Editörden. Sevab Satıcılığı. Aşk Üzerine. Mustafa Dinç i Dinlediniz Mi?



Benzer belgeler
Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları

TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN. Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla

O, hiçbir sözü kendi arzularına göre söylememektedir. Aksine onun bütün dedikleri Allah ın vahyine dayanmaktadır.

Recep in İlk Üç Orucunun Fazileti

HÜCCETİN İKAMESİ VE ANLAŞILMASI

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Ana Stratejimiz Milletimizle Gönül Bağımızdır BÜLTEN İSTANBUL B İ L G. İ NOTU FİLİSTİN MESELESİ 12 de İÇİN 3 HEDEFİMİZ, 3 DE ÖDEVİMİZ VAR 3 te

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

URL: Hazırlayan: Mehmet Fatih Bütün. Dua. Dua İbadetin Özüdür. Niçin ve Nasıl Dua Edilir? Kur'an'dan ve Hz. Peygamber'den Dua Örnekleri BÖLÜM: 2

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205)

GADİR ESİNTİLERİ -9- Şiir: İsmail Bendiderya

3. Farz Dışında Yaptığı İbadetler

Kültürümüzden Dua Örnekleri. Güzel İş ve Davranış: Salih Amel. İbadetler Davranışlarımızı Güzelleştirir. Rabbena Duaları ve Anlamları BÖLÜM: 3 URL:

Bir selam ile selamlandığınızda ondan daha iyisiyle veya aynısıyla selamı alın (Nisa 86)

KURAN I KERİMİN İÇ DÜZENİ

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım.

MARUF VAKFI İSLAM EKONOMİSİ ENSTİTÜSÜ AÇILDI

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

iki sayfa bakayım neler var diye. Üstelik pembe kapaklı olanıydı. Basından izlemiştim, pembe kapaklı bayanlar için, gri kapaklı olan erkekler içindi.

İmam-ı Muhammed Terkine ruhsat olmayan sünnettir der. Sünnet-i müekkededir.[6]

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

EHL-İ SÜNNET'İN ÜSTÜNLÜĞÜ.

Orucun tutulacağı günler olduğu gibi tutulmayacağı günlerde vardır. Resûlüllah sav bizzat bunu yasak etmiştir.

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

Kur an-ı Kerim i Diğer Kutsal Kitaplardan Ayıran Başlıca Özellikleri

M. Sinan Adalı. Eski zamanlarda yaşamış peygamberlerin ve ümmetlerinin başlarından geçen ibretli öyküler, hikmetli meseller

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli?

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

7- Peygamberimizin aile hayatı ve çocuklarla olan ilişkilerini araştırınız

Arap diliyle tesis edilen İslam a dair hakikatler diğer dillere tercüme edilirken zaman ve zeminin de etkisiyle gerçek anlamından koparılabiliyor.

tarafından yazıldı. Pazartesi, 13 Ağustos :33 - Son Güncelleme Pazartesi, 13 Ağustos :52

Gerçek şudur ki bu konu doğru dürüst anlaşılmamıştır; hakkında hiç derin derin düşünülmemiştir. Ali-İmran suresinde Allah (c.c.) şöyle buyurur; [3]

ALEMLERİN EFENDİSİ NİN (SAV) DİLİYLE KUR AN

Ben Allah ın (cc) kitabıyla kendini keşfeden ve O nunla bir anlam ifade eden her insan gibi, Eşref-i Mahlukat bir varlığım.

Anlamı. Temel Bilgiler 1

M VE NAZARDAN KORUNMA VE KURTULMA YOLLARI. lar aha beteri. dir veya 7 2. Y. 4. a bakarak " " dersek h 6. olarak sadaka verme.

ح م تهني ة غ ملسلم ف مناسبات غ دينية. şeyh Muhammed Salih el-muneccid

Birinci İtiraz: Cevap:

İLİ : GENEL TARİH : Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

3- Hareketimizin; Ankara'da Musab bin Umeyr Derneği dışında hiçbir grup, dernek, cemaat ya da örgütle bir bağlantısı bulunmamaktadır.

MEDYA'DA YER ALAN HABERLERLE ALAKALI KURTUBA GENÇLİK HAREKETİ AÇIKLAMASI

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun da acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

Tokat Plevne İmam Hatip Ortaokulu Öğrencilerinin Sorularına cevaplarımız

Question. Masumların (Allah ın selamı üzerlerine olsun) velayet hakkına sahip olduklarının delili Nedir?

Selman DEVECİOĞLU. Gönül Gözü

1.Birlik ilkesi: İslam inancına göre bütün varlıklar, bir olan Allah tarafından yaratılmıştır.

7.SINIF SEÇMELİ KUR AN-I KERİM DERSİ ETKİNLİK (ÇALIŞMA) KÂĞITLARI (1.ÜNİTE)

Sevgili dostum, Can dostum,

Revak Kitabevi, 2015 Tüm hakları Revak Kitabevi ne aittir. Sertifika No: Revak Kitabevi: 30 Bektaşîlik Serisi: 4. Fakrnâme Vîrânî Abdal

Çoğunluk olmak, azınlığı yok saymak

Azrail in Bir Adama Bakması

Kur an ın varlık mertebelerini beyan eder misiniz ve ilahi vahiyde lafızların yerinin ne olduğunu

Pazartesi İzmir Basın Gündemi

Islam & Camii Diyanet İşleri Türk İslam Birliği


KURAN YOLU- DERS 3. (Prof.Dr. Mehmet OKUYAN ın Envarul Kuran isimli 3 no lu dersinin ilk 50 dakikasının özeti)

1 İslam ne demektir? Hazreti Peygamberimiz in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği din olup bunu kabul etmek, Allah a ve resulüne itaat etmektir.

Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin?

NAMAZI, MESCİT VEYA CÂMİDE CEMAATLE KILMANIN HÜKMÜ. Vaizler Muhammed b. Salih el-muneccid. Terceme edenler. Muhammed Şahin. Tetkik edenler Ümmü Nebil

MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Hz. Adem den Hz. Muhammed (s.a.v.)e güzel ahlakı insanda tesis etmek için gönderilen dinin adı İslam dır.

Ezan Vakti/Kuran-ı Kerim Pro [Faydalı Android Uygulamalar]

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

İbadetin Manası ve Çeşitleri

HZ. PEYGAMBER (S.A.V) İN HOŞGÖRÜSÜ VE AFFEDİCİLİĞİ

1 Ahlâk nedir? Ahlâk; insanın ruhuna ve kişiliğine yerleşen alışkanlıklardır. İki kısma ayrılır:

İmanda Mürakebe Bilinci - Akaid - Dr. Mehmet Sürmeli'nin kişisel web sitesine hoşgeldiniz.

ÇANAKKALE İLİ GELİBOLU İLÇE MÜFTÜLÜĞÜ 2016 YILI 1. DÖNEM (OCAK-ŞUBAT-MART) VAAZ VE İRŞAD PROGRAMI

Üç kişi vardır ki, Allah kıyamet gününde onlarla ne konuşur, ne onlara nazar eder, ne de onları günahlarından arındırır, onlara elim bir azap vardır:

MANİSA'DAN KUDÜS İZLENİMLERİ

İÇİMİZDEKİ KOMŞU SURİYE

Kur an Kerim ayetlerinde ve masumlardan nakledilen hadislerde arş ve kürsî kavramlarıyla çok

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

HOŞ GELDİN RAHMET AYI RAMAZAN!

Kendim yanarım aşk ile gayre zararım yok. Ser tâ be kadem ateşim amma şererim yok. Yâri ararım devrederek hâne be hâne

Eğitim Programları ANA HATLARIYLA İSLAM DİNİ

Gençlik Eğitim Programları DAVET

4. Habib-i Neccar Hz. Anma Etkinlikleri

ÜMMETİN GELECEK NESLİ ÇOCUKLARIMIZA NAMAZ EĞİTİMİ NASIL VERİLEBİLİR? Gelecek Nesle Doğru

TÜRKİYE - AFRİKA EKONOMİ FORUMU AÇILIŞ TÖRENİ KONYA 9 MAYIS İş Dünyası ve STK ların Değerli Başkan ve Temsilcileri,

GADİR ESİNTİLERİ -10- Şiir: İsmail Bendiderya

Aile Bülteni. ANKA Çocuk Destek Programı nın Tanıtımı Yapıldı. aile.gov.tr

dinkulturuahlakbilgisi.com amaz dinkulturuahlakbilgisi.com Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

Gençler, "İrade, Erdem ve Hürriyet" Temasıyla Buluştu

Selam vermekle karşımızdaki kimseye neyi ifade etmiş oluruz?

Allah Kuran-ı Kerim'de bildirmiştir ki, O kadın ve erkeği eşit varlıklar olarak yaratmıştır.

Acaba İslam dini Kadın ın sünnet olması doğrultusunda bir destur vermiş midir?


TED İN AYDINLIK MEŞALESİNİ 50 YILDIR BÜYÜK BİR GURURLA TAŞIYAN OKULLARIMIZDA EĞİTİM ÖĞRETİM YILI BAŞLADI

İKİNCİ MEŞRUTİYET DÖNEMİ. Neslihan Erkan

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

İslam Hukukunun kaynaklarının neler olduğu, diğer bir ifadeyle şer î hükümlerin hangi kaynaklardan ve nasıl elde edileceği, Yemen e kadı tayin edilen

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-'in doğum yıldönümünü türkü-şarkı söylemeden ve haramlar işlemeden kutlamanın hükmü

Mirza Tahir Ahmed Hazretleri Cuma Hutbesinde, duanın aşağıdaki bahsedilen durumda şartsız olarak kabul edileceğini söyledi;

Sadîk-i Ahmak yani ahmak dost şiddetli düşmandan,din düşmanından daha fazla verir.

Hoş Geldiniz Kutsal Misafirler

Transkript:

Editörden Değerli okuyucularımız! Her zaman ve mekanda kesintisiz eğitimin önemine gönülden inanan Vakfımızın çalışmalarının temeli eğitim üzerinedir. 2003 yılından beri, ilmi bilgiler ışığında gerçek hayata dair yorumları bizim şehrin yazarlarının kaleminden sizlere aktarma gayretimiz de bu prensimizin sonucudur. Zafer, Girişim, İslam Dergisi, Kodaya Ed-Düveliyye gibi yerli ve yabancı birçok mevkutelerde makaleleri yayınlanan; Milli Gazete, Zaman, Yeni Şafak ve Yeni Asya gazetelerinde dış haberler servisini yönetmiş; siz Sakaryalı hemşehrilerimizin hiç de yabancı olmadığı değerli gazeteci-yazar Mustafa Özcan Beyefendi artık bizler için de yazı lütfedecek. Arap Baharı konusunda kafası karışık olan, meseleyi parçalı olarak gören ve durumu kavramakta zorlananlar için müthiş tespitler içeren Cebabire Döneminden Çıkış başlıklı ilk yazısını kapak konusu yaptık. Adabülteni ailesi olarak kendisine hoş geldiniz diyoruz. Mustafa Özcan Beyefendinin yazısındaki tespitlerinde yer alan İttihat ve Terakki mensubu, idarecileri Jöntürkler/Genç Türkler Doç.Dr.Ebubekir Sofuoğlu Hocamızın geçen sayımızdan devam eden bölümünde de yerini almaktadır. Yusuf Yavuzyılmaz Hocamızın kullandığı okuyucuyu ürkütebilecek başlık, yazısını okuyunca haklı tespitleri içerdiğini kabul ettiren; Hak aramak için silah kullanmayı gerektirecek hiçbir meşru dayanağın olmadığı görüşünü daha net benimsettiren tespitleri içeren bir analiz. Yazımı daha fazla uzatmayayım. Bu sayımız gerçekten de ilgi çekici. Selam ve muhabbetlerimizle 2-5 Cebabire Döneminden Çıkış 6-7 Tarihten Notlar 10-11 Sevab Satıcılığı 12-13 Aşk Üzerine 16-17 Faaliyetlerimiz 18-20 Ezan 8-9 Kürtler PKK - KCK ve BDP 14-15 Mustafa Dinç i Dinlediniz Mi? 21-25 Ada dan Portreler Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Sahir AKÇA Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Ertuğrul ERDEM Grafik&Tasarım Özer ÖZTÜRK Yayın Kurulu Sahir AKÇA, Yusuf Ertuğrul ERDEM, Atilla YAKAR, Yusuf ERKAN, Enes İLGÜR Reklam Sorumlusu Atilla YAKAR Baskı Burak Ofset İrtibat: Atatürk Bulvarı Kadir Hoca Sokak (Öğretmenevi Yanı) Ötük Apt. No:1/3 Adapazarı /SAKARYA Telefon: 0 264 277 19 46 E-mail adabulteni@hotmail.com Yayınlanan Yazıların Fikri Sorumluluğu Yazarlara Aittir. Gönderilen Yazılar İade Edilmez. İsim Zikredilerek İktibas Yapılabilir.

KÖŞE YAZISI Mustafa ÖZCAN Cebabire Döneminden Çıkış El Ümmet dergisinin eski yayın yönetmeni Ömer Ubeyd Hasene nin ifadesiyle hadisler bize gelecekten bahsediyor. Daha somutlaştırarak soracak olursak; sözgelimi hadisler Arap Baharı ndan da bahsetmiş midir? Kesinlikle bahsetmiştir. Şöyle ki; Arap Baharını tarih içindeki yerine oturtamayan ve bağlamına (siyak) yerleştiremeyen meseleye bütüncül olarak bakamaz. Ancak parçalı olarak görür ve kafası karışır. Nitekim öyle de olmaktadır. Halbuki, Arap Baharı yeni bir dönemi ve trendi temsil ediyor. Ve Arap Baharının tarih içindeki yerini tespit için nübüvvet kandili ve mişkatına başvurmak zorundayız. Zira bütün peygamberler geçmişin tarihi kadar geleceğin tarihinden de bahsetmişlerdir. Onların buyrukları ışığında geleceğe bir yolculuk yapabilir ve geleceğin tarihini okuyabiliriz. Tarihin akışını ancak bu şekilde kavrayabiliriz. Ömer Ubeyd Hasene, ahirzamanla ilgili haberlerin esasında gelecekten haber vermek olduğunu ve bir anlamda fütüroloji/gelecek ilmini temsil ettiğini ifade etmektedir. Elbette zaman zaman rivayetlerde veya hadislerin naklinde iltibas, karışıklıklar husule gelmiştir. Bulutlanma veya küllenme olmaktadır. Bazılarının üstü ravilerin katmalarıyla örtülmektedir. Bazen de haklarında isabetli veya isabetsiz yorumlar yapıldığından kafa karışıklığına neden olmaktadır. Lakin kafa karışıklığına neden olması haberlerin kaynağının sıhhatini ortadan kaldırmaz. Nasıl ki Mehdi müddeilerinden dolayı münkirleri bu vartadan çıkışın en kolay yolunun konuyla ilgili hadisleri reddetmekten geçtiğini söylüyorlarsa bazıları da 2

KÖŞE YAZISI Hazreti Peygamberin gaybı bilmeyeceğini ve gaipten veya gelecekten haber vermeyeceğini söyleyebilirler. Halbuki, tarih ilmi metodu veya metodolojisi bir sünnetullah olarak semptomlara ve arazlara bakarak geleceği aydınlatabilir. Bu vasıta ile kimliğini veya sıfatını okuyabiliriz. Fiziğin ve kimyanın kanunları olduğu gibi tarihin de sosyolojinin de kanunları vardır. Bu kanunları iyi okuyanlar geleceği bir biçimde keşfedebilirler. El Ümmet dergisinin eski yayın yönetmeni Ömer Ubeyd Hasene nin ifadesiyle hadisler bize gelecekten bahsediyor (1). Daha somutlaştırarak soracak olursak; sözgelimi hadisler Arap Baharı ndan da bahsetmiş midir? Kesinlikle bahsetmiştir. Şöyle ki, bir dönem baş göstermiştir. Bu dönem birinci hilafet dönemidir. Peygamberimiz bu dönemi hilafe ala minhaci l nübüvve/peygamberlik metodu üzerine hilafet olarak takdim etmiştir. Bu ikinci dönemdir ve başka hadislerde bu dönemin 30 yıl süreceği haber verilmiştir. Benden sonra hilafet 30 yıl kaydından dolayı bazıları yanılmış ve bütün hilafet döneminin otuz yıldan ibaret olduğunu sanmıştır. Bazıları benden sonra hilafet 30 yıldır ifadesinden münhasıran bütün hilafetin 30 yıl olduğu kanaatine varmışlardır. Halbuki diğer hadisler bunu birinci hilafet dönemi olarak tahsis etmiştir. Yani hadisin ifadesi tahsise tabidir. İkinci hilafet dönemi hadislerine muttali olmayanlar o ifadeyi umum ve mutlak kabul etmişlerdir. ve bunu açıklaması halinde kellesinin koparılacağını söylemiştir. Said Havva bunu Emevilerle ilgili bilgisine hamleder. Gerçekten de El Hasais el Kübra da aktarıldığı gibi Ebu Hureyre (R. A.) hicri 60 tarihine ulaşmak istemediğini ve bu dönemde Mervan Oğullarının iktidara geleceğini söyler. Bu dönemi uğursuz bir dönem olarak telakki eder. Özellikle de geçiş devresi itibarıyla. Hazreti Muaviye nin 19 yıllık geçiş süresinden sonra üçüncü dönem baş göstermiştir. Bu dönem, hadiste ifadesini melik-i adlık dönem olarak bulmaktadır. Peygamberlik metodu üzerine ( ala minhaci n nübüvve) hilafetten yani geçek hilafetten ayrılır. Bu dönem saltanat ve ümera dönemidir. Kimileri bu döneme mecazi veya suri hilafet dönemi de demektedir. Bu dönem Yezid Peygamberimiz İslam tarihini dönemlere ayırmıştır. Bunlardan ilki kendi peygamberlik dönemidir. Bu 23 yıllık bir dönemi kapsamaktadır. Peygamberimizin refik-i a la ya irtihalinden ve göçünden sonra yeni İmam Celaleddin Suyuti, El Hasais el Kübra da Ebu Hureyre(R. A.) kaynaklı hadis-i şeriflerle üçüncü dönemin işaretlerini vermektedir. Ebu Hureyre radiyalluhu anh ikinci kap bir ilimle mücehhez olduğunu ile başlamış ve İkinci Abdulhamit Han ın saltanatının sonuna kadar devam etmiştir. Bu dönem melik-i adlık yani ümera ve otoriterlerin dönemidir. 3

KÖŞE YAZISI Dördüncü dönem de ulemanın ittifakıyla Osmanlı nın çökmesi ile birlikte başlamıştır. Elbette bir geçiş süreci vardır. Bu süreç İttihatçılar dönemidir. İttihatçılar dönemi alacalı bir dönemdir. Bu döneme el melik cebriye veya cebabire veya decacile dönemi denmektedir. Totaliter bir dönemdir ve bu döneme diktatörler ve jakobenler damgasını vurmuştur. Said Havva bu dönemin Osmanlı nın yıkılmasıyla ve Kemalizm dönemiyle başladığını ileri sürmektedir. Daha sonra Kemalizm modeli tamim edilmiş ve İslam dünyasında genelleşmiştir. Ertuğrul Özkök, Hürriyet teki 25 Mart 2003 tarihli yazısında tarihin bu yönüne tanıklık etmektedir. İşte yazdıklarından bazı satırlar: Amerika Birleşik Devletleri nde Başkan Bush ve Körfez Savaşı üzerine David Frum un yazdığı The Right Man isimli kitabı okuyorum. Bunu Türkçeye Doğru Adam şeklinde çevirebilirsiniz. Bu kitapta bizi de ilgilendiren ilginç bir bölüm var. Kitabın yazarı, son 50 yılda Amerikan dış politikasının İslâm dünyası ile ilgili en büyük tutkusunun, çeşitli ülkelerde birer Kemal Atatürk yaratmak olduğunu yazıyor. Onun demokrat değil, ama modernleştirici yanı onları çok etkilemiş. Onun kadınlara haklarını vermesi, Lâtin alfabesine geçişi, Medeni Kanun u uygulaması ve gerçekleştirdiği başka birçok reform, Türkiye yi ABD nin İslâm dünyasındaki en güvenilir müttefiki haline getirmiş. İşte o nedenle öteki İslâm ülkelerinde de yeni Atatürk ler aramışlar. Meselâ Endonezya da Suharto, İran da Şah Rıza Pehlevi, Mısır da Nasır ı böyle bir lider olarak görmek istemişler. En ilginci de bir süre için Irak ta Saddam ı, Atatürk modelini gerçekleştirebilecek bir lider olarak görmüşler. Said Havva da Cündullah Sakafeten ve Ahlaken adlı eserinde cebabire döneminin diktatörlükler dönemi olduğunu ve bunun karakterinin de askeri darbeler olduğunu ve bu dönemin Kemalizm ile başladığını ileri sürmektedir (2). Son 10 Kasım da (2011) özellikle Mustafa Kemal in diktatör olup olmadığı muhalif ve muvafık taraftarlarca tafsilatlı bir biçime tartışılmıştır. Erzincan Mevlevihanesi postnişlerinden Kemahlı Ebu Kemal İbrahim Hakkı Sultan Reşad a nasihatü l mülük tarzı bir risale yazar ve risalesinin adını da Şemsu l İrşad Li Sultani l Reşad koyar. Risalesinde bazı karmaşık noktalar varsa da genel olarak zamanın ruhunu iyi okur ve o ruh çerçevesinde Sultan Reşad a tavsiyelerde bulunur. Yine söz konusu hadise istinaden ümera ve melik-i adlık döneminin Sultan İkinci Abdulhamit dönemiyle birlikte sona erdiğini ve İttihatçılarla birlikte yeni bir dönemin zuhura geldiğini haber verir. Bu İttihatçılarla birlikte başlayan yeni dönem cebabire dönemi veya hadis diliyle el melik el cebriyye dönemidir. Yani cumhuriyet adı altında diktatörlerin ve totaliterlerin dönemidir. Ebu l Kemal İbrahim Hakkı bu hadisi şerifi izah ederken şöyle diyor: Bu hadis-i şerifin sıhhati muktezasınca İslam tarihi Hilafet, Emaret, Mülük, Cebabire, Mehdiye, Kahtaniye, Süfyaniye gibi namlar ile yediye ayrılıp hilafet devri resul-u zişandan başlayarak Hazreti Ali de son bulmuştur. Emaret devri Hasan bin Ali den sonra Hazreti Muaviye de son bulmuştur. Melikler devrinin evvelinde Emevi Yezid sonunda Sultan İkinci Abdulhamid bulunmuştur. Devrimiz hakanı bulunan Sultan Reşad Han ın saltanatının başlamasıyla (1909) da cebabire devrine girilmiştir.. Risalede cebabire devri hakkında şu izahta bulunulmaktadır: Cebabire, isyan ve tuğyanda bulunan bir taifedir ki hak dairesinden çıkıp batıl dairesine girmekle yeryüzünü zulümle doldururlar demektir Şemsü l İrşad risalesine göre, Sultan Mehmet Reşad devri yani 1909 ve 1918 karışıklıkların isyan ve tuğyan içinde bulunan idarecilerin ve en mühimmi hak yoldan ayrılanların olduğu bir devirdir. Bu devrin müsebbipleri için de şu hadis-i şerifi nakletmektedir: Ümmetimin helakı bir takım gençlerin elleri üzerine vaki olur. Gençlerden maksadın da İttihat ve Terakki mensupları ve idarecileri (Genç Türkler) olduğunu işaret ederek şunları söylemektedir: İşte bu millette hürriyet zuhurundan (meşrutiyetin ilanından) sonra müşahade ettiğimiz yaşları genç, günahkar ve kötü huylu kişilerin milletin mühim işlerinde istihdam edilmeleri zevali saltanat ve kurb-u kıyamet alametlerindendir. Başka bir hadis-i şerifte yine şöyle buyruluyor: Ahirzamanda bir kavim çıkar ve meydana gelir ki yaşça küçük ve amel yönünden de akılsız ve sefih ve alil olup mahlukun hayırlısı olan Muhammed Aleyhiseslam ın sözlerini değiştirerek konuşurlar. Yahut böyle böyle dedi diye Peygamberimize ait olmayan sözleri isnat ederler. Kur-an-ı Kerim dahi okurlar. Lakin imanın aslı olan Lailahe illallah ve Muhammedun resulullah cümlesi yahut manası boğazlarından aşağıya geçmez. Yani kalplerine girmeyip yalnız ağızlarında dolaştırır dururlar. Ve okun yaydan çıktığı gibi onlar da dinden öyle çıkarlar (3) Burada Ebu l Kelam İbrahim Hakkı hadis mütehassısı olmadığından İslam tarihini beş devreye ayıran hadis-i yedi devre olarak ifade etmektedir. Bu hatadır ve meşhur olan rivayete muhaliftir ve dolayısıyla racih değil mecruhtur. Lakin tespitleri yerindedir. Hilafetten ısırıcı saltanat devrine geçişte ifade edilen kuşak aynen ümera döneminden cebabire dönemine geçişteki nesle benzemektedir. Yani Ebu Hureyre nin ifadesiyle Mervanilerin şirreti ile sonraki dönemin aktörleri olan İttihatçıların veya Selaniklilerin şirreti birbirine benzemektedir. 4

KÖŞE YAZISI İki dönem arasını veya ümera ile cebabire dönemleri arasını en iyi izah eden zat filozof Rıza Tevfik ve onun İkinci Abdulhamit Han şiiridir. Muhallet ve layemut şirinde İkinci Abdulhamit ile muakkiplerini karşılaştırmakta ve kendisinden, daha önceki sataşmaları nedeniyle özür dilemektedir... Cebabire döneminden sonra da yeni bir hilafet dönemi müjdelenmektedir. İşte Arap Baharı da tam bu noktada patlak vermiştir. Ve Arap Baharı tarihin bu dilimine mukaddem olarak tahakkuk etmiştir. Tarihin faylarından veya hatlarından birisi burada Arap Baharı ile kesişmektedir. Yemenli ulemadan Abdulmecid Zindani, Arap Baharı veya Arap halkının kalkışmasıyla birlikte tarihi yeni bir döneme girildiğini ve bu baharın yeni dönemin ayak seslerini temsil ettiğini söylemektedir. Bunu haber-i nebevinin bir müjdesi olarak telakki etmektedir. Tunus halkının Muhammed Buazizi nin durumu nedeniyle ayağa kalkmasının esbap dairesinde anlaşılamayacağını ve bunun ancak nübüvvet mişkatından ve süzgecinden geçen ve çıkan ışıkla anlaşılabileceğini ifade etmektedir (4). Zindani, Arap Baharıyla birlikte cebabire döneminin de kapandığını ve sona erdiğini ve yeni bir dönemin ayak seslerinin duyulduğunu ve bunun da hadislerde ifade edilen beşinci döneme yani ikinci hilafet dönemine denk geldiğini ve tekabül ettiğini söylemektedir. Bu, peygamberlik metodu üzerine ikinci hilafet devridir. Abdulmecid Zindani konuyla ilgili sohbetinde meseleyi hilafet meselesine getirmiş ve şunları söylemiştir: ABD Ulusal Güvenlik Konseyi tarafından Obama ya bir rapor sunulmuştur. Raporda İslam dünyasının 2025 yılında yeniden hilafeti ilan edeceği ifade edilmektedir. Rusya da da benzeri değerlendirmeler yapılmaktadır. Duma Meclis Başkan Vekili Medeniyetler Savaşı başlıklı bir kitap kaleme almış ve kitabında 2020 li yıllarda Atlantik Okyanusu kıyılarından Çin Seddine kadar yeni bir medeniyetin doğacağını ve bunun da İslam medeniyeti olacağını ifade etmektedir. Zindani nin temas ettiği Duma Meclis Başkan Vekili nin söz konusu öngörüsü daha önce de Nixon tarafından The Seize of Moment gibi kitaplarda dile getirilmiştir. Nixon kitabında İslam dünyasının birleşmesi halinde gelecekte Batı nın tek rakibi olacağını ve onu tahtından indirebileceğini öngörmekte ve Atlantik Kıyılarından Çin Seddi ne kadar bir ve birleşik İslam dünyasından bahsetmektedir. Demek ki gelecekte saklı bir tarih vardır. Şimdiden Arap Baharı ile birlikte seçimlerle Kuzey Afrika yani Atlantik Okyanusunun beri kıyıları yeşile bürünmektedir. Fas Adalet ve Kalkınma Partisi birinciliği aldığı gibi Tunus da Nahda ve Mısır da da Adalet ve Özgürlük Partisi boy atmakta ve Arap Baharı her yanı yeşile büründürmektedir. Bazıları tezatları öne sürerek zihni bulandırma faaliyetlerinde bulunuyorlar. Halbuki zaferler ve hezimetler perdeli gelir. Mevlana nın deyimiyle dünya zıtlar dünyasıdır. Değişimler de zıtlar üzerinden şekillenmektedir. Zindani ye göre cebbarların veya diktatörlerin iktidara gelişi, kalışı ve gidişi de güçle olur. Kısaca Allah tarihi yeniden karıyor. Ve olayların çıkışı ve akışı esrarengiz bir mucize. Mucizeye alışık olmayan İslami kesimler bile bunu anlamakta, kavramakta ve içselleştirmekte zorlanmaktadırlar.... (1) Amr İbnu l As, Ömer Ubeyd Hasene, s: 57,58,59 ve devamı. El Mektebu l İslami, Beyrut. (2) Cündullah sakafaten ve ahlaken, Said Havva, S: 407. (3) Yedikıta dergisi, Aralık sayısı, s: 52 (4) http://www.youtube.com/watch?v=8es360zpfte&feature=related 5

TARİHTEN NOTLAR Doç. Dr. Ebubekir SOFUOĞLU Yeni Osmanlılar ın, Osmanlı ya Dayattığı I. Meşrutiyet İdaresi Yeni Osmanlılara göre meşruti idare ile başta yaklaşmakta olan 93 harbi dahil tüm yabancı müdahale son bulacak, Avrupa kamuoyu kazanılmış olacaktı. İşte I. Meşrutiyetin henüz ilan edildiği o zamanda bile, Avrupa kamuoyunun kazanılamadığı ve Osmanlı-Rus savaşının önlenemediği ve böylece de yabancı müdahalesinin son bulmayacağı görülmüş ancak Yeni Osmanlılar ve daha sonra da Jöntürkler meşruti idare tesisi inançlarından ve inatlarından vazgeçmemişlerdi.... II. Meşrutiyet in sadece ilanıyla, ne, büyük devletlerin müdahaleleri ne, terörizm faaliyetleri bitiyor, tam tersine sadece bir rejim değişikliği ile devlet, herhangi bir savaş yapılmadan, tek bir kurşun bile atılmaksızın çok büyük toprak parçaları kaybediliyordu. Devletin problemlerine çözüm olarak düşünülen meşrutiyet, devletin felaketi haline dönüşmekle belki de dünya tarihinin bir trajikomik ilk olayı haline geliyordu. Yine Osmanlı nın yıkılması ile sonuçlanan I. Dünya savaşına dahil olma süreci de Meşruti idarenin bir sonucu olan İttihat Terakki iktidarının ferasetsiz ve diktatörce adımları sonucu gerçekleşmişti. İşte bu olaylar Yeni Osmanlıların geleceği kestiremeyen ferasetsizlikleri olarak değerlendirilmelidir. Bir aydın, öne sürdüğü yeniliğin devlete fayda veya zarar verebileceğini önceden kestirebilmelidir. Hele hele aydının öne sürdüğü fikre karşı, fikirler var ise ve aydın buna rağmen ferasetsizliğini sürdürüyorsa, o zaman bu aydının kabahati iki katına 6

TARİHTEN NOTLAR çıkmış olur. Çünkü Abdülhamit ve onun bürokratları, temelde meşrutiyete karşı çıkmıyorlar, sadece, devletin içinde bulunduğu o konjonktürün, buna uygun olmadığına inanıyorlar ve bu hususta meşrutiyetçileri ikna etmeye çalışıyorlardı. Hatta I. Meşrutiyet in ilanı sırasında İstanbul da toplanan ve tarihte 93 harbi diye bilinen Osmanlı-Rus(1877-78) savaşını önlemek için bir araya gelen Büyükelçiler konferansında, meşruti idareye geçilmesi kutlamaları sırasında top sesleri işitildiği zaman dışişleri bakanı Saffet Paşa, artık meşruti idareye geçildiği ve böylece Gayri Müslimlerin haklarının artık meşruti idare ile garanti altına alındığı ve sonuç olarak Gayri Müslimlerin haklarını korumak için oluşturulan bu toplantıya gerek kalmadığına dair beyanı karşısında, büyükelçiler bu ifadeyi Şark kurnazlığı olarak değerlendirmişler ve ciddiye bile almadan konferansa devam etmişlerdi. Halbuki meşrutiyeti formüle eden, bu hususta 10 larca yıl, belki de 10.000 lerce sayfa yazılar kaleme alan, konuşmalar yaparak halkı ikna etmeye çalışan Yeni Osmanlılara göre meşruti idare ile başta yaklaşmakta olan 93 harbi dahil tüm yabancı müdahale son bulacak, Avrupa kamuoyu kazanılmış olacaktı. İşte I. Meşrutiyetin henüz ilan edildiği o zamanda bile, Avrupa kamuoyunun kazanılamadığı ve Osmanlı-Rus savaşının önlenemediği ve böylece de yabancı müdahalesinin son bulmayacağı görülmüş ancak Yeni Osmanlılar ve daha sonra da Jöntürkler meşruti idare tesisi inançlarından ve inatlarından vazgeçmemişlerdi. Bunlar ifade edilirken burada, Demokrasi tarihinin bir aşaması olarak değerlendirilesi gereken Meşruti idarenin bizatihi kendisine karşı çıkılmamaktadır. Bu noktada itiraz edilen tek şey, Meşruti İdare tesisinin zamanlamasına ve bu idare tesisi sürecinin tamamlanmadan ilan edilmesinedir. Fransız ihtilâli fikirlerinin çok uluslu imparatorlukları erittiği, çökerttiği dönemde, yine birçok uluslu yapı olan Osmanlı İmparatorluğu na Meşruti idareyi monte etmek yıkıcı bir etki yapacaktır ve zaten de öyle olmuştur. II. Meşrutiyetin ilanından(1908) altı yıl sonra devlet I. Dünya savaşına girmiş ve yıkılmıştır. Demokrasi tarihinin bir aşaması olarak değerlendirilen I., hatta II. Meşrutiyet idarecilerinin bizzat kendileri, Demokrasi iddiası ile ortaya atıldıktan sonra 1913 te gerçekleştirmiş oldukları BÂB-I ÂLİ baskını ile o dönemdeki demokratik idareyi darbe ile görevden almalarıyla, bizzat kendileri demokrasiyi uygulamadan kaldırmış oluyorlardı. Yıllarca II. Abdülhamit i istibdatla suçlarken, kendilerinin, demokrasiyi darbe ile yürürlükten kaldırmaları, II. Meşrutiyet idaresinin zamanlama ve ekibinin ne kadar yanlış olduğunun bir başka göstergesiydi. Burada itiraz buna yapılmaktadır. Yoksa Demokrasi tarihinin birer aşamaları olan I. ve II. Meşruti idarelerinin bizatihi kendilerine bir itiraz yapılmamaktadır. O halde aydının fonksiyonu ne olmalıdır. Bu şekillerde I. ve II. Meşruti idarelerinin sonucu büyük problemlerin yaşanacağını önceden kestirebilmek zorunda değiller miydi? Sıradan sayılabilecek insanlar gibi, bu felaketleri eğer kestiremiyorlarsa, onlara aydın denmeye devam mı edilmeliydi? Devletin başına gelebilecek bu problemleri, beceriksiz bir şekilde kestiremiyorlarsa, I. Meşrutiyetin ilanı ile devletin başını bir gaile olan Osmanlı- Rus savaşına devleti sokan Meşruti idarenin öngörüsüzlüğü bu kadar çabuk mu unutulmalıydı? Bu beladan örnek alınmamalı mıydı? Bir aydın olmaları hasebiyle, yine de bir ferasetsizlik içindelerse de I. Meşrutiyet le bu gaileyi gördükten sonra, II. Meşrutiyet ısrarından en azından konjonktür gereği, vazgeçmeleri gerekmiyor muydu? Sonuç olarak Meşrutiyetçi aydınlar maalesef kifayetsiz, öngörüsüz, yeterince ve etraflıca tartışılmadan, tartışılması Osmanlı geneline yayılmamış, hatta belli bölgelerde pilot uygulaması bile yapılmamış, adeta, sadece Abdülhamit muhalifliği merkezinde devletin dertlerine çare olarak sunmuş oldukları Meşruti idare, devletin başına bela olmuştu. Bu aydınlardan daha fazlası da aslında beklenemezdi. Çünkü Muhalefetleri, çok fazla deruni felsefi temeller taşımamakla birlikte, büyük oranda şahsi problemlerden doğan bir muhalefet görüntüsü arz etmekteydi. Mısır Valiliği kendisine verilmeyen Prens Mustafa Fazıl Paşa nın adeta oyuncağı haline gelmiş aydınlar, onun tahsis etmiş olduğu mali imkanlarla muhalefetlerinin asıl aracı olan HÜR- RİYET gazetesini kurmuşlar, muhalefetlerini bu gazete aracılığıyla yürütmüşler, bir ara Prens Mustafa Fazıl Paşa nın, Sultan Abdülaziz in Avrupa seyahati sırasında padişahla görüşerek kendilerini sattığına inanmışlar, hatta daha sonra kendileri bile bir ara Padişah la barışarak geri dönmüşler, sonra tekrar muhalefetlerine dönmeye karar vermişler ve bu şekilde bir kafa karışıklığı içinde, dış bağlantılarının onlara sağladığı destekle de Osmanlı Devleti ni süreci tamamlanmamış bir erken doğuma zorlayarak, parçalanmasının yolunu açmışlardı. Bu haliyle kendisi demokrasi tarihinin bir aşaması olan Meşruti idare Osmanlı ya, bu aydınların kifayetsizliği neticesi PREMATURE-ERKEN DOĞUM olarak gelmiş ve onun sonunu hazırlamıştı. 7

KÖŞE YAZISI Yusuf YAVUZYILMAZ KÜRTLER, PKK- KCK ve BDP Terör sorunu, İlk PKK eyleminin yapıldığı 1984 yılından bu yana hem toplumsal birliği ve kardeşliği zedeleyen, hem de ülkenin ekonomik kaynaklarını yutan, daha da önemlisi can kaybına yol açarak toplumda derin yaralar oluşturan Türkiye nin en önemli sorunlarından biridir. Elbette Türk ve Ortadoğu siyasetinin şekillenmesinde etkili olan devasa bir olayın iç ve dış faktörleri vardır. Dolayısıyla böylesine geniş kapsamlı bir olayı tek bir faktöre indirgeyerek açıklama yanlışına düşmemeliyiz. Tek faktörlü açıklamalar, hiç şüphesiz olayları tüm boyutlarıyla görmemizi ve sağlıklı yorum yapmamızı engelleyen bir durum ortaya çıkarır. Bundan dolayı olabildiğince tek faktörlü açıklamalardan kaçınmak, olayların oluşumuna etki eden tüm faktörleri analiz ederek sağlıklı sonuçlara varmak gerekir. İslami açıdan baktığımızda karşılaşılan sosyal sorunların kaynağında temel belirleyici faktörler iç faktörlerdir. Cevdet Said. Bireysel ve Toplumsal Değişmenin Yasaları adlı eserinde, Rad suresinin 11. Ayetini temel alarak sosyal değişimin analizini yapar. Hiç şüphesiz bir toplumun bireyleri kendi iç dünyalarını değiştirmedikçe Allah da o toplumun gidişatını değiştirmez (Mustafa İslamoğlu, Hayat Kitabı Kur an,düşün yayınları). Sosyal değişimi analiz ederken temel alacağımız bu ayetin yorumunda İslamoğlu şu açıklayıcı bilgilere yer veriyor: Bu ayet toplumsal değişimin yasasını ifade eder. Toplumun ve hayatın yeniden inşası için, tasavvur ve aklın akleden kalp olarak yeniden inşasını öngörür. Zımmen: Allah ın bir toplumun gidişatı hakkındaki iradesi, o toplumu oluşturan bireylerin tercihlerinden bağımsız değildir. Bu ayet gidişatı beğenmeyen Mü min muhatabının önüne değişimi bir hedef olarak koymaktadır. Bunun başlama noktası kişinin kendisidir. Zira kendilerini eğitmeyenler başkalarını eğitemezler. İçinden aydınlanamayan dışını aydınlatamaz (İslamoğlu, age) Aynı mantığın izlerini Hz. Adem ve Hz. Havva nın cennetten ayrılmak zorunda kaldıklarının anlatıldığı kıssada görüyoruz. Bilindiği gibi cennette yaşayan Hz. Adem ve Havva ya dilediği gibi yaşamaları karşılığında ağaca yaklaşmamaları emredilmiştir. Buradaki sembolik anlatımda önemli olan ağacın ne ağacı olduğu, yemişinin ne olduğu değildir. Önemli olan yaşamın sürdürülmesinde ve hayatın anlamlandırılmasında, insana rehberlik edecek konulmuş bir kuralın varlığıdır. Şeytanın aldatmalarına dayanamayarak nefislerine yenik düşen Hz. Adem ile Hz. Havva ın bu aşamadan sonra gösterdikleri yaklaşım bizim için önemli ve dersle doludur. Onlar ağaç çok çekiciydi, şeytan bizi aldattı gibi dış faktörlere hiç sığınmadan şöyle demişlerdi : Biz nefsimize uyduk bizi affet. Bu ifade bize toplumsal olaylarda belirleyici olanın iç faktörler olduğunu göstermektedir. Son zamanlarda Müslümanlar arasında da sosyalistlerde olduğu gibi her olayı Amerika emperyalizmine ve İsrail e bağlama alışkanlığı yaygınlaştı. Bu yaklaşım hem Müslümanların kendilerini eleştirerek hatalarıyla yüzleşmelerini engellemekte, hem de kendilerini değiştirme imkanlarını tüketmektedir. Ayrıca kendini eleştiri süzgecinden geçirmek başkalarını eleştirmekten çok daha zor bir iştir. Benzer yaklaşım PKK olayını değerlendirirken de göze çarpmaktadır. Terör olayını değerlendirirken sürekli Amerika, İsrail, Ermenistan ve AB gibi dış faktörlere atıf yapmak, kendi sorumluluğumuzun ve hatalarımızın örtülmesine yol açmaktadır. Hiç şüphesiz sosyal olayların oluşumunda iç ve dış faktörlerin etkisi vardır. İletişimin çok geliştiği günümüzde bu etkileşim çok daha güçlüdür. Ancak toplumsal olaylarda belirleyici olan dış faktörler değil, iç faktörlerdir. Hiç şüphesiz, PKK teröründe belirleyici olan iç faktörlerdir ve sorunun çözümüne de buradan başlanacaktır. Ortada bir terör sorunu varsa, devletin birinci görevi vatandaşlarının can güvenliğini sağlamaktır. Yani devletin sınırları içinde gerçekleşen olaylarda birinci dereceden sorumlu devlettir. PKK nın Öcalan ın imzasıyla uygulamaya koyduğu ve PKK yı da içine alan bir konfederasyon yapısı olan KCK nın yarattığı baskı ortamını önlenememesinde devletin önemli bir eksikliği vardır. Nitekim son günlerde gerek terör örgütüne karşı, gerekse KCK ya karşı yürütülen operasyonların eskiye nazaran daha etkili olmaya başlaması iç faktördeki değişimin ifadesidir. KCK örgütlenmesiyle AB fonlarını kullanan belediyeler sosyal faaliyetler ismi altında örgüte sempatizan kazandırmaktadır. Dolayısıyla bu oluşumu bir sivil toplum örgütü olarak görmek ve müsamaha göstermek mümkün değildir. Son zamanlarda PKK saldırılarına ve KCK baskısına karşı Kürt vatandaşlarında gelişen karşı duruş son derece önemlidir. Bu gelişme yürütülen operasyonların başarısından çok daha etkili bir yöntemdir. Teröre karşı özellikle Kürtler arasında başlamış olan karşı duruş, hem örgütün propagandasını etkisizleştirecek hem de kolaylıkla elemen bulmasını engelleyecektir. İktidar bir taraftan terörle mücadele ederken, diğer taraftan barış ve kardeşlik projesinden ve demokratik açılımlardan asla taviz vermemelidir. Unutulmamalıdır ki, devlet bir terör örgütü gibi hukuksuz hareket edemez. Ayrıca Türkiye hiçbir zaman Olağanüstü Hal gibi Güneydoğu bölgesinde denetimsiz hareket eden bir yapıya gitmemelidir. Önemle üzerinde durulacak olan husus, terör örgütüyle ona destek olan toplumsal kesimler arasında sosyal mesafe yaratmaktır. Devletin uyguladığı politikalar terör örgütüne olan desteği azaltmıyor, tam tersine artırıyorsa, uygulanan politikalar sorgulanmalıdır. Türkiye özellikle son on yılda yaptığı reformlarla eskisiyle kıyaslanamayacak bir noktadadır. Bu anlamda hak aramak için silah kullanmayı gerektirecek hiçbir meşru dayanak yoktur. PKK teröre başvurdukça hem kendi meşruiyetini tamamen 8

KÖŞE YAZISI bitirecek, hem de ona destek olan BDP sivil siyasetin aktörü olmaktan giderek uzaklaşacaktır. Arkasında silahlı bir terör örgütü olan partinin, silahlı mücadeleyi tamamen reddedip, sivil siyasetin aktörü durumuna dönmesi bir hayli zordur. BDP nin, bu zorluktan dolayı yaşadığı çelişki belki bir dereceye kadar hoşgörüyle karşılanabilirdi. Ancak BDP nin PKK nın terörü ile kendisi arasına mesafe koyma konusunda hiçbir zaman samimi davranmamıştır. Bundan dolayı BDP, terör ve sivil siyaset arasındaki ikircikli yapısından dolayı,sürekli olarak samimiyet testine tabi tutulmak zorunda kalmaktadır. Arkasında silahlı güç ve terör olmadığı müddetçe demokratik rejimlerde her türlü görüş, ne kadar aykırı olursa olsun tartışılabilir. Zaten siyasal partilerin görevi yaslandıkları sosyal kesimlerin taleplerini devlet diline tercüme ederek çözüm aramaktır. Kürtlerin önündeki tek seçenek, teröre başvurmak için hiçbir gerekçenin olmadığı Türkiye de, sivil siyasetin bütün imkanlarını kullanarak taleplerini dile getirmeleridir. 9

KÖŞE YAZISI Hamza TEKİN Sevab Satıcılığı Ölüye kuran okumak üzere parası ile insan tutmanın haramlığına dair âlim ve fakihlerin söz ve içtihatlarını nakletmiş, bununla ilgili delilleri açık ve net olarak ortaya koymuştur. Hak celle ve ala hazretleri kitabı kerimi âleme hidayet, aydınlık ve doğruluk kaynağı olarak indirmiştir. Onun gösterdiği istikamette, aydınlattığı ortamda amel edip gitmemizi istemiştir. Buyurmuş ki Doğrusu bu Kuran en doğru yola götürür (İsra,9). Ümmetten önceki gelenler ilahi kitabı kendilerine rehber ederek işlerinde ve sözlerinde bu aydınlık üzere gitmişlerdir. İlahi kitabı gece gündüz sadece rızayı hak için okumuşlar, sadece maksat ve emelleri hak rızası olmuştur. Fıkıh imamları ve din büyükleri de bu istikamette yürümüşler bu hal ve davranış kuran okuyarak kazanç elde etme kastı ile ortaya çıkan insanların çıkışına kadar devam etmiştir. Sonradan gelen bu insanlar ilahi kitabın kıratını mal toplama vesile ve vasıtası kılmışlardır. İlahi kitabı kullanarak para karşılığı ölülere kuran okuyan bir topluluk zamanla oluşmuş bunlar ölüye kuran okumayı bir kazanç yolu olarak kullanmışlar, insanlarda onları kiralayarak, pazarlık yaparak bu yeni kazanç yolunu sanki meşrulaştırmışlardır. Bu insanları ölülerine kuran okusun diye taziye evlerine çağırıp kuran okutmuşlar, bunun dinin bir vecibe olduğunu sanmışlardır. Ne yazık ki bu çirkin bidat dünyanın çeşitli bölgelerinde uzun zamandır yapılıp devam ede gelmiştir. Bunun doğru olmadığı konusunda geçmiş âlimlerden ve daha sonra gelen bilginlerden birçok zat kitaplar ve risaleler yazmış, ümmeti uyarmaya çalışmıştır. Mesela onlardan biri merhum Birgivi hazretlerinin inkazul halikin isimli risalesidir. Merhum bir risalesinde ölüye kuran okumak üzere parası ile insan tutmanın haramlığına dair âlim ve fakihlerin söz ve içtihatlarını nakletmiş, bununla ilgili delilleri açık ve net olarak ortaya koymuştur. Bunun dışında birçok âlim bu meseleye değinmiş açıklamalar ve beyanlarda bulunmuşlardır. Onlardan bir kaç tanesini özet olarak burada arz etmek istiyoruz. Ta ki okuyucu kardeşlerimiz para ile ölüye kuran okumanın haram olduğuna kanaat getirsinler. Dört mezhepte âlimlerin ekserisi para ile ölüye kuran okumak üzere insan tutmanın yasaklığında ittifak etmişler, bununla ilgili birçok delil getirmişlerdir. Ancak bununla beraber fıkıhçılardan azda olsa bazı kayıt ve şartlara bağlı olmak üzere buna cevaz verenleri de görmekteyiz. Para karşılığı kuran okumanın yasak ve haramlığına kail olan âlimlerden bazıları özet olarak şunlardır: İbni Ebil İz el-hanefi: Bu zat diyor ki: Bir grup insanı para karşılığı tutup toplayarak kuran okutup ölüye bağışlatmak gibi bir davranışı din âlimlerinden hiç kimse yapmamış ve buna izin ve ruhsat vermemişlerdir. Sırf kuran okumak üzere insan kiralamakta mutlak olarak caiz değildir. İbni Teymiyye: Bunu verdiği fetva ise şöyle: İnsan kiralayarak Kuran okutup onu ölüye bağışlamak doğru değildir. Buna dair hiçbir imamdan 10

KÖŞE YAZISI hiçbir beyan ve izin nakledilmemiştir. Âlimler diyorlar ki bir kişi para karşılığı kuran okursa asla sevap alamayacaktır. Ortada sevap olmadığına göre ölüye neyi bağışlayacaktır. Ölüye ulaşacak olan salih ve güzel ameldir. Para karşılığı okunan kuran ise salih bir amel olmadığı gibi dini dünya için kullanmaktır. Şeyh başka bir yerde ise şöyle diyor: Kuran okumak üzere para ile insan tutmaya dair bilginlerden hiç bir beyan nakledilmemiştir. Birgivi merhum ise bu konuda şu açıklamalarda bulunuyor: Zamanımızda para karşılığı hatim yapmak üzere yaygın olan kuran ve cüz okumak asla caiz değildir. Burada birisi kuran okunmak üzere emrediyor ve okuduğu kuranın sevabını emredene vermeyi istiyor. Para karşılığı kuran okumak okuyana bir sevab kazandırmadığı gibi kiralayana da ulaşacak bir fayda sağlamayacaktır. Eğer para vermezseniz bu insanlar size kuran okumayacaklardır. Burada sahih ve doğru bir niyet yoktur. Bu işi yapanlar yüce kitabı bir kazanç vesile ve vasıtası olarak kullanarak dünyalık elde etmektedirler. İnnalilllahi ve inna ileyhi recun. Bu konuda Reşit Rıza şunları söylüyor: Anane ve gelenek olarak devam edip gelen Kur an okuyup zikrederek sevabını ölüye bağışlamak, bunu yapmak üzere okuyucu tutmak, bunun yapılması için vakıflar kurmak gayrı meşru bir bidattir. Şeriatta hiç bir dayanak ve delili yoktur. Iskatı salât dedikleri gelenek de bunun gibidir. Eğer bunun dinde bir dayanak ve delili olsa idi selef bunu bilmemezlikten gelmezdi. Bilse idiler bununla amel etmeyi asla ihmal edip es geçmezlerdi. Bu mesele tüm zamanlarda sonradan anlaşılıp delillendirilen, delili bulunan, daha önceki insanların vakıf olamadığı delilleri yakalayarak yapılan işlerden de değildir. Dini sırlarından olarak ilahi kitaptaki incelikleri anlama neticesi ortaya çıkarılan bir şey de değildir. Bu ibadet konusudur ibadetleri her çağın insanı önemsemek ve anlamak zorundadır. Eğer sahabe bunu yapmış olsa idi tevatür derecesinde bu bize ulaşırdı. Şeyh Muhammed b. Abdülaziz el- Mani ise şunları söylemekte: Bilindiği gibi para karşılığı kuran okuyan kişi bunu Allah için yapmamaktadır: Çünkü onun maksat ve gayesi paradır. Bu doğru bir işte değildir. Çünkü para karşılığı okumak çirkin bir bidattir. Suud Daimi Fetva Komisyonunun açıklaması ise şöyle: Kuran okumak en değerli ibadetlerden biridir. İbadetlerde asıl olan onun Allah rızası için yapılmasıdır. İbadette hak rızasının dışında bir dünyalık veya makam düşünülemez. Yapılan tüm ibadetlerde Allah ın rızası ve sevaba nailiyet arzu edilip ilahi azabdan korkmak hedeftir. Çünkü Mevla hakikati ortaya koyan bu vahyi sana indiren Biziz: öyleyse içten bir inançla Allah a bağlanarak yalnız O na kulluk et! Halis inancın yalnız Allah a yönelmesi gerekmez mi? O ndan başkasını dost ve koruyucu edinenler, Biz bunlara sırf bizi Allah a daha çok yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz! (derler). Şüphesiz Allah, (Kıyamet Günü) onlar arasında (hakikatten saptıkları) her konuda mutlaka hüküm verecektir: çünkü Allah, (kendi kendine) yalan söyleyen ve inatla nankörlük yapan hiç kimseyi rahmetiyle doğru yola ulaştırmaz! (Zümer,2,3) Buyurmaktadır. Başka bir ayette ise şöyle buyrulur: Halbuki onlara, şirkten uzak olarak yalnız Allah a ibadet etmeleri, namazı hakkıyla ifa etmeleri, zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte sağlam, dosdoğru din budur. Hattaboğlu Ömer den gelen bir hadiste ise efendimizden şöyle söylediğini duyduğu nakledilir: Hazreti Resul buyurdular ki: Ameller niyetlere göredir. Kişiye niyeti karşılığı vardır. Kimin hicreti Allah ve resulü içinse o hicret Allah ve resulü içindir. Kimin hicreti elde etmek istediği bir dünyalık veya nikâhlamak istediği bir kadın içinse onun hicreti hicret ettiği şey indir. Hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmiştir. Kuran okuyan birinin okuduğu için kendisine önce veya okumadan sonra bir ücret ve para alması caiz değildir. Bu okuyuş namaz için veya ölü üzerine olsun aynıdır. Bundan dolayıdır ki âlimlerden hiç biri kuran okumak üzere insan tutmanın caiz olduğuna dair ruhsat ve cevaz vermemiştir. Ancak şunu unutmamalıdır ki camide imamların ve müezzinlerin devletten aldığı maaş bu hüküm altında değildir. Çünkü imamlar veya müezzinler aldıkları maaşı okudukları kuran, kıldırdıkları namaz veya ezan için değildir. Tüm Müslümanların üzerine farz olan bir görevi yapmak üzere ayırdıkları zaman ve meşguliyetten dolayı bu maaşı almayı hak etmektedirler. Devlet başkanının da maaşını hazineden alması bu kabildendir. Başkanlık görevi ile olan meşguliyeti onu günlük yaşamını sürdürecek çalışmadan alı koyduğundan dolayı bunu hak etmektedir. Ömer, mücahitler ve İslam da hizmeti geçmiş olanlara bulundukları makam ve hale, gördükleri hizmete göre maaş verirdi. Bunu güçlendiren delillerden biride zekât memurlarına zekâttan pay ayrılmasıdır. Zengin dahi olsalar bu payı alıyorlardı. Çünkü bunlar tüm Müslümanların üzerine farz olan bir görevi üstlenmektedirler. Kendi geçimleri için harcamaları gereken zamanı bu görevde kullanmaları bu hakkı doğurmaktadır. Fetva komisyonu devam ederek diyor ki Kuran okumak ibadettir ve Mevlaya yaklaşma vasıtasıdır. Bu ve buna benzer ibadetlerde asıl ve esas, Müslüman ın bunu sırf Allah rızası ve sevab kastı için yapmasıdır. Onunla yaratılanlardan bir karşılık ve takdir beklememelidir. Selefi salihinde, düğün ve ölümlerde, merasim ve sevinç anlarında kuran okumak üzere insan kiralamak tatbikatı gelmemiştir. Din imamlarının hiç birinden bunu tavsiye ettiği veya buna cevaz ve ruhsat verdiği nakledilmemektedir. Yine selefi salihinden merasim veya ölümlerde Kuran okumadan dolayı ücret aldıkları da sabit değildir. Onlar Allahın kitabını Rabbin katında olan karşılığı bekleyerek ve umarak okurlardı. Hazreti Resul kuran okuyarak kişiye Allahtan istemesini insanlardan karşılık beklememesini emrederek uyarmıştır. Tirmizi süneninde Imran b. Husayn dan naklen kaydediyor. Bir kıssacıya uğramıştı. Adam bir şeyler anlattıktan sonra Kuran okuyup insanlardan para isteyip dilendi. Imran üzüntüsünü ifade ettikten sonra dedi ki Ben hazreti Resulden duydum buyurdular ki: Kim Kuran okursa karşılığına Mevla dan istesin çünkü ileride öyle topluluklar gelecek okudukları Kur an ın karşılığını insanlardan dilenecekler. Ancak kuran öğretmek veya şer i afsun için ücret istemek bunu dışındadır. Çünkü bunun faydası okuyandan başkasına ulaşmaktadır. Sahih hadisler bunun cevazına delalet etmektedir. Fatiha suresini okuyarak kişinin şifa bulmasını sağlayan ve karşılığında belirli bir sayıda koyun alan Ebu Said hadisi bunlardan biridir. Kuran öğretme karşılığında birini efendimizin bir hanımla evlendirdiği Sehl hadisi de buna ayrı bir delildir. Ama kuran okumak üzere para karşılığı birini tutmak veya kuran okuduğu için para almak selefin üzerinde icma ettiği hükme aykırı bir davranıştır. Sevab satıcılığı ticareti ile meşgul olanlara diyeceğimiz: İnmemiştir Kur an hele şunu hakkı ile bilin Ne mezarlıkta okunmak ve ne fal bakmak için. Şerhulakadiduttahaviyye, s, 672. El-İhtiyartul ilmiye, s, 89. Mecmuulfetava, 23/364. İbni Abidin, Şifaulalil, 1/180 Reşit Rıza, Tefsirulmenar, 8/249. İkametuddelil velburhan fi tahrimi ahzilücreti ala tilavetilkuran, s,9; el-isticar Alelkurubat, s, 139-140. Fetvellücnetüddaimeh, 4/ 90. Fetvellücnetüddaimeh, 4/93 11

KÖŞE YAZISI Mehmet KUZU AŞK Üzerine Aşk, kelimesi büyülü bir kelimedir. Sevgi, insanlarda fıtri bir duygudur. Bu duygu insanın varlık gayesinin özünü oluşturur. Her şeyi yaratan Allah(cc) insana lütfettiği bu özellik sayesinde, sevgiyle varlıkların içine nüfuz edip, onda Rabbi nin kuvvetini, kudretini görüp, hayranlık içinde kalbinde bulunan sevgiyle hamd ve şükrünü sunarak kulluğunu dile getirir. Allah sevgisi sevgilerin başı ve kaynağıdır. Sevginin coşkulu hali olan Aşk Allah içindir. Bu aşk sayesinde insan hakiki mutluluğa sahip olur. Al-i İmran 3/31 ayette Resulüm de ki eğer siz Allah ı seviyorsanız hemen bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah; zalimleri, fesatçıları, kâfirleri, israfçıları haddi aşanları, kibirlenip böbürlenenleri sevmez. Allah ı sevmek, O nun emir ve yasaklarına uygun bir hayat sürmek demektir. Yani vahyin kaynağı Kuran a yönelmek, onu hayata ölçü yapmak demektir. Kişi aşık olduğunu sıkça anmak ister. İster ki yanında çevresinde olan her şey ondan bahsetsin. Rüyalarını, hayallerini hep o süslesin. Allah ı seven o aşkın kaynağına göz diken o sevgiliyi tanımak, O nun sevgisine mazhar olmak ister. Vicdan ve akılla O na yaklaşsa da, peygamber sevgisi olmadan O nu tanıması, bilmesi, kulluğunu sunması mümkün olmayacaktır. Peygamberlik, insanoğluna bir lütuftur. Lütuf, lütuf sahibinin bize olan sevgisini gösterir. Peygamberleri tanımak aşkı tanımaktır. Onlarsız aşkı bilmek, yaşamak mümkün değildir. Allah aşkı nasıl olmalıdır? diyenler peygamberin hayatını yeni baştan o bakış acısıyla okumalıdırlar. Sahabe Peygamber Efendimiz(sav) i böyle okuyordu. Sevgilerinde deruni idiler. Yemen in Himyer kabilesine mensup sahabeden Sevban (ra) vardır. Efendimiz (sav) onu satın almış, azat etmişti. Hürriyetine kavuşmuş olmasına rağmen o efendimizden ayrılmadı. Sevginin kaynağını bulmuştu. Resulullah (sav) ı o kadar çok seviyordu ki, bir Yahudi nin efendimizle konuşurken Muhammed diye hitap etmesine tahammül edememişti. Neden Ya Resulullah demedin diye onunla kavgaya tutuşmuştu. Bedir savaşına her nasılsa katılamadı. Bu zaman zarfında efendimizden ayrı kaldı. Yemeden içmeden kesildi. On-onbeş gün içinde adeta erimişti. Efendimiz (sav) savaş dönüş, mescide oturur, tebrikleri kabul buyururlardı. Sevban (ra) da geldi. Onu, efendimiz Ehli Beyt den sayardı. O halini görünce sordu; Sana ne oldu ey Sevban? O da; Hasretin ve bir düşünce beni bu hale getirdi. Sen Peygambersin Allah katında mevkiin muallâdır. Ölüm sonrasında bizim durumumuz ise seninle olmaya engeldir. dedi. Efendimiz (sav) ona; Kişi sevdiğiyle beraberdir ey Sevban dedi. Hasret, sevgiyi artırır. Sevgiyi aşka dönüştürür. Pakistan ın kurucularından şair Muhammed İkbal kafileyle hacca gidiyor. Çölde. Kızgın güneşin altında günlerce yol aldılar. Medine uzaktan göründü. İkbal kervancıya Geri dön çölde dolaştır bizi der. Yolculuk meşakkati bitti derken bu da nesiydi. Kervancı başı bir anlam veremez, kervanı çölün bağrına çevirir. Saatlerce dolaştıktan sonra Üstad niçin böyle yapıyorsun? diye sorar. Cevap ne de tatlıdır. Hasretim artsın Sevgi olmadan hayatın hiçbir anlamı olmaz. O sebeple mutlaka içimizdeki sevgiyi canlı tutmalıyız. Sevginin beslenmesi, korunup kollanması gerekir. Aşk düzeyine taşınması için gayret sarf etmek, iradede yenilenmek gerekir. Şeytan insanın en büyük düşmanıdır. O nefisle kurduğu işbirliğiyle, insanın Rabbiyle olan bağını koparmak ister. Bu şu demektir: Şeytan insanın gönlündeki sevgiyi hedef alır. Onu söndürebilirse, kişinin hem Allah (cc) la, Peygamber (sav) le ve insanlarla bağını kopartır. Şeytanın içimize vesvese salarak, ayağımızı kaydırmasına engel olmak için, mutlaka istiazeyle Allah(cc) a sığınılmalıdır. Sonra nefis muhasebesiyle oto kontrol mekanizmasını sürekli canlı tutmalı, Şeytanın sevdiği, duygu ifrat ve tefritlerinden sakınmak gerekir. Mesela öfkenin, iradeyi donduran, gözün, hakkı görmesine engel olan ve benliği tahrik eden ifrat halinden, öfkeyi yutmak ve Allah(cc) için bağışlamak ölçüsüyle mücadele etmek gerekir. Kibir, sevgiyi öldüren bir virüstür. Kibirli insanın sevgilisi şeytandır. Şeytan onu çok sever, o da şeytanı. Haset duygusunun ifratı Allah(cc) adaletsizlikle suçlayacak kadar büyük bir cürümle doludur. Bunlar onun için kalbi hastalıklar olarak kabul edilir. Allah (cc) sevgisi bu halden arınmayan kalplerde varlığını muhafaza edemez. O zamanda insan, insan olma özelliğini kaybeder. İbadetlerdeki hassasiyet sevgiden kaynaklandığı gibi onun çoğalmasını, sahibine sevginin kendine has hazzını duymasını sağlar. Kulluk, sevgi demektir bu zaviyeden bakınca. Aşkımızı korumak için bugün, insanın kendi çaba ve gayreti başta olmak üzere, tebliğ görevini üstlenen şahıslara, cemaatlere ve vakıflara büyük sorumluluk düşmektedir. Cemaatler aşkın kotarıldığı yerler olmalıdır. Oralarda nefret kelimesine yer verilmemelidir. Sevgi aile yuvasında kanaviçe işler gibi işlenirse de, cemaatler onun şuur düzeyine çıkmasını sağlar. Gönlü, Allah ve Peygamber sevgisiyle dolu olmayanlar asla başkalarının hidayetine vesile olamayacaklar. Kendileri de ne hidayetin sevgisini duyabilecekler ne de var olmanın şuuruna erebileceklerdir. Kapitalizmin bencilleştirdiği insanımızın sevgisi de pörsümektedir. Lüks hayat bizi gerçek hayattan uzaklaştırmaktadır. Ne yazık ki günümüz insanı için para, her sevginin olmazsa olmazı olarak görülmektedir. Adeta, kapitalizm aşkımızı esir almıştır. Yeniden kaynaklarımıza dönmekle esirimizi kurtarmalı, bu sayede gerçek hürriyete kavuşmalıyız. 12

13

KÖŞE YAZISI Mustafa AYDIN mi? Mustafa Dinç i Dinlediniz O nu kürsüde iki şey heyecanlandırır. Birincisi kitabdaki ibare ve işaretler, diğeri ise başta hocası İhsan efendi ve feyiz aldığı büyüklerini anarak, onlardan kalıcı sözler aksettirmesidir. Kendinin yarı yaşındakine, talebe olmayı ilim için isteyen bir ruha sahiptir. 14 O nu dinlemek ve tanımak ancak cami cemaatine nasip olur. Zira o cami kürsüsünden bir ırmağın akışı gibi çağlar ve sessizce etrafını yıkmadan, dökmeden denize kavuşur. Akyazı dan İstanbul a hicret eylemiş, selâtin camide mihrab vazifesinde bulunmuş çağın dervişi ve Kur an ın aşığıdır. Günde yedi cüzü (140 sahife) azımsayan bir kıraat eşrafıdır. Mustafa hocam bir vaizdir; fakat sanki bir talebe haline bürünmüş ve kürsüye mahcubiyetle çıkan ermiştir. Hıfzı ve Arapçasıyla zülcenaheyn iki kanatlı- bir din hizmetlisidir. Ayet ve ibarelerle akar sohbet pınarı. Yakasında kravatı olsa da, derviş takkesi başında, daima nazar berkadem, gönlü huzurda bir hali görmeniz mümkündür. Birini sevdi mi onun kusurunu görmez göze, söylemez dile, araştırmaz yüreğe sahip olur. Tevazusu sevgisine köprü, ilimde ki maneviyatı teslimiyetine ışık, amelde ki gayreti ümidine can simidi olur. O nu kürsüde tanımalısınız. Tıpkı kuraklık çekmeyen bir zemzem kuyusu

KÖŞE YAZISI gibidir. Hep paktır, hem de pak eyler. Sözleri hakikat adına zemzem tadındadır. İçimize burukluk veriyorsa, bizdeki acılıktandır. O nu kürsüde iki şey heyecanlandırır. Birincisi kitabdaki ibare ve işaretler, diğeri ise başta hocası İhsan efendi ve feyiz aldığı büyüklerini anarak, onlardan kalıcı sözler aksettirmesidir. Kendinin yarı yaşındakine, talebe olmayı ilim için isteyen bir ruha sahiptir. Sohbetleri doğaçlama emsal ile yol alır. Hayata sevgi ile baktığından, yüreğinden diline şiddet akmaz. Emreder ve azarlar gibi vaaz etmez, vaazı ehsen olan en güzele, yolu işaret etmekledir. O enfüsiden afaka yol alan bir mübelliğdir. Derdi kalptir, hevadır, iblistir ve kısacası yürekde olan marazlardır. Meselesini halletmiş gözüyle ne anlatır, ne de hissettirir. O daima derdine ortak, Kürsüde bir piri fani sanırsınız. O, yok sanki sadece, anlattığı vardır. Kürsüsünde ayet, hadis ve büyük zatlar daima aziz misafirleridir. Hocamızdan Hatırladıklarımız Her gün bir kucak gazete okursun da, Kur an okumayı neden ihmal edersiniz. Hidayet otomatik açılan kapı gibidir, sen yaklaşırsan açılır, yaklaşmazsan açılmaz. Hocam ezan okundu diyen cemaate; ne yapayım ben eski model araba gibiyim, frene bastım ancak durabildim, şimdiki arabalar ABS frenli hemen durabiliyor. Kadınlar zayıf kollarıyla ağır çantalarını taşırken, sen nasıl olur da bir namaz Arabanıza koyduğunuz benzin parasından üzülür müsünüz? Camiler de bizim manevi arabalarımız; oraya verdiğiniz paralardan da üzülmeyin Mukabele okurken hatasını söyleyenlere, eğer emri bil marufu da böyle yapsaydınız toplumda hatalar azalırdı. Adı camili, ama camisi olmayan bir muhite taşındım Okyanuslarda akan kan balinaların kanı olsaydı dünya ayağa kalkardı, ama müslümanın kanı aktıkça sessizlik hüküm sürmektedir İlminle amil ol, gerisine karışma Hocam dedi ki; Evladın hayırlısına da kötüsüne de mal lazım değil. Zira iyisi kazanır, kötüsüne ise desteğe gerek yoktur Mayınların nereye gömüldüğünü bilmek ilimdir, bilmezse mayın tarlasından geçemez duasına âmin diyecek yürek arar kürsüden kendine. O hiçbir zaman ben hak ettim edasında değil, acizim duruşuyla oturur kürsünün minderine. Mihraba geçse, sanki sıratın üstünde gibi sanırsınız sesinden tekbirini ve selamını. O nu tanımak ancak yürekle olur. takkesini cebinde taşımaktan yüksünürsün. Hafız olmayan günde bir cüz, hafız olan ise en az üç cüz Kur an okumalıdır. Hocam cehennemde herkes nasıl yanıyorsa ben de yanarım dersin, orasını kaplıca suyu mu sandın? En çok lehte ve aleyhte olan meseleler, inanç meseleleridir Amelde gevşeklik su kaldırır, inançta gevşeklik su kaldırmaz Namaz kılarken esnersiniz ama para sayarken esneyeni gördünüz mü? 15

FAALİYETLERİMİZ 13 STK Trafik Sorununu Masaya Yatırdı Sakarya Dayanışma ve Kardeşlik Topluluğu (SADAKAT) bünyesindeki 13 STK şehirde yapılan son trafik düzenlemesinin yol açtığı yeni sorunları konuştu. Yerel gündemin öncelikli konusu haline gelen trafik sorununu masaya yatırdı. STK Temsilcileri, şehirde yapılan son düzenlemelerin giderek artan bir oranda rahatsızlık oluşturmasına rağmen halkın tepkisini yeterince yansıtmadığı kanaati öne çıkarken, bu konuda sivil bir inisiyatifin neler yapabileceği sorusu tartışıldı. SADAKAT toplantısında, genel görüş sürecin başından itibaren doğru planlanıp yürütülemediği ve ortaya çıkan sonucun verdiği rahatsızlığın yerel yönetim tarafından dikkate alınmadığı yönünde oldu. Van Depremi Ribat Eğitim Vakfı Aşevi aracılığıyla başta sıcak aş olmak üzere gerekli destekler Vanlı depremzede kardeşlerimiz için seferber edildi. Ayrıca Vanlı öğrenci kardeşlerimiz ilimize davet edilerek, eğitimlerini devam ettirmeleri konusunda her türlü imkan sağlandı. Kuzuluk Buluşması Vakıf gönüllülerimizin aileleriyle birlikte katıldıkları Kuzuluk Buluşmalarımızın ikincisi 31 Eylül - 2 Ekim 2011 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Kurban Her sene yaptığımız gibi bu yılda kurban hisse kesimlerini gerçekleştirdik. Ayrıca hibe kurbanları da kesilerek ihtiyaç sahiplerine dağıtıldı. Gençlik Kollarının Konferans Vakfımız Gençlik Kollarının girişimiyle düzenlenen Farklıyız, Farkında mıyız? konulu konferans, Uzman Psikolog ve Eğitim Uzmanı Özkan ŞENOL un sunumuyla 17 Aralık 2011 Pazar günü saat 19:00 da AKM Tiyatro Salonunda yoğun bir katılımla gerçekleştirildi. Konferans gençlik kollarında görevli kardeşlerimiz için planlayacakları diğer faaliyetler konusunda cesaret vereci şekilde verimli geçti. 16

FAALİYETLERİMİZ İlk Namaz İlk Namaz ile ilgili geçen sayımızda bir çağrıda bulunmuştuk: Bizleri arayın, yaş seviyesi uygun olan çocukların 7.yaş gününde evinizde ziyaret edelim. Çocuklarınızın İlk Namaz merasimini gerçekleştirelim. Yazımız sonrası çağrımıza kulak veren vakıf gönüllüsü ailelerimizin 7 yaşlarındaki kızlarından Asude Yakar, Reyyan İlgür, Zehra Özay ilk namazlarını eda ettiler. Bu münasebetle kızlarımıza hediyeler takdim edildi. Ailelerine bundan sonraki hayatlarında namaz konusunda takip edecekleri yöntemler hakkında bilgiler verildi. Aile büyüklerini tebrik ediyor, namaza yeni başlayan çocuklarının son nefeslerine kadar Allah yolunda abid olmalarını niyaz ediyoruz. Kütahya dan Misafirler Kütahya ilinde Aile Derneği bünyesindeki Gençlik kulübüne mensup gençleri 4 Aralık 2011 Pazar günü şehrimizde ağırladık. Misafir gençler, şehrimiz ilim ehlinden Orhan Cami İmam Hatibi Mustafa AYDIN hocamızın Pazar günleri öğle namazını müteakip çocuklara yönelik sohbet programına da katıldılar. Mustafa AYDIN hocamızın Pazar günü sabah namazı sonrası hadis dersleri, Perşembe günü yatsı namazı sonrası tefsir dersleri halkımızın yoğun katılımıyla devam etmektedir. Hizmetiçi Eğitim Programı Ribat Eğitim Vakfı Genel Merkezi nin koordinesinde gerçekleştirilen hizmetiçi eğitim programı 26-27 Kasım 2011 tarihleri arasında gerçekleştirildi. 17

KAVRAMLARIMIZ Sahir AKÇA EZAN Bu Ülkede 1932-1950 yılları arasında tam 18 sene Ezanın aslî şeklinde okunması yasaklandı. Bunun da mücâdelesini veren Ezan Murabıtları olmuştur elbette. Onları hayırla yâd ediyor ve Allah ın hepsinden râzı olmasını, mekânlarını Cennet eylemesini niyaz ediyorum. Ezan sözlükte; duyurmak, bildirmek, ilân etmek, dâvet, çağrıda bulunmak gibi anlamlara gelir. Kavram olarak ise; farz namazların ve Cuma namazının vaktinin geldiğini Müslümanlara duyurmak için okunan özel ifadelerdir. Ezan, Müslümanlara ait, sözleri hadislerle kesinleşmiş, okunması dinî bir emir olan namaz çağrısıdır. Ezanın ne şekilde olduğu Kur an da bildirilmemiş, ancak sözlük anlamında ve fiil kalıpları hâlinde Maide 58. ve Cuma 9. âyetlerde geçmektedir. Bazı Sahâbelere rüyalarında gösterilmiş, Hz. Peygamber (sav) e vahiyle bildirilmiş ve Cebrâil (as) tarafından öğretilmiştir. Onun için mutlaka Arapça okunmalıdır. Ezan, yalnızca namaz vaktinin geldiğini ilân eden sözler değildir. Bu müminleri Allah (cc) a itaat etmeye, şuura, uyanıklığa ve İslâmî dirilişe dâvettir. Müminlerin yiğitçe Allah adını yükseltmeleri, O ndan başka İlâh, Rabb olmadığını gür bir şekilde seslerinin ulaşabildiği her yere duyurmalarıdır. Hz. Muhammed (sav) in son Peygamber ve tek önder 18

KAVRAMLARIMIZ olduğunu, müminlerin kıyamete kadar O nun izinde olduklarını, hayatını örnek aldıklarını bildirmeleridir. Ezan, baştanbaşa bir hürriyet bildirisidir. Müslümanların Allah tan başka hiçbir güç tanımadıklarını, O ndan başka hiç kimsenin önünde eğilmelerinin söz konusu olmadığını bütün dünyaya duyurmalarıdır. Ezan şuuru ile bu özelliklerini ve hedeflerini dile getirirler. Ezanın okunduğu bazı yelerde sınırlı bir din hürriyeti vardır ve ezan orada yalnızca bir namaz çağrısıdır. Böyle yerlerde İslâm ın hedeflediği ezan şuuru yoktur. Mekke de Müslümanların durumlarından dolayı ezan yoktu, ancak hicretten sonra Medine de bir İslâm toplumu kurulması münasebetiyle, diğer hükümler gibi ezan okuma yükümlülüğü de başlamıştır. Ve bu ezan olayı Müslümanların hâkimiyeti arasındaki bağlantıyı gösterir. Müslümanlar fethettikleri beldelerde öncelikle ezan okumuşlardır. Bir beldede rahatça ezan okumaları ya oraya hâkim olduklarını veya her bakımdan orada güçlü olduklarını gösterir. Müslümanların yaşadığı yerleri işgal eden müstekbirler hemen ezana müdâhale etmekten geri durmamışlar, ya sesini kısmaya veya asıl fonksiyonunu yerine getiremeyecek hâle sokmaya çalışmışlardır. Etki alanını sınırlamak, başka dillerde okunmasını emredip yozlaştırmak istemişlerdir. Ezanın sözleri Arapçadır ve dünyanın her yerinde kıyâmete kadar öyle okunmaya devam edilecektir. Çünkü onun sözleri bizzat Peygamber Efendimiz tarafından tesbit edilmiş ve ümmete emânet bırakılmıştır. Hiçbir dildeki ezan çevirisi onun etkisini, sözlerindeki derin mânayı, ahengi, haşmeti ve ürpertiyi ifade edemez. Kur anî vahiy Arapçaya ait kelimelerin içini kendi değerleriyle, kendi âlem görüşüyle doldurdu ve bu kavramlar artık Arapça değil İslâm cadır. Müslümanlar dinlerini bu kavramlarla öğrenip hayatlarını İslâm a dönüştürürler. Ezanın başka bir dilde özellikle Türkçe olarak devlet zoruyla okutulmaya çalışılması, dini Protestanlaştırma sulandırma amacından başka bir şey değildir. Ezan İslâm ın bir şiarıdır sembolüdür. Şuurları uyandırmak için olan Şiarlar, dış görünüşlerinden çok daha büyük anlam ve değer taşırlar. İslâm ın şiarlarıyla mücâdele edenler aslında nesillerimizi şuursuzlaştırmak istiyorlar. Çünkü o zaman onları kullanmak ve gütmek daha kolaydır. Ezan, mümin yürekleri sevindirir. Onların esir, aşağı, müstezaf, sürünen, sünepe olmadıklarını ilân eder ve onları Allah a ibâdetle en güzel hürriyetin tadını tadmaya dâvet eder. Ezan, insanları kula kulluktan Allah a kulluğa, bütün insanlığı felaha, kurtuluşa, hidayete çağıran İlâhî çağrı ve dâvettir. Ezan, insanları köleleştiren ve sömüren Tâğutî ve beşerî sistemlere, modern ilâhlara isyanın parolasıdır. Ezan, zengin-fakir, kızıl-kara, kadınerkek, işçi-işveren, vs. renk, ırk ve coğrafî ayırım yapmadan herkesi Allah ın huzurunda tıpkı tarağın dişleri gibi eşitçe ve âdilce ibâdete çağıran, sahte ilâh ve putlara isyana çağıran İlâhî paroladır. Merhum Kur an şairimiz Mehmet Akif ne güzel söylemiş. Bu ezanlar ki şehâdetleri dînin temeli- Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli. O zaman gelin kısaca Ezanın Mânasına bir göz atalım: Allâhu Ekber: Dört defa haykırılarak bütün kâinata, dört bir yöne Batı, Kuzey, Güney, Doğu ; duyulsun, bilinsin ki Allah Ekberdir - En Büyüktür diye ilân ediliyor. Ekber olan, en büyük olan, yerkürenin her türlü hâkimi olan, uyulacak tek merci olan O dur. En büyük falan spor, filan sanatçı, feşmekan devlet adamı diyerek O na ortak tanıyıp şirk koşmayınız. Eşhedü en lâ ilâhe İllâllah: Düşündüm, anladım, kalbimle kabul ettim ve dilimle söylüyorumşâhitlik ediyorum ki; Allah tan başka İlâh, yâni güç, sonsuz iktidar sâhibi, kâinat ve insanlar için kanun koyan ve kendisine kulluk edilen bir başkası yoktur. Ve Allah a rağmen ben varım diyen nefsim, makam, ideoloji, ilke, parti, hizip, önder, şef, kulüp vs. dünyalık bütün şeylerin tamamına lâ deyip inkâr ederek kalbimi, düşüncemi, ruhumu, bedenimi, elimi ve dilimi İllâllah deyip Rabb imin emrine veriyorum. O ndan başkasını güç tanımaya vesile olacak her şeye lâ hayır deyip kenara itiyor, Allah ı tek ve biricik güç ve Hâkim tanıyorum. İllâllah diyerek söz verip biat ediyorum ve bağlanıyorum, ki bütün kâinat zerrecikleri şâhid olsun. Eşhedü enne Muhammeden Rasûlullah: Yine düşündüm, anladım, kalbimle kabul ettim ve dilimle söylüyorum-şâhitlik ediyorum ki; Muhammed (sav) Allah ın Rasûludür. Yâni İllâllah deyip inandığım Allah ı bana tanıtan, öğreten, sevdiren ve kanunlarına nasıl uyacağımı tatbikatıyla gösteren, Allah dışındaki bütün güçleri, Tâğutları nasıl inkâr edip, Allah ı öğrenmeme ve O na has kul olmama vesile olan Hz. Muhammed (sav) dir. Yâni Hz. Muhammed (sav) i ve O nun Sünnetlerini kabul ediyorum ve davamın lideri kabul ediyorum. Hayyâ ala s Salah: Haydi! Allah için namaza, kıyam etmeye, rüku ve secde etmeye. Rabb imizi rüku ve secde ile tenzih ve tâzim etmeye. Tıpkı beşerî güçleri temsil eden put heykellerini parçalayıp Allah a koşan Hz. İbrâhim (as) gibi Allah a kulluk etmeye. Asırların câhilî kültürleriyle yozlaşmış kafalarımızı secdeye koymaya. Şeytanın iğvasıyla gurur 19

KAVRAMLARIMIZ kaplamış olan beynimizi arındırıp, toprağa alnımızı koyarak secde etmeye. Secde ederek hür olmaya, şahsiyet bulmaya. Müminin mîracı olan namazda Tahiyyat la Allah la selâmlaşıp, mîracımıza çıkmaya. Namazı bitirip birbirimize mümin selâmı vermeye. Tâ ki ruhlarımız birbirini duysun. Hayyâ ale l Felah: Haydi kurtuluşa, haydi insanlığın kurtuluş mücâdelesine. Haydi bütün müstezafların, ezilmişlerin safına, haydi süperlere dur demeye. Haydi dünyayı paylaşamayan emperyalistlerin, bütün diktatörlerin, zâlimlerin, hak yiyenlerin, ispiyoncuların, işbirlikçilerin, münâfıkların, hainlerin, fâsıkların, işgalcilerin, mütegallibelerin, tefecilerin, hırsızların, kerhânecilerin defterlerinin dürüldüğü odanın kapısını aralamaya ve oyunlarını bozmaya. Haydi namazla kurtuluşa, namazla duruluşa ve yakarışa. Haydi mümin olmaya, iflah olmaya, felahın yalnız mümin için olduğunu anlamaya ve bunu haykırmaya. Essalâtü Hayrun Minen Nevm: Namaz hayırlıdır uykudan. Neydi namaz? Kıyamdı, dirilişti, Rabb kabul edilen Allah a yapılan ibâdetlerin en güzeli, en yücesiydi. Zilletten, ezilmişlikten kurtuluş, bir duruluştu. İflah olma, bir felâha erişti. Zâlimlere, müstekbirlere, tâğutî güçlere dur deyişti. Bir de İslâm düşmanları geceler boyu, sabahlara kadar İslâm a, Müslümanlara ve de insanlığa tuzaklar hazırlamakta, projeler geliştirmekte ve sabahın ışıkları ile uygulamaya koyulmaktadırlar. İşte eğer biz uyur, uyutulur ve bu güzelim dâvete icabet edemezsek, zillete dûçar olmaya devam deriz. Onun içindir ki; daha hayırlı olan namazı uykuya tercih ederek, güneşi üzerimize doğdurmadan, alacakaranlıklarda müezzinlerin o güzel dâvetlerine icâbet ederek bu oyunları bozmak için; nefsimize tatlı gelen uykudan, hayırlı olan namaza kıyama kalkışımız gerekmektedir. Allâhu Ekber: Ve unutma! Allah en büyüktür ve başkasından asla korkma. Lâ İlâhe İllâllah: Yine bütün putlara ve ilâhlara hayır, sâdece Allah a evet. Ey köleleştirilmeye çalışılan ve sömürülen insanlar! Kulak verin bu kurtuluş çağrısına, bu dâvete, bu parolaya; kurtulun bütün endişelerden. Haydi! Ey müminler, ezanı yeniden anlamaya Kaynakça: Pakia Mektıpları, Prof.Dr. İ. Süreyya SIRMA İslâm ın Temel Kavramları, Hüseyin K. Ece Kelime-i Tevhidi Nasıl Anlamalıyız, Asım UYSAL Sorularla Tevhid ve Akâid, Mehmet ALPTEKİN 20