RİSALELERİN BELAGÂT-I EDASI. Doç. Dr. İhsan SAFİ Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi



Benzer belgeler
BEDÎÜZZAMAN HAZRETLERİNİN İSİM VE ÜNVANLARI

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

başlıklı bir dersine dayanarak vermeye çalışacağız.

İÇİNDEKİLER SÖZ BAŞI...5 MEHMET ÂKİF ERSOY UN HAYATI VE SAFAHAT...9 ÂSIM IN NESLİ MEHMET ÂKİF TE GENÇLİK... 17

Kur an ın varlık mertebelerini beyan eder misiniz ve ilahi vahiyde lafızların yerinin ne olduğunu

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bundan önceki mektuplar gibi. bunu da büyük şeyhi Bakibillah'a yazmıştır.

Metin Edebi Metin nedir?

(Seni sevdiğim için eğer benden bedel isterlerse, iki cihânın mülkünü versem bile bu bedeli ödemeye yetmez.)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Recep in İlk Üç Orucunun Fazileti

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

SORU-. Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Hangi okullarda okudunuz ve nerelerde çalıştınız bugüne kadar?

TÜM SİTEDEKİ KONU BAŞLIKLARI VE MAKALELER

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

İLİ : GENEL TARİH : Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

BESMELE VE ALLAH LAFZ-I CELÂLİ'NİN SAYIMLARI

Kur an'daki selaset, selamet, tesanüd, tenasüb, teavün ve tecavüb mucizevî boyutlarındandır; bunları izah edebilir misiniz?

EĞİTİM ÖĞRETM YILI MUSTAFA ŞIK İLKOKULU 4. SINIF TÜRKÇE KONU VE KAZANIMLARI

ÝÇÝNDEKÝLER. Diyalog Tamamlama Haftanýn Testi...25

Kur an ın Özellikleri

Yaz l Bas n n Gelece i

Onuncu Söz, Birinci Hakikat hakkında bilgi verir misiniz?

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Onuncu Söz, Yedinci Hakikat hakkında bilgi verir misiniz?

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli?

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür

BEŞİNCİ BÖLÜM. Sorularlarisale.com 5. BÖLÜM ANLAMAYA YARDIMCI OLAN ESERLER VE ÖZELLİKLERİ. 1. Kendinize Bir Çalışma Masası Hazırlayın

SEN SURAT OKUMAYI BİLİR MİSİN?

Dil Gelişimi. temel dil gelişimi imi bilgileri

Gerçek şudur ki bu konu doğru dürüst anlaşılmamıştır; hakkında hiç derin derin düşünülmemiştir. Ali-İmran suresinde Allah (c.c.) şöyle buyurur; [3]

PEK OKULLARI 2A KASIM. İzimden gelin gençler! Bocalamadan, yorulmadan, sıkılmadan Tek çıkış yolunuz budur!

VERİMLİ DERS ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ

Risale-i Nuru Samsat-ta Lise öğrencisi iken Teyzem oğlu vasıtasıyla tanıdım.

Ünite 1. Celâleyn Tefsiri. İlahiyat Lisans Tamamlama Programı TEFSİR METİNLERİ -I. Doç. Dr. Recep DEMİR

D218 Sosyal Siyaset: Sosyal Yardım, Güç ve Çeşitlilik CDA1: CDA5613

Zirve 9. Sınıf Dil ve Anlatım

A: Algılama gücü ve mantık yürütme kabiliyeti yüksek kişiliği temsil eder.

Esmâu l-hüsnâ. Çocuklar ve Gençlere, 4 Satır 7 Hece

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu büyük şeyhi Muhammedi Bakibillah'a yazmıştır.

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Biz yeni anayasa diyoruz

YAZILIYA HAZIRLIK SINAVI TÜRKÇE 5. SINIF

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

KURAN I KERİMİN İÇ DÜZENİ

TEFSİR TARİHİ VE USULÜ

Baki olan Rabbimiz ve davamızdır

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

EHL-İ SÜNNET'İN ÜSTÜNLÜĞÜ.

KAZANIMLAR(KISA DÖNEMLİ AMAÇLAR)

Risale-i Nurun kerametini gördüm.inayet altında olduğumuzu anladım.

Üç çocuk çünkü...

BEDİÜZZAMAN IN TABİATÇILARA KARŞI MÜDAFAA STRATEJİSİ

Russell ın Belirli Betimlemeler Kuramı

Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesin olarak inanırlar. Bakara suresi, 4. ayet.

TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN. Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla

Selman DEVECİOĞLU. Gönül Gözü

2. SINIFLAR KASIM AYI BÜLTENİ ÇİLEM TEKNECİ-ABİDE AVCU


SADETTİN ÖKTEN İÇİMDE AVM VAR!

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım.

Kur'an-ı Kerimde tevafuk mucizesi Kainatta tesadüf yok, tevafuk vardır

İkinci B ö l üm KİŞİLİK VE KARAKTER GELİŞİM SÜRECİ

Eğitim Öğretim Yılı Kütüphane Bülteni. Sayı:1 Nisan 2015

TÜM BİLGİLER KESİNLİKLE GİZLİ TUTULACAKTIR. Anketi Nasıl Dolduracaksınız? LÜTFEN AŞAĞIDAKİ HİÇBİR İFADEYİ BOŞ BIRAKMAYINIZ. İsim:... Cinsiyet:...

YAZARIN AMACI ve ANAFİKİR

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları

PENTRU DISCIPLINA LIMBA ŞI LITERATURA TURCĂ MATERNĂ

..OKULU ÖZEL EĞİTİM SINIF I. EĞİTİM-ÖĞRETİM YLILI HAFİF DÜZEYDE ZİHİNSEL ENGELLİLER; SINIFLAR TÜRKÇE DERSİ ÇERÇEVE PLANI

ESKİ TÜRK EDEBİYATI TARİHİ- 14.YÜZYIL TEMSİLCİLERİ

Hatta Kant'ın felsefesinin ismine "asif philosopy/mış gibi felsefe" deniyor. Genel ahlak kuralları yok ancak onlar var"mış gibi" hareket edeceksin.

EK: Mucize Avcısı nı yayına hazırlarken, çok

Erbaa lı Genç Şair Muhammed Dikal Lisede edebiyatı gerçekten seven öğretmenlerim bana da Edebiyatı sevdirdiler

4. Aşağıda Arap alfabesi, yazılış istikameti gösterilerek verilmiştir. ÇUBUK MELİHA HASAN ALİ BOSTAN FEN LİSESİ

İlmihal 1 Siyer 1 Ahlak 1 İlmihal 2 Siyer 2 Ahlak 2 İlmihal 3 Siyer 3 Ahlak 3 İlmihal 1 Siyer 1 Ahlak 1 İlmihal 2 Siyer 2 Ahlak 2 İlmihal 2 Siyer 3

Şerif Mardin in tespitiyle bu coğrafyada en etkili faktör : Din

ARİF NİHAT ASYA'NIN NESİRLERİ

ALEXANDER RUSSEL WEBB-MUHAMMED

11.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

Ece Ayhan. Kardeşim Akif. Akif Kurtuluş'a Mektuplar. Hazırlayan Eren Barış. "dipnot

CUMHURIYET DÖNEMINDE COŞKU VE HEYECANI DILE GETIREN METINLER (ŞIIR) Cumhuriyet Edebiyatında Şiir ve Soru Çözümü

İsra ve Miraç olayının, Mekke de artık çok yorulmuş olan Resulüllah için bir teselli ve ümitlendirme olduğunda da şüphe yoktur.

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

Kur ân ve iman hakikatlerine ulaşmanın adresi

Senin için gelmesi mukadder olan şeylere hırs göstermen yersizdir. Senin için olmayan, başkasının hakkı olan şeylere, hasret çekmen yakışıksızdır.

*Edebi Sanatlar ve Örnekleri Mecaz. Teşbih

Örnek Tarot Okuması

ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

Diğer müritlerin neşeyle elindekileri takdiminden sonra, Aziz Mahmut Efendi, boynunu bükerek bu kırık ve solmuş çiçeği üstadına takdim eder.

Türk Dili ve Edebiyatı Kaynak Sitesi

5. SINIF DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ

Ruhumdaki. Müzigin Ezgileri. Stj. Av. İrem TÜFEKCİ. 2013/2 Hukuk Gündemi 101

ALEMLERİN EFENDİSİ NİN (SAV) DİLİYLE KUR AN

Göç yani hicret dini bir vazifedir.insanların dinlerini daha iyi yaşamaları,hayatlarını devam ettirebilmeleri için göç bir ihtiyaçtır.

ÇOCUĞUMUN OKUMA ALIġKANLIĞINI VE DÜġÜNME BECERĠSĠNĠ DESTEKLĠYORUZ

Küçüklerin Büyük Soruları-2

Adıyaman merkez köylerinden Kışla köyüne bağlı Meşetli köyünde doğdum.sonra köyümüz baraj altında kalınca Adıyaman a göç ettik.

Transkript:

RİSALELERİN BELAGÂT-I EDASI Doç. Dr. İhsan SAFİ Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Edebiyatı sadece edebiyatçıların yazdıkları şeyler olarak görmenin yahut edebî metinleri sadece şiir, hikâye, roman olarak kabul edip onların dışındakilerin edebî olmadığını kabul etmek kadar hatalı bir anlayış yoktur. İşte bunun gibi Risalelerin edebî yönünü görmezlikten gelmek veya olmadığını söylemek de öyle yanlış bir anlayıştır. Edebiyat, dili, kendine has bir üslûpla kullanabilmektir. Sadece bu tanım bile Bediüzzaman hazretlerinin edebî yönünün olduğunu göstermeye yeterlidir. Risaleleri az çok okuyan herkes bilir ki Bediüzzaman hazretlerinin farklı bir üslûbu vardır. Başkalarına benzemeyen, nevi şahsına münhasır ifadeleri, ibareleri, kelimeleri, cümleleri vardır. Onun risaleleri hemen kendilerini belli ederler. Okuyan herkese bunlar diğerlerine benzemiyorlar, Bediüzzaman a aittirler dedirtirler. Risalelerin anlaşılmadığını söylemenin altında biraz da bu üslûbun etkisi vardır. Alışılan, sıradan, ilkokul veya ortaokulda öğrenilen dil anlayışıyla Risaleleri okumaya çalışan kimseler elbette onun üslûbunu ilk başlarda yadırgayacaklardır, anlamadıklarını söyleyeceklerdir. Bundan daha doğal ne olabilir ki? Ama okumaktan hemen vazgeçmeyip de bu üslûpla biraz ünsiyet kesp eden kimseler ise Risalelere ve onun beliğ ifadelerine, cümlelerine, ibarelerine, kelimelerine, manalarına, mantıklarına, meselelerine ve hakeza her şeyine hatta cildine, kâğıdına, rengine bile hayran olacaklardır, ondan büyük bir lezzet alacaklardır, ona tutulacaklardır, onu sürekli okumak isteyeceklerdir, ondan başka kitap okumak istemeyeceklerdir ve hakeza Edebî eser bir fikir iletme vasıtası değildir. Fikirlerin, düşüncelerin, duyguların kelimelerle ifade edilmesidir. İşte Risalelerin büyüklüğü buradan geliyor. Dinî, imanî, uhrevî konuların, meselelerin yani ebediyetin bu kadar güzel ifadelerle anlatılması yani edebilikle onu edebiyatın ve edebiyatçıların alanına ve arasına dâhil ediyor hatta hayali, kurmaca, fictive olmayan konulardan ve insanın en büyük meselelerinden bahsettiği için de onların üzerine çıkartıyor. Risale-i Nurlar, verdiği dini bilgilerle insanları tam manasıyla doyurup, bu yöndeki ihtiyaçlarını tam olarak giderip onları başka dinî eserleri okumaya ihtiyaç bırakmadığı gibi sahip olduğu yüksek edebî özelliğiyle ve estetik yönüyle de başka edebi eserleri okumaya ihtiyaç bırakmıyor, insanın bu yöndeki lâtifelerini de tam olarak doyuruyor. Bir Nur talebesine Risaleler dışında kolay kolay başka eserler okutturulamamasının sırrı burada yatıyor. Dünyanın en büyük yazarının en güzel eseri bile bir Nur talebesine Risalelerden aldığı zevki, güzelliği, tadı veremiyor.

İşte biz de bu konuşmamızda Risale-i Nurların bu edebî özelliklerinden bir tanesi üzerinde durmaya çalışacağız. Bediüzzaman Hazretlerinin bir sayfalık bir yazıda nasıl baştan sona edebî kurallara riayet ederek en zor konulardan birisini kolaylıkla anlattığını göstermeye çalışacağız. Veminellahi t-tevfiki ve l-hidaye. Risale-i Nur un bir özelliği de edebî yönden çok üstün bir metin olma özelliğini haiz olmasıdır. Bunca insan tarafından sürekli bir şekilde okunmasında, en çok basılan eserler arasında yer almasında, onun cümlelerinin edebiyatın, belâgatin bütün kurallarına riayet edilerek yazılmasının büyük etkisi vardır. Önce şunu hatırlatalım ki Risale-i Nur bir belâgat kitabı, bir edebî sanatlar kitabı değildir. -Bu yüzden Risalelerin her sayfasında aşağıda verdiğimiz metindeki gibi edebî özellikler aramamak lâzımdır.- Edebî dille yazılmış bir Kur an tefsiridir. Kur an-ı Kerim in bu asra bakan yönünü gösteren manevî bir tefsiridir. -Bu yüzden edebî yönden en üstün metin olan Kur an-ı Kerim in pek çok edebî özelliği de ona sirayet etmiştir. Bu da ayrı bir inceleme konusudur.- Risâle-i Nur Külliyatı, Kur ân-ı Kerîm in cihanşümul bahçesinden derilen bir gül demetidir. Binaenaleyh, O nda, o mübarek ve İlâhî bahçenin nuru, havası, ziyası ve kokusu vardır... (Ali Ulvi Kurucu, Tarihçe-i Hayat, Önsöz, s. 20) Bu açıklamaları yaptıktan sonra Risalelerin Belagât-ı Edası konusuna geçebiliriz. Önce Bediüzzaman Hazretlerinin edebiyatın önemini anlattığı o meşhur sözlerini burada vermek istiyorum. Hareket noktamız onlar olacaktır. Elbette nev -i beşer, âhir vakitte ulûm ve fünuna dökülecektir. Bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise, ilmin eline geçecektir. Hem o Kur an-ı Mu ciz-ül Beyan, cezalet ve belâgat-ı Kur aniyeyi mükerreren ileri sürdüğünden remzen anlattırıyor ki: Ulûm ve fünunun en parlağı olan belâgat ve cezalet, bütün enva ıyla âhirzamanda en mergub bir suret alacaktır. Hattâ insanlar, kendi fikirlerini birbirlerine kabul ettirmek ve hükümlerini birbirine icra ettirmek için, en keskin silâhını cezalet-i beyandan ve en mukavemet-sûz kuvvetini belâgat-ı edadan alacaktır. (Sözler, 20. Sözün 2. Makamı, s.264) Görüldüğü gibi Bediüzzaman hazretleri burada, edebiyatın diğer ilim dalları içerisinde en önemlisi olduğunu, ahirzamanda en çok rağbet gören ilim dalının da gene edebiyat olacağını söylemektedir. Edebiyata diğer ilim dalları arasında bu kadar büyük bir ehemmiyet vermektedir. Hatta edebiyatın insanların birbirlerini yenmede, birbirlerine üstün gelmede en önemli silahları olacağını da söylemektedir. Edebî yönden üstün olan sözler, en gelişmiş teknolojik silahtan daha keskin olacaktır. En güçlü ordudan daha kuvvetli olacaktır. Elbette Bediüzzaman Hazretlerinin böyle bir silahı istimal etmediğini, göz ardı ettiğini, böyle bir silaha ehemmiyet vermediğini düşünmek mümkün değildir. Bediüzzaman Hazretlerinin Muhakemat adlı eseri, bilhassa oradaki üslûp bahsi, onun edebiyatı bu alanın en büyükleri olan Sekkaki, Zemahşeri ve Seyyid Şerif Cürcani gibi dâhilerden daha iyi bildiğini, onların metotlarının üzerinde bir yol bulduğunu bize gösteriyor. İşte Bediüzzaman hazretleri bu metot ve yeni bulduğu yolu Risalelerde uygulamıştır. Bu da onu edebî metinlerin üzerine çıkarıyor. Büyük edebiyatçılardan daha büyük yapıyor.

Türk Edebiyatının en büyük şairlerinden biri olan ve Bediüzzaman Hazretlerinin kendisi için dava arkadaşım dediği Mehmet Âkif merhumun bir edebiyatçılar meclisinde Bediüzzaman hazretlerinin edebiyatçı yönü hakkında söylediği şu sözler bu tespitimize ışık tutmaktadır: Viktor Hügo lar, Şekspirler, Dekartlar; edebiyatta ve felsefede, Bedîüzzaman ın bir talebesi olabilirler. (Sözler, Konferans, s.764) Ne yalan söyleyeyim, edebiyat fakültesinde okuduğum tufeylilik dönemimde bu sözleri işittiğimde öyle böyle söylenmiş sözlerden zannetmiş birkaç edebiyat bilgisi öğrenmenin verdiği cahillik cüretiyle nefsime pek de bu sözleri kabul ettirememiştim. Fakat Allah affetsin Âkif merhum ta o zaman bu hakikati tespit etmişti. Ve elhak bu söylediği doğruydu. Çünkü yukarıda da söylediğimiz gibi Bediüzzaman Hazretleri onlar gibi hayalî ve sadece dünya hayatında insanlara yarayacak, boş vakitlerini geçirtecek, can sıkıntısını alacak, şehvanî hislerini okşayacak, malayani konulardan bahsetmemiş; gerçek ve ebedî hayatlarını kurtaracak konulardan yani din hissi, iman şuuru aşılayacak konulardan ahlâk ve faziletten bahsetmiştir. Onu dünyaya gönderiliş gayesine sevk etmiş, dünyaya aldanıp bunu unutmasını engellemiştir. Bu zor konuların bu şekilde yani edebî yönden üstün bir şekilde anlatılması kolay bir hadise değildir. Ancak Bediüzzaman gibi dâhilere mahsustur. Bir ikram-ı İlahîdir. Tarihçe-i Hayat ta, Medine-i Münevvere de bulunan mühim bir âlim hitabına mazhar olan Ali Ulvi Kurucu merhum da bu kitaba yazdığı muhteşem Ön Söz de bu duruma işaret etmektedir. Onun diğer edebiyatçılar gibi sadece hayale hitap etmediğini hisse, fikre, ruha ve vicdana da tam manasıyla hitap ettiğini söylemektedir: Zira üstat o kıymetli ve bereketli ömrünü, kulaklarda kalacak olan sözlerin tanzim ve tertibi ile değil, bilâkis kalplerde, ruhlarda, vicdan ve fikirlerde kutsi bir ideal halinde insanlıkla beraber yaşayacak olan din hissinin, iman şuurunun, ahlâk ve fazilet mefhumunun asırlara, nesillere telkini ile meşgul olan bir dahidir. Artık bu kadar ulvî bir gayenin tahakkuku için candan ve cihandan geçen bir mücahit, pek tabiidir ki, fâni şekillerle meşgul olamaz. Bununla beraber, Üstat zevk inceliği, gönül hassasiyeti, fikir derinliği ve hayal yüksekliği bakımından harikulâde denecek derecede edebî bir kudret ve melekeyi haizdir.. Meselâ: Semalardan, Güneşlerden, yıldızlardan, Mehtaplardan ve bilhassa bahar âleminden ve Cenâb-ı Hakkın o âlemlerde tecelli etmekte olan kudret ve azametini tasvir ederken, üslup o kadar lâtif bir şekil alır ki; artık her teşbih, en tatlı renklerle çerçevelenmiş bir levhayı andırır.. ve her tasvir, harikalar harikası bir âlemi canlandırır. İşte bu hikmete mebnidir ki, bir Nur Talebesi Risâle-i Nur Külliyatı nı mütalâası ile üniversitenin herhangi bir fakültesine mensup da olsa hissen,

fikren, ruhen, vicdanen ve hayalen tam manasıyla tatmin edilmiş oluyor. (Tarihçei Hayat, Önsöz, s. 20) İşte Nur Risaleleri nin büyük denizlerin büyük dalgaları gibi gönüller üzerinde heyecanlar husule getirmesinin, kalplerde ve ruhlarda büyük tesirler yapmasının birçok sırlarından birisi de budur. Yani edebî yönden üstün bir metin olmasıdır. Burada sözü daha fazla uzatmadan denizden bir katre, dağdan bir zerre kabilinden Risale-i Nurların edebî yönünün küçük bir özelliğini vermek istiyorum. Üstat hazretlerinin edebî kurallara, söz sanatlarına nasıl riayet ederek haşir gibi önemli ve zor bir konuyu, ne kadar rahatlıkla, kolaylıkla anlattığını göstermek istiyorum. Edebî sanatlara riayet ediyor fakat bu durum manaya zarar vermiyor. Sanat yapıldığını hiç hissettirmiyor, belli etmiyor. Metnin tabiliğini bozmuyor, okuyanlarda sunilik hissi uyandırmıyor. Hatta yüzlerce kez okunsa bile bu fark edilmiyor. O şekilde metne bunu uygulamayı başarmıştır. Haşir Risalesi diye bilinen, insana ölümü sevdiren, insanı ahiretin sokaklarında gezdiren meşhur 10. Söz ün On Birinci Suret ini hepiniz defalarca okumuşsunuzdur. Fakat eminim birazdan söyleyeceklerimi hiçbiriniz fark etmemişsinizdir. Sözler de yer aldığı şekliyle burada bir kez daha bu metni veriyorum. Lütfen bir kez daha okuyunuz ve ondan sonra tebliğime geçelim. Bakalım birazdan benim burada söyleyeceğim metindeki özellikleri fark edebilecek misiniz? Metin şöyledir: Gel, ey muannid arkadaş! Bir tayyareye... ya şarka veya garba, yâni; mâzi ve müstakbele giden bir şimendifere binelim. Şu mu cizekâr zâtın, sâir yerlerde ne çeşit mu cizeler gösterdiğini görelim. İşte bak, gördüğümüz menzil ve meydan ve meşher gibi acâibler, her tarafta bulunuyor. Lâkin san atça, sûretçe birbirinden ayrıdırlar. Fakat, buna iyi dikkat et ki: O sebatsız menzillerde, o devamsız meydanlarda, o bekasız meşherlerde; ne kadar bâhir bir hikmetin intizâmâtı, ne derece zâhir bir inâyetin işârâtı, ne mertebe âlî bir adâletin emârâtı, ne derece vâsi bir merhametin semeratı görünüyor. Basiretsiz olmayan herkes yakînen anlar ki Onun hikmetinden daha ekmel bir hikmet ve inâyetinden daha ecmel bir inâyet ve merhametinden daha eşmel bir merhamet ve adâletinden daha ecell bir adâlet olamaz ve tasavvur edilemez. Eğer faraza tevehhüm ettiğin gibi, daire-i memleketinde daimî menziller, âlî mekânlar, sâbit makamlar, bâki meskenler, mûkîm ahali, mes ud raiyyeti bulunmazsa; şu hikmet, inâyet, merhamet, adâletin hakîkatlarına şu bekasız memleket mazhar olamadığı mâlûm ve onlara mazhar olacak, başka yerde de bulunmazsa; o vakit gündüz ortasında güneşin ışığını gördüğümüz halde güneşi inkâr etmek derecesinde bir ahmaklıkla, şu gözümüz önündeki hikmeti inkâr etmek ve şu müşahede ettiğimiz inâyeti inkâr etmek ve şu gördüğümüz merhameti inkâr etmek ve şu pek kuvvetli emârâtı, işârâtı görünen adâleti inkâr etmek lâzımgelir. Hem bu gördüğümüz icrâat-ı hakîmane ve ef âl-i kerîmane ve ihsânât-ı rahîmanenin sahibini; -hâşâ sümme hâşâ!- sefih bir oyuncu, gaddar bir zâlim olduğunu kabûl etmek lâzımgelir. Bu ise, hakîkatlerin

zıtlarına inkılabıdır. Halbuki inkılâb-ı hakaik, bütün ehl-i aklın ittifakıyla muhaldir, mümkün değildir. Yalnız, her şeyin vücûdunu inkâr eden Sofestâî eblehler hariçtir. Demek, bu diyardan başka bir diyar vardır. Onda bir Mahkeme-i Kübrâ, bir ma dele-i ulyâ, bir mekreme-i uzmâ vardır ki; tâ şu merhamet ve hikmet ve inâyet ve adâlet tamamen tezahür etsinler Şimdi de beraber Belagat-ı Eda yönüyle bu metni yeniden okuyalım. Belagat-ı eda, üslûbun harikulade güzel söz sanatlarıyla süslü olması demektir. Biz de Bediüzzaman Hazretlerinin bu metni söz sanatlarıyla nasıl süslediğini birlikte görelim. 10. SÖZ, ON BİRİNCİ SURET Gel, ey muannid arkadaş! Bir tayyareye... ya şarka veya garba, yâni; mâzi ve müstakbele giden bir şimendifere binelim. Şu mu cizekâr zâtın, sâir yerlerde ne çeşit mu cizeler gösterdiğini görelim. İşte bak, gördüğümüz menzil ve meydan ve meşher gibi acâibler, her tarafta bulunuyor. Burada Üstaz Hazretleri tenasüp sanatını ve tezat sanatlarını kullanıyor. Şarkgarp; mazi-müstakbel kelimeleri arasında Tezat sanatı; bakmak, görmek ve göstermek fiilleri tenasüp te kîd sanatı ile bir arada kullanmıştır. (Tekrir de sayılabilir.) Yine Menzil, meydan ve meşher gibi ifadelerde bir başka tenasüp sanatı ayrıca bunların me harfleriyle başlaması da bir ahenk sağlıyor, te kîd; mucizekâr ve mucize kelimeleri arasında ise İştikak sanatı yapmıştır. Tayyare ve şimendifer kelimelerini de tenasüp sanatına dâhil edebiliriz. Ayrıca te kîd ve anlam yönünden tekrîrdir; Ayrıca m, y, l, g, r, t; i, e, ö, ü a gibi sesli ve sessiz harflerin tekrarıyla, asonans ve aliterasyon sanatı yapıyor. Lâkin san atça, sûretçe birbirinden ayrıdırlar. Fakat, buna iyi dikkat et ki: O sebatsız menzillerde, o devamsız meydanlarda, o bekasız meşherlerde; ne kadar bâhir bir hikmetin intizâmâtı, ne derece zâhir bir inâyetin işârâtı, ne mertebe âlî bir adâletin emârâtı, ne derece vâsi bir merhametin semeratı görünüyor. Burada Üstaz Hazretleri nin, nazımda kafiyenin karşılığı olan nesinde secii kullandığını görmekteyiz. Ancak bu öyle bir seci ki murassâ seci denilen ve sanatkârâne bir secî çeşididir. Ayrıca müellifin kelimelerin hece ve bazı sesler bakımından paralel oluşunu gözettiği fark ediliyor. san atça sebatsız menzillerde bâhir hikmetin intizâmâtı âlî sûretçe devamsız meydanlarda zâhir inâyetin işârâtı vâsi bekasız meşherlerde adâletin emârâtı merhametin semeratı Yine burada pek çok sesli ve sessiz harf tekrarıyla aliterasyon ve asonans sanatları yaptığına şahit olmaktayız. Sebatsız, devamsız, bekasız kelimelerini aynı anlamda fakat farklı kelimeler kullanıyor, kelime ve dil zenginliği gösteriyor. Derecemertebe; işarat-emarat, yine-hakeza, menzil-meydan-meşher, âlî-vâsî ve sanat- suret gibi kelimelerle birbirine yakın ifadeleri bir arada kullanıyor. İnayet, adalet, merhamet de buna dâhil edilebilir, birbirlerini çağrıştırıyorlar.

Basiretsiz olmayan herkes yakînen anlar ki: (bu cümleye de dikkatlerinizi çekiyorum. Bu 11. Surette sürekli olarak, bakmak, görmek, kalp gözüyle görmek de buna girer, yani ilk etapta değil de biraz dikkatlice bakılırsa anlaşılacağı gibi gözle ilgili kelimeler kullanıyor. Ve gözün önündeki eşyaları örnek veriyor. Üşenmedim saydım tam 18 tane. Koyu italik ve altı çizili olan kelimeler) Adeta üstaz hazretleri bize diyor ki dikkat edin göze de hitap var burada. Ona hususi önem verdim bu paragrafta.) Onun hikmetinden daha ekmel bir hikmet ve inâyetinden daha ecmel bir inâyet ve merhametinden daha eşmel bir merhamet ve adâletinden daha ecell bir adâlet olamaz ve tasavvur edilemez. (Burada da üstaz hazretleri aynı Murassâ (Süslü, sanatlı) secilere devam ediyor. hikmetinden daha ekmel bir hikmet inâyetinden daha ecmel bir inâyet merhametinden daha eşmel bir merhamet adâletinden daha ecell bir adâlet Ayrıca hikmetinden hikmet; inayetinden, inayet; merhametinden, merhamet; adaletinden, adalet kelime tekrarları da var. Ekmel, Ecmel, eşmel ecell aynı manaları çağrıştıran farklı kelimeler, ifade zenginliği için. İsm-i tafdil vezni olan ef al kalıbıyla yapılmış; şeklen benzerlik gösteriyor; İnayet merhamet, adalet yukarıda olduğu gibi birbirlerini çağrıştıran yakın kelimeler kullanıyor. Eğer faraza tevehhüm ettiğin gibi, daire-i memleketinde daimî menziller, âlî mekânlar, sâbit makamlar, bâki meskenler, mûkîm ahali, mes ud raiyyeti bulunmazsa; şu hikmet, inâyet, merhamet, adâletin hakîkatlarına şu bekasız memleket mazhar olamadığı mâlûm ve onlara mazhar olacak, (daimî menziller sâbit hikmet âlî mekânlar mes ud inâyet bâki makamlar merhamet ahali meskenler adâletin hakîkat memleket makam-mekan-menzil-mesken-memleket ve daimi-sabit-bâki-mukim kelimeleri arasında tenasüp sanatı var. Aynı manaya gelen birkaç kelime kullanıyor, bunların karşılığında bekasız kelimesini getirerek tezat sanatı yapıyor ve hakeza. Ayrıca m, l, k, t; i, e gibi sesli ve sessiz harflerin tekrarıyla, asonans ve aliterasyon sanatı yapıyor. İnayet merhamet, adalet yukarıda olduğu gibi birbirlerini çağrıştıran yakın kelimeler kullanıyor başka yerde de bulunmazsa; o vakit gündüz ortasında güneşin ışığını gördüğümüz halde güneşi inkâr etmek derecesinde bir ahmaklıkla, şu gözümüz önündeki hikmeti inkâr etmek ve şu müşahede ettiğimiz inâyeti inkâr etmek ve şu gördüğümüz merhameti inkâr etmek ve şu pek kuvvetli emârâtı, işârâtı görünen adâleti inkâr etmek lâzımgelir. Hem bu gördüğümüz icrâat-ı hakîmane ve ef âl-i kerîmane ve ihsânât-ı rahîmanenin sahibini; -hâşâ sümme hâşâ!- sefih bir oyuncu, gaddar bir zâlim olduğunu kabûl etmek lâzımgelir. Bu ise, hakîkatlerin zıtlarına inkılabıdır.

(hikmeti inkâr etmek emârâtı icrâat-ı hakîmane inâyeti inkâr etmek işârâtı ihsânât-ı kerîmane merhameti inkâr etmek rahîmane adâleti inkâr etmek Yine burada da göz-müşahede-görmek-görünmek-gördüğümüz kelimeleri arasında tenasüp ve Tekrîr sanatı bulunmaktadır. Emârât, işârât birbirine yakın kelimeler, icraat ve efal de öyle ve dolayısıyla bunları da tenasüp sanatı olarak kabul etmek mümkündür. Ayrıca asonans ve aliterasyon burada da var.) Halbuki inkılâb-ı hakaik, bütün ehl-i aklın ittifakıyla muhaldir, mümkün değildir. Yalnız, her şeyin vücûdunu inkâr eden Sofestâî eblehler hariçtir. Bu cümle de asonans ve aliterasyona en güzel örnek. Hemen hemen bütün kelimelerinde bu sanatlar kullanılmış. h, l, ka, ke, i, a, ü, e sesli ve sessiz harfleri tekrarlanmış. Demek, bu diyardan başka bir diyar vardır. Onda bir Mahkeme-i Kübrâ, bir ma dele-i ulyâ, bir mekreme-i uzmâ vardır ki; tâ şu merhamet ve hikmet ve inâyet ve adâlet tamamen tezahür etsinler Burada da kalın sesli harfleri kullanıyor. Asonans ve aliterasyon burada da var. Mahkeme, ma dele, mekreme, birbirine yakın, birbirini çağrıştıran ve aynı manaya gelen kelimeler olmasının yanında vezin olarak da aynı vezinde olmaları Secî sanatında ayrı bir maharet olarak kabul edilir. Yine merhamet, hikmet, inayet, adalet gibi birbirini çağrıştıran, birbirlerine yakın, aynı mana etrafında dönen kelimeler kullanarak bir üslup zenginliği harikalığını gösteriyor. Yine seci denilen, cümle içindeki kafiyeleri burada da kullanıyor. Kübrâ Mahkeme-i merhamet ulyâ ma dele-i hikmet uzmâ mekreme-i inâyet adâlet Evet gördüğünüz gibi yarım sayfa bir metni Bediüzzaman Hazretleri hemen hemen her kelimede hatta her harfte nasıl edebi sanatlara riayet ederek yazmış. Nasıl edebi bir maharet göstermiş. Eski eserlerde olduğu gibi böyle edebiyat yapmak onun söylemini ağırlaştırmamış, mananın kaybolmasını sağlamamış, nazarları kendine çekmemiş. Yukarıda dediğimiz gibi bu gerçekten bir ikram-ı ilahidir. En büyük edipler bile bu kadar maharet gösterememişlerdir. Bu yüzden Akif in sözünü bir kez daha hatırlayalım. Ne kadar doğru bir söz söylediğini tekrar takdir edelim: Viktor Hügo lar, Şekspirler, Dekartlar; edebiyatta ve felsefede, Bedîüzzaman ın bir talebesi olabilirler. (Sözler, Konferans, s.764)

Şimdi yukarıda gösterdiğim özelliklerle metni bir kez daha verelim ve nasıl göze hitap ettiğini, metnin nasıl bir görsel şölene dönüştüğünü bir kez daha seyredelim: Gel, ey muannid arkadaş! Bir tayyareye... ya şarka veya garba, yâni; mâzi ve müstakbele giden bir şimendifere binelim. Şu mu cizekâr zâtın, sâir yerlerde ne çeşit mu cizeler gösterdiğini görelim. İşte bak, gördüğümüz menzil ve meydan ve meşher gibi acâibler, her tarafta bulunuyor. Lâkin san atça, sûretçe birbirinden ayrıdırlar. Fakat, buna iyi dikkat et ki: O sebatsız menzillerde, o devamsız meydanlarda, o bekasız meşherlerde; ne kadar bâhir bir hikmetin intizâmâtı, ne derece zâhir bir inâyetin işârâtı, ne mertebe âlî bir adâletin emârâtı, ne derece vâsi bir merhametin semeratı görünüyor. Basiretsiz olmayan herkes yakînen anlar ki: Onun hikmetinden daha ekmel bir hikmet ve inâyetinden daha ecmel bir inâyet ve merhametinden daha eşmel bir merhamet ve adâletinden daha ecell bir adâlet olamaz ve tasavvur edilemez. Eğer faraza tevehhüm ettiğin gibi, daire-i memleketinde daimî menziller, âlî mekânlar, sâbit makamlar, bâki meskenler, mûkîm ahali, mes ud raiyyeti bulunmazsa; şu hikmet, inâyet, merhamet, adâletin hakîkatlarına şu bekasız memleket mazhar olamadığı mâlûm ve onlara mazhar olacak, başka yerde de bulunmazsa; o vakit gündüz ortasında güneşin ışığını gördüğümüz halde güneşi inkâr etmek derecesinde bir ahmaklıkla, şu gözümüz önündeki hikmeti inkâr etmek ve şu müşahede ettiğimiz inâyeti inkâr etmek ve şu gördüğümüz merhameti inkâr etmek ve şu pek kuvvetli emârâtı, işârâtı görünen adâleti inkâr etmek lâzımgelir. Hem bu gördüğümüz icrâat-ı hakîmane ve ef âl-i kerîmane ve ihsânât-ı rahîmanenin sahibini; -hâşâ sümme hâşâ!- sefih bir oyuncu, gaddar bir zâlim olduğunu kabûl etmek lâzımgelir. Bu ise, hakîkatlerin zıtlarına inkılabıdır. Halbuki inkılâb-ı hakaik, bütün ehl-i aklın ittifakıyla muhaldir, mümkün değildir. Yalnız, her şeyin vücûdunu inkâr eden Sofestâî eblehler hariçtir. Demek, bu diyardan başka bir diyar vardır. Onda bir Mahkeme-i Kübrâ, bir ma dele-i ulyâ, bir mekreme-i uzmâ vardır ki; tâ şu merhamet ve hikmet ve inâyet ve adâlet tamamen tezahür etsinler. Burada yaptığımızın Bediüzzaman Hazretlerinin edebiyat anlayışına aykırı olduğunu yani edebî bir hastalık olarak gördüğü lafızperestlik, üslupperestlik suretperestlik teşbihperestlik hayalperestlik kafiyeperestlik tanımına girdiğini düşünmemek lazımdır. Biliyorsunuz Üstaz Hazretleri şöyle demekteydi: Evet lafızperestlik bir hastalıktır, fakat bilinmez ki hastalıktır... Lafızperestlik nasıl bir hastalıktır.. öyle de; sûretperestlik ve üslûbperestlik ve teşbihperestlik ve hayalperestlik ve kafiyeperestlik şimdi filcümle, ileride ifrat ile tam bir hastalık ve ma nayı kendine feda edecek derecede bir maraz olacaktır. (Muhakemat, İkinci Makale, s.68) Fakat bunun devamı da var. Üstat Hazretleri lafza zinet vermeye, suret-i manaya haşmet vermeye, üslûba parlaklık vermeye, teşbihe revnak vermeye hayale cevelan ve şaşaa vermeye karşı değildir. Bunları tabiat-ı mana istemek, mealin iznini almak, maksudun istidadı müsait olmak, matlubun münasebetini göze almak ve rızasını tahsil etmek, hakikattan istimdad etmek şartıyla yapılabileceğini söylemektedir.

Nitekim kendisi de Risalelerde bunu yapmıştır. Risalelerde sözleri süslüdür, manaları haşmetlidir, üslubu parlaktır, benzetmeleri renklidir, hayalleri şaşaalıdır fakat böyle yapması lafızperestliği asla akla getirmiyor, bunları hissettirmiyor, metnin içinde gizliyor, metnin tabiliğini bozmuyor, sunilik havası yani edebiyat yapmak havası hissettirmiyor, hakikate de aykırı düşmüyor. Evet lafza zînet verilmeli, fakat tabiat-ı ma na istemek şartıyla.. ve sûret-i ma naya haşmet vermeli, fakat mealin iznini almak şartıyla.. ve üslûba parlaklık vermeli, fakat maksudun isti dâdı müsaid olmak şartıyla.. ve teşbihe revnak vermeli, fakat matlubun münâsebetini göze almak ve rızasını tahsil etmek şartıyla.. ve hayale cevelan ve şa şaa vermeli, fakat hakîkatı incitmemek ve ağır gelmemek ve hakîkata misâl olmak ve hakîkattan istimdâd etmek şartıyla gerektir. (Muhakemat, İkinci Makale, s.69) Son olarak bir hususa daha değinmek istiyorum. Eğer Risaleleri sadeleştirirsek burada verdiğim bütün bu özellikler gidecektir, görünmeyecektir. Sürekli okunma, kolay okunma, okurken hoşlanma gibi özellikler kaybolacak, musiki de öyle. Sadece akıl hissesini almış olacak, ruh, kalp, sır, hafa diğer lâtifeler hatta göz bile hissedar olamayacaktır. Bu muhteşem görsel şölen, edebî ziyafet, müzikalite bozulmuş olacak. Bunun da risalelere hizmet olmadığı, niyet ne kadar halis de olsa bile zarar olduğu, yani doğru bir şey olmadığı yanlış olduğu açıktır, ortadadır. Burada yaptığımız incelemeyle Risaledeki değil bir kelimenin bir harfin bile ne kadar ehemmiyetli olduğu görülmüş oluyor. Sonra risalelerin kelimeleri canlıdırlar. Binlerce kelimeler içerisinden seçilmişlerdir. Okuyan kimseye hiç farkında olmadan değişik manalar, müjdeler, teselliler açmaktadırlar. Sadeleştirme üstadın sesinin kaybolması demektir. Üstatla sohbet etmeyi engellemek demektir. Üslûb-ı beyan aynıyla insandır. Üslûp üzerinde yapılacak değişiklikler yani sadeleştirme bu lahuti sesi kısmak, insanlar üzerindeki etkisini azaltmak anlamına gelmektedir. Yukarıda üstadımızın ağzıyla söylediği gibi Risalelerin en keskin silahını elinden almak, en karşı konulmaz kuvvetini kırmak demektir. Bu da risalelere hizmet olmasa gerektir. Onu etkisiz hale getirmek demektir.