ABONE FORMU Tarih :...

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "ABONE FORMU Tarih :..."

Transkript

1

2 1984 ÖLÜM ORUCU MİRASI 1996 ÖLÜM ORUCUYLA BÜYÜDÜ Bem-Sen, Mücadelede Memur Gerçeği Dergisi ve Devrimci Memur Hareketi 1996 Ölüm Orucu Direnişi'nin ikinci yılı nedeniyle birer basın açıklaması yayınladılar. Ayrı ayrı yayınlanan açıklamalarda '84 Ölüm Orucu mirasının '96 Ölüm Orucu ile büyüdüğüne değinildi ve şöyle denildi: 1984 ölüm orucu mirası 1996 ölüm orucuyla büyüdü. Ölüm Orucu savaşçıları DİRENİŞ, ÖLÜM YAŞAM ve ZAFER diyerek yola çıktılar. Bu çıkış zulmün saldırısına teslim olmamak, onura, siyasal kimliğe sahip çıkmaktı. Ödenecek bedel can da olsa sonuna kadar diyebilmekti. Hiçbir destek yokken, yalnız başına kalmışken halkın mücadelesi önüne örülen barikatları devrimci bilinç ve kararlılıkla ölüme meydan okuyarak yatmaktı. Onlar tarih boyunca hak ve özgürlükler için mücadele etmiş, zalime, zulme karşı çıkmış, zulmün karşısında asla teslim olmamışlardır. Mücadeleleri halkı ve vatanları içindi. Ölüme yatmak zulme, zorbalığa, adaletsizliğe, namussuzluğa isyandı. Teslim olmaksa ihanet. Onlar isyan ettiler. Direniş, ölüm, Yaşam diyerek isyan ateşini körüklediler. Mücadeleleri halkın mücadelesiydi. Onlar halka yenilmezlik duygusu verdiler Ölüm Orucu direnişleri kamu emekçileri mücadelesine ışık tutmakta, yol göstericiliği sunmaktadır. Biz kamu emekçileri olarak cezaevlerindeki tutsakları sahipleniyor ve her türlü direnişlerinde yanlarında olduğumuzu belirterek 1996 Ölün Orucu şehitlerini mücadelemizde yaşatacağımızı haykırıyoruz. DEVRİMCİ MEMUR HAREKETİ, BEM-SEN, MÜCADELEDE MEMUR GERÇEĞİ DERGİSİ ABONE FORMU Tarih :... Adı :... Soyadı:... Adresi:... Abone Koşulları 6 Aylık TL. 1 Yıllık TL. Adres: Alemdar Mah. Çatalçeşme Sok. No:50/4 Cağaloğlu-îstanbul Gülay Yücel adına Hesap No: Pamukbank Pangaltı Şb Abone olmak için formun fotokopisini doldurup banka dekontuyla birlikte adresimize gönderin

3 12 TEMMUZ CEPHENİN GÜCÜ, KESİNTİSİZLİĞİ VE YENİLMEZLİĞİDİR OLİGARŞİ TÜM GÜCÜYLE BİZİ İMHAYA YÖNELDİ. AMA CEPHE İMHA EDİLEMEZ, YOKEDİLEMEZDİ ARTIK. YOKEDEMEDİLER. SAVAŞIMIZ SÜRÜYOR. CEPHE GELİŞMEYE DEVAM EDİYOR. 12 TEMMUZ'U, ARDINDAN NİSANI VE DARBE İHANETİNİ YAŞADIK. AMA KARARLILIĞIMIZ VE İNANCIMIZ, DÜŞMANIN KATLİAMLARINDAN DAHA BÜYÜKTÜ. OLİGARŞİNİN İMHA POLİTİKALARININ ORTASINDA PARTİLEŞTİK. DEVRİM YÜRÜYÜŞÜMÜZÜ DHKP-C İLE SÜRDÜRDÜK. 12 TEMMUZUN ARDINDAN "BİZE ÖLÜM YOK" DEDİK. BİZE ÖLÜM YOKTU; ÇÜNKÜ, CEPHE TÜRKİYE HALKLARININ KURTULUŞ UMUDUYDU. UMUDU ÖLDÜREMEZLERDİ. BİZE ÖLÜM YOK'TU; ÇÜNKÜ, CEPHE HALKTI. HALKI YOKEDEMEZLERDİ. BİZE ÖLÜM YOK'TU; ÇÜNKÜ, CEPHE GELENEĞİ, HALKA, DEVRİME BAĞLILIK, İKTİDAR HEDEFİNDE KARARLILIK, DEVRİMDE ISRARDI. ÖLMEDİK. UMUT OLDUK. SAVAŞIYORUZ. 12 Temmuz 1991 yalnızca Parti- Cephe tarihi açısından değil, Türkiye sınıflar mücadelesinin bütünü açısından, halk ve tüm sol açısından son derece önemli, belirleyici bir tarihtir. 12 Temmuz'un yaşandığı süreçte sol bunu görmemiş, anlamak istememiştir. Ancak çok sonraları sınırlı bir kesim onun tarih içindeki yerini kısmen görebilmiştir. 12 Temmuz, halka karşı sürdürülen savaşın çok daha şiddetli, pervasız, sonuç alıcı ve imhayı hedefleyen bir tarzda yürütüleceğini çok açık bir biçimde ortaya koyan bir dönemeçtir. Bu politika o günden bu yana bazı biçimsel değişiklikler, zigzaglar dışında uygulanmaya devam etmiştir. Ne oligarşinin terörünün o günkü boyutu, ne de bu terörün Devrimci Sol'a yönelmesi, dönemsel bir politikanın ürünü değildi. Solun yanılgısı, terörün bu boyutlarda tırmandırılmasını "oligarşiyle Devrimci Sol arasındaki" savaşın bir sonucundan ibaret sayması Bu "gözlem" doğruyu ve yanlışı aynı anda içermekteydi. Saldırının sadece Devrimci Sol'a yönelik olduğunu, infazların, kaybetmelerin sadece Devrimci Sol'la sınırlı kalacağını sananlar yanılıyorlardı. Oligarşi er ya da geç, bu terörü düzene muhalif her kesime yöneltecekti... Ancak oligarşinin öncelikli hedefi de kuşkusuz Devrimci Sol'du. îmha politikasının asıl hedefi, halk kurtuluş savaşını geliştirenlerdi. Oligarşi, politikasını ısrarla sürdürdü ve hala sürdürüyor. Ama istediği sonucu alamadı. Fiziki imha boyutuyla bize Kızıldere'yi. yaşatamadı. Oysa 12 Temmuz ve devamında Nisan'daki operasyonlarla amaçladığı tam da buydu. Ancak örgütsel olarak artık Kızıldere'deki Parti-Cephe'yi aşmış, çok daha yaygın kökler salmış, gelenekler yaratmıştık. Oligarşi mücadelemizde ve örgütlenmemizde hedeflediği kesintiyi yaratamadı. Devrimci Sol'a ve DHKP-C'ye yönelik saldırı, Türkiye'deki hiçbir devrimci harekete yönelmemiştir. Öyle ki, imha politikası taraftarlarımıza kadar inmiştir. Hala bu boyutuyla politika sürdürülmektedir. Son dört kayıp bunun açık ve en yeni örneğidir. Ama buna rağmen bir kesintisizlik sağlanmıştır. Bu kesintisizlikte belirleyici rol, Parti-Cephe ideolojisinin gücünde ve Parti-Cephe savaşçılarının cüret ve kararlılığındadır. Oligarşi neden özel olarak bize yöneldi. Bugünden geriye gidilip bakıldığında 12 Temmuz'un yaratıldığı koşullarda üstlenilen misyon çok daha net görülecektir. '90'ların dünyasında karşıdevrim dalgasının estiği, burjuvazinin zafer çığlıkları attığı bir tablo vardır. Adeta herşey tersine dönmüştür. Başta Sovyetler Birliği olmak üzere sosyalist sistemde yaşanan karşıdevrimler, emperyalizmin iştahını fazlasıyla kabartmıştı. Bunu emperyalizm ve fiziki saldırılan izledi "Sosyalizm öldü demagojileri ortalığı kaplarken emperyalizm "Yeni Dünya Düzenî", "globalleşme" " söylemleriyle kendisi için dikensiz gül bahçesi olacak bir dünyanın hayallerini kuruyordu Artık karşısında sosyalist sistemin olmaması emperyalizmin daha rahat davranmasına, istediği gibi at oynatmasına da yol açmıştı. ABD emperyalizmi "yeni dünya düzeni" için şu veya bu şekilde kendisine karşı olanları hizaya getirmek, kendi çıkarlarını garantiye almak için birçok askeri veya örtülü müdahalede bulundu. Barış, demokrasi, insan hakları söylemleriyle yapılan operasyonlar hep kanla, katliamla sonuçlandı. Karşı-devrim rüzgarlarının etkisi birçok ülkeyi, devrimci örgütü etkisine almakta gecikmedi. Silahlı mücadele, devrim gibi kavramlar öcü haline getirilirken, barış, uzlaşma, silah bırakma revaçtaydı. Birçok örgüt arka arkaya "silahlara veda" edip, emperyalizmle ve işbirlikçileriyle "masaya" oturdu. "Çözüm" emperyalistlerin iki dudağı arasında aranmaya başlandı. Emperyalizmin ideolojik ve fiziki saldırılarının en üst

4 boyutlarda yaşandığı günlerde Türkiye'de ise mermiler namluya sürülüyor; öfke, ezilmişlik, adalet halk düşmanlarının suratında patlıyordu. "Dünyayı bir kez de Türkiye'den sarsacağız" diyenler, halkın iktidarı için savaşıyorlardı. Emperyalizme ve işbirlikçilerine meydan okuyorlardı. Emperyalizmin en şaşaalı günlerini yaşadığı bir süreçte tereddütsüz ATILIM diyerek devrimci savaşı geliştirdik. Devrim iddiamızla İKTİDAR dedik. Emperyalist haydutlar dünyanın neresinde at oynatırsa oynatsın onlara karşı durduk. At iziyle it izinin birbirine karıştığı günlerde biz Marksizm-Leninizme, sosyalizme daha sıkı sarıldık. Tek başına kaldık ama sırtımızı halktan başka hiçbir güce dayamadık. Savaşımız karşısında başta Özal olmak üzere oligarşinin tüm sözcüleri "dünyada biterken bizde başlıyor" diye feryat ediyorlardı. Doğruydu da; dünyada herşey tepe taklak olurken biz, kendi bağımsız çizgimizde yürüyor, devrim diyorduk. Herkes sosyalizm öldü derken, biz sosyalizm bayrağını yükseltiyorduk. Atılım çokça sözü edildiği gibi öyle sayısız olanakla, silahla yaratılmış değildi. Atılımın mayasında devrime inanç, cesaret, cüret, kararlılık, fedakarlık, iktidar iddiası, sosyalizme 'bağlılık vardır. Atılım tek başına silahlı eylem de değildir. Atılıma muhtevasını veren sosyalizme bağlılık, devrimde ısrardı. Emperyalizme darbeler vuran, "Dünyayı bir kez de Türkiye'den sarsacağız" iddiasını ete kemiğe büründüren de budur. Bu iddianın bir yüzünde iktidarı hedefleyen silahlı mücadele dururken, diğer yüzünde ise halk kurtuluş savaşçılarının cüreti ve fedakarlığı vardır; tereddütsüz ölümü göze alan şehitlerimiz vardır. Büyüyen savaşımız, halkın adaletini uygulayan eylemlerimiz, halk kitlelerinde büyük bir sempati yaratırken, oligarşinin telaşı da giderek büyüyordu. Oligarşinin sözcüleri o günlerde "Güneydoğu'yu bırak, İstanbul'a bak", "Güneydoğu ve İstanbul sorunu" diyor, hızla buna uygun yeni organizasyonlara gidiyorlardı. Atılım'la birlikte faşizme karşı dişe diş bir savaşa girerken, oligarşiden' yılların hesabını sorarken, emperyalizmin vahşetine, haydutluğuna karşı da açık tavır aldık. Tüm dünyanın sessizliğe, tavırsızlığa büründüğü bir dönemde biz ABD emperyalizminin Ortadoğu'daki çıkarları için Irak halkına tonlarca bomba yağdırmasına, namlularımızla cevap verdik. Birçok ulusal ve sınıfsal kurtuluş mücadelesi veren örgüt bu saldırıya tavırsız kaldı. Ülkemizde de sol "it dalaşı" vb. teorilerle ciddi bir tavır almazken, emperyalizme karşı yürüttüğümüz kampanyayla Ortadoğu halklarının yanında olduk. Emperyalizme meydan okuduk. 12 Temmuz şehitleri bu sürecin örgütlenmesinde aktif bir şekilde rol oynadılar. Emperyalizme karşı savaşmadan devrimci olunamayacağını, hele hele devrimin hiç yapılamayacağını dosta düşmana gösterdiler. O yüzdendir ki emperyalizmin şimşekleri hep üzerimizde oldu. Ezilmemiz, yok edilmemiz için CIA'nın, Pentagon'un ürettiği politikalar devreye sokuldu. Bush'un Körfez Savaşı sonrası Ortadoğu halklarına yönelik yaptığı katliamların sonuçlarını toplamak için Türkiye'ye gelişi öncesinde ise 12 Temmuz yaşandı. Yaşanan savaşın en çıplak haliydi. Bir tarafta emperyalizm ve oligarşi vardı, bir tarafta biz... Susurluk devletinin açık, örtülü tüm yöntemleri devreye sokuldu. O süreçte infazlara tavır almayanlar, bu devletin asıl niteliğini ancak Susurluk'tan sonra gördüler. O süreçte Mehmet Ağar vardı bu operasyon ve infazların başında. Ancak sol, demokrat kesim, bunları görmekten uzaktı. İnfazları yalnız Devrimci Sol'u ilgilendiren bir sorun olarak görmeye, Susurluk devletini görmezden gelmeye devam ediyordu. İnfazlara gizliden alkış tutanlar bile vardı. Çünkü silahlı savaşla statükolarının bozulmasını istemiyorlardı. Yıllar sonra "Susurluk Devleti" diyenler, Ağar'ı keşfedenler, o günlere ilişkin birşey söylemiyorlar. Çünkü o günlerde "susma" suçlusudur hepsi. Keza, sonraki yıllarda Özal'a, ANAP'a ilericilik rolleri yükleyenler, bunları es geçiyorlar. 12 Temmuz olduğunda iktidarda bu adı geçenler vardır. Sanki bunlar Türkiye'de yaşanmamışçasına Özal'a melek rolü biçenler, bunları hatırlamıyorlar. Biz o günden tanıyorduk Susurluk Devletini. Onunla savaş halindeydik. Karşımızdaki düşmanı tanıdığımız için ne politikalarımızda yanılgılara düştük, ne de düşmanın terörü karşısında yalpaladık. Devrimci değerlerin yozlaştırılmaya, dejenere edilmeye başlandığı bir dönemde 12 Temmuz inançları uğruna ölmenin, halka, devrime ve örgüte bağlılığın adı oldu. "Hiçbir ideoloji için ölmeye değmez" gibi çığırtkanlıkların yapıldığı günlerde İstanbul'un orta yerinde; Balmumcu, Dikilitaş, Nişantaşı ve Yeni Levent'te "Yaşasın Bağımsız Türkiye", "Yaşasın Sosyalizm", "Yaşasın Devrimci Sol" haykırışları yükseldi. Emperyalizme karşı savaşmak, teslim olmamak, sosyalizmin ve halkların kurtuluş mücadelesine bağlılık, devrim tarihimizin bu onurlu sayfasına yazıldı. Ve 12 Temmuz tüm halklara emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı yükselen bir savaş çağrısı oldu. 12 Temmuz'un yarattığı sonuçlar sadece ülkemizdeki mücadeleyi etkilemekle kalmamış, dünya çapında bir etki yaratmıştır. "... Dünyanın ezilen halklarının emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı yükselen mücadelesinin, devrimci odaklarından biri haline gelen mücadelemiz, bu mücadelede Marksizm-Leninizm bayrağını dalgalandıran her yoldaşımız, kuşku yok ki, ezilen dünya halklarının ve proletaryasının mücadelesinde hep şerefle anılacaktır... Bizim bu misyonumuz, bilincinde olalım ya da olmayalım her kurşunda, her sloganda, her düşümüzde, yoksul bir Afrikalı'nın,Asyalı'nın, Latin Amerikalı'nın, Ortadoğulu'nun yüreğindeki kurtuluş umudunu güçlendirmektedir. Bunun bilinciyle hareket eden 12 Temmuz savaşçıları, bu nedenle kuşatma altındayken, kurşunlara ve bombalara karşı, devrimci marşları ve sloganları ile, hiç tereddüte yer vermeyen ölüme meydan okumalarıyla ölümsüzleştiler. Doğu Avrupa ve Sovyetler Birliği 'nde Lenin'in, Stalin'in heykellerinin yıkılıp sosyalizmin bayrağı delinir, kurumları dağıtılır, kazanımları bir bir yok edilir ve inançsızlık yayılırken; 12 Temmuz savaşçılarının Marksist-Leninist tutumu, ihanet dalgasına karşı kurulan devrimci bir barikat anlamına gelir..." 12 Temmuz'da ödediğimiz ağır bedeller, savaşma isteğimizi, kararlılığımızı ne azalttı, ne de köreltti. İddiamız; iktidar savaşımız daha da büyüdü. Ölen ama yenilmeyen bir gelenekle halk kurtuluş savaşımız gelişmeye, egemenler için korku olmaya devam etti. Tüm kayıplara rağmen savaş kesintisiz bir şekilde sürdü. 12 Temmuz şehitlerimizin yerleri boş kalmadı. Bunu başarabildiğimiz için, baş eğmemenin, teslim olmamanın, davaya bağlılığın destanının yazıldığı 12 Temmuz'u bir siyasal zafere dönüştürdük. Bugün aradan yedi yıl geçti. Emperyalizmin o şaşaalı günleri artık gerilerde kaldı. "Yeni dünya düzeni", "neo liberalizm", "küreselleşme" balonları çok çabuk patladı. Artık atılan zafer çığlıklarının yerini "kriz", "bunalım" "ayaklanma" korkuları aldı. Öte yandan estirilen sağ rüzgarlara, kurulan "yeni sol" partilere, silah bırakmalara rağmen dünyanın dört bir yanında yükselen halk kurtuluş savaşları yok edilemedi. Bugün Ortadoğu'dan Latin Amerika'ya; Uzakdoğu'dan Afrika'ya kadar halk kurtuluş mücadelesi sürüyor. Artık emperyalizm "ayaklanmalar çağı" dediği 21. yüzyılın korkusuyla baş başa. Doğrulanan Cephe çizgisidir. Tarihin onur sayfalarında yazan Cephelilerin direniş destanlarıdır. O günden bugüne biz yarattığımız geleneklerimizle, savaş çizgimizle, Parti silahını da kuşanarak yolumuza devam ediyoruz. Katliamlarla bizi yok edeceğini düşünen emperyalizm ve işbirlikçileri korkularını gizleyemiyorlar. ABD'nin her yıl yayınladığı "tehlikeli örgütler" listesinde DHKP-C en başlarda yeralıyor. Her 12 Temmuz'da ABD Türkiye'deki "vatandaşlarını" uyarıyor; güvenlik önlemlerini artırıyor, genelgeler yayınlıyor. 12 Temmuzlar'da kanıtladığımız devrim iddiamız bugün ABD'yi, oligarşiyi özel önlemler almak zorunda bırakıyor. 12 Temmuz'un bize bıraktığı miras savaşımıza yol gösteriyor. "Dünyayı bir kez de Türkiye'den sarsacağız" iddiamızı; ideolojimizden, halklarımızdan, şehitlerimizden, 12 Temmuzlardan aldığımız güçle, daha büyük bir kararlılık ve güvenle sürdürüyoruz. Ülkemizde ve dünyada çok rüzgarlar geldi geçti ama hiçbiri, yönümüzü, iktidar hedefimizi şaşırtamadı. Dün, 12 Temmuz sonrasında "onların taşıdığı sosyalizm bayrağı, yerlerini dolduranların elinde daha yükseklere kaldırılacaktır, emperyalizme ve oligarşiye karşı savaşımız sürecektir" sözünü vermiştik. Bugün, söz verdiğimiz gibi, ayaklarımız ülke topraklarında, gözümüz iktidar hedefinde savaşı sürdürüyoruz. Yine emperyalizme ve oligarşiye meydan okuyoruz. Devrimimiz dünyayı sarsarak 12 Temmuz'un yarattığı yenilmezlik geleneğini zafere taşıyacaktır. Cepheli savaşımız tüm dünya halklarını sarsacak, halkların kurtuluş umudunu büyütecek, onlara esin kaynağı olacaktır. Emperyalistlerin, işbirlikçilerinin tüm imha ve yok etme politikaları boşa çıkacaktır. Hiçbir güç, hiçbir engel, halk kurtuluş savaşımızın devrime akışını durduramayacaktır.

5 Adana'da 4 Temmuz sabahı yaşanan 5.1 şiddetindeki ikinci büyük depremden sonra halk şehri terketmeye başladı. Halk Adana'yı terkediyordu. Basın Adana halkının bulabildikleri araçlarla kenti terkettiğini, otobüs garlarında bayramlarda bile görülmeyen yoğunlukta yığılmaların olduğunu söylüyordu. Terk etmek değil adeta panik halinde bir kaçıştı bu. Peki neden? Neden bir hafta önce yaklaşık 150 kişinin öldüğü, binlerce kişinin yaralandığı depremden sonra böyle birşey yaşanmamıştı da şimdi, ölüme yolaçmayan bir sarsıntı sonrası gündeme gelmişti bu. İşte neden de zaten depremin şiddeti değil, ilk depremden sonraki bir hafta içinde yaşananlardı. Bu bir hafta içinde yaşadıkları Adana halkına devlete güvenilmeyeceğini öğretmişti. Devlet Adana'ya gelmemişti, onlar da çareyi kenti terketmekte arıyorlardı. Ne olmuştu bu bir hafta içinde? Olan bitenler o güne kadar olanlardan farklı değildi aslında. Televizyonlar uzun uzun gösterdiler depremin yarattığı sonuçlan... Acılı insanların gözyaşlarını, öfke dolu çığlıklarını da gösterdiler. Sonra enkaz altında hala canlı olma ihtimaif bulunan insanların dozerlerle, grayderlerle hoyratça arandığını gördü herkes. Hemen ardından üzüntü dolu yazılar çıktı yine gazetelerde. Kimileri 21. yüzyılın Türkiye'sinde bu olanlara inanamadı. Kimileri "Takdiri ilahi", "Allah'ın hikmetinden sual olmaz" dedi. Ama düzenden yana olan, sorumluluktan kaçmak isteyen herkes için "doğal afet" demek ucuz kurtuluş yolu oldu. "Türkiye zaten deprem kuşağındaydı", "Ucuz bile atlatılmıştı..." Devletin en üst düzey yetkilileri, deprem sabahı Adana'nın semalarında gözüktüler. Hatta "çok önemli" programlarını, yurtdışı gezilerini bile iptal edip gelmişlerdi. Sonra acılı insanlara "geçmiş olsun", "başınız sağolsun" diyerek sarılma numaraları yaptılar yine. Kameralar karşısında ciddi, gerilmiş yüz ifadeleriyle yaşananlardan ne kadar üzüntü duyduklarını söylediler. "Yaraların mutlaka sarılacağını", "Zarar-ziyanın karşılanacağını", "devletin bütün imkanlarıyla felaketzedelerin yanında olduğunu" söylediler. Sonra yine her zaman yaptıkları gibi kırmızı plakalı arabalarına binip gittiler. Evet, yine her felaketten sonra olduğu gibi aynı sözler, aynı yakınmalar, aynı yazılar... Gazetelerde klişeleşmiş başlıklar... TV ekranlarında birbirinin kopyası Oysa Adana halkının yaşadığı, gördüğü gerçekler çok farklıydı. Neyi gördü Adana halkı? Onyıllardır yaşanan depremlere, afetlere rağmen devletin bir kurtarma ekibine, donanımına bile sahip olmadığını gördü. Çevreci sivil bir örgütün kurtarma çalışmasında devletten çok fazla bilgiye ve beceriye sahip olduğunu gördü. Dozerlerle, grayderlerle güya kurtarma çalışması yapıldığını; molozların, yıkıntıların arasında elleriyle, tırnaklarıyla gece-gündüz yakınlarını, eşlerini, çocuklarını arayan insanları gördü. Hastane bahçelerinde genç-yaşlıçocuk hatta bebelerin yaralı olarak yerlerde yattıklarına tanık oldu. Devlet "Yanınızdayız" diyordu ama evleri yıkılmış, aç susuz kalmış köylerden devletin haberinin bile olmadığını gördü. Devlet "Evlere girmeyin" diyordu ama nerede, nasıl kalınacaktı? Evleri yıkılmış insanların sokakta açıkta yattıklarına tanık oldu. Burjuva medya "Devlet Adana'da" diyordu ama insanlar yardım görmediklerini söylüyor, isyan ediyor, protestolar yapıyordu. Bu devletin nesine güvenilir? Adana halkı Tüm bu gördüklerine yaşadıklarına, söylenen yalanlara rağmen bir hafta sokaklarda yatıp kalkmış evini barkını terketmemiş, terketmek istememişti. Herşeye rağmen ne de olsa yetkililer küçük sallantıların olabileceğini ama şiddetli bir depreminbeklenmediğini söylüyordu. Onlar da buna inanmak istemişler ve günlerce dışarıda kaldıktan sonra evlerine dönmeye başlamışlardı. Ama 4 Temmuz sabahı yine aldatıldıklarını gördüler. Halkın canına bir çöp kadar bile değer vermeyen bu devletin artık daha nesine güvenilecekti? Onlar da tıpkı işaş bulmak için Avrupa kapılarına muhtaç edilmiş milyonlar gibi, tıpkı yoksulluktan, oligarşinin baskı ve teröründen köylerini terketmek zorunda kalan milyonlar gibi, kalktılar, evlerini-barklarım, işlerinigüçlerini bırakıp yollara düştüler. FELAKETLERİN, KAYIPLARIN SORUMLUSU OLİGARŞİDİR, DEVLETTİR Sadece felaketlerden, afetlerden sonra yaşananların değil, bunların verdiği zararlardan da sorumludurlar. Onyıllardır bir gerçek hiç değişmiyor çünkü. Deprem oluyor, sel oluyor, yangın oluyor, trafik canavarı oluyor... Ancak her defasında bizim kanlarımız akıyor. Bizim evlerimizi sel basıyor. Bizim insanlarımız enkaz altında kalıyor. Doğal Afetlerin Halkı Vurması Doğal mı?... Peki, parlamentonun yumuşak koltuklarında oturanlara, lüks otomobillerinde gezenlere, sofralarında kuş sütü bile eksik olmayanlara, milyarlık düğünlerinde sigaralarını dolarla yakanlara, halk açlığı, yoksulluğu, sefaleti yaşarken, işsizlikten, geçim derdinden ne yapacağını şaşırmışken, zatürre, sıtma, tifo, verem gibi en basit hastalıklardan kırılırken villalarında şampanyalar patlatanlara, Marmarislerde, beş yıldızlı otellerin havuzlarında kulaç atanlara, Demirellere, Mesut Yılmazlara, Ecevit, Baykal, Çiller, Erbakan, Cindoruklara, generallere, subaylara, polis şeflerine, MİT'çilere, Sabancılara, Koçlara

6 neden bir şey olmaz? Neden onlar depremlerden, sellerden, afetlerden hiç zarar görmezler? Çünkü onların canı kıymetlidir. Bizim yaşadığımız yerlerde yaşamazlar, oturduğumuz çürük, çarık evlerde oturmazlar. Apartmanları, köşkleri, villaları sağlamdır onların. Öyle 6.7 şiddetindeki depremlerle falan yıkılmaz. Sel basmaz. Yolların, alt yapının en iyisi onların oturdukları yerdedir. Sonra kalkar "Doğal afet", "Allah'ın işi" derler. Hatta gecekondularda oturdukları için halkı suçlarlar, çarpık kentleşmeden bahsederler. Peki, çarpık kentleşmenin sorumlusu kim? Halk gecekondularda, hırsız, bilgisiz müteahhitlerin yaptığı çürük çarık evlerde keyfinden mi oturuyor? Onları buralarda oturmaya mecbur eden kim? Tüm bunların sorumlusu, halkı yolsuzluk yaparsa, milletvekilleri, bakanlar ihalelerden, müteahhitlerden rüşvet alırlarsa, o inşaatları, ihaleleri yapan müteahhitler çimentodan, demirden çalmaz mı? Onlara bakıp çoğu müteahhit aynı şeyleri yapmazlar mı? Onlara bu cesareti veren devletin kendisidir. Kimi ülkelerde çok daha şiddetli depremler olur. Ama orada evler yıkılmaz, insanlar ölmez. Demek ki doğal afet diye evlerin yıkılması, insanların ölmesi bir kader değil. Eğer önlem alınırsa birşey de olmayabiliyor demek ki. Ama bizde çok daha düşük şiddette bir depremde yüzlerce, binlerce insan ölür. Başka yerlerde evleri uçuracak şiddetle kasırgalar, fırtınalar olur, ya kimse ölmez ya da ölen en çok birkaç kişidir. Bizde azıcık fazla bir yağmur yağar her yeri sel alır götürür. Evler dükkanlar, koca kentler günlerce su altında kalır, onlarca insan ölür. Neden? Çünkü, devleti yönetenlerin, halkı sömürenlerin gözünde halkın hiçbir değeri yoktur. Halkın nasıl yaşadığı, ne yiyip ne içtiği, başını sokacak bir yerinin olup olmadığı ilgilendirmez onları. Tek yaptıkları sömürü ve zulümlerini her geçen gün daha da artırmaktır. Yeter ki ceplerini, kasalarını doldursunlar, düzenlerini sürdürsünler. Onların düşündüğü, istediği tek şey budur. Eh işte bir deprem, afet oldu mu, afet bölgesine şöyle bir teşrif ederler, üzülmüş rolü yapıp, "yıkılan yapılacaktır" derler. Göstermelik üç-beş çadır, biraz yiyecek gönderirler. Halkın devletten, düzenden hepten umudunu kesmemesi için hiç değilse bu kadarını yapmak gerektiğini düşünürler. Sonra her şeyi unutup giderler. Ta ki bir dahaki afete kadar. Sonra aynı plak tekrar çevrilir. Çernobil faciasından sonra imha edildiği yalanını söyleyip radyasyonlu çayları piyasaya sürüp halkı zehirleyen; emperyalist ülkelerde yasaklanan ilaçların piyasada serbestçe satılmasına göz yuman; hastane kapılarında ölümlere, bir ameliyat için aylarca, yıllarca sıra beklenmesine, parasızlıktan rehin kalınmasına, organ ve kadavra ticaretinin yaygınlaşmasına seyirci kalan, üstüne üstlük zaten çok yetersiz olan sağlık ve sosyal güvenlik sistemini özelleştirerek halkı kaderine terk eden, mafyayla, çetelerle işbirliği yapıp halkı uyuşturucuyla, fuhuşla zehirlemeye, uyuşturmaya çalışan bir devletten başka bir şey beklenemez zaten. Söyledikleri Hep Yalan Dolan buralarda oturmaya mecbur bırakan, halkı iliğine kadar sömüren, işsizliğe, yoksulluğa mahkum eden oligarşidir, devlettir. Konuşmaya geldi mi, "Devlet halkın can ve mal güvenliğini sağlamakla yükümlüdür" derler. Hani nerede o zaman? Hayır yalandır. Öyle olsa deprem kuşağında olan bir ülkede, üstelik onyıllardır yaşanan bunca acılara rağmen o devlet neden hiçbir önlem almaz? Halkın oturduğu kaç tane evin depreme dayanıklı olup olmadığı denetlenmiştir? Depreme dayanıklı olup olmadığını anlamak için yapılan yüzbinlerce inşaatın kaç tanesinin projesine bakılmıştır? Var mıdır bunun bir yasası, uygulanır mı? Yok. Olsa da uygulanmaz, uygulamazlar. Çünkü, vurgunu, talanı, soygunu yapan en başta kendileridir, devletin tepesindekilerdir. Bakın bütün depremlerde en çok yıkılan, zarar-ziyan gören devlet binalarıdır. Devletin binaları böyle olursa, müteahhittin yaptığı binaların ondan sağlam olması beklenebilir mi? TBMM başkanı meclis binasının yenilenmesinde Doğal afet diye evlerin yıkılması, insanların ölmesi bir kader değil. Eğer önlem alınırsa bir şey de olmayabiliyor demek ki. Ama bizde çok daha düşük şiddette bir depremde yüzlerce, binlerce insan ölür. Başka yerlerde evleri uçuracak şiddetle kasırgalar, fırtınalar olur, ya kimse ölmez ya da ölen en çok birkaç kişidir. Bizde azıcık fazla bir yağmur yağar her yeri sel alır götürür. Evler dükkanlar, koca kentler günlerce su altında kalır, onlarca insan ölür. Neden? Çünkü, devleti yönetenlerin, halkı sömürenlerin gözünde halkın hiçbir değen yoktur. Halkın nasıl yaşadığı, ne yiyip ne içtiği, başını sokacak bir yerinin olup olmadığı ilgilendirmez onları. Tek yaptıkları sömürü ve zulümlerini her geçen gün daha da artırmaktır. Yeter ki ceplerini, kasalarını doldursunlar, düzenlerini sürdürsünler. Onların düşündüğü, istediği tek şey budur. ÇÖZÜM HALKIN İKTİDARINDADIR Evet onlar hiçbir şeye umut, hiçbir şeye merhem olamazlar. Yıllardır yaptıkları bir şovdan başka birşey değildir. Şimdi Adana'da bu maskeleri bir kez daha düştü. Halk bu sahtekarları, yalancıları Adana'da istemedi, kovdu. Bu devletin yönettiği bir ülkede halka acı ve ölümden başka birşey reva görülmez. Bu acılara son verecek olan ancak halkın kendi iktidarıdır. Çözüm bizim kendi ellerimizde, kendi iktidarımızda. Çözüm mafyacı, soyguncu, rüşvetçi kontrgerilla çetelerinin düzenini yıkmaktadır. Çözüm bu devlete karşı savaşan, halkların kurtuluşu ve geleceği için hiçbir fedakarlıktan, hiçbir özveriden kaçınmayan, halkın her türlü sorunlarına, taleplerine sahip çıkan Parti-Cephe'dedir. Söylediklerini kanlarını akıtarak ispatlayan, halkı ve vatanı için bedellerin en ağırını ödemekten hiçbir zaman çekinmeyen Cephe savaşçılarındadır. Parti-Cephe saflarında birleşelim, mücadele edelim, Susurluk iktidarını yıkıp, kendi iktidarımızı kuralım.

7 "Doğal" Afetler ve Emperyalizm Doğal afet" dediği miz şey, deprem, kuraklık, aşırı soğuk, don, sel, heyelan, fırtına gibi doğa olaylarının yeryüzünde yarattığı tahribatlar, can ve mal kaybına yol açan zararlarıdır. "Doğal" denmesinin sebebi bunların henüz kontrol altına alınamayan doğanın kendi dengesi içinde oluşmuş ve bir anlamda engellenemez olmasındandır. Ancak son yıllarda doğal afetlerde bugüne kadar görülmedik şekilde bir artış görülüyor. Adeta gün geçmiyor ki yeryüzünün bir bölgesinde bir doğal afet olmasın. Dünyamızın hemen her gün bir bölgesi sağanak yağmurlar, seller altında kalıyor, onlarca insan ölüyor, yerleşim yerleri ve ekim alanları su altında kalıyor. Depremler, yangınlar veya görülmemiş ölçüde kuraklıklar yaşanıyor. El Nino dedikleri birşey ortaya çıktı ki dünyayı kasıp kavuruyor. işte son bir yılda yaşanan yüzlerce afetten birkaç örnek: Bolivya'da aşırı kurak geçen aylardan sonra aralıksız yağan yağmurlarla gelen çamur sellerinde 100 kişi öldü. Şiddetli toprak erozyonu ise halkın geçim kaynaklarını kurutarak açlığa yol açıyor. Son olarak 6.6 şiddetindeki deprem onlarca kişinin ölümüne neden oldu. Peru, komşusu Bolivya ile aynı doğal afetleri paylaştı, 400 ölü. Brezilya, büyük bir kuraklığın ardından çıkan yangınlarla yanmaz olduğuna inanılan Amazon ormanlarının önemli bir kısmını kaybetti, 22 kişi öldü. Endonezya'da yaşanan kuraklığın ardından "yağmur ormanları"nın haftalarca yandığına tanık olduk. Her yıl aynı tarihte yağmaya başlayan yağmurlar bu yıl gecikince kayıp çok daha büyük oldu kişi öldü. Avusturya'da yüzyılın en büyük kuraklığı yaşandı, 25 ölü. Okyanusun ortasındaki Papua Yeni Gine'de kuraklık 75 can aldı. Kuraklık sonucu Zambia'da 2000, Malezya'da 430 kişi öldü. Kanada'da kutup soğuklarının güneye sarkması sonucu 41 kişi öldü. Kasırga ve sellerden Meksika'da 220, Ekvator'da 210 kişi öldü. Kuraklıktan kavrulan, açlık çeken Afrika ülkelerinin sel baskınlarında sular altında kaldığını gördük. Somali'de aile sel sonucu evsiz kaldı. Kudüs sokaklarında kar yağışı ulaşımı engelleyecek yüksekliğe ulaştı. Latin Amerika ve Afrika'daki çöllerde yeniden bitki örtüsü oluşmaya başladı. Afganistan'da iki kez yaşanan deprem binlerce kişinin canına mal oldu. Sibirya, buzulların erimesiyle kabaran nehir sularının altında kaldı. İtalya'da çamur selinin altında kalan bir kentte onlarca insan öldü. Türkiye bu yıl görülmemiş ölçüde sel felaketleriyle yüz yüze kaldı. Daha yakında Adana'da yeni bir depremi yaşadık, deprem ve sellerde yaklaşık 200 kişi öldü. Afetlerdeki bu artış kadar önemli bir yan da bunlardan bazılarının hiç beklenmedik, umulmadık yerlerde olması ve iklimdeki hızlı değişimlerdir. Artık şu gerçeği hepimiz biliyoruz: Bunların önemli bölümü artık doğal değil, kendiliğinden oluşmadı. Nedeni emperyalizmin bile kabul etmek zorunda kaldığı dünyamızın ekolojik dengesinin bozulmasıdır. Peki denge durduk yerde kendiliğinden mi bozuluyor? Elbette değil. Atmosfer kirleniyor. Peki kim nasıl, neden kirletiyor? İşte orada yine karşımıza emperyalizm ve işbirlikçileri, onların bitmek bilmeyen kar hırsları çıkıyor. EMPERYALİZMİN ÇARKLARI DÜNYANIN DOĞAL DENGESİNİ BOZUYOR Merkezi Maryland'da bulunan Dünya İklim Değişiklikleri Araştırma Merkezi, dünya atmosferinde "sera etkisi" yapan CO (Karbondioksit) gibi gazların kullanımının artması halinde iklim olaylarında salınımların sıklaşarak devam edeceğini belirtiyor. Bilindiği gibi atmosferdeki HFC (Hidroflono-karbon) gazlarının artmasıyla ozon tabakasının delinmesi ve ultraviyole ışınlarının dünya yüzeyine daha yoğun gelmesi; karbondioksit ve diğer gazların artışının yarattığı sera etkisi nedeniyle yeryüzünde meydana gelen ısı artışı, atmosfer dolaşımında ve iklimde değişimlere neden oluyor. Doğanın dengesi bozuluyor. Atmosferin kirlenmesine, zararlı gazların artmasına neden olan ise, insanlığın hizmetinde kullanılması gereken sanayi ve teknolojik gelişmelerin, kapitalizmin sömürü ve kar hırsı nedeniyle dünyanın doğal dengesini bozan insan sağlığını ciddi boyutlarda tehdit eden çevre kirliliğinin nedeni durumuna gelmiş olmasıdır. Sanayide kullanılan klorür, amonyak, karbonmonoksit ve metan gibi havayı kirleten maddeler; fabrika bacalarından yayılan korbondioksit, kükürt ve başka zehirli gazlar; toprağı, denizleri, gölleri ve nehirleri kirleten sanayi atıkları, kimyasal maddeler; nükleer teknolojinin yarattığı kirlenme, termik santrallerin, petrol rafinelerinin, boya sanayiinin yaydığı zehir; toprağı, suyu ve havayı kirleten zararlı tarım ilaçlan; savaşta ve savaş dışında deneme amacıyla patlatılan bombalar, kimyasal ve biyolojik silahlar, nükleer denemeler; ürettiği oksijenle havanın temizlenmesinde hayati öneme sahip ormanların aşırı ve yanlış kesim, yangınlar ve asit yağmurları nedeniyle hızla azalması ve daha sayabileceğimiz bir sürü nedenle dünya kirleniyor. Ve sonuçta doğal afet olarak görülen birçok olay, seller, fırtınalar, kuraklıklar atmosferdeki kirlenme ve doğanın ekolojik dengesinin bozulmasının bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Sadece seller, kuraklıklar mı? Hayır. Birçok yer sarsıntısı, depremler de yapılan nükleer denemelerin sonucu olarak ortaya çıkabiliyor. Elbette depremler nükleer denemeler olmadan önce de meydana geliyordu. Ancak bugün deneme amacıyla patlatılan nükleer bombaların yeraltında yarattığı sarsıntıların depremleri hızlandırdığı veya doğrudan neden olduğu da bir gerçektir. '97 yılında Fransa'nın Hint Okyanusu'ndaki Mercan Adalarında gerçekleştirdiği nükleer yeraltı denemelerinin ardından peş peşe pek çok yer sarsıntıları meydana gelmişti. Yakın zamanda Afganistan'da meydana gelen depremlere ise Hindistan'ın yaptığı nükleer denemelerin yol açtığı ileri sürülmektedir. ABD emperyalizmi başkaları nükleer deneme yaptığında ikiyüzlülükle onları kınamaktadır ama dünyada en çok nükleer deneme yapan da kendisidir. Onyıllardır Arizona çölünü nükleer yeraltı denemelerinde hallaç pamuğu gibi atan bir ülkedir. Yalnızca 1946-'62 yılları arasında Pasifik Okyanusu'nda yaptığı nükleer silah denemelerinin sayısı 200'ün üzerindedir. Yine 1950-'60 yılları arasında atmosferde yaptığı nükleer deneme sayısı 180'dir. Bu denemeler Hiroşima ve Nagasaki'ye atılan bombalardan en az on kat daha güçlü bombalarla yapılmaktadır ve halen de yapılmaya devam ediliyor. Denemelerin yapıldığı bölgelerde canlı hayat bitmiş, iklim ve bitki yapısında anormallikler meydana gelmiştir. Nükleer denemeleri yapan bir tek ABD değil tabii. Tüm emperyalistler yapmaktadır ve şimdi de bazı yeni-sömürgeler katılmıştır bu kervana. YENİ-SÖMÜRGELER EMPERYALİZMİN ÇÖPLÜĞÜNE DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR Sanayileşmenin getirdiği kirlenmeden bugün en çok zarar görenler ise yenisömürge halklarıdır. Çünkü emperyalist ülkelerde zamanla halkta kirlenmeye karşı tepkilerin yoğunlaşması emperyalistleri ister istemez "önlem" almaya zorlamıştır. Ancak tüm sanayi

8 üretimlerinin doğaya zarar vermeyecek biçimde gerçekleştirilebilmesi, büyük yatırımlar yapılmasını, çevre temizliğini sağlamak için önemli bir pay ayrılmasını, eskiyen teknolojilerin tümüyle terkedilmesini gerektirir. Bu ise emperyalizmin işine gelmez. Karından fedakarlık yapması demektir. Onun yerine daha kolay bir yöntemi tercih ederek süresi dolmuş, çevre ve insan sağlığını tehdit eden geri teknolojilerini, çevre kirletici sanayilerini yenisömürgelerine nakletmeye başladı. Yeni-sömürge ülkelerde işbirlikçi yönetimler aracılığıyla emperyalizmin ihtiyaçlarına göre çarpık biranayileşme geliştirilirken, bu ülkelerde kamuoyundaki tepkilerin azlığı ve yasal düzenlemelerin yetersizliği emperyalist tekellerin istedikleri gibi at oynatmalarına olanak sağladı. Örneğin, emperyalist ülkelerde doğal dengeyi bozduğu ve kansere neden olduğu için siyanürle altın aranması yasaklanmıştır. Ancak diğer yöntemlere göre çok ucuz olan "siyanürlü altın" çıkarma bizim gibi yenisömürge ülkelerde emperyalist şirketlerce yapılmaktadır. Yine asbestli gemi üretimi, bakım ve onarımı emperyalist ülkelerin çoğunda yasakken; emperyalistler yeni-sömürge ülkelerde asbestli gemi yapmaktadırlar. Mesela Japonya gemi sanayini kirliliğe neden olduğu için kendi ülkesine değil de Güney Kore'ye kurmuştur. Diğer bir örnek de nükleer atıklardır. Bu atıkların depolanmasına emperyalist ülkeler kendi topkarları içinde izin vermezken kendi ürettikleri bu tehlikeli atıkları ya yenisömürge ülkelere nakletmekte ya da denizlere, okyanuslara boşaltmaktadırlar. Örneğin, Almanya'daki sanayi atıklarının İsparta'da yakıt olarak kullanılmak Çevre kirliliğine ve ortaya çıkan afetlerin sonuçlarına karşı olmak, emperyalizme ve kapitalizme karşı olmayı gerektirir. Bundan kuşkusuz sanayileşme ve teknolojik gelişmelere karşı olmak anlamı çıkmaz. Sorun bunları halkların yararına, insan sağlığına ve çevreye zarar vermeden kullanabilmektir. Bunu ise kardan başka bir şey düşünmeyen emperyalizm ve işbirlikçileri, onların düzeni sağlayamaz. Halkın çıkarına bir sanayileşmeyi doğanın ve insanın sağlığını gözeterek yapacak olan, halkın iktidarda olduğu bir düzendir; sosyalizmdir. istenmesi, Hamburg'daki demir çelik fabrikalarına ait baca filtre atıklarını taşıyan geminin limanlara yanaşıp yükünü boşaltmasına izin verilmeyince Karadeniz'de dolaşarak bunları denize boşaltmaya çalışması, kanserojen bir madde olan asbest içerdiği için hurdaya çıkarılan United States adlı geminin armatör Kahraman Sıddıkoğlu tarafından satın alınarak Türkiye'de sökülmeye çalışılması. Bunlar sadece birkaç küçük örnektir. Emperyalist tekellerin ve işbirlikçilerinin kasalarını daha fazla doldurmak için en az maliyetle kurdukları fabrikaların bacalarından çıkan zehirli gazlar filtre sistemi uygulanmadığı için atmosferde birikmekte ve asit yağmurlarını oluşturmaktadır. Asit yağmurları ise yeryüzünde bulunan birçok canlı ve bitki türünü yok etmektedir. Tarım alanları da bu yağmurlardan etkilenmektedir. Bağ ve bahçeler, ekili alanlar yok olmaktadır. Bu fabrikaların yarattığı ve yerin derinliklerine gömülmesi gereken sıvı ve katı atıklar da maliyeti arttırdığı gerekçesiyle çevreye atılmakta veya deniz ve nehirlere akıtılmaktadır. Çarpık sanayileşmeyle birlikte plansız yapılan kentleşmeler sonucunda kent içindeki ve çevresindeki yeşil alanlar yok olmuş, kanalizasyon vb. alt yapının yetersizliği, çevreye yayılan ya da doğrudan dere ve denizlere akıtılan atıklar çevreyi kirleten ve insan sağlığını tehdit eden faktörler haline gelmiştir. Örneğin İstanbul, Ankara gibi büyük kentlerin yakınında ya da çevresinde oluşan "çöp dağlan" türlü bulaşıcı hastalıkları yaymaktadır. Ayrıca çöplerin içten yanmasıyla meydana gelen metan gazı ayrı bir kirlenme nedeni olmakta ve patlamaları sonucunda birçok insanın hayatını yitirdiği facialara yol açmaktadır. I kıtırlardadır, Ümraniye Hekimbaşı'daki çöplük tam 37 kişinin canını almıştı. Su toplama havzalarında yapılaşmalara gidilmesi, derelerin kirletilmesi içme suyunun kirlenmesine ve bu da hastalıklara yol açmaktadır. Tüm bunların sonucunda bozulan doğanın dengesinden sonra yüzlerce, binlerce insanın ölümüne, yaralanmasına, büyük maddi kayıplara yol açan felaketlere ne kadar "doğal afet" denilebilir. Çünkü dünyada yaşanan ekolojik bozulmanın kaynağında emperyalizmin ve işbirlikçilerinin kar hırsı yatmaktadır. Bu bozulmanın faturasını canlarıyla ödeyen de dünya halklarıdır. Üstelik dünyayı kirleten emperyalizmin çevre kirliliğini önleme adına yaptığı yatırımlar da kar amaçlıdır. Böylece bu alanda da kendisine bir sektör oluşturup çevreyi temizleme adına kar elde etmektedirler. EMPERYALİZM HEM SUÇLU HEM "GÜÇLÜ" Bu sorunların gözardı HALK ANAYASASINDAN: Madde 38-Çevre a-) Çevre sorunu ve korunması, merkezi planlamalar çerçevesinde ele alınır. Doğal çevreyi kirletecek, halkın sağlığını tehdit edecek sanayi yatırımlarına izin verilmez. Tüm fabrika, atölye benzeri tesislerin doğayı ve çevreyi kirletmeye karşı filtre, arındırma, atık toplama ve benzeri önlemler almaları zorunludur. b-) Sanayide, ısınmada doğal enerjinin daha yaygın kullanılmasına öncelik verilir. Nükleer enerji, gen teknolojisi vb. kullanımının beraberinde getirdiği çevre ve toplum sağlığını tehdit eden etkenlere karşı önlemler almak devletin görevleri arasındadır. Tüketim maddelerinin imalatında ve ürünlerde çevre kirlenmesine yol açacak ham maddeler ve ambalajların kullanılmaması özendirilir. c-) Kentlerin kanalizasyon ve çöp toplama gibi altyapı sorunları yerel yönetimlerin öncelikli görevleri arasındadır. Hiçbir yerel yönetimin halkı çöp ve pislik içinde yaşatmaya hakkı yoktur. İl, ilçe ve Mahalle Meclisleri bu konunun doğrudan denetleyicisidirler. d-) Okullarda ve her düzeyde çevre bilincini geliştirecek bir eğitim verilecek; devletin halk iktidarı öncesi yakıp yıktığı ormanların canlandırılması için toplumsal bir seferberlik ilan edilecektir. edilemeyecek boyutlara gelmesiyle emperyalist kurum ve devletler zaman zaman göstermelik platformlar oluşturup "zirveler" yapmak zorunda kaldılar. 1970'ten bu yana yapılan bu "zirveler"in çevre sorununu çözmeyeceği yaşanarak görülmüştür. Çevreyi kirleten ve kirletmeye hala devam edenlerin, çevre kirliliğini ve bu kirliliğin sonuçlarını ortadan kaldıracak çözümler geliştirip uygulaması beklenemez. Çözüm üretebilmek şöyle dursun, üretilen çözümün de önünde engel oluşturmaktadırlar. Çevreci dernek ve kuruluşların yaptıkları eylemlere de olanca şiddetle saldırmaktadırlar. Küresel ısınmanın önüne geçilmesi amaçlı göstermelik toplantılardan biri de 1997'de Japonya'nın Kyoto kentinde yapıldı. 154 ülkenin katıldığı bu toplantı sonucunda küresel ısınmayı yavaşlatacak ve ısınma sürecini tersine çevirecek bir dizi tedbir önerisi karar altına alındı. Karara göre 2010 yılına kadar atmosferdeki karbondioksit oranı bugüne oranla %15 azaltılacaktı. Ancak bu karara karşı çıkanlar da en başta ABD ve Japonya oldu. Çünkü dünyadan atmosfere salınan karbondioksitin önemli bölümü tek başına ABD'den kaynaklanıyor. Bunu istenen oranda azaltmak ise epeyce bir yatırım gerektiriyor. Tabii bu. da emperyalizmin işine gelmiyor. Evet, emperyalizmin sömürüsü ve talanı bugün daha da boyutlanarak sürmekte, bununla orantılı olarak doğal çevrenin kirlenmesi ve pek de doğal olmayan afetler de devam etmektedir. Çevre kirliliğine ve ortaya çıkan afetlerin sonuçlarına karşı olmak, emperyalizme ve kapitalizme karşı olmayı gerektirir. Bundan kuşkusuz sanayileşme ve teknolojik gelişmelere karşı olmak anlamı çıkmaz. Sorun bunları halkların yararına, insan sağlığına ve çevreye zarar vermeden kullanabilmektir. Bunu ise kardan başka birşey düşünmeyen emperyalizm ve işbirlikçileri, onların düzeni sağlayamaz. Halkın çıkarına bir sanayileşmeyi doğanın ve insanın sağlığını gözeterek yapacak olan, halkın iktidarda olduğu bir düzendir; sosyalizmdir

9 Devlet, Zarar Gören Halka Yardım Etmiyor ve Saldırıyor Adana'da 27 Haziran'da gerçekleşen depremin ardından 3 Temmuz Cuma günü 5.1 şiddetinde ikinci büyük bir deprem yaşandı. Birinci depremin şokunu atlatamadan yeni bir depremin olması ve devletin yardım etmemesi halkı iyice sinirlendirdi. Adana Seyhan Kiremithane Mahallesi'nde 3 Temmuz günü yiyecek sorunu yaşayan halk kendilerine verilmeyen yardım paketlerini almak için muhtarla konuşmaya gittiler. Muhtara "Bizler de açız, bizim de yardıma ihtiyacımız var, bir haftadır bir tas suyunuzu görmedik" deyince, muhtardan "Size yiyecek veremeyiz sizin isminiz listede yok" cevabını aldılar. Bunun üzerine halkın öfkesi arttı. Halkın tepkisini alan muhtar korkusundan polis çağırdı. Mahalleye gelen polis çocuk, genç, yaşlı demeden halkın üstüne saldırarak yaralanmalarına yol açtı. Halk kendini savunmak için polise gereken cevabi Verdi. Olay sırasında iki polis dayak yiyerek hastaneye kaldırıldı. 28 Ocak'ta Adana temsilcimiz Mehmet Topaloğlu ve yanında bulunan Bülent Dil, BesatAyyıldız'ı katleden, gazetemizin dağıtımını engellemeye çalışan katil sürüleri halkın direnişi karşısında acizleştiler. Olaydan sonra saldırılarını sürdüren polis iki kişiyi gözaltına aldı. Selahattin Eyübi Mahallesi, Sucuzade Mahallesi ve Kiremithane Mahallesi'nde oturan ve olayı yaşayan halkla 4 Temmuz günü yaptığımız röportajları yayınlıyoruz: MEYDAN MAHALLESİ Sayın Hüseyin Ekelik, muhtarlığınızın önünde birikmiş olan bu kalabalık hakkında bilgi verebilir misiniz? Hüseyin EKELİK: Depremden sonra Meydan Mahallesi'nin evlerinin çoğunluğu kullanılmaz durumda. Bunun akabinde insanlar evlerini kullanamıyor ve çadır yardımı istiyorlar. Öğrendiğimize göre size yeterli yardım yapıldığı söyleniyor. Siz bu konuda neler söyleyeceksiniz? Çadır verildi, gıda yardımı da verildi ama ÇOK yetersiz, Bu kalabalığın hepsi yardım ve çadır bekliyor. Bir kısmına çadır verdik, bir kısmına veremedik. Yağmurun bugün yağması insanların varolan öfkesini iki katına çıkardı. Ben elimden geleni yapıyorum. Şu an çadır ne kaymakamlıkta kalmış, ne de sivil savunmada. Ben Meydan Mahallesi muhtarı olarak ne yeterli çadır, ne maddi yardım aldım. İlaç yardımı ise hiç almadım. Halkım sinirli. Ben de ne yapacağımı şaşırmış durumdayım. Gelen yardımlar konusunda sizin de görüşlerinizi alabilir miyiz? Ceylan BAYRAM: Bizler çadır istiyoruz. Rezilliğimiz diz boyu. Bizler Meydan Mahallesi halkı olarak hiçbir yardım görmedik. Halimiz perişan. Muhtar bize çadır vermiyor, bu yüzden de ne yapacağımızı şaşırdık. Biz insan değil miyiz? Deprem için Adana'ya Türkiye'nin dört bir yanından yardım geldi. Bunun yanında bazı yerlerden de yardım geldiğini öğreniyoruz. Peki bu kadar gelen parayı, yardımı ne yapıyorlar? Soruyoruz yetkililere... Semiha TORUN: Depremden bu yana Adana'ya gelen yardımlardan hiçbir şey görmedik. Perişanız... Eğer bugün de bana çadır vermesinler o muhtarlığı onların başına yıkarım. Gelen yardımların hepsini devlet kendi yiyor. Hani nerede bu devlet, Allah belasını versin. Vali geldi konuşma yaptı, hani bizim her ihtiyacımızı vereceklerdi? Hani nerede bu yardımlar... Eğer bizim ihtiyaçlarımızı vermezlerse ya öleceğiz ya da öldüreceğiz... Eğer bugün de yardım gelmezse mahalle olarak ayaklanacağız. Akşam muhtarlıkta kavga çıktı, millet yokluktan birbirine giriyor. Eğer, düzen sağlanmazsa bu öfke seli kendilerine akacak... Fatma ÇEPİK: Bu vatanın yöneticileri çocuklarımızı asker yapıyor. Çocuklarımız ölüyor. Devlet deprem gibi bir afette bize sahip çıkmıyor. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti nerede? Bizler bu vatanın evlatları değil miyiz? Devlet bunu cevaplamalıdır... Biz kendilerinden yiyecek, içecek istemiyoruz... Yağmurdan, güneşten korunmak için sadece çadır istiyoruz. Bir çadır vermeyecek kadar acizler mi? Devlet utanmalı... Bizler şu an burada muhtara kızıyor, bağırıyoruz ama anladığım kadarıyla bu sorun muhtardan çıkmış, sistem sorunu... Devletin en tepesinden zincirleme muhtara kadar geliyor bu rezalet... İmsal DELİOĞLU: Nerede bu devlet ruyoruz. Muhtardan, validen isteklerimiz aslında devletten isteklerimizdir. Çünkü onlar devletin kolları. Deprem doğal bir olay, biz depremi unuttuk. Yağmurda kaldık. Canımızın derdine düştük. Dediğimiz doğal olan bir şey ama devletin yaptığı doğal gelmiyor bize. Devlet bizlere sahip çıkmıyor. Onca televizyonda, gazetelerde şunu yapacağız, bunu yapacağız diyorlar ama hepsi palavra. Hiçbir şey de yapmıyorlar, yapamazlar da... Şimdiye kadar gerçek yüzlerini gördük, bir de işlerini görelim... Ondan sonra konuşsunlar. Emine GÜNDÜZ: Biz burada çöplükte yaşıyoruz, ne olacak halimiz? Aç susuz bir çadır bile vermediler. Çalışıyoruz, bu devletin SSK'sına kadar para ödedik. Hani nerede o ödediğimiz paralar? Hani nerede o ödediğimiz paraların karşılıkları olan hizmetler. Biz emeğimizin karşılığı olanı istiyoruz. Kendileri zaten keselerinden vermiyorlar o zaman bize yapılan yardımları versinler. Bu mahalleye kimse gelmedi. Öldünüz mü, kaldınız mı demediler. Hani nerede ahkam kesen belediyemiz, nerede o devletimiz? Ne yapacağımızı bilmiyoruz. Bu devletin zulmü canımıza tak etti. Depremden önce de ahım şahım bir yaşantımız yoktu. Depremden önce de zam zulüm belimizi kırıyordu, depremle iyici perişan olduk. Bu gidişata bir dur demek gerekiyor... Tülin ŞAHİN- Mahallemizde depremden bu yana hasar tespit çalışması yapılmadı. Apartmanda oturuyoruz, 9. katta... Depremde katımız yıkılmadı ama depremden oluşan çatlaklar var. Depremlerin ardı arkası kesilmiyor. Çatlaklar her geçen gün büyüyor ve bizleri korkutuyor. Evimizde oturamıyoruz, çünkü çatlak olan evlerde oturulmaması anonsları yapılıyordu. Biz de oturmuyoruz. Çadır istiyoruz, vermiyorlar. Evimiz yıkılmadı diye yapıyorlar böyle... Bizler yine halimize şükrediyoruz. Çoğu insanın evi yıkılmış. Çadır verdiklerinde de 65 milyonluk senet imzalatıyorlar. Deprem olan bir ülkede insanlara yeterli yardım gelmediği gibi bir de 65 milyonluk senet imzalatıyorlar. Bu nasıl bir sistem anlamadık... SELAHATTİN EYÜBİ MAHALLESİ: Polislerin size yönelik bir saldırısı olmuş. Bize bunu anlatabilir misiniz? Ahmet BOZLAK: Bizim çadırların olduğu yere yardım amaçlı yiyecek dağıtan bir kamyon gelmiş. Ben yaşlıyım, 80 yaşındayım. Beni bizim çocuklar aldılar. Kamyonun yanına götürdüler. Arabanın üstünde yardım dağıtan adamdan yiyecek

10 istedim; polise baktı, muhtara baktı, veremem dedi. Ben de neden dediğimde size veremeyiz, muhtarın emri sizin isminiz yok dedi ve arabaya yürüdü. Ben de arabanın arkasından yürümek istedim; polisler engel oldular. Polise neden vermiyor şunu diye sordum. Çocuklar, bacım ve ben kaç gündür açız, bize de verin dedim beni itekledi. Çocuklar karşı geldi. Hepimize saldırdılar. Bana şu elimde gördüğünüz sopayla vurdu polis. Ben zaten yaşlıyım, ben ayağımın üzerine yerimden kalkamıyorum. Bunlar örfü, adeti, saygıyı unutmuşlar. Ben onların dedesi yaşındayım, polis diye beni dövmeye hakları yok, şikayetçiyim. Devlete devleti şikayet edeceğim, suç duyurusunda bulunacağım. Ama daha ziyade ben bunları halka şikayet ediyorum. Çünkü bana bu yardımları yine bizim halkımız verdi. Sağ olsunlar ama bizden ziyade bu yardımlara bizim muhtarın akrabalarının ihtiyacı varmış. Artık yardım filan kabul etmiyoruz kendilerinin olsun yardımları... 3 Temmuz günü yiyecek yardımı sırasında neler oldu anlatır mısınız? Kazım BOZLAK: 3 Temmuz günü çadırlarımızın olduğu bu meydana bir kamyon yiyecek geldi dağıtılması için. Kamyonla beraber muhtar Ahmet Karaca ile birlikte üçte polis otosu geldi. Zaten polis otosu buradan ayrılmıyor ve bize potansiyel suçlu olarak bakıyorlar. Kamyonun yanına geldim ve sekiz gündür ilk defa gelen yardımdan ben de istedim. Benim de evim depremden dolayı yıkıldı ve ben de mağdur bir insanım. Muhtar, bana yardım verilmemesini söyledi. Neden dedim, sen yardım için bana ismini yazdırmadın dedi. Ben de canımızın derdinde idik aklımıza gelmedi deyince çekil arabamın yanından dedi. Ben de direndim. Sonra polisler ne olduğunu anlamadan üzerime çullandı ve çocuklarımın önünde beni dövdüler. Dişlerimi kırdılar. Ben bu insanlardan ve muhtardan şikayetçiyim. Böyle devlet olmaz. Bu nasıl devlettir ki deprem gibi afetten çıkmış insanlara polisi saldırtıyor, dövüyor, sövüyor. Onları halka şikayet ediyorum. Biz insanız, hayvan değiliz onların verdiği hiçbir yardımı da istemiyoruz, kendilerinin olsun. Aç kalırım bir daha gidip yardım istemem. Onurumla yaşarım, aç kalırım daha iyi. KİREMİTHANE MAHALLESİ Polisin size silah çektiğini öğrendik nedenini bize anlatir mısınız? Sadi ÇAKMAK: Ben yardım arabasını gördüm, yaklaşık sekiz gündür ilk defa yardım gelmişti. Bunun üzerine ben de yardım istiyorum dedim. Arabadaki görevli veremeyeceğini söyledi. Neden dediğimde ben muhtarın verdiği numaralara yiyecek veririm, başkasına veremem dedi. Ben de bunun üzerine onu dinlemedim ve yiyecek poşetlerinden birini almaya çalıştım. Bu hareketimin üzerine polisler dedeye, bana ve diğer halktan insanlara saldırdı. Ben de direndim, karşı geldim. Copla, tekme ile bana giriştiler ve hepimize vurmaya başladılar. Biz de onlara karşı geldik. Polislerden bir tanesi ise bana silah çekti. Bunun üzerine Suzan ana araya girdi ve polisi engelledi. Biz depremden değil devletin teröründen korkmaya başladık. Dünyanın neresinde görülmüş depremden zarar gören insanların dövüldüğü, sövüldüğü, bir hafta aç bırakıldığı. Böyle birşey ancak Türkiye'de olur. Utanmaları gerekiyor. Ben bu polisleri, muhtar Ahmet koruca'yı size ve halka şikayet ediyorum; tüm dünya duysun Adana'da depremzedelerin dayak yediğini. Ayrıca suç duyurusunda da bulunacağım. Mahallenizde gıda yardımı sırasında polisin size kaba kuvvet kullandığnı öğrendik. Size yönelik bu saldırıyı bizlere anlatabilir misiniz? Zöhre CAN: Evet, polis 3 Temmuz günü gıda yardımı sırasında mahallemizde bulunan kadınlara ve bana saldırıda bulundu. Depremden sonra bizim mahallemize herhangi bir yardım gelmedi. Ne çadır, ne sağlık taraması, ne de gıda yardımı gelmedi. İlk defa 2 Temmuz'da belediye tarafından muhtara dağıtılsın diye yardım vermişler. Biz de bu mahallenin sakinleri olarak muhtara gittik. Yardım paketleri dağıtılıyordu. Bizi ikiye ayırdılar. Biz bu mahallede demokrat yapıda insanlarız. Zaten hep horlanıyoruz, burada da aynı şey oldu. Muhtar Kazanlı olduğu için bütün yardım paketlerini Kazanlılar'a verdi. Biz de itiraz ettik. Muhtar polisi arkasına aldı ve bize saldırdı. Onunla beraber polis de biz kadınlara coplarla saldırdı. Bu nasıl adalet, bu nasıl insanlık, bu nasıl devlet, biz anlayamıyoruz. Biz de bu ülkenin halkıyız. Evimiz kullanılmayacak halde. Çadır istedik vermediler. Biz de işi gücü olmayan insanlarız. Irgatız, bulursak kazma dövüyoruz, bulamazsak aç kalıyoruz. Zaten paramız yok sayılacak kadar az. Bu olan deprem de belimizi kırdı. Bu yetmiyormuş gibi halkın bize sağladığı yiyecek ve parayı devlet yiyor. Bu da yetmiyormuş gibi uşakları olan polislere bizleri dövdürtüyorlar. Buradan devletin en üst adamlarına sesleniyoruz; bu durumları görüp de, seslenmedikleri için onları kınıyoruz. Biz de bu vatanın insanıyız diyoruz, verdikleri yardımı da artık istemiyoruz. SUCUZADE MAHALLESİ Depremin ardından yine sarsıntılar devam etti. Bu yeni sarsıntılarla birlikte birçok ev de yıkıldı. Sizin de eviniz bu yıkılanların arasında... Bize yaşadıklarınızı anlatabilir misiniz? Nilgün TAŞ: Şu karşıdaki yıkılan ev bizim. 4 Temmuz sabahı bir sarsıntıyla uyandık. Baktık ki evimiz yıkılıyor. İnsanın evinin yıkılması çok korkunç bir şey. Hele de o yıkılmaya şahitseniz... Ama yine de şükrediyoruz. Çünkü canımızı kurtardık, can kaybı olmadı. 27 Haziran'dan bu yana çatlaklar oluşmaya başladı. Kimse gelip de ne oldu demedi. Biz muhtara başvurduk ama muhtar aldırış etmedi. Gelip geçmiş olsun bile demedi. Duyuyoruz, devlet büyükleri gezmişler, insanları ziyaret etmişler. Ama biz Sucuzade Mahallesi sakinleri olarak devleti görmedik. Ev dört katlı, bu dört katlı evde dört aile yaşıyor. Yardım edecek el arıyoruz. Ne yapacağız bilemiyoruz. Herkes rezil oldu, yüzümüze baksınlar, ellerini vicdanlarına koysunlar. Tabii vicdanları varsa. Oğlum bir ay sonra evlenecekti, aldığımız çeyizlerin hepsi gitti. Sizlere halimizi anlatıyoruz. Siz de bizim : gözümüz, kulağımız, dilimiz olun... Bunları yazın... Depremden bu yana ne gibi yardım gördünüz? Eviniz yıkılmış, bu durumda ne yapmayı düşünüyorsunuz? Güler ARMAN: Evimiz yıkılmak üzere, içinde oturulacak durumu yok. Bir defa geldiler, eve baktılar. Oturulacak durumu yoktu zaten. Gelip bakmaları dışında bir yardımlarını görmedik. Para dağıtıldığını duyduk. Bizlere bırakın para vermeyi, sekiz günde ancak iki defa su verebildiler. Başka da bir şey görmedik. İnsanlıktan utanıyorum. Ve başımızdaki devlet büyüklerini kınıyorum. Daha önce de konuştuğumuzda şikayetleriniz olduğunu söylemiştiniz. Bunları bizlere anlatabilir misiniz? Gönül KARSLI ve kızı Eda KARSLI: Bu mahalleye ne devlet adamı geldi, ne de gazeteci. Yalnızca sizler geldiniz. Ben de şikayetlerimi sizlere söylüyorum. Aytaç Durak, depremden sonra bizim mahalleye uğradı ama bizlere bir geçmiş olsun bile demedi. Depremin üzerine siyaset yaptı, kendi yaptırdığını söylediği yeni Adana'yı överken biz burada rezil, perişan durumdayız. Utanmıyor, bizler burada varoşlarda zar zor yaşarken kendi bize üç-beş milyarlık yardımdan bahsediyor. Kendisini kınıyoruz. Öyle bir daha gelip bizim bu yaralı halimizden yararlanmaya çalışırsa biz de onu taşla kovalamaya karar verdik. Mahalle sakinleri olarak biz de bu ülkenin halkıyız. Toplanan yardımların hepsini başkaları yedi... Depremin bugün sekizinci günündeyiz. Hala ne sağlık ekibi, ne çadır, ne de gıda yardımı görmedik. Onları kınıyoruz. Bu ülke ikiye bölünmüş depremlerde. Adana halkı ikiye ayrıldı. Bunları yazın, gözümüz, kulağımız olun, ben başka bir şey istemiyorum. Bu rezil insanların rezilliklerini duyurun.

11 "Anaların Öfkesi Katilleri Boğacak" İstanbul Galatasaray Kayıp ve tutsak aileleri bıkmadan, usanmadan her türlü devlet baskısına rağmen Galatasaray Lisesi önündeki oturma eylemine devam ediyorlar. Her Cumartesi günü kayıpların nerede olduğunu soruyorlar ve ellerinde kayıpların fotoğraflarını taşıyorlar. Devlet kaybettiği, kaçırdığı insanların sahiplenilmemesi için sık sık onlara saldırıyor, onların moralini bozmaya, onları korkutmaya çalışıyor. Buna rağmen kayıp ve tutsak ya- kınları kayıpları istiyor, devletten hesap soruyorlar. Kayıp ve tutsak aileleri 4 Temmuz Cumartesi günü yine Galatasaray Lisesi önünde toplandılar. Saat 12.00'de oturma eylemi başladı. "Anaların Öfkesi Katilleri Boğacak;' sloganları atıldı; analar zılgıt çektiler. O- turma eyleminin ardından bir basın açıklaması yapıldı. Açıklamada şöyle denildi: "Yaptığımız eylemleri insanların fişlenmesine gerekçe olarak kullandılar. TMMB içişleri Komisyonu'nda kabul edilen yasa tasarısına göre herkes fişlenecek. Sokakları, semtleri ve mahalleleri gösteren krokiler bütün karakollarda bulunacak, insanların ikamet bilgileri ilgili jandarma ve polis karakollarında tutulacak. Biz onlara soruyoruz; siz önce kendi yasalarınızı işletin. Anti-demokratik uygulamalara bizi malzeme etmeyin. Gözaltında kayıp olarak duyurulan kişilerin işkence edilmiş cesetlerinin kimliği belirsiz diye gömülmesini engelleyin." Açıklama ayrıca Tüm Bel-Sen izmir 2 No'lu Şube Başkanı ikram Miyaz'ın 5 Temmuz 1994 tarihinde evin- den işine gitmek üzere çıktığı ve daha sonra cesedinin fiğe Üniversitesi Hastahanesi'nde bulunduğu, ikram Miyaz'ın polis tarafından gözaltında olduğunun kabul edilmediği ve bunun bir faili meçhul cinayet olarak gösterildiği vurgulandı. Açıklamanın ardından eylem alkışlarla sona erdi. Kayıp ve tutsak yakınları sonraki hafta yine aynı yerde buluşmak üzere dağıldılar. Ankara Ankara Yüksel Caddesi'nde, insan Haklan Anıtı önünde her hafta düzenlenen oturma eyleminin otuz ü- çüncüsü 4 Temmuz günü yapıldı. Saat 12.30'da yapılan açılış konuşmasıyla baş layan eyleme kayıp ve tutsak yakınlarının yanı sıra Nakliyat-Iş ü-yesi işçiler ve sendikacılar da katılıp destek verdiler. Yaklaşık 60 kişinin katıldığı eylemde "Kaybedenler Kaybedecek", "Kaybeden Susurluk Devletidir, Hesap Soralım", "Yeni Kayıplara izin Vermeyelim", "Soruyoruz Kayıplar Nerede?", "Kayıplarla Katliamlarla Bizleri Tüketemezsiniz" ve Neslihan Uslu, Metin Andaş, Hasan Aydoğan ile Mehmet Ali Mandal'ın resimlerinin bulunduğu dövizler açıldı. Eylem, saat 13.00'de devletin hapishane politikasını protesto etmek ve hapishanelerde yeni ölümlerin yaşanmasının önüne geçmek için A- dalet Bakanı Oltan Sungurlu'ya telgraf çekilmesi ile bitirildi. İzmir İzmir'de gözaltına alınarak kaybedilen dört devrimci için eylemler dördüncü kez yapılırken İzmir Haklar ve Özgürlükler Platformu kayıplar için artık her Cumartesi Konak Meydanı'nda olacağını açıkladı. Konak Meydanı'nda 4 Temmuz günü 13.00'te yapılan basın açıklamasına ailelerin yanısıra Mehmet Ali Mandal'ın annesi Hayriye Mandal da katıldı. Basın açıklamasında ingiliz Büyükelçiliği'nin yaptığı gözaltındalar açıklaması belirtilerek "Devlet kaybetmeye çalıştığını itiraf etmiştir. Tüm başvurularımıza rağmen bizi o- yalayarak yapılan açıklamalar boşa çıkmıştır. Neslihan Uslu, Metin Andaş, Mehmet Ali Mandal ve Hasan Aydoğan'ın nerede olduklarını bir an önce öğrenmek istiyoruz" denildi. "Gözaltında Kayıp İstemiyoruz" sloganının ardından söz alan Mehmet Ali Mandal'ın annesi Hayriye Mandal, Ankara'ya gittiklerini ve burada yetkililerin polis kıyafeti giyerek kaçırıldıklarını söylediklerini belirterek; "Bizi kandırmaya çalışıyorlar. Biliyoruz gözaltında kaybedilmek isteniyorlar" şeklinde konuştu. Basın açıklaması Hayriye ananın konuşmasından sonra sona erdi. Geçen haftalardan farklı olarak daha yoğun polis yığınağı yapılması ve iki panzer getirilmesi dikkat çekti. Polis basın açıklaması sırasında halkın desteğini görünce müdahalede bulundu ve dağıtılan metinleri insanların ellerinden zorla aldı. Kırşehir Kırşehir Devrimci Halk Güçleri 18 Haziran'da HADEP binasında, 31 Mart'ta gözaltına alınan ve hala kendilerinden haber alınamayan Neslihan Uslu, Metin Andaş, Hasan Aydoğan ve Mehmet Ali Man-dal'a ilişkin bir basın a-ç ı klaması yaptı. Açıklamada, "Bizler Susurluk devletinin kurtulma çabalarının sonuçsuz kalacağının, bizi kaybedip katletmekle tüketemeyeceklerinin bilincindeyiz. Susurluk devleti boşuna çabalıyor. Geleceğimiz kaybedilemez. Bu saldırıları boşa çıkarmak ise mücadele etmekten geçiyor. Mücadelemizi yükselterek unutmayacağız, affetmeyeceğiz, hesap soracağız" denildi. Ayrıca basın açıklamasında kaybedilen devrimcilerin fotoğraflarının yanı sıra "Kaybedenler Kaybedecekler", "Soruyoruz Neredeler", "Unutma, Affetme, Hesap Sor", "Bizi Tüketemezsiniz" dövizleri açıldı. Açıklama Kırşehir yerel televizyonunda kesintisiz olarak yayınlandı. "KAYIPLARI BULMAK İÇİN" GESTAPO YASASI "Karakollarda krokili fişleme yasa tasarısı kabul edildi..." "Hükümetin gestapo yasa tasarısı..." Bu başlıklı haberler 20 Haziran 1998 tarihli gazetelerde yeraldı. MGK'nın hazırladığı sözkonusu tasarı tüm mahallelerin haritalarının karakollarda bulunmasını öngörüyor. Sadece bununla da kalmıyor. Ayrıca bu haritalar ev ev, dükkan dükkan kim yaşıyor, ne yapıyor tüm soruların cevabını da kapsayacak. En ilginç olanı ise tasarının TBMM Başkanlığı'na sunuluş biçimi. Sözde bu tasarı "kayıpların bulunması" için verilmiş. Çıkarılmaya çalışılan yasa son süreçte düşmanın artan saldırılarına eklenen yeni bir halkadır. Artan sivil-faşist saldırılar, öğrenci gençliği tek tipleştirme genelgeleri, devrimci basını susturmaya yönelik baskılar ve saldırılar bir bütünüdür. Susurluk Devleti'nin bu yeni yasa tasarısı Nazi Almanya'sından alınmadır. Nazi Almanya'sında uygulanan bu yöntemde Yahudilerin, komünistlerin ve Polonyalıların evlerini gösteren haritalar Nazi polis karakollarında bulunuyordu. Daha çok değil 31 Mart 1998 tarihinde izmir'de Metin'i, Hasan'ı, Neslihan'ı, M. Ali'yi gözaltına a- lan ve kaybetmeye çalışan bu devletin bunları demesi çok garip değil. Çünkü bu bir demagoji yöntemidir. Düşman her saldırısını bir kılıfla örtme çabası içindedir. Hazırlanan tasarının meclis başkanına sunuluş biçimi bile adresi göstermektedir. Çünkü kaybetmek, Katletmek devlet politikasıdır. Adres bellidir. Adres MGK'dır. Hiç merak etmesinler Cepheliler bu adresin yerini ve oraya ne zaman geleceklerini gayet iyi biliyorlar. O köşkler, o zırhlar, o korumalar bugüne kadar hiç kimseyi halkın adaletinden koruyamadı. Kim Kime Gözdağı Veriyor? Daha önce de benzer birçok yöntem denenmişti. Bu yöntemlerin birincisi "muhtarlık bildirimiydi". Evlerimize günübirlik gelen ziyaretçiler bile muhtarlara bildirilecekti. Modernlik adı altında da tüm muhtarlar bilgisayara bağlanacak, böylelikle her türlü bilgi merkezileştirilecekti. Yine bir süre önce de apartman yöneticilerine aynı muhtevada "büyük görevler" yüklemişlerdi. Kim oturuyor binada, ziyarete kim geldi, gitti? Bunların tümünün bildirilmesi isteniyordu. Bu da yetmemişti. Sonra sıra taksicilere geldi. Müşteriler arabada ne konuşuyor, ne diyor vs. tüm bilgilerin verilmesi isteniyordu. Sonuçta çok da başarılı olmadıkları belli. Gelişen halk muhalefetini engelleyememiş durumdalar. TBMM Başkanlığı'na sunulan bu yeni yasa tasarısının özü de halkı fişlemektir. Çünkü bu düzen halktan ve devrimcilerden korkuyor. Eğer halka gözdağı verip onlar arasında korku yayar, ihbarcılığı geliştirirlerse, bunu kurumlaştırabilirlerse kendilerini biraz olsun güvende hissedeceklerdir. isteselerdi tasarıya bile gerek kalmadan tüm bu krokileri çıkarıp karakollara, emniyet müdürlüklerine koyabilirlerdi elbette. Ancak bu biçimiyle halkın bilincinde korku hakim kılınmaya çalışılıyor. Bunlar psikolojik savaşın genel yöntemleridir. Susurluk devleti, halkın beyninde sarsılan "yenilmez" imajını pekiştirmek için terör, gözdağı, demagoji, itirafçılık, ihbarcılık her yönteme başvuruyor. Ama artık bunu sağlaması mümkün değildir. Halk bu devletin "karşı konulmaz", "yenilmez" olmadığını görmüş, öğrenmiştir. Halkın mücadelesini engelleyemeyeceklerdir.

12 Bu yıl Sivas katliamını protesto eylemleri ve anmaları İstanbul'da Halk Meclisleri ve çeşitli demokratik kitle örgütlerinin katılımıyla yapıldı. 1 Mayıs, Gazi ve Okmeydanı mahallelerinde binlerce insanın katılımıyla yapılan protesto gösterileri ve anmalarda 2 Temmuz 1993'teki Sivas katliamının sorumlusunun Susurluk devleti olduğu vurgulandı ve Sivas'ta katledilenler anıldı. Protesto gösterileri ve anmalara kitlenin esas katılımı Halk Meclisleri ve Halk Meclisi Girişimleri kortejlerinin ardındaydı. Sivas'ta 2 Temmuz 1993'de yapılan Pir Sultan Abdal Şenlikleri'ne katılan insanların kaldığı Madımak Oteli'nde 36 aydın ve sanatçı can vermişti. Katliamda devletin eli vardı. Otel etrafında toplananlara ve oteli yakmaya çalışanlara ne polis, ne de asker müdahale ediyordu... Herşeyin devlet tarafından planlı bir şekilde yürütülmesinin göstergesiydi bu... Dönemin Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu ve iktidar ortağı olan SHP de katliama seyirci kalmışlardı. Susurluk devleti, halkı Alevi- Sünni diyerek bölmeye, birbirine kışkırtmaya çalışıyordu. Düzenini daha rahat devam ettirmek istiyordu. Halkımız bu oyunu Maraş'ta, Çorum'da da görmüştü. Aynı oyun Sivas'ta ve Gazi'de de denendi. Fakat katliamların sorumlusu olan Susurluk devleti halktan gereken cevabı aldı; başaramadı. Susurluk devletinin sorumlu olduğu tüm bu katliamlar her yıl geniş halk kitleleri tarafından protesto edildi ve edilmeye devam ediyor. Bu yıl da 2 Temmuz Sivas katliamını protesto için başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok yerde protesto gösterileri ve anmalar yapıldı. Sivas'ın katili olan Susurluk devletinden hesap soruldu... 1 Mayıs Mahallesi 1 Mayıs Mahallesi'nde Halk Meclisi Girişimi bir anma düzenledi. Anma başlamadan önce esnafa kepenk kapatması için çağrıda bulunuldu. Anma sırasında 1 Mayıs Mahallesi'ndeki esnaflar kepenklerini kapatarak eyleme destek verdiler. 2 Temmuz Perşembe günü halk 1 Mayıs Mahallesi merkezinde toplanmaya başladı. Protesto gösterisi ve anma ise saat 19.30'da meşalelerin yakılması ve "Sivas'ın Katili Susurluk Devleti" sloganlarıyla başladı. Sivas şehitlerinin resimleri ve devlet tarafından kaybedilen, 31 Mart'tan bugüne kadar haber alınamayan Neslihan Uslu, Metin Andaş, Hasan Aydoğan, Mehmet Ali Mandal'ın resimleri açıldı. "Halkız Haklryız Kazacağız", "Halk Meclisleri Gücümüzdür", "Sivas'ın Katili Susurluk Devleti" dövizleri açıldı. Kortejlerin oluşmasıyla Halk Meclisleri kortejinin önüne "Sivas'ı Unutmadık Unutturmayacağız- 1 Mayıs Halk Meclisi Girişimi" pankartı açıldı. Yürüyüşün başlamasıyla çevrede bulunan halkın da katılımıyla 750 kişi 1 Mayıs Halk Meclisi kortejinde yürüdüler. Yürüyüş boyunca camlardan, balkonlardan insanlar da alkışlarıyla eyleme destek verdiler. Bunun üzerine 1 Mayıs Halk Meclisi Girişimi "Halkımız Saflara" sloganıyla halkı yürüyüşe çağırdı. Halk Meclislerinin arkasından ayrı bir kortej oluşturan sekiz ayrı siyasetten (HADEP, ÖDP, SlP, EMEP, ATILIM, HALKIN GÜNLÜĞÜ, ÖZGÜR GELECEK, KIVILCIM) 500 kişi yürüdüler. Halk Meclislerinin yürüyüşü esnasında "Halkız Haklıyız Kazanacağız", "Yaşasın Halkın Adaleti", "Halk Meclisleri Gücümüzdür", "Sivas'ın Hesabını Soracağız" sloganları atıldı. Bir saat süren yürüyüş sonrasında ise 2 Temmuz ve tüm devrim şehitleri için bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Saygı duruşunun ardından ise Halk Meclisi Girişimi adına bir basın açıklaması ya- Sivas Katliamı Protesto Edildi pıldi. Açıklamada "Sivas'ta, Gazi'de devlet yapmak istediklerini başaramadı, başaramayacak. Susurluk devleti halkı birbirine düşman edemeyecektir" denildi. Açıklamada ayrıca devlet tarafından kaçırılan ve hala kayıp olan dört devrimci anlatıldı. "Devlet toplu katliamların dışında artık kaybederken de toplu kaybetmeye başladı. Sessiz kalmamalı ve devletin bu politikalarına karşı mücadele etmeliyiz" denildi. Açıklama okunduktan sonra saat 20.20'de eylem alkış ve sloganlarla son buldu. Ayrıca Sivas'ta katledilenler için 2 Temmuz gecesi 1 Mayıs Mahallesi Devrimci Halk Güçleri tarafından "Sivas'ın Katili Susurluk Devleti', "Sivas Şehitleri Ölümsüzdür", "Sivas'ın Katillerinden Hesap Soralım" yazılamaları yapıldı. Gazi Mahallesi Gazi Halk Meclisi üyeleri de Sivas'ta diri diri yakılan 36 insan için anma düzenledi. Gazi Cemevi'nin önünde toplanan Halk Meclisi üyeleri saat 19.00'da Gazi Cemevi'nin aşağısında bulunan Köşe Durağı'na doğru yürüyüşe geçti. Köşe Durağı'nda bekleyen diğer Halk Meclisi üyeleri ile buluştu. Buluşma noktasında Sıvas'da ölen insanların resimlerinin bulunduğu dövizler ve "2 Temmuz'u Unutmadık Affetmeyeğiz Hesap Soracağız-Gazi Halk Meclisi" pankartı taşındı. Köşe Durağı'nda yarım saat beklenildikten sonra geriye doğru dönülerek anmanın yapılacağı yere doğru yürüyüşe geçildi. Yürüyüş sırasında kitle giderek artmaya başladı ve "Halk Meclisleri Gücümüzdür", "Yaşasın Halkın Adaleti", "Halk Meclislerinde Birleşelim" sloganları atıldı. Daha sonra Gazi Cemevi'nin yanında bulunan binaya bir ses tesisatı konularak anmaya devam edildi. Burada Halk Meclisi adına şehitleri anlatan bir konuşma yapıldı. Ardından Halk Meclisi üyesi bir ana konuşma yaptı. Ananın konuşması sıra-

13 hep bir ağızdan "Sivas'ın Hesabını Soracağız" sloganı haykırdı. Grup Yo- Okmeydanı'nda da diğer sol grupların marşlarla anma saat 23.00'te sona erdi. rum'dan bir kişi "Biz Sivas'ı unutmadık, anması vardı. 2 Temmuz öncesi provokasyon yaratmak amaçlı olarak Halk unutmayacağız da. Halkımıza katliamları, sömürüyü, acıları reva görenleri de Meclisinin öncesinden anmayı nerede unutmadık. Şehitlerimizin gözleri üzerimizde, her an bizleri izliyorlar. Onlara yerlerde yapılacağı açıklandı. Ancak yapacağını açıklamasına rağmen aynı layık olmak zorundayız" şeklinde bir Halk Meclisi tarafından provokasyona izin konuşma yaptı. Konuşmanın ardından verilmedi ve toplanma yerinden 50 kişilik "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür" sloganı grup olarak ayrılmak zorunda kaldılar. atıldı. Daha sonra tüm kitleyle beraber Yol ağzı denen yerde toplanan ÖDP, EMER "Bire Sivas Dağlan" türküsü söylendi. HADEP, ATILIM, DİRENİŞ, HALKIN Türkülerin aralarında "Sivas'ın Hesabı GÜNLÜĞÜ'nün düzenlediği anmaya 600 Sorulacak", "Kaybeden de, Yakan da Susurluk Devleti", "Ne İstiyoruz? ADALET.. kişi katıldı. "Devrimci Güç Birliği" ve diğer Yaşasın Halkın Adaleti" sloganları atıldı. ittifaklarının anması da söylenen türküler Grup Yorum'un söylediği türkü ve ve atılan sloganlardan sonra sona erdi. sında katillere duyulan öfke orada bulunan herkesi etkilemişti. Daha sonra Gazi Halk Meclisi Kültür Komisyonu'nun hazırlamış olduğu Pir Sultan Abdal'ın hayatını anlatan ve Gazi Şehitlerinin katledilişlerini anlatan tiyatro oyunları büyük bir dikkatle izlendi. Gösterinin ardından Grup Özgürlük Türküsü sahnedeki yerini aldı. Daha sonra hafta içi olması nedeniyle işlerinde olan birçok insan da anmaya katılmaya başladı kişi ile başlayan yürüyüş anma alanında iş dönüşü halkın da katılmasıyla kitlenin sayısı 2000'i buldu. "Gün Tutuşur", "Bize Ölüm Yok" ve diğer türküler hep bir ağızdan söylendi. Anmanın bitiminde "Gazi halkını katledenlerden hesap sorması için hep beraber 10 Temmuz'da görülecek Gazi Duruşması'nda olalım" duyurusu yapıldı. Ardından protesto yürüyüşü ve anma alkışlarla bitirildi. Gazi Halk Meclisi yaklaşık bir saat süren bir yürüyüş ve sonrasında yapılan anma ile Sivas katliamını protesto ederken hemen yan tarafta Gazi Cemevi önünde toplanan çoğunluğu Gazi dışındaki mahalle ve bölgelerden gelen yaklaşık 500 kişilik, içinde Devrimci Güç Birliği ve onun dışındaki siyasetlerin de yer aldığı grup da anma düzenledi. Anmada halaylar çekildi, sloganlar atıldı. Okmeydanı Sivas katliamını protesto gösterileri ve anması Okmeydanı Halk Meclisi'nin öncülüğünde, Anadolu Kahvesi Çetek Market'in önünde saat 19.00'da toplanılmasıyla başladı. "Sivas'ı Unutmadık, Hesap Soracağız", üzerinde İzmir'de kaybedilmeye çalışılan Neslihan Uslu, M. Ali Mandal, Hasan Aydoğan ve Metin Andaş'ın resimlerinin olduğu "Kaybeden de, Yakan da Devlettir" pankartları ile Sivas'ta katledilen 36 kişinin resimlerinin olduğu toplam üç pankart açıldı. Halka gözdağı vermek için Okmeydam'nı abluka altına alan özel tim, sivil ve çevik kuvvet polisleri de panzerleriyle birlikte oradaydı. Fakat Halk Meclisi'nin kararlı tutumu karşısında beklemekten öte birşey yapamadılar. Okmeydanı Halk Meclisi kitlesi bekleyiş sırasında "Sivas'ı Unutma Affetme Hesap Sor", "Yaşasın Halkın Adaleti" sloganlarını attı. Bir süre bekleyişten sonra saat 20.30'da yaklaşık 500 kişiyle yürüyüşe başlandı. Yürüyüş sırasında çevredeki insanlar sloganlara büyük bir coşkuyla katıldılar. Pencereden bakan insanların alkışlar ve zafer işaretleriyle destek vermesi, yürüyüş yapan kitleye daha fazla coşku kattı. Okmeydanı sokaklarının dolaşılmasıyla 2500 kişiye ulaşan kitle düzenli kortejlerle yürüyüşüne devam etti. Okmeydanı Halk Meclisi korteji Fatma Girik Parkı'nda bekleyenlerle birleşince bir anda alkışlar, sloganlar, ıslıklar birbirine karıştı. Anma başlamadan parktaki kitle sayısı üç binin üzerine çıkmıştı bile ve anmanın devam ettiği süre içinde de yeni katılımlar oldu. ANKARA SİVAS ANMA Pankartların yerleştirilmesi ve sahnenin kurulmasından sonra anmaya katılanlar 2 Temmuz şehitleri ve tüm devrim şehitleri için saygı duruşuna alanlarda buluşturdu. 2 Temmuz Sivas şehitlerini anma etkinlikleri her yıl olduğu gibi bu yıl da binlerce insanı çağırıldı. Saat 10.00'da Tandoğan Meydanı'nda toplanıp saat 11.00'e doğru hareket eden kitle Saygı duruşunun ardından yürüyüş sırasında "Yaşasın Halkın Adaleti", "Sivas'ın Katili Susurluk Devletidir", "Sivas'ın "Sivas'ın Hesabı Sorulacak", Hesabını Soracağız" sloganlarıyla Susurluk devletinin pisliğini, Sivas'ta yanan 37 canın "Devrim Şehitleri hesabını çete devletinden soracaklarını ve asla bu insanları unutmayacaklarını bir kez daha Ölümsüzdür" sloganları atıldı. haykırdılar. Mitingte Haklar ve Özgürlükler Platformu kortejinde "Sivas ve Tüm Okmeydanı Halk Meclisi'nden Katliamların Sorumlusu Susurluk Devleti, MGK'dır, Hesap Soralım-HÖP", "Hücreleri bir kişi yaptığı konuşmasında Yıkacağız, Haklıyız, Kazanacağız-TİYAD", "Haklıyız Kazanacağız-TÖDEF", "Mehmet Ali "Sivas'ta 36 insanın yakılarak Mandal, Metin Andaş, Neslihan Uslu, Hasan Aydoğan 31 Mart'ta Gözaltına Alındılar. Kayıp katledilmesinin tek sorumlusu Dört İnsanımızı İstiyoruz" yazılı ve HÖP imzalı pankartlar açıldı. o katliamı seyredenlerdir" Haklar ve Özgürlükler Platformu düzenli ve disiplinli 350 kişilik kortejiyle alandaki yerini aldı. dedi. Konuşmanın ardından Haklar ve Özgürlükler Platformu korteji eylemi 13.30'da bitirdi. Eyleme yaklaşık olarak 3 Ozan Ali Koç sahneye çıkarak bin kişi katıldı. Sivas şehitlerinin anısına türküler söyledi. Şair Ruhan Mavruk'un okuduğu bir şiirin ardından Grup Yorum sahneye çıktı. Okmeydanı halkı Grup Yorum'u "Türküler Susmaz Halaylar Sürer" sloganıyla karşıladı. Grup Yorum'un sahneye çıkmasından hemen sonra "36 canımız için meşaleli kortejimiz geliyor" anonsuyla alanda bulunan 3000 kişinin bakışları tepeden tek sıra halinde ellerinde meşalelerle inen korteje yöneldi. Meşaleli yürüyüş grubu parkın etrafında koşarak ellerinde yanan meşalelerle gecenin karanlığını aydınlatarak sahnenin her iki tarafında yerlerini aldılar. Coşku ve öfke sloganlarla dile getirildi ve 3000 yürek

14 Alibeyköy Halk Meclisi Girişimi, Uyuşturucu ve Hırsızlıkla Mücadele Komitesi; "Çocuklarımızı Düzenin Pisliklerine Teslim Etmeyeceğiz" Alibeyköy Halk Meclisi Girişimi semtlerinde uyuşturucu madde kullanımının yaygınlaşması ve hırsızlık olaylarının artması üzerine bu sorunları çözmek için 7 Temmuz günü yöre dernekleri ve demokratik kitle örgütlerinin temsilcilerinin de katıldığı bir toplantı düzenledi. Binevler'de bulunan Yeni Pınar Düğün Salonu'nda yapılan toplantı saat 20.00'de başladı. Toplantının açılış konuşmasını Alibeyköy Güzelleştirme ve Kültürel Etkinlikler Derneği Başkanı, Alibeyköy Halk Meclisi Sözcüsü ve Uyuşturucu ve Hırsızlıkla Mücadele Komitesi Başkanı Şevket AVCI yaptı. Alibeyköy ve çevresinde son yıllarda çok sayıda küçük çocuğun ve gençliğin uyuşturucu bataklığına itildiklerini ve düzen tarafından da yürütülen politikalarla özendirildiklerini belirtti. Alibeyköy ve çevresinde özellikle yaşları 9 ile 17 arasında değişen çocukların düzen kültürü, işsizlik ve sevgisizlik nedeniyle uyuşturucuya alıştıklarını, bali, tiner koklayarak yaşamlarını tehlikeye attıklarını vurgulayarak bizler Alibeyköy Halk Meclisi Girişimi üyeleri olarak bu çocuklarımızı düzenin pisliklerine teslim etmemek için yaklaşık bir aydır çalışmalarımızı sürdürüyoruz dedi. Uyuşturucu ve hırsızlıkla mücadele etmek amacıyla çeşitli demokratik kitle örgütlerinin temsilcilerinden ve Alibeyköy halkından oluşan 15 kişilik bir komite oluşturduklarını ve komiteyi temsilen seçilen insanlarla valilik, kaymakamlıklara uyuşturucu bağımlısı çocukların tedavi edilmeleri, iş ve eğitim sorunlarının çözülmesi için başvurduklarını açıklayan Şevket AVCI, çocuklarımızın saydığımız bu sorunlarının yanı sıra sevgiye ve şefkate ihtiyacı var. Bizler onlardan sevgimizi ve şefkatimizi esirgersek onları düzene teslim etmiş oluruz dedi. Şevket AVCI'nın konuşmasından sonra toplantıya katılan Halk Meclisi Girişimcileri ve demokratik kitle örgütlerinin temsilcileri söz alarak şimdiye kadar yapılan çalışmaları ve yapılması gerekenlere değindiler. Toplantıya katılan bir kişi çalıştığı şirkete iki çocuğun alınmasını sağlayacağını belirterek yardımcı olabileceğini söyledi. Alibeyköy Halk Meclisi Girişimcisi Nuri Telek: Bizler kurumlarımıza sahip çıkacağız, mahallelerimize sahip çıkacağız. Ama bunları yaparken hep söylediğimiz halk kelimesinin içini doğru bir şekilde dolduracağız. Bizler bundan on beş ay önce mahallemizdeki sorunların çözümünü sağlamak amacıyla Alibeyköy Halk Meclisi Girişimini başlattık. Bizler halk kelimesinin içini doğru değerlendirdiğimizde sürekli toplanır, sorunlarımızı çözmeye çalışır, başarılı oluruz. Yaklaşık bir aydır mahallemizdeki uyuşturucu ve hırsızlık olaylarıyla mücadele etmek, uyuşturucu kullanan gençlerimizi bu alışkanlıklarından vazgeçirmek, düzenin bataklığından çekip almak için bütün kurumlara başvurduk. Bundan sonraki çalışmalarımızda Halk Meclisi Girişimi olarak bütün inanlarımızı toplantılarımıza bekliyor, Alibeyköy Halk Meclisi içinde aktif olarak çalışmaya çağırıyoruz. Halk Meclisleri hiçbir partinin örgütlenmesi değil, halkın kendi öz örgütlülüğüdür. Bu toplantılara katılan halka karşı suç işlememiş herkes Mecliste düşüncelerini ifade edebilir, yönetim organlarına ve komisyonlara girip çalışabilir. Biz halk olarak birliğimizi sağlayıp örgütlendiğimizde aşamayacağımız sorun, çözemeyeceğimiz meselemiz kalmaz. Alibeyköy Halk Meclisi Girişimcisi Şükran Ağdaş: Arkadaşlar hepimizin de bildiği gibi Alibeyköy Halk Meclisi Girişimi bu toplantıyı yöre derneklerininde katılımıyla mahallemizde uyuşturucu kullanan çocuklarımızın kurtarılması için düzenledi. Onun için bu toplantıyı sorunları bulunan çocuklarımızı kazanmak için yaptığımız bir aile toplantısı olarak değerlendiriyorum. Önce şunu belirtmek istiyorum. Eğer bugün mahallemizde bali, tiner, esrar ve benzeri uyuşturucu kullanan, hırsızlık yapan çocuklarımız varsa bu hepimizin suçudur. Bu çocuklarımız eğer bugün uyuşturucu kullanıyor ya da hırsızlık yapıyorlarsa bunun sorumlusu bu düzendir. Arkadaşlar hepinizin bildiği gibi benim oğlum trfan Ağdaş tüm bu pisliklere karşı mücadele ettiği için katledildi. Bizler yârın hayâtımızı, yarınlarımızı bu çocuklara emanet edeceğiz. Bu çocuklarımızı hor görmek, onları küçümsemek yanlıştır. Bizler onları kazanmak için mücadele etmeliyiz.. Burada somut öneriler tartışmamız lazım. Sorunlu olan bu çocuklarımızın işe, eğitime ihtiyacı var. Onların bu sorunlarını çözdüğümüz oranda onlara yardımcı olabileceğiz. Bu çocuklarımızın güvene ve sevgiye ihtiyaçları var. Onlara güvendiğimizi ve sevdiğimizi ancak bu şekilde gösterebiliriz. Kahvehanelerde, meyhanelerde harcadığımız zamanın bir kısmını bu çocuklarımızın sorunlarının çözümü için harcayalım, tş sahibi olanlar onlara uygun işleri varsa vermekten çekinmesinler. Ben hepsine kefilim. İş verdiniz ve çalışmıyorlarsa işte o zaman onlar suçlu olacaklardır. Hiçbir ana baba çocuğunun uyuşturucu kullanmasını, hırsızlık yapmasını istemez. Biz bu toplantılarımıza bu çocukların ana babalarını da getirmeliyiz. Hiç kimsenin benim çocuğum uyuşturucu kullanmıyor, hırsızlık yapmıyor öyleyse banane demeye hakkı yoktur. Sorun hepimizindir. Tüm Alibeyköy halkınındır. Çünkü artık mahallemiz, sokaklarımız isimleriyle değil, tinerci, balici çocukların mahallesi olarak anılıyor. Mahallemiz adına bu utanılacak bir durumdur. Şimdi hepimiz burada bu çocuklarımızın iş ve eğitim sorunlarını çözmek üzere söz vermeliyiz. Devlet bizlerin ve çocuklarımızın hiçbir sorununa çözüm bulmaz. Aksine dahada çözümsüzlüğe iter ki, sorunlarımızı çözmeye çalışmaktan baş kaldıramayalım, ülkemizin sorunlarına kafa yormayalım ister. Bu çocuklar hiç kimsenin siyasi yatırım aracı değildir. Önce onları insan olarak görecek, sonrada sorunlarının çözebilmeleri için yardımcı olacağız. Bu konuda herkesin üzerine düşen görevi yerine getireceği inancıyla hepinize saygılar sunuyorum. Pir Sultan Abdal Derneği Eyüp Şube Başkanı Uğur Bilgin: Arkadaşlar Alibeyköy gençliğinin ve çocuklarımızın sistem tarafından içine itildikleri uyuşturucu ve hırsızlık gibi pisliklerden arınabilmeleri için bizlere büyük görevler düşmektedir. Öncelikle bu çocuklar bizim, hepimizin çocuklarıdır. Bunun ısrarla altının çizilmesi gerekiyor. Bu çocuklarımıza örgütlü yapılar olan demokratik kitle örgütleri sahip çıkacaktır. Bizler çocuklarımızın ve ülkemizin sorunlarını birlik, dayanışma içerisinde çözmek için çalışmalıyız. Ülkemizin içinde bir gerçeklik olan "faili meçhul cinayetler" de dahil bütün sorunlar için kafa yormalı, çözümler üretmeliyiz. Bunun için de örgütlenmemiz gerekmektedir. Bu sorunlarımızı ancak örgütlü yapılarla aşabiliriz dediler. Alibeyköy Halk Meclisi Girişimi, Uyuşturucuyla ve Hırsızlıkla Mücadele Komitesi'nin düzenlediği ve 120 kişinin katıldığı toplantıya Okmeydanı Halk Meclisi Sözcüsü Musa Aykanat'ta katılarak Okmeydanı halkının semtlerindeki bar ve pavyonlara karşı verdikleri mücadeleyi anlattı. Saat 23.00'te çalışmaların kitleselleştirilmesi için ev ev, sokak sokak gezilerek tüm halka çağrı yapılması kararlaştırılarak toplantı bitirildi.

15 İrfan Ağdaş' ın Mahkemesi Devam Ediyor Alibeyköy Gülistan Sokak'ta 13 Haziran 1996'da Kurtuluş Gazetesi dağıtırken polisler tarafından katledilen 17 yaşındaki Kurtuluş Gazetesi dağıtımcısı irfan Ağdaş'ın mahkemesi devam ediyor. Üç yıldır devam eden davadan hala bir sonuç alınamadı. En son olarak 6 Temmuz Salı günü mahkemeye devam edildi. Mahkemenin saat 09.30'da başlaması gerekirken mahkeme heyetinin tatile gittiği öğrenildi. Karar duruşması olduğu gün tüm heyetin tatile "gitmesi yargılamanın nasıl olduğunu ortaya koydu. Her davada katıl polisleri aklayan ve görevlerinin devam etmesine karar veren hu heyet karar duruşmasında tatile gidiyor. Mahkeme Başkanı Mehmet Avlamaz 17 Mart'ta yapılan davaya da mazeret göstermeden katılmamıştı. Dava saat 13.30'da toplama bir heyetle başladı. Mahkeme başlar başlamaz bir önceki davada yayın yasağı konulmuştur diyen hakim salondaki gazetecileri dışarı çıkardı. Duruşmaya müdahil avukatı olarak katılan Halkın Hukuk Bürosu Avukatı Metin Narin'in, gazetecilerin dinleyici olarak katılabileceği konusundaki itirazı kabul edilmedi. Tüm katliam davalarında katillerin savunuculuğunu yapan İlhami Yelekçi ise davaya katılmadı. Ama mahkeme heyeti İlhami Yelekçi'nin yokluğunu belli ettirmedi. Sanık polisler Aytekin Kayhan, Birol Mıdık ve Abdurrahman Yolcu'da duruşmaya katılmadılar. Metin NARİN MAHKEMENİN BU şekilde adil bir yargılama olmayacağını ve bir taleplerinin olmadığını belirtti. Bunun üzerine mahkeme heyeti davayı 11 Eylül 1998 saat 11.00'e erteledi. Mahkeme çıkışında İrfan Ağdaş'ın annesi Şükran Ağdaş "Bu katiller yargılanacak, ne olursa olsun oğlumu katledenler hesap verecek, oğlumun hiçbir suçu yoktur, Kurtuluş gazetesi dağıttığı için oğlumu vurdular, onlardan hesap soracağım" dedi. irfan Ağdaş'ı katleden polislerin hala görevde olması ve davada bir sonuç alınmamasından dolayı Metin Narin ve müdahim avukatlar 1996 yılında Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi'ne başvurmuştu. Sonuç olarak(aîhk) Türkiye'den bu mahkeme konusunda savunma yapmasını istedi. Üç yıl boyunca kendi yasalarına uymayan, çeşitli gerekçelerle davaların ertelenmesi bu mahkemenin katillerinin yargılayamayacağını gösteriyor. Devlet sadece bu katliam davası değil birçok katliam davalarında da katilleri aklamıştır. Ancak katilleri bu mahkemeler değil halkın adaleti yargılayacaktır. "Gazi Halkının Sesi" Gazetesi Çıktı Gazi Mahallesi'nde çıkan ve ilk sayısı 6 Temmuz'da yayınlanan GAZİ HALKININ SESİ GAZETESİ sahibi ve yazı işlere müdürü Gülsen Yeşilçınar ile yaptığımız röportajı yayınlıyoruz. KURTULUŞ: Gazi Halkının Sesi Gazetesi nasıl bir yayın politikası izleyecek? GÜLSEN YEŞİLÇINAR: Her şeyden önce bu gazeteyi çıkarırken hiçbir ticari kaygım olmadığını belirtmek isterim. Ben kendim de Gazi Mahallesi'nde oturuyorum ve Gazi Mahallesi'nde yaşayan insanlara devletin nasıl baktığını biliyorum. Bizim gazeteyi çıkarmaktaki amacımızsa Gazi Mahallesi'nde yaşanan sorunları halkımıza duyurmak ve sorunlarına karşı insanları daha duyarlı hale getirmek, sorunlarına sahip çıkmasını sağlamak. Tabii ülkemizde sorunlar sadece Gazi'de yaşanmıyor, bunun için ülkemizdeki sorunları ve haksızlıkları da elimizden geldiği kadar yazacağız. Yani tüm yazılarımız halktan yana olacak. Sorunların çözümü noktasında neler yapabileceğimizi yazacağız. Bildiğiniz gibi gazetemiz yayın hayatına yeni girdi. Gazetemizin birçok eksiği var bunları halkımızın desteği ile aşacağız. Gazi halkının kendi gazetesine sahip çıkmasını istiyoruz, çünkü bu gazete ne benim, ne de bir başkasının. Bu gazete halkın gazetesidir. HALK İÇİN KURTULUŞ SUSTURULAMAZ Kavganın onurlu sesi Halk İçin kurtuluş gecekondularda, fabrikalarda, alanlarda halkımıza ulaşmaya, halkın sesi olmaya devam ediyor. Yıllardır devletin kapatma "cezalarına" onlarca çalışanlarımızın tutuklanmasına, bürolarımızın basılıp talan edilmesine, bombalamalara ve katliamlarına rağmen hiçbir zaman susmadık. Yaklaşık iki ay önce kendi koydukları yasaları bile hiçe sayarak, gazetemizin basıldığı Serler Matbaası sahibi MGK tarafından ölümle tehdit edildi. Bu tehditlerin nedeni açıktı. Gazetemiz Halk için Kurtuluş'u susturmak, halka gerçekleri ulaştırmasını engellemekti. Fakat her zamanki gibi bu oyunu da boşa çıkardık. Bir önceki 88. sayımız yine binlerce insana ulaştı. 4 Temmuz Cumartesi günü gazetemizin okurları Kurtuluş'un susturulmaya çalışılmasını protesto etmek için "MGK Kurtuluş'a saldırıyor Kurtuluş Susmayacak", "Kurtuluş İrfanların Elinde Büyüyor", "Kapatmalar, Gözaltılar, Katliamlar Bizleri Susturamaz" sloganlarıyla sattı.

16 EMNİYETİN POLİSİ AKLAMADA YENİ MANEVRASI; "LÜKS NEZARETHANELER" Susurluk Devleti demagojiyle, yalanla demokrasicilik oyunu oynamaya devam ediyor. Bu devletin bir kurumu olan Emniyet Genel Müdürlüğü, Türkiye'de sistemli bir şekilde işleyen işkence merkezlerinin Avrupa'da gündemde tutulup teşhir edilmesi nedeniyle bir genelge yayınladı. Yıllardır aynı genelgeleri yayınlamak ve benzeri raporlar hazırlamakla bir yere varamamışlardı. Emniyet binaları cinayet işlenen, işkence, kayıp merkezleri olarak insanların bilincine kazınmıştır. Dünya kamuoyunda Türkiye işkence, kayıp ve katliamlar ülkesi olarak anılıyor. Emniyet bundan rahatsız olmuş ki, yalanlarda dolu bir genelge yayınladı. Genelgeye göre nezerathaneler büyütülecekmiş, gözaltında bulundurulanların temizlik ihtiyaçları karşılanacakmış. Kadın ve erkekler için ayrı ayrı duş, lavobo ve tuvalet tahsis edilecekmiş! Nezarethaneler yatılabilecek hale getirilecek, yerlere halıfleks döşenecekmiş! Battaniye verilecekmiş! Nezarethanelerin temizliği için personel bulundurulacakmış! Beslenme, sağlık... vb. konularda da durum aynı. Genelge uzayıp gidiyor. El insaf, yalanın demagojinin böylesi de olmaz. Böyle bir genelgenin gerçekleşeceğine kimi inandırabilirler ki? inandıramazlar. Halk ve devrimciler Emniyetin ne olduğunu çok iyi bilmektedirler. Emniyet ya da şube denildiğinde ilkin nezerathanelerin duvarlarına bulaşmış kan izleri geliyor insanın gözü önüne. Sonra işkence tezgahına alınmış genç insanların çığlıkları kulaklarda yankılanıyor. Acı ve ızdırap dolu inlemelerle yerlerde sürüklenen, tekmelenerek, iteklenen ve bir çuval gibi ÇAĞDAŞ GAZETECİLER DERNEĞİNİN OLAĞANÜSTÜ GENEL KURULU YAPILDI Çağdaş Gazeteciler Derneği, İstanbul Şubesi'nin Olağanüstü Genel Kurulu 5 Temmuz Pazar günü yapıldı. Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi'nde yapılan genel kurul saat 11.30'da şehit düşen tüm basın emekçileri için yapılan saygı duruşuyla başladı. Genel Kurulu Divan Başkanlığı'na seçilen Avukat Osman Ergin yönetti. Nevzat Onaran'ın yaptığı açılış konuşmasından sonra geçmiş yönetimin faaliyet raporu okundu. Konuşmasında muhalif basın üzerindeki baskı politikalarına da değinen Onaran, örgütlenme çağrısı yaparak şunları söyledi: "Bizler yasal engeller, siyasi iktidarın uygulamaları, fiili saldırılar, medya grupları arasındaki centilmenlik anlaşmaları, işten atmalar, bitmeyen stajlar, taşeronlaştırma, haber havuzu sistemi, sansür, yasal statüye kavuşturulamayan radyo ve televizyonlar, düşük ücretler gibi koşullarda işimizi hücrelere fırlatılan insan görüntüleri. İşkenceyi yaşayıp, tanık olan bir halkı inandırmak mümkün mü? Türkiye'nin her ilinin Emniyet binasından işkenceyle, alçakça katledilmiş birçok ceset çıkmıştır. Emniyetten ölüsü çıkanlar hep yoksul emekçi ailelerin çocuklarıdır. Emniyete alınmış yüzlerce insanın yüzleri bir daha görülmemiştir. Çalınmadık kapı, gidilmedik karakol kalmamıştır. Kime sorulmuşsa yok denilmiştir. Çünkü O artık emniyette işkenceyle katledilmiş, ya bir çöplüğe gömülmüş ya da bir ırmağın akıntısına bırakılmıştır. Kayıplar Susurluk devletinin vazgeçmediği bir politika olmuştur. Bununla halkın mücadelesinin önüne geçmek, sindirmek, korku, gözdağı vermek ve sömürüye, talana rahatça devam etmeyi amaçlamıştır. Emniyet yayınladığı genelgeyle "çağdaş polis" imajı yaratmaya çalışıyor. Avrupa standartlarından sözediyor, insan haklarından, demokrasiden bahsediyor. Hoş görünmeye çalışıyor. Ne yaparsa yapsınlar, halk nezdinde polisin yüzü açıktır. Halk, polisle her karşılaşmasında başına bir iş gelecek diye korkuyor. Çünkü birçok insan polis merkezlerinde asılmış, öldürülmüş, işkenceli sorgularda sakat bırakılmış, kaybedilmiş- -tir. İşte halk, polise güvenmiyor, onu sevmiyor. Evet Susurluk devleti faşist terörünü arttırmak istediğinde "demokrasi ve insan hakları" söylemine daha fazla sarılır. Demokrasi ve insan hakları maskesine bürünmesi, terör ve katliamları, kayıpları ve saldırıları meşrulaştırma, oluşacak tepkileri yumuşatma düşüncesinin ürünüdür. Diğer bir yanı ise, Emniyet Genel Müdürlüğü demagojilerle halkı beklentiye sokmak, "demokrasi ve insan haklan" yalanıyla halkta bir umut yaratmak ve devrimci mücadelede reformist eğilimleri geliştirmeyi istemektedir. "Nezarethaneleri iyileştiriyoruz" demesinin aksine daha çok katliam, işkence ve kayıpların habercisidir yayınlanan genelge... Susurluk kazasıyla pislikleri ortaya çıkan polis, halkın desteğini alamayacaktır, terörcü yüzünü yalanlarla gizleyemeyecektir. Her söylediklerinin yalan olduğu öylesine sırıtıyor ki, alay konusu oluyorlar. Halkın en değerli evlatlarına sokak ortasında saldır, emniyet binalarında işkencelerden geçir, katlet, kaybet ve sonrasında boş ve anlamsız genelgeler yayınlayarak "iyi polis", "demokrasi ve insan haklan savunucusu polis" görüntüsü çizmeye çalış. Yapılan budur. Ama genelgeler gerçek yüzünüzü gizleyemez. Dişleri kan içinde bir sırtlan olduğunuz gerçeğini örtemez. Vaatlerinizin içi boştur. Halkı yanınızda göremeyecek, polisi şirin gösteremeyeceksiniz. Başaramayacaksınız. Zulmün demokrasi oyununu bozacak, halkımızın umudunu büyüteceğiz. Halka karşı işlediğiniz tüm suçların hesabını bir bir soracağız. Yüzünüze takmaya çalıştığınız maske kanlı yüzünüzü örtemez. Halkın kanına bulaşmış ellerinizi temizleyemezsiniz. Sizi pisliklerinizle, akıttığınız kanla hakettiğiniz yere gönderecektir Türkiye Halkları. Sizin pisliklerinizi yine sizin kanınız temizleyecektir. Bunu unutmayın ve boşuna uğraşmayın. Halkı kandıramayacaksınız. yapıyoruz... Sorunumuzun bu denli çokluğu karşısında, tek çıkış kapımız, örgütlü olmak değil mi? Bu durumda habercilere ve dolayısıyla bünyesinde örgütlendikleri mesleki kurumlara çok önemli görevler düşüyor. Sorunumuzu ancak kendimiz çözebiliriz. Sorunlar karşısında örgütsüz olduğumuz ve yabancılaşmanın arttığı koşullarda, basına yönelik güvensizliğin de had safhaya ulaşması bir tesadüf olmasa gerek." Onaran, daha sonrasında mali rapor ve komisyon raporlarınım da okudu. Türkiye Gazeteciler Sendikası İstanbul Şube Başkanı Ertuğrul Mavioğlu, örgütlenme konusu üzerine vurgu yapan bir konuşma yaptı ve kurula başarılar diledi. Metin Göktepe'nin annesi Fadime Göktepe'den gelen mesaj okunmasıyla birlikte genel kurul seçimlerine geçildi. 96 üyenin oy kullanmasıyla yeni yönetim belli oldu. Yönetim Kurulu seçimlerini kazanan adayların isimleri şöyle: Nevzat Onaran, Murat İnceoğlu, Sadık Çelik, Zehra Kurtay, Seçkin Sertdemir, Hakan Dilek ve Yasemin Özkol...

17 Üniversite Har(a)çlarına Bir Kez Daha Zam Üniversiteli gençlik örgütlenerek, meclislerinde bir araya gelerek YÖK'ü ve zamları ortadan kaldırabilecek güce sahiptir. Akademik-demokratik mücadele birlikte ele alınmalı, hiçbir saldırıya sessiz kalınmamalıdır. Gençlik istedikten sonra yapamayacağı bir şey yoktur. Yeter ki istesin... Harçlara Zam Yolda "YÖK harçları ikiye katlıyor", "Öğrenci harçlarına zam", "Öğrenci harçlarına zam mı?", "Öğrenci harçlarına %60-%150 zam geliyor". Bu başlıklar geçtiğimiz haftalarda yeralan onlarca haberden sadece birkaçı. Gazete başlıklarından da anlaşılacağı gibi, YÖK 29 Haziran'da yaptığı bir toplantıyla '98-'99 öğretim yılında öğrencilerden alınacak "katkı paylarına" yapılacak zamları belirledi. Yapılan toplantıdan sonra sürpriz olmayan zamlar açıklandı. Resmi olmamasına rağmen %60-%150 arasında zam yapıldığı açıklanıyor. Zaten zam yapılmadan önce de birçok YÖK yetkilisi, yani zamların "yıllık enflasyon oranında" olacağını açıklamıştı. YÖK'ün belirleyip Milli Eğitim Bakanlığı'na sunacağı ve nihayetinde Bakanlar Kurulu'nda onaylanıp yürürlüğe girecek olan yeni zamlar kimse açısından sürpriz olmadı. Aslında YÖK'ün her yıl yaptığı zamlar bu yıl otomatiğe bağlandı, dolara endekslendi. "Nasıl olsa halk alıştı, öğrenci alıştı. Rahat rahat yapalım. Kimse zamları geri aldırtacak kadar tepki göstermiyor" diye düşünüyor olmalılar. Bu zamların açıklandığı toplantıya başkanlık eden YÖK Başkanı Kemal Gürüz TÜSÎAD için hazırladığı raporda "Eğitimin ticarileştirilmesini" önermiş, bu yönde çaba harcanmasını istemiştir. Yeme, içme, barınma gibi, eğitim de her insanın en doğal hakkıdır. Herkes bu haktan yararlanmak, devlet de herkesin bu haktan daha iyi yararlanmasını sağlamak için her türlü olanağı sağlamak zorundadır. Ama burası Türkiye. Emperyalist sömürünün halk tarafından en yoğun hissedildiği ülkelerden birisi. Bırakalım herkesin bu haktan yararlanmasını, devletin olanak sağlamasını, devlet her geçen gün yeni zamları, haraçlarıyla halkın eğitim hakkını gasp etmeye yönelmektedir. Son yapılan zamlar bunu bir kez daha göstermiştir. Bundan başka bir açıklaması olamaz zamların. Halklarımızın her geçen gün yoksullaştığı, alım gücünün düştüğü, adeta bir lokma ekmeğe muhtaç olduğu, onu da bulamadığı bir dönemde üniversite har(a)çlarma yapılan zamlar halkın eğitim hakkına vurulan büyük bir darbedir, saldırıdır. Bütün devlet yetkilileri Türkiye'nin modern, demokratik bir ülke olduğu tablosu çizmeye çalışıyorlar. Uygulaması tam tersi olan yasal düzenlemeler demokratikleşmeye örnek gösterilir. Her gün üniversite açılır. Eğitim seviyesinin yükseldiğinden, "en çok üniversite öğrencisi" olan 10 ülke arasında olduğumuzdan dem vurulur. Ama gerçekler bunun neresindedir. Çizilen bütün pembe tabloların gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Tamamen demagojiden ibarettir. Bugün Türkiye'de 72 üniversite var. Bunlardan 22'si vakıflara ait özel üniversitelerdir. Geri kalan üniversiteler ise sözde devlet üniversitesidir. Üniversite olduğu sadece kapısına asılan tabeladan ibarettir. Bu üniversitelerde her yıl nitelik düşürülmekte, yapılan zamlarla üniversite kapıları halkın çocuklarına kapatılmaya çalışılmaktadır. Zaten haraçlara yapılan zamların en önemli boyutunu bu nokta oluşturmaktadır. Neredeyse yaşam mücadelesi veren, her geçen gün biraz daha yoksullaşan, emeği çalınan halkın okumasının da önüne geçmeye çalışıyorlar. Bir sömürü de yapılan zamlarla gerçekleştiriliyor. Bu son yapılan zamlarla bir takım burjuva köşe yazarları eğitimin düzeyini, kalitesini, niteliğini tartışıp, devlet üniversitelerini yerden yere vururken, özel sektöre ait vakıf üniversitelerine de övgüler dizmektedir. Bir kıyaslama yapılmakta, devlet üniversitelerinin rezilliği vurgulanırken, özel üniversitelerin ne kadar iyi olduğunun propagandası Gültekin Satar adlı TÖDEF'li bir öğrenci 3 Haziran günü saat sıralarında polis tarafından gözaltına alınmak istendi. TÖDEF'li öğrencilerin evine gözaltına almaya gelen polisler kapının açılmaması üzerine kapıyı kırmaya çalıştılar. Evde bulunan TÖDEF'li öğrenciler ise kapıya barikat kurdular. Kapının polis tarafından zorlanması sonucu balkondan slogan atılmasıyla mahalle halkı evin çevresine toplanmaya başladı. Bunun üzerine polisler Gültekin Satar ile pazarlığa oturmak istedi. Avukatını beklediğini, yapılarak özelleştirmelere hız verilmesi isteniyor. Yapılan bu zamlarla da adeta üniversiteler doğallığında özelleştirmeye zorlanıyor. İçinde bulunulan bu dutumun ancak özel sektör tarafından düzeltilebileceği pompalanmaya çalışıyor. Özelleştirmeyle birlikte doğacak sorunlar, üniversitelerin kapılarının halka kapatılması gizleniyor. Aşağıdaki artış oranlarına bakıldığında sömürü, halkın üniversitelerden kapı dışarı edilmesi çok rahat görülecektir. '97-'98 Öğretim Yılı Bu rakamlar sadece katkı payı için düşünülen rakamlar. Az bulunmuş olacak ki, YÖK ikinci bir öneri paketi hazırlayarak "Bir öğrencinin devlete olan maliyetinin hesaplanarak" öğrenim ücretlerine de % 150 zam yapılmasını istiyor. Buna göre düşünülen zamlar Tıp Fakültesi 115 milyon, Mühendislik 75 milyon, Eğitim-Edebiyat Fakültesi 65 milyon, İletişim Fak. 40 milyon lira. Bütün bu artışlarla üniversitelerde eğitim seviyesi mi yükselecek? Daha bilimsel, daha modern bir eğitim mi verilecek? Daha teknik donatım mı sağlanacak? Tabii ki hayır. Yapılan bu zamlar üniversite kodamanlarının cebine, tekellerin kasasına gidecektir. Yapılan bu zamlarla eğitim tamamen paralı hale getirilmeye çalışılıyor. Okul arama izni olmadan kapıyı açmayacağını söyleyen TÖDEF'li öğrenci ile başedemeyen polis toplanan halkı dağıtmaya çalıştı. Halk dağıtmayınca polis halka saldırarak birçok insanı yaraladı. Bu sırada tüm mahallenin telefonu kesildi. Arama gerekçesini isteyen TÖDEF'li öğrenciye polis gerekçe olarak "Sahte para aradıklarını, bu konuda ihbar olduğunu" söylediler. Polis, Gültekin Satar'ı gözaltına aldı. Fakat Antakya Kiremithane halkı, diğer TÖDEF'li öğrenciyi sahiplenerek polise teslim etmedi. kapılarından içeriye parası olanın girmesi isteniyor. Böylelikle de adım adım devlete ait üniversitelerin özelleştirilmesi planlanıyor. Haraçlara yapılan zamların yapıldığı süreç de bilinçli seçilmiştir. YÖK, yüksek zamlara karşı oluşacak tepkiyi önlemek için, üniversite gençliğinin olmadığı bir tarihi bilinçli olarak seçmiştir. Yani YÖK meydanı boş bulduğunu düşünerek böylesine yüksek bir zam yapmıştır. Ancak üniversite gençliği hiçbir şekilde YÖK'ün Tıp Fakültesi: 46 milyon Mühendislik Fakültesi: 30 milyon 48. milyon Fen-Edebiyat Fakültesi: 22 milyon 36 milyon İletişim Fakültesi: 22 milyon 36 milyon Diş Hekimliği-Eczacılık: 38 milyon 61 milyon '98-'99 için düşünülen zam gençliğin okuma hakkına saldırısı olan bu zamları kabul etmeyecektir. Çünkü, bu saldırı sadece bir kesime yapılan saldırı değil, halkın geleceğine yapılmış bir saldırıdır. Gençlik, YÖK'e geri adım artırmalıdır. Bu dinamiklere sahiptir gençlik. Bu zamlara karşı örgütlenecek eylemler, diğer kesimlerin eylemleriyle, bütünleşmelidir. Bu eylemlere tüm halk kesimlerinden destek sağlanmalıdır. Üniversiteli gençlik örgütlenerek, meclislerinde biraraya gelerek YÖK'ü ve zamları ortadan kaldırabilecek güce sahiptir. Akademik-demokratik mücadele birlikte ele alınmalı, hiçbir saldırıya sessiz kalınmamalıdır. Gençlik istedikten sonra yapamayacağı birşey yoktur. Yeter ki istesin... Halk TÖDEF'li Öğrencilere Sahip Çıktı Asıl suçlamalarla 3 Temmuz günü gözaltına alınan TÖDEF'li Gültekin Satar'in bırakılması için 4 Temmuz tarihinde Antakya Kurtuluş bürosunda TÖDEF'li öğrencilerce bir basın açıklaması yapıldı. Açıklamada 31 Mart'ta gözaltına alınıp kaybedilmeye çalışılan Neslihan Uslu, Metin Andaş, Mehmet Ali Mandal ve Hasan Aydoğan'a, Burdur'da iki TÖDEF'linin keyfi bir şekilde tutuklanmalarına değinildi. Ayrıca Antakya'da 5 Temmuz tarihinde yapılan konserde bu olayla ilgili anonslarda da bulunuldu.

18 Vatan Satıcılarının Emperyalizme "Son" Kıyağı "POAŞ Özelleştirmesi" Türkiye'nin en büyük KİT'İ olan POAŞ ( Petrol Ofisi Anonim Şirketi)'m Haziran ayının sonlarına doğru televizyondan naklen yapılan ve iki saat süren bir açık artırma ile %51'lik hissesini 1 milyar 160 milyon dolara ( 308 trilyon lira) Âk Maya Orteks Grubu adına Hayyam Garipoğlu aldı. Vatan değerlerinin parça parça altın tepsilerde emperyalizme ve işbirlikçilerine sunulması ve satılması ülkemiz insanları için işsizlik, açlık ve sefalet anlamına gelen özelleştirmenin ülkemizde ne kadar sıradan bir olay haline geldiğine son örnek POAŞ özelleştirmesinde yaşananlardır. Özelleştirmenin her zamanki gerekçesi "KiT'in zarar etmesidir". Tabii ülkemizde "hayırsever" çok. Bunlardan birisi hemen çıkar ve o KiT'in "zarar ettiğini bile bile" bastırır parayı alır ve devleti "zarar eden" bir kurumundan kurtarır. KiT'leri özelleştirmek için bilinçli olarak zarar ettirmede dahil, onlarca oyun tezgahlayan devlet POAŞ'ın özelleştirilmesinde de aynı oyunu oynadı. "POAŞ zarar ediyor". Evet gerekçeler bulup satmak zorundalar. Garipoğlu, "neden petrol ofisini almak istediniz" sorusuna, "çok iyi ve sağlam bir kuruluş, almakta çok kararlıydım. Petrol ofisi kamunun en büyük müessesesi. Büyük cirolar, alan karlı, büyüme potansiyeli yüksek bir kuruluş. Yurt içinde ve dışında altı ay incelenip, araştırılıp almaya karar verdim. Ama değeri fazla yükselttik. 850 milyon dolar normaldi. Garipoğlu POAŞ'ı ederinden 310 milyon dolar fazlaya, yani ederin 3/1'ini çok Petrol Oflsi'nin talanı ile ilgili olarak Petrol-lş Sendikası Genel Sekreteri Mustafa Çağlayan'la görüştük. - Özelleştirmelere karşı sendikanızın tavrını açıklar mısınız? "Biz özelleştirme uygulamalarına karşı sendika olarak ideolojik bir yaklaşım sergilemeye çalışıyoruz. Halkın alınteri ile kurulan kuruluşların yerli ve yabancı tekellere peşkeş çekilmesinin karşısındayız. Sendika olarak özelleştirmeye karşı ilk mücadelemizi 1987 yılında PETKİM'de verdik. Son on yıllık uygulama ve kampanyalarla özelleştirme halka her derde deva olabilecek bir uygulama olarak sunularak kamuoyunun bilinci bulandırılmaya çalışıldı. İddia edildiği gibi özelleştirilme uygulamaları zarar eden kamu kuruluşlarının elden çıkarılması değil, tam tersine kar eden kamu kuruluşlarının özel şirketlere peşkeş çekilmesidir. Bugüne kadar yapılan özelleştirmelerden elde edilen gelirden çoğu yabancı danışmanlık şirket- rahat bir şekilde bastırıyor ve POAŞ'ın hissesinin %51'ini alarak söz ve karar hakkını da alıyor. Garipoğlu'nun POAŞ ihalesinde oldukça cömert davranmasının nedeni tabii ki POAŞ'ı iyi tanıyor olması ve büyük karlar getireceğinden emin oluşudur. POAŞ Türkiye'nin akaryakıt tüketiminin %51'ini karşılayan 5 bin 769 istasyonu 6 bin 200 çalışanı bulunan ve '97 yılı faaliyet karı 42 trilyon lira olan güçlü ve zengin bir KiT'tir. POAŞ'ın bu yıl içindeki kur endeksine göre 42 trilyon lira olan 1997 yılı kârında hiç artış etmeyeceği kabul edilse bile kurumun %51 hisseleri karşılığında ödenen para yalnızca altı-yedi yılda elde edilecek net gelirle karşılanacak durumdadır. Kurumun kasasındaki 50 trilyon lira ve arsaları dışında 53 trilyonluk tesis değerlerinin de her ari nakite dönüştürülebileceği dikkate alındığında POAŞ'a biçilen 301 trilyonluk bedelin 1 /3'ünün kurum kaynakla- "Petrol-İş Sendikası Olarak Biz Özelleştirmeye Karşıyız" lerin sadece rapor hazırlamalarını ve danışmanlık hizmetleri karşılığı verilmiştir. Devletin cebinden çıkan para özelleştirilmeden elde edilenden daha çoktur." - Özelleştirmeler karşısında sendikalar tavırsız kalıyorlar bunun nedenleri sizce nedir? "Her şeyden önce özelleştirme uygulamalarına karşı sendikaların ortak hareket edecekleri bir cephe oluşturulması gerekiyordu. Bizim ve bazı sendikaların bu yönde çabaları ve çağrıları oldu ama bunlar konfederasyonların sahiplenmemesi, özelleştirmeye karşı tavırlarının net olmaması nedeniyle gerçekleşmedi." - Petrol-lş Sendikası olarak özelleştir meleri engellemek için neler yaptınız? "Konunun önemini üyelerimize, işçi sınıfına ve halka anlatabilmek için özelleştirmeyi anlatan kitap, broşür ve bildiriler çıkarttık. Ayrıca POAŞ'ın özelleştirilmesini engellemek için iş durdurma ve yavaşlatma eylemleri yaptık. Ancak bunların yeterli olduğunu iddia etmiyoruz. Sesimizi rından karşılanabileceği ortadadır. Bunun yanısıra ihale bedeli olan 308 trilyonun ödenmesi için de büyük kolaylıklar sağlanmış durumdadır. Satışından hazineye peşin olarak 500 milyon dolar girecek olan POAŞ'ın ilk taksidi, satış bedelinin yarısı olan 580 milyon dolar ilk üç ay içinde, diğer 580 milyon doların yarısı bir yıl içinde, kalan 290 milyon dolar ise iki yıl sonra ödenecek şekilde düzenlendi. Taksitler için dolar bazında %10 faiz ödenecekmiş. Hiçbir değer tespiti ve gerekli araştırma yapılmadan en basit haliyle bir ihalede yapılması gereken prosedürlere bile ihtiyaç duyulmayan POAŞ ihalesinde, devletin kendi koyduğu kurallar bile gözardı edilmiştir. Bu durum işbirlikçi tekellerin ve devletin "bir an önce özelleştirelim de nasıl olursa olsun" mantığıdır. POAŞ ihalesinde rakiplerini geride bırakıp 10 milyon dolar farkla ihaleyi alan Garipoğlu, söz. konusu KiT'le, emperyalist sermaye arasındaki işbirlikçisidir. Garipoğlu'nun ihalede olası meblağı karşılayabilecek gücü olmamasına rağmen, çok rahat bir şekilde fiyat yükseltmesi ve sonuçta POAŞ'ın %51'lik hissesini almasının nedeni güçlü emperyalist sermayenin arkasında oluşu ve Garipoğlu'na destek vermeleridir. Garipoğlu ihalenin hemen ertesinde Londra'ya giderek kendisine ilk taksidi ödeyebilecek bir emperyalist sermayedar ortak aramaktadır. Aradığı ortağı bulmakta zorlanmayacağı da kesindir. daha gür ve daha örgütlü çıkarırsak bunları engelleyebileceğimizi biliyoruz. Özelleştirmeye karşı mücadelede en büyük sorunumuz işyerlerimizin dağınık olması. Bir de hizmet sektörü olmamız. Üretimin olduğu yerde şalteri indirdiniz mi bütün herşey durabiliyor. Biz bunu POAŞ'ın tamamında yapamıyoruz. 150 ayrı işyerinde toplam 3 bin 500 üyemiz var. Toplu bir direniş sergileyemiyoruz." - Özelleştirmenin engellenmesi için dava açtınız. Dava reddedildi. Şimdi ne yapmayı düşünüyorsunuz? "POAŞ'ın satışının iptali için açtığımız dava reddedildi. Şimdi bir üst mahkemeye başvurarak tekrar satışın iptalini isteyeceğiz. Biliyoruz ki buranın özelleştirilmesini engelleyemezsek peşinden TÜPRAŞ, TPAO'da özelleştirilecek. Onun için tüm yolları deneyeceğiz. Ayrıca sendika olarak bir milyon adet bildiri bastırdık. Bunu tüm yurtta dağıtarak kamuoyunda özelleştirmelere karşı bilinç oluşmasını sağlamak ve halkın desteğini almak istiyoruz. Ayrıca açacağımız imza kampanyası var. Amacımız sesimizi duyurmak ve talanı halka anlatmak. Emperyalist bir kuruluş olan IMF'nin tamamen denetiminde olan Türkiye ekonomisi, onun direktifleri doğrultusunda şekillenmektedir. Bugün IMF'nin temel politikası olan yeni sömürgelerde özelleştirme uygulamalarının gerçekleştirilmesi sağlanıyor. IMF tüm KiT'lerin özelleştirilmesini istiyor. Çünkü IMF özel sektörde daha rahat ve daha büyük sömürüler elde edeceğini düşünmektedir. Bundan dolayı 26 Haziran'da IMF ile imzalanan anlaşmanın temelini özelleştirmelerin hızlandırması oluşturmaktadır yılında en az 2 milyar, 1999 yılında ise en az 3 milyar dolarlık özelleştirme geliri borçların azaltılmasında kullanılacaktır. Bu, mevcut hükümetin IMF'ye iki yıl içinde yapacağı özelleştirmelerin taahhüdüdür. En büyük ve güçlü KİT POAŞ'ın %51'lik hissesinin 1 milyar 160 milyon dolara özelleştirilmesi gözönüne alındığında, iki yıl içinde 5 milyar dolarlık özelleştirme geliri için birçok KiT'in özelleştirilmesinin bugünden garantilendiğini gösteriyor. Hükümetin IMF'ye verdiği özelleştirme sözü, açıktan işsizliğin, açlığın, ekonomik bunalımın artırılacağının, vatanın 5 milyar dolarlık daha satılacağının garantisidir. Dün Tekel, Sümerbank, bugün POAŞ, yarın diğerleri borçlar karşılığı özelleştirme adına emperyalist tekellere peşkeş çekilmektedir. Bu durum ülkemizde işsizliğin, sefaletin daha da artmasından başka bir işe yaramayacaktır. Bu duruma dur diyecek olan, başta özelleştirilen KlT çalışanları olmak üzere tüm işçi sınıfı ve esnafı, memuru, öğrencisi, köylüsüyle her kesimden halktır. Vatanımızın satılmasına dur demek, ulusal değerlerimize sahip çıkmak, bu vatanın asıl sahipleri olan bizlerin, halkın başlıca görevidir. Ulusal onurumuzun ayaklar altına alınmasına izin vermeyelim. Vatanı satanlardan hesap soralım. - Söylemek istediğiniz başka birşey var mı? "Bizim sendikalı 3 bin 500 üyemiz var. Petrol Ofısi'nde çalışan ve özelleştirmeden zarar görecek olan bu üyelerimizin özlük haklarını sendika olarak biz koruruz. Ama önemli olan sadece bizim üyelerimizin haklarının korunması değildir. Petrol-Iş Sendikası olarak biz özelleştirmeye karşıyız. Ve bu karşı çıkışımızın nedeni ekonomik olmaktan çok ideolojiktir. Sendika olarak özelleştirmeyi halka karşı topyekün bir saldırı olarak görüyoruz. Petrol Ofisi şimdiki fiyatının çok üzerinde de satılsa biz yine özelleştirmeye karşıyız. Bu kuruluşlar (KtT) halkımızın ortak mallarıdır ve insanlar siyasilere ülkeyi yönetmeleri için oy veriyorlar, satmaları için değil. Gaziantep'te baklava çaldıkları için gencecik insanlara büyük cezalar veriliyor. Ama ülkemizin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini satanlar ise en iyi satışı yaptılar diye ödüllendiriyorlar. Değerlerimizi, kaynaklarımızı satarak talan edenlerden elbette ki bir gün mutlaka hesap sorulacaktır."

19 DİSK Genel-İş Olağanüstü Genel Kurulu'na İlişkin Durum Değerlendirmesi DİSK Genel-lş Sendikası Ankara Anakent ŞubesiAdına Şube Başkanı Olarak Murat Coşkun, Haziran Günleri Yapılan Olağanüstü Genel Kurulu Değerlendiren Bir Açıklama Yaptı. Gazetemize gönderilen bu açıklamanın tamamını yayınlıyoruz: Haziran '98 tarihinde Genel-lş sendikası Olağanüstü Genel Kurul yaşadı. Bu genel kurul birçok açıdan sendikal hareketin bir yol ayrımında olduğunu bizlere gösterdi. Bu yol ayrımının iki oku var. Biri sendikal hareketi işçi sınıfının en geniş kesimlerini içine çeken, meşru zeminde mücadele eden, toplumsal sorunların içine doğru perspektif geliştiren, iktidar mücadelesinde önemli roller üslenen devrimci tarz ki, bu tarz ancak sendikal hareketi yükseliş evresine sokabilir. ikincisi ise, yasalarla kendisini sınırlayan toplumsal olaylara duyarlılık göstermeyen, ekonomik mücadelenin batağına saplanmış devlet eksenli, pasifıst, bürokratik MGK politikalarına endeksli sendikacılık anlayışı; Bu anlayış ise sendikal hareketin gücünü ve etkisini daha da zayıflatacaktır. İşte Genel-lş Genel Kurulu bu iki anlayışın mücadelesi ekseninde yaşanmıştır. '92 yılında sendikal faaliyete başlayan DİSK ve bağlı sendikalar, ilk günden itibaren kendi sınıf mücadelesi ve sendikal mücadele ile ilgisi kalmamış ruh halleri ile sendikacıların başına çöreklenmişler, sendikalardaki mal varlıklarını kendi bürokratik düşleri için kullanmışlardır. Ayrıca sınıf sendikacılığı perspektifi yerine uluslararası sermayenin yeni dünya düzeni denen safsatalarına bağlı olarak geliştirdiği uzlaşmacı sendikal anlayış olan ÇAĞDAŞ sendikacılığı kendilerine perspektif alıyorlardı, işte bu anlayışlardan bir tanesi ise bugün genel başkanlığa seçilen İsmail H. Önal ve ekibi idi. Ancak Genel-İş sendikasında gelişen taban da bu sendika bürokratlarını eylem ve etkinliklerle aşıyordu. Sınıf politikaları ekseninde programatik tartışmalar başlamış, kapsamlı bir mücadele ve örgütlenme programı yaratmaya çalışıyorlardı. işte bu anlayışları savunan taban dinamikleri önemli eksiklikleri olmasına rağmen süreç içerisinde bu eksiklikleri de giderebilecek denetim mekanizmalarını da oluşturarak Genel-lş Sendikası 11. Genel Kurulu'nda bir araya gelerek Genel-lş sendikasındaki bürokratik mekanizmayı çatlatmışlardır. Daha önemlisi ise bu ülkenin en önemli devrimci dinamikleri bir araya gelmiş, sermayenin en korktuğu sınıf hareketi ile devrimci-yurtsever ve sosyalistler ortaklaşarak birlikte olacaklardı. 11. Genel Kurul'dan sonra Genel-lş Sendikası eski bürokratik yapısından uzaklaşıyor, taban inisiyatifini önemsiyor, "işçi Meclisleri" gibi yeni organlaşmalara sıcak bakıyor, toplumsal olaylara duyarlı yeni bir devrimci bakış geliştiriyordu. Ülkenin tüm kentlerinde yapılan eylem ve etkinliklerine örgütlü ve yığınsal katılım sağlanıyor, Genel-İş Sendikası'nm olmadığı platformlar kurulamıyordu. işte ne olduysa bu gelişmelerden sonra oldu. Genel-îş'te gelişen dinamizm ve onun etkileri devleti oldukça rahatsız ediyor ve sıkıntıya sokuyor. 28 Şubat MGK kararları çerçevesinde ülkedeki halklara, işçi sınıfına ve onun siyasal, sendikal, ekonomik-demokratik- akademik örgütlerine karşı top yekun imha planları, yargısız infazlarla, kaybetmelerle, işkencelerle tasfiye politikalarıyla bir bir gerçekleşiyordu. Genel-Iş Sendikası da bu oyunun bir parçası olmuştu. Mutlaka müdahale edilmeli, devrimciyurtsever, sosyalist bir blok ile işçi sınıfının buluşması engellenerek devrimci, sosyalist ve yurtseverler tasfiye edilmeliydi. ilk önce yönetimdeki bazı arkadaşların öngörüsüzlüğü, acemiliği sonucu yaptığı hatalar kullanılarak yapay krizler oluşturuldu, bu krizler derinleştirildi. Eski bürokratik sendika ağaları, mafya, belediye başkanları devreye sokularak imzalar toplandı. Daha sonra devletin adeta bütün güçleri devreye sokularak mahkemelerde yasadışı ve hukuk dışı kararlar çıkartıldı. Öyle ki, genel kurul kararı olmadan sahte belgeler ile tüzük maddeleri değiştirildi. Eski milletvekili emekli olmuş bir ağa çocuğu paravan temizlik şirketi kurarak tek başına üye oldu ve delegelik hakkı elde etti. Artık şer cephesi için, ihanet cephesi için kongreyi kazanmak olmazdı ve her şey mubahtır. Her şey o kadar açık ve net ki, bunları görmemezlikten gelmek için ya kör olmak gerekir ya da bu kongreyi önemsememek gerekirdi. Bu genel kurula ilişkin bazı sosyalist dergi çevresi bu olayın özü ve esasını kavramakta güçlük çektiler. Ancak defalarca tartışmalarımız sonrası onların da bu konuda ikna olmaları bizler açısından geç de olsa sevindirici bir durumdur. Açık olan taraf şudur: Bir taraftan devlet eksenli, devletle işbirliği yapan geniş ihanet odağı, diğer taraftan teknik ve prosedür yanlışlıklar yapan ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi yüzünü sınıfa dönmüş devrimci, sosyalist, yurtsevere açık yeni organlaşmalar yaratarak sendika içi demokrasiyi güvence altına almak isteyen blok. Bir taraftan kayyum getiren mafya ve çete uzantıları, bir taraftan kayyuma karşı günlerce mücadele eden blok. Bir taraftan sosyalistleri, devrimcileri, yurtseverleri terörist gören anlayış, bir tarafta cezaevi sorunlarını, üniversite sorunlarını, Kürt sorunun kısaca tüm toplumsal sorunları kendi sorunu gibi gören anlayış. Elbette ki bizlerin de, bu blokun ve blok anlayışının da önemli eksiklikleri ve zaafları vardı. Ama biz hiçbir koşulda devlet ve onun müdahalelerini kabullenmeyiz ve de kabullenmedik... İşte bizim onurumuz budur. Koltuklar onların oldu, olsun ama Genel-lş sendikası tabanındır, taban inisiyatifinindir. Direnişlerindir, mücadelenindir. Bir konuya da değinmeden geçemeyeceğim. Devletin sendikaları içten fethetme Politikaları hepimizin bildiği bir gerçektir. Bunu yaparken sendikaları bürokratlaştırmak, sendikaları kendi denetimleri altına almak yine hepimizin bildiği bir gerçektir. Ancak sendikalarda bir de sendika aristokratları vardır. Bu asalak aristokrat takımının temel özelikleri her şeyi bilmek, kendilerini sınıf mücadelesinin önüne koymak, mücadeleden uzak, sınıfla bağları kopuk kolektif mücadele anlayışını reddetmek, sendikal önderlik dertlerinin olmaması olarak özetlenebilir. işte bu aristokrat takımı sözde iki tarafın da hataları olduğunu söyleyerek bağımsız hareket ettiklerini ve bu kongrede doğru olduğunu söyleyerek bağımsız hareket edeceklerini belirttiler. Fazla bir etki yaratmasa bile bu tutumları geniş ihanet odağının kongreyi kazanmasına yetti. 1- Genel-İş'te yeniden var olmaya çalışan sendikal bürokrasiye ve çürümeye karşı sınıf sendikacılığı perspektifim kim geliştirdi? 2- İşçi sınıfının en geniş kesimlerle birlikteliğini kim sağladı? 3- Öncü unsurları bünyesinde kim topladı? 4- Siyasal ve sendikal mücadele konusunda ne görüşlere kim sahip, bu konuda kimin programı vardı? 5- Sendikal önderlik ve öncü tutumu kim sergiledi? 6- Geniş kesimlerin iradesini kim temsil etti? 7- Kongrede eksiklikleri olmasına rağmen ilkeli, kararlı bir tutum ve ittifaklar politikasını kim izledi? İşte alternatif, devrimci sendikal anlayışın programı ve ilkeleri bunlardır. Yaşama geçeceği yer ise sınıfın mücadele zeminidir. KİM BUNLAR, NE YAPTILAR... Yukarıdaki özelliklerini meslek edinmiş sendika aristokratlarıdır. Bunlardan bazıları olağanüstü kongre için imza vermişler, imzaların kayyum getirmek için kullanılması sonucu Ankara Anakent Şubesi "İŞ MECLİSİ" toplanarak imza verenlerin imzalarını geri çekmeleri kararı olmasına rağmen meclis kararına ihanet ederek imzalarını geri çekmemiş. Yine bunlardan bazıları geniş ihanet odağının içkili otel toplantılarına katılmış ve onların yanında perspektif geliştirmiştir. Kongrenin oy kullanma günü ilk turda salt çoğunluk çıtası yükselsin diye oy kullanarak ihanet odağına yardımcı olmuş, ikinci turda ise oy kullanmayarak gizli ittifaklarını adeta kanıtlamışlardır. Hele kongre sonrası kazanan ihanet şebekesini öperek tebrik etmeleri, seromoniye girmelerine ne demeli esas duruşta? Bunlar sözde sol politikaları kullanarak ama gerçekte ihanet odağına eklenen aristokratlardır. Bunlar boykot nedir, bağımsız tavır hangi koşullarda nasıl alınır, teorik ve pratik olarak bilmedikleri için ihanet odağıyla ittifakları açıkça deşifre oldu. SORUYORUZ; 1- Genel-Iş'te yeniden var olmaya çalışan sendikal bürokrasiye ve çürümeye karşı sınıf sendikacılığı perspektifini kim geliştirdi? 2- İşçi sınıfının en geniş kesimlerle birlikteliğini kim sağladı? 3- Öncü unsurları bünyesinde kim topladı? 4- Siyasal ve sendikal mücadele konusunda ne görüşlere kim sahip, bu konuda kimin programı vardı? 5- Sendikal önderlik ve öncü tutumu kim sergiledi? 6- Geniş kesimlerin iradesini kim temsil etti? 7- Kongrede eksiklikleri olmasına rağmen ilkeli, kararlı bir tutum ve ittifaklar politikasını kim izledi? İşte alternatif, devrimci sendikal anlayışın programı ve ilkeleri bunlardır. Yaşama geçeceği yer ise sınıfın mücadele zeminidir. Bunların tümünü bizler yani devrimci, sol blok yaptı. Açıkça ilan ediyoruz; bu kongreyi herkesle tüm ayrıntılarıyla tartışmaya hazırız. Gücümüz yok diye dar, sığ, kendinden menkul, sınıftan kopuk sözde bağımsız tavır alan sendika aristokratlarını kimse savunamaz. Hele bunu devrimcilik, solculuk adına kimse yapamaz. Sonuç olarak tekrar ediyoruz: Genel- Iş'te gelişen taban inisiyatifi basına, devlet işbirliğini, sınıf işbirliğini, bürokratizmi, sendika aristokratlarını tarihin çöplüğüne gömecek kadar gelişkin ve dinamiktir. DİSK Genel-İş Sendikası Ankara Anakent Şubesi Adına Şube Başkanı Murat Coşkun

20 "İnancımız, mücadele kararlılığımız, işçi sınıfına ve halka karşı bağlılığımız sürüyor" İlk bölümünü 88. sayımızda yayınladığımız ve Haziran tarihleri arasında yapılan Genel-İş Sendikası'nın Olağanüstü Genel Kurulunun değerlendirildiği Erol Ekici ile yaptığımız röportajın ikinci bölümünü yayınlıyoruz - Sayın Başkan bize Genel Kurulun yapıldığı salonda yaşananları aktarır mısınız? Haziran tarihlerinde Olağanüstü Genel Kurulu izlemek için salona gelenlerin hepsi bu Olağanüstü Genel Kurulun diğer Genel-lş Genel Kurullarından farklı olduğunu ve devletin direkt müdahalesini gördüler, yaşadılar. Salonun hemen yakınına kurulan polis barikatları ve delegelerin daha sonra da üyelerimizin en ince noktalarına kadar aranmaları ve bu psikolojinin salona yansıması, insanların iliklerine kadar MGK'nın ve devletin varlığını hissetmelerine neden oldu. MGK'nın emir ve talimatlarıyla hareket eden kayyum ve onu sendikamızın başına oturtan kayyumcular üyelerimizin çevirdikleri oyunları bozacakları korkusuyla salona girmelerini engellemeleri için polisle işbirliği yapmışlar ve bu yönde talimat vermişlerdi. - Barikatın kaldırılması ve üyelerin salona alınması yönünde girişiminiz oldu mu? Elbette müdahale ettik. Devletin güvenlik güçleri ne yapacakları konusunda iyi eğitilmişlerdi. Polisin yanı sıra Şükrü Ercan tarafından çağırılan ismet Paşa mahallesindeki tüm esrarkeşler ve eroinmanlar da oraya yığılmışlardı, işçi arkadaşlarımıza sakin olmalarını, divan seçiminden sonra kongreyi izlemek için kendilerini mutlaka salona alacağımızı söyledik. Bizlerin ısrarla dışarıda polisle yüz yüze bırakılan üyelerimizin salona alınmaları, aksi bir durumun DİSK'in ve DİSK'e bağlı sendikaların anlayışına ters olduğunu, insanların içeri alınması gerektiğini söylediğimizde İsmail Hakkı Önal ve Özcan Keskeç buna karşı çıkarak "hayır bu kongre delegasyonla yapılacak, delegenin dışında kimse alınmayacak" demelerine rağmen, bizimle birlikte içerideki delegasyonunda bastırmasıyla işçiler salona alındı. Ama ikinci gün yine çevik kuvvet polislerinin sayısı arttırılarak daha sabahtan kongrenin yapılacağı salonun bahçesine yığılarak, ana cadde etrafında önleri çevrilerek dışarıda tutulmaları sağlandı. - Peki Başkan, beş yönetici Kayyum'a karşı, iki yönetici Kayyum için imza topluyorlar ancak buna rağmen seçimi kayyumcular kazandı. Sizce bunun nedenleri nelerdir? Şimdi bu yönetimin Genel Kurulu hafife alması söz konusu değil. Yani şimdi söyleşi bir yanı var, baştan söylediğim gibi tasfiyecilik süreci yaşanmıştır. Kayyuma karşı olan Genel Yönetim Kurulu üyelerinin beş'i birden geçmişte yaşanan olumsuzlukları yok sayarak bir araya gelmiş değiller. Ölçüyü şöyle koyduk çok açık yüreklilikle ve insanlarla da oturup konuştuk. Biz Genel-tş sendikasında kayyum öncesi bölge şubelerden tutun da, tasfiyecilik olarak adlandırdığımız sürecin muhasebesi, hesaplaşması yapıldı, bunları yok sayarak bir arada olmadık. Bu saldırının karşısında duranlarla birlikte olacağız dedik. Yani bir ittifak söz konusu değil. Normal bir Genel Kurul olsaydı geçmişimizi de tartışarak ayrıda düşebilirdik. Burada bizi bir araya getiren neden devletin Genel-İş sendikasına müdahalesine karşı çıkanlar biçiminde şekillenmiştir. Bu anlamda Genel-İş Genel Kurulu devletin müdahalesini reddedenlerle benimseyenler arasında geçen bir mücadele yeri olmuştur.. - Genel Kurulun birinci günü salonda yaşanan olayları Emek Gazetesi, HÖP üyesi delegeler kavga çıkardılar, hırçınlık yaptılar ve benzeri haberler yaptılar. Yazılan bu haberler doğru mudur, doğru değilse sizce nedenleri nelerdir? Yazıyı okudum. Özellikle bana yönelik Emek Gazetesinin saldırgan bir tavırla yapmış olduğu haberler daha öncede çeşitli vesileler ileri sürülerek yayınlanmıştı. Bu onların yapmış olduğu bir karalama politikasının sonucuydu. Emek Partisi özellikle bu konuda kendisini sorgulamalı. Ne yaptığını, kayyumun atanması konusunda nasıl bir tavır aldıklarını ve sınıf mücadelesinin neresinde durduklarını sorgulamalılar. Basın ve yayın organlarında her paragrafın başında ve sonunda işçi sınıfı ideolojisinden ve tavrından dem vuranlar devletin dayattığı, devletle işbirliği içerisinde olan kayyumlu bir süreçte devletten ve kayyumdan yana tavır koymanın hesabını vermek zorundalar. Elbette ki böyle bir hesaplaşmayı sosyalist ve devrimci kamuoyu da yapmalıdır. Emek Gazetesinin muhabirleri kendilerini öylesine devletle iç içe olmaya kaptırmışlar ki yaşananların neden ve niçin geliştiğini belirtmeyerek yazdılar. Türkiye'nin dört bir yanından kendi masraflarını karşılayarak gelen işçilerin kongre salonuna kayyumun ve polisin engellemesi sonucu almamasıydı. Bu kargaşaysa, biz bu tür kargaşaları işçilerin ve üyelerimizin haklarını savunan kavgaları her zaman yapacağız. Ama bir şeyin de bilinmesini istiyoruz. Salona girerek haber yapan ve fotoğraf çeken Emek Gazetesinin muhabirleri kadar Genel-lş sendikasına emek veren, onun gelişmesi ve güçlenmesi için çalışan, aidat ödeyen üyelerimizin de Genel Kurulu izleme hakları var. Salonda gelişen olaylar ve nedenleri bunlardı. Bunun dışında herhangi bir olay yaşanmamıştır. Yani devletle işbirliği yapan kayyumun atanmasını ve kongremize müdahale etmesine karşı çıktık. Bazıları da alkışladılar. Bu tavrımız Genel-lş sendikasının geleneklerine sahip çıkanların tavrıdır. Bunun adı kargaşa, provokasyon ve benzeri değil, sahiplenmektir. Bunu Emek Gazetesi ya da Emek çevresi de değerlendirerek vicdani bir muhasebe yapmak zorundadır. - Birinci turda sizin listenizdeki genel başkan adayı bir oyla seçilemedi. İkinci turda ne değişti de aradaki fark açılarak karşı listenin tamamı seçimi kazandı. Birinci turda Atilla Öngel 150 oy aldı. Bir oyla seçilemedi. Eğer 151 oy almış olsaydı sendikamızın tüzüğü gereği genel başkan seçilmiş olacaktı, ikinci turda bu tablonun değişmesinin nedeni şu: Özellikle Çankaya ve Yeni Mahalle delegasyonu üzerinde belediye başkanlarının haftalar öncesinden uyguladıkları bir baskı vardı. Bu birinci turdaki oylamada açığa çıkmıştı. İkinci turda kimin nereye oy verdiğini tespit etme olanağımız var. ikinci turda bu baskılar daha da yoğunlaşmıştır. Birinci turda kargaşa yaşanmasının nedenlerinden bir tanesi de delegelere açık oylama yaptırılarak basta kurulmasıdır. Özellikle Atilla Öngel'in listesinde olup ta seçilemeyerek ikinci tura kalan bir arkadaşı seçilememe telaşı sarmış, benim ve Atilla Öngel'in birinci turdaki oy oranlarımız yüksekken ikinci turda tam tersine düşmüştür. Benim oyum, Atilla Öngel'inde 16 oyu düşmüştür. Özellikle sandıklar incelenerek bakıldığında bu düşüşün İstanbul delegasyonunun oy kullandığı sandıkta meydana geldiğini gözlemledik. Yine Ege ve çevresinin, Gaziantep'in oy kullandığı sandıkta bu düşüş devam ediyor. Şimdi buradan şu sonuç çıkıyor. Birinci turda Atilla Öngel'e ve bana oy veren ve toplu hareket ettikleri anlaşılan bazı delegeler ikinci turda bizi keserek İsmail Hakkı Önal'ın listesine oy kullanmışlardır. Bu Elbette ki durup dururken olmamıştır. Ortada bir pazarlık söz konusudur. Bu pazarlığın mihenk taşı ise seçilememe kaygısına düşen arkadaşın ikinci turda kaypak davranmasıdır. Çünkü Atila ve ben en yüksek oyu alan iki kişiydik. Bizimde içinde yer aldığımız listeden karşı listeye aday sokabilmenin yolu her ikimizin de kesilmesinden geçiyordu. Ve yapılan buydu. Ancak tüm bu ayak oyunlarına ve satışa rağmen seçilemediler. Bu kaypaklık ve ikiyüzlülük tabii ki Abdülkerim Timur'un oylarının yükselmesini sağladı. Bu kongre de kimlerin ne tür pazarlıklar içerisinde olduğunun güzel bir örneğidir. Birinci turda dürüst davranılmış ancak ikinci turda bu dürüstlük bir kenara bırakılarak grupçu, çıkarcı, faydacı bir tavır sergilenmiştir. - İkinci turda olayların bu şekilde gelişmesinde Abdülkerim Timur'un seçilememe ve seçtirememe kaygısı Genel Kurulun kaderini değiştirmiştir diyebilir miyiz? Evet. Delegasyonun dağılımına ve ikinci tur seçim sonuçlarına bakıldığında bu açıkça görülüyor. Bu sayı (tavır değiştiren) yedi-sekiz kişidir. Karşılıklı paslaşmalar ve gizli ittifaklar hesap edildiğinde bu rakamın kullanılan ve kullanılmayan oy olarak 16 rakamına ulaştığını görürüz. Bunlardan karşı listeye oy verenin sayısı yedi-sekizdir. Diğerleri ise açık oylama sırasında yaşadıkları basta sonucu çekinerek oy vermeyenlerdir. -Seçimi kaybettiniz. Genel Kurulu siz kendi açınızdan nasıl değerlendiriyorsunuz. İşçilikten genel merkez yöneticiliğine kadar görev yaptınız. Bundan sonrası için ne düşünüyorsunuz? Şunu açıkça söyleyeyim. Genel Yönetim Kurulunda bulunmam ilk bakışta bir avantaj gibi görülebilir. Mücadele içindeyiz. Mücadelenin her alanında varız. Ufkumuz yalnızca Genel-lş sendikasında yönetici olmakla sınırlı değil. Nihayetinde kaybettiğimiz yöneticilik vasfımızdır. İnancımız, mücadele kararlılığımız, işçi sınıfına ve halka karşı bağlılığımız sürüyor. Genel Kurulu kaybetmekle her şey bitmiyor. Aksine bizim için yeniden başlıyor. Şube başkanı seçilmeden önce görev yaptığım Eminönü belediyesindeki işime geri döneceğim. Umut ediyorum ta önümüzdeki günlerde işbaşı yapacağım. Her alanda olduğu gibi sendikal alandaki mücadelemize devam edeceğim. Yapacak çok işimiz var. Önümüzde yoğun bir mücadele süreci var. Gücümü, bilgimi ve yeteneklerimi mücadeleye bir işçi olarak tekrar sunacağım, inanıyorum ta Genel-İş sendikası bundan sonraki süreçte bugüne kadar olduğundan daha örgütlü bir şekilde sendikal mücadelesini sürdürecek ve bizde bulunduğumuz yerden bu mücadeleye katta sunmaya devam edeceğiz.

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

DERS VI-VII Nüfus Artışı Küresel Isınma

DERS VI-VII Nüfus Artışı Küresel Isınma DERS VI-VII Nüfus Artışı Küresel Isınma Demografi (nüfus bilimi), sınırları belli olan bir coğrafyanın nüfus yapısını, özelliklerini ve değişimlerini incelemektedir. Doğum, ölümün yanı sıra göç gibi dinamikleri

Detaylı

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ 19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ BASIN AÇIKLAMASI 19.09.2014 Bugün 19 Eylül. Bugün bu ülkenin mühendis, mimar ve şehir plancılarının örgütü TMMOB nin mücadele dolu tarihi açısından

Detaylı

İNSAN VE ÇEVRE A. DOĞADAN NASIL YARARLANIYORUZ? B. DOĞAYI KONTROL EDEBİLİYOR MUYUZ? C. İNSANIN DOĞAYA ETKİSİ

İNSAN VE ÇEVRE A. DOĞADAN NASIL YARARLANIYORUZ? B. DOĞAYI KONTROL EDEBİLİYOR MUYUZ? C. İNSANIN DOĞAYA ETKİSİ İNSAN VE ÇEVRE A. DOĞADAN NASIL YARARLANIYORUZ? B. DOĞAYI KONTROL EDEBİLİYOR MUYUZ? C. İNSANIN DOĞAYA ETKİSİ A. DOĞADAN NASIL YARARLANIYORUZ? Canlıların hareket etme, büyüme ve yaşamlarını sürdürebilmeleri

Detaylı

ÖĞRENME ALANI : CANLILAR VE HAYAT ÜNİTE 6 : İNSAN VE ÇEVRE

ÖĞRENME ALANI : CANLILAR VE HAYAT ÜNİTE 6 : İNSAN VE ÇEVRE ÖĞRENME ALANI : CANLILAR VE HAYAT ÜNİTE 6 : İNSAN VE ÇEVRE C ÇEVRE SORUNLARI VE ETKİLERİ (5 SAAT) 1 Ekosistemlerin Bozulma Nedenleri (Çevre Sorunları) 2 Çevre Kirliliğine Neden Olan (İnsan Kaynaklı) Faktörler

Detaylı

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012 15 Mart 2012 Perşembe günü işlerinden atılan Asilçelik işçileri Bursa nın Orhangazi ilçesi cumhuriyet meydanında basın açıklamasıyla İşimizi İstiyoruz talebini dile getirdikleri ve işlerine geri dönene

Detaylı

ÇEVRE KORUMA ÇEVRE. Öğr.Gör.Halil YAMAK

ÇEVRE KORUMA ÇEVRE. Öğr.Gör.Halil YAMAK ÇEVRE KORUMA ÇEVRE Öğr.Gör.Halil YAMAK 1 Çevre Kirlenmesi İnsanoğlu, dünyada 1,5 milyon yıl önce yaşamaya başlamıştır. Oysa yer küre 5,5 milyar yaşındadır. Son 15 yıl içinde insanoğlu, doğayı büyük ölçüde

Detaylı

6 Çocukla Ahır'da Yaşam Mücadelesi

6 Çocukla Ahır'da Yaşam Mücadelesi 6 Çocukla Ahır'da Yaşam Mücadelesi Kahramanmaraş ın Ekinözü İlçesine bağlı Alişar Köyünde 54 Yaşındaki Mehmet Göyün 6 Çocuğu ile birlikte tek göz kerpiç odanın içinde verdiği yaşam Mücadelesi yürekleri

Detaylı

Entegre Acil Durum Yönetimi Sistemine Giriş

Entegre Acil Durum Yönetimi Sistemine Giriş İstanbul Teknik Üniversitesi Geomatik Mühendisliği Bölümü CBS & UA ile Afet Yönetimi Entegre Acil Durum Yönetimi Sistemine Giriş Amaçlar (1) Kriz yönetimi kavramının tartışılması Tehlike, acil durum ve

Detaylı

Bayramın ikinci günü olan 26 Ekim Cuma günü, TAYAD lı Aileler bayramlaşmak için kahvaltıda bir araya geldiler.

Bayramın ikinci günü olan 26 Ekim Cuma günü, TAYAD lı Aileler bayramlaşmak için kahvaltıda bir araya geldiler. İSTANBUL TAYAD lı Aileler Bayram Kahvaltısında Bir Araya Geldiler Bayramın ikinci günü olan 26 Ekim Cuma günü, TAYAD lı Aileler bayramlaşmak için kahvaltıda bir araya geldiler. Kahvaltıdan önce yapılan

Detaylı

Çevre Yüzyılı. Dünyada Çevre

Çevre Yüzyılı. Dünyada Çevre Çevre Yüzyılı Çevre; canlıların yaşamı boyunca ilişkilerini sürdürdüğü dış ortamdır. Hava, su ve toprak bu çevrenin fizikî unsurlarını; insan, hayvan, bitki ve diğer mikroorganizmalar ise, biyolojik unsurlarını

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu: Gezi Parkından dünyaya yansıyan ses daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi sesidir. Tarih : 15.06.2013 Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu Türkiye de görev yapan yabancı

Detaylı

Emeğin İktidarını Birlikte Kuracağız

Emeğin İktidarını Birlikte Kuracağız Emeğin İktidarını Birlikte Kuracağız 1 MAYIS Cumhuriyet Halk Partisi Bodrum İlçe Bayramı 1 Mayıs nedeniyle yayınladığı mesaj şöyle: İşçilerin birlik ve dayanışma günü olan, 1 Mayıs ın, tüm dünya ve ülkemiz

Detaylı

ÇYDD: su, değeri artan stratejik bir nitelik kazanacaktır.

ÇYDD: su, değeri artan stratejik bir nitelik kazanacaktır. ÇYDD: su, değeri artan stratejik bir nitelik kazanacaktır. 2017 Dünya Su Günü Bildirisi 2016 yılı, ilk kayıtların tutulduğu 1880 yılından bu yana en sıcak yıl olarak kayda geçti. 2 yüzyıl, dünya ortalama

Detaylı

ÇEVRENİN GENÇ SÖZCÜLERİ

ÇEVRENİN GENÇ SÖZCÜLERİ ÇEVRENİN GENÇ SÖZCÜLERİ KENTSEL DÖNÜŞÜM Öğrencinin adı- soyadı: ERDEM EGE MARAŞLI Proje Danışmanı: MÜGE SİREK Bahçeşehir - İSTANBUL Kentsel Dönüşüm Son günlerde haberlerde gazetelerde çok fazla rastladığımız

Detaylı

KADIKÖY BELEDİYESİ ÇEVRE KORUMA MÜDÜRLÜĞÜ

KADIKÖY BELEDİYESİ ÇEVRE KORUMA MÜDÜRLÜĞÜ KADIKÖY BELEDİYESİ ÇEVRE KORUMA MÜDÜRLÜĞÜ ÇEVRE NEDİR? İçinde bulunduğumuz canlı, cansız tüm varlıkların birbirleri ile ilişkilerini içine alan ortam. Çevrenin doğal yapısını ve bileşiminin bozulmasını,

Detaylı

PROJE KONUSU NASIL BULUNUR? Prof. Dr. Turan GÜVEN

PROJE KONUSU NASIL BULUNUR? Prof. Dr. Turan GÜVEN PROJE KONUSU NASIL BULUNUR? Prof. Dr. Turan GÜVEN PROJE KONUSU SEÇERKEN ŞU SORULARIN CEVAPLARI ARANMALIDIR : 1. Proje yapmam için bir gerekçem var mı? 2. Niçin proje yapacağım? 3. Projemin amacı nedir?

Detaylı

Çevre İçin Tehlikeler

Çevre İçin Tehlikeler Çevre ve Çöp Çevre Bir kuruluşun faaliyetlerini içinde yürüttüğü hava, su, toprak, doğal kaynaklar, belirli bir ortamdaki bitki ve hayvan topluluğu, insan ve bunlar arasındaki faaliyetleri içine alan ortamdır.

Detaylı

Her şeyi rant olarak gören AKP iktidarı ile onun yerel temsilcilerinin kentte, çevreye, doğaya karşı işledikleri suçların ardı arkası gelmiyor.

Her şeyi rant olarak gören AKP iktidarı ile onun yerel temsilcilerinin kentte, çevreye, doğaya karşı işledikleri suçların ardı arkası gelmiyor. Her şeyi rant olarak gören AKP iktidarı ile onun yerel temsilcilerinin kentte, çevreye, doğaya karşı işledikleri suçların ardı arkası gelmiyor. Bunlar yakında gidecekler ama ülkemize, kentimize ağır bir

Detaylı

SAĞLAM KOBİ SAHADA GÖKÇEADA. Gökçeada da Sağlam KOBİ çalışması:

SAĞLAM KOBİ SAHADA GÖKÇEADA. Gökçeada da Sağlam KOBİ çalışması: SAĞLAM KOBİ SAHADA GÖKÇEADA 2 Mayıs Pazartesi yi Salı ya bağlayan gece sel felaketine yüzünden Gökçeada sakinleri kötü bir güne başlamışlardı. Meteoroloji 2. Bölge Müdürlüğü Gökçeada'da saat 00.10 başlayan

Detaylı

Dünya nüfusunun her geçen yıl artması, insanları beslenme, giyinme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını gidermek için değişik yollar aramaya

Dünya nüfusunun her geçen yıl artması, insanları beslenme, giyinme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını gidermek için değişik yollar aramaya Dünya nüfusunun her geçen yıl artması, insanları beslenme, giyinme ve barınma gibi temel ihtiyaçlarını gidermek için değişik yollar aramaya zorlamıştır. Mevcut Dünya topraklarından daha çok verim elde

Detaylı

Ocak 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Ocak 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili Ocak 2014 FAALİYET RAPORU Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili CHP MERSİN İL-İLÇE ÖRGÜTLERİ, BELEDİYELER VE KÖYLERE YÖNELİK YAPILAN ÇALIŞMALAR 1. CHP Silifke Belediye Başkan Adayı ile birlikte esnaf

Detaylı

ÇEVRE BİLİNCİ TARAMA LİSTESİ

ÇEVRE BİLİNCİ TARAMA LİSTESİ Hayır, hiç katılmıyorum Katılmıyorum Çok az Katılıyorum Tamamen ÇEVRE BİLİNCİ TARAMA LİSTESİ I. Aşağıda verilen ifadelerden hangisine ne derece katılıyorsanız onunla ilgili kutucukta yer alan kısma işaret

Detaylı

İnsanlar tarafından atmosfere salınan gazların sera etkisi yaratması sonucunda dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma denmektedir.

İnsanlar tarafından atmosfere salınan gazların sera etkisi yaratması sonucunda dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma denmektedir. Küresel Isınma İnsanlar tarafından atmosfere salınan gazların sera etkisi yaratması sonucunda dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma denmektedir. fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşma,hızlı

Detaylı

Perinçek'in KDHC'deki tarihi konuşması

Perinçek'in KDHC'deki tarihi konuşması Perinçek'in KDHC'deki tarihi konuşması Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'ni ziyaret eden ilk Türk siyasi lider olan Perinçek, onurlarına verilen yemek sırasında bir konuşma gerçekleştirdi. ABD'nin savaş

Detaylı

Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi

Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi 1990 yılında Latin Amerika'nın ada ülkesinde bir grup Müslüman ülkedeki yönetimi ele geçirmek için silahlı darbe girişiminde bulunmuştu.

Detaylı

Küresel. İklim Değişikliği. ÇEVRE KORUMA ve KONTROL DAİRESİ BAŞKANLIĞI

Küresel. İklim Değişikliği. ÇEVRE KORUMA ve KONTROL DAİRESİ BAŞKANLIĞI Küresel İklim Değişikliği ÇEVRE KORUMA ve KONTROL DAİRESİ BAŞKANLIĞI 1 Sera etkisi ve İklim Değişikliği Nedir? Dünya, üzerine düşen güneş ışınlarından çok, dünyadan yansıyan güneş ışınlarıyla ısınır. Bu

Detaylı

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı,

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı, Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı, elinde boş bir çuval, alanın ortasında öylece dikiliyordu.

Detaylı

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç katıyordu. Bulutlar gülümsüyor ve günaydın diyordu. Melek

Detaylı

ALTERNATİF ENERJİ KAYNAKLARI

ALTERNATİF ENERJİ KAYNAKLARI ALTERNATİF ENERJİ KAYNAKLARI KONULAR 1-Güneş Enerjisi i 2-Rüzgar Enerjisi 4-Jeotermal Enerji 3-Hidrolik Enerji 4-Biyokütle Enerjisi 5-Biyogaz Enerjisi 6-Biyodizel Enerjisi 7-Deniz Kökenli Enerji 8-Hidrojen

Detaylı

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktin soğuk geciktim kış geciktiniz kış mevsiminde uç, sınır, son, limit bulunuyor/bulunur

Detaylı

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti Nisan 14, 2017-7:12:00 AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Binali Yıldırım, Ankara Sincan ilçesi Lale Meydanı'nda mitinge katılarak vatandaşlara hitap

Detaylı

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU 1. DIŞ. CADDE - GECE 1 FADE IN: Saat 22:30. 30 yaşında bir gazeteci olan Eren caddede araba sürmektedir. Bir süre sonra kırmızı ışıkta durur. Yan koltukta bulunan fotoğraf

Detaylı

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI TMMOB Danýþma Kurulu 38. Dönem 2. Toplantýsý 16 Nisan 2005'te Ankara'da TMMOB çalýþmalarý üzerine bilgilendirme ve TMMOB çalýþmalarýnýn deðerlendirilmesi gündemi

Detaylı

Ülkemizde Yaşanan Doğal Afetler

Ülkemizde Yaşanan Doğal Afetler On5yirmi5.com Ülkemizde Yaşanan Doğal Afetler Ülkemizde Yaşanan Doğal Afetler Nelerdir? Yayın Tarihi : 14 Kasım 2012 Çarşamba (oluşturma : 1/30/2019) Çevre sorunları, insanların yaşadıkları doğal ortamı

Detaylı

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU 2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU 1 Av.Dr. M. SEZGİN TANRIKULU İSTANBUL MİLLETVEKİLİ GİRİŞ 2015 yılı Ağustos ayından itibaren tekrar başlayan çatışmalar Türkiye tarihinde eşi az görülmüş bir yıkıma, sayısız

Detaylı

Bir gün Pepe yi görmeye gittim ve ona : Anlayamıyorum her zaman bu kadar pozitif olmak mümkün değil, Bunu nasıl yapıyorsun? diye sordum.

Bir gün Pepe yi görmeye gittim ve ona : Anlayamıyorum her zaman bu kadar pozitif olmak mümkün değil, Bunu nasıl yapıyorsun? diye sordum. PEPE NİN HİKAYESİ Pepe, herkesin olmak isteyeceği türden bir insandı. Her zaman neşeli olup, her zaman, söyleyeceği pozitif bir şey vardı. Birisi istediğinde hemen gidiyor, daima : Daha iyisi olamaz! diye

Detaylı

Sunan: Prof.Dr.Alper Çabuk

Sunan: Prof.Dr.Alper Çabuk Bir CBS Akademisyeni Gözüyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı CBS Genel Müdürlüğü Belgelendirme ve Yaygınlaştırma Dairesi Başkanlığı nın Projeleri ve Ülkemiz Geleceği Açısından Önemi Sunan: Prof.Dr.Alper

Detaylı

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor. Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor. İşçi Cephesi: Direnişiniz nasıl başladı? Kazova dan bir işçi: Bizim direnişimiz ilk önce 4 aylık maaşımızı, kıdem ve tazminat

Detaylı

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu! Kaybolmasınlar Diye Mesleğini sorduklarında ne diyeceğini bilemezdi, gülümserdi mahçup; utanırdı ben şairim, yazarım, demeye. Bir şeyler mırıldanırdı, yalan söylememeye çalışarak, bu kez de yüzü kızarırdı,

Detaylı

KÜRESEL ISINMA NEDİR?

KÜRESEL ISINMA NEDİR? HAVA Hava, dışarıda kısa sürede meydana gelen olaylar bütünüdür. Soğur, yağmur yağar, ısınır. Basınç artar veya düşer, ısı yükselir veya düşer. Rüzgar oluşur. Meydana gelenler o güne ve kısa zamana aittir.

Detaylı

TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB

TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB 2010-2012 ISBN 978-605-01-0372-4 Baskı Mattek Basın Yayın Tanıtım Tic. San. Ltd. Şti Adakale Sokak 32/27 Kızılay/ANKARA Tel: (312)

Detaylı

Şimdi fazla ileri gitmiş bu gerici diktatörlüğü terbiye etmek, mümkünse biraz değiştirip halka kabul ettirmek istiyorlar.

Şimdi fazla ileri gitmiş bu gerici diktatörlüğü terbiye etmek, mümkünse biraz değiştirip halka kabul ettirmek istiyorlar. Boyun eğmeyenler bu yana BU DÜZENİ SIFIRLA AKP eliyle sürdürülen gerici diktatörlük Türkiye'nin kaderi değildir. Bu diktatörlük bir kaza veya arızanın sonucu ortaya çıkmış da değildir. Sömürü düzeni kendini

Detaylı

Küresel İklim Değişikliği ve Ülkemize Etkileri

Küresel İklim Değişikliği ve Ülkemize Etkileri Küresel İklim Değişikliği ve Ülkemize Etkileri Küresel İklim Değişikliği Nedir? Çeşitli gaz ve çevre kirliliği gibi olaylar sonucu atmosfer incelmeye başlamıştır.böylece güneş ışınları dünyaya daha fazla

Detaylı

Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda.

Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda. TÜRKÇE 12-13: OKUMA - ANLAMA - YAZMA OKUMA - ANLAMA 1: Rezervasyon Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda. Duşlu olması şart. Otel görevlisi: Tek kişilik odamız kalmadı

Detaylı

Parlar saçların güneşin rengini bana taşıyarak diye yazıvermişim birden.

Parlar saçların güneşin rengini bana taşıyarak diye yazıvermişim birden. BEYAZIN PEŞİNDEKİ TATİL Geçen yıllarda Hopa da görev yapan bir arkadaşım Adana ya ziyaretime gelmişti. Arkadaşım Güney in doğal güzelliğine bayılıyorum deyince çok şaşırmıştım. Sevgili okuyucularım şaşırmamak

Detaylı

NKP

NKP 24 Haziran da Ülkemiz adım adım bir nükleer bataklığa doğru sürükleniyor. AKP, hayati önemdeki bu konuyu her türlü hukuksal ve siyasal denetimden kaçırıyor. Nükleer santrallerin ya da bu santraller gerekçe

Detaylı

Biliyor musunuz? İklim Değişikliği ile Mücadelede. Başrol Kentlerin.

Biliyor musunuz? İklim Değişikliği ile Mücadelede. Başrol Kentlerin. İklim Değişikliği ile Mücadelede Başrol Kentlerin. Kentler dünya nüfusunun % 54 ünü barındırmaktadır. 2050 yılı itibariyle bu oranın % 66 ya ulaşacağı hesaplanmıştır. Tüm dünyada kentler enerji tüketiminin

Detaylı

Uluslararası Üniversiteler Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı Darbeci Kurşununa Hedef Oldu

Uluslararası Üniversiteler Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı Darbeci Kurşununa Hedef Oldu GÜNÜN MANŞETLERİ 23 Temmuz 2016 Cumartesi 11:52 Uluslararası Üniversiteler Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı Darbeci Kurşununa Hedef Oldu FETÖ darbe girişimi olaylarında darbecilerin hedefinde UIC Yönetim

Detaylı

ANKARA İLİ T.C. ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI ANKARA İL MÜDÜRLÜĞÜ. Ankara da bilinçli. Çevre Gönüllüleri Yetişiyor

ANKARA İLİ T.C. ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI ANKARA İL MÜDÜRLÜĞÜ. Ankara da bilinçli. Çevre Gönüllüleri Yetişiyor ANKARA İLİ T.C. ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI ANKARA İL MÜDÜRLÜĞÜ 1923 Ankara da bilinçli Çevre Gönüllüleri Yetişiyor BOYAMA KİTABI İdris GÜLLÜCE Çevre ve Şehircilik Bakanı Çevreye yapılan yatırımın aslında

Detaylı

Yeni bir dönem açılıyor: Mali çöküş, depresyon, sınıf mücadelesi

Yeni bir dönem açılıyor: Mali çöküş, depresyon, sınıf mücadelesi Yeni bir dönem açılıyor: Mali çöküş, depresyon, sınıf mücadelesi Devrimci Marksizm Yayın Kurulu Uzun vadede bu felâket konusunda suçun nasýl daðýtýlacaðý çok þeyi belirleyecektir. Ýþte bu, önemli bir entelektüel

Detaylı

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır!

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır! 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır! Clara Zetkin haklı olarak Kadının özgürlüğünün, tüm insanoğlunun özgürlüğü gibi, emeğin sermayenin

Detaylı

YILDIZ TEKNİK DOĞA BİLİMLERİ ARAŞTIRMA MERKEZİ BAŞKANI PROF. ERSOY, milliyet için İNC. ELEDİ- 1 / Serhat Oğuz

YILDIZ TEKNİK DOĞA BİLİMLERİ ARAŞTIRMA MERKEZİ BAŞKANI PROF. ERSOY, milliyet için İNC. ELEDİ- 1 / Serhat Oğuz Türkiye nin Afet Gerçeği YILDIZ TEKNİK DOĞA BİLİMLERİ ARAŞTIRMA MERKEZİ BAŞKANI PROF. ERSOY, milliyet için İNC ELEDİ- 1 / Serhat Oğuz http://www.milliyet.com.tr/yasam/habe r Prof. Şükrü Ersoy un yaptığı

Detaylı

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Satmam demiş ihtiyar köylü, bu, benim için bir at değil, bir dost. Günün Öyküsü: Talih mi Talihsizlik mi? Bir zamanlar köyün birinde yaşlı bir adam yaşıyormuş. Çok fakirmiş. Ama çok güzel beyaz bir atı varmış. Kral bu ata göz koymuş. Bir zamanlar köyün birinde yaşlı bir

Detaylı

Polis Taksim Meydanı'na girdi

Polis Taksim Meydanı'na girdi On5yirmi5.com Polis Taksim Meydanı'na girdi Gezi Parkı eylemlerinin 15. gününde polis, Taksim Meydanı na girdi. AKM ve Cumhuriyet Anıtı ndaki afişler söküldü, barikatlar da kaldırıldı. Yayın Tarihi : 11

Detaylı

Termik santrallerinin çevresel etkileri şöyle sıralanabilir: Hava Kirliliği Su Kirliliği Toprak Kirliliği Canlılar üzerinde Yaptığı Etkiler Arazi

Termik santrallerinin çevresel etkileri şöyle sıralanabilir: Hava Kirliliği Su Kirliliği Toprak Kirliliği Canlılar üzerinde Yaptığı Etkiler Arazi Termik santrallerinin çevresel etkileri şöyle sıralanabilir: 1. 2. 3. 4. 5. Hava Kirliliği Su Kirliliği Toprak Kirliliği Canlılar üzerinde Yaptığı Etkiler Arazi Kullanımı Üzerindeki etkileri ASİT YAĞMURLARI

Detaylı

T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (T.M.K. 10. MADDE İLE YETKİLİ) TUTANAK

T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (T.M.K. 10. MADDE İLE YETKİLİ) TUTANAK T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (T.M.K. 10. MADDE İLE YETKİLİ) ESAS N0:2009/191 03.08.2012 TUTANAK 27.07.2012 tarihli oturumda saat 19.27 sıralarında Mahkeme Başkanı tarafından duruşmanın

Detaylı

10SORUDA AİLE SİGORTASI

10SORUDA AİLE SİGORTASI 10 SORUDA AİLE SİGORTASI T.C. ANAYASASI MADDE 60: Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar. 1. AİLE SİGORTASI Nedir? Aile Sigortası,

Detaylı

Mağdur olmayın!...

Mağdur olmayın!... Mavi Çarşı kararı Mavi Çarşı davasında karar... Mahkeme çarşı sahibini mahkemeye veren kişiye, Zararın ilgilinin kişisel kusurundan kaynaklanması durumunda idarenin tazmin sorumluluğundan söz edilemeyeceğini

Detaylı

Konumuz sol içi cinayetler, özel olarak da Acilciler bünyesindeki cinayetler

Konumuz sol içi cinayetler, özel olarak da Acilciler bünyesindeki cinayetler Konumuz sol içi cinayetler, özel olarak da Acilciler bünyesindeki cinayetler Bir cinayetin altı elemanı vardır: Öldürülen kimdir, öldüren kimdir, cinayetin yeri, cinayet günü, nasıl öldürüldü, neden öldürüldü?

Detaylı

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz İstanbul YDK: 1 Mayıs itibariyle başlamış olan Eme(K)adın kampanyamız kapsamında güvencesiz, görünmeyen ve yok sayılan kadın emeği üzerine araştırmalar yapmaya devam ediyoruz. Bu kez bu konuda sendikal

Detaylı

DOĞA - İNSAN İLİŞKİLERİ VE ÇEVRE SORUNLARININ NEDENLERİ DERS 3

DOĞA - İNSAN İLİŞKİLERİ VE ÇEVRE SORUNLARININ NEDENLERİ DERS 3 DOĞA - İNSAN İLİŞKİLERİ VE ÇEVRE SORUNLARININ NEDENLERİ DERS 3 İnsan yaşamı ve refahı tarihsel süreç içinde hep doğa ve doğal kaynaklarla kurduğu ilişki ile gelişmiştir. Özellikle sanayi devrimine kadar

Detaylı

DÜNYADA NÜFUS VE EKONOMİK FAALİYETLER

DÜNYADA NÜFUS VE EKONOMİK FAALİYETLER DÜNYADA NÜFUS VE EKONOMİK FAALİYETLER Dünyanın bazı yerlerinde nüfus yoğunken bazı yerlerinde seyrektir. Bu durumu etkileyen iklim, yeryüzü şekilleri, su kaynaklarını yakınlık, bitki örtüsü, sanayi, tarım,

Detaylı

İktisat Tarihi

İktisat Tarihi İktisat Tarihi 7.5.18 SAVAŞLAR VE EKONOMİK PERFORMANS Savaş 10 milyon askerin ölümüne, 20 milyonunun yaralanmasına neden oldu. Ekonomik açıdan uzun dönemde fizik yıkımdan daha zararlı olan normal ekonomik

Detaylı

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA Chp Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Kahramanmaraş ın Elbistan İlçesi nde siyaseti sadece insan için yaptıklarını, iktidara gelmeleri halinde terörü sonlandırıp ülkeye huzuru getireceklerini

Detaylı

İKLİM VİDEO 3 Sera etkisi ne demek? Sera gazları hangileri? Sera gazı nedir? karbondioksit metan diazot monoksit

İKLİM VİDEO 3 Sera etkisi ne demek? Sera gazları hangileri? Sera gazı nedir? karbondioksit metan diazot monoksit İKLİM VİDEO 3 Sera etkisi ne demek? Güneşten dünyaya belli bir miktar enerji geliyor. Bu enerji dünyanın atmosferi olmayacak olsa dışarı kaçacak ve dünya şimdi olduğundan çok daha serin olacaktı. Fakat

Detaylı

Özal'dan şok açıklama

Özal'dan şok açıklama Özal'dan şok açıklama Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın oğlu Ahmet Özal şok bir fotoğrafı basın mensuplarıyla paylaştı. Ahmet Özal meclise seslenerek ölümü şüpheli kişilerin ve faili meçhullerin şüpheli ölümlerde

Detaylı

Başbakan Yıldırım, 25. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı sonrası basın çadırını ziyaret etti

Başbakan Yıldırım, 25. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı sonrası basın çadırını ziyaret etti Başbakan Yıldırım, 25. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı sonrası basın çadırını ziyaret etti Ekim 23, 2016-8:39:00 Başbakan Binali Yıldırım, "Peşmerge güçleri Başika kasabasını DEAŞ'tan temizlemek için

Detaylı

KAYMAKAMA ve GAZETECİLERE SALDIRDILAR

KAYMAKAMA ve GAZETECİLERE SALDIRDILAR KAYMAKAMA ve GAZETECİLERE SALDIRDILAR Bodrum Gümüşlükte olaysız ve şenlik gibi yapılan sembolik tabela dikimini yapan Bodrum Kaymakamı Dr.Mehmet Gödekmerdan ikinci durağı Kadıkalesi Ormancılar Sitesinde

Detaylı

Ulusal KBRN Yönetmeliği ve Kurumlar Arası Organizasyon. Dr. Ayça ÇALBAY Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Servis AD, ERZURUM

Ulusal KBRN Yönetmeliği ve Kurumlar Arası Organizasyon. Dr. Ayça ÇALBAY Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Servis AD, ERZURUM Ulusal KBRN Yönetmeliği ve Kurumlar Arası Organizasyon Dr. Ayça ÇALBAY Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Servis AD, ERZURUM Amaç Halk sağlığı ve çevreyi korumak Can ve mal kaybını azaltmak Tehlike

Detaylı

ANLATIM BOZUKLUKLARI

ANLATIM BOZUKLUKLARI ANLATIM BOZUKLUKLARI 1. Dün beklenmedik bir sürprizle karşılaştık. Gereksiz Sözcük Kullanımı 2. Yoğun sis sayesinde kaza yapmışlar. Sözcüğü Yanlış Anlamda Kullanma 3. Trafik kazasında yaralananlara başınız

Detaylı

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR Site İsmi : Zaman 53 Tarih: 10.05.2012 Site Adresi : www.zaman53.com Haber Linki : http://www.zaman53.com/haber/14544/camilerin-ayaga-kalkmasi-lazim.html ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Detaylı

9. Sigarayı bırakma zamanı

9. Sigarayı bırakma zamanı 9. Sigarayı bırakma zamanı 1 9. Sigarayı bırakma zamanı Dünyada 8 saniyede 1 can alan, yılda 4 milyon kişinin ölümüne neden olan, dünyada her 10 erişkinden birinin ölüm nedeni sayılan sigarayı bırakmak

Detaylı

Harita 12 - Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası

Harita 12 - Türkiye Deprem Bölgeleri Haritası AFET YÖNETİMİ Kütahya ve çevresi illeri yoğun deprem kuşağında olan illerdir. Bu çevrede tarih boyunca büyük depremler görülmüştür. Kütahya ve çevre iller doğal afet riski taşıyan jeolojik ve topografik

Detaylı

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı. Hanehalkı Gözünden Kamu Yönetimi, Kamu Hizmetleri ve Yolsuzluk Ocak 2013

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı. Hanehalkı Gözünden Kamu Yönetimi, Kamu Hizmetleri ve Yolsuzluk Ocak 2013 tepav Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı Hanehalkı Gözünden Kamu Yönetimi, Kamu Hizmetleri ve Yolsuzluk Ocak 2013 Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı 2 Çalışmanın Yöntemi 5-6 Ocak 2013

Detaylı

BEYKENT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

BEYKENT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ BEYKENT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ Değerli Katılımcı, Bu anket, Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Yönetimi Anabilim Dalı İnsan Kaynakları ve Örgütsel Değişim Yüksek Lisans

Detaylı

NEYI DAHA BEKLİYORSUN! MASADA YANDAŞ MEMURUN İŞİ YAŞ! KAMU ÇALIŞANI. Yanlışta ısrar etme, senin iradeni satanların peşinden gitme!

NEYI DAHA BEKLİYORSUN! MASADA YANDAŞ MEMURUN İŞİ YAŞ! KAMU ÇALIŞANI. Yanlışta ısrar etme, senin iradeni satanların peşinden gitme! MASADA YANDAŞ MEMURUN İŞİ YAŞ! KAMU ÇALIŞANI DAHA NEYI BEKLİYORSUN! Yanlışta ısrar etme, senin iradeni satanların peşinden gitme! TÜRKİYE KAMU-SEN Sizin Sendikanız Ülkemi, milletimi ve geleceğimi düşünüyor,

Detaylı

Almanya'da Yaşayan Trabzonsporlu Taraftarın 61 Plakanın İlginç Azmin Hikayesi

Almanya'da Yaşayan Trabzonsporlu Taraftarın 61 Plakanın İlginç Azmin Hikayesi Almanya'da Yaşayan Trabzonsporlu Taraftarın 61 Plakanın İlginç Azmin Hikayesi Yüksekova ve Cizre nin il yapılacağı duyuldu, 70 küsur ilçe Ben de istiyorum diye ayağa kalktı. Akhisar, Tarsus, Nazilli, Alanya,

Detaylı

Yıllık açık 100 milyar doları aşacak... DIŞ TİCARET ALARM VERİYOR!

Yıllık açık 100 milyar doları aşacak... DIŞ TİCARET ALARM VERİYOR! Umut Oran Basın Açıklaması 04.8.2013 Yıllık açık 100 milyar doları aşacak... DIŞ TİCARET ALARM VERİYOR! AKP hükümeti, ihracat şampiyonu TÜPRAŞ a baskı, Gezi protestocularını ve sosyal medyada hükümeti

Detaylı

2015-1 ARAMA VE KURTARMA BİLGİSİ ARA SINAV SORULARI VE CEVAPLARI

2015-1 ARAMA VE KURTARMA BİLGİSİ ARA SINAV SORULARI VE CEVAPLARI 2015-1 ARAMA VE KURTARMA BİLGİSİ ARA SINAV SORULARI VE CEVAPLARI 1. 7126 sayılı Sivil Savunma Yasası çerçevesinde kurulacak servislerdeki görevlilerin yaş aralığı kaç olmalıdır? A) 16-65 B) 17-70 C) 18-65

Detaylı

ŞUBAT 2016 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

ŞUBAT 2016 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili ŞUBAT 2016 FAALİYET RAPORU Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili CHP MERSİN İL-İLÇE ÖRGÜTLERİ, BELEDİYELER VE KÖYLERE YÖNELİK YAPILAN ÇALIŞMALAR 1. Mersin/Tarsus/Gülek Mahallesinde vatandaşlarla bir

Detaylı

Nasuh Mitap ı Ankara dan tanırım. Kendisi hakkında bir şey yazmayacağım.

Nasuh Mitap ı Ankara dan tanırım. Kendisi hakkında bir şey yazmayacağım. Nasuh Mitap ı Ankara dan tanırım. Kendisi hakkında bir şey yazmayacağım. Cenaze namazıyla yapılan cenaze törenine bir kere daha canım sıkıldı da diyemeyeceğim Devrimcilerin bu türlü davranışlarına alıştık

Detaylı

EDEBİYATIN İZİ 86. İZMİR ENTERNESYONAL FUARI NA DÜŞTÜ

EDEBİYATIN İZİ 86. İZMİR ENTERNESYONAL FUARI NA DÜŞTÜ EDEBİYATIN İZİ 86. İZMİR ENTERNESYONAL FUARI NA DÜŞTÜ Oya Baydar, Mine Söğüt, Özcan Yüksek, Ercan Kesal, Arif Keskiner ve Melih Güneş konuklarla sohbet etti 86. İzmir Enternasyonal Fuarı nda bu yıl ilk

Detaylı

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým. Kaybolan Çocuk Çocuklar için öyküler yazmak istiyordum. Yazmayý çok çok sevdiðim için sevinçle oturdum masanýn baþýna. Yazdým, yazdým... Sonra da okudum yazdýklarýmý. Bana göre güzel öykülerdi doðrusu.

Detaylı

5. SINIF SOSYAL BİLGİLER BÖLGEMİZİ TANIYALIM TESTİ. 1- VADİ: Akarsuların yataklarını derinleştirerek oluşturdukları uzun yarıklardır.

5. SINIF SOSYAL BİLGİLER BÖLGEMİZİ TANIYALIM TESTİ. 1- VADİ: Akarsuların yataklarını derinleştirerek oluşturdukları uzun yarıklardır. 1- VADİ: Akarsuların yataklarını derinleştirerek oluşturdukları uzun yarıklardır. PLATO: Çevresine göre yüksekte kalmış, akarsular tarafından derince yarılmış geniş düzlüklerdir. ADA: Dört tarafı karayla

Detaylı

Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular

Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular hazır olun düşüyoruz diyor. Düşüyoruz ama ben dâhil

Detaylı

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler Geçtiğimiz ay Suriye de Irak Şam İslam Devleti ve diğer muhalif güçler arasında yaşanan çatışmaya ilişkin, Suriye Devrimci Sol

Detaylı

ŞUBAT 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

ŞUBAT 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili ŞUBAT 2014 FAALİYET RAPORU Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili 1 CHP MERSİN İL-İLÇE ÖRGÜTLERİ, BELEDİYELER VE KÖYLERE YÖNELİK YAPILAN ÇALIŞMALAR 1. Mersin/Mezitli CHP İlçe Örgütü ve Belediye Başkan

Detaylı

YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: 11.10.2007. Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: 11.10.2007. Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat - şiirler - Yayın Tarihi: 11.10.2007 Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat Yayın Hakkı Notu: Bu e-kitapta yer alan şiirlerin tüm yayın hakları şairin kendisine ve / veya yasal temsilcilerine aittir.

Detaylı

Devamı4. - portakal,mandalina vb.. narenciye çeşitlerinin gece

Devamı4. - portakal,mandalina vb.. narenciye çeşitlerinin gece - portakal,mandalina vb.. narenciye çeşitlerinin gece tüketilmemesi tafsiye ediliyor. Sebebi gece tüketildiği zaman dişleri sararttığı yönünde,eğer yiyecekseniz üzerinden bir elma yemenizi tafsiye ediyorum.

Detaylı

Türkiye Çimento Müstahsilleri Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Adnan İğnebekçili

Türkiye Çimento Müstahsilleri Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Adnan İğnebekçili Türkiye Çimento Müstahsilleri Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Adnan İğnebekçili Değerli basın mensupları, Hoş geldiniz Bu yıl, Ülkemizin ilk Sanayi dalı, kalkınma ve büyümemizin en önemli lokomotif güçlerinden

Detaylı

İntikam. Ölüm Allah ın Emri

İntikam. Ölüm Allah ın Emri İntikam Bilir misin sen her gece Kendinle oturup konuşmayı Geceden uyanmamaya ant içip Gün ışığıyla yeniden doğmayı Bilir misin sen her güne hayata küskün başlamayı Anti sosyal kişilik olup da Şişelerin

Detaylı

Çevre Sürgünleri: Evden Kovulanlar

Çevre Sürgünleri: Evden Kovulanlar Çevre Sürgünleri: Evden Kovulanlar Değişen çevre şartları nedeniyle evlerinden olan insanlar günümüz haberlerinde fazla yer kaplamıyor olabilir... 30.05.2016 / 12:33 Değişen çevre şartları nedeniyle evlerinden

Detaylı

ÇAKÜ Orman Fakültesi Havza Yönetimi ABD 1

ÇAKÜ Orman Fakültesi Havza Yönetimi ABD 1 Uymanız gereken zorunluluklar ÇEVRE KORUMA Dr. Semih EDİŞ Uymanız gereken zorunluluklar Neden bu dersteyiz? Orman Mühendisi adayı olarak çevre konusunda bilgi sahibi olmak Merak etmek Mezun olmak için

Detaylı

Zorunlu ama takan yok

Zorunlu ama takan yok Zorunlu ama takan yok Trafik sigortası yapılması zorunlu olmasına rağmen sigortalı araç sayısı çok az. Kazalarda sigortasız araç sahipleri büyük maddi külfet yaşıyor. Ülkemizde trafiğe çıkan araçların

Detaylı

18. bölüm. basında bursa il koordinasyon kurulu

18. bölüm. basında bursa il koordinasyon kurulu 18. bölüm basında bursa il koordinasyon kurulu BÖLÜM 18: BASINDA TMMOB BURSA İL KOORDİNASYON KURULU Şubemizin sekreteryalığında yazılı basında toplam olarak 120 kez yer almıştır. Bunun dışında görsel

Detaylı

ABD'nin Fransa'ya Reaper İnsansız Uçak Satışı ve Türkiye'nin Durumu 1

ABD'nin Fransa'ya Reaper İnsansız Uçak Satışı ve Türkiye'nin Durumu 1 ABD'nin Fransa'ya Reaper İnsansız Uçak Satışı ve Türkiye'nin Durumu 1 Pentagon yetkilileri Fransa'nın talep ettiği Reaper tipi insansız hava aracı (İHA) veya dronların satışına yönelik olarak Kongre'de

Detaylı

SU KİRLİLİĞİ HİDROLOJİK DÖNGÜ. Bir damla suyun atmosfer ve litosfer arasındaki hareketi HİDROLOJİK DÖNGÜ

SU KİRLİLİĞİ HİDROLOJİK DÖNGÜ. Bir damla suyun atmosfer ve litosfer arasındaki hareketi HİDROLOJİK DÖNGÜ SU KİRLİLİĞİ HİDROLOJİK DÖNGÜ Atmosfer de bulunan su buharı başlangıç kabul edilirse buharın yoğunlaşarak yağışa dönüşmesi ve yer yüzüne ulaşıp çeşitli aşamalardan geçtik ten sonra tekrar atmosfere buhar

Detaylı

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: 11.9.2011. Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: 11.9.2011. Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat - şiirler - Yayın Tarihi: 11.9.2011 Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat Yayın Hakkı Notu: Bu e-kitapta yer alan şiirlerin tüm yayın hakları şairin kendisine ve / veya yasal temsilcilerine aittir.

Detaylı

Bu süreç devrimci hareket için zararlı mıdır? Tam tersine, yararlıdır.

Bu süreç devrimci hareket için zararlı mıdır? Tam tersine, yararlıdır. Devrimci harekette birkaç yıldır süren bir çeşit moda var. Aslında moda kelimesi yanlış, çaresizlik sonucu değişik örgütlerin ya da örgüt olmak isteyenlerin yöneldikleri bir uygulama var. Bu uygulamanın

Detaylı