (yaş, cinsiyet, eğitim vb.), hastalık ve tedaviyle ilgili kişisel bilgileri 50 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER (hastalığın tanısını bilip bilmeme, radyoterapi hakkındaki bilgisi vb...), radyoterapi süresince hastanın yaşadığı fiziksel ve ruhsal sıkıntıları içeren sorulardan oluşmaktaydı. Bulgular: Hastaların 8 i (%60) kadın, si (%40) erkekti. Yaş ortalaması 5,7±,87 (min., max. 86) yıldı. Hastalanmadan önce 4 ü (%46,7) meslek sahibi ve çalışmaktayken bu hastaların 6 sı (%4) hastalığı nedeniyle işini bırakmak zorunda kaldığını ifade etti. 5 hasta (%8,) radyoterapinin ışın tedavisi olduğunu biliyordu ve 6 sı (%5,) yan etkisi olacağını düşünüyordu. Radyoterapi nedeniyle hastaların %58,6 sı çeşitli cilt lezyonu, %50 si cinsel problem; %, beslenme problemi %46,7 si psikolojik sıkıntı şikâyeti olduğunu ifade etti. Beck Depresyon Ölçeği ne göre yapılan değerlendirmede hastaların 5 inde (%5,6) depresif semptom olmadığı, inde (%9,) hafif depresyon, sinde (%7,) şiddetli depresyon belirtileri gözlenmiştir. Hastaların 7 si (%4,) psikiyatrik desteğe ihtiyaç duyduğunu belirtmiş bunlardan 4 ü (%,8) psikiyatrik destek aldığını ifade etmiştir. Sonuç: Kanser hastasının hastalığına ilişkin yorumu, gördüğü tedaviye dair bilgisi ve tedavinin yan etkileri ile baş etme becerisi tedavi sürecini önemli ölçüde etkiler. Bu aşamada psikolojik destek almanın hastalığı kabullenme ve tedaviye uyumu arttırmadaki önemi de yadsınamaz. Ülkemizde psikolojik/psikiyatrik desteğin onkolojik tedavinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Ref No: P-646 KANSER HASTALARINDA TANI SÜRECİ: KANSER HASTALARINA İLİŞKİN GRUP TERAPİSİ DENEYİMİ Seda Bayraktar Haliç Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Psikoloji Bölümü, İstanbul Amaç: Bu çalışmanın amacı farklı türde kanser tanısı almış kişilerden oluşan grup terapisi sürecindeki kanser tanısı ve kötü haber verilme sürecinin ele alındığı grup terapisi oturumlarını aktarmaktır. Gereç-Yöntem: Örneklem grubu, İstanbul da bir özel hastanede yapılan 0 kanser hastasından (8 kadın, erkek hasta) oluşmaktadır. Grup terapi sürecinde yer alan hastalar tanıdan itibaren 6 ay ile 5 yıl geçirmiş kişilerden oluşmaktadır. Tanı anına ilişkin hastaların düşünceleri, duyguları ile davranışlarının ele alındığı üç () farklı oturumun aktarılması amaçlanmaktadır. Bulgular-Sonuç: Grup süreçlerinden anlaşıldığı üzere, kanser hastalarını bu hastalık sürecinde en çok etkileyen durumlardan birinin tanı anı ve tanının söyleniş şekli olduğudur. Hastalar tanıyı takiben duygusal-düşünsel ve davranışsal bir çok boyutta değişklikler yaşadıkları ve tanıyı takiben birçok psikiyarik bozukluk yaşamakla beraber Öldürmeyen travma büyütür kavramında anlatılmak istenildiği gibi yaşadıkları bu yüksek düzey stres içeren yaşam olayına bağlı güçlenebildiklerini de seanslarda ortaya koymuşlardır. Kanser hastalarının bu hastalık sürecine başlangıçta tanının nasıl söylendiği, yanlarında yakınlarının bulunup bulunmadığı, bulunan yakınlarının davranışları, kötü haberi alış şekilleri, kötü haberi aldıkları mekan, vs. gibi birçok değişkenin tanı sonrası hastaların hastalığa psikososyal uyumlarında etkili olduğu ve tanı anının tanıdan yıllar geçmesine rağmen hastalık sürecinde kendilerini etkileyen ve unutamadıkları an olduğu, oturumlardan çıkan önemli sonuçlardandır. Çalışmadan elde edilmiş olan sonuçlar ilgili literatür çerçevesinde bireysel vaka örnekleri de paylaşılarak aktarılacaktır. Ref No: P-647 PALYATİF RADYOTERAPİ ALAN KEMİK METASTAZLI HASTALARDA BİLGİLENDİRME ODAKLI AĞRI VE DEPRESYON DEĞERLENDİRMESİ Melek Abca Yılmazer, Ülgen Okyayüz Ankara Numune Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği Ankara Üniversitesi Sosyal Psikiatri Bilim Dalı Bu çalışma Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyosyon Onkolojisi kliniğinde gerçekleştirilmiştir. Hastaların tümü kemik metastazı olan palyatif radyoterapi endikasyonu konmuş hastalardır. Denek grubu 40 hastadan kontrol grubu 5 hastadan oluşmuştur. Bu çalışma kemik metastazlı ileri evre kanser hastalarında ağrı ve depresyon ilişkisini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Diğer bir amacı ise hastaların kanser ağrısını algılama düzeylerini değerlendirmektir. Bu amaç çerçevesinde tedavi ekibi tarafından hem denek hem de kontrol grubuna ağrı şiddetine göre, uygun analjezik tedavi verilmiş ve uygun radyoterapi protokolü uygulanmıştır. Tüm hastalara radyoterapi hakkında bilgilendirme kitapçığı verilmiş ve hastalardan aydınlatılmış onam alınmıştır. Denek grubu olarak ele aldığımız gruba kontrol grubundan farklı olarak; gevşeme, nefes egzersizleri ve bilişsel terapi olarak psikolojik ağrı kontrol yöntemleri ve yarı yapılandırılmış görüşme formu uygulanmıştır. Denek grubu ve kontrol grubunu karşılaştırmak için ağrı şiddetini değerlendirmek amacıyla VAS ağrı skalası ve depresyon değerlendirmesi için Beck Depresyon Skalası kullanılmıştır. Tedavi sonrası BECK düzeyleri yönünden ise gruplar arasında anlamlı bir fark görülmüştür. Buna göre kontrol grubundaki gözlemlerin BECK düzeyleri denek grubuna göre daha yüksek bulunmuştur. Ağrı ve depresyonla ilgili yapılan çalışmalarda farmakolojik yöntemlerin yanında psikolojik yöntemlerin kullanılması önerilmektedir. Ref No: P-648 KANSERDE UNUTULMAMASI GEREKEN BİR ÖLÜM NEDENİ; İNTİHAR - OLGU SUNUMU Arzu Oğuz, Dilşen Çolak, Gökşen İnanç İmamoğlu Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Kayseri Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Ankara Giriş: Kanser, ileri evre ve özellikle terminal dönemdeki hasta ve hasta yakınları için belirgin ızdırap ve başta depresyon olmak üzere psikososyal sıkıntıya ve hayat kalitesinde azalmaya yol açan bir süreçtir. Kanser tanısı olan hastalardaki major ölüm nedenlerinden biri olmasa da, bu hasta grubunda intihar eğilimi normal popülâsyona göre artmıştır. Tüm kanser ölümlerinin %0. sini oluşturduğu çalışmalarla ortaya konmuştur. Kanser hastalarında intihar riski normal popülasyona göre yaklaşık. kat yüksek tespit edilmiştir. Son dönemdeki geniş ölçekli çalışmalarda, kanser tanısından sonraki ilk haftada (RR:.6) daha belirgin olmak üzere ilk yılda (RR:.) intihar riski belirgin yüksek bulunmuştur. Takip eden yıllarda normal popülasyona göre halen yüksek intihar eğilimi gözlense de risk takipte giderek azalmaktadır. İleri yaş, erkek cinsiyet, kötü prognozlu tümör varlığı, performans durumunun kötü olması, sosyal desteğin yeterli olmaması, anksiyete ve posttravmatik stres bozukluğu mevcudiyeti kanser hastalarında intihar riskini arttıran faktörlerdir. Burada metastatik akciğer kanseri tanısı ile takipte iken intihar etmiş bir vaka sunulmuştur. Olgu: 5 yaşında erkek hasta sol akciğerde kitle nedeni ile başvurdu. Mevcut kitleden alınan patoloji sonucu adenokarsinom ile PSİKOSOSYAL ONKOLOJİ Susesi Otel, Antalya 5

PSİKOSOSYAL ONKOLOJİ POSTER BİLDİRİLER uyumlu idi, immünhistokimyasal boyamalarda ise TTF- ile pozitif boyanma tespit edildi. Evreleme tetkiklerinde karşı akciğerde multipl metastatik nodüller tespit edildi ve Evre 4 olarak değerlendirilen hastaya palyatif kemoterapi (KT) planı yapıldı. Takipte Temmuz 0 de kranial metastazlar tespit edilen hastaya, palyatif kranial RT ve sonrasında ikinci basamak KT planı yapıldı. Mayıs 0 de akciğerdeki lezyonlarda progresyon tespit edilince (EGFR mutasyonu idi) tedaviden beklenen yarar oranları ve hastalığın muhtemel gidişi konusunda hasta ile görüşüldü ve hasta tedavi konusunda çok istekli olduğundan palyatif. basamak tedavi planı yapıldı. Ara değerlendirmede, pankreas komşuluğunde ve sol sürrenalde yeni gelişen metastazlar ve akciğerdeki lezyonlarda progresyon tespit edildi. Kranial MR da lezyonlarda artış yoktu. Bu dönemde sırtta ağrı şikayeti olan hastada ağrı palyasyonu için tedavisi düzenlendi ve takipte ağrı kontrolü sağlandı. Psikolojik destek açısından konsülte edilen hastada psikopatoloji tespit edilmediği belirtildi. Bu süreçte hasta tedavi konusunda çok ısrarcı olduğundan yeni tedavi planı yapıldı ve kür tamamlayan hastanın tanının 8. Ayında evinde intihar ettiği öğrenildi. Tartışma: Akciğer kanserinde intihar riskinin belirgin arttığı gösterilmiş olsa da, vakamızın yaşı ve tanının 8. ayında intihar etmiş olması literatürdeki verilerle uyumsuz gözükmektedir. Hastanın takibi boyunca tedavi konusunda çok istekli olması, kuvvetli bir dini inancının olması, sosyal desteğinin sağlam olması ve kontrol edilemeyen semptomunun olmaması da beklenen dışı bir intihar olduğunu düşündürmüştür. Bu nedenle intihar riski kanserli hastalar için hep akılda tutulmalıdır. Ref No: P-649 KANSER HASTALARININ HASTALIK ALGISI VE KANSER TEDAVİSİNE İLİŞKİN İNANIŞLARI İLE İLİŞKİSİ Fatma Öztürk, Mutlu Akkurt, Şeref Kömürcü, Nilüfer Erkin, Gökçen Atılboz Bayındır Hastanesi,Medikal Onkoloji,Ankara Hastanın yaşadığı belirtiler, hasta tarafından algılanan zaman ve olası nedenler, hastalığın yaşam ve duygular üzerindeki etkileri, hastanın hastalık üzerindeki kişisel kontrolü ve tedaviler hakkındaki inanışları hastalık algısını oluşturmaktadır. Bu araştırmanın amacı kanser hastalarının hastalık algısını değerlendirmek ve kanser algısı ile kanser tedavilerine ilişkin inanışlar arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. Veriler bir tıbbi onkoloji kliniğinde ayaktan tedavi alan kanserli 5 hastadan (9 kadın ve erkek, yaş ortalaması = 58.) toplanmıştır. En sık görülen üç tanı akciğer kanseri (n=), meme kanseri (n=) ve kolon kanseridir (n=0). Hastalara Hastalık Algısı Ölçeği (HAÖ) verilmiştir. Veri toplama halen devam etmektedir. Yapılan ara analizden elde edilen sonuçlarda kanser hastaları arasında teşhis aldıktan sonra geçen zaman ile hastalığın bazı nedenleri (psikolojik atıflar, risk faktörleri ve bağışıklık) açısından anlamlı farklar bulunmuştur. Ayrıca HAÖ nin faktörleri arasında anlamlı korelasyonlar bulunmuştur. Hastanın hastalık üzerindeki kişisel kontrolü ve zaman algısı ile tedaviler hakkındaki inanışları arasında ve hastalığın algılanan sonuçları ile hastanın duygusal temsilleri arasında korelasyon vardır. Sonuç olarak hastaların kanser algısı tıbbi ekip tarafından planlanan tedavinin faydalarını algılamalarını etkileyebilmektedir. Ref No: P-650 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ HUZURLU ÖLÜM ORTAMI OLARAK HOSPİSLER VE BİR HOSPİS DENEYİMİ OLARAK HOSPİCE CASA SPERENTEİ Sibel Doğan İstanbul Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, İstanbul «Ölüm insanoğlunun bugünkü algı sınırları içinde bilebildiği tek mutlak gerçek ve en büyük bilinmeyendir». Ölüm her zaman bizimle hayatımızın içinde olmuş ve olmaya da devam edecektir. İnsanoğlu ortaya çıkışından beri ölüm üzerinde düşünmüş ve onun gizemlerini bulmaya çalışmıştır. Ancak her insan, ölüme farklı anlamlar vermiştir. Ölüm düşüncesi kimi için stres kaynağı iken, kimi için stresten kurtulma yoludur. Kimine göre ölüm bir yok oluş iken, kimine göre de ölümsüz bir hayata başlamaktır. Ölüm, insan hayatının önemli bir safhasıdır. İnsanın doğumu ve ölümü kendi elinde olmayan ve kendisi açısından kontrol edilemeyen bir olaydır. Günümüzdeki hızlı değişim ve gelişmeler, ölüm karşısında insanların korkusunu ortadan kaldırmamıştır. Sağlık açısından bakıldığında; son yıllarda tıp alanında önemli gelişmeler olmasına rağmen hala Kanser gibi bazı hastalıklar ölümcül olmaya devam etmekte ve bu nedenle bireylerin yaşamları dramatik bir şekilde sona erebilmektedir. Tedavi edici yaklaşımların tükendiği kanser hastaları başta olmak üzere; tedavi süresince ya da ölüm anına kadar ve sonrasında yas sürecinde, hasta ve yakınlarının fiziksel ve psikososyal gereksinimlerinin karşılanması anlayışı giderek önem kazanmaktadır. Yaşamlarının son günleri ya da aylarını yaşayan birey için, ağrı ve rahatsızlık verici belirtilerinin giderildiği, özerkliğini koruyabildiği, güvenilir ve yakınlarının bulunabildiği bir ortamda ölebilmek oldukça önemlidir. Günümüzde hospis denilen kurumlarda terminal dönemdeki hastalar yaşamlarının son dönemlerini ağrısız ve konforlu bir şekilde ve aile üyelerinın de dahil edildiği bir çevrede geçirebilmektedirler. Hospisteki temel amaç, tıbbi hiçbir girişim ve müdahalenin katkı sağlamayacağı belirlenen bireyi «yaşamının son evresine kadar» yaşam kalitesi eşliğinde iyi bir ağrı ve belirti kontrolüyle palyatif bakım felsefesine uygun olarak desteklemektir. Profesyonel bir ekip tarafından verilen bu bakım destekleyici bir bakımdır. Tedavi edici bir yaklaşım değildir. Hospislerde ömrün ne yoğun tedavilerle (makinelere bağlı olarak) uzatılması ne de aktif olarak kısaltılması istenir. Bir hospis hastasının beklenen yaşamı 6 ay ya da daha azdır. Hospis yaklaşımı, ölümcül hastalara ve onların ailelerine kapsamlı bakım sağlayan, hastaların insan onuruna uygun ölümüne yardım etmeye ve ailelere yas sürecinde de destek olmaya yönelik bir yaklaşımdır. Hospisler ev ortamına uygun biçimde düzenlenmektedirler. Böylece, hastalar ev ortamı koşullarında gerekli bakımı alarak, son dönemlerini ağrısız, huzur içinde geçirmektedirler. Araştırmacının çalışma deneyimini gerçekleştirdiği Hospice Casa Sperantei ileri evrelerde tedavisi mümkün olmayan hastalığa sahip bireylerin bakımı için, İngiliz Perolls Graham ın girişimiyle, 99 yılında Romanya da kurulmuş Romen-İngiliz ortaklığına dayalı, kar amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşudur. Hospice Casa Sperantei, Palyatif bakım alanında Doğu Avrupanın ilk ve en başarılı tescilli palyatif bakım merkezidir. 5 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER DİGER Ref No: P-65 PREOPERATİF KEMORADYOTERAPİ UYGULANAN REKTUM KANSERLİ OLGULARDA EPA İÇEREN ORAL NÜTRİSYONEL SÜPLEMAN KULLANIMININ YAN ETKİLER, YAŞAM KALİTESİ VE TEDAVİ SONUÇLARI ÜZERİNE ETKİSİ: KONTROLLÜ, KLİNİK ÇALIŞMA Diclehan Kılıç, Yücel Pak, Mehmet Oğuz Gazi Üniveristesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Bilim Dalı Amaç: Bir omega- derivesi olan eikosapentaenoik asitin (EPA); antiinflamatuar, antitümöral özelliklere sahip olduğu bilinmektedir. Kanserde malnütrisyonun tedavisi ve önlenmesinde oral nütrisyonel süpleman (ONS) formunda yaygın olarak kullanılmaktadır. Pelvik kemoradyoterapiye (KRT) bağlı gastrointestinal (Gİ) yan etkilere sistemik inflamasyon neden olmaktadır. Lokal ileri evre rektum kanseri (LİERK) (T/4 ve/veya N+) nedeniyle uygulanan preoperatif KRT sırasında EPA içeren ONS kulanımının tedaviye bağlı toksisite, yaşam kalitesi, tümör cevabı ve sağkalım üzerindeki etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. Yöntem: Bölüm protokolümüze uygun preoperatif KRT programındaki hastalardan tanı anında EPA lı ONS başlatılan (x40 ml kutu/gün) 40 LİERK olguya (Grup EPA) ait KRT toksisitesi (RTOG, mlent-soma), yaşam kalitesi (YK, EORTC QL C0, CR8), beslenme durumu (SGA), patolojik tam yanıt (pty), hastalıksız sağkalım (HS) ve genel sağkalım (GS) verileri hiçbir ürünün kullanılmadığı benzer klinikopatolojik özellikteki 40 kontrol hastası (Grup K) verileri ile kıyaslanmıştır. İstatiksel analizlerde ki-kare testi ve gereğinde ilgili parametrik olman testler kullanılmıştır. Sağkalım eğrileri Kaplan-Meier ile çizilmiş ve log-rank ile kıyaslanmıştır. Cox proportional hazards model le çok değişkenli analizler yapılmıştır. Bulgular: Gruplar arasında başlangıç klinikopatolojik ve tedavi parametreleri açısından fark saptanmamıştır. EPA ve K gruplarında KRT toksisitesi olarak Grad ve üzeri diare sırasıyla %55 ve 80 (p=0.0) ve Gİ toksisite %40 ve 9 (p=0.00) oranlarında saptanmıştır. KRT sonunda EPA grubunda %6 ve K grubunda % oranında malnütrisyon (SGA B/C) bulunmuştur. Her iki grubun başlangıç YK skorları benzer olmasına rağmen, KRT sonunda hem fonksiyonel hem de semptom skorlarında Grup EPA lehine anlamlı fark tespit edilmiştir. Grup EPA ve K da pty oranları sırasıyla %7 ve 0 dir. HS ve GS, EPA lehine istatiksel anlamlı daha iyi saptanmıştır (p<0.000 her ikisinde de). pty ve anjiolenfatik invazyon durumu HS ve OS üzerine etkili prognostik faktör olarak saptanmıştır. Lokal rekürrens riski EPA grubuna kıyasla kontrol grubunda 4 kat daha fazla bulunmuştur. Sonuç: EPA içeren ONS, antiinflamatuar etki ile rektal kanserli olgularda KRT toksisitesini azaltmada ve yaşam kalitesini korumada etkin bulunmuştur. Aynı ürünün muhtemel antitümöral etkileri sonucu pty oranlarında dolayısıyla HS ve GS oranlarında artma sağlanmıştır. Literatürde ilk olan çalışma sonuçlarının daha ileri geniş araştırmalara yön verici tarzda olduğu düşünülmektedir. 8- Eylül 0 de Barselona da düzenlenen 54th European Society of Parenteral and Enteral Nutrition Congress toplantısında bildiri olarak sunulmuştur. Ref No: P-65 KEMİK METASTATİK HASTALARDA ZOLEDRONİK ASİT İNFÜZYONUYLA GELİŞEN ARİTMİLER Ozan Yazıcı, Sercan Aksoy, Özgül Uçar, Nuriye Özdemir, Mehmet Ali Nahit Şendur, Zafer Arık, Mevlüt Demir, Şebnem Yaman, Doğan Uncu, Nurullah Zengin Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümü, Ankara Hacettepe Üniversitesi Medikal Onkoloj Bölümü, Ankara Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Bölümü, Ankara Giriş: Zoledronik asit (ZA) osteoporozda ve kemik metastatik kanser hastalarında yaygın olarak kullanılan en önemli bifosfonatlardan birisidir. Bazı çalışmalarda bifosfonatların artmış atrial fibrilasyon riskiyle ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada ZA infüzyonu sırasında ve hemen infüzyon sonrası erken dönemde gelişen aritmileri değerlendirmeyi amaçladık. Materyal-Metod: Kemik metastatik 5 hasta çalışmaya dahil edildi. ZA ilk dozunun uygulandığı gün tüm hastalara 4 saat Holter monitorizasyonu yapıldı. Tüm hastalara ZA infüzyonundan önce bazal kardiak ritmi değerlendirmek için 4 saat ve infüzyondan sonra yaklaşık 9 saat Holter kaydı yapıldı. Demografik ve özgeçmiş bilgileriyle ilgili kısa form dolduruldu. Hiç bir hastada ZA infüzyonundan önce önemli klinik aritmi saptanmadı. Aritmiler supraventriküler ve ventriküler olmak üzere ikiye ayrıldı. ZA infüzyonu öncesinde, sırasında ve sonrasında gelişen aritmiler, iki farklı kardiyolog tarafınca değerlendirildi. Tüm hastalara 5 dakikada 4 mg ZA infüzyonu uygulandı. Bulgular: Hastaların ü (6,5%) erkek ve 9 u (6,5%) kadındı. Hastaların medyan yaşı 5 di (7-7). En sık meme (5%) ve akciğer (5,%) kanseri mevcuttu. On iki (%) hastada mediastinel radyoterapi öyküsü vardı. Üç hastada geçirilmiş miyokard enfarktüsü öyküsü vardı. Bazal kayıtlarda 4 hastada supraventriküler taşikardi (SVT) ya da ventriküler prematüre sistol (VPS) saptandı. İnfüzyon periodu esnasında onbeş hastada SVT ve 4 hastada VPS tespit edildi. İnfüzyon sonrası 9 saatlik kayıt döneminde 48 hastada SVT ve 4 hastada VPS saptandı. Sadece hastada infüzyon sonrası dönemde aritmi saptanmadı. İnfüzyon sonrası dönemde üç hastada sinüzoidal aritmi ve iki hastada Mobitz tip blok saptandı. Bunlara ilaveten hiç bir komorbit hastalığı bulunmayan ve bazal kayıtlarında SVT görülen bir hastamızda; 7.doz ZA infüzyonundan 0 gün sonra medikal kardioversiyona dirençli atrial fibrilasyon gelişti. Sonuç: Bu çalışmada ZA alan kanser hastalarında ilk infüzyondan sonra hem SVT ve hem VPS artış olduğu gösterildi. ZA klinik olarak önemli aritmileri tetikliyor olabilir. Ref No: P-65 SİLİKON MATERYAL ÇEVRESİNDE RADYASYON TARAFINDAN İNDUKLENEN KAPSUL FORMASYONU ÜZERİNE PLATELET RİCH PLAZMA(PRP) İLE ZENGİNLEŞTİRİLMİŞ YAĞ DOKU KÖKENLİ STROMAL VASKULER FRAKSİYONUN ETKİSİ Ayşe Özlem Gündeşlioğlu, İrfan İnan, Yılmaz Tezcan, Hatice Toy, Dilek Emlik 4, Murat Aktan 5, Selçuk Duman 5 Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Plastik, Rekonstruktif Ve Estetik Cerrahi Bilim Dalı Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Patoloji Bilim Dalı Konya 4 Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Radyoloji Bilim Dalı Konya 5 Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Histoloji Bilim Dalı Konya Giriş: Meme implantı etrafında kapsul kontraktürü kozmetik ve rekonstruktif meme büyütme ameliyatlarından sonra gelişen iyi Susesi Otel, Antalya 5

DİGER POSTER BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ bilinen bir klinik bir tablodur.kapsul kontraktürünün gelişim mekanizması halen tam olarak bilinmemekte olup birçok farklı tedavi yöntemi denenmiştir.bu çalışmamızda silikon yerleştirilen ratlarda radyoterapi uygulanmasını takiben implante edilen biomateryaller etrafında yağ doku kökenli stromal vaskuler fraksiyon ile PRP kombinasyonunun, protez poş ve çevresine verilmesi sonrası kapsul kontraktürüne etkilerini araştırdık. Materyal-Metod: Çalışma 50-50 gr ağırlığındaki erişkin 0 adet dişi wistar albino cinsi ratlarda yapıldı. adet ratını her iki ingunial bölgedeki yağ yastıkçıkları çıkarılıp, elde edilen yağ greftlerinden yağ doku orjinli stromal vaskuler fraksiyon ve aynı ratların kanlarından PRP elde edildi. Ratların herbirinin dorsal bölgesine yapılan,5 cm lik transvers cilt insizyonu ve tunelizasyon sonrası her iki taraf kutanöz maksimus kası altında oluşturulan poşlarax cm boyutlu silikon materyaller yerleştirildi.silikon materyal yerleştirilen doku alanlarına vücudun diğer kısımları korunarak tek fraksiyon elektron demeti ışınlama tekniği ile 0 Gy radyasyon uygulanıp hemen ardından herbir ratın sağ tarafındaki silikon materyal çevresindeki poş ve çevre dokulara,yağ doku kökenli stromal vaskuler fraksiyon ve PRP karışımı enjekte edildi. Operasyon sonrası 0. Günde silikon çevresinde gelişen kapsül kontraktürü makroskobik olarak fotoğraflanıp, daha sonra ultrasonografik olarak görüntülendi. Sonra her iki taraf silikon materyal yerleştirilen bölgeler yapılan insizyonlarla silikon ve çevresindeki kapsül içerecek şekilde çıkartılıp histopatolojik incelemeye gönderildi. Kapsül kalınlığı ve inflamatuar hücre sayısı ölçülerek kök hücreve PRP karışımını kapsül gelişim üzerindeki etkileri araştırıldı. Bulgular: Postoperatif 0. Gün yapılan sakrifikasyon sonrası fizik muayenede makroskobik olarak deney grubunda kapsul yapısı kalın ve damarlanmanın artmış olduğu, kontrol grubunda ise daha ince ve damarlanmanın daha az olduğu görüldü. Ancak ultrasonografik incelemde deney grubunun ortalama kapsul kalınlığı, mm kontrol grubunda ise,5 mm olarak bulunurken istatistiksel olarak anlamlı fark bulunamdı. Histopatolojik incelemede ise deney grubunda kapsul kalınlığı ortalama 9,87 um kontrol grubunda se 6,66 um olarak bulunurken istatistiksel oalrak kapsul kalınlığı ve selularite açısından anlamlı bir fark bulunamamıştır. Sonuç: Bu çalışmada elde edilen sonuçlar ışığında yağ doku kökenli kök hücrelerin yaşabilirliliği ve fonksiyonu için, yağ grefti ile hazırlanan yapı iskelesi içinde uygulanması gerekmektedir. Şekil. spesmenin immunohistokimyasal boyanması A: deney grubunun CD7 ile negatif görünümü B: aynı görünümün büyütülmüş hali C: deney grubunda CD90 ile görünümü D:aynı görünümün büyültülmüş hali E: deney grubunun CD05 ile görünümü F:aynı görünümün büyültülmüş hali G: kontrol grubunun CD7 ile negatif görünümü H:aynı görünümün büyültülmüş hali I-J: kontrol grubunun CD90 ile negatif görünümü K: kontrol grubunun CD05 ile negatif görünümü Şekil. Postoperatif 4. haftada alnan örneklerin histolojik kesitlerinde sağ tarafta SVF+PRP uygulanan, sol tarafta ise uygulanmayan kapsul dokuları. sağ tarafta sol tarafa göre ince ve yoğun kapsul formasyonu izlenmekte Tablo. kapsul kalınlıkları Sağ taraf Sol taraf P değeri Kapsul kalınlığı (U) 9,87 6,665 0.7 USG de kapsul kalınlığı,547,4059 0.90 Tablo. selularite ve neovaskularizasyon Sağ taraf Sol taraf P değeri Neovaskularizasyon,447,059 0.5 Fibroblast 4,684 4,85 0.88 Nötrofil,88,0706 0. 54 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER DİGER Ref No: P-654 YÜKSEK RİSKLİ MEME KANSER VAKALARINDA BRCA VE BRCA GENLERİNE AİT BÜYÜK GENOMİK YENİDEN DÜZENLENMELERİN (LGR= LARGE GENOMİC REARRANGEMENTS) ARAŞTIRILMASI Seda Kılıç, Özge Şükrüoğlu, Mehmet Nejat Dalay, Hülya Yazıcı İ.Ü.Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Ana Bilim Dalı, Kanser Genetiği Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Meme kanseri, kadınlarda görülen kanserlerin % ünü oluşturmaktadır. Bu hastalığa yakalanan kadınların %40 ı, hastalık sebebiyle hayatını kaybetmektedir. BRCA/ genlerine ait mutasyon ya da gen yeniden düzenlenmelerinin ailesel meme/over kanser sendromu taşıyan kişilerde belirlenmesi son derece önemlidir. Türk Over kanser vakalarını kapsayan bir çalışmada, BRCA geninde 5 büyük bölge delesyonu ile büyük bölge duplikasyonu bildirilmiş ve bu mutasyonların ailesel over kanser vakaları için Türk toplumuna özgü olduğu ileri sürülmüştür. Türk Populasyonundaki ailesel over kanserine ait olduğu ileri sürülen genomik yeniden düzenlenmelerin (LGR= Large Genomic Rearrangement) yüksek riskli Türk meme kanser olguları için de geçerli olup olmadığı henüz bilinmemektedir. LGR lerin literatürde bulunma oranı çok düşük olduğundan BRCA/ rutin gen taramalarında genellikle sadece dizi analizi yöntemi kullanılmaktadır ve dizi analizi yöntemi LGR değişikliklerini tespit edemediğinden, yüksek riskli meme kanseri vakaları için bu tür büyük gen delesyon ya da duplikasyonlarının Türk populasyonundaki frekansı bilinmemektedir. Çalışmanın amacı, yüksek riskli Türk meme kanseri vakalarında BRCA/ genlerindeki LGR lerin araştırılmasıdır. Gereç-Yöntem: Çalışmamızda 0-0 yılları arasında İ.Ü.Onkoloji Enstitüsü, Kanser Genetiği polikliniğine başvurmuş, BRCA/ test endikasyonlarını sağlayarak teste dahil edilmiş 00 hastadan alınan periferik kan örneklerinden izole edilen genomik DNA larda LGR ler Multiple Ligation Probe Assay (MLPA ) yöntemi ile araştırılmıştır. BRCA geni için P00 ve P087, BRCA geni için P045 ve P077 prob setleri kullanılmıştır. Test sonuçları Coffalyser programı ile analiz edilmiştir. Bulgular: 00 yüksek riskli meme kanser hastası BRCA/ genlerine ilişkin LGR ler açısından incelenmiştir. 00 yüksek riskli meme kanser vakası her iki gen için iki farklı probla taranmış ve toplam 800 test sonucunda, BRCA ve BRCA genlerinde herhangi bir büyük gen yeniden düzenlenmesine rastlanmamıştır. Sonuç: Çalışmamızda, ailesel over kanserli Türk hastalara özgü olduğunu bildirdikleri büyük delesyon ve duplikasyonlara ailesel ve yüksek riskli meme kanser vakalarında rastlanmadığı saptanmıştır. Bu çalışma, İstanbul Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından desteklenmiştir. Proje No: 95. Şekil. BRCA normal MLPA analizi sonuç grafiği Şekil. BRCA normal MLPA analizi sonuç grafiği Ref No: P-655 SOLİD TÜMÖRLÜ HASTALARDA HEPATİT B VE C PREVELANSI; TEK MERKEZ DENEYİMİ Arzu Oğuz, Fatma Aykaş, Samet Karahan, Dilek Ünal, Mustafa Başak, Emine Uslu, Ahmet Karaman 4 Kayseri EAH, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Kayseri Kayseri EAH, İç Hastalıkları Kliniği, Kayseri Kayseri EAH, Radyasyon Onkoloji Kliniği, Kayseri 4 Kayseri EAHi Gastroenteroloji Kliniği, Kayseri Giriş: Ülkemizde Hepatit B virüsü(hbv) ve Hepatit C virüsü (HCV)seropozitiflik oranları sırasıyla %,4-%8 ve %,-4 arasında bildirilmiştir. Onkolojik tedavi almakta olan HBV veya HCV pozitif hastalarda sadece hematolojik malignitelerde değil, başta meme kanseri olmak üzere solid tümörlerde de viral reaktivasyon oluşabileceği çalışmalarla gösterilmiştir. 990 ların sonlarında HBV pozitif kanser hastalarında kemoterapi alırken ALT yüksekliği görülmesi durumunda lamuvidin tedavisi uygulanmış ve HBV reaktivasyonunun kontrolünde etkin olabileceği gösterilmişse de, fatal reaktivasyon vakaları da bildirilmiştir. Son yıllarda HBV pozitif kanser hastalarında profilaktik lamuvidin kullanımının reaktivasyon oranlarında daha anlamlı iyileşme ile seyrettiği ortaya konmuştur. HCV pozitif kanser hastalarında ise halen önerilen bir profilaktik yaklaşım bulunmamaktadır. Çalışmamızda solid tümörlü hastalarda HBV ve HCV pozitiflik oranlarının belirlenmesi ve bu hastalarda klinik izlemin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Onkoloji Kliniğinde takip ve tedavisi yapılan toplam 990 kanser hastasının dosyaları retrospektif olarak tarandı. Tanı anında serolojik olarak hepatit belirteçleri kayıtlı olan toplam 94 vaka çalışmaya dahil edildi. Vakaların demografik verileri ve tanıları kayıt alındı. HBV ve/veya HCV pozitif vakalarda, çalışılmışsa HBV DNA ve HCV RNA değerleri, karaciğer fonksiyon testleri ve uygulanan tedaviler belirlendi. Sonuçlar: Vakaların 57 i (%6,5) kadın, 4 ü (%7,5) erkek ve ortanca yaş 56 idi. En sık tanılar 40 sinde (%4,9) meme, 6 sında (%,7) mide, 0 sinde (%,) kolon, 7 ünde (%7,9) akciğer, 48 inde(%5,) genitoüriner kanserler idi. Hbs ag pozitifliği toplam 40 (%4,4), Anti Hbs 6(%6,8) ve Anti HCV ise 6(%,8) hastada tespit edildi. Hbs pozitifliği tespit edilen vakalardan 8 inde HBV DNA pozitifti ve bunlardan kemoterapi planı yapılanlara tedaviden hafta önce lamuvidin başlanarak takibe alınmıştı. Takipte hiçbir hastada karaciğer değerlerinde yükselme tespit edilmedi ve kolon kanseri vakasında kemoterapi bitiminde yapılan kontrollerde HBV DNA negatifleştiği gözlendi. HCV pozitif hasta grubunda ise hastada HCV RNA pozitifliği mevcuttu ve vakaların birinde kanser tanısı anında karaciğer sirozu da tespit edildiğinden tedavi planı yapılmadı. hasta kanser tanısından yıl önce HCV pozitifliği nedeni ile tedavi almıştı ve HCV RNA sı tedavi başında negatif idi. Diğer Susesi Otel, Antalya 55

DİGER POSTER BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ hastalar sıkı karaciğer fonksiyon testi takibine alındı ve hiçbirinde yetmezlik tablosu gözlenmedi. Tartışma: Çalışmamızdaki HBV ve HCV pozitiflik oranları daha önceki çalışmalarda belirtilmiş olan verilerle uyumlu gözükmektedir. Takipte olan ve kemoterapi uygulanmış olan hastalarımızdan hiçbirinde reaktivasyon gözlenmemiştir. Özellikle kemoterapi planı yapılacak olan hastalarda lamuvidin profilaksisi, hem reaktivasyon oranlarında hem de HBV ilişkili morbidite ve mortalitede belirgin azalma ile seyretmektedir. Ref No: P-656 ANTRASİKLİN TEDAVİSİ KULLANAN HASTALARDA KARDİYOTOKSİSİTENİN SPECKLE TRACKİNG EKOKARDİYOGRAFİ İLE DEĞERLENDİRİLMESİ Atalay Doğru, Devrim Çabuk, Tayfun Şahin, İlhan Dolaşık, Süleyman Temiz, Kazım Uygun Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Kocaeli Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Kardiyoloji Anabilim Dalı, Kocaeli Amaç: Antrasiklin grubu kemoterapötikler birçok solid ve hematolojik kanser tedavisinde sıkça kullanılmaktadır. Tedavi nedenli gelişen kardiyak toksik etkiler ilaç kullanımını sınırlayan en önemli etkendir. Antrasiklinlere bağlı oluşan kardiyotoksisite akut, subakut ve kronik olabilir. Kardiyotoksisitenin erken dönemde tespit edilmesinde konvansiyonel ekokardiyografi tek başına yetersiz kalmaktadır. Biz bu çalışmada antrasiklin grubu ilaçlarla tedavi edilen meme kanseri ve lenfoma hastalarında erken dönemde kardiyak toksik etkileri speckle tracking ekokardiyografi (STE) ile açığa çıkarmayı, risk altındaki hastaları belirlemeyi hedefledik. Metod: Çalışmaya yeni tanı almış, antrasiklin içeren kemoterapi rejimi alması planlanan meme kanseri ve lenfoma hastaları alındı. Daha önceden kardiyotoksik ilaç kullanımı, meme kanseri veya başka nedenle göğüs bölgesine radyoterapi alma hikayesi, konjestif kalp yetersizliği, son yıl içerisinde myokard enfarktüsü hikayesi, protez kalp kapağı, ritm bozukluğu, başka kardiyak toksik ilaç kullanımı, ağır kronik hastalık hikayesi mevcut olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Çalışmaya alınan hastalara tedavi öncesi ve tedavi sonrası.ayda konvansiyonel ekokardiyografi ve speckle tracking ekokardiyografi yapıldı. STE ile otomatik fonksiyonel görüntüleme yöntemi ile longitudinal strain incelemesi yapıldı. Bulgular: Çalışmaya 5 meme kanseri, 5 lenfoma hastası alındı. Ejeksiyon fraksiyonu (EF) ve fraksiyonel kısalma değerlerinde yüksek doz antrasiklin(46 mg/m) tedavisi alan lenfoma grubunda düşük doz antrasiklin (68 mg/m) alan meme kanseri (MK) grubuna kıyasla anlamlı azalma saptandı. Toplam doz ile subklinik kalp yetersizliği arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki görüldü (p=0,04; odds oranı, (,5-,6)). Myokard performans indeksinde (MPI) her iki grupta tedavi sonrası artış tespit edildi (MK ve lenfoma için p değeri sırasıyla 0,00-0,004), fakat bu artışın doz ile ilişkisi saptanmadı. STE ile MK grubunda longitudinal strain değerlerinde bölgesel azalmalar görülmekle birlikte global strain değerlerinde fark saptanmadı. Lenfoma grubunda apikal uzun eksen, 4 boşluk ve global longitudinal strain değerlerinde anlamlı azalma saptandı (p değeri sırasıyla 0,00-0,04-0,004) (Şekil ). Kemoterapi sonrası EF değeri normal saptanan lenfoma hastalarının STE ile uzun eksen ve global longitudinal strain verileri anlamlı ölçüde azalmış tespit edildi (p değeri sırasıyla 0,0-0,05). Sonuç: STE ile antrasikline bağlı gelişen kardiyotoksisite sistolik fonksiyonlar bozulmadan, erken dönemde tespit edilebilmektedir. Şekil. Longitudinal peak sistolik strain değerlerinin boğa gözü paterni ile gösterimi A:normal peak sistolik strain görüntüsü B: EF değeri düşen bir lenfoma hastasının peak sistolik strain görüntüsü Ref No: P-658 MEDİKAL ONKOLOGLARIN LUMİNAL A TİPİ OPERE ERKEN EVRE MEME KANSERLİ HASTALARDAKİ TEDAVİ YAKLAŞIMI- ANKET ÇALIŞMASI Tarkan Yetişyiğit, Erdoğan Selçuk Şeber, Erkan Arpacı, Kaan Helvacı 4, Nilüfer Güler 5 Namık Kemal Universitesi Tıp Fakultesi Medikal Onkoloji Bölümü, Tekirdağ Tekirdağ Devlet Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü, Tekirdağ Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü,Adapazarı 4 Dr. Abdurrahman Yurtarslan Onkoloji Hastanesi Tıbbi Onkoloji, Ankara 5 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bölümü, Ankara Amaç: Ülkemizde son yıllarda medikal onkolog sayısı hızlı bir artış göstermiştir. Benzer olgulara tedavi yaklaşımı kurumlar arası farklılıklar gösterebilmektedir. Bu anket çalışmasında düşük riskli erken evre opere meme kanserli luminal A tipi hastaya tedavi yaklaşımının cinsiyet ve kurumlar arası; ve onkolojideki çalışma süresiyle farklılık gösterip göstermediğinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Çalışmada Medikal Onkoloji Uzmanı ve yandal asistanı olarak aktif olarak çalışan hekimlere 8 sorudan oluşan bir anket formu uygulandı. Sonuçlarımız için SPSS 7 sürümü kullanılarak genel dağılımları değerlendirildi. Gruplar arası farkın önemlilik testi için ki- kare ve fischer exact testi kullanıldı. Sonuçlar: Anketimize katılan hekimin %. i kadın ve %66.8 i erkekti. Ortanca yaş 40 olup dağılımı 0-60 yaş arasında değişmekteydi. Katılan hekimlerin %.8 i yandal asistanı olup %68. i uzman hekimdi. Hekimlerin %60.7 si Üniversitede Hastaneleri nde, %5 i Devlet Hastaneleri nde ve %4. ü Özel Hastaneler de çalışmaktaydı. Hekimlerin aylık yeni tanı opere erken evre meme kanserli hasta sayısı ortalama 6.4 olup ile 80 arasında değişmekteydi. Hekimlerin tedavi kararları için başvurdukları kılavuzlar sıklık sırasına göre NCCN, ESMO, Adjuvan-online, St-Gallen ve ASCO idi. Tedavi yaklaşımlarını değerlendirmek üzere hazırlanan. olguda (Luminal A tipi, premenopozal opere evre hasta) adjuvan tedavi olarak hekimlerin %7. i kemoterapiyi tercih ederken %7.9 u hormonal tedaviyi seçmişti. İkinci olguda (Luminal A tipi, postmenopozal opere evre hasta) adjuvan hormonal tedavi olarak hekimlerin %9. i tamoksifeni tercih ederken %80.9 u aromataz inhibitörünü tercih etmişti. Hekimlerin cinsiyeti, çalıştıkları kurum, yan dal asistanı veya uzman oluşu ile tedavi kararları arasında yapılan korelasyon analizinde istatistiksel anlamlılık saptanmadı (p>0.05). Hekimle-rin çalışma sürelerinin dağılımı 5 yıldan az %5.6, 5-0 yıl arası %7.9, 0-0 yıl arası %0.5 ve 0 yıldan fazla %8 idi. Çalışma süresi ile tedavi kararları arasında istatistiksel fark saptanmadı (p>0.05). Tartışma: Çalışmamızda düşük riskli erken evre meme kanserli hastalardaki adjuvan tedavi seçiminde cinsiyet, kurumlar ve onkolojideki çalışma süresi açısından farklılık olmadığını saptatık. Bu sonuç kabaca meme kanseri tedavisi açısından ülkemizde bir standartın olduğunu gösterebilir. 56 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER DİGER Ref No: P-659 TÜRKİYE DE ONKOLOJİ ALANINDAKİ KLİNİK ARAŞTIRMALARIN DURUMU Erdinç Nayır, Alper Ata, Süleyman Erdoğdu, Ali Arıcan Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Mersin Devlet Hastanesi Amaç: Türkiye de onkoloji alanındaki klinik araştırmaların durumunu, daha iyi ve nitelikli çalışmaların yapılmasını engelleyen problemleri ortaya koymayı amaçladık. Gereç-Yöntem: Çoktan seçmeli olarak adet anket sorusu hazırlandı ve internet ortamında Tıbbi Onkoloji alanında görev alan hekimlere yöneltildi. Verilen yanıtlar sanal ortamda depolandı ve analiz edildi. Bulgular: Ankete 5 hekim katıldı. Anket çalışmasına katılan hekimlerin yaş ortalaması 7, %59 u erkek, %4 i kadındı. %4 ü yan dal asistanı uzman hekim, %7 si uzman hekim, %6 sı yardımcı doçent, %9 u doçent, %4 ü profesör ünvanına sahipti. %50 si devlet üniversitesinde görev yapan hekimdi. Yıllık olarak SCI (Science Citation İndex) e giren yayın sayıları ortalama. dü. Hekimlerin hepsi, ülkemizde tıbbi onkologların klinik araştırmalara yeterli zamanı ayırmadığını belirttiler. %8 si klinik araştırmalara katıldığını, % si bu konuda herhangi bir eğitim almadığı yönünde yanıt verdiler. %98 i klinik araştırmalar ile ilgili bir eğitimin verilmesini ve bu eğitimin özellikle uzmanlık, yan dal uzmanlık eğitimi alan hekimlere verilmesinin gerekli olduğunu belirttiler. Klinik araştırmaların yapılmasında en önemli sorunlar ise, önem sırasına göre rutin hasta bakım hizmetlerinden dolayı yeterince zaman ayırılamaması, klinik araştırmalar için yeterli fiziksel (laboratuvar, bilgi işlem, vs) ve personel (sekreter, taşıyıcı, analiz uzmanı, vs) altyapısının yeterli olmaması, çalışma bütçesinin teminindeki zorluklar, etik kurul başvurularının ağır işlemesi ve hasta alımında güçlükler olarak yanıtlamışlardır. Yabancı dil yetersizliğini belirten hekimlerin %7 ini yan dal asistan hekimi ve onkoloji uzman hekimi oluşturmaktaydı. Sonuç: Avrupa da onkoloji alanındaki klinik araştırmaların ülkelere göre dağılımına bakıldığında ülkemizin nitelikli hekim potansiyeline göre birçok ülkenin gerisinde olduğu görülmektedir. Ülkemizde onkoloji alanındaki klinik araştırmaların artırılması için, sorunların çözülmesi gerekmektedir. Tablo. Avrupa da onkoloji alanındaki klinik araştırmaların ülkelere göre dağılımı Ref No: P-660 PRİMERİ TESPİT EDİLMEMİŞ METASTATİK KANSER İLE BAŞVURAN VE FDG-PET-BT TETKİKİ YAPILAN HASTALARIN DEĞERLENDİRİLMESİ; TEK MERKEZ SONUÇLARI Didem Şener Dede, Nilüfer Yıldırım Poyraz, Muhammed Bülent Akıncı, Umut Demirci, Gözde Tahtacı, Bülent Yalçın Ankara Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü Ankara Atatürk Eğitim Araştırma Hastanesi Nükleer Tıp Bölümü Amaç: Primeri henüz tespit edilmemiş metastatik kanser ile başvuran hastaların değerlendirilmesi onkoloji pratiğinin önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Yapılan tetkikler ile önemli bir kısım hastada primer odak bulunabilse de, vakaların yaklaşık %5 inde bir sonuca varılamaz. Bugün için, hastalığın primerini bulmaya yönelik yararı tam olarak belirlenmiş olmasa da PET-BT, bu noktada kullanılmakta olan tetkiklerden biridir. Çalışmamızda merkezimize primeri henüz tespit edilmemiş, ileri evre metastatik hastalık ile başvuran ve tanıya yönelik olarak PET-BT çekilen hastaların değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Merkezimize Ocak 009 ile Ocak 0 tarihleri arasında ileri evre hastalıkla başvuran ve primer odağı bulmaya yönelik PET-BT çekilen hastalar dahil edilmiştir. Hastalığın yaygınlığı, PET-BT ve biyopsi bulguları, primer odağa ait bulgular hasta dosyalarından retrospektif olarak elde edilmiştir. Sonuçlar: 9 hastanın dahil edildiği çalışmada hastaların tanı anındaki ortanca yaş 6 (d: - 80), kadın sayısı 4 (%5,9) erkek sayısı 5 (%64,) idi. Hastaların başvuru bulguları; %6,8 (n=4) hastada intrakraniyel kitleye bağlı nörolojik bulgular, %,7 (n=9) hastada iskelet sistemi ile ilgili ağrılar, %0,5 (n=4) hastada boyunda kitle, %0,5(n=4) hastada karında kitle, %,6 (n=) hastada patolojik fraktür olarak tespit edilmiştir. Hastalarda PET-BT ile patolojik tutulum olduğu gösterilen alanlar beyin, baş-boyun, toraks, abdomen ve kemik olarak sınıflandı. Buna göre hastaların 6 (%5,4) sında tek bölge tutulumu mevcutken, (%84,6) ünde ise birden fazla vücut bölgesinde tutulum izlendi. Hastaların %9, (n=5) kadarına doku tanısı konulabildiği; doku tanısının %60,5 (n=) hastada metastatik ya da primeri açısından şüpheli organdan, %5,8(n=6) hastada metastatik bir lenf nodundan, %5,8 (n=6) hastada ise vücut sıvıları ve kemik iliğinden elde edildiği gözlendi. Bu biyopsilerin 8 (%47,4) hastada PET-BT de tutulumu en yüksek olan alandan (lenf nodu veya organ) yapıldığı, 7(%44,7) inde ise tutulumu daha az olan alanlardan yapıldığı, malign doku elde etme oranı açısından her iki durum arasında bir fark olmadığı görüldü. Elde edilen doku örneklerine göre %4, (n=) hastaya metastatik akciğer, %0,5 (n=4) hastaya metastatik gastrointestinal sistem kanseri, % (n=8) hastaya metastatik genitoüriner sistem kanseri, %0,5 (n=4) hastaya metastatik başboyun tümörü tanısı konulmuştur. %,5(n=5) vakada ise dokuların ileri tetkiklere rağmen primer odak açısından kesin bir bulgu elde edilememiştir. Hastaların ortanca takip süresi 9 (d: - 9) ay olarak bulunmuştur. Tartışma: Primeri bilinmeyen metastatik kanserlerde, tanıya yönelik yapılacak fizik muayene, biyokimyasal kan analizleri, radyolojik ve patolojik tetkiklerin yanında seçilmiş vaklarda PET-BT tetkiki yardımcı bir yöntem olarak kullanılabilir. Susesi Otel, Antalya 57

DİGER POSTER BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Ref No: P-66 ESOGÜTF RADYASYON ONKOLOJİSİ MERKEZİ: MULTİPL PRİMER KANSER VAKASI DENEYİMİ Durmuş Etiz, Evrim Bayman, Bilgehan Şahin, Melek Akçay, Zübeyde Dalar Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Eskişehir Amaç: İlk multipl primer malign neoplazmı (MPMN) tanımlaması 889 yılında Billroth tarafından yapılmıştır. Son yıllarda görülme sıklığında artış olmuştur.bu artışın nedeni son yıllarda tarama olanaklarının artması ve tedavi modalitelerinin gelişmesi, uzun yaşam süresi ve artmış karsinojen maruziyeti olduğu düşünülmektedir.ilk primer malignite için almış olduğu tedaviler, alkol ve sigara gibi paylaşılmış risk faktörleri ve genetik yatkınlıklar diğer suçlanan faktörler arasında yer almaktadır. Bu retrospektif çalışmanın amacı Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı nda 005-0 yılları arasında takipli olan MPMN tanısı almış hastaların incelenmesidir. Gereç-Yöntem: 977 hasta incelenmiş ve hastada MPMN tespit edilmiştir. MPMN tanımlaması Warren ve Gates in kriterleri dikkate alınarak yapılmıştır. Primer kanserler arasında geçen süre <= 6 ay ise senkron, > 6 ay ise metakron olarak değerlendirilmiştir. Çalışmaya dahil edilen tüm hastaların yaşı, cinsiyeti, patolojik ve klinik evresi, tümör lokalizasyon ve histopatolojisi, tedavi yaklaşımı, ve genel sağkalımı değerlendirilmiştir. Bulgular: Vakaların 67 si (%54,5) erkek, 56 i (%45,5) kadındır. MPMN, 86 (%69,9) hastada metakron gözlenirken, 7 (%0,) hastada senkron olarak gözlenmiştir. Kliniğimizde MPMN görülme insidansı %, dir. MPMN tanısı alan hastalarda iki primer arası geçen süre medyan 48 (0-408) ay iken genel sağkalım medyan 7 (-49) aydır. En sık görülen MPMN primer yerleşim yeri sırası ile meme % (n=7), larenks %4,6 (n=8), akciğer %7, (n= 9), mesane %6,5 (n=8) ve mide %6,5 (n=8) dir. Senkron ve metakron tümör özellikleri Tablo- ve de özetlenmiştir.tüm gruplarda en sık MPMN birlikteliği larenks- akciğer (ilk primer kanser larenks n=8, ilk primer kanser akciğer n=) ve meme- endometirum (ilk primer kanser meme n= 7, ilk primer kanser endometrium n= ) kanserleridir. Sonuç: Takip süresince değerlendirmeler sadece primer tümörün nüksü veya metastazına yönelik olmamalı, meme kanserinde özellikle ikinci primer endometrium kanseri ve larenks kanserinde ikinci primer akciğer kanseri açısından vakalar yakın takip edilmelidir. Tablo. Senkron tümörlerde hasta karakteristikleri Tablo. Metakron tümörlerde hasta karakteristikleri Ref No: P-66 NÖROENDOKRİN TÜMÖRLERİN DEMOGRAFİK DAĞILIMI VE TEDAVİ SONUÇLARI Birsen Yücel, Nalan Akgül Babacan, Ayfer Ay Eren, Mehmet Fuat Eren, Turgut Kaçan, Seher Bahar, Mustafa Gürol Celasun, Saadettin Kılıçlap Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Nöroendokrin tümör vücudun herhangi bir yerinde nöroendokrin sistemden köken alan, lokalizasyonları ve salgıladıkları hormonlar nedeniyle farklı kliniklerle prezente olan, çoğunlukla benign seyirli olmakla birlikte agresif seyirli de olabilecek nadir tümörlerdir. Merkezimizde takip ve tedavi edilen nöroendokrin tümörlü hastaların demografik dağılımı ve sağkalımı etkileyen faktörlerin incelenmesi amaçlanmıştır. Yöntem-Gereç: 006-0 tarihleri arasında merkezimize baş vuran ve nöroendokrin tümör tanısı ile tedavi ve takip edilen hastalara ait demografik, klinik ve histopatolojik veriler hasta dosya ve hastane kayıtları incelenerek elde edildi. Analiz için sıklık testleri, Mann-Whitney U testi ve Kaplan-Meier ve Cox Regression analizi kullanıldı. Bulgular: Bu çalışmada 9 u (%48) erkek, i (%5) kadın toplam 40 hastanın verisi analiz edildi. Ortanca yaş 57 (7-4), erkeklerde 6 (-8), kadınlarda 50 (7-84) idi (p = 0,70). Sigara kullanımı 4 (%5), komorbidite 6 (%40), aile hikayesi 9 (%) hastada mevcuttu. Performans durumu: (%55) hastada ECOG-0, (%0) hastada ECOG-, 6 (%5) hastada ECOG- bulunmaktaydı. Tümörlerin yerleşim yerleri ve immünohistopatolojik boyanma özellikleri tablo de gösterilmiştir. Grade: 5 (%58) hastada grade, (%) hastada grade, 8 (%) hastada grade tümör bulunmaktaydı. Hastaların 8 inde (%0) evre I, 9 unda (%) evre II, 9 unda (%) evre III, 4 ünde (%5) evre IV hastalık vardı. Hastaların 5 ine (%6) cerrahi, üne (%58) kemoterapi, 8 ine de (%0) radyoterapi uygulandı. Ortanca takip süresi 9 ay (-84 ay) idi. Sonuç: Tüm hastalarda yıllık genel sağkalım %6, ancak ortanca yaşa ulaşılamadı. Sağkalımı cinsiyet (p = 0,007), performans durumu (p<0,00), evre (p<0,00) ve cerrahi uygulaması (p<0,00) hastaların sağkalımını etkileyen prognostik faktörlerdi. Ancak bağımsız prognostik faktörler saptanmamıştır. Tablo de sağkalımı etkileyen prognostik faktörler gösterilmiştir. 58 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER DİGER Tablo. Tümörlerin yerleşim yerleri ve immünohistopatolojik boyanma özellikleri Yerleşim yerleri Akciğer Meme Mide İnce barsak Kolorektum Appendiks Pankreas Prostat Primeri bilinmeyen Patoloji belirleyiciler Kromogranin (+) Kromogranin (-) Sinaptofisin (+) Sinaptofisin (-) Nöron spesifik enolaz (+) Nöron spesifik enolaz (-) Tablo Sağkalımı etkileyen prognostik faktörler Cinsiyet Erkek Kadın ECOG PS ECOG-0 ECOG- ECOG- Evre EvreI EvreII EvreIII EvreIV Cerrahi Yok Var Ref No: P-66 Hasta sayısı (%) 0 (5) 5 () 8 (0) (8) (8) 4 (0) (5) () 4 (0) 5 (89) () 8 (9) (7) (67) 6 () Hasta sayısı yıllık genel sağkalım P değeri 9 (48) (5) (55) (0) 6 (5) 8 (0) 9 () 9 () 4 (5) 5 5 85 94-00 8 75 0 86 0,007 <0,00 <0,00 <0,00 HASTANEDE TEDAVİ GÖREN KANSER HASTALARININ BESLENME DURUMLARININ SUBJEKTİF GLOBAL DEĞERLENDİRME (SGD) YÖNTEMİ İLE SAPTANMASI ÜZERİNE BİR ÇALIŞMA Aylin Çerçi, Dilşat Baş, Şeniz Öztürk Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Hastanesi, Diyet ve Beslenme Ünitesi, Ankara Amaç: Bu çalışmada; kanser tanısı nedeniyle hastaneye yatan hastaların beslenme durumları, subjektif global değerlendirme (SGD) ile saptanması amaçlanmıştır. Yöntem: Çalışma, hastanede tedavi gören 0-8 yaş grubu 0 erkek, 8-65 yaş grubu kadın olmak üzere toplam 4 kemoterapi verilmesi amacıyla hastaneye yatan hasta ile yürütülmüştür. Hastaların yaş ve genel özellikleri anket yöntemiyle doğrudan kendilerine sorularak elde edilmiştir. Hastaların vücut ağırlıkları (kg) ve boy uzunlukları (m) ölçülmüş ve Beden Kütle İndeksleri (BKİ-kg/ m) hesaplanmıştır. Plazma albumin değerleri hastane biyokimya laboratuvarında yapılan analiz sonuçlarından elde edilmiştir. Yapılan Subjektif Global Değerlendirme (SGD) sonucunda da hastalar A: iyi beslenmiş, B: hafif-orta dereceli malnütrisyonlu ve C: şiddetli malnütrisyonlu şeklinde sınıflandırılmıştır. Elde edilen verilerin analizleri SPSS 8.0 istatistik paket programında değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmaya; yaş ortalaması 5.±5. yıl olan 0 erkek, 4.±7. yıl olan kadın hasta katılmıştır. Erkek hastaların vücut ağırlığı ortalamaları 69.4±.6 kg, kadınların ise 54.9±0.7 kg olup; beden kütle indeksi (BKİ, kg/m) ortalamaları erkek hastalarda.7±4.9 kg/m, kadın hastalarda.0±4.4 kg/m bulunmuştur. Erkeklerin %6.7 si hafif-orta dereceli malnütrisyon, %0 u ise şiddetli malnütrisyon olarak değerlendirilmiş iken; kadınlarda bu oran sırasıyla %45.5 ve %7. tür. Buna göre; kadın ve erkek olmak üzere tüm hasta grubunda hafif-orta dereceli malnütrisyon oranının %9.0, şiddetli malnütrisyon oranın ise %4.6 olduğu görülmüştür. İyi beslenmiş hastalar (ara ver) ise %46. oranındadır. Hastaların %6 nda son 6 ayda ağırlık kaybı mevcuttur. Ağırlık kayıplarının ortalaması 9.8±9.9 (.0-50.0) kg ve ağırlık kayıp yüzdeleri %.9±0.08 (.-46.9) dur. Hastaların kan albümin değerleri ortalamaları ise;.6±0.68 (.7-5.0) g/dl dir. İyi beslenmiş hasta grubu; hafif-orta malnütrisyonu olan ve şiddetli malnütrisyonu olan hasta grubuyla karşılaştırıldığında, ağırlık kaybı (sırasıyla p=0.0, p=0.006) ve kan albümin değerlerinde (sırasıyla p=0.0, p=0.0) negatif yönde önemli bir korelasyon bulunmuştur. Sonuçlar: Kanser hastalarında malnütrisyon oranı yüksektir ve tedavi sürecinde beslenme desteğine ihtiyaç duyulmaktadır. SGD yöntemi ile beslenme durumunun değerlendirilmesi, onkoloji hastalarında malnütrisyon taramasında onaylanmıştır. Malnütrisyonun saptanması hastalara verilecek beslenme önerileri, beslenme tedavi planı ve takip sıklığını değiştirecektir. Hastaların doğru yöntemlerle beslenme durumlarının tespit edilmesi tıbbi beslenme planlarının doğru çizilmesi açısından önem taşımaktadır. Ref No: P-664 TÜRKİYE DE KANSER HASTALARININ RAMAZAN AYINDAKİ DAVRANIŞI Senem Karabulut, Rümeysa Çiftçi, İbrahim Yıldız, Serkan Keskin, Leyla Kılıç, Didem Taştekin, Faruk Taş İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Ramazan ayında oruç tutmak erişkin müslümalar için islamın farzlarından biridir. Biz çalışmamızda Ramazan ayında muayene ettiğimiz kanser hastalarının oruç tutanların veya oruç tutmayanlarının açlık durumlarını ayrıntılı değerlendirmeyi ve çeşitli klinik özelliklerini karşılaştırmayı amaçladık. Method: Çalışmamıza erişkin ve ayaktan takip edilen 70 kanser hastası alındı. Hastaların hastalığa ilişkin bilgileri tedavi dosyalarından kaydedildi. Onamları alındıktan sonra hastalara sorular yöneltildi ve cevapları kaydedildi. Bulgular: Hastaların 445 i kadın (%6.5) ve median yaş 54 idi. Kanser teşhisi öncesi %9.5 oruç tutuyorken teşhis sonrası bu oran %5 idi. Kanser teşhisi öncesi oruç tuttuğunu ifade eden hastaların %78. tüm Ramazan ayı boyunca oruç tuttuğunu ifade ederken en az bir gün oruç tuttuğunu ifade eden hastaların oranı %4.8 idi. Teşhis sonrası oruç tutan hastalardan tamamen oruç tuttuğunu ifade eden veya en az bir gün oruç tuttuğunu ifade eden hastalar arasında anlamlı bir fark tespit edilmedi (%7.4 vs %7.6). Oruç tutan hastaların klinokopatolojik özellikleri incelendiğinde kadınların (p=0.0), iyi performans statusuna (0-) sahip olanların (p=0.007), co-morbid hastalığı olmayanların (p=0.0), non-metastatik olanların (p=0.007), cerrahi öyküsü olanların (p=0.007), radyoterapi tedavisi almış olanların (p=0.09) ve mevcut kemoterapisini oral olarak alanların (p=0.00) daha fazla oruç tuttuğunu saptadık. Lenfoma (p<0.00), ürogenital kanser(p=0.00), meme kanser (p=0.06) teşhisi ile takip edilen hastaların akciğer (p=0.007), gastrointestinal kanser (p=0.004) teşhisiylen takip edilenlere göre deha fazla oruç tuttuklarını saptadık. Oruç tutma konusunu hekimine danışan hasta oranı Susesi Otel, Antalya 59

DİGER POSTER BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ %0.8 idi. Danışılan hekimlerin hastalarına yaptığı öneri %8. oruç tutmama yönündeydi ve hekimine danışan hastalar anlamlı olarak oruç tutmadılar (p=0.0). Sonuç: Kanser hastalarının büyük bir kısmı Ramazan ayında oruç tutmamaktadır ve çok küçük bir kısmı bu durumu hekimine danışmaktadır. Onkologlar, kanser hastalarına öneride bulunmada major rol oynayabilmelidirler. Ref No: P-665 PRİMERİ BİLİNMEYEN KANSER TANILI HASTA SONUÇLARIMIZ; BATI KARADENİZ BÖLGESİ Hüseyin Engin, Cemil Bilir, Sevil Uygun İlikhan, Yasemin Bakkal Temi, Namık Kemal Turhan Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Medikal Onkoloji, Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı, Zonguldak Giriş: Primeri bilinmeyen kanser (PBK) tüm kanserler içerisinde yaklaşık %5 yer tutmaktadır. Histopatolojik olarak heterojen bir grup olan bu kanserlerde en sık adenokarsinoma, skuamoz hücreli karsinoma, nöroendokrin tümörler ve kötü diferansiye kanserler olarak sayılabilir. PBK ler ile ilgili tedavi ve takip sonuçları ile literatürde yeterli sayıda veri olmamamsı sebebiyle Batı Karadeniz hasta profili ve tedavi sonuçlarımızı sunmayı amaçladık. Materyal-Metod: Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji kliniğinde tanı konulan ve tedavi gören, 005 ile 0 yılları arasındaki hastalarımızın sonuçlarını retrospektif olarak inceledik. Bulgular: Yedi yıllık takip süresince 9 erkek, 7 kadın hasta olmak üzere toplam 46 PBK hasta kliniğimizde tedavi almıştı. Hastaların yaş ortalaması 6 olup kadın erkek yaşları arasında da anlamlı fark yoktu (p=0.8). Patolojik tanı için alınan biyopsi bölgeleri; %0 karaciğer, %0 kemik, %0 yumşak doku ve lenf bezleri, %7 akciğer ve % diğer bölgelerdi. En sık patolojik tanı 4 hastada (%5) kötü diferansiye karsinoma, 8 hasta (%40) adenokarsinom metastazı, hasta (%6) skuamoz hücreli karsinoma ve (%) hasta nöroendokrin tümör metastazıydı. PBK de tümör belirteç yüksekliği sıklığı tablo de belirtildi. Toplam hasta en iyi palyatif bakımla takip edildi. Kalan 5 hasta ise çeşitli rejimlerde kemoterapi almıştı. En iyi palyatif bakım hastalarında ortanca genel sağkalım ay (-8) iken kemoterapi alan hastalarda 8,5 ay (-7) olup iki grup arasında sağ kalım açısından istatistiksel anlamlı fark vardı (p<0.000). En sık kullanılan rejim paclitaxel-carboplatin bazlı rejim olup tablo de özetlenmiştir. Sonuç: Primeri bulunamayan kanserler gerek tanı gerekse tedavi açısından heterojen bir grup göstermekte olup mortalitesi yüksektir. Ortanca sağkalım süresi literatürde - ay olarak belirtilmiş olup bizim çalışmamızda kemoterapi grubunda 8,5 aydı. Çalışmamızda adenokarsinoma alt patolojik tipi olan hastalar kötü diferansiye alt tipi olan kanser hastalarına göre kemoterapiden daha fazla fayda görmektedir ( aya karşın 7.5 ay). Hasta sayısının az olması sebebiyle kemoterapi rejimleri arasında karşılaştırma yapılamamakla birlikte FOLFOX ve Paclitaxel-Carboplatin-Etoposid rejimi daha tolerabıl bulunmuştur. Performansı iyi olan hastalarda taksan ve platin bazlı kemoterapi rejimleri bizim toplumumuzda da sürvi katkısı sağlamıştır. Tablo. Hastalara Verilen Kemoterapi Rejimleri Ref No: P-666 KANSERLİ HASTALARA KANSER TANISINI SÖYLEMENİN ZORLUĞU Hasan Mutlu, Abdullah Büyükçelik, Tuncay Aslan, Abdülsamet Erden, Zeki Akça 4 Tıbbi Onkoloji, Kayseri Acıbadem Hastanesi, Kayseri Tıbbi Onkoloji, Acıbadem Üniversitesi, İstanbul İç Hastalıkları, Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kayseri 4 Radyasyon Onkolojisi, Mersin Devlet Hastanesi, Mersin Amaç: Kanser en korkulan hastalık gruplarının ilk sıralarında yer almaktadır. Kanser teşhisi almış hastaların ve hasta yakınlarının psikolojisi önemli derecede etkilenmektedir.bu aşamada hastaların istekleri ve doktorların tutumu değişebilmektedir. Bu amaçla yeni tanı almış kanser hastalarına tanı öğrenme ve söylenme süreci açısından anket uygulandı. Gereç-Yöntem: Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji polikliniğine ilk defa başvuran,yeni tanı almış olan toplam 00 hastaya tanı konulma ve söylenme aşaması ile ilgili olarak toplam 6 soru uygun bir ortamda,aynı kişi tarafından soruldu. Bulgular: Tanı için minör veya majör cerrahi işlem uygulanmış hastaların %58,5 i tanısını bilmediğini iletti. Tanısını bilmeyen hastaların %85 inin, tanısal işlemin sonuçlanmasından sonra tanıyı öğrenme isteği olmuştu. Hastalara tanısal girişim için söylenen en önemli sebeb ise %4,5 lik oran ile kitle idi.yine tanıyı bilmeyen hastaların % ü kendilerine söylenmese de tanılarının kanser olduğunu hissettikleri iletti. Sonuç: Kanserli hastalara tanı, bir çok tetkik ve girişimsel işleme rağmen hasta yakınları, hasta ve doktor tutumu ile büyük oranda söylenmemekte ve görev medikal onkologlara bırakılmaktadır.her ne kadar hasta yakınları ve hatta hastanın kendisi de tanının hasta tarafından bilinmediğini söylese de, iyi sorgulanınca hastaların en az % ü tanısını hissetmektedir. Ref No: P-667 ANKARA ONKOLOJİ HASTANESİ İNTRAOPERATİF RADYOTERAPİ (IOERT) DENEYİMİ Yıldız Güney, Bülent Küçükpilakçı, Gülhan Güler Avcı, Erhan Reis, Ümit Tuncer 5, Şafak Güngör 6, Melda Bulut, Güldeniz Argun 4, Cihangir Özarslan, Mehmet Ali Gülçelik, Lütfi Doğan, Tamer Çalıkoğlu, Ayşen Dizman, Ebru Karakaya, Berna Öksüzoğlu 7, Burçin Budakoğlu 7 Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Ankara Ankara Onkoloji Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği, Ankara Ankara Onkoloji Hastanesi Patoloji Kliniği,Ankara 4 Ankara Onkoloji Hastanesi Anestezi Kliniği, Ankara 5 Ankara Onkoloji Hastanesi KBB Kliniği,Ankara 6 Ankara Onkoloji Hastanesi Ortopedi Kliniği, Ankara 7 Ankara Onkoloji Hastanesi Medikal Onkoloji Kliniği, Ankara Giriş: İntraoperatif radyoterapi cerrahi sırasında tümör yatağına/ kalıntı tümöre doğrudan yüksek doz ışınlamanın yapıldığı bir yöntemdir. Böylece çevre sağlam dokular en üst düzeyde korunmaktadır. Intraoperatif radyoterapi, gastrointestinal tümörler, yumuşak doku tümörleri, baş-boyun tümörleri ve meme kanseri gibi farklı birçok kanserin tedavisinde kullanılmaktadır. Hastanemizde ameliyathaneye kurulumu yapılan mobil Mobetron (Intraop Incorporated, Santa Clara, CA) ile intraoperatif elektron radyoterapisi (IOERT) yapılmaktadır. Mobetron sisteminde 4, 6, 9 ve MeV enerji seviyeleri mevcuttur. Sistem 0 Gy/dakika doz hızına sahip olup yumuşak kenetleme sistemi (soft-docking) kullanmaktadır. Amaç: Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği olarak IOERT deneyimimizi sunmaktayız. Araç ve Yöntem: IOERT uygulanması düşünülen hastalar cerrahi, radyoterapi,medikal onkoloji, patoloji, radyoloji ve anestezi kliniklerinden oluşan bir konsey tarafından değerlendirildi. Kasım/0 ile 60 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER DİGER Şubat/0 tarihleri arasında toplam olguya IOERT uygulandı. Bunlardan sekiz tanesi meme kanserli olgular (tablo ), kalan dört olgu ise lokal ileri pankreas kanseri, mide kanseri, yumuşak doku tümörü ve nüks bukkal mukoza tümörü idi (tablo ). IOERT yedi meme kanserli olguda %90 referans izodoza primer tedavi olarak Gy, bir olguda ise sentinel lenf nodu pozitif gelmesi nedeni ile boost dozu olarak 9 Gy uygulandı. Meme kanseri dışında diğer olgularda %90 referans izodoza 4-9 Mev enerji kullanılarak 9-5 Gy IOERT uygulandı. Daha önce eksternal radyoterapi (RT) almış olan yumuşak doku tümörlü hasta hariç diğer olgular ve boost dozu uygulanan bir meme hastasına olmak üzere 4 olgu postoperatif eksternal RT programına alındı. Bulgular: Medyan IOERT süresi:,8 dakika (0,8-,) idi. Bir meme kanserli olguda postoperatif 7. günde seroma gelişti. Parsiyel meme ışınlaması yapılan 7 hastada ve yumuşak doku tümörlü olguda ise IOERT ye bağlı akut komplikasyon görülmedi. Diğer olgular ise halen eksternal RT almakta olduğundan değerlendirmeye alınmamıştır. Hastalarımızda takip sürelerinin kısa olması nedeni ile lokal kontrol değerlendirmesi yapılmamıştır. Sonuç: İntraoperatif radyoterapi, terapötik radyoterapi dozunun cerrahi işlem ile aynı seansta, görünen tümör yatağına veya tümöre tek fraksiyonda yüksek doz verilmesine olanak sağlayan veya eksternal RT ile kombine edilerek uygulanabilen bir tedavi yöntemidir. Tablo. Meme kanserli olgular hasta yaşı tümör çapı (cm) histoloji sentinel lenf nodu IOERT dozu (Gy) olgu 5 0.8 İDK+DCIS pn0 olgu 5. invaziv pnmic mikropapiller karsinom olgu 6.8 İDK+DCIS pn0 olgu 4 65.8 İDK+DCIS pn0 olgu 5 5.5 İDK+DCIS pn0 olgu 6 57. İDK+DCIS pn 9 olgu 7 6.5 İDK+DCIS pnmic olgu 8 6. İDK+DCIS pn0 İDK+DCIS: invaziv duktal karsinom+duktal karsinoma insitu Meme Kanseri Dışındaki Diğer IOERT Olguları hasta yaşı tanı IOERT dozu (Gy) olgu 60 lokal ileri pankreas kanseri 5 olgu 70 mide kanseri.5 olgu 45 ekstremite yumuşak 5 doku tümörü olgu 4 47 nüks bukkal mukoza tümörü 9 umut, insan varlığına odaklı, bireye özgü, manevi bir güç olarak değerlendirilebilir. Umut; bireyin içindeki motivasyonu cesaretlendiren önemli bir etkendir ve hastalık durumunda karamsarlık, çaresizlik duygusunu önler. Kanserli hastaların hastalıklarına ve tedaviye uyumunda umudun önemli bir yeri vardır. Yeni tanı almış kanserli hastaların, kemoterapi öncesi umut düzeylerini belirlemek, yaş ve cinsiyetle ilişkisini tanımlamaktır. Gereç-Yöntem: 0 Ekim-0 Aralık 0 tarihleri arasında Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümüne başvuran 45 yeni tanı almış hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Umut Ölçeği (The Hope Scale) veri toplama aracı olarak kullanılmıştır. Hastaların okudukları sorularda, 4 seçenekten uygun olanı seçmeleri ve anketi tamamlamaları istenmiştir. Anketler uygun puanlama sistemi ile puanlandırılıp değerlendirilmiştir. Bulgular: Yeni tanı almış 45 hastadan 0 si kadın, 5 i erkektir. 45 hastada en sık rastlanan tanı akciğer ve meme kanseridir. Kadın hastaların yaş ortalaması 6. (min-max: 8-8, erkek hastaların yaş ortalaması 58.7 (min-max: 9-79) dir. Kadın hastaların umut ölçeği skor ortalaması 6, erkek hastalarda ise ortalama 7,64 tür. Kadın hastalarda en düşük skor ortalama (ort:) 80-89 yaş aralığındaki hastalarda, en yüksek skor ortalama (ort:0) 0-9 yaş aralığında tespit edilmiştir. Erkek hastalarda ise en düşük skor ortalama (ort: 5.6) 50-59 yaş aralığındaki hastalarda, en yüksek skor ortalama (ort: ) 0-0 yaş aralığındaki hastalarda tespit edilmiştir. Sonuç: Kanserle baş etme sürecine yeni başlamış kanserli hastaların umut düzeylerinin kadın ve erkek hastalarda cinsiyete göre değişmediğini, fakat umut düzeylerinin yaş aralıklarına göre farklılık gösterdiğini ortaya koymuştur. Tablo. Erkeklerde yaş aralığına göre umut ölçeği skor ortalamaları Yaş Aralığı Kişi Sayısı Skor Ortalaması 0-9 40-49 4 0.5 50-59 0 5.6 60-69 4 7. 70-79 6 8.7 Tablo. Kadınlarda Yaş Aralığına Göre Umut Ölçeği Skor Ortalamaları Yaş aralığı Kişi sayısı Skor ortalaması 0-9 0 40-49 5 50-59 7 60-69 4. 70-79 4 80-89 Ref No: P-668 YENİ KANSER TANISI ALMIŞ HASTALARDA KEMOTERAPİ ÖNCESİ UMUT ÖLÇEĞİ UYGULANMASI Şerife Bilal, Deniz Arslan, Yasemin Çelebioğlu, Aysel Tekeli, Selda Uçar, Selin Testemel, Zehra Boztepe, Şeyda Gündüz, Burhan Savaş, Hakan Bozcuk, Hasan Şenol Coşkun Akdeniz Üniversitesi Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Antalya Giriş: Kanserli hastalar, hastalıklarına uyum sağlama sürecinde çeşitli tepkiler göstermektedirler. Olumlu tepkiler, hastanın iyileşme durumunu pozitif yönde etkilemektedir. Olumlu bir kavram olan Susesi Otel, Antalya 6

DİGER POSTER BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Ref No: P-670 MEME RADYOTERAPİSİNDE TANJANSİYEL ALANA AKSİLLER VE SUPRA ALANININ EKLENMESİ HAYAT KALİTESİNİ NASIL ETKİLEMEKTEDİR BirsenYücel, Ayfer Ay Eren, Ebru Atasever Akkaş, Mehmet Fuat Eren, Nalan Akgül Babacan, Turgut Kaçan, Hanife Kayapınar, Menmet Metin Şeker Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Sivas Numune Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Bu çalışmada, tanjansiyel alanlardan ışınlanan hastalar ile tanjansiyel+aksiller ve supra alanlarından ışınlanan hastaların hayat kalitesinde, geniş alan ışınlamasının etkisini araştırılması amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Ağustos 00-Haziran 0 yılları arasında Cumhuriyet Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi ve Tıbbi Onkolojide küratif radyoterapi alan, 00 meme kanseri hastası çalışmaya da-hil edildi. Hastalar radyoterapi bitiminde EORTC QLO-C0 (The European Organization for Research and Treatment of Quality of Life Questionnaire) hayat kalitesi anketini doldurdular. Hasta verileri SSPS version 5.0 de değerlendirildi ve analizde Kruskal-Wallis testi kullanıldı. Bulgular: Hastaların ortanca yaşı 50 (4-76). Hastaların 4 sinde (%4) komorbidite bulunmaktaydı. Hastaların performans durumu: 96 sında (%96) ECOG0, ünde (%) ECOG mevcuttu. Hastalık evresi: evre I 4 (%4), evre II 44 (%44) evre III (%) hasta bulunmaktaydı. Hastaların 86 sında (%86) invaziv duktal karsinom, 4 ünde (%4) ise diğer histopatolojik tip bulunmaktaydı. Hastaların 5 inde (%5) meme koruyucu cerrahi, 49 una da (%49) modifeye radikal mastektomi uygulandı. Otuz yedi hastaya tanjansiyel alan, 6 (%6) hastayada tanjansiyel+aksiller ve supra alanı ışınlaması yapıldı. Radyoterapi bitiminde hayat kalitesi skorlarında hem fonksiyonel hem de semptomatik skorlarda her iki grup için istatistiksel olarak bir fark tespit edilmedi (p>0.005). Tablo de her iki grubun hayat kalitesi skorlarının ortalamaları ve p değerleri gösterildi. Tartışma Ve Sonuç: Bu çalışmada, meme radyoterapisinde alana aksiller ve supra alanının dahil edilmesi hastaların hayat kalitesini etkilenmediği görülmüştür. Tablo. Radyoterapi alanına göre haya kalitesi skorları EORTC QLQ-C-0 Soru numarası Tanjansiyel ortalama (N:7) Tanjansiyel+ supra ortalama (N:6) p değeri Global sağlık durumu 9-0 44,9 5,7 0.40 Fonksiyonel skala Fiziksel Emisyonel Bilişsel Sosyal Rol Semptom skalası Halsizlik Bulantı/kusma Ağrı Dispne Uykusuzluk İştah kaybı Konstipasyon Diare Finansal problemler -5-4 0-5 6-7 6-7 0,,8 4-5 9,9 8 6 7 8 44,0 5, 48,7 5,4 5,4 5,4 48,5 50,5 49,5 55, 55, 47,5 49,6 49,6 54, 50,0 5,5 48,7 48,7 49,9 5,6 50,4 5,0 47,6 47,6 5, 50,9 5,0 0.088 0.89 0.6 0.4 0.49 0.806 0.44 0.988 0.744 0.55 0.490 0.4 0.6 0.805 Ref No: P-67 KANSER HASTALARINDA RADYOTERAPİNİN HAYAT KALİTESİNE ÜZERİNE OLAN ETKİSİ Birsen Yücel, Yılar Okur, Ebru Atasever Akkaş, Ayfer Ay Eren, Nalan Akgül Babacan 4, Hanife Kayapınar, Mehmet Fuat Eren, Turgut Kaçan 4, Saadettin Kılıçkap 4 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı Ankara Numune Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Sivas Numune Hastanesi Radyasyon Onkolojisi 4 Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Bu çalışmada, küratif radyoterapi ve kemoradyoterapi alan kanser hastalarında hayat kalitesindeki değişikliklerin tespit edilmesi amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Ağustos 00-Haziran 0 yılları arasında Cumhuriyet Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi ve Tıbbi Onkolojide küratif radyoterapi/kemoradyoterapi alan, 67 kanser hastası çalışmaya dahil edildi. Hastalar radyoterapi/kemoradyoterapi başlangıcı, bitimi, ay ve 6 ay sonra EORTC QLO-C0 (The European Organization for Research and Treatment of Quality of Life Questionnaire) hayat kalitesi anketini doldurdular. Hasta verileri SSPS version 5.0 de değerlendirildi ve analizde ANOVA testi kullanıldı. 6 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER DİGER Bulgular: Hastaların 8 i (%49) erkek, 86 sı (%5) kadın idi. Hastaların ortanca yaşı 57 (6-86). Yirmi üç (%6) hastada beyin, 55 (%5) hastada baş boyun, 6 (%7) hastada akciğer, 0 (%8) hastada meme, 9 (%5) hastada gastrointestinal, 0 (%8) hastada genitoüriner, 9 (%5) hastada jinekolojik, 8 (%) hastada cilt ve yumuşak doku tümörü, (%) hastada da lenfoma bulunmaktaydı. Hastaların 5 ünde (%4) komorbidite bulunmaktaydı. Hastaların performans durumu: 0 sinde (%8) ECOG0, 48 inde (%) ECOG, 7 sinde (%5) ECOG mevcuttu. Hastaların 95 ine (%5) radyoterapi, 7 sine de (%47) kemoradyoterapi uygulanmıştır. Hastalık evresi: 5 (%6) hastada evre I, 8 (%7) hastada evre II, 7 (%7) hastada evre III, 4 (%0) hastada uzak metastazı bulunmayan evre IV bulunmaktaydı. Hayat kalitesi fonksiyonel skalasında bulunan tüm skorlar radyoterapi sonunda istatistiksel olarak anlamlı düşmüş ancak. aydan itibaren düzelme göstermiştir (p<0.005). Altıncı ayda tüm skorlar bazale göre daha yüksek değerlere ulaşmıştır. Semptom skorları ise dispne hariç, radyoterapi bitiminde en yüksek ortalama değerlere sahipti (p<0.005). Ancak semptom skorları da fonksiyonel skorlar gibi ilk aydan itibaren düzelme göstermiştir. Hayat kalitesi ölçüm skorlarındaki ortalama, standart deviasyon ve p değerleri tablo de gösterilmiştir. Tartışma ve Sonuç: Küratif radyoterapi/kemoradyoterapi alan kanser hastalarının hayat kalitesi özellikle tedavi bitiminde istatistiksel olarak anlamlı değişmektedir. Gereç-Yöntem: Ocak 0- Aralık 0 tarihleri arasında Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü Kardiyopulmoner Rehabilitasyon Ünitesine başvuran Onkoloji Hastanesinde takip edilen hastaların özellikleri incelendi. Bulgular: Çalışmamızda 50 erkek 8 kadın olgu incelendi. Alınan hastaların si (%8) akciğer kanseri, 4 ü (%8) lenfoma, 0 u (%) meme kanseri, 6 sı (%8) multipl myelom 6 sı (%8) nazofarinks kanseri, 4 ü (%5) pankreas kanseri, (%4) mezotelyama, (%) prostat kanseri, (%) mide kanseri, (%) mesane kanseri, (%) endometrium kanseri, kolon, karaciğer, bukkal kanser ile takip edilen ve kardiyopulmoner rehabilitasyon uygulanan olgular incelendi. Hastalara uygulanan kardiyopulmoner rehabilitasyon yaklaşımları postüral drenaj, aktif solunum teknikleri döngüsü, torakal ekspansiyon egzersizleri, mobilizasyon, gevşeme eğitimi, dispne azaltma yaklaşımları planlanarak uygulandı. Tartışma: Deneyimlerimiz onkoloji servislerinde yatan hastaların kansere bağlı oluşabilecek semptomları ortaya çıkmadan önce solunum fizyoterapisi, gevşeme eğitimi, mobilizasyon ve egzersiz içeren kardiyopulmoner rehabilitasyon uygulamalarına yönlendirilmelerinin, tedaviler sırasında oluşabilecek ağrı, yorgunluk, dispne, sekresyon artışı, kas zayıflığı gibi sorunlarla başa çıkabilme becerilerini artırabileceğini göstermektedir. Tablo. Farklı 4 zamanda ölçülen hayat kalitesi skorlarının ortalaması, standart deviasyonları ve p değerleri EORTC QLQ-C-0 Global sağlık durumu Fonksiyonel skala Fiziksel Emisyonel Bilişsel Sosyal Rol Semptom skalası Halsizlik Bulantı/kusma Ağrı Dispne Uykusuzluk İştah kaybı Konstipasyo Diare Finansal problemler Ref No: P-67 Soru numarası Anket ortalama± SD(N:67) Anket ortalama± SD(N:66) Anket ortalama± SD(N:5) Anket 4 Ortalama± SD(N:6) p değeri 9-0 67± 6± 69± 76± <0,00-5 -4 0-5 6-7 6-7 0,,8 4-5 9,9 8 6 7 8 70± 7± 76± 77±4 7±9 ± 7±7 8±0 6±60 ±8 5±5 ± 7±4 5±9 66±6 7± 78±0 76±4 69±5 5± 0±0 0± ± 4±0 5±9 0± 9±0 5±9 7± 76± 80± 8±0 7±7 9± 8±7 7± ± 9±6 7±6 0± 7±7 4±7 76±4 8± 8± 89±9 76±7 ± 4± 4± ± 5±5 ±9 6±7 4±4 8± <0,00 <0,00 <0,00 <0,00 0,009 <0.00 <0.00 <0.00 0.57 <0.00 <0.00 0.00 <0.00 <0.00 KARDİYOPULMONER REHABİLİTASYON UYGULANAN ONKOLOJİDE TAKİP EDİLEN HASTALARIN ÖZELLİKLERİ Naciye Vardar Yağlı, Melda Sağlam, Ebru Çalık, Emir Şahin, Deniz İnal İnce, Hülya Arıkan Hacettepe Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara Giriş-Amaç: Kanser rehabilitasyonu, kanserli bir hastaya hastalığın ve tedavilerin belirlediği sınırlar içerisinde maksimum fiziksel, sosyal, psikolojik ve mesleki fonksiyonların kazandırılmasına yardımcı olmak şeklinde tanımlanır. Kardiyopulmoner rehabilitasyon uygulamaları havayolu temizleme teknikleri, egzersiz uygulamaları, gevşeme eğitimi, mobilizasyon gibi yöntemleri içermektedir. Çalışmanın amacı kardiyopulmoner rehabilitasyon uygulanan onkolojide takip edilen hastaların özelliklerinin incelenmesidir. Ref No: P-67 AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ HASTANESİ TIBBİ ONKOLOJİ KANSER KAYITLARININ, GLOBOCAN 008 TÜRKİYE VERİLERİ İLE KARŞILAŞTIRILMASI Selda Uçar, Hasan Şenol Coşkun, Şerife Bilal, Selin Testemel, Hakan Bozcuk, Burhan Savaş Akdeniz Üniversite Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Antalya Amaç: Toplumda kanser olgularına ilişkin bilgi toplamak amacıyla yürütülen çabaların tümü kanser kayıtçılığı (cancer registration) başlığı altında toplanır. Derlenen bilgilerin kaynağı hastaneler, klinikler, laboratuarlar, onkoloji merkezleri ve diğer sağlık birimleri olabilir. Kanser kayıtçılığında tüm veriler Uluslararası Kanser Araştırma Derneği (International Agency for Research on Cancer) GLOBOCAN projesiyle toplanmaktadır. Bu çalışmanın amacı Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalında toplanan kanser kayıt verileri ile GLOBOCAN Türkiye verilerinin karşılaştırılmasının yapılmasıdır. Gereç-Yöntem: Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalında son yılda toplanan 500 hastanın kanser kayıt verileri ile GLOBOCAN 008 Türkiye verilerinde kayıtlı 55758 hastanın kanser kayıt verisi karşılaştırılmıştır. Bulgular: Globacan 008 verilerine göre Türkiye de toplam 55758 hasta kayıt edilmiştir. Merkezimizde 500 hasta kayıt edilmiştir. Türkiye ve Antalya verilerindeki ilk beş tanı Tablo de özetlenmiştir. Kadınlarda en sık görülen, meme kanseri, erkeklerde akciğer kanseri olma özelliğini korumaktadır. Merkezimizde meme kanseri görülme sıklığı, GLOBOCAN e göre iki kat daha fazladır. Akciğer kanseri erkeklerde benzer iken kadınlarda merkezimizde dördüncü sırada yer almıştır. Sonuç: Sonuçlara göre Akdeniz Üniversitesi verilerinde kadınlarda dördüncü sırada akciğer kanseri yer alırken, Globacan Türkiye verilerinde kadınlarda akciğer kanseri ilk beşte yer almamıştır. Söz konusu farklılık, coğrafi konum, meslekler ve genetik faktörlerden kaynaklanıyor olabilir. Susesi Otel, Antalya 6

DİGER POSTER BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Tablo SIRA Kadın GLOBOCAN Tanı Kadın GLOBOCAN % Kadın Antalya Tanı Kadın Antalya% Erkek GLOBOCAN Tanı Meme 5,6 Meme 58, Akciğer 6, Akciğer 7,5 Kolorektal 7,9 Kolorektal 9,5 Mide 0, Kolorektal 0,8 Mide 7,7 Over 8, Mesane 8,5 Mide 6, 4 Korpus Uteri 4,9 Akciğer, Prostat 7,6 Prostat 5,9 5 Mide 4,6 Serviks Uteri, Kolorektal 7,4 Testis 4,5 Ref No: P-674 ELEKTRON DEMETLERİNİN MEYDANA GETİRDİĞİ ÇEVRE DOZLARININ DENEYSEL DOĞRULANMASI Hilal Acar, Güler Yavaş, Çağdaş Yavaş Medipol Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, İstanbul Selçuk Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Konya Konya Eğitim Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Konya Amaç: Bu çalışmanın amacı elektron demetlerinin meydana getirdiği çevre dozlarının paralel plak iyon odası ile yapılan ölçümlerinin tedavi planlama sisteminin iki farklı algoritması ile hesaplanan değerleri ile karşılaştırılmasıdır. Metod: Ölçümler, Varian Triology cihazında 6, 9,, 5, 8 ve MeV elektron demetleri, RW katı fantom ve Roos paralel plak iyon odası (PTW 400) kullanılarak SSD = 00 cm, ve her enerjinin dmax derinliğinde yapıldı. Okumalar üçer kere alındı ve üç ölçümün ortalaması değerlendirmeye alındı. Alan dışı dozlar; 6x6, 0x0 ve 5x5 cm elektron konları için alan merkezinden 0 cm mesafeye kadar 0.5 er cm aralıklarla ölçüldü. Elde edilen dozlar merkezi eksende doz maksimum daki doza normalize edilerek %çevre dozu değerleri bulundu. Ölçüm yapılan noktalardaki dozlar Eclipse 0 tedavi planlama bilgisayarında (TPS) bulunan general gaussian pencil beam (GGPB) ve elektron monte carlo (emc) algoritmaları kullanılarak hesaplandı. Ölçüm ve hesap sonuçları arasındaki farklar hesaplandı. Bulgular: TPS çevre dozlarını gerçek dozlardan daha düşük hesaplamaktadır. Ölçüm sonuçları emc sonuçlarına GGPB den daha yakındır. Ölçüm ve hesap sonuçları arasındaki fark kon boyutu arttıkça artmaktadır. Ölçüm ve hesap sonuçları arasındaki maximum fark, emc algoritması için % 0.7 iken GGPB algoritması kullanıldığında %4.5 ye kadar çıkmaktadır. Sonuç: Bu çalışmanın sonucuna göre, Eclipse de elektron demetlerinin doz hesaplaması için bulunan emc algoritmasının daha önceki algoritmalardan daha doğru sonuçlar verdiği görülmüştür. Özellikle, 6 MeV elektron demeti ile büyük konlar kullanıldığında emc algoritması ile hesaplanan dozlar ölçüm sonuçlarına GGPB algoritması ile hesaplanandan daha yakın değerler verdiği için özellikle bu enerji ve konların kullanıldığı planlamalarda emc algoritması tercih edilmelidir. Erkek GLOBOCAN % Erkek Antalya Tanı Erkek Antalya % Ref No: P-675 HACETTEPE UMUT EVİ UMUDA DESTEK PROGRAMI Naciye Vardar Yağlı, Gül Şener, Tezer Kutluk, Kadri Altundağ, Emin Kansu 4 Hacettepe Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Ankara Hacettepe Üniversitesi, Pediatrik Onkoloji Bilim Dalı, Ankara Hacettepe Üniversitesi, Medikal Onkoloji Bilim Dalı, Ankara 4 Hacettepe Üniversitesi, Temel Onkoloji Anabilim Dalı, Ankara Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Onkoloji Hastanesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümünün gönüllü destek verdiği Umuda Destek Programı, yurt dışında uygulanmakta olan benzer bazı programların ülkemizdeki ilk örneğidir. Hacettepe Umut Evi; hastaların, ev ortamında ve sıcaklığında yaşayabilecekleri, gerek tıbbî gerekse ruhsal ve sosyal destek alabilecekleri, ideal bir konaklama yeri inşa edilmesi planlanarak, Uluslar Arası Kanser Savaş Örgütü UICC nin (International Union Agains Cancer) desteği ile Türkiye de ilk kez bir Umut Evi açılması için çalışmalarını başlatmıştır. Hacettepe Umut Evi nde, hasta ve yakınlarına hastaneye en yakın yerde, ideal konaklama olanağı sağlandığı gibi, hastalarımızın ruhsal, bedensel ve sosyal gereksinimlerini karşılamak üzere de çeşitli faaliyetler yürütülmektedir. Bu amaçla Umuda Destek Programı hazırlanmıştır. Program ile Hacettepe Üniversitesi Onkoloji Hastaneleri nde tedavi gören kanser hastalarına ve hasta yakınlarına psiko-sosyal destek sağlanması amaçlanmaktadır. 006 yılında kurulan Hacettepe Umut Evi nde hasta ve hasta yakınları için geliştirilen Umuda Destek programı kapsamında, haftada - kez yoga ve vücut farkındalığı ve pilates gibi egzersiz modalitelerinin uygulandığı seanslar yapılmıştır. Hacettepe Umut Evi nin girişindeki defter aracılığıyla egzersiz seanslarına katılanların bu konudaki düşünce ve görüşleri alınmış, yapılan önerilere uygulamalarımızda yer verilmeye çalışılmıştır. Olgulara haftada kez yoga pilates ve vücut farkındalığını içeren egzersiz programı uygulanmıştır. 7 yıldır uygulanan programda fiziksel aktivite düzeyinin artırılmasının kanser tedavisi gören tüm bireylerde ve hasta yakınlarının hastalık ile başa çıkabilmesinin sağlanmasında önemli olduğu her zaman akılda tutulmalıdır. Fiziksel aktivite birçok akut ve kronik hastalığın önlenmesi ve tedavisinde önemli bir sağlık davranışıdır. Artan sayıda kanıt fiziksel aktivitenin meme kanseri üzerinde koruyucu etkisi olduğunu desteklemektedir. 008 Fiziksel Aktivite Kılavuzları tüm yetişkinlerin günlük yaşam aktivitelerine ek olarak haftada en az 50 dakika orta yoğunlukta fiziksel aktivite ve 75 dakika aşırı yoğun veya eşdeğer bir kombinasyonda fiziksel aktivite yapmalarını önermektedir. Çoğu durumda 0-0 dakikalık egzersiz süresi kullanılmıştır ve sıklık haftada gün ile her gün arasında değişmektedir. Fiziksel aktivite düzeyini artırmak kanserden korunma programlarının da temel uygulamalarından olduğu göz önüne alınarak Umut Evi ve egzersiz uygulamalarının ülke çapında yaygınlaştırımasının önemli olduğu düşünülmektedir. Ref No: P-676 ONKOLOJİK İLAÇLARIN ELEKTRONİK ORTAMDA KULLANIMI-İZMİR ÖZEL KENT HASTANESİ DENEYİMİ Emrah Gezer, Aşır Arı, Anıl Özyaman, Gizem Kalyoncu, Elif Şafak 4, Mesut Düderel 5, Suna Çokmert, Mehmet Alakavuklar Özel Kent Hastanesi, Medikal Onkoloji Bölümü, İzmir Özel Kent Hastanesi, Sistem Analiz Yetkilisi, İzmir Özel Kent Hastanesi, Eczacı, İzmir 4 Özel Kent Hastanesi, Kalite Denetim ve Uygulama Direktörü, İzmir 5 Özel Kent Hastanesi, Bilgi Sistemleri Grup Yönetmeni, İzmir Giriş: İzmir Özel Kent Hastanesi, 006 tarihinden beri JCI (Joint Committe International) tarafından akredite edilen bir hastanedir. JCI ın uluslararası hasta güvenlik hedeflerinden bir tanesi, yüksek 64 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER DİGER riskli ilaçların güvenliğini sağlamak oluşturmaktadır. İzmir Kent Hastanesi 007 yılından itibaren hasta kayıtlarını elektronik ortamda gerçekleştirmekte ve 00 yılından itibaren de ilaç tedavilerini bu ortamda gerçekleştirmektedir. Yüksek risk içeren ilaçlar kategorisinde olan onkoloji ilaç uygulamalarında oluşabilecek risklerin azaltılmasına yönelik kalite iyileştirme çabaları sürekli olarak devam etmektedir. Bu çalışmada; İzmir Özel Kent Hastanesi nde son olarak uygulamaya koyulan Onkoloji Modülü ile ilgili bilgi verilecektir. Materyal-Metod: Elektronik ortamda onkoloji ilaç uygulamalarında riskleri azaltmak amacıyla düzenlenen FMEA (hata türleri ve etkileri analizi) teknikleri çerçevesinde; onkoloji ilaçlarının eczaneden istenmesi, kullanım için hazırlanması, dağıtımı ve uygulamalar süreci gözden geçirilmiştir. Bu sürecin bir parçası olarak, onkoloji ilaçlarının eczaneye önceden bildirilmesi, talebin karşılanması ve günlük uygulamaya geçirilmesi amacına yönelik olarak Kent Hastanesi Bilgi İşlem grubu Onkoloji Modülü olarak tanımlanan bir program geliştirmiştir. Şubat/0 tarihinden itibaren uygulamaya konulan bu modülde; hastanın yatışı öncesinde kemoterapi planı, önceden eczaneye bildirilmekte, bu şekilde eczane ilaç stoklarını kontrol edebilmekte, ilaçları hazırlayabilmekte ve tedavi günü gelince bu planlar devreye sokulabilmekte ve aylık boyutta hasta tedavilerinin planlanması yapılabilmektedir. Böylece hasta yatışı, eczane, hekim, servis ilişkileri daha sağlıklı olarak düzenlenebilmektedir. Sonuç: Onkoloji ilaçlarını uygulanması, kullanımı çok dikkatli olunmasını gerektiren bir durumdur. Günümüzde kaçınılmaz olarak elektronik ortama geçilmesi ardından oluşabilecek risklerin azaltılması çabaları önem taşımaktadır. Bu çabalar günlük onkoloji pratiğimizde hem bizler için yararlı olacak hem de hastalarımıza verilebilecek zararlar engellenmiş olacaktır. Ref No: P-677 KAPOSİ SARKOMUNDA EKSTERNAL RT DENEYİMİMİZ VE ÜÇ VAKA SUNUMU Vildan Kaya, İbrahim Çobanbaş, Ayşen Yeşim Yalçın, Alper Özseven Süleyman Demirel Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı, Isparta Giriş: Kaposi Sarkomu (KS), Herpes virüs ailesinden HHV-8 ile ilişkili, lenfoproliferatif bir hastalıktır ve 4 temel varyantı vardır. Klasik KS; 6. dekadda pik yapar. Sıklıkla alt ekstremite yerleşimli tek veya multipl, mor kırmızımsı ve kahverengi plaklarla nodüller bir arada görülür. Ağrı, kanama ve şekil bozukluğuna neden olabilir. Lenfödem ve hiperkeratozla birlikte de görülür. Klasik KS, tekrarlama eğilimleri olmasına rağmen lokal tedavilere oldukça iyi cevap verir. Gereç-Yöntem: Süleyman Demirel Ünivesitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği nde eksternal RT uygulanan Kaposi sarkomlu hasta sunulmuştur. Vaka :8 yaşında erkek hastada, bilateral ayaklarında başlayan plak şeklinde eflatun renkli lezyonların nodüler hale gelmesi, ayakta ödem ve yanma yakınması eklenmesi üzerine uygulanan biyopsi patolojisi kaposi sarkomu plak dönemi olarak geldi. Hastanın fizik muayenesinde bilateral bacaklarda, patellaya kadar uzanan, yer yer nodüler lezyonlarla birlikte yaygın plaklar ve sağ ayakta ödem, hiperkeratoz mevcuttu. Hastanın sağ ayak bölgesindeki ağrılı ve ödemli lezyonlarına yönelik palyatif RT planlandı. Sağ ayak bölgesine dikdörtgen şekilli plastik bir kap içinde su, bolus olarak kullanıldı. Hastanın tedavisi için planlama tomografisi çekildi. İzosentrik alan tekniği ile,5 Gy fraksiyon dozunda fraksiyonda toplam 0 Gy, -Boyutlu konformal RT uygulandı. RT sonrası. ayda hastanın sağ ayak bölgesindeki ödem ve ağrı yakınmalarında tam palyasyon sağlandı. Vaka :86 yaşında bayan hastanın sağ ayak bileği medialinde ayak dorsal bölgesine uzanan eflatun rengi plaklar, sağ ayakta da ödem ve ağrı yakınması mevcuttu. Lezyona yönelik dikdörtgen şekilli plastik bir kap içinde su, bolus olarak kullanıldı. İzosentrik alan tekniği ile,5 Gy fraksiyon dozunda fraksiyonda toplam 0 Gy, -Boyutlu konformal RT uygulandı RT sonrası. ayda lezyon boyutu ve plak görünümünde kısmi regresyonla birlikte sağ ayak ödemi ve ağrı yakınmasında tam palyasyon sağlandı. Vaka : 8 yaşında erkek hastada bilateral kollarda, bacaklarda plaklar ve nodüler lezyonlarla birlikte sol ayak tabanında ağrı, ödem ve yürümede güçlük yakınmasına neden olan lezyonlar mevcuttu. Hastanın, vakumlu yatak ile cm kalınlığında su eşdeğeri bolus materyali kullanılarak planlama tomografisi çekildi. SSD tekniği kullanılarak Gy fraksiyon dozuyla 0 fraksiyonda toplam 0 Gy palyatif RT uygulandı. RT sonrası. ayda ayaktaki ağrı, yürüme güçlüğü ve ödem yakınmalarında tam palyasyon sağlandı. Sonuç: Eksternal RT, Klasik KS nun lokal tedavi yöntemleri içinde önemli bir rol oynamaktadır. Kliniğimizde su bolusu ve su eşdeğeri bolus materyali ile RT sonrası değerlendirmede su materyalinin uygun set-up koşullarında kullanıma uygun, planlamaya kolaylık sağlayan bir yöntem olduğu kanaatine varılmıştır. Ref No: P-678 5-FU VE OXALİPLATİN TEDAVİSİNE BAĞLI ADAMTS SEVİYESİ NORMAL TTP OLGU SUNUMU Hüsna Topal, Esra Dilşat İmrak, Merve Dirikoç, Fuad Mustafayev, Didem Şener Dede, Umut Demirci, Muhammed Bülent Akıncı, Bülent Yalçın Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İç Hastalıkları Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Giriş: Trombotik trombositopenik purpura (TTP) ilk olarak Moschowitz tarafından 95 te tanımlanmış, birçok organ sistemini tutan mikrovaskuler hyalen trombusle karakterize bir hastalıktır. Hastalık mikroanjiopatik hemolitik anemi, trombositopeni, böbrek yetmezliği, nörolojik bulgular ve ateşten oluşan klasik pentad ile tanımlanmaktadır. Aşağıda merkezimizde takip ettiğimiz, kolon kanseri nedeniyle verilen kemoterapi sonrasında gelişen TTP olgusu sunulmuştur. Olgu: Metastatik kolon kanseri nedeniyle başvuran 74 yaşında kadın hastaya Folfox-6 kemoterapisi ve servikal vertebral metastazlarına yönelik palyatif radyoterapi başlandı. Hastanın. kür kemoterapisi bitiminden gün sonra dizartri ve üst ekstremitelerde tremor gelişti. Beyin BT sinde patoloji saptanmadı. Takibinde bilinç bulanıklığı ve generalize nöbet gelişmesi üzerine valproat sodyum x500 mg başlandı. Yapılan tetkiklerinde Üre:0 mg/dl (0-49) Kre: 4, mg/dl (0,5-,) LDH:08 U/L (5-5) Hb:8,6 g/dl (,5-8) Plt: K/uL (50-450) saptandı. Böbrek fonksiyon testi (BFT) değerleri progresif olarak arttı, idrar çıkışı azaldı yapılan periferik yaymasında şistositler görüldü. Trombotik trombositopenik purpura (TTP) ön tanısıyla hastaya plazmaferez uygulandı. Akciğer grafisinde yaygın infiltratif görünümü olan hastanın, takibinde solunum yetmezliği gelişmesi üzerine hastaya invaziv mekanik ventilasyon uygulanarak yoğun bakım şartlarında takip edildi. 8 kez plazmaferez ve kez hemodiyaliz uygulanan hastanın takiplerinde genel durumu, bilinci, BFT değerleri ve akciğerdeki radyolojik görünümleri tamamen düzeldi. TTP tanı ve etyolojisine yönelik olarak ADAMTS düzeyi, Coxackie B IgG ve IgM düzeyleri gönderildi ve tüm bu tetkikler normal sınırlarda rapor edildi. Hasta ADAMTS düzeyi normal TTP olarak kabul edildi. Tartışma:TTP, etyolojisinde kanlı daire, gebelik, otoimmün hastalıklar, ilaçlar (kinin, mitomisin c, gemsitabin, siklosporin, takrolimus, sirolimus) ve ADAMTS eksikliği yer alan bir hastalıktır. ADAMTS mikrosirkulasyonda sürtünme stresi varlığında VWF ü multimerlerine ayırarak VWF ve plateletlerin agregat oluşturmasına engel olan çinko içeren bir metalloproteinazdır. TTP etyolojisinde ADAMTS eksikliği %-80% oranında görülmektedir. Bu vakanın ADAMTS düzeyleri normal ilaca bağlı gelişen TTP vakası olduğu düşünülmüştür. Susesi Otel, Antalya 65

DİGER POSTER BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Ref No: P-679 DÖRTLÜ PRİMER OLGUSU:AKCİĞER ADENOKARSİNOM,OVER SERÖZ KARSİNOM,HURTLE HÜCRELİ NEOPLAZM,BÖBREK TÜMÖRÜ Orhan Sezen, Özlem Eser Kılınç, Burak Erdemci, Hilal Kızıltunç Özmen, Salim Başol Tekin, Burcu Sağlam Alan, Abdulsemet Zortul Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı - Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı - Erzurum Amaç: Multipl primer tümörler aynı hastada eş ya da farklı zamanda birbirinden farklı gelişen tümörler olup; tüm neoplazilerin %0.7-.7 si oranında bildirilmektedir. Multipl primer tümörlü olguların nadir görülmesi nedeni ile kliniğimizde de tedavi görmüş olan dört primer tümörlü olgu bu bildiride sunulmuştur. Olgu: 48 yaşında yaklaşık 0 yıldır günde paket sigara kullanan bayan hasta sigara bırakma polikliniğine başvurduğunda çekilen akciğer grafisinde şüpheli lezyon görülmesi üzerine yapılan bronkoskopik lavaj sitolojisi akciğer adenokarsinom olarak gelmiş. PET-BT de metastazı olmayan yalnız sağ böbrek üst pol posterior kesiminde kitle lezyonu saptanan hasta bu yönüyle izleme alınmış. Akciğerdeki kitleye yönelik 6 kür paklitaksel-karboplatin verilmiş. Sekiz ay sonra çekilen kontrol PET-BT de akciğerdeki primer odağın kaybolduğu böbrekteki lezyonda büyüme olmadığı ancak sol overde yeni bir hipermetabolik kitle olduğu görülmüş. TAH-BSO yapılan ve patolojisi over seröz karsinom olarak gelen hastaya. primerden sonra 6 kür daha paklitaksel-karboplatin sonrasında erlotinib 50 mg/gün başlanmış. Son PET-BT den ay sonra hastanın boynunda şişlik olması üzerine TİİAB yapılmış ve sonuç tiroidde hurtle hücreli neoplazm olarak gelmiş. Böbrek üstündeki lezyonun progresyonu nedeniyle yapılan biyopsi sonucu malign nöroendokrin neoplazi (küçük hücreli tümör) olarak gelmiş. Hastaya sisplatin etoposid başlanmış. Tedavi devam ederken hastada bilinç bozukluğu, bulantı olması nedeniyle çekilen beyin MRG sinde multipl beyin metastazı saptanması üzerine kliniğimizde tüm kraniyuma 400cGy X 5frk da toplam 000 cgy palyatif amaçlı radyoterapi uygulanarak izleme alınmıştır. Sonuç: Literatürde senkron veya metakron olarak ikili ve üçlü primer bildirimleri olmasına rağmen dörtlü primer olguları çok nadirdir. Malignite tanı veya izlemlerinde olgular metastaz süphesi ile değerlendirilirken bu odakların farklı primerler olabileceği de gözardı edilmemelidir. Ref No: P-680 YENİ TANI KANSER HASTALARINDA HASTANE ANKSİYETE DEPRESYON ÖLÇEĞİ UYGULANMASI Yasemin Çelebioğlu, Aysel Tekeli, Şerife Bilal, Deniz Arslan, Selda Uçar, Selin Testemel, Burhan Savaş, Hakan Bozcuk, Hasan Şenol Coşkun Akdeniz Üniversitesi Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Antalya Amaç: Kanserli hastalarda depresyon ve anksiyete yüksek oranlardadır. Bu bozukluklar tedavi edilmediği zaman tedavi uyumunda bozulma, hastanede kalış sürelerinde artış ve yaşam kalitesinde bozulmaya yol açabilir. Hastalığın başlangıç dönemlerinde bunların öngörülmesi ve engellenmesine yönelik girişimler tedavi kalitesine etki etmektedir. Yeni kanser tanısı almış hastalarda tanı sonrası; duygu-duygulanım bozukluğunu taramak ve bu bozuklukların hastaların yaşlarına göre dağılımını değerlendirmektir. Gereç-Yöntem: 0 Ağustos- Aralık tarihleri arasında Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümüne başvuran yeni tanı almış 70 hastadan Hastane Anksiyete Depresyon Ölçeğini kendi başlarına doldurmaları istenmiştir ve yardım istenilen sorularda hastaların soruları algılanmasına yardımcı olunmuştur. Anket skorlama sistemine göre puanlandırılmış ve iki alt ölçek (anksiyete ve depresyon ölçekleri) sorularının skorları ayrı ayrı hesaplanmış ve değerlendirilmiştir. Anksiyete ölçeğinde; 0 puan üzeri Anksiyetik, Depresyon ölçeğinde; 0-7 arası normal, 8-0 arası hafif depresif, -4 arası orta depresif, 5- arası ciddi depresif olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Yeni tanı almış 70 hastadan ü kadın, 7 si erkektir. En sık rastlanan tanı kolon kanseridir. Kadın hastaların yaş ortalaması 56. (min- max: 8-8), erkek hastaların yaş ortalaması 57.8 (minmax: 9-79) dür. (Tablo ) Genel yaş ortalaması 57 dir. Anksiyete ve depresyon ölçekleri değerlendirmeleri Tablo de gösterilmiştir. En yüksek anksiyete oranları kadınlarda 50-59 yaş aralığında, erkeklerde 40-49 yaş aralığında görülmüştür. En ciddi depresyon sonuçları kadınlarda 50-59 yaş aralığında, erkeklerde 40-49 yaş aralığında görülmüştür. Sonuç: Yeni tanı almış hastalarda hastane anksiyete depresyon ölçeği sonuçlarının yaş aralıklarına göre farklılık gösterdiği ortaya konulmuştur. Tablo. Yaş Aralıklarına Göre Kadın Ve Erkeklerde Anksiyete Ölçek Sonuçları Kadın Kadın Erkek Erkek Yaş Aralıkları Normal Anksiyetik Normal Anksiyetik 0-9 0 0 40-49 5 5 50-59 6 4 60-69 5 70-79 7 0 80-89 0 0 0 Tablo. Yaş Aralıklarına Göre Kadın Ve Erkeklerde Depresyon Ölçek Sonuçları Kadın Kadın Kadın Kadın Erkek Erkek Erkek Erkek Yaş Aralığı Normal Hafif Orta Ciddi Normal Hafif Orta Ciddi 0-9 0 0 0 0 0 0 40-49 0 6 0 0 50-59 4 0 9 4 0 60-69 0 5 0 0 70-79 0 5 0 0 80-89 0 0 0 0 0 0 0 Ref No: P-68 İNDOLEN KLİNİK SEYİRLİ MALİGN PLEVRAL MEZOTELYOMA OLGUSU Hakan Şıvgın, Banu Öztürk, Fatih Çelikyay, Harun Aysal, Ahmet Demirtaş, Mustafa Sağcan Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Bilim Dalı, Tokat. Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Tokat. Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Radyoloji Bilim Dalı, Tokat. Giriş: Malign plevral mezotelyoma nadir görülen ve asbest maruziyeti olan bölgelerde insidansı yüksek olan bir tümördür. Malign plevral mezotelyomanın prognozu kötü olup tek tedavi şansı küratif komplet cerrahi rezeksiyondur. Buna rağmen post operatif ortalama yaşam süresi yaklaşık yıldır. İnoperabl malign mezotelyomalılar için standart bir tedavi rejimi yoktur. Birinci basamak kemoterapi rejimi olarak cisplatin-pemetrexete kombinasyonu altın standarttır. İkinci basamak kemoterapi seçenekleri pemetrexete, vinorelbine ve gemcitabinedir. Burada inoperabl olduğu halde kemoterapi sonrası 5 yıllık progresyonsuz sağkalıma sahip malign plevral mezotelyoma olgusunu sunduk. 66 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER DİGER Olgu: Elli dört yaşında erkek hasta acil servise nefes darlığı yakınması ile başvurdu. Dış merkezde 005 yılında malign plevral mezotelyoma tanısı konulan hastaya o dönemde özel izinle ile 6 kür cisplatin pemetrexet tedavisi uygulanmış ardından - yıl sonra yine pemetrexete almıştı. Plevral sıvının tüp torakostomi ile deranajı yapılmıştı. Hasta kliniğimize yatırıldığında bilateral plevral efüzyon nedeni ile dispneikti. Sağ plevral sıvı drene edilemedi, sol plevral sıvı drenajı yapıldı. Çekilen toraks BT de her iki hemitoraksta sağda en geniş yerinde 7 cm solda ise 4 cm e ulaşan plevral effüzyon sagda minimal solda en kalın yerinde yaklaşık.5 cm e ulaşan kalsifiye plevral kalınlaşmalar ve sol hemitoraksta lateral ve posterior duvarda latissimus dorsi kası içinde yaklaşık 4x6 cm lik kitle lezyonu gözlendi (Şekil,). Hastaya cisplatin ve gemsitabin tedavisi başlandı. Halen kliniğimizde mevcut hastalığı nedeniyle tedavi altındadır. Sonuç: Olgumuz nadir görülebilen uzun dönem sağkalıma sahip bir inoperabl malign plevral mezotelyomadır. Hastamız yaklaşık 6 yıldır intermitant kemoterapiler almış ve ancak altıncı yılda yaygın plevral effüzyon gelişmiş ve klinik durumu kötüleşmiştir. Tanısının yedinci yılında halen kemoterapi altında stabil seyretmektedir. Şekil. Toraks BT: Sol hemitoraks alt zon posteriorda kalsifiye alanlarda içeren gösteren plevral kalınlaşma Ref No: P-68 CA 9-9 YÜKSEKLİĞİ İLE BAŞVURAN BİR HERLYN- WERNER-WUNDERLİCH SENDROMU OLGUSU Emel Ünal, Gülşah Tanyıldız, Murat Sönmezer, Hatice Gül Erkol, Ecem Özbalaban, Suat Fitöz Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Hematoloji-Onkoloji Bilim Dalı Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın-Doğum Hastalıkları Anabilim Dalı Ankara Üniversitesi Radyoloji Bilim Dalı Herlyn-Wener-Wunderlich Sendromu, çok nadir görülen müllerien kanalların konjenital anomalilerinden olup uterus didelfis, obstrükte hemivajen ve ipsilateral renal agenezi triadı ile karakterlidir. Bu triad 006 senesinde İngiltere kaynaklı literatürde isimlendirilmiştir. Müllerien kanalların füzyonunun gerçekleşmemesi sonucu uterus bikornus veya didelfis uterus oluşur. Hastalar genellikle menarştan sonra, hematokolposa sekonder gelişen dismenore yakınması ile başvururlar. Biz de Pediatrik Onkoloji Polikliniğinde Ocak 0 de tanı koyduğumuz bir Herlyn-Wener-Wunderlich Sendromu olgusunu, nadir görülmesi nedeniyle bildirmek istedik. Olgu yaşında bir kız, karın ağrısı nedeniyle Pediatrik Gastroentereloji Polikliniğine başvuran hastada kanda CA9-9 tümör belirteçinin yüksek bulunması üzerine konsülte edildi. Hastanın özgeçmişinde Haziran 0 de menarşının başladığı ve periodik olarak dismenore ve pelvik ağrısının olduğu, son ayda ise bu yakınmalarının arttığı öğrenildi. Şubat 0 tarihinden beri de Nefroloji Polikliniğinde üriner enfeksiyon nedeniyle takipli olduğu bilgisi edinildi. Hastanın yapılan fizik muayenesinde fizik, motor ve mental gelişimi normal bulundu ve herhangi bir patolojik bulguya rastlanmadı. Serıumda ölçülmüş olan tümör belirteçlerinden CA 9-9 4.6 U/ml (0-.5 U/ml) ile düzeyinin yüksek olduğu belirlendi. Yapılan tüm abdomen ultrasonografik incelemesinde sağ pelvik kitle, sağ renal agenezi, uterus didelfis ve obstrükte hemivajen ile birlikte hematokolpos raporlandı. Aynı bulgular Manyetik Rezonans Görüntüleme ile konfirme edildi. Bunun üzerine hastada sendromik bir durum olduğu düşünüldü ve Herlyn- Wener-Wunderlich Sendromu tanısı kondu. Hasta kadın-doğum kliniği ile konsülte edildi ve hastaya laparoskopik girişimle eksplorasyon ve rekonstrüksiyon yapıldı. Vajinal septum rezeke edildi ve hematokolpos drene edildi. Hasta post-operatif. günde taburcu edildi. Laparoskopik girişimden 0 gün sonra kanda CA9-9 düzeyinin 84 U/ml ye düştüğü belirlendi. Hiçbir pelvik ağrı yakınması kalmayan hasta poliklinik izlemde tutulmaktadır. Bilindiği üzere CA9-9 endometriosis ve benign ovarian kistler için de indikatör role sahiptir. Benign lezyonlar da serumda yüksek CA 9-9 düzeylerine yol açarlar. Karbonhidrat antijeni 9-9 pankreatik ve biliyer kanserler için çok değerli bir serum belirteçidir. CA 9-9 serum düzeyi >000 U/ml olduğu zaman genellikle GIS kanserlerini ve %99 ozgüllükle pankreatik kanseri işaret ederse de pankreatit veya karaciğer sirozu nedeniyle yalancı pozitiflik saptanan olgular bildirilmiştir. CA9-9 düzeyinin >000 U/ml olduğu durumlar çok nadir olarak benign lezyonlarla birliktelik gösterir. Bu nadir görülen benign konjenital urogenital sendrom nedeniyle, serumda tümör belirteçi CA9-9 un normal değerinin 00 kat fazla saptandığı benign lezyonları dikkate getirmek istedik. Şekil. Toraks BT: Her iki hemitoraksta efüzyon, sol hemitorakta eşlik eden plevral kalınlaşma, sol akciğerde atelektazi, hacim kaybı, perikardiyal efüzyon ve mediastinal yumuşak doku dansitensinde artış Susesi Otel, Antalya 67

DİGER POSTER BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Ref No: P-68 TEMPORAL KEMİK YERLEŞİMLİ LANGERHANS HÜCRELİ HİSTİOSİTOZİS; BİR VAKA SUNUMU Meral Günaldı, Çiğdem Afşar, Berna Duman, Berksoy Şahin Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Adana Numune Eğitim Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü Giriş: Langerhans hücreli histiositoz (LHH), langerhans tipi histiositlerin iyi huylu proliferatif bir hastalığıdır. Histiositoz X grubu hastalıkların lokalize şeklidir. Biz burada LHH tanısı alan bir hastayı sunduk. Olgu: 9 yaşında erkek hasta, başının sağ tarafında ağrı ve aynı bölgede küçük cilt altı şişlik şikayetleri ile beyin cerrahi polikliniğine başvurmuş. Kraniografi ve MR da sağ temporoparietal bölgede kemik lezyonu izlenmiş (Şekil ). Kitle eksize edilmiş. Patolojisi histiositoz X olarak rapor edilerek, tarafımıza yönlendirilmiş. Mevcut lezyonunun dışında başka patoloji saptanmaması nedeniyle hastaya LHH tanısı kondu. Takipteki hastanın, yıldır izlenmektedir. Tartışma: Histiositoz X, etiyolojisi tam olarak bilinmeyen, atipik immünolojik reaksiyon ile kendini gösteren neoplastik olmayan bir hastalık grubudur. Klinik olarak tipi vardır; ) LHH (Kronik fokal form), ) Letterer-Siwe (Akut yaygın form), ) Hand-Schuller- Christian (Kronik yaygın form). LHH lu hastaların %90 ı 5 ile 5 yaş arasındadır. Tek ya da çok litik kemik lezyonu ile karakterizedir. Tek kemik lezyonu olan hastaların yarısı 0 yaşın altındadır. Bizim olgumuz ise 9 yaşındadır. Vakaların / ünde, temporal kemik tutulumu vardır. İskelet sisteminde ise en sık pelvis ve kaburgalar tutulur. İntraparankimal yerlesimli LHH nadirdir. LHH un radyografik görüntüsü tipiktir. Periferal sklerozu olmayan, iyi demarkasyon gösteren zımba deliği görünümü tipiktir. En iyi görüntüleme yöntemi CT ve MRG dir. Kesin tanısı, patolojide immunohistokimyada histiositlerin S-00 ve CDa antikorlarının boyanması ile konur. Alt tip, klinik özellik ve bulgulara göre belirlenir. Hastamızın patolojisinde CDa ile boyanma ile LHH tanısı konulmuştur. Lezyonun tek olması, eşlik eden ek klinik tablo olmaması nedeni ile alt tip olarak LHH olduğu belirlenmiştir. Tedavide cerrahi eksizyon, radyoterapi, kemoterapi ve lokal steroid tedavisi yöntemleri uygulanabilir. Sonuç olarak, direk grafide osteolitik kemik lezyonu görülen genç hastalarda, LHH ayırıcı tanıda düşünülmeli ve ileri inceleme yapılmalıdır. LHH tanısı alan hastalarda genellikle cerrahi eksizyon yeterlidir. Uygun tedavi hastanın prognozu açısından önemli bir faktördür. Bu nedenle, lezyonun yerleşimi ve klinik olarak alt tipinin doğru belirlenmesi, tedavi yaklaşımının doğru planlanmasında çok önemlidir. Ref No: P-684 NÜKS PİGMENTE VİLLONODÜLER SİNOVİT TE RADYOTERAPİNİN ETKİNLİĞİ Hatice Halis, Maksut Görkem Aksu, Özlem Civelek Ay, Mehmet Sinan Karabey, Emine Binnaz Sarper, Eda Yirmibeşoğlu Erkal, Bahar Müezzinoğlu Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı, Kocaeli Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Anabilim Dalı, Kocaeli Giriş: Pigmente villonodüler sinovit (PVNS) klinikte nadir görülür ve sinoviyal dokunun nedeni bilinmeyen, benign, proliferatif bir hastalığıdır. Genellikle tek eklem tutulumu gözlenir ve en sık diz eklemi tutulur. Esas tedavi cerrahi olmakla birlikte, muhtelif cerrahiler sonrası tekrarlayan ve eklem hareketlerini ileri derecede bozan lezyonlarda radyoterapi (RT) de uygulanabilmektedir. Literatürde, RT uygulanmış vaka sıklığı oldukça nadir olsa da, progresyonu önlemede RT nin olumlu etkisi gösterilmiştir. Olgu: 4 yaşında bayan, temmuz 008 yılında ortopedi kliniğine ayak bileğinde ödem ve palpasyonla ağrılı, yaygın yumuşak doku şişliği ile başvurdu. Özgeçmiş ve soygeçmişinde herhangi bir özellik saptanmadı. Hastanın muayenesinde kızarıklık ve ısı artışı izlenmedi. Laboratuar tetkiklerinde de patolojik bulgu saptanmadı. Çekilen Magnetik rezonans (MR) görüntülemede ayak bileği medial ve lateral kesimde cilt altı planlarda yoğun ödematöz sinyal sahaları ve eşlik eden hemen tüm eklem mesafeleri düzeyinde belirginleşen nodüler formda yer yer heterogen kontrastlanma izlendi. Bu düzeylerde hemosiderine ait sinyal alanları ile birlikte yer yer nodüler formda özellikle T görüntülerde yer yer heterogen hiperintens görünümlü değişiklikler mevcuttu. Cerrahi planlanan hastada yapılan kitle eksizyonu sonucu histopatolojik incelemede osteoklast tipi dev hücreler, köpüksü histiyosit, hemosiderin yüklü makrofajlar içeren PVNS tespit edildi. Hastanın ayak bileğinde şişlik devam edince Mayıs 009 yılında tekrar kitle eksize edildi. Mart 0 yılında. nüks nedeniyle tekrar opere edilen hastada çekilen kontrol MR da rezidü kitle tespit edildi. kez nüks gelişen ve çeşitli ortopedi merkezleri tarafından. bir cerrahinin ilave katkı sağlamayacağı bildirilen hastaya, sol ayak bileğindeki kitleye yönelik olarak6 fraksiyonda Gy radyoterapi uygulandı. Radyoterapi sonrası. ay kontrolünde MR da kitlede progresyon saptanmadı ve stabil olduğu tespit edildi. Sonuç: PVNS, uzak metastaz yapmayan selim bir lezyon olmasına rağmen, lokal olarak agresif bir seyir gösterebilir. Eklem çevresindeki kemikte aşınmalar görülebilir ve eksizyon sonrası lokal nüks oranı yüksektir. Klinik semptomlar hastalığa özgü değildir ve genellikle tekrarlayan ağrı, eklemde hareket kısıtlılığı ve eklem şişliği atakları vardır. Nüks veya progresif PVNS de, cerrahi olarak fayda sağlanamayacak vakalarda, düşük doz radyoterapi etkili ve güvenilir olması nedeniyle hastalara önerilmelidir. Şekil. Kranyal MR da Sağ Temporaparietal bölgede Langerhans Hücreli Histiositozis Ref No: P-685 TOMOTERAPİ HI-ART CİHAZI İLE TOTAL VÜCUT IŞINLAMASI(TBI) Abdullah Yeşil, Gül Ayşen Öztürk, Meral Kurt, Vildan Özkocaman, Sema Tunç, Ali Altay Ali Osman Sönmez Onkoloji Hastanesi, Bursa Uludağ Üniversitesi, Radyasyon Onkolojisi Bölümü, Bursa Uludağ Üniversitesi, Hematoloji Bilim Dalı, Bursa Amaç: Total Vücut Işınlaması, uygulanan merkezin şemasına göre doz, fraksiyon sayısı ve olgunun ışın demetine göre aldığı pozisyon itibariyle farklı şekillerde uygulanabilir. Enerji ve doz hızı da farklılık gösterebilen parametrelerdir. Işınlama hem Co-60 cihazı hem de lineer hızlandırıcıların çeşitli enerji seviyelerinde yapılabilmektedir. Biz de Tomoterapi HI-ART cihazı ile total vücut ışınlaması yapılan 68 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER DİGER ALL-L tanılı olgunun tedavi süreci ve sonuçlarını literatür ile paylaşmak istedik. Olgu: On dokuz yaşındaki erkek olgunun Ağustos 00 da halsizlik ve gribal şikayetleri olması nedeni ile yapılan tetkiklerinde trombositopeni saptanması üzerine kemik iliği biyopsisi yapılarak ALL-L tanısı kondu. Sistemik kemoterapisi sonrası profilaktik intratekal metatreksat ve 8 Gy kranyal radyoterapi uygulandı. Mart 0 de Kİ nüksü saptanan olguya FLAG-İDA rejimi uygulandı. Mayıs 0 de proteinürisi olan olgunun böbrek biyopsisinde fokal skleroz saptandı. Haziran 0 de tam remisyondaki olguya VP-6/ Cy/TBI ile hazırlama rejimi kullanılarak allojenik KİT yapıldı. Gereç-Yöntem: Olgunun immobilizasyonu sağlanarak SIEMENS marka CT Similatör cihazında Head to Feet() ve Feet to Head() yönlerinde iki adet tomografi kesitleri alındı. Kesitler alınırken femurların / lük kesimine denk gelecek şekilde işaretlemeler yapıldı. Kesitler ECLIPSE marka planlama sistemine aktarılarak hedef volüm ve kritik organlar konturlandı. Hedef volüm olarak tüm vücut(p- TV)(ciltten mm aşağı) ve akciğerler(ptv) seçilirken kritik organ olarak sadece lensler çizildi. Tomotherapy HI-ART cihazında bir seferde 60 cm ışınlanabildiğinden planlamanın ilk bölümü için nolu tomografi kesitleri ikinci bölüm için ise nolu kesitler kullanıldı. Planlamalar yapılırken çakışma bölgesindeki homojenliği bozmamak adına gerekli düzeltmeler yapıldı.tedavi sürelerini kısa tutmak ve homojen bir doz dağılımı elde etmek için; pitch ve modulation faktörlerinin çeşitli varyasyonlar denendi. PTV e günde fraksiyon olmak üzere günde Gy, PTV ye ise 8 Gy verildi. Planlamalar tamamlandıktan sonra olgunun 4 farklı bölgesi için (Baş ve lensler, toraks, pelvis ve femurlar), Octavius Phantom ve Gafcromic film kullanılarak planlamaların doğruluğu kontrol edildi. Her tedavi öncesi olgunun CBCT leri alınarak(mvct) kemik ve yumuşak doku seçenekleri altında KVCT lerle füzyonu yapıldı. Gerekli düzeltmeler yapıldıktan sonra olgu tedaviye alındı. Bulgular: Takipteki olgunun vücutta hiperpigmentasyonu ve maküler döküntüleri olması nedeni ile yapılan cilt biyopsisinde interfaz dermatiti saptandı. Şu an ek problemi olmadan takip edilmektedir Sonuç: Tomotherapy HI-ART cihazında yapılan TBI planlaması ve tedavisi; uygulanabilirliği, doz homojenitesi ve tedavi öncesi pozisyon doğrulaması yapılabilmesinden dolayı uygun bir yöntemdir. Ancak cihazın helikal tedavi yapması ve tedavi süresinin uzunluğu dikkate alındığında olguların vücut yapısının düzgün aynı zamanda uzun süre hareketsiz kalabilmesi önemlidir. Ref No: P-686 ROBOTİK RADYOCERRAHİ CİHAZI İLE TEDAVİ UYGULANAN İLK HASTALARIMIZDA GÖZLENEN AKUT YAN ETKİLER Sevil Kılçıksız, Ekin Ermiş, Ferdi Özkaya, Ferdi Aksaray, Adnan Yöney, Mustafa Halil Akbörü, Mustafa Yakup Büyükpolat, Suat Erol Çelik, Menekşe Turna, Mustafa Ünsal S.B Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi,Radyasyon Onkolojisi,İstanbul Amaç: konvansiyonel radyoterapide akut,subakut ve geç toksisiteler iyi bilinmektedir ve sınıflandırılabilmektedir. Stereotaktik radyoterapi uygulaması sonrası akut toksisiteler konusunda benzer birikim, sınıflandırma ve öngörü yetersizdir. Bu amaçla stereotaktik radyoterapi uygulaması başlayan merkezimizde tedaviye aldığımız ilk hastalarda akut toksisiteler değerlendirildi. Gereç-yöntem: cyber-knife cihazı ile srt/srs uygulanan 8 i erkek (%40), si kadın (%60) 0 hastanın retrospektif olarak bulguları değerlendirildi. Srt ve srs lınac tabanlı cyber-knıfe cihazı ile temmuz 0-ocak 0 arasında uygulandı. Bulgular: tüm hastalar toksisite nedeniyle kesinti olmadan srt/srs tedavilerini tamamladı. Medyan izlem süresi 69 gündü (0-50 gün). 0 Hastanın 4 ü (%0) ekstrakranyal,6 sı (%80) intrakranyal olarak ışınlandı. Hastalar 4-80 yaş aralığındaydı. İntrakranyal hastaların 8 i (%40) menenjiom, 4 ü (%0) hipofiz adenomu, i (%5) akustik nörinom, i (%5) hemanjioblastom tanılı olup ekstrakranyal hastaların si kordoma (%0), i prostat (%5), i vertebra metastazı (%5) tanılıydı. Tedavi için tanımlanan doz aralığı (prescription dose) intrakranyal hastalar için -5gy -5 fraksiyonda, tanımlanan izodoz aralığı %75-%94 tü.ekstrakranyal hastalar için ise sırasıyla,5-7,5 gy -5 fraksiyonda ve %6-%80 izodoz aralığında idi. Hastada (%60) akut yan etki olarak baş ağrısı (%9) ve idrar retansiyonu (%9) gelişirken,8 (%40) hastada herhangi yan etki gelişmedi. İntrakranyal lezyonu olan hastalara tedavi süresince profilaktik kortikosteroid tedavisi başlanıp akut toksisite gelişenlerde kortikosteroid tedavisine devam edildi. Kortikosteroid tedavisi minimum 0 gün, maksimum gün olup doz aralığı,5-8 mg idi. Semptomatik düzelme 7 hastada(%5) saptandı. Hastada kortikosteroid sonrası analjezik ile semptom kontrolü sağlandı. Hastada kortikosteroid kullanımı devam ediyor. Spinal srt uygulanan hastalarda herhangi akut semptom gözlenmezken prostat olgusunda idrar retansiyonu ve idrar yolları enfeksiyonu tedavileri yapıldı. Sonuç: srs tedavileri sonrası gözlenen akut toksisiteler çoğunlukla fatal olmamasına karşın tedavi öncesi öngörü için bilgi birikimine ve ortak toksisite sınıflandırılmasına ihtiyaç vardır. İyi hasta seçimini tanımlamak, tedavi parametrelerini optimize etmek ve tedavi sonrası yaşam kalitesini arttırabilmek için daha fazla ileri çalışmaya gereksinim duyulmaktadır. Ref No: P-687 İLACA ERKEN ERİŞİM PROGRAMLARI AKTİVİTESİ; BİR MERKEZ DENEYİMİ Selin Testemel, Hasan Şenol Coşkun, Şerife Bilal, Selda Uçar, Hakan Bozcuk, Burhan Savaş Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkolji Bilim Dalı, Antalya Amaç: İlaca erken erişim; ülkemizde ruhsatlı olmayıp, diğer ülkelerde ruhsatlı olan veya olmayan ilaçların, ilacı geliştiren /temin eden firma tarafından insani gerekçelerle ücretsiz temin edilmesini amaçlayan bir uygulamadır. Bu çalışmada bölümümüzde yürütülen erken erişim programları ve hasta alımlarını değerlendirmek amaçlanmıştır. Gereç-Yöntem: Çalışmada Akdeniz Üniversitesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümünde 00-0 yılları arasında yapılan erken erişim programı ve alınan 69 hastanın verileri değerlendirildi. Bulgular: Bölümümüzde yapılan birinci programda; prostat kanserli hormon refrakter, docetaksel tedavisi almış hastalara kabazitaksel tedavisi sağlandı. 4 hasta programa dahil edildi. Bu hastaların ortalama tedavileri 5 kür sürdü ve hastaların progresyon sonrası yaşam süreleri ortalama ay olarak gerçekleşti. İkinci programda daha önce erlotinib ya da gefitinib ile tedavi görmüş ileri evre küçük hücreli olmayan akciğer kanseri hastalarında BIBW 99 (afatinib) sağlandı. 6 hasta programa dahil edildi. Bu hastaların ortalama tedavileri 5 ay sürdü ve hastaların yaşam süreleri ortalama 7 ay olarak gerçekleşti. Üçüncü programda Metastatik melanom hastalarında RO58546(vemurafenib) sağlandı. 8 hasta programa dahil edildi, bu hastalardan i (%9) v600 mutasyonu pozitif hasta grubunu oluşturdu. Hastadan 8 i (%7) tedaviye alınabildi. Bu hastaların ortalama tedavileri 7 ay sürdü, bu hastalardan 4 ü(%50) hayatta olmak üzere yaşam süreleri ortalama 8 ay olarak hesaplandı. Sonuç: Onkolojik tedaviler hızla gelişmekte ve yeni tedaviler hastaların yaşam sürelerine etki etmektedir. Bu tedavilere hastaların daha erken erişebilmesi, bu gelişme basamaklarında ve klinik çalışmalarda yer almak ya da erken erişim programına dahil olmakla mümkündür. Susesi Otel, Antalya 69

DİGER POSTER BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Bu çalışmaların hepsi kliniklere ek uygulama, zaman ve ekonomik yük getirmektedir. Bu sorunların düzenlenerek hastaların yeni tedavilere ulaşabilmesinin çabası içinde olunmalıdır. KRT sonrası PET/BT Ref No: P-688 SAKRUMUN KÜÇÜK HÜCRELİ KARSİNOMU: BİR OLGU SUNUMU Hilal Kızıltunç Özmen, Burak Erdemci, Orhan Sezen, Ebru Örsal, Burcu Sağlam Alan, Özlem Eser Kılınç, Abdulsemet Zortul Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nükleer Tıp Ana Bilim Dalı, Erzurum Amaç: Akciğerin küçük hücreli karsinomu sık görülen, radyoterapi(rt) ve kemoterapiye(kt) iyi cevap vermesine rağmen hızlı yayılması nedeniyle hastalıksız sağ kalım oranları düşük olan bir tümördür. Biz bu çalışmada nadir görülen ekstratorasik olarak sakrum yerleşimli küçük hücreli karsinom olgusunu sunmayı amaçladık. Olgu: 7 yaşında erkek hasta pelvik bölgede şiddetli ağrı ve ağrıya bağlı yürüyememe şikayeti ile başvurduğu klinikte çekilen PET/ BT; S-S vertebral alanda yerleşimli primer kemik tümörü olarak rapor edilmiş, vücudun diğer bölgelerinde tutulum görülmemişti. Yapılan biopsi sonucu küçük hücreli karsinom metastazı lehine değerlendirilmişti. Ancak immunofenotipik tiplendirme yetersiz materyal nedeniyle yapılamayıp diğer bölgelerde de tümöral lezyon olmadığından konsey kararıyla primer sakral yerleşimli küçük hücreli karsinom olarak kabul edildi. Bu aşamada küratif dozda RT ve eş zamanlı olarak KT uygulanmasına karar verildi. Hastaya gün ara ile Carboplatin Etoposid KT si uygulandı. RT dozu olarak; D konformal teknikle 80 cgy/gün dozda 5 fraksiyonla 4500 cgy sonrası 900 cgy boost tedavisi eklenerek toplam 5040 cgy verildi. Bulgular: RT nin.frk nundan sonra hastanın ağrısı azalmaya başladı. Tedaviden sonra yardımsız olarak oturabiliyordu. RT den sonra kür KT alan hasta RT sonrası. ayda çekilen PET/BT ile karşılaştırma yapılarak değerlendirildi. KRT öncesi SUVmax değeri 0.45 iken KRT sonrası SUVmax değerinin.94 olduğu görüldü. Bulgular kitlenin belirgin regresyonu lehine değerlendirilerek tedaviye tama yakın cevap olarak kabul edildi. Ayrıca başka metastatik odak tespit edilmedi. Sonuç: Ekstratorasik yerleşimli küçük hücreli karsinom olgularında radyoterapiye kemoterapinin eklenerek küratif dozların uygulanmasıyla tama yakın cevap elde edilebilmesi yönüyle atipik yerleşimli küçük hücreli karsinom tanılı olgumuz literatür eşliğinde tartışılmıştır. KRT öncesi PET/BT Ref No: P-689 BEYİN METASTAZLARI OLUŞTURAN VE UZUN SAĞKALIM İZLENEN KARDİYAK MİKSOMA OLGUSU Ulviye Nabizade, Cem Çallı, Serra Kamer, Yavuz Anacak Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, İzmir Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Ana Bilim Dalı, İzmir Giriş-Amaç:. Miksoma en sık rastlanan primer kalp tümörüdür. Erişkinlerde kalp tümörlerinin yaklaşık yarısını oluşturur. Tedavisi cerrahidir, nadiren uzak metastaz oluşturur. Bu bildiride kardiyak cerrahi sonrası beyin metastazları gelişen bir olgunun palyatif radyoterapi (RT) sonrasında uzun sağkalım saptanan bir olgu sunulmaktadır. Olgu: 47 yaşında kadın olgu 007 yılında sol atriyal miksoma tanısı ile opere edilmiştir. 009 yılında sol kolda uyuşukluk,vertigo,başağrısı gibi nörolojik yakınmalarının olması üzerine çekilen kranial MRG de hemorajik, embolik odaklar saptanarak beyin metastazları olarak değerlendirilmiştir. Sistemik taramalarda başka odak saptanmamış ve olgu kardiyak misomaya bağlı beyin metastazları olarak tanımlanmıştır. Biopsi dahil cerrahi önerilmeyen olguya 0 Gy tüm kraniyum palyatif RT uygulanmıştır. İzlemde metastatik lezyonlarda belirgin regresyon görülmüş, yakınmaları gerilemiştir. Olgu RT sonrası 44. ayda yakınmasız olarak izlenmektedir. Sonuç: Kardiyak miksoma nadir de olsa beyin metastazlarına neden olmaktadır. Bu olgularda nörolojik yakınma olduğunda metastaz olasılığı akla gelmelidir. Radyoterapi ile uzun dönem sağkalım elde edilebilir. Ref No: P-690 SPONTAN TÜMÖR LİZİS SENDROMU GELİŞEN SURRENAL KARSİNOM: OLGU SUNUMU Seray Karagöz, Deniz Arslan, Şeyda Gündüz, Mükremin Uysal, Ali Murat Tatlı, Sema Sezgin Göksu, Hasan Şenol Coşkun, Burhan Savaş Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Antalya Giriş: Tümör lizis sendromu (TLS) antineoplastik tedaviden sonra veya spontan olarak malign hücrelerin spontan yıkımı sonucu intrasellüler içeriklerin açığa çıkarak kan akımına karışmasıyla oluşur. Bu metabolik bozukluk hiperürsemi, hiperkalemi, hiperfosfatemi ve hipokalsemi ile karakterizedir. Kardiyak aritmi, akut böbrek yetmezliği, nöbet veya ölüm gibi komplikasyonlara yol açabilmektedir. TLS, sıklıkla burkitt lenfoma ve akut lenfoblastik lösemi gibi hematolojik malignitelerde kemoterapi sırasında oluşmaktadır. Nadiren solid 70 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER DİGER tümörlerde ve spontan olarak gelişebilmektedir. Burada 8 yaşında metastatik sürrenal karsinom tanılı, spontan olarak TLS gelişen olgumuzu sunduk. Olgu: Yirmisekiz yaşında kadın hasta, metastatik sürrenal karsinom tanısıyla takip edilmekteydi. Üç yıl önce sol nefrektomi ve sürrenalektomi yapılan hastaya, sürrenal karsinom tanısı konmuştu. Evreleme amaçlı yapılan radyolojik incelemelerinde akciğer ve karaciğer metastazları saptanmıştı. Üç basamak palyatif kemoterapi ve ağrı nedeniyle sol sürrenal loj, sağ paraaortik alandaki metastatik kitlelere yönelik 000 cgy radyoterapi uygulanmışdı. Hasta kasım 0de genel durumda bozulma, ağrı nedeniyle bölümümüze başvurdu. En son sitotoksik tedavisini ay önce almışdı. Fizik muayenesinde 4 cm hepatomegali ve sol üst kadranda hassasiyet saptandı. Diğer sistem muayenelerinde patolojik bir bulguya rastlanmadı. Yapılan biokimyasal analizlerde serum kreatinin normal saptanırken, ürik asit düzeyi,6 mg/ dl, K 6. meq/l, Fosfat 7, mg/dl, düzeltilmiş kalsiyum 6, mg/dl, LDH 78 U/l olarak saptandı. Hasta, nefroloji bölümü ile konsulte edilerek intravenöz hidrasyon, tampone dekstroz, idrarın alkalileştirilmesi ve allopürinol tedavileri başlandı. Takiplerinde K+ yüksekliği devam eden, idrar çıkışı azalan hastanın serum kretinin değerleri yükseldi. Oligüri ve asidoz gelişen hasta toplam 7 kez hemodiyalize alındı. Takiplerinde klinik iyileşme sağlanamayan, laboratuar değerlerindeki bozukluk devam eden hasta takibinin onuncu gününde eksitus oldu. Tartışma: TLS, hayatı tehdit eden bir onkolojik acildir. Sıklıkla burkitt lenfoma, akut lenfoblasitk lösemi gibi hematolojik malignitesi olan hastalarda görülse de son yıllarda giderek artan sayıda solid tümörlü vakalarda da TLS bildirilmiştir. Spontan TLS, solid tümörlü hastalardan; meme kanseri, gastrik kanser, germ hücreli tümörler, akciğerin skuamöz ve küçük hücreli alt tip kanserlerinde geliştiği bildirilmiştir. Literatürde sürrenal karsinomlu, spontan tümör lizis sendromu gelişen vaka bulunmamaktadır. Vakamızda olduğu gibi tümör yükü fazla olan metastatik sürrenal karsinomlu hastalarda spontan TLS gelişebileceği akılda tutulmalıdır. Ref No: P-69 RADYOTERAPİ YAN ETKİLERİNİ AZALTAN KİMYASALLAR Huriye Şenay Kızıltan, Ali Hikmet Eriş Huriye Şenay Kızıltan Bezmialem Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, İstanbul Ali Hikmet Eriş Bezmialem Üniversitesi Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Ana Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Radyoterapi yan etkilerini azaltıcı kimyasal maddelere radyoprotektan denir. Henüz ideal bir radyoprotektan bulunmamıştır. Bu konuda yapılan yayınlar genellikle çok dar kapsamlıdır. Bu nedenle yapılan çalışmalar derlenerek bir sonuca gidilmeye çaılışılmıştır. Arkaplan: Kükürtlü bileşikler iyi radyoprotektan etkilidir. Fakat, radyasyondan korurken radyoterapinin tümör dokusundaki etkinliğini de azaltmaları, pahalı ve yan etkilerinin fazla olması kullanımlarını kısıtlar. Ethiol, hem radyoterapiye bağlı hücre ölümünü azaltır. Hem de radyoterapiye bağlı mutagenezisi azaltarak sekonder kanserlerin oluşumuna engel olabilir. L-Carnitene, alpha lipoic acid gibi sülfürlü bileşikler ise glutasyon düzeyini yükseltmeleri nedeni ile iyi bir radyoprotektandırlar. E vitamini, C vitamini, selenyum da radyoprotektan etkilidir. Green tea, glutamine, propolis, polen, thymoquinone, chamomile, oleuropein, saf bal az sayıda çalışmada etkinliği gösterilmiş, ümit vadeden diğer radyoprotektanlardır. Sonuçlar: Radyoterapiye bağlı cilt reaksiyonlarında topical kortikosteroid %0. mometasone furoate, yıkama uygulamaları, sucralfate. ethiol. hyaluronik asid kremi, Aloe Vera, giydirme, gentian violet ile iyi neticeler alınmıştır. Radyasyon pnömonisinden korunmada cerium oxide nanopartikülleri, manganase superoxide dismutase (MnSOD) ile iyi neticeler alınmıştır. Radyasyona bağlı oral mukozitten korunmada beslenmenin, ağız yıkamalarının, mangan superoksid dismutazın, glutamin, chamomile, saf balın, çinkonun etkili olduğu gösterilmiştir. Radyasyona bağlı fibroz ve nekroz korunmasında pentoxiphyllin ve beraberinde E vitamini, green tea ile olumlu neticeler alınmıştır. Hematolojik toksisitesinden korunmak için koloni stimüle edici ajanlarla, %50 epigallocathecin içeren green tea polifenolleri ile iyi neticeler alınmıştır. Superoksit dismutaz, thyimoqinone, capari, polen gibi maddelerle de kemik iliğini koruyucu etkiler elde edilmiştir. Ascorbic acid monoglucoside, L Carnitene, alpha lipoic acid, Silymarin (68) ile radyasyona bağlı hepatotksisite korunmasında iyi neticeler alınmıştır. Radyasyona bağlı diareden korunmada, proteolitik enzimler, probiyotikler, net bir fayda elde edilememiştir. İlginç şekilde, green tea nin tamamından elde edilen ekstresinin radyoproteksiyonda daha etkili olduğu bildirilmiştir. Ösofajitde Amifostin, superoksid dismutazla iyi neticeler alınmıştır. Nefrotoksisite Amifostin thymoquinonela, kardiotoksisite profilaksisinde thymoquinone, bromelainle myelotoksisite ve hematolojik toksisitede koruyucu etki gösterilmiştir. Tartışma: C vitamini, thymoquinone, polen, propolis, oleuropein, saf bal, green tea nin geniş spektrumlu radyoprotektanlar olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu ajanlarla çok az sayıda çalışma vardır. Daha kapsamlı çalışmalar yapılmalıdır. Ref No: P-69 ATİPİK YERLEŞİMLİ PRİMERİ BİLİNMEYEN METASTATİK KANSER: NADİR BİR OLGU SUNUMU Mehmet Bilici, Kerim Çayır, Mehmet Türkeli, Nilgün Yıldırım, Salim Başol Tekin Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Erzurum Giriş: Primeri bilinmeyen tümör, biyopsi örneğinde metastatik kanser saptandığında, primer tümörün bulunamaması olarak tanımlanmaktadır. Bu hastaların otopsilerden sonra dahi %5-5 inde primer odak saptanamamaktadır. Primeri bilinmeyen tümörlerin bir çoğunda prognoz kötüdür ve sıklıkla tanı konulduktan sonra sürvi 6 aydan kısadır. Burada ksifoid alt bölgesinde epigastrium üzerinde cilt altı yerleşimli primeri bilinmeyen metastatik kitlesi olan hasta sunuldu. Olgu: 66 yaşında erkek hasta yaklaşık - aydır olan karnın üst bölgesinde cilt altı şişlik şikayeti ile geldi. Hastanın fizik muayesinde; ksifoid alt bölgesinde epigastrium üzerinde cilt altı yerleşimli 4x cm ebatlı hafif mobil sert nodüler kitlesel lezyon tespit edildi. Aile öyküsü yoktu. Öz geçmişinde KKY ve KAH mevcut. Yapılan tetkiklerinde; üst (kr aktif gastrit) ve alt gis endoskopisi (kolonoskopi- tubuler adenom), toraks ve batın CT (KOAH ile uyumlu, sol akciğer sol üst lobda 0x9 mm ebatlı noduler görünüm), beyin CT ve MRI, EKO (pulmoner HT, sağ atriyum va sağ kalp dilatasyonu, EF: %5), Batın ve cilt altı yüzeyel USG (epigastrik bölgede cilt altında x7 mm ebatlı lezyon), Üriner sistem USG, PET-BT (epigastrik bölgede cilt altı yumuşak dokuda hipermetabolik düzensiz sınırlı yumuşak doku dansitesinde nodüler lezyon histopatolojik değerlendirme önerilir). Laboratuvar tetkiklerinde; CEA:0 ng/ml, Ca-5:5467 U/ml, Ca5-:0 U/ml olarak geldi. İlgili kliniklerce yapılan fizik muayene, laboratuvar ve görüntüleme sonrasında primer lezyon olarak anlamlı patoloji tespit edilemedi. Hastaya görüntüleme eşliğinde kitle lezyon biyopsi yapıldı. Histopatolojik sonucu malign epitelyal tümör ve malign sitoloji, sitomorfoloji, immünohistokimyasal bulgular adenokarsinom lehine yorumlandı. Bu haliyle hasta atipik yerleşimli Susesi Otel, Antalya 7

DİGER POSTER BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ primeri bilinmeyen metastatik karsinom olarak kabul edilip kemoterapi proğramına alındı. Sonuç: Primeri bilinmeyen metastatik kanserlerde tanı anında vücudun bir veya birden fazla bölgesinde tümöre ait metastazları olan fakat anemnez fizik muayene bütün radyolojik tetkikler pet-bt, MRI, ultrasonografi, biyokimyasal ve tümör markerları CEA-9.9, CA- 5., CA-.5, AFP, PSA gibi tümör markerları, idrarda ve büyük abdestte gizli kan araştırması, metastatik odaklardan yapılan çeşitli biyopsilerde patologlarca defalarca incelenip bakılmasına rağmen hastalığın çıktığı odağın gösterilemeyen kanserlere verilen adıdır. Primeri bilinmeyen kanserler, tüm kanser hastalarının %5-0 nunu oluşturmaktadır. Ancak bizim vakamızda olduğu gibi primeri bilinmeyen, patolojisi adenokarsinoma gelen cilt altı nodüler lezyon literatürde oldukça nadir görülmektedir. Sonuç olarak; çok nadirde olsa başka bir yerinde herhangi bir lezyon tespit edilemeyen cilt altı nodüler lezyonların malign olabileceği, histopatolojik değerlendirme yapılması gerekmektedir. 7 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-69 TOPLUMSAL KANSER BİLİNCİ Alparslan Merdin, Piril Çevikel, Elif Kışla, Fatma Avcı, Süleyman Yasin Göktuğ, Hayri Merdin 4, Seyda Gündüz, Hasan Şenol Coşkun Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Ana bilim Dalı, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Onkoloji Bilim Dalı, Antalya 4 Antalya İl Özel İdaresi, Antalya Amaç: Türkiyede her yıl yaklaşık 00000 yeni kanser vakası tanısı konulmaktadır. Gelişen teknolojik imkanlar ile birlikte ortalama insan ömrünün uzaması sonucunda, her geçen yıl daha çok insan kansere yakalanmaktadır. Biz bu çalışmayı, toplumun kansere bakış açısını ve kanser hakkındaki bilgi düzeyini tespit edebilmek için anket üzerinden yaptık. Gereç ve Yöntem: Antalya Bölgesi nde yaşayan 8 yaşını doldurmuş olan, bilinen kanser hastalığı olmayan ve sağlık personeli olmayan katılımcıya anket uyguladık. Anket çalışmasına alınan bireyler toplumun her kesiminden randomize olarak belirlenildi. Anket soruları toplumun genel kanser bilgisini ölçmek, kollektif kanser bilgisinin kaynaklarını belirlemek, ileri evre yaygın kanser hastalığı olan hastalara yaşamsal destek ve müdahale konusundaki görüşleri öğrenmek, kansere sebep olabilicek etkenler ile ilgili toplumsal görüşü ölçmek, kanser tarama programları ve yöntemleri konusundaki bilgi düzeyini ölçmek için 7 soru olarak belirlenildi. Bulgular: Ankete cevap veren bireyin %68 i en az bir tane kanser hastası yakını olduğunu belirtti. Bireylerin %74 ü kanseri çaresiz bir hastalık olarak görmekteydi. Ankete katılan bireylerin %65 i kanser hastalığını daha önce hiç araştırmadığını bildirdi. Bireylerin kanser hakkındaki bilgilerinin kaynağı ise televizyon programları % ve internet 0 % olarak ön sırada idi. Bireylerin %76 sı kansere yakalanma ihtimaline karşı korku hissettiğini bildirdi. Ankete katılan bireylerin %40 ı kendilerinin ömür boyunca kansere yakalanma riskini %0 ile %50 arası ihtimalinde olarak tahmin bildirdi. Kansere sebep olabilecek yaşam tarzı durumları açısından stres %, cep telefonu kullanılması 9%, çevre kirliliği 6% cildin güneşe fazla maruziyeti 5% ve obezite % olarak işaretlenildi. Kansere sebep olabilecek tüketim ürünleri açısından sigara %, hormonlu gıdalar 7 %, yanmış gıdalarla beslenme 4%, alkol 6 % ve kola 7 % olarak işaretlenildi. İleri evre yaygın ve tedavisi olmayan kanserli hastaların son dönemde yaşam destek ünitelerine bağlanmaması gerektiğini düşünenlerin oranı 45 % ve hayati fonksiyonların durması halinde yaşamsal müdahele yapılmaması gerektiğini düşünenlerin oranı 4 % idi. Tanı koyma sürecinde bireylerin % inin erken tanı konulmasının önemini bilmediği görüldü. Ankete katılan bireylerin %7 sinin kanser tarama programları hakkında bilgi sahibi olmadığı ve %88 inin hiç kanser taraması yaptırmadığı öğrenildi. Sonuç: Kanserin toplumumuzda çaresiz bir hastalık olarak görüldüğü ve bu konudaki toplumsal bilgi düzeyinin çok düşük olduğu görüldü. Kanser hastalığı, toplumda yaygın bir hastalık olmasına rağmen erken tanı ve tedavinin önemi konusunda da toplumsal bilgi düzeyinin yetersiz olduğu görüldü. Kansere yönelik farkındalık düzeyinin ve koruyucu sağlık hizmetlerinin, Sağlık Bakanlığı ve Gönüllü Toplum Kuruluşları nın yürüteceği çalışmalarla arttırılması gerekmektedir. Şekil. Anket sonuç grafikleri Şekil. Anket sonuç grafikleri KANSER EPİDEMİYOLOJİSİ Susesi Otel, Antalya 7

KANSER EPİDEMİYOLOJİSİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-695 MALİGN PLEVRAL MEZOTELYOMADA İKİNCİ BASAMAK KEMOTERAPİ VE DESTEK TEDAVİ: RETROSPEKTİF DEĞERLENDİRME Hasan Mutlu, Abdullah Büyükçelik, Halit Karaca, Arzu Akşahin 4, Abdülsamet Erden 5, Tuncay Aslan 5, Veli Berk, Metin Özkan Tıbbi Onkoloji, Acıbadem Kayseri Hastanesi, Kayseri Tıbbi Onkoloji, Acıbadem Üniversitesi, İstanbul Tıbbi Onkoloji, Erciyes Üniversitesi, Kayseri 4 Tıbbi Onkoloji, Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kayseri 5 İç Hastalıkları, Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kayseri Amaç: Malign plevral mezotelyoma (MPM) mezotel yüzeylerden kaynaklanan nadir bir tümördür. İnopere MPM hastalarında birinci basamak kemoterapi standart tedavi yöntemlerinden olmuşken, ikinci basamak kemoterapinin etkinliği hala tartışılmaktadır. Çalışmamızda MPM da ikinci basamak kemoterapi ve destek tedavisinin yaşam süresine etkisi tartışılmıştır. Gereç-Yöntem: Toplam 5 inopere MPM li hasta Acıbadem Kayseri Hastanesi, Erciyes Üniversitesi ve Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi nden çalışmaya alınmıştır. Hastalar ikinci basa-mak kemoterapi alan hastalar ve birinci basamak kemoterapi sonrası destek tedavisi ile takip edilen hastalar olarak iki gruba ayrıldı. Bulgular: Median tüm yaşam süresi birinci basamak kemotera-pi +ikinci basamak kemoterapi ve birinci basamak kemoterapi+destek tedavisi grupları için 0. ve 4.7 ay idi (p=0.079). Birinci basamak kemoterapiye rağmen progresyon geliştikten sonra, ikinci basamak kemoterapi ve destek tedavisi için medyan yaşam süresi 5.9 ve 4.7 ay idi (p=0.55) Sonuç: MPM da birinci basamak kemoterapi sonrası ikinci basamak kemoterapi ve destek tedavisi arasında survi açısından çalışmamızda fark bulunmamıştır. Bu sonuçlar belki de erionit maruziyetinin sık olduğu Kapadokya bölgesindeki MPM hastaları için özelleştirilebilir. Ref No: P-696 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ GÜNEŞIŞIĞI TRİPLE NEGATİF MEME KANSERİ İÇİN PREDİSPOZAN FAKTÖR MÜDÜR? Hasan Mutlu, Taner Çolak, Mustafa Özdoğan, Abdullah Büyükçelik 4, Tuncay Aslan 5, Abdülsamet Erden 5, Zeki Akça 6 Tıbbi Onkoloji, Acıbadem Kayseri Hastanesi, Kayseri Genel Cerrahi, Akdeniz Üniversitesi, Antalya Tıbbi Onkoloji, Akdeniz Üniversitesi, Antalya 4 Tıbbi Onkoloji, Acıbadem Üniversitesi, İstanbul 5 İç Hastalıkları, Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kayseri 6 Radyasyon Onkolojisi, Mersin Devlet Hastanesi, Mersin Amaç: Güneşışığı maruziyetinin vitamin D aracılığı (aktif formuna güneşışığı aracılığı ile dönmekte) ile tümör insidansı ve prognozu üzerine etkili olduğu konusunda literatürde bilgiler yeralmaktadır. Bazı çalışmalar vitamin D düzeyi ile triple negatif meme kanseri (TNMK) gibi agresif meme kanseri alt tipleri arasında ilişki olduğunu belirtmişlerdir. Çalışmamızda güneş ışığı maruziyetinin TNMK insidansı üzerine etkisi araştırılmıştır. Gereç-Yöntem: Toplam 67 meme kanserli hasta Antalya Akdeniz Üniversitesi (n:74) ve Kayseri Eğitim ve Araştırma Hastanesi nden (n:44) çalışmaya alındı. Her iki bölge yıllık ortalama güneşli gün ve güneş ışığı maruziyeti açısından farklı özellikte idi. TNMK hasta oranları retrospektif olarak analiz edildi. Bulgular: Ortalama yaş Antalya ve Kayseri bölgeleri için sırası ile 49,0±0, ve 55,7±9,8 yıl idi (p=0.00). Menopozal durum açısından her iki grup arasında anlamlı fark vardı ve premenopozal hasta oranı Antalya bölgesinde daha fazla idi (p=0.08). TNMK hasta oranları Antalya ve Kayseri bölgesi için sırasıyla % ve %8 idi (p=0.0). Sonuç: TNMK hasta oranı güneşışığı maruziyetinin yüksek olduğu bölgelerde daha yüksek idi. Bunun yanında yine daha genç hasta oranı ve premenopozal hasta oranı yine güneşışığı maruziyetinin yüksek olduğu bölgede daha fazla idi. Aradaki ilişkilerin prospektif çalışmalar ile desteklenmesi önerilmektedir. Ref No: P-697 TANI ANINDA İLERİ EVRE OLAN 5 HASTANIN ÖZELLİKLERİ Pınar Kum, Berksoy Şahin, Çiğdem Usul Afşar, Meral Günaldı, Vehbi Erçolak Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kanser Kayıt Birimi Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Amaç: Tanı anında ileri evre kanser vakalarının özelliklerini ve ilişkilerini belirlemek Gereç-Yöntem: Çalışmaya 00-0 yıllarında Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Kanser Kayıt Merkezine kaydedilen ve tanı anında ileri evre olan 5 hasta dahil edildi. Hasta verileri 5.0 istatistik programıyla analiz edilmiştir. Bulgular: Hastaların cinsiyetler erkek 99 (%46), kadın 6 (%54) idi. Yaş grupları, -8 yaş arası (%5.), 8-5 yaş arası 8 (%8.4), 6-50 yaş arası 5 (%.7), 5-64 yaş arası 7 (%4), 65 yaş ve üzeri ise 6 (%8) olarak saptandı. Hastaların 50 (%69.8) i Adana, 5 (%.6) i Hatay, (%6) ü Osmaniye, (%5.6) si Mersin, 7 (%.) si Kahramanmaraş ve diğer illerden başvurmaktaydı. Hastalıklar akciğer kanseri 8 (%7.7), kolorektal kanserler 6(%.), jinekolojik kanserler (%5.5), lenfoma 9 (%9.), mide (%6), meme (%5.6), pankreas 7 (%.4), baş-boyun kanseri 5 (%.4) olarak gruplandı. Jinekolojik kanserlerin 7 si over yerleşimli idi. Cinsiyet ve yaş lokalizasyoni ile kıyaslandığında istatistiksel anlamlılık görüldü (sırasıyla p:0.05, p:0.00). Hastaların yaşadıkları il ile hastalıklarıyla hastalık lokalizasyonu ile karşılaştırıldığında ise istatistiksel anlam saptanmadı (p:0.9). Sonuç: Tanı anında ileri evre kanser vakalarının demografik verileriyle hastalık ilişkilerinin olabileceği görüldü. 74 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-698 ANTALYA EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ RADYASYON ONKOLOJİSİ KLİNİĞİ İLK YIL DENEYİMİ Düriye Öztürk, Evrim Duman, Ali Rıza Erinekçi, Zeynep İlknur Doğan Akarsu, Nihal Erol Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği Amaç: Uzun yıllardır sadece poliklinik hizmeti veren merkezin kurulan yeni Lineer Hızlandırıcı cihazı ile ilk yıl deneyimini, ve hastaların epidemiyolojik dağılımını değerlendirdik. Gereç-Yöntem: 0 Ocak 0 Aralık 0 tarihleri arasında Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesine takip ve tedavi amaçlı başvuran kanser vakalarının cinsiyet, yaş ve tanılarına göre dağılımları belirlendi. Bulgular: Kliniğimize 400 ü erkek (%6.6), 59 u kadın (8,4) toplam 659 kanser vakası başvurmuştur. Hastaların %57,5 ü (79 hasta) lokal bölgesel hastalık, 4.4 ü (7 hasta) metastatik evrede ve %,5 i (7 hasta) nüks hastalık ile başvurdu. Yaş gruplarına göre incelendiğinde ortalama yaş 60,6 (8-90) idi. Sonuç: Erkeklerde solunum sistemi, gastrointestinal sistem ve ürogenital sistem, kadınlarda ise meme, ürogenital sistem ve gastrointestinal sistem ilk üç sırayı almaktaydı. Hastalık bazında değerlendirildiğinde erkeklerde akciğer ve kadınlarda meme kanseri ilk sıradaydı; Akciğer kanseri %,4 nü, meme kanseri %8, ini, gastrointestinal sistem tümörleri %0,7 sini, baş-boyun tümörleri %7, ünü, jinekolojik tümörler %6,4 ünü, %,8 ni lenfoma, %,5 ini santral sinir sistemi tümörleri ve oluşturmaktaydı. Sonuç olarak demografik olarak hasta tanılarına göre dağılım Türkiye geneline uygundu. Amaç: Multipl primer tümörlü hastanın olası risklerinin tartışıldığı olgu sunulmuştur. Olgu: Yetmişiki yaşında bayan hasta ocak 0 de 0 gündür devam eden hafıza bozukluğu, baş ağrısı ve baş dönmesi şikayeti nedeniyle şubat 0 de dış merkezde çekilen beyin MRI da sağ frontoparietal de çevresinde ödem alanı izlenen ve periferik daha belirgin olmak üzere kontrast tutulumu gösteren 5 cm çapında heterojen solid kitle tespit edilmiş. Şubat 0 de yapılan intra kranial kitle operasyonu patoloji sonucunda Glioblastom grade IV beyin tümörü tanısı alan hasta kliniğimize başvurdu. Hastaya eşzamanlı 75mg/ m den temozolomid ile D konformal kranial radyoterapi planlandı ve 0-05-0 de hastaya 60 Gy eksternal radyoterapi tamamlanarak hasta taburcu edildi. Hastanın özgeçmiş sorgulamasında 99 yılında sol meme karsinomu nedeniyle modifiye radikal mastektomi yapıldığı ve 5 yıl tamoksifen kullandığını, ayrıca 00 yılında da alt GİS kanaması nedeniyle dış merkezde yapılan incelemeler sonucunda hastanın kolon karsinomu tanısı alarak sağ hemikolektomi operasyonu geçirdiği öğrenildi. Kolon patoloji sonucunda iyi diferansiye adenokarsinom, serozaya invaze, /47 lenf nodu tutulumu olan hastaya adjuvan 6 kür kemoterapi uygulanmış. Hastanın aile öyküsünde anne ve kız kardeşinde de kanser öyküsü vardı. 5. Kür Temozolomid kemoterapisini 0-0-0 te alan hasta kontrollerine devam etmektedir. Sonuç: Erken teşhis, destekleyici bakım ve tedaviye bağlı olarak kanserden kurtulanların sayısı her yıl artmaktadır. Kanser tanısından sonra sağ kalımın artması kadar kanser tedavisine bağlı yan etki miktarı da kritik hal almıştır. Kanserden sağ kalanların karşılaştığı en ciddi olaylardan biride yeni bir kanser gelişimidir. Kanser tedavisinden sonra sağ kalımın artması ile multipl primer tümörlerin görülme oranı artmaktadır. Multipl primer tümörlü hastalarda prognoz tek primer tümörlü hastalara göre daha kötü seyreder. Bu nedenle multipl primer tümörlü hastaların tedavi ve kontrol süreçlerine dikkat edilmesi önem arzeder. Daha sonra oluşan tümörler önceki kanser tedavisine dayandırılması şart değildir fakat aynı zamanda paylaşılan etyolojik faktörlerin etkisi, çevresel maruziyet, hasta karekteristiği ve gen-çevre ve gen-gen içeren etki kombinasyonları durumu etkileyebilir. KANSER EPİDEMİYOLOJİSİ Ref No: P-699 MULTİPL PRİMER TÜMÖR OLGUSU Gökhan Yılmazer, Erkan Doğan, Maruf Nart, Mustafa İzmirli YYÜ Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Bilim Dalı. Van Van Bölge Eğitim Araştırma Hastanesi Tıbbi Onkoloji Kliniği, Van Susesi Otel, Antalya 75

KANSERDEN KORUNMA POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-700 PSİKOEĞİTİMSEL BİR PROGRAMLA HEMŞİRELERİN SİGARA BIRAKMA DURUMU: PROSPEKTİF KOHORT ÇALIŞMASI Songül Kamışlı, Deniz Yüce, İsmail Çelik, Mustafa Erman, Mutlu Hayran, Sadettin Kılıçkap Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Prevantif Onkoloji Ana Bilim Dalı Amaç: Bu çalışma; 006 yılında yapılan Psikoeğitimsel Sigara Bırakma Programı na katılmış olan hemşirelerin, şimdiki sigara bırakma durumlarını araştırmak ve kısaltılmış programın farmakolojik destek eşliğinde hemşirelerin sigara bırakmaları üzerindeki etkinliğini belirlemek için planlandı. Gereç-Yöntem: Çalışmaya, bir üniversitesi hastanesinde çalışan, daha önce yapılan psikoeğitimsel sigara bırakma programına katılan veya günde en az bir tane düzenli sigara içen ve çalışmaya katılmaya gönüllü olan hemşireler alınmıştır. Gönüllü hemşireler önce 0 ar kişilik 4 gruba ayrılmış ve bu gruplarla haftada bir kez bir araya gelinerek program yürütüldü. Program 4 oturum olup, bittikten sonra. 6. ve. ve aylarda telefonla izlem yapıldı. Çalışmada katılımcıların sigara bırakma durumlarını ölçmek için, Fagerstrom Nikotin Bağımlılık Testi, Kısa Semptom Envanteri Depresyon Skalası, Özyeterlilik Anketi uygulandı ve fizyolojik ölçümlerden CO ve idrarda Kotin ölçümü yapıldı. Bulgular: Çalışmada 47 hemşire değerlendirildi. Çalışmaya katılan hemşirelerin %70 inin kronik bir hastalığı yoktu. Hemşirelerin sigara içmeye başlama yaşları ortalama 0 ve sigara içme yılları ortalama 5 di. Hemşirelerin %6, si (n=7) dr muayenesi olmadı ve farmakolojik bir tedavi istemediler. Hemşirelerin % sine (n=9) NRT, %8,5 ine (n=4) Bupropion ve %0,6 sına (n=5) Vareniklin önerildi. Bağımlılık düzeyi gözönünde bulundurularak herhangi bir medikasyon önerilmeden yalnızca psikosoyal destek alması önerilen hemşire sayısı ise %,8 (n=6) di. Muayene olup, sigara bırakma tedavisi önerilen hemşirelerin (N=0) 5 ine (%50) NRT, 4 üne (%) 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Bupropion, 5 ine (%7) Vareniklin önerildi. 6 hemşireye de yalnızca programa katılması önerildi. Programa gelen hemşirelerden (N=47) 7 kişi ilk görüşme sonrasında programa katılmaktan vazgeçtiler. Kalan 40 kişi ise ITT (Intention-to-treat, tedaviye niyet) grubunu oluşturmuşlardır. Bu gruptan 0 kişi görüşmelere katılmaya devam etmişler, ancak protokolü tamamlamadan sigara bırakmaktan vazgeçmişlerdir. Geri kalan 0 kişi ise protokolü tamamlamışlar ve PP (per-protocol) grubunu oluşturmuşlardır. Sigara bırakma oranları genel grup için %46,, ITT grubu için %50 ve PP grubu için %66.7 olarak belirlendi. Programa devam eden hemşirelerin bırakma oranları 6. ayda %9.8;. Ayda %5.5 di (Tablo ). Sonuçlar: Bu programda farmakolojik ve psikolojik destek birlikte kullanılmıştır. Sonuçta da katılımcıların sigara bırakma motivasyonlarının arttığı, psikolojik ve farmakolojik desteğin bırakmayı kolaylaştırdığı görülmüştür. Sigara bırakma müdahaleleri farmakolojik tedavi ve nüks önleme, psikolojik destekle yürütüldüğünde başarılı olmaktadır. Bu nedenle bu tür programların tüm sigara bırakma poliklinikleri ve müdahalelerinde birlikte kullanılması önerilmektedir. Tablo. Hemşirelerin programdan sonra sigara bırakma durumları Programdan sonra sigara bırakma n Genel % ITT % PP % Sigarayı bıraktı 0 4.6 50 66.7 Sigarayı bırakamadı 0. 5. Bırakmaktan Vazgeçti 0. 5 Muayene olmadı, programa gelmedi 7 4.9 6. ve. ayda sigara bırakma durumu n % 6. ayda sigara bırakan 4 9.8 6. ayda içmeye devam eden 70.. ayda sigara bırakan 5.5. ayda içmeye devam eden 5 74.5 76 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-70 İNSAN HER/NEU POZİTİF, İNVAZİV MEME KARSİNOMU HÜCRE HATTINDA - MDA-MB45 -; GOSSİPOL (AT-0) İLE TRASTUZUMAB KOMBİNASYONUNUN; BCL-, BCL-XL VE MCL- PROTEİNLERİ ARACILIĞI İLE APOPTOZİS ÜZERİNE ETKİSİ Gülcan Bulut, Burcu Çakar, Aslı Kısım, Harika Atmaca, Emir Bozkurt, Can Feza Sezgin, Bülent Karabulut, Ulus Ali Şanlı, Erdem Göker, Ruçhan Uslu, Burçak Karaca Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tibbi Onkoloji Bilim Dalı, Manisa Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tibbi Onkoloji Bilim Dalı, İzmir Celal Bayar Üniversitesi Tıp fakültesi, Moleküler Biyoloji Bilim Dalı, Manisa TÜMÖR BİYOLOJİSİ AT -0(R-(-)-gossypol asetik asit) pamuk tohum yağından elde edilen BH(bcl- domain ) mimetik ajandır. Trastuzumab ise meme kanseri tedavisinde HER/ neu reseptörünü hedef alan bir monoklonal antikordur. Amaç; HER/neu pozitif meme kanser hücre hattı olan MDA- MB45 de AT-0 ile Trastuzumab kombinasyon tedavisinin olası sinerjistik, additif, apoptotik etkilerini araştırmak ve bu kombinasyon tedavisi ile intrensek apoptotik yolaklarda rol oynayan bcl-, bcl-xl ve mcl- protein ekspresyon düzeylerini incelemekti. Materyal method; MDA-MB-45 Meme kanseri hücre hattı Alman mikroorganizma ve hücre kültür koleksiyonu dan temin edilmiştir. Hücre proliferasyonu ve sitotoksisite tayini için XTT Hücre Canlılık Kiti (Roche) kullanıldı. Apoptozis; Cell Death Detection ELISA Plus Kit kullanılarak DNA fragmantasyonu ve Caspase-Glo Assay (Promega, WI, USA) kullanılarak Kaspaz /7 enzim aktivitesi değerlendirildi. Mitokondriyal membran potansiyel dağılımı TMRE boyama ile gösterildi. Bcl-, Bcl-XL ve MCL- proteinlerinin ekspresyon düzeyleri western blot analizi ile incelendi. Kombinasyonların sinerjistik etkileri CalcuSyn.0 (Biosoft, England) yazılımı kullanılarak otomatik olarak analiz edildi. Hesaplanan sitotoksisite yüzdeleri CalcuSyn programına girildi. Böylece her ilacın doz etki tablosu ve eğrisi çizilerek IC50 değeri saptandı. Trastuzumab ve AT-0 değişik oranlarda kombinasyonunun sinerjisi 7 saatlik hücre kültürü inkübasyonlarında araştırıldı. inkübasyon sonucunda sitotoksisite yüzdeleri Calcusyn programına girilerek sinerjisi bulunan kombinasyonlar belirlendi. Sinerjistik etkinin saptandığı ilaç dozları ile apoptozis deneylerine geçildi. Deneylerdeki veriler GraphPad PRISM 5.0 (San Diego, CA, USA) kullanılarak analiz edildi. Tüm deneyler triplicate olarak yapıldı ve sonuçlar ortalama ± SD olarak ifade edildi. İki grubun sonuçlarının karşılaştırılmasında Student s t test kullanılarak veri analizi yapıldı (p<0.05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi). Çalışmamız Tülay Aktaş Onkoloji Hastanesi Tıbbi Onkoloji Araştırma Laboratuvarında yapıldı. EÜTF Bilimsel araştırma proje fonu (0-tıp-055) tarafından desteklendi. Sonuçlar: AT-0/Trastuzumab kombinasyonu; klinik olarak uygulanabilir dozlarda (AT-0 80μg/mL+TB.5μM, 7 sa) güçlü sinerjistik sitotoksik etkiye sahip olduğu, ayrıca DNA fragmantasyonu, kaspaz /7 enzim aktivasyonu ve mitokondrial membran potansiyel dağılımını indüklediği gösterilmiştir. Uygulanan bu yeni ilaç kombinasyonunun intrensek apoptotik yolakları indüklediği; Bcl-, Bcl-XL ve MCL- protein düzeylerindeki artışla gösterildi. Tartışma; Sunduğumuz bu çalışmanın ön sonuçları; HER-/neu eksprese meme kanseri tedavisinde AT-0 ve Trastuzumab kombinasyonunun yeni bir aday olabileceğini gösterecek önemli bir gerekçe sağladı. Şekil. MDA-MB-45 hücre hattında 7.saatte AT-0 ve Trastuzumab(TB) in değişik konsantrasyonlarda kombinasyonunda gözlenen sitotoksisite Şekil. MDA-MB-45 hücrelerin floresan mikroskop altında boya olmaksızın görüntüsü Tablo. MDA-MB-45 hücre hattında hattında 7. saatte değişik dozlardaki AT-0 ve trastuzumab in tekli ve sinerjistik kombinasyonlarında apoptotik etkileri (pozitif kontrol: % DNA fragmantasyonu: %, Kaspaz /7 aktivitesi: %6) Trastuzumab (μgr/ml) AT-0 (μm) DNA fragmantasyonu (%) Kaspaz /7 aktivitesi (%) Kontrol 6 0-8 80-4 0 00-64 5 -,5 5-5 4 4 0,5 4., 80 5 7 58, 00 5 9 68 Susesi Otel, Antalya 77

TÜMÖR BİYOLOJİSİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-70 BAŞ BOYUN KANSERLİ HASTALARDA TÜMÖR BASKILAYICI GENLERDE KOPYA SAYISI DEĞİŞİKLİKLERİ Zübeyde Yalnız, Semra Demokan, Burak Karabulut, Murat Ulusan, Yusufhan Süoğlu, Nejat Dalay İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Temel Onkoloji Anabilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Amaç: Baş boyun kanserleri yaygın görülen kanserler arasında 6. sırada yer almaktadır. Teşhis ve tedavideki ilerlemelere rağmen tümörler geç evrede tespit edilmekte ve sağ kalım süresi kısa olmaktadır. Baş boyun kanserlerinin patogenezi genetik ve epigenetik değişiklikleri de içeren çok basamaklı bir süreçtir. Büyüme, çoğalma, sürvi, anjiyogenez gibi hücresel olaylarda görev alan tümör baskılayıcı genler ve proto-onkogenler bu süreçte önemli rol oynarlar. Yapılan çalışmalar bu genlerde gerçekleşen kopya sayısı değişikliklerinin insan populasyonunda bireyler arasında önemli genetik farklılıklara sebep olduğu gösterilmiştir. DNA kopya sayısı değişikliklerinin kanser açısından da önemli olduğunu gösteren çalışmalar mevcuttur. Bu çalışmada baş boyun kanserli hastalarda tümör baskılayıcı 4 gende kopya sayısı değişiklikleri eşzamanlı olarak incelenmiş ve sonuçlar klinik parametrelerle karşılaştırılmıştır. Gereç-Yöntem: Çalışmada primer baş boyun kanserli 0 hasta incelenmiştir. Hastaların tümör örneklerinden izole edilen DNA 4 farklı tümör baskılayıcı gene özgü 6 değişik prob ile hibridize edildikten sonra uygun primerlerle PCR reaksiyonuna tabi tutulmuştur. PCR ürünleri ABI 0 genetik analizör ile incelenmiştir. Her gene ait sinyallerin oluşturduğu piklerin alanları referans probların pik alanlarına bölünerek normalize edilmiştir. Sonuçlar referans olarak seçilen örneklerle karşılaştırılmıştır. Referans değerlere kıyasla kat veya daha fazla farklılık gösteren örneklerde kopya sayısı değişikliği pozitif olarak kabul edilmiştir. Bulgular: İncelenen genlerden 9 tanesinde (%79) kopya sayısı değişiklikleri görülmüştür. 0 (%5,6) genin kopya sayısında azalma; (%5,) gende artış, 8 (%4) gende ise hem artış hem de azalma görülmüştür. Hastaların 8 inde (%7) kopya sayısı değişiklikleri bulunmuştur. İncelenen genler arasında MLH geni en fazla değişikliğe uğrayan gen olmuştur. Bunu sırasıyla TIMP, CDKNA, CDKNB ve GSTP genleri izlemektedir. 5 hastada birden fazla gende kopya sayısı değişiklikleri görülürken bir hastada 7 gende birden değişiklik gözlenmiştir. Sonuç: Baş boyun kanserlerinde kopya sayısı değişiklikleri hastaların önemli bir bölümünde gözlenmekle birlikte bu değişikliklerin klinik önemini değerlendirebilmek için daha fazla sayıda hasta örneğinin incelenmesi gerekmektedir. Ref No: P-70 MEME KANSERİ HASTALARINDA SERUMDA FARKLI MİRNA LARIN İNCELENMESİ Ebru Esin Yörüker, Fatma Aydoğan, Uğur Gezer, Nejat Dalay, Pınar Saip İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Klinik Onkoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Erken tanı ve tedavi seçeneklerinin geliştirilmesi amacıyla son yıllarda mirna ların meme kanserindeki rolünü araştırmaya yönelik çok sayıda çalışma dikkat çekmektedir. mirna ekspresyonunun kanser gelişiminde önemli rol oynadığı ve mirna profillerinin kanserlerin sınıflandırılmasında kullanılabileceği düşünülmektedir. mirna lar DNA da trankripsiyonu yapılan ama proteine çevirisi gerçekleşmeyen genler tarafından kodlanır. İnsandaki genlerin en az %0 unun mirna lar tarafından düzenlendiği ve bu moleküllerin 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ hedef gene göre tümör baskılayıcı veya onkogen olarak görev yaptıkları bilinmektedir. Başta kanser olmak üzere pek çok hastalığın etyopatogenezinde mirna larla ilgili işlev bozukluklarının yer aldığı bilinmektedir. Kanser türleriyle ilişkilendirilen mirna ların kanserli dokudaki ekspresyon düzeylerinin ölçülmesiyle kanserde prognoza ilişkin bilgi sağlanması amaçlanmakta ve mirna ların bu şekilde tümör belirteci olarak kullanılabilmesi hedeflenmektedir. Çeşitli çalışmalarda mir in apoptoz ile, mir45 in de hücre invazyonu ve metastazın baskılanması ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Çalışmamızda, homojen bir grup oluşturulması amacıyla seçilen hormon reseptörü pozitif, Her negatif (luminal A) meme kanserli hastalarda tedavi öncesi ve sonrası serum örneklerinde mir ve mir45 moleküllerinin birer biyobelirteç olarak araştırılması amaçlandı. Gereç-Yöntem: mir in araştırılması için hastaya, mir45 molekülünün analizi için ise 4 hastaya ait serumlar kullanıldı. Hastalardan toplanmış olan serumlardan RNA izole edildi. RNA izolasyonunu takiben cdna sentezi gerçekleştirildi. mirna ekspresyon analizi ilgili mir- NA lara özgü primer ve SYBR Green floresan molekülü kullanılarak real-time PCR yöntemi ile yapıldı. Sonuçların normalizasyonu için referans olarak mir6 molekülü kullanıldı. mir ve mir45 için istatistiksel analiz Mann Whitney U testi ile yapıldı. Evreler ile ilişki Wilcoxon Signed Ranks Test ile değerlendirildi. Bulgular: Tedavi öncesi ve sonrası mirna ekspresyon düzeyleri arasında anlamlı bir fark bulunmadı (p>0,05). Örnek bazında bakıldığında gerek mir, gerekse mir45 in hastaların yaklaşık yarısında azalırken, diğer yarısında arttığı gözlendi. mir in evre III+evre IV grubunda Evre I+evre II ye göre tedavi sonrası anlamlı ölçüde (p=0,04) yükseldiği, mir45 in ise evre III+Evre IV grubunda tedavi sonrası anlamlılık sınırına yakın (p=0,06) derecede azaldığı görüldü. Sonuç: Moleküler açıdan değerlendirildiğinde hastaların tedavi öncesi ve sonrası serumları arasında kötü prognozla ilişkili bulunan mir ve tümör supressor olarak fonksiyon yaptığın düşünülen mir45 ekspresyonunun önemli bir fark göstermediği, mir in ise tedavi sonrası ileri evre hastalarda anlamlı derecede azaldığı gözlenmektedir. Çalışmaya dahil ettiğimiz hasta grubu iyi prognozlu bir grup olduğundan klinik verilerle sonuçlarımızın analizi devam etmektedir. Hastalar klinik olarak takip edildikçe sonuçlar yeniden değerlendirilecektir. Ref No: P-704 MEME KANSERLİ HASTALARDA LOT GENİNİN METİLLENME VE İFADE ANALİZİ Seda Ekizoğlu, Mahmut Müslümanoğlu, Nur Buyru İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, İstanbul Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, İstanbul Amaç: Kadınlarda gözlenen tüm kanser tiplerinin yaklaşık %0 unu oluşturan ve en sık gözlenen kanser tipi olan meme kanseri, kansere bağlı ölümlerde kadınlarda akciğer kanserinden sonra. sırada yer almaktadır. Meme kanseri oluşumundan sorumlu olduğu düşünülen LOT geni insan genomunda kromozom 6q4-5 üzerinde yer alır ve 46 amino asitlik bir protein kodlar. LOT proteininin işlevsel analizi, bu proteinin mitojenik sinyal yolağı üzerinden çoğalmayı baskılayan çekirdeğe ait bir yazılım etmeni olarak görev yaptığını göstermiştir. LOT geninin kanserdeki rolünü anlamak üzere yapılan çalışmalar sonucunda LOT geninin ifadesinin birçok tümör dokusunda azaldığı veya hiç olmadığı bildirilmiştir. Çalışmaların sonuçları bu genin tümör baskılayıcı gen olarak işlev görebileceğini düşündürmüştür. LOT geninin dizi analizi promotör bölgede CpG açısından zengin adacıkların var olduğunu göstermiştir. Bu adacıkların varlığı DNA metillenmesinin LOT geninin ifadesinin sessizleştirilmesinden sorumlu olabileceğini akla getirmiştir. 78 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Yaptığımız çalışmada meme kanserli hastalardan elde edilen doku örneklerinde LOT geninin ifadesi ve promotör bölgesindeki metillenme oranı incelenerek LOT geninin meme kanseri ile olan ilişkisini saptamak amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmada meme kanserli 4 hastadan elde edilen meme tümör dokusu ve tümör dokusuna komşu olan normal meme dokusu incelendi. Bu dokulardan elde edilen RNA lardan cdna sentezlenerek gerçek zamanlı PZR yöntemi ile LOT geninin ifade analizi yapıldı. Metillenme analizi için tümörlü ve normal dokudan elde edilen genomik DNA sodyum bisülfit ile modifiye edildi. Modifiye olmuş DNA örnekleri metillenmiş ve metillenmemiş bölgelere özgü primerler kullanılarak Metillenmeye Özgü PZR ile çoğaltıldı. PZR ürünleri % lik agaroz jel elektroforezinde yürütüldü, ultraviyole (UV) ışık altında incelendi. Bulgular: Çalışmanın sonucunda 4 tümörlü dokudan inde (%7,8) LOT gen ifadesinin normal dokuya kıyasla azaldığı, 9 unda ise ifadenin (%,4) arttığı saptandı. Hastaların sinde (%4,76), normal ve tümörlü dokular arasında ifadenin değişmediği gözlendi. Tümörlü dokularda LOT gen ifadesindeki azalmanın istatistiksel olarak anlamlı olduğu tespit edildi (p<0,05). İfadedeki azalma ile klinik bulgular arasındaki ilişkiye bakıldığında, histolojik tipi invaziv duktal karsinom olan hastalarda ifade seviyelerinin anlamlı olarak azaldığı saptandı (p=0,00). LOT ifadesi ile yaş, evre, nodal yayılım ve histolojik derece arasında anlamlı bir ilişki bulunamadı. İncelenen tümörlü dokudan 0 sinde (%64,5) LOT geninin promotör bölgesinde metillenmenin arttığı tespit edildi. Metillenme artışı olan 0 dokudan ünde ifadenin azaldığı gözlendi. İstatistiksel hesaplamalar sonucunda metillenmedeki artışın ifadede azalmaya neden olduğu saptandı (p=0,00). Sonuç: LOT geninin promotör bölgesindeki metillenmenin ifade değişikliklerine neden olduğu ve bu değişikliklerin meme kanserinin gelişimi ile ilişkili olduğu bulundu. Ref No: P-705 TÜRK POPÜLASYONUNDA KOLOREKTAL KANSERLİ HASTALARDA KRAS MUTASYONLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Orkun Gürbüz, Zübeyde Yalnız, Nejat Dalay İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Kolorektal kanserler tüm kanserlerin %5 i kadarını oluşturur. Her yıl; ABD de 50000 ve Avrupa da 70000 olmak üzere yaklaşık milyon kişinin kolorektal kansere yakalandığı düşünülmektedir. Ülkemizde kolorektal kanserlerin görülme sıklığı kadınlarda 5., erkeklerde ise 4. sırada yer almaktadır. Gelişmiş ülkelerdeki yaşlı nüfusun artması kolorektal kanserlerin görülme sıklığını da arttırmıştır. Görülme oranları coğrafyaya göre değişiklik gösterirken, en sık olarak şişmanlık, yağdan zengin beslenme, posasız yiyecekler ile beslenme, sigara, yaş ve aile hikayesi gibi etkenlerin rol oynadığı düşünülmektedir. Kras hücrenin bölünmesini ve çoğalmasını düzenleyen en önemli proteinlerden biridir. 6 eksondan oluşan ve toplam uzunluğu 549bp olan Kras geni kd luk bir protein kodlar. Kras proteini aktif halde GTP ye bağlanarak hücre içi sinyal iletimini sağlar. PIK/PTEN/ AKT ve RAF/MEK/ERK olmak üzere çok değişik aktivatör ve effektör moleküller ile etkileşir. Kras geninde oluşan ve genellikle, ve 6. amino asitleri hedef alan mutasyonlar nedeniyle protein GTPaz aktivitesini yitirir ve sürekli GTP ye bağlı aktif durumunu koruyarak hücre çoğalmasını uyarır. Özellikle kolorektal ve metastatik kolorektal kanserlerde kras mutasyonuna sık rastlanmaktadır. Son yıllarda tümörlerinde EGFR geninde mutasyon görülen hastaların, EGFR inhibitörleri ile uygulanan tedavilerden yararlandıkları gösterilmiştir. Ancak Kras geninde mutasyon taşıyan hastalarda bu tedaviye cevap alınamamaktadır. Bu yüzden uygulanacak tedavinin seçiminde hastanın Kras mutasyonu taşıyıp taşımadığının bilinmesi önemlidir. Gereç Yöntem: Çalışmamızda; araştırma laboratuarımıza mutasyon analizi için başvuran 07 kadın ve 88 erkek toplam 595 kolorektal kanserli hastanın tümör dokusu değerlendirilmiştir. Taze ya da parafin blok içersindeki doku örneklerinden kesitler alınarak DNA izolasyonu yapılmıştır. DNA örnekleri Real-time PCR ve dizi analizi yöntemleri kullanılarak analiz edilmiştir. Bulgular: Araştırmamızda Kras geninin, ve 6. kodonlarında görülen değişik mutasyon incelenmiştir. Hastalara ait 595 tümör dokusunun 77 tanesinde (%9.7) Kras geninde mutasyon saptanmıştır. Yapılan analizlerde en sık görülen mutasyonun. kodonda G A baz değişiminden kaynaklanan GlyAsp mutasyonu (%6) olduğu bulunmuştur. En az görülen (%0.56) mutasyon ise 6. kodonda GlyArg mutasyonudur. Çalışmamızda 6. Kodondaki, Gln6Arg ve Gln6Leu mutasyonlarına rastlanmamıştır. Sonuçlar: Çalışmamızda; Türk kolorektal kanserli hastalarda elde ettiğimiz mutasyon oranları literatürdeki mutasyon oranları ile uyumludur. Toplumumuza özgü mutasyon oranlarının bilinmesi EGFR inhibitörlerinin uygulanması açısından yol gösterici olacaktır. Ref No: P-706 OPERE EDİLMEMİŞ BAŞBOYUN SKUAMÖZ HÜCRELİ KANSERLİ HASTALARDA PLAZMA UZUN KODLAMAYAN RNA İFADE DÜZEYLERİ Mustafa Işın, Merdan Fayda, Murat Güveli, Makbule Tambaş, Uğur Gezer, Rasim Meral, Musa Altun, Nejat Dalay İ.Ü.Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Ana Bilim Dalı,İstanbul İ.Ü.Onkoloji Enstitüsü, Radyasyon Onkolojisi, İstanbul Giriş: Opere edilmemiş baş-boyun kanserli skuamöz hücreli kanserli (SCC) hastaların tedavi öncesi plazmalarında uzun kodlamayan RNA lardan LincRNA-p, GAS5 ve HOTAIR ifade düzeylerinin belirlenip, sağlıklı kontrol grubu ile karşılaştırılması amaçlanmıştır. Materyel ve Metod: Enstitümüze küratif radyoterapi amacı ile gönderilmiş biyopsi ile tanı konmuş 44 inop baş-boyun SCC li hasta çalışmanın araştırma kolunu oluşturmuştur. Hastaların demografik özellikleri tabloda gösterilmiştir. Hastalardan tedavi öncesi alınan 0 cc periferik kan, plazmaları ayrıştırılarak -80 C de saklanmıştır. Uzun kodlamayan RNA lardan olan LincRNA-p, GAS5 ve HOTAIR ifade düzeyleri çalışılmıştır. Elde edilen bulgular 9 sağlıklı erişkinin plazmalarındaki uzun kodlamayan RNA ifade düzeyleri ile karşılaştırılmıştır. Bulgular: Araştırma kolu ile sağlıklı popülasyondan elde edilen plazmalarda ortanca ifade düzeyleri sırasıyla LincRNA-p için 0,0049 a 0,57 (p<0,000), GAS5 için 0,09 a 0,90 (p<0,000) ve HOTAIR için 0,006 e 0,0 (p=0,8) olarak bulunmuştur. Yorum: İnsan genomunun yaklaşık %70 lik bir kısmının protein kodlamayan RNA ya çevrildiği bilinmektedir. İki yüz nükleotidden büyük olan uzun kodlamayan RNA lar heterojen bir gurubu oluşturmaktadır. Çalışmamızda baş-boyun kanserli hastalarda uzun kodlamayan RNA lardan olan ve hücre çoğalmasının baskılanmasında görev alan GAS5 ve LincRNA-p in kontrol kolundan anlamlı derecede daha az olarak ifade edildiği, epigenetik yolaklarda işlev gösteren HOTAIR in ise ifade düzeyinin kontrol grubu arasında anlamlı bir fark olmadığı gösterilmiştir. Çalışmamız bir ön çalışma niteliğinde olup hastaların tedavi sırasında ve tedaviden sonraki uzun kodlamayan RNA düzeyleri değerlendirilmektedir. Elde edilen ön veriler ışığında lincrna-p ve GAS5 in hastalık varlığında düşük seviyelerde gözlenmesi hasta bireylerin saptanabilmesi için iki aday molekül olabileceğini düşündürmektedir. *Çalışmamız İstanbul Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından desteklenmektedir (BAP Proje no: 878 ve BYP Proje no: 66). TÜMÖR BİYOLOJİSİ Susesi Otel, Antalya 79

TÜMÖR BİYOLOJİSİ POSTER BİLDİRİLER Tablo. Hastaların demografik özellikleri Sayı (%) Yaş ortalaması [aralık] 5 [-80] Cinsiyet Kadın Erkek Tümör Yerleşim Yeri Nazofarenks Larenks Orofarenks Oral Kavite Sinonazal Evre I II III IVA IVB Sigara Var Yok Alkol Var Yok / sosyal Ref No: P-707 6 (%4) 8 (%86) (%50) 5 (%4) (%6) (%5) (%5) (%5) 6 (%4) (%47) (%8) (%6) 6 (%8) 8 (%9) (%8) (%7) PROSTAT KANSERLİ HASTALARDA MİR-4 VE MİR- 75 PLAZMA DÜZEYLERİNİN ARAŞTIRILMASI Merve Çetinkaya, Elif Bilgin, Duygu Tiryakioğlu, Vildan Yasasever, Nejat Dalay, Uğur Gezer İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Anabilim Dalı, İstanbul Amaç: Prostat kanseri erkeklerde en sık rastlanan malin tümördür ve kanserden ölümlerde akciğer tümörlerinden sonra ikinci en yüksek ölüm nedenidir. Prostat spesifik antijen tanı ve tedavi takibinde rutin olarak kullanılmaktadır ancak özgüllüğü kısıtlıdır. Bu nedenle diğer kanser türlerinde olduğu gibi prostat kanserinde de hastalığın progresyonunun ve tedavinin takibi açısından yeni biyobelirteçlere gereksinim vardır. Son yıllarda yapılan çalışmalar mikrorna ların (mirna lar), diğer kanserlerde olduğu gibi prostat kanseri patogenezinde de rol aldığını ortaya koymaktadır. mirna lar ile prostat kanseri arasındaki ilişkiyi araştırmak için yapılmış olan ve bizim bulgularımızı da içeren çalışmalar özellikle mir-4 ve mir-75 in artmış plazma düzeylerinin ileri evre/metastatik prostat kanseri ile ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır. Çalışmamızda prostat kanserli hastalarda mir-4 ve mir-75 ün plazma düzeyleri incelenerek PSA mrna, ve prostat spesifik antijen (PCA) düzeyleri ile ilişkisi araştırıldı. Gereç-Yöntem: Çalışmaya 4 prostat kanseri hasta ve 5 sağlıklı birey dahil edildi. Kan plazmasından total RNA izole edilerek cd- NA ya dönüştürüldü. mir-4, mir-75, PSA mrna ve PCA düzeyleri nicel-gerçek zamanlı polimeraz zincir reaksiyonu ile belirlendi. Sonuçlar istatistiksel olarak değerlendirildi. Bulgular: mir-4 molekülünün plazma düzeyleri hastalarda (ortalama göreceli değer 0.5) sağlıklı bireylere göre (ortalama göreceli değer 0.07) anlamlı derece daha yüksek bulundu (p<0.05). mir-75 plazma değerlerinde fark daha az bulundu (0.5 vs. 0.7). Benzer şekilde PSA mrna (0.0086 vs. 0.009) ve PCA (0.000 vs. 0.00005) değerleri hasta grubunda yüksek bulundu. Spearman korelasyon testi ile iki mirna molekülü arasında korelasyon bulunurken, mir- NA lar ile PSA mrna ve PCA arasında korelasyon saptanmadı. Sonuç: Çalışma grubu küçük olmasına karşın, ön bulgularımız literatürle uyumlu bir şekilde mir-4, mir-75 ve PCA ün prostat kanserinde klinik olarak yararlı olabileceğini göstermektedir. Ref No: P-708 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ PROSTAT KANSERİ VE SELİM PROSTAT HİPERPLAZİSİNDE EKSOZOMAL LNCRNA DÜZEYLERİNİN ARAŞTIRILMASI Mustafa Işın, Ege Uysaler, Hikmet Köseoğlu, Uğur Gezer, Nejat Dalay i.ü. Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Anabilim Dalı. İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyololi Bilim Dalı. Amaç: Prostat kanseri (PCa) ve selim prostat hiperplazisi (BPH) ileri yaş erkeklerde en sık rastlanan hastalıklardandır ve PCa, kansere bağlı ölüm nedenleri arasında ikinci sırada yer almaktadır. Bununla birlikte, PCa ve BPH nin oluşum mekanizmalarının moleküler temelleri konusunda çok az bilgi elde edilebilmiştir. Günümüzde, PCa tanısı biyopsi ile konulmakta ve hangi olgulara biyopsi yapılacağı, prostata özgü bir antijen olan Prostat Spesifik Antijen (PSA) testi ile belirlenmektedir. Ancak PSA değerinin prostat hacminden, yaştan, inflamasyondan, travmadan ve bazı ilaçlardan etkilenmesi ve yalancı pozitif ve yalancı negatif sonuçların sık izlenmesi günümüzde prostat kanserine yeterince özgü bir testin bulunmadığına işaret etmektedir. Endozomal kompartmanlardan meydana gelen 0-00nm büyüklüğünde membranlı veziküller olan eksozomlar, kan ve idrar gibi çeşitli vücut sıvılarında bulunmaktadır. Uzunca bir süre eksozomların, hücresel artıkların hücre dışına atılması için kullanıldığı düşünülse de eksozomların mrna, mirna, mtdna gibi nükleik asitleri başka hücrelere taşıyarak çeşitli biyolojik işlemlerde, hücreler arası iletişimde görev aldıkları gösterilmiştir. Eksozomların, nörodejeneratif ve kardiyovasküler hastalıklar ile kanserle ilişkili olduğu gösterilmiştir. Çalışmamızda, prostat kanseri ve BPH tanısı almış hastalarda, hücrelerin kontrolsüz çoğalmasının engellenmesi yönünde işlev gösteren uzun kodlamayan RNA lardan (lncrna) GAS5 ve LincRNA-p in eksozomal düzeylerinin araştırılması amaçlanmıştır. Bu amaçla, hastalardan dijital rektal muayene (DRM) sonrası alınan idrar örnekleri kullanılmıştır. Gereç ve Yöntem: Prostat kanserli 0 ve klinik BPH tanısı almış 9 hastanın idrarlarından eksozomal RNA izolasyonu yapıldı. Elde edilen RNA lardan ters transkripsiyon yöntemiyle cdna sentezi yapıldı. cdna lar kalıp olarak kullanılarak gerçek zamanlı PCR yöntemiyle GAS5 ve LincRNA-p moleküllerinin ifade düzeyleri araştırıldı. Elde edilen ifade düzeyleri arasındaki ilişki SPSS ver.5 istatistiksel analiz programı kullanılarak değerlendirildi. Bulgular: Çalışmamızda, lncrna ifade düzeylerinin PCa hasta grubunda BPH grubuna göre daha yüksek düzeyde olduğu saptandı (LincRNA-p medyan değerleri; 0.96 ve 0.64, GAS5 medyan değerleri;.75 ve.4 olarak belirlendi. PCa ve BPH nde lncrna ifade düzeyleri arasında anlamlı fark (lincrna-p p=0.07, GAS5 p=0.00) gözlendi. Ayrıca her iki molekülün de PCa nin BPH nden ayırımı açısından özgüllüklerinin yüksek olduğu gözlendi (lincr- NA-p AUC=0.778, GAS5 AUC=0.800, CI:%95). Sonuç: Çalışmamız, PCa li hastalarda lincrna moleküllerinin idrarda bulunan eksozomlarda daha yüksek düzeylerde bulunduğunu ve bu moleküllerin prostat kanseri ve BPH nin ayırımında kullanılabileceğine işaret etmektedir. 80 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-709 B-HÜCRELİ HODGKİN DIŞI LENFOMADA MİR-5A/ MİR-6- GENLERİNİN İFADE DÜZEYLERİNİN ARAŞTIRILMASI Şeref Buğra Tunçer, Leyla Kılıç, Meltem Ekenel, Nejat Dalay, Hülya Yazıcı İ.Ü. Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Ana Bilim Dalı, Kanser Genetiği Bilim Dalı, İstanbul İ.Ü. Onkoloji Enstitüsü, Klinik Onkoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul İ.Ü. Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Ana Bilim Dalı, Deneysel ve Moleküler Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Giriş: mirna lar - nükleotid uzunluğunda tek iplikçikli, proteine dönüştürülmeyen RNA molekülleri olup bir ya da birden fazla mesajcı RNA (mrna) ile kısmi tamamlayıcılık göstererek bağlandıkları genlerin ifadelerini düzenlemektedirler. mirna lar onkogenlerin ifadesini inhibe ederek tümör baskılayıcı etki, tümör baskılayıcı genleri susturarak onkogenik etki oluşturabilmektedirler. Hodgkin Dışı Lenfomalar, etiyolojik, histolojik ve klinik açıdan son derece heterojen olan bir kanser türüdür. Aqeilan ve ark. ları mir-5a/6- genlerinin yüksek düzeyde ifadesinin hücre proliferasyonunu inhibe atiğini ve kanser hücrelerini apoptoza yönlendirerek tümör oluşumunu engellediğini hem in vitro hem de in vivo şartlarda göstermişlerdir. BCL, MCL, CCND ve WNTA gibi birçok onkogenin fonksiyonunun mir-5a ve mir-6- genleri ile düzenlendiği belirtilmiş ve söz konusu mirna ların ifadesinin azalması KLL, hipofiz adenomları ve prostat karsinomunda rapor edilmiştir. Bu bilgiler, mir-5a ve mir-6- in tümör baskılayıcı bir role sahip olduğunu ve allelik kayıplarla ya da başka mekanizmalarla mir-5a ve mir-6- in inaktivasyonunun tümör oluşumuna yol açabileceği hipotezini doğrulamaktadır. Amaç: mir-5a ve mir-6- genlerine ait ifade kaybının hatta yokluğunun KLL etiyolojisi ile ilişkili olduğu bildirilmiştir. Köken aldıkları hücre göz önünde bulundurulduğunda KLL ler gibi CD9+ ve CD0+ hücrelerden köken alan DBBHL larda da mir-5a ve mir- 6- gen ifade kayıplarının benzer olabileceği düşünülmüş bu çalışma planlanmıştır. Yöntem: Çalışmamızda B-hücreli Hodgkin Dışı Lenfoma lı hastalar ile yaş, cinsiyet ve ırk olarak eşleştirilmiş sağlıklı kişilerin periferik kan lenfositlerinde mir-5a ile mir-6- mirna gen ifade düzeyleri Gerçek Zamanlı Polimeraz Zincir reaksiyonu kullanılarak araştırılmış ve sonuçlar hastaların klinik bulguları ile karşılaştırılmıştır. Bulgular: mir-5a geni anlatım düzeyinde sağlıklı kontroller ile hastalar arasında istatistiksel bir anlamlılık gözlenmezken (p>0,05), mir-6- geninin ifade düzeyinin sağlıklı kontrollere göre hasta grubunda 8,54 oranında azaldığı ve istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır. Sonuç: Çalışma grubumuzdaki DBBHL hastalarda mir-6- gen ifade düzeyinin azalmış olması söz konusu genin baskılandığını ancak diğer bazı çalışmalarda olduğu gibi tamamen yok olmadığını göstermiştir. Bu durum DBBHL da mir-6- geninin tümör baskılayıcı rolü olabileceğini düşündürmektedir. Bu çalışma, İstanbul Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından desteklenmiştir. Proje No: 756 Ref No: P-70 008-0 YILLARI ARASINDA KANSER GENETİĞİ POLİKLİNİĞİNE BAŞVURAN YÜKSEK RİSKLİ MEME/ OVER KANSER SENDROMLU VAKALARININ DAĞILIMI Demet Akdeniz, Kevser Altundağ, Özge Şükrüoğlu, Seda Kılıç, Leyla Kılıç, Pınar Saip, Nejat Dalay, Hülya Yazıcı İ.Ü.Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Anabilim Dalı, Kanser Genetiği Bilim Dalı İ.Ü.Onkoloji Enstitüsü, Klinik Onkoloji Anabilim Dalı Türkiye de ilk kez Kanser Genetiği polikliniği İstanbul Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü bünyesinde Nisan 008 de açılmış ve bu tarihten itibaren hasta almaya başlamıştır. Nisan 008-Aralık 0 tarihleri arasında Kanser Genetiği polikliniğe kalıtsal Meme/Over sendromlu olduğu düşünülen 64 vaka başvurmuş bu vakalardan i test için uygun kriterleri sağlamaması sebebi ile geri çevrilmiş, 4 vaka ise gen analizinin psikolojik sonuçlarına katlanamayacağını bildirerek test yaptırmaktan vazgeçmiştir. Kalan 606 vaka da BRCA ve BRCA genleri açısından test edilmiştir. BRCA ve BRCA gen analizleri için gerekli gen bölgeleri daha önceden belirlenen primerler ile PCR yöntemi kullanılarak çoğaltıldı. Çoğaltılan PCR örnekleri agaroz jel elektroforezi ile kontrol edildikten sonra DNA dizileme işleminden önce PCR dan arta kalan bileşenleri uzaklaştırmak amacıyla PCR ürünleri saflaştırıldı. Bu işlemden sonra örnekler dizi analizi için çoğaltıldı. Çoğaltılan örnekler tekrar saflaştırılarak 96 kuyucuklu plakalara yüklenerek Beckman Coulter Ceq 8000 ve GenomeLab GEXP genetik analiz sistemleri ile yürütüldü. Örnekler Beckman Coulter Genetik Analiz sistemi kullanılarak ön elemeden geçirildikten sonra normal dizilerle tek tek karşılaştırılarak okundu ve raporlandı. 606 yüksek riskli meme/over sendromlu vakaların dağılımı 94 u meme kanseri, 46 sı over kanseri, i erkek meme kanseri, si sağlıklı, 7 si ise farklı kanser tanısı alan hastalardan oluşmaktadır. Bu vakaların arasındaki 8 kişi hem meme hem de over kanseri tanısına sahiptir. Toplam 606 vakanın yaş ortalaması 46,68 olup, 70 i 40 yaş altı, 6 sı 40 yaş üstüdür. 606 vakanın 79 unda BRCA/ (%) mutasyonu saptanmıştır. Mutasyonların hastalık tanısına göre dağılımları ise 94 meme kanserli vakanın 6 sı, 46 over kanserli vakanın 4 ü, erkek meme kanserli hastanın ü, yüksek riskli sağlıklı kişilerin 6 sı şeklindedir. Meme kanseri hastalarında 6 hasta BRCA, 0 hasta BRCA, over kanseri hastalarında hasta BRCA, hasta BRCA pozitif, erkek meme kanseri hastalarında BRCA de pozitiflik yokken hastanın BRCA pozitifliği taşıdığı dikkat çekmiştir. Sağlıklı hastalarda mutasyonluların tamamı BRCA geninde pozitif bulunmuştur. Meme kanseri hastalarında BRCA geninde mutasyon taşıyanların si 40 yaş altı, 4 ü 40 yaş üstü, over hastalarının 6 sı 40 yaş altı, 5 i 40 yaş üstü, sağlıklılarda ise 4 ü 40 yaş altı, si 40 yaş üstünde görülmüştür. BRCA geninde mutasyon taşıyan grubun meme kanseri olan hastalarının 4 ü 40 yaş altı, 6 sı 40 yaş üstü, over hastalarının si 40 yaş altı, i 40 yaş üstü, erkek meme kanseri hastalarının tümünde ise 40 yaş üstünde mutasyon görülmüştür. Bu hasta grubunun, 54 ünde birinci derece, 5 inde ikinci derece, 6 sında üçüncü derece ve 84 ünde dördüncü derece akrabalarında meme kanseri öyküsü olduğu görülmüştür. Mutasyon dağılımı uluslararası literatür ile uyumlu olmakla beraber hasta yaş ortalaması ise dünya literatüründen düşük bulunmuştur. TÜMÖR BİYOLOJİSİ Susesi Otel, Antalya 8

TÜMÖR BİYOLOJİSİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-7 KOLOREKTAL KANSERLİ HASTALARDA SFRP GENİNİN ARAŞTIRILMASI Filiz Özdemir, İsmail Okan, Nur Buyru İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, İstanbul Bezm-i Alem Valide Sultan Vakıf Gureba Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Genel Cerrahi Anabilim Dalı, İstanbul Amaç: Dünya kanser sıralamasında tüm kanserler arasında kolorektal kanser üçüncü sırada yer almaktadır. Her yıl 800.000 kişi kolorektal kanser tanısı almakta ve bu sayı tüm kanser vakalarının %0 unu oluşturmaktadır. Wnt sinyal yolağını baskılayan ve beş üyeden oluşan SFRP gen ailesinin üyelerinden biri olan SFRP geni 997 yılında Finch ve ark. tarafından klonlanmıştır. Bu genin ürünü olan SFRP proteininin özellikle embriyonik gelişimde oldukça önemli olduğu ve apoptozu düzenlediği gösterilmiştir. SFRP proteini wnt sinyal yolağında salgılanan wnt proteinleri ve hücre zarında bulunan frizzled almaçlarla etkileşip wnt sinyal yolağını baskılayarak hücre içi β-katenin seviyesinin korunmasını sağlamakta, siklind ve c-myc onkogenlerinin yazılımlarını engellemektedir. Bu özelliğiyle SFRP geninin bir tümör baskılayıcı olduğu gösterilmiştir. Mesane, over, meme kanserleri gibi birçok kanser tipinde SFRP geninin promotör metillenmesi ile sessizleştiği ve SFRP geninin ifadesindeki kayıpların meme kanserlerinde lenf nodu metastazı ve artan ölüm oranlarıyla bağlantısı olduğu öne sürülmüştür. Çalışmada SFRP tümör baskılayıcı geninin metillenme sonucu sessizleşmesinin kolorektal kanser ile ilişkisi araştırılmıştır. Gereç ve Yöntemler: Bu nedenle 56 kolorektal kanserli hastanın tümör ve normal dokularından elde edilen DNA örneklerinde metillenmeye özgü PZR yöntemi ile SFRP genin promotör metillenme analizi yapıldı. Bu amaçla tümör ve normal doku örneklerinden genomik DNA elde edildikten sonra bisülfit ile muamele edilerek metillenmemiş tüm sitozinlerin urasile dönüşümü sağlandı. Daha sonra bu örnekler metillenmiş ve metillenmemiş bölgeye özgü primerler kullanılarak PZR ile çoğaltıldı. Elde edilen PZR ürünü % lik agaroz jelde UV ışık altında incelenerek bant yoğunlukları birbiriyle karşılaştırıldı. Bulgular: İncelemeler sonucunda çalışmaya dahil edilen 56 hastanın tümörlü dokularının tümünde (%00), normal dokularının ise %9 ünde metillenme saptanmıştır. 56 tümörlü örneğin 4 sinde (%75) promotör metillenmesinde artış olduğu 4 ünde (%5) ise artış görülmediği tespit edilmiştir. Metillenmelerinde artış görülen 4 hastadan 7 sinin (%7) tümör dokularında tam metillenme olduğu görülmüştür. İstatistiksel hesaplamalar sırasında SPSS programıyla klinik bilgisi olan hastaların tümör ve normal dokularının metillenme artışları ile yaş, cinsiyet, histolojik derece ve evreleri arasındaki ilişki Fisher s exact testi kullanılarak incelenmiştir. Sonuç: Bu artışın kolorektal kanserli hastalarda SFRP geninin sessizleşmesine neden olabileceği sonucuna ulaşılmıştır. Ancak metillenme artışı ile yaş, histolojik derece, evre ve cinsiyet arasında ilişki olmadığı görülmüştür. Ref No: P-7 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ SIÇAN KİMYASAL MEME KANSERİ MODELİNDE KANSERLE İLİŞKİLİ FİBROBLASTLARIN TANIMLANMASI VE BU HÜCRELERİN TÜMÖRÜN İMMÜN KAÇIŞ MEKANİZMALARINDAKİ FONKSİYONEL ROLLERİNİN ARAŞTIRILMASI Gürcan Günaydın, Yusuf Dölen, Sacit Altuğ Kesikli, Dicle Güç, Neşe Ünver Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Temel Onkoloji Anabilim Dalı, Ankara Amaç: Fibroblastlar, tümör mikroçevresinde KİF lere (Kanserle ilişkili fibroblast) dönüşürler. Tümöre karşı gelişen yetersiz T hücre yanıtlarında KİF lerin önemli rolü olduğu düşünülmektedir, ancak bu konuda çalışmalar kısıtlıdır. Bu çalışmayla KİF lerin efektör T hücre yanıtları üzerindeki etkilerinin aydınlatılması ve böylece tümör mikroçevresinin tümöre karşı immün yanıtlardaki rolüne yeni bir bakış açısı getirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: NMU (Nitrozometilüre) aracılı kimyasal meme kanseri modeli kullanılarak günlük dişi Sprague Dawley sıçanlara NMU enjeksiyonları yapılmıştır. Steril koşullarda çıkarılan meme tümörlerinden KİF ler, sağlıklı meme dokularından da NF ler (normal fibroblastlar); Kollajenaz/Hyaluronidaz aracılı yöntemle izole edilmiştir. KİF ler ve NF ler; αsma (αsmooth Muscle Actin) ve vimentin gibi yüzey belirteçlerindeki ekspresyon farklılıklarının gösterilmesi için immünsitokimya ile değerlendirilmiştir. NMU ya bağlı olası DNA hasarı, Comet analizleriyle incelenmiştir. KİF ler, splenositlerle kokültür edilmiş ve CFSE (Carboxyfluorescein succinimidyl ester) proliferasyon deneyleriyle fonksiyonel analizler yapılmıştır. KİF-splenosit etkileşiminin T hücre immün fenotipi üzerine etkileri, kokültür sonrası T hücrelerinde immün aktivasyon belirteçlerinden CD5 in yüzey, IFN-γ nın hücre içi ekspresyonunun akım sitometrik analiziyle incelenmiştir. KİF lerin, sitokin sekresyon profili üzerine etkileri KİF-splenosit kokültür süpernatanlarından IFN-γ, IL4, IL0, IL7A, TGFβ, TNFα düzeyleri incelenerek (ELISA) yapılmıştır. KİF lerde TGFβ, PDL, VEGF, IFNγ; KİF ile kokültür yapılmış splenositlerde de aktivasyon belirteçleri CD5, CD69; kostimülatör moleküller CD8, CD40L, CD95, 4-BB-L; sitotoksisite belirteçleri perforin, granzim B gen ekspresyonları incelenmiştir. Bulgular: İmmünsitokimya, KİF lerde αsma ekspresyonunun NF lerden belirgin olarak daha yüksek olduğunu göstermiştir. Histolojik incelemeler bu hücre tipi arasında belirgin morfolojik farklar göstermiştir. Comet analizlerinde, NMU enjeksiyonundan ay sonraki DNA hasarı, kontrol düzeyiyle aynı bulunmuştur. CFSE proliferasyon deneyleriyle yapılan fonksiyonel analizler, KİF lerin splenositler üzerinde immünsupresif etkileri olduğunu göstermiştir(şek). KİF lerle kokültürleri yapılan T hücrelerinin immün aktivasyon belirteçlerinden IFNγ nın hücre içi ekspresyonunun azaldığı izlenmiştir. KİF-splenosit kokültür süpernatanlarından yapılan incelemelerde de, IL4 düzeyleri artmış olarak gözlenmiştir. Ayrıca KİF ile kokültür yapılmış splenositlerde kostimülatör moleküllerin gen ekspresyonlarında düşüş olduğu izlenmiştir. Sonuç: Sıçan kimyasal meme karsinogenez modeli başarıyla kullanılarak stabil bir şekilde KİF izolasyonu gerçekleştirilmiştir. T hücrelerinde meydana gelen değişikliklerin hem fonksiyonel incelemeler hem de gen, protein düzeyinde analizlerle gösterildiği bu araştırma sonucunda KİF lerin anti-tümör immün yanıtlar üzerinde baskılayıcı etkiye sahip olduğu düşünülmektedir. 8 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Şekil. CFSE Proliferasyon Deneyi Sonuçları Ref No: P-7 MEME KANSERİ HÜCRELERİNİN MİYELOİD HÜCRE FARKLILAŞMASI ÜZERİNE ETKİSİ Gürcan Tunalı, Güneş Esendağlı Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Temel Onkoloji Ana Bilim Dalı, Ankara Genel bilgi ve Amaç: Meme kanseri hem hücresel hem de moleküler düzeyde heterojenlik gösteren bir kanser türüdür. Tümör mikroçevresi meme kanseri gelişiminde önemli rol oynar ve immün hücrelerde fenotipik - fonksiyonel değişikliklere yol açar. Miyeloidkökenli hücreler tümör mikroçevresinin önemli bir bileşenidir. Tümörden kaynaklanan faktörler miyeloid hücre farklılaşmasını etkiler. Bu çalışmada, meme kanserinin luminal ve bazal-benzeri moleküler sınıflarına dahil tümör hücre hatlarının miyeloid farklılaşma üzerindeki etkisi incelenmiştir. Yöntem: AML hücre hatları (HL-60, KG-, U97 ve THP-) in vitro immatür miyeloid hücre modeli olarak kullanıldı. Miyeloid hücre matürasyonuna etki eden mikroçevreyi modellemek için miyeloid hücrelerin bazal-benzeri ve luminal meme kanseri hücre hatları (sırasıyla MDA-MB-, HCC8 ve MCF-7, BT-474) ile ko-kültürü veya bu hücrelerin süpernatanları ile kültürü yapıldı. Akım sitometri ile miyeloid farklılaşma belirteçlerinin (CD, CD, CDb, CDc, HLA-DR, CD4, CD4, CD5, CD6, CD0, CD40, CD6L, CD66b, CD8, CCR5 ve CCR7) analizi yapıldı. Miyeloid hücrelerin fonksiyonel değişimini gözlemlemek için diklorodihidrofloresan-diasetat (DCFH-D) kullanılarak reaktif oksijen türleri (ROS) üretimi, opsonize lateks boncuklar kullanılarak fagositoz ve kemotaksis kabı kullanılarak migrasyon yetenekleri değerlendirildi. Sonuç: Miyeloid hücre matürasyonunu en iyi yansıtan miyeloid hücre hatları THP- ve U97 olarak belirlendi. Bu hücrelerin meme kanseri hücreleri ile yapılan ko-kültürlerinde ve bu hücrelerden elde edilen süpernatanlar varlığında bazal-benzeri meme kanseri hücrelerinin THP- hücrelerinde monosit/makrofaj belirteçlerinin ekspresyonlarını arttırdığı (özellikle CDb, -.5 kat; CDc,.5 kat; CD4, 6.5-7 kat; CD40, 40-45 kat) gözlendi. U97 ve diğer immatür miyeloid hücre hatlarında da bu belirteçlerin ekspresyonu artmasına rağmen, THP- hücrelerindeki kadar belirgin bir artış gözlenmedi. Luminal meme kanseri hücreleri ise THP- ve U97 hücrelerinde anlamlı düzeyde değişikliğe neden olmamaktaydı. Luminal ve bazal-benzeri meme kanseri hücrelerinin THP- ve U97 hücrelerinin ROS üretimi ve fagositoz kapasitesini belirgin bir şekilde etkilemediği gözlendi. Diğer taraftan, luminal hücrelere kıyasla bazal-benzeri meme kanseri hücrelerinin THP- in kemotaktik aktivitesini arttırdığı belirlendi. Tartışma: Luminal meme kanseri hücreleri ile karşılaştırıldığında bazal benzeri meme kanseri hücreleri ve bu hücrelerin ortama salgıladığı faktörler miyeloid hücre farklılaşmasını etkin şekilde uyarmaktadır. Ref No: P-74 DİŞ BEYAZLATILMASINDA KULLANILAN AJANLARIN TÜKÜRÜK HÜCRELERİNDEKİ APOPTOZ ÜZERİNE ETKİSİ Özge Gürbüz, Orkun Gürbüz, Begüm Güray Efes, Nejat Dalay Medipol Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, Diş Hastalıkları ve Tadavisi Ana Bilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, Diş Hastalıkları ve Tadavisi Ana Bilim Dalı, İstanbul Amaç: Diş hekimliğinde uygulanan beyazlatma işlemi için kullanılan preperatlar yüksek düzeyde hidrojen peroksit içermektedir. Hidrojen peroksitin oksitleyici özelliği sayesinde hücrede serbest radikallere dönüşerek oluşturduğu düşük molekül ağırlıklı oksijen ile diğer moleküllerden elektron kopardığı ve hücredeki molekülleri oksitleyerek apoptozu etkileyebileceği düşünülmüştür. Ayrıca hidrojen peroksitin DNA molekülünü de etkileyerek. DNA yapısını bozabildiği bilinmektedir. Bu nedenlerle 990 lı yıllardan sonra estetik kaygılarla uygulanan diş beyazlatma işlemlerinin ağız ve ağız mukozası hücrelerinde ileri dönemlerde olumsuz etkiler oluşturabileceği düşünülmüş ve diş hekimi kontrolünde diş beyazlatılması yapılan hastalarda apoptotik moleküller incelenmiştir. Çalışmamızda %8 lik hidrojen peroksit ile uygulanan seanslık bir beyazlatma işleminin, tükürük hücrelerinde meydana getirebileceği apoptotik değişimleri görebilmek amacıyla Bcl- ailesine mensup proapoptotik Bax ve antiapoptotik Bcl- genlerinin anlatım düzeyleri incelenmiştir. Bax proteini, mitokondri zarında gözenekler oluşturarak sitokromc nin salınımını ve kaspazların serbestleşmesini uyararak hücreyi apoptoza götürür. Bcl- ise apoptoz uyarıcı faktör (AIF) ve sitokromc nin mitokondriden salınımını engelleyerek apoptoza engel olur. Hücrede apoptozun gerçekleşmesi bu moleküllerin arasındaki dengeye bağlıdır. Gereç Yöntem: Çalışma kapsamında toplam 50 hasta değerlendirilmiştir. Testler hastalardan; beyazlatma işlemi uygulamadan önce, uygulamadan hemen sonra ve 6 ay sonra tükürük örnekleri alınarak er defa yapılmıştır. Tükürük hücrelerinde oluşabilecek değişikliklerin incelenmesi amacıyla bireylerden sakız çiğnetilerek alınan uyarılmış tükürüğün toplanmasını takiben hücrelerden RNA izole edilmiştir. Elde edilen RNA örnekleri cdna ya dönüştürülmüştür. İlgili genlerin anlatımları Real-time PCR yöntemiyle incelenerek, hücreler hidrojen peroksite maruz kaldıktan sonra proapoptotik Bax ve antiapoptotik Bcl- genlerinin anlatım oranlarındaki değişim araştırılmıştır. Bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için Statistical Package for Social Sciences (SPSS) programı kullanılmıştır. Bulgular: Sonuç olarak; Bax gen anlatımının beyazlatma işleminden hemen sonra azaldığı (p<0.05), ancak 6 ay sonra tekrar eski düzeyine geri döndüğü (p>0.05), buna karşılık beyazlatma işleminin Bcl- gen anlatımı düzeyini etkilemediği (p>0.05) bulunmuştur. Sonuçlar: Çalışmamız; daha önceden diş hekimliğinde kullanılan beyazlatma ajanları ile apoptoz arasındaki ilişkiyi araştıran başka çalışma olmaması açısından ilk ve özgündür. Çalışmada; hidrojen peroksit uygulamasının tükürük hücrelerindeki Bax gen anlatımını etkilediği görülmüştür. Ancak kesin verilerin elde edilebilmesi açısından daha geniş hasta gruplarıyla çalışmanın genişletilmesi gereklidir. TÜMÖR BİYOLOJİSİ Susesi Otel, Antalya 8

TÜMÖR BİYOLOJİSİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-75 MEME KANSERİ HÜCRE DİZİLERİNDE PIK/AKT/ MTOR SİNYAL YOLAĞI İNHİBİSYONUNUN RESEPTÖR TİROZİN KİNAZLARIN EKSPRESYONUNA ETKİSİ Gürcan Tunalı, A. Lale Doğan Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Temel Onkoloji Ana Bilim Dalı, Ankara Genel bilgi ve Amaç: Meme kanseri patogenezinde önemli yeri olan faktörler arasında reseptör tirozin kinazların (RTK) ekspresyonlarında ve aktivitelerinde (EGFR, HER, HER) artış bulunmaktadır. HER/HER heterodimer oluşumu, transformasyon potansiyeli en yüksek olan reseptör etkileşimidir ve PIK/Akt sinyal yolağının onkojenik aktivasyonuna yol açar. Akt proteini, FOXO transkripsiyon faktörü aracılığıyla RTK ekspresyonunu baskılamaktadır. PIK/ Akt yolağını inhibe eden ajanlar, (Akt inhibitörü ve PIK/mTOR dual inhibitörleri) sinyal yolağını bloke etmekle beraber bu baskılamayı da ortadan kaldırmakta ve RTK düzeyleri ile aktivitelerini artırmaktadır. Bu artış, PIK/Akt yolağının re-aktivasyonuna yol açan kritik nedenlerden biridir. Bu çalışmada EGFR amplifikasyonuna sahip MDA-MB-468 ve HER amplifikasyonuna sahip SKBR- meme kanseri hücre dizilerinde dual PIK/mTOR inhibitörü olan PI-0 ün reseptör tirozin kinaz ekspresyonları üzerindeki zamana bağlı etkisi incelendi. Yöntem: MDA-MB-468 ve SKBR- insan meme kanseri hücre dizileri kullanıldı. Bu hücreler PIK ve mtor dual inhibitörü olan PI-0 ile belirli zaman periyotlarında (,, 6, ve 4 saat) inkübe edildi. MDA-MB-468 hücrelerinde EGFR, SKBR- hücrelerinde HER ve iki hücre dizisinde HER, p-akt (Ser47 ve Thr08), p-p70s6k proteinlerinin ekspresyonları Western blot yöntemiyle incelendi. Protein ekspresyonlarını normalize etmek için β-aktin analizi yapıldı. İstatistiksel analizler Student s t testi ile yapıldı ve p<=0,05 olan değerler istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. Bulgular: MDA-MB-468 hücrelerinde, p-akt ve p-p70s6k protein ekspresyonlarının ilk üç saat boyunca %75 oranında azaldığı ve bu azalmanın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptandı. Bu inhibisyonu 6. saatten sonra sinyal yolağının re-aktivasyonu izledi. SKBR- hücrelerinde, p-akt ve p-p70s6k protein ekspresyonlarının ilk 6 saat boyunca tamamen inhibe olduğu gözlendi ve bu inhibisyon istatistiksel olarak anlamlı bulundu.. saatten sonra sinyal yolağının re-aktivasyonu izlendi. MDA-MB-468 hücrelerinde bazal EGFR ve HER ekspresyonları, SKBR- hücrelerinde ise bazal HER ve HER ekspresyonları oldukça yüksek düzeyde bulundu. MDA-MB-468 hücrelerinde EGFR ve HER, SKBR- hücrelerinde de HER ve HER düzeylerinde zamana bağlı anlamlı bir değişiklik saptanmadı. Sonuç: Tümör hücrelerinde Akt ve mtor seviyesinde gözlenen geçici inhibisyonu takip eden sinyal yolağı re-aktivasyonunun, EGFR, HER ve HER ekspresyon düzeyleri üzerinde zamana bağlı değişim yapmadığı görüldü. Bu sonuçlar, dual PIK/mTOR inhibitörü PI-0 ün, sinyal iletimini bloke ederken, tümör hücreleri lehine RTK re-aktivasyonlarına da yol açabileceğine işaret etmektedir. Ref No: P-76 BAŞ VE BOYUN KANSERLİ HASTALARDA RAB5 GENİNİN ARAŞTIRILMASI Didem Seven, Emin Karaman, Erkan Kılıç, Nur Buyru İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, İstanbul İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Kulak Burun ve Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul Amaç: Larenks, farenks, ağız boşluğu ve paranazal sinüs kanserlerini içine alan baş ve boyun kanserleri, tüm kanserler arasında görülme sıklığı açısından altıncı sırada yer almaktadır. Erkeklerde kadınlara göre daha fazla görülen baş ve boyun kanserinin sıklığı, 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ 50 yaşından sonra artmaktadır. Sigara, alkol kullanımı, gastroözofageal reflü, beslenme, İnsan Papilloma Virüsü (HPV) gibi etmenler yanında genetik mekanizmalardaki değişiklikler de baş ve boyun kanserinin oluşumunda rol oynar. Baş ve boyun kanserleri, diğer kanser türleri kadar araştırılmış olmamakla birlikte, son yıllarda yassı hücreli baş ve boyun kanserinde moleküler biyoloji ve genetik ile ilgili araştırmalarda çarpıcı bir artış görülmektedir. Tüm kanserlerin temelinde yer alan genetik etmenler, tümör baskılayıcı genlerin etkinliğini kaybetmesi ve/veya onkogenlerin etkinlik kazanmasıdır. GTPazlar, hücreler arası protein trafiğinden sorumlu proteinlerdir. Bunlar arasında, Ras GTPazlar süper ailesine ait olan Rab proteinlerinin ise 60 tan fazla üyesi bulunmaktadır. Rab5 proteini, Raba ve Rabb yi içeren, Rab alt ailesine ait, vezikül taşınması ve şekillenmesinde görevli bir hücrelerarası taşıma proteinidir. Raba geni ile %6 benzeşim gösteren Rab 5 geni, kromozomun q bölgesinde yerleşik olup beş ekzondan oluşmaktadır. Diğer Rab üyelerinden farklı olarak sadece epitel hücrelerde gözlenen Rab5 geninin, tümör gelişiminde rol oynadığı bilinmektedir. Bu çalışmada hem tümör baskılayıcı gen hem de bir onkogen gibi davranan Rab5 geninin baş ve boyun kanserindeki işlevi belirlemek amacıyla Rab5 mrna düzeyi araştırılmıştır. Yöntem: Çalışmamızda 5 baş ve boyun kanserli hastaya ait tümör ve normal doku örneklerinde Rab5 geni ifade analizi, Gerçek Zamanlı PZR yöntemi ile araştırılmıştır. Kıyaslamayı yapabilmek için G6PD geni referans gen olarak kullanılmış ve istatistiksel analiz, SPSS 8 programında x² ve Fisher Exact Test kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Sonuç: 5 hastanın 0 u değerlendirmeye uygun bulunmadığından verilerden çıkarılmıştır. Değerlendirmeye alınan 4 hastanın 9 unda Rab5 ifadesi azalmışken, 4 ünde değişiklik olmadığı saptanmıştır. Çalışma sonucunda Baş ve boyun kanserinde Rab5 ifadesinin değişmediği tespit edilmiştir. Histopatolojik özelliklerle Rab5 arasındaki ilişki kıyaslandığında bir fark olmadığı görülmüştür. (p>0.05). Bu verilere gore, Rab5 geninin baş ve boyun kanserli hastalarda etkin olmadığı düşünülmektedir. Hasta sayısının arttırılarak, protein seviyesini belirlemek, çalışma hakkında daha kesin sonuçlara ulaşmamızı sağlayacaktır. Ref No: P-77 MEME KANSERİ HÜCRELERİNDE B7 KOSTİMÜLATÖR MOLEKÜL AİLESİNİN EKSPRESYONU Pınar Karaşar, Güneş Esendağlı Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü Temel Onkoloji Ana Bilim Dalı T hücreler aktive olmak için, antijenleri tanıdıkları reseptörden kaynaklanan uyarımın yanı sıra ikincil sinyallere de gereksinim duyar. Bu ikincil sinyaller B7 ligand ailesi veya diğer ko-stimülatör moleküller tarafından sağlanır. B7 ligandları T hücre yanıtlarını düzenleyen en kritik kostimülatör moleküllerdir. Bu moleküller esas olarak profesyonel antijen sunucu hücreler üzerinde bulunmalarına rağmen tümör hücreleri üzerinde de eksprese olabilirler. B7 ligand ailesi üyelerinden B7- ve B7- T hücre üzerindeki CD8 ile bağlandıkları zaman aktive edici, aktif T hücre üzerinde eksprese olan CTLA-4 e bağlanarak inhibe idici özellik gösterir. B7-H, B7-DC ve B7-H4 inhibe edici, B7-H aktive edici, B7-H ün ise T hücre yanıtlarında düzenleyici etkisileri vardır. B7-H6 nın NK hücre-aracılı anti-tümör immün yanıtlarda önemli olduğu bilinmektedir. Amaç: B7 ligand ailesi üyelerinin farklı moleküler alt-tiplere sahip meme kanseri hücre hatlarındaki mrna ekspresyonunu ve yüzey proteini olarak varlığının belirlenmesi amaçlanmıştır. Meme kanseri hücrelerinde B7 ligand ekspresyonunun lipopolisakkarid (LPS) ve interferon (IFN)-γ inflamatuvar uyaranları varlığında mrna ve protein düzeyinde değişimi de incelenecektir. 84 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Yöntem: MCF-7, BT-474, MDA-MB-, MDA-MB-468, SK- BR-, HCC8, T-47D, ZR-75- meme kanseri hücre hatlarının ve normal meme epiteli hücre hattı MCF-A nın kültürleri gerçekleştirildi. Uyarılmış koşul için hücreler LPS ve IFN-γ ile 4 saat boyunca inkübe edildiler. Tüm B7 ligandlarının mrna düzeyleri RT-PCR yöntemi ile belirlendi. Β-actin gen ekspresyonu normalizasyon amacıyla kullanıldı. Meme kanseri hücreleri üzerinde B7-H, B7-H ve B7-DC moleküllerinin düzeyi akım sitometri ile belirlendi. Bulgular: Meme kanseri hücre hatlarında özellikle B7-H, B7- DC ve B7-H ekspresyonlarında luminal ve bazal-benzeri özellik gösteren hücreler arasında farklılık gözlenmiştir. B7-H ve B7-DC ko-inhibitör moleküllerinin bazal tipteki hücre hatlarında, B7-H ko-aktivatör molekülünün ise luminal tipteki hücre hatlarında belirgin düzeyde eksprese oldukları bulunmuştur. LPS ile uyarım, mrna ekspresyonu düzeylerinde belirgin bir fark yaratmamıştır. Hücre hatlarının IFN-γ ile uyarımı sonrasında ise bazal benzeri hücrelerde B7-H ve B7-DC düzeylerinin arttığı gözlenmiştir. Bu bulgular ışığında, meme kanseri hücreleri üzerinde bulunan B7 ligandlarının T hücre yanıtlarını nasıl etkilediği araştırılacaktır. Ref No: P-78 AKUT MİYELOİD LÖSEMİ (AML) VE KRONİK MİYELOİD LÖSEMİ (KML) HASTALARINDA FOXOA GEN İFADESİNİN ARAŞTIRILMASI Demet Akdeniz, Nejat Dalay İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi, Temel Onkoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul FOXO proteinleri Çatal başlı(fox) transkripsiyon faktör ailesinin bir alt grubudur. FOXO genleri birçok sinyal yolağı ile bağlantılı olup hücre döngüsünün durdurulması, hücre ölümü, DNA tamiri ve stres uyarısı ile ilişkili birçok fizyolojik ve patolojik aşamada kritik rollerde görev alır. Son yıllarda yapılan çalışmalar, FOXO inhibisyonunun hematolojik malinitelerde önemli rol oynadığını göstermiştir. Kronik miyeloid lösemi(kml), hematopoetik kök hücrelerin neoplastik transformasyonu sonucu oluşan bir kan hastalığıdır. Philadelphia kromozumuna yol açan dengeli t(9;)(q4;q) translokasyonu, KML nin karakteristik anomalisidir. Bu translokasyon sonucunda BCR-ABL füzyon geni oluşur. BCR-ABL, Akt sinyalini aktifleştirerek FOXO yu baskılar. Bu durum sonucunda KML hücrelerinin apoptozu inhibe edilerek çoğalması desteklenir. Akut miyeloid lösemi(aml), hematopoetik kök hücrelerin klonal malinitesidir. Akut miyeloid lösemide FOXOA ve p5; Puma, Bim, Bax ve p7 pro-apoptotik proteinlerinin seviyelerini düzenleyen temel transkripsiyon faktörleridir. Yaptığımız araştırmada FOXOA geninin akut miyeloid lösemi(aml) ve kronik miyeloid lösemi(kml) gibi hematolojik tümörlerdeki ekspresyon düzeyinin ve buna bağlı olarak üstlendiği tümör baskılayıcı rolün incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışmamızda, AML ve KML li 0 hasta incelenmiş, elde edilen veriler 4 sağlıklı birey ile karşılaştırılarak değerlendirme yapılmıştır. Hastaların kanlarından elde ettiğimiz cdna lar, FOXOA hedef geni ve ACTB referans genine özgü hazırlanan primer ve problar kullanılarak Gerçek-Zamanlı PZR yöntemiyle çoğaltıldı ve FOXOA gen ekspresyonu sağlıklı kontrollerle karşılaştırılarak incelendi. Çalışma sonucunda, KML ve AML(p>0,05) hasta grupları arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark saptanmazken; KML ve Kontrol(p<0,05) ile AML ve Kontrol (p<0,05) grupları arasında istatistik açıdan anlamlı fark bulunduğu görülmüştür. KML li hastalarda kontrol grubuna göre FOXOA ifadesinde yaklaşık 6 kat artış görülürken AML grubunda ise yaklaşık 5 kat artış gözlendi. Ref No: P-79 CAL-66 İNSAN BAŞ-BOYUN YASSI HÜCRELİ KANSER HÜCRE DİZİSİNDE DOCETAXEL VE RADYOTERAPİNİN İN VİTRO ETKİNLİĞİ Hasan Üstün, Nongnit Laytragon Lewin, Juan Castro, Signe Friesland Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji Bölümü, Eskişehir-Türkiye Uppsala Üniversitesi Onkoloji Bölümü, Uppsala-İsveç Karolinska Radium-Hemmet Hastanesi Onkoloji Bölümü, Stokholm-İsveç Amaç: Baş boyun tümörlerinin tedavisi radyoterapi ve kemoterapi alanındaki ilerlemelere rağmen halen yüz güldürücü değildir. Docetaxel kemoterapisi ve radyoterapinin tek başına veya birlikte kullanılmasının baş boyun kanseri hücre dizisinde in vitro etkisini görmek amaçlandı. Materyal-Metod: EGFR ifadesi aşırı artmış, wild tip p5 genine sahip ve ikilenme zamanı, saat olan Cal66 baş boyun tümör hücre dizisi in vitro model olarak kullanıldı. Tedavinin sonucunun belirlenmesi için c-dna ile bulunan gen ifadesi profili ve akım sitometrisi ile bulunan hücre büyümesi ve ölümü kullanıldı. Sonuçlar: Baş boyun kanser hücre dizisinde c-dna mikroarray ile belirli fonksiyonel genlerin ifadesinde değişiklik olduğu görülmüştür. Gen ifadesi değişikliklerinin hücre büyümesi ve ölümü ile ilişkili olmadığı bulunmuştur. Wild-tip p5 ve EGFR aşırı ifadesi olan baş boyun kanseri hücre dizisinde etkili tedavi sadece Docetaxel kemoterapisi tek başına verildiğinde sağlanmıştır. Radyoterapi tek başına uygulandığında veya Docetaxel kemoterapisine eklendiğinde etkili tedavi sonucuna ulaşılamamıştır. Ref No: P-70 MTHFRC67T POLİMORFİZMİ VE AKCİĞER KANSERİ İLİŞKİSİNİN ARAŞTIRILMASI Meral Yılmaz, Turgut Kaçan, Gonca Dönmez, Sadettin Kılıçkap Cumhuriyet Üniversitesi, Tıp Fakültesi Araştırma Merkezi, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Bilim Dalı, Sivas Amaç: 5,0-Metilentetrahidrofolat redüktaz (MTHFR) aktivite değişikliklerinin çeşitli kanserin gelişme riskini artırdığı bildirilmiştir. Dünyada erkek ve kadınlar arasında görülen en yaygın kanser türlerinden biri de akciğer kanseridir. Bu çalışmada bir Türk popülasyonunda akciğer kanseri ile MTHFR C677T polimorfizmi arasında bir bağlantı olup olmadığını araştırmayı amaçladık. Gereç-Yöntem: Araştırmamızda akciğer kanseri tanısı konmuş 50 hastaya ve 50 sağlıklı-gönüllü bireye ait toplam 00 total genomik DNA örneği kullanılmıştır. Genotipleme, PCR ve RFLP yöntemleri kullanılarak yapılmıştır. Bulgular: Çalışmamızda hasta grubunun yaş ortalaması ve cinsiyet dağılımı kontrol grubu ile uyumludur. Hasta grubunda yaş ortalaması 5±9,, kontrol grubunda ise 49±0, dir. Yapılan değerlendirme sonucunda hasta ve kontrol grubu arasında MTHFR C677T gen polimorfizmi genotip dağılımı açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamamıştır (χ=4,; p=0,). Çalışmamızda; CT (OR:.0 (0.95-5,07); p=0.09) ve TT (OR:.68 (0.57-,6); p=0.5) genotiplerini taşıyan bireylerin CC genotipi taşıyan bireylere oranla, yaklaşık olarak kat daha fazla riske sahip oldukları bulunmuştur. Fakat bu oranlar istatistiksel olarak anlamlı değildir (p>0.05) Sonuç: Yaptığımız ön çalışma sonucunda MTHFR C677T polimorfizmi ile akciğer kanseri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunamamıştır. Fakat çalışma grubunun sayısının artırılarak daha anlamlı bir sonuç elde edilebileceği düşünülmektedir. TÜMÖR BİYOLOJİSİ Susesi Otel, Antalya 85

TÜMÖR BİYOLOJİSİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-7 AKCİĞER KANSERLİ HASTALARDA FİBULİN- GENİNİN ARAŞTIRILMASI Mukaddes Avşar, Rümeysa Çiftçi, Nergiz Rabia Dağoğlu, Aysel Ahmedova, Makbule Tambaş, Kerem Poyraz, Sezai Vatansever, Nejat Dalay 4, Hülya Yazıcı İstanbul Tıp Fakültesi, Temel Onkoloji Ana Bilim Dalı,Kanser Genetiği Bilim Dalı, İstanbul İstanbul Tıp Fakültesi, Klinik Onkoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul İstanbul Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı,İstanbul 4 İstanbul Tıp Fakültesi, Temel Onkoloji Ana Bilim Dalı,Deneysel ve Moleküler Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul Giriş: Kanser sıklığı ve kansere bağlı ölüm sıralamasında akciğer kanseri önlerde yer almaktadır. Hastaların çoğu uzak metastaz sebebiyle hayatlarını kaybetmektedirler. Bugüne kadar yapılan araştırmalarda akciğer kanserinin metastaz mekanizmasının halen açıklığa kavuşturulamadığı görülmektedir. Akciğer kanserli hastalarda sıklıkla beyin metastazı (%0-40) ile kemik metastazına (%0-40) rastlanmaktadır. Fibulin (FBLN), Ekstraselüler Matriks (ECM) proteini niteliği taşıyan, yedi üyeli fibulin familyasına ait bir proteindir Fibulin proteinleri organ ve damar oluşumu ile embriyonik gelişimde rol almaktadırlar. Fibulin çok farklı ekstrasellüler ligand ile kalsiyuma bağlanmaktadır. Kanser gelişiminde önemli role sahip olduğu düşünülen fibulinlerin kanser hücresi için hem tümör baskılayıcı hem de onkojenik aktiviteye sahip olabileceği gösterilmiştir. Nazofarenks karsinomunda hücre proliferasyonu, hücre göçü, invazyon ve anjiogenez oluşumunda FBLN nin önemli bir tümör baskılayıcı rol oynadığı gösterilmiştir. Aynı gen ailesine mensup Fibulin proteininin ise overin epitelyal tümörleri ile meme kanserinde aşırı eksprese edildiği saptanmıştır. Amaç: Akciğer kanserlerinde prognostik marker olarak kullanılabilecek bir molekül henüz bulunmamaktadır. Fibulin molekülünün metilasyon ve gen ifade düzeyi ise bugüne kadar sadece akciğer kanseri hücre soylarında incelenmiş olup, farklı dokulara metastaz yapan akciğer kanserli hastaların plazma/serumlarında araştırılmamış ve söz konusu molekülün prognostik bir marker olup olmadığı değerlendirilmemiştir. Çalışmada FBLN gen ifade düzeyinin farklı metastatik odakları olan akciğer kanserlerinde prognostik öneminin olup olmadığının araştırılması planlanmıştır. Yöntem: Çalışma grubu yeni tanı almış ve daha önce hiç tedavi görmemiş 50 lokal, 40 kemik metastazlı ve 5 beyin metastazlı akciğer kanserli hastalar ile bu hastalarla yaş ve cinsiyet açısından eşleştirilmiş 0 sağlıklı kişiden oluşturulmuştur. Fibulin gen ekspresyon düzeyi hasta ve sağlıklı kişilerin plazmalarında, periferik beyaz kan hücrelerinde ve tümör dokuya ait parafin bloklarında Real Time PCR kullanılarak araştırılmıştır. Bulgular: FBLN gen ifade düzeyi metastatik ve diğer klinik özelliklerle karşılaştırılmıştır. Fibulin molekülünün akciğer kanseri oluşumunda ve farklı metastatik odakların gelişimindeki rolü ve söz konusu genin prognostik önemi değerlendirilmiştir. Bu çalışma, İstanbul Üniversitesi, Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından desteklenmiştir. Proje No:455 Ref No: P-7 DENİZLİ İLİNDE METASTATİK KOLON KANSERİ TANILI HASTALARDA K-RAS MUTASYON SIKLIĞI Atike Gökçen Demiray, Burcu Yapar Taşköylü, Arzu Yaren, Gamze Gököz Doğu, Aydın Demiray, Hakan Akça Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Denizli Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Ana Bilim Dalı, Denizli Giriş: Kolon kanseri, genetik faktörlerin sıklıkla rol oynadığı gastrointestinal sistemin en sık görülen tümörlerinden birisidir. Ras, bir 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ proto-onkogen ailesinin adıdır. Aktive olduklarında onkogen durumuna geçerek hücrede sinyal iletimi, proliferasyon, farklılaşma, adhezyon, apoptozis ve migrasyon gibi kanser patogenez basamaklarında önemli role sahiptir. Ras ve ras-ilişkili proteinlerin mutasyonu ile hücrenin invazyon ve metastaz özelliğinin artması ve apoptozisin azalması ilişkili bulunmuştur. Ras ailesinin bir üyesi olan Kirsten-rat sarkoma viral onkogen homoloğu (Kras) undaki mutasyonlar anti-egfr tedavisine dirençle ilişkili olup, kolorektal tümörlerin yaklaşık olarak %40 ında bulunmaktadır. Bu yüzden bu mutasyonların saptanması önemlidir. Bu çalışmada hastalardaki mutasyon sıklığının saptanması amaçlandı. Gereç-Yöntem: Çalışmada 5 kolon adenokarsinom tanılı hastanın parafine gömülü tümör dokusundan DNA izolasyonu yapılarak pyrosequencing Q4 sistemi ile kodon, ve 6 mutasyon analizi çalışıldı. Metastatik kolon kanserli hastaların yaşı, cinsiyeti ve mutasyonu kaydedildi. Bulgular: Hastaların tamamı metastatik evredeydi. Hastaların yaş ortalaması 6, 4 ü kadın, 9 u erkek idi. Elli üç hastanın 5 inde (%47.6) K-ras mutasyonu vardı. Yirmisekiz hastada K-ras wild-tip tespit edildi. Bir hastada hem kodon, hem de kodon 6 mutasyonu saptanırken, 4 kadın hastanın 6 sında (%4.85), 9 erkek hastanın 9 unda (%49.05) K-ras mutasyonu saptandı. Elli üç hastanın 6 sında (%0.8) kodon mutasyonu, 4 ünde(%7.54) kodon mutasyonu, 6 sında (%.) kodon 6 mutasyonu saptandı. Kodon mutasyonu olan 6 hastanın 8 inde (%5.09) GV, sinde (%.77) GC, 4 ünde (%7.54) GD, sinde (%.77) GS mutasyonu saptandı. Ayrıca, kodon mutasyonu olan hastaların hepsinde GD mutasyonu; kodon 6 mutasyonu olan 6 hastanın sinde(%.77) Q6H, sinde(%.77) Q6R, inde (%.88) Q6E, inde(%.88) Q6L mutasyonu saptandı. Sonuç: Hastaların %47.6 sında K-ras mutasyonu saptandı, bu mutasyon oranı Avrupa toplumu üzerinde yapılan çalışmalarda elde edilen verilerle uyumludur. Kras geni. kromozomun kısa kolu (p.) üzerinde yer alır ve 7 ekzondan oluşur. Mutasyonlar sıklıkla ekzon içerisinde yer alan kodon (%80) de bulunmaktadır. Literatürle uyumlu olarak hasta grubumuzda da mutasyonlar en sık kodon de ve GV, GD,GC, GS de saptandı. K-ras mutasyonunu varlığında cetuximab tedavisinden fayda görülmemektedir. Tedavi planının belirlenmesi için bu mutasyonların tedavi öncesi değerlendirilmesi gereklidir. Ref No: P-7 MİDE KARSİNOMLARINDA HER- POZİTİFLİĞİNİN KLİNİKOPATOLOJİK PARAMETRELERLE İLİŞKİSİ: CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ DENEYİMİ Sibel Erdamar, Ceyda Sönmez, Fatih Selçukbiricik, Nuray Kepil Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı Amaç: İleri evre mide karsinomlu hastalarda anti-her- tedavisi için HER- statusünün bilinmesi önemlidir. Tedavinin yararlı olabilmesi için Her- nin immunhistokimya (İHK) ile + veya + olması durumunda İnsitu hibridizasyon yöntemlerinden biri (FİSH,CİSH veya SİSH) ile gen düzeyinde amplifiye olması gereklidir. Çalışmamızda mide karsinomlu olgularımızda HER- pozitiflik oranını, İHK ve SilverİSH (SİSH) yöntemlerinin korelasyonunu ve Her- ile klinikopatolojik parametrilerin ilişkisini incelemeyi amaçladık. Gereç-Yöntem: CTF Patoloji AD da tanı almış 0 metastatik mide karsinomlu hastanın tümör içeren endoskopik/rezeksiyon materyallerine ait parafin bloklardan 4 mikronluk er kesit alındı. Her- İHK için SP(Cell Marque) ve 4B5 (Pathway) klonları kullanıldı. Boyanma şiddeti + üzerinden değerlendirildi. SİSH yönteminde Her- ve Kromozom(KR)7 için iki ayrı prop (Ventana SISH Test) 86 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER kullanılarak tümör hücrelerindeki sinyaller ışık mikroskobunda sayıldı. Ortalama Her-/KR7 sayısı>.0 ve İHK ile +/+ boyananlar amplifiye kabul edildi. Her- statusu klinikopatolojik diğer parametrelerle karşılaştırıldı. Bulgular: Ortalama yaş:55,9, E/K:,5/ idi. İHK ile olguların %6, ü +, %8, ü +, %4, ü + bulundu. Her- için +/+ ve SİSH+ olguların oranı; %4 idi. İHK+ skor ile SİSH+ liği arasında uyum %9 idi. SİSH + olgu oranı adenokarsinomlarda(ak) %4 iken Taşlıyüzük hücreli Karsinomlarda (TYK) %9 bulundu. TYK grubundaki Her-+ olguların sadece si saf TYK iken diğerleri Adenokarsinom komponenti içeren heterojen tümörlerdi. Proksimal yerleşimli tümörlerde SİSH+ oranı (%6), korpus(%) ve distal midedekine (%) daha yüksek bulundu. Sonuç: Serimizde Her- pozitiflik oranı(%4) TOGA çalışması ile benzerlik göstermektedir. Mide karsinomlarında histolojik alt tip Her- pozitiflik oranını etkilemektedir.tyk tanılı olgularda taşlı yüzük hücre komponentinin oranı dikkate alınmalıdır. Ref No: P-74 OSTEOKLAST BENZERİ DEV HÜCRELER İÇEREN İNDİFERENSİYE AKCİĞER KARSİNOMU Nilgün Demirbağ, Züleyha Kadehci, Banu Altoparlak Avrasya Hospıtal istanbul Osteoklast benzeri dev hücreler içeren akciğer karsinomu oldukça nadir görülür. Bu hücrelerin neoplastik değil, reaktif olarak geliştiği düşünülür. Kesin olmamakla beraber histiosist kökenli oldukları (bening görünüm, asit fosfataz aktivitesi artışı, bazı ultrastrüktürel bulgular) ve mononükleer histiositlerin birleşmesi ile oluştukları ileri sürülmüştür. Akciğer dışında tiroid,meme,karaciğer, pankreas gibi organlarda da osteoklast benzeri dev hücreler içeren indiferensiyekarsinomlar tanımlanmıştır. 8 yaşında erkek hasta, yutma güçlüğü nedeniyle kliniğimize başvurmuştur. Özofagoskopide 0cm de diştan bası ile daralma belirmiştir. Torks Btde subkarinal bölgede her iki ana bronş ve özofagus üzerine kompresyon oluşturan 75x55 mm kitle mevcuttur. PET CT de sol akciğer alt lob süperior segmette tümöral kitle ve mediastinal LAM ler,sağ asetabulumda hipermetabolik kitle mevcuttur. FOB de sol ana bronş distalinde dıştan bası ile vegetan lezyon mevcuttur. Patoloji: Subkarinal ve karinal LAM dan yapılan transbronşial iğne aspirasyona ait yaymaların incelemesinde kanamalı ve yer yer nektobiotik zeminde, iri pleomorfik ve bir kısmı lobüle nüveli nükleolu belirgin, eozinofilik stoplazmalı atipik hücreler görüldü. Çoğu diskoezif olmak üzere zayıf kohezif hücre grupları izlendi. Çok sayıda atipik mitoz görüldü. Multinükleer, bizzare tümör dev hücreleri yanında osteoklast benzeri multinükleer dev hücreler izlendi. Hücre bloğuna ait kesitlerde solid kümeler oluşturan, nükleolü belirgin pleomorfik atipik hücreler, mitotik figürler ve az sayıda osteoklast benzeri multinükleer dev hücreler görüldü. Olgu osteoklast benzeri dev hücreler içeren indiferensiye karsinom olarak yorumlandı. Hastanın alt özofagus bölgesine D konformal radyoterapi planlandı.hasta halen kliniğimizde radyoterapi tedavisi görmektedir. TÜMÖR BİYOLOJİSİ Susesi Otel, Antalya 87

FARMAKOLOJİ POSTER BİLDİRİLER Ref No: P-75 METASTATİK PROSTAT KANSERİ TEDAVİSİNDE ÜMİT VAAT EDİCİ YENİ BİR BİLEŞİK: ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİNCE SENTEZ EDİLEN YENİ PALLADİUM BİLEŞİĞİNİN KANSER KÖK HÜCRELERİ ÜZERİNDEKİ SİTOTOKSİK ETKİSİ Engin Ulukaya, Fiona Frame, Buse Cevatemre, Veysel Turan Yılmaz 4, Norman J. Maitland Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya A.D. BURSA Yorkshire Cancer Research Unit, Department of Biology, University of York, Heslington, York, North Yorkshire, YO0 5DD, UK Uludağ Üniversitesi, Fen ve Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü, BURSA 4 Uludağ Üniversitesi, Fen ve Edebiyat Fakültesi, Kimya Bölümü, BURSA Metastatik veya nüks etmiş prostat kanseri vakalarının prognozu son yıllardaki yenilikçi immün yaklaşımlara rağmen halen iyi değildir. Bu nedenle, özellikle kanser kök hücrelere (metastaz ve nüksden sorumlu tutulan hücreler) toksik etki gösterebilen yeni kemoterapötiklere gereksinim duyulmaktadır. Bu çalışmada, Uludağ Multidisipliner Kanser Araştırma Grubu (UMKAG) tarafından sentez edilmiş yeni bir palladium-bazlı bileşiğin prostat kanserindeki etkisi araştırılmıştır. Bu bileşik, daha önce akciğer ve meme kanserlerinde çalışılmış, güçlü sitotoksik etkileri görüldüğü için yayınlanmış (, ), patent başvurusu yapılmış ve tescillenmiş bir bileşiktir. Çalışmada, 6 farklı prostat kanser hücre soyu, 7 Gleason 6/7, Gleason 8/9 prostat kanserli ve 4 benign prostat hiperplazili hastadan elde edilen primer tümör kültürleri kullanılmıştır. Ayrıca, benign ve kanserli dokulardan kanser kök hücre izolasyonları yapılmış ve palladium bileşiği bu hücreler üzerinde de test edilmiştir. Hücre canlılığı MTT ve ATP canlılık testleriyle belirlenmiştir. Hücre siklusu akış sitometrisi ile analiz edilmiştir. DNA hasarı tespiti γhax kullanılarak immünofloresan olarak yapılmıştır. Apoptozis ve otofaji Western Blot tekniği kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Palladium bileşiğinin hem hücre soylarında hem de primer kültürlerde güçlü sitotoksik etki gösterdiği bulunmuştur. IC50 (canlılığı %50 azaltan doz) değerlerilerinin 0,8-60 γm arasında değiştiği gözlenmiştir. Daha önemlisi, ilk defa bu çalışma ile gösterilmiş olarak, palladium bileşiğinin prostat kanser kök hücreleri üzerinde de sitotoksik etkili olduğu bulunmuştur. Sitotoksik etkinin DNA hasarı yoluyla gerçekleştiği ve hücre türüne göre apoptozis ya da otofajiye yol açtığı gösterilmiştir. Sonuç olarak, palladium bileşiğinin metastatik prostat kanseri tedavisinde, kanser kök hücreyi de öldürebilmesi nedeniyle, ümit vaat edici yeni bir tedavi yaklaşımı olabileceği, dolayısıyla ilaç geliştirme çalışmalarında bir sonraki aşama olan hayvan deneylerinin yapılması gerektiğine karar verilmiştir. 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ sorumlu hücre ölüm modu (apoptozis, nekrozis) Anneksin V-FITC kullanılarak akım sitometride araştırıldı. Ayrıca hücrelerde apoptoz varlığı Hoechst 4/ PI (Propidium iyodür) /Calcein üçlü boyama yöntemi ile floresan mikroskop kullanarak morfolojik olarak gözlendi. Bulgular: Palladyum (II) kompleksinin H-ras 5RP7 ve NIH/T kanser hücreleri üzerine doza ve zamana bağlı olarak belirgin bir sitotoksik aktivite gösterdiği belirlendi. Akım sitometri sonuçları incelendiğinde, palladyum (II) kompleksinin subletal dozunda (0 μm) H-ras 5RP7 hücrelerinde apoptotik oranının %47., letal dozunda (80 μm) %84.54; NIH/T hücrelerinde ise subletal dozunda (0 μm) %55.7, letal dozunda (80 μm) ise %78.6 apoptotik orana sahip olduğu gözlendi. H-ras 5RP7 ve NIH/T hücrelerinde yüksek oranda gözlenen apoptozis varlığı üçlü boyama ile morfolojik olarak da doğrulandı. Sonuç: Yeni sentez edilen palladyum (II) kompleksinin sarkom tedavisindeki büyüme baskılayıcı etkisinin in vivo olarak araştırılması gerektiği sonucuna varıldı. Ref No: P-77 İNTERFERON TEDAVİSİNE BAĞLI RETİNOPATİ GELİŞEN OLGU Yasemin Kemal, Güzin Demirağ, Bahittin Yılmaz, Kubilay Ekiz, Fatih Teker, İdris Yücel 9 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkolji Bilim Dalı, Samsun 9 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi İç Hastalıkları Bilim Dalı, Samsun Tıbbi onkolji pratiğimizde interferon tedavisi melanomanın adjuvant tedavisinde ve metastatik renal hücreli karsinomda birinci basamakta sıklıkla kullanılmaktadır. İnterferon tedavisine bağlı konstitusyonel semptomlar, hepatotoksite, myelosupresyon, depresyon ve otoimmün hastalıklar gibi çok çeşitli ve sayısız yan etkiler görmekteyiz. Olgu: 5 yaşıda erkeke hasta, renal hücreli karsinom sebebiyle sol radikal nefrektomi yapılmış ve tıbbi onkoloji polikliniğimize refere edilmişti. Biz de yaptığımız tetkiklerde akciğerde metastatik nodüller saptadık ve tümör konseyinde değerlendirerek hastamıza interferon tedavisi başladık. İnterferon tedavisi altında hastanın metastatik nodüllerinde gerileme olduğundan tedaviye devam ettik. Tedavinin 9. ayında hasta sol gözde görmede azalma şikayeti ile göz doktoruna başvurmuş; yapılan muayenede retinopati tespit edilmişti. Göz doktoru göz dibi bulgularının (Şekil ) interefrona bağlı olabileceği düşündüğünden biz de tedaviyi keserek sunitinib başladık. Hasta 6 hafta sonra kotrole geldiğinde görmesi tamamen düzelmişti, retinopati bulguları da gerilemişti. Ref No: P-76 SARKOM TEDAVİSİ İÇİN YENİ BİR YAKLAŞIM: ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ TARAFINDAN YENİ SENTEZ EDİLEN PALLADYUM (II) BİLEŞİĞİ Engin Ulukaya, Melis Debreli Coşkun, Didem Karakaş, Buse Cevatemre, Hatice Mehtap Kutlu 4, Arzu Yılmaztepe Oral, Veysel Turan Yılmaz 5 Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Bursa Uludağ Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Biyoloji Bölümü, Bursa Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Bursa 4 Anadolu Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Biyoloji Bölümü, Eskişehir 5 Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Kimya Bölümü, Bursa Amaç: Kanser tedavisi için kullanıma giren ilaç sayısındaki hızlı artışa rağmen tedavide ki başarı oranları aynı oranda artmamıştır. Bu nedenle, antikanser etkisi yüksek yeni komplekslerinin sentezlenmesine gereksinim duyulmaktadır. Bu çalışmada, Uludağ Üniversitesi nce yeni sentez edilen palladyum (II) kompleksinin [PdCl(terpy)](sac) HO] sarkomlardaki etkisi araştırılmıştır. Gereç-Yöntem: Palladyum (II) kompleksi H-ras 5RP7 (Sıçan Embriyo Fibroblast) ve NIH/T (Fare Embriyo Fibroblast) hücrelerinde sitotoksik etkisi MTT ve ATP canlılık testleri kullanılarak belirlendi. Hücrelerdeki sitotoksik aktivite gerçek zamanlı sitotoksisite analiz sistemi kullanılarak 48 saat süre ile analiz edildi. Bu etkilerden Şekil. Sol göz retina bulguları Tartışma: Yapılan prospektif çalışmalarda interferon tedavisine bağlı retinopati insidansı %8 ile %86 arasında bulunmuştur ancak bu çalışmaların çoğu hepatit C li hastalarla yapılmıştır. 0 malign melanomlu adjuvant interferon alan seride ise retinopati % oranında görülmüştür; ayrıca hastalarda hiçbir belirti veya şikayet gelişmemiştir. İntereferona bağlı retinopati geri dönüşümlüdür, tedavi kesildikten sonra düzelmektedir. Hastaların çoğu asemptomatiktir. 88 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER DİGER Patogenezi net olmamakla beraber immünolojik olduğu düşünülmektedir. Yaşlı, aterosklerozu olan, hipertansif bireylerde, eritrosit sayısı ve, lokösit sayısı yüksek olanlarda risk daha fazladır. Biz de intereferon tedavisi başlayacağımız hastalarda retinopatinin gelişebileceğini unutmamalı, hastaları bilgilendirmeli, düzenli göz muayenesi yaptırmalı ve risk faktörleri bulunan hastalara özellikle dikkat etmeliyiz. Ref No: P-78 HEPATOSELÜLER KARSİNOMA YA KARŞI GÜÇLÜ ANTİ-KANSER İLAÇ OLARAK YENİ BİR DEHYDROABİETALAMİNE TÜREVİNİN BELİRLENMESİ Muhammad Ayaz Mustufa, Afshan Aslam, Imran Ali Hashmi, Çiğdem Özen, Naim Ul Hasan Naqvi, Firdous Imran Ali, Mehmet Öztürk Bilkent University, BilGen Genetics and Biotechnology Research Center, Department of Molecular Biology and Genetics, Ankara Department of Chemistry, University of Karachi, Karachi, Pakistan Department of Biochemistry, Baqai Medical University, Karachi, Pakistan Önbilgi: Kimya alanında yapısal modifikasyon, daha fazla potansiyel biyoaktivitesi ve daha geniş biyoaktif spektrumu olan yeni ilaçların bulunması için önemli bir yöntemdir. Bu nedenle bu çalışmada bir dizi dehyhdroabietylamide türevi hazırlanmış ve in vitro hepatoselüler karsinoma (HSK) hücreleri üzerindeki sitotoksik aktiviteleri test edilmiştir. Amaç: Konvansiyonel kemoterapiye dirençli HSK hücrelerine karşı dehydroabietalamine in kendisi ve türevlerinin sitotoksik etkisini karşılaştırmak. Gereç-Yöntem: Bütün dehyhdroabietylamide türevlerinin sentezlenmesi, pürifikasyonu ve karakterizasyonu Karachi Üniversitesi Kimya Bölümü nde; biyolojik etkileri ise Bilkent Üniversitesi nde analiz edildi. Deyhdroabietalamine in ve yeni hazırlanmış türevlerinin sitotoksik etkileri Sülforhodamin B (SRB) tekniği ile incelendi. Hücre döngüsü analizi akış sitometri metodu ile gerçekleştirildi. Hücreler üzerinde en etkili türevi bulmak için, hücrelerin morfolojileri ışık mikroskobu ile incelendi. Bulgular: Test edilen türevlerin büyük bir bölümü, düşük dozlarda deyhdroabietalamine in kendisinden daha etkiliydi. DAAD- türevi, en düşük IC50 değeriyle en etkili bileşikti. ve 8 μm IC50 değerleri ile, üç HSK (Huh7, HepB, PLC/RAF/5) ve meme kanseri MCF7 hücre hatları, bu bileşiğe en duyarlı olanlarıydı. HepB hücre hattında çalışılan diğer hücrelere kıyasla, zamana bağlı gelişen, belirgin morfolojik değişiklikler gözlendi. Bunlar arasında: düşük hücre yoğunluğu, büyümüş hücre çekirdeği ve hücre tutunması kaybı bulunmaktadır. 5 μm DAAD- verilen HepB hücrelerinin hücre döngüsü analizi sonuçları G-altı hücre fraksiyonunda (%5 ten %48 e) büyük bir artışla aşırı ölçüde apoptotik hücre ölümü varlığına işaret etti. Sonuç: Dünya genelinde HSK, çok yaygın ve ölümcül bir hastalıktır. HSK hücrelerine karşı etkili anti-kanser ilaçların eksikliğinden dolayı, HSK sonucu hayatta kalan hastaların sayısı çok düşüktür. Bu çalışmayla, IC50 değeri 0 μm dan daha az olan deyhdroabietalamine türevlerinin HSK hücre hatlarında büyük çapta hücre ölümlerine sebep olduğunu tespit ettik. Devam eden araştırma, ilaç uygulanan hücrelerde genom çapında gen ifadesi değişimi çalışması ile ilacın işleme mekanizmasını daha iyi anlamayı amaçlamaktadır. Ref No: P-79 KOLON ADENOKANSER HÜCRELERİNDE RAPAMİSİN İLE MTOR İNHİBİSYONU SONRASI MİKRORNA PROFİLİ İLE İLİŞKİLİ OTOFAJİNİN VE APOPTOZUN SAPTANMASI Kemal Ergin, Safiye Aktaş Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Bilim Dalı, Aydın Dokuz Eylül Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Bilim Dalı, İzmir Giriş-Amaç: mtor (Mammalian target of rapamycin) protein sentezini, hücre büyümesini ve çoğalmasını düzenleyen bir serin-treonin protein kinazdır. Bununla birlikte mtor hücre iskeletinin reorganizasyonu, translasyon, hücre siklusu, apoptotik ve otofajik hücre ölümünde önemli bir görev alır. Yapılan son çalışmalar mtor un tümor oluşumundaki rolüne dikkat çekmektedir. mtor un kanserlerde hücre büyümesini ve proliferasyonunu indüklediği bulunmuştur. Fakat kolon kanserindeki rolü halen açıklanmayı beklemektedir. Rapamycin mtor u inhibe eden makrolid bir antibiyotik olup kolon kanseri dahil çeşitli kanser tedavilerinde denenmektedir. Bu çalışmanın amacı da Rapamycin ile inhibe edilen mtor sonrası bir kolon adenokanser hücre dizisinde (Caco-) hücre ölümünü (apotoz ve otofaji) araştırmaktır. Materyal-Metod: Çalışma için iki grup dizayn edilmiştir: a. Grup I: Kontrol grubu (Caco-), b. Grup II: Rapamycin (0 nm) ile inkübe edilen grup. mikrorna profillemesi için Affymetrix sistemi (Affymetrix GeneChip) kullanılmıştır. Biyoinformatik analiz sonrası (Benjamini Hochberg corrected t-test p-value < 0.05) validasyon, hedef gen analizi ve yolak skorlaması (KEGG pathway) yapılmıştır. Ardından yolaklarla ilişkili immunohistokimyasal analiz apoptoz (TUNEL, bax, p5, caspase-, caspase-8, Fas-L) ve otofaji (mtor, beclin-, ATG-) antikorları ile yapıldı. Bulgular: mirna profilinde de 49 adet mirna nın farklı ekspresyon seviyesi gösterdiği belirlenmiştir. Grup I e kıyasla grup II de sadece 5 tane mirna nın ekspresyon seviyesinin arttığı, 487 tanesinin de azaldığı görülmüştür. Yolak analizinden sonra yapılan immunohistokimyasl değerlendirme sonucuna göre Grup I e kıyasla, grup II de ATG-, LCB, p5, TUNEL daha yoğun, caspase- orta derecede ve mtor azalmış olarak bulundu. Sonuç: Çalışmamızda kolon kanser hücrelerinde mtor blokajı sonrası ekspresse olan mikrorna lar ile ilişkili olan hücre ölüm şeklinin daha çok apoptozun iç yolağı ve otofaji olduğu saptanmıştır. İleriki çalışmaların daha çok mtor un kolon kanser tedavilerindeki rolü üzerinde odaklanması gerektiği düşünülmüştür. Ref No: P-70 BEKSAROTEN İN İNSAN TİROİD KANSERİ HÜCRE HATLARINDA APOPİTOZ, OKSİDATİF STRESS YOLAKLARI ÜZERİNDE ANTİKANSER ETKİNLİĞİNİN GÖSTERİLMESİ Pınar Kemanlı, Hilal Koçdor, Serap Çelebi, Halil Ateş 5, Fırat Soyarat, Özhan Özdoğan, Fırat Bayraktar 4, Hayri Özsan 5, Mehmet Ali Koçdor 6 Dokuz Eylül Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Moleküler Tıp Anabilim Dalı Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Dokuz Eylül Üniversitesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı, 4 Dokuz Eylül Üniversitesi Endokrinoloji Anabilim Dalı 5 Dokuz Eylül Üniversitesi Hematoloji Bilim Dalı 6 Dokuz Eylül Üniversitesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Tiroid karsinomları dünyada tüm karsinomların % ini oluşturmakla birlikte, endokrin sistemin en sık görülen malignitesidir ve özellikle diferansiye (foliküler ve papiller) tiroid kanserleri insidansı hızla artmaktadır. Beksarotenin, T-hücre lenfomada, meme kanserlerinde, küçük hücreli dışı akciğer kanserinde ve ileri prostat kanserlerinde edinilmiş ilaç direncini önlemesinin yanında, solid tü- Susesi Otel, Antalya 89

DİGER POSTER BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ mörlerde migrasyon, invazivite ve anjiogenezi azalttığı saptanmıştır. Beksarotenin tiroid kanser hücreleri üzerinde tek başına antikanser özelliği vardır. Bu nedenle, çalışmamızın amacı; selektif RXR ligandı Beksaroten in özellikle radyoaktif iyot alımı ile uygulanan tedavilere karşı dirençli tiroid kanseri hücre hatları üzerinde antikanser etkinliğinin belirlenmesidir. Materyal Methot; Çalışmamızda; Papiller tiroid karsinoma, foliküler tiroid karsinoma, andiferansiye tiroid karsinoma ve anaplastik tiroid karsinoma hücre hatları kullanıldı. Hücre Canlılığı; CCK-8 Kiti kullanılarak belirlendi. Hücrelerin canlılığını %50 olarak inhibe eden doz (IC50) belirlendi. Flow Sitometrik Ve Cell Cycle Analizleri; Hücreler akım sitometrik değerlendirme için 6 kuyucuklu plate lere ekildi ve etkin dozlar uygulandı. FITC-Annexin V testi ile akım sitometrik olarak canlı, erken-geç apoptotik ve nekrotik hücre oranları belirlendi. Cell-Cycle yöntemi ile uygulanan ilaçların kanser hücrelerini hücre döngüsünün hangi aşamasında tuttuğu Flow sitometri cihazı ile analiz edildi. Oksidatif Stres Biyobelirteçleri olan MDA, SOD, GPx düzeylerine hücre lizatları elde edilerek bakıldı. Sonuç olarak, selektif RXR(sRXR) ligandı Beksaroten in, diferansiye, az diferansiye ve anaplastik tiroid kanseri hücre hatları üzerinde akım sitometrik analizlerde hem apoptotik hem de hücre döngüsü üzerinde antikanser potansiyeli olduğu belirlendi. Kullanılan kanser hatlarında Beksaroten kullanımının MDA düzeyini düşürdüğü, özellikle papiller ve andiferansiye hücre hatlarında SOD ve GPx enzimlerini artırdığı saptandı ve srxr reseptörlerinin tiroid kanseri tedavisinde hedef olabileceği gösterildi. Ref No: P-7 AKCİĞER KANSERİ HÜCRE HATLARINDA STANDART TEDAVİ İLE SELENYUM VE GLUTAMİN VERİLMESİNİN APOPTOTİK VE OKSİDATİF STRES YOLAKLARINA ETKİSİ Rüksan Çehreli, Hilal Koçdor, Pınar Kemanlı, Fırat Soyarat, Halil Ateş, Hayri Özsan, İlhan Öztop, Mehmet Ali Koçdor 4 Dokuz Eylül Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Prevantif Onkoloji Bilim Dalı Dokuz Eylül Üniversitesi,Sağlık Bilimleri Enstitüsü Moleküler Tıp Anabilim Dalı Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı 4 Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Cerrahi Bilim Dalı Akciğer kanseri, tüm dünyada kansere bağlı ölümlerde hem kadın hem de erkeklerde ilk sırada yer almaktadır. Akciğer kanserlerinin %85 i Küçük Hücreli Dışı Akciğer kanseri (KHDAK) dir. Skuamoz hücreli akciğer kanseri en sık görülen tipi olmakla birlikte son yıllarda adenokanser sıklığı artmıştır. Dosetaksel Küçük Hücreli Dışı Akciğer Kanserinin (KHDAK) standart tedavisinde yer alan, oldukça toksik bir ajandır. Tedavi sırasında sıklıkla olgularda, oluşabilecek eksikliği ve komplikasyonları azaltmak amacıyla Glutamin ve Selenyum suplementasyonu yapılabilmektedir. Selenyum(Se) bazı kanser türlerinin önlenmesinde rol oynayan antioksidan özellikteki glutatyon peroksidaz (GSH-Px) enziminin yapısında bulunur. Glutamin ve Selenyumun Anti oksidan etkisi, immün fonksiyonları arttırması, apopitosizi indüklemesi, hücre proliferasyonunu etkilemesi ve karsinojen metabolizmasını azaltması gibi selenyum un antikanserojenik etkisini açıklamada ileri sürülen çok sayıda potansiyel mekanizma vardır. Bu çalışmada KHDAK üzerinde Dosetaksel tedavisinin Glutamin ve Selenyum desteği ile birlikte antikanser etkinliklerinin in-vitro ortamda belirlenmesi amaçlanmaktadır. Materyal Methot; Çalışmamızda; İnsan akciğer epitelyal adenokarsinom hücre hattı, p5 wild tip-yüzeye bağımlı ve İnsan KHDAK lenf nodu metastazı, p5 null tip-yüzeye bağımlı hücre hatları kullanıldı. Hücre Canlılığı; CCK-8 Kiti kullanılarak belirlendi. Hücrelerin canlılığını %50 olarak inhibe eden doz (IC50) belirlendi. Flow Sitometrik Ve Cell Cycle Analizleri; Hücreler akım sitometrik değerlendirme için 6 kuyucuklu plate lere ekildi ve etkin dozlar uygulandı. FITC-Annexin V testi ile akım sitometrik olarak canlı, erken-geç apoptotik ve nekrotik hücre oranları belirlendi. Cell-Cycle yöntemi ile uygulanan ilaçların kanser hücrelerini hücre döngüsünün hangi aşamasında tuttuğu Flow sitometri cihazı ile analiz edildi. Oksidatif Stres Biyobelirteçleri olan MDA, SOD, GPx düzeylerine hücre lizatları elde edilerek bakıldı. Sonuç olarak; Her iki KHDAK hücre hatları üzerinde, Glutamin ve Selenyumun Dosetaksel ile kombine kullanımının sinerjistik etki göstererek akım sitometrik analizlerde incelenen apoptotik ve hücre döngüsü yolakları açısından dosetakselin antikanser etkinliğini artırdığı, hücre hatlarında standart tedavi ve tedaviye yapılan kombinasyonun iskemiyi azalttığı gözlendi. Ref No: P-7 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ ONKOLOJİ HASTANESİ MEDİKAL ONKOLOJİ POLİKLİNİĞİ, GÜNDÜZ TEDAVİ VE RADYASYON ONKOLOJİSİ ÜNİTELERİNE BAŞVURAN HASTALARA BAKIM VERENLERİN BAKIM YÜKÜNÜN İNCELENMESİ Burcu Küçük Biçer, Hilal Özcebe, Banu Çakır Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Amaç: Kanser, bireyin günlük yaşamını etkilerken, bireyi fiziksel, psikolojik, sosyal, ekonomik her alanda kendi bakım ihtiyaçlarını karşılayamayacak duruma düşürmekte ve bakım ihtiyacı doğurmaktadır. Bakımın getirdiği zor şartlar, bakım vericinin bakım işini hayatına entegre etmesini zorlaştırmakta ve beraberinde belirli bir stres yükü oluşturmaktadır.kanser hastalarına bakım veren Hacettepe Onkoloji Hastanesi nde tedavi gören ve/veya izlenen hastalara, bakım verenlerin temel özellikleri ile stres durumları hakkında bilgi edinilmesi amacıyla bu çalışmanın yapılması planlanmıştır. Yöntem: Tanımlayıcı tipteki çalışmada 4 hasta yakını ile görüşülmüştür. Veriler, hasta ve hasta yakınına ait sosyo-demografik özellikler, hastalığa ait özellikler ve verilen bakıma ait özelliklerin sorgulandığı 5 sorudan oluşan veri toplama formu ve Türkiye de geçerliliği ve güvenilirliği yapılmış olan, sorudan oluşan Bakım Verenin Stres İndexi (BVSİ) ölçeği kullanılarak toplanmıştır. SPSS 5.0 istatistik paket programı, sayı ve yüzde dağılımları incelenmiş, hipotez yaratmaya yönelik olarak, gruplar arası farklılıkları belirlemede frekans dağılımları, ki-kare ve t-testleri kullanılmıştır. Çalışmadan önce etik kurul onayı alınmıştır. Bulgular: Bakım verenlerin %5. i erkek, %46,6 sı 6-45 yaş aralığında, %59, ünün gelir durumu orta ve%68,8 i hastalarla aynı evde yaşamaktadır. Bakım verilen hastaların %57,4 ü kadın, %6,9 u meme kanseri, %,9 u akciğer kanseri, %,0 ı hematolojik kanser, %,7 si kolon kanseri ve %5,9 u üriner sistem kanseri hastasıdır. BVSİ puanı ortalama±ss: 5,6±,4 (En küçük:0, En büyük:) dır. Bakım verenin hastalığı olması durumunda ve gelir düzeyi düştükçe puanın yükseldiği görülmüştür (p<0,00). Çalışan bakım vericilerde (p=0,08); esas bakıcı olanlarda (p=0,004) puan anlamlı şekilde yüksektir. Akciğer kanseri tanısı alan hastaların BVSİ puanı en yüksek, cilt kanseri tanısı alan hastanın BVSİ puanı en düşük bulunmuştur(p=0,044). Metastazı olan hastaların BVSİ puanı metastazı olmayanlara göre daha yüksektir (p<0,00). Bakım verme süresi arttıkça stres puanının arttığı da sonuçlar arasındadır. Kadın hastalara ve saatten az ile 4-6 saat aralığında bakım verenlerin puanına göre 7 saat ve üstü bakım verenlerin puanı daha yüksektir (p<0,00). Sonuç: Çalışma sonuçlarına göre hasta yakınlarında BSVİ puanı yüksek saptanmıştır. Gelir düzeyi düşük olan bakım verenlere maddi 90 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER DİGER destek sağlamak amacıyla Sağlık Bakanlığı, Hastane ya da Yardım Dernekleri ile iletişime geçilmesi, esas bakıcı olanların BVSİ nin yüksek olması nedeniyle bu gruba yönelik psikolojik destek ve yönlendirme yapılması, bakım verme süresi yüksek olanlara, bu sürenin bir kısmını üstlenmek amacıyla sosyal hizmet desteği sağlanması önemlidir. Kanserli hastaya bakım verme sürecinde sıkıntılar yaşayan bakım verenlerin ve bu süreçten etkilenen hastalara eğitim ve destek hastanelerde oluşturulacak birimlerce sağlanması kanserli hastanın tedavisinde yardımcı olacaktır. Ref No: P-7 MİKROVASKÜLER ENDOTEL HÜCRELERİN TOLL- BENZERİ RESEPTÖR LİGANDLARIYLA UYARIMI, ANTİ-ENDOTEL SİTOTOKSİK İMMÜN YANITLARI BASKILAR S. Altuğ Kesikli, Guenther Eissner, Emin Kansu, Ernst Holler Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Temel Onkoloji Anabilim Dalı, Ankara Herzchirurgische Klinik der Universität München, Münih, Almanya Abteilung für Haematologie und internistische Onkologie,Universitaetsklinikum Regensburg, Regensburg, Almanya Amaç: Toll-benzeri reseptörler (TLR), doğal ve edinsel immün yanıtların başlatılmasını sağlayan en önemli kavşak moleküllerdir. TLR varlığı, çeşitli insan tümör hücre hatlarında ve kanser dokularında gösterilmiştir. Deneysel tümör modellerinde TLR sinyalinin, tümör mikroçevresindeki koşullara bağlı olarak tümör gelişimini destekleyebildiği veya engelleyebildiği bildirilmiştir. TLR uyarımının, tümör mikroçevresinin çok önemli bir bileşeni olan mikrovasküler endotele karşı gelişen immün yanıtlara olan etkileri hakkında bilgimiz ise sınırlıdır. Bu çalışmanın amacı, TLR uyarımının endotel hücrelere karşı gelişen sitotoksik immün yanıtlara olan etkilerini, bir in vitro endotel hücre modeli kullanarak incelemektir. Gereç-Yöntem: TLR ve membran CD54, CD06,HLA-I, NKGD, MICA ve MICB (MHC class I polypeptide-related sequence A/B) moleküllerinin ekspresyonu, akım sitometri ve western blot yöntemleri kullanılarak in vitro endotel hücre kültürlerinde ve postkapiller venüler koşulları simüle eden akım altında belirlenmiştir. 4 saatlik TLR ligandı polyi:c uyarım sonrasında, kültür süpernatanlarında MICA ve MICB düzeyleri ELISA ile değerlendirilmiştir. Allojenik anti-endotel sitotoksik yanıtlar, çeşitli ajanlarla uyarılmış veya uyarılmamış endotel hücreleriyle CD8+ T hücrelerinin 7 gün kokültürü sonrasında, standart 4 saatlik 5Cr salınımı testiyle değerlendirilmiştir. Bulgular: Primer endotel hücrelerin ve immortalize endotel hücre hatlarının yapısal olarak TLR eksprese ettikleri görülmüştür. PolyI:C ile uyarılmış endotel hücrelerinin CD54, CD06 ve HLA-I ekspresyonları artmıştır. PolyI:C ile uyarılmış endotel hücreleriyle 7 günlük kokültür sonunda gelişen allo-sitotoksik CD8+ T hücre yanıtlarının, uyarılmamış endotele karşı gelişen yanıtlara göre anlamlı derecede azaldığı bulunmuştur. 7 günlük kokültür sonunda CD8+T hücrelerinin, MICA ve MICB ligandlarının reseptörü olan NKGD reseptörlerini eksprese ettikleri belirlenmiştir. 4 saat polyi:c ile uyarılan endotel hücreler hedef olarak kullanıldığında, allo-sitotoksik yanıtların anlamlı olarak azaldığı belirlenmiştir. Endotel hücrelerin yalnızca MICB moleküllerini eksprese ettikleri, polyi:c uyarımının endotelyal MICB ekspresyonunu azalttığı ve polyi:c uyarımı sonrasında kültür süpernatanlarında MICB miktarının arttığı gösterilmiştir. MICB moleküllerinin antikorlarla blokajı, PolyI:C ile uyarıma benzer şekilde allo-sitotoksisiteyi azaltmıştır. Sonuçlar: PolyI:C nin, endotel hücre aktivasyonu sağlayabilmesi ve aynı anda, olasılıkla MICB moleküllerinin endotelyal yüzeylerde ekspresyonunu azaltarak, sitotoksik yanıtları baskılayabilmesi, TLR uyarımının birbirinden farklı ve çok yönlü etkilerinin olabileceğini akla getirmektedir. Prostat, over, meme ve kolon kanserleri gibi çok çeşitli kanserlerde bir tümör aşısı adjuvanı olarak denenmekte olan TLR ligandlarının tümör mikroçevresi üzerine etkileri ayrıntılı olarak belirlenmelidir. Ref No: P-74 ASETİL SALİSİLİK ASİTİN FARKLI BİR KULLANIMI: RADYOKORUYUCU ETKİSİNİN SIÇANDAN ELDE EDİLEN FARKLI DOKULARDA HİSTOPATALOJİK BAKIMDAN DEĞERLENDİRİLMESİ Can Demirel, Sevil Kılçıksız, Nurten Erdal, Serkan Gürgül 4, Seyran Yiğit 5, Semin Ayhan 6 Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyofizik Ana Bilim Dalı, Gaziantep SB Okmeydanı Egitim Araştırma Hastanesi, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, İstanbul Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyofizik Ana Bilim Dalı, Mersin 4 Gaziosmanpaşa Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyofizik Ana Bilim Dalı,Tokat 5 Atatürk Egitim Araştırma Hastanesi, Patoloji Kliniği İzmir 6 Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi, Patoloji Ana Bilim Dalı, Manisa Amaç: Radyokoruyucuların gelişimi kanser tedavisinin etkinliğini arttırır ve radyasyonun etki mekanizmasının anlaşılmasına katkı sağlar. Amifostin (WR-7) çalışmalarda insanlar için en olası radyoprotektif olarak klinik kullanıma girmiştir Asetil Salisilik Asit (ASA) potansiyel serbest oksijen radikalleri temizleyicisi olup, azalmış vücut glutatyon depolarını destekler ve oksidatif streste serbest radikal oluşumu durumunda yararlı olabilir. ASA klinikte bu amaçla kullanılmayan bir ajandır ve kanserde preventif kullanımı klinikte çalışılmakta olan ASA nın hemoraji gibi yan etkileri nedeniyle yararı, zararı dengelenmelidir. Çalışmamızda, radyasyonunun normal dokularda oluşturduğu hasara karşı ASA nın potansiyal koruyucu etkisi sıçanlarda patalojik olarak incelenmiş ve WR-7 in etkisiyle karşılaştırılmıştır. Gereç/Yöntem: 0 Sıçan; Kontrol (K; n=6), Radyasyon (R; n=6), Radyasyon+ASA(Gavaj) (R+AG; 5 mg/kg/günx5; n=6), Radyasyon +ASA(ip) (R+Aİ; 5 mg/kg, i.p.; n=6) Radyasyon+Amifostin (R+WR7; tek doz Amifostin /00 mg/kg, i.p.; n=6), gruplarına ayrılarak kullanılmıştır. Tüm gruplardan karaciğer, akciğer, bağırsak ve cilt doku örnekleri izole edilmiş, patalojik olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: R gurubunun karaciğer örneklerinin n=6 (%00) de, R+AI n=5 (%8) de, R+AG n= (%7) de ve R+WR gruplarının n= (%50) sinde sinuzoidal dilatasyon gözlenmiştir. Konjesyon R ve R+AG gruplarının n= (%50) sinde, R+AI grubunun n= (%) unda, R+WR7 ın n= (%7) sinde oluşmuştur. Bağırsaktan örneklerinde vılluslarda hafif şişme R ve R+AG gruplarının n=4 (%68) inde, R+AG grubunun n= (%50) ünde gözlenmiş. R+WR grubunda gözlenmemiştir. Polimorf nüveli lökosit (PNL) R ve R+AG gruplarının n=6 (%00 ünde), R+AG n= (%) ve R+WR grubunda n= (%50) ortaya çıkmıştır. Epitelde ayrılma R, R+AI, R+AG gruplarında n= (%) ortaya çıkmış. PNL R+WR grubunda gözlenmemiştir. Cilt örneklerinde; R, R+AG ve R+AI gruplarının n= (%50) sinde dermal dejenerasyon ortaya çıkarken bu hasar R+WR7 grubunda oluşmamıştır. R, R+AG ve R+AI gruplarının n=4 (%67) de epidermal atrofi görüntülenmiş, ancak bu atrofi R+WR grubunun n= (%7) sinde gözlenmemiştir. Kıl kökleri atrofisi R grubuna ait örneklerin n=5 (%8) de ve R+AI, R+AG ve R+WR gruplarının n= (%50) sinde ortaya çıkmıştır. Akciğerden örneklerinde R grubunda n=6 (%00) de ve R+WR grubunun n=5 (%8) ninde, R+AI ve A+AG grubunun ise n= (%50) sinde kollaps oluşumları gözlenmiştir. Aynı örneklerde R grubunun n=6 (%00) de, R+AG ve R+WR grubunun n=4 (%67) ninde, R+AG grubunun ise n= (%) konjesyon ortaya çıkmıştır. Hemoraji R grubunun tamamında n=6 (%00), R+AI grubunda n=4 (%67) oluşmuştur, R+AG ve R+WR gruplarında n= (%50) e düşmüştür. Susesi Otel, Antalya 9

DİGER POSTER BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Sonuç: Çalışmamızda farklı dokularda radyasyona bağlı olarak ortaya çıkan bu hasarlarda ASA amifostinle benzer şekilde koruyucu etkiler göstermiştir. Ön çalışmamızda gözlenen bu etkiler daha ileri çalışmalarla araştırılmaya değerdir. Ref No: P-75 ONKO-NÖRAL VE HÜCRE YÜZEY/SİNAPTİK PROTEİNLERE KARŞI OLUŞAN ANTİKORLAR VE KLİNİK ÖNEMİ Zekiye Altun, Ömercan Hasanköyoğlu, Sümeyye Çevik, Egemen İdiman, Fethi İdiman Dokuz Eylül Üniversitesi, Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Anabilim Dalı, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İzmir Amaç: Hem kanserde hem de otoimmun hastalıklarda ortak bir antijene karşı oluşan nörolojik sendromlar giderek daha çok dikkati çekmektedir. Bu antikorların serumda ve BOS ta saptanması gelişen nörolojik tabloların tedavi yanıtı açısından çok büyük önem taşımaktadır. Bu antikorlar intranöral proteinlere ya da hücre yüzeyi/ sinapsa karşı antikorlar olarak temel iki grup altında toplanmaktadır. İntranöral proteinlere karşı oluşan antikorlar tedavi yanıtsız iken, hücre yüzeyi/sinapsa karşı antikorlar plazmefereze ve immunsupresyona yanıt verebilmektedir. Bu çalışmanın amacı onko-nöral ve hücre yüzey/sinaptik proteinlere karşı oluşan antikorların klinikteki kullanımının gözden geçirilmesi ve kuşkulu paraneoplazi/otoimmun hastalık tablolarında tanıyı koymada ki öneminin irdelenmesidir. Gereç-Yöntem: Dokuz Eylül Üniversitesi Nöroloji Anabilim Dalı na atipik progresif nörolojik tablolarla ile başvuran ve paraneoplazi sendrom/otoimmun hastalık şüphesi düşünülen 4 hasta çalışmaya alınmıştır. Tüm hastaların serum örneklerinde onko-nöral ve hücre yüzey/sinaptik proteinlere karşı oluşan antikorlar (Hu, Yo, Ri, Amp (Amphiphysin), CV., PNMA/Ta (Ma/Ta), Tr, NMDA reseptör, aquaporin-4, PCA-, ANNA-, NMDAR, AMPA, AMPA, CASPR, LGI, GABARB) indirekt immunfloresan yöntemiyle çalışılmıştır. Serum örneklerinde ayrıca onko-nöral antijenlerden Hu, Yo ve Ri antijenleri immunblotting tekniğiyle çalışılarak bu antijenlerin varlığı konfirme edilmiştir. Bulgular: Hastalarda genel olarak atipik, progresif, nedeni ortaya konamayan periferal ve santral sinir sistemi ile ilişkili nörolojik semptomlar mevcuttu. Bu hastalardan antikor saptanan olgudan birinde Hu, diğerinde NMDAR antikoru saptandı. Hu pozitif olgu küçük hücreli akciğer kanseri tanısı olan bir ansefalopati olgusu idi. NMDAR pozitif olgu ise malignite saptanamayan ve ex olan bir başka ansefalopati olgusuydu. Sonuç: Giderek artan sayıda çalışma bu antikorların malignite açısından tanı spesifitesinin %90 nın üzerinde olduğunu göstermektedir. Bu antikorların saptanması var olan malignite zemininde nörolojik tablonun belirlenmesini ya da malignite olasılığı açısından hastanın araştırılmasını gerekli kılmaktadır. Amaç: Görüntü klavuzluğunda radyoterapi (GKRT) tekniği radyasyon tedavisinin doğru bir şekilde uygulanmasını ciddi şekilde arttırmaktadır. Bu tekniğin bir parçası olan kv-cbct; her tedavi fraksiyonunda hasta pozisyonu ve hedef yerleşimi ile ilgili üç boyutlu hacimsel görüntü sağlayabilmektedir. Bu çalışmada, pelvik bölge ışınlamalarında uygulanan kv-cbct görüntülemesinden kaynaklı rektum dozları incelenmiştir. Araç ve Yöntem: İnsan benzeri Rando fantom kullanılmıştır. Rektum konumunun tespiti için Rando fantomla uygun bir hastanın anatomisi BT füzyon yapılmıştır. Ölçüm sisteminin yerleşebileceği rektal kavite gerektiğinden dolayı Rando fantomun alt kesiti çıkarılıp yerine aynı boyutlarda paraffin malzemeli (el yapımı) kesitler kullanılmıştır ve her birinde intrakaviter rektum probunun (IRP) yerleşebileceği kavite oluşturulmuştur. IBA marka IDF-5 model 5 adet yarıiletken IRP nin kalibrasyon işlemleri yapılmıştır. Elekta Synergy kv-cbct ünitesi kullanılmıştır. Kliniğimizde en sık kullanılan pelvik bölge protokolleri Prostate (M0), Pelvis (M0) ve Large Pelvis (L0) kullanılmıştır. Protokoller izomerkezde, sırasıyla 7x6 cm, 4x6 cm and 57x6 cm görüntü alanı sağlamaktadır. Tüm protokoller 60 dönme, 0 kv, 40 ms ile 650 projeksiyon alır. Ayrı parametreler olarak M0 40 ma diğerleri 5 ma kullanmaktadır. Buna ek olarak M0 ve L0 protokolleri 40 ma ile yeniden uygulanarak rektum dozundaki değişim incelenmiştir. kv-cbct kalite kontrolü yapılıp ve üretici firmanın verileriyle kıyaslanmıştır. Tüm protokoller için rektum dozları IRP ile ölçüldü. Craniocaudal yöndeki 5 ölçüm noktasının ortalaması rektum dozu kabul edildi. Ölçümler 0 kez tekrarlandı. Sonuç: Görüntüleme parametreleri fabrika ayarları ile uyumludur (<%). Aynı görüntüleme parametrelerine sahip olan M0, M0 ve L0 de ortalama rektum dozları sırasıyla 9.5±0.6, 9.45±0. ve 8.6±0.7cGy bulunmuştur. kv-cbct nin kullanım sıklığı, hasta için tanımlanan klinik protokolüne göre değişmektedir. Şekil de pelvik bölgesinde riskli organ olarak tanımlanan rektuma haftalık görüntüleme sıklığına bağlı ek doz gösterilmektedir. Örnek bir prostat kanserli hastanın riskli organ rektum dozu maksimum 60 Gy olarak kabul edildiği koşulda bu hesaplama yapılmıştır. M0 ve L0 de ma değerinin 5 e düşürmesiyle ortalama rektum dozu sırasıyla 6.6±0.9 ve 5.67±0.cGy olarak ölçülmüştür. ma değerindeki düşüş rektum dozunu yaklaşık olarak %0 azaltmıştır. Tartışma: kv-cbct görüntüleme tekniği, doğru bir rehberlik sağlamasının yanında her fraksiyonda tedavi için belirlenen radyasyon dozuna yüksek seviyelerde görüntüleme dozu ilave etmektedir. Diğer yandan tedavi planlama sistemleri bu ek görüntüleme dozlarını hesaba katamamaktadır. Biyolojik doz ve ikincil kanser riski nedeniyle kritik organ tolerans dozları konusunda daha dikkatli davranılmalıdır. Bu çalışma her kliniğin görüntüleme kalitesinden ödün vermeden kendi protokolünü oluşturması ve gelen doz katkısını tespit etmeyi tavsiye eder. Ref No: P-76 GKRT UYGULAMALARINDA PELVİK BÖLGE GÖRÜNTÜLEMESİNDE RİSKLİ ORGAN REKTUM DOZU DEĞERLENDİRMESİ İlker Nuri Çatan, Nina Tunçel, Ali Aydın Yavuz, Çağdaş Akbaş, Melek Nur Yavuz Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyasyon Onkolojisi Ana Bilim Dalı, Antalya Şekil. Haftalık kv-cbct kullanım sıklığına bağlı rektum dozuna görüntülemeden gelen kümülatif katkı 9 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER DİGER Ref No: P-77 MEME VE KOLON KANSERLİ HASTALARDA ADJUVANT KEMOTERAPİNİN İSKEMİ MODİFİYE ALBÜMİN VE ANTİOKSİDAN SİSTEM ÜZERİNE ETKİSİ Berrin Papila, Gülden Korkmaz, Murat Bolayırlı, Çiğdem Papila 4, Fatih Aydoğan, Adem Karataş, Hafize Uzun İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tip Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dali Kırklareli Üniversitesi Saglık Yüksekokulu İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tip Fakültesi Tıbbi Biyokimya Anabilim Dali 4 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tip Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dali Tıbbi Onkoloji Bilim Dali Amaç: Kanser hastalarında oksidan moleküllerin arttığı buna karşılık antioksidan moleküllerin düzeylerinin azaldığı bilinmektedir. Son yıllarda özellikle kardiyovasküler hastalıklarda iskemi modifiye albüminin (İMA) oksidatif stresi gösterebilen bir belirteç olduğu savunulmaktadır. Bu çalışmanın amacı solid malignansili hastalarda kemoterapinin oksidatif stres ve antioksidan sistem üzerine etkisini göstermektir. Gereç-Yöntem: Çalışmaya 0 meme kanserli ve kolon kanserli toplam hasta dahil edildi. Sonuçlar 8 sağlıklı kontrolün verileri ile karşılaştırıldı. Kemoterapinin başlangıcında ve 6 kür sonunda olmak üzere kez kan örneği alındı. Çalışmada oksidatif protein hasarının belirteçi olan plazma ileri oksidasyon protein ürünleri (AOPP), prooksidan antioksidan denge (PAD), total antioksidan kapasite (TAK) ve İMA düzeyleri spektrofotometrik olarak tayin edildi. Bulgular: Kemoterapi öncesi hasta grupları ile kontrol grubu arasında IMA ve TAK seviyeleri açısından anlamlı fark saptanmadı. Kemoterapi öncesi kolon kanser grubu (p=0.06) ve meme kanser grupları (p<0.00) ile kontrol grubu arasında PAD seviyeleri açısından anlamlı fark saptandı. Kemoterapi öncesi kolon kanser grubu (p=0.00) ile kontrol grubu arasında AOPP seviyeleri açısından anlamlı fark saptanırken, meme kanseri ile kontrol grupları arasında AOPP seviyeleri açısından anlamlı fark saptanmadı. Kolon kanser grubunda İMA seviyeleri kemoterapi sonrası öncesine göre istatistiksel olarak anlamlı yüksek bulundu (p=0.0). Meme kanser grubunda PAD seviyeleri kemoterapi sonrası öncesine göre istatistiksel olarak anlamlı düşük bulundu (p=0.045). Kolon ve meme kanser gruplarının TAK seviyeleri kemoterapi öncesi ve sonrası arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı. Kolon kanser grubunda kemotrapi sonrası PAD (p=0.05) ve AOPP (p<0.00) seviyeleri kontrol grubuna göre anlamlı yüksek bulundu. Meme kanser grubunda kemotrapi sonrası IMA seviyeleri kontrol grubuna göre anlamlı yüksek bulundu (p=0.04). Sonuç: Bu çalışmanın sonuçlarına göre bazı kemoterapötikler serbest radikal üreterek hücresel ölüme neden olmakta, endojen antioksidanlar ise serbest radikalleri ve serbest radikal aracılı oksidatif reaksiyonları nötralize edememektedir. Serum IMA düzeylerinin artışı, TAK düzeylerinin azalması, kemoterapi uygulamasından sonra artması/azalması ile ilgili yayınlar olmasına rağmen bu artışın bir sonuç mu yoksa bir neden mi olduğu ve nasıl arttığı konusu açık değildir. Sonuç olarak kemoterapinin muhtemelen reaktif oksijen türlerinin düzeyini artırarak, oksidasyon yoluyla proteinlerin oksidatif modifikasyonuna yol açabileceğini düşündürmektedir. Kemoterapinin oksidatif stress üzerine olan etkisini açıklayan çalışmaların sonuçları tartışmalı olmasından dolayı, konuyla ilgili daha ileri araştırmalara gerek vardır. Ref No: P-78 B7-+ ALTPOPÜLASYONA SAHİP MYELOİD LÖSEMİ HÜCRELERİ YARDIMCI T HÜCRE CEVAPLARINI UYARIR VE B7 LİGANDLARININ MODÜLASYONU İLE İMMÜNBASKILAYICI HALE GELİR Yusuf Dölen, Güneş Esendağlı Hacettepe Üniversitesi Kanser Enstitüsü, Temel Onkoloji Ana Bilim Dalı Amaç: Myeloid kökenli hücreler B7- (CD86) ve B7-H (ICOSL) molekülleri aracılığıyla CD8 ve CTLA-4 reseptörlerine bağlanır ve T hücrelerin uyarılmasını sağlar. Kanser hücrelerinin immün sistemden saklanmak amacıyla bu kostimülatör molekül ekspresyonlarını azalttıkları ve inhibitor molekül ekspresyonlarını arttırdıkları bilinmektedir. Ancak Akut myeloid lösemi (AML) hücreleri en güçlü kostimülatörler olan B7- ve B7-H moleküllerini taşıyabilir. Bağımsız klinik çalışmalar ile bu moleküllerin varlığı kötü prognoz ve hastalık şiddeti ile ilişkilendirilmiştir.bu çalışmada, tümör hücrelerinin immün uyarıcı ligandları kendi yararlarına baskılayıcı bir çevre oluşturmak için nasıl kullandıkları incelenmiştir. Gereç-Yöntem: Hiçbir işlem uygulanmamış HL-60 hücreleri ile 40nM PMA ile 96 saat kültüre edilen HL-60 hücreleri ve sağlıklı bireylerden FACS yöntemi ile izole edilen CD4+ T hücreler değişen dozlarda anti-cd, anti-cd8 ve veya anti-icos antikoru varlığında birlikte kültüre alınmışlardır. Rekombinant kimerik insan PD--Fc proteini ile PD-L ve PD-L bağlanması engellenmiştir. Proliferasyon tayini için CFSE boyası ile işaretleme yapılan hücreler kültür sonunda akım sitometrik olarak incelenmiştir. Sitokin salınımlarını değerlendirmek amacı ile İnsan Th/Th/ Th7 ve proinflamatuar sitokin Multi-Analyte ELISA Array kit kullanılmıştır. Bulgular-Sonuç: Protein kinaz C (PKC) aktivatörü olan PMA ile aktive edilen HL-60 AML hücre hattı FAB M/M ve M4/M5 immunofenotiplerine farklılaşma kapasitesine sahiptir. HL-60 ın bu türevleri bir B7-+ altpopülasyonu barındırmaktadır ve bu şekilde primer AML vakalarında görülen B7 ligand dağılımını karşılayan iyi bir model oluşturmaktadır. B7-+ AML hücreleri anlamlı bir T-hücre cevabına neden olmaktadır. Bu kostimülatör aktivite yardımcı T hücrelerin aktivasyonu, proliferasyonu ve Th-ilişkili IFN-γ, TNF-α ve Th7 ilişkili IL-7 sitokinlerin üretimini olanaklı kılmıştır. Öte yandan, uyarılmış T hücreleri ile kısa süreli bir inkübasyon bile lösemi hücrelerinde baskılayıcı B7-H(PD-L) ve B7-DC(PD-L) moleküllerinin artışına ve uyarıcı B7-H moleküllerinin azalmasına neden olmuştur. Devam eden kültürlerde ise T hücrelerin CD5+/ CD7-/low fenotipindeki düzenleyici T hücrelere dönüşümü, CD5 ve CD54 ekspresyonlarında azalma ve aktivasyonun baskılanması ile birlikte proliferasyonlarında düşüş gözlenmiştir. Bu baskılama kültüre eklenen Pd--Fc füzyon proteini ile büyük oranda ortadan kalkmaktadır. Sonuç olarak yardımcı T hücre cevapları doğrudan B7-+ lösemi altpopülasyonları tarafından desteklenebilmektedir. Bu etkileşimin devamında ise myeloid lösemi hücreleri baskılayıcı bir karakter kazanarak immün kaçışa katkıda bulunabilmektedir. PD- ligandlarının hedeflenmesi ile son dönemde solid tümörlerde başarılı klinik sonuçlar gözlenmektedir. Aynı şekilde baskılama mekanizmasının engellenmesi ile uzun süreli T hücre aktivasyonu ve hafızası oluşturularak lösemi immunoterapisinde de kazanım sağlanabilir. Susesi Otel, Antalya 9

DİGER POSTER BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Ref No: P-79 MALİGN MELANOMLU HASTALARA AİT PRİMER TÜMÖR DOKUSUNDAKİ METİLASYON DEĞİŞİKLİKLERİNİN VE BOYUTLU DOKU KÜLTÜR ORTAMINDA ARAŞTIRILMASI Özge Şükrüoğlu, Ayhan Bilir 4, Sıdıka Kurul, Nejat Dalay, Hülya Yazıcı İ.Ü.Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Anabilim Dalı, Kanser Genetiği Bilim Dalı, İstanbul, Türkiye İ.Ü.Onkoloji Enstitüsü, Temel Onkoloji Anabilim Dalı, Deneysel ve Moleküler Onkoloji Bilim Dalı, İstanbul, Türkiye İ.Ü.Onkoloji Enstitüsü, Klinik Onkoloji Anabilim Dalı 4 İ.Ü İstanbul Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı Histon modifikasyonları ve DNA metilasyonu gibi epigenetik değişiklikler normal gelişimde ve gen ekspresyonunun programlanmasında kilit rol oynamaktadır. DNA sekansını etkilemeyen ama gen ekspresyonunda kalıtımsal değişikliklere neden olan epigenetik değişikliklerin melanoma progresyonunda rol oynadığı düşüncesi giderek artmaktadır. DNA metilasyonu, DNA metiltransferaz enziminin katalizörlüğünde CpG adacıkları denilen Guanozin (G) nukleotidini takip edilen Sitozin (C) bazını etkileyen bir DNA modifikasyonudur. Sitozin halkasının 5 karbonuna S-adenozil metiyonin kullanarak metil grubu eklenir. Tümör baskılayıcı genlerin promotor bölgelerinde bulunan CpG adacıklarının hipermetilasyonu ve global hipometilasyon kanser gelişiminde önemli rol oynamaktadır. Bu çalışmanın gerçek hedefi, tümör dokusuna yönelik metilasyon inhibitörlerinin tümör dokusundaki etkileşimlerini anlamak amacıyla in vitro bir model sistem geliştirmektir. Bu nedenle sunulan çalışmada öncelikle malign melanom primer tümör dokuları, ve boyutlu kültür ortamında çoğaltılarak, primer tümör dokusunun taşıdığı metilasyon özelliklerinin diğer iki farklı kültür ortamında değişip değişmediği araştırılmıştır. Kültür ortamlarındaki söz konusu farkın ortaya koyulabilmesi için çalışmada daha önce malign melanom kanser hücre soylarında %60 dan fazla oranda metile olduğu bildirilen ancak primer tümör dokusunda hiç araştırılmamış genler seçilmiştir. Gerek primer dokudan, gerekse iki farklı kültür sisteminde üretilmiş hücrelerden izole edilen DNA, bisulfit reaksiyonu ile modifiye edilerek ß-Aktin kontrol geni varlığında SBDS, TMPRSS ve PAX5 olmak üzere farklı gendeki metilasyon durumları uygun primer ve floresan işaretli TaqMan problar kullanılarak gerçek zamanlı PZR yöntemi ile belirlenmiştir. Yapılan istatistiksel analizler sonucunda PAX5 ve TMPRSS genlerinde kültür ortamları ile primer tümör dokusu arasında anlamlı bir fark gözlenmemiştir. SBDS geninin unmetile olduğu bulunmuştur. Sonuç olarak malign melanom için PAX5 geninin in vitro 5-azasitidin inhibitör uygulamaları için, SBDS geninin ise DNA metilleyici ajan uygulaması için uygun bir gen olduğu saptanmıştır. Ref No: P-740 ECLİPSE TEDAVİ PLANLAMA SİSTEMİNDE ACUROS XB HESAPLAMA ALGORİTMASININ RAPİDARC VE İIMRT PLANLARINDA DOZIMETRİK OLARAK DOĞRULANMASI Cemile Ceylan, Hande Baş Ayata, Nadir Küçük, Ayhan Kılıç, Metin Güden, Kayıhan Engin Anadolu Sağlık Merkezi Amaç: Çalışmada Eclipse tedavi planlama sisteminde Anisotropic Analytical Algorithm (AAA) alternatif olarak sunulan Acuros XB ileri hesaplama algoritmasının volumetric modulated arc therapy (VMAT) ve IMRT planlarında AAA hesaplaması ile karşılaştırılıp dozimetrik performansı değerlendirilmiştir. Ayrıca her iki algoritma kullanılarak hesaplanan RapidArc planları ile MatriXX EvolutionCompass Boyutlu dozimetri sistemi ile volumetric olarak ölçülmüş sonuçlar karşılaştırılmıştır. Elde edilen sonuçlar kliniğimizin kabul kriteri olan ±%, (Dose,DTA) gamma indeksi içerisinde incelenmiştir. Metot ve Materyaller: Çalışmada kliniğimizde AAA algoritması kullanılarak hesaplanan IMRT ya da VMAT tedavisi gören baş-boyun, akciğer ve prostat kanseri tanılı hastanın tedavi planları geriye dönük olarak Acuros XB algoritması kullanılarak tekrar hesaplanmıştır. Re-optimizasyon sırasında daha önce AAA ile yapılan doz tanımlamaları ve aynı bilgisayarlı tomografi görüntüleri kullanılmıştır. Klinik olarak eşdeğer olan tedavi planları Eclipse (Varian Medical Systems, Palo Alto, USA) tedavi planlama sisteminde yapılmıştır. Her iki algoritma ile hesaplanan planlar Doz Volüm Histogramı (DVH), izodoz dağılımları, homojenite indeksi (HI), hedef hacim kapsanması (TC) ve kritik organların aldığı dozlara bakılarak karşılaştırılmıştır. Sonuçlar: Her iki algoritma kullanılarak yapılan planlar karşılaştırıldığında Acuros XB algoritması AAA algoritması ile hesaplanan planlara benzer sonuçlar elde edildi. Kritik organ dozlarında heterojeniteye bağlı olarak AAA algoritması kullanılarak elde edilen ortalama doz değerleri Acuros XB ye göre daha yüksek bulundu. Doz farklılıkları genellikle inhomojenite farkı fazla olan bölgelerde görüldü. Hedef hacimlerin kapsanmasında anlamlı farklılık yok iken, literatür ile karşılaştırıldığında Acuros XB ile elde edilen doz dağılımları Monte Carlo ile elde edilen doz dağılımlarına benzer olarak elde edildi. Ayrıca Acorus XB ve AAA algoritmaları kullanılarak planlanan VMAT planları ve Compass sistemi ile ölçülen ölçüm sonuçları karşılaştırıldığında her iki algoritma sonuçları %95 oranında gamma kriterini sağlarken, Acuros XB ile elde edilen sonuçlar AAA algoritmasından daha iyi sonuç verdi. Tartışma: Eclipse tedavi planlama sisteminde var olan AAA hesaplama algoritmasına alternatif olan yeni Acuros XB algoritması yaptığımız planlarda AAA ile benzer sonuçlar verirken, literatür ile karşılaştırıldığında Monte Carlo ile elde edilen sonuçlara daha yakın bulundu. Her iki algoritmanın hesaplama süreleri karşılaştırıldığında VMAT hesaplarının Acuros XB algoritmasında daha hızlı olduğu gözlendi. Ref No: P-74 LİNEER HIZLANDIRICI VE KALİTE KONTROL CİHAZLARININ VOLÜMETRİK ARC TEDAVİLERİNE HAZIRLANMASI Nadir Küçük, Cemile Ceylan, Hande Ayata, Ayhan Kılıç, Metin Güden, Kayıhan Engin Özel Anadolu Sağlık Merkezi, Gebze, Kocaeli Amaç: Bu çalışmada, volümetrik ark tedavi (Vmat) tekniğinin klinik uygulaması öncesinde (a) tedavi cihazı ve (b) volümetrik QA cihazında (Arccheck ve Compass) yapılması gereken temel testler irdelenmiş ve uluslararası kabul gören standartlar ile karşılaştırılması yapılarak kliniğimizdeki Vmat tedavisinde kullanılan tüm temel ve yardımcı cihazların teknik ve dozimetrik yeterliliklerini incelemek amaçlanmıştır. Method ve Materyal:Çalışma için yapılan testler a)farklı gantry açılarında dinamik multileaf kolimatör (dmlc) kullanılarak output tayini ve yerçekimi etkisinin araştırılması b) statik/ gantry açılı Picket Fence testi c) Vmat sırasında Picket Fence testi d) Önceden belirlenmiş dmlc hatası ile Picket Fence testi e) Vmat sırasında doz hızı/gantry hızı doğruluğunun kontrolü f) Vmat sırasında yaprak hızı/doz hızı doğruluğunun kontrolü başlıklarında sıralanabilir. Çalışmanın ikinci bölümünde Compass ve Arccheck QA cihazlarının testleri yapılmıştır. Bu testler a) Rölatif/mutlak array testi b) Yeniden tekrarlanabilirlik testi c) Doz cevap linearitesi testi d) Doz hızı bağımlılığı testi e) Rotisserie testi f) Açısal bağımlılık testi g) 94 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER DİGER Tedavi planlama sistemi doğrulama testi başlıklarında yapılmıştır. Sonuçlar uluslararası protokol ve cihaz spesifikasyon değerleri ile karşılaştırılarak TrubeamStx, Compass ve Arccheck cihazlarının Vmat tedavilerine hazırlığı tamamlanmıştır. Sonuçlar: Cihazın dmlc modunda verimi % den küçük bulunmuştur. Tüm yapraklarda, tüm testlerde bulunan MLC mekanik hataları 0,5 mm den daha azdır. Vmat tedavileri sırasında doz hızı/ gantry hızı doğruluğu testinde ortalama sapma %0,7 olarak bulunmuştur. Yaprak hızı/doz hızı doğruluk testinde ortalama sapma %0,4 olarak hesaplanmıştır.çalışmanın ikinci başlığında Arccheck ve Compass cihazlarının test sonuçları analiz edilmiştir.tüm dedektörlerin vermiş olduğu cevaplar arasındaki sapma % den küçük bulundu. Yeniden tekrarlanabilirlik testinde Arccheck ve Compass cihazlarının sırasıyla yüzde hatası %0,6 ve %0,4 olarak hesaplandı. Her iki cihazda da doz /doz hızına bağlı saturasyon problemi yaşanmadı ve linear doz/doz hızı cevapları elde edildi. Arccheck için yapılan Rotisserie testinde dedektörlerin açıya bağlı hataları gantry 0,90,80 ve 70 derecede sırasıyla %0,%0,,%0,7 ve %0,4 olarak ölçüldü. Arccheck in açısal bağımlılık testi sonucu 0x0 luk alanda %,5 olarak hesaplanmıştır. Arccheck ve Compass cihazlarında tedavi planı ölçümlerinde gamma index pass rate (%/ mm) değerleri sırasıyla %98,7 ve %98 olarak bulunmuştur. Tartışma ve Sonuç: Volümetrik tedaviler günümüzde standart tedaviler haline gelmeye başlamıştır. Fakat Vmat tedavileri ile birçok yeni parametrenin test edilmesi ve doğruluğunun tedavi öncesi verifiye edilmesi gerekmektedir. Bu çalışmada bu parametrelerin test yöntemleri ve lokal sonuçlarımız değerlendirilmiş, güvenilir Vmat tedavileri öncesinde tedavi cihazı ve diğer Vmat QA cihazlarının mutlaka test edilmesinin zorunluluğu ortaya konmaya çalışılmıştır. Ref No: P-74 CYBERKNİFE XSİGHT SPİNE TRACKİNG SİSTEMİ VE ALİGN CENTER YERLEŞTİRİLMESİ Yıldız Güney, Özlem Derinalp Or, Bülent Küçükpilakçı, Ela Delikgöz Soykut, İlkay Ordu Altundağ, Hasan Uysal, Muzaffer Bedri Altundağ, Ebru Karakaya Ankara Abdurrahman Yurtaslan Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkoloji Kliniği Amaç: Xsight Spine Tracking Sistemi, fudicial yerleştirmeye gerek kalmaksızın hastanın doğru konumda tutulması amacına yönelik olarak spine (omurga) bölgesindeki iskelet yapılarının izlenmesi ve radyasyon ışını uygulanmasını sağlar. Tüm boyun bölgesi ile torasik, lumbar ve sakral alanların büyük bölümü dahil olmak üzere iskelet yapılarını doğru ve otomatik biçimde izleyebilir. Ayrıca çoklu vertebral yapılarda tipik olarak gözlenen hareketli deformasyonları izleyebilir. Tedavi planlama sırasında hastaya ait bilgisayarlı tomografi (BT) görüntü dizilerinde bir referans noktası (BTmerkezi) tanımlanır. Bu merkez, hedefe yakın ve yeterli iskelet özellikleri taşıyan bir bölgeden seçilmelidir. Hedef ise her iki yönde 0-5 cm minimum bir tarama ile superior ve inferior yönünde ortalanmalıdır. Align center seçimi ise iyi görünen vertebra korpusu ile pedinkülün birleşme noktasına konur. Ancak vidalı hastalarda hedefe yakın yerde sağlam vertebra korpusuna align center yerleştirilmesi bazen mümkün olmayabilir. Böyle hastalarda merkez seçimi için daha dens bir yapı olan vidanın kullanılıp kullanılamayacağını görmek istedik. Metod: Ocak 0 te Ankara Onkoloji Hastanesi ne başvuran ve iki kez opere edilmiş ancak rezidüsü olan L vertebra yerleşimli, kordoma tanısı olan yaşındaki bayan hastaya CyberKnife ile radyoterapi yapılması planlandı. Hastanın planlama amaçlı çekilen BT sine spine tracking volüm (STV) tanımlandı. Ancak L,L ve L te vida plak yerleştirilmiş olan hastanın align center ı en yakın olan L4 vertebraya yerleştirildi. İkinci bir plan olarak da align center vidanın herhangi bir yerine yerleştirildi, ancak burada takip sisteminin tüm vertebrayı kapsamasına, yani STV sınırları içerisinde olmasına özen gösterildi. Hastaya farklı merkeze yerleştirilmiş align center i olan iki ayrı plan yapıldı. Tedavi günü hastaya iki plan arka arkaya denendi. Takipte herhangi bir problem yaşanmadı ve her iki plandan da tedavinin gerçekleştirilebileceği görüldü. Her iki planda %90 izodoz hattında ve 5 fraksiyonda 40 Gy doz reçete edildi. İki planın da coverage ı %90, HI.5 ve CI sırayla.0 ve. idi. Sonuç: Spine tracking sisteminde align center yerleştirilmesi için hastanın vida gibi metal plakları kullanılabilir. Cihazın takip sisteminde bir problem olmadan tedavi sorunsuz gerçekleştirilebilir. Ref No: P-74 IMRT VE ARK TEDAVİSİ GÖREN HASTALARDA ÇEVRE DOZLARININ İN-VİVO MOSFET ÖLÇÜMÜ Ayhan Kılıç, Nadir Küçük, Cemile Ceylan, Hande Ayata, Metin Güden, Kayıhan Engin Anadolu Sağlık Merkezi, Kocaeli Amaç: Bu çalışmanın amacı Yoğunluk ayarlı radyoterapi ve ark tedavisi gören hastalarda çevre dozlarının MOSFET sistemi kullanılarak ölçülmesi. Metod ve Materyal: Varian Truebeam cihazında 0 adet IMRT ve Truebeam STx cihazında 0 adet ark hastası seçildi. Alan kenarından 0 ve 5 cm uzaklığa iki adet MOSFET detektör yerleştirildi. Çevre dozları ölçülen dozun belli uzaklıkdaki tanımlanan doza oranı olarak belirlendi. MOSFET ile ölçülen çevre dozları IMRT ve ark hastaları için karşılaştırıldı. IMRT hastaları için MOSFET ortalama dozları 0 cm için.48 cgy (SD 0.58) iken 5 cm de.90 cgy (SD 0.54) bulundu. Ark hastaları için MOSFED ortalama dozları sırası ile 0 cm için.68 cgy (SD 0.50) iken 5 cm de. cgy (SD 0.40) bulundu. Sonuç: Çevre dozları ikincil kanser riski potansiyeli belirlemede önemlidir. Çevre dozları hem IMRT hem de ark hastaları için ölçüldü ve birbiri ile karşılaştırıldı. Genel olarak ark hastalarının çevre dozları IMRT hastalarının çevre dozlarına göre. ile.4 oranında daha düşük bulundu. Ref No: P-744 NADİR GÖRÜLEN BİR TÜMÖR: TRAKEA YERLEŞİMLİ EWİNG S SARKOM Zeliha Güzelöz, Umut Elbağa, Maruf Şanlı, Kemal Bakır 4, Işın Arslan 5, Ahmet Dirier Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı,Gaziantep Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Nükleer Tıp Anabilim Dalı,Gaziantep Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahisi Anabilim Dalı,Gaziantep 4 Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı, Gaziantep 5 Şanlıurfa Eğitim ve Araştırma Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Şanlıurfa Giriş: Ewing sarkom (ES) çocukluk çağının. en sık saptanan kemik tümörüdür. Ekstraosseöz yerleşimli ewing sarkom (EES) nadir görülür. Literatürde paravertebral, pelvik, baş-boyun, akciğer, mediasten, özefagus yerleşimli olgular bulunmaktadır. Olgumuzda primeri trakea yerleşimli, cerrahi ve adjuvan radyoterapi sonrası uzak metastaz yapmış erişkin bir EES vakası sunmaktayız. Olgu: Kronik böbrek yetmezliği nedeni ile izlemde olan 70 yaşında erkek hasta 5 gündür süren nefes almada güçlük yakınması ile başvurdu. Fizik muaynesinde hırıltılı solunumu olan hastaya fiberoptik bronkoskopi yapıldı. Bronkoskopide vokal korddan 8 cm ileride, trakeanın %90 ını daraltan sert kıvamlı, vaskülaritesi yüksek kitle saptandı. Çekilen toraks bilgisayarlı tomografide trakea orta distal kesimde lümen içi nodüler dens alanlar izlendi. PET BT de patolojik FDG tutulumu saptanmadı. Hastaya bronkoskopi eşliğinde Holmium-YAG lazer ile endobronşial kitle eksizyonu uygulandı. Susesi Otel, Antalya 95

DİGER POSTER BİLDİRİLER 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Patolojisinde immünohistokimyasal olarak tümör hücreleri vimentin, FL- ile pozitif, demsin, miyogenin, CD, S-00 ve pansitokeratin ile negatif reaksiyon gösterdi. Ki-67 proliferasyon indeksi %40, intrasellüler birikim PAS ile pozitif olarak değerlendirildi. CD 99, LCA, CD, CD0 ile negatif reaksiyon verdi. Bulgular ES/ PNET ile uyumlu bulundu. Post operatif. ayda yapılan bronkoskopide kitle eksizyonu yapınlan yerde lezyonun kökü ile uyumlu görünüm saptanması üzerine reeksizyon yapıldı. Hasta torasik tümörler konseyinde görüşüldü, cerrahi sınır açısından kuşku bulunduğu belirtilerek adjuvan radyoterapi (RT) ve kemoterapi (KT) önerildi. Hastaya tümör yatağına yönelik.8 Gy fraksiyon dozunda 8 fraksiyonda toplam doz 50.4 Gy adjuvan RT uygulandı. RT sonrası yapılan bronkoskopide patoloji saptanmadı. Hastaya adjuvan KT önerildi ancak hasta KT yi reddetti. RT sonrası. ayda hastada sağ temporal alanda saçlı deri içinde adet yaklaşık,5- cm boyutunda ağrısız şişlik oluştu ve sağ kolunda ağrı başladı. Yapılan radyolojik tetkiklerinde lezyonlar primer malignitenin metastazı ile uyumlu bulundu. Bu süreçte hastanın böbrek fonksiyon testleri yükseldi. Acil dialize alınan hastaya kemoterapi verilemedi. Cerrahi sonrası 8. ayda olgumuz böbrek yetmezliğine bağlı olarak kaybedildi. Sonuç: Primer trakea yerleşimli tümörler nadir olarak görülür. Squamöz hücreli karsinom ve adenoid kistik karsinom en yaygın olan alt tiplerdir. Sarkomlar ise nadir görülür. Yaş, tümör lokasyonu, boyut, uzak metastaz varlığı ve tedavi en önemli prognostik faktörler arasında yer almaktadır Literatürde olgumuz dışında bildirilen bir adet trakeal EES vakası bulunmaktadır. Standart bir tedavi yaklaşımı yoktur, multidisipliner yaklaşım gereklidir. Cerrahi ana tedavi yöntemidir. Adjuvan RT nin özellikle cerrahi sınır pozitif hastalarda lokal kontrolü artırdığı bilinmektedir. Kemoterapi neoadjuvan, adjuvan amaçlı veya uzak metastaz gelişmesi halinde kullanılabilir. Şekil. Bronkoskopide kitlenin görünümü Şekil. Epitel altına infiltre tümör hücreleri (H&Ex00) 96 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER P-745 ONKOLOJİ HASTALARININ PSİKOPATOLOJİLERİ VE BUNLARIN GELİŞMESİNDE SOSYAL DESTEĞİN, HASTALIK FARKINDALIĞININ VE CİNSİYETİN ETKİSİ Kıymet Gamze Telli, Bedriye Sağlamkendirgil, Güliz Karabostan, Arzu Oğuz Kayseri EAH, Tıbbi Onkoloji Kliniği, Kayseri Giriş: Kanser tanısı alan bireylerde sürece bağlı olarak inkar, öfke, çaresizliğe bağlı duygudurum (depresyon en yaygın görülenidir), anksiyete, yeme ve uyku bozukluklarının gelişme riski fazladır. Hastanın kanserle ilgili algısı, hastalığının farkındalığı, sosyal desteğin yeterliliği, sosyoekonomik düzey ve cinsiyetin; hastalığa bağlı geliştirilen psikopatoloji üzerinde anlamlı bir etkisinin olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmada onkoloji kliniğine başvuran hastaların psikopatolojik bozukluklar açısından değerlendirilmesi ve bozukluk tespit edilen hastalarda sosyal ve ekonomik sıkıntıların etkilerinin araştırılması hedeflenmiştir. Materyal-Metod: Kayseri Eğitim Araştırma Hastanesi Medikal Onkoloji servisinde yatan ve ayaktan tedavi gören toplam 9 hastayla psikososyal durumları hakkında görüşme yapıldı. Görüşmelerde hastaların demografik verileri (yaş, cinsiyet, medeni durum), ekonomik durumları, hastalıkla ilgili farkındalıkları, psikopatolojik yakınmaları ve buna bağlı geliştirdikleri semptomlar hakkında bilgi toplandı. Veriler kategorik olarak gruplara ayrılıp SPSS kullanılarak analiz edildi. Sonuçlar: Araştırmaya 69 yatan, ayaktan hasta dahil edildi. 9 hastanın 5 i kadın, 4 i erkekti; 7 i evli, kişi dul idi. 7 i hastalığının farkında, tanesi hastalığının farkında değildi. Psikolojik problemlere bakıldığında; bireyde uyku bozukluğu, ünde depresyon, 7 sinde stres bozukluğu, sinde beslenme bozukluğu, 6 sında diğer bozukluklar (madde kötüye kullanımı, obsesif-kompülsif bozukluk, psikoz gibi) saptanırken,4 bireyde ise hiçbir psikopatolojiye rastlanmadı. Hastalık farkındalığı ve cinsiyet ile mevcut psikopatolojik durum arasındaki ilişki değerlendirildiğinde, hastalığı bilen ve bilmeyen erkek ve kadın hastalar arasında anlamlı farklılık tespit edilmedi. Evli veya dul kadın ve erkek hastalar arasında da mevcut psikopatolojiler açısından anlamlı farklılık tespit edilmedi. Tartışma: Araştırmamızda hastalık farkındalığı, cinsiyet ve medeni durumla hastaların psikopatolojik durumları arasında anlamlı bir ilişki saptanamamıştır. Literatürde medeni durum ve psikopatolojik bulgular arasındaki ilişkiye ait verilerde, sanılanın aksine evli bireylerde psikopatoloji diğerlerine nazaran daha sık görülmüştür. Bizim çalışmamızda vaka sayısının yetersizliği ve örneklem dağılımındaki eşitsizlik dolayısı ile anlamlı sonuçlara ulaşılamadığı düşünülmüştür. Kanser hastalarında en yaygın görülen psikolojik problem olarak değerlendirilen depresyon yerine çalışmamızda uyku bozukluğu daha yüksek oranda bulunmuştur. Katılımcı sayısının azlığının yanı sıra, yaş ortalamasının yüksekliği ve bireylerin yaşam doyumlarına ulaşmış olmaları bu kişilerde depresyon yerine uyku bozukluğunun ön planda olmasının nedeni olarak düşünülebilir. Ref No: P-746 KANSER HASTALARINDA SEMPTOM KÜMESİ VE ÖZBAKIM YETERLİLİĞİ İLİŞKİSİ Asuman Kuşçu, Arzu Ataş, Ayşegül İnce Anadolu Sağlık Merkezi, Onkolojik Bilimler, Kocaeli Amaç: Kanser hastaları, hastalık sürecinde oldukça zorlu ve çok sayıda semptom ile mücadele etmek durumunda kalmaktadır. Bu çalışmada kanser hastalarında sık görülen ağrı, uykusuzluk ve yorgunluktan oluşan semptom kümesi ile hastanın özbakım yeterliliği arasındaki ilişki incelendi. Yöntem: Araştırmanın örneklemini Ekim 0- Ocak 0 tarihleri arasında onkoloji katında yatarak tedavi gören kanser tanısı almış 4 hasta oluşturmuştur. Veriler hastalara bakım sağlayan hemşireler tarafından doldurulan hemşire tanılama formu ve onkoloji hastası bakım planından elde edilmiştir. Bulgular ve Tartışma: Araştırma kapsamındaki 4 hastanın yaş ortalamasının 5.7 ve %56 sının erkek olduğu görülmüştür. Grubun %4 ü uykusuzluk, ağrı ve yorgunluk semptomlarının üçünü de birlikte yaşamakta idi. %5 uykusuzluk ve ağrı, %4 i yorgunluk ve uykusuzluk, %47 si ağrı ve yorgunluk, %45 i ilaç gerektiren uyku problemi, %49 u ağrı ve %95 i yorgunluk yaşamaktadır. Özbakım puanı arttıkça hastanın günlük yaşam aktivitelerini bağımsız gerçekleştirme becerisi azalmaktadır. Özbakım puanları 0-8 arasında değişmekte olan grubun %9 nun özbakım puanı 0 ve üzerinde idi. Özbakım puanı 0 ve üzerinde olanların %6 si her üç semptomu da birlikte yaşmakta idi. Özbakım puanı 0 ve üzerinde olan hastalar orta ve üzerinde yorgunluk ifade ettiler, ağrı puanları 0-0 arasında değişen hastaların ortalama ağrı puanları 5.5 idi ve %8 i ilaç gerektiren uyku problemi yaşamakta idi. Kanser hastalarında eş zamanlı olarak ortaya çıkan semptomlar, kendi içlerinde birbirlerini etkileyerek semptom gruplarını meydana getirmektedir. Semptom grubunu oluşturan semptomların etyolojileri aynı olmak zorunda değildir. Birbirleri arasında sinerjik etki yaratıp varolan semptomları kötüleştirmekte ve tedavisini güçleştirmektedir. Sonuç: Hastalarımızın iyileştiremediğimiz semptomları onların özbakım becerilerini bozmakta, sağlık çalışanı ve aile fertlerine bağımlılıklarını arttırmakta ve yaşam kalitelerini düşürmektedir. Semptomlar arası ilişkilerin anlaşılması hastaların bakımını planlarken bize önemli katkı sağlayacaktır. Ref No: P-747 MEME KANSERLİ HASTALARIMIZDA GÖZ ARDI EDİLMEMESİ GEREKEN BİR KONU; CİNSEL YAŞAM Güliz Karabostan, Mualla Yörük, Arzu Oğuz, Dilek Ünal, Fatma Aykaş Kayseri EAH Tıbbi Onkoloji Kliniği, Kayseri Kayseri EAH İç Hastalıkları Kliniği, Kayseri Kayseri EAH, Radyasyon Onkolojisi Kliniği, Kayseri Giriş: Tanı ve tedavide sağlanan gelişmelerle, meme kanserinde sağkalım oranları artmış ve dolayısıyla yaşam kalitesi ile ilgili sorunlar giderek önem kazanmıştır. Kadınlığın ve cinselliğin belirgin sembollerinden olan memenin, kanser dolayısı ile cerrahi girişimle alınması kadının cinsellik, annelik ve beden imajına karşı bir tehdit oluşturmaktadır. Meme kanserli hastalarda gözlenen cinsel işlev bozukluklarının nedenleri arasında cinsel performans ile ilgili anksiyete, cinsel aktivite sırasında beklenen ağrı ve rahatsızlık korkusu, eşi tarafından reddedilme veya terk edilme korkuları sayılabilir. Çalışmamızda, meme kanseri tanısı ile takip ve tedavisi yapılan hastalarda, hastalığın cinsellik üzerine olan etkilerinin belirlemesi amaçlanmıştır. Materyal-Metod: Onkoloji polikliniğine başvuran ve patolojik olarak tanı almış 68 meme kanseri vakası dahil edildi. Hastaların ve eşlerinin bireysel özelliklerinin yanı sıra uygulanan tedaviler, menapoz durumları ve tedavi öncesi ya da sonrasında gelişen cinsel problemleri olup olmadığını belirlemek amaçlı hazırlanmış anket formu, hastalara uygulandı. Okuma yazma bilmeyen hastalara form eğitim hemşiresi tarafından okunmak suretiyle yapıldı. Sonuçlar: Toplam 68 meme kanseri vakasına anket uygulandı. Ortanca yaş 49 (9-8) idi. Uygulanan cerrahi şekli vakada meme koruyucu, 54 vakada MRM, vakada ise MRM+rekonstrüksiyon idi. Hastaların i okur yazar değildi, 4 si ilkokul, 4 ü ortaöğretim, i de üniversite mezunu idi. Eşlerinin ise 4 ü okur yazar değildi, 49 u ONKOLOJİ HEMŞİRELİĞİ Susesi Otel, Antalya 97

ONKOLOJİ HEMŞİRELİĞİ POSTER BİLDİRİLER ilkokul, ü ortaöğretim, si ise üniversite mezunu idi. Hastaların sinin hiç çocuğu yoktu, 8 inin ise 5 ve üzeri sayıda çocuğu bulunmakta idi. Hastaların 67 si ev hanımı ve 4 eş de işsizdi. Hastaların i tanıda premenapozal, 7 si postmenapozal evrede idi. Hastaların 6 ü adjuvan dönemde kemoterapi, 44 ü radyoterapi almıştı, sadece hastada KT, RT ya da hormonoterapi öyküsü yoktu. 6 hastada meme kanseri tedavisi öncesinde de cinsel problemlerinin mevcut olduğu öğrenildi. Meme kanseri için uygulanan tedaviler sonrasında, 6 hasta (%8,) eşiyle cinsel problem yaşamadığını belirtirken, hasta (%6,) eşinin anlayışsızlığından, hasta (%,4) da fiziksel görünümünde eksiklik hissinden dolayı cinsel problem yaşadıklarını belirttiler. Tartışma: Günümüzde meme kanserinde sağlanan ilerlemeler sağkalımda uzama sağladığından yaşam kalitesinin yükseltilmesi gerekliliği önem kazanmıştır. Amaç yaşamın anlamlı ve kaliteli olmasını sağlamaktır. Cinsel sağlık ise yaşam kalitesinin ayrılmaz ve göz ardı edilmemesi gereken bir parçasıdır. Çalışmamızda hastalarımızın yaklaşık %50 sinde fiziksel görüntüdeki değişimin cinsel yaşantısını olumsuz etkilediği tespit edilmiştir. Sağlık çalışanlarının hastaların cinsel fonksiyonlarının etkilenebileceğini bilmeleri, uygun iletişim teknikleri kullanarak hasta ile inanç ve kültürlerine uygun şekilde konuşmaları ve özel tedavi gerektiren durumlarda ilgili uzmanlara yönlendirmeleri önem arzetmektedir. Ref No: P-748 KEMOTERAPİ TEDAVİSİNDE HASTA VE ANNE OLMAK:OLGU SUNUMU Ayşin Kayış, İlknur İnanır, Dilek Sefer Acıbadem Kozyatağı Hastanesi, Onkoloji Bölümü, Vaka Yönetici Hem. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi, Hemşirelik Hizmetleri Müdürü Acıbadem Kozyatağı Hastanesi, Onkoloji Bölümü, Kemo. Sor. Hem. Giriş: Günümüzde kadın sağlığını tehdit eden hastalıklar arasında meme kanseri ilk sıralarda yer almaktadır. Meme kanserinde kadınların yaşadığı başlıca sorunlar; fiziksel olarak meydana gelen kayıplar, duygusal sıkıntılar, aile, iş ve sosyal rollerde meydana gelen yıkımlardır. Bunların yanı sıra kanserde uygulanan yoğun ve uzun süreli tedaviler ve bu tedavilerin ağır yan etkileri de kadınların günlük yaşamlarını olumsuz olarak etkilemekte ve çeşitli psikososyal problemlere yol açmaktadır.yöntem: Olgu sunumu. Amaç: Meme kanseri tanısı konmuş hastanın oğluna da aynı zamanda kanser tanısı konması ile yaşadığı duygusal travma ve psikososyal zorluklarla başetmesine yardımcı olmak için yapılan hemşirelik uygulamaları, hastanın bu sorunlara yönelik uygulanabilecek destekleyici girişimleri gözden geçirme ve benzer olgularda aynı hemşirelik yaklaşımları ile bakımının yapılması amacıyla planlandı. Olgu: 5.0.968 doğumlu 44 yaşında kadın hasta, ailesi ile birlikte yaşıyor. çocuğu var, ev hanımı, allerjisi yok, sigara kullanmıyor, alkol kullanımı yok, kronik hastalığı yok, annesinde DM mevcut. Öykü:.. de sağ memede ele gelen kitle nedeni ile PET BT çekilmiş sağ meme ve aksillada tutulum var uzak metestaz yok..y. oğlu testis tümörü nedeiyle kemoterapi alıyor.tedavi: Hastaya Epirubisin 90mg/m, Siklofosfamid 600mg/m günde bir 4 kür, Paklitaksel 80mg/m haftalık 4 kür planlandı ve 4..0 tarihinde tedavisine başlandı. Hastaya meme kanseri tanısı konmasının bir hafta sonrasında yaşında olan oğluna testis kanseri tanısı konulmuş olup, ardından hemen keoterapisi başlamıştır. Oğlunun yalının genç olması, henüz evlenmemiş olması anne de travmaya neden olmuştur. Kendi kemoterapisi aldıktan sonra halsizlik, yorgunluk, duygusal çökkünlük yaşamaktadır. Oğlunun tedavisinde ve sonrasında yaşadığı yan etkilere bağlı destek ihtiyacı olması nedeniyle oğlunu yalnız bırakmaması, annelik rolünü eksiksiz yapmak istemesi psikososyal sorunlarını arttırmıştır. Hastanın saptanan psikososyal sorunlarına yönelik saptanan hemşirelik tanıları:.kemoterapi ve yan etkilerine 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ bağlı beden imajında değişiklik..terapötik rejimi inefektif yönetme riski..kemoterapi yan etkileri nedeniyle uyku düzeninde değişiklik. 4.Beden imajında değişiklik ve kanser hastalığı nedeniyle sosyal izolasyon ve rol kaybı. 5.Hastalık süreci ve tedavi nedeniyle bakım verici rolünde azalmaya bağlı anksiyete. 6.Sağlığın sürdürülmesinde yetersizlik. 7.Düşünce süreçlerinde değişme. 8.Tedavi sürecine bağlı libidoda azalma ve cinsel yaşamda değişiklik riski. 9.Manevi sıkıntı riski.0.yalnızlık riski..güçsüzlük riski. Sonuç: Hasta ve oğlunun tedavisi devam etmektedir. Yan etkilerle baş etme, duygularını ifade etme ve günlük yaşam aktivitelerini yapabilme konusunda destekleniyor. Annenin ve oğlunun ölümcül bir hastalık tanısı olması ve aynı zamanda olması nedeniyle tedavi ve fiziksel destek yanında spritüel ve psikososyal açıdan desteklenmesi önemli ve gereklidir. Ref No: P-749 İLERİ EVRE KANSER HASTASININ AİLE MEMNUNİYET DÜZEYLERİNİN BELİRLENMESİ Hanife Özçelik, Deniz Ezgi Çakmak, Çiçek Fadıloğlu, Yasemin Yıldırım, Rüçhan Uslu Niğde Üniversitesi Zübeyde Hanım Sağlık Yüksekokulu, Niğde Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, İzmir Ege Üniversitesi Hemşirelik Fakültesi, İç Hastalıkları Hemşireliği Anabilim Dalı, İzmir Amaç: Subjektif bir sonuç olan memnuniyet özellikle ileri evre kanser hastasının bulunduğu ortamlarda hasta ve ailesinin yaşam kalitesinin önemli bir göstergesidir. Aynı zamanda aile memnuniyeti ileri evre hasta bakım hizmetinin kalitesini gösteren bir ölçümdür. Aile memnuniyetini hastanın tedavi ve progronozu ile ilgili bilgilendirme, iletişim ve eğitim, bakım desteği, sürekliliği ve dikkati etkilemektedir. Bu araştırmanın amacı ileri evre kanser hastasının aile memnuniyet düzeylerinin belirlenmesidir. Materyal Yöntem: İleri evre kanser hastasının aile memnuniyet düzeyi belirlemek amacıyla yapılan çalışma tanımlayıcı nitelikte olup, İzmir ili içerinde yer alan bir Üniversite Hastanesinin palyatif bakım ve tıbbi onkoloji kliniğinde Nisan 0- Ocak 0 tarihleri arasında yürütülmüştür. Araştırma örneklemini palyatif amaçlı tedavi gören ileri evre kanser hastalarının aile üyelerinden belirlenen kriterlere uyan ve araştırmaya katılmayı kabul eden tüm toplam 45 hasta yakını oluşturmuştur. Araştırma verileri Hasta Tanıtım Formu, Aile Bakım Memnuniyet Formu ile yüz yüze görüşülerek elde edilmiştir. Aile Bakım Memnuniyet Formu, ileri evre kanser hastalarının palyatif bakımında aile üyelerinin memnuniyet düzeyini tanılamak amacıyla Kristjanson tarafından (99) geliştirilmiş ve Türk toplumu için geçerlilik ve güvenirliği bulunmaktadır. Aile memnuniyet ölçeğinden alınan düşük puanlar yüksek memnuniyet düzeyini göstermektedir. Araştırma verilerinin istatistiksel analizinde sayı, yüzde, spearman korelasyon testi kullanılmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan hasta yakınların,%67 si kadın,% ü erkek, %70 inin evli olduğu, %5 inin lise mezunu olduğu ve %4.5 inin ev hanımı olduğu belirlenmiştir. Katılımcıların %45 i hastanın eşi, %65 inin hastayla aynı evde yaşadığı ve %80 nin hasta bakımını kendilerinin karşıladığı belirlenmiştir. Hastaların hastalık özelliklerine göre dağılımlarına baktığımızda; hastaların hepsi (%00) evre IV ve metastazı bulunmaktadır. Hastaların tanıları incelendiğinde %8,6 sının gastrointestinal sistem kanseri ve %75 inin tanı sürelerinin 6 ay olduğu saptanmıştır. Katılımcıların memnuniyet düzeylerinin dağılımına baktığımızda, aile memnuniyeti toplam ölçek puan ortalaması 0.76±.8, alt boyut puan ortalamaları, bilgi alma 0.0±.85, bakıma ulaşma.0±4.8, fiziksel bakım 0.64±4., psikososyal bakım.46±4.0 şeklidedir. Katılımcıların memnuniyet düzeyini etkileyen faktörlerin dağılımları, memnuiyet düzeyinin yaş ve hastalık tanı 98 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER süresinden etkilenmediği bulunmuştur (P>0,05). Memmnuniyet ölçeğinin toplam puan ortalaması ve alt boyutlarından bilgi alma, bakıma ulaşma, fiziksel bakım ve psikososyal bakım ile eğitim düzeyi arasında arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur (P<0.05). Sonuç: Katılımcıların memnuniyet düzeylerinin yüksek olduğu bulunmuştur. Memnuniyet düzeyini yaş ve tanı süresinin etkilemediği belirlenirken, katılımcıların eğitim düzeyinin memnuniyet düzeyini etkilediği tespit edilmiştir. Ref No: P-750 KANSER HASTALARININ STRESLE BAŞA ÇIKMA TARZLARI Nihal Orlu, Birsen Sunguray, Hasan Üstün Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Medikal Onkoloji Bilim Dalı,Eskişehir Amaç: Bu çalışmada kanser hastalarının kemoterapi aldıkları süre içinde, yaşadıkları stres faktörlerini, sosyo-demografik verilerle beraber ortaya koymak ve başa çıkma tarzlarını belirlemek amaçlanmıştır. Yöntem: Eskişehir Osmangazi Üniversite Hastanesi Ayaktan Kemoterapi Ünitesi nde kemoterapi alan 8 yaş üzerinde bilgilendirilmiş onam formu alınan 50 hastada tanımlayıcı ve kesitsel çalışma yapılmıştır. Çalışma, 0..0..0 tarihleri arasında uygulanmıştır. Verilerin toplanmasında, anket formu (sosyo-demografik sorular) ve Folkman ve Lazarus un geliştirdikleri, Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği (SBTÖ) kullanılmıştır. Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeğinde; başa çıkma tarzları, probleme yönelik/aktif tarz ve duygulara yönelik/pasif tarz olarak şeklinde tanımlanmıştır. Aktif tarzda; sosyal desteğe başvurma, iyimser yaklaşım ve kendine güvenli yaklaşım alt boyutları oluşturmaktadır. Pasif tarzda, çaresiz yaklaşım ve boyun eğici yaklaşım alt boyutları oluşturmaktadır. Veriler, SPSS paket istatistik programıyla analiz edilmiştir. Çalışma için; güvenirlik analizi ve frekans analizi yapıldıktan sonra Mann Whitney-U ve Kruskal Wallis testleri uygulanmıştır. Çalışmaya katılan hastaların %56 sı kadın, %44 ü erkektir, %58 i ilkokul, %4 ü ortaokul, %6 ı lise, % lisans mezunudur. Hastaların, %64 ü şehir dışından, %6 ı şehir içinden gelmektedir. Hastaların yaş aralıkları ve yüzdeleri, 5-5 %0, 5-45 %8, 45-55 %8, 55-65 %, 65-75 % şeklindedir. Tedavi alan hastaların %70 inin en az bir yakınıyla geldiği görülmüştür. Sonuç: Kemoterapi alan hastaların stresli oldukları bilinmektedir. Hastaların yaşlarının ve yaşadıkları yerin hastaneye olan uzaklıkları stres düzeylerini etkilemezken; sosyal desteklerinin olması ve eğitim düzeylerinin artması streslerini azaltmaktadır. Stresi etkileyen ve özellikle azaltan sebeplerin tespit edilmesi durumunda, buna yönelik tedbirlerin belirlenebilmesi mümkün olacaktır. Giriş-Amaç: Türkiye deki kanser insidansı verilerinde gözlenen çarpıcı artış, meme kanserinde erken tanı çalışmalarına ağırlık verilmesini zorunlu kılmaktadır.düzenli KKMM yapan kadınlarda kitlelerin, daha az KKMM yapanlara göre daha küçük ve daha lokalize olduğunu bildiren ve memedeki kitlelerin %80 oranında kadınların kendileri tarafından KKMM sırasında ya da rastlantısal olarak ortaya çıktığını belirten çok sayıda çalışma bulunmaktadır.fakat doğru ve etkin yapılmayan KKMM tanının gecikmesine neden olabileceği için hastanemizde çalışan bayan personellerin bu konudaki bilgi düzeyini saptamak, değerlendirme sonuçlarına göre yapılan eğitimlerle KKMM nin düzenli yapılması konusunda bilinç düzeyini geliştirmek amacıyla bu çalışma planlanmıştır. Gereç-Yöntem: Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesinde çalışan tüm bayan personellere araştırmacı tarafından literatür taranarak hazırlanan anket formu uygulanmıştır.araştırmanın sonuçları SPSS 5.0 paket programıyla analiz edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesinde görev yapan ve meslek grupları teknisyen, sekreter, personel, ebe-hemşire ve doktor olan 68 kadın çalışan dahil edildi. Çalışanların 45(%70.4) i ebe-hemşire, 68(%) i doktor, 56(%9.) sı tıbbi sekreter, 50(%8.) si personel, 9(%.5) u teknisyendi.kişilere 8 i KKMM ile ilgili genel bilgi düzeyinin sorgulandığı soruluk anket uygulandı.kkmm ile ilgili bilgisi olan 548(%88.7), bilgisi olmayan 70(%.) kişi saptandı. Eğitim düzeyi ile KKMM başlama yaşı ve yapılma zamanı kıyaslandığında eğitimin etkin olmadığı istatistiksel olarak anlamlı saptanmıştır(sırasıyla p:0.000,p:0.05).bununla beraber eğitimin KKMM amacını, sıklığını, menapoz sonrası yapılma zamanını, meme kanserinde akıntı özelliği, tanı yöntemleri ve riskleri bilme yönünde etkin olduğu istatistiksel olarak anlamlı olarak görülmüştür (sırasıyla p:0.005,p:0.00,p:0.000,p:0.000,p:0.009,p:0.007).mesleğin KKMM başlama zamanı ve ay içerisinde hangi gün yapılacağını bilme durumuyla da ilgisinin olmadığı istatistiksel olarak anlamlı bulunurken (sırasıyla p:0.000,p:0.00), sıklık, menapoz sonrası KKMM zamanı, KKMM amacı, meme kanserinde akıntı özelliği, tanı yöntemleri ve riskleri bilme ile arasında da eğitimin etkin olabileceği görülmüştür (p:0.000,p:0.000,p:0.00,p:0.000, p:0.00,p:0.000). Kişilerin soruları doğru yanıtlama yüzdesi ile eğitim ve meslek grubu kıyaslandığında doğru yanıt sayısı ile meslek durumunun farklılığının etkin olduğu görülmüştür(sırasıyla p:0.000,p:0.000). Sonuç: Çalışma sonucunda hastanemizde çalışan kadın personellerin meme kanserini saptamak için KKMM muayenesinin amacını ve meme kanseri ile ilgili riskleri, yöntemleri bildiği fakat KKMM uygulama açısından yeterli bilgiye sahip olmadığı ve bu nedenle erken tanı şansının azalabileceği düşünülmüştür. ONKOLOJİ HEMŞİRELİĞİ Ref No: P-75 BİR ÜNİVERSİTE HASTANESİNDE ÇALIŞAN KADIN PERSONELLERİN KENDİ KENDİNE MEME MUAYENESİ KONUSUNDA BİLGİ DÜZEYLERİNİN ÖLÇÜLMESİ Pınar Kum, Hamide Şişman, Refiye Özgen, Dudu Baysal, Nuriye Sarıakçalı, Sibel Polat, Yasemin Akıl, Derya Gezer, Derya Gürel, Evren Aslaner Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi Hemşirelik Araştırma Kurulu Şekil. Soruların doğru yanıt oranları Susesi Otel, Antalya 99

ONKOLOJİ HEMŞİRELİĞİ POSTER BİLDİRİLER Tablo. Demografik veriler Yaş grupları Sayı(N) Oran(%) 8-0 70 4.7-40 6. 4-50 9.6 5-60 4.5 Medeni durum Evli 5 56.8 Bekar 67 4. Eğitim durumu Okur-Yazar 0. İlköğretim.7 Ortaöğretim 08 7.5 Yükseköğrenim 485 485 Meslek grupları Ebe-Hemşire 45 70.4 Doktor 68 Tıbbi Sekreter 56 9. Personel 50 8. Teknisyen 9.5 Tablo. KKMM bilgi düzeyi soruları Sorular Doğru Cevap Verenler(N/%) Yanlış Cevap Verenler(N/%) Başlangıç Yaşı 70 (.) 548 (88.7) Yapılma Zamanı 8 (5.) 400 (64.7) Sıklık 466 (75.4) 5 (4.6) Menapoz Sonrası KKMM Yapma Zamanı 45 (55.8) 7 (44.) Akıntı Özelliği 57 (85.) 9 (4.7) Tanı Yöntemleri 57 (9.4) 47 (7.6) Riskler 57 (57.8) 6 (4.) Amaç 5 (84.5) 96 (5.5) Ref No: P-75 ANADOLU SAĞLIK SUADİYE TIP MERKEZİNE BAŞVURAN 45 YAŞ ÜSTÜ ERKEK HASTALARIN PSA TESTİ YAPTIRMA DURUMLARI VE BİLGİ DÜZEYLERİNİN İNCELENMESİ Nermin Güdüloğlu Anadolu Sağlık Merkezi Onkolojik Bilimler Hemşirelik Hizmetleri, Kocaeli Amaç: Araştırma, Anadolu Sağlık Suadiye Tıp Merkezi ne başvuran 45 yaş üstü tüm erkek hastaların, PSA testi yaptırma durumlarının ve bilgi düzeylerinin incelenmesi amacıyla tanımlayıcı olarak planlandı. Yöntem: Nisan 0-0 Haziran 0 tarihleri arasında çalışmaya gönüllü olarak katılan 45 yaş üstü erkek hasta ile gerçekleştirildi. Veri toplama aracı olarak anket formu kullanıldı ve yüz yüze görüşme yöntemi ile dolduruldu. Çalışmaya katılan her hastaya bilgi formu verildi Değerlendirmede ortalama, yüzdelik, t testi, korelasyon analizi kullanıldı. Bulgular: Çalışmaya katılan hastaların yaş ortalaması 60 (45-86), eğitim durumu üniversite %48 (n=58), soy geçmişinde Prostat CA görülenlerin sayısı %0. (n=4) olarak bulundu. PSA testi ne olduğunu bilenler %56. (n=68), yaşa göre bilgi düzeyleri incelendiğinde 70-75 yaş grubu ve 85 yaş üstü katılımcıların bilgi düzeylerinin %00 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ olduğu, bilgi düzeyinin en az olduğu grubun 45-50 yaş aralığında olup, bu yaş aralığındakilerden PSA hakkında bilgi sahibi olmadığı grubun %86 sını oluşturduğu, katılımcıların bu bilgileri %70 oranında doktorlarından aldıkları gözlenmiştir. Bilgi düzeyindeki yaşa göre artış, belirtilerin artması ile yakından ilgili olup, doktora başvuruda en büyük grubu oluşturmaktadır. Düzenli olarak PSA testi yaptıranlar %50. olduğu görüldü. Yaşa göre düzenli olarak PSA testi yaptırma durumları karşılaştırıldığında 70-75 yaş aralığındaki ve 85 yaş üstü kişilerin %90 üzerinde düzenli olarak yaptırdıkları görüldü. Düzenli olarak test yaptıranların %0. sinin yılda kez, %7. ünün yılda kez PSA testi yaptırdığı görüldü. Düzenli olarak test yaptırmayan %9 (45-50) yaş grubunun olduğu görüldü. Sonuç: Hastalar hastalık belirtileri ortaya çıkmadıkça doktora başvurmamakta, Yaş ve buna bağlı risk arttıkça hastaların doktora başvurularında artışla bilgi düzeylerinde ve test yaptırma durumlarında artış olduğu gözlenmiştir.katılımcılara verilen bilgi formu ile prostat kanserinin erken evrede teşhis edilmesinde PSA testi yaptırmanın öneminin bilineceği, PSA testi yaptırma alışkanlığının kazanılacağı, hastalık belirtilerini ve risk faktörlerinin bilineceği, şüphe edildiği durumda ileri teşhis ve tedaviye yönlendireceği düşünülmektedir. Ref No: P-75 HAFTALIK VE ÜÇ HAFTALIK KEMOTERAPİ GÖREN HASTALARIN ÖZELLİKLERİ Ali Arıcak, Gülcan Bağçivan, Ferdağ Bölükbaş, Eyüp Borazan, Ebru Yaşar, Fikret Arpacı Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı, Gülhane Asker Tıp Akademisi, Etlik, Ankara Giriş: Kanser hastalarının kemoterapi dönemi uzun süren ve hasta hekim uyumu gerektiren zorlu bir süreçtir. Bu tedavi sürecinin başarıyla tamamlanmasını etkileyen faktörler arasında; hastanın hekim ile ilişkisi, eğitim durumu, tanısı, kemoterapi alma sıklığı, tedaviye bağlı yaşanılan yan etkiler ve hastanın tedavi aldığı merkeze ulaşım imkanları gibi etmenler bulunmaktadır. Biz bu çalışmamızda haftalık ve üç haftalık tedavi alan kanser hastalarında bu faktörleri incelemeyi amaçladık. Metod: GATA Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı kemoterapi ünitesinde haftalık ve üç haftalık tedavi gören meme kanseri hastalarına onaylarını almayı takiben toplam 5 sorudan oluşan anket uygulandı. Bulgular: Araştırmanın örneklemini, haftalık ve üç haftalık kemoterapi alan toplam 57 meme kanseri olan bayan hasta oluşturmuştur. Hastaların yaş ortalaması 50.48±.4 olup, %7.7 si (n=4) üç haftalık, %6. ü (n=5) haftalık kemoterapi tedavisi almaktadır. Hastaların %9.0 ı (n=5) tedavi şekline doktorunun karar verdiğini, %7.0 ı ise tedavi şekillerine kendilerinin karar verdiğini belirtmiştir. Hastaların, %77. si (n=44) doktorunun tedavi şekillerini ayrıntılı olarak kendilerine anlattığını belirtirken %.8 i (n=) doktorunun tedavi şeklini kendilerine ayrıntılı olarak anlatmadığını belirtmiştir. Hastaların, %50.9 u (n=9) tedaviye bağlı yan etki yaşadığını belirtirken, %49. i (n=8) tedaviye bağlı yan etki yaşamadığı belirtmiştir. Yan etki yaşadığını belirten hastaların deneyimledikleri yan etkiler, bulantı (%.6), halsizlik (6.), yorgunluk (%4.0), ateş (%4.0), kusma (%.), ağrı (%.), anksiyete/depresyon (%0.5), uykusuzluk (%5.), saç dökülmesi (%5.) şeklinde sıralanmıştır. Tedaviye bağlı yan etki yaşadığını belirten hastaların %7.9 u (n=5) haftalık tedavi alırken, %8. i (n=) üç haftalık tedavi almaktadır. Tedaviye bağlı yan etki yaşamadığını belirten hastaların %4.5 i (n=0) haftalık tedavi alırken, %65.5 i (n=9) üç haftalık tedavi almaktadır. Hastaların mevcut tedavi şekilleri ile yan etki yaşama durumları arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (X=.0; p=0.54). Hastaların tedavi için hastaneye gelirken kullandıkları ulaşım araçları sorulduğunda, %8.6 sı (n=) kendi özel aracı ile, %9.8 i (n=7) özel ticari araç ile, %8. i (n=6) toplu taşıma araçları ile ve %.5 i (n=) servis aracı ile ulaşımlarını sağladığını belirtmiştir. 400 9 - Nisan 0

0. ULUSAL KANSER KONGRESİ POSTER BİLDİRİLER Sonuç: Kanser hastalarının kemoterapi süreci hasta eğitim durumu, yan etkiler, tedavi aralıkları, tedavi merkezine ulaşım durumu gibi çoklu faktörlerden etkilenmektedir ve hekim, hasta ve sosyal hizmet uzmanı işbirliği ile daha olumlu koşullar sağlanması halinde tedavi başarısının artmasına katkıda bulunabilir. Ref No: P-754 SANTRAL VENÖZ PORT KATATER KULLANILAN HASTALARDA TROMBOZ VE ENFEKSİYON GÖRÜLME SIKLIĞI Bahar Satılmış, Ferdane Sevindik, Emra Kayacık, Mustafa Teoman Yanmaz Bahçelievler Medicalpark Hastanesi Amaç: Kanser hastalarının tedavisinde implante santral venöz port katater kullanımı giderek artmaktadır.tedavi etkinliğinin artması ve hasta konforu açısından tercih edilmekle birlikte ciddi hayati komplikasyonları gözardı edilmemelidir. Bu komplikasyonların en önemlileri enfeksiyon ve trombozdur. Bu araştırma bu komplikasyonların nedenlerini ve sıklığını ortaya çıkarmak için yapılmıştır. Gereç-Yöntem: Kliniğimizde Ocak 00 - Temmuz 0 tarihleri arasında implante santral venöz port katater kullanılan hasta tanı, port kullanım sayısı, tedavi süresi, enfeksiyon, tromboz ve diğer komplikasyonlar açısından incelenmiştir. Veriler SPSS 5.0 programı kullanılarak lojistik regresyon analizi ve spearman korelasyon testi ile istatiksel olarak değerlendirildi. Bulgular: Toplam hasta sayısı, toplam porta giriş sayısı 7 tü. Takip edilen dönemde ortalama porta giriş sayısı 4. (medyan, standart sapma ) ve ortalama tedavi süresi (medyan 5, standart sapma 54) gün olarak belirlendi. Toplam 5 komplike vaka görülmüştür. Bu komplikasyonların ü tromboz, si enfeksiyondu. Tedavi süresi (p<0.00) ve porta giriş sayısı (p<0.0) ile komplikasyonlar arasında pozitif korelasyon bulunmuştur. Sonuç: Araştırmamıza göre tedavi süresi ve port kullanım sayısı arttıkça tromboz ve enfeksiyon riski artmaktadır. Günümüzde kanser tedavisindeki yeniliklerle hastaların tedavi süresi ve sağ kalım süresi uzamaktadır. Bu nedenle port katater kullanımı ve bakımına daha fazla özen gösterilmelidir. Ref No: P-755 MEME KANSERLİ OLGUDA DOCETAXEL E (TAXOTERE) BAĞLI STEVENS JOHNSON SENDROMU BENZERİ CİLT DEĞİŞİKLİKLERİ Fatma Hakarar, Yıldız Çayır Özel Tansan Onkoloji Kliniği / İstanbul Amaç: Meme kanseri özellikle kadınlarda görülen,erken teşhis ve tedavi ile önemli derecelerde olumlu yanıt alınan kanserlerden biridir.bu kanserin primer tedavisinde kemoterapik ajan olarak en sık kullanılan Taksan grubundan Paclitaxel ve Docetaxel dir. Her iki ilacın azda olsa anaflaksi riski vardır. Paclitaxel in giderek artabilen nöropati yapma olasılığı vardırnöropati gelişen hastada Paclitaxel kullanımına devam etmek geri dönüşümsüz nöropatilere neden olabilir ve hastanın yaşam kalitesi olumsuz yönde etkileyebilir.böyle bir durumda Paclitaxelden Docetaxel e geçiş yapmak mantıklı ve kabul edilebilir bir uygulamadır.docetaxel in bilinen yan etkileri el ve ayak tırnaklarında deformasyon gözyaşı bezlerinin aşırı uyarımına bağlı göz yaşarmasıdır.docetaxel nadir de olsa ciddi sistemik cilt reaksiyonlarına sebep olabilir. Biz de bu olgumuzda nöropati nedeniyle Paclitaxelden Docetaxele geçiş yapılan hastamızda gelişen Stevens Johnson Sendromu benzeri ciddi sistemik cilt lezyonlarını ele aldık. Gereç ve Yöntem: Nöropati nedeniyle Paclitaxelden Docetaxele geçiş yapılan 59 yaşındaki bayan hastamızda gelişen Stevens Johnson Sendromu benzeri ciddi sistemik cilt lezyonlarının literatür eşliğinde tartışılmıştı Sonuç: Docetaxel başta meme olmak üzere çeşitli kanser tedavilerinde kullanılan önemli ilaçlardan biridir.dünyada da Docetaxel toksititesine bağlı Stevens Johnson Sendromu benzeri cilt değişikliklerinin var olduğunu belgeleyen birkaç araştırma vardır.bu araştırmaların neticesinde bu durumu Docetaxelin mi yoksa ilacın sulandırıcısı olan polysorbate 80 (Tween 80) olup olmadığı kesin değildir. Biz bu çalışmamızda Docetaxel in nadir de olsa ciddi cilt reaksiyonlarına neden olabildiğini;kliniklerde hastaların bu yönde de değerlendirilerek oluşabilecek cilt reaksiyonlarının atlanmaması gerektiğini vurgulamak istedik Taxotere ONKOLOJİ HEMŞİRELİĞİ Tablo. Değişkenler arası Spearman Korelasyon Testi Gün CCE Sig. N Porta giriş CCE Sig. N Komp CCE Sig. N Gün Porta giriş Komp,000.,879,000,6,00,879,000,000.,54,005,54,005,54,005,000. Komplikasyon ile değişkenler arasındaki ilişkiye bakıldığında ise tedavi süresiyle (p<0.00) pozitif bir korelasyon bulunmuştur. Yine komplikasyon ile porta giriş sayısı (p<0.0) arasında da anlamlı bir ilişki mevcuttur. Kısaltmalar Komp: Komplikasyon, CCE: Correlation coefficient, Sig. (-tailed istatistik anlamlılık, P değeri), N: olgu sayısı Susesi Otel, Antalya 40

ONKOLOJİ HEMŞİRELİĞİ POSTER BİLDİRİLER taxotere 0. ULUSAL KANSER KONGRESİ Giriş: Semptomatik miyelomalı hastalarda hastalıkla birlikte anemi, kan kalsiyum seviyesinde artış, böbrek hasarı veya yetmezliği, kemik hastalığı ve sık enfeksiyonlar gibi miyelomayla ilişkili sorunlar vardır. Özellikle böbrek hastalıkları %-4 sıklıkta ve prognostik önemi olan bir komplikasyondur. Çalışmanın amacı; myeloma ve böbrek yetmezliği olan hastaların otolog kök hücre nakli tedavisi sırasında verilen hemşirelik yaklaşımları ile bakımının planlanması, uygulanması ve başka olgulara rehber olmasıdır.gereç Yöntem: Olgu sunumu. Olgu: E.D. 59 yaşında, kadın, çocuk sahibi, ilkokul mezunu ve ev hanımıdır. Multiple myeloma hastalığı ve iki günde bir yapılan hemodiyaliz tedavisi nedeniyle, fiziksel performansı oldukça düşmüştür. Sağ kolda arterio-venöz shunt bulunmaktadır. Hastanın boyu 55 cm, kilosu 60 kg. Eritropoetin ve Venofer isimli ilaçları intravenöz olarak almaktadır. Özgeçmişi: Özgeçmişinde özellik yok. Vital Bulgular: Kan basıncı: 4/8 mm/hg, Sol:0/dk, Nabız: 89/dk Ağrı Skoru: 0 (VAS) Öykü: Ağustos 0 de ağır bulantı-kusma, kilo kaybı, yüzde ödem ve kan basıncının yükselmesi nedeniyle hastaneye başvuran hastada, böbrek yetmezliği ve pansitopeni saptanmıştır.kemik iliği aspirasyon ve biyopsisi ile multiple myeloma tanısı konulmuş ve bir ay boyunca tedavisi devam etti. Verilen VAD protokolü ile tedavisine yetersiz yanıt alınması üzerine, Velcade ve Dexametazon tedavisine geçildi. Tedavinin son 4 ayında monoklonal bant görülmemesi üzerine, otolog kök hücre nakli uygun görüldü. Hastada myeloma ve böbrek yetmezliği dışında başka sorun saptanmamıştır.temmuz 0 de Siklofosfamid + GCSF ile günlük kan-kök hücre mobilizasyonu yapılmış, sonrasında 0/08/0 de de Melphalan protokolünü takiben otolog kök hücre nakli yapılmıştır. Hastanın iki günde bir hemodiyaliz tedavisine devam edilmiştir. Genel durumu iyi olan hastanın diyaliz tedavisi esnasında supraventriküler taşikardi geçirip kardiyopulmoner arrest olması nedeniyle yoğun bakıma transfer edilmiştir. Yapılan tedavi ve bakım ile, genel durumu stabilize olan hasta yoğun bakımdan taburcu edildi. Hastanın kemik iliği engraftmanı tam olduğu için, kardiyak ve renal sorunlarının takip edilmesi için Kardiyoloji bölümüne devredilmiştir. Hastada saptanan hemşirelik tanıları:tedavi sürecinin bilinmezliklerine ve risklerine bağlı anksiyete.shunt nedeniyle enfeksiyon riski.kronik böbrek yetmezliğine bağlı sıvı-elektrolit dengesizliği riski.kronik böbrek yetmezliğine bağlı beslenme bozukluğu. Böbrek yetmezliğine bağlı günlük yaşam aktivite intoleransı. Böbrek yetmezliğine bağlı bulantı, kusma riski. Hastalık ve tedaviye bağlı anemi riski. Kemik iliğinin baskılanmasına bağlı pansitopeni. Hastalık ve tedavisine bağlı sosyal izolasyon. Bireysel baş etmede yetersizlik. Duygusal ve algısal değişme. Sonuç: Hasta başarılı otolog kök hücre nakli sonrası rutin takiplerine ve diyaliz tedavisine devam etmektedir. Ref No: P-756 MULTIPLE MYELOMAYA BAĞLI BÖBREK YETMEZLİĞİ OLAN OTOLOG KÖK HÜCRE NAKLİ: OLGU SUNUMU Ayşin Kayış, Gül Çakırtaş, Gülçin Adatepe, İlknur İnanır Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Ref No: P-757 KANSER HASTALARINDA REHABİLİTASYON: LİTERATÜR İNCELEMESİ Sultan Kav, Arzu Akman, Tuğçegül Barış, Ceren Eroğlu, Fatmanur Kekeç, Gülşen Kılıç, Pınar Özkan, Ayfer Yalçın, Ayşe Yiğit Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü Tüm dünyada kanser insidansı artarken kanserin tedavisine ilişkin de önemli gelişmeler olmaktadır. Bu gelişmeler, bireylerin kanserden iyileşmesine ya da kansere rağmen yaşamını uzun süre sürdürebilmesine olanak sağlamaktadır. Bu nedenle kanserli hastaların bakımında rehabilitasyon hizmetleri oldukça önemlidir. Hastaların rehabilitasyon gereksinimlerini belirleme, uygun rehabilitasyon programlarına yönlendirme ve komplikasyonların önlenmesine yönelik eğitimler vermede hemşirelerin önemli rolleri bulunmaktadır. Bu çalışmanın amacı; ülkemizde ve dünyada kanser hastalarının rehabilitasyonuna yönelik yayınlanan çalışmaların ve hemşirelik uygulamalarının incelenmesidir. Bu amaçla kanser rehabilitasyonu (Cancer rehabilitation), rehabilitasyon hemşireliği (Rehabilitation nursing), kanser veya onkoloji ve hemşirelik ve rehabilitasyon (Cancer OR oncology AND nursing AND rehabilitation) anahtar kelimeleri ile on-line veri tabanları (Medline/PubMED, OVID, Google Akademik) taranarak 998-0 yılları arasında yayınlanan bilimsel makaleler incelenmiştir. Taramalar sonucunda kanser hastalarında rehabilitasyon ile ilgili 47 makaleden 0 ünün özeti incelenmiş ve bunlar arasında tam metin ulaşılabilen, İngilizce ya da Türkçe olarak yazılmış 8 araştırma makalesi analiz edilmiştir. Sonuç olarak; kanser hastalarının fiziksel, psikososyal rehabilitasyona ve tamamlayıcı tedavilere gereksinim duydukları; düzenli egzersiz, müzik terapisi, at ile terapi, reiki, lyengar yoga, destek grupları gibi programların kanser tedavisi sırasında veya sonrasında hastaların rehabilitasyonunda etkili olduğu görülmüştür. Özellikle fiziksel aktivitenin hastaların fiziksel fonksiyonlarını, psikolojik durumunu, yaşam kalitelerini olumlu etkilediği belirtilmektedir. Hastaların düzenli egzersiz ile kendilerini fiziksel ve psikolojik olarak iyi hissettikleri ve sağlık sorunlarına iyi geldiğine inandıkları belirlenmiştir. En sık yapılan egzersiz faaliyetlerinin yürüyüş, jimnastik, folklor olduğu belirtilmiştir. At ile terapinin ise, hastaların korkularının üstesinden gelme, rahatlamayı öğrenme gibi olumlu etkileri olduğu vurgulanmıştır. Ayrıca, hemşirelerin kolon kanseri sonrası stomalı hastaların rehabilitasyonunda, meme kanseri ve jinekolojik kanserler sonrası lenfödem gelişiminin önlenmesi gibi duruma özgü eğitimler ile hastanın yaşam kalitesinin arttırılmasında, uzun dönem yetersizlikleri tanımlama, hastaların uygun tedavilere yönlendirilmeleri, semptom kontrolünün sağlanması gibi aktif rollere sahip olduğu belirtilmektedir. 40 9 - Nisan 0