Kitap Tanıtımı & Eleştiri

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "Kitap Tanıtımı & Eleştiri"

Transkript

1 SELÇUK ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Yıl: 2010 Sayı: 23 ISSN KONYA

2 SELÇUK ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ JOURNAL OF FACULTY OF LETTERS Yılda iki defa yayınlanan hakemli bir dergidir. Yıl/Year: 2010 Sayı/Number: 23 ISSN Sahibi/Published by Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi adına Prof. Dr. Mustafa ÖZCAN (Dekan) Editör/Editor in Chief Prof. Dr. Âlim GÜR Editör Yardımcıları/Vice Editors Yrd. Doç. Dr. Yasin ASLAN (İngilizce Editörü) Yrd. Doç. Dr. Erol ÇÖM Uzm. Dr. Sinan TAŞDELEN Arş. Gör. Hüseyin TORUN Arş. Gör. İlker IŞIK Zafer KARATAŞ Yayın Kurulu/Editorial Board Prof. Dr. A. Kâzım ÜRÜN (Dekan Yardımcısı-Başkan) Prof. Dr. Bayram ÜREKLİ Prof. Dr. Haşim KARPUZ Prof. Dr. Recep DİKİCİ Prof. Dr. Yılmaz KOÇ Doç. Dr. Köksal ALVER Yrd. Doç. Dr. Naile HACIZADE Danışma Kurulu/Advisory Board Prof. Dr. Christine ÖZGAN (Selçuk Ü) Prof. Dr. Emine YENİTERZİ (Selçuk Ü) Prof. Dr. Fehmi EFE (Atatürk Ü) Prof. Dr. Galip BALDIRAN (Selçuk Ü) Prof. Dr. İbrahim İLKHAN (Selçuk Ü) Prof. Dr. Korkut TUNA (İstanbul Ü) Prof. Dr. Mehmet ÖZ (Hacettepe Ü) Prof. Dr. Selçuk MÜLAYİM (Marmara Ü) Prof. Dr. Thomas DREW-BEAR (Lyon Ü) Kapak/Cover of the journal Harun YILDIZ Yazışma Adresi/Communication Address Prof. Dr. Âlim GÜR Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Dergi Editörlüğü, Kampus/KONYA Telefon: (editör) (editörlük) (Yrd. Doç. Dr. Yasin ASLAN) (Yrd. Doç. Dr. Erol ÇÖM) (Uzm. Dr. Sinan TAŞDELEN) (Arş. Gör. Hüseyin TORUN) (Arş. Gör. İlker IŞIK) Belgegeçer: E-posta:selcukedebiyat@gmail.com Yasal Sorumluluk/Legal Responsibility Dergide yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına ve çevirmenlerine aittir. The authors and translators are responsible for the contents of their paper.

3 HAKEM KURULU / REFEREE BOARD Prof. Dr. Ahmet A. TIRPAN (Selçuk Ü.) Prof. Dr. A. Kâzım ÜRÜN (Selçuk Ü.) Prof. Dr. Ahmet SEVGİ (Selçuk Ü.) Prof. Dr. Âlim GÜR (Selçuk Ü.) Prof. Dr. Ali Osman ÖZTÜRK (On Sekiz Mart Ü.) Prof. Dr. Altan ALPEREN (Gazi Ü.) Prof. Dr. Bayram ÜREKLİ (Selçuk Ü.) Prof. Dr. Bilal KEMİKLİ (Uludağ Ü.) Prof. Dr. Cemal YILDIZ(Marmara Ü.) Prof. Dr. Fatih TEPEBAŞILI (Selçuk Ü.) Prof. Dr. Hasan KAVRUK (İnönü Ü.) Prof. Dr. İbrahim İLKHAN(Selçuk Ü.) Prof. Dr. Mahmut KAPLAN (Fatih Ü.) Prof. Dr. M. Faruk TOPRAK (Ankara Ü.) Prof. Dr. Ramazan ÇALIK (Selçuk Ü.) Prof. Dr. Tahsin AKTAŞ(Gazi Ü.) Doç. Dr. Asuman BALDIRAN (Selçuk Ü.) Doç. Dr. Bayram AKÇA (Muğla Ü.) Doç. Dr. Bilal SÖĞÜT (Pamukkale Ü.) Doç. Dr. Mehmet KIRBIYIK (Selçuk Ü.) Doç. Dr. Mehmet Naci ÖNAL (Muğla Ü.) Doç. Dr. Mehmet ÖNAL (Gazi Ü.) Doç. Dr. Murat DURUKAN (Mersin Ü.) Doç. Dr. Mustafa GENCER (İzzet Baysal Ü.) Doç. Dr. Zekeriya KARADAVUT (Akdeniz Ü.) Yrd. Doç. Dr. Ali BAYKAN (Selçuk Ü.) Yrd. Doç. Dr. Ertekin DOKSANALTI (Uludağ Ü.) Yrd. Doç. Dr. Filiz İlknur Cuma (Selçuk Ü.) Yrd. Doç. Dr. Hüseyin MUŞMAL (Selçuk Ü.) Yrd. Doç. Dr. İsa KIZGUT (Akdeniz Ü.) Yrd. Doç. Dr. M. Sani ADIGÜZEL (İstanbul Ü.) Yrd. Doç. Dr. Ömer BAYRAM (Nevşehir Ü.) Yrd. Doç. Dr. Pervane BAYRAM(Nevşehir Ü.) Dr. Erdal KARAMAN (Kafkas Ü.)

4 İÇİNDEKİLER Ahmet SEVGİ Tarihçi Na îmâ Efendi'ye Atfedilen Bir Dîvân Üzerine 1 8 *** Deniz PASTUTMAZ Yılları Arasında Knidos ta Bulunan Bir Grup Kandil 9 21 *** Erdal KARAMAN Azerbaycanlı Öğrencilerin Türkiye, Türkiyeli Öğrencilerin de Azerbaycan Türkçesini Anlama Oranları Üzerine Bir Deneme *** Hakan SEVİNDİK Fasîh Ahmed Dede nin Behişt-Âbâd Mesnevisi *** İbrahim İLKHAN Politik Als Konfiliktkultur-Dargestellt Am Beispiel Turkischer, Israilıscher Und Deutscher Texte *** İbrahim KUNT Ferrî nin Farsça Bir Tercî-i Bendinin Türkçe ye Çevirisi ve Açıklanması *** Mehmet BAŞTÜRK Yağmur Beklerken Adlı Roman İle Tufandan Önce Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme *** Mehmet KURT Roma Cumhuriyeti nin Anadolu Politikası ve Pergamon (Bergama) Krallığı nın Rolü *** Mehmet TEKOCAK İlker Mete MİMİROĞLU Akşehir Müzesi nde Bulunan Bizans Kurşun Mühürleri *** Özber CAN Edebiyat Eseri Okuma Süreci ve Franz Kafka Örneği I *** Salih KIŞ Kavalalı Mehmet Ali Paşa nın Anadolu Harekâtı ve Konya Muharebesi ***

5 Sinan GÖNEN Türkülerin Dilinde İstanbul Silüetinin Görünümü *** Şerafettin YILDIZ Katkat Yasemin Adlı Şiir Çevirisi Üzerine Bir Eleştiri *** Zabite TEYMURLU Azerbaycan Dili Diyalektlerinde ve Türk Edebî Dilinde Kullanılan Ortak Kelimeler *** Kitap Tanıtımı & Eleştiri Ali CAN Şerife GÜLPINAR Bağdad, Untersuchungen Zur Entwicklung Einer Osmanischen Provinzhauptstadt im 19. Jahrhundert. Mit Bio- Bibliographischem Register [= 19. Yüzyılda Bir Osmanlı Eyalet Başşehrinin Gelişimine Dair Araştırmalar. Bio-Bibliyografik Liste İle ] *** Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Dergisi Yayın İlkeleri

6 Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: 1-8 TARİHÇİ NA ÎMÂ EFENDİ'YE ATFEDİLEN BİR DÎVÂN ÜZERİNE * Prof. Dr. Ahmet SEVGİ Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ahsevgi@selcuk.edu.tr Özet Bu makalede tarihçi Na îmâ Efendi ye ( ) atfedilen bir Dîvân incelenerek söz konusu Dîvân ın Mustafa Na îmâ Efendi nin değil, Üsküdarlı İsmail Na îm Efendi nin (ö. 1694) olduğu ortaya konulmuştur. Ayrıca, İsmail Na îm Efendi nin Gülzâr-ı Na îm adlı bir mesnevîsi olduğu hatta hamse sahibi bile olabileceğine işaret edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Dîvân, mesnevî, Na îmâ, İsmail Na îm. ABOUT A DIWAN IS IMPUTED TO HISTORIAN NA ÎMÂ EFENDI Abstract In this article, it is proved that the mentioned Divan is belonged Üsküdarlı İsmail Na îm Efendi instead of historian Mustafa Na îmâ Efendi. Besides, it is shown that İsmail Na îm Efendi has had a masnawî called Gülzâr-ı Na îm an even could have a hamse. Key Words: Diwan, masnawî, Na îmâ, Ismail Na îm. * Bu metin, Kasım 2010 tarihlerinde Kayseri de yapılan VI. Klasik Türk Edebiyatı Sempozyumu nda sunulmuştur.

7 2 Ahmet SEVGİ GİRİŞ Gerek Türkiye, gerek dünya kütüphanelerinde Eski Türk Edebiyatı'na ait gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen daha birçok eser olduğu muhakkak. Ancak, bunların bulunup edebiyat tarihimize kazandırılması pek de kolay olmuyor. Bu alanda çalışanların tespitlerine göre; tezkire, katalog ve edebiyat tarihlerinde verilen yanlış bilgilerin yanında, kitap adlarının veya mahlasların karıştırılmış olmasından kaynaklanan hatalar da araştırmacıların işini zorlaştırmaktadır. Divan lar üzerine yaptığımız bir çalışma esnasında müstensih tarafından Sâhib-i Tevârîh Olan Na îmâ Merhûmun Dîvânıdır diye sunulan bir divan a tesadüf ettik. Tarihçi Mustafa Na îmâ Efendi'nin ( ) şairlik yönünün de olduğu hatta o dönemde yazılan tezkirelerde şairliğinin övüldüğü ve şiirlerinden örnekler verildiği bilindiğine göre, söz konusu divan tarihçi Na îmâ'ya ait olabilir diyerek heyecanlanıp araştırmalarımızı derinleştirdik. Erbabınca malum olduğu üzere bu konuda ilk yapılması gereken, tezkirelerde Na îmâ adına kaydedilen örnek şiirlerin mezkûr divan da olup olmadığının araştırılması olacaktır. Biz de öncelikle Safâyî ve Sâlim Tezkirelerindeki Na îmâ'nın şiirlerini bulduk: Müfte ilün Fâ ilün Müfte ilün Fâ ilün Aş ımı efzūn eden at mı ya ol rū mudur Zīb-i çemenzār-ı üsn lāle mi şeb-bū mudur Āşı -ı bīdādıña söyleye ey şā -ı üsn Çeşmiñi ser-mest eden nāz mı uy u mudur urreleri müşgsā ġamzesi merdüm-rubā Bilseñ o va şī- ıfat şīr mi āhū mudur Şi r degil ey Na īm eyledigiñ si rdir Yo sa bu destiñdeki āme mi cādū mudur. Ve lehū

8 Tarihçi Na îmâ Efendi ye Atfedilen Bir Dîvân Üzerine 3 Mef ûlü Mefâ îlü Mefâ îlü Fe ûlün Her kimde ki sūz-ı şeb ü āh-ı se er olmaz Da vāt-ı recāsına avā -ı e er olmaz āsid ayaġa çalsa da kālā-yı kemālim Sermāye-i irfānıma a lā żarar olmaz Na mımdan alır her kişi bir isse Na īmā āl ehline böyle ni am-ı müdda ar olmaz. 1.. Müfte ilün Fâ ilün Müfte ilün Fâ ilün Aş ımı efzūn eden at mı ya ol rū mudur Zīb-i çemenzār-ı ān lāle mi şeb-bū mudur Ve lehū Mefâ îlün Mefâ îlün Mefâ îlün Mefâ îlün afā-yı alb ile sa yim bu ey düstūr-ı ā ib-nām Müretteb āsitānıñ eyleyem ta bīl ü istīlām arīm-i Ka be-i kūyuñ avāfa eyledim niyyet Mi āl-i ācı uryānım ināyet eyle bir i rām. 2 Yaptığımız karşılaştırma sonunda bu şiirlerin bahse konu divan da olmadığı ortaya çıktı. Sonra Tuhfe-i Nâ ilî den aynı mahlası (Na îm) kullanan diğer şairlerin örnek şiirlerini tarayarak bunları Na îmâ'ya isnat edilen divan daki şiirlerle karşılaştırdık. Gördük ki Sarı Nâ ib diye anılan Üsküdarlı İsmail Na îm Efendi ye ait altı parça örnek şiirden 3 ikisi mezkûr divan da var: 1 Mustafa Safâyî Efendi, Tezkire-i Safâyî, (Hazırlayan: Doç. Dr. Pervin Çapan), AKM Yayınları, Ankara 2005, s Sâlim Efendi, Tezkiretü'ş-şu arâ, (Hazırlayan: Prof. Dr. Adnan İnce) AKM Yayınları, Ankara 2005, s Mehmet Nâil Tuman, Tuhfe-i Nâilî (Hazırlayanlar: Cemâl Kurnaz-Mustafa Tatcı), Bizim Büro Yayınları, Ankara 2001, c. 2, s

9 4 Ahmet SEVGİ Fe ilâtün Fe ilâtün Fe ilütün Fe ilün u gibi āyine-i üsn ü bahā sāde olur Teşne-diller saña ol vech ile cān-dāde olur Seyr eden ol güli mestāne çemen bezminde Aldırır kendüyi şebnem gibi üftāde olur Zülf-i müşgīniñe pā-beste olurmuş evvel Ol sebebden midir āşı olan āzāde olur Bī-tekellüf n'ola abrīye na īr olsa Na īm Her ne kim mümkin ola ālem-i dünyāda olur. (Dîvân, v. 16 b ).. Mef ûlü Fâ ilâtü Mefâ îlü Fâ ilün Āyīnezār-ı himmet olur inkisārımız Çeşm-āşinā-yı ġayret olursa ġubārımız Merkez-nişīn-i dā ire-i aşkı ey Na īm Ġayret-fezā-yı devr-i felekdir arārımız. (Dîvân, v. 16 b ) İsmail Na îm Efendi için, tekrar Safâyî ve Sâlim Tezkirelerine döndüğümüzde Sâlim Efendi'nin Na îm'den sadece bir örnek beyit zekrettiğini: Mefâ îlün Mefâ îlün Mefâ îlün Mefâ îlün Gülistān-ı cihānda bir dönüm bāġ-ı ma abbetdir Mu īm-i kūy-ı aş a zād-ı vird-i al a-i tev īd. 4 Safâyî'ninse, tezkiresine Na îm Efendi'den yedi manzum parça almış olduğunu 5 ve bunlardan bir gazelin elimizdeki dîvân da yer aldığını tespit ettik; 4 Salim Efendi, age., s Mustafa Safâî Efendi, age., s

10 Tarihçi Na îmâ Efendi ye Atfedilen Bir Dîvân Üzerine 5 Mef ûlü Fâ ilâtü Mefâ îlü Fâ ilün Āyīnezār-ı himmet olur inkisārımız Çeşm-āşinā-yı ġayret olursa ġubārımız Tāc-ı şehānı tūde-i rāh-ı nigāh eder Dāġ-ı derūn-ı aş iledir ifti ārımız Seng-i mi ekk-i çar la encüm degil felek Mihrile ya ni etdi te ādil ayārımız Lu f-ı seyyār-ı dehre yemīn eylemek nedir Far olsa idi kār-ı yemīn ü yesārımız Ta mīl-i aş sa y ü irādetle olmadı Bu yolda etdi arf-ı vücūd i tiyārımız Merkez-nişīn-i dā ire-i aşkam ey Na īm Ġayret-fezā-yı devr-i felekdir arārımız. (Dîvân, v. 16 b ) Bütün bu araştırma ve incelemelerimiz sonunda Sâhib-i Tevârîh Olan Na îmâ Merhûmun Dîvânıdır ifadesinin doğru olmadığı ve adı geçen Dîvân ın İsmail Na îm Efendi'nin olduğu ortaya çıkmış oldu. Bu vesile ile biz de makalemizde İsmail Na îm Efendi ve Dîvânı'nı kısaca tanıtmak istedik İsmail Na îm Efendi Sarı Nâib diye anılan İsmail Na îm Efendi Üsküdarlıdır. Tahsilini tamamladıktan sonra mahkeme kâtipliği ve müderrislik görevlerinde bulunmuştur. 1106/1694'te vefat eden Na îm Efendinin edebî yönü hakkında tezkireci Mustafa Safâyî Efendi şunları söyler: A rıñ şu arāsındandır. Müretteb Dīvān-ı belāġat- unvānı vardır. Ve da i me nevī ba rinde Gülzār-ı Na īm nām bir man ūm te līfi vardır. a ā ki be l-i ma ārif etmişdir. Eş ārı nāzükāne ve güftārı āşı ānedir. 6 Bu konuda Şeyhî Mehmed Efendi'nin Vekâyi u'l-fudalâ da söyledikleri de şöyledir: Ā ārından Na īm ma lası ile müretteb ve mükemmel Dīvān-ı eş ārı ve man ūm amse-i belāġat-şi ārı vardır. 7 6 Age., s. 607.

11 6 Ahmet SEVGİ Bu ifadlerden de anlaşılacağı üzere, İsmail Na îm Efendinin müretteb bir Dîvân'ı ve Gülzâr-ı Na îm adlı bir mesnevîsi vardır. Bu arada Şeyhî Mehmed efendinin Manzûm Hamse-i belâgat-şi ârı vardır sözü de dikkat çekicidir. İsmail Na îm Efendi hamse sahibi bir şair ve Gülzâr-ı Na îm bu beş mesnevîden biri midir yoksa Gülzâr-ı Na îm onun hamsesinin genel adı mıdır, bunları bilmiyoruz Bu genel değerlendirmeden sonra şimdi İsmail Na îm Efendi Dîvânı'nı tanıtmaya geçebiliriz. İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Kütüphanesi, Şevket Rado Yazmaları No: 41'de kayıtlı Na îm Dîvânı 19 varaktır. Cilt eb âdı: 210x140 mm. Yazı e âdı : 160x85 mm. Ta lîkla yazılmış ve sayfalardaki beyit sayısı muhtelif. Baş: صاحب تواريخ اولان نعيما مرحومك ديوانيدر بسم االله الرحمن الرحيم نعت شريف ديوان نعيم عليه الرحمة الرؤف الرحيم Son: طلعتك ای بدر عالمتاب اوج لا مکان بر کونشدر کاولمده پرتو کداسی دو جهان (Dîvân 1 b ) حکايت غم اغيار و حال دوراندر نعيم بو غزلم بويله سوزناك اولمق (Dîvân, 20 a ) Naat, kasîde, tarih, kıt a, ve beyitleri müteâkip İbtidâ-yı ġazeliyyât-ı Dîvân-ı Na îm E ū ü billāhi mine'ş-şey āni'r-racīm Bismillāhi'r-ra māni'r-ra īm başlığıyla gazellere geçilir. Alfabetik olarak tertip edilen gazeller maalesef kâf ( ) harfinde sona ermektedir. Ancak, kaynaklarda İsmail Na îm Efendinin mürettep Dîvân sahibi olduğunun belirtilmesi yanında, tezkirelere alınan gazel örneklerinde kâfiye ve 7 Şakâyık-ı Nu mâniye ve Zeyilleri (Neşre Hazırlayan: Dr. Abdülkadir Özcan), Çağrı Yayınları, İst. 1989, c. 4, s. 120.

12 Tarihçi Na îmâ Efendi ye Atfedilen Bir Dîvân Üzerine 7 rediflerin ekseriyetle kâftan ( ) sonra gelen harflerden oluştuğu dikkate alındığında Dîvân ın eksik olduğu görülür. SONUÇ Bu çalışmamızda tarihçi Mustafa Na îmâ Efendi'ye atfedilen bir Dîvân ele alınıp incelenmiş ve adı geçen Dîvân ın Na îmâ'nın değil, İsmail Na îm Efendinin olduğu ortaya konulmuştur. Ayrıca, Na îm Efendinin Gülzâr-ı Na îm adlı bir mesnevî kaleme almış olduğuna hatta şairimizin hamse sahibi olabileceğine de işaret edilmiştir. Yazımızı İsmail Na îm Efendi'nin Dîvân ının âkıbetine uygun düşen- bir kıt asıyla tamamlıyoruz: Mefâ ilün Fe ilâtün Mefâ ilün Fe ilün Na īm fikr-i ser-i zülf ile perīşānım Anıñçün oldı perīşān bu resme Dīvānım Velīk her ne ise na d-i cān-ı dildir bu Mürüvvet ile nigāh et eliñdedir cānım. (Dîvân, v. 6 a ) KAYNAKÇA Mustafa Safâyî Efendi, Tezkire-i Safâyî, (Hazırlayan: Doç. Dr. Pervin Çapan), AKM Yayınları, Ankara Sâlim Efendi, Tezkiretü'ş-şu arâ, (Hazırlayan: Prof. Dr. Adnan İnce) AKM Yayınları, Ankara Şakâyık-ı Nu mâniye ve Zeyilleri, I-V, (Neşre Hazırlayan: Dr. Abdülkadir Özcan), Çağrı Yayınları, İst Tuman, Mehmet Nâil, Tuhfe-i Nâilî, I-II, (Hazırlayanlar: Cemâl Kurnaz-Mustafa Tatcı), Bizim Büro Yayınları, Ankara 2001.

13 8 Ahmet SEVGİ Dîvân-ı Na îm, v. 1 b Dîvân-ı Na îm, v. 20 a

14 Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: YILLARI ARASINDA KNİDOS TA BULUNAN BİR GRUP KANDİL Dr.Deniz PASTUTMAZ Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü denizpastutmaz@yahoo.com Özet Ch. Thomas Newton un 19.yy. ortalarında başladığı Knidos araştırmalarından bu yana iyi tanınan Knidos kandillerinin Hellenistik ve Roma Devri seramiği içinde ayrı bir yeri ve önemi vardır. Hellenistik dönemde Knidos tan ihraç edilen ve literatüre Knidos Tipi Kandil olarak geçen gri renkte hamurdan üretilen kandiller, Roma döneminde büyük bir ihracat kapasitesine sahip olan Knidoslu Roma Dönemi kandil atölyelerinin ön habercisi olmuşlardır. Omuzlarında Knidos Yaprağı ve kulpunda Knidos Düğümü adı verilen bezemeleri bulunan örnekler, literatürde Knidos Tipi olarak tanınmaktadır. Ancak bu tip kandilin yapımı, Knidos ta bugüne kadar sanıldığı gibi M.Ö. 1. yy. ın 2. yarısında kesilmemiş, tersine M.Ö. 1. yy. boyunca da üretimlerine devam edilmiştir. Knidos ta kandil üretimi Roma Döneminde parlamıştır. Özellikle Romanesis adlı üreticinin ve atölyesinin ürünlerine pek çok merkezde rastlanmıştır. M.S. 2.yy. da Knidos atölyelerinin bu potansiyeli devam etmiş gibi görünmektedir. Yapılan kazıların sonuçlarına göre, M.S. 3. yy. başlarına kadar üretimin devam ettiği anlaşılmaktadır. Bununla birlikte yerel ihtiyaca yönelik üretim devam etmiş olmalıdır. Bulduğumuz örnekler arasında M.S yy. lar arasına tarihlediğimiz örnekler bu gruptandır. Anahtar Kelimeler: Knidos, kandil, Hellenistik, Roma. A GROUP OF CANDLES FOUND IN KNIDOS BETWEEN THE YEARS Abstract Since the mid 19th century when Ch. Thomas Newton started Knidos studies, well-known Knidos candles have had a significant place and importance in Hellenistic and Roman Period ceramics. The candles which were made from grey dough and exported from Knidos in Hellenistic era and which are called Knidos Type Candle in the literature were the indicators of Knidosian candle workshops which had a great export capacity in Roman period. The samples which had Knidos Leaf on the shoulder and Knidos Knot on the grip are known to be Kniods Type in the literature. The manufacture of this type of candles did not stop in the second half of the 1st century B.C., which has been thought to be true so far. On the contrary, their production continued during the 1 st century B.C. Candle manufacture in Knidos was in the ascendant in Roman Period. Especially the products of Romanesis and from his workshops were seen in many centers. This potential of Knidos workshops seemed to continue well into the 2nd century A.D. According to the results of the excavations, it was understood that manufacture continued till the 3rd century A.D. However, this manufacture continued to meet local demand. Among the samples we found, the ones we dated back to the 3rd and 4th centuries A.D. are samples from this group. Keywords: Cnidus, lamp, Hellenistic, Roman Imperial Period. Bu çalışma, yazarın 2001 senesinde, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü nde tamamlamış olduğu Yılları Arasında Bulunan Knidos Kandilleri adlı yüksek lisans tezinden bir bölümdür.

15 10 Deniz PASTUTMAZ 1-KANDİL BULUNTUSU VEREN KAZI ALANLARI Bugünkü Muğla İli Datça İlçesi sınırları içinde kalan antik Knidos kenti, antik dönemin Karya bölgesi sınırlarları içindedir li yıllarda Charles Thomas Newton tarafından British Museum adına kazı ve araştırmalar yapılmıştır yılları arasında kazılar, Amerikan-Long Island Üniversitesi adına Prof. I.C. Love tarafından yürütülmüştür Yılında Knidos ta Prof. Dr. Ramazan Özgan başkanlığında Selçuk Üniversitesi tarafından T.C. Kültür bakanlığı adına kazılar yapılmış ve bu kazılar 2006 senesi de dahil olmak üzere sürdürülmüştür senelerini kapsayan 10 yıllık bir zaman dilimi içerisinde, Propylon, doğu-batı yönünde uzanan ana cadde, Yuvarlak Tapınak Terası ve Dionysos Terası-Stoa merkezlerinde çalışılmıştır. Ayrıca şehrin Kap Krio bölümünde de kazılar yapılmıştır. Kandil buluntuları ise ağırlıkla yılları arasında kazıları yapılan Yuvarlak Tapınak Çevresi açmalarından, 1995 yılında kazılan Doğu-Batı Caddesi açmalarından, 1996 yılında kazımına başlanan Dionysos Terası- Stoa odaları ve kanallarından ve yılları arasında kazıları yapılmış Kap Krio Teras kazılarından bulunmuştur 3. Tiyatro caddesini oluşturan basamakları açmak ve Dionysos terasını temizlemek amacıyla çalışmalara 1996 yılında başlanmıştır. Teras duvarı izodomik teknikte inşa edilmiş ve her 4 m.de bir yer alan payandalarla desteklenmiştir. Payandaların genişliği yaklaşık 60 cm., derinliği ise 80 cm ile 90 cm arasında değişmektedir. Bu payandalar ile (teras destek duvarları ile) dükkanların arka duvarlarının arası boştur. Genişliği 80 cm kadar olan bu kanalların zemini içbükey olarak düzeltilmiş olup, sıkıştırılmış toprak ve harç katkılı sert bir tabandan oluşmaktadır. Kanallar payandaların en alt sırasına açılan oyuklarla birbirlerine bağlanmıştır 4. Bunun amacı olasılıkla üst teraslardan gelen yağmur sularının şehre yayılmasını önlemek, daha sonraki dönemlerde ise, inşa edilen dükkanların duvarlarını oluşacak rutubetten korumaktır (Trockenmauer 5 veya peristasis). Ancak bu kanallar daha sonra belirli bir dönemde tamamen doldurulmuştur. Kandillerin büyük bir bölümü, söz konusu bu kanal doldurmalarından çıkarılmıştır. Burada bulunan gerek seramik malzemenin ve gerekse de diğer küçük buluntuların (cam ve metal) çok parçalanmış olması dikkati çekmektedir. Ayrıca bulunan seramik malzeme arasında Dionysos Kültü ile ilgili olabilecek materyal ile sıklıkla karşılaşılması, dikkati çeken diğer bir unsur olmuştur. Bu malzeme arasında, phalloslu kaplar, phallik alabastronlar ve çeşitli tiplerdeki plastik kandiller sayılabilir 6. Bu gibi kült malzemesi ile sıkça karşılaşılması, söz konusu bu doldurmaların kült malzemelerinin atılması ile zamanla bir seramik çöplüğüne 1 Newton vd, Newton vd. 2 Love 1968, Özgan 1989, 167; Özgan 1990, 57; Özgan 1991, 171; Özgan 1993, 161; Özgan 1993a, 169; Özgan 1994, 297; Özgan 1996, 273; Özgan 1998, 133; Özgan 1999, 205; Özgan 1999a. 4 Özgan 1998, Radt 1993, 347, fig Doksanaltı 2000, 75-83, fig. 3.a.

16 Yılları Arasında Knidos ta Bulunan Bir Grup Kandil 11 dönüşmüş olduğunu düşündürtmektedir. Zaten stoanın bulunduğu terasın merkezinde bir Dionysos Tapınağı olduğu göz önüne alınırsa, bu teorinin ne kadar akla uygun olduğu görülecektir. Aşağıda bahsedileceği üzere; Geç Klasik döneme (M.Ö.4. yüzyıl sonları) tarihleyebileceğimiz birkaç adet emzik kısmı söz konusu çalışmada tespit edilen en erken parçalardır. Klasik döneme ait kandil buluntusunun yok denecek kadar az olmasına karşın, 453 adet Hellenistik döneme (M.Ö 3-1.yüzyıl) ait Knidos yapımı kandil parçası tespit edilmiştir. Bunlar Knidos üretimi ve az sayıda ithal örneklere ait omuz, diskus, kulp, kaide ve emzik parçalarıdır. Ayrıca M.S. 1.yüzyılın ortalarından itibaren üretilmeye başlanmış Roma dönemi Knidos kandillerine ait 600 e yakın parça da tespit edilmiştir. Bu parçalar büyük çoğunlukla M.S.1. ve 2.yüzyıllara tarihlenebilecek çeşitli tiplerdeki omuz, diskus, tutamak gövde ve kaide parçalarıdır. Ayrıca M.S. 3., 4. ve 5.yüzyıllara ait az sayıda parça da mevcuttur. 2-KANDİLLERİN TARİHSEL GELİŞİMİ VE YAPIM TEKNİKLERİ Klasik dönemde çok yaygın olan küresel gövde profili (Resim 1), geç 4. yüzyıl erken 3. yüzyıldan itibaren, yerini çift dışbükey gövdeye bırakmıştır 7. Bunun sonucunda da yüksek Hellenistik Dönem kandillerinin keskin lagynoid 8 profili ortaya çıkmıştır(resim 2-3) 9. Armudi gövdeden ziyade, mercimek profili veren kandillere rastlamak mümkün olmuştur. Hellenistik dönem kandillerinin kulp ve emzik kısımları, çarkta şekillendirilmiş kandil gövdesine, sonradan aplike edilmekteydi. Kulp ve emzik, genellikle elde ve bazende kalıpta şekillendirilirdi. Emzik formları ise, Klasik dönemde görülen, uca doğru daralan ve uç kısmı yuvarlaklaştırılmış emziklerden ayrılmıştır. M.Ö. geç 4. yy dan itibaren emziğin uçları yanlara doğru genişlemeye başlamıştır. M.Ö. 2. yüzyılda çapa veya okucu şeklindeki emzikler devre damgasını vurmuştur (Resim 3-4). Bunun yanı sıra yuvarlak emzik uçları da devam etmiştir. Doldurma deliği, M.Ö. 3. yüzyıldan itibaren küçülmeye başlamış, M.Ö. 2. yüzyılda ise oldukça daralmıştır. Atinalı kandil üreticilerine ait üç aşamalı fırınlama tekniği, parlak sırlı erken kandillerde yaygındır. Daha sonra M.Ö. erken 3.yüzyılda iki aşamalı fırınlama tekniğine geçilmiştir. Bu teknikle oksidasyon azaltılmış, ve Hellenistik dönem kandillerin çoğunluğunda görülen donuk gri görünümü oluşmuştur. Böylece gri üretim meydana gelmiştir 10. M.Ö. 250 den itibaren ise çark yapımı kandillerin yanı sıra, kalıp yapımı kandiller görülmeye başlamıştır. Model olarak tanımlayabileceğimiz kalıp, tam bir kandil formunda yekpare ve pozitif olarak hazırlanır. Sertleşinceye kasar pişirilir ve çok sayıda dişi kalıp yapmaya yarardı. Kandilin alt ve üst kısımlarını oluşturacak şekilde negatif olarak hazırlanmış, alçı yada pişmiş topraktan dişi kalıp 7 Scheibler 1976, Howland 1958, Scheibler 1976, Bailey 1975, 28 vd.

17 12 Deniz PASTUTMAZ oluşturulurdu 11. Hamur haline getirilmiş kil, yaşken kalıplara elle sıvanırdı. Biraz kuruduktan sonra çıkarılması daha kolay olduğundan, kuruyup hafifçe büzülmesi beklenirdi. Ardından, alt ve üst gövde olmak üzere farklı iki kalıptan çıkarılan parçalar birleştirilirdi. Birleşme yerindeki fazlalıklar, metal bir aletle yada elle temizlenirdi. Doldurma deliği ve fitil deliği ya alt ve üst gövde birleştirildikten sonra açılır, ya da kalıptan çıkarılan üst gövdeye alt gövde ile birleştirilmeden önce açılırdı. Eğer varsa kulp kısmı da sonradan eklenirdi. Roma dönemine gelindiğinde ise, gövde kısalmış, basık diskoid bir görünüm almıştır. Omuz daralmış ve dik bir profille alt gövdeye geçiş başlamıştır. Kandil yapımında kalıbın yaygınlaşması ile birlikte, form ve bezeme yönünden çeşitlilik artmıştır. İçbükey olmayan ve üstten bakıldığında diskoid bir görünüm veren diskuslarda, günlük hayat ve mitolojiden çeşitli konuların yanı sıra, bitkisel motifler veya midye gibi doğadan enstantanelerde olabilmektedir 12. Klasik ve Hellenistik dönemlerde, kandiller daldırma veya sallama tekniği ile astarlanırken, Roma döneminde bunun malzeme kaybına yol açtığı düşünülmüştür. Astar fırça veya elle sürülmeye başlanmıştır 13. Kandilin üst kısmının astara daldırılması işleminin Roma döneminde tam olarak kesilmediği, omuzdan alt gövde ve kaideye doğru astar akması yapmış örneklerde görülmektedir. Ayrıca Hellenistik devrin, gövdeden belirgin bir şekilde ayrılan kaide formunun yerini, düzleşmiş ve zemine tam olarak oturan düztabanlar almıştır. Bazı örneklerin tabanlarında, üretici atölyelerin ideogramları, mühürleri ya da imzaları da bulunabilmekteydi. Kandil içinde bulunan yağın, çeşitli sebeplerle dökülmesi ihtimaline karşı tedbir olarak, fitil deliğinin bir tıpa ile kapatıldığı bilinmekteydi. Bu basit tıpalar, ahşap tıpacıklar olabileceği gibi 14, fitil deliğine uygun formda yapılmış seramik tıpalarda bulunabilmektedir (Resim 5-6). Gerek çark gerekse de kalıp yapımı kandillerde kullanılan kilde katkı maddesi olarak kireç tanecikleri ve mika zerrecikleri görülmektedir. Bilindiği gibi kireç tanecikleri kilin bünyesinde bulunan fazla nemi alıp pişme ve soğuma esnasında oluşabilecek ani ısı farklılıklarından doğan çatlamayı önleyici bir unsurdur. Bu kireç tanecikleri zaman zaman yüzeye yakın oldukları yerlerde patlamalar ve dökülmeler yaparlar. Dolayısıyla bu kirecin mümkün olduğu kadar iyi elenip küçük tanecikler haline getirilmesi gerekmekteydi. Yaygın olarak kullanılan diğer bir katkı maddesi olan mika zerrecikleri ise iki tipte olabilirdi: Sarı parlak renkli altın mika ve gümüşi renkli gümüş mika. Bazı örneklerde kilin yanı sıra, astarda da mika zerrecikleri kullanıldığı görülmüştür. Kil bünyesinde bulunan 11 Radt 1986, Radt Radt 1986, 47 vd. 14 Radt 1986, 45.

18 Yılları Arasında Knidos ta Bulunan Bir Grup Kandil 13 mika zerrecikleri, hem parlak bir görünüm sağlamaya hem de birleştirici bir katkı maddesi olma özelliğine sahipti. 2.1 Geç Klasik Dönem Kandilleri Klasik Devrin Erken kandillerinde görülen, gövdenin arka kısmında yer alan tutamak kaybolmuştur. Bu tutuş şekli ile kandilin taşınması zordu. M.Ö. 350 dolaylarında bant kulpa geçilmiştir 15. Sıkı kilden küresel gövde formları görülür, dik omuz ve keskin kenarların yerine yumuşak hatlar tercih edilirdi. Ağır kütlesel gövdeleri ile tabanı tam olarak kavrarlardı. Gövdelerinin masifliğinden dolayı, emniyetli zemin tutuşu için kaideleri de kandilin yapısına uygun olarak oldukça kalın ve büyük yapılırdı. Kaideler, düz ya da hafif içbükey olabilirlerdi. Kandillerin genel gelişimi içinde görülen yükseltilmiş oranlamalar, ancak buna karşın küçülenkapanan doldurma delikleri vardı. Emzik kısımlarının 3-4 cm.ye kadar uzadığı görülmektedir. Üzeri düzleştirilmiş bu emzikler, kandil ile organik bir şekilde verilirlerdi 16. Resim 1 deki kandilimiz, bu özellikleriyle bu gruba dahil edilmektedir. Ayrıca, Resim 7 de yer alan emziklerde, gerek uçlarının yuvarlatılmış oluşu, gerek üst kısımlarının düzleştirilmesi ve gerekse de sıkı-ağır kil yapılarından dolayı Klasik dönemin sonlarına tarihlenmesi mümkün olan örneklerdir. 2.2 Hellenistik Dönem Knidos Kandilleri Kulakçıklı kandiller Başparmak tutamağı 17 olarak da adlandırılan (Lug 18 ) omuz üzerindeki çıkıntı bu çalışmada kulakçık olarak geçmektedir. Kulakçık, kandillerde M.Ö. 4.yüzyıl sonlarından itibaren görülmeye başlamıştır 19. Howland Tip 29 a dahil olan kandillerin en eski örneklerinde kulakçığın delinmiş olduğu, bundan sonra tarihlerde bu deliğin küçüldüğü ve bu durumun M.Ö. 3.yüzyıl sonlarına kadar devam ettiği görülür. Kulakçık üzerindeki bu delik, emzikteki yanma fitilinin içe kaçması durumunda, bunu delikten çekmeye yarayan küçük çubukçuğun konulduğu yer olarak kullanılmıştır. Başparmak tutamağı olarak adlandırılan bu kısmın, fonksiyonellikten ziyade estetiğe yönelik bir bezeme unsuru olduğunu düşünüyoruz. Büyük çoğunluğu kulpsuzdur. Birçok durumda kulakçık sol yana eklenir. M.Ö. 3. yüzyılın ilk yarısına ait örneklerde gövde formunun dik bir omuz profili ile belirlendiği görülür (Resim 8). Ancak M.Ö. 3. yüzyıllın sonlarına doğru gövde yapıları değişmiş, çiftli dışbükey gövde formuna geçilmiş ve omuz profilli keskinleşmiştir. Kaideleri yükseltilmiş disk veya içbükey olabilir (Resim 9). 15 Scheibler 1976, Scheibler 1976, Kassab-Tezgör, Sezer 1995, Howland 1958, 72 vd. 19 Blonde 1983,

19 14 Deniz PASTUTMAZ Çubuklu kandiller Çalışmamızda Çubuklu Kandiller olarak geçen kandiller Boru askı delikli kandiller 20 adı ile de adlandırılmakta olup ilk örnekleri M.Ö.6.yüzyılda görülmektedir 21. Bir çubuk vasıtası ile taşıma amacıyla yapılmış 22 ve kaideden gövdeye doğru yükseltilmiş, boru askı delikleri, erken örneklerde konik formdayken geç örneklere doğru silindirik bir form alırlar (Arkaik örneklerde boru askı deliği yerine kandil göbeğinde büyük bir konik çıkıntının alternatif olarak yeraldığı görülür) 23. Kaide de açılan delikten gövde ile yekpare bir şekilde yukarıya doğru uzatılan boru askılıklar erken örneklerde gövde hizasını geçmezler. Bu tipin geç (M.Ö.3-2.yüzyıllar) örneklerinde gövde küçülmüş, ilk örneklerdeki ağır kütlesellikten uzaklaşılmıştır 24. Minyatür boru askı delikli kandiller 25 olarak adlandırılan bu örnekler Howland Tip 27 A Prime, 27 B, 27 C ve 27 D ye girerler. Bu tipe giren boru askı delikli kandiller tek emziklidirler; küçük-dar bir yağ hazneleri vardır. Kaideleri boru askı deliğinin formu ile büyüklüğüne ve kandilin yapısına uygun olarak dizayn edilirler 26 (Resim 10). Minyatür boru askı delikli kandiller grubuna girer. Ancak Resim 11 de görülen kandil, yağ haznesini saran gövdenin dudaklarının dışa doğru hafifçe bükülmesi, ince cidarı ve konik formdaki askı deliği ile diğer örneklerden farklıdır Knidos tipi İlk kez British Museum adına Charles T. Newton tarafından yılları arasında Knidos ta yapılan kazı ve araştırmalarda çok miktarda kandil bulunmuştur. Bu kandiller iki ana grupta toplanmıştır. Hellenistik üretimi gri renkli kandiller ve Roma dönemi üretimi kırmızı kahverengi kandiller 27. Daha sonraki yıllarda yapılan çalışmalarda, ilk kez Knidos ta çok miktarda bulunduğu için bu tip, literatüre Knidos Tipi 28 olarak geçmiştir. Bu tip kandiller renkleri ve formlarıyla metal prototiplerin taklitleri olarak ortaya çıkmışlardır 29. İki aşamalı fırınlama tekniği ile oksidasyon azaltılmış, bunun sonucunda da Hellenistik Dönem Knidos kandillerinde çoğunlukla görülen donuk gri renk oluşmuş ve böylece gri üretim meydana gelmiştir 30. Çark yapımı çift dış bükey gövdeli, erken örnekleri keskin omuz profili veren bu tipin kaidesi her zaman yükseltilmiştir 31. Elde şekillendirilen 20 Kassab-Tezgör, Sezer 1995, 40 vd. 21 Scheibler 1976, Scheibler 1976, Kassab-Tezgör, Sezer 1995, Scheibler 1976, Scheibler 1976, 44, Scheibler 1976, Bailey 1975, Howland 1958, Tip 40A, 126 vd., L Howland 1958, Bailey 1975, 128 vd. 31 Howland 1958, 126.

20 Yılları Arasında Knidos ta Bulunan Bir Grup Kandil 15 iki silindirik hamurun (Loop handle) 32 birbirine yapıştırılmasıyla elde edilmiştir. Kulpun üzerinde ise dekoratif amaçla yatay olarak aplike edilmiş ve yine iki parçadan oluşan bant bulunur. Ayrıca ince bir bant görünümündeki metal örneklerin taklidi kulplarda M.Ö. 2.yüzyıl başlarına tarihlendirilen Knidos örneklerinde görülmektedir. Dekoratif bezemeler gövdenin yapımı bittikten sonra omuza aplike ediliyordu. Knidos Tipi gri görünümlü kandillerin dekoratif özellikleri, kandilin hamuru deri sertliğinde kuruduktan sonra bezemelerin gövdeye aplike ediliyor olmasıydı. Barbutin tekniğiyle yapılmış süslemeler de vardır 33. Knidos yaprağı motifi Hellenistik dönem Knidos kandillerine has ve elle şekillendirilen kilin kalp şekli verilerek omuza aplike edilmesiyle oluşuyordu. Bu Knidos atölyelerinde icat edilmiş bir dekoratif unsurdur. Emzik kısımları ise yine elde veya kalıpta şekillendirilerek gövdeye aplike edilmekteydi. Çapa-ok ucu formundaki emzik, Howland Tip 40 A nın karakteristik özelliğidir. Tek, iki (bilychnic) yada çok (polymixus) emzikli olabilirler. Grinin tonlarında astarlanan bu örnekler üretildiği yıllarda büyük bir ihracat kapasitesine ulaşmışlardır Geç Hellenistik-Erken Roma İmparatorluk Dönemi Knidos Kandilleri Dejenere knidos tipi M.Ö. 1.yy ın 2.yarısından itibaren çark yapımı Knidos kandillerinin yanısıra kalıpta yapılan tiplerde üretilmeye başlanmıştır 35 ( Howland tip 50 A). Çark yapımı kandillerle hemen hemen aynı formda yapılmış olmasına karşın, bunlarla çark yapımı kandiller arasında bazı farklar vardır: En önemli fark emzik kısmındadır. Bu emzik Howland tarafından 49 A 36 olarak adlandırılmış olan kalıp yapımı Küçük Asya (Efes) kandillerinin benzeri bir yapıdadır. Daha önce de bahsedildiği gibi, çark yapımı Knidos yapımı kandillerinin emzikleri elde ya da kalıpta şekillendirilip hamur yaşken gövdeye aplike edilirken, kalıp yapımı dejenere Knidos tipi kandillerin emzikleri gövde ile tektoniktir. Resim 12 de görülen kandil; kalıp yapımı dejenere Knidos tipine en iyi örnektir. Buna benzer şekilde dizayn edilmiş pek çok kandil de yürütülen kazılarda bolca çıkarılmıştır. Bu tip kandillerin, gövde formu bozulmuş ve yükselmiştir. Gövdeden fazla belirgin olarak ayrılmayan bir yapıda verilmiş kaideleri vardır. Keskin lagynoid profil bozulmuş, yerini iyice yumuşamış hatlar almıştır. Astar özellikleri de farklılık göstermektedir. Kahverengi ve kızılın çeşitli tonlarında olup, Roma dönemi kandillerininki ile benzeşmektedirler. Kulp, tipik 40 A formundan tamamıyla farklı olup, çift yerine tek banttan oluşmaktadır. Bu gibi form ve teknik 32 Howland 1958, Bailey 1975, Howland 1958, Howland 1958, 173, L Howland 1958, 166, L.52

21 16 Deniz PASTUTMAZ farklar ve bazen de bağlı oldukları konteks açısından ele alındıkları zaman bu tip kandilleri Erken Roma Dönemi ne kadar tarihlemek mümkün olabilmektedir 37. Ayrıca, yine bu gruba dahil ettiğimiz bazı örneklerin omuzlarında stilize Knidos yaprağı motifler (sarmaşık yaprağı) yumurta dizisi gibi bezemeler bulunmaktadır 38 (Resim 13) Roma Dönemi Knidos Kandilleri Plastik kandiller M.S. 1. yüzyıllın ilk yarısından itibaren, oldukça büyük bir seramik repertuarına sahip olan Knidos atölyelerinde, oinophoros cinsi kapların yaygınlaştığı görülmektedir 39. Roma döneminin kabartmalı ve oldukça süslemeli bu kapları, büyük beğeni kazanmış başta Pompei olmak üzere birçok merkezde talep görmüştür 40. Oinophoros cinsi seramiğin içinde, pelikeler, lagynoslar, figürlü kaplar sayılabilir. Plastik kandiller, gerek yapım tekniği ve gerekse form repertuarı açısından bu grup içinde değerlendirilmektedir. Yine çiftli kalıp tekniği ile üretilen söz konusu bu kandiller 41, büyük çoklukta pan, satyr ya da karikatürize-grotesk şeklindedir. İlk bakışta terracottalardan farksız gibi görünen bu kandiller, terracottaların tersine fırınlanmadan önce astarlanır ve terracottalar gibi dışardan boyanarak bezenmezler. Kızıl veya kahverengi tonlarında tipik az mika ve kireç tanecikleri içeren kilden üretilmişlerdir. Özellikle Dionysos terası Stoa kanal doldurmalarında çeşitli tiplerde üretilmiş, çok sayıda plastik kandillere ait parçalara rastlanmıştır (Resim14-15). Bununda yukarıda bahsedildiği gibi kültle ilgili bir bağlantıdan dolayı olduğunu iddia edebiliriz Ok ucu formlu emzikli kandiller (loeschcke tip ıb) Alt ve üst gövde olarak kalıpta şekillendirilirler. Üstten bakıldığında disk formlu gövdeli, dar omuzlu ve omuzdan diskusa geçişte iki ya da üç sıra halinde yiv banları bulunur. Dar omuzdan keskince bir profille fazla yüksek olmayan alt 37 Kögler 2000, Howland 50 A grubu kandillere süsleme olarak benzer: Howland 1958, no , 170, L. 50. Ancak burada motiflerin daha özentisiz olması, özellikle omuzun yanlarında bulunan stilize Knidos yapraklar nın aksının kaymış olmasıyla farklıdır. Form açısından da Howland 50 A grubu daha temiz ve keskindir. Dolayısıyla form açısından, daha sonraki dönemi işaret etmektedir. M.S. 1. Yy ın ilk yarısı ile ortalarına tarihlenen Howland Tip 54 D grubu kandileri form açısından örneğimize daha yakındır: Howland 1958, no. 782, 199, L. 52. Omuz üzerindeki stilize motiflerin ve özellikle Knidos yaprağı nın stili M.S. 1. Yüzyıl metal kaplarındaki ve yine M.S. 1. yüzyıl kandilleri ile kaplarındaki bezemelere benzer: 1997 Yılı Knidos kazılarında M.S. 1. yüzyıl a tarihlenen bir doldurmada (DT. Stoa Y1- Z1 Doldurmaları) çok sayıda benzer süslemeye sahip Patera parçaları ile karşılaşılmıştır. Doksanaltı 2000, 75.. Bu gibi unsurlar ile söz konusu örnek M.S. 1. yüzyıl a tarihlendirilebilir. 39 Mandel 1988, 99 vd. 40 Lessing, Varone 1996, 192, Grandjouan 1961, 3.

22 Yılları Arasında Knidos ta Bulunan Bir Grup Kandil 17 gövdeye geçilir. Zemine tam olarak oturan tek sıra yiv bantla çevrelenmiş, disk kaidelidir. Eğer varsa üretici atölye mührü bu kısımda yer alır. Bu kandillerin ayırıcı özelliği iki volütle gövdeye birleştirilen emziklerinin ok ucu formunda oluşudur. Genelde diskusta merkezi tek doldurma deliği yer alır. Diskusta yer alan motife bağlı olarak doldurma deliğinin yeri değişebilir, ancak sayısı değişmez. Bu tip M.S. 1.yüzyıl boyunca görülürler. En geç örnekler M.S. 2.yüzyılın ilk çeyreğine tarihlendirilir (Resim 16) Çift emzikli kandiller (broneer tip xxı) Alt ve üst gövde olarak kalıpta şekillendirilirler. Disk formlu gövdelidirler. Diskuslarında figürlü bezemeden ziyade, rozet, iç içe yivler, yumurta baskı bezemeleri, dil motifleri görülür ya da işlemesiz, düz bırakılır. Merkezi tek doldurma deliklidir. Ancak Resim 17 deki kandil örneğinde olduğu gibi diskus ortasından yükselen dikey kulpa uygun olarak karşılıklı yapılmış birden fazla doldurma deliği de görülebilir. Oldukça gösterişli yapılmış emzikleri kimi zaman volütlerle kimi zamanda Resim 18 de olduğu gibi at başlarıyla gövdeye birleştirilirler. Sincap kuyruğu, hilal, üçgen kulplu olabileceği gibi gövdenin arkasına dikey olarak aplike edilmiş kulplar da görmek mümkündür. Emzikler yan yana olduğu gibi gövdenin iki yanına karşılıklı olarak da aplike edilmiş olabilirler. Bir ya da daha fazla sayıda içiçe geçmiş yiv bantla çevrili disk kaidelerinde üretici atölye mührü bulunur. M.S. 1.yüzyıl boyunca devam edip, M.S. 2.yüzyılın ilk yarısına kadar üretilmişlerdir Volütlü, oval emzikli kandiller (loeschcke tip ıv) Yapım tekniği, gövde formu ve kaide tipiyle ok ucu emzikli (Loeschcke Tip Ib) kandiller ile aynı özeliklere sahiptirler. Ancak belirgin tek fark emzik kısmının oval oluşudur (Resim 19) Yuvarlak emzikli kandiller (loeschcke tip vııı) Disk gövdeli, düz kaideli, kalıp yapımı kandiller. Omuzlarından diskusa tek ya da iki sıra yiv bant bulunur. Tek merkezi doldurma delikli örneklerdir (Resim 20.) Loeschcke tip VIII e giren ve Bailey tarafından Cn.B olarak adlandırılan oval emziğe sahip örneklerdir. Resim 21 de görülen tipteki emziğe sahip olan kandiller, Bailey tarafından Cn. A2 olarak adlandırılan kalp formlu emzikli kandillerdir. Resim 22 de görüldüğü gibi, alt kısımı da yuvarlaklaştırılmış emziğe sahip örnekler, Bailey tarafından Cn. G olarak adlandırılan yuvarlak emzikli kandillerdir Oval formlu kandiller (brooner tip xxvıı, xxıx) Resim 23 de görülen örnek, omzundaki dörtgen plaka kabartmalar ile Broneer tip XXVII grubunun geç örneklerine girmektedir. Resim 24 de görülen örnek ise, Broneer tip XXIX a girer. Hellenistik dönemin kandillerinin taklidi niteliğinde olup, omuz kısmında yuvarlak kabara bezemeler bulunur.

23 18 Deniz PASTUTMAZ M.S. 1.yüzyıl ın sonu ile M.S. 2.yüzyıl ın ilk yarısı Knidos seramik atölyelerinin en parlak dönemi olmuştur 42. Özellikle Romanesis in atölyelerinden çıkma eserler Akdeniz havzasında birçok önemli merkezin M.S. 2.yüzyıl a tarihlenen tabakalarında ve Roma dönemi buluntuları veren yapılarında bulunmuştur 43. M.S. 2.yüzyıl boyunca Knidos ta bulunan kandillerde stil ve motif repertuarı açısından Romanesis atölyelerine bağlı geleneğin devam etmiş olduğu görülmektedir. M.S. 3.yüzyıl ile birlikte, Knidos un Oinophoros cinsi kaplarda ve kandil pazarındaki etkin rolünün kaybolduğu, bu yüzyıl ile birlikte Kuzey Afrika atölyelerinin Knidos un yerini aldığı görülmüştür 44. Buna bağlı olarak iç pazara yönelik üretim Knidos ta devam etmiş ve kandillerin kalitesinde bir düşüşün başladığı görülmüştür. Knidos ta bulunan bu döneme ait kandillerde de dönemin özelliği olarak, gövde basık disk formunu yitirmiştir. Artık üstten bakıldığında yaprak formuna benzer bir formda kandiller üretilmeye başlanmıştır. Knidos ta bulunan M.S. 3. yüzyıl kandillerinde, formun yanısıra kil ve astar yönünden de bozulmalar sözkonusudur. İtinasız verilmiş emzikler, kulplar ve bezemeler görülmektedir. SONUÇ Son derece yoğun bir seramik üretimine sahip olan Knidos kentinde, 500 seneden uzun bir süre, kesintisiz kandil üretimi devam etmiştir. Hellenistik Dönem de kandilleri ile meşhur olan kent, M.S. 1. yy a gelindiğinde, başta Romanesis atölyesi 45 olmak üzere, yine yerli atölyelerin devreye girmesi ile, kandil üretim geleneğini yeni bir boyuta taşımış ve yine en az Helenistik dönem üretimi kandilleri kadar geniş bir yayılım alanına sahip olmuştur. Plastik formda tasarlanıp üretilen kandiller, gerek hediyelik eşya, gerekse de adak/kült eşyası olarak yaygın bir kullanıma ve buna bağlı olarak yoğun bir ihracat kapasitesine ulaşmışlardır. Knidos Antik kenti, sadece heykeltraşlık eserleri ve meşhur Aphroditesi ile değil, seramik üretimi ve özellikle de kandil üretimi ile ilgili olarak tanınmış ve bunun doğal sonucu olarak geniş bir pazara ürün satarak haklı bir ün edinmiştir. RESİM LİSTESİ Resim 1 Küresel Gövde Profilli Klasik Dönem Knidos Kandili Resim 2 Lagynoid Profilli Helenistik Dönem Knidos Kandili Resim 3 Lagynoid Profilli Helenistik Dönem Knidos Kandili Resim 4 Ok Ucu veya Çapa Emzikli Helenistik Dönem Knidos Kandili Resim 5 M.S. 1. yy. Kandili üzerinde seramik tıpa kullanılışı. Resim 6 M.S. 1. yy. Kandili üzerinde seramik tıpa kullanılışı. Resim 7 Knidos için erken üretim kabul edilebilecek emzikler. 42 Salomonson 1979, 127 ; Mandel 1988, Salomonson 1979, 126, fig Salomonson 1979, Heres 1968, 185 vd.

24 Yılları Arasında Knidos ta Bulunan Bir Grup Kandil 19 Resim 8 Resim 9 Resim 10 Resim 11 Resim 12 Resim 13 Resim 14 Resim 15 Resim 16 Resim 17 Resim 18 Resim 19 Resim 20 Resim 21 Resim 22 Resim 23 Resim 24 Kulakçıklı (Lug) Helenistik Knidos Kandili Kulakçıklı (Lug) Helenistik Knidos Kandili Howland Tip 27 A, 27 B, 27 C Çubuklu Helenistik Knidos Kandili Howland Tip 27 A, 27 B, 27 C Çubuklu Helenistik Knidos Kandili Dejenere Knidos Tipi Erken Roma Knidos Kandili Dejenere Knidos Tipi Erken Roma Knidos Kandili Roma Dönemi Plastik (Phalloslu) Knidos Kandil Parçası Roma Dönemi Plastik (Ayak şeklinde) Knidos Kandillerine ait parçalar. Loeschcke Tip Ib Ok Ucu Formlu Emzikli Roma Dönemi Knidos Kandili Broneer Tip XXXI Çift Emzikli Roma Dönemi Knidos Kandili Broneer Tip XXXI Çift Emzikli Roma Dönemi Knidos Kandili Loeschcke Tip IV Volütlü, Oval Emzikli Roma Dönemi Knidos Kandili Loeschcke Tip VIII Yuvarlak Emzikli Roma Dönemi Knidos Kandili Loeschcke Tip VIII Yuvarlak Emzikli Roma Dönemi Knidos Kandili Loeschcke Tip VIII Yuvarlak Emzikli Roma Dönemi Knidos Kandili Broneer Tip XXVII Oval Formlu Roma Dönemi Knidos Kandili Broneer Tip XXIX Oval Formlu Roma Dönemi Knidos Kandili KISALTMALAR VE BİBLOGRAFYA Bailey 1975 Blonde 1983 Doksanaltı 2000 Heres 1968 : D.M. Bailey, A Catalogue of the Lamps in the British Museum I. Greek, Hellenistic and Early Roman Pottery Lamps, Londra. : F. Blonde, Greek Lamps from Thorikos,( Miscellanea Graeca 6), Gand. : E. Doksanaltı, Die Keramikfunde aus den Arealen Z1 und Y1 der Dionysos-Stoa in Knidos, RCRF-Acta 36, Abingdon, : Heres G., Die Werkstatt des Lampentöpfers Romanesis, Staat. Museen zu Berlin, Forschungen und Bericht. 10, Howland 1958 : R.M. Howland, Greek Lamps and their Survivals, The Athenian Agora IV. Princeton.

25 20 Deniz PASTUTMAZ Kassab-Tezgör, Sezer 1995 Kögler 2000 Lessing,Varone 1996 : D. Kassab-Tezgör, T. Sezer, İstanbul Arkeoloji Müzeleri Pişmiş Toprak kandilleri Kataloğu,İstanbul. : P. Kögler, Frühkaiserzeitliche Feinkeramik aus Knidos: Die Füllung einer Zisterne in der sog. Blocked Stoa, RCRF- Acta 36, Abingdon, : E.Lessing, A. Varone, Pompeji, Roma. Love 1968 : I.C. Love, Knidos- Excavations in 1967, TAD XVI. II., Mandel 1988 Newton 1863 Newton 1865 : U. Mandel, Kleinasiatische Reliefkeramik der mittleren Kaiserzeit, Pergamenische Forschungen 5, Berlin-Newyork. : C.T. Newton, A History of Discoveries at Halicarnassus, Cnidus and Branchidae II. : C.T. Newton, Travels and Discoveries in the Levant II, Londra. Özgan 1989 : R. Özgan, 1988 Knidos Kazısı Ön Raporu, KST XI-II, Özgan 1990 : R. Özgan, 1989 Knidos Kazısı, KST XII-II, Özgan 1991 : R. Özgan, 1990 Knidos Kazısı, KST XIII-II, Özgan 1993 : R. Özgan, 1991 Knidos Kazısı KST XV-II, Özgan 1993a : R. Özgan, Knidos 1992 Çalışma Raporu, KST XV-II, Özgan 1994 : R. Özgan, Knidos 1993, KST XVI-II, Özgan 1996 : R. Özgan, 1995 Knidos Kazıları Raporu, KST XVIII-II, Özgan 1998 : R. Özgan, 1996 Knidos Kazıları, KST XIX-II, Özgan 1999 : R. Özgan, 1997 Knidos Kazıları, KST XX-II,

26 Yılları Arasında Knidos ta Bulunan Bir Grup Kandil 21 Özgan 1999a : R. Özgan R., 1998 Knidos Kazısı KST 21-2, Radt 1986 : W. Radt, Lampen und Beleuchtung in der Antike, Antike Welt , Radt 1993 : W. Radt, Pergamon. Bericht über die Kampagne 1992, AA , Salomonson 1979 : Salomonson J.W., Kleinasiatische Tonschalen mit Reliefverzierung, BABesch 54, Scheibler 1976 : I. Scheibler, Griechische Lampen, Kerameikos, Ergebnisse der Ausgrabungen., Band XI, Berlin.

27 Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23,Sayfa/Page: AZERBAYCANLI ÖĞRENCİLERİN TÜRKİYE, TÜRKİYELİ ÖĞRENCİLERİN DE AZERBAYCAN TÜRKÇESİNİ ANLAMA ORANLARI ÜZERİNE BİR DENEME Dr. Erdal KARAMAN Qafqaz Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü erdalkaraman@yahoo.com Özet Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Türkiye ile Türk cumhuriyetleri arasındaki ekonomik, kültürel ve sosyal ilişkiler süratli bir şekilde artmaya başladı. Bu süreçle birlikte Türk dünyasında ortak dil tartışmaları da gündeme geldi. Sözü edilen dönemde farklı görüşler ortaya atıldı. Bugün de ortak dille ilgili tartışmalar, eskisi kadar yoğun olmasa da devam etmektedir. Ortak dil bağlamında lehçeler arasındaki anlama oranları önem arz etmektedir. Türkiye ve Azerbaycan Türkçelerinde anlama oranları diğer lehçelere göre daha yüksektir. Bu çalışmada, Türkiyeli öğrencilerin Azerbaycan Türkçesini, Azerbaycanlı öğrencilerin de Türkiye Türkçesini anlama oranları üzerine bir deneme yapıldı. Anahtar Kelimeler: ortak dil, Azerbaycan Türkçesi, Türkiye Türkçesi. AN ESSAY ABOUT HOW AZERBAIJAN STUDENTS UNDERSTAND TURKISH AND TURKISH STUDENTS UNDERSTAND AZERBAIJAN TURKISH Abstract After the collapse of SSSR relationships between Turkey and Turkish republics have accelarated. In this process a common language for the Turkish world has also been on the agenda. Different ideas have been proposed during this period. Today discussions about a common language, though not so intense as in previous times, are still going on. In the context of common language the proportions of being understandable between dialects is important. Understandability between Turkish and Azerbaijan Turkish are higher then other dialects. An experiment has been done on how Azerbaijan students understand Turkish and Turkish students understand Azerbaijan Turkish. Key words: common language, Azerbaijan Turkish, Turkish.

28 24 Erdal KARAMAN GİRİŞ Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla birlikte Türkiye ve Türk cumhuriyetleri arasındaki ilişkiler tekrar başladı. Bu süreçle birlikte dille ilgili tartışmalar da gündeme geldi. Ortak dil tartışmalarının yoğunluk kazandığı dönemde Türkiyeden Azerbaycan a, Azerbaycandan da Türkiye ye öğrenim görmek için öğrenciler gelmeye başladı. Karşılıklı olarak Azerbaycanlı öğrencilerin Türkiye; Türkiyeli öğrencilerin de Azerbaycan Türkçesini öğrenmeleri bu dönemde gerçekleşti. Bu süreç, Azerbaycan ve Türkiye Türkçesinin birbirine çok yakın olması sebebiyle diğer Türk Cumhuriyetlere nazaran daha süratli oldu. Son zamanlarda bu oranında iki ülke arasındaki ilişkilere paralel olarak arttığı görülmektedir Bu çalışmada, Azerbaycanlı öğrencilerin Türkiye Türkçesini; Türkiyeli öğrencilerin de Azerbaycan Türkçesini anlama oranları üzerine bir çalışma yapıldı. METOT: Çalışma için birisi Türkiye den diğeri de Azerbaycan dan olmak üzere ellişer kişilik iki grup seçildi. Öğrenciler seçilirken, karşılıklı olarak, Türkiyeli öğrencilerin Azerbaycan; Azerbaycanlı öğrencilerin de Türkiye Türkçesiyle ilgili herhangi bir kursa ya da etkinliğe katılmamış olmaları göz önünde bulunduruldu. Türkiye den seçilen grup Azerbaycan a üniversite öğrenimi almak için gelen öğrencilerden oluşmaktadır. Öğrenciler Türkiye nin farklı bölgelerinden gelmiştir. Sözü edilen öğrencilerin bazıları şehirlerde, bazıları da köylerde ikamet etmektedir. Azerbaycanlı öğrenciler de aynı şekilde Azerbaycan ın farklı bölgelerinden Bakü ye üniversite öğrenimi almak için gelenlerden oluşmaktadır. Gerek Azerbaycan gerekse Türk edebiyatından seçilen metinlerin müelliflerinin aynı dönemde yaşamış olmasına dikkat edildi. Her iki sahadan seçilen metinlerdeki kelime sayısı 1125 tir. Seçilen gruplar üniversite hazırlık sınıfında okumaktadır. Ankete katılan öğrenciler eğitim, iktisat, mühendislik ve hukuk fakültelerinin hazırlık sınıflarında öğrenim görmektedir. Her iki gruba da aynı süre verildi, öğrencilerin anlama oranları tespit edilmeye çalışıldı. Öğrencilerin yaş aralıkları arasında değişmekte olup yoğunluk yaş arasındadır. Metinlerde bilinmeyen kelimeler tespit edilmeye, alfabe ile ilgili karşılaşılan sorunlar ortaya konulmaya çalışıldı. Her iki grup için seçilen metinler ve yazarları şöyledir: METİNLER: 1. TÜRKİYE SAHASI: Bülbül: Mehmet Akif Ersoy ( ) İlk (Şiir): Sezai Karakoç (1933-) Hazinedeki Paslı Teneke: Aziz Nesin ( ) Fazla Şekerin Zararı: Bugün Gazetesi ( )

29 Azerbaycanlı Öğrencilerin Türkiye, Türkiyeli Öğrencilerin de Azerbaycan Türkçesini Anlama Oranları 25 Üzerine Bir Deneme 2. AZERBAYCAN SAHASI: Hübut-i adem: Hüseyin Cavit ( ) Anam öldü mü?: Bahtiyar Vahabzade ( ) Vehime: Anar ( 1938-) Bakıda Azerbaycanlıların Kurultayı Geçirilir: Azerbaycan Gazeti ( ) Bunun yanında metinlerle ilgili her iki gruba da aşağıdaki sorular yöneltildi: 1.Metinleri okurken alfabe ile ilgili herhangi bir problem yaşadınız mı? 2.Metinleri anlamada karşılaştığınız problemler nelerdir? 3.Kelimeler hakkında düşünceleriniz nedir? 4.Metinleri kolaydan zora doğru sıralayınız? 5.Sizin eklemek istediğiniz bir husus var mı? 1. AZERBAYCANLI ÖĞRENCİLERE AİT VERİLER 1.1.Bülbül: Mehmet Akif ERSOY Azerbaycanlı öğrencilerin verilen metinleri anlama oranları karşılaştırıldığında, diğer metinlere nazaran, Mehmet Akif ERSOY un Bülbül şiirindeki kelimeleri anlamada güçlük çektikleri görülmektedir. Sözü edilen şiirdeki anlaşılmayan kelimelerin oranları şu şekildedir: Kelime: Bilmeyen. S Kelime Bilmeyen. S. Kelime Bilmeyen. S. abad: 1 afak: 17 ahrar: 26 aşiyan: 18 bud-ı mutlak: 17 bunal-. 3 cihan: 1 coştur-: 1 çiğne-: 4 dem: 3 dindaş: 9 durgun: 1 ebad: 20 enin: 14 eyyam: 16 feza: 5 fışkır-: 1 garb: 9 gaye: 8 gülşen: 3 hak-ı ecdat 11 hanuman: 37 harab: 1 harem: 1 haremgah: 8 haşrolmak 18 hazan: 16 hercümerc: 26 heybet: 7 hilkat: 32 huruşan: 22 hüsran: 18 ıssız: 8 ihlal: 12 inle-: 4 istiğrak: 33 kayıt: 1 kır: 10 kubbe: 6 küskün: 1 lal: 1 mabed. 3 mahkum: 1 mahkum-ı mutlak:1 mahkum-ı pervaz:7 matem: 4 mazi: 34 memdud: 31

30 26 Erdal KARAMAN meva: 20 mevcamevc: 39 muazzam: 21 muhayyel: 30 muhrik: 18 müselsel: 33 müsteğrak: 35 nagah: 18 nakuus: 31 namahrem: 4 name: 1 nefha: 36 perişan: 2 pervaz: 14 ruh-ı serbaz: 8 saltanat: 2 satvet: 23 semavi: 4 serap: 24 serbaz: 14 sur-ı mahşer: 10 şayet: 17 şenaat: 29 tırman-: 2 turap: 25 umman. 4 ürper-: 1 vahdetgah: 10 vecd: 17 ya rab: 3 yad: 5 zalam: 19 zaten: 1 zemin: 4 zillet: İlk (Şiir) Sezai Karakoç Toplam Kelime s.: 83 Kelime: Bilmeyen. S Kelime Bilmeyen. S. Kelime Bilmeyen. S. akrep: 1 ayık: 1 ayna: 2 bakire: 6 cariye: 26 çağır-: 2 deneme: 1 geyik: 8 ilkin: 1 karşı: 3 kımılda-: 3 tren: 1 körlük: 1 uzanış: 1 leylak: 8 yalın: 2 leylek: 2 nagah: 1 nehir: 2 olağan: 9 soluk: 2 suna: 4 Toplam Kelime s.: Hazinedeki Paslı Teneke: Aziz Nesin Kelime: Bilmeyen. S Kelime Bilmeyen. S. Kelime Bilmeyen. S. canlan- 1 çakıl: 1 dalavere: 11 emanet: 1 kurnaz: 7 kutsal: 3 mücevher: 2 sadrazam: 15 tören: 1 ulus: 7 Toplam Kelime s.: Fazla Şekerin Zararı: Bugün Gazetesi Kelime: Bilmeyen. S Kelime Bilmeyen. S. Kelime Bilmeyen. S. baklagil: 8 belirti: 1 bulgur: 8 diyabet: 4 insülin 4 kaydet-: 2 kepek: 2 meşrubat: 23 posa: 12 tüket-: 2 tüketim: 1 yatkın: 2 Toplam Kelime s.: 12

31 Azerbaycanlı Öğrencilerin Türkiye, Türkiyeli Öğrencilerin de Azerbaycan Türkçesini Anlama Oranları 27 Üzerine Bir Deneme 2.AZERBAYCANLI ÖĞRENCİLERİN ANLAMADIKLARI KELİMELERİN ÖZELLİKLERİ 2.1.Arapça Kelimeler abad, ahrar, afak, ebad, enin, eyyam, feza, gaye, harem, garb, feza, harap, harem, hercümerc, heybet, hüsran, ihlal, istiğrak, kubbe, mabed, muhayyel, mahrem, mahkum, mazi, meva, mevcamevc, muazzam, muhayyel, muhrik, mukayyed, mutlak, müselsel, müsteğrak, nakuus, name, nefha, saltanat, semavi, sema, şenaat, turap, umman, vecd, zaten, zemin, zillet, akrep, bakire, cariye, leylak, nehir, emanet, mücevher, bakla, meşrubat, nağme, vadi, kayıt, rab, bulgur. Kelime Sayısı: Farsça Kelimeler kurnaz, cihan, dem, Gülşen, hanuman, hazan, huruşan, lal, nagah, name, perişan, pervaz, serbaz, şayet, vahdetgah, ayna, leylek, nagah, yad, namahrem. Kelime Sayısı: Batı Kökenli Kelimeler: tren, diyabet, insülin. Kelime Sayısı: Diğer Dillerden Geçen Kelimeler: ulus. Kelime Sayısı: Farsça Tamlamalar: bud-ı mutlak, hak-i ecdat, mahkum-ı mutlak, mahkum-ı pervaz, ruh-ı serbaz, ruh-ı mahşer, sur-ı mahşer. Kelime Sayısı: Fiiller: uğraş-, ürper-, çiğne-, fışkır-, coştur-, kımılda-, çağır-, canlan-, tüket-, kaydet-, tırman-, haşrol-, inle-. Kelime Sayısı: Türkiye ve Azerbaycan Türkçesinde Fonetik Yönden Farklı Olan Kelimeler: kaydet-geydet-, rab-reb. Kelime Sayısı: Türkçe Basit Kelimeler: kır, pek. Kelime Sayısı: Türemiş Kelimeler: ıssız, körlük, belirti, tüketim, yatkın, olağan, soluk, ilkin, kutsal, dindaş (ar.din+tür.daş), durgun, uzanış, deneme. Kelime Sayısı: Eş Anlamlı Kelimeler: ulus-millet, kutsal-mükeddes, nehir-çay, gaye-meksed, tren-gatar, mazi-geçmiş. Kelime Sayısı: 6 3.METİNLERE GÖRE ANLAMA ORANLARI Azerbaycanlı öğrencilerin metinleri anlama oranları karşılaştırıldığında Ersoy un Bülbül şiirini birçok öğrencinin anlamada zorlandığı görülmektedir. Öğrencilerin metinleri zordan kolaya doğru sıralamaları istendiğinde şöyle bir tablo çıkmaktadır. 1. Ersoy-Bülbül, 2. Karakoç-İlk, 3. Bugün-Fazla Şekerin Zararı, 4. Nesin-Hazinedeki Paslı Teneke.

32 28 Erdal KARAMAN Azerbaycanlı öğrencilerden, Bülbül şiirindeki Arapça, Farsça kelimeleri anlamayanların sayısı bir hayli yüksektir. Hazinedeki Paslı Teneke hikâyesini Azerbaycanlı talebelerin büyük bir oranın anladıkları görülmektedir. Bahsedilen hikâyedeki ve şiirlerdeki bazı Türkçe kelimeleri Azeri öğrencilerin anlamamalarının sebebi Azerbaycan Türkçesinde bu kelimelerin eş anlamlarının ya da başka dillerden geçen kelimelerin kullanılmasındandır. 4.AZERBAYCANLI ÖĞRENCİLERİN ANKETTEKİ SORULARA VERDİKLERİ CEVAPLAR 1. Metinleri okurken Alfabede ile ilgili herhangi bir problem yaşadınız mı? Azerbaycanlı öğrencilerin tamamı alfabe ile ilgili herhangi bir problem yaşamadıklarını dile getirmişler. Azerbaycan alfabesinde Türk alfabesinden farklı olarak q, x ve ə harfleri vardır. Ankete katılan talebeler Türk alfabesini rahatlıkla okumaktadırlar. 2. Metinleri anlamada karşılaştığınız problemler nelerdir? Birçok öğrenci günümüz Türkiye Türkçesinde kullanılan alıntı kelimeleri anlamadıklarını dile getirmiş. 3. Kelimeler hakkında düşünceleriniz nedir? Öğrencilerin ekseriyeti Bülbül şiirindeki Arapça ve Farsça kelimeleri anlamadıklarını belirtmiş. Türkiyeli öğrencilerle mukayese edildiğinde Azerbaycanlı öğrencilerin Türkiyeli öğrencilere nazaran anlama oranlarının daha yüksek olduğu görülmektedir. 4. Metinleri kolaydan zora doğru sıralayınnız. Ankete katılan öğrencilerin tamamına yakını metinleri kolaydan zora doğru; Hazinedeki Paslı Teneke, Fazla Şekerin Zararı, İlk, Bülbül şeklinde sıralamış. 5. Sizin eklemek istediğiniz bir husus var mı? Öğrencilerin çoğu bu soruya hayır cevabını vermiş. Bazıları da verilen metinlerde anlamadıkları kelimelerin çok olduğunu dile getirmiş. 5. TÜRKIYELİ ÖĞRENCİLERE AİT VERİLER 5.1.Hübut-i Adem: Hüseyin Cavit Kelime Bilmeyen S. Kelime Bilmeyen S. ademiyyet 4 alem-i pak 1 asude 18 azade 5 baharistan 6 belke 2 berg 8 berg-i ummit 14 beşer 3 bet-beniz 1 bezm 10 bigane 20

33 Azerbaycanlı Öğrencilerin Türkiye, Türkiyeli Öğrencilerin de Azerbaycan Türkçesini Anlama Oranları 29 Üzerine Bir Deneme canib 15 cavid 24 dildade 13 dildadeyi zevkü şetaret 9 ehtirasat 23 envare 23 eşq mehvü 5 eşq 4 feqet 1 ferah 4 gafil 1 geydikleri 1 geyim 1 gülzarı cennet 2 gülzar 14 güzin 12 baharistan 1 haman 15 handan 11 herasan 19 heyhat 4 heyran 2 hicab 16 hüsnümatem 1 hüzm 1 xakra 43 xezan 8 xülya 4 idrak 2 iffet 1 ismet 10 qefil 4 lahuti 22 matem 3 mebhut 36 mehv 7 mehvü zail 13 mest 9 mestü şeyda 17 mev a 33 münevver 6 müstağrak 32 nesbet 16 neşir 18 pak 1 perizad 24 rengi-sefalet 2 rövze 18 rövzei cennet 20 ruhani 1 safi üryan 18 sefaletperver 13 sehra 4 sehrayı-xülya 7 semavi 3 serasar 24 serazad 19 sermediyet 20 sufliyyat 27 süfli 20 şad 3 şadü xandan 21 şetarat 17 şeyda 3 teferrücgah 32 teravat 17 ülvi 3 ülviyyat 20 ümmid 1 üryan 4 vaqfi sevda 20 verdiş 12 vüslet güzin 22 vüslet quzini-bezm 22 vüsletgüzini bezmi ismet 22 zayil 7 zerrinper 25 zerrinperver 29 zevkü şetaret 22 Toplam Kelime S.: 204

34 30 Erdal KARAMAN 5.2.Anam Öldü Mü? : Bahtiyar Vahabzade Kelime Bilmeyen S. Kelime Bilmeyen S. bala 5 boya-başa 4 cilve 2 cürbecür 22 dönüm 1 dünen 1 gurub 6 qaytar- 3 üz 2 üz- 1 xal 5 xatire 1 yuxu 3 Toplam Kelime S.: Vehime: Anar Kelime Bilmeyen S. Kelime Bilmeyen S. agust 8 axı 8 axır 5 axtar- 10 ayan 8 bala 1 bedbexh 12 bele 1 berk 9 bezek 3 bezmireba 2 birmertebeli 1 bostan 1 cehd 14 çılçırak 13 dehliz 12 deyende 1 elaqe 1 eyvan 16 göyerti 7 hezmi-rabe 23 iyul 16 işıklandır- 1 kollega 25 magnitofon 33 mebel 8 mebleğ 1 mehz 22 melum 1 menzil 5 metbex 6 meyne 15 minib 1 mualice 15 mükabil 5 mütehessis 22 naxış 2 oyan- 1 özge 3 palıd 5 pamidor 3 patsient 40 peşe 7 psixiatr 7 qariblik 1 qelyanaltı 17 qeribe 5 qeribelik 7 rabe 8 rifah 11 sağal 13 sapıntı 5 selige sehmanlı 17 stereodinamik 5 şehla 3 şenbe 6 şerab 1 şlang 30 taam 13 tikdir 3 toyuk 2 vaz 6 veci 14 verdiş 6 xıyar 1 xrustal 25 yiye 5 yiyelen- 6 yüngülleştir- 16 yüngül 16 yüngülleş- 16 Toplam Kelime S.: 145

35 Azerbaycanlı Öğrencilerin Türkiye, Türkiyeli Öğrencilerin de Azerbaycan Türkçesini Anlama Oranları 31 Üzerine Bir Deneme 5.4.Bakıda Azerbaycanlıların Kurultayı Geçirilir Kelime Bilmeyen S. Kelime Bilmeyen S. aparat 2 beynelhalk 12 birinci hanım 1 cavid 1 cazip 1 deputat 23 derc 15 dercol 15 edet 2 edet-enane 2 enane 3 fexr et 12 fexr 5 fond 3 hoşmeram 3 humanitar 23 huquq 2 icra aparatı 2 ictimai 3 iştirak 2 keçip 3 malik 3 merdlik 2 misilsiz 4 misir 1 münevver 2 mürekkep 6 müselman 5 neşr 4 numayende 19 övlat 2 perizad 1 prezident 2 qerb 3 qonakperverlik 1 safü üryan 2 saxla 1 sedr 5 sefir 7 sefirlik 1 sehe 1 sehife 2 semere 5 sentyabır 5 serasar 3 sermediyyet 6 şert 1 tolerant 17 uca 3 ülviyyet 2 xeyirxah 7 xeyli 3 xidmet 3 xoşmeram 12 zerrinper 3 Toplam Kelime S.: TÜRKİYELİ ÖĞRENCİLERİN ANLAMADIKLARI KELİMELERİN VASIFLARI 6.1.Arapça Kelimeler: Cilve, gurub, xal, xatire, axır, cehd, dehliz, elaqe, mebleğ, mehz, melum, menzil, metbex, meyne, mualice, mükabil, mütehessis, qariblik, qeribe, qeribelik, rabe, rifah, şerab, taam, veci, xıyar, beynelhalk, cazip, derc, edet, enane, fexr, huquq, ictimai, iştirak, malik, misilsiz, münevver, mürekkep, müselman, neşr, övlat, qerb, sedr, sefir, sefirlik, sehe, sehife, semere, sermediyyet, ülviyyet, xeyli, xidmet, ademiyyet, beşer, canib, cavid, ehtirasat, envare, eşq, feqet, ferah, gafil, heyhat, heyran, hicab, hüzm, idrak, iffet, ismet, lahuti, matem, mebhut, mehv, mev a, münevver, müstağrak, nesbet, neşir, rövze, ruhani, sehra, semavi,

36 32 Erdal KARAMAN sermediyyet, semere, palıd, sufliyyat, süfli, şetarat, teravat, selige, ayan, ülvi, ülviyyat, üryan,, xülya, zayil. Kelime Sayısı: Farsça Kelimeler: Asude, mest, azade, baharistan, berg, şeyda, bezm, eyvan, bigane, dildade, dildadeyi zevkü şetaret, gülzar, Güzin, baharistan, haman, xakra handan, herasan, xezan, xülya, pak, perizad, rengi-sefalet, rövze, safi üryan, sefaletperver, sehrayıxülya, serasar, serazad, sermediyet, şad, şadü xandan, şeyda, ümmid, verdiş, vüslet, güzin, vüslet quzini-bezm, vüsletgüzini bezmi ismet, zerrinper, zerrinperver, zevkü şetaret, bala, cürbecür, xal, bala, bedbexh, berk, bezmireba, birmertebeli, bostan, cehd, çılçırak, hezmi-rabe, naxış, peşe, şehla, şenbe, verdiş, hoşmeram, serasar, xeyirxah, xoşmeram, zerrinper. Kelime Sayısı: Batı Kökenli Kelimeler: Agust, iyul, pamidor, patsient, psixiatr, xrustal, Aparat, fond, aparat mebel. Kelime Sayısı: Diğer Dillerden Geçen Kelimeler: Kollega, magnitofon, şlang,, deputat. Kelime Sayısı: Farsça tamlamalar: Alem-i pak, berg-i ummit, dildadeyi zevkü şetaret, rengi-sefalet, rövzei cennet, safi üryan, sahrayi-xülya, gülzarı cennet, vaqfi sevda, vüslet quzini-bezm, vüsletgüzini bezmi ismet, bezmireba, hezmi-rabe. Kelime Sayısı: Fiiller: Qaytar-, üz-, axtar-, işıklandır-, yiyelen-, yüngülleştir-, yüngülleş-, dercol-, fexr et, saxla-, oyan-, sağal-. Kelime Sayısı: Türkiye ve Azerbaycan Türkçesinde Fonetik Yönden Farklı Olan Kelimeler: Azerbaycan ve Türkiye Türkçesinde fonetik yönden farklılık arz eden kelimeler Türkiyeli öğrenciler tarafından anlaşılmamaktadır. Bu kategorideki kelimeler Türkiyeli öğrencilerin çok kısa sürede öğrenebilecekleri kelimelerdendir: Belke-belki, ehtirasat-ihtirasat, eşq-aşk, feqet-fakat, geydikleri-giydikleri, geyim-giyim, heyran-hayran, xezan-hazan, qefil-gafil, nesbe-nisbet, rövze-ravza, rövzei cennet-ravza-yı cennet, sehra-sahra, sehrayı-xülya-sahra-yo hülya, ümmidümit, vüslet güzin-vuslat guzin, vüslet quzini-bezm-vuslat guzin-i bezm, vüsletgüzini bezmi ismet-vuslat guzin-i ismet, üz-yüz, yuxu-uyku, bele-böyle, deyende-diyen, elaqe-alaka, melum-malum, minib-binip, qeribe-grarip, qeribelik-gariplik, rifahrefah, toyuk-tavuk, edet-adet, edet-enane-adet anane, enane-anane, fexr etfahret-, fexr-fahr, hüquq-hukuk, keçip-geçip, misir-mısır, övlat-evlat, qerb-garp,

37 Azerbaycanlı Öğrencilerin Türkiye, Türkiyeli Öğrencilerin de Azerbaycan Türkçesini Anlama Oranları 33 Üzerine Bir Deneme safü üryan-saf u üryan, sehe-saha, sehife-sayfa, ülviyyet-ulviyet, xeyli-hayli, xidmet-hizmet. Kelime Sayısı: Basit Kelimeler: Üz, toyuk, yiye, Kelime Sayısı: Türemiş Kelimeler: Geyim, dünen, qaytar-, yuxu, axtar-, göyerti, işıklandır-, oyan-, özge, qariblik, qeribelik, sağal, sapıntı, tikdir-, yiyelen-, yüngülleştir-, yüngülleş-, sefirlik. Kelime Sayısı: Eş anlamlı Kelimeler: Azade, bala, boya-başa, cürbecür, dünen, qaytar-, üz, üz-, xal, yuxu, axır, axtar-, ayan, bezek, Çılçırak, gelyanaltı, göyerti, kollega, magnitofon, mebel, menzil, mualice, oyan-, özge, peşe, qariblik, qelyanaltı, sağal, tikdir, yiye, yiyelen-, yüngülleştir-, yüngül, yüngülleş-, birinci hanım, fexr et, fexr, neşr, saxla, sedr, uca, ülviyyet.kelime Sayısı: 44 7.METİNLERE GÖRE ANLAMA ORANLARI Türkiyeli öğrencilerin Hüseyin Cavit in Hübut-ı adem şiirini anlamada güçlük çektikleri görülmektedir. Tük öğrencilerin metinleri anlama oranlarını zordan kolaya doğru şu şekilde sıralamak mümkündür: 1. Hüseyin Cavit-Hübut-i Adem, 2. Anar-Vahime, 3. Bakıda Azerbaycan Kurultayı Geçirilir, 4. Vahabzade-Anam Öldü Mü. Türkiyeli ve Azerbaycanlı öğrenciler karşılaştırıldığında, Türk öğrencilerin Azerbaycanlı öğrencilere göre metinleri anlama oranları daha düşüktür. Türkiyeli öğrencilerin, Hüseyin Cavit in şiirini anlamada bir hayli zorlandıkları görülmektedir. Çağdaş olmasına rağmen Anar ın eseri de Türkiyeli öğrencilerin zorlandığı metinlerden birisidir. Anar ın eserinde yer alan yabancı menşeli kelimelerin yoğunluğu anlama seviyesini etkilemektedir. Özellikle de bu metindeki Rusça kelimeler Türkiyeli öğrenciler tarafından anlaşılmamaktadır. Bahtiyar Vahabzade nin şiiri Türkiyeli öğrenciler tarafından çok rahat anlaşılmıştır. Basından seçilen metindeki birçok kelime de Türk öğrenciler tarafından anlaşılmamıştır. Azerbaycan sahasından seçilen metinlere genel olarak bakıldığında Türkiyeli öğrencilerin Arapça, Farsça unsurların ve Rusça kelimelerin çoğunlukta olduğu metinleri anlamada zorluk çektikleri görülmektedir. Bunun yanında Türkçe olup da Azerbaycan sahasında fonetik yönden farklılık arz eden kelimeler de anlamayı zorlaştırmaktadır.

38 34 Erdal KARAMAN 8.TÜRKİYELİ ÖĞRENCİLERİN ANKETTEKİ SORULARA VERDİKLERİ CEVAPLAR 1. Metinleri okurken Alfabede ile ilgili herhangi bir problem yaşadınız mı? Türkiyeli öğrencilerden büyük çoğunluğu alfabede sıkıntı çekmediklerini dile getirmiş. (Sayı 35) Bazıları da Türk alfabesinden farklı olarak Azerbaycan alfabesinde bulunan harflerin kısmen zorlandıklarını belirtmişler. (Sayı 15) 2. Metinleri anlamada karşılaştığınız problemler nelerdir? Türkiyeli öğrencilerin büyük bir kısmı Hüseyin Cavit in şiirini anlamada zorlandıklarını dile getirirken, bazıları da fonetik yönden farklı olan kelimeleri anlamada sıkıntı çektiklerini belirtmişler. 3. Kelimeler hakkında düşünceleriniz nedir? Öğrencilerin büyük bir kısmı yabacı menşeli kelimeleri anlamada sıkıntı çektikleri dile getirmiş. Arapça ve Farsça kelimelerin bir kısmını anlayabilen öğrenciler, özellikle Rusça dan geçen kelimeleri anlamadıklarını ifade etmişler. 4. Metinleri kolaydan zora doğru sıralayınnız? Türk öğrenciler metinleri kolaydan zora doğru Anam Öldü mü?, Bakıda Azerbaycan Kurultayı Keçirilir, Vehime, Hübut-ı adem şeklinde sıralamışlar. 5. Sizin eklemek istediğiniz bir husus var mı? Birçok öğrenci bu soruya hayır cevabını verirken, bir kısmı da metinleri zamanla daha rahat anlayacaklarını dile getirmişler. 9.AZERBAYCANLI VE TÜRKİYELİ ÖĞRENCİLERİN METİNLERİ KARŞILIKLI ANLAMA ORANLARI Türkiyeli Öğrenciler: Azerbaycanlı Öğrenciler: Metin: Bilinmeyen Kelime Say. Metin Bilinmeyen Kelime Say. Hüseyin Cavit: 204 M.Akif Ersoy: 83 Bahtiyar Vahabzade: 13 Sezai Karakoç: 22 Anar: 145 Aziz Nesin: 10 Bakıda Azerbay. Kurultayı Geçir.:114 Fazla Şeker. Zararları: 12 SONUÇ Batı Türkçesinin iki kolu olan Türkiye ve Azerbaycan Türkçesinde birçok unsur birbirine benzemektedir. Bu durum karşılıklı olarak Türkiye ve Azerbaycan Türkçesini konuşan insanların birbirlerini anlama oranlarını müspet yönde etkilemektedir. Bunun yanında Azerbaycan ın, Sovyetler Birliği nden ayrıldıktan sonra Latin alfabesine geçmesi Türkiyeli öğrencilerin Azerbaycan sahası

39 Azerbaycanlı Öğrencilerin Türkiye, Türkiyeli Öğrencilerin de Azerbaycan Türkçesini Anlama Oranları 35 Üzerine Bir Deneme metinlerini okumaları ve anlamalarını daha kolaylaştırmıştır. Azerbaycan Türkçesinde q, x, ə gibi farklı harflerin olmasına rağmen Azerbaycan alfabesi Türkiyeli öğrenciler tarafından rahatlıkla okunmaktadır. Yukarıda da görüldüğü gibi Azerbaycan Türkçesine Rusça dan geçen kelimeler, Türk öğrenciler tarafından anlaşılmamaktadır. Bunun yanında Türkiye sahasındaki metinlerde yer alan Arapça ve Farsça kelimeleri Azerbaycanlı öğrenciler, Türkiyeli öğrencilerin Azerbaycan sahasında yer alan Arapça, Farsça kelimelere göre daha rahat anladıkları görülmektedir. Genel olarak metinleri anlama oranına bakıldığında Azerbaycanlı öğrenciler, Türkiyeli öğrencilere göre daha ileri oldukları görülmektedir. Azerbaycanlı öğrencilerin bu hususta daha başarılı olmalarının sebebi Türkiye den Azerbaycan a, Azerbaycan dan Türkiye ye binlerce öğrenci yüksek öğrenim görmek için gelmekte ve birçok Türk iş adamı Azerbaycan da yatırım yapmaktadır. Diğer taraftan Türk müteşebbislerin açtıkları özel okulların yanında, devlet okullarının da Azerbaycan da eğitim öğretim faaliyetlerini yürütmeleri, son zamanlarda Türk televizyon kanallarının Azerbaycan da ilgiyle izlenilmesi bu ülkede Türkiye Türkçesinin daha rahat anlaşılmasında önemli rol oynamaktadır. Diğer taraftan her geçen gün iki ülke arasındaki ilişkilerin artması geliş ve gidişlerin sıklaşması Azerbaycan halkının Türkçe ye olan ilgisini daha da artırmıştır. Buradan hareketle Azerbaycan ve Türkiye Türkçesindeki anlama oranlarını en üst düzeye çıkarmak için her iki sahada da kullanılan eş anlamlı kelimelerin artırılması önem arz etmektedir. KAYNAKÇA TİETZE, Andreas, Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi Lügati, İstanbul Ankete Katılan Öğrenci Sayıları: Azerbaycanlı: 50; Türkiyeli: 50 Azerbaycan Dilinin İzahlı Lüğeti, Bakı ALTAYLI, Seyfettin, Azerbaycan Türkçesi Sözlüğü, İstanbul SAMİ, Şemseddin Kamus-ı Türki, İstanbul TDK Büyük Türkçe Sözlük, Ankara 1998.

40 Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: FASÎH AHMED DEDE NİN BEHİŞT-ÂBÂD MESNEVİSİ Arş. Gör. Hakan Sevindik Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü hakansevindik@kmu.edu.tr Özet Bu makalede, 17. yüzyıl Mevlevî şairi Fasîh Ahmed Dede nin bugüne kadar nüshaları tespit edilememiş Behişt-âbâd adlı mesnevisi tanıtılmıştır. 1110/1698 yılında yazılan eser, geleneksel mesnevi tertibine sadık kalınarak hazırlanmıştır. Nasihatname türündeki 1230 beyitlik bu mesnevide; hakikî dostluk ve vefa konusu işlenmiştir. Makalemizde; bu eserin şekil ve muhteva özellikleri üzerinde durulmuştur. Anahtar Kelimeler: Fasîh Ahmed Dede, Behişt-Âbâd, mesnevi, nasîhatnâme. FASÎH AHMED DEDE S MASNAVİ BEHİŞT-ÂBÂD Abstract In this article, 17th century Mevlevi poet Fasih Ahmed Dede s masnavi Behiş-âbâd the copies of which was not detected so far was introduced. Masnavi written at 1698, was prepared as traditional mesnevi arrangement. In this moral mesnevî which consists of 1229 couplet; the themes are about real friendship and fidelity. Besides, the author focused on the form and content features of the masnavi. Key Words: Fasîh Ahmed Dede, Behişt-Âbâd, masnavi, moral masnavi

41 38 Hakan SEVİNDİK GİRİŞ Fasih Ahmed Dede (öl. H M. 1699), edebiyatımızın tanınmış Mevlevî şairlerinden biridir. Kaynaklarda; Türkçe Divan, Farsça Divançe, Münşeât, Tenbâkû-nâme, Münâzâra-i Gül ü Mül, Münâzâra-i Rûz u Şeb, Kalem Makalesi, Hüsrev ü Şîrîn, Mahmûd u Ayâz ve Behişt-âbâd olmak üzere on eseri zikredilmektedir. Ancak bugüne kadar mezkûr eserlerden Hüsrev ü Şîrîn, Mahmûd u Ayâz ve Behişt-âbâd ın nüshalarına tesadüf edilememiştir. (Çıpan, 2003: 27; Çıpan, 2010: 17) Yaptığımız araştırmalar esnasında İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Kütüphanesi, Şevket Rado yazmaları ŞR_00097 numarada kayıtlı Behişt-âbâd mesnevisinin bir nüshasına rastladık. Bu makalede, söz konusu eseri edebiyat dünyamıza tanıtacağız. Fasih Ahmed Dede nin hayatı ve eserleri hakkında gerekli bilgi Dr. Mustafa Çıpan ın Fasih Divanı (2003) adlı çalışmasında verilmiştir. Dolayısıyla biz doğrudan Behişt-âbâd ın şekil ve muhteva özelliklerine girmek istiyoruz. 1. BEHİŞT-ÂBÂD VE ÖZELLİKLERİ 1.1. Şekil Özellikleri Nüshanın tavsifi Adı Varak Sayısı : 47 Yaprak Boyutu Yazı Boyutu Cilt İstinsah Tarihi : (?) Müstensih : (?) : Behişt-ābād : 210x130(mm) : 145x70 (mm) : Kahverengi meşin Yazı Tarzı : Ta lik hat. Yalnızca söz başları kırmızı, diğer kısımlar siyah mürekkeple yazılmıştır Eserin adı Eserin adı yalnızca Osmanlı Müellifleri nde geçmektedir. 1 Fasîh Dede, Behişt-âbâd ı vefatına yakın bir zamanda yazmıştır. Bu yüzden eser kaynaklarda pek yer almamıştır. 1 Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, (Haz. Cemal Kurnaz), C. II, Bizim Büro Basımevi, Ankara, 2009, s. 366.

42 Fasîh Ahmed Dede nin Behişt-Âbâd Mesnevîsi 39 Şair, elimizdeki nüshanın hatimesinde bir eser vücuda getirdiğini ve adını da Behişt-âbâd koyduğunu şu beyitle belirtir: İtdüm da ı bir eer ki bünyād Nām olsun aña Behişt-ābād (v. 46 a ) Yazılış tarihi Fasîh Dede, Behişt-âbâd ın yazılış tarihini Tārī -i İtmām-ı Kitāb-ı Ġarra Ez- Feyż-i Ālem-i Bālā başlıklı beş beyitlik tarih manzumesinin son beytinde belirtir: arf-i man ū la oldı tārī Na m-ı rengīn edā-yı ra nā (v. 47 a ) Bu beyte göre eserin yazılış tarihi Hicri 1110 (M. 1698) dur. Fakat müstensih, beytin altına eserin yazılışını 1120 diye not düşmüştür. Noktalı harflerin hesaplandığı bu beyitte müstensih, edâ-yı rengîn ibaresindeki yay-ı izâfete de nokta koymuş olduğundan hesap 1120 çıkmıştır Türü Behişt-âbâd, nasihatname türünde yazılmış bir mesnevidir. Gerçek vefa ve dostluğun ne olduğunu insanlara göstermek için kaleme alınan eser, bu bağlamda didaktik bir mesnevi özelliği göstermektedir. Ayrıca mesnevide geçen temsilî hikâyeler esere ahlakî bir yön katmıştır Beyit sayısı ve vezni Her yaprakta ortalama 15 satır bulunan mesnevi 1230 beyittir. Eser, kısa aruz vezinlerinden Mef ūlü Mefā ilün Fe ūlün kalıbıyla yazılmıştır. Ancak mesnevide tekdüzeliği kırmak için yazılmış rubailere ve diğer nazım şekillerine de rastlanmaktadır Muhteva Özellikleri Tertibi Behişt-âbâd, mesnevî nazım şekliyle yazılmıştır. Geleneksel mesnevi tertibine uygundur. Bölüm başlıkları da gelenekte olduğu gibi Farsçadır. Şair, eserine; كنت كنزا مخفيا فا حببت ان اعرف فخلقت الخلق لاعرفki Şükr ü sipās ol allā -ı cihāna zemzemesiyle gerd-i nāçīzi il at-ı ūret ü teşrīf-i ayāt ile mükellef ü müşerref idüp cām-ı ma rifetden māye vü bezm-i ma abbetden vāye i sān itmişdür ifadelerinden sonra, şu rubai ile giriş yapmıştır: Medhūş-ı mey-i cām-ı ma abbet eyle Dürdin güher-i tāc-ı sa ādet eyle Ol meykede-i aş a delīl-i rāhum

43 40 Hakan SEVİNDİK Yā Rab baña lu f ile hidāyet eyle (v. 1 b ) Behişt-âbâd; sırasıyla üç tevhit, naat, padişah övgüsü, esas hikâye ve hâtimeden oluşur. Şair, naattan sonra; Ey āme-i oş-edā vü oş-dem Rāz-ı dile āşinā vü ma rem Ser-çeşme-i ıżruñ ol delīli Göster bize gel o selsebīli Şebnem gibi ıl güher-feşānī Sīr-āb-ı ter it bu gülsitānı Bülbül gibi bu çemende yine Başla naġamāt-ı dil-nişīne (v. 5 b ) mısralarıyla başlayan 48 beyitlik bir mirâciyye yazmıştır. Mirâciyenin ardından Sultan II. Ahmed e methiye tertip etmiştir. Bu methiye, Va f-ı Sul ān A med-i Ālī-tebār başlığı altında yazılan şu rubai ile birlikte toplam 26 beyitten müteşekkildir: Ey dāver-i ferru -ru [u] fer unde-siyer Ve'y usrev-i rūşen-dil ü ūrşīd-eer Olmaz yine şemşīrüñe ā il farżā ūrşīd eger miġfer ü çar olsa siper (v.7 b ) Şair, ana konuya geçmeden önce ikr-i Esmā -i Lāle-i Rengīn (v. 8 b ) ve Va f-ı Pāk-i Şükūfe-i Zerrīn (v. 9 b ) başlıklı iki manzume daha yazmıştır. Ana konuya ise, Āġāz-ı ikāyet-i Şāh-Ferru Bā-ferzend-i Gül-ru başlığıyla giriş yapılır ve bu girişte hikâyenin kahramanlarından Şah Ferruh anlatılır: Sābı da bu dehr-i bī-be āda Bir ı a-ı pāk u dil-güşāda

44 Fasîh Ahmed Dede nin Behişt-Âbâd Mesnevîsi 41 Olmışdı şeh-i sitāre-leşker Bir pādişeh-i bülend-a ter ūrşīd-veş ol şeh-i yegāne ükm itmiş idi bütün cihāne Ol şāh-ı Sikenderāne- aşmet almışdı bu ākdāne şevket Pīrāmen-i ta tgāh-ı şāhī Ya nī o şehüñ arārgāhı Tah ī i bu kim le āfetinden Gülzār-ı irem nümūne andan (v.11 a ) Son olarak şair, ātime-i Kitāb-ı Müstetāb Be-istid ā-yı üsn-i ātime Ez- Cenāb-ı Vehhāb başlığıyla 25 beyitlik dua kısmını yazar ve Fe ilātün Fe ilātün Fe ilün kalıbıyla yazdığı şu 5 beyitlik tarih manzumesiyle eserini tamamlar: Yine ey kilk-i fe ā at-pīrā Eyle itmām-ı kitābı imlā Nefes-i Īsī-i mu ciz-gūyum Eylesün mürde-dilānı i yā Sāl-i tārī in iderken ter īm Oldı ū ī-i ayālüm gūyā Feyż-i Bārī ile oldı ilhām adef-i albe Fa ī ā ihdā arf-i man ū la oldı tārī Na m-ı rengīn edā-yı ra nā (v. 47 a ) Eserin konusu:

45 42 Hakan SEVİNDİK Şair, asıl hikâyeye bir şehzade ile onun üstadı arasında geçen konuşmalarla girer. Soru-cevap şeklinde ilerleyen sohbetlerden birinde şehzade, üstadına şu soruyu sorar: Ālemde nedür arī -i yārī Āyīn-i vefā vü dōst-dārī (v. 17 a ) Üstadı soruya, Acem Şâpûr u ile onun eşsiz vezirinin hikâyesini anlatarak cevap verir. Eserin konusunu işte bu hikâye oluşturur Hikâyenin özeti: Acem ülkesinin yegâne padişahı Ferruh Şah ın çok kıymetli bir şehzadesi vardır. Padişah, düzenlediği bir ayinle yüce bir âlimi şehzadesine hoca tayin eder. Gece gündüz hocasıyla muhabbet eden şehzade, onun vasıtasıyla hikmet dolu sırların kapılarını aralamaya başlar. Şehzade sorular sorar, üstadı da bunları özenle cevaplar. Böylece şehzade kendini günden güne yetiştirir. Yine bir gün şehzade, üstadına bu âlemde gerçek vefanın, sevginin yolunun ne olduğunu sorar. Üstadı bunun üzerine ona, Acem Şapur u ile onun vefakâr vezirinin hikâyesini anlatır. Hikâyeye göre, Acem Şapur u bir gece tebdil-i kıyafet ederek Rum ülkesine gider. Ülkeyi tahkik eden Şapur, maiyetindeki vezirlerine burayı almak istediğini belirtir. Vezirler, Şapur a bu yolun hem gönül alıcı hem de tehlikelerle dolu olduğunu söylerler. Fakat ne söylerse söylesinler bir türlü onu bu kararından vazgeçiremezler. Şapur, azmettiği iş için her fen hakkında bilgisi olan filozof vezirini Rum ülkesine gönderir. Vezir, kılık kıyafetini değiştirdikten sonra Rum a gider ve bir müddet sonra hekimlikle ülkede ün salar. Fakat vezir asıl görevini hiç unutmaz, daima Şapur u hatırında tutar. Vezir, Rum da bulunan meşhur bir patrikle tanışır ve zamanının çoğunu onunla birlikte geçirir. Bu sırada, Rum Kayser i vilayetlerindeki ayanlara ve devlet erkânına büyük bir ziyafet vereceğini bildirir. Kayser in ziyafet vereceğini işiten Şapur, orada olup biten her şeyden haberdar olmak için bu meclise katılmak ister ve durumunu da vezirine bildirir. Fakat veziri, bunun kendisi için çok tehlikeli bir yol olduğunu, kesinlikle bu işe girişmemesini söyler. Vezirin nasihatlerine kulak asmayan Şapur Şah, ziyafetin olduğu meclise giderek, meclisteki en alt safa oturur. Kayser, ziyafete gelenleri süzerken bir ara gözü Şapur a takılır. Ondan ihtiraz eden Kayser, onun Şapur olduğunu sezer ve vezirleri vasıtasıyla meclistekileri uyarır. Yakalanan Şapur, Kayser in önüne getirilir, niyetinin ne olduğu sorulur. Fakat Şapur, ser verir sır vermez. Bunun üzerine Kayser, Şapur u kan dökücü cellâtlarına teslim ederek onu zindana attırır ve yanına da Matrânı (piskopos) bırakır. Şapur Şah, zamanla çektiği eziyetlerden çaresiz ve kararsız düşer. Bir sabah Kayser, ordusunu toplayarak diyar-ı Fürse doğru sefere çıkar. Günden güne süratle bu toprakları yağmalamaya başlar. Bu sırada Şapur un durumunu bilen vezir, patriğe Kayser in ordusunun bir hekime ihtiyacı olacağını söyleyerek hile ile sefere katılmak için izin ister. Patrik,

46 Fasîh Ahmed Dede nin Behişt-Âbâd Mesnevîsi 43 veziri yanından ayırmak istemez ama hatır için bu arzuya razı olur. Vezir, sefere çıkmadan önce patrik onun yol azığını hazırlar ve Matrâna vermesi için de bir mektup yazar. Vezire bu mektubu sürekli yanında taşımasını tembihleyen patrik, onun bu sayede rahat edeceğini, kimsenin ona ilişemeyeceğini söyler. Mektubu alan vezir, böylece yola koyulur ve Matrânın yanına varır. Vezir, patriğin mektubunu Matrâna verir. Mektubu okuyan Matrân, üstadının emaneti olan veziri buyur ederek ikramlarda bulunur, her türlü beladan korur. Vezirin asıl maksadı çok sevdiği şahına ulaşmaktır. Onun bîtap düştüğünü bilen vezir, Şapur u rahatlatmak için çareyi ince manalar içeren, hikmetli ve hoş kıssalar anlatmakta bulur. Böylece hem Matrânın hem de Şapur un gönlüne huzur üfler. Bu sırada acımasız Kayser, bozgunculuğunu giderek arttırır. Şapur Şah ın sarayını dahi ele geçirir. Acemler onun işkencelerinden dağlara sığınır, bazıları kendilerini öldürür. Kayser, Şapur Şah a çok feci işkenceler yapar; şahın artık işkencelere dermanı kalmaz. Bunu hisseden vezir, bir gece Matrânla birlikte otururken ona daha önce hiç kimsenin işitmediği bir kıssa anlatacağını söyler. Vezirin bu kıssadan muradı, takatsiz kalmış Şapur Şah a sesini ulaştırarak yardımına geldiğini bildirmek ve gayretini ona ulaştırmaktır. Kıssaya göre, Aynu l-ehil adındaki bir delikanlı daha önce hiç görmediği fakat güzelliğinin nâmını duyduğu Seyyidetü z-zeheb adında bir ay yüzlüye âşık olur. Onu görmek için güzelin şehrine giden Aynu l-ehil, kısa bir süre sonra Seyyidetüz-zeheb in eşi tarafından yakalanarak hapsedilir. Hapse atılan âşık, Acûz lakaplı tek gözlü, kesik burunlu bir kadına havale edilir. Acûz, âşığın neden bu hale geldiğini sorarak hatasının ne olduğunu öğrenir. Acûz, âşığın hikâyesini öğrendikten sonra onun bu halini temsilî bir hikâye ile kendisine anlatır. Acûz, kendi hikâyesindeki kahramanlarla Aynu l-ehil in aynı kaderi yaşadığını bu temsille ona göstererek aslında hata yaptığını, böyle tehlikeli bir sevda yüzünden hem kendini hem de çevresindekileri boş yere ateşe attığını söyler. Ve nihayette ona sabır telkin eder. Vezir kıssayı, burada keserek artık bu gece devamına gücünün yetmediğini, daha sonra devam edeceğini söyler. Şapur Şah, vezirin anlattığı kıssayı hapsedildiği yerden işitince, hikâyede anlatılanların kendi haline denk düştüğü idrak eder. Şapur Şah, yarım kalan hikâyeden vezirinin kendisini kurtarmaya geldiğini ve ona bu süre içerisinde sabırlı olması gerektiğini anlatmaya çalıştığını fark eder. Matrân, kıssanın geri kalanını sabırsızlıkla bekler. Gece olunca vezir, hikâyeye kaldığı yerden devam eder. Aynu l-ehil e sabır telkin eden Acûz, bir hikâye daha anlattıktan sonra bu delikanlıya kendi öz hikâyesini anlatır. Bu hikâye de tıpkı Şapur Şah ve Aynu l-ehil inki gibidir. Ahvalini anlatan Acuz, Aynu l-ehille dost olur ve bu sevincin getirdiği kudret ile hapsedildikleri yerden kurtulurlar.

47 44 Hakan SEVİNDİK Vezir hikâyeyi burada bitirdikten sonra Matrân, kıssadaki Aynu l-ehil in Şapur, ona yardım eden Acuz un da vezirin kendi sureti olduğunu anlar ve vezire vefakârlığından dolayı muhabbet duyar. Bu vakitten sonra Şapur Şah, kurtuluş gecesinin geldiğini hisseder ve heyecanlanır. Akıllı vezir kısa bir süre içinde şahını zindandan çıkarır. Vefakâr iki dost birbirine kavuştuktan sonra Acem ülkesini, Rum Kayseri nin elinden alarak askerlerini, halkını feraha kavuşturur. Kayseri yakalayan Şapur, ona kendisi gibi adaletsizce muamele etmeyeceğini, canını bağışlayacağını fakat yaptığı kötülükleri bir an önce telafi etmesi gerektiğini söyler. Kayser, Şapur un bu tavrından dolayı oldukça mutlu olur, verdiği emirleri bir bir yerine getirir. Şapur ise kadirşinas vezirine kavuşmanın vermiş olduğu huzurla rahata erişir. Şapur ile vezirin hikâyesi burada sona erer. Böylece şehzade, hocasının naklettiği bu hikâye ile gerçek vefa ve sevginin ne olduğunu anlar. Aradan geçen süre zarfında şehzade büyür, Ferruh Şah ın yerine padişah olur ve hocasının hikmetlerle dolu yolunda yürümeye devam eder. Fasîh Dede, mesnevînin ana konusunu burada bitirerek hatime ve dua ile eserini tamamlar. SONUÇ Behişt-âbâd, klasik tahkiye üslubuna bağlı kalınarak kaleme alınmış, nasihatname türünde didaktik bir mesnevîdir. Makalemizde bu mesnevîyi, elimizdeki nüshadan hareketle genel hatlarıyla tanıtmaya çalıştık. Muhteva bakımından oldukça sürükleyici ve ahenkli bulduğumuz eserin dil hususiyetleri ile mesnevî geleneği içerisindeki yerine temas etmedik. Zira eser üzerine yaptığımız ilmî çalışmanın sonlarına gelmiş bulunmaktayız ve yakında geniş bir incelemeyle birlikte eserin tam metnini neşredeceğiz. KAYNAKÇA Bursalı Mehmet Tahir (2009), Osmanlı Müellifleri, (Haz. Cemal Kurnaz), C. II, Bizim Büro Basımevi, Ankara. ÇIPAN, Mustafa (2003), Fasih Divanı İnceleme- Tenkidli Metin, MEB Yayınları, Ankara. ÇIPAN, Mustafa (Mart 2010), Fâsih Ahmed Dede, Âsitâne, S. 3. s Fasih Ahmed Dede, Behişt-âbâd, İstanbul Araştırmaları Enstitüsü Kütüphanesi, Şevket Rado Yazmaları, ŞR

48 Fasîh Ahmed Dede nin Behişt-Âbâd Mesnevîsi 45 Behişt-ābād, v. 2 a Behişt-ābād, v.1 b

49 46 Hakan SEVİNDİK Behişt-ābād, v. 47 a Behişt-ābād, v.46 b

50 Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: POLITIK ALS KONFILIKTKULTUR-DARGESTELLT AM BEISPIEL TURKISCHER, ISRAILISCHER UND DEUTSCHER TEXTE Prof. Dr. Ibrahim İLKHAN Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü ilkhan@selcuk.edu.tr TÜRK, İSRAİL VE ALMAN EDEBİ METİNLERİNDE-ÇATIŞMACI KÜLTÜR OLARAK POLİTİKA Özet Edebi metinlerde politika çok anlamlılığı ve kültürel özellikleri yansıtmaktadır. Politika ve edebiyatın kültürlerdeki derin kökleri toplum içerisinde insanların tutum ve davranışlarına yön vermekte ve çağdaş edebiyat biliminin de politikayı yönlendirdiği görülmektedir. Edebiyat, başka ülkelere karşı oluşan önyargıları ortadan kaldırdığı gibi hoşgörü ve dayanışmayı da tesis etmektedir. E. Kischon, M. Kutlu ve B.Brecht in politik yazılarında toplumsal sorunlar politik gücün etkisi ile birlikte değerlendirilmektedir. Politik gerçekler kurmaca anlatımla ve derin bir zeka analizi ile ifade edilmiştir. Karşıt görüşlerin, bugün için son derece zorunlu olan Kültürlerarası Diyalogu canlandıracağı kanısındayız. Anahtar Kelimeler: Türk, İsrail ve Alman edebi metinler, politika, kültür CONFLICT CULTURE AS POLITICS IN TURKISH, ISRAEL AND GERMAN LITERARY TEXTS Abstract Politics reflects polysemy and cultural features in literary texts. The deep roots of politics and literature in cultures dominate the attitudes and the behaviours of people in society and it is seen that the contemporary literature science dominates the politics. Literature, while abolishing the prejudice towards other countries, creates tolerance and cooperation. Social problems are evaluated with the effect of political power in polical essays of E.Kischon, M.Kutlu and B.Brecht. Political realities are expressed by fictional narration and a deep analysis of intelligence. Opposing views, we are of the opinion that will dynamize Intercultural Dialogue that is very crucial in our age. Key words: Turkish, Israel and German literary texts, politics, culture

51 48 İbrahim İLKHAN 1. VORBEMERKUNGEN Anders sein und anders scheinen, Anders reden, anders meinen, Alles loben, alles tragen, Allen heucheln, stets behagen, Allem Winde Segel geben, Bös und Guten diestbar leben, Alles Tun und alles Dichten Bloss auf eignen Nutzen richten; (Friedrich von Logau) Das zitierte Gedicht ist hermeneutisch gesehen vielschichtig. Deshalb beginne mit einer These: Politik ist Konfliktkultur. Denn politische Literatur ist mehrdimensional und kulturspezifisch orientiert. Diese Überlegungen lassen sich durch die Ansichten von Franz Boas untermauern. Er war der Ansicht, dass keine Kultur den anderen überlegen sei, alle Kulturen seien nur verschieden (vgl. Hunt 1984, S. 136). Hieraus lassen sich zwei kritische Ausgangsfragen ableiten: 1. Verändern sich im Laufe der Zeit auch literarische Darstellungen parallel zu politischen Entwicklungen in den verschiedenen Kulturen? 2. Wie werden politische und kulturelle Unterschiede literarisch widergespiegelt? Tatsache ist, dass in unterschiedlich und historisch begründeten Gesellschaften Individuen in denselben Beobachtungsräumen differenzierte Wahrnehmungen zeigen (vgl. Kuhn 1970, S. 193). Nun versuche ich aufzuzeigen, wie sich unterschiedliche Kulturen in den Werken von israelischen, türkischen und deutschen Autoren widerspiegeln. Auch die politische Einstellung der Verfasser und die Untersuchung der zugrundeliegenden Literatur auf etwaige Nahtstellen der verschiedenen Kulturen sind aus meiner Sicht interessante Aspekte. Wie Studenten der Selcuk-Universität die Texte verstanden und interpretierten, werde ich in meine Ausführungen einbeziehen. 2. ZU DEN BEGRİFFEN POLİTİK UND LİTERATUR Politik und Literatur sind in den verschiedenen Kulturen tief verwurzelt und prägen die Einstellung und das Verhalten von Menschen in der Gesellschaft. So hat populäre, gesellschaftskritische Literatur auch immer einen Einfluss auf die Politik eines Landes. Aber auch umgekehrt kann Politik den Hintergrund für Literatur bilden. Politik findet auf verschiedenen Ebenen statt und wird geprägt von unterschiedlichen Aspekten:

52 Politik Als Konfiliktkultur-Dargestellt Am Beispiel Turkıscher, Israilischer und Deutscher Texte 49 - politische Ansichten von Individuen in einer Gesellschaft - Politik in der Stadt, Kommune, Bundesland - Politik im einzelnen Land (Bsp.: Deutschland ist gegen einen EU-Beitritt der Türkei / die Türkei will Mitglied werden) - religiös geprägte Politik (Bsp.: in Deutschland: CDU: christlichdemokratische Gefahr Union) - schwarz-weiß-malende Politik (zu einseitige Ansichten) - polarisierende Politik, Rassenpolitik (Bsp.: früher in Südafrika: Apartheid / Rassentrennung zwischen Schwarzen und Weißen) / bedrohende Politik, von Krieg (Bsp.: vor kurzem, Oktober 2006 Atomtests in Nordkorea / Irakkrieg im Jahr 2003) Was kann nun die Literaturwissenschaft gegen diese letztgenannten Strömungen tun? Eine banale Antwort lautet: Selbstvertändlich vieles. Denn anspruchsvolle Literatur tangiert immer auch das kulturelle Leben und somit das Denken von Menschen in einer Gesellschaft. Weltliteratur beispielsweise kann m. E. verschiedene Kulturen miteinander verbinden (Bsp.: Orhan Pamuk, Literaturnobelpreisträger 2006, ist auch in Deutschland populär / Orhan Pamuk bekam als erster türkischer Schriftsteller den Literaturnobelpreis für seine Verdienste als Brückenbauer zwischen den Kulturen. (Pressemitteilung der Deutschen Presseagentur ). Weltliteratur schafft und beschleunigt Gemeinsamkeiten und kann Vorurteile abbauen, die gegenüber fremden Ländern vorherrschen. Dadurch kann die Einsicht wachsen, dass ausländische Menschen anders sind und diese Andersartigkeit keine Abwertung bedeutet. Die Annäherung verschiedener Kulturen durch Literatur kann Fremdenfeindlichkeit abbauen und mehr Toleranz und Solidarität zwischen den verschiedenen Völkern schaffen. 3. DİE ROLLE DES POLİTİSCHEN DENKENS İN LİTERARİSCHEN TEXTEN Zur Veranschaulichung von politischem Denken verwende ich nun Texte internationaler Autoren wie Ephraim Kishon, Mustafa Kutlu und Bertolt Brecht.

53 50 İbrahim İLKHAN In der Einleitung der Erzählung Der Blaumilchkanal von Ephraim Kishon wird das gesellschaftliche Leben in Israel und das politische Denken in diesem Land kritisch beurteilt. Der Autor bemüht die Metapher einer Straße, die immer wieder aufgerissen wird. Diese Thematik spitzt sich zu mit folgenden Aussagen... die israelischen Straßen mit Reisverschlüssen zu versehen. (Kishon 1998, S.7) Ein weiteres sprachliches Mittel ist die Satire, für die der Autor bekannt ist. Das Hörspiel ist gefüllt mit konnotativen Wortpaaren, in dem Übergänge zwischen Wirklichkeit und der Phantasiewelt im Diskurs wie etwa folgende anzutreffen sind: Vielleicht ist die Kanalisation schadhaft geworden. Wenn da etwas schadhaft ist, dann sind s die Köpfe unserer Politiker. Hier geht s um Politik, um nichts anderes. Vielleicht hat der Bürgermeister einen Konflikt mit dem Verkehrsminister und will ihn blamieren. Und was ist das Resultat? Ich kann nicht in mein Haus hinein... Nieder mit dem Bürgermeister! Nieder mit der Polizei! Nieder mit der Regierung! (a.a.o., S. 11) Im Blaumilchkanal wird Unfriede und die damit verbundene Frage nach dem Sinn kritisch beleuchtet. So können sich beispielsweise politische Meinungsverschiedenheiten und gesellschaftliche Strukturdefizite derartig entwickeln, dass eine Gesellschaft nicht mehr in Einklang miteinander leben kann und sich die Bevölkerung beispielsweise gegen die Politik ihres Landes auflehnt. Zwei Themenkreise werden im Text Der Blaumilchkanal miteinander verknüpft: Zum einen die geschichtliche Entwicklung Israels und die politische Spannung in diesem Land : Die Gründung Israels, der Bau von Infrastrukturen und die politische Absetzung von Kwibischvky. Zum anderen werden die daraus resultierenden Einflüsse auf das gegenwärtige und vergangene Leben in der Gesellschaft dargestellt. Auch im Text Ziegler übertreibt wird die Politik im Staate Israel kritisch hinterfragt. Kishon verdeutlicht dies, indem er Ambivalenzen wie traurig - glücklich verwendet. In beiden Texten Der Blaumilchkanal und Ziegler übertreibt wird die politische Entwicklung in Israel an individuellen Lebensläufen mit Krisen- und Wendepunkten konkretisiert. Desweiteren werde ich nun türkische Literatur untersuchen; der Autor ist Mustafa Kutlu. Aus seinem Buch SIr (Geheimnis) expliziere ich zwei Erzählungen: - Mülleimer der Geschichte - Politische Vision Sowohl der Titel des Buches als auch die Überschriften der Erzählungen deuten an, dass politisches Denken auch diese Texte prägt und sie gesellschaftskritisch zu verstehen sind. Die Erzählung Tarihin cöp sepeti (Mülleimer der Geschichte) beginnt mit folgendem Satz: Wenn eines Tages in

54 Politik Als Konfiliktkultur-Dargestellt Am Beispiel Turkıscher, Israilischer und Deutscher Texte 51 diesem Lande der schwarze Vorhang, der auf die Wirklichkeit gehängt ist, zerrissen wird und die Wirklichkeit an das Tageslicht käme, ist Folgendes zunächst zu äußern: Als er diesen Satz mit der Schreibmaschine schrieb, wurde er vom Chef gebeten, dass er zu ihm kommen solle. Nachdem er zurückkam, erzählte er im inneren Monolog über die Kinderarbeit auf dem Markt, über die wirtschaftliche Krise und die Inflation, über den Verstoß gegen die Vorschrift bei der ISKI (Wasser- und Kanalleitung des Handelskreises) Istanbuls. Zum Schluss, als er das Blatt aus der Schreibmaschine zog, rollte er es zusammen und warf es in den Papierkorb. (Kutlu 1990, S Ub.von Verfasser ) Politische Vision In der Erzählung Politik-Vizyon (politische Vision) beschreibt der Autor zunächst eine kritische Einstellung zur Politik in der Türkei. Diese Kritik wird folgendermaßen zur Sprache gebracht: Die Rechten verstehen mich nicht, die Linken sind mir fremd und sie nähern mich nicht an (vgl. a.a.o., S. 28). Folgenden Gedanken liegt eine Rede über die politische Vergangenheit und die Inflation in der Türkei zugrunde: Die Vergangenheit verlässt uns im Ganzen nicht, sie tritt uns wieder unerwartet gegenüber. Hier haben auch die Zeitungen eine große Rolle gespielt. Die Exzellenzen (die exzellenten Herren), die in den Zeitungen standen, werden Zeitungsinhaber. Soll es nicht sein? Das ist doch die Macht. (a.a.o., S. 34 Ub. von Verfasser). Die beiden Erzählungen bieten eine in sich schlüssige Botschaft: Nämlich die Macht der Politik. Staatliche und gesellschaftliche Probleme werden unter der Macht der Politik zur Diskussion gestellt. Die politische Realität wird durch fiktive Gestaltungen und scharfsinnige Analysen erläutert. Die Erzählung Politische Vision ist doppelschichtig und besteht aus einem objektiven und subjektivem Element, die aufeinander bezogen sind. Die Politik gehört seit jeher zu den großen Themen der Literatur. Besonders einige Gedichte von Bertolt Brecht bewegen sich im Spannungsfeld zwischen dichterischen und politisch-kritischen Zielsetzungen: Das Lied vom Anstreicher Hitler Der Anstreicher Hitler sagte: Liebe Leute, lasst mich ran! Und er nahm einen Kübel frischer Tünche und strich das deutsche Haus neu an. Der Anstreicher Hitler sagte: Diesen Neubau hat s im Nu! Und die Löcher und die Risse und die Sprünge, da strich er einfach alles zu. Die ganze Scheiße strich er zu.

55 52 İbrahim İLKHAN Oh Anstreicher Hitler warum warst du kein Maurer? Dein Haus wenn die Tünche in den Regen kommt kommt der Dreck drunter wieder raus. Kommt das ganze Scheißhaus wieder raus. Der Anstreicher Hitler hatte bis auf Farbe nichts studiert und als man ihn eben ranließ, da hat er alles angeschmiert. Ganz Deutschland hat er angeschmiert. (Bertolt Brecht, zitiert nach Neis 1983, S. 59) In diesem Gedicht wird Hitler als betrügerischer Anstreicher dargestellt. Mit den Metaphern Anstreicher, Farbe und anschmieren 1 macht Brecht auf die Missstände in Deutschland in den 30-er Jahren und auf die Machtübernahme Hitlers aufmerksam. In den beiden letzten Zeilen de Gedichts wird die handwerkliche Tätigkeit des Anschmierens auf die politische Ebene übertragen, indem das doppeldeutige Wort anschmieren in einem bedeutungserweiternden Sinn gebraucht wird: Ganz Deutschland hat er angeschmiert. (a.a.o., S.60) Die hier implizierten Begriffe von der historischen Faktizität und präzise Denkweise scheinen problematisch zu sein. Denn die Semiose sei unendlich, ein Zeichen gebe das andere, eine Interpretation die andere. Wie armselig ist dagegen eine Deutungspraxis, die meint, irgendwann den Punkt gefunden und den Textsinn festgelegt zu haben... (Spinner 1995,S 9 ) Auch bei Kishon läßt es sich feststellen, daß die Nazis in seiner Kind- und Jugendheit ihn empört haben. Als für nicht verantwortlicher Mensch findet er eine Lösung : Es ist nicht sinnvoll die Feinseligkeit und Vorurteile gegenüber Nazis weiterzuführen. (Vgl.Kishon 1998,S. 106) 4. REZEPTİON UND DEUTUNG VON TÜRKİSCHEN STUDENTEN ZU DEN TEXTAUSZÜGEN Ich gehe nun der Frage nach, wie die unterschiedlichen Texte von türkischen Studenten rezipiert und interpretiert wurden. Der Text von E. Kishon Der Blaumilchkanal erzeugte bei den Studierenden eine hohe Aufmerksamkeit. Sie meinten, dass der Text Konflikte in ökonomischer und sozialer Hinsicht aufgreift. Auch religiöse Aspekte werden ihrer Meinung nach im Text verarbeitet. Sie interpretierten den Text mit ihren Vorkenntnissen, die sie aus Zeitungen bekommen hatten. 1 Anschmieren hat in der deutschen Umgangssprache die Bedeutung von blenden, anlügen.

56 Politik Als Konfiliktkultur-Dargestellt Am Beispiel Turkıscher, Israilischer und Deutscher Texte 53 Aus der Sicht der Studenten werden die Geisteskranken als Sinnbild von Konflikten des Staates Israel mit anderen Ländern angeführt. Auch die Texte von Kutlu werden sehr tiefsinnig gedeutet. Das Bild des schwarzen Vorhangs wird gesellschaftskritisch und politisch interpretiert und wird mit dem Kapitalismus in Zusammenhang gebracht. Das hat m.e. mit einem marxistisch geprägten Kulturverständnis zu tun. Das Gedicht von Bertolt Brecht konnte vermutlich aus mangelnder Sprachkompetenz und aufgrund unterschiedlicher kultureller Prägung nicht hinreichend interpretiert werden. Jedoch wurde die Zeile Ganz Deutschland hat er angeschmiert realistisch und angemessen ausgelegt und es entstand eine politische Diskussion, die folgende Frage aufwarf: Müssen die Deutschen für diese Nazi-Zeit dauernd büßen? Diese Frage spiegelt das Wissen der türkischen Studenten über den Zweiten Weltkrieg wider und zeigt ebenso eine Sympathie für die deutsche Bevölkerung. 5. ZUSAMMENFASSUNG UND SCHLUSSFOLGERUNG Persönliche Einstellungen von Menschen eines Landes gegenüber anderen Kulturen sind zum größten Teil verzerrt und vorurteilsbeladen. Diese Vorurteile entstehen oftmals aus Unkenntnis. Politische Literatur orientiert sich m. E. am Eigeninteresse und am Selbstverständnis des jeweiligen Autors. Unter diesen Gesichtspunkten bieten die Verfasser Möglichkeiten der Information, der Bewusstseinsbildung in Bezug auf ihre eigene Denkweise und schaffen Möglichkeiten der Solidarisierung durch interkulturelle Kommunikation. Trotzdem bleibt m. E. Kultur als Politik oder Politik als Kultur immer eine Konfliktkultur. Beispielsweise unterscheidet sich die türkische Kultur in starkem Maße von der deutschen. Rezeptiv betrachtet ist politische Kultur in der Literatur mehrdimensional (multi-normativ). Die vorgegebene Literatur soll nicht nur als schöne Kunst verstanden werden, sondern sie steht als Sinnbild für internationale Geschichte und dient der interkulturellen Bewusstseinsänderung. Dieser Diskurs, der auch die kontroverse Meinung von Studenten impliziert, soll zum Dialog der Kulturen anregen, der m. E. in der heutigen Zeit unbedingt notwendig ist.

57 54 İbrahim İLKHAN LITERATURVERZEICHNIS HUNT, Morton (1984). The Universe Within, Corgi books, London. KISHON, Ephraim (1988). Der Blaumilchkanal, in: Alle Satiren, deutsch von Friedrich Torberg, RM-Buch u. Medien-Vertrieb, München. KUHN, Thomas S. (1970). The Structure of Scientific Revolutions, The Universitiy of Chicago Express, Chicago. KUTLU, Mustafa (1990). Sır, Dergah Yaninari, Istanbul. LOGAU, Friedrich von (1983). Heutige Weltkunst, in Neis, Edgar (Hrsg.): Politisch-Soziale Zeitgedichte, Bange-Verlag, Hollfeld. NEIS, Edgar (Hrsg.) (1983). Politisch-Soziale Zeitgedichte - Interpretation motivgleicher Gedichte in Themengruppen, Bange-Verlag, Hollfeld. SPINNER H., Kaspar (1995). Poststruktralistische Lektüre imunterricht am Beispiel der Grimmschen Märchen. In : Deutschunterricht

58 Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: FERRÎ NİN FARSÇA BİR TERCÎ-İ BENDİNİN TÜRKÇE YE ÇEVİRİSİ VE AÇIKLANMASI Yrd. Doç. Dr. İbrahim KUNT Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fars Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı ibrahimkunt@yahoo.com Özet Divan şairlerinden Ferrî mahlaslı Mehmet Efendi XVIII. yy. da Osmanlı Devleti nde yaşamıştır. Onun tek eseri Dîvân ıdır. Çoğunluğu Türkçe şiirlerden oluşan Dîvân ında bazı Farsça şiirler de bulunmaktadır. Bu makalede Ferrî nin Farsça bir tercî-i bendi incelenmiş, şairin kullandığı tasavvufî terimler açıklanmaya çalışılmıştır. Böylece Ferrî nin tasavvufî bilgi birikimi ortaya çıkarılıp ilim âlemine sunulmuştur. Ayrıca, Osmanlı döneminde yaşamış bir şairin Farsça şiir söylemedeki yeteneği de belirlenmeye çalışılmıştır. Netice itibariyle Ferrî nin kullandığı tasavvufi terimlerinden geniş bir tasavvufî birikimi olduğu söylenebilir. Anahtar Kelimeler: Ferrî, Fars Şiiri, Tasavvuf, Ferrî Divanı, Tasavvuf şiiri EXPLANATION AND TRANSLATION OF A FERRÎ S PERSIAN POETRY Abstract One of the Diwan poets of the XVIIIth century Mehmet Efendi, whose pseudonym was Ferî, lived in the Otoman State. The Diwan of Ferrî is a single work of him. There are aslo Persian poems in his Diwan, most of which are composed of Turkish poems. In this article a Persian poem of Ferrî has been handled. We tried to explain the mystic words used by the poet. Thus, the mystic knowledge and capability of Ferri has been revealed. Besides, the writing skill of poet, who lived during the Otoman Empire, was attempted to be explained. As a result, we can say that Ferri was so talented and succesfull in using the terms of the mysticism. Key words: Ferrî, Persian Poetry, Mysticism, The Diwan of Ferrî, Mystic poem

59 56 İbrahim KUNT GİRİŞ Dîvân şairlerinden Ferrî mahlaslı Mehmed Efendi, XVIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIX. yüzyılın başında yaşamıştır. 1170/1756 yılında, bugün Bulgaristan da bulunan Filibe ye bağlı Tatarpazarcık da doğan 1 şairin ailesi hakkında elimizde kesin bilgi mevcut değildir. Ferrî nin vezirlerin divan kâtipliği ve mektupçuluk gibi görevlerde bulunmuş olması onun iyi derecede bir tahsil gördüğünü düşündürmektedir. Mesleğiyle ilgili olarak Ferrî Dîvânının mukaddimesinde, Dîvân kâtibi Mehmed Hâmî; şairin Beğlik Odası, Defter-i Hâkânî, Vezirlerin Dîvan Kâtipliği ve mektupçuluk gibi görevlerde bulunduğunu belirtmektedir 2. Ayrıca Mehmed Süreyyâ da onun Mültezim olduğunu kaydetmektedir 3. Keza Tatarpazarcık yakınlarında, cizye iltizâmı ve bakâyâ tahsili sırasında vurularak öldürüldüğünü de Dîvânından öğreniyoruz 4. Kaynaklarda Ferrî nin ölüm tarihi 1220/1805 olarak verilmektedir 5. Yapılan çalışmalar, Ferrî nin tek eserinin, Dîvânı olduğunu göstermektedir. Ferrî Dîvânının bilinen iki nüshası bulunmaktadır 6. Dîvanda bulunan 10 kasîdeden biri Farsça dır. Bu çalışmada konu edinilen Farsça Tercî-i Bend de, Dîvandaki tek tercî-i bend dir. Bu şiir, her biri 6 beyitlik beş bentten oluşmaktadır. Dîvanda bulunan 12 tahmisten biri ve 200 gazelden de dördü Farsçadır. Ayrıca Ferrî Dîvanında müstezad, 10 kıt a, 9 müfred ve 149 beyitlik bir Mesnevî vardır. Ferrî nin çokça kullandığı aruz vezinleri şu şekildedir: Mef ûlü/mefâ îlü/mefâ îlü/fe ûlün Fâ ilâtün/ Fâ ilâtün/ Fâ ilâtün/fâ ilün Mef ûlü/ Fâ ilâtü/ Mefa îlü/ Fâ ilün Mefa îlün/ Mefa îlün/ Mefa îlün/ Mefa îlün Fe ilâtün/ Fe ilâtün / Fe ilâtün/ Fe ilün Mefâ îlün/ Mefa îlün/ Fe ûlün Mefâ îlün/ Fe ilâtün/ Mefâ îlün/ Fe ilün Fe ilâtün/ Mefâ îlün/ Fe ilün Müstef ilün/ Müstef ilün/ Müstef ilün/ Müstef ilün 1 Mehmet Nâil Tuman, Tuhfe-i Nâilî, II, 770; Mehmet Kırbıyık, Ferrî Mehmed Hayatı, Eserleri ve Dîvânının Tenkitli Metni, (Selçuk Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Konya 1994,), V 2 Ferrî, Dîvân-ı Ferrî, Mevlana Müzesi Ktp., No:2426, vr. 2a. 3 Mehmed Süreyyâ, Sicil-i Osmânî, Matbaa-i Âmire, IV, Ferrî, Dîvân-ı Ferrî, Mevlana Müzesi Ktp., No:2426, vr. 2a. 5 İsmail Paşa el-bağdadî, Keşfu z-zunûn Zeyli, II, 522; İsmail Paşa el-bağdadî, Esmâ u l-müellifîn, II, : İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, No: 2840; 77 yaprak, 19 satır, nesih yazı ile yazılmış olup kırmızı deri bir cilt içerisindedir. 2: Mevlana Müzesi Kütüphanesi, No: 2426; 52 yaprak, 15 satır, talik yazı ile yazılmış olup kırmızı deri bir cilt içerisindedir.

60 Ferrî nin Farsça Bir Tercî-i Bendinin Türkçe ye Çevirisi ve Açıklaması 57 Ferrî nin üslubunun sanatlı ve dilinin ağır olduğu söylenebilir. En çok rastlanılan sanatlar arasında tenâsüb, tevriye, telmîh, sihr-i helâl, cinâs ve tekrîr sayılabilir. Arapça ve Farsça kelimelere çokça yer vermiştir. Türkçe birçok manzumesinde 5 hatta 6 Arapça ve Farsça kelime ile tamlama yaptığı görülmektedir. Ferrî nin şiirlerine genellikle hüzün ve keder hâkimdir. Dîvanda tespit edilen 25 nazîre, onun nazîre alanında oldukça yetenekli bir şair olduğunu göstermektedir. O, genellikle Keşanlı Zihnî, Sabîh ve Neyyir gibi, şöhretini duyuramamış şairlerin şiirlerini tanzir etmiştir. Şairin şiirlerinde dikkati çeken bir diğer husus ise, denizcilik ve mûsikî terimlerini güzel bir üslupla kullanabilmiş olmasıdır. Şiirlerinde bazen müstehcen kelime ve deyimlere de yer vermiştir. Özellikle gazellerinde aşk açısından kaynaklanan karamsar bir ruh hâli hâkimdir. Tercî -i bend nazım şekli; aynı vezinde, farklı kafiyelerde söylenmiş birkaç şiirden yani bentten oluşmuş manzumedir. Aynı vezinde ve kafiyede birkaç beyit söylenip (bent); sonra önceki beyitlerle vezinde aynı, kafiyede farklı, musarra (kafiyeli) bir beyit getirilir ve bu iş, her bendin sonunda münferit bir beyit getirilerek birkaç defa tekrar edilir. Terciibentte bentleri birleştiren ve aynen tekrar edilen beyitlere, Fars Edebiyatında bend-i terci veya bend-i gerdan, Türk Edebiyatında ise vasıta adı verilir. 7 Yazımıza esas teşkil eden Farsça tercî-i bend, Tercî -i bend be-lisân-ı sûfiyye başlığını taşımaktadır. Bu başlık, Sufî diliyle yazılmış bir tercî -i bend şeklinde düşünülebilir. Bu başlıktan, Ferrî nin Farsça yı tasavvuf dili olarak kabul ettiği anlaşılmaktadır. Ferrî bu tercî -i bendi, divanında en çok kullandığı vezin olan hecez bahrinin mef ûlü/mefâ îlü/mefâ îlü/fe ûlün vezniyle kaleme almıştır. Her beytine tarafımızdan sıra numarası verilen bu manzûmenin Farsça aslı, Türkçeye tercümesi ve izahlar şu şekildedir: در ميکدۀ بزم ازل مست خرابيم وارستە قيد هوس ذوق عذابيم.1 Ezelî meclis meyhanesinde sarhoşluktan harap olmuşuz; heves bağından kurtulup azaptan zevk alıyoruz. Ferrî ilk beytinde, ezel bezmi meyhanesinde sarhoş olduğundan bahsetmektedir. Tasavvufta ve İslam edebiyatında en eski zaman, en eski meclis olarak bilinen bezm-i ezel ya da bezm-i elest tabiri Allah ın Ben sizin Rabbiniz değil miyim? 8 sözüne ve ruhların Evet, sen bizim Rabbimizsin demelerine işaret etmektedir. Ezel bezminde ruhların verdiği söze sadık kalıp kalmadıkları ise dünya hayatındaki davranışlarıyla belirlenecektir. Ferrî bu mecliste kendinden geçip harap olma derecesinde sarhoş olduğunu, yani aşk deryâsına gark olduğunu 7 Veyis Değirmençay, Nazım Şekilleri, 41 8 A râf sûresi, 7/172

61 58 İbrahim KUNT belirtmiş, seyr ü sülûk yolunda geçtiği merhaleleri ve heves bağından nasıl kurtulduğunu dile getirmiştir 9. چون جرعه گهی در ده ادبار سر انداز گه برق جهانيم و گهی نور شهابيم. 2 Bazen bir damla gibi talihsizlik köyünde sarhoş; bazen cihanın şimşeği, bazen de yıldızın ışığıyız. Sarhoşluk, âşığın bütün varlığına aşkın hâkim olmasıdır. Sarhoş, ne yaptığının ve nerede bulunduğunun bilincinde olamadığından, bazen kötü ve istenilmeyen yerlerde, bazen de iyi ve istenilen mevkilerde bulunabilir. در سلسلە عقد ثري ا گهی بستيم گه ذرۀ ناديدۀ خورشيد صوابيم.3 Bazen Ülker yıldızının gerdanlık zincirinde bağlıyız; bazen de doğruluk güneşinin görünmeyen zerresiyiz. Gerdanlığına benzetilen Süreyyâ yıldızı, kamer menzilindedir; güneş vahdete, ay kesrete işaret eder 10. Şair 3. beyitte vahdette kendisinin görünmeyen bir zerre olduğunu, yani dördüncü seyr mertebesi olan Seyr ani llah mertebesinde bulunduğunu belirtmektedir. Ayrıca zerre aczi, güneş ise kemâli yüceliği temsil eder. Divan şiirinde şairler çoğu zaman kendilerini zerreye, sevgiliyi(maşuğu) güneşe benzetirler. Zerre nasıl güneşe meylederse aşık da maşuğun cezbesindedir. گه غاژۀ رخسارۀ حوران بهشتی گه در کف و در طرۀ ناهيد حضابيم.4 Bazen cennet hurilerinin yanağının allığı; bazen avuçta, bazen de çoban yıldızının kâkülünde kınayız. Nâhid, zühre ve Venüs, Dîvan şiirinde güzel bir kadın olarak tasvir edilir. Gök cisimlerine, özellikle seyyârelere şahsiyet verilerek bazı insanî özellikler yüklenmesi, Yunan, Roma mitolojisinde olduğu gibi bizde de kullanılmıştır. En parlak gezegen olan Zühre, kadına ait tasavvurlarla kullanılır. گه شيوۀ خوش ا مدئ پير مغانيم گه لطف دم ساقي ی فرخنده خطابيم.5 Bazen muğların pirinin hoş geldin şivesiyiz; bazen kutlu hitap eden sakinin lütuf nefesiyiz. 9 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, 403

62 Ferrî nin Farsça Bir Tercî-i Bendinin Türkçe ye Çevirisi ve Açıklaması 59 Muğların pîri, aşk şarabını sunan hakikî ve kâmil mürşittir. Allah sevgisini insanlara öğretmeye çalışan mürşit anlamındadır. Seyr ü sülûk un mertebelerini anlatabilmek için şair somut olandan soyuta doğru bir yolculuk içerisine girmiştir. Buna istinaden bir cennet hurisinin allığı olmaktan yola çıkmıştır. İkinci durak, Nâhid, Zühre ya da çoban yıldızı olarak bilinir. Bu yıldıza bakmanın gönle neşe doldurduğu söylenir. Zühre nin tüm güzelliğine rağmen yolculuğa devam eden şair, kamîl mürşid veya kutb-ı âlem yerinde aşk şarabı sunan, Allah sevgisini insanlara öğretmeye çalışan bir mürşid olmuştur. O artık muğların piridir. Ulaştığı son noktada ise bezm âleminde meclise neşe ve canlılık veren O dur. Vahdetde ve kesretde tartışmasız birdir 11. دلبستگی سازيم و اسير می نابيم گه تا درياييم و گهی موج شرابيم.6 Âşıklık yapmaktayız, saf şarabın esiriyiz; bazen deniziz, bazen de şarabın dalgasıyız. Âşıklık yapmak, elest bezminde verilen söze sadık kalmak, Hakk ı ululayıp, onun yolunda deli divane olmaktır. Saf şarabın esiri olmak, ilahî ilham ve manaların esiri olmak demektir. Bazen deniz, bazen şarap dalgası olmak; bazen insanları yönlendiren insan-ı kâmil mertebesine çıkmak, bazen de ilahî ilhama mazhar olmak şeklinde anlaşılabilir 12. بی نام شدۀ داي رۀ مهر سليمان محکوم مشي ت شده هم حکمت لقمان.7 Süleyman mührünün dairesinde isimsiz; Lokman ın hikmetinde de irade mahkûmuyuz. Hz. Süleyman ın parmağında bulunan yüzükte İsm-i a zam yazılı olduğundan insan ve cin, vahşi hayvanlar ve kuşlar ona itaat halindedir. Hz. Süleyman ın hanımına emanet ettiği yüzüğü Sahr adlı bir dev alır ve Süleyman ın tahtına geçer. Hz. Süleyman yüzüğünü geri almak için türlü zorluklar çekmiştir 13. Kur ân-ı Kerîm de kendisine hikmet verildiğinden bahsedilen ve adıyla anılan bir sûre bulunan Lokman (as) ın peygamber olup olmadığı konusu tartışmalıdır. And olsun biz Lokmân a: Allah a şükret! Diyerek hikmet verdik. Kim şükrederse, ancak kendi nefsi için şükreder. Kim de nimeti inkar ederse, şüphe yok 11 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, 502; İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, 538; Nimet Yıldırım, Fars Mitolojisi Sözlüğü, Bu manzûmede bulunan bend-i tercî her altı beyitte bir tekrarlanmaktadır. Bundan sonraki tekrarlarda açıklama yapılmayacaktır. 13 Ali Nihad Tarlan, Şeyhî Divanı nı Tedkik,

63 60 İbrahim KUNT ki Allah (onun şükrüne) muhtaç değildir, her türlü övgüye layıktır. 14 Kimi zaman peygamber olduğu da iddia edilen Lokman, hikmet ve hekimliğin pîridir 15. سوزنده خليل از اثر ا تش عشقش فرزندش ازان جای محبت شدی قربان.8 Onun aşk ateşinden Halil yanmış; onun oğlu muhabbet nedeniyle kurban olmuş. Hz. İbrahim, Nemrud a itaat etmediği için ateşe atılarak cezalandırılmak istenmiştir. Ancak ateşe atılırken Cebrail (as) gelip Ben Cebrail im bana ihtiyacın var mı? diye sormuş, Benim sana ihtiyacım yok. Benim ve ateşin yaratıcısı olan Allah tan yardım isterim. şeklinde cevap veren İbrahim peygamberin içinde bulunduğu ateş gül bahçesine çevrilmiştir. Bu olay neticesinde Hz. İbrahim Halîlullah sıfatına mazhar olmuştur. İlk karısı Sâre nin çocuğu olmayınca Hacer ile evlenen İbrahim peygamberin İsmail adında bir oğlu dünyaya gelmiş, İsmail dünyaya gelmeden önce çocuğunu kurban etme vaadinde bulunan Hz. İbrahim zamanı gelince İsmail i süsleyip kurban etmeye hazırlamıştır. Bütün yaşanacakların farkında olan İsmail (as) büyük bir sabır ve sakinlik göstermiş, kurban edilme esnasında Cebrail (as) bir koç ile gelerek Allah tarafından sınandıklarını ve böyle bir hikmete mazhar olduklarını müjdelemiştir 16. بيت الحزن محويت ا راستە يعقوب ا يينە بيننده ديگر شاهد ايمان.9 Yakup mahviyetin hüzünler evini süslemiş; gören ayna artık imana şahit olmuş. Hz. Yakub, oğlu Yusuf u kaybettikten sonra yıllarca ağlamış ve ızdırap çekmiş, Hz. Yakub un hüzün ve ızdırab içerisinde yaşadığı bu eve Beytü l-hazen denmiştir. Hz. Yakub Yusuf undan ayrılma dehşetini yaşarken sabır ve metaneti elden bırakmamıştır. Kur ân-ı Kerîm de, Peygamberimizin kendi ümmetine, ümmetin de diğer insanlara şahit olacağı çeşitli ayetlerde belirtilmekte olup, bu durumun bir mikyas olarak kabul edileceği söylenmektedir 17. Ferrî, gören aynanın imana şahit olmasından bahsetmektedir, çünkü ona göre ayna, insan-ı kamilin kalbidir. Bu kalp, insan-ı kamil için şahitlik edecektir Lokman sûresi, 31/12 15 Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedesi, Lokman maddesi, XXVII, M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, I, Bkz. Örneğin, Bakara sûresi, 2/143 ve Nîsâ sûresi, 4/41 18 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, 71

64 Ferrî nin Farsça Bir Tercî-i Bendinin Türkçe ye Çevirisi ve Açıklaması 61 اي وب همه قانع اوضاع بلايش استاده عصای حوريش موسي عمران.10 Eyüp bütün belalara katlanmış; İmran ailesinden olan Musa asasıyla durmuş. Sabır numûnesi olan Hz. Eyüp, uzunca bir dönem hastalık sahibi olarak yaşamış, bu dönem içinde türlü belalara uğramıştır. Kur an ı Kerim de kendisinden Ne güzel, ne iyi kuldur 19 şeklinde bahsedilmiştir. Hz. Musa, ailesiyle birlikte memleketine doğru gelirken, Tûr dağı civarında bir ateş görür. Ateşe yaklaştıkça, bir ağaçtan ses geldiğini duyar. Allah, orada bulunan bir ağaçtan Musa ya seslenmektedir. Musa dan nalınlarını çıkarmasını ve asasını yere bırakmasını ister. Emri yerine getiren Musa (as) ya bazı mucizeler bahşedilerek Firavun a gidip tebliğde bulunması emredilir. Musa (as) ya verilen en büyük mucizelerden biri, asasının yılan şekline girerek sihirbazların sihirlerini yutmasıdır 20. تکميل مساحت شده عيسی همه بکفت در نشوهگه بزم محمد ز دل و جان.11 İsa nın bütün sözleri gerçekleşti; canı gönülden Muhammed in neşve meclisinde, İsa (as.) ülü l-azm peygamberlerdendir. İsa nın sözü doğruluktan yanadır. Ben size balçıktan bir kuş sureti yapar, ona üflerim, tekrar Allah ın izniyle kuş olur 21 ayetinde de belirtildiği üzere, Allah ın yardımıyla verdiği sözde durmuş ve mucizeyi meydana getirmiştir. Allah ın izniyle ölüleri diriltme mucizesi gösteren İsa peygambere inanmayanlar onu öldürmek istemişler ancak Allah, İsa peygamber e şöyle buyurmuştur: Ey İsâ! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkar edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim. 22. Arşa çekilip dördüncü mertebeye yerleştirilen Hz. İsa ile Hz. Muhammed Mi rac da buluşup konuşmuşlardır 23. دلبستگی سازيم و اسير می نابيم گه تا درياييم و گهی موج شرابيم.12 Âşıklık yapmaktayız, saf şarabın esiriyiz; bazen deniziz, bazen de şarabın dalgasıyız. 19 Sâd sûresi, 38/ M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, II, Âl-i İmrân sûresi, 3/49 22 Âl-i İmrân sûresi, 3/55 23 Sahîh-i Buhârî,

65 62 İbrahim KUNT ديدم به مزايای می گوهر احمر رخسار نموده همه يک اقدسی پيکر.13 Mübarek bir sevgilinin yüzünün tamamını; kırmızı cevher şarabının meziyetlerinde gördüm. Cevher; Allah, O ndan başka olan her şey araz olarak isimlendirilir. Cevher şarabı sevgilinin vuslatı ile aşığın gönlünü temsil eder. Sevgiliye kavuşma şerefine erişen âşık artık sevgilide yok olmanın sarhoşluğundadır. Gönlünün karışıklığını bertaraf eden âşık, artık zühd alemine kavuşarak kendine bir mevki elde etmiştir 24. رفت از دل شوريده همه رشد و سرادم ديدم که پديد ا مد يک ساحە احضر.14 Karışık gönülden bütün hidâyet ve muradım gitti; bir yeşil alanın ortaya çıktığını gördüm. گم گشته همه هستي اسرار و ابراز در مظهر نيستي عدم خلق به يکسر.15 Bütün sırların ve âşikârların varlığı, yaratılanların adem yokluğunda kaybolmuş. Bu beyitte şairin ele aldığı konu, her dönemde insanoğlunu düşündüren en önemli mevzulardandır. Tasavvufi açıdan bakıldığında Hakk dan başka tevehhüm edilen mevcûdat hakikatte yoktur, yani Vahdet-i vücud düşüncesinde, Hakk tan gayrısı, yokluğa (adem) atfolunur. Tasavvufta adem iki türlüdür: Mutlak adem ve mümkün adem. Mutlak adem, hâlis şer ve mutlak karanlıktır. Bunun mukabili olan vücûd da hâlis hayır ve sırf nurdur. Adem bâtıl, vücûd Haktır. Mümkün adem ise, olmamakla birlikte olması mümkün olan ademdir. Mümkün adem, tasavvufta zıll kelimesiyle ifade edilir 25. ا دم نزند دم عل م الاسما ا غازه نداده دل داود پيمبر.16 Âdem, isimleri öğretti 26 den dem vurmaz; yankıyla seslenmez. Davud peygamberin gönlü Allah ın Hz. Âdem e isimleri öğrettiği ve meleklerle Hz. Âdem i bu isimler konusunda sınadığı Kur ân-ı Kerîm de anlatılmaktadır 27. Bu isimlerin ne olduğu konusunda mutasavvıflar arasında ihtilaf varsa da, genellikle bunların eşya 24 İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Bakara sûresi, 2/31 27 Bakara sûresi, 2/31

66 Ferrî nin Farsça Bir Tercî-i Bendinin Türkçe ye Çevirisi ve Açıklaması 63 isimleri, melek isimleri, tüm dillerle ilgili bilgiler ya da Esmâ ü l-hüsnâ olduğu yönünde rivayetler bulunmaktadır 28. Davud (as) sesiyle ünlenmiş bir peygamberdir, Dâvûdî sesli olma tabirinin kaynağıdır. Kendine indirilen kitap olan Zebûr u okuduğunda dağların inlediği, hatta bazı insanların can verdikleri rivayet edilmiştir 29. من هم ره ميخانە نيستی که رسيدم ديدم که کند شخص عدم اين سخن ازبر.17 Ben de yokluk meyhanesi yoluna ulaşınca; bu sözü ezberleyen bir yokluk şahsı gördüm. Burada şair kendini Mirac a çıkmış kabul ederek Yokluk meyhanesi yolunun Allah a giden yol olduğunu anlatıyor. Bu yolda, o sözü, olmayan birinin ezberlediğini gördüğünü söylüyor. Olmayan kimse, dünyadan sıyrılmış insan-ı kâmil olmalıdır. Ezberlediği söz ise açıkça belirtilmemiştir ama Ferrî nin şiirini ezberlemeye çalıştığını düşündürmektedir. دلبستگی سازيم و اسير می نابيم گه درياييم و گهی موج شرابيم.18 Aşıklık yapmaktayız, saf şarabın esiriyiz; bazen deniziz, bazen de şarabın dalgasındayız. ا ن مفخر عالم که شهنشاه رسالت محبوب خداوند قديم و احدي ت.19 Peygamberliğin şâhı, Kadim ve Ehad olan Allah ın sevgilisi (Hz. Muhammed) alemin kıvancıdır. ديدم به سريری که کند بخش فيوضات من دلشده را در دمی فرمود اشارت.20 etti. Onu bir tahtın üzerinde feyizler saçarken gördüm; bir anda ben âşığı işaret Ondokuz ve yirminci beyitlerde, Ferrî Hz. Peygamberi gördüğünü ve kendisini işaret ettiğini belirtmektedir. Hz. Peygamberi görmek kutlu bir durum olarak kabul edilmektedir. Peygamber tarafından işaret edilmek ise ayrı bir övünç kaynağıdır. 28 İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu l-beyân, I, M. Asım Köksal, Peygamberler Tarihi, II,

67 64 İbrahim KUNT رومال شدم پايش وخوردم ز غبارش ا ن خاک شدی مايە عرفان و درايت.21 Onun ayağına yüzümü sürüp, yolunun tozunu toprağını yuttum; o toz toprak irfan ve dirâyet mayası oldu. Şair bu beyitte Hz. Peygamberin yolunun tozu toprağı olduğunu ve O nun yolundan ilerlediğini ifade etmeye çalışmıştır. Hâk-i pây ve türâb-ı kadem gibi ifadeler ayağının tozu anlamına gelmekte olup, tevâzû ve hayranlık ifadesi olarak kullanılmaktadırlar. Onun yüzünü görmek, ayağına yüz sürmek, tozuna ve toprağına bulanmak bir şeref kaynağıdır. دارم به هوا نخوت و خود بيني عجبم بخشيده شد اکسير دلارای محب ت.22 Kibrimi bıraktım, muhabbetin gönül süsleyen iksiri bağışlandı. Bu beyitte kibrini bir kenara bıraktığından bahseden Ferrî, şeytanî huylardan kurtulduğunu ifade etmektedir. Zira şeytanı Hz. Âdem e secde etmekten alıkoyan kibirdir. İksirle kastedilen, kendisine bağışlanan manevî kuvvettir. Şair bu kuvvetle kendini aşmış, açılan maneviyat penceresi sayesinde uzun ve zor yolları katetmiştir 30. ما را ز من ا ن نشي ه ببرد عالم نيستی ف ری چه کنم محوم و در من نه ارادت.23 O neşe bizi benden alıp yokluk alemine götürdü; Ferrî, ne yapayım yok oldum bende irade kalmadı. Şairin bir önceki beyitte de dile getirdiği üzere bu neşe onu kendinden geçirmiş, bambaşka bir âlemde huşû içerisinde yok olmasına vesile olmuştur. Bu sözlerle fenâ fi llâh mertebesine erdiğini anlatan şair, artık kendisinde irade kalmadığını belirtmektedir. دلبستگی سازيم و اسير می نابيم گه درياييم و گهی موج شرابيم.24 Âşıklık yapmaktayız, saf şarabın esiriyiz; bazen deniziz, bazen de şarabın dalgasıyız. گه در دل بد مست عجب رنگ فساديم خاطر شکن عارف اسرار گشاديم.25 Bazen bedbaht gönülde sarhoş, fesadın garip rengindeyiz; (bazen de) sırları açan arifin gönlünü kırarız. 30 İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, 251

68 Ferrî nin Farsça Bir Tercî-i Bendinin Türkçe ye Çevirisi ve Açıklaması 65 Tasavvufta; Nefsini bilen, Rabbini bilir hadis-i şerifiyle tanımlanan arif kimselerin can gözleri açıktır. Sır, kalpte bulunan Rabbanî bir lâtîfedir. Ruh sevginin, kalp ma rifetin, sır da müşâhedenin mahallidir. Sır ruhânî bir nur olup, nefsin hâletidir. Sır olmaksızın nefs, iş yapmaktan aciz kalır. Nefsin beraberinde sırrın himmeti olmazsa, bir fayda elde edilemez 31. گه در بتي دلشدۀ رسم محبت با نکتە شور افگن دل نق ش سواديم.26 Bazen âşık bir güzelde muhabbet; (bazen) gönlün nakşını karıştıran kara bir noktayız. Âşık ile ma şuk arasındaki muhabbet, samimiyet üzerine kuruludur. Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim kudsî hadîsi üzerine şekillenen aşk mefhumu vahdet-i vücûd felsefesinde Allah bilinmeyi ve tanınmayı aşk yoluyla gerçekleştirmek ister şeklinde tanımlanmıştır 32. Ma şuk sülûk yolunda ilerlerken zaman zaman kalbinde çeşitli olumsuzluklar hissedebilir. Bu dönemde sâlik, parçadan bütüne; kendinden Hakim-i mutlak a doğru bir ilerleyiş ile artan yakınlaşmanın heyecanını duyar. Bu yolun sonunda ise âşık ma şûka dönüşür. Faniliğin Baki alanda eridiğini hissettiği anda iradesi kaybolur. در کنج سويدای دل عاشق معشوق گه جوشی ده نشوۀ ح ب رسم داريم.27 (Bazen) Sevgilinin âşığının gönlündeki kara noktada; bazen de sevgi neş esinin çoşku veren usûlüne sahibiz. Süveydâ, kalpteki siyah lekedir. Rivayetlere göre, Hz. Peygamberin melekler tarafından iki defa kalbi yıkanmıştır. Bir defa çocukken, süt annesi Halime nin evinde, diğeri de Mîrâca çıkmadan önce vukû bulan bu olayla, Hz. Peygamber kalbindeki siyahlıkların zemzemle temizlendiğini ifade etmiştir گه دايه بفرزند نيکو گوهر دوران گه ناله گهی نغمه زنان گاه مهاديم Bazen iyi huylu bir çocuğun dadısı; bazen inilti, bazen ninni söyleyen, bazen beşiğiz. Nâle yani inilti, münâcât ve Allah a yakarmadır. Sevgiliye âşığın durumunu anlatır. 31 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, İskender Pala, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Sahîh-i Buhârî, 104

69 66 İbrahim KUNT دم شد که مرا در همه اطوار مشي ت در پيش در پير خرابات نهاديم.29 Bir zaman olur, bendeki bütün istekleri harâbat pîrinin kapısının önüne koyarım. Mutasavvıflar harâbâtı bir tekke kabul ederek orada İlahi aşk şarabının içilip sarhoş olunduğunu söylerler. Böylece harâbât bir neş e ve feyz kaynağı, gerçeğe ulaşılan bir yer olur ve tekke mukabili kullanılır. Pir-i muğan da o tekkenin şeyhidir. Meyhane bir can kıblesidir, oraya varan bütün üzüntülerinden kurtulur 34. دلبستگی سازيم و اسير می نابيم گه تا درياييم و گهی موج شرابيم.30 Aşıklık yapmaktayız, saf şarabın esiriyiz; bazen deniziz, bazen de şarabın dalgasıyız. SONUÇ XVIII. yüzyılda yaşayan Ferrî, bu dönem şairlerinin genel özelliklerini taşımaktadır. Bu dönemde Farsça bilmek oldukça önemli bir şairlik özelliği olarak görülmektedir. Ferrî de Farsça manzûmeleriyle bu özelliği hâiz bir şair olduğunu kanıtlamaktadır. Onun şiirinde kullandığı tasavvufî kavram ve ifadeler, azımsanamayacak ölçüde yoğundur. Herhangi bir tarikate bağlılığı konusunda bir kayıt bulunamasa da, tasavvufla iç içe bir hayat yaşadığı rahatlıkla söylenebilir. Şiirlerinde çeşitli ayet ve hadislere de yer vererek Kur an ve hadis bilgisinin yeterli olduğunu, bu konuda iyi bir eğitimi bulunduğunu da bizlere göstermektedir. Tercî -i bendini yazarken kullandığı bend-i tercî, büyük bir ihtimalle kendisinindir, zira tüm araştırmalara rağmen önemli Fars şairlerinden birine ait olması konusunda bir bilgiye rastlanamamıştır. Peygamberimize olan hayranlığını anlattığı beyitler, hem etkili bir na at gibi coşkulu, hem de birçok şairde bulunan kendi şiirini beğenme ögeleriyle süslüdür. 34 age., 212

70 Ferrî nin Farsça Bir Tercî-i Bendinin Türkçe ye Çevirisi ve Açıklaması 67 KAYNAKÇA İSMAİL Paşa el-bağdadî, Hediyyetü l-ârifîn Esmâ u l-müellifîn ve Âsârü lmusannifîn, II, Beyrut İSMAİL Paşa el-bağdadî, Îzâhu l-meknûn fi z-zeyli alâ Keşfi z-zunûn, II, Beyrut EBÛ Abdullah Muhammed b. İsmâil el-buhârî, Sahîh-i Buhârî, Çev: Abdullah Feyzi Kocaer, Hüner Yay., Konya İSMAİL Hakkı Bursevî, Rûhu l-beyân, Osmanlı Yay., Terc: Ömer Faruk Hilmi, I- XII, İst. trsz. CEBECİOĞLU, Ethem, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yay., İst DEĞİRMENÇAY, Veyis, Nazım Şekilleri, Erzurum FERRÎ, Dîvân-ı Ferrî, Mevlana Müzesi Ktp., No:2426. KIRBIYIK, Mehmet, Ferrî Mehmed Hayatı, Eserleri ve Dîvânının Tenkitli Metni, (Selçuk Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya 1994, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi). KÖKSAL, M. Asım, Peygamberler Tarihi, I, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara PALA, İskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Ankara SÜREYYÂ, Mehmed, Sicill-i Osmânî, Matbaa-i Âmire, IV, İst TARLAN, Ali Nihad, Şeyhî Divanı nı Tedkik, İst. Üniv. Edebiyat Fak. Yay., İst TUMAN, Mehmet Nâil, Tuhfe-i Nâilî, Haz.: Cemal Kurnaz, Mustafa Tatcı, I-II, Bizim Büro Yay., Ank UZUN, Mustafa, Lokman maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedesi, XXVII, Ankara YILDIRIM, Nimet, Fars Mitolojisi Sözlüğü, Kabalcı Yay., İst

71 Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: YAĞMUR BEKLERKEN ADLI ROMAN İLE TUFANDAN ÖNCE ADLI UZUN HİKÂYE ÜZERİNE KARŞILAŞTIRMALI BİR İNCELEME Okt. Mehmet BAŞTÜRK Karaelmas Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mehmetbasturk51@hotmail.com Özet Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının önemli yazarlarından biri olan Tarık Buğra, romanlarında pek çok sosyal, siyasal, kültürel meselelere yer vermiş, bunları propagandaya düşmeden, edebiyatın kendi ölçüleri içerisinde başarıyla işlemiştir. Bu romanlardan biri de yakın tarihimizi konu alan, çok partili hayata geçme teşebbüslerinin ilk örneklerinden Serbest Fırka meselesini, bir kasaba zemininde irdeleyen Yağmur Beklerken dir. Öte yandan Türk edebiyatı için kıymetli kalemlerden bir diğeri de 2000 yılında yayımladığı Uzun Hikâye adlı eseriyle başladığı uzun hikâye türünü, genellilikle her yılın sonbaharında çıkardığı yeni kitaplarıyla zenginleştiren, son dönem usta hikâyecilerimizden Mustafa Kutlu dur. Yazarın Tufandan Önce adlı kitabı da pek çok anlatım tekniğini içinde barındıran, küçük bir Anadolu kasabasında, bir tesisin temel atma töreniyle birlikte hâlihazırdaki siyasete ve kimi değerlere göndermeleri olan uzun hikâyenin başarılı örneklerindendir. Bu yazıda, mukayeseli edebiyat sınırları içerisinde bahsi geçen iki eser (dolayısıyla roman ve uzun hikâye türleri), hem muhteva hem şekil açısından, yazarların biyografileri ve eserlerin kaleme alındığı dönemin hususiyetleri de göz önünde bulundurularak, karşılaştırma yoluyla incelenmeye çalışılmıştır. Anahtar Kavramlar: Tarık Buğra, Yağmur Beklerken, Mustafa Kutlu, Tufandan Önce, roman, uzun hikâye, Mukayeseli Edebiyat. A COMPARATİVE STUDY ON THE NOVEL ENTİTLED YAĞMUR BEKLERKEN (WAİTİNG FOR THE RAİN) AND THE LONG STORY ENTİTLED TUFANDAN ÖNCE (BEFORE THE FLOOD) Abstract Tarık Buğra, one of the most prominent writers of the Republican Era Turkish Literature, in his novels was concerned with many social, political and cultural matters and succesfully handled them within the framework of literature without giving way to the temptation to carry out propoganda. One of these novels is Yağmur Beklerken (Waiting for the Rain), which deals with our recent history and examines in a town setting the question of the Free (or Liberal) Repubican Party, which was one of the first examples of attempts to switch to multiparty life. On the other hand, another writer of Turkish Literature as distinguished as Tağrık Buğra is the contemporary story writer Mustafa Kutlu, who enriches the genre of long story which he initiated with Uzun Hikaye (Long Story) published in 2000 with books he releases in the autumn every year. The writer s book entitiled Tufandan Önce (Before the Flood) is a long story which incorporates many storytelling techniques and make allusions to the current political issues and certain values by employing a foundation laying ceremony in a small Anatolian town. The present paper is aimed at making a comparative study of the two works of art mentioned above within the boundaries of comparative literature (accordingly two different genres:novel-long story) which is consdered to be a subcategory of literature in terms of content and form bearing in mind the characterictics of the period when the works were written. Key Words: Tarık Buğra, Yağmur Beklerken (Waiting for the Rain), Mustafa Kutlu, Tufandan Önce (Before the Flood), novel, long story, Comparative Literature.

72 70 Mehmet BAŞTÜRK GİRİŞ Makalemizde, Tarık Buğra nın Yağmur Beklerken adlı romanı ile Mustafa Kutlu nun Tufandan Önce adlı uzun hikâyesi bir arada, karşılaştırılarak tahlil edilmeye çalışılacaktır. Yağmur Beklerken 1981, Tufandan Önce ise 2003 yılında yayımlanmıştır. İki eser arasında hem içerik hem de içeriğin dönüştürülmesinde kullanılan anlatımda, benzerlikler ve farklılıklar mevcuttur. Yağmur Beklerken i okurken ve değerlendirirken, yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti nin sosyal ve siyasî zeminini göz ardı etmemek gerekir. Yazar devrin tarihî koşullarını eserine taşırken, yeniden inşa ederken realitelerden kopmamıştır. Ancak bir roman yazdığının da farkındadır. Tarık buğra, 12 Eylül öncesini de görmüş, yaşamış birisi olarak demokrasi tarihimiz için önemli bir dönemeç olan Serbest Fırka tecrübesinin ortaya çıkardığı kamplaşmaları, huzursuzlukları, sağ-sol meselelerini ustalıkla ele alır. Romanda devrin siyasi anlayışı, tarih görüşü ve telkinleri eleştirilir, sorguya tabi tutulur. Yazar bunu yaparken de herhangi bir ideolojiye, siyasi tercihlere, sloganlara bağlı kalmaz de kaleme alınan eser, kendi döneminde ve öncesinde yazılan pek çok romandan farklı bir tavırla, tarihe ve Anadolu gerçeğine yaklaşır. Yazarda romantik, idealist, sosyalist veya devletin resmî tarih tezini kurgulamakla mükellef kalemlerin bakış açısı görülmez. Bu bakımdan Yağmur Beklerken Türk edebiyatı için önemli bir eserdir. Buğra eserinin bu yönünü şu şekilde ifade etmektedir: Adını saydığım ve saymadığım romanlarım, hiç kuşkusuz şablonlara, sloganlara, özentilere ve taklitlere, asıl önemlisi de edebiyat dışı ölçülere mahkûm düşen veya düşürülen Türk romancılığında, üzerine er veya geç birleşilecek önemli bir gelişimdir. (Yalçın, 1985: 282) Küçük Ağa, Gençliğim Eyvah, Firavun İmanı, Dönemeçte gibi eserlerin sahibi olan Tarık Buğra sanatkârane tavırla memleket meselelerini ele alır. Sanatı insan için yapan yazar, hayatı boyunca propagandadan uzak durmuştur. Olaylara ve durumlara fildişi kulesinden bakan bir aydın olmaktan da kaçınır. O sorunları millî değerlerimizin pratiği içerisinde ele alıp, çözümleme gayretini taşır. Edebiyata yüklediği misyonu, İspatlamaz, gösterir; telkin etmez, düşündürür; hüküm vermez, hüküm vermeye yol açar; iddia etmez, okuyucunun ret ve kabul, hal ve ruh tercihlerini serbest bırakan bir dünya kurar. Görevi budur ve bunu başardığı ölçüde değerlidir. ifadeleriyle ortaya koyar (Buğra, 1992: 218). Hüseyin Tuncer, Tarık Buğra yla ilgili çalışmasında onun sanat anlayışını şöyle yorumlar: Onun eserlerinde toplumla sanatı müşterek bir arada görürüz. Yazarın sanat anlayışının esası insan dır. Sanat anlayışının özü ise sanat sanat içindir ilkesine dayalıdır. (Tuncer, 1988: 19) Yağmur Beklerken, yazarın benimsediği sanat anlayışının ve yakaladığı terkibin, tarzın en güzel örneklerinden biridir. Tam bir Tarık Buğra eseridir.

73 Yağmur Beklerken Adlı Roman İle Tufandan Önce Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme 71 Buğra, Yağmur Beklerken i hayatının son on yedi yılını geçirdiği Kadıköy de, Bakla Sokağı ndaki kiralık evinde maddi sıkıntılar ve soğukla boğuşarak yazmıştır. Buğra nın üretken olduğu ve sadece kalemiyle uğraşmak istediği bir dönemin verimidir. Tufandan Önce, kültürel değerlerin giderek altüst olduğu, bizi biz yapan, kimliğimizi belirleyen hususiyetlerin hırpalandığı hatta bazı çevrelerce alaya alındığı bir dönemde kaleme alınmıştır. On yedinci yüzyıldan beri, resmen de Tanzimat tan bu yana medeniyetler arasında bir yön değiştirme çabası içerisinde yitirdiğimiz değerler içimizi yoksullaştırmış tır. Kutlu hemen hemen bütün eserlerinde bu temayı işler. Bunu yaparken de kendine özgü bir tarz yakalayarak devrinin en dikkat çekici hikâye yazarlarından biri olmuştur. Kökü mazide olan atiyi, mektepten memlekete anlayışıyla inşa etmeye çalışan Kutlu nun hikayeleri hem içerik hem de teknik olarak çok yönlü ve renklidir. Ve Tolstoy un Sanat Nedir? de iyi bir yazarda bulunmasını elzem gördüğü üç koşul da fazlasıyla vardır Kutlu da: Sadelik, samimiyet, ahlakilik. O her üç cepheden de, bağını bozdurmamaya ahdetmiş bir bağban gibidir. ifadeleriyle resmedilen Kutlu nun sanat anlayışı Tufandan Önce de de görülür (Ayçil, 2003: 34). Farklı akımlar, yorumlar adı altında insanî değerleri çöpe atan, mutsuzluk aşılayan, varlığın anlamını anlamsızlıkta, kaosta arayan edebiyat ürünleri yerine kendine has üslubuyla bizden biri, yurdum insanı olarak okuyucuya rehberlik eden Mustafa Kutlu Modern edebiyat dünyasına vukufiyetiyle birlikte, geleneksel sanat erbabına uygun bir biçimde etik ile estetiği imtizaç ettirebilmiş, edep ile edebiyatı Dergah ında birleştirmiş olan azın azı ustalarımızdan biri dir (Aktaş, 2003: 77). Hem Tarık Buğra nın hem de Mustafa Kutlu nun biyografisinin izleri incelenen eserlerde görülmektedir. 1 İki yazarın babası da kimi zaman Anadolu nun farklı nahiyelerinde memurluk yaptığı için, yazarların çocuklukları köylerde ve kasabalarda geçmiştir. Bu tecrübe, köy ve kasaba gerçekliğine iki eserde de içten bir bakış kazandırmıştır. Tarık Buğra nın Serbest Fırka ile ilişkisi, Akşehir de Serbest Fırka nın kurucusu ve yayıcısı olarak çalışan babası vesilesiyledir. Senaristlik, spor yazarlığı Buğra ile Kutlu arasındaki ilginç benzerliklerden birkaçıdır sadece. Bunun dışında da yazarların biyografilerinde ortak noktalar bulunmaktadır. 1 Tarık Buğra nın biyografisi için bkz.: Beşir Ayvazoğlu, Büyük Ağa Tarık Buğra, Kapı Yay., İst., 2006; Mustafa Kutlu için bkz.: Kemal Aykut, - Nusret Özcan,, Mustafa Kutlu Kitabı, Nehir Yay., İst., 2001.

74 72 Mehmet BAŞTÜRK Bu eseleri mukayeseden muradımız kim, kimden, ne ölçüde, ne aparmış (Gürsel Aytaç ın deyişiyle etki avcılığı na çıkmak) değil, iki eseri bir arada düşünmenin getirdiği imkânla eserleri daha iyi anlayabilmektir. 1. YAPI Edebî eserlerde muhteva ile şekil bütünlüğü olarak beliren yapı, edebî metni meydana getiren bütün anlam ve anlatım tekniklerinin, belirli bir takdim düzeni içinde, orijinal bir estetik yorum veterkip dokusunun birleştirilmesiyle oluşan özel bir bütünlük olarak tanımlanır(önal, 2009: 242).Bu kısımda ilk olarak, eserlerin ana çizgilerle vak aları verilecek ardından türleri üzerinde durulacaktır. Sonrasında da iç yapı ları karşılıklı çözümlenmeye çalışılacaktır Ana Çizgilerle Vak a Yağmur beklerken Romandaki olaylar, ismi verilmeyen küçük bir Anadolu kasabasında cereyan eder. Eser Cumhuriyet Halk Fırkası mûtemedi ile Belediye Reisi nin girişimleri sonucunda yapılan park ın açılış töreniyle başlar. Kaymakam başta olmak üzere kasabanın ileri gelenleri ile halk, açılış töreninde bir araya gelmişlerdir. Eserin başkahramanı Rahmi Bey, amcası Rıza Efendi ile birlikte parkın açılışını değerlendirmektedir. Gündem, parkla birlikte yağmayan yağmurdur. Rahmi bey, önce babasının şehit olması, aradan birkaç yıl geçmeden annesinin de vefatıyla küçük yaşta öksüz kalmış ve amcası Rıza Efendi nin himayesinde büyümüş, tahsilini tamamlamıştır. Rahmi, hukuk fakültesini bitirdikten sonra eşi Güldane yle evlenir, kasabada avukat bürosu açar. Ayrıca ziraatle de uğraşmaktadır. Ancak avukatlığın mı yoksa ziraatçiliğin mi yan iş olduğu belli değildir. Serbest Fırka meselesi kasabada, yaşanan kuraklıkla paralel olarak ele alınır. Yağmur, mevsimi olmasına rağmen bir süredir yağmamaktadır ve bu kuraklığa, köylünün en önemli gelir kapısı olan pancar ve ekinler artık tahammül edemeyecek vaziyettedir. Herkesin yağmuru bekleyip konuştuğu bir dönemde Ankara da kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası nın kasabada teşkilatlanma meselesi halk için gittikçe üzerinde konuşulan, tartışılan bir konu olmuştur. Fısıltılarla birlikte kasabada Halkçı, Serbestçi kutuplaşması baş göstermiş ve ikilik ortaya çıkmıştır. Kasabanın ileri gelenlerinden, varlıklı biri olan feraset sahibi Rıza Efendi nin telkinlerine rağmen Rahmi,saygın bir aydın olan Avukat Kenan Bey in tesiriyle Serbest Fırka ya girmeyi kabul eder ve Fırkanın başkanı olur.bu arada, yağmur 2 Çalışmamıza konu edinilen eserlerin yapısı çözümlenmeye çalışılırken, Tahkiyeli Eserleri Tahlil Planı Hakkında Deneme adlı makaleden yararlanılmıştır (Önal, 1996: ).

75 Yağmur Beklerken Adlı Roman İle Tufandan Önce Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme 73 duasının ardından gelen rahmetle halkta kısa bir süre gecikmiş bir mutluluk yaşanır. Rahmi nin sağduyulu bütün çabalarına rağmen, kasabadaki gruplaşmaların önüne geçilemez. Derin çatlaklar oluşmuş, kahveler ayrılmış, adamına göre selam verilir ve alınır hale gelmiştir. Rahmi kendi işini ve ailesini ihmal ederek vaktinin büyük bir kısmını fırkacılık a teksif etmiştir. Kenan Bey in ölümü üzerine İstanbul a giden Rahmi burada CHF müfettişlerinden Hilmi Bey le görüşür, Serbest Fırka nın gidişatı, Ankara nın ve Gazi nin bu olaya bakışı ve ortaya çıkabilecek tablo üzerine konuşur ve mebusluk teklifi alır. Rahmi, üç günlük İstanbul seyahati ardından kasabaya döndüğünde, belediye seçimleri öncesinde gerilimin iyice arttığını görür. Seçimlere gidilir. Ülkenin pek çok yerinde olduğu gibi burada da CHF yandaşlarına emanet edilen seçim sandıklarından CHF adayı birinci olarak çıkar. Seçimlerin ardından, tam hasat döneminde ortaya çıkan tufan, fakirleşmiş, çaresiz halkın, yine ellerini gökyüzüne kaldırmaktan başka bir dayanak noktası olmadığını gösterir. Bu arada kasabadaki tansiyon düşmüşama kırgınlıklar tam anlamıyla ortadan kalkmamıştır. Yurdun dört bir tarafında artan gerilimler üzerine SCF üç ay gibi kısa bir süre sonunda kendini feshetmek zorunda kalır. Ancak SCF ye belli sayıda Meclis te temsil hakkı verilir. Ankara da Naki Bey, Rahmi ye mebusluğunun garanti olduğunu bildirir ve Ankara ya çağırır. Olan ile olması gereken arasında iyice bocalayan, siyasetin kulis-sahne ikiyüzlülüğünden sıtkı sıyrılan Rahmi, ailesi ve toprağıyla baş başa kalmayı tercih eder ve teklifi geri çevirir Tufandan önce Tufandan Önce de, Anadolu nun adı geçmeyen küçük bir kasabasında, halka faydasından çok başka amaçlarla açılması planlanan bir tesisin temel atma töreni hikaye edilir. Hikaye, kasabanın belediye başkanı Şemsettin Bilen in tanıtılmasıyla başlar. Eylemin sınırlı olduğu eserde yeri geldiğinde diğer kahramanlardan Zabıta Kemal, Berber Baki, Kaymakam Çetin Bey, müzik öğretmeni Mehpare Hanım, ilin milletvekilleri Hulusi Derin ve Haşmet Altay, Gazeteci Fikri, İdiris Güzel ve Bakan Bey lerin hayatlarından kesitler sunulur. Bir gün sonra tesisin temel atma töreni için Bakan Bey kasabaya gelecektir. Bunun telaşı kasabayı sarmıştır. Şemsettin Bilen, Kaymakam, ilgili müdürler ve yetkililer bir toplantı yapar ve görev paylaşımında bulunurlar. Bu tören herkes için farklı bir anlam taşımaktadır. Tesisin iş bilir müteahhittiidiris Güzel tesisin baş mimarıdır. Siyasete atılmak, milletvekili seçilmek için bunu bir basamak olarak kullanır. Yirmi yıllık belediye başkanı Şemsettin Bilen de kendini gösterip bu sefer adaylığı kapma arzusundadır. Halihazırdaki milletvekilleri Haşmet Altay ve Hulusi Derin de postu kaptırmama uğraşı içerisindedirler.

76 74 Mehmet BAŞTÜRK Sabah olmuştur. Organizasyon hazırdır ve Bakan Bey beklenmektedir. Gecikmeli de olsa, Bakan Bey ve kamuoyu Tesis e ulaşır ve tören başlar. Bütün temel atma törenlerinde gerçekleşen protokol burada da işler. Sırasıyla takdimler, konuşmalar... Son olarak kürsüye Bakan Bey gelir. Halkın çok anlamadığı bir dille üst perdeden konuşma başlamışken birden hava bozulur. Gökyüzü, yeryüzüne iner ve tufan kopar. Taşan dere oracıkta ne varsa alır götürür. İnsanlar canlarını zor kurtarmışlardır. Yazar hikaye bittikten sonra Tufandan Sonra başlığı altında Şemsettin Bilen in siyaseti bırakıp hacca gittiğini, Bakan Bey in görevinden ayrılıp ait olduğu yere -ABD ye- döndüğünü, Kaymakam Çetin in, kendisine meftun olan Mehpare Hanım la evlendiğini, İdiris Güzel in milletvekili seçilip, TÜSİAD a üye büyük bir iş adamı olduğunu ve Tesis in temelinin de bir fıkra kahramanı olarak aramızda dolaştığını ifade eder Tahkiyenin türü Sanatın, formların, türlerin yakınlaşmasının doğurduğu yeni imkânlarla melez güzellikler yaratılırken türler arasındaki kırmızı çizgiler giderek silikleşmiş ve bir türü diğerinden ayıran mihenk taşının ne olduğu ya da ne olması gerektiği meselesi daha kaypak bir zeminde tartışılır hâle gelmiştir (Özgül, 2003: 250). Roman ile hikâye arasında duran, uzun hikâye ya da kısa roman türü tartışılan melez güzellerden biridir. Biri roman, diğeri uzun hikâye olan inceleyeceğimiz eserlerin özelliklerine geçmeden önce iki tür üzerinde biraz durmak istiyoruz. İnsanın veya çevrenin karakterlerini, göreneklerini inceleyen, serüvenlerini anlatan, duygu ve tutkularını çözümleyen, itibarî veya gerçek olaylara dayanan uzun edebiyat türü. olarak ifade edilen roman (TDK Türkçe Sözlük, 1998: 1864), bir başka kaynaktada Nesir olarak yazılmış uzun hikâyeye verilen addır. tanımıyla karşımıza çıkar (TDEA, 1990:340). Öte yandan hikâye için de Romandan kısa olandır. tanımı ilk çırpıda akla gelen tariftir. Roman ile hikâye arasındaki farkı ortaya koymak için karakterlere, konu genişliğine, zaman çerçevesine, usûle, üsluba, biçime başvurulsa da en önemli ölçüt olarak hacim meselesi ön plâna çıkartılır. Kimileri kelimenin altındakileri hikâye kabul ederken, kimileri de 80 sayfanın üzerindekileri roman saymaktadır. Bu uzunluk-kısalık meselesi, Yunan mitolojisindeki zalim haramî Prokrustes i hatırlatıyor. Prokrustes in biri uzun, diğeri kısa iki yatağı vardır. İşkence edeceği kişinin boyu uzunsa kısa yatağa yatırıp ayaklarından keser; kısa boyluysa, uzun yatağa bağlayıp çekerek uzatır. Hikâye ile romanın kaderi de biraz buna benzer; roman malzemesi kırpılıp kısaltılırsa hikâye olabileceği, hikâyenin de uzatılırsa roman olabileceği düşünülür. Edebiyatımızda bugün dahi zaman zamanprokrusteslara rastlamak şaşırtıcı... ifadelerinden de anlaşılacağı üzere bu konuda hacim tek başına geçerli bir ölçüt değildir (Özgül, 2006: 38). Zira pek çok romandan hem kelime hem de sayfa sayısı bakımından daha kabarık

77 Yağmur Beklerken Adlı Roman İle Tufandan Önce Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme 75 hikâyeler bulunmaktadır ve bunlar roman değil uzun hikâye olarak adlandırılmaktadır. Çünkü bu hikâyeler hacim olarak romanı andırsa da anlattığı olayın yalınkatlığı, yine olayın işleniş biçimi, ve şahıs kadrosunun azlığı gibi özeliklerdendolayı hikâyeformu içerisinde değerlendirilmektedir (Karataş, 2004: 498). Şüphesiz bu, bir uzunluk meselesi değildir. Biz bir romanın tahlili kompleksliğine izin verecek bir tarzda, insanlığın anlamına dair bir meseleninsoruşturulmasını içermesi gerektiğini düşünürüz. (Özdemir, 2000: 7) Roman ve hikâye arsındaki bu uzunluk kısalık mevzuunu uzatmanın bir anlamının olmadığını ifade eden Necip Tosun, roman ve öykü 3 arasındaki farklara işaret ederken (kesin yargılar çıkarılamayacağı gerçeğini belirttikten sonra) öykünün doğduğu an, hikaye, dil, uzunluk/kısalık, anlatıcı/okur ilişkisi, bir etki yaratmak, okur profili ve muhteva bakımından romandan farklılaştığını belirtir. Öykü, romanın aksine tek bir etki yaratma amacındadır ve bunun için öykücü tek bir merkezi nokta tespit edip öyküsünü ona göre kurar. Artık öyküye giren her şey o merkezi noktayı sağlamlaştırmak, güçlendirmek ve izah etmek için kullanılır. Her şey bu merkezi nokta etrafında gelişir. Konuda odaklaşma, karakterde odaklaşma gerçekleşmez, dağılırsa, öyküde bütünlük sağlanmaz ve o tek etki gerçekleşemez. Öyküde mekan, eşya, olay, durumda odaklaşma, tek bir etki için elzemdir. Amaç bütünlüktür çünkü. (Tosun, 2002: 245). Bu tespit de hikâye ve roman arasındaki farkın temelde kurguda aranması gerektiğini vurgular. Yağmur Beklerken, yakın dönem siyasi tarihimizin konusu olan Serbest Fırka meselesini, dürbününü kasabadan tutan yazarın, romancı yaklaşımıyla ele aldığı tarihî bir romandır. Eserde her ne kadar fırka olayının küçük bir kasaba üzerindeki etkisi dikkate sunulmakta ise de bu etkinin, bütün Türkiye ye şamil olduğunubelirten Feridun Alper eseri politik çağ romanı (zeitroman) olarak adlandırır (Alper, 1993: 648) sonrası Türk romanını değerlendiren Osman Gündüz, Yağmur Beklerken i Yakın Dönem Tarihsel Romanlarında Karşı Güç ve Öteki başlığı altında, konularını tarihe dayasalar da kişilerinin bireysel sorunlarını ön plana çıkaran eserler arasında gösterir (Gündüz, 2006: ). Tufandan Öncekasaba zemininde, bir tesis etrafında, halihazırdaki siyasete göndermeleri olan bir uzun hikâyedir. Pek çok anlatım tekniğini içinde barındıran hikâye, halk hikâyeleri geleneğinden oldukça yararlanmıştır. Bir Anadolu kasabasında renkli portreler, tablolar sunan Mustafa Kutlu gelenekle moderni ustalıkla mezcederek kendine has bir tarz yakalamıştır. 3 Yazar dil tartışmalarını bir tarafa bırakarak hikâye yerine öykü teriminin tercih edilmesini isabetli bulur. Zira daha çok anlatılan şey, konu, olayı kapsayan bir terim olan hikâye, öyküyü içermekle birlikte, geniş bir anlam alanı olduğu için yanlış anlaşılmalara neden olmaktaydı. Oysa modern bir form olan öykü, hikâyenin belli bir disiplinle anlatılmasıydı. Öykü kelimesiyle birlikte yeni form öykü de böylece yeni ismine kavuşmuş oluyordu. Artık roman öykü değil, hikâye anlatıyor, bir roman öykülerden değil, hikayelerden oluşuyordu. (Tosun, 2002: 240).

78 76 Mehmet BAŞTÜRK Mustafa Kutlu, estetik bir figür olarak seçtiği anlatıcı tipiyle, hikâye boyunca merak, heyecan ve tatlı bir gerilim yaratmayı başarmıştır. Anlatıcının anlatımı okurlarda, hikâye okumadan ziyade hikâye dinleme zevki uyandırmaktadır. İşte bu zevk, hacmi ne kadar geniş olursa olsun, hikâyeyi bir çırpıda okuma kolaylığı sağlamaktadır. Mustafa Kutlu nun uzun anlatılarının niçin roman sayılmadığısorusunun cevabını da burada aramak gerekir. diyen Şaban Sağlık, hem hikâyenin tekniği hem de hikâye ile roman ayrımında anlatıcı tipinin önemi üzerinde durmuştur (Sağlık, 2003: 45). Roman ile hikâye arasındaki farkı sadece hacimde değil, bütüncül bir gözle eserin yapısında ve okuyucuya sunduğu imkânlarda aramak gerekir. Roman ile hikâye aynı metrekare üzerine inşa edilmiş bir ev olsa dahi, roman evinin iç evreni daha ayrıntılı, kompleks ve girifttir. Bahsi geçen iki eser bunun için iyi bir örnek teşkil eder. 2. İÇ YAPI 2.1. Gerçeğimsi Yapıyı Hazırlayan Unsurlar İnsanın, oldukça özel bir idrakle tespit ettiği ve ortaya koyduğu edebî metinlerde, yaşananhayatın gerçek ve hakikat olan yönleri değil, gerçeğimsi bir yön vardır. diyen Sadık Tural, insanın vakarını, insanlığın haysiyetini, insanın ferdî ve sosyal hürriyetini ve nihayet insandaki fazilet, ahlak ve zevk-i selim duyguları ve düşünme gücünü insan hayatından alınmış küçücük bir kesitin üzerine bina ederek yeniden anlatma esasına dayalı edebiyat eserleri için gerçeğimsi ifadesini kullanır (Tural,2006: 122). Tahkiyeli Eserleri Tahlil Plânı Hakkında Bir Deneme adlı makalede Sadık Tural a aittahkiyeli eserleri tahlil plânında, gerçeğimsi yapıyı hazırlayan unsurlarbakış açısı ve anlatım tekniğidir Anlatıcı ve bakış açısı Anlatma esasına bağlı metinlerde vaka zincirlerinin ve bu zincirin meydana gelmesinde kullanılan mekân, zaman, şahıs kadrosu gibi unsurların kim tarafından görüldüğü, idrak edildiği ve kim tarafından, kime nakledilmekte olduğu sorularına verilen cevaptan başka bir şey olmayan bakış açısı ve anlatıcıyla ilgili şunlar söylenebilir (Aktaş, 2000: 78): Anlatım tutumu, anlatıcının dinleyici ya da okuyucuya ve aktardığı olaya göre takındığı tavır olarak tanımlanmaktadır (Aytaç, 2003a: 326). Yağmur Beklerken de anlatıcının genel olarak eleştirel bir tavır takındığı söylenebilir. Tarihî bir olaya dayanan romanda anlatıcı olayları ve kişileri değerlendirirken abartıya, yapaylığa; tarihî gerçeklikten tamamen kopmuş, hissedilen bir öznelliğe sapmamış, tam bir romancı perspektifi ile öyküsünü kurgulamıştır (Alper, 1993: 635). Bunu yaparken de bazen açıkça, bazen de ironiyle karışık, örtük bir şekilde yapılan yanlışları, devlet tarafından halka benimsetilmeye çalışılan resmî görüşü, her kesimde görülen yersiz genel kabulleri;

79 Yağmur Beklerken Adlı Roman İle Tufandan Önce Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme 77 köylü-kentli, okumuş-okumamış ayrımı gözetmeksizin her kesimi bir romancının nesnelliği çerçevesinde tespit etmiş, tahlil etmiş ve eleştirmiştir. Rahmi nin amcası Rıza Efendi köyden biri olarak, bilge bir tavırla siyaseti ve köylüyü düşünmeyen, köylünün sorunlarına eğilmeyen, kendi menfaatleri peşinde koşan Ankara eksenli ekâbiri eleştirir. Irahmet üç, beş gün daha yağmayıverdi mi, eyi belle bunu hakimbeğ, yandı millet. Mâmurbeğler hâriç elbette. (Buğra, 2005: 51) Anlatıcı olaylara ve kişilere tek taraflı bakmaz. Köylüyü ya da kentliyi yererken hakkaniyetli davranmaya çalışır. Mesela, Rahmi Bey in İstanbul dan pompa getirip isteyene kiralaması, pancarları susuzluktan kurtarması bir kasaba gerçekliği zemininde ele alınır. Rahmi yi övenler, hayır sahibisayanlar da vardı, kötüleyip para düşkünü görenler de. (Buğra, 2005: 65) İtidalden yana olan Rahmi, yeri geldiğinde kendi safında yer alanları da tenkit eder. Rahmi, o yanda bu yanda kaleminden kan damlayan kavgacı yazarları sevmiyordu. Onların başta Arif Oruç, fikir için, tüzük için, sistem için değil, kendi çıkarları, şöhretleri için, hatta belki de- iddialarına, savunur göründüklerine tamamen zıt amaçlar için çalıştıklarından kuşkulanıyordu (Buğra, 2005: 141) Yağmur Beklerken de yer yer tespit, tahlil, teklif, telkin edici bakış açıları da görülür. Yazar, romanda farklı kesimlerden seçmiş olduğu çeşitli tiplerle bir Anadolu kasabasında idrak edilen çok partili hayata geçme çabasını kitabîliğe sapmadan, halk üzerindeki etkisini tespit etmiş ve bunu tahlile çalışmıştır. Tarık Buğra nın Romanlarında Yakın Dönem Türk Siyasi Hayatı adlı çalışmasında İlyas Dirin, Buğra nın Serbest Cumhuriyet Fırkası na yaklaşım tarzı hakkında şu tespitte bulunur: Tarık Buğra, genel olarak gerek bu partiyi gerekse diğerlerini, ansiklopedik bilgiler dâhilinde bir süreç itibariyle ele almamaktadır. Yani romanlarında o, sözü edilen siyasi partilerin kuruluşu ve Türkiye siyasetindekietkilerinden çok Anadolu insanının onları nasıl algılamış olduklarına önem verir. (Dirin, 2002: 487) Fethi Naci, bu tarihî kesitin romana nasıl taşındığını Kemal Tahir in Yol Ayrımı yla kıyaslayarak şöyle yorumlar: Kemal Tahir de bulamadığımızı Tarık Buğra da buluyoruz. Siyasal, toplumsal gerçekliklere tam bir romancı yaklaşımı. (Naci, 1982:24) Belediye Reisi nin haksız yere çay ın suyunu kendi hısımlarına dağıtmasından yola çıkarak sarf edilen şu cümleler de tespit edici bakış açısına örnek verilebilir: Ve, bu karşı karşıya gruplaşmaların önlenemezliği, acaba, sadece suyun paylaştırılmasından mı doğuyordu? Yoksa su örneklerden bir örnekten mi ibaretti de, suya böyle hükmedişin daha bir yığın benzeri mi vardı? Yani, Serbest

80 78 Mehmet BAŞTÜRK Fırka yakarşı duyulan ve gösterilen ilginin büyüklüğü bu yüzden mi idi? (Buğra, 2005: 87-88) Anlatıcı, romanda yer yer iktibaslarla, teklif ve telkin içeren anlatım tutumunu da sergiler. Mesela arifane bakış açısıyla olaylara yaklaşan Rıza Efendi, Harun Reşid in bir bağcıyla olan hikayesini (Buğra, 2005: 11-12) anlattıktan sonra, Dedelerimiz yol kıyılarına, meydanlara, mesire yerlerine, bizim için çınarlar, kestaneler, ardıçlar, gürgenler dikmiş; biz de parklara kendimiz için akasyalar dikiyoruz. (Buğra, 2005: 12) eleştirisinde bulunurken önerisini, referansıyla birlikte söylemiş olur. Hazreti Ömer, Halife seçildikten sonra yaptığı ilk konuşmanın bir yerinde: Doğru yoldan ayrılmayacağım, deyince mesciddeki saflardan birisinden bir ses ve bir kılıç yükselmiş; bir bedevi, salladığı kılıcı göstererek: Sen onu düşünme, demiş, doğru yoldan çıkacak olursan bu döndürür seni. (Buğra, 2005: ) Kenan Bey, İslamiyetle birlikte, Türk törelerinin de bu anlayışa uygun olduğunu söylüyor, Osmanlı nın, bozulmadan önce, önemli mali, mülki, askerî kararları camilerde, cemaat önünde, tartışmaya açık tuttuğunu anlatıyordu. Ona göre, Dünya nın en uzun ve köklü imparatorluğunu kuran da işte bu yönetici ve yönetilen bütünleşmesi idi. Aklı, vicdanı, irfanı hür bir aydını temsil eden Kenan Bey in bu teklifi, Tarık Buğra nın siyasete, hayata bakış açısını da yansıtmaktadır. Sonuç itibarıylaanlatıcının tutumu için yer yer tespit, tahlil, teklif, telkin edici bakış açılarına rastlanmakla birlikte, genelde tenkit edici bir yaklaşımınromanda egemen olduğu görülür. Tufandan Önce de ironiyle karışık tenkit tavrı hikâyenin hemen her sayfasında hissedilir. Kutlu nun bu kitabında, önceki hikayelerinden farklı olarak, Tasavvufî ağırbaşlılık, yerini ironik bakışave serbest bir anlatıma bırakmıştır. (Karaca, 2004:364). Hikâyedeki eleştiriler bireylerden çok toplumsal düzen ve işleyişle ilgilidir. Siyasetin kokuşmuş, halktan kopuk hâli kendi içindeki bin türlü hilebâzlıkları; bu oyunu oynayan siyasiler; protokol kültürü; basın-yayının tutumu; toplumsal ve kültürel yozlaşma gibi içtimaî problemler, bazen iç burkan bazen tebessüm ettiren ince bir zekanın ürünü olan nüktedanlıkla birlikte, bir tenkitçinin kaleminden okurla paylaşılır. Ne sandınız ya! Bakın size bu on dokuz kuruluşun belli başlı olanlarını sayayım: DSİ, Köy Hizmetleri, Tarım İl Müdürlüğü, Özel İdare, Milli Emlak, Sağlık Müdürlüğü, Belediye, Tapu Kadastro, Orman Müdürlüğü, Enerji ve Sanayi Müdürlüğü, Tarım Müdürlüğü, Kültür Müdürlüğü, Karayolları, Organize Sanayi Müdürlüğü, Müzeler... vesaire. Yahu düşünün. Bir tesis kuracaksınız müzelerden bile izin almak gerekiyor. Şu kırtasiyeye bakın, şu bürokrasiye bakın. Olacak şey değil yani. (Kutlu, 2005: 87) derken bürokrasinin hantal, iş yapmaz, sürekli engel çıkartan yapısı tenkit edilmektedir.

81 Yağmur Beklerken Adlı Roman İle Tufandan Önce Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme 79 Toplantı lafını duyan Şadiye kükrüyor: Toplantınız batsın. Sanki bir halta yarayacak da. O manyak Kaymakam sizi toplayacağına âşufte karısını sokaklardan toplasın. (Kutlu, 2005: 14) )derken yine bürokrasinin bir tezahürü olan ve çoğu zaman vakit kaybı ile devlet ricali boş durmuyor görünümünden öteye gidemeyen bir araya gelmeler eleştirilmektedir. Kurban lafını duyunca kıllanan İlçe Milli Eğitim Şube Müdürü gayri ihtiyarî söylenmeye başlıyor, yani tutamıyor kendini; yine mi kan göreceğiz, bu çağda nedir bu ilkellik, kaldırıversek şunu, bakınız bazı siyasîler artık istemiyor... (Kutlu, 2005: 56) derken de alışkanlıklarına, kültürüne tepeden bakan topluma yabancılaşmış kesim, tenkit edilmektedir. Yağmur Beklerken dekiköylüye tarafsız bir gözle içten bakış,tufandan Önce de de karşımıza çıkar. Her iki yazarın da çocukluklarının, kasabalarda geçmesinin de bir sonucu olarak düşünülebilecek bu bakış açısı için Necati Tonga nın şu tespiti hatırlatılabilir. Mustafa Kutlu nun Anadolu yaşamına bakış açısı; küçümseyen, acıyan ve yapay sevecenlik taşıyan bakışlardan farklı olarak, tahkiye ve tespite dayalı eleştirel bir bakıştır. Bu manada Kutlu, yerli öykücülükteki hâkim kent merkezli bakış yerine, taşralı olan ama taşralı kalmayan aydın bakışını uygulayan ilk öykücüdür. (Tonga, 2005: 22) Kutlu, hikâye içine yerleştirilen metinlerle teklif ve telkin edici bakış açılarını da eserinde kullanır. (Bu teknik neredeyse bütün kitaplarında görülür.) Anlatıcı cuma namazında cami minberinde imamı konuşturarak ayet ve hadislerle cemaate vaaz eder, nasihatte bulunur: Dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir.âhiret yurdu sakınanlar için hayırlıdır. (Kutlu, 2005: 64) Yine Efendimiz bir başka hadisinde işte böyle buyurmaktadır:eğer insanoğlunun iki vadi dolusu altını olsa üçüncüsünü ister, Ademoğlunun gözünü ancak toprak doyurur... (Kutlu, 2005: 66) Gazeteci Fikri nin kaleminden İbn-i Haldun un Mukaddime sinde ve Kınalızade ninahlâk-ı Alâi sinde yer alan Daire-i Adliye metnini yorumladığı bölüm de (Kutlu, 2005: ) bu tutuma örnektir. Tufandan Önce de anlatıcı, bazen subjektif olsa da, genel olarak olaylara ve durumlara bütüncül bakmaya çalışan objektif bir tutum içerisindedir. Tufandan Önce nin anlatıcısı bu yönüyle tarafsız bir bakış açısına sahip olup güvenilir ve tutarlı kişiliği ile hikâyede, metnin sanat-estetik düzeyiniyükselten bir figür olarak yerini almış olur. (Sağlık, 2003: 45) İki eseri karşılaştırarak toparlayacak olursak: Hem Yağmur Beklerken in hem de Tufandan Önce nin anlatıcısı, genelde tenkit edici bakış açısına sahiptir. Ancak Tufandan Önce detenkit e ironi eşlik eder. Her iki eserde de yer yer tespit, teklif, telkin edici tavırlara rastlanır. Yağmur Beklerken de zaman zaman kullanılan tahlil edici bakış açısı Tufandan Önce de çok az kullanılmıştır. Bu da iki eser

82 80 Mehmet BAŞTÜRK arasındaki edebî tür farklılığına yorulabilir. Anlatıcılar iki eserde de propaganda yapmazlar. Olayları objektif ve çok yönlü değerlendirmeye çalışırlar. İfade edilen şahış zamiri açısından her iki eserde de teklik 3. şahıs kullanılmıştır. Anlatıcı yazar anlatıcı dır. İki eserde de anlatıcı nakledilmek istenen itibarî alem ile ilgili her şeyi bilen ve gören birmevkidedir. (Aktaş, 2000: 88) Yani hakim bakış açısı kullanılmıştır Anlatım tekniği Edebî eserlerde ne anlatıldığı elbette muteber olsa da asılolan ne yin, nasıl anlatıldığıdır. Zira aynı konuyu anlatan nice eserler olmasına rağmen tarihin eleğinden pek azları şaheser olarak bizlere yadigâr kalmaktadır. Bu da onların anlatma biçimleriyle ilgilidir. Hikâye ve roman gibi türlerin vazifesi, bir vakayı sadece rapor etmek değil bunu farklı anlatım teknikleriyle, kendine özgü diliyle yapmasıdır. Roman özelinde yapılan, Romanda kullanılan anlatım tekniklerini çekip çıkarmakmümkün olsaydı, roman, anında bir tarih, bir psikoloji veya sosyoloji kitabına dönüşebilir. Roman bir dil sanatı ise, roman dilini yoğuran, biçimlendiren de anlatım teknikleridir kuşkusuz. tespiti de buna dikkat çeker (Tekin, 2009: 187). Anlatım teknikleri vakanın tertibi ve takdimiyle ilgilidir Vak a tertibi Yağmur Beklerken, numaralandırılarak on bölüme ayrılmış ve her bölüme de bir başlık konulmuştur. Bölümler kendi içinde de isim verilmeden yıldız işaretleriyle daha küçük parçalara ayrılmıştır. Bölümlerin isimleri şu şekildedir: 1. Bir Açılış Töreni (7-33) 2. Bir Başka Açılış (34-62) 3. Tavuğuna mı Kışt Dedik Len Oğlum (63-78) 4. Yerle Gök Arasında (79-90) 5. Başka Bulutlar (91-114) 6. Bir Ben Vardır Benden İçeri ( ) 7. İnsana Bir de Düşman Lazım ( ) 8. Bir Avuç Toprağa Bunca Kıyl ükaal ( ) 9. Dağı Dağa Kavuşturan ( ) 10. Irmaklar Yokuş Yukarı Akmıyor ( ) Roman da olaylar kronolojiktir. Takvime bağlı olarak ilerler. Her bölüm bir öncekinin devamıdır. Yağmur Beklerken klasik bir vak aya sahiptir. Ancak hatırlamalar, geriye gidişler-kahramanların önceki hayatına dair kesitler sunulurken-, bilinç akımıyla birlikte zihindeki birtakım gel-gitlerle kronolojik zamanın tersine aktığı da görülür.

83 Yağmur Beklerken Adlı Roman İle Tufandan Önce Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme 81 Eserdeki vak a kuraklık ve Serbest Fırka paralelliğinde akmaktadır. Eser park ın açılmasıyla başlar, Rahmi nin mebusluğu kabul etmemesiyle sona erer. Park ın açılışının yapıldığı, kasaba ahalisinin bir fotoğrafının çekildiği ve eserin baş kahramanı Rahmi ile ailesinin tanıtıldığı bölüm giriş bölümü olarak kabul edilebilir. Baba fırka ne demek? Yeni bir fırka kuruluyor, haberinin ilk çıktığı günün gazetesidir bu. (Buğra, 2005: 33) Birinci bölümün son sayfasında yer alan bu cümlelerle asıl konuya, gelişme bölümüne adım atılmıştır. İkinci bölümle birlikte Serbest Fırka meselesi ve yağmurun yağmaması paralel bir şekilde işlenmeye başlar. Serbest Fırka nın, Avukat Rahmi tarafından kasabada kurulması neticesinde ortaya çıkan kutuplaşmalar, belediye seçimlerinin sonucuna kadar artarak devam eder. Bu arada kuraklıktan dolayı pancar ve ekinler can çekişmektedir. Köylü yağmur duasına çıkar. Yağmur gecikmeli olsa da yağmıştır. Onuncu bölüm, yani son bölüm romanın sonuç bölümünü teşkil eder. Belediye seçimlerini CHF nin adayı kazanır (!). Yurt genelindeki gerilimden dolayı Serbest Cumhuriyet Fırkası kendisini feshetmek zorunda kalmıştır. Bu arada yağmur dolu karışık bir tufan kopar kasabada. Gerilim sona ermiştir ama kırgınlıklar hala devam eder. Rahmi teklif edilen mebusluğu kabul etmez. Ailesinin, toprağının yanında kalmayı tercih eder. Romanın ana düğümü Serbest Fırka girişiminin çok partili demokrasiye geçişin- nasıl sonuçlanacağıdır. Bu düğüm olayların geçtiği adı verilmeyen kasaba ve Rahmi özelinde ilerler. Bu ana düğüme, yağmurun yağıp yağmayacağı ve tarlalardaki mahsulün akıbeti eşlik eder. Ana düğümün yanında pek çok ara düğüm de vardır. Rahmi nin Serbest Fırka ya girip girmeyeceği, kasaba halkının iştirakiyle kurulan bankanın ahvali, Rıza Efendi nin Serbest Fırka ve Rahmi ye karşı tavrı, belediye seçimlerinin sonuçları gibi... Yazar ana düğüm içerisinde ara düğümleri ustalıkla işlemiş ve sağlam bir kurgu yapılanmasını başarmıştır. Tufandan Önce olay örgüsü ve aksiyon bakımından Yağmur Beklerken e göre oldukça yalınkat bir yapıya sahiptir. Tek bir olay vardır. O da tesisin açılışı. Kutlu, numara vermeden, başlık koymadan, herhangi bir işaret kullanmadan, eserini otuzbir bölüme ayırmıştır. Sonda da Tufandan Sonra başlığı altında bir kısım yer alır. Bunlar kendi içinde müstakil olmakla birlikte kronolojik olarak da birbirine bağlıdır. Ancak yan halkalar oluşturarak ilerler. Bölümlerde olaydan çok bir durum, bir kesit anlatılır. Buralarda ya bir kahramanın hikâyesi, ya bir mekanın tanıtılması (ot bitmez köyü gibi), ya bir birlikteliğin

84 82 Mehmet BAŞTÜRK (kaymakamlıkta yapılan toplantı, Çardaklı Kahve de içilen bir çay gibi) gözler önüne serilmesi söz konusudur. Bundan dolayı Tufandan Önce yi belli bir kalıp içerisinde klasik vak a, durum ya da kesit hikayesi diye adlandırmak mümkün değildir. Kutlu, bir kahvede hikâye anlatan, kalemini mikrofon yapmış modern bir meddah edasıyla halk hikayeciliğini modernize ederek kendine has bir tarz yakalamıştır. Kitabı, giriş-gelişme-sonuç bölümleri diye kesin çizgilere ayırmak güçtür. Çünkü hikâye birbiri ardınca sıralanan olay ve durumlardan ziyade yan halkalardan, bir tablodan müteşekkildir. Bu gün önemli bir gün Kasaba tarihinin dönüm noktası Haftaya tesisin temeli atılacak. Siyasi geleceğim için fevkalade ehemmiyetli bir melese bu. Bu törende kendimi göstermeliyim. (Kutlu, 2005: 9) ifadeleriyle asıl konuya giriş yapılır. Fakat araya farklı farklı tablolar girer. Hikaye temel atma töreninin bir tufan sonucu nihayete ermesiyle sonuçlanır. Yazar farklı bir yola başvurarak Tufandan Sonra bölümünde baş kahramanların sonraki hayatları hakkında bilgi verir. Hikayenin ana düğümü Şemsettin Bilen in milletvekili olup olmayacağı, seçimlerde kimin aday gösterileceğidir. Tesis de zaten bunun için vardır, yani İdiris Güzel in seçim yatırımıdır. Fakat eserde işlenen ana olay tesisin temel atma töreni ve Bakan Bey in karşılanmasıdır. Bunun yanında Zabıta Kemal in ıslah olup olamayacağı, Mehpare ile Kaymakam Çetin in evlenip evlenemeyeceği, Bakan Bey in törene gelip gelmeyeceği gibi ara düğümler de mevcuttur. İki eserin de yağmur ve dolu karışık bir tufan la son bulması dikkat çekicidir.bu doğal felaketin zamanlaması ve etkileri her iki eserde de benzer mahiyettedir. Yağmur Beklerken detam hasat mevsiminde, Orta Anadolu için yağmurun ve dolunun nadirattan görüldüğü bir vakitte zuhur eden afet, Tufandan Önce de de (net bir zaman ifadesi belirtilmemişse de) havaların çokça sıcak olduğu bir yaz gününde,beklenmeyen bir zamanda, aniden ortaya çıkmıştır. Sonrasında ise yöre halkında genel anlamda bir normalleşmenin, eskiye dönüşün izleri görülmektedir. Örneğin Yağmur Beklerken de siyasi tartışmalar, gerilim sonlamış, Rahmi mebusluk teklifini reddederek ailesine, eski hayatına dönmüştür. Tufandan Önce de de tesis ve onun etrafındaki tantana bitmiş, siyaseti bırakan Şemsettin Bilen hacca gidip gelmiş, dükkânının-tezgâhının başına geçmiştir Vak a takdimi Yağmur Beklerken de romana konu olan siyaset, putlaştırılmış genel kabuller, farklı ve yeni olana tepkiler çoğunlukla sosyal tenkit takdim tarzı ile anlatılmıştır. Bunun yanında kişilerin tanıtıldığı, tahlil edildiği bölümler monolog larla sunulmuştur.

85 Yağmur Beklerken Adlı Roman İle Tufandan Önce Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme 83 Kahramanların geçmişine ait bilgilerin verildiği bölümlerde (Rahmi nin çocukluk ve talebelik yılları gibi...) hatıra yönteminden yararlanılmıştır. Diyalogların yeterince kullanıldığı romanda hitabetten de yer yer istifade edilmiştir. Başlı başına araştırma konusu olan Tufandan Önce nin vak a sunumunda farklı teknikler kullanılmıştır: İç çözümleme, monolog, geriye dönüş gibi modern hikaye tekniklerinin yanında; okura hitap (sevgili okur, efendim le başlayan cümleler), hikâye kahramanıyla sohbet etme (Ulan müdür ne sabırsız adamsın be! Konuşmuş olmak için konuşuyorsun. Sonra da böyle Eyvah ne yaptım ben diye diptendoruğa kızarıyorsun-kutlu, 2005: 53-), Ahmet Mithat Efendivari araya girip bilgi verme, açıklamalar yapma gibi halk hikayeciliği tekniklerinden de bolca yararlanılır. Bunu, halk kültüründeki hikaye etme tekniğinin edebî bir surette yeniden inşa edilişi olarak adlandırmak mümkündür. (Çoşkun, 2004: 21) Biraz daha ileri gidilerek Kutlu nun hikâyesi, bugün postmodernist yöntemler olarak sunulan üstkurmaca, metinlerarasılık gibi kavramlarla birlikte de düşünülebilir. Üst kurmacanın metnin kuruluşunu, yazılış sürecini olgu içerisine konumlandırma ilkesine uygun örnekler kitapta gösterilebilir (Sazyek, 2002: 494): Şu sümsük Hulusi nin içinde fırfır dönen, dönüp dönüp kükreyen, kapatıldığı kafesin demir parmaklıklarını zangır zangırtitreten aslanları nasıl anlatsak acaba? (Kutlu, 2003: 80). Otbitmez Köyü nün cihana merhaba demesini şu sebepten anlattık ki; bizim malum ve meşhur tesis bu köyün Deli Dere kıyısında bulunan arazi üzerine bina edilecek (Kutlu, 2003: 98). Belli ki bir yerden haber bekliyordu. Okuyucuyu üzmeyelim açık edelim bari. (Kutlu, 2003:162). Ancak bu örnekler modern ya da Postmodern bir teknikten ziyade geleneksel bir hikâye anlatıcısını çağrıştırmaktadır. Tufandan Önce de metinlerarasılık çerçevesinde değerlendirilebilecek farklı kaynaklarla ilgili, kimi zaman doğrudan alıntılar kimi zaman da göndermeler, hikâyenin içine yerleştirilmiştir: Gazali den (Kutlu, 2003: 20), Kur an dan (Kutlu, 2003: 64, 205), İbn-i Haldun dan (Kutlu, 2003: 110), Kınalızade den (Kutlu, 2003: 110), Sadullah Paşa dan (Kutlu, 2003: 113), Faruk Nafiz den (Kutlu, 2003: 174), türkülerden (Kutlu, 2003: 131,187) Fakat bunlar, bir dönüşüm işlemine tâbi tutarak yeni bir anlamla donatarak, yeniden yazmak gibi edimlerden çok, alıntı veya andırma-anoloji şeklindedir. (Yıldırım, 2003: 56). Sonuç olarak kullanılan bu yöntemler, tam anlamıyla modern veya postmodern teknikten ziyade geleneğin dönüştürülmesine ve kendine has bir tarzın, terkibin vücuduna delalet eder. Bu tekniklerle birlikte Tufandan Önce de genel olarak ironiyle karışık sosyal tenkit takdim tarzı hâkimdir.

86 84 Mehmet BAŞTÜRK 3. GERÇEĞİMSİ YAPIYI OLUŞTURAN UNSURLAR Bir önceki bölümde bahsi geçen plânda,gerçeğimsi yapıyı oluşturan ögeler olarak figürler, zaman, mekan ve muhteva yer almaktadır Figürler Yağmur Beklerken de figüratif yapıyı çoğunlukla insanlar oluşturur. Bunun yanında hayvanlardan (Rahmi nin çok sevdiği ineği Sarıkız gibi), bitkilerden (akasya, çınar, çiçekler gibi), eşyalardan (park, kahve, Rahmi nin bahçeli evi gibi) da yararlanılmıştır. Rahmi romanın merkez kişisidir. Hem köylü, hem kentlidir. Bir yanda toprakla uğraşırken, hayvan beslerken bir yandan da avukatlık yapar. Yerli bir aydın tipidir. Mehmet Kaplan, Rahmi yi Türkiye de yeni bir insan tipi olan kökü toprağa bağlı aydın tipinin ilk örneği olarak nitelendirir(kaplan, 1982: 18). Rahmi tek taraflı verilmez. O, iç çatışmaları, gel-git hâlleri, hataları ve sevaplarıyla birlikte ortaya konulan olumlu bir karakterdir. Rahmi nin amcası Rıza Efendi, köyün ileri gelenlerinden olup dini bütün, sağduyulu, arif bir tipi canlandırır. Avukat Kenan Bey olumlanan başka bir aydın tipidir. Kelimenin tam anlamıyla bir entelektüeldir. Bunlarla birlikte şahıs kadrosunda Kaymakam Bey, Belediye Reisi, CHF mutemedi, Gülbeyazların Mahmut, kuraklığı dert edinmeyen memurlar gibi halktan kopuk kendi menfaatleri peşinde koşan bir de karşı kutup vardır. Rahmi nin eşi, çocukları, yengesi, Müftü Efendi, Doktor Fazıl, Davavekili Vehbi, Eczacı Yakup, Nalbant Mustafa Efendi... gibibir kasabada kimler yaşayabilecekse hemen her kesimden birileri romandamevcuttur. Bu muhayyel kahramanların yanında Atatürk, İsmet Paşa, Ali Fethi Bey, Ahmet Ağaoğlu, Hilmi Uran, NakiyettinYücekök gibi gerçek tarihi kişiler de eserde yer alır. Tufandan Önce nin şahıs kadrosu hem sayı hem de temsil bakımından Yağmur Beklerken le hemen hemen aynıdır. Kasabanın yirmi yıldır belediye başkanı olan Şemsettin Bilen, baş kahramandır. Şemsettin Bilen ile Rahmi arasında pek çok benzer nokta vardır. Her ikisi de kasabada yetişmiş, büyük şehirde üniversite eğitimi almış (Rahmihukuk fakültesi, Şemsettin Bilen-İktisadî ve Ticarî Bilimler Akademisi), tekrar memlekete dönmüş ve kendi halkına hizmet için uğraş vermektedir. Mehmet Kaplan ın Rahmi için yaptığı değerlendirme rahatlıkla Şemsettin Bilen için de söylenebilir. Her ikisi de siyasi düzeni sevmemesine rağmen bu düzenin içinde yer alır. Olaylara ve durumlara bakış açıları da benzerdir. Aile yapısı ve ilişkileri de örtüşür. Rahmi nin mebusluğu elinin tersiyle itip ailesine, toprağına, bürosuna yani kendi öz değerlerine dönmesi ile Şemsettin Bilen in siyaset, mebusluk sevdasından

87 Yağmur Beklerken Adlı Roman İle Tufandan Önce Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme 85 vazgeçip hacca gitmesi, kendi dükkanının başına geçmesi arasında da bir bağ kurulabilir. İki kahraman da yerli olmayı tercih etmiştir. Tufandan Önce nin diğer kahramanları: Uyanık, iş bilir iş adamı İdiris Güzel, nev i şahsına münhâsır Kaymakam Çetin, Kemal Derviş kılıklı Bakan Bey, görmüş geçirmiş bilge tip Zeynel Abidin, kendi koltuklarının peşinde olan milletvekilleri Haşmet Altay ve Hulusi Derin, Kaymakama tutkun müzik öğretmeni Mehpare Hanım, Zabıta Kemal, Şemsettin Bilen in ailesi vb. Tufandan Önce de figür olarak hayvanlardan (Kaymakamın kedisi Canan-,Kaymakamın köpeği-duman- ), bitkilerden (çınar, akasya, ) ve eşyalardan (tesis, Çardaklı Kahve ) yararlanılmıştır. Kutlu nun hikaye kahramanlarını Mehmet Niyazi şu şekilde değerlendirir: O, insanı yalnızca bir biyolojik varlık sığlığında ele almıyor; ruh dünyasını, metafizik derinliğini ihmal etmiyor. Onun içinkahramanları kuklaları andırmıyor; canlı, ruhlu insanlar olarak karşımıza çıkıyor. (Niyazi, ) İlyas Dirin in Tarık Buğra romanlarındaki kahramanlar üzerinde toptancı bir hüküm vermekten uzak duran bir edebiyatçıdır. Olumlu bir kahramanı sürekli idealize etmediği gibi, olumsuz olanları da bu duruma mahkum etmemektedir. (Dirin, 2002: 485) tespiti Kutlu içinde geçerlidir. Sonuç olarak iki eserin figüratif yapısının ve anlatıcının figürlere mesafesinin benzer olduğu ifade edilebilir. Olayların geçtiği coğrafyanın müşterekliği, konu ve tema benzerliği, yazarların biyografik özelliklerinin bunda etkili olduğu kabul edilebilir. Ancak Yağmur Beklerken de kahramanların daha etraflıca tahlil edilerek verildiği görülür. Bu, roman ile hikâye arasındaki temel farklardan birine yorulabilir. Zira, hikâye ne kadar uzun olsa da, daha çok tespit ettiği bir nokta üzerine yoğunlaşıp kişilerini o açıdan anlatırken romancı daha rahat ve özgürdür Zaman Yağmur Beklerken 1981 de basılır. Eserde bahsedilen olaylar, 8 Ağustos 1930 da kurulup 17 Kasım 1930 da feshedilen Serbest Cumhuriyet Fırkası nın hayat sınırları içerisinde yaşanır. Zaman kronolojik olarak akar. Fakat geriye dönüşlerle, şuur akışıyla takvim zamanından sapıldığı da görülmektedir. Özellikle kahramanların sunumunda hatıra takdim tarzı kullanılarak zaman hâlden maziye doğru gider. Nesnel zamanın tamamını kapsamayan, sadece olayların cereyan ettiği zaman. olarak tarif edilen vak a zamanı (Çetin, 2005: 129), nesnel zaman parantezinde özetleme tekniğiyle birlikte günlük bir süreyi kapsar. Tufandan Önce 2003 yılında okurlarla buluşur. Eserde bahsedilen olayların zamanı için herhangi bir tarih belirtilmemiştir. Ancak Kemal Derviş i hatırlatan Bakan dan, medyadaki bazı haberlere yapılan birtakım göndermelerden, AB sürecine yapılan atıflardan 2000 li yıllardan bir yaz mevsimi olduğu anlaşılıyor. Vak a

88 86 Mehmet BAŞTÜRK zamanı ise iki-üç günle sınırlıdır. Kasaba tarihinin dönüm noktası. Haftaya tesisin temeliatılacak. (Kutlu, 2003: 9) cümlesi ilk bölümde geçer. Hikâyenin son günü ise tesisin temel atma töreninin yapıl(ama)dığı cumartesidir. Olaylar beş gün sıçramanın ardından cuma ve cumartesi günü içerisinde cereyan eder. Bununla birlikte, geriye dönüşlerle, kahramanların ebeveynlerine kadar gidildiği olur. Hikâyenin sonundaki Tufandan Sonra bölümünde, ileriye sıçramalarla kahramanların gelecekteki yaşamlarına dair bilgi verilmiştir. Görüldüğü gibi Tufandan Önce de, Yağmur Beklerken e göre olayların geçtiği zaman dilimi oldukça kısıtlıdır. Zira olay sınırlıdır Mekân Yağmur Beklerken de olayların geçtiği, kahramanların yaşadığı mekân bir Orta Anadolu kasabasıdır. Eserde kasabanın adı verilmez. Ancak bu kasabanın yazarın çocukluğunun geçtiği Akşehir olabileceği, farklı çalışmalarda ifade edilmiştir. Bu kasabanın yanında İstanbul (Kenan Beyin ölümü üzerine Rahmi İstanbul a gider ve iki gün orada kalır.) ve Ankara (Atatürk ün ve arkadaşlarının Meclis ve Köşk teki toplantıları), sınırlı da olsa, olaylara ev sahipliği yapar. Rahmi nin evi, Kara Mustafa nın kahvesi, Avukat Kenan Bey in bürosu gibi dar, kapalı mekanlarla birlikte İkizkaya Tepesi, pancar ve ekin tarlaları gibi geniş, açık mekanlar da roman içerisinde olaylara ev sahipliği yapar. Bu bağlamda mekânların somut gerçek alanlar olduğu belirtilebilir. Tufandan Önce nin mekânı da, yine adı verilmeyen bir Anadolu kasabasıdır. Bu kasabanın somut fakat Yağmur Beklerken e göre daha gerçeğimsi olduğu söylenebilir. Tufandan Önce de olayların cereyan ettiği açık-kapalı mekânlar Yağmur Beklerken e çok benzer: Yağmur Beklerken Bir Anadolu Kasabası Park İkizkaya Tepesi Çay Belediye Binası Rahmi nin Evi Rahmi nin Bürosu Cami Ankara, Meclis Tufandan Önce Bir Anadolu Kasabası Çardaklı Kahve Ot Bitmez Tepesi Deli Dere Belediye Binası Şemsettin Bilen in Evi ŞemsettinBilen in Dükkanı Cami Ankara, Meclis

89 Yağmur Beklerken Adlı Roman İle Tufandan Önce Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme 87 Tufandan Önce de, Yağmur Beklerken de geçen neredeyse her mekânın, hem fiziksel hem de işlevsel karşılıklarını bulmak mümkündür. İki eserdeki mekân ortaklığı, ortak yaşamın ve ortak karakterlerin zeminini oluşturmuştur. Mekân bahsinden hareketle iki yazarın da köy hayatını iyi gözlemledikleri ve bu hayatın tablosunu yansıtacak mekânları ustalıkla seçtikleri ortadadır Muhteva Konu ve tema bakımından benzerlik taşıyan iki eserde aynı işleve sahip ortak motiflere, olaylar ve durumlar karşısında beliren benzer tavırlara rastlamak mümkündür. Ancak peşinen belirtmek gerekir ki Tufandan Önce nin yazarı için bir intihal ya da bire bir kopyalama iddiası ileri sürülemez. Başka metinlerle yararlanma, eleştirme, alaya alma, çağrıştırma gibi değişik amaçlarla ilişkiler kurma olarak tanımlananmetinlerarasılık bağlamında iki esere bakıldığında, Tufandan Önce de bilinçli olarak Yağmur Beklerken denne pastiş ne parodi ne de gülünç dönüştürüm gibi tekniklerle izah edilecek doğrudan bir alıntının veya dolaylı bir göndermenin olmadığı görülür(çetin, 2005: 97). Yağmur Beklerken de ilk bakışta görülen konu kasabaya yeni bir parkın açılması, Serbest Fırka nın kurulmasının ardından kasabadaki teşkilatlanması, Rahmi nin bu partiye başkan olması, fırkacılık olayının kasabada oluşturduğu kamplaşmalar ve kuraklıktır. Eserin arka planında ise Serbest Cumhuriyet Fırkası nın kurulmasıyla çok partili demokrasiye geçiş hareketi çerçevesinde aydınhalk arasındaki ilişki, yönetici-yönetilen münasebeti, bu bağlamda halktan kopuk bir siyasetin vaziyeti, halkın fakirliği ve çaresizliği anlatılır. Tufandan Önce de, siyasi çıkar amacıyla yapılan bir tesisin temel atma töreni için başta Belediye Başkanı, Kaymakam, ilgili müdürler, il milletvekilleri olmak üzere yetkililerin yaptıkları hazırlıklarla beraber, kahramanların birer tablo olarak okuyucuya sunulması ilk bakışta görülen konudur. Eserin arka planında ise bir Anadolu kasabası özelinde yitirilen değerler, kültürün yozlaşması ve insanın kendi varlığının anlamını çözememesi yatar. İki eserde de söylenilenlerin dışında pek çok kavram, tespit, tez, izlenimle ilgili yorumlar bulmak mümkündür. Ancak, biz dikkatimizi çeken benzer noktalara değinmek istiyoruz: Göz göze idiler. Eklemeden yapamadı; daha doğrusu, asıl söylemek isteyip de çekindiğini önleyemedi: Tehlikelidir fırkacılık..çok. Gördüm ben. Girme. Boğazı düğümlenmişti: Allah a bin şükür neyimiz..neyin eksik. Ve gülümsemeye çalıştı: Yiğenliğimden de istifa edemem ya! (Buğra, 2005: 100)

90 88 Mehmet BAŞTÜRK Görmüş geçirmiş Rıza Efendi nin, Tehlikelidir fırkacılık. hükmünü, Tufandan Önce nin anlatıcısı, Rıza Efendi nin izdüşümü olan Zeynel Abidin Bey e Siyaset zalimdir. (Kutlu, 2003: 11) dedirterek ortaya koyar. Bu söylemler iki eserin de merkez noktasıdır aslında. Parti işlerine dalıp kendi haremini ihmal eden Rahmi ye Güldane nin, Evin bi herifi var mı, yok mu, belli değel. Görüyon işte: dadımız duzumuz da galmadı. Yetiversin gaari (Buğra, 2005: 163) sitemine benzer bir öfke de Şemstin Bilen in eşi Şadiye de görülür: Eline bir paket nevale alıp da, şu kapıdan girdin mi? Şu evde ne oluyor, ne bitiyor, bu karın nasıl yaşıyor ilgilendin mi? Ne talih varmış yani bende, be talih. Gören de kıskanıyor. Şadiye Başkan karısı oldu diyor. Tüküreyim içine. (Kutlu, 2003: 141) İki eserde de iki yüzlülüğü içinde barındıran siyasetin halktan kopuk olması, insanlar arasında nifak tohumları saçması, fitne-fücur sebebi olması, kirli ilişkileri, statükoculuğu, kendi içinde bile demokrasiyi kuramaması eleştirel bir bakışla sunulmuştur. Yağmur Beklerken, Tufandan Önce ye göre tarihî bir olaya da yaslanması sonucunda siyaset ekseni üzerinde çok daha geniş tespit ve tahlil imkânı sunmaktadır. Tufandan Önce ise siyaseti bir hiciv malzemesi olarak kullanmıştır daha çok. İki eserde de yer alan çınar ile akasya kavramlarının simgesel değerleri üzerine yapılan mukayese dikkat çekicidir: Ve, ille de, şu fasulye sırığı gibi akasyalar! Rıza Efendi nin onlara fena hâlde taktığı belli, cılız dallar, yeşili fersiz, tırnak kadar yapraklar! Rahmi, gözleri yumuk yumuk, buna karşılık iri dişlerinin hepsini göstere göstere gülüyor: Büyücekler emmi..onlar da gocamangocamanolcek. Ne var ki emmi ye göre de asıl mesele bu: Öylee, diyor; hem de çabucak büyücekler. Ve iflâh olmaz karaciğerinin tadsızlaştırdığı esmer yüz büsbütün ekşiyor: Neye çınar değil de akasya dikerler? Çabuk büyür de ondan..görüversinler büyüdüğünü kendileri. (Buğra, 2005: 10) Devamında Harun Reşid ile ihtiyar bir bağcının hikâyesi anlatılır:... Allah ın takdiri bilinmez ama, ben seni, bu diktiğin fidanların meyvesi için hayli yaşlanmış görüyorum. Doğrudur evlâd. Ben de zaten kendim için dikmiyorum bunları. Şu gördüğün koca zeytin ağaçlarını dedem dikmiş. Meyvelerini ben ve babam topladı. Benimkilerini de torunlarım yer. (Buğra, 2005: 11) Ulan avanak kasabalı, yıllar yılı o kötü akasyaların cılız yapraklarına sığındınız da ne oldu. Şuncacık şeyi akıl edemediniz. Efendim neymiş,

91 Yağmur Beklerken Adlı Roman İle Tufandan Önce Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme 89 buralarda yetişmezmiş. Yahu sen bir dene, bir iki dikiver, bakımını yap, suyunu-gübresini ver, eh yetişmez ise o zaman söyle. Çınar gibisi var mı? Sen say koca imparatorluk; üç yüz, beş yüz yıl yapar. (Kutlu, 2003: 16) Hem Tarık Buğra hem Mustafa Kutlu bu örneklerle birlikte Anadolu da değişen değer yargılarını, kısa vadeli menfaatleri, sığ bir pragmatizm felsefesini tenkit eder. Sıtma doktoruna gülerim..pek hoş herif. Bu park da pek eyi oldu emmi; dediğin gibi, millet birbirinin yüzünü görecek. Gün olur, avratları da takar kolumuza getiririz. Rıza Efendi bu şakayı aykırı buluyor; kaşlarını eğiyor. Ama, Kaymakam Bey de -sahi- o kısa açış konuşmasında o demeye getiriyor. Öyle ya; Cumhuriyet nerdeyse yedinci yaşını tamamlayacak da, herifler avratlarını hâlâ sakınır toplumdan. (Buğra, 2005: 17) Tahir Hoca adı geçince kıllanan adamın kılları iğne gibi dikiliyor. Bu defa açıktan açığa cırlayarak: Olmaz... Olamaz... Günümüz Türkiye sinde Sayın Bakanın, valinin önünde o kara sakallı yobaz nasıl konuşur. Lütfen, lütfen efendim, basın gelecek, televizyon gelecek, valla rezil oluruz. (Kutlu, 2003: 57) Gibi parçalarda okumuş kesimin, aydının (!) halka, halkın değerlerine bakış açısı, putlaştırılmış yargıları eleştirilmiştir. İki yazar da köylü-kentli, aydın-halk ikilemini kendi içinde yaşamazlar. Sadece bir durum tespiti yaparlar. Her iki kesime de bakışları objektiftir. Herhangi bir tarafı yüceltme ya da yerme görülmez. Fildişi kulesinde yaşayan halkın sorunlarına inemeyen (Yağmur Beklerken de yağmurun yağmasını önemsemeyen memurlar, Tufandan Önce de İlçe Milli Eğitim Müdürü gibi...) kesim eleştirilir. Köye ve köylüye çevrilen bakış açısı, iki yazar için de yerlidir. Özellikle Tarık Buğra, zamanında toplumcu gerçekçi bir anlayışla yapay bir şekilde işlenen köy meselesine içten bir bakışla, Anadolu köyü ve köylüsünü sahici resmetmesi Türk edebiyatı için manidardır. Din, aşk, cinsellik, tabiat, mizaç, sosyal değişim, kültürel farklılaşma gibi kavramların da iki eserde benzer şekilde ele alındığı ve tahlil edildiği görülür. Örneğin zaman saate göre değil namaz vakitlerine, ezana göre tanzim edilir. İslamiyetin insanın kendi varlığını anlamlandırmada önemli bir unsur olduğu kabullenilir. Ona göre, İslâmın tortuları, yani bozulmadan kalan bazı kuralları, ilkeleri ve değer yargıları bile Türkiye için -kullanılabilirse- çok az ülkenin elde edebileceği bir büyük kozdur. (Buğra, 2005: 118) Kenan Bey, eski Türk törelerinin de bu anlayışa uygun olduğunu söylüyor. Osmanlı nın, bozulmadan önce, önemli malî, mülkî, askerî kararları

92 90 Mehmet BAŞTÜRK camilerde, cemaat önünde, tartışmaya açık tuttuğunu anlatıyordu. Ona göre, Dünya nın en uzun ve köklü imparatorluğunu kuran da işte bu yönetici ve yönetilen bütünleşmesi idi. (Buğra, 2005:119) Bu parçalar Tarık Buğra nın Türk-İslâm sentezi teklifini getirdiği bölümlerdendir. İslâmın teskin edici ruhunu, dünya-ahiret dengesi için mihenk taşı olduğunu Mustafa Kutlu cuma namazında, minberdeki imama söyletir: Efendim dünya sevgiyi, mevki ve makam hırsı, zenginlik arzusu ve bütün bunlara kapılanların nefsine yenik düşenlerin, ahıreti unutanların gözlerine inen perde hususunda Hz. Peygamber in daha pek çok hadisi vardır. Ancak şurasını da açıkça belirtmek üzerimize vazifedir.bütün bu öğütler esasen bize dünyadan büsbütün vazgeçmek, el-ayak çekmek, bir lokma-bir hırka deyip cemiyetten, iş hayatından uzaklaşmak için verilmiyor.... Millet ve memlekete hizmet etmek evlatlarımızın, devletimizin geleceğini imar etmek vazifemizdir. Önemli olan nefsine hakimiyet ve aşırı gitmemektir... (Kutlu, 2003: 67) Yine dünyanın faniliğinin, mecaziliğinin, yaşanılanların aslında bir oyun olduğunu anlatmak için Kur an dan yararlanılması bir başka ortak noktadır. Yağmur Beklerken de Hüvel bâki yargısı defaatle geçer. Küllü men aleyhâ fan! Bâki olan yalnız Allah dır! Her şey fânidir. Ona dönecektir! (Buğra, 2005: 175) buyruğuna karşılık, Tufandan Önce de şu ayetlere rastlanır: Enam suresi otuz ikinci âyette buyuruluyor ki: Dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Âhıret yurdu sakınanlar için daha hayırlıdır. Bu hüküm Ankubet suresi altmış dördüncü ayette şöyle geçmektedir: Bu dünya hayatı sadece oyun ve oyalanmadır. Asıl hayat âhıret yurdundaki hayattır. Keşke bilseler. (Kutlu, 2003: 64) İnsanların oldukları gibi görünmemesi ya da göründükleri gibi olmamasını Kaymakam Bey, Açıkçası Canan, bir oyun bu. Ve bizler de oyunda rol kesiyoruz. (Kutlu, 2003: 62) cümlesiyle ifade ederken Rahmi de şöyle değerlendirir: Ama -Rahmi ye öyle geldi- kulistir bu. Bir de sahne vardır. Ve aynı adamlar, sahneye, halkın karşısına çıkınca yüzde yüz değişiyor, değişmekle kalsalar iyi,değiştiriyorlar. (Buğra, 2005:175) İki eserde de aşk, evlilik, cinsellik, aile ilişkileri gibi kavramlar öne çıkarılmadan Anadolu kültüründen gelen bir edeple işlenmiştir.

93 Yağmur Beklerken Adlı Roman İle Tufandan Önce Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme 91 Hem Yağmur Beklerken de hem de Tufandan Önce de mizaç kavramı önemlidir. Kişiler, kendi mizaçlarına göre olayları ve durumları algılar. İki yazar da kahramanların mizaçlarından hareketle hayata bakar. Kişileri açık açık yargılamazlar ve karakterlerinin bir gereği olarak onları değerlendirirler. Bu Tufandan Önce de daha açıktır. Örneğin çapkınlık Zabıta Kemal in mizacında vardır. Kadın görünce hemen uçkuru gevşer. Kaymakam Bey istese de köylüler gibi düşünemez. Berber Baki dedikodu yapacaktır ve Bakan Bey istese de Türkiye deki hayatla ünsiyet kuramaz zira o buraya yabancıdır. Başkaca dikkat çeken ortak noktalar, motifler adına şunlar da belirtilebilir: - İki eserde de siyasî çıkarların gözetildiği iki açılış töreni vardır. (Y.B. park, T.Ö. tesis) - Yağmur Beklerken de Yahya Kemal in Gece ve Gece Bestesi şiirlerinden birer beyit romana yerleştirilirken, Tufandan Önce de Faruk Nafiz in Çoban Çeşmesi ne yer verilir. - İki eserin son bulma şekli de birbirine benzer. Hem Yağmur Beklerken hem de Tufandan Önce bir tufan la sona erer. Tufan olayı fonksiyonel bir benzerliktir. Görüldüğü gibi iki eserin de muhtevasında pek çok ortak motif ve benzerlikler bulmak mümkündür. Kahramanların işlenmesinde ve hayatın anlamlandırılmasındaki paralellikler de dikkatlerden kaçmaz. Fakat bir kez daha yineleyelim: Mustafa Kutlu nun Tufandan Önce si, Yağmur Beklerken in gölgesi altında kalan onun kopyası sayılabilecek bir eser değil, tamamen kendi yolunu, üslubunu bulmuş özgün bir eserdir. 4. GERÇEĞİMSİ YAPIYI GELİŞTİREN UNSURLAR Edebiyatın kurmaca âlemini çözümlemede teklif edilen plânın, son basamağı olan gerçeğimsi yapıyı geliştiren unsurlar, genel anlamda dil ve üslup incelemesidir 4.1. Dil ve Üslup Yağmur Beklerken de canlı, akıcı, konuşma dilinin inceliklerini yansıtan, kişilerin yerel ağızla konuştuğu bir anlatım hemen fark edilir. Öztürkçe masalına şiddetle karşı çıkmış; ulusal, arı bir dil iddiasıyla tasfiyecilik yapanları en kalleş bölücü ler olarak nitelendirmiş; yaşayan, canlı, kültür dilini yazıları ve konuşmalarıyla savunmuş olan Tarık Buğra, incelediğimiz eserinde de bu anlayışa uygun bir dil kullanmıştır. 4 4 Dil Oyunları ile En Kalleş Bölücülük adlı yazıları ve dille ilgili diğer makaleleri için bkz: Tarık Buğra, Düşman Kazanmak Sanatı, Ötüken Neşriyat, İst

94 92 Mehmet BAŞTÜRK İlk davranan Rıza Efendi idi; Del oğlan işte..n olcek, dedi. (Buğra, 2005:86) Asım â, Asım â.. sana derin.. eyi mi deye sorarım. (Buğra, 2005:87) Essah be Mumcunun oğlu..senin aklın pek erer; bi deyiver bana alla sen. Aslı, faslı nedir şu SelbesFırka nın? Kenan Bey in adamları başka der, Gülbeyazınkiler başka..hangisi doğru der? Bu fırka eyi mi olu kötü mü? (Buğra, 2005:71) Örneklerde görüldüğü üzere Buğra roman kişilerini başarılı bir şekilde yerel ağızlarıyla da konuşturmasını bilmiştir. Buğra nın üç nokta (...) yerine iki noktayı (..) kullanması ve ardından küçük harfle başlaması imlası adına dikkat çeken bir husustur. Titizbir yazar olan Tarık Buğra nın, eserinde sıcak, samimî bir üslup kendini hemen hissettirir. Eserde yer yer eleştirel, hitabet, hiciv üslubu kullanılmıştır. Yazarın tavrındasanatkarane yaklaşım da varlığını hissettirir. Beşir Ayvazoğlu Buğra nın üslubuyla ilgili olarak, Toplumculuk iddiasından yola çıkmadığı gibi, dilini ve üslubunu da peşinen bir davanın emrine vermeyen Tarık Buğra, hikâyelerinde, insan ruhunun dehlizlerinde gezinirken nesirden çok şiir diline bağlı bir üslupgeliştirmiştir. değerlendirmesini yapar (Ayvazoğlu, 2006: 48). Kullanılan Türkçe ise şiir diliyle akraba. Sırıtan sözcük yok, kekeleme yok. Bizde de öykü var, kök salan, gelişen, olgunlaşan. (Uçan, 2000: 53) methine mazhar Mustafa Kutlu nun kendine has üslubu, tarzı, edası Tufandan Önce ye de taşınmıştır. Hikâyede sade, canlı, konuşma dilinin bütün inceliklerini, kılcallarını içinde taşıyan bir dil vardır. Yazar miktarınca ve perdeli bir şekilde kullanılınca argo nun hikâye diline nasıl zenginlik kattığını somutlar. Sıkça deyimlere, atasözlerine, tekerlemelere, ikilemelere başvurur. Tufandan Önce de rahat, sürükleyici ve sohbet havasında bir tarz vardır. Zaten o âdeta hikâye yazmaz, anlatır. Önceki eserlerinde görülen hikmetli deyiş, tasavvufî üsluptan ziyade bu eserinde mizah ve hiciv üslubu hâkimdir. Aynı kitapta yazarın ressamlığının ve gözlem gücünün bir yansıması olarak da değerlendirebileceğimiz, olayları resmeden sinematografik bir anlatıma da şahit oluruz. Kısacası Türk edebiyatının iki özgün kaleminin olgunluk dönemi verimleri arasında yer alan Yağmur Beklerken ve Tufandan Önce de oturmuş, yazarını imleyen bir dil ve üslubun varlığından rahatlıkla söz edebiliriz.

95 Yağmur Beklerken Adlı Roman İle Tufandan Önce Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme 93 SONUÇ Çalışmamıza başlarken, amacımızın etki avcılığı na çıkmak olmadığını sadece bir eseri başka bireserle kısmen izah etmek imkânını veren zarurî bir hareket noktası olarak benimsenen mukayeseli edebiyatın yöntemi karşılaştırmayı kullanacağımızı belirtmiştik (Tieghem, 1973: 14). İki eseri birlikte düşünüp değerlendirmenin sağladığı eleştirel mesafe ve nesnellik ile Yağmur Beklerken ve Tufandan Önce yi karşılaştırarak tahlil etmeye çalıştık ve şu sonuçlara ulaştık (Aytaç, 2003b: 105): Uzun hikâyenin romandan farkı, seksen sayfanın ya da on bin kelimenin altında olması gibi hacme dayalı ölçütlerden çok eserin yapısıyla ilgilidir. Uzun hikâye hacmi ne olursa olsun, romanda bulunması gereken tahlilî komplekslik e izin vermez. Çoğunlukla vak a tek bir damardan, yalınkat olarak işlenir. Metrekareleri aynı olsa da uzun hikayenin evi romana göre daha sadedir, bölmeleri azdır. Hacim olarak rahatlıkla roman sayılabilecek olan Tufandan Önce, Yağmur Beklerken le kıyaslandığında bu açıkça görülür. Eserlerde kullanılan anlatım tutumuna bakıldığında, tenkit edici bakış açısı iki eser için de hâkim tutumdur. Tufandan Önce de tenkide ironi de eşlik eder. Yağmur Beklerken de edebî türün de bir imkânı olarak tahlil edici yaklaşımıntufandan Önce ye göre daha fazla yer aldığı görülür. Tespit, teklif, telkin edici tavırlara iki eserde de rastlanır. Teklif ve telkin edici bölümleri Kur an dan farklı ayetlerle de olsa desteklemek iki eserin ortak noktalarındandır. Hem Yağmur Beklerken in hem de Tufandan Önce nin anlatıcısı propaganda yapmaz, objektif tavırla, kahramanlarına karşı eşit mesafede olmaya gayret gösterirler. Teklik üçüncü şahsın kullanıldığı eserlerde hakim bakış açısına başvurulmuştur. Yağmur Beklerken genel olarak klasik bir vak aya sahiptir. Monolog, geriye dönüş, şuur akışı gibi tekniklerin de kullanıldığı romanda ara düğümler, ana düğüm çevresinde ustalıkla kurgulanarak başarılı bir vak a tertibi sergilenmiştir. Hitabet, hatıra gibi takdim tarzlarının kullanıldığı eserde sosyal tenkit hâkim tutumdur. Tek bir vak a etrafında farklı tabloların resmedildiği Tufandan Önce, anlatım teknikleri açısından oldukça farklı ve zengin bir yapıya sahiptir. İç çözümleme, monolog, geriye dönüş, şuur akışı gibi modern hikaye teknikleri yanında; okura hitap, hikaye kahramanıyla sohbet etme, Ahmet Mithat Efendivari araya girip açıklamalar yapma gibi halk hikayeciliği anlatımından da yararlanılır. Mustafa Kutlu gelenekle moderni mezcederek kendine has bir tarz yakalamıştır. Tufandan Önce nin hâkim takdim tarzı da ironiyle karışık sosyal tenkittir. İki eserin figüratif yapısı hem sayı hem temsil bakımından birbirine çok benzemektedir. Yağmur Beklerken de yer alan hemen her figürün benzerini Tufandan Önce de görmek mümkündür. Bu benzerlik mekan ve konu ortaklığının yanı sıra yazarların biyografik müşterekliklerinin bir sonucu olarak da

96 94 Mehmet BAŞTÜRK düşünülebilir. Yağmur Beklerken de kişiler tahlile dayalı olarak daha ayrıntılı sunulmuştur. 8 Ağustos-17 Kasım 1930 tarihleri arasında, çok partili demokrasiye geçme çabasının bir tecrübesi olan Serbest Fırka nın konu edildiği Yağmur Beklerken devak a zamanı yirmi-yirmibeş günlük bir süreyi kapsar li yıllardan sonrasını resmeden Tufandan Önce de ise vak a zamanı iki günle sınırlıdır. İki eserde de olaylar adı verilmeyen küçük bir Anadolu kasabasında cereyan eder. Mekân unsurlarının tasvirleri ve işlevleri paraleldir. Eserdeki mekân ortaklığı, müşterek hayatın ve karakterlerin zeminini oluşturur. Muhteva açısından da iki eserde pek çok ortak motiflere rastlanır. Yağmur Beklerken de Serbest Fırka nın kurulması kuraklıkla birlikte sunulur. Tufandan Önce de ise siyasi çıkar amacıyla yapılacak bir tesisin temel atma töreni çevresinde gelişen olaylar vardır. Siyaset, sosyal değişim, kültürel farklılaşma, aydın halk münasebeti, köylü kentli ilişkisi, din, aile, aşk, tabiat, mizaç, gibi kavramların benzer şekilde işlendiği ve bu kavramlara ilişkin yapılan çözümlemelerin, getirilen tekliflerin örtüştüğü görülmektedir. İki eserin de tufan la son bulması ilginç benzerliklerden biridir. Hem Tarık Buğra nın hem de Mustafa Kutlu nun olgunluk dönemi verimleri arasında yer alan eserlerde, yatağını bulmuş, sahibini işaret eden bir dil ve üslubun varlığı görülmektedir. Yağmur Beklerken in anlatıcısı İstanbul Türkçesiyle konuşurken roman kişileri başarılı biçimde mahalliağızla konuşturulur. Yazar kişileri dillendirirken yapaylığa düşmemiştir. Eserde eleştirel, hitabet, hiciv üslubuyla birliktegenelde sanatkârane bir tarz görülür. Benzer bir durum Tufandan Önce için de geçerlidir. Fakat burada, diğerinden daha belirgin olarak, konuşma dili öne çıkar. Hikâye okuyordan ziyade dinliyormuşsunuz izlenimi vardır. Deyimlerin, atasözlerin, tekerlemelerin, ikilemelerinçokça kullanıldığı eserde sohbet havasıyla birlikte mizah ve hiciv üslubu dikkat çeker. Son olarak, Yağmur Beklerken ile Tufandan Önce arasında hem içerik hem de içeriğin işlenmesinde birçok benzerlikler kurulabilir. Ancak Mustafa Kutlu nun alıntı yaptığını ya da bire bir etkilendiğini söylemek mümkün değildir. Zira Tufandan Önce tamamen özgün, kendi üslubunu ele veren, Türk hikâyeciliği için önemli bir eserdir. KAYNAKÇA AKTAŞ,Şerif, (2000),Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş, Ankara:Akçağ Yay. AKTAŞ, Ümit, ( , Aralık-Ocak), Mustafa Kutlu Öyküleri, KİTAPHABER, S.19, s.77.

97 Yağmur Beklerken Adlı Roman İle Tufandan Önce Adlı Uzun Hikâye Üzerine Karşılaştırmalı Bir İnceleme 95 ALPER, Feridun, (1993), Tarık Buğra Hayatı, Sanatı ve Eserleri, Erzurum: Atatürk Üniversitesi, (Yayımlanmamış doktora tezi). AYÇİL, Ali, (Aralık-Ocak, ), Bağını Bozdurmayan Bağban,KİTAPHABER, S.19, s AYKUT, Kemal- ÖZCAN, Nusret,(2001),Mustafa Kutlu Kitabı, İstanbul: Nehir Yay. AYTAÇ, Gürsel, (2003a),Genel Edebiyat Bilimi, İstanbul: Say Yay., (2003b),Karşılaştırmalı Edebiyat Bilimi, İstanbul: Say Yay. AYVAZOĞLU, Beşir, (2006),Büyük Ağa Tarık Buğra, İstanbul: Kapı Yay. BUĞRA, Tarık,(1992), Politika Dışı, İstanbul: Ötüken Neşriyat., (2005),Yağmur Beklerken, İstanbul: İletişim Yay., (2008), Düşman Kazanmak Sanatı, İstanbul: Ötüken Neşriyat. COŞKUN, Sezai,(Ağustos,2004), Tufandan Önce Üzerine Çözümleme Denemesi, Dergâh, S. 174, s ÇETİN, Nurullah, (2005),Roman Çözümleme Yöntemi, Ankara: Öncü Basımevi. DİRİN, İlyas, (2002), Tarık Buğranın Romanlarında Yakın Dönem Türk Siyasi Hayatı, İstanbul: İstanbul Üniversitesi, (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). GÜNDÜZ, Osman, (2006), Roman, 1960 Sonrası, Türk Edebiyatı Tarihi, C. 4, İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. KAPLAN, Mehmet, (Mayıs, 1982), Yağmur Beklerken, Türk Edebiyatı, S.103, s KARACA, Alâaddin, (2004, Şubat), Tufandan Önce Ekseninde Mustafa Kutlu nun Hikâyelerindeki Değişime Bir Bakış, Türk Edebiyatı, S.364, s KARATAŞ, Turan, (2004),Ansiklopedik Edebiyat Terimleri Sözlüğü, Ankara: Akçağ Yay. KUTLU, Mustafa,(2003),Tufandan Önce, İstanbul: Dergâh Yay. NACİ, Fethi, (Nisan, 1982), Serbest Fırka Karşısında İki Romancı: Kemal Tahir ve Tarık Buğra, Hürriyet GÖSTERİ, S.17, s NİYAZİ, Mehmet, ( ), Tufandan Önce, Zaman. ÖNAL, Mehmet, (1996), Tahkiyeli Eserleri Tahlil Plânı Hakkında Bir Deneme, Prof. Dr. Umay Günay a Armağan Kitabı, Ankara: FeryalMatb., (2009), En Uzun Asrına Edebiyatına Teorik Bir Yaklaşım İkinci Kitap, Ankara: Akçağ Yay.

98 96 Mehmet BAŞTÜRK ÖZDEMİR, Cihan, (Mayıs-Haziran, 2000), Roman Nedir, Türk Yurdu Türk Romanı Özel Sayısı, S ÖZGÜL, Kayahan,(2003), Kandille İskandil, Ankara: Hece Yay.,(2006, Ekim-Kasım), Hikâyenin Romanı, Hece Dergisi Türk Öykücülüğü Özel Sayısı, S ,s SAĞLIK, Şaban, ( , Aralık-Ocak), Ehl-i Suhan Yahut Tufandan Önce nin Anlatıcısı, KİTAPHABER, S.19, s SAZYEK, Hakan, (2002, Mayıs-Haziran-Temmuz), Türk Romanında Postmodernist Yöntemler ve Yönelimler, Hece Dergisi Türk RomanıÖzel Sayısı, S , s TEKİN, Mehmet, (2009), Roman Sanatı Romanın Unsurları, İstanbul: Ötüken Neşriyat. TIEGHEM, Paul Van, (1973),Mukayeseli Edebiyat, (Çev. Yusuf Şerif Kılıçel), Ankara: Maarif Matb. TONGA, Necati, (2005),Hikayeciliğimizdeki Zenginlik Mustafa Kutlu ve Yoksulluk İçimizde, Ankara:Akçağ Yay. TOSUN, Necip, (2002, Mayıs-Haziran-Temmuz), Öykü ve Roman Farklılaşması Üzerine Notlar, Hece Dergisi Türk RomanıÖzelSayısı, S , s TUNCER, Hüseyin,(1988), Tarık Buğra, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. TURAL, Sadık, (2006), Sorulara Cevaplar, Ankara: Yüce Erek Yay. Türk Dili Edebiyatı Ansiklopedisi, (1990),Cilt 7, İstanbul: Dergâh Yay. Türkçe Sözlük, (1998),Ankara: TDK Yay. UÇAN, Hilmi, (Nisan, 2000), Batı da ve Bizde Roman, Öykü, Anlatı Teknikleri ve Bir Mustafa Kutlu Öyküsü: Bu Böyledir, Hece, S.40, s YALÇIN, Alemdar, (1985) 1984 te Roman, Yağmur Beklerken, Dönemeçte, Türkiye Kültür ve Sanat Yıllığı, FeryalMatb. YILDIRIM, Ercan, (Aralık-Ocak, ), Mustafa Kutlu nun Hikayesi nde (Değişen) Anlatım Özellikleri, KİTAPHABER, S.19, s

99 Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: ROMA CUMHURİYETİ NİN ANADOLU POLİTİKASI VE PERGAMON (BERGAMA) KRALLIĞI NIN ROLÜ Yrd. Doç. Dr. Mehmet KURT Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü mehmetkurt@kmu.edu.tr Özet Roma nın Doğu Akdeniz politikasının oluşumunda ve Anadolu da kurmayı düşündüğü idarî düzende en büyük rolü Pergamon Krallığı üstlenmiştir. Bu krallık, Roma nın hassas dengeler üzerine kurulmuş doğu siyasetinin en büyük politik aktörü olmuştur. Apameia Barışı ndan sonra Pergamon a verdikleri statü sayesinde Romalılar, hiç sorumluluk almaksızın Anadolu yu kendi çıkarları doğrultusunda uzun süre idare edebilmişlerdir. Pydna Savaşı ise, Roma nın doğu politikası ve diplomasi anlayışında çok büyük bir değişikliği beraberinde getirmiştir. Roma, söz konusu savaşa kadar Hellenistik devletlere karşı yerli dost devletleri destekleyerek, çıkarları doğrultusunda bir denge kuruyordu. Sözü edilen savaşla son Hellenistik devlet olan Makedonya ortadan kalkınca, doğuda fetih politikası izlemeye başladı. Bu makalenin amacı, Roma nın Hellenistik Dönem Anadolu politikaları içerisinde Pergamon un rolüne ve Roma-Pergamon ilişkilerinin Anadolu nun şekillenmesindeki yerine tarihsel bir bakıştır. Anahtar Kelimeler: Roma Cumhuriyeti, Pergamon Krallığı, Anadolu, Apameia Barışı, Hellenistik Dönem ROMAN REPUBLIC S ANATOLIA POLICY AND THE ROLE OF THE PERGAMON (BERGAMA) KINGDOM Abstract Pergamon Kingdom commited the biggest role in the establishment of the Roman policy for Eastern Mediterranean and in the administrational arrangement they planning to set up in Anatolia. This Kingdom had been the biggest political actor in the eastern policy of Rome, which was established on the delicate balances. Thanks to the status they granted to Pergamon after the Apameia Peace, the Romans could rule Anatolia for a long time in their own interest without taking any responsibilities. On the other hand, Pydna War brought a vast change in the eastern policy and diplomacy understanding of Rome. Until the said war, Rome was establishing a balance in its own interests boyunca supporting the local associates against the Hellenistic states. When the last of the Hellenistic states, Macedonia disappeared with the said war, Rome started to follow an invasion policy in the East. The aim of this article is to provide a historical insight into the role of Pergamon within the Anatolia policies of Rome during the Hellenistic Period and the stats of Rome- Pergamon relations in shaping Anatolia. Key Words: Roman Republic, Pergamon Kingdom, Anatolia, Apameia Peace, Hellenistic Period.

100 98 Mehmet KURT GİRİŞ Büyük İskender in generallerinden Lysimakhos, M.Ö. 301 yılındaki İpsos Savaşı ile Pergamon (Bergama) Kalesi ni ele geçirmiş, muhafızlığını da Philetairos adlı subaya vermişti (Günaltay, 1987: 222). Stratejik bir konuma sahip olan kale, söz konusu tarihten itibaren askerî ve siyasî bir öneme sahip olmuştur. M.Ö. 281 yılındaki Kurupedion Savaşı sonunda Lysimakhos sülâlesi tarihe karışınca, Anadolu da, Seleukoslar hâkimiyeti (M.Ö. 281-M.Ö. 63) başladı. Anadolu, Seleukoslar idaresinin hemen başlarında ulusal krallıkların kurulmaya başlanması sonucu, siyasal olarak tarihinin en karışık dönemlerinden birisini yaşamıştır. Bu krallıklardan birisi ve belki de en önemlisi de Pergamon Krallığı dır (Özsait, 1982: 494). Pergamon Krallığı nın, Anadolu kıyılarını yağmalayan Galatlar ı iç bölgelere sürmekle başlayan mücadeleleri, burada hatırı sayılır bir politik güç olarak ortaya çıkmalarında önemli etken olmuştur. Çünkü onlar, vermiş oldukları mücadelelerle yalnız kendilerini değil, bütün Batı Anadolu yu da Galat istilâsından korumuşlardır (Mansel, 1988: 473) 1. Galatlar tehlikesini atlatan Pergamon Kralı I. Eumenes (M.Ö ) için, Anadolu da bir diğer önemli tehlike de hiç şüphesiz Seleukoslar dı. Pergamon kralı, onlardan gelecek olası bir saldırıya karşı Anadolu daki diğer krallıkların desteğini almayı başarmış ve III. Antiokhos a karşı bir cephe oluşturmuştur. Sardes Savaşı (M.Ö. 262), Pergamon ile Seleukoslar ın bağlarını tamamen koparmış ve Seleukoslar ın, batıda Pergamon lehine önemli ölçüde toprak kaybına uğramaları sonucunu doğurmuştur (Strabon, XIII, 4, 2). Pergamon un varlığını koruması ve nüfuzunu artırması, her şeyden önce, Seleukoslar ın Asya da zayıflatılmasına bağlıydı. Bunun için I. Attalos (M.Ö ), dönemin iki süper gücü olan Seleukoslar ve Romalılar karşısında başarılı bir denge politikası izlemiştir (Günaltay, 1987: 230). Suriye devletindeki aile kavgasından azami derecede faydalanma yoluna giden Attalos, Akhaios a karşı III. Antiokhos ile ittifak yapmıştır. Çünkü mücadeleyi Akhaios un kazanması durumunda Pergamon a da hâkim olmak isteyeceği şüphesizdi. Seleukoslar cephesinde ise Antiokhos, başlangıçta bir düşmanla ittifak yaparak kardeşine karşı çarpışmayı tercih etmemişti. Ne var ki M.Ö. 216 yılında Attalos ile gerçekleştirdiği ittifak sonucunda Akhaios un yenilmesiyle, Anadolu daki Seleukoslar topraklarında egemenliğini yeniden sağlamıştır (Özsait, 1982: 299). Akhaios un ortadan kaldırılmasından sonra, Pergamon için III. Antiokhos tehlikesi baş göstermiştir. Attalos, III. Antiokhos un Akhaios ile mücadelesinden faydalanmak suretiyle topraklarını genişletmişti. Bunun için, Seleukoslar kralının kendisinden bu davranışın hesabını soracağı korkusuna kapıldı. Roma nın yardımını sağlamaksızın Seleukoslar la başa çıkamayacağını da çok iyi biliyordu (Demircioğlu, 1987: 309). İşte oluşan bu yeni siyasî tablo, Attalos u o zamanlar Anadolu dan çok uzak mesafede bir devlet olan Roma ya yaklaşmaya ve dostça 1 Orta Anadolu nun siyasal ve sosyal gelişimindeki olumsuz etkileri yanında, Roma nın Anadolu politikalarında küçümsenemeyecek bir rol oynamış olan Galatlar için bkz. Lequenne, 1991: 54 vd.; Arslan, 2000: 39 vd.; Kaya, 2005b: 41 vd.

101 Roma Cumhuriyeti nin Anadolu Politikası ve Pergamon(Bergama) Krallığı nın Rolü 99 ilişkiler kurmaya zorlamıştır. Pergamon un Roma ile bu şekilde yakınlaşması, sadece Pergamon Krallığı için değil, genel olarak bütün Anadolu için önemli sonuçlar doğurmuştur. 1. ROMA NIN ANADOLU POLİTİKASI VE ROMA-PERGAMON İLİŞKİLERİ Roma nın Anadolu ve Pergamon Krallığı ile doğrudan ilişkisi, M.Ö. 205 yılında Makedonya kralı Philippos ile yapmış olduğu Phonike antlaşmasıyla başlamıştır. Zira söz konusu antlaşmada Pergamon kralı I. Attalos, Roma nın müttefiki olarak antlaşmaya imza atmıştır (Kaya, 1996: 211). Aslında Attalos un korkusu, sadece III. Antiokhos tan kaynaklanmıyordu. O, aynı zamanda Makedonya Kralı V. Philippos un Ege ye hâkim olma emellerinden de endişe duyuyordu. Pergamon, kuvvetli bir donanmaya ve Ege de ticarî çıkarlara sahipti. Bu açıdan burada Makedonya kralı aleyhine oluşturulacak koalisyon, Pergamon kralı açısından hayatî bir önem taşımaktaydı (Demircioğlu, 1987: 293). Komşusu ve aynı zamanda rakibi durumunda bulunan Bithynia kralı I. Prusias ın, akrabası olan V. Philippos un tarafını tutmasının da etkisiyle, Roma ile ittifak yaptı. Aynı ilişkinin kültürel boyuta da taşındığı anlaşılmaktadır. Çünkü M.Ö. 205 yılında Pessinus (Ballıhisar) da ana tanrıça olarak tapınılan siyah gök taşı, I. Attalos un aracılığıyla Roma ya götürülmüştür (Strabon, XII, 5, 3). M.Ö. 202 yılındaki Zama Savaşı nda, en büyük düşmanı Kartaca kralı Hannibal i yenen Roma, yapılan barışla tüm Batı Akdeniz e sahip olmuş, doğu sorunlarını daha yakından izleme fırsatı elde etmiştir. Ayrıca M.Ö. 201 de Attalos un Roma ya göndermiş olduğu elçilerin etkisiyle senatörler, Anadolu nun Roma dış politikasının dışında tutulamayacağı kanaatine varmışlardır. Pergamon ve Rodos elçilerinin amaçlarıysa, Anadolu daki gelişmelere kayıtsız kalan Roma yı korkutarak harekete geçirebilmekti. Bunun için iki devlet elçileri, Makedonya kralı V. Philippos ile Seleukoslar kralı III. Antiokhos un Mısır Krallığı nı paylaşmak için gizlice anlaştıkları yalanına senato üyelerini inandırmışlardır. İki doğulu kralın birleşerek, İtalya yı istilâ edebileceğinden korkan senatörler, Anadolu ile ilgili sorunlara ilk kez doğrudan ve diplomasi aracılığıyla müdahaleye karar vermişlerdir (Kaya, 1996: 213). Bu şekilde elverişli bir ortam yakalayan Roma, doğudaki mevcut dengenin bozulmasına engel olmak için V. Philippos a savaş açma kararı almıştır. Dünya tarihi açısından son derece önemli sonuçlar doğuracak olan bu karar, Roma nın Doğu Akdeniz işlerine karışmasının ve ondan sonra izlediği doğu politikalarının temelini oluşturmuştur. Roma, bu tarihten itibaren doğu için önce himaye ve sonra da fetih politikası izlemiştir ki bu iki politika arasında sadece bir aşama farkı vardır (Mansel, 1988: 481) 2. 2 III. Makedonya Savaşı na kadar Anadolu ya yönelik Roma politikası, Makedonya kralı Philippos ve Seleukoslar kralı III. Antiokhos ile yapılan savaşlar çerçevesinde şekillenmiştir. Özellikle Magnesia (Manisa) Savaşı ve sonucunda imzalanan Apameia Barışı, söz konusu politikanın oluşumunda önemli bir yer tutar. Bu savaş sırasında Pergamon ve Rodos gibi Roma müttefikleri ödüllendirilir ve himaye edilirken, aksi hareket edenler cezalandırılmıştır. İşte Anadolu daki siyasî bölünmüşlüğün devamını

102 100 Mehmet KURT 2. III. MAKEDONYA SAVAŞI NA KADAR ANADOLU YA YÖNELİK ROMA POLİTİKASI VE PERGAMON KRALLIĞI Roma-Makedonya savaşının en azından ilk aşamalarında- Pergamon Krallığı ile hiçbir ilgisi yoktu. Ege de bir imparatorluk kurma peşinde olan V. Philippos, boğazların Anadolu yakasında almış olduğu bazı yerleri Bithynia kralı I. Prusias a verdi. Makedonya kralı, bu hareketiyle Ege Denizi nin güvenliğini ve boğazların serbestliğini ihlâl etmiş oluyordu. Öteden beri boğazların serbestliği üzerine bir politika izleyen Rodos, V. Philippos a savaş açınca, Ege ve boğazlarla yakından ilgilenen Pergamon da ister istemez eski düşmanı Rodos un yanında yer aldı. Öte yandan Pergamon un, rakibi Bithynia nın buralarda genişlemesine tahammülü yoktu. Ayrıca Pergamon kralı, Seleukosların faaliyetlerinden de huzursuzluk duyuyor, iki cephede birden hücuma uğramaktan endişe ediyordu. Ve belki de en önemlisi, Anadolu daki Hellen hürriyetinin savunuculuğuna soyunan Attalos un Makedonya nın söz konusu tecavüzlerine göz yumması düşünülemezdi (Demircioğlu, 1987: 301). Ancak Pergamon un bu şekilde işe karışması, Makedonya nın Ege de hâkimiyet kurma planlarının önemli ve kapsamlı bir mahiyet almasıyla sonuçlanmıştır. Attalos ve Rodoslular, Anadolu nun geleceğini çok yakından ilgilendiren bir adım atmışlar, gönderdikleri elçiler aracılığıyla V. Philippos a karşı Roma dan yardım istemişlerdir (Livius, XXXI, 2, 1). I. Attalos, kendisi için potansiyel iki tehlike olan V. Philippos ve Seleukoslar ı etkisiz hale getirecek tek güç olarak Roma yı görmekteydi. Doğuda kendisine rakip olabilecek bir gücün ortaya çıkması ve bunun sonucunda devletler arasında mevcut siyasî dengenin bozulması endişesi taşıyan Roma, yardım isteğini tereddütsüz kabul etmiştir. II. Makedonya Savaşı (M.Ö ), Rodos ve Pergamon un Roma nın yanında yer alması sonucu V. Philippos un ağır yenilgisiyle sonuçlanmıştır (Livius, XXXIII, 3-10; Özsait, 1982: 299). Pergamon ile Roma nın bu devirde oluşturdukları dostluk, Romalıların Anadolu daki ağırlıklarını giderek artırmaları ve Pergamon Krallığı nın yıkılışından sonra tüm Batı Anadolu ya egemen olmalarının ilk adımı olduğu için, Anadolu tarihinde büyük öneme sahiptir (Malay, 1987: 16). Söz konusu savaş, Roma nın tarihte ilk defa olarak, Makedonya ya karşı Anadolu daki Hellenistik devletlerin bağımsızlıklarının savunucusu rolüyle ortaya çıkması sonucunu da doğurmuştur (Demircioğlu, 1987: 325). M.Ö. 196 yılında yapılan Tepme Barışı ndan sonra kendi kabuğuna çekilmek zorunda bırakılan Makedonya; Anadolu, boğazlar, Ege ve Hellas ta bir karışıklık unsuru olmaktan çıkartıldığı için, her şey Roma nın istediği şekilde gerçekleşmişti. Fakat Philippos tan alınan yerlerde istikrarın devamı için yeni bir takım önlemler almanın gerekliliğinin de farkındaydı. Roma, doğunun büyük Hellenistik devletleriyle mücadeleyi, küçük devletlerin koruyucusu sıfatıyla yapma sağlama, diplomatik olarak Grek şehirlerine özgürlük tanıma bahanesiyle yerli dost ve müttefikler edinme ve nihayet Avrupa daki egemenliğini tehdit edecek bir güçlü krallığın ortaya çıkmasını engelleme gibi değişik amaç ve stratejiler içeren Roma politikası için bkz. Kaya, 1996:

103 Roma Cumhuriyeti nin Anadolu Politikası ve Pergamon(Bergama) Krallığı nın Rolü 101 temeline dayanan klâsik doğu politikasını uygulamaya koydu. Doğudan gelecek bir tehlikeyi önlemek için, buradaki yerli şehir ve krallıklarla bir denge kurmayı hedefleyen Roma, şimdilik bir ilhak düşünmüyordu (Demircioğlu, 1987: 314). Makedonya halkının Anadolu daki emellerinden vazgeçerek ülkelerine çekilmek zorunda bırakıldığı II. Makedonya Savaşı süresince, Pergamon kralı Attalos un Roma ordularını kararlı bir şekilde desteklediği görülmektedir. Pergamon un bu şekilde olaya müdahil olması, Roma-Makedonya çatışmasının etkisinin Anadolu ya kadar yayılmasına sebep olmuştur. Roma nın Hannibal ve V. Philippos ile yaptığı savaşlardaki tutumuyla Attalos, önemli bir mevki edinmiş ve Roma dostu olarak tanınmıştır. Böylece Roma nın Anadolu da kurmayı planladığı idarî düzende söz sahipliği elde etti ve imza koyucular arasında yer aldı (Magie, 2001: 26). Bu şekilde Pergamon, Roma nın himaye veya dolaylı hâkimiyet esasına dayanan Doğu Akdeniz politikasının oluşumunda da önemli bir yer tutmuştur. II. Eumenes (M.Ö ) in de Roma ile ittifak ve işbirliğine büyük önem verdiği anlaşılmaktadır. Aslında onun Roma ile bu kadar yakınlaşması, Seleukoslar kralı III. Antiokhos un bölgedeki faaliyetlerinin doğal bir sonucuydu. III. Antiokhos, M.Ö yılları arasında Suriye seferiyle uğraştığı için, Anadolu da gelişen olayların dışında kalmıştır. M.Ö. 200 yılında kendisine gönderilen Roma elçilerinin ikiyüzlülüğünü anlayamamış, Roma nın kendisine karşı izlediği politikanın zaman kazanmaya yönelik geçici dostluk politikası olduğunu kavrayamamıştır (Kaya, 1996: 217). Nitekim M.Ö. 196 yılında Korinthos ta düzenlenen konferansta, elçilerine III. Antiokhos un Anadolu nun batısındaki tüm Grek şehirlerinden elini çekmesi ve Avrupa ya geçmemesi konusunda uyarılması, dostluk politikasının geçici olduğunun ilk somut örneğini oluşturmuştur. Aslında İkinci İskender olmak düşüncesiyle hareket ederek yapmış olduğu fetihlerle Büyük unvanını fazlasıyla hak etmiş olan Antiokhos, M.Ö. 196 ilkbaharında atası I. Seleukos un imparatorluğunu batıda yeniden canlandırma planını uygulamaya koydu. Suriye kralının nihaî hedefi, Marmara Havzası na hâkim olmak ve boğazları kontrolüne geçirmekti. Antiokhos un bu amaçlarına ulaşması durumunda İtalya için tehlikeli bir komşu olacağından kaygılanan Roma, görünüşte Hellenlerin koruyuculuğuna soyunarak, gerçekte ise tamamen kendi çıkarlarını düşünerek, Anadolu daki Hellen şehirlerinden gelen himaye isteğini hemen kabul etti 3. Fakat o sıralarda Kuzey İtalya ve İspanya da yaşadığı sorunlar nedeniyle işin öncelikle diplomasi yoluyla halline çalıştı. Antiokhos a gönderdiği elçiler aracılığıyla Avrupa dan çekilmesini ve Anadolu daki Hellen şehirlerine dokunmamasını istedi (Demircioğlu, 1987: 328). Diplomatik yollardan hiçbir sonuç elde edemeyen Roma nın, ordularını Hellas tan geri çekmesi, Antiokhos u cesaretlendirdi. Suriye kralı, M.Ö. 193 te 3 Roma nın Akdeniz dünyasının güçlü devletlerinden gelecek tehlikelere karşı, küçük devletlerle bir denge oluşturmayı amaçladığı ve protektorluk olarak adlandırdığı dolaylı himaye sistemi konusunda bkz. Magie, 2001: 23.

104 102 Mehmet KURT ittifak ve dostluk antlaşması yapmak üzere, Roma ya elçiler yolladı. Antiokhos un bu beklenmedik hamlesi, Roma yı zor durumda bıraktı. Zira böyle bir antlaşmayı kabul etmesi, mevcut durumu tanıması anlamına geleceği gibi, Suriye kralını daha da yüreklendirecekti. Reddetmesi durumunda ortaya çıkacak gelişmelere de hazır değildi. Roma, sonunda bir orta yol bularak şartların olgunlaştığı müsait bir zamana kadar işi oylama siyaseti izlemeyi tercih etti. Antiokhos ile ancak boğazlardan ve Avrupa dan çekilmesi şartıyla bir ittifak ve dostluk antlaşması yapabileceğini bildirdi. Antiokhos un elçilerinin böyle bir yetkilerinin olmadığı biçimindeki cevabı, tam da Roma nın istediği bir durumdu. Bu şekilde sorunu sürüncemede bıraktı ve istediği de yerine gelmiş oldu (Demircioğlu, 1987: 328). III. Antiokhos un bütün bu faaliyetlerini göz ardı edemeyeceklerden birisi de hiç şüphesiz Pergamon idi. II. Eumenes in Roma-Seleukoslar mücadelesinde tutacağı taraf konusunda ciddi bir açmazın içerisinde olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Pergamon kralı, Roma nın er ya da geç Anadolu ya geçeceğini sezdiğinden, Suriye kralıyla aynı kaderi paylaşmak istememiş olmalıdır. Öte yandan Antiokhos un boğazlara ve Marmara Havzası na sahip olması durumunda, kendi krallığının bu coğrafyadaki öneminin azalacağını da biliyordu. III. Antiokhos un kazanması durumunda kendi krallığının küçüleceği ve Anadolu da ikinci derecede bir devlet durumuna geleceği konusunda da ciddi endişeleri vardı (Piganiol, 1939: 113). Zaten ailesiyle Seleukoslar arasında mevcut olan ve kökleri çok eskilere dayanan düşmanlık da ona, olası bir savaşta Roma tarafında yer alması gerektiği konusunda bir fikir veriyordu. İşte bu nedenle II. Eumenes, Antiokhos un kızını vermek suretiyle önerdiği siyasî evlilik temeline dayalı ittifak teklifini geri çevirmekle kalmamış, Roma yı Antiokhos a karşı savaşa da kışkırtmıştır (Livius, XXXV, 13, 7; Magie, 2001: 39). Roma ordusu karşısında geri çekilmek zorunda kalan III. Antiokhos, Avrupa dan çekilme şartını kabul ettiyse de onun Torosların ötesine çekilmesini isteyen Roma tarafından kabul edilmemiştir. Roma, M.Ö. 190 yılı sonlarında Batı Anadolu da Sipylos Dağı (Yamanlar Dağı) yakınlarındaki Magnesia ad Sipylum kentinin kuzeyinde yapılan savaşta Seleukoslar kralı III. Antiokhos u büyük bir bozguna uğrattı (Akşit, 1983: 75 vd.) 4. Roma nın bir Hellenistik krallıkla yaptığı bu savaş, Anadolu yu tanıması açısından bir dönüm noktası olmuştur. Roma nın Anadolu ile M.Ö. 205 den beri var olan dolaylı ilişkisi, ilk defa doğrudan bir ilişkiye dönüşmüştür (Tekin, 2007: 171). Pergamon kralı II. Eumenes, Roma nın kazandığı bu savaşta karşısındaki Seleukoslar süvarilerine karşı elde ettiği başarıyla büyük yararlılık göstermişti. Zaferden sonra Pergamon kentinde anıtlar dikilmesi ve adaklar sunulması, bunun en güzel göstergesi sayılmalıdır (Mansel, 1988: 484; Üreten, 2005: 202). II. Eumenes, zaferden hemen sonra Pergamon un çıkarlarını koruma amacı taşıyan diplomatik bir görevle Roma ya gitti. Galatlar ı kesin şekilde yenebilmek amacıyla Roma ordusunun Anadolu da kalması gerektiğine senatoyu ikna etti (Radt, 2002: 32). II. Eumenes, yardımının karşılığını almak için Roma ya gittiği zaman, konsül 4 Antik kaynaklarda Magnesia Savaşı için bkz. Livius, XXXVIII, 39; XXXVIII, ; Polybios, XXI,

105 Roma Cumhuriyeti nin Anadolu Politikası ve Pergamon(Bergama) Krallığı nın Rolü 103 Manlius Vulso da Anadolu ya tayin edildi (Piganiol, 1944: 226). İstisnaî bir şekilde görev süresi uzatılmayan Scipio nun yerine atanan Roma valisi Manlius Vulso, bu son savaş sırasında Antiokhos a yardım ettikleri bahanesiyle, Galatlar üzerine cezalandırma seferi düzenledi (M.Ö. 189) 5. Onları iki defa yenmesine rağmen, sadece Galatia dışına çıkmamaya zorlayarak, müttefiklerinden aldığı yerleri geri istemesi ve Pergamon kralı ile ittifak yapmayı kabul ettirmekle yetinmesi, tamamen Roma politikasının bir gereğidir (Özsait, 1982: 300). Bu sefer vasıtasıyla Anadolu nun ortasındaki Galatlar ı Roma çıkarlarına bağlı duruma getirmiş oldu. Bununla da yetinmeyip, burada yer alan diğer önemli kentlerle aynı doğrultuda ittifaklar geliştirmek suretiyle bir denge oluşturdu. Galatlar için düşünülen bu statü, onları askerî ve siyasî bir oyunla Roma çıkarlarına bağlamanın yanında, Pergamon a karşı bir denge unsuru haline getirme anlamına geliyordu. Böylece Roma, tüm hâkimiyeti boyunca Anadolu da uyguladığı güçlü ve baş ağrıtacak krallıklar yerine; başında kendisinin istediği ölçüde otonomiyle donattığı, güvenini kazanmış yerli kralların bulunduğu idarî sistemi uygulamaya koymuş oldu. Magnesia Savaşı sonunda Sardeis te yapılan ön antlaşmada belirlenen esaslar, yaklaşık bir yıl sonra M.Ö. 188 de Apameia (Dinar) da düzenlenen barış konferansıyla kesinlik kazandı. Böylece Roma, III. Antiokhos a isteklerini barış şartları olarak kabul ettirmiş oldu (Memiş, 1993: 76) 6. Roma ile Seleukoslar arasında uzun süre büyük gerginliğe sebep olmuş olan mücadeleyi sona erdiren Apameia Barışı, Anadolu nun politik ve coğrafî çehresinde son derece önemli değişiklikleri de beraberinde getirmiştir. Her şeyden önce III. Antiokhos, Torosların doğusunda kalan Anadolu topraklarını boşaltacak, böylece Roma nın Seleukoslar la sınırı, Toros Dağları olacaktı. Antiokhos, gemilerini Sarpedon (İncekum) Burnu ndan batıya göndermeyeceğini garanti etmiştir (Hild und Hellenkemper, 1990: 31) 7. Daha açık bir ifadeyle Seleukoslar kralı, ötesinde Kappadokia Krallığı nın bulunduğu Toros silsilesinin kuzeyinde ve Halys (Kızılırmak) in orta kıvrımının batısında yer alan tüm sahalarda hak iddia etmekten vazgeçmek zorunda kalmıştır (Magie, 2001: 40). Ege dünyası ve Anadolu ile bütün bağları kesildiğinden artık bir Hellenistik devlet olma özelliğini de kaybeden Seleukoslar, bir yüzyıldan beri hüküm sürdükleri Anadolu yu ebediyen terk ettiler. Seleukoslar devletini tamamen ortadan kaldırma fırsatı yakalamış olan Roma nın böyle bir hareketten kaçınmış olması, izlediği doğu politikasıyla ilgili olmalıdır. Zira antik yazarlardan anlaşıldığına göre, bu dönemde Roma nın doğu politikası, Seleukoslar ı Torosların ötesinde tutmak, güçlenmesini önlemek, herhangi bir 5 Bu öç seferi, Roma nın Anadolu politikası açısından bir ilki de beraberinde getirmiştir. Öyle ki bu tarihe kadar doğrudan hiçbir ilişki kurmadığı Pisidia ve Pamphylia topluluklarına ve Galatlara karşı, Magnesia Savaşı nda Seleukoslar kralına yardım ettikleri gerekçesiyle bir sefer düzenlemiştir. Gerçek sebebiyse III. Antiokhos u destekleyen önemli Anadolu kentleriyle antlaşmalar yaparak bir denge politikası izlemek olan Galat seferi için bkz. Arslan, 2000: 96 vd.; Kaya, 2005b: 87 vd. 6 Antlaşma hükümleri için bkz. Polybios, XXI, 43; Livius, XXXVIII, 38; Diodoros, XXI, 10; Magie, 2001: 125 dn. 55; Atlan, 1970: 92; Demircioğlu, 1987: Antik kaynaklar ışığında III. Antiokhos un terk ettiği bölgenin sınırları konusunda detaylı tartışma ve yorum için bkz. Giovannini, 1982: 224 vd.

106 104 Mehmet KURT şekilde batıya doğru genişleyerek Grek dünyasının işlerine müdahale etme imkânını ortadan kaldırmaktı (Polybios, XXI, 43; Livius, XXXVIII, 38). Seleukoslar ı zayıflatan ve onlardan aldığı toprakları diğer Anadolu krallıkları arasında bölüştüren Roma, Anadolu ile bağını kesmemiş, bilakis sık sık müdahale edebileceği bir ortam hazırlamıştır. Apameia Barışı nın şartları doğrultusunda Anadolu ya verilen yeni düzenin gereği Roma, şimdilik batı Anadolu da bir fetihten kaçınmış, dolaylı hegemonyayı yerleştirmenin gayreti içerisinde olmuştur. M.Ö. II. yüzyıl boyunca Roma nın Anadolu politikası, buradaki Hellenistik krallıklar arasında status quo yu korumak esasına dayanmış, kendi aralarında bir birlik oluşturamayan Hellenistik krallıklar da bu politikanın uygulanmasında onların işini kolaylaştırmışlardır. Romalılar, bir yandan söz konusu krallıklar arasındaki güçler dengesini korurken, diğer yandan da onların kendi aralarında hiç eksik olmayan savaşlardan yararlanıyor ve gerektiğinde birbirine düşürüyordu (Arslan, 2003: 93, dn. 12). Bu siyasetin etkin bir şekilde sürdürülebilmesi ise, güçsüz bir Seleukoslar Devleti nin devamını gerekli kılıyordu (Özsait, 1982: 303; Demircioğlu, 1987: 341 vd.). Apameia Barışı nın en ilgi çekici tarafı, Roma nın Anadolu dan bir karış bile toprak almaksızın büyük bir nüfuz elde etmesidir. Bol miktarda altın, politik üstünlük ve Akdeniz de de egemenlik elde etmekle yetinmiştir. Seleukoslar kralı III. Antiokhos un Anadolu da terk ettiği topraklar, Roma nın müttefikleri olan Rodoslular ve Pergamon kralı II. Eumenes arasında paylaştırılmıştır (Reinach, 1895: 73; Magie, 2001: 127 dn. 56). Ancak söz konusu bölüşmede Roma ile yaptığı işbirliğinin karşılığı olarak aslan payını II. Eumenes almıştır. Son bağışla on kat büyüyen krallığı, Bithynia sınırından Büyük Menderes Nehri ne kadar genişlemiştir. Bu sınırlarla onun ülkesi, Lykia sahilinde Telmessos (Fethiye) kenti ve Milyas dağlık bölgelerinin geniş bölümleriyle birlikte, Orta Anadolu da Phrygia ve Lykaonia bölgelerini kapsamıştır (Magie, 2001: 41). Ayrıca Pergamon Krallığı aldığı topraklarla stratejik açıdan son derece önemli olan Çanakkale Boğazı na da hâkim oluyordu. Ancak bu muazzam toprak kazançlarına rağmen Pergamon un, bağımsızlığı sona ermiş, bundan sonra artık Roma ya bağımlılık süreci başlamıştı (Radt, 2002: 33). Öte yandan Roma nın II. Eumenes in krallığını bu şekilde genişletmesi, tamamen ona duyulan minnettarlığın sonucu değildi. Armağanın gerçek nedeni, uygulamayı düşündüğü dolaylı hâkimiyet politikasının bir parçası ve gereğiydi. Roma, benimsediği bu dolaylı himaye esasına dayanan geçici politikayı hayata geçirebilmek için, Seleukoslarla arasında bir tampon devlet yaratma yoluna gitmiştir. M.Ö yılları arasında kıyasıya uygulanan ve Roma nın dışarıdan yönetim politikası ve diplomasisinde bir devamlılığın da göstergesi sayılan bu emperyalist politikaya göre Roma nın başlıca görevi, bu sahalarda barışın sağlanmasını gözetlemekten ibaret olacaktı (Piganiol, 1939: 114). Böylece Batı Anadolu, Roma çıkarına göre yönetilecek, fakat yönetimden dolayı sorumluluk Roma ya ait olmayacaktı (Magie, 2001: 41). Zaten II. Eumenes in fazla güçlenmemesi için, denge unsuru olarak Rodos a da Anadolu nun batı ve güney

107 Roma Cumhuriyeti nin Anadolu Politikası ve Pergamon(Bergama) Krallığı nın Rolü 105 batısında geniş bir toprak parçası verilmiştir (Livius, XXXVII, 38-39, 6; Strabon, XIV, 5, 6). Apameia Barışı ndan sonra II. Eumenes in Anadolu da aktif bir politika takip ettiği görülmektedir. M.Ö. 185 te Mysia 8 yı elde etmeye çalışan Bithynia kralı Prusias ile savaştı. M.Ö. 183 yılında Girit kentleriyle yaptığı dostluk ve ittifak antlaşmasıyla prestijini Anadolu sınırlarının ötesine ulaşacak kadar artırdı. Aynı yıl, Galatlara karşı kazandığı parlak zafer sonucu Anadolu siyasî birliğini büyük ölçüde sağlayarak Ön Asya da hatırı sayılır bir güç haline geldi (Özsait, 1985: 66). Pergamon un güç kazandığı bu devirde, Pontos kralı Pharnakes de sistemli bir genişleme politikası izlemeye başlamıştı. Endişeye kapılan Rodos ve Pergamon krallıkları, alışılageldiği üzere, derhal Roma ya başvurarak duruma müdahale etmesini istediler. Pontos Devleti nin hareketlerini kendi nüfuz sahası dışında algılayan Roma, bu işe ciddi şekilde eğilmedi. Çünkü Anadolu da izlediği politikanın gereği olarak, Pergamon u daha fazla büyütecek bir savaşa ciddî şekilde karışmaktan çekiniyor, mevcut dengenin devamını istiyordu. Pergamon, Magnesia savaşı sonrası aldığı topraklar sayesinde Anadolu nun en büyük Hellenistik devleti durumuna gelmekle birlikte, etnik bakımdan çok sayıda kavmi barındırdığı için, eski sağlam temeli çürümeye başlamış, çevre kavimlerin hedefi durumuna gelmişti (Demircioğlu, 1987: 347). Ülke topraklarının büyük bir kısmı da Roma Cumhuriyet idaresinin geleneksel Anadolu politikalarının bir gereği olarak kontrolü güç alanlardan oluşmaktaydı. Kendi çıkarlarına hizmet edecek büyük bir Pergamon Krallığı meydana getiren Roma, aynı zamanda aşırı güçlenmesini de önlemiş oluyordu. 3. PYDNA (KİTROS) SAVAŞI SONRASI ROMA POLİTİKASI VE PERGAMON KRALLIĞI Bu arada Makedonya tahtına V. Philippos un yerine oğlu Perseus (M.Ö ) geçmişti. Makedonya kralı V. Philippos ile olan toprak sorunu nedeniyle Pergamon ile Makedonya nın arası zaten açıktı. Bu kez de Philippos un oğlu Perseus un Pergamon a karşı koalisyon kurma girişimleri, II. Eumenes i rahatsız ediyordu (Tekin, 2007: 151). Perseus un Yunanistan da aktif bir politika izlemesi ve Rodos ile iyi ilişkiler kurması sonucu yeni bir Roma-Makedonya savaşı başladı. Tarihe III. Makedonya Harbi (M.Ö ) olarak geçen bu savaş, Perseus un Pydna da Roma lı komutan L. Aemilius Paullus tarafından büyük bir yenilgiye uğratılmasıyla sona erdi (Piganiol, 1944: 233). Makedonya Krallığı ortadan kaldırıldı. İlk defa bu savaşla büyük bir Hellenistik devlet tamamen yıkılarak Roma nın eline geçmiş oluyordu. Bu olay, Roma nın tüm Doğu Akdeniz Bölgesi nde hakem olarak ortaya çıkmasına yol açmıştır (Demircioğlu, 1987: 380; Arslan, 2000: 120). 8 Balıkesir, Manisa, Bursa, Çanakkale, Kütahya illerini içine alan Mysia ve bölgeye bu adı veren Mysler hakkında geniş bilgi için bkz. Sevin, 2001: 42 vd.

108 106 Mehmet KURT Pergamon, III. Makedonya Savaşı (M.Ö ) nda Roma nın yanında yer alırken, Rodos arabulucu rolü üstlendi. Artık doğuda kendisine karşı koyabilecek bir güç kalmayan Roma, doğu politikasını gözden geçirerek bir takım değişikliklere gitmiştir. Her şeyden önce kazandığı bu son zafer, Roma ya sarsılmış gibi görünen dolaylı hâkimiyet sistemini daha sağlam temellerde dayandırma imkânı sağladı. Öyle ki artık Pergamon ve Rodos a gereksiniminin azaldığını düşünerek, onları zayıflatma çareleri aramaya koyulmuştur (Özsait, 1982: 301). Bu bağlamda, Rodos un son Makedonya savaşındaki kuşkulu tutumunu bahane ederek M.Ö. 167 yılında onları etkisiz hale getirdi. Pergamon kralı II. Eumenes in güçlenmesinden çekindiği için Pergamon-Roma ilişkilerini düzene koymak amacıyla Roma ya giden II. Eumenes in kardeşi Attalos a ayaklanması önerilmiştir. Roma ikili oynuyor ve Anadolu da rahat hareket edebilmek amacıyla kardeşlerin arasını açma niyetini açığa vuruyordu. Öte yandan Pergamon a karşı gizlice Galatları kışkırtan Roma, yardım için İtalya ya gelen II. Eumenes i Brundisium Limanı ndan içeri sokmamıştır (Piganiol, 1944: 233). Bundan sonra hiçbir kralın Roma yı ziyaretine izin verilmeyeceği, görüşmek istediği konuyu görevlendirilen memura ilettikten sonra derhal İtalya yı terk etmesi gerektiği bildirilmişti (Polybios, XXIX, 6, 4; Magie, 2001: 48). Romalılar, artık kendilerine rahatsızlık veren müttefiklerine baskı yapmak istiyorlardı. Grek kentlerinin Roma korkusuyla II. Eumenes i terk edeceklerine güveniyor ve onun birleşen Grekler ve Galatlar karşısında yenilgiye uğrayacağını umuyorlardı. Senato, II. Eumenes için bu kararı alırken, Anadolu da artık güçlü bir devlet istemediği yolundaki iradesini ve politikasını da açığa vurmuş oluyordu. Ancak Grek kentlerinin Galatlar dan II. Eumenes in yanında yer alırlarsa korunabilecekleri düşüncesiyle ona bağlılıklarını ifade etmeleri senatonun yanlış hesap yaptığını göstermişti (Radt, 2002: 35). Pergamon kralının Roma dan gördüğü bu incitici muamele, Anadolu daki düşmanlarını Pergamon a karşı etkin bir şekilde cephe almaya yöneltmesi açısından da büyük önem taşımaktadır. M.Ö. 166 yılında II. Eumenes, Galatlar ı yenmiş, işe karışan Roma, Galatlar a mevcut sınırlarını çıkmaması şartıyla bağımsızlık vermiştir. Bu süreçte yaşanan olaylar, Roma nın Anadolu da hayata geçirmeye çalıştığı yeni politikayı ve bu politikada Pergamon un durumunu açığa vurması bakımından ilgi çekicidir (Özsait, 1982: 301). Romalılar, ta başından beri İtalya nın doğu dünyasındaki emniyetini, himaye politikası da denilen dolaylı hükümranlıkta görmüştü. Fakat Anadolu gibi kontrolü güç olan sahalarda, yerleşmeden ve sorumluluk almadan yapılan yönetim, büyük sıkıntıları da beraberinde getiriyordu. Nitekim söz konusu politika, Roma yı bir siyasî karışıklıktan diğerine götürmüş, her defasında sürekli savaşlar yapmak ve ardından da yeni bir düzen yaratmak zorunda bırakmıştı (Demircioğlu, 1987: 392).

109 Roma Cumhuriyeti nin Anadolu Politikası ve Pergamon(Bergama) Krallığı nın Rolü 107 Başlangıçtan itibaren Roma nın Anadolu da dost ve müttefik aramasının temel nedeni, Seleukoslar ve Makedonya krallıklarından çekinmesiydi. Birincisi, Apameia Barışı sonucu etkisiz hale getirilmişti. Pydna Savaşı sonucu Makedonya da bir tehdit olmaktan çıkarılınca, Romalıların artık Ege havzasında güçlü bir müttefike bir başka ifadeyle Pergamon Krallığı na ihtiyacı kalmamıştı. Bunun üzerine Roma, geleneksel Anadolu politikasında değişikliğe gitti. Kısaca Divide et impera =Böl ve yönet prensibiyle özetlenebilecek politika, gelecekte kendisi için tehdit oluşturacak güçlü bir krallığın oluşmasını engelleme esasına dayanıyordu (Demircioğlu, 1987: 362; Kaya, 2005b: 108). Bunun için Roma, Anadolu politikasını bir aşama ileriye taşımıştır. İşte M.Ö. II. yüzyılın ortalarında politik amaçların değişmeye başlamasıyla, Anadolu da dolaylı hükümranlık yerine doğrudan hükümranlık politikasını hayata geçirdi. Roma nın doğu politikasındaki değişmeden, bilhassa Ege ve Anadolu daki müttefikleri olan Rodos ve Pergamon zararlı çıktı. Doğudaki hükümranlığı için önemli bir engel teşkil eden Makedonya ortadan kalktığından artık kuvvetli müttefiklere ihtiyaç duymuyordu. Bundan dolayı, kendi eliyle büyüttüğü Pergamon u küçültmenin ve kral II. Eumenes i cezalandırmanın yollarını aramaya başladı. II. Eumenes i Perseus ile yaptığı savaşta ihanet etmekle suçladıysa da bu sadece bir bahaneden ibaret olup gerçek sebep, Roma nın bu devleti Anadolu ve Doğu Akdeniz de yayılma politikası için bir engel olarak görmesiydi. Zira Roma nın yeni politikası, Anadolu ya hâkim olabilmek için, orada kendi başına hareket eden bir hükümdar bırakmamayı, memleketi birbirine rakip küçük prenslikler arasında bölmeyi, bunlara birbirini ezdirdikten sonra kalacak son yıpranmış kuvveti de ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Bunun içindir ki Roma senatosu, Perseus u yendikten sonra Anadolu nun en güçlü devleti Pergamon a karşı düşmanca bir tavır takındı. Krallığın başında bulunan II. Eumenes, başlı başına bağımsız bir siyaset izliyor, Roma nın Anadolu işlerine karışmasına meydan vermemeye çalışıyordu. Makedonya da Roma nın düşmanı Perseus egemen olduğu sürece senato, Pergamon kralının bir takım olumsuz hareketlerini görmezlikten gelmişti. Fakat söz konusu krallık ortadan kalktıktan sonra, gerçek politikasını açığa vurmakta bir sakınca görmedi (Günaltay, 1987: 237). Çünkü İtalya yı biri karadan diğeri denizden tehdit eden iki devlet olan Kartaca ve Makedonya varken, Ege Denizi ni bile düşünmeyen Roma, bu iki devlet ortadan kalktıktan sonra, Anadolu ve Doğu Akdeniz e doğru yayılma planları yapmaya başlamıştı. Romalılar, Pydna Savaşı ndan Mithridates Savaşı (M.Ö. 89) na kadar olan dönemde sorunları çözerken sık sık şiddete başvurdular. Bu durum, M.Ö. II. yüzyılın sonuna doğru doğuyu anarşiye itti. M.Ö. 156 yılında Bithynia kralı II. Prusias (M.Ö ), muhtemelen daha önceki kayıplarını telafi etmek için Pergamon topraklarına saldırdı. Pergamon kralı II. Attalos, derhal Roma nın müdahale etmesini istediyse de çıkarlarını iki tarafın da zayıflamasında gören Roma, başlangıçta durumu pek önemsememişti. Fakat II. Prusias ın arka arkaya elde ettiği başarılar sonucu olayın kazandığı boyut, Roma nın arzularını aşmaya

110 108 Mehmet KURT başladı. Öteden beri Anadolu daki politikası, kralları birbirine ezdirerek zayıflatmak ve mevcut güç dengesini korumak olan Roma, duruma el koymak zorunda kalmıştır (Özsait, 1985: 68). Roma nın müdahalesi sonucu Prusias aldığı yerleri iade etmek ve Hellen kentleriyle Attalos a tazminat ödemek zorunda bırakıldı (Magie, 1950: 116 vd.). III. Attalos un Vasiyeti ve Provincia Asia (Asia Eyaleti) nın Kuruluşu III. Attalos zamanında (M.Ö ) Pergamon Krallığı için en büyük sorun Roma değil, krallığın bundan sonraki durumunun ne olacağı konusu olmuştur. Bu yüzden Attalos, varisi olmadığı için, özel serveti yanında kraliyet topraklarını da Roma ya devreden bir vasiyetname bırakmıştır (Strabon, XIII, 4, 2). Muhtemelen onu bu şekilde bir davranışa iten temel sebep, Büyük İskender in ani ölümü sonucunda, Anadolu nun içine düştüğü kaos ve anarşi ortamının bir daha yaşanmasını engellemek olmuştur (Demircioğlu, 1987: 412). III. Attalos, sadece topraklarına bir varis değil, aynı zamanda özellikle Batı Anadolu nun kontrolünü sağlamayı başarabilecek bir güç arayışındaydı. Atalarından edindiği tecrübe, bunu başarabilecek tek gücün Roma olduğunu göstermişti (Magie, 2001: 67). III. Attalos, krallığını Roma ya miras bıraktığı zaman, senato bunu pek istekli karşılamamıştı (Mitford and Andrews, 1980: 1234). Bununla birlikte söz konusu vasiyet, Roma nın Anadolu yu fethetme isteğini gerçekleştirmesi için gerekli ortamı da hazırlamıştı. Ne var ki M.Ö. 132 yılında II. Eumenes in oğlu olduğunu ileri süren Aristonikos, kendisini III. Eumenes adıyla kral ilân etti (Özsait, 1982: 303) 9. Bunun üzerine Roma, Anadolu ya M.Ö. 131 yılı konsülü P. Licinius Crassus Mucianus idaresinde bir ordu gönderdi. Şüphesiz bu Roma nın Anadolu ya ilk gelişi değildi. Ancak bu defa geliş amacı farklı olup, burada yerleşmeyi düşünüyordu. Seferden istediği sonucu elde edemeyen Roma, bir yıl sonra iyi bir asker olan Marcius Purperna idaresinde bir ordu daha yolladı. Purperna ve müttefikleri, Bakırçay Irmağı kıyısındaki Stratonikeia (Yenice) da Aristonikos u mağlup ve esir ettiler (Demircioğlu, 1987: 417; Malay, 1987: 44). Sonuçta Roma senatosu vasiyetnamenin içeriğini derhal kabul etti. Böylece doğunun en zengin yerlerinden birisi olan Anadolu ya hiç beklemediği bir zamanda ve şekilde sahip olabilecekti. Şimdi sıra vasiyetnamenin gereğini yapmaktaydı. Vasiyet, Roma nın Anadolu da fazla etkin olmasını gerektirdiği için M.Ö. 129 yılında Anadolu da ilk Roma eyaleti olan Provincia Asia (Asia Eyaleti) kuruldu 10. Pergamon Krallığı, toprakları bu eyalete katıldı. Başlangıçta Mysia, Lydia, Karia ve Phrygia nın bir bölümünü kapsayan eyalet, III. Attalos un ölümünde devletin elinde bulunan arazinin en önemli ve verimli kısımlarını içine 9 Aristonikos un M.Ö. 133 yılında Pergamon Krallığı ve onun müttefiki Romalılara karşı Batı Anadolu da başlattığı köle isyanı için bkz. Malay, 1987: 36 vd.; Radt, 2002: Eyaletin kuruluşu ve bu süreçte yaşanan olaylar konusunda geniş bilgi için bkz. Brandis, 1896: ; Kaya, 2005a:

111 Roma Cumhuriyeti nin Anadolu Politikası ve Pergamon(Bergama) Krallığı nın Rolü 109 alıyordu. Ekonomik olarak önemsiz ve idarî açıdan güçlük çıkarması muhtemel doğu kısımları ise, M.Ö. 130 yılındaki Aristonikos isyanının bastırılmasında M. Purperna ya yardım eden ve yararlıkları görülen müttefiklere dağıtıldı (Jones, 1971: 131). III. Attalos un vasiyeti, Roma açısından değerlendirildiğinde şu sonuçlara ulaşmak mümkün olmaktadır: Her şeyden önce Anadolu, çok önceden G. Manlius Vulso nun M.Ö. 189 yılında Galatlar üzerine yapmış olduğu seferler sonucunda Roma etkisi altına girmişti. Ancak amacı fetih olmadığı için, bölgede Roma yönetimi ancak Asia Eyaleti nin kuruluşuyla başlamıştır. Gerçekten de adı geçen eyalet, izlenen bir fetih politikası sonucunda değil, miras dolayısıyla Roma ya geçen topraklar üzerinde kurulmuştu. O halde eyaletin kuruluş süreci, III. Attalos un çocuğu olmadığı için Roma halkını topraklarının ve hazinesinin varisi olarak tayin ettiği vasiyetnameyle başlamıştır. Söz konusu vasiyetname sonucunda Pergamon u ilhak eden Roma, hem boğazlara hâkim olmuş, hem de Ege nin her iki tarafında stratejik açıdan son derece önemli yerler elde etmişti. Bu şekilde Roma fetih politikasının, yarım yüzyıl önceki amaçlarına ulaştığı görülmektedir (Demircioğlu, 1987: 419). SONUÇ Roma nın Anadolu politikalarında Pergamon Krallığı nın çok önemli bir yer tuttuğu anlaşılmaktadır. Her şeyden önce, Roma nın Anadolu daki ilk müttefiki adı geçen krallık olmuştur. Roma, III. Makedonya Savaşı na kadar Seleukoslar dan ve Makedonyalılar dan çekindiği için, Anadolu da bu güçlere karşı sürekli güvenilir müttefikler edinme ve bunları himaye yoluna gitmiştir. Bu amaçla Roma tarafından oluşturulan kuvvetler dengesinde Pergamon Krallığı na dikkate değer bir rol biçildiği anlaşılıyor. Söz konusu krallık, Apameia Barışı sonunda bağışlanan çok büyük topraklarla Roma ile Seleukoslar arasında tampon bir devlet haline getirilmiştir. Verilen bu statüyle Pergamon, Roma nın himaye veya dolaylı hâkimiyet esasına dayanan Doğu Akdeniz politikasının oluşumunda da önemli bir yer tutmuştur. Ancak M.Ö. 168 yılında yapılan Pydna savaşı sonucu Makedonya Krallığı nın ortadan kalkması, Roma politikasında ve Pergamon un statüsünde de bir takım değişiklikleri beraberinde getirmiştir. Artık Roma, Pergamon a ihtiyacının kalmadığını düşündüğü ve belki de güçlenmesinden çekindiği için, doğrudan hâkimiyet politikasını uygulamaya koymuş ve Pergamon a sırt çevirmiştir. III. Attalos un vasiyeti sonucunda Pergamon, Roma nın Asia Eyaleti ni durumuna getirildi ve tam olarak Roma ya bağlanmış oldu. Politik olarak Roma nın Anadolu daki çıkarlarının sadık bir koruyucusu durumunda olan Pergamon Krallığı nın, dostluk ve ittifakının ödülünü kültürel alanda almış olduğu anlaşılmaktadır. Yapılan birçok eserle, Helenistik kültürün en önemli merkezlerinden birisini oluşturmuştur.

112 110 Mehmet KURT KAYNAKÇA AKŞİT, Oktay (1983), Manisa Tarihi, Başlangıçtan M.S. 395 Yılına Kadar, İstanbul: İstanbul Edebiyat Fakültesi Yayınları. ARSLAN, Murat (2000), Antikçağ Anadolu sunun Savaşçı Kavmi Galatlar, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları. ARSLAN, Murat (2003), M.Ö. 188 Yılından M.Ö. 67 yılına Kadar Lykia, Pamphylia ve Kilikia Tracheia Sahillerindeki Korsanlık Faaliyetleri: Nedenleri ve Sonuçları, Adalya, VI, s ATLAN, Sabahat (1970), Roma Tarihinin Ana Hatları, İstanbul: İstanbul Edebiyat Fakültesi Yayınları. BRANDIS, G. (1896). Die Römische Provinz Asia, Paulys Real-Encyclopädie der classischen Altertumswissenschaft, II, pp DEMİRCİOĞLU, Halil (1987). Roma Tarihi, Menşelerden Akdeniz Havzasında Hakimiyet Kurulmasına Kadar, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. DIODOROS (1953), Bibliotheke Historikhe (Library of History of Diotorus Sicily), Çeviren: C. H. Oldfather, London: The Loeb Classical Library. GIOVANNINI, Adalberto (1982), La Clause Territoriale de La Paix D Apamée, Athenaeum, Nuova Serie Volume Sessantesimo, Fasc. I-II, pp GÜNALTAY, Şemseddin (1987), Yakın Şark IV, Perslerden Romalılara Kadar, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. HILD, Friedrich-HELLENKEMPER, Hansgerd (1990), Kilikien und Isaurien, Wien: Tabula Imperii Byzantini, Verlag der Österreichischen Akademie der Wissenschaften. JONES, A. H. M. (1971), The Cities of The Eastern Roman Provinces, Oxford: At the Clarendon Press. KAYA, Mehmet Ali (1996), III. Makedonya Savaşına Kadar Roma nın Anadolu Politikası, Tarih İncelemeleri Dergisi, XI, s KAYA, Mehmet Ali (2005a), Anadolu da Roma Eyaletleri: Sınırlar ve Roma Yönetimi, Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt 24, Sayı 38, s KAYA, Mehmet Ali (2005b), Anadolu daki Galatlar ve Galatya Tarihi, İzmir: İlya Yayınevi. LEQUENNE, Fernand (1991), Galat lar, Çeviren: Suzan Albek, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. LIVIUS (1961). Ab Urbe Condita, Ed. E. T. Page, London: The Loeb Classical Library.

113 Roma Cumhuriyeti nin Anadolu Politikası ve Pergamon(Bergama) Krallığı nın Rolü 111 MAGIE, David (1950), Roman Rule in Asia Minor I-II, Princeton University Press, New Jersey. MAGIE, David (2001), Anadolu da Romalılar I: Attalos un Vasiyeti, Çeviri: Nezih Başgelen-Ömer Çapar, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları. MALAY, Hasan (1987), Batı Anadolu da Aristonikos Ayaklanması, Tarih İncelemeleri Dergisi, III, s MANSEL, Arif Müfit (1988), Ege ve Yunan Tarihi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. MEMİŞ, Ekrem (1993), Eskiçağ Tarihinde Doğu-Batı Mücadelesi, Konya: Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayınları. MITFORD, Terence Bruce-ANDREWS, St. (1980), Roman Rough Cilicia, Aufstieg und Niedergang der Römischen Welt, II, 7.2, pp ÖZSAİT, Mehmet (1982), Anadolu da Hellenistik Dönem ve Roma Egemenliği, İstanbul: Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi, 2, s ÖZSAİT, Mehmet (1985), Hellenistik ve Roma Devrinde Pisidya Tarihi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları. PIGANIOL, André (1939). Historie De Rome, Paris. PIGANIOL, André (1944), La Coquête Romaine, Paris. POLYBIOS (1954), Historian Prote (The Histories of Polybius), Çeviren: W.R. Paton, London: The Loeb Classical Library. RADT, Wolfgang (2002), Pergamon, Antik Bir Kentin Tarihi ve Yapıları, (Çeviren: Suzan Tammer), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. REINACH, Theodor (1895), Mithridates Eupator König von Pontos, Leipzig. SEVİN, Veli (2001), Anadolu nun Tarihi Coğrafyası, I, Ankara: Türk Tarik Kurumu Yayınları. STRABON, (2000). Antik Anadolu Coğrafyası/Geographika (XII-XIII-XIV), Çeviren: Adnan Pekman, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları. TEKİN, Oğuz (2007), Eski Anadolu ve Trakya, Ege Göçlerinden Roma İmparatorluğu nun İkiye Ayrılmasına Kadar (M.Ö. 12.-M.S. 4. Yüzyıllar Arası, İstanbul: İletişim Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi. ÜRETEN, Hüseyin (2005), Roma Dönemi ne Kadar Tralleis Tarihi ve Attaloslar ile İlişkileri, Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt 24, Sayı 38, s

114 Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: AKŞEHİR MÜZESİ NDE BULUNAN BİZANS KURŞUN MÜHÜRLERİ Yrd. Doç. Dr. Mehmet TEKOCAK Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü mtekocak@yahoo.com Arş. Gör. İlker Mete MİMİROĞLU Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü mimiroglu@hotmail.com Özet İnsanoğlu tarafından tarihöncesi dönemlerden itibaren kullanılan mühürler, aitlik bildiren ve üzerinde bulunduğu nesnenin güvenliğini sağlayan bir obje olarak bütün kültürlerde kullanılmıştır. Başlangıçta taş, kemik ve kil malzemenin tercih edildiği mühürlerde, M.S. 4. yüzyıldan itibaren kurşun malzemenin de kullanıldığı görülmektedir. Kurşun mühürler, M.S. 4. yüzyıldan İstanbul un Fethi ne kadar Doğu Roma Devleti nde en çok tercih edilen mühür türüdür. Mühürler; ait oldukları kişiler hakkında (isim, ünvan ve meslekleri gibi) çok değerli bilgiler vermelerinin yanı sıra bulundukları yerleşim yeri için de önemli birer tarihsel materyaldirler. Bu çalışma kapsamında Akşehir Müzesi nde bulunan on iki adet kurşun mühür ayrıntılı olarak ele alınmış, bunların Bizans sanatı ve tarihi içindeki yeri ve önemi saptanmaya çalışılmıştır. M.S yüzyıllar arasına tarihlenen mühürlerin çoğunlukla asker ve din görevlilerine ait oldukları görülmüştür. Bu sonuç antik Philomelion (Akşehir) kentinin hem askeri hem de dini bir merkez olması açısından oldukça önemli bir konuma sahip olduğunu göstermiştir. Anahtar Kelimeler: Bizans, kurşun mühür, Philomelion, Akşehir, Akşehir Müzesi BYZANTINE LEAD SEALS IN AKŞEHİR MUSEUM Abstract Used since the ancient times, seals have existed in all cultures as an object indicating possession and securing its bearer. While stones, bones or clay had been used in its formation at first, after the 4 th century A.D. lead was also used. Lead seals had been the most common seal type in Eastern Roman Empire from the 4 th century until the conquest of Constantinople. Giving important information such as the name, the title and the profession of its owner, seals are also significant historical data for the settlement which it was found in. In this study, twelve lead seals from Akşehir Museum have been analysed in detail and their place and importance in Byzantine art and history have been studied. It was found out that most of the seals dating back to 8 th -12 th centuries A.D. belonged to military and religious officials. This indicates that the ancient city of Philomelion (Akşehir) had a significant place as being both a military and a religious centre. Key Words: Byzantine, lead seals, Philomelion, Akşehir, Akşehir Museum

115 114 Mehmet TEKOCAK İlker Mete MİMİROĞLU GİRİŞ M.Ö. 4. binden itibaren insanoğlu tarafından kullanılan mühür, baskı yapan alet ile basıldığı yerde çıkan iz olarak tanımlanmıştır. İlk mühür örneklerinde kil, taş ve kemik malzeme tercih edilirken, ileriki dönemlerde başta kurşun olmak üzere bronz, demir, gümüş ve altın gibi madenler ile balmumu kullanılmıştır. Gücün ve sosyal sınıfın birer sembolü sayılan mühürler, bütün kültürlerde bir imza ya da kapatılan bir nesnenin gizlice açılmasını önleyen bir güvenlik önlemidir. M.S. 1. yüzyılın başlarından itibaren Roma İmparatorluğu nda demirden yapılan pul mühürler ile yüzük mühürler kullanılmaya başlanmıştır 1. Diğer madenlere nazaran daha yumuşak bir malzeme olan kurşundan yapılan mühürler ise imparatorlukta 4. yüzyıldan itibaren görülmeye başlar. Oldukça nadir olan bu dönem örnekleri bize kurşun mühür kullanımının başlangıçta çok yaygın olmadığını düşündürmektedir. 6. yüzyıldan itibaren ise imparatorluğun her bölgesinde kurşun mühür kullanımı görülür lü yıllardan 1453 yılına kadar kurşun mühür örneklerinde izlenen azalma, araştırmacılar tarafından bir kurşun kıtlığına ya da nüfusun azalmasına bağlanır 2. Bu dönemde Anadolu da görülen Türk akınları ile imparatorluk topraklarının büyük oranda kaybedilmesi kurşun mühür örneklerin azalmasının önemli bir diğer nedeni olmalıdır. Ortaçağda kurşun mühürlerin yanında yüzük mühürler ile mektup (stamp) mühürleri de kullanılmıştır. Daha az resmi işlerde kullanıldıkları düşünülen bu mühürler özellikle altın, gümüş ve bronz malzemeden üretilmişlerdir 3. Kurşun mühürler ilk olarak 4. yüzyıl başlarında ortaya çıkarılan boulloterionlar ile oluşturulmuşlardır (Şekil 1). Demirden yapılan ve bir penseye benzeyen boulloterionlar, silindirik biçimli ağız kısımlarında basılacak mühürün işlendiği negatif birer kalıba sahiptir. Kurşun mühürler, taş kalıplara dökülerek oluşturulan boş yuvarlak pullara boulloterionun çekiçle vurulması sayesinde pozitif olarak basılmaktadır (Şekil 2) 4. Her mühre özel olarak yapılan boulloterionlar, demir malzemeden yapılmalarından dolayı oksitlenmeden ve sahiplerinin ölümü sonrası bilerek kırılmaları yüzünden oldukça nadirdir 5. Bugüne kadar gelebilmiş on adet örnek çeşitli müzelerde ve koleksiyonlarda bulunmaktadır 6. 1 Oikonomides, 1985: 3 2 Nesbitt, 1991: Spier, 2003: Boş kurşun pullarının oluşturulduğu taş kalıplar çeşitli kazılarda ele geçmiştir. Bulgaristan daki Preslav kazılarında iki, Korinthos kazısında dört ve Saraçhane kazılarında ise bir adet bulunan taş kalıplar, kurşun mühürlerin yapım aşamasını gösteren önemli örneklerdir. Harrison, 1986: 276 ; Davidson, 1952: Oikonomides, 1985: 4. 6 Bulgurlu, 2007: 18.

116 Akşehir Müzesi nde Bulunan Bizans Kurşun Mühürleri 115 Çap genişlikleri 1 cm. den 8 cm ye kadar değişen mühürlerde tercih edilen ölçü ise 1.5 cm. ile 4.5 cm. arasındadır 7. Ortasındaki kanaldan geçirilen ipe balmumu dökülerek sabitlenen mühürler, ancak koparılarak açılabilmektedir. Toplumun her kesimi tarafından kullanılan kurşun mühürlerden, imparator ve ailesine ait altın ve gümüş mühürlere kadar çeşitlilik gösteren mühürlerin her iki yüzünde de yazıt, monogram ve ikonografik sahneler işlenmektedir. Yaklaşık 700 çeşit basit monogram ve yazıtlar ile mühür sahibinin adı, soyadı ve ünvanı anlaşılabilmektedir 8. Bazı mühürlerde ise muhtemelen sahibinin istekleri doğrultusunda seçilen İsa, Meryem, Azizler ile çeşitli hayvan ve hayali yaratık tasvirleri de yer almaktadır 9. Kurşun mühürlerin ticarette de kullanıldığı bazı ilginç örneklerden saptanabilmektedir. Tüccarların doğrudan malın üzerinde veya malın saklandığı çuvalların üzerinde kurşun mühürler kullandıkları, birkaç ünik mühürden anlaşılmaktadır. Bu tarz örneklerin ilki İstanbul daki Yenikapı kazılarında ortaya çıkarılan bir istiridye kabuğu üzerine yerleştirilen mühürdür (Şekil 3) yüzyıllar arasına tarihlenen mühür üzerinde Evranou: Euranos un yazıldığı bir monogram yer almaktadır 10. Karaman Arkeoloji Müzesi nde yer alan diğer bir mühürün ön yüzünde Deesis olarak tanımlanabilecek üç figür, arka yüzünde ise geçirildiği ip ile üzerine konulduğu kumaş dokusunun izleri yer almaktadır (Şekil 4). Bazı durumlarda bu tür mühürlerin malın garantisi ya da gümrük işleri amacıyla da kullanılmış olabilecekleri akla gelmektedir. İncelememizin konusunu oluşturan Akşehir Müzesi nde toplam 12 adet Bizans dönemine ait kurşun mühür tespit edilmiştir. Mühürlerin ayrıntılı tanımları şu şekildedir: 1. Env.No: 05-5 (Resim 5). Çap: 24 mm., Bordür Çapı: 20 mm. Tanım: Kanal girişi ve çıkışında küçük kırıklar, arka yüzde kanal boyunca deformasyon. Ön Yüz: İnci bordür içerisinde Aziz Ioannes Prodromos (Vaftizci Yahya) büstü, önden. Uzun saçlı ve sakallı. Sağ eliyle takdis işareti yapıyor, sol elinde ise omuzuna dayanmış tören haçı taşıyor. Arka Yüz: İnci bordür içerisinde dört satır yazı. 7 Oikonomides, 1985: 5. 8 Nesbitt, 1991: Oikonomides, 1986: Anonim, 2007: 288.

117 116 Mehmet TEKOCAK İlker Mete MİMİROĞLU Çeviri: Teknisyen(?) Constantinus un (mührü) 11. Tarih: Mühür, ön yüzünde bulunan Aziz Ioannes Prodromos (Vaftizci Yahya) büstünün benzerlerine bakarak M.S. 11. yüzyıla tarihlendirebiliriz Env.No: (Resim 6). Çap: 30 mm., Bordür Çapı: 18 mm. Tanım: Ön yüzde ortada küçük bir çukurluk, aşınma ve deformasyon. Arka yüzde kanal hizasında deformasyon, harflerde yer yer aşınma, tahribat. Ön Yüz: Arasında harfler ile donatılmış çift inci çerçevesi içinde baş melek Mikael tasviri. Başında miğfer, sağ elinde bir mızrak tutmakta. Çevre yazısı okunamıyor. Arka Yüz: İnci bordür içinde beş satır yazı. Yazı okunamıyor. Tarih: M.S. 11. yüzyıl Env.No: (Resim 7) Çap: 21 mm. Tanım: Kanal giriş ve çıkışında küçük kırıklar. Korozyona uğramış, aşınmış. Ön Yüz: Yüksek kabartma olarak arkalıklı tahtta oturur vaziyette Meryem önden tasvir edilmiş. Kucağında çocuk İsa. Üzerine oturduğu yastığın silindir şeklindeki uçları görünüyor. 11 Bu çalışma kapsamında ele alınan kurşun mühürlerin tamamı Sayın Dr. Vera BULGURLU tarafından okunmuş ve çevirileri yapılmıştır. Kendilerine yapmış olduğu yardımlardan dolayı çok teşekkür ederiz. 12 Mührün ikonografik açıdan benzerleri İstanbul Arkeoloji Müzesi ndeki 98(58) ve 609 (640) envanter nolu mühürler ile Dumbarton Oaks Kolleksiyonu nda bulunan ve 70.1 nolu mühürlerdir. Bulgurlu, 2007: 181, 237; Oikonomides, 1996:62, Mühür, ön yüzünde bulunan baş melek Mikael figürünün benzerlerine bakılarak 11. Yüzyıla tarihlendirilmiştir. Mührün ikonografik açıdan benzerleri İstanbul Arkeoloji Müzesi ndeki 564(590), 280(285), 476(495), 782(825), 110, 601(632) ve 669(703) envanter nolu mühürler ile Dumbarton Oaks Kolleksiyonu nda bulunan 2.18, 2.30, 12.1, 39.4, 55.1, 59.1, 64.1, 67.1, 67.3, 67.4, 86.42, 97.2, 99.1 ve nolu mühürlerdir. Bulgurlu, 2007: 103, , 169, 187, , 232, 233; Oikonomides, 1996:9, 13, 29, 56, 101, 104, 112, 114, 115, 158, ve 185.

118 Akşehir Müzesi nde Bulunan Bizans Kurşun Mühürleri 117 Arka Yüz: Altı satır yazı. Çeviri: Ey, Tanrı Doğuran (Meryem)! Kuluna yardım et. Muhafız birliğinden Basilius Anatolicus un (mührü). Tarih: Eser, benzer örnekler göz önüne alınarak M.S. 11. yüzyıla tarihlendirilir Env.No: 825 (Resim 8). Çap: 12 mm. Tanım: Yoğun şekilde korozyona uğramış, aşınmış. Ön Yüz: Yüksek kabartma olarak sağa bakar vaziyette bir kaplumbağa tasviri bulunmakta. Arka Yüz: Korozyon sebebiyle anlaşılamıyor. Tarih: M.S yüzyıl Env.No: (Resim 9). Çap: 22 mm., Bordür Çapı: 19 mm. Tanım: Korozyona uğramış, aşınmış. Ön Yüz: Kalın çelenk bordür içinde, kim olduğu anlaşılamayan bir figür yer almakta. Arka Yüz: Kalın çelenk bordür içinde dört satır yazı. 14 Mührün ikonografik açıdan benzerleri İstanbul Arkeoloji Müzesi ndeki 616(647), 908(880) ve 144 envanter nolu mühürler ile Dumbarton Oaks Kolleksiyonu nda bulunan 53.8 ile 99.4 nolu mühürlerdir. Bulgurlu, 2007: 101, , 186; Oikonomides, 1996: 99, Mührün ön yüzünde yer alan kaplumbağa betimlemesinin benzeri tespit edilememiştir. Bizans kurşun mühürlerinde hayvan tasvirlerinin yüzyıllarda ağırlık kazanmasından dolayı eser bu dönemler arasına tarihlendirilmiştir. İstanbul Arkeoloji Müzesi ndeki farklı hayvan tasvirli mühürler 721, 145(136) envanter nolu mühürler ile Dumbarton Oaks Kolleksiyonu nda bulunan nolu mühürdür. Bulgurlu, 2007: 135, 165; Oikonomides, 1996: 125.

119 118 Mehmet TEKOCAK İlker Mete MİMİROĞLU Çeviri: Sura Piskoposu Ioannes. Tarih: M.S. 12. yüzyıl. 6. Env. No: 05-6 (Resim 10). Çap: 22 mm., Bordür Çapı: 17 mm. Tanım: Korozyona uğramış. Önde kanal girişinde küçük bir kırık. Ön Yüz: İnci bordür içinde haçlı monogram. Arka Yüz: İnci bordür içinde haçlı monogram. Çeviri: Ey, Tanrı Doğuran (Meryem)!, Başkentin (Konstantinopolis) eski valilerinden [..] yardım et. Tarih: M.S yüzyıl. 7. Env. No: (Resim 11). Çap: 24 mm., Bordür Çapı: 20 mm. Tanım: Korozyona uğramış. Ön Yüz: İnci bordür içinde haçlı monogram. Arka Yüz: İnci bordür içinde haçlı monogram. Çeviri: Ey, Tanrı Doğuran Meryem! Yardım et. Alexandros un mührü. Tarih: M.S. 8. yüzyıl.

120 Akşehir Müzesi nde Bulunan Bizans Kurşun Mühürleri Env.No: (Resim 12) Çap: 16 mm. Tanım: Korozyona uğramış, aşınmış, kanal girişinde ve çıkışında küçük kırıklar. Ön Yüz: Aşınmış çelenk bordür içinde haçlı monogram. Arka Yüz: İnci bordür içinde dört satır yazı. Çeviri: Ey, Tanrı Doğuran Meryem! Yardım et. Başkomutan [.] mührü. Tarih: M.S. 8. yüzyıl. 9. Env. No: 92-2 (Resim 13). Çap: 29 mm. Tanım: Kanal giriş ve çıkışında küçük kırıklar. Ön Yüz: Haçlı hitap monogramı. Laurent Tip V. Haç kollarının arasındaki boşluklarda yazılar.

121 120 Mehmet TEKOCAK İlker Mete MİMİROĞLU Arka Yüz: Çelenk bordür içerisinde dört satır yazı. Çeviri: Ey İsa! Süvari taburu ve bölüğü komutanı kulun Constantinus a yardım et. Tarih: M.S yüzyıl Env. No: 1298 (Resim 14). Çap: 24 mm., Bordür Çapı: 18 mm. Tanım: Korozyona uğramış, aşınmış, kanal giriş ve çıkışında kırıklar. Ön Yüz: Çelenk bordür içinde haçlı monogram (Laurent Tip V). Haç kolları arasında yazılar. 16 İncelenen mühürlerde yer alan Laurent Tip V. türündeki haçlı monogramlar, 8-9. yüzyıllarda yoğun olarak kullanılan bir monogram türüdür. Bu sebepten incelememizde bu tip haçlı monograma sahip olan mühürler 8-9. yüzyıllara tarihlendirilmiştir. Aynı tip haçlı monogramlar İstanbul Arkeoloji Müzesi ndeki 994, 264, 127(105), 341(353), 501(523), 167(166), 274(278), 126(103), 182, 172(171), 712(751), 470(489), 170(169), 620(651), 346(359), 131(110), 232, 334(343), 336(347), 173(172), 104(68), 283(288), 203(204), 252(255), 196(197), 337(348), 194(195) ve 270 envanter nolu mühürlerde de görülmektedir. Bulgurlu, 2007: 62, 74, 79, 82, 90-92, 96-97, 107, 111, 114, , , 132, , , , 170, 174, 183, 224.

122 Akşehir Müzesi nde Bulunan Bizans Kurşun Mühürleri 121 Arka Yüz: Çelenk bordür içerisinde dört satır yazı. Çeviri: Ey, Tanrı Doğuran (Meryem)! Kuluna yardım et. Hâkim ve başkomutan [.] Tarih: M.S yüzyıl. 11. Env.No: (Resim 15). Çap: 23 mm. Tanım: Yoğun şekilde korozyona uğramış. Kanal giriş ve çıkışında küçük kırıklar. Ön yüzde haç kollarının ucundaki harflerde eksiklik var. Arka yüz okunmuyor. Ön Yüz: Yüksek kabartma olarak haçlı hitap monogramı. Laurent Tip V. Haç kollarının arasındaki boşluklarda yazılar. Arka Yüz: Okunamayan dört satır yazı. Çeviri: Ey (İsa veya Tanrı Doğuran Meryem)! Kulun [ ] yardım et.

123 122 Mehmet TEKOCAK İlker Mete MİMİROĞLU Tarih: M.S yüzyıl. 12. Env.No: (Resim 16). Çap: 17 mm. Tanım: Korozyona uğramış, aşınmış. Ön Yüz: Aşınmış kalın harfli üç satır yazı. Arka Yüz: Aşınmış kalın harfli üç satır yazı. Çeviri: Ön sırada oturan Piskopos [.] mührü. Tarih: M.S. 12. yüzyıl. Satın alma yoluyla Akşehir Müzesi ne kazandırılmış olan mühürlerin envanter kayıtlarında geldikleri yer olarak Akşehir ve Ilgın civarı gösterilmiştir. Tamamı korozyona uğramış olan mühürlerin bir kaçı dışında çoğunluğunun üzerinde bulunan yazı ve figürler anlaşılır durumdadır. Genel ortalamaları mm. çap aralığında olan mühürlerimizin en küçüğü 12 mm. en büyüğü ise 30 mm. çapındadır. Kalınlıkları ise 2-4 mm. arasında değişmektedir. Mühürlerden beşinin ön yüzünde birer ikonografik betimleme yer almaktadır. İkonografik betimlemeler aziz, baş melek Mikael, kucağında çocuk İsa ile Meryem ve bir kaplumbağa tasvirinden oluşmaktadır. Laurent Tip V tipindeki haçlı hitap monogramına sahip mühürler ise altı adettir. Üç ile altı satır arasında değişen bir yazıya sahip olan mühürlerin ikisinde ise her iki yüzünde de birer haçlı hitap monogramı yer almaktadır. Diğer bir mühürün ön ve arka yüzlerinde ise yazı bulunmaktadır. İncelenen mühürlerde yer alan kucağında çocuk İsa ile Meryem, azizler ve baş melek tasvirleri, Bizans kurşun mühürlerinde karşımıza çıkan figürlerden sadece bazılarıdır. Karaman ve Konya Arkeoloji Müzeleri ndeki mühürler üzerinde benzer örneklerini gördüğümüz çocuk İsa ve Meryem figürlerine karşılık Aziz Ioannes Prodromos (Vaftizci Yahya) ve baş melek Mikael tasvirleri bu bölge için çok yaygın değildir. Elinde bir tören haçı tutan Aziz Ioannes Prodromos, omuzlarına kadar inen uzun saçları ve uzun sakalı ile gösterilmiştir 17. Hıristiyan sanatında kaplumbağa, saflığın ve ketumluğun (sır saklayan) sembolüdür. Geç dönem ikonografide kaplumbağa, çocuk İsa ya da Meryem in 17 Tradigo, 2006: 17.

124 Akşehir Müzesi nde Bulunan Bizans Kurşun Mühürleri 123 ellerinde de görülmektedir 18. Yakın bölge müzelerinde tek başına hayvan figürlü mühür, Karaman Arkeoloji Müzesi nde bulunmaktadır. Buradaki örnekte ise bir aslan figürü mühürün ön yüzüne işlenmiştir. 8. yüzyıl ile yüzyıllar arasına tarihlenen mühürlerin çoğunlukla askerler ile din görevlilerine ait oldukları saptanmıştır. Mühürlerde görülen başkomutan, süvari taburu ve bölüğü komutanı ile muhafız birliği üyesine ait ünvanlar, Philomelion un (Akşehir) askeri önemini açıkça ortaya koymaktadır. Kentin bu önemi Amorion (Emirdağ-Hisarköy) ile Ikonion (Konya) arasını bağlayan tarihi yol üzerinde önemli bir durak noktası olmasının yanında, kentin imparatorluk ordularının konaklama ve menzil istasyonu olmasından da gelmektedir 19. Mühürlerin ait oldukları tarihlerden de anlaşılacağı üzere kentin ve yakın çevresinin bu askeri önemi, 7-9. yüzyıllar arasında görülen Arap akınlarında ve 1071 Malazgirt Savaşı ndan itibaren başlayan Türk akınlarında artmıştır. Akşehir Müzesi nde karşılaşılan diğer bir grup ise din görevlilerine ait olan mühürlerdir. Sura piskoposu Ioannes ile ön sırada oturan bir piskoposa ait olan mühürler Philomelion un (Akşehir) askeri öneminin yanında önemli bir dini merkez olduğunu da göstermektedir. Kent, 9. yüzyıla kadar Pisidia Antiochia sı (Yalvaç) Metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezi iken 20, 9. yüzyıldan itibaren metropolitliğe yükseltilen Amorion a bağlanmıştır 21. Örneklerden Sura 22 piskopusuna ait bir mührün çıkması, kentin bağlı bulunduğu metropolitlerin dışında farklı merkezlerle de ilişkisini göstermesi açısından oldukça önemlidir. Sonuç olarak Akşehir Arkeoloji Müzesi nde yer alan Bizans dönemine ait kurşun mühürler sayı olarak fazla olmamasına rağmen, farklı ikonografik sahnelere sahip olması ve bazı önemli kişilerin isimlerini vermesi açısından önem taşımaktadır. Kentin tarihsel geçmişi ve de önemi mevcut mühür örnekleri ile bir kez daha açıkça ortaya konmuştur. Akşehir in yanı sıra diğer çevre müzelerinde bulunan kurşun mühürlerin incelenmesi ile bölgenin Bizans tarihi ve sanatı ile ilgili pek çok yeni bilgi ve bulguya ulaşılabileceği düşünülmektedir 23. Böylece hem bu şehirlerin hem de bölgenin Bizans tarihinde hak etmiş olduğu yeri daha da perçinleyeceğini ifade etmek isteriz. 18 Apostolos, 1994: Parman, 2002: 88 ; Bekle-Mersich, 1990: 140, Le Quien, 1958: Bekle-Mersich, 1990: 359; Yıldırım, 2008: Soura yada Keza Sourai olarak da isimlendirilen kent, Lykia bölgesinde bulunan bir yerleşimdir. Kent, Myra (Demre) nın yaklaşık 10 km. kadar kuzeydoğusunda ve günümüzde de Sura isimli bir köy yakınında bulunmaktadır. Umar, 1993: Philomelion un (Akşehir) çevresindeki kentlere ait mühürler Dumbarton Oaks Kolleksiyonu nda bulunmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Oikonomides, 1996: passim

125 124 Mehmet TEKOCAK İlker Mete MİMİROĞLU KISALTMALAR VE BİBLİYOGRAFYA Anonim, 2007 Apostolos, 1994 Bekle-Mersich, 1990 Bulgurlu, 2007 : Anomim, Gün Işığında İstanbul un 8000 Yılı Marmaray, Metro, Sultanahmet Kazıları, İstanbul: Vehbi Koç Vakfı. : Apostolos, D., Dictionary of Christian Art, New York: Continuum International Publishing Group. : Belke, K., Mersich, N., Tabula Imperii Byzantini 7: Phrygien und Pisidien, Wien: Öster Akademie. : Bulgurlu, V., İstanbul Arkeoloji Müzeleri ndeki Bizans Kurşun Mühürleri, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları. Davidson, 1952 : Davidson, G. R., Corinth, Vol. XII, The Minor Objects, Princeton: ASCS Athens. Harrison, 1978 Le Quien, 1958 Nesbitt, 1991 Oikonomides, 1985 Oikonomides, 1986 Oikonomides, 1996 Parman, 2002 : Harrison, R.M., Excavations at Saraçhane in Istanbul, Vol.1, Princeton: Princeton Univ. Press. : Le Quien, M., Oriens Christianus I, Graz: Akademische Druck. : Nesbitt, J. W., Seals and Sealings, Oxford Dictionary of Byzantium, Vol:3, : Oikonomides, N., Byzantine Lead Seals, Washington: Dumbarton Oaks. : Oikonomides, N., A Collection of Dated Byzantine Lead Seals, Washington: Dumbarton Oaks. : Oikonomides, N., Catalogue of Byzantine Seals at Dumbarton Oaks and in the Fogg Museum of Art, Vol.3, Washington: Dumbarton Oaks. : Parman, E., Ortaçağda Bizans Döneminde Frigya (Phrygia) ve Bölge Müzelerindeki Bizans ve Taş Eserleri, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.

126 Akşehir Müzesi nde Bulunan Bizans Kurşun Mühürleri 125 Spier, 2003 Tradigo, 2006 : Spier, J., Middle Byzantine (10th-13th century AD) Stamp Seals in Semi-Precious Stone, Through a Glass Brightly, , Oxford: Oxbow Books Ltd. : Tradigo, A., Icons and Saints of the Eastern Orthodox Church, Los Angeles: Getty Publications. Yıldırım, 2010 : Yıldırım, Ş., Selçuklu Dönemi Öncesinde Akşehir (Philoelion), I.Uluslararası Selçuklu dan Günümüze Akşehir Kongresi ve Sanat Etkinlikleri, , (Editörler: Prof.Dr. Yusuf Küçükdağ Yrd.Doç.Dr. Mustafa Çıpan), Akşehir Kasım 2008, T.C. Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Yayın No: 192, Konya: Damla Ofset Umar, 1993 : Umar, B., Türkiye deki Tarihsel Adlar, İstanbul: İnkılâp Yayınevi. Resim 1: Kurşun mühür yapımında kullanılan boulloterion ve çekiç (Bulgurlu, 2007: Res.1-2 den) Resim 2: Boş mühür Pulları (Bulgurlu, 2007: Resim 3 den Resim 3: İstanbul Yenikapı Kazılarında bulunmuş kurşun mühürlü bir deniz kabuğu Resim 4: Karaman Arkeoloji Müzesi ndeki A-2068 envanter nolu mühür

127 126 Mehmet TEKOCAK İlker Mete MİMİROĞLU Resim 5: 05-5 envanter nolu kurşun mühür. Resim 6: envanter nolu kurşun mühür. Ön yüz Arka yüz

128 Akşehir Müzesi nde Bulunan Bizans Kurşun Mühürleri 127 Resim 7: envanter nolu kurşun mühür. Ön yüz Arka yüz Resim 8: 825 envanter nolu kurşun mühür. Ön yüz Arka yüz

129 128 Mehmet TEKOCAK İlker Mete MİMİROĞLU Resim 9: envanter nolu kurşun mühür. Ön yüz Arka yüz Resim 10: envanter nolu kurşun mühür. Ön yüz Arka yüz

130 Akşehir Müzesi nde Bulunan Bizans Kurşun Mühürleri 129 Resim 11: envanter nolu kurşun mühür. Ön yüz Arka yüz Resim 12: envanter nolu kurşun mühür. Ön yüz Arka yüz

131 130 Mehmet TEKOCAK İlker Mete MİMİROĞLU Resim 13: 92-2 envanter nolu kurşun mühür. Ön yüz Arka yüz Resim 14: 1298 envanter nolu kurşun mühür. Ön yüz Arka yüz

132 Akşehir Müzesi nde Bulunan Bizans Kurşun Mühürleri 131 Resim 15: envanter nolu kurşun mühür. Ön yüz Arka yüz Resim 16: envanter nolu kurşun mühür. Ön yüz Arka yüz

133 Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: EDEBİYAT ESERİ OKUMA SÜRECİ VE FRANZ KAFKA ÖRNEĞİ I Yrd. Doç. Dr. Özber CAN Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü ozbercan@hotmail.com Özet Dil öğrenme imkânları giderek yaygınlaşmasına rağmen, Türk insanı Doğu klasikleri gibi Batı klasiklerini de daha çok çeviri eserler yoluyla okumaktadır. Bu süreç, okuru yazarın söylemek istediğine götürürken kayıplara neden olmakta; eserleri özgün dillerinde okuyabilenlerin sayısı ise sınırlı kalmaktadır. Bu makale ile edebiyat eseri okuma süreci bağlamında Franz Kafka anlatısının nasıl okunabileceği, algılanabileceği ve yorumlanabileceği incelenmektedir. Anahtar Sözcükler: Kafka, anlatı estetiği, algı, yorum. LITERATUR WORK READING PROCESS AND THE EXAMPLE OF FRANZ KAFKA I Abstract Eventhough language learning opportunities gradually increase, the Turkish people read the Western Classics more often through translations, just like the Eastern Classics. This process results in losses while taking the reader to what the writer is trying to say and those who can read the literature works in their original language is very limited. In this study, an exploration will be carried out about how to read, perceive and interpret Franz Kafka in the context of literature work reading process. Key Words: Kafka, narrative esthetics, perception, interpretation.

134 134 Özber CAN GİRİŞ İnsanlığa öyle sanatçılar çağrıda bulunmuşlardır ki onları diğerlerinden ayrıcalıklı görmek gereklidir. Bunlardan biri Shakespeare se diğeri Brecht, biri Balzac sa diğeri Joyce, biri Tanpınar sa diğeri Atay, biri Bachmann sa diğeri Kafka dır. Zaman sonra hala özenle okunmaları, anlatıları ve söylemleriyle altını çizdikleri gerçeğin değişmemiş olmasına, yaşadıkları ve algıladıklarını doğru ve çelişkileriyle farklı bir dil ve biçemle aktarmış olmalarına dayanır. Okur onları çeviri eser ya da yabancı dil yeteneğiyle anlamaya çalışır; söylemlerine birkaç okuma süreci sonrasında yaklaşabilir. Çünkü bu iki süreç de farklı ve çok sayıda kayıpla, engelle doludur. Çevirmen, dil ve çeviri yeteneğinin yanında yazarın yetiştiği çevreyi, edebiyat ortamını, siyasal gelişmeleri yakından tanımak, edebi dilin ve yazarın kendine özgü biçemine, gerçekte söylemek istediğine ulaşmayı denerken yeterli donamına sahip olmak durumundadır. Aksi halde anlam ve biçem kurmada sapmalar yaşayacaktır. Öyle ki genişleyen anlam alanlarıyla söylemi bütünleyen sözcüklerin seçimi zorlaşacak; cümleler bölünecek, paragraflarsa özgün yapılarından uzaklaşacaktır. Özgür bir dille yapılan çevirilerse edebi kriterleri çoktan aşacak ve yazarı sıradanlaştıracaktır. Edebi eserleri yazıldıkları dilde okuma da iyi bir yabancı dil bilgisi, yazarı, sanat çevresini, anlatısını kurduğu dili ve biçemini yakından tanımayı gerektirir. Ancak insanlık tarihinin hemen her döneminde belli kalıpları aşarak kaleme alınan bu tür eserler, insanın estetik duygularını sanatla birleştirerek bir dışavurum oluşturduğu için hem çevirmenin, hem de eseri özgün dilinde okuyabilen okurun bazı anlamsal yanılgılara düşmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla yazarın söylem bütünlüğünün ve metnin biçeminin bozulmaması koşulu esas olsa da iyi derecede bilinen yabancı dil, nitelikli bir çeviri için yeterli olmayacaktır. Çünkü edebi eser, ne yalnızca bildiridir, ne yalnızca anlamdır, ne yalnızca dildir, ne yalnızca içeriktir, ne yalnızca biçimdir, ne de yalnızca bir iletişim aracıdır. (İnce, 1993: 28) Bu özelliklerin tümünü kendinde barındırdığı ve bunlardan birine indirgenemediği için kendine özgü biçimde örgütlenmiş bir ileti (Göktürk, 1997: 14) olarak görülmelidir. İşte Franz Kafka da dili ye biçemiyle kendine özgülük gösterir ve onun anlatısına yaklaşma denemeleri özenli hazırlıklar gerektirir. Çoklu okuma süreçlerinde onun çocukluk, aile ve sosyal çevre gibi yetişme ortamı, eğitim kurumları, yakınlık kurduğu sanat ve edebiyat çevresi, mesleği, yaşanılanlara karşı tavır, yaklaşım ve duyarlığı, siyasal gelişmeler, ülke ve çağın koşulları ne denli yakından tanınabilirse, söylemine o denli yaklaşılabilmektedir. Sezgi, görme ve duyma bağlamındaki hassasiyeti, eserlerinin hem özgün dilde, hem de çeviri eserde anlaşılırlığını sınırlandırmaktadır. Anlatılarında insanın özünden giderek uzaklaşması, onu daha yakından tanımayı gerektirmektedir. Franz Kafka 03 Temmuz 1883 te Prag da doğar. Yahudi bir baba ve Alman Yahudisi bir annenin ilk çocuğudur. Baba tarafı yoksul, doğulu bir aileden, anne tarafı ise varlıklı, okumuş insanlardan gelir. Kafka, çocukluğuyla birlikte zayıf, hastalıklı bir bünyeye sahiptir. Onun yetişmesinde ve kişilik gelişiminde babanın, yarattığı zorbalığın, her söz ve her bakışta hissettirdiği gücün etkisi büyüktür.

135 Edebiyat Eseri Okuma Süreci ve Franz Kafka Örneği I 135 Toplumun beğenisi adına bir havranın yönetim kurulunda yer alır, bir ara politikayla uğraşır, mahkemede bilirkişilik yapar. Neredeyse gün boyu çıkmadığı ve içinde tuhafiyeden fanteziye her tür ürünü bulundurduğu mağazası, meşe dalı üzerinde tüneyen karga amblemiyle garip ama Alman toplumunun bir parçası olma kararlılığının bir göstergesidir. Oğla göre babası, yalnızca toplumun takdirini kazanmayı (Wagenbach, 1997: 20) amaç edindiği için kötülüklerle dolu dış dünyanın içerdeki temsilcisi (Öztürk, 1984: 63) olmayı başarmıştır. Ailede onun genişledikçe artan eziciliği annenin her şeyi doğal kabul etmesiyle birleşince, Kafka çocukken yakın çevresinde bulamadığı sevgiyi, insani dünyayı kendi içinde aramaya, kendine göre düşler üretmeye başlar. Bundan böyle içten olmayan davranışlardan, sevgisizlikten, aldatıcı şeylerden nefret duyarak korkup kaçacak, doğal olana yaklaşacaktır. Ataerkil aile düzeninin yarattığı bu korkunç etki, anlayışsızlıklar, baskılar ve itilip kakılmalar sonucunda doğmuş; mücadele etme yerine eziklik ve zayıflık arasında acı çekmeyi getirmiştir. Dünyadan kaçmak istiyordum. Çünkü babam bırakmıyordu beni orada, kendi dünyasında yaşayayım istiyordu. İşte o günden sonra ben de bu başka dünyanın yurttaşı oldum (Öztürk, 1984: 64) diyen yazar, onun yönlendirmelerdeki baskısından kurtulamaz. Baba, onun hiçbir zaman ulaşamayacağı, karşı da koyamayacağı bir ölçü (Aytaç, 1983: 278) kendisi ise onun karşısında hep bir zavallı kalacaktır. Çekingenliği, aşırı ürkekliği ve bunalım hali, henüz tanımlayamadığı kişilinde çatışma çıkaracak; basit işleri dahi yapıvermede becerisiz, kararsız kalacaktır. Yakalandığı mükemmellik hastalığı, mektuplarına, söz ve davranışlarına yansıyacak, sezdiği hatayı hep kendinde aramaya başlayacaktır. Gürsel Aytaç ın ifadesiyle; Anne tarafından aldığı hassasiyetle baba tarafından aldığı sebat, Kafka nın ruhunda bütünleşmiş ve sürekli bir özeleştiri, kendini muhakeme etme eğilimi yaramıştır. (Aytaç, 1983: 279) Kafka nın sevgi ve anlayış görmeksizin yaşadığı ilkokul yılları, herhangi bir konuda direnmesi halinde, kendisini okula götüren aşçı tarafından gözetmenine şikâyet edilmesi tehditleriyle doludur. Korkuları, giderek korkunçlaşan dünyayı taşımadaki kuşkularını tırmandırır ve baba evinde bulamadığı özgürlük, hep muntazam olarak yerine getirilmesi gerekli işler (Aytaç, 1983: 279) olarak baktığı derslerle tamamen ortadan kalkar. Okulda sevilip sayılsa da dikkatleri üzerine çekmek istemeyen, kimsenin samimi olmaya cesaret edemediği, hep camekân içinde biridir o. (Aytaç, 1983: 279) Zorla gönderilmiş olsa da tertip ve düzeni, sevecenliği elden bırakmaz. Toplumsal sömürüyü ve baskı ilişkilerini ilk kez babasının mağazasında öğrenir. Onu, zorba, yabancılaşmış ve bireyin benliğini boğan bir toplumun oluruna büyütülmüş imaj (Doğan, 1993: 32) acımasızlığıyla tanımlayan yazar, kendisinin ve orada çalışanların ruhsal durumlarının baş suçlusuna şöyle seslenir: Mağaza beni ruh hastası etti... özellikle mağazada çalışanlara karış tutumun demek istiyorum... Sen memurlarına, ödenmiş düşman dersin öyleydiler de zaten, fakat bana öyle gelirdi ki, onlar senin düşmanın olmadan önce, sen onların ödeyen düşmanı idin (Doğan, 1993: 32) Babanın hep karar sürecinin başı ve ulaşılmazlığı, onda nefreti ve kaçışı tetikler.

136 136 Özber CAN Yabancılaşma zamanla sevgi yetmezliğine ve yitimine dönüşür. Kişilik gelişimi sınırlanır ve bunun yol açtığı psikoz, onu özenle seçildiklerini hissettiren sözcüklere götürür. Söylediği her sözcük, söz ve cümle, anlam ve dizgesel yönleriyle derinleşir; ruhsal çözümlemeler gerektirecek kertede güçleşir. Henüz çocukken kendi ailesinde dışarıda bırakılması, ruh sağlığının giderek bozulmasına, benlik sorunu yaşamasına neden olur. O bu olumsuz gelişmeyi, çevreyi kurumsal işleyişleriyle daha açık algılamaya, çelişkileri görmeye, dikkatleri üzerine çekmeye dönüştürecektir. Zira gelişen keskin gözlem yeteneği, derin duyarlığıyla birleşerek insancıl olanı belirginleştirmeye zorlamış; ebeveyninin sevgisaygı duygularını karıştırmasıyla eğiticinin çocuğa karşı olan saygısını aklına yazmıştır. Sağlıklı insan içinde yaşadığı toplumsal çevreye uyma ve onu etkileme (Sinanoğlu, 1988: 192) yeteneği gösterirken bundan böyle onun zihninde dönüşüm geçirecektir. Bu noktada eğitici ve çocuk arasında doğrudan bir sevgiden söz edilemese de, eğitim anlamında kıyaslanamayacak kadar (Aytaç, 1988: 43) bir değer ifade ettiği söylenebilir. Kaldı ki çocuğun yetişme sürecinde anne-baba ve eğitimci duygularının da sınırları vardır. Kan bağıyla gelen bu sınırlar, şöyle özetlenmiştir: Ebeveynin egoizmi ki bu gerçek ebeveyn duygusudur, sınır tanımaz. Eğitim bağlamında ebeveynin en büyük sevgisi dahi ücretli, eğitimcinin sevgisinden daha çıkarcıdır. Başka türlü de olamaz, olanaksızdır. Zira, ebeveynler çocuklarına karşı, her hangi bir yetişkinin o çocuğa olacağı gibi objektif olamazlar, çünkü çocuk onların kanındandır; daha da komplike olan, her ikisinin de kanındandır. (Aytaç, 1988: 43) O halde eğitimin iyelikçi, yoğun anne baba sevgisiyle beslenmesinin, çocuğun kişilik gelişimini, her şeyin doğruluğunu bizzat aramak gibi bir zihin habitusundan yoksun olarak tamamlanmasına neden olacağını ve bunun da ileriki yaşamında umutsuzluk kaynağı olabileceği (Sinanoğlu, 1988: 193) sakıncası göz önünde bulundurulmalıdır. Çünkü kişilik oluşumu ve olumlu yönde gelişimi kendinden olanı sevmeyle değil, kendimizle özdeşleştirmediğimiz kişi ve düşüncelere de hoşgörülü yaklaşma (Aytaç, 1988: 44) ile gerçekleşebilir. Kafka, bütün bu davranış ve duyguları hiç yaşamaksızın eğitimi, sofrada verilen direktif ve buyruklar (Wagenbach, 1997: 26) ile tanıdığı için içe kapanmayı değişimle birleştirir. Babanın ilgi yoksunluğu, insanı hep kendi yerine düşürmesi, onda sezgiselliği artırır; edindiği ürkek tabiatsa sürekli bir uyanıklık hali yaratır. Ondaki bu derin hassasiyet, içe bakış ve ince gözlem yeteneği, zamanla eserlere yansıyacaktır. Yetişme sürecinin yazarda bıraktığı etki, mikroskop gözü edinmeyi, dolayısıyla riskin büyüklüğünü gözler önüne serer. Mikroskop gözler (Mikroskopaugen) insanı çıkmaza sürükler. Yine bu mikroskop tarzı görmenin sonucu olarak nesneler yabacılaşır. (Aytaç, 1983: 279) Aile-çevre-kurumlaryasalar ve bürokrasi arasında kendini geliştiremeyen yazar, insanın durumunu betimlerken bakışlarını toplumdan önce aileye yöneltecek; evdeki çatışma ve tedirginliğe karşı vaktiyle kendini koşulladığı gibi soğukkanlı olmayı önerecektir.

137 Edebiyat Eseri Okuma Süreci ve Franz Kafka Örneği I 137 Heyecanlanmayın. Sakin olun. Sessizlik, güçlülüğün dile gelmesidir. Karşıtlıklar aynasıdır bu Sakinlik, sessizlik kişiyi özgür kılar-darağacında bile. (Janouch, 1966: 108) Onun insani dünyayı kendi içinde araması, ailedeki sıradanlığını ve fazlalığını yaşayarak öğrenmesi, ilk adımda Dönüşüm öyküsünü kurmayı başlatır. Yazar öykünün özünü, Sanki doğumum bir türlü tamamlanamamış, bu karanlık evden kasvetli bir yaşamdan hep yeniden dünyaya geliyorum, o evde sürekli olarak varlığımın onaylanmasını bekliyorum. (Öztürk, 1984: 63) ile ele verir. Gregor Samsa yı doğuran bu sözler, başkalarına karşı toleranslı olmayı, sabırla beklemeyi özümsetir. Küçük hayvanları alıp onları insanlarla eşdeğer kılmayı deneyen bu yaklaşım, hem anlatımı kolaylaştıran basit bir denge, hem de kahramanın hakkını alabilmek için sona doğru adımlamasıdır. Öyküde aileye gelir getirmesi için fedakârlığı istenen Samsa, böceğe dönüşerek aileden hesap sormayı, patrona karşı ayaklanmayı başlatır. Salt uyumsuzluğu öteleyen bu tutum, düzenin yarattığı bunalımla başkaldırıyı ateşler. Yabancılaşma sınırın ucuna kadar gelir ve okuru da yanına çeker. Burada okur duyum dünyasıyla yabancılaşma dünyasının bir bütün olduğunu sanır. Dil, bir tutsak olarak kalır (Garaudy, 1991: 174) ve kendine özgü biçemiyle farklılaşır. Yadırgatıcı, dahası sarsıcı olaylar yalın, serinkanlı (Kampits, 1984: 202) ama vurgulu sözlerle anlatılır. Argoya yer vermeyen anlatıda hem bir dünya görüşü şifrelenir, hem de felsefe oluşturulur. Okura insanın dünyevi acısı değil, belli bir toplumsal durum içindeki acısı sezdirilir. Şato da yabancı bir dünyada bilinmeyen birtakım güçlerle umutsuzca boğuşan kimsesiz birey, iletişim kurmayı özler; düşle gerçeğin birbirine karıştığı benzeri olmayan (Fischer, 1980: 107) bir taşlamada bulunur. Kafka, yaşamadığı çocukluğundan dolayı çocuklara duyduğu kıskançlığı satır aralarına yedirir ve onları acılara hedef olarak görür. Diğer bir deyişle; Çocuklar ona, kendisinin sığınmak istediği ufak olma konumunun işgalcileri gibi görünürler. Ama sonradan anlaşılır ki çocuklar göze görünmemek isteyen küçükler değil, yetişkinlerin gürültüsüne ve acı verici davranışlarına hedef olan küçüklük konumudurlar. (Canetti, 1984: 209) Bu hedef konum, özdeşleşilen canlılarda kimlik var etmeyi ve imge olarak seçilen çirkin dış görünüşlerin arkasında derin bir duyarlık yaşatmayı kolaylaştırır. Dışlanma, Dönüşüm de onu yaşayan insanın bedeni, Amerika da dayısının yardımıyla yükselişi ve sonradan yine öyle ansızın düşüşü, Dava da yüce bir makamdan (Canetti, 1994: 97-99) kaynaklanırken Şato da, yer ölçücü içinde bulunduğu ikilem (Garaudy, 1991: 150) ile belirginleşir. Toplumsallığı, acılardan uzak kalmayı bir türlü başaramayan yazar, yaşadığı ortamla, Benim hücrem benim hisarımdır. (Aforizmalar, 1995: 57) diyecek kadar barışıktır. O insanı kendi koşul ve ölçülerine göre değerlendirme, insancıl olanı yüceltme tevazusu göstermeyi elden bırakmaz. Davranış ve psikolojiyi bağdaştıran bu tutum şöyle açıklanır: Yaşam içinde kaçınılmaz olan bu davranışıyla insan kendi içine döndüğünde düş kırıklığına uğrar. Sanki güzel insan o değildir. Sevdiği insanı yücelere çıkarmak istedikçe, insan silinir, yok olur. (Günyol, 1985: 10) Yazgının anlatıyla bütünleşmesini simgeleyen bu duyarlılık, Kafka da tehlikelerden uzaklaşma, gürültüden şeytan görmüşcesine kaçma

138 138 Özber CAN (Canetti, 1984: 201) şeklinde algılanır. Gecelerle de arası açıktır onun. Karalamaları arasında kısa aralıklarla daldığı uykusu düşlerle, boğucu kâbuslarla bölünür. Kahramanları da her şeyi gecenin zifiri karanlığında yaşar; dışlanmayı çocukluklarıyla birlikte öğrendikleri için hep dışarıda kalırlar. Ve ölüm onlara yatakta ve gece gelmez. Yazar, varlıklı bir ailenin çocuğu olmasına rağmen hiç varlıklı gibi yaşamaz. Ona göre zenginlik, düpedüz görece bir şeydir, doyum sağlamaz insana. maddeye dönüşmüş bir güvensizliktir sadece. (Janouch, 1994: 21) Babanın aldığı kararla memur yetiştiren bir lisede öğrenim görür. Almanca yı anadili olarak kullanmasına rağmen o ne tam bir Alman ne de tam bir Çek olarak tanınır. O yıllarda Darwin i, Hegel i okur ve dinsel olan ne varsa yadsır. Aileden gelen hiç denecek kadar az Museviliğiyle Snobizm e ve Hıristiyanlığa kuşkuyla yaklaşır. Bir ara Siyonizm le ilgili toplantılara katılır. Üniversite yıllarında Sosyalizm, Nietsche ve Darwin den etkilenir. Hebbel in, Amiel in, Bayro nun, Grillparzer in günlüklerini, Eckermann ın Goethe yle konuşmalarını, Goethe nin, Grabbe nin, du Barry nin mektuplarını, Schopenhauer ve Dostoyevski nin yaşam öykülerini okur ve böylece ifade gücünü geliştirir. Evden ayrılma zorunluluğunu, kişi, yitirdiği yurdu bulabilmek için, yabancı ülkelere gitmek zorunda (Janouch, 1966: 109) ile açıklarken yıllar sonra, sessiz çoğunluğun sözcüsü (Yücel, 1997: 105) olarak anlaşılacağından habersiz ama davranış ve eğitim psikolojisi açısından bıraktığı mirasın bilincindedir. Hukuka karşı özel bir eğilimi olmamasına rağmen babasının zoruyla başladığı öğrenimini 1906 da doktora yaparak tamamlayan Kafka, kendisi için her zaman bir ölçüt olan babadan özgürlüğünü aldığını kanıtlar. Böylece baba evinden ayrılmanın bir yolunu bulur. Ne var ki yazını için ihtiyaç duyduğu zamanı ve gücü elinden alacağını bildiği ve bundan nefret duyduğu halde bir büro işini ciddiye almak zorunda kalır. Bundan böyle iş ve yazını birlikte yürütecek; vaktiyle okulların kendisine verdiği işkence iş yerinde de sürecekti Ekim inde hiç istemeden girdiği İşçi Kaza Sigortası Şirketinde (Assicurationi Generali) artık o da, anamalcı dizgenin bir dişlisidir. (Öztürk, 1984: 65) Bir kez daha zorunlu bırakıldığı yönde davrandığını anlar ama serbest yazar olarak çalışmaya cesareti olmadığı için, çaresizliğe varan kötümserliğine rağmen, Bürokratennetz dediği büro hayatını (Aytaç, 1983: 280) bırakamaz. Özverili bir memur olarak geceleri eve dosya taşısa da çalışma koşullarının zorluğu nedeniyle bu işe bir yıl dayanır. Daha sonra Prag İşçi Kaza Sigortasında (Arbeiterunfallversicherung) işe başlar ve yardımcı memurluktan genel sekreterliğe kadar yükselir. Kafka, aslında sade bir yaşamı hep özlemiştir. Kadınlara işi ve yazını arasında özel zamanlar ayırmaksızın ilgi duyması, hem bu yalın özleme, hem de yazınını engelleyeceği, dolayısıyla özgürlüğünü sınırlayacağı kuşkularına dayanır. Aile ve yazını birlikte yürütememe öngörüsü, onu seçim yapmak zorunda bırakır. Yazarın 1 Temmuz 1914 te Felice Bauer ile nişanlanması, 12 Temmuz da bu nişandan vazgeçmesi, 1917 Temmuz da aynı kadınla ikinci kez nişanlanması ve

139 Edebiyat Eseri Okuma Süreci ve Franz Kafka Örneği I Aralığı sonunda nişanlıların birbirinden kesin olarak ayrılması, bir buçuk yıl sonra Julie Wohryzek le nişanlanması ve onların da 1919 Kasım ında ilişkilerini sonlandırması, evlilik adımlarını boşa çıkarır. Mutlu, sade bir evliliği çok istemesine rağmen nişanlıları ve sevgililerine yaklaşımlarında hep bir mesafe bırakır. Bu davranışı, aileye sahip olma tehlikesiyle karşılaşma (Canetti, 1984: 250) şeklinde yorumlanan yazar, en mükemmel ortamlarda bile, mutsuzluğa sürükleyebilecekleri (Kafka nın Güncesi, 1995: 96) kuşkusunu yenemez. Evlilikten ilginç ve bir o kadar acı bir tasarımla, değişim geçirip ufalmakla (Canetti, 1984: 208) kurtulur. Onun evlilik kurumuna mesafesi, sevgilisi Milen a yazdığı bir mektupla kesinleşir. Satırlarından birinde, Sen bir bıçaksın, ben de durmadan içimi deşiyorum o bıçakla. (Sevgili Milan a Mektuplar, 1995: 214) diyen yazar, aşk ve evlilik hamlelerini sonlandırır. Varoluşun göstergeleri sayılan bu ilişkilerin, Kafka nın varoluşçuluğunu yorumlamayı önleyeceği düşünülse de bu adımların kesin kez sonlanması, düşünce felsefesinin değişmediğini doğrular. İş ve özel yaşam arasında kurulamayan denge ise bireysel dünyayı sezgilere açar. Yazar, babaevinden ayrıldıktan sonra sevecen, şakacı, yaşama istekli, iyi bir arkadaş ve yardımsever bir ağabey kişiliğiyle sevgilisine, kız kardeşlerine ve ailesine mektuplar yazar. Hemen her kart ve mektuba ismin yerine konulan şifre, hem bir kısaltma hem de küçülme durumu olarak algılanabilir. Milena, Milena, Milena... Adından başka şey yazamıyorum. Yazmalıyım ama! Bugün şaşkınım, yorgunum ve sessinizim... Perşembe sabahı: Sokak çok gürültülü...f. (Sevgili Milan a Mektuplar, 1995: 73,89) Farklı zaman aralıklarında yazdığı kartların arasında iki kart dikkat çeker ve tarihli kartlar onun yaşama isteğini ve umudunun azalışını içerir. Canım Ottla, taşındım anlayacağın. Palais teki pencereleri son bir kez kapadım, kapıyı kilitledim, sanki ölecekmişim gibi bir duygu var içimde... Çok sevgili anne ve babacığım! Yalnız bir düzeltme: Su özlemim ve meyve özlemim, bira özlemimden az değil. Ne var ki, şimdilik yavaş sürüyor iyileşmem. Candan selamlar. (Ottla ya ve Ailesine Mektuplar, 1997: 16,154) Yaşamı boyunca bir çığırtkan olmayan yazar, kaldırıldığı senatoryumda adının iltimas yerine geçmemesi için yerini duyurmaz de tüberküloz teşhisiyle zorunlu olarak emekliliğe sevk edilir. Son altı ayını Dora Diamant la yaşar ve 3 Haziran 1924 te ölür lerde nasyonal sosyalist politikanın etkisiyle yasaklı yazarlara listesine alınır ve eserleri yakılır. Ancak bu onun ve eserlerinin sonunu getirmez. Sartre ve Camus nün ön ayak olmasıyla 1955 lerde düzyazı ve psikoloji ustalığıyla Avrupa ve Amerika da, bir mutluluk arayıcısı (Garaudy, 1991: 153) olarak da Rusya da okur bulur. 15 Ağustos 1913 tarihli günlüğünde, çıldırıncaya kadar herkesten soyutlayacağım kendimi, herkesle bozuşacak, kimseyle konuşmayacağım (Wagenbach, 1997: 119) diyen yazar, yazdıklarının zaman sonra okunacağını elbette bilmiyordu. Söylediklerinin bugüne uzanan süreçte farklı anlamlar ürettiği ileri sürüldü. Pek çok değerlendirme ve eleştiri sonrasında bugün yazarın ve sürekli yinelediği söyleminin anlaşılmasının, insanın kendini sorgulamasından, umutsuzluk içinde umut için eylemde bulunmasından (Can, 1998: 87) geçtiği

140 140 Özber CAN anlaşılmaktadır. Bu ise yargının eşiğine gönüllüce gelerek kendini aldatmalardan uzaklaşmayı, kendini ve kendi düşüncesini yargılamanın yolunu (Cemal, 1996: 109) aramayı gerektirmektedir. Zira Kafka nın edebiyata bir soyutlama ve içsel yabancılaşmanın yanı sıra, varoluş gerçeğinin gündelik dil-algı düzeni içinde gözden kaçan, kör kalınan yönlerini Sözcükleri, alışılmış anlam nesneleri dışında, yeni gösterge-gösterilen ilişkilerini (Göktürk, 1984: 23) de çarpıcı bir bakış yoğunluğuyla dile getirdiği gözden kaçırılmamalıdır. Yazarın, düşünmek, bir duygu, bir korku bir kalp krizi, bir yıldırım, kimsenin inanmadığı bir umut (Heinrich-Jost, 1984: 183) şeklinde anılması da onun iç duygu dünyası ve metinlerinde çokanlamlılık üretmesinin bir sonucudur. Eserleri sıklıkla disipliner eleştirilere vurulsa da kodlarının çözümünün, düz-çizgi yaşamların harcı olmadığı (Cemal, 1984: 11) anlaşılmaktadır. Onu ayrıcalıklı kılan, anlatısının gizemi ve alaylı biçemi, insanın umutsuzluğunun çağlarla çığ gibi büyüdüğü (Özlü Kıral, 1984: 188) izlenimleri veren betimlemeleridir. Haksızlığın ve aşağılanmanın sıradanlaştığı bir yüzyılın sözcüsü olması, anlatılarını bu yaşam duygusunu tanımlayan ve genel bilince yerleşmiş Kafkaesk (Kasper, 1984: 186,187) üzerine kurmasıdır. Anlatının alan değiştirdiği durumlarda imgeler dünyasıyla gerçekliği benzersiz biçimlere büründürmesi, bireyin çabasını ve yakın çevresinin kaygısızlığını iç içe anlatmasıdır. Vurguladığı şeyin insana hem çok uzak, hem de çok yakın olmasıdır. Öyle ki, Bir dünyadan ötekine geçmek için, hem sonsuz bir süre gerekir, hem de bir adım atmak yeter-kafka nın odasından içeriye. (Karst, 1984: 70) Küçük ayrıntıları birbirine ekleyerek, gerçekliğin çevresini belli belirsiz çizdiği (Fischer, 1980: 216) anlatılarında simgelerin, canlı ve bireyselleştirilmiş kişiler (Garaudy, 1991: 170) olarak okurun karşısına çıkmasıdır. Yazarın içinde yaşadığı dünya ile kurduğu dünyanın tek bir dünya olmasıdır. Çünkü, Kafka nın evreniyle yaşamı aynı toptan kesmedir. (Garaudy, 1991: 117) Prag edebiyat çevresinin önemli yayımcısı ve Kafka nın yakın dostu Max Brod, onun edebi anlamda yaptığını, dünyanın soytarılıklarına karşı alaylıhoşgörülü, acıyla karışık mizahı içeren... her vakit züppeliklerden ve kinizmden alabildiğine yüz çeviren bir gözlem biçiminin dışa vurumu (Wagenbach, 1997: 79) şeklinde özetler. Bu dışa vurmada sözcükler çağrışım yoluyla kastı belirler. Bu anlam alanında dil, iç gerilimden dolayı köşeli (Janouch, 1966: 17) sözcüklerse taş gibi ağırdır. Zaten eserlerin, dokuz ölçek umutsuzlukla bir ölçek umuttan (Brod, 1994: 48) oluşması bu ağırlığı hissettirmektedir. Kahramanları dünyayı değiştirebilme yeteneklerinin olduğuna inanmadığı halde özgürlüğü kaybetmeyi göze almazlar. Buralı değil gibi görünseler de arayış ve bitmemişliği yaşarlar. Tıpkı çağlarının tanığı ve propagandacısı sıfatıyla Camus, Sartre ve Kafka nın, yaşadıkları çağa etkisini duyuran düşüncelerin, politikacıların sağlamasını yapıyor (Fuat, 1982: 186) olmaları gibi değişmesi gereken, devleşen kartopu misali yuvarlanır durur. Yazar kahramanlarını eyleme, diliyse kendi içinde zorlarken imgeyi yalnızlık ve yokluk içinde yaştır. Aristo, Brecht, Proust ve Eliot un yabancılaştırdığı gerçek, yazarın bu adımıyla 1970 li yıllarda Değişim adıyla kendine özgü bir yazın olarak edebiyata girer. Değişimden okuma kültürü

141 Edebiyat Eseri Okuma Süreci ve Franz Kafka Örneği I 141 boyutuyla yeterince faydalanılamasa da eğitimle birlikte insani olanın uzaklaşmasına daha fazla seyirci kalmanın bir anlamı yoktur. Anlamlı olan, bu değerleri ele alan eserleri ve kalemlerini yeniden anlamaya, yorum-eleştiri ve sonuca varmaya çalışmaktır. SONUÇ Edebi eser okuma süreci, çeviri ve yabancı dil gibi iki önemli gerekliliğe dayanır. Dolayısıyla okuru yazarın söylediklerine götürürken ona hem birçok şey öğretir, hem de onu her an yenik düşmeyle karşı karşıya bırakır. Çünkü bu süreçte sözcükler ıslak ve kaygan, cümlelerse esnektir. İlerleyebilmek, anlam ve biçemi bir arada taşıyabilmek için adımlar itinayla atılmalı, iletişim yoksunu ortamlarında yetişen yazarların eserleri daha bir titizlikle, hatta farklı okuma süreçlerinde tekrarlar halinde okunmalıdır. Bu bağlamda Franz Kafka da anlatılarıyla zor anlaşılan bir yazardır. Davranışta uyumlu, düşüncede özgür insanları yetiştirme amacı güden, ailede başlayıp sosyal çevre, kurumlar ve kültürel gelişmeyle dönüt veren eğitime daha yetişme çağında yabancı kalmış; dışlanmayı had safhada yaşamıştır. Onun, gücün ve iletişimsizliğin hâkim olduğu bir ailede yetişmesi, söylediklerine ve uyandırdığı sezgiye yansımış; babanın her an hissettirdiği güç ve ondan kaçış yabancılaşmayı, küçülmeyi, dönüşüm geçirmeyi gerektirmiştir. Ailesinde yaşadığı dışlanma ve iletişimsizlik, önce yakın çevresine sonra da dış çevreye karşı duyarsızlık yaratmış; duygularını sınırlandırmıştır. Onu içe kapanmaya zorlayan bu durum, çaresizlik noktasında insani olanı yaşatmayı, sorunların ortasında kalışsa sürekli bir koruma duygusu geliştirmeyi, acizlik hissi üreterek öç almayı harekete geçirmiştir. İnsanın bunalma anları değişim ve abartılı betimlemelere, karakter özdeşleşmesine taşınmış; güçten kaçış, sürekli bir özgürlük arayışına dönüşmüştür. Bu nedenle sona yaklaştıkça karakterin kuşkuları artar ve kendi ben ine yenik düşer. Sonuç itibariyle Kafka anlatıları bir kimlik değişimi, düşsel de olsa fiziksel bir dönüşüm, küçülerek öç alma, dışlanma, sona yaklaşırken varlık savaşı verme, sürekli insancıl olanı çağırma algısını anlatıcıyla birlikte hissetmeyi gerektirir. Diğer bir deyişle; olumsuz davranış ve ruhsal özelliklerin nesnel yabancılaşmaya neden oluşu, karamsarlık yerine dışlanmanın yarattığı başkalaşımı önceleme, insanı önce kendi ben ini sorgulamaya götürür.

142 142 Özber CAN KAYNAKÇA Aforizmalar?, (1995), (çev. Osman Çakmakçı), İstanbul: Altıkırkbeş Yay. AYTAÇ, Gürsel, (1983), Çağdaş Alman Edebiyatı, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., 1. bs., (1988), Çağdaş Alman Edebiyatı Tarihi, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. BROD, Max, (1994), Kafka da İnanç ve Mutsuzluk, (çev: Kamuran Şipal), İstanbul: Cem Yay., 1. bs. CANETTİ, Elias, (1984), Sözcüklerin Bilinci, (çev. Ahmet Cemal), İstanbul: Payel Yay., (1994), Öbür Dava I-Kafka nın Felice ye Mektupları Üzerine, (çev. Kamuran Şipal), İstanbul: Cem Yay., 1.bs. CAN, Özber, (1998), Franz Kafka ve Çeviribilim Uygulamaları Açısından Dönüşüm Öyküsünün Türkçe ye Yapılan Çevirilerinin Analizi, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1998.(Yayınlanmamış yüksek lisans tezi). CEMAL, Ahmet, (1984), Franz Kafka yı Anlamak, Yazko Çeviri Kafka Özel Sayısı, İstanbul: Cem Yay., s , Yaşamdan Çevirdiklerim, (1996), İstanbul: İyi Şeyler Yay., 1.bs. DOĞAN, Mehmet H. (1993), Çağının Tanığı Olmak, İstanbul :Yapı Kredi Yay. FİSCHER, Ernst, (1980), Sanatın Gerekliliği, (çev. Cevat Çapan), İstanbul: e Yay. FUAT, Memet, (1982), Çağını Görebilmek, İstanbul: Adam Yay. GARAUDY, Roger, (1991), Picasso, Saint-John Perse, Kafka, (çev. Mehmet H. Doğan), İstanbul: Payel Yay., 3. bs. GÖKTÜRK, Akşit, (Aralık 1984), Okumak-Yorumlamak, Çağdaş Eleştiri - Edebiyat, Sanat, Sorunlar ve Kavramlar Dergisi, s , (1997), Okuma Uğraşı, İstanbul: Yapı Kredi Yay. GÜNYOL, Vedat, (1985), Bilinç Yolunda Denemeler, İstanbul: Ada Yay. İNCE, Özdemir, (1993), Yazınsal Söylem Üzerine, İstanbul: Can Yay. JANOUCH, Gustave, (1966), Kafka ile Konuşmalar, (çev. A. Turan Oflazoğlu), Ankara: Bilgi Yay., (1994), Kafka ile Söyleşiler, (çev. Kamuran Şipal), İstanbul: Cem Yay.

143 Edebiyat Eseri Okuma Süreci ve Franz Kafka Örneği I 143 JOST, Ingrid HEİNRİCH, (1984), Günümüz Gerçekliği ve Kafka, (çev. Tezer Özlü Kıral), Yazko Çeviri Kafka Özel Sayısı, İstanbul: Cem Yay., s Kafka nın Güncesi?, (1995), (çev. Mazhar Candan), İstanbul: Düşün Yay. KAMPİTS, Peter, (1984), Kafka nın Yaratısında Kehanet ve Dil, (çev. Neyir Öke), Yazko Çeviri Kafka Özel Sayısı, İstanbul: Cem Yay., s KARST, Roman, (1984), Kafka ve Gogol-Gerçekliği Olan İmgeler ve İmgeleri Olan Gerçek, (çev. Turgay Kurultay), Yazko Çeviri Kafka Özel Sayısı, İstanbul: Cem Yay. KASPER, Hans Erich, (1984), Günümüz Gerçekliği ve Kafka, (çev. Ahmet Cemal), Yazko Çeviri Kafka Özel Sayısı, İstanbul: Cem Yay., s KIRAL, Tezer Özlü, (1984), Günümüz Gerçekliği ve Kafka, Yazko Çeviri Kafka Özel Sayısı, İstanbul: Cem Yay., s Ottla ya ve Ailesine Mektuplar?, (1997), (çev. Kamuran Şipal), İstanbul: Cem Yay., 2.bs. ÖZTÜRK, Ahmet, (1984), Yaşama Açlığı Sampiyonu, Yazko Çeviri Kafka Özel Sayısı, İstanbul: Cem Yay., s Sevgili Milen a Mektuplar?, (1995), (çev. Adalet Cimgöz), İstanbul: Say Yay. SİNANOĞLU, Suat, (1988), Türk Hümanizmi, Ankara: Türk Tarih Kurumu Bas. WAGENBACH, Klaus, (1997), Franz Kafka Yaşam Öyküsü, (çev. Kamuran Sipal), İstanbul: Cem Yay. YÜCEL, Tahsin, (1997), Alıntılar, İstanbul: Yapı Kredi Yay

144 Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: KAVALALI MEHMET ALİ PAŞA NIN ANADOLU HAREKÂTI VE KONYA MUHAREBESİ* Arş. Gör. Salih KIŞ Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü salihkis@selcuk.edu.tr Özet Kavalalı Mehmet Ali Paşa nın 1805 yılında Mısır valisi olması ile başlayan Mısır meselesi, 1831 yılında siyasi kimliğe bürünmüştür. Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Yunan İsyanı nı bastırması karşılığında kendisine vaat edilen toprakları alamadığı için ayaklanmıştır. Mısır orduları Suriye üzerinden Anadolu ya girmiş, Hums ve Belen de Osmanlı ordularını mağlup etmiş, hiçbir mukavemet görmeden Konya yı ele geçirmiştir. Mısır kuvvetleri, Osmanlı Devleti nin Rumeli den topladığı son ordusuyla da Konya da savaşmıştır. 21 Aralık 1832 tarihinde yapılan savaşta, üstünlüğün Osmanlı Ordusu na geçtiği sırada, Osmanlı Serdar-ı Ekremi Reşit Mehmet Paşa nın bir hatası muharebenin seyrini değiştirmiştir. Reşit Mehmet Paşa nın esir düşmesi ile birlikte Osmanlı kuvvetleri bozulmuş ve Osmanlı kurmayları orduyu Kütahya ya çekmek zorunda kalmıştır. Bu geri çekilme neticesinde Osmanlı Devleti, Konya Muharebesi ni kaybetmiştir. Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Mısır, Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Reşit Mehmet Paşa, Konya Muharebesi. ANATOLIAN OPERATION OF KAVALALI MEHMET ALİ PASHA AND THE BATTLE OF KONYA Abstract The Egypt issue which broke out after Kavalalı Mehmet Ali Pasha became the governor in 1805 turned into a political matter in The Ottoman Empire had promised to give some lands to Kavalalı Mehmet Ali Pasha as a reward for dealing with riots in Greece. Despite quashing the Greek riot, Kavalalı could not get his promised lands; thus, he rioted himself. The Egypt armies entered Anatolia over Syria and beat the Ottoman armies in Hums and Belen. Then they took hold of Konya without any resistance. In Konya, the Egypt forces battled with the last Ottoman army that had come from Rumelia. During the battle on 21st December 1832, the Ottoman army was about to be victorious. Yet Reşit Mehmet Pasha, the Ottoman Serdar-ı Ekrem, made a mistake and that changed the course of events. The Ottoman forces dissolved since Reşit Mehmet Pasha was imprisoned. Therefore, the Ottoman officers had to pull back the army to Kütahya. Because of this retreat, the Ottoman Empire lost the Battle of Konya. Keywords: The Ottoman Empire, Egypt, Kavalalı Mehmet Ali Pasha, Reşit Mehmet Pasha, The Battle of Konya.

145 146 Salih KIŞ GİRİŞ Osmanlı Devleti nin Mısır ı 1517 yılında topraklarına katması, Doğu Akdeniz de büyük bir güç olmasını sağlamıştır. Ancak bu gücün, özellikle XVIII. yüzyıldan itibaren zayıflamaya başlaması, Mısır da yönetim zafiyetine neden olmuştur. XVIII. yüzyılın sonundan itibaren Memluk beyleri ve Mısır valileri arasında, merkezî otoriteyi dikkate almaksızın kendi başlarına hareket etme ve birbirlerine karşı üstünlük kurma yarışı başlamıştır. Memluk beyleri, Osmanlı Devleti nden bağımsız bir Mısır a sahip olmak değil, bilakis Osmanlının Mısır daki valisi olmak için çabalamışlardır. Bazılarının kısa bir sürede olsa Mısır da bu şekilde hâkimiyet tesis etmesi, Mısır daki yönetimlerinin yarı bağımsız bir görüntü arz etmesine neden olmuştur. Osmanlı Devleti nin aciz ve zayıf durumundan faydalanan Fransa nın 1798 de Mısır ı işgal etmesiyle Mısır daki hâkimiyet çatışması had safhaya ulaştı. Mısır ı Fransızlardan kurtarmak için toplanan orduya katılan Kavalalı Mehmet Ali savaştan sonra Memluk beyleri ile giriştiği güç savaşını kazanarak Mısır idaresini eline geçirdi 1. Osmanlı Devleti de Kavalalı Mehmet Ali ye paşa unvanı verip, Mısır a vali tayin etti 2. Mehmet Ali, paşa unvanı ile vali olduktan sonra, Mısır daki kargaşalıkları ortadan kaldırmak için, ilk olarak Kölemen beyleri ile mücadeleye girişmiş ve 1 Mart 1811 tarihinde Mısır daki bütün Kölemen beylerini ortadan kaldırarak Mısır a tamamen hâkim olmuştur 3. Daha sonra Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Fransız uzmanlar getirtip 4, Mısır da modern bir ordu ve donanmayı kurmuş, 5 böylece bölgede yeni bir güç olmayı başarmıştır. Osmanlı Devleti, Mora İsyanı nı (1821) bastırmakta aciz kalınca, ayaklanmayı bastırması karşılığında Mehmet Ali Paşa ya Mora Valiliğini teklif *Bu çalışma 2003 /058 tarih ve sayı ile Selçuk Üniversitesi Bilimsel Araştırmalar Projeler Koordinatörlüğü tarafından desteklenen ve 2004 yılında Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsüne sunulan Kavalalı Mehmet Ali Paşa Hadisesinde Konya Muharebesi isimli yüksek lisans tezinden faydalanılarak hazırlanmıştır. 1 Şinasi Altundağ, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı, Mısır Meselesi ( ), TTK Basımevi, Ankara 1988, s.22; Enver Ziya Karal, Fransa, Mısır ve Osmanlı İmparatorluğu ( ), Millî Mecmua Basımevi, İstanbul 1938, s Mehmet Kocaoğlu, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı ( ) ve Sonuçları, Bilig, S.4, İstanbul 1997, s.62; Yusuf Akçura, Osmanlı Devleti nin Dağılma Devri (XVIII. ve XIX. asırlarda), Maarif Matbaası, İstanbul 1940, s Altundağ, Mısır Meselesi, s.26; Bruce Mcgovan, The Age Of The Ayans, An Economic And Social History Of The Ottoman Empire, Volume II ( ) Cambridge University Press, United Kingdom 1994, s.645; Stanford J. Shaw, Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C.II, Çev. Mehmet Harmancı, E Yayınları, İstanbul 1983, s Gilbert Sinoué, Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Son Firavun, Çev.Ali Cevat Akkoyunlu, Doğan Kitapçılık, İstanbul 1999, s Ercüment Kuran, Sultan II. Mahmut ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa nın Gerçekleştirdikleri Reformların Karşılıklı Tesirleri, Sultan II. Mahmut ve Reformları Semineri, Haziran 1989, İÜEF Basımevi, İstanbul s.107.

146 Kavalalı Mehmet Ali Paşa nın Anadolu Harekâtı ve Konya Muharebesi 147 ederek yardım talebinde bulunmuştur 6. Nitekim Mısır ordusu kısa bir süre içinde Mora daki isyanı bastırmaya muvaffak olmuştur. Mora İsyanı nın kısa süre içinde uluslararası bir mesele haline gelmesinden dolayı, Osmanlı ve Mısır donanmaları Avrupa Devletleri tarafından Navarin de ortadan kaldırılmıştır. Navarin faciasından sonra Avrupa Devletleri ile çatışmak istemeyen Mehmet Ali Paşa, Osmanlı Devleti nden izin almadan ve İngiliz donanmasının yardımıyla Mora daki askerlerini geri çekmiştir. Bundan dolayı da kendisine Mora valiliği yerine Girit valiliği verilmiş fakat Mehmet Ali Paşa, Suriye valiliğini istemiştir 7. Kavalalı Mehmet Ali Paşa nın Mora da sergilemiş olduğu tavır, İstanbul da kendisi aleyhindeki yönetici zümrenin karşıtlığını pekiştirdi 8. Olaylardan hareketle Padişah II. Mahmud un da Kavalalı Mehmet Ali Paşa ya tavır takınması suretiyle Mısır ve İstanbul arasında ilişkiler giderek gerginleşti ve olayların seyri Osmanlı Devleti ni 10 yıl uğraştıracak Mısır Sorununun ortaya çıkmasına neden oldu. Doğu Sorununun başlangıcı olarak düşünülmesi gereken ve bu süreçte Avrupa devletlerini Mısır Sorununa müdahil yapan olay Konya Muharebesidir. Bu çalışmanın amacı, Osmanlı Devleti ni uzun yıllar meşgul etmiş olan, Mısır Sorununun başlangıcı kabul edilen Konya Muharebesinin ne zaman, nerede ve nasıl oldu sorularına cevap aramaktır. Osmanlı Devleti, diplomasi yoluyla çözüm bulamadığı Kavalalı sorununu güç kullanarak neticelendirmeye karar verdi. Ağa Hüseyin Paşa, Serdar-ı Ekremlik görevinin yanı sıra Mısır, Girit ve Habeş Eyaletlerine vali tayin edilerek bir ordu ile Halep e gönderildi. 1.KAVALALI MEHMET ALİ PAŞANIN ANADOLU HAREKÂTI Kavalalı Mehmet Ali Paşa nın oğlu İbrahim Paşa nın komuta ettiği Mısır ordusu 15 Haziran 1832 tarihinde Şam ı ele geçirerek Hums a doğru harekete geçti 9. Hums ta yapılan savaş neticesinde Mısır kuvvetleri Osmanlı ordusunu hezimete uğrattı. Yenilen Osmanlı ordusu Antakya ya çekilmek zorunda kaldı 10. İbrahim Paşa, Hums galibiyetinden sonra 10 Temmuz 1832 tarihinde Hama dan sonra Halep i de eline geçirdi ve Osmanlı ordusunu karşılamak üzere Antakya ya doğru harekete geçti. 6 İbrahim Paşa, 1825 yılında beraberinde 54 savaş ve 400 nakliye gemisiyle birlikte asker ve 150 toptan oluşan kuvvetiyle Mora ya hareket etmiştir. Bkz. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.V, TTK Basımevi, Ankara 1994, s N. Iorga, Osmanlı Tarihi, C.V, Çev. Bekir Sıtkı Baykal, Güney Matbaacılık, Ankara1948, s.361; Ateş, Siyasal Tarih, s Hüseyin İlhan Yazgan, Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Başpınar, C.IV, S.87, Gaziantep 1947, s Şinasi Altundağ, Kavalalı Mehmet Ali Paşanın Suriye de Hakimiyeti Esnasında Tatbik Ettiği İdare Tarzı, Belleten, C.VIII, S.29-32, TTK Basımevi, Ankara 1944, s.232; Şinasi Altundağ, Kavalalı Mehmet Ali Paşa Hakkında Kısa Bir Etüd, AÜDTCFD, C.I, S.2, Ankara 1943, s Takvim-i Vekâyi, nr. 24, 5 RA 1248 (2 Ağustos 1832), s.1.

147 148 Salih KIŞ Antakya daki Beylan (Belen) geçidinde yapılan savaş yine İbrahim Paşa nın üstünlüğü ile neticelendi. 11 Mısır kuvvetleri İskenderun, Antakya, Adana 12 ve Tarsus u 13 ele geçirdi. Osmanlı kuvvetlerinin Gülek Boğazı nın Batısına çekilmek zorunda kalmasından yararlanan 14 Mısır ordusu, hiçbir mukavemetle karşılaşmadan Gülek Boğazı, Ulukışla ve Ereğli yi ele geçirdi 15. Osmanlı Devleti, Mısır kuvvetlerini Konya da durdurmak niyetindeydi. Ancak Konya nın dört tarafının da açık olması, şehirde istihkâm kurmayı hem zorlaştırıyor, hem de faydasız kılıyordu 16. Ayrıca Konya daki asker sayısı Mısır ordusunu durdurmaya yetmeyeceğinden ordunun daha gerilere çekilmesi gerekliydi. Neticede Osmanlı ordusu, 19 Kasım 1832 tarihinde Akşehir e gelmiş 17 ve burada iki gün konakladıktan sonra yeni bir emirle Karahisar a çekilmiştir Mısır Kuvvetlerinin Konya da Aldıkları Tedbirler Mısır ordusu, 13 Kasım 1832 tarihinde Ereğli den çıkıp, 18 Kasım 1832 tarihinde Konya ya girdi 19. Mısır ordusu hiçbir mukavemetle karşılaşmadan Konya yı ele geçirdi. Konya halkı da Mısır kuvvetlerine bir tepki göstermedi. Mısır ordusu Konya da bazı tedbirler almak ihtiyacı hissetti. Konya yı çevreleyen surların alçak olmasından dolayı şehrin savunulmasını güçleştirdiğinden şehrin savunulmasından vazgeçildi. Bu nedenle savaş alanı için şehrin dışında bir yerin araştırılmasına karar verildi. Mısır ordusu, Konya nın dışında, şehrin kuzey ve doğusunu kaplayan Aslım bataklığı civarının savaş alanı olması kararlaştırılmıştır 20. Bir bataklık alanının 11 BOA, HH, nr, 19812, 29 RA 1248 (26 Ağustos 1832) tarihli kaime; Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi V, s.130. Belen muharebesini kaybetmesine rağmen, bunu Osmanlı kamuoyundan gizlemek isteyen Babıâli, Takvim-i Vekayi de bu muharebeyi bir zafer gibi gösterir. Hatta Takvim-i Vekayi ye göre, Mısır ordusu bozguna uğratılmıştır. Bkz. Takvim-i Vekâyi, nr. 25, 16 RA 1248 (13 Ağustos 1832), s BOA, HH, nr A, 7 R 1248 (3 Eylül 1832), tarihli kaime. 13 BOA, HH, nr B, 6 R 1248 (2 Eylül 1832), tarihli arıza. 14 BOA, HH, nr A, 3 RA 1248 (31 Temmuz 1832), tarihli şukka. 15 BOA, HH, nr D, 21 CA 1248 (16 Ekim 1832) tarihli arıza; BOA, HH, nr J, 3 CA 1248 (28 Eylül 1832) tarihli kaime; BOA, HH, nr M, 5 CA 1248 (30Eylül 1832) tarihli kaime; BOA, HH, nr K, 4 CA 1248 (29 Eylül 1832) tarihli kaime; BOA, HH, nr , 29 RA 1248 (26 Ağustos 1832) tarihli tahrirat; BOA, HH, nr C, 22 CA 1248 (17 Ekim 1832) tarihli arıza. 16 BOA, HH, nr A, 11 R 1248 (7 Eylül 1832) tarihli kaime. 17 BOA, HH, nr , 15 R 1248 (11 Eylül 1832) tarihli tahrirat; Takvim-i Vekâyi, nr. 26, 21 R 1248 (17 Eylül 1832), s.1; Takvim-i Vekâyi, nr. 47, 20 B 1248 (13 Aralık 1832), s Ahmet Lûtfî Efendi, Vak anüvîs Ahmet Lûtfî Efendi Tarihi, C.IV-V, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1999, s BOA, HH, nr D, 13 C 1248 (7 Kasım 1832) tarihli mektup; BOA, HH, nr , 12 B 1248 (5 Aralık 1832) tarihli kaime; Stanford Shaw, eserinde Mısır ordusunun Konya yı 21 Kasım 1832 tarihinde işgal ettiğini yazmıştır. Bu tarihin doğru olması mümkün değildir. Çünkü 13 Kasım 1832 tarihinde Ereğli den çıkan Mısır kuvvetleri Ereğli Konya arasını 5 günde kat ederek Konya ya 18 Kasım1832 tarihi sabahı gelmişlerdir. Ayrıntılı bilgi için Bkz. Stanford J. Shaw, Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C.II, Çev. Mehmet Harmancı, E Yayınları, İstanbul BOA, HH, nr A, 8 Ş 1248 (31Aralık 1832) tarihli takrir; Friedrich Sarre, Küçükasya Seyahati, Çev. Dârâ Çolakoğlu, İstanbul 1998, s.88.

148 Kavalalı Mehmet Ali Paşa nın Anadolu Harekâtı ve Konya Muharebesi 149 muharebe sahası olarak seçilmesinin hem olumlu hem de olumsuz tarafları vardı 21. Osmanlı ordusu Mısır kuvvetlerine arkadan çevirme harekâtı yapamayacaktı. Ancak Mısır ordusunun kontrolsüz geri çekilmesi durumunda bataklık büyük bir felakete sebep olabilirdi Osmanlı ordusu, Konya garnizonunu tamamen boşaltıp beraberinde götürmüştür. Bu yüzden Mısır kuvvetleri Osmanlı ordusu gibi şehrin dışında bulunan garnizonda değil de, Konya yı terk edene kadar şehrin içindeki bazı han, konak ve dükkânlarda ikamet etmiştir. Bu hanlar arasında; Mollaoğlu, Abdülfettah, Eğri ve Mevlana Türbesi yakınlarındaki Çelebi Hanları bulunmaktadır. Ayrıca Çizmeci Konağı ve Keçeci dükkânları da belli başlı konaklama yerleridir. Mısır ordusu, şehri boşaltıp Konya nın dış mahallelerindeki çadırlarda ikamet edinceye kadar bu yerlerde barınmışlardır 22. Mısır kuvvetleri şehrin içinde kalırken, İbrahim Paşa ve üst düzey komutanları Meram daki konaklarda kalmışlardır. Konya ya Kasım ayında gelen Mısır kuvvetleri, bütün zamanlarını savaş alanında tatbikat yaparak geçirmişlerdir. Tatbikatlar süresince (1832 yılının Kasım ve Aralık aylarında) hava açık olup, yağmur veya kar yağmamıştır 23. Hava şartlarının olumlu olması Mısır ordusunun işini kolaylaştırmıştır. Kuru ve çamursuz bir zemin talimi yapmalarını kolaylaştırmıştır. 2.OSMANLI ORDUSUNUN AKŞEHİR DE TOPLANMASI Serdar-ı Ekrem Ağa Hüseyin Paşa başarısızlıklarından dolayı görevden alınarak, Reşit Mehmet Paşa, yeni bir ordu kurma görevi ile Serdar-ı Ekremlik makamına atandı. Serdar-ı Ekrem Reşit Mehmet Paşa komutasında Anadolu dan ve Rumeli den toplanan ordu, Karahisar a çekilen Osmanlı birlikleri ile birleşti 24. Yeni toplanan ve geri çekilen orduların birleşimi ile Osmanlı birliklerinin mevcudu kişi oldu 25. Bu yekûnun büyük bir bölümünü Rumeli den toplanan Arnavut ve Boşnak askerleri oluşturuyordu 26. Bu süre zarfında Osmanlı yönetimi ordunun genel durumunu ve pozisyonunu çok dikkatli bir şekilde takip etti 27. Serdar-ı Ekrem Reşit Mehmet Paşa, Osmanlı ordusunu Karahisar dan ileri yürüterek 7 Aralık 1832 tarihinde Akşehir e getirdi. 21 Bu düzlük savaş yeri olarak Mısır ordusunun tercihidir. Bu bölgede yapılan saha araştırmalarında Mısır ordusunun muhtemel yerleşme yeri gezilmiştir. Bu gün bile bataklığın izlerini burada görmek mümkündür. Mısır ordusu arkasına Aslım bataklığını ve güneyine de Konya şehrini alarak herhangi bir çevirme harekâtından kurtulmayı planlamıştır. Osmanlı ordusunun muhtemel yerleşim alanını da hesaplanarak az sayıdaki toplar bu savaş düzenine göre yerleştirilmiştir. 22 Bkz. KŞS. 72/110-2, 10 RA 1249 (7 Ağustos 1833) tarihli mektup. 23 BOA, HH, nr B, 25 B 1248 (18 Aralık 1832) tarihli takrir. 24 BOA, HH, nr D, 21B 1248 (26 Aralık 1832) tarihli takrir. 25 Takvim-i Vekâyi, nr. 47, 20 B 1248 (13 Aralık 1832), s BOA, HH, nr A, 4 Ş 1248 (24 Şubat 1833) tarihli mektup. 27 BOA, HH, nr D, 1248 (1832) tarihli tezkere.

149 150 Salih KIŞ Serdar-ı Ekrem Reşit Mehmet Paşa, Akşehir i üs yapıp ilkbahara kadar orduyu burada dinlendirmek, hafif süvari birlikleri ile Konya ve çevresini kuşatıp Mısır ordusunun ikmal yollarını kesmek niyetinde idi 28. Böylelikle Akşehir e kadar gelmiş ve yorulmuş olan ordu dinlendirilecek ve savaş talimleri yaptırılarak muharebeye hazır hale getirilecekti. Öbür taraftan Mısır ordusu da ani baskına uğrama endişesi yaşayacağından moral yönünden zayıf düşecekti. Aksi takdirde, yorgun ordunun savaşa girmesi Mısır tarafına avantaj sağlamaktan başka bir işe yaramayacaktı. Osmanlı Sultanı II. Mahmud, ordunun Akşehir de dinlendirilmesi düşüncesine şiddetle karşı çıktı. Çünkü II. Mahmud, Osmanlı ordusunun Hums ve Belen de uğradığı ağır mağlubiyetlere bir an evvel karşılık verilmesini istiyordu 29. Onun için de ordunun hemen harekete geçilerek Mısır ordusuna hücum etmesini emretti. Akşehir de hazırlıklarını tamamlayamayan Osmanlı ordusu, 10 Aralık 1832 de Konya ya doğru yürüyüşe geçti 30. Osmanlı ordusu Akşehir den Konya ya gelirken Akşehir, Argıthanı, Ilgın, Kadınhanı ve Lâdik yol güzergâhını takip etti 31. Kadınhanı-Sarayönü yol güzergâhından Konya ya giden Sille yolu, kişinin geçemeyeceği kadar dar olmasından ve bu yolun mevsimin şartlarından olumsuz etkilenmesinden dolayı tercih edilmedi. Osmanlı Serdar-ı Erkemi, ordusunu bir taraftan Konya üzerine yürütürken bir taraftan da ordu komutanları ile yeni savaş stratejileri üzerinde çalıştı. Osmanlı ordusu Konya ya girmeden önce dokuz saat uzaklıktaki Lâdik te bir müddet konakladı 32. Burada yapılan görüşmelerde bir meydan muharebesi yapılması fikri kabul edildi. 3.KONYA MUHAREBESİ Serdar-ı Ekrem Reşit Mehmet Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu 20 Aralık 1832 tarihinde Konya önlerine geldi 33. Osmanlı ordugâhı Dokuzun Hanı (Tekfurhan) denilen bölgede kuruldu 34. Ordugâhın kurulması ile birlikte, Osmanlı birlikleri süratle savaş alanındaki yerlerini almaya çalıştı. Osmanlı ordusu stratejik düzenin yanı sıra, olumsuz hava koşulları ile de mücadele etmek zorunda kaldı. Kış mevsiminin şiddeti, havanın ve toprağın sertliğinden yer tutmak ve istihkâm 28 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi V, s Joseph von Hammer, Osmanlı Tarihi IX, s BOA, HH, nr , 1248 (1832) tarihli arz tezkeresi. 31 Usha M. Luther, Historical Route Network Of Anatolia (İstanbul-İzmir- Konya) , Printed At Turkish Historical Society, Ankara 1989, s.10, BOA. HH, nr B, 1248 (1832) tarihli takrir. 33 Aynı yer. 34 Dokuzun Hanı, Konya-Akşehir karayolunun 24. kilometresinde bulunmaktadır.

150 Kavalalı Mehmet Ali Paşa nın Anadolu Harekâtı ve Konya Muharebesi 151 kazmak gibi işlere zaman ve imkân bulunmadığından, ordunun savaş düzeni alması çok zor ve yorucu oldu 35. Osmanlı ordusunun savaş düzeni almasındaki en büyük sıkıntısı topların muharebe alanına yerleştirilmesinde baş gösterdi. Hücum istikametinin alternatifsiz olması, topların yerleştirileceği mevzi seçeneklerini asgariye indirdi. Top sayısı bakımından elinde büyük bir avantaj bulunan Osmanlı birlikleri, zaman ve mekân darlığından bu üstünlüğünü kullanamadı. Osmanlı ordusu sayısal olarak Mısır kuvvetlerinden üstündü. Ancak büyük çoğunluğu Rumeli den toplanan bu derme çatma birliklerin savaş eğitimi ve talimi konusunda büyük eksiklikleri mevcuttu 36.Üstelik ordu dinlenemeden savaş düzeni almıştı ve yorgundu 37. Mısır kuvvetleri, Aslım bataklığını arkasına alarak, şehrin doğu istikametinde ordugâhını kurmuştu. Kurulan bu ordugâhta asker olup, çoğunluğunu Fellahlar oluşturmaktaydı 38. Mısır ordusunun Anadolu da ilerleyişi sırasında bu kuvvetlere aşiretlerden ve gönüllülerden de çok miktarda asker katılmıştır. Osmanlı ordusunun aksine Mısır ordusu, Fransız askeri örgütü model alınarak meydana getirilmiş, Fransız subaylar tarafından eğitilmiştir 39. Mısır ordusu savaş talimlerini Osmanlı ordusunu beklediği süre zarfında yapmıştır. Bir taraftan savaş tatbikatı yapılırken, diğer taraftan ellerinde bulunan 36 topun uygun mevzilere yerleştirilmesine dikkat edilmiştir 40. Osmanlı ordusunun savaş tertibatı içindeki dizilişi; sağ kanatta Serdar-ı Ekrem Reşit Mehmet Paşa, sol kanatta ise Şam Valisi Hacı Ali Paşa şeklindedir. Mısır ordusunda ise, sağ kanatta İbrahim Paşa, sol kanatta Süleyman Paşa bulunmaktadır. Her iki tarafında topları, savaş düzenine göre ön tarafta olup, yerleşik pozisyondadır. Yanlarında süvariler ve bunların hemen arkasında ise piyadeler bulunmaktadır. Osmanlı ve Mısır kuvvetleri, savaş alanındaki yerlerini aldıktan sonra 21 Aralık Cuma sabahını beklemeye başladı 42. Her iki taraf 21 Aralık Cuma sabahı beklenmedik bir durum ile karşılaştı. Sabahın erken saatleri ile birlikte Konya ve çevresini yoğun bir sis tabakası kaplayarak, her iki tarafın hareketlerini 35 Mustafa Nuri Paşa, Netayic ül Vukuat, IV, İstanbul 1327, s Mustafa Nuri Paşa, Netayicül Vukuat, IV, s Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi V, s BOA, HH, nr , 1248 (1832) tarihli tezkere; Joseph von Hammer, Osmanlı Tarihi IX, s İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa Kuvvetleri Tarafından Saruhan, Aydın ve İzmir in İşgaline Dair Vesikalar, Belleten, C:47, S:185, TTK Basımevi, Ankara 1984, s Joseph von Hammer, Osmanlı Tarihi IX, s BOA, HH, nr, B, 3 Ş 1248 (27 Aralık 1832) tarihli takrir; Erik Jan Zürcher Konya Muharebesi nin tarihini 27 Kasım 1832 olarak verir. Bu bilgi yanlış olup, yazar tarihleri karıştırmıştır. Bkz. Erik Jan Zürcher, Moderleşen Türkiye nin Tarihi, İletişim yayınları, İstanbul 2001, s BOA, HH, nr A, 8 Ş 1248 (31 Aralık 1832) tarihli takrir; BOA, HH, nr, A, 1248 (1832) tarihli arz tezkeresi; BOA, HH, nr, B, 3 Ş 1248 (27 Aralık 1832) tarihli takrir;

151 152 Salih KIŞ perdeledi 43. Savaş düzenine geçmiş tarafların, sisle birlikte bütün planları alt üst oldu 44. Yoğun sisten en fazla etkilenen Osmanlı tarafı olup, görüş mesafesinin kaybolmasıyla topları devre dışı kaldı. Her iki savunma hattının ortalama uzaklığı 1 2 km olup, sisin ortalığı kaplamasıyla görüş mesafesi 500 m altına indi. Ayrıca muharebe alanının engebeli olması, sisle birleşince görüş mesafesi m kadar düştü. Hal böyle olunca sisli bir ortamda tarafların birbirini görmesi mümkün olmadığından her iki tarafta sis perdesi kalkana kadar top atışlarıyla vakit geçirdi. Top sayısı bakımından üstünlüğü bulunan Osmanlı ordusu sisten dolayı bu üstünlüğü kullanamadı. Topların etkisiz kalmasından sonra devreye giren süvarilerde sis yüzünden taarruza geçemeyip ortamın uygun hale gelmesini beklemişlerdir. Sabahın erken saatlerinde savaş alanını kaplayan sisin, her iki tarafın moral motivasyonuna ne gibi etkileri olduğunu anlamak güçtür. Ama bilinen bir şey varsa tarafların savaş planlarında değişikliklere gitmedikleridir. Bunu da; savaş alanındaki sis, yerini açık havaya bırakmasıyla birlikte yaşananlardan anlaşılmaktadır. Osmanlı ordusu, görüş mesafesinin artmasıyla birlikte toplarını devreden çıkarıp, süvarilerini harekete geçirmiştir. Osmanlı süvarisi 21 Aralık sabahı da Mısır savunma hatlarına doğru taarruza kalkmıştır 45. Fakat Osmanlı atlısı, Mısır savunma hatlarını aşamamıştır 46. Osmanlı ordusunda toplardan sonra süvarilerinde yeterli etkiyi gösterememesi, nedeniyle devreye piyadeler girdi. Sayısal üstünlüğü elinde bulunduran Osmanlı piyadeleri hızla hücuma kalkarak Mısır ordusunun sol kanadına büyük bir darbe indirdi. Serdar-ı Ekrem Reşit Mehmet Paşa, sol kanattaki bozulmayı fark edince elindeki bütün kuvvetleri buraya sevk etti. Fakat İbrahim Paşa yerinde kararlar ve manevralarla sol kanattaki bozulmanın önüne geçti Şinasi Altundağ, Mısır Meselesi, s Konya her yılın Aralık ayında çok sisli olmaktadır. Bu bölgenin çukur olmasından dolayı burada meydana gelen sis uzun süre dağılmamaktadır. Meteoroloji uzmanlarından alınan bilgilerin ışığında, Konya nın son 50 yılının sisli günlerinin ortalaması alındığında en fazla sisin görüldüğü tarih dilimi Aralık olarak görülmektedir. Sisin meteorolojik bir olay olmasının yanı sıra tarihe yapmış olduğu etki bu savaşla gözler önüne serilmektedir. Çünkü çok yoğun bir sis tabakası yüzünden Osmanlı ordusu savaş düzenini iyi alamamıştır. Bu nedenle de toplarını yerleştirememiştir. Bu tür muharebelerde topların fonksiyonları önemli olmakla birlikte düzenli yerleştirilmeleri ayrıca bir değere haizdir. 45 Muhittin Tuş, Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya, Konya Ticaret Odası Kültür ve Eğitim Yayınları, Konya 2001, s BOA, HH, nr , 17 Ş 1248 (9 Ocak 1832) tarihli tahrirat. 47 BOA, HH, nr , 26 Ş 1248 (18 Ocak 1832) tarihli tahrirat; BOA, HH, nr, B, 3 Ş 1248(27 Aralık 1832) tarihli takrir.

152 Kavalalı Mehmet Ali Paşa nın Anadolu Harekâtı ve Konya Muharebesi 153 Mısır ordusu, muharebe tüm şiddeti ile devam ederken savunma hatlarını terk ederek, Konya nın dışındaki Araplar mahallesindeki Çingene Höyüğü ne kadar çekilmiştir 48. Osmanlı Serdar-ı Ekremi Reşit Mehmet Paşa, Mısır ordusunun Araplar mahallesine kadar çekilmesi üzerine, ileri bir harekâtta bulunarak ordusunu Konya şehrine sevk etmiştir 49. Savaş tüm hızıyla devam ederken hava şartları da değişiklikler göstermeye başlamış, muharebe alanı aniden sisle kaplanmıştır. Fakat Osmanlı askeri Mısır kuvvetlerinin geri çekilmesini fırsat bilmiş, bütün güçleri ile saldırıya geçmiş ve sise aldırış etmemiştir. Bu saldırı esnasında Osmanlı ordusunun, Serdar-ı Ekrem Reşit Mehmet Paşa nın komuta ettiği, sağ kolunun hatları arasında bir kopukluk meydana gelmiştir. Osmanlı kuvvetleri, bu durumu önemsemeyerek fütursuzca saldırmaya devam etmiş ve hatlar arasındaki irtibat tamamen kopmuştur. Hatlar arasındaki iletişiminin kopmasında, Mısır ordusunun ani çıkışları da etkili olmuştur. Sürekli değişiklikler arz eden havadan dolayı muharebenin de seyri değişmekteydi Sabahın erken saatlerinde savaş alanını kaplayan sisin yerini açık hava almış, daha sonrada bu açık hava yerini tekrar sise bırakmıştı. Öğleden sonra açık havanın yerini alan sisten dolayı görüş açısı çok düşmüştü. Sisin, savaşın başlamasındaki rolü, sonrasında da devam etmiştir. Savaşın seyri, ikindiden sonra havanın kararmasıyla tamamen değişmiştir. Savaş alanında havanın kararmasına kadar taraflar birbirlerine karşı avantaj sağlayamadı 50. Fakat havanın kararmaya başlaması ve Mısır ordusunun sürekli geri çekilmesi, Osmanlı ordusunun üstünlük kurmasına sebep oldu 51. Mısır kuvvetlerine bitirici darbeyi vurmak için hücumlarını artıran Osmanlı ordusunda iletişimin kopmasına ek olarak, disiplin de bozuldu. Osmanlı ordusunun ataklarını sıklaştırması karşısında Mısır kuvvetlerinde yorgunluğunda etkisiyle büyük bir endişe oluştu. Yorgunluk ve endişe Mısır ordusu içinde bozulmalar şeklinde kendisini gösterdi. Mısır ordusundaki bozulmadan yararlanmak isteyen Reşit Mehmet Paşa, savaşın seyrini değiştiren büyük bir hata yaptı. Osmanlı Serdar-ı Ekremi askerlerini 48 BOA, HH, nr A, 8 Ş 1248 (31 Aralık 1832) tarihli takrir; Araplar Mahallesi her ne kadar bir yerleşim yeri olarak geçse de, tarihleri arasında, bu mahalle de kimsenin yaşamadığı tespit edilmiştir. Bkz. Muhittin Tuş, Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya, Konya Ticaret Odası Kültür ve Eğitim Yayınları, Konya 2001; Konya İli Karatay İlçesi sınırları içinde bulunan Çingene Höyüğü bugün hala mevcut olup, Araplar mahallesi dahilinde bulunmaktadır. Bu bölgede yapılan saha araştırmasında, ilginç bir nokta ortaya çıkmaktadır. Araplar Mahallesi sınırları içinde iki adet Çingene Höyüğü vardır. Fakat Konya merkeze ve Aslım bataklığına yakınlığı sebebiyle -bugün metruk bir vaziyette bulunan tekel depolarının arkasında bulunan-işkalaman Çingene höyüğü ön plana çıkmaktadır. Bu höyüğe ait GPS koordinatları şu şekildedir: N E Takvim-i Vekâyi, nr. 49, 19 N 1248 (11 Ocak 1833), s BOA, HH, nr , 26 Ş 1248 (18 Mart 1832) tarihli tahrirat. 51 BOA, HH, nr, B, 3 Ş 1248 (27 Aralık 1832) tarihli takrir; Mustafa Nuri Paşa, Netayicül Vukuat, IV, s.90.

153 154 Salih KIŞ cesaretlendirmek için öne çıktığı sırada 52 kendi askeri zannederek Mısır atlısı arasına girdi 53. Bir anda karşılarında Osmanlı kumandanını gören Fellahlar, hemen etrafını çevirerek esir aldılar 54. Serdar-ı Ekremin esir düştüğünden haberi olmayan Osmanlı ordusu, gece yarısına kadar savaşa devam etti. Havanın iyice kararması ve tarafların birbirlerine karşı üstünlük sağlayamamalarından dolayı her iki ordu da geri çekilerek savaşı ertesi güne bıraktı. Osmanlı ordusu, toplanma noktası olan Dokuzun Hanı na gelince Serdar-ı Ekrem Reşit Mehmet Paşa nın esir düştüğü haberini aldı. Haber ordu içinde kısa sürede yayılarak paniğe neden oldu. Rumeli den toplanan Arnavut ve Boşnak paralı asker, ordudan firar etti 55. Firarın önünü almak isteyen Osmanlı Kurmayları, orduyu Dokuzun Hanı ndan Akşehir e çekme kararı aldı 56. Bu kararla Osmanlı ordusu Konya Muharebesini kaybetti. Savaşın başlangıcından itibaren hava şartlarının kurbanı olan Osmanlı ordusu, muharebenin son merhalelerinde bariz üstünlük sağladığı halde Mısır ordusu karşısında mağlup olmaktan kurtulamadı. Konya muharebesinde taraflar karşılıklı zayiatlar verdi. Mısır ordusunun 300 ölü ve 500 yaralısına karşılık, Osmanlı kuvvetlerinin 1500 ölü ve 2000 yaralısı vardı 57. Osmanlı ordusunun karşı tarafa nispeten daha fazla zayiat vermesinin nedenleri açıktır. Özellikle savaş meydanına geç gelindiğinden, ordugâhın kurulması aceleye getirilmiştir. Ordugâhtan sonra askerlerin savaş düzenine uygun yerleştirilmesi iyi yapılamamıştır. İyi yerleşememiş Osmanlı askerlerinin, taarruza kalkarken, bilmediği bir alanda hareket kabiliyeti sınırlı kalmıştır. Hareket kabiliyetinin sağlıklı işleyememesi, bir süre sonra hatlar arası kopuklukları ortaya çıkarmıştır. Hatlar arasındaki bağlantıların bozulmasıyla birlikte Osmanlı ordusu, savaş alanında büyük kayıplar vermiştir. Daha az kayıp veren Mısır ordusu, bir ay 52 BOA, HH, nr, B, 3 Ş 1248 (27 Aralık 1832) tarihli takrir; Mustafa Nuri Paşa, Netayicül Vukuat, IV, s BOA, HH, nr , 26 Ş 1248 (18 Mart 1832) tarihli tahrirat; BOA, HH, nr, B, 3 Ş 1248 (27 Aralık 1832) tarihli takrir. 54 BOA, HH, nr , 17 Ş 1248 (9 Ocak 1832) tarihli tahrirat; BOA, HH, nr A, 8 Ş 1248 (31Aralık 1832) tarihli takrir; Takvim-i Vekâyi, nr. 49, 19 N 1248, (11 Ocak 1833), s.1; Friedrich Sarre, Küçükasya Seyahati, s BOA, HH, nr E, 2 Ş 1248 (25 Aralık 1832) tarihli tahrirat. 56 BOA, HH, nr A, 4 Ş 1248 (27 Aralık 1832) tarihli mektup. 57 Konya muharebesinde ölenlerin sayısı hep abartılmıştır. Rıfat Uçarol ve Enver Ziya Karal eserlerinde Osmanlı ordusunun şehit verdiğini söylemişlerdir. Erik Jan Zürcher ise Osmanlı ordusunun ölü verdiğini Mısır ordusunun ise, çok az zayiatı olduğunu açıklamıştır. Zürcher Mısır ordusu hakkında doğru bilgiler verirken Osmanlı için aynı şey söz konusu değildir. Dönemin vakanüvîs i Ahmet Lütfi Efendi nin bu konuda bilgi vermemesi normal karşılanabilir. Netice de kendisi devletin memurudur. Osmanlı Devleti, kendi aleyhine olabilecek bir konuyu buraya taşımak istememiştir. Mustafa Nuri Paşanın vermiş olduğu bilgilerin de pek sağlam temellere dayandığı söylenemez. Daha Konya muharebesinin tarihini doğru olarak verememektedir. Ayrıntılı bilgi için Bkz. Rıfat Uçarol, Siyasi Tarih, s.170; Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi V, s.131; Erik Jan Zürcher, Moderleşen Türkiye nin Tarihi, s

154 Kavalalı Mehmet Ali Paşa nın Anadolu Harekâtı ve Konya Muharebesi 155 gibi uzun süre öncesinden Konya ya gelmiş ve savaş alanının tespiti konusunda göstermiş oldukları beceri sayesinde kayıplarını en aza indirmişlerdir. Osmanlı Devleti, Mısır ile karşılaştığı, bundan önceki iki savaş gibi yenilgiye uğramaktan kurtulamayarak geri çekilmiştir. Geri çekilen Osmanlı ordusu, savaşta ölen askerlerinin cenazeleri toplayamamış, muharebe alanında bırakmak zorunda kalmıştır. Konya muharebesinde ölen Osmanlı askerlerinin, Mısır ordusu tarafından gömüldüğüne dair bir bilgi mevcut değildir. Savaşın Aralık gibi soğuk bir ayda yapıldığını, toprağın ve havanın durumunu da göz önüne aldığımızda, ölü askerlerin defnedilmediği sonucuna varabiliriz 58. Mısır kuvvetleri olumsuz hava şartları yüzünden Osmanlı ordusunun geri çekildiğinden ancak ertesi gün haberdar olmuştur 59. Dolayısıyla da Osmanlı kuvvetlerini takip etmeyip, Konya da kalmışlardır 60. Takibe uğramayan Osmanlı ordusu toplanma noktası olarak tespit edilen Akşehir e 22 Aralık 1832 tarihinde ulaşmıştır 61. Savaş ağırlıkları ve yaralılar önce Ilgın a 62 daha sonra da Akşehir e nakledilmiştir 63. Buradan da kademeli olarak Bursa ya kadar geri çekilmek zorunda kalınmıştır 64. SONUÇ Konya Muharebesi, Osmanlı Devleti ni Avrupa siyasi arenasında telafisi zor bir durumda bırakmakla kalmamış, kendi içindeki çözülmenin ne kadar büyük boyutlara ulaştığını da gözler önüne sermiştir. Osmanlı Devleti, Fransız İhtilalı nın yaydığı fikir akımlarının etkilerini üzerinden atmaya çalışırken, kendi valisinin ayaklanmasıyla karşılaşmıştır. Bu ayaklanma, Osmanlı nın kendisini yenileme sürecine çok büyük bir darbe vuracak olan Mısır sorununun da ötesinde Doğu Sorunu nu ortaya çıkarmıştır. 58 Araplar mahallesinde yapılan saha araştırmalarında kayda değer bir şey bulunamamıştır. Konya Muharebesinde her iki tarafında zayiatları göz önüne alındığında, bu askerlerin defnedildiği bir mezarlık ilk akla gelen konudur. Yaptığımız çalışmalarda bu bölgede 22 adet mezarlık tespit edilmiş olup, bazılarının tarihleri 15. ve 16. yüzyıllara kadar gitmektedir. Fakat muharebenin kış ayında cereyan etmesi ölen askerlerin gömülmediği düşüncesini akla getirebilir. Havanın soğuk olması ve toprağın kazılamayacak kadar sert olması bunun nedenlerini teşkil edebilir. Her ne şekilde olursa olsun bir taraf ölen askerlerini bu mahalle civarında bir yere defnetmiş varsayımından hareket ederek böyle bir çalışma gerçekleştirilmiştir. 59 Takvim-i Vekayii, nr. 54, 3 N 1248 (28 Aralık 1832), s BOA, HH, nr , 1249 (1833) tarihli arz tezkeresi. 61 BOA, HH, nr A, 8 Ş 1248 (31Aralık 1832) tarihli takrir; BOA, HH, nr, B, 3 Ş 1248 (27 Aralık 1832) tarihli takrir. 62 BOA, HH, nr, B, 3 Ş 1248 (27 Aralık 1832) tarihli takrir. 63 BOA, HH, nr A, 4 Ş 1248 (27 Aralık 1832) tarihli mektup; Takvim-i Vekâyi, nr. 49, 19 N 1248 (11 Ocak 1833), s.1; BOA, HH, nr, B, 3 Ş 1248 (27 Aralık 1832) tarihli takrir; İbrahim Hakkı Konyalı, Abideleri ve Kitabeleri ile Akşehir Tarihi, İstanbul 1979, s Konya Muharebesi hakkında Takvim-i Vekayii gazetesinde yayınlanmak üzere bir makale yazılması kararlaştırılır. Bunun için Osmanlı Padişahı II. Mahmud dan izin istenir. Yazılacak makalenin incelenmesinden sonra izin verilip verilmeyeceği ilgililere bildirilir. Yazılanlara padişah onay verince, makale Takvim-i Vekayii gazetesinde ek olarak yayınlanır. Bkz. BOA, HH, nr B, 3 Ş 1248 (26 Aralık 1832) tarihli kaime; Takvim-i Vekayii, nr. 49, 19 Şaban 1248 (11 Ocak 1833), s.1.

155 156 Salih KIŞ Osmanlı ordularının Mısır kuvvetleri tarafından Hums ve Belen de mağlup edilmeleri işin ciddiyetini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Mısır orduları Suriye üzerinden Anadolu ya girmiş, Osmanlı yönetimine küsmüş Anadolu halkını da arkasına alarak hızlı bir şekilde ilerlemiştir. Anadolu şehirlerinin bir bir Mısır kuvvetlerinin eline geçmesi, bu şehirlerin hiç birinde mukavemet gösterilmemesi, Osmanlı Devleti ne olan tepkinin bir kanıtı olmuştur. Bugüne kadar yapılan araştırmalarda Konya Muharebesi nin nerede, ne zaman ve ne surette gerçekleştiği hakkında bazı bilgiler ve neticeler ortaya çıkarılmıştı. Bu araştırmalarda ortak kanı savaşın 1832 yılında Konya Ovası nda gerçekleştiği hakkındadır. Yaptığımız araştırmalar neticesinde bu savaş hakkında bilinenler tartışılmış ve savaşın tarihi, nerede ve nasıl gerçekleştiği net olarak ortaya konulmuştur. Böylece bu araştırma ile Konya Muharebesi nin 28 Receb 1248 (21 Aralık 1832) tarihinde sabah saat de başladığı ve aynı gün akşam havanın kararmasıyla son bulduğu tespit edilmiştir. Bir gün süren bu muharebenin, kaba bir tanımla ucu bucağı görünmeyen Konya Ovası nda yapıldığı söylemi, tarafımızdan Konya şehrinin hemen dışında, Aslım bataklığı ile Konya şehrinin arasında kalan ve bugünkü Karatay İlçesi sınırları dâhilinde olan Araplar adıyla anılan mahalde gerçekleştiği şeklinde detaylandırılmıştır. Araplar adıyla anılan bölge Konya nın kuzey doğu yönünde, Aslım Bataklığı nın güneyinde kalmaktadır. Sabahın erken saatlerinde başlayan muharebe, hava şartlarının değişkenliğinden dolayı akşam saatlerine kadar devam etmiştir. Osmanlı Serdar-ı Ekremi, Konya içlerine doğru çekilmekte olan Mısır kuvvetlerini bozmak için ileri atılmış ve savaşın seyrini değiştirmiştir. Sisten dolayı kendi askeri zannederek Mısır kuvvetlerinin arasına girmiş ve esir düşmüştür. Bu esareti akşam saatlerinde öğrenen Osmanlı ordusu bozulmaya başlamış, Serdar-ı Ekrem den sonra komutayı devralan Rauf ve Ahmet Fevzi Paşalarda orduyu süratle geri çekecek bir planı uygulamaya koymuşlardır. Nihayetinde geri çekilen Osmanlı ordusu karşısında Mısır ordusu galip gelmiş ve hatta bu ordunun İstanbul kapılarına dayanmasını önleyecek bir kuvvet de o an için kalmamıştır. BİBLİYOGRAFYA A-ARŞİV KAYNAKLARI 1-BOA HATTI HÜMAYUN TASNİFİ 19746, 19747, A, 19812, A, 19835, A, B, 19920, 19992, 20000, E, D, A, 20096, 20098, C, D, D, 20261, J, K, M, B, A, B, D, A. 2-KONYA ŞERİYE SİCİLİ 72 Numaralı KŞS.

156 Kavalalı Mehmet Ali Paşa nın Anadolu Harekâtı ve Konya Muharebesi SÜRELİ YAYINLAR Takvim-i Vekâyi ( ). B-KİTAP VE MAKALELER AHMET LÛTFÎ EFENDİ, Vakanüvîs Ahmet Lütfî Efendi Tarihi, C.IV-V, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul AKÇURA, Yusuf, Osmanlı Devleti nin Dağılma Devri, (XVIII. Ve XIX. asırlarda), Maarif Matbaası, İstanbul ALTUNDAĞ, Şinasi, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı ve Mısır meselesi, TTK Basımevi, Ankara 1998., Kavalalı Mehmet Ali Paşa Hakkında Kısa Bir Etüd, AÜDTCFD, C.I, S.2, Ankara s , Kavalalı Mehmet Ali Paşanın Suriye de Hâkimiyeti Esnasında Tatbik Ettiği İdare Tarzı, Belleten, C.VIII, S.29-32, TTK Basımevi, Ankara 1944, s HAMMER, Joseph Von, Büyük Osmanlı Tarihi, C.IX, Gündoğdu Matbaası, İstanbul IORGA, N, Osmanlı Tarihi, Çev: Bekir Sıtkı Baykal, Güney Matbaacılık, Ankara1948. KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C.V, TTK Basımevi, Ankara 1994., Fransa, Mısır ve Osmanlı İmparatorluğu( ), Millî Mecmua Basımevi, İstanbul KOCAOĞLU, Mehmet, Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanı( )ve Sonuçları, Bilig, S.4, İstanbul s KONYALI, İbrahim Hakkı, Abideleri ve Kitabeleri ile Ereğli Tarihi, Fatih Yayınevi, İstanbul KURAN, Ercüment, Sultan II. Mahmut ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa nın Gerçekleştirdikleri Reformların Karşılıklı Tesirleri, Sultan II. Mahmut ve reformları Semineri, 28-30Haziran 1989, İÜEF Basımevi, İstanbul s LUTHER, M. Usha, Historical Route Network Of Anatolia (İstanbul-İzmir- Konya) , Printed At Turkish Historical Society, Ankara 1989 MCGOVAN, Bruce, The Age Of The Ayans, An Economic And Social History Of The Ottoman Empire, Volume II ( ), Cambridge Unıversity Press, United Kingdom 1994, s.645. MUSTAFA NURİ Paşa, Netayic ül Vukuat, C.IV, İstanbul 1327.

157 158 Salih KIŞ SARRE, Friedrich, Küçükasya Seyahati, Çev. Dârâ Çolakoğlu, İstabnbul SHAW, Stanford J., Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C.II, Çev. Mehmet Harmancı, E Yayınları, İstanbul SİNOUÉ, Gilbert, Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Son Firavun, Çev.Ali Cevat Akkoyunlu, Doğan Kitapçılık, İstanbul TUŞ, Muhittin, Sosyal ve Ekonomik Açıdan Konya, Konya Ticaret Odası Kültür ve Eğitim Yayınları, Konya UÇAROL, Rıfat, Siyasi Tarih ( ), Filiz Kitabevi, İstanbul UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa Kuvvetleri Tarafından Saruhan, Aydın ve İzmir in İşgaline Dair Vesikalar, Belleten, C.XXXXVII, S.185, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara s YAZGAN, Hüseyin İlhan, Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Başpınar, C.IV, S.87, Gaziantep 1947, s.2-3. ZÜRCHER, Erik Jan, Modernleşen Türkiye nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul 2001.

158 Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23,Sayfa/Page: TÜRKÜLERİN DİLİNDE İSTANBUL SİLÜETİNİN GÖRÜNÜMÜ * Yrd. Doç. Dr. Sinan GÖNEN Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü sgonen@selcuk.edu.tr Özet Dünyanın en güzel şehirlerinin başında gelen İstanbul her devirde cazibe merkezi olmayı başarmış, coğrafi güzelliğiyle her devrin insanını büyülemeyi sürdürmüştür. Bugün İstanbul un bu büyüsü bütün olumsuzluklara rağmen hâlâ devam etmektedir. İstanbul, Türklerin fethiyle başlayan başkentliğinin yanında kültür başkentliğini de üstlenmiş ve özellikle klasik edebiyatımız içerisinde kendisine ayrı bir yer edinmiştir. Öyle ki klasik edebiyatımız ve âşık edebiyatımızda İstanbul un pek çok güzelliğini görmek mümkündür. Bu bağlamda İstanbul her devirde sayısız âşık edinmiş ve âşıklarını kendisine tutkuyla bağlamıştır. Türk tarihinde birçok açıdan öneme sahip bir şehrin kültürümüz içerisinde de sönük kalması düşünülemezdi. İstanbul geçmişte ve bugün kültürel ürünlerimize konu olmuş, âşığının karşısında maşuk olmuş ya da aşklarla bütünleşen bir mekân olmuştur. Birçok kültürel ürünümüz içerisinde karşımıza çıkan İstanbul, türkülerimiz içerisinde de kendine ayrı bir yer edinmiştir. İstanbul un güzelliklerini işleyen türküler olduğu gibi, İstanbul un havasını aşkla, sevgiyle birleştiren türkülerimiz de vardır. Bu makalede İstanbul u konu edinen türkülerdeki İstanbul silüeti çıkarılmaya çalışılacak, İstanbul un türkülerimize etkisi çeşitli yönleriyle değerlendirilecektir. Anahtar kelimeler: İstanbul, Türkü, silüet, görünüm. THE VIEW OF THE SILHOUETTE OF ISTANBUL IN THE LANGUAGE OF FOLK SONGS Absract Istanbul, which is one of the most beautiful cities in the world, has prospered to become a center of attention in every age and has continued to charm the people of every period with its geographical beauty. Today, this glamour of the city of Istanbul is still alive despite all unfavorable conditions. Istanbul, which became the capital city with the conquest of the Turks, has besides assumed to become the cultural capital of the country and attained a special place for itself especially in our classical literature. That is, it is possible to see the numerous beauties of Istanbul in our classical literature and Ashik (Minstrel) literature. In this context, Istanbul has had lovers in every period in history and it has beguiled its lovers with passion. It could not be thought that a city which has great significance in several aspects in the Turkish history would remain stagnant. Istanbul has been the subject of our cultural products from the past to the present. It has been the beloved of the lover, or has been a place that unites with adorations. Istanbul, which we come across in numerous cultural products, has also achieved a distinct place among our folk songs. While there are folk songs which are about the beauties of Istanbul, there are also folk songs which combine the weather of Istanbul with love and passion. In this paper, it will be endeavored to extract the silhouette of Istanbul from the folk songs about Istanbul and the effects of the city on our folk songs will be evaluated from different perspectives. Key words: Istanbul, Folk Song, silhouette, view. * Bu çalışma 7. Uluslararası Türk Kültürü Kongresi / Türk ve Dünya Kültüründe İstanbul Ekim 2009 Ankara sempozyumunda sunulan bildiri metnidir.

159 160 Sinan GÖNEN GİRİŞ Halk şiiri içerisinde önemli yere sahip olan türküler, söylemeyen dilimiz, görmeyen gözümüz olarak hislerimize tercüman olmuş ve olmaya devam etmektedir. İnsan yaşamının hemen bütün yönleri türkülerde işlenmiş, bu hâliyle türküler yaşamı sanata dönüştüren metinler olarak da karşımıza çıkmıştır. Genellikle anonim olarak tespit edilen türkülerin içerisinde ferdî olanları da vardır. Öyle ki, Karaca Oğlan, Dadaloğlu, Köroğlu, Pir Sultan Abdal, Neşet Ertaş, vb.leri burada ilk akla gelen isimlerdir. Âşıklarımızın türküler için önemli bir hazine oluşturucusu olduğu açıktır. Hâliyle bu noktada şu soru da akla gelivermektedir. Türküleri anonim halk şiiri içerisinde ele almak ne kadar gerçekçi durmaktadır? Türküler insanımızla doğmuş, ki adını da Türk kelimesinden almış, âdeta bütünleştiği insanların genel karakteristik özelliklerini bünyesine katmıştır. Yöresel alanda derlenen türkülerde bu durumu daha açık görebiliriz. Bugüne kadar türküler üzerine birçok araştırmacı eğilmiş, kimi derlemeleriyle alana malzeme çıkarırken, kimi de incelemeleriyle katkı sunmuştur. Burada, başta Mecmua-i Saz-ı Söz ün sahibi Ali Ufki yi ve son dönemde Cahit Öztelli, Mehmet Özbek, Muzaffer Sarısözen, A. Şükrü Esen ve Ali Yakıcı gibi isimleri saymadan geçemeyiz. Türkünün tanımlara baktığımızda birbirine yakın birçok tanımın yapıldığını görürüz. Bunlar içerisinde Fuad Köprülü Türklere mahsus bir beste ile söylenen halk şarkılarıdır. (Köprülü, 1993: 246) şeklinde kısa ve özlü bir tanım yaparken, Öztelli Halkın ortak malı olan bir edebiyat türüdür Türkü, genel edebiyat türleri içinde bir nazım türüdür. Yani, ölçülü (vezin), uyaklı (kafiye) dizelerle (mısra) meydana gelir. Önceleri kişi yaratmalarıyla meydana çıkan türküler, bir süre sonra toplumun malı olur. (Öztelli, 2002: 11) şeklinde bir açıklama yapmış; en geniş, kapsamlı tanımı ise türkü ile ilgili en son çalışmalardan birine imza atan Ali Yakıcı ortaya koymuştur. O türküyü: Duygu, düşünce, hayal ve birey ya da toplum olarak doğumdan ölüme kadar yaşanan, insan ve toplumda iz bırakan bütün olayları dile getiren, sevinçli ya da üzüntülü zamanlardaki coşku ve heyecanı yansıtan, kaynakları genellikle ozan, türkü yakıcı ve söyleyicisi kişilerden oluşan, hangi edebiyat şubesine ait ya da hangi biçim ve türde ortaya çıkmış olursa olsun halka mal edilerek anonimleşen, şölende, düğünde toplantıda ve her türlü icra ortamında dillerden düşürülmeyen, icracısı, icra ortamı ve konusuna göre kendine has bir ezgiyle söylenen manzum ürünlere türkü denir. (Yakıcı, 2007: 44) diye tanımlamıştır. O hâlde yukarıdaki tanımlarından da anlaşılacağı üzere türküler, duygu ve düşüncelerin millî kültüre has ve anonim ya da ferdî şekilde dile gelmesidir. Genel olarak kaynaklara baktığımızda türkülerin konu, şekil ve ezgileri açısından ele alındığınız görürüz.

160 Türkülerin Dilinde İstanbul Silüetinin Görünümü Konuları açısından türküler: Aşk, sevda; gurbet, ayrılık, hasret; beşik, bebek, çocuk; ölüm; tören; asker, askerlik; hapishane; olay; doğal çevre; beslenme ve yiyecekleri konu alanlar; iş ve meslek; övgü; yergi, alay, eleştiri; şikayet; eğitici, öğretici; arzu, istek; dinî, tasavvufî ve oyun türküleri. 2. Şekil açısından türküler: Bu başlık altında türkülerin ana yapısını oluşturan bentlerle kavuştakları ele alınarak incelenmiştir. 3. Ezgileri açısından türküler: a. Usulsüzler (Uzun havalar): (Bozlak, divan, koşma, kayabaşı, maya, çukurova, vb.) b. Usullüler (Oyun havaları): (horon, kırık hava, oturak, zeybek, dattiri, şıkıtım) (Yardımcı, 1999; Yakıcı, 2007). Elbette konu açısından oldukça zengin olan türküler, mekânda mukim olan insanı, mekânıyla ele almaması düşünülemezdi. Burada, makalemizde ele aldığımız mekân, insan ve bunların birleşiminden doğan türkülerin, mekân dili olduğu ve mekânı insanların algılayış biçimleriyle yansıttığı görülecektir. Mekânların dili, sakinlerini konuşturarak çözülür ya da görüp beğenenlerin, methini duyanların dışa vurumuyla anlaşılır. Elbette birçok ilimiz türkülere konu olmuş; bazen bir güzeliyle bazen bir yiğidiyle, bazen doğal güzelliğiyle türküleşirken, bazen de daha elim olaylarla türkülerin diline düşmüştür. Özellikle birinci dünya savaşı ve kurtuluş savaşı sırasında yaşananlar zihinlerde hâlâ türküler sayesinde canlı tutulmaktadır. Bu noktada ülkemizde mekân ve insan birleşiminin en güzel örneği İstanbul ve âşıkları olsa gerektir. Her devirde cazibe merkezi olan İstanbul, hem tarihî önemiyle hem coğrafi güzelliğiyle dünya incilerinden biridir. Özellikle Hz. Muhammed in şehrin fethini müjdeleyen hadisleriyle birlikte, şehir aralıklarla birçok akınlara uğramış, ta ki sekiz asır sonra Fatih Sultan Mehmet le bu muzafferiyet Türklere nasip olmuştur. O günden beri ruhuyla bir Türk şehri olan İstanbul un adı bile, İslambol İslamın yoğun yaşandığı şehir şekliyle efsaneleşmiş ve halkın ortak belleğinde yer etmiştir. Şehir, onda yaşananların ve yaşayanların oluşturduğu ruhuyla yeni bir imaja bürünmüş ve hafızalara öylece kazanmıştır. Tarihte başkentlik yaparak devletin, bilimin, sanatın, kültürün ve ticaretin merkezi konumunda olan İstanbul, elbette türkülerimize konu olacaktı. Burada bir kere daha türkülerin kaynakları açısından son derece önemli olan âşıklarımızı da unutmamak gerecektir. Zira her türkünün elbet bir söyleyeni olacak ve unutularak anonimleşecektir. Ayrıca anonim türkülerin yanında ferdî türkülerin de olduğunu söylemiştik. Tam bu noktada âşıklar açısından İstanbul u görmezlikten gelemeyiz. Klasik edebiyatımızın merkezi durumundaki İstanbul un, âşık edebiyatında da önemli bir yeri vardır. Başta özellikle yeniçerilerin içinde temsilcilerini gördüğümüz âşıklar ve diğer dönemlerde âşık kahvehanelerinde ürünler vererek geleneğin oturmasına katkı sunan âşıklarımızla, tekke ve çevresinde gelişen edebiyatının temsilcilerinin eserleri de türkü kaynağı açısından oldukça önemlidir.

161 162 Sinan GÖNEN Bu âşıklardan; Âşık, Kayıkçı Kul Mustafa, Âşık Ömer, Levnî, Gevherî, Kâtibî, Kuloğlu, Üsküdârî, Öksüz Âşık, Abdî, Bağdadî, Şermî, Nigarî, Derviş Osman, Seyranî, Reşidî, Harabat Haçik, Sarkis, Üryanî, Fedâî, Beşiktaşlı Gedâî, Ahmet Şeyda ve Segâhî yi İstanbul la ilgili eserler veren isimler arasında sayabiliriz (Çobanoğlu, 2007). Biz incelemiş olduğumuz türküleri anonim olan türkülerden seçtik ve iki alt başlıkta değerlendirdik: 1. Türkülerde İstanbul Silüeti 2. İstanbul un Türkülere Yansıması Aşağıda tespit ettiğimiz metinler eşliğinde yukarıda sıraladığımız başlıklar ayrıntılı ele alınacaktır. 1. TÜRKÜLERDE İSTANBUL SİLÜETİ Makalemizi, türkülerle ilgili dokuz kaynaktaki yaklaşık 1500 ün üzerinde ve bazıları kaynaklarda ortak olan anonim türkülerden hazırladık. İstanbul ile türkülerimizin bütünleşmesinde ilginç sonuçların ortaya çıktığı görülecektir. Aşağıda, İstanbul un türkülerimize yansıma şekilleri, hangi ilçenin, bölgenin, semtin ya da yapının ne kadar sıklıkla türkülerde yer aldığı, bu yer alışta hangi özelliğin öne çıktığı ve bu özelliğin türkülere nasıl etki ettiği sayılarıyla yer almaktadır İstanbul ve Çevresi İstanbul (36), Beyoğlu (15), Üsküdar (10), Kâğıthane (5), Kasımpaşa (3), Adalar (2), Beşiktaş (2), Büyükdere (2), Sirkeci (2), Aksaray (2), Tophane (2), Kadıköy (1), Galata (1), Balat (1), Sarayburnu (1), Topkapı (1), Moda (1), Sultan Beyazıt Meydanı (1), Ortaköy (1), Arnavutköy (1), Emirgan (1), Malta Limanı (1), İstinye (1), Yeniköy (1), Tarabya (1), Sarıyer (1), [Anadolu] Kavağı (1), Karaağaç (1), Sütlüce (1), Aynalı Kavak (1), Tersane (1), Kapıkule (1), Mevlevihane (1), Fındıklı (1), Kabataş (1), Dolmabahçe (1) İstanbul da Yapılar: Yenicami (1), Süleymaniye (1), Ayasofya (1), Eyüp Sultan (1), Eyüp (1) İstanbul da Kişiler: Fatih Sultan Mehmet (1), Sultan Hamit (1), Sultan Aziz (1), Yahya Efendi (1), Rüstem Paşa (1), Piri Paşa (1) Valide Sultan (1). Yukarıdaki yerleşim yerlerinin türkülerde yer alma sayıları bize İstanbul un önemli kabul edilen mekânlarını göstermektedir. Burada sıkça geçen yerlerin özelliklerine bir bakacak olursak şunları söyleyebiliriz: İstanbul: Kızları, denizi, kayığı, çarşıları, sokakları, konakları, kış geceleri, iskeleleri, etrafının dağlık ve meşelik olması ve yollarının uzaktan uzak olmasıyla türkülerde karşımıza çıkmaktadır.

162 Türkülerin Dilinde İstanbul Silüetinin Görünümü 163 Beyoğlu: Türkülerde İstanbul dan sonra en sık karşımıza çıkan ilçesidir. Beyoğlu şu özellikleriyle ön plana çıkar: Sevgililerin buluşacağı yer olmasıyla, çarşıları ve dükkânlarıyla, sevgilinin mekânı olmasıyla, evleri ve konaklarıyla. Üsküdar: Türkülerde gerçek İstanbul Avrupa yakası, hatta sur içi kabul edildiği için Anadolu yakası geri planda tutulmuştur. Bu durum türkülerde özellikle Üsküdar ın ayrı bir yermiş gibi gösterilmesine sebep olmuştur. Zira İstanbul dan Üsküdar a yol gider dizesi ya da başka bir dizenin, İstanbul dan Üsküdar ın arası şekliyle geçmesi bize bunu gösteriyor. Üsküdar ın özellikleri ise: Kayıkları, alt taraflarında yalıların bulunması, arka taraflarında yer alan bağları, karşısında Beşiktaş ın yer almasıdır. Kâğıthane: Eğlenilecek ve gezilecek yer olması, kayıkları ve çağlayana benzetilmesiyle. Kadıköy: Kızlarının cilveli oluşuyla. Aksaray: Uzak olması, çarşıları ve dükkânlarıyla. Kasımpaşa: Yemişi ve güzelleriyle, Mevlevihane: Dedeleriyle. Fındıklı: Suyuyla. Beşiktaş: Yahya Efendiyle. İstinye: Bülbülleriyle. Yeniköy: Müslümanlarıyla. Tarabya: Gayrimüslimleriyle. Sarıyer: Yoğurduyla. Eyüp Sultan: Çarşısıyla. Galata: Yukarıda Üsküdar için söylediğimiz İstanbul un sur içi kabul edilmesi konusu Galata için de geçerlidir; zira İstanbul un karşısında Galata dizesiyle sanki Galata bölgesi de İstanbul un dışında kabul edilmektedir. Yenicami: Güvercinler mekânı olmasıyla. Süleymaniye: Mahyaları ve şadırvanıyla.

163 164 Sinan GÖNEN 2. İSTANBUL UN TÜRKÜLERE YANSIMASI 2.1. İçindeki Aşk ve Sevdalarıyla Yansıması İnsanlık tarihi kadar geçmişi eski olan aşk ve sevda konusu türkülerimizin üzerine kurulduğu ana temalardan biridir. Aşklar türkülerde dile getirilmiş, yanan yüreklere bir nebze olsun su dökülmek istenmiştir. Aşk ve insanı çoğu vakit mekân da tamamlayarak üçlü saç ayağı oluşturmuştur. Eğer bu mekân İstanbul sa bu durum çok daha farklı olmuştur. Türkülerde İstanbul başlı başına sevda şehri olarak birçok yerde karşımıza çıkar. Bazı ilçeleri de özellikle bu anlamda öne çıkar. Bu durumu yukarıda da sayılarla ifade etmiştik. İşte İstanbul un en sık görülen ilçelerinden Beyoğlu ve Üsküdar bir türkünün varyantında karşımıza çıkmıştır. Hepimizin bildiği o türküden aşağıya bir bölümü alıyoruz: 1. Kadifeden kesesi Kahveden gelir sesi Oturmuş kumar oynar Ciğerimin, ah cigerimin köşesi Haydi yallah, Beyoğlu na yolla Aman yallah, Beyoğlu na yolla Yolla yâr yolla. (Öztelli, 2002: 45; Özbek, 1994: 508) 1a. Kadifeden kesesi Kahveden gelir sesi Oturmuş kumar oynar Ciğerimin köşesi Haydi yallah Üsküdar a yolla Yolla yolla yâr yolla (Öztelli, 2002: 563) 2.2. Doğal Güzelliğiyle Yansıması Ülkemiz bulunduğu coğrafi konum itibariyle içinde sayısız doğal güzelliği barındırır. Bu doğal güzellikler insanın manevi açlığını gideren bir gıda konumunda, ruhunu tedavi eden bir ilaç durumundadır. Bazen öyle olur ki nere baksanız, ne tarafa dönseniz bakmaya, seyretmeye doyamazsınız. Bu köşelerden biri de, belki en güzeli de İstanbul dur. Birçok türkü bu hususu dile getirmektedir. Aşağıya aldığımız türkü örneği İstanbul un birçok köşesini doğal güzellikleriyle birlikte ele almaktadır: Eski kelamı neyleyim Yeni selamlar eyleyim Eyer izniniz olursa Yalıları vasf edeyim

164 Türkülerin Dilinde İstanbul Silüetinin Görünümü 165 Beşiktaş Yahya Efendi Herkes muradına erdi Ortaköy de funda demir Arnautköyü ne dar yetişti Emirgân Malta Limanı İstinye bülbül mekânı Müsafire rabet etmez Yeniköy ün müslümanı Terapya da kafir çoktur Rabet eder müsafire Büyükdere bir gizli yer Dahil oldu Sarıyar a Sarıyar ın yourdu Beni bir ana doğurdu Daha çok söylerdim amma Akşamdan sesim yoğudu Üzümü koydum tabağa Geçtim karşıki Kavağa Hem almalı hem vermeli İşimiz kaldı sabaha (Kúnoş, 1998: ) 2.3. Tarihî Yönüyle Yansıması Türküler insanların gönül pencerelerinin yansımasıdır. İnsan neden, nasıl etkilenmiş ise onu o şekilde türkü diline dökecektir, ancak öncesinde onu neyin, nasıl etkilediğine ya da algılamada öncü olan unsurlara bakmak lazımdır. İstanbul u algılama biçimlerimiz hemen hemen ortak olacaktır. Zira devletin merkezi olduğu söylemiştik. Örnek metinlerimizde, İstanbul un Fatih i, Sultan Mehmet Han ve Osmanlı padişahlarından Sultan Hamit, Sultan Aziz ve devletin uzun süre yönetildiği Topkapı Sarayı yer almaktadır. Aşağıya bu durumu örneklendirecek bir metni alıyoruz: İstambul un karşısında Galata Çek kayıkçı götür bizi Balat a Ne hoş olur mastikayle salata Çekmecemin anahtarı altından Bir yar sevdim asker oldu bahtımdan Sultan Hamid binler yaşa tahtında (Kúnoş, 1998: 54-55)

165 166 Sinan GÖNEN 2.4. Gurbet Oluşuyla Yansıması Manzum ve mensur kültürel ürünlerimizde en fazla işlenilen konuların arasında gurbet teması gelir. İnsanın sevdiklerinden ayrılarak gurbete çıkması hem gurbete çıkan için, hem de sıla da kalanlar için gönüllerde derin izler bırakacaktır. Bu izlerin bir süre sonra sözlü ürünlere dökülmemesi içten bile değildir. Zira günümüzdeki gibi teknolojinin yaygın ve gelişmiş olmadığı dönemler düşünüldüğünde bu daha açık anlaşılacaktır. Tarihî süreçte hem devletin, hem de ticaretin merkezi olan İstanbul, insanlar için gidip çalışılacak, ekmek parası kazanılacak mekân olmuştur. İstanbul a gelen kişi için ise hasret günleri başlamış ve türküler dillerden dökülmeye başlamıştır. Öyle durumlar olmuştur ki bu hasret şehre yani İstanbul a bedduaya kadar varmıştır. Ayrıca askerlerin evlerinden, memleketlerinden ayrılarak İstanbul a gelmeleri beraberinde türkülerin yakılmasına sebep olmuştur. Hele geri de bir sevgili kalmışsa İstanbul a serzenişler başka türlü olmuştur. Aşağıya yine birçoğumuzun bildiği türkümüzden bir bölümü tespit ettiğimiz varyantlarıyla alıyoruz: 1.Yârim İstanbul u mesken mi tuttun Gördün güzelleri beni unuttun Sılaya gelmeye yemin mi ettin Kitli kalsın gurbet ilin kapısı (Öztelli, 2002: 94) 1a. Ağam İstanbul da mekân mı tuttun Gördün güzelleri beni unuttun Bir iyiyi bir de kötüye kul ettin İkindi güneşin feri olmazmış Ciğerden yananın arı olmazmış (Ergun-Uğur : 258) 1b. Ağam İstanbul u mesken mi tuttun Gördün güzelleri beni unuttun Sılaya dönmemeye yemin mi ettin Gayrı dayanacak halım kalmadı Mektuba yazacak sözüm kalmadı İstanbul un türlü çeşit boyası Yüzüme bakmadın karnım doyası Kör olup da Allah ımdan bulası (Esen, 1986: 210) 1c. Yârim İstanbul u mesken mi tuttun Gördün güzelleri beni unuttun Sılaya dönmeye yemin mi ettin Gayrı dayanacak özüm kalmadı Mektuba yazacak sözüm kalmadı (Özbek, 1994: 239)

166 Türkülerin Dilinde İstanbul Silüetinin Görünümü 167 Aşağıdaki örneğimizde ise durum daha farklıdır. Burada da İstanbul da bulunan, sılasına özlemini dile getirmektedir: İstanbul başıma zindan Gözlerim görmüyor gamdan Vallahi usandım candan Görsem sılamı sılamı İstanbul paye kurulmaz Kasavet serden ayrılmaz Bacım gözüme görünmez İllam anamı anamı (Esen, 1986: 177) Aşağıdaki son örneğimizde de sevdiğini saklayan, sılasına göndermeyen İstanbul a geride kalan sevgili çok ağır bir beddua etmektedir: İstanbul İstanbul viran kalası Taşın toprağını seller alası Şu dünyada benim sevdiğimi bana veresi (Esen, 1986: 256) 2.5. İçindeki Azınlıklarıyla Yansıması İstanbul içerisinde fetihten günümüze kadar başta Rum ve Ermeni olmak üzere azınlıklar güven içinde yaşamışlar, Türklerle komşuluk yaparak şehrin kültürel havasının renklenmesine katkı sunmuşlardır. Yüzyıllarca gayet iyi bir şekilde komşuluk yapan gayrimüslimlerle Türkler arasında zaman zaman aşk ve sevda ateşi alevlenmiş, bu aşklar türkülere kadar yansımıştır. Aşağıdaki örneğimiz bir Türk gencinin Hristiyan bir Ermeni kızına âşık olması üzerine yakılmıştır: İstanbul dan çıktım derya yüzüne Irast geldim bir Ermeni kızına Aç yaşmağın bak yavrunun yüzüne Dönme m ola gavur kızı dinime. İstanbul dan çıkar padişahın fermanı Gökte döner mızrağımın yalmanı Sen olmazsan ben olayım Ermeni Dönme m ola keşiş kızı dinime (Esen, 1986: 49) Aşağıya aldığımız örnek türkü bendimiz de ise İstanbul a giden sevgilinin bir Rum kızına gönül kaptırışı ele alınmaktadır: İstanbul yolları sızıdan sızı Ağamı zaptetmiş bir Urum kızı Dağlarda geçirdim yazılan güzü Gel gel aman (Esen, 1986: 195)

167 168 Sinan GÖNEN 2.6. Ticaret Merkezi Görüntüsüyle Yansıması İstanbul bugün üzerinde taşıdığı ticari sorumluluk ve yükü tarih boyunca taşımış ve ticaret merkezi olma konumunu sürdürmüştür. Ticaretin merkezi olması hasebiyle piyasaya yeni çıkan ürünler ilk önce İstanbul da görücüye çıkmış, daha sonra Anadolu ya ve diğer yerlere dağılmıştır. İstanbul dan aldım ya da İstanbul dan geldi sözü Anadolu da ve diğer yerlerde hatta Kırım da bile yeni ürünlerin çıkış merkezinin İstanbul kabul edildiğini göstermektedir. İstanbul un bu özel konumu türkülerimize de yansımıştır. Daha çok tören türküleri dediğimiz kına türkülerinden seçilmiş aşağıdaki örneklerimizde gelin kızın çeyizi de İstanbul dan getirilen yeni ürünlerle düzülmüştür: İstanbul dan getireyim tası Evlerden işittim sesi Kızım olmuş gelinlerin hası Ney ney neyleyim aman (Öztelli, 2002: 344)... İstanbul dan aldık tası Nerelerden gelir sesi Evimizin eğlencesi Gidiyor hey aslanım gidiyor (Öztelli, 2002: 350) SONUÇ İstanbul, Türk tarihinin en önemli şehirlerinin başında gelir. Şehir bu önemini; tarihten gelen rolü gereği, ekonominin kalbi konumunda olması, doğal güzellikleriyle, tarihî mekânlarıyla, dinî ve tarihî şahsiyetleri barındırmasıyla kazanmıştır. Bütün milletlerce bu önemin İstanbul a verilmesi de şehrin ayrıca önemini ortaya koymaktadır. Uzun yıllar başkentlik yapan İstanbul un etrafında zengin bir kültür atmosferi oluşmuş, âşıkların mekânı olduğu gibi ayrıca maşukluk da yapmıştır. Bugün hâlâ bütün olumsuz durumlara rağmen İstanbul tarihteki rolünü sürdürmekte ve cazibe merkezi olma konumunu devam ettirmektedir. Elbette bu özelliklere sahip bir şehir kültürel ürünlerde de kendine geniş bir yer bulmuştur. Türkülerimize baktığımızda şunları söyleyebiliriz: 1. İstanbul tarihte yüklendiği misyonu ölçüsünde türkülerde geniş yer edinmiştir. 2. İstanbul türkülere tarihî ve coğrafî güzellikleriyle konu olmuştur. 3. Gurbet oluşuyla konu olmuştur. 4. Tarihî semtleri ve her semtin öne çıkan özelliğiyle konu olmuştur. 5. Âşıkları ve maşuklarıyla konu olmuştur.

168 Türkülerin Dilinde İstanbul Silüetinin Görünümü Tarihî ve dinî şahsiyetleri, azınlıkları, sarayları, denizi, yalıları, akarsuları, kızları gençleri, çarşıları, dükkânlarıyla konu olmuştur. Bugün elbette anonim türkülerin doğmasını beklemek biraz güçtür. Dolayısıyla incelemiş olduğumuz anonim türküler tarihteki İstanbul u konu edinmiş ve sınırlarını o noktada çizmiştir. III. EK / ÖRNEK TÜRKÜ METİNLERİ Değerlendirme yaparken faydalandığımız metinler, İstanbul u konu alan türkülerden seçilmiştir. Bazı türkülerin tamamı yer alırken, bazılarının ilgili bölümlerine yer verilmiştir. Metinlerin özgün imlâlarına dikkat edilmiştir. A. Aşağıdaki 15 türkü örneğimiz aşk ve sevda konusuyla ilgilidir. 1. Gemi gelir yan verir İskeleye şan verir Şu İstanbul kızları Koca diye can verir Hani benim Recebim Recebim, sarı lira vereceğim Almazsan karakola gideceğim (Özbek, 1994: 174; Öztelli, 2002: 247) 2. Kadıköylü cilveli aman Aslı Büyükdereli Denizde dalga Gemide halka Canım cicim bahriyeli Çabuk beni sakla (Öztelli, 2002: 77) Nakarat 3. Aksaray a gide gide yoruldum Ben o yârin cemalini vuruldum Uzun boylu, ince bele sarıldım Seni bana, beni sana verseler Telli duvak, sırma teller taksalar (Öztelli, 2002: 154) 4. İstanbul dan gelir kayık İçi dolu sarhoş ayık Bulamadım kendime layık Ufacık tefecik konuşalım Beyoğlu nda buluşalım

169 170 Sinan GÖNEN İstanbul da aynalı çarşı Dükkânları karşı karşı Ne istersin işte çarşı Ufacık tefecik konuşalım Beyoğlu nda buluşalım (Öztelli, 2002: 175) 4a. Üsküdar dan gelir kayık İçi dolu sarhoş ayık İnce belli bana layık Çetetik petetik oynaşalım Ayvalıkta buluşalım Karyolada öpüşelim Beyoğlu nda var bir çarşı Dükyanları karşı karşı Ne istersen iste çarşı Keytane den gelir kayık İçindeki bizim Fayık Nazlı dilber bana layık (Kúnoş, 1998: 89) 5. Ada sahillerinde bekliyorum Seni yârim serian istiyorum Her zamanki yerimde bekliyorum Beni şad et Şadiye m başın içün Nerede o mis kokulu leylaklar Sararıp solmak üzere yapraklar Bana mesken olunca topraklar Beni şad et şadiye m başın içün (Öztelli, 2002: 242) 6. Nasıl methedeyim sevdiğim, seni İstanbul, Bursa yı değer gözlerin Arasam bulunmaz ruhu revanım İzmir i, Konya yı değer gözlerin (Öztelli, 2002: 258) 7. Ey bostancı bir bostan ver Hastam var aman aman Hastam da değil, Adalar da Moda larda dostum var Üç düşmanı aman da Öldürmeye kastım var aman aman (Öztelli, 2002: 513) 8. Arabacı arabacı İşte sana ben kiracı Arabacı da arabanı çek Nereye?

170 Türkülerin Dilinde İstanbul Silüetinin Görünümü 171 Kâhtane ye Arabacı arabanı sür Nereye? Beyoğlu na Haydindi paldır küldür yallah yallah Haydindi tıngır mıngır yallah yallah Arabaya biz binelim Beyoğlu na sür gidelim Arabacı da arabanı çek (Öztelli, 2002: 516) 9. Arabacı arabacı İşte sana ben kiracı Arabacı süüüür.. Nereye? Beyoğlu na Deeeh Yallah yallah, yallah yallah Haydi de tıkır mıkır yallah yallah Arabaya da binelim Sirkeci ye sür gidelim Arabacı süüüür.. Nereye? Sirkeci ye Deeeh Yallah yallah, yallah yallah Haydi de tıkır mıkır yallah yallah Bu eğlence böyle m olur Aman beyim liraları bozdur Arabacı süüüür.. Nereye? Kağıthane ye Deeeh Yallah yallah, yallah yallah Haydi de tıkır mıkır yallah yallah (Özbek, 1994: 433) 10. İstanbul dan Üsküdar a yol gider Yol gider çavuş yol gider Hanımlara deste deste gül gider Gül gider çavuş gül gider İstanbul dan Üsküdar ın arası Arası çavuş arası Yaktı beni kaşlarının karası Karası çavuş karası (Öztelli, 2002: )

171 172 Sinan GÖNEN 11. Üsküdar a gideriken aldı da bir yağmur Katibimin setresi uzun, eteği çamur Katip uykudan uyanmış, gözleri mahmur Katip benim, ben katibin el ne karışır Katibe kolalı da gömlek ne güzel yaraşır Üsküdar a gideriken bir mendil buldum Mendilimin içine de lokum doldurdum Ben katibi arar iken yanımda buldum Katip benim, ben katibin el ne karışır Katibe kolalı da gömlek ne güzel yaraşır (Öztelli, 2002: 740) 12. İstambul un Keytane si Nasıl doğurmuş anası Sevdiyimdir dür tanesi Küçük büyük hanım etmemelidir Rakı ile şarab içmemelidir İstanbul un sokakları Karşı karşı konakları Al ala olmuş yanakları İstanbul un kış gecesi Pek güzeldir eylencesi Edalım bir gül koncesi (Kúnoş, 1998: 55) 13. Bir gemim var salı salıverdim engine Basmacılar damga da vurmuş dengine Şimdi rağbet gözel ile zengine Aman aman Ayşem Üsküdar da hal olur Son sununda en sonunda gene gene bana yar olur (Uludemir, 1970: 28) 14. İstanbul un ortasında meyhane Meyhanede çalınıyor kemane Rakı içtim oldum deli divane Aman da yazıcı daktilon olayım yaz beni Hayatımda ilk yârimsin terk edemiyorum ben seni İstanbul un ortasında çarşılar Dalgalı saçlım akşama beni karşılar Ben gidiyorum hoşça kalın komşular İstanbul un ortasında iskele İskeleden gidiyorlar askere Gitme de yârim vermiyorlar teskere (Uludemir, 1970: 55)

172 Türkülerin Dilinde İstanbul Silüetinin Görünümü Yine gönül havalandı Gökte uçan kuş gibi Dün gece yârin koynunda O yar uykudan uyanmış Gözleri sarhoş gibi Esme rüzgâr yağma yağmur Yolda yolcum var benim İstanbul un Beyoğlu nda Kömür gözlüm var benim (Esen, 1986: 128) B. Aşağıdaki numaralı türkü örneklerimiz İstanbul un doğal güzelliğiyle ilgilidir. 16. Sarayburnu nun imanım, ufak tefek taşları, Vak vak ötüyor, şak şak ötüyor martı kuşları Aman kalem olmuş bir tanem o yârimin kaşları Çil çil liralar mecidiye paralar O beyaz gerdana taksak olmaz mı A canım dizsek olmaz mı (Öztelli, 2002: 264) 17. Üsküdar ın altı yalı N iderim dünyanın malı Dedim versen bir şeftali Dedi ağam baş üstüne (Öztelli, 2002: 337) 18. Bir uzun yoldur giderim Kimseye yoktur kaderim Eyer izniniz olursa Camileri vasf edeyim Akseray bir ufak çarşı Dükyanları karşı karşı Valide Sultan cami yaptı Müvakkitle karşı karşı Ayasofya ibtidası Hepsinden evvel binası Top kandilde namaz kılanın Kabul olur duası Yeni Cami ketenciler İçinde çifte bekçiler Bir tarafı balık pazar Bir taraf çiçekçiler Yenicami Yenicami Dillerdedir onun namı Güvercilerin makamı

173 174 Sinan GÖNEN Sultan Beyazıd Meydanı Süleymaniye mahye kurar Hep camiler ona uyar Şadırvanı baştan başa Suları tavandan akar Bekçimizin adı Ahmed Cümle geçmişlere rahmet Ne güzel mahye kuriyor O Fatih Sultan Mehemmed (Kúnoş, 1998: ) 19. Yeni cami kurdu pazar Katipler resmini yazar İndim Bahçe kapusuna Eyledim bir kayık pazar Bindim kayığın içine Seccade yaydım kıçına Çek kayıkçı pala kürek Eyüb Sultan çarşısına Eyüb ün çarşısı darlık Bahçesinde ayva narlık Siliftera bir hoş yemiş Keytane çağlayandır Karaağaç Rüstem Paşa Sütlüc ile Piri Paşa Aynalı Kavak Tersane Boşta kaldı Kasımpaşa Kasımpaşa ya varan var mı Yemişine doyan var mı Kaptan paşa beş yüz vurur Hiç insafa gelen var mı Sıçan gelir çatal matal Dolabın kapusun açar Dolmanın irisin seçer Üstüne karanfil eker Kulekapu Mevlehane Dede döner devrehane Hendekbaşı lüleciler Ne mübadir şu Tophane Tophane den geldim geçtim Fındıklı nın suyun içtim Kabataş a fında demir Dolmabahçe ye yanaştım (Kúnoş, 1998: )

174 Türkülerin Dilinde İstanbul Silüetinin Görünümü Beyoğlu nun evleri Yüksek olur binası Hem ardından hem önünden Vardır iki kapısı Ah Beyoğlu vah Beyoğlu Yandı gitti kül oldu Akıttım gözüm yaşın Deryada derya oldu Beyoğlu nun ortasında Vardır iki meteris Meteristen telli kurşun Telli kurşun atarız Beyoğlu nun evleri Hepsinden güzel Söylenmiştir dillerde Edası ezel Beyoğlu nun konakları Benzer saraya Akıttım çeşmim yaşın Deryada derya doldu (Kúnoş, 1998: 131s) 21. İstanbul un etrafı dağdır meşedir İçinde oturan beydir paşadır Güzeller meskeni Kasımpaşa dır Bizden yâre selam eyle turnalar (Esen, 1986: 109) 22. Üsküdar ın karşısında Beşiktaş Ne anam var, ne babam var, ne kardaş Uçan kuşlar olsun bana can yoldaş (Öztelli, 2002: 433) C. Aşağıdaki 23 numaralı türkü örneğimiz İstanbul un tarihî yönüyle ilgilidir. 23. Beni tahttan indirdiler Beş çifteye bindirdiler Topkapu ya gönderdiler Uyan Sultan Aziz uyan Uyan da tahtına dayan Yandı gitti bütün cihan İki kanatlı kuş olsam Sarayın üstüne konsam Sarayda n olduğunu duysam

175 176 Sinan GÖNEN Sarayın perdesiyim Sultanın dertlisiyim Yusuf umun anasıyım Sarayında yeşil perde Sen uğrattın beni derde Şindi girdim elem derde (Kúnoş, 1998: ) Ç. Aşağıdaki numaralı türkü örnekleri İstanbul un gurbet görülmesi konusuyla ilgilidir. 24. İstanbul yolları uzaktan uzak Yoluma koymuşlar demirden tuzak Bu yıl da gelmezsen arzuhal yazak Gel gel aman İstanbul yolları sızıdan sızı Ağamı zaptetmiş bir Urum kızı Dağlarda geçirdim yazılan güzü Gel gel aman İstanbul yolunda bir fidan dikme Gülünü dererken belini bükme Bir yılda gelirim kederler çekme Gel gel aman (Esen, 1986: 195) 25. Ağam İstanbullu, Eğinli misin? Sılaya gelmeye yeminli misin? Yoksa bana da mı emin değilsin? Tez gel ağam, tez gel, eğlenmeyesin Elde güzel çoktur evlenmeyesin (Öztelli, 2002: 87) 26. İstanbul a cura yazdım, saz geldi Telli potin kar topuğa dar geldi Sevip sevip ayrılması zor geldi İnme durnam inme, susuz, selsiz çöllere Ben ölürsem meyil verme ellere (Öztelli, 2002: 187) 27. Üsküdar ardında var idi bağlar Murat Reis durmuş, dümende ağlar On bir ay deyince göründü dağlar Rabbim nasip eyle bize karayı Evvelden karayı sonra sılayı (Öztelli, 2002: 686; Özbek, 1994: 400)

176 Türkülerin Dilinde İstanbul Silüetinin Görünümü yıl İstanbul da askerlik yapan Mustafa köye gelirken eşini görür ve eşiyle şöyle söyleşirler: Erkek: İstanbul dan gelir tatar Yamçısını yandan atar Garip olan nerde yatar Kondur beni telli gelin Kadın: İstanbul dan gelir tatar Katarına kervan katar Konduramam yiğit seni Garip olan handa yatar (Öztelli, 2002: 721) Aşağıdaki numaralı son türkü örneklerimiz İstanbul un ticaret merkezi olma konumuyla ilgilidir. 29. Kırım kıyılarını anlatan bir türküden alınmıştır. Kefe dedikleri bir uzun çarşı Dükkânları kurulmuş kıbleye karşı İstanbul dan gelir malı, kumaşı Minarede çanı men orda gördüm (Öztelli, 2002: 816) 30. İstanbul dan aman ayva deyil -yaurumda- nar gelir İnce fistan aman- top memeye- yaurumda- dar gelir Bu gençlikte aman- ölüm bize- yaurumda- zor gelir İstanbul dan aman- aldırayım- -kuzumda- fezini Nerelerden aman- işideyim kuzumda- sesini Çok aradım aman- bulamadım- kuzumda eşini (Kúnoş, 1998: 54) KAYNAKÇA ÇOBANOĞLU, Özkul (2007), Âşık Tarzı Edebiyat Geleneği ve İstanbul, İstanbul. [ERGUN], Sadettin Nüzhet-[UĞUR] Mehmet Ferit (2002), Konya Vilâyeti Halkîyat ve Harsiyyatı (hzl. Hüseyin Ayan), Konya. ESEN, Ahmet Şükrü (1986), Anadolu Türküleri (hzl. Pertev Naili Boratav-Fuat Özdemir), Ankara. KÖPRÜLÜ, Fuad (1993), Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara. KÚNOŞ, Ignáz (1998), Türk Halk Türküleri (hzl. Ali Osman Öztürk), Ankara. ÖZBEK, Mehmet (1994), Folklor ve Türkülerimiz, İstanbul ÖZTELLİ, Cahit ( 2002), Evlerinin Önü / Türküler, İstanbul.

177 178 Sinan GÖNEN RADLOFF, Wilhelm-KÚNOŞ, Ignáz (1998), Proben VIII (hzl. Saim Sakaoğlu- Metin Ergun), Ankara. ULUDEMİR, Muammer (1970), Türküler I, Ankara. YAKICI, Ali (2007), Anonim Halk Şiirinde Türkü, Ankara. YARDIMCI, Mehmet (1999), Başlangıcından Günümüze Halk Şiiri, Âşık Şiiri, Tekke Şiiri, Ankara.

178 Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: KATKAT YASEMİN ADLI ŞİİR ÇEVİRİSİ ÜZERİNE BİR ELEŞTİRİ Arş.Gör.Dr. Şerafettin YILDIZ Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölümü Arap Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı serafettinyildiz42@hotmail.com Özet Bu makalede çağdaş Arap şairlerinden Suriyeli Nizâr Kabbânî nin Tavku l- Yâsemîn adlı Arapça şiirinin Katkat Yasemin başlığıyla Türkçeye çevirisi, anlam ve içerik bakımından incelenmiştir. Şiir çeviri eleştirisinin yapıldığı bu çalışmada şairin üslup özelliklerinin çeviriye nasıl yansıtıldığı ve Arapça metin ile Türkçe metin arasında ne gibi farklılıklar olduğu örneklerle ortaya konulmuştur. Anahtar Kelimeler: Çağdaş Arap Şiiri, Nizâr Kabbânî, Tavku l-yâsemîn, şiir çeviri eleştirisi A REVIEW ON THE TRANSLATION OF THE POEM NAMED KATKAT YASEMIN Abstract In this article, the Turkish translation of the Arabic poem named Tavku l- Yâsemîn by Syrian Nizâr Kabbânî, who is among the modern Arab poets, under the title Katkat Yasemin, is studied in terms of meaning and content. In this study in which the poem translation is criticized, the issues such as how the language characteristics of the poet is reflected into the translation and what sort of diversities are available between the Arabic and the Turkish texts are introduced by means of examples. Key Words: Modern Arab Poem, Nizâr Kabbânî, Tavku l-yâsemîn, poem translation review

179 180 Şerafettin YILDIZ GİRİŞ Son yıllarda ülkemizde modern Arap edebiyatıyla ilgili gerek nesir ve gerekse şiir türlerinde çeviri kitap sayısının hızla arttığı görülmektedir. Bu çeviriler üzerine olumlu ya da olumsuz bilimsel eleştirilerin yapılmaması, çevirmen ve okurda yayımlanan her çevirinin doğru olduğu kanısı uyandırmakta, bu da güzel, nitelikli, okura keyif veren, akıcı, anlaşılır nesir ve şiir çevirilerinin ortaya konulmasını engellemektedir. Çevirmen, yaptığı çevirilere yapıcı eleştiri alamadığı için çeviri yanlışlarına devam etmekte, kendisini yenileyememekte veya yaptığı çevirilerin doğru olduğunu düşünerek buna gerek duymamaktadır. Bu da kalitesiz çevirilerin artmasına neden olmakta ve güzel çeviri örneklerini gölgelemektedir. Kötü çeviri örneklerini eline alan bir okur, anlaşılmaz ifadelerle karşılaşınca birkaç şiir çevirisini okuduktan sonra sıkıcı bulduğu kitabı bir tarafa bırakmakta ve bir daha ona el sürmemektedir. Nesir ve şiir çevirilerindeki artış ve aynı ürünlerin farklı çevirmenler tarafından tekrar tekrar çevrilmesi; çevirilerin doğruluğu ve güvenirliliği, yazarın üslûbu ve mesajının ne kadar iletildiği meselesini gündeme getirmiştir. Bu amaçla 1997 yılında Rahmi Er in danışmanlığında Mesut Yazıcı tarafından çeviri eleştirisi üzerine Türkçede Necip Mahfuz adlı bir yüksek lisans tezi hazırlanmıştır (Yazıcı, 1997). Bu çalışmada Necip Mahfuz un üç romanının Türkçeye çevirileri incelenmiş, çevirilerin düzeyleri, yazarın üslup özelliklerinin çevirilere nasıl yansıtıldığı, özgün metin ile çeviri metin arasında hangi noktalarda ne gibi farklılıklar olduğu örneklerle ortaya konulmuştur. Bu akademik çalışmadan sonra İlyas Karslı tarafından genel çeviri hatalarını ele alan Arapçadan Türkçeye Tercüme Hataları adlı bir makale yayımlanmıştır (2005:69-90). Son olarak ise İbrahim Özay, Türkçe Deyimlerin Arapçaya Aktarılması (Aziz Nesin in Yedek Parça İsimli Öyküsü) başlıklı bir makale yayımlamıştır (2010: ). Çağdaş Arap şairlerinden tek bir şiir veya kitap halinde çok sayıda şiir çevirisi çalışması olmasına karşın şimdiye değin şiir çevirisi üzerine bir eleştirinin yapılmamış olması, bizi böyle bir çalışma yapmaya sevk etmiştir. Çalışmamızın amacı, şiir çevirisinde kelimelerin anlamlarına ve cümle yapısına dikkat edilmediği takdirde yalın ve anlaşılır dille yazılmış Arapça bir şiirin, çevirisinde ne kadar anlaşılmaz bir metin haline dönüştüğünü örneklerle ortaya koymak ve bundan sonraki şiir çevirilerinin nitelikli olmasına katkıda bulunmaktır.

180 Katkat Yasemin Adlı Şiir Çevirisi Üzerine Bir Eleştiri Katkat Yasemin Adlı Şiirin Çevirisine Dair Makalemizde çağdaş Arap şairlerinden Suriyeli Nizâr Kabbânî ( ) 1 nin ط و ق الياسمين adlı şiirinin (Cuhâ, 1999: ), çağdaş Arap şiiriyle ilgili çok sayıda çeviri kitabı yayımlanan M. Fındıkçı nın 2 Katkat Yasemin (2000:46-47) 3 adlı çevirisi, anlam ve içerik bakımından incelenmiştir. İncelememizde önce kaynak metin, altında tablo içerisinde sol tarafta M. Fındıkçı nın çevirisi, sağ tarafta ise bizim önerdiğimiz çeviri verilmiştir Mart 1923 tarihinde Şam da doğmuştur te Suriye Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olmuş, aynı yıl Suriye Dışişleri Bakanlığına girmiştir. Sırasıyla Kahire, Ankara, Londra, Pekin, Beyrut ve Madrid de diplomatik görevlerde bulunmuştur. Daha sonra istifa ederek Beyrut ta bir yayınevi kuran Kabbânî, İkinci Dünya Savaşı sonrası Arap şiirinde yenilikçi bir şair olarak kabul edilmektedir. İlk şiirlerinin baş teması aşk olmakla birlikte sonraları siyasi ve sosyal konulara eğilmiş ve bunları serbest şiirle etkili bir şekilde işlemiştir. Dili modern olup, üslûbu sade ve tabiidir. Ona göre şiir, yalın olmalı ve sıradan okuyucular tarafından kolayca anlaşılmalıdır. Şair Nizâr Kabbânî, 30 Nisan 1998 tarihinde vefat etmiştir. Arap dünyasında çok sevilen Kabbânî nin bazı şiirleri ve şiir kitapları Türkçeye çevrilmiştir. Yazarın şiir kitaplarından bazıları şunlardır: Kâlet liye s-semrâ (1944), Tufûlet Nehd (1948), Kasâ id (1955), Habîbetî (1961), Havâmiş alâ Defteri n- Nekse (1967), Şu arâ u l-ardi l-muhtelle: el-kuds (1968), Kâmûsu l-âşıkîn (1981), Aş âr Mecnûne (1983), el-hubb lâ Yakif alâ l-dav i l-ahmer (1983) (bkz. Kabbânî, 1983, VII: ; Jayyusi, 1987:368; ed-dakkâk, t.y.:438; Er, 2004:63; Tur, 2005). 2 Metin Fındıkçı, çağdaş Arap edebiyatından çevirileriyle tanınmış bir şair ve çevirmendir. Şiirleri ve çevirileri; Yazılı Günler, Yarın, Cumhuriyet Kitap, Yeni Biçem, Adam Sanat, Uç, Rüzgar, Şiir-lik ve Kitap-lık gibi birçok dergide yayımlanmıştır. Arapçadan çevirdiği şiir ve nesir kitapları şunlardır: Nazik El Melaike, Rüyadan Çağrılmak, Çeviri: Metin Fındıkçı, İyi Şeyler Yayıncılık, 1996; Adonis, Rüzgarda Yapraklar, çev. Metin Fındıkçı, İyi Şeyler Yayıncılık, 1998; Nizar Kabbani, Hüzünlü Irmak, çev. Metin Fındıkçı, İyi Şeyler Yayıncılık, 2000; Adonis, Ayna ve Düş, çev. Metin Fındıkçı, Avesta Yayınları, 2002; Mahmud Derviş, Unutulanı Anmak, çev. Metin Fındıkçı, Avesta Yayınları, 2002; Ğada El Seman, Beyrut'ta Deniz Yok, çev. Metin Fındıkçı, Avesta Yayınları, 2002; Hanan Avvad, Filistin Senin İçin, çev. Metin Fındıkçı, Evrensel Basım, 2003; Mahmud Derviş, Beyrut Kasidesi, çev. Metin Fındıkçı, Alkım Yayınevi, 2003; Mahmud Derviş, Mavi Bir Gün, çev. Metin Fındıkçı, Dünya Yayıncılık, 2003; Adonis, Doğu ve Batı, çev. Metin Fındıkçı, Dünya Kitapları, 2004; Adonis, Güllerin Aydınlığından, çev. Metin Fındıkçı, Adam Yayınları, 2004; Adonis, Aşk Şiirleri, çev. Metin Fındıkçı, Kırmızı Yayınevi, 2007; Metin Fındıkçı, Çağdaş Arap Şiiri Antolojisi, Toroslu Yayınevi, 2007; Fetva Tukan, Kapalı Kapının Önünde, çev. Metin Fındıkçı, Artshop Yayınevi, 2008; Mahmud Derviş, Kuşatma (Durumu), çev. Metin Fındıkçı, Artshop Yayınevi, 2009; Mahmud Derviş, Yalnızlık Yenilemeden Kendini, çev. Metin Fındıkçı, Can Yayınevi, 2009; Muhammed Bennis, Şarap, çev. Metin Fındıkçı, Kırmızı Yayınevi, Ayrıca bu şiir, Rıza Halilov-Aysel Ergül tarafından da Yasemin Gerdanlık başlığıyla Türkçeye çevrilmiştir (Kabbânî, 2002:23-25).

181 182 Şerafettin YILDIZ ط و ق الياسمين شكرا... لطوق الياسمين وضحكت لي... وظننت أنك تعرفين معنى سوار الياسمين يا تي به ر ج ل إليك... ظننت أنك ت درآين... Katkat Yasemin Teşekkür ederim Katkat Yasemin Bana güldüğün için Biliyorsun sandım sendeki Yasemindeki surun anlamını Sana gelen adımlarımı kestiğini Biliyorsun sandım düşmanın geldiği yeri M. Fındıkçı Yasemin Gerdanlık Teşekkürler Yasemin gerdanlık için Ve bana güldün sandım ki biliyorsun Bir erkeğin sana verdiği Yasemin bileziğin anlamını Sandım ki farkındasın Ş.Yıldız Nizâr Kabbânî nin şiirinin başlığı, ط و ق الياسمين dir. Çevirmen Metin Fındıkçı, طوق bu şiirin başlığını Türkçeye Katkat Yasemin olarak çevirmiştir. Oysa kelimesi, ( kolye, gerdanlık, halka ) anlamlarına gelmektedir. Nitekim edebiyatçı İbn Hazm ın aşk şiirleri üzerine yazdığı ط و ق الح م ام ة adlı edebiyat eserinin başlığında da geçen bu kelime, gerdanlık anlamında kullanılmış ve eserin başlığı, Türkçeye ( Güvercin Gerdanlığı ) olarak çevrilmiştir (İbn Hazm, 1995). Çevirmenin serbest şiir çevirisi yaptığını düşünsek bile Türkçede katkat yasemin ifadesi pek uygun düşmemektedir. Çünkü katkat ifadesi, düz nesnelerin üst üste olması anlamında bir sıfattır ve Katkat binalar, katkat elbise şeklinde kullanılır. Birçok çiçek için genellikle demet demet, deste deste ifadeleri tercih edilir. Hâlbuki kaynak metindeki tamlama, isim tamlamasıdır. 1. dize: Fındıkçı nın çevirisine göre şiir kişisi, kendisine güldüğü için katkat yasemine teşekkür ediyor. Oysa kaynak metne göre, şiirin ilk dizesinde şiir kişisinin sevdiği bayan, kendisine verdiği yasemin gerdanlık için şiir kişisine teşekkür etmektedir.

182 Katkat Yasemin Adlı Şiir Çevirisi Üzerine Bir Eleştiri dizede çevirmenin cümle öğelerini ayırt edemediği ve bu yüzden yanlış ضحك gülseydi, çeviri yaptığı görülmektedir. Çünkü yasemin gerdanlık, şiir kişisine ( gülmek ) fiilinin fâili, merfu muttasıl zamir ضحكت şeklinde gelmesi gerekirdi. Zira ضحك kelimesi, dilbilgisi açısından müzekker (eril) bir kelime olduğu için طوق ( gülmek ) fiilinin fâili de eril gelmek zorundadır. Yani Arapçada fiil ile fâilin, cinsiyet bakımından uyumlu olması gerekir. Kaynak metne göre şiir kişisi, hoşlandığı bayana Yasemin gerdanlık için teşekkür ederim dedin ve bana güldün diyor. 3. dize: Çevirmenin şeklen birbirine benzeyen kelimelere dikkat etmediği ve sözlüğe başvurma ihtiyacı hissetmediği anlaşılmaktadır. Bundan dolayı çevirmen, kaynak metinde geçen س و ار ( bilezik ) kelimesini س ور ( çit ) olarak okumuş ve sur anlamı vermiştir. Çeviriye göre şiir kişisi, yasemin çiçeğine Biliyorsun sandım sendeki Yasemindeki surun anlamı diyor. Oysa kaynak metinde böyle bir anlamı karşılayan veya çağrıştıran bir ifade bulunmamaktadır. 4. dizede yine harflerin birbirine benzemesi, çevirmenin dikkatsizliğinden veya Arapça cümle yapısını ayırt edememesinden kaynaklanan bir çeviri hatası karşımıza çıkmaktadır. Çevirmen, ر ج ل ( adam, erkek ) kelimesini ر ج ل ( ayak ) okumuş ve kelimeye adım anlamı vermiş, ardından da kesmek fiilini eklemiştir. Dizede ر ج ل ayak kelimesinin kullanılması, hem dilbilgisi hem de anlam bakımından uygun değildir, çünkü Arapçada ر ج ل kelimesi eril bir kelime, fiil- ise semai müennes (dişil) bir kelimedir. Dolayısıyla Arapça fiil cümlesinde ر ج ل fâil uyumu gerekir. Cümlenin fiili, fâilin eril veya dişilliğine uymak zorundadır. Bu yüzden kaynak metinde olduğu gibi fiil, fâil müzekker olduğu için cümlenin başında müzekker olarak gelmiştir. Bu durumda ر ج ل kök harflerinden oluşan kelime, ر ج ل ( erkek ) okunmalı ve buna göre anlam verilmelidir. 5. dizede ise çevirmen, kaynak metinde olmayan düşmanın geldiği yeri ifadesini çevirisine eklemiştir. وجلست في رآن رآين تتس رحين وتنق طين الع طر من قارورة وتدمدمين لحنا فرنسي الرنين لحنا آا ي امي حزين Olgunluğunda olgunca oturur Taranırsın Tomurcuğu koparırsın durduğu yerden Sakin bir köşeye oturdun Saçlarına şekil vermeye Bir şişeden parfüm damlatmaya

183 184 Şerafettin YILDIZ Ve pişman olursun Sesin yankır ve atım ürker Hüzünlü günlerim yanlış anlaşılır M. Fındıkçı Fransız melodili bir ezgi Günlerin gibi hüzünlü bir ezgi Mırıldanmaya başladın Ş.Yıldız 1. dize: Çeviride verilen Olgunluğunda olgunca oturur ifadesi, kaynak metinde yer almamaktadır. Sadece benzer kelime olarak جلس ( oturmak ) fiili bulunmaktadır. O da kaynak metindekine hem kip hem de zaman bakımından تجلس ( oturdun ) olması gerekirken 3. şahıs جلست uymamaktadır. Anlamı ( oturuyor ) şeklinde çevrilmiştir. 2. dizede taranırsın ifadesi yerine saçına şekil veriyorsun veya saçını tarıyorsun ifadeleri anlamca daha uygundur. 3. dizede kaynak metinde tomurcuk ve koparmak kelimeleri olmadığı halde çeviriye sonradan ilave edilmiştir. Ayrıca çevirmenin kelimenin kök harflerine dikkat etmediği, bu yüzden kelimeyi yanlış okuduğu ve yanlış anlam verdiği görülmektedir. Dizedeki دمدم ( mırıldanmak ) fiilini ندم ( pişman olmak ) olarak okumuş ve تندمين ( pişman olursun ) şeklinde kaynak metinle uyuşmayan yanlış bir çeviri yapmıştır. 4. dizede çevirmen, ف ر ن س ي ( Fransız ) kelimesini ف ر س ي ( atım ) şeklinde okuyup anlamlandırmış ve kelimenin sonuna kaynak metinde olmayan ürkmek fiilini eklemiştir. 5. dizede ise kaynak metinde olmayan Yanlış anlaşılır ifadesi çeviriye eklenmiştir. قدماك في الخ ف المقص ب جدولان من الحنين Yaklaştırır seni çıplak kamışıma Organımdaki arzuyu M. Fındıkçı Simli terlikteki ayakların İki özlem kanalı Ş.Yıldız 1. ve 2. dizelerde çevirmen, şeklen birbirine benzeyen iki kelimeyi isim ile fiili ayırt edememiş ve ortaya çok tuhaf bir çeviri çıkmıştır. Dizedeki قد م ( ayak ) kelimesi isim, ق د م (gelmek) kelimesi ise bir fiildir. Çevirmen, bu fiile yaklaştırmak ق ص ب çevirmiştir. anlamı vermiş, Simli terlik ibaresini ise çıplak kamış şeklinde

184 Katkat Yasemin Adlı Şiir Çevirisi Üzerine Bir Eleştiri 185 م ق ص ب kelimesinin anlamı ( kamış ) demektir, ancak birinci dizede geçen bu kelime ( nakışlı, simli, çizgili ) anlamında bir sıfattır. Çıplak kelimesi ise fazladan çeviriye eklenmiştir. Organ kelimesi ise kaynak metinde olmayıp, çevirmenin çeviriye eklediği diğer bir kelimedir. وقصدت دولاب الملابس تقلعين... وترتدين وطلبت أن أختار ماذا تلبسين Kırarsın elbise dolabında Sökersin ve dönersin Ve ona ne giyeceğini anımsatırsın M. Fındıkçı Sonra elbise dolabına yöneldin Birini çıkarıp birini giymeye başladın Ve ne giyeceğini seçmemi istedin Ş.Yıldız ق ص د anlaşılmaktadır. 1. dizede çevirmenin Arapça zamanları bilmediği ( bir şeye yönelmek ) anlamında bir fiildir ve bu kelimede yan anlam olarak dahi kırmak anlamı yoktur. Dizedeki قصدت ( yöneldin ) fiili, geniş zaman değil, dili geçmiş zaman ifade etmektedir. 2. dizede çevirmenin kelimelerin türemiş oldukları kök harflere dikkat etmediği, fillerin geldiği bablardaki anlam farklılıklarını ayırt edemediği ve kelimeleri yanlış okuduğu görülmektedir. أق ل ع fiili, ( soyunmak, elbiseyi çıkarmak ) anlamındadır. Oysa çevirmen, bu kelimeyi إ ق ت ل ع olarak okumuş ve kelimeye ( sökmek ) anlamı vermiştir. Ayrıca إ ر ت د ى ( elbise giymek ) fiilini yüklemiştir. olarakإ ر ت د okumuş ve fiile dönmek anlamı 3. dizede ise yine kaynak metinle hiçbir ilgisi olmayan bir çeviri örneği ortaya konmuştur. Oysa dizedeki fiiller, temel düzeyde Arapça bilen bir kişinin rahatlıkla okuyup anlayabileceği derecede basit ve açıktır. أف لي إذن... أف لي أنا تتجم لين... Eğer sönüp batmasa? (Çevirisi yapılmamış) M. Fındıkçı O halde benim için mi? Benim, benim için mi güzelleşiyorsun? Ş.Yıldız

185 186 Şerafettin YILDIZ 1. dizede çevirmen, şeklen birbirine benzeyen kelimeleri karıştırmış, bundan dolayı أ ف ل ي ibaresini أفل ( batmak, sönmek ) fiili sanmıştır. Oysa kelimenin başındaki أ (hemze) soru ismi, ف (fe) zâid harf, ل (lam) harf-i cer, ي (ya) ise mülkiyet zamiridir. 2. dizenin Türkçeye çevirisi yapılmamıştır. ووقفت... في د وامة الا لوان ملتهب الجبين Ve yakalarım alnında yanıp sönen renklerin devamını M. Fındıkçı Renklerin girdabında alnım ateşler içinde kalakaldım Ş.Yıldız Çevirmen, د وامة ( girdap ) kelimesini, Osmanlıca gibi د و ام şeklinde okumuş ve kelimeye devam anlamı vermiştir. Ayrıca و ق ف kelimesi, ( ayakta durmak, olduğu yerde kalmak ) anlamlarında olmasına rağmen çevirmen, dizede yakalamak anlamı vererek kendi ifadelerini sanki şaire aitmiş gibi aktarmıştır. الا سود المكشوف من آتفيه... هل تتر ددين... لكن ه لون حزين لون آا ي امي حزين -Çeviri yapılmamış- -Çeviri yapılmamış- Ancak renkler hüzünlü Renkler günlerim gibi hüzünlü M. Fındıkçı Omuzları açık siyah olan Karar mı veremiyorsun? Tabii ya o, hüzünlü bir renk Günlerim gibi hüzünlü bir renk Ş.Yıldız 1.ve 2. dizeler Türkçeye çevrilmemiştir. 3. dize ise Türkçeye yanlış çevrilmiştir. 4. dizede zaman yanlış kullanılmıştır. Ayrıca dizede bayanın giydiği katkat yasemin değil, siyah (elbise) dir.

186 Katkat Yasemin Adlı Şiir Çevirisi Üzerine Bir Eleştiri 187 ولبست ه وربطت طوق الياسمين Ve giyersin katkat cesur yasemini M. Fındıkçı Sen ise onu giydin Ve yasemin gerdanlığı taktın Ş.Yıldız 1.ve 2. dizeler birleştirilerek çevrilmiş, ancak yine fiilin zamanında uyumsuzluk bulunmaktadır. Dizede çevirmen, لبست ه ( Onu giydin ) demesi gerekirken fiili تلبسين ( giyersin ) şeklinde geniş zaman kipinde kullandığı görülmektedir. İkinciyi dizeyi, birinci dizedeki fiilin mef ûlu yani düz tümleci yapmış, oysa ikinci dize, ayrı bir cümledir. Bu cümlede fiil, fâil ve mef ûl yer almaktadır. وظننت أنك تعرفين معنى سوار الياسمين يا تي به ر جل إليك... ظننت أنك ت درآين... Biliyorsun sandım sendeki Yasemindeki surların anlamını Sana gelen adımlarımı kestiğini Biliyorsun sandım düşmanın geldiği yeri M. Fındıkçı Sandım ki biliyorsun Bir erkeğin sana verdiği Yasemin bileziğin anlamını Sandım ki farkındasın Ş.Yıldız Bu dizeler nakarat olup ilk geçtiği yerdeki çeviri hataları, yine aynı şekilde tekrarlanmıştır. هذا المساء... بخانة صغرى رأيت ك ترقصين تتكس رين على زنود المعجبين تتكس رين...

187 188 Şerafettin YILDIZ Bu akşam Dans ederken gördüm çocuk arzunla Kırarsın defneleri keyfince Kırarsın M. Fındıkçı Bu akşam Küçük bir meyhanede gördüm seni, dans ediyor Hayranlarının kollarında kırıtıyor Kırıtıyordun Ş.Yıldız 1. dizede yer alan işaret ismi ve işaret edilen isimden oluşan bu akşam ibaresi, şiirde şimdiye kadar rastlayabildiğimiz tek doğru çeviri örneğidir. 2. dizede çevirmen, خانة ( bar, meyhane ) kelimesine حنين ( arzu ) manası, صغرى ( küçük, ufacık ) kelimesine ise çocuk anlamı vermiştir. Oysa anlamındadır. sıfat tamlaması, ( küçük bir meyhanede ) بخانة صغرى 3. dizede ise çevirmen, تكس ر ( kırıtmak ) fiilini, آ س ر okumuş ve kelimeye ( kırmak ) anlamı vermiştir. Şiir metninde defne ve keyfince kelimelerini çağrıştıran kelimeler olmadığı halde, çevirmen tarafından çeviri metnine eklenmiştir. وتدمدمين... في أذن فارسك الا مين لحنا فرنس ي الرنين لحنا آا ي امي حزين... Ve pişman olursun Emin eldeyse atın kulakları Yankısı yanlış anlaşılır atımın Yanlış anlaşılır hüzünlü günlerim gibi M. Fındıkçı Sadık şövalyenin kulağına Fransız melodili bir ezgi Günlerim gibi hazin bir ezgi Mırıldanıyordun Ş.Yıldız 1. dizede çevirmen, yine د م د م ( mırıldanmak ) fiilini ند م ( pişman olmak ) şeklinde okumuş, 2. dizede فارس ( atlı, şövalye ) kelimesini ise فر س ( at ) olarak okumuş ve yanlış anlamlar vermiştir. Çevirmenin isim ile ism-i fâili ayırt edememesi, fe ve ra harfleri arasındaki elif harfinin kelimeye kattığı anlamı fark

188 Katkat Yasemin Adlı Şiir Çevirisi Üzerine Bir Eleştiri 189 etmediğini ve kelimenin anlam değeri üzerinde yeterince durmadığını göstermektedir. 3. dizede çevirmen, لحن (nağme, melodi, dil hatası) ismini fiil olarak almıştır. Dolayısıyla bu dizenin çevirisinin kaynak metinle hiçbir ilişkisi yoktur. 4. dize ise tamamen yanlış çevrilmiştir. وبدأت أآتشف اليقين وعرفت أنك للسوى تتجم لين وله ترش ين العطور... وتقلعين... وترتدين... Ve başlar açıklamaya inanç Ve tanıdım sende yaptığı güzelliği Ve onlara serpersin arpayı Ve sökersin.. ve dönersin M. Fındıkçı Gerçeği anlamaya başladım Anladım ki meğer bir başkası için süsleniyormuşsun Onun için parfüm sıkıyor Birini çıkarıyor Birini Ş.Yıldız giyiyormuşsun 1. dizede çevirmen, cümlenin fâilini inanç, fiilini de başlar şeklinde 3. şahıs kipinde çevirmiştir. Oysa kaynak metinde fâil, 1. şahıs merfû muttasıl zamir demektir. ifadesinin anlamı ( başladım ) بدأ تolup (ت ) 2. dizede çevirmenin fiil ile mastarı ayırt edemediği, Arapça kipleri, zamanları, cümle yapısını bilmediği ve kafasına göre çeviri yaptığı görülmektedir. 3. dizede ise çevirmen, ر ش ( serpmek ) fiilini görünce arpa kelimesini ekleme ihtiyacı duyduğu anlaşılıyor. Oysa ع ط ر ( parfüm, ıtır ) kelimesinin arpa (ش ع ير) kelimesiyle gerek anlam gerekse kelime bakımından hiçbir benzerliği yoktur. ولمحت طوق الياسمين في الا رض... مكتوم الا نين آالجثة البيضاء...

189 190 Şerafettin YILDIZ Öfkeyle dolduruyorsun katkat yasemini Toprakta gizli üzgün gizi Dokunur gibi beyaza M. Fındıkçı Yasemin gerdanlığı fark ettim Yerde nefesi kesilmiş Beyaz bir ceset gibi Ş.Yıldız Çeviri metnindeki Öfkeyle dolduruyorsun katkat yasemini ifadesi kaynak metinde yer almamaktadır. Dizede ل م ح fiili fark etmek, görmek anlamında ve 1. tekil şahıs tarafından mazi olarak kullanılmıştır. Anlamı ise Yasemin gerdanlığı fark ettim olması gerekirken çevirmen kaynak metinle alakası olmayan bir cümle eklemiştir. Şiir metninde أرض kelimesi ( yer, zemin ) anlamında kullanılmıştır. Gizli üzgün gizi şeklinde ifade ise çevirmen tarafından eklenmiştir. تدفعه جموع الراقصين ويه م فارس ك الجميل با خذه... فتمانعين... وت قهق هين... İterek bütün dans edenleri Bir suskunluk alır atı kuşkulandıkça Engellendiğinde Kahkahanla M. Fındıkçı Dans edenlerin hepsi onu iteliyor Yakışıklı şövalyen onu yerden almaya çalışıyor Oysa sen engel oluyor Kahkaha atıyordun Ş.Yıldız 1. dizede: İterek bütün dans edenleri ifadesinde çevirmene göre katkat yasemin dans edenleri itiyor gibi bir anlam çıkmakta, oysa dans edenlerin hepsi yasemin gerdanlığı iteliyorlar. Ayrıca sonraki dizelerin yine kaynak metinle hiçbir alakası bulunmamaktadır.

190 Katkat Yasemin Adlı Şiir Çevirisi Üzerine Bir Eleştiri 191 " لا شيء يستدعي إنحناءك.. ذاك ط وق الياسمين..." Hiçbir şey yok mutlu edecek arzunu katkat yaseminle M. Fındıkçı Eğilmene değecek bir şey değil O, sadece yasemin gerdanlık Ş.Yıldız Son iki dizede de kaynak metinle ilgisi olmayan yanlış bir çeviri ortaya konulmuştur. SONUÇ Kaynak metin ile çeviri metni karşılaştırdığımızda kelimelerin okunması ve anlamlandırılmasına yeterince özen gösterilmediği, kelime ve cümle yapısına dikkat edilmediği, kelimelerin anlamı için sözlüğe bakma ve kelimeleri sorgulamaya ihtiyaç duyulmadığı görülmektedir. Çevirinin, şairin mesajını ve üslûbunu okura iletmekte yetersiz kaldığı, bu sebeple çevirmenin kendi düşünce ve mesajını ilettiği izlenimi bıraktığı, şairin farklı ya da olumsuz tanınmasına sebep olduğu anlaşılmaktadır. Çeviride yukarıdaki hususlara dikkat edilmediği ve özen gösterilmediği için şiir çevirisi, şair Nizâr Kabbânî ye ait olmaktan çıkmış ve çevirmene ait anlaşılmaz bir şiire dönüşmüştür. Oysa kaynak metnin sahibi Nizâr Kabbânî, şiirlerinde günlük konuşma diline yaklaşan sade ve doğal bir üslup kullanan, dilde kapalılığa karşı olduğu için varoluşçu temaları reddeden, şiirinin orta düzeyde bir okuyucu tarafından kolaylıkla anlaşılabilir olması gerektiğine inanan bir şairdir (Er, 2004:63). Nizâr Kabbânî nin halkın günlük yaşamında kullandığı dile yakın bir dil kullanması, şiirlerini etkileyici ve güzel kılar, anlatımına da rahatlık, yalınlık ve doğallık katar. Bu sayede onun şiirleri, bir yandan mesajını açık bir şekilde okuyucuya iletirken, diğer yandan şiir estetiği açısından da herhangi bir değer yitimine uğramaz (Tur, 2005:305). Şüphesiz ki edebiyat ve şiir çevirisinde bir takım yanlış anlamalar, ifade farklılıkları olabilir. Bu tür muhtemel hatalar, bir noktaya kadar makul karşılanabilir, zamanla da bu çeviri problemlerinin üstesinden gelinebilir. Çevirmene, önce Arapça bilgilerini gözden geçirmesini, sonra çağdaş Arap şiirine dair güzel çeviri örneklerinin yer aldığı Rahmi Er in Çağdaş Arap Edebiyatı Seçkisi adlı eseri başta olmak üzere bu alanda çalışma yapan akademisyenlerin ve çevirmenlerin çeviri örneklerini incelemesini tavsiye ediyoruz. Sonra da yaptığı çevirileri tekrar gözden geçirip yanlışlarını düzeltmesini umuyoruz.

191 192 Şerafettin YILDIZ KAYNAKÇA CUHÂ, Mîşâl Halîl, (1999), eş-şi ru l- Arabiyyu l-hadîs min Ahmed Şevkî ilâ Mahmûd Dervîş, Beyrut:Dâru l-avde. ed-dakkâk, Omar, (t.y.), Funûnu l-edebi l-mu âsır fî Sûriye, Beyrut: Dâru ş- Şurûki l- Arabî. ER, Rahmi, (2004), Nizâr Kabbânî ( ), Çağdaş Arap Edebiyatı Seçkisi, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. İBN HAZM, (1995), Güvercin Gerdanlığı, (çev.: Mahmut Kanık), İstanbul: İnsan Yayınları. JAYYUSİayyusi, Selma Khadra, (1987), Modern Arabic Poetry An Anthology, New York: Columbia University Pres. KABBÂNÎ, Nizâr, (1983), el-a mâlu n-nesriyyetu l-kâmile, Beyrut: Menşûrât Nizâr Kabbânî. KABBANİ, Nizar, (2000), Hüzünlü Irmak, (çev.: Metin Fındıkçı), İstanbul: İyi Şeyler Yayıncılık. KABBÂNÎ, Nizâr, (2002), Gözlerinin Mavi Limanda, (çev.: Rıza Halilov-Aysel Ergül), İstanbul: Birey Yayıncılık. KARSLI, İlyas, (2005), Arapçadan Türkçeye Tercüme Hataları, Nüsha Şarkiyat Araştırmaları Dergisi, S.19, s ÖZAY, İbrahim, (2010), Türkçe Deyimlerin Arapçaya Aktarılması (Aziz Nesin in Yedek Parça İsimli Öyküsü), EKEV Akademi Dergisi, S.42, s TUR, Salih, (2005), Nizâr Kabbânî Hayatı, Sanatı ve Şiirleri, Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış doktora tezi). YAZICI, Mesut, (1997), Türkçede Necip Mahfuz, Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi).

192 Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: AZERBAYCAN DİLİ DİYALEKTLERİNDE VE TÜRK EDEBİ DİLİNDE KULLANILAN ORTAK KELİMELER Öğr. Gör. Zabite TEYMURLU QAFQAZ Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi teymurlu@hotmail.com Özet Tarihî ve siyasi sebeplerden dolayı Türk lehçeleri arasında farklılıklar bulunmaktadır. Türkçe geniş bir coğrafyada konuşulan üstün dilllerden biri olmasına rağmen, Türk dillerinin tamamı karşılaştırmalı olarak ele alınıp incelenmemiştir. Bu bakımdan Azerbaycan diyalektlerinde ve Türkiye Türkçesinin edebî dilinde kullanılan ortak kelimeler çoktur. Bu incelemenin belirtilen Türkçelerin söz varlığında bulunan yakınlığın hem etimolojik hem de edebî dil yönünden gösterilmesinde yararlı olacağı kanaatindeyiz. Anahtar Kelimeler: Azerbaycan Dili Diyalektleri, Türkiye Türkçesinin edebi dili, ortak kelime. COMMON WORDS USED IN AZERBAIJANI TURKISH AND THE LITERARY TURKISH Abstract It is known that many Turkic languages show more or less dissimilarities due to historical and political reasons. Either at the present day or throughout the different periods of the history, Turkic language has been a predominant language to be spoken in a wide range of geography. However, not all the Turkic languages have been analyzed correlatively. In this respect, there are many common words used in both the dialects of Azerbaijani Turkish and the literary Turkish spoken in Turkey. Analyzing of above-mentioned languages would be beneficial for demonstration of the existing etymological and literal proximity in their vocabulary. Key Words: Dialects of Azerbaijani, Literary Turkish, common words.

193 194 Zabite TEYMURLU GİRİŞ Bugün dünyada 51 milyondan çok Azerbaycan Türkü yaşımaktadır. Bunlardan 8 milyon 300 bini Azerbaycan Cümhuriyeti nde diğerleri de dünyanın çeşitli ülkelerindedir. Azerbaycan Türkçesi nin de diğer diller gibi birçok diyalekti vardır. Azerbaycan Türkçesi diyalektlerinin büyük çoğunluğu incelenmiş, bu diyalektlerle ilgili kayda değer eserler verilmiştir yılları arasında 60 bin civarında ağızlardan derleme yapılmıştır. Bu durum diyalektlerimizin söz varlığının zenginliğini göstermektedir. Bu zenginlik birdenbire oluşmamış, Azerbaycan Türkçesi ağızları uzun süren tarihi gelişmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Uzun ve yorucu araştırmalar sonucunda yıllarında Azerbaycan Türk Halk Şiveleri Lügati nin birinci cildinin iki bölümü basılmıştır senesinde Azerbaycan Bilimler Akademisi neşriyatı tarafından bir ciltlik Azerbaycan Dilinin Diyalektoloji Lügati yayımlanmıştır. Lügat, 6300 kelimeyi kapsamaktadır. Diyalektik söz varlığının öğrenilmesi çalışmaları sonraki devirlerde de devam ettirilmiştir yılında Ahundov un girişimleriyle TDK tarafından diyalektoloji lügatinin I. cildi 1999, II. cildi 2003 yılında yayımlanmıştır. (ADL, C.I,II, 2003) Eser, daha sonra 2007 yılında mükemmel hali ile tekrar basımı yapılmıştır. Bu lügat, şimdiye kadar basılan diyalektoloji lügatler içerisinde en kapsamlı olanıdır. Behbudov, Hasıyev, Guliyeva, İmamguliyeva, Binnetova ve Memmedov tarafından lügate 2500 e kadar yeni kelime eklenmiş, çalışma Zengibasar, Şerur, Yardımlı, Tebriz, Gubadlı, Laçın, Kelbecer, Balaken, Gah, Zagatala ve Azerbaycan ın diğer bölgelerindeki diyalektlerden derlenen yeni kelimelerin eklenmesi ile zenginleştirilmiştir. Türk dilleri içerisinde ilk olarak yayımlanan Azerbaycan Dilinin Diyalektoloji Atlası ağız çalışmaları bakımından önemli bir eserdir. Atlas, 43 haritası fonetik, 31 haritası morfolojik, 4 ü sentaktik, 50 si leksik haritadan oluşmaktadır. Diyalektoloji Atlas ın hazrılanması için toplanılan malzemelerden 409 u atlasa kaydedilmiştir. Karahan, tecrübelerden faydalanmak, yapılacak çalışmalarda zaman ve emek kaybını önlemek, yanlışları azaltmak ve araştırmacıların daha sağlıklı bir sonuca ulaşmasında yardım etmek maksadıyla Azerbaycan Dilinin Diyalektoloji Atlası nı bilim dünyasına tanıtmıştır. (Karahan, Mart 1999: ) Tarihi ve siyasi sebeplerden dolayı Türk dilleri az veya çok farklılık göstermektedir. Günümüzde ve tarihi dönemlerde Türk dili geniş bir coğrafyada konuşulan üstün dil konumunda olmuştur. Ama Türk dillerinin tamamı karşılaştırmalı olarak incelenmemiştir. Türk lehçelerinin diyalektlerinin ve bu lehçelerin kendilerine has kelime hazinesinin ele alınması gerekmektedir. Bugün Azerbaycan diyalektlerinde kullanılan bazı kelimeler Türkiye Türkçesi nin edebi dilinde de yer almaktadır. Bu durum dil tarihi bakımından doğal karşılanmalıdır. Günümüzde her iki dilin kendine has özellikleri bulunmaktadır. Türk dillerinin diyalektik söz varlığının edebi dile ve konuşma diline etkisi, aynı zamanda komşu Türk halklarının edebi dillerine ve onların diyalektik söz varlığına tesiri

194 Azerbaycan Dili Diyalektlerinde ve Türk Edebî Dilinde Kullanılan Ortak Kelimeler 195 Türkoloji nin en az araştırılan alanlarındandır. Türk dillerinin söz varlığı, ses biliminden daha az gelişmiştir. Aslında diyalektlerin söz varlığında çok sayıda benzerlik ve farklılıklar olduğunu inkâr edemeyiz. Musayev bunların dikkatle öğrenilmesinin Türk dillerinin kendi öz ve akraba olmayan dillerle ilişkileri açısından önemli olduğunu belirtmektedir. (Musayev, 1984: 43) Azerbaycan diyalektlerinde ve Türkiye Türkçesi nin edebi dilinde kullanılan ortak kelimelerin incelenmesinin belirtilen Türkçelerin söz varlığında bulunan yakınlığının hem etimoloji hem de edebi dil yönünden gösterilmesinde yararlı olacağı kanaatindeyiz. Bundan dolayı her iki Türkçede yer alan bazı ortak kelimeler çalışmada ele alındı. Azerbaycan Türkçesi diyalektlerinin tasnifinde coğrafi tutum esas rol oynadığından yukarıda bahsedilen sözlüklerde kelimeler yerel olarak betimlenmiştir. Adı geçen diyalektler, verilen kelimenin kullanıldığı yerlerdir. Ezizov, coğrafi bakımdan incelediği Azerbaycan Türkçesi diyalektlerinin geniş alanda yayılmasını, halkın tarihi ile bağlı doğal süreç olarak nitelendirmektedir. O, bugün Azerbaycan Türkçesinin farklı diyalektlerinde konuşan kitlenin büyük kısmının İran, Azerbaycan, Gürcistan ve Dağıstan da yaşamakta olduklarını belirtiyor (Ermenistan da yaşayan Azerbaycanlılar kendi tarihi vatanlarından bütünüyle çıkarılmışlar).( Ezizov, 1999:282) Uzun zaman Şireliyev in tasnifi Türkolojide kabul görmüştür. Ama bu tasnifte Azerbaycan ın dışında konuşulan diyaletkler ele alınmamıştır. Bundan dolayı eleştiriye sebep olmuştur. Azerbaycan diyalektlerinin son tasnifi Ezizov tarafından yapılmıştır. Ezizov 1999 da yayımladığı Azerbaycan Dilinin Tarihi Diyaletkologiyası kitabında Azərbaycan diyalektlerini üçe ayırır: kuzey-doğu diyaletki; batı diyaletki, yahut orta diyaletk; güney diyaletki. Ezizov un tasnifine göre, dilimizin kuzey-doğu diyaletki Derbend, Guba, Bakü, Şamahı, Salyan diyaletklerini içine alır. Bu diyaletkte 3 diyaletk grubu vardır: 1) Şamahı-Bakü; 2) Guba: 3) Derbend. İkinci grup batı ( orta diyaletk ) diyaletkidir ki, buraya Karabağ, Gence, Gazah, Daşkesen, Gedebey, Kelbecer, Laçın bölgelerinin ve Gürcistan ın bazı bölgelerinin (Borçalı: Marnauli, Bolnisi, Dmanisi ) diyaletkleri aittir. Batı diyaletki 3 diyaletk grubuna ayrılır: 1) Karabağ; 2) Gazah-Borçalı; 3) Ayrım şivesi ( Daşkesen, Gedebey, Kelbecer bölgeleridir.) Üçüncü gruba güney diyaletki girer. Bu diyaletk Güney Azerbaycan, Nahçivan ve Lenkeran bölgelerinin diyaletklerini içine alır. Güney diyaletkinde birkaç diyaletk grubu farklılık gösterir: 1) Tebriz; 2) Erdebil; 3) Lenkeran; 4) Urmiye; 5) Nahçivan vb. Esas diyaletklerden başka Azerbaycan Türkçesinin karışık, aralık diyaletkleri de vardır. Azerbaycan ın Şeki-Oğuz, Zagatala-Gah bölgelerinin diyaletkleri Ezizov un tasnifinde karışık tipli kuzey-batı diyaletklerine, Ağdaş, Göyçay, Ucar, Zerdab, Celilabad-Bilesuvar, Cebrayıl, Gubadlı, Zengilan bölgelerinin diyaletkleri ise esas diyaletkler arasında yer alan aralık diyaletkleri içerisinde yer alır. (Ezizov, 1999: ) Türk halklarının yaşadığı çeşitli bölgeler üzere sürdürülen paralel diyalektoloji araştırmalar aynı dil özelliklerini koruyan, aynı köke ait farklı diyalekt unsurlarını da ortaya çıkarmaktadır. Bu ise

195 196 Zabite TEYMURLU Türkoloji de sadece dilcilikle ilgili değil, aynı zamanda tarihi bakımdan çok önemlidir. (Hacıyeva, 1/3 İlkbahar 2008:2) Çeşitli bölgelerde mevcut aynı dil özelliklerine sahip hem diyalektoloji hem de edebi dil materyallerinin karşılaştırılması çok önemli dil faktörlerini ortaya çıkarmaktadır. Azerbaycan ağızlarında kullanılan ve Türkiye Türkçesi edebi dilinde yer alan kelimelerin bazılarını şu şekilde sıralamak mümkündür: 1. AĞIRRAMAX Azerbaycan ın, Cebrayıl, Xanlar, Şemkir bölgelerinde saygıyla kabul etmek anlamında kullanılmıştır.- Örneğin; Sən qonax gəleysiη, soηra gedif deysiη kin, məni yaxşı ağırradılar (Hanlar). (ADDL, 2007: 14) Türk kökenli ağ kelimesi yükselme bildirir. Ağ yükselme bildiren kökten ağırlamak yüceltmek, saygı göstermek, değerini artırmak, ululamak anlamları oluşmuş. Ağmax fiiline Füzuli diyalektinde rast gelinir: 1. anlamı çıkmak, kalkmak. - Qoyun dağa ağdı ; 2. anlamı bir tarafa eğilmek, kalkmak (yük hakkında).adı geçen diyalektte aynı kelimenin ağmax olmax birleşmesinin terkibinde de kullanıldığı görülür: Ağmax olmax eğilmek.- Qoymağınan yük ağmax olsun. (ADDL, 2007: 15) Diyalektin söz varlığında ( Hanlar, Cebrayıl, İsmayıllı ) ağırra şeklinde saygı göstermek, saygıyla anmak, çok değerlendirmek, saygıyla karşılamak, misafir etmek, hatırlamak, ağırlamak anlamlarına gelmektedir. Ağırla ve ağırra sözcükleri arasındaki fonetik fark rl > rr benzeşmesi ile bağlantılıdır: - Sizi, qadan alım, yaxşı ağırrıyammadıx ( Xanlar); - Gərək səni bir yaxşı ağırrıyam ( İsmayıllı ) (Ezizov, 1999:229) Türkiye Türkçesinin edebi dilinde söz konusu (ağırlamak ) kelimesi misafiri saygıyla karşılayıp her türlü ihtiyacını, karşılamak, ikram ve izaz etmek anlamlarında kullanılır. (BTS 1994: 18) «Güya kadın misafirleri biz ağırlayacaktık (Aka Gündüz).» (MBTS, : 42) Azerbaycan edebi dili için ağırlamak sözcüğü arkaik kelimedir. Ama Azerbaycan diyalektlerinde kullanılır. İki Türkçeyi birbirine bağlayan yön; hem Azerbaycan diyalektlerinde hem de Türkiye Türkçesinde kullanılmasıdır. Örneğin; alazdamak, alçak, alınmak, arı, arıtmak, azık, az buçuk, baba, bağır, balyoz, cepken, çanak, dağar, damat, minder, huy, huylanmak ve buna benzer birçok kelime belli zaman diliminde ortak kullandığımız dil olduğunu gösteriyor. Bugün Türkiye Türkçesinde kullanılıp da Azerbaycan edebi dili için arkaik sayılan bu sözcüklerin Azerbaycan diyaletklerinde kullanıldığı görülmektedir. 2.ALAZDAMAX(II) Şimdi Ermenistan toprakları sınırları içerisinde bulunan eski Türk yurdu Basarkeçer diyalektinde alevden geçirmek anlamında kullanılmaktadır: Heyvanın başə:ğın alazdadı:ŋ? (ADDL, 2007:21) Ütülemek işi alevde yapılır. Alazdamax kelimesi de alevle bağlantılıdır.yalav / yalaz / alaz / alaf alev. Yal kökünün alev dışında aydınlatma, parlatma, ışık saçma anlamını içeren türevleri: yalın ( parıltı, ışıltı, alev ), yalınamak ( yanmak, parlamak, ışık saçmak,

196 Azerbaycan Dili Diyalektlerinde ve Türk Edebî Dilinde Kullanılan Ortak Kelimeler 197 alevlenmek ), yalınlanmak ( alevlenmek ), yaltırmak ( parlamak, ışık saçmak, aydınlatmak ), yaltramak ( parlamak, aydınlatmak ), yalturmak ( ocağı yakmak, alevlendirmek ), yalmak ( yanmak ), yaldırış ( parlayış ). Yalazlamak / alazlamak ( alevlemek ), yalazlanmak / alazlanmak ( alevlenmek ), yalaflamak / alaflamak ( alevlenmek ), yalaflanmak / alaflanmak ( alevlenmek ). Yalavlamak / alavlamak( alevlemek ), yalavlanmak / alavlanmak ( alevlenmek ).Verilmiş bütün örneklerde yanma, ışık saçma, parlama özelliği var. Alaz-alaf-alav-alev...(TDES,1998:25) Farsça sanılan ālāve, ālāv sözcükleri Türkiye Türkçesi nden Farsça ya geçerek kökeni unutulan kelimelerdendir. (TDES, 1998:25) Türkiye Türkçesi nin edebi dilinde alazlamak kelimesi alevde kızartmak veya ütülemek, kızgın demirle yakmak, dağlamak anlamlarını kapsıyor.( BTS,1994:36 ) İlhan Ayverdi alazlamak fiilinin Türkiye Türkçesinde halk ağzında kullanıldığını belirtiyor. (MBTS, :92) Çocuk elbiseyi ateşe düşürmüş alazlamış. Buradaki alazdamış kelimesinin anlamı hafifçe yakmak tır. (THADS, C : internet sayfası). Türkiyeli yazarlar bu kelimeyi eserlerinde kullanmışlardır.örneğin; İspirto tatlı bir hararetle midesini alazladı (yani hafifçe yaktı). (Karay) 3.ALÇAX Azerbaycan ın Gazah bölgesinde sade anlamında kullanılır:- Urusdamın yaxşı xəsyəti var, alçax adamdı. (ADDL, 2007: 21) Alçak kelimesi menşe bakımından Türkçedir. Alt ile çak ekinden alt-çak-altçak /alçak ( az aşağıda olan, bir az altta bulunan) oluşmuştur. Eski Türkçede alt ile -cı, -çı, -cu eklerinden sözcük türetme geleneği vardı. Altcı, altçı, altcu ( birden çok karısı olan kimsenin karısı ) kelimelerinde en altta olan, kadınlar birinciden sonuncuya doğru dizildiğinde, süre bakımından en altta kalan anlamı saklıdır..(tdes, 1998: 23) Alçak kelimesi eski Türkçede mütevazı, yavaş, sakin anlamlarını karşılamıştır. (YTS, 1983:7) Türkiye Türkçesi nin edebi dilinde bu kelime gönüllü kelimesi ile birliкte kullanılarak aynı anlamı vermektedir: «Yiğit bir alçaк gönüllüğün dеv gibi yontulmuş hеyкеlinе bеnziyordu». (Buğra,1992:138). Türkiye Türkçesi edebi dilinde alçak gönüllü kelimesi mütevazı, kibirli olmayan anlamlarına gelmektedir. (BTS, 1994: 37) Ordubad diyalektinde alçax könül ( sade kalpli ) ifadesinin terkibinde müşahede edilmiştir. Alçax ( sade tabiatlı ) kelimesi Urmiye diyalektinde de kullanılır. Bu kelime ile Azerbaycan klasik edebiyatı tarihinde Azerbaycan Türkçesiyle yazılan ilk gazellerin müellifi olarak bilinen İzzeddin Hasanoğlu nun gazelinde rastlanmaktadır: Hüsn içinde sana manend olmaya, Aslı yuca könlü alçaqum benüm. (Ezizov, 1999: 231) Hacıyev, Hasanoğlu nun dilinde kullanılan könlü alçaqum tamlamasını XIII. yüzyılda kullanılan Azerbaycan Türkçesinin edebi dil örneği gibi değerlendirmektedir. (Hacıyev, 1989:4) Çağdaş Azeri Türkçesi için alçak kelimesi arkaik kelime sayılmaktadır.

197 198 Zabite TEYMURLU 4.ALINDIRMAMƏY Azerbaycan ın Celilabad bölgesinde bilmezlikten gelmek anlamında kullanılmaktadır:- Baxey gennen, o özin saymaməzdigə virey, özin alındırmey. (ADDL 2007: 21) Eski Türkçede alındurmak sözü müteessir etmek anlamına gelmektedir. (YTS, 1983: 8) Türkiye Türkçesinde alınmak kelimesi alınganlık göstermek, gücenmek anlamlarına gelir. (BTS, 1994: 41) Alınmak kelimesi ile Celilabad diyalektinde kullanılan alındırmaməy kelimesi arasında anlam bakımından bağlılık vardır. Bilmezlikten gelmek ile gücenmemek, etkilenmemek ifadeleri arasında bir yakınlık var. Alınmak almak fiilinden oluşmuş bir kelime. Almak tan al-ı-n-mak /alınmak (kendi kendine almak, almak eylemini kendi özüne çevirmek. Anlam genişlemesiyle: (gücenmek, darılmak, incinmek). (TDES, 1998: 26) «Kimse alınmasın. Hani zehir gibi keskin iktisatçımız da pek yok gibi ( Burhan Felek ).» (MBTS, :104) 5.ARI Azerbaycan ın Ağdam, Füzuli, Gazah, Guba, Şahbuz, Şemkir, Tovuz bölgelerinde temiz, saf anlamlarında kullanılır:- Aydan arıyam, sudan duruyam ( Şahbuz ); - Aydan arı, sudan duru ( Gazah ); - Aydan arı, qünnən duru ( Tovuz ). (ADDL, 2007: 25) Ari ise Bakı, Haçmaz diyalektlerinde temiz, saf anlamlarını ifade ediyor: - Aydan ari, sudan duri ( Bakı ). (ADDL, 2007: 26) Arı kelimesi arkaik kelimelerdendir. Şireliyev, bu kelimeye Azerbaycan diyalektlerinde: Aydan arıyam sudan duru // günnən duru örneğinde ve arıtmak fiilinin kökünde kullanıldığını belirtir. Arı kelimesine eski metinlerde Hibetül Hakaik te ( arımac necə yusa qan birlə qan ) ve Azerbaycan klasiklerinde de yer alır. Örneğin; Ari su toxuna tər olarsan. (Xetai). (Şireliyev, 1962:337) Arık > aru > arı kelimesi kök bakımından Türkçe olup bugün Türkiye Türkçesinin edebi dilinde saf, karışıksız, katışıksız, temiz, pak anlamlarında kullanılır. (BTS, 1994: 64) Ezizov eski arığ kelimesinin Azerbaycan edebi dili materyallerinde arı şeklinde olduğunu dile getirir: Arı qövtar, ey sənəm, gerçəklərin nitqindədür, Hər dili əgridə yoqdur arı gövtar, istəmə ( Nesimi ); Avlaxda bu gün avlarikən, yarə yoluxdum, Bir aydan arı, gün kimi didarə yoluxdum ( Hatai). (Ezizov, 1999:259)Yazar kelime sonunda g sessizinin düşmesini Türk dillerinin tarihinde kendini gösteren bir özellik olduğunu örneklerle gösteriyor: ulug > ulu, sarıg > sarı, ayıg > ayı, kapıg > kapı, kamug > kamu vb. ).(Ezizov 1999:259) Azerbaycan ın İmişli bölgesinde arımmağ kelimesi temizlenmek, süslenmek, yıkanmak anlamında kullanılır: Toy olmamış görürsən, qızlar yuyunuf arınıllar. (ADDL, 2007: 26) Türkiye Türkçesinde arınmak kelimesi temizlenmek, temize çıkmak, saf ve beri olmak, nefsini ıslah etmek anlamlarını içerir. (BTS, 1994: 65) Dede Korkut destanlarında da eski Türkçeden beri kullanılagelen arı kelimesi yer alır: «Arı sudan abdest aldılar»; Bu kelimeyi Süleyman Çelebi ve Türk halk şairi Karacaoğlan kullanmış: «Ol sözü şîrîn ü ol

198 Azerbaycan Dili Diyalektlerinde ve Türk Edebî Dilinde Kullanılan Ortak Kelimeler 199 cismi arı» (Süleyman Çelebi); «Kozan dağından neslimiz / Arı Türkmen dir aslımız» ( Karacaoğlan) Azerbaycan Türkçesi diyalektlerinde arı (mak) fiil kökü de kaydedilmiştir: Arıtdamağ kelimesi Azerbaycan ın Guba, Haçmaz bölgelerinde temizlemek anlamında kullanılır: Ağacın pöhrələrin arıtdaduğ (Guba); - Aş pişirmağa dügi arıtdaduğ. (Haçmaz). (ADDL, 2007: 26) Gazah, Şeki bölgelerinde ise arıtdamax kelimesi temizlemek anlamında kullanılır: - Yetim bir çuvux kəsdidi, arıtdadı, xanıma verdi (Gazah). (ADDL, 2007: 26) Yardımlı bölgesinde temizlemek anlamında əritdəməg kelimesi kullanılır: Sudan zığ iyisi gələndə buləği əritdeydüg. ).(ADDL, 2007:165) Arıtmak kelimesi Türkiye Türkçesinin edebi dilinde temizlemek, yıkamak, paklamak, karışık bulunduğu şeylerden ayırmak anlamlarına gelir. (BTS, 1994: 65) «Her köşeden bir pınar aksa gene de bizi onlardan arıtıp temizleyemez» ( Sâmiha Ayverdi ) 6.AZIX Azerbaycan Türkçesinin Gazah diyalektinde yol yiyeceği anlamında kullanılmaktadır. (ADDL, 2007: 31) Azık Türkiye Türkçesinin edebi dilinde yiyecek şeyler, gıda, besin, rızık, yolculuk için hazırlanan yiyecek şeyler, yol yiyeceği (BTS, 1994: 95): «Azığını aldı, yine yola atıldı» (Ömer Seyfeddin ). Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü nde azık kelimesinin Hititçe yiyecek anlamına gelen azzıka kelimesinden türediği belirtilmektedir. (TDES, 1998: 59) Ezizov, adı geçen sözlükte de belirtildiği gibi azuk kelimesinin yiyecek eylemi ile ilgili olduğunu iddia etmektedir. Yazar, eski Türk şekli ile kıyaslamada azıx kelimesinde u > ı, k > x değişikliğinin olduğunu zikreder. Azuq kelimesi Azerbaycan edebi dili materyellerinde yolculuk için hazırlanan yiyecek şeyler anlamında kullanılmıştır: Mən bu oğlanı alayın, ava gedəyin. Yedi günlik azuqla çıqayın (Dede Korkut); Yönəldin bir yola sən ki, uzağdır, bəndini tərk et, Azuqsuz kişilər dözməz bu yolların uzağına ( Nesimi ). (Ezizov, 1999: 259) Ezizov eski insan kampı Alt Paleolitik devrine ait Azıx mağarasının adının ayı anlamında olan azıq kelimesi ile değil, yiyecek anlamını ifade eden azuk // azık kelimesi ile bağlantılı olduğuna dikkat çekiyor. Yazar, Azıx Mağarası nda çok sayıda ocak yakmak için yerlerin ve av hayvanlarına ait kemiklerin bulunmasını Azıx toponiminin doğrudan doğruya beslenme ve yiyecekle ilgili olma ihtimalini kuvvetlendirdiğini belirtmektedir. O, Azıx Mağarası nın hem barınak, hem de yiyeceklerin saklandığı yer olduğunu iddia etmektedir. (Ezizov, 1999:260)Yukarıdaki bilgiler, azık kelimesinin Hititçede kullanılan azzıka kelimesinden gelmediğini göstermektedir. Bugün hem Türk edebi dilinde hem de Azerbaycan Türkçesi batı ağızlarında ( Şemkir, Gazah ) kullanılan azıx kelimesi, kök itibarı ile eski Türkçeye aittir. Azıx kelimesi ilkin anlamını korumakla birlikte fonetik değişikliğe uğrayan bir kelimedir. (Ezizov, 1999:258) Musayev adıq kelimesi ile adığ >ayığ> ayuv ayı kelimesiyle ilgili olduğunu belirtiyor.

199 200 Zabite TEYMURLU (Musayev, 1984:156) Bu örneklerde de görüldüğü gibi azık kelimesi ile ayı kelimesi arasında bir bağ yoktur. 7.AZPUÇUX Azerbaycan Türkçesinin Hanlar diyalektinde azacık anlamında kullanılır: Oradakılar da hamsı köçüf, azpuçux qalan da gələr, orda qalmaz.(addl, 2007: 32) Azpuçux kelimesi az ve puçux Türk kökenli sözcüklerin birleşmesinden oluşmuştur. Puçux Türkiye Türkçesinin edebi dilinde buçuk şeklinde kullanılır ve anlamı yarım demektir. (BTS, 1994:164). Buçuk az kelimesi ile birlikte ( az buçuk ) azdan bir az fazla anlamını ifade ediyor.(bts, 1994: 93): «Böyle bir lâtife az buçuk soğuk kaçmakla beraber» (R. N. Güntekin). Eski Türkçede buçuk, bıçmak / biçmek ( kesmek )ten bıç u-k / bıçuk / buçuk ( ortasından kesilen bir nesnenin yarısı, iki bölümünden biri ) anlamlarına gelir. (TDES, 1998:103) Musayev az kelimesini Altay dil ailesine ait bir kök olarak vermiş. (Musayev,1984:146) 8.BABA Azerbaycan Türkçesinin Başкеçid, Tebriz, Füzuli diyalektlerinde Türkiye Türkçesinin edebi dilinde kullanılan baba kelimesiyle özdeştir: Babam maηa kitaf alıf ( Başkeçid ); - Get gör, baban gəldimi öyə? (Füzuli). (ADDL, 2007: 33) Bu kelime diğer ağızlarda da aynı anlamda kullanılır: baba ( Dmanisi ), bava ( Bərdə ) : Bavam gələndə deyəjəm ( Bər. Lənbəran k. ). Dmanisi ( Başkeçid ) şivesinde baba kelimesi bava şeklinde kullanıldığı zaman dede anlamını veriyor.(ezizov, 1999:231) Söz konusu kelime Dede Korkut ta baba anlamındadır: - Yüri, oğıl! Babaη saηa qıydısa, sən babaηa qıymağıl! dedi; Ol məhəldə Qanturalınıη babası -anası çıqa gəldi; Ağ saqallu babası qarşu gəldi. Oğlınuη boynun quçdı; Bəg baba, xatun ana, əsən qaluη! dedi. (Ezizov, 1999: ) Bahsettiğimiz kelime Türkiye Türkçesinin edebi dilinde kullanılır: «Bitsin, bеrabеr çıкar, babamın oraya gidеriz». (Buğra, 1992:36); «Babası bir zamanlar İstanbul`a aşçı yamaklığıyla gelmişti,...» (Karay, 2002:9) Baba kelimesine Türk, Gaqauz, Kırım-tatar dilleri ve Karaim dilinin Kırım diyalektinde de rastlamaktayız. (Ezizov, 1999:232) Türk Dilinin Etimoloji Lügati nde baba kelimesinin kök bakımından Farsça olduğu görüşü ileri sürülmüş.(tdes, 1998: 61) 9.BAĞIR Bu kelimesinin birinci anlamı Azerbaycan Türkçesinin Gence, Kürdemir, Gah, Gazah, Mingeçevir, Şeki, Şemkir, Şuşa diyalektlerinde karaciğer anlamında kullanılıyor: Bağır kavavı yaxşı olur ( Şeki );- Qoyunun bağrınnan yaxşı kavaf yedix`; - Lət ürəx`də olsa öldürər, öhvədə olsa öldürər, bağırda olsa öldürməz, zayıf olar ( Gazah ).(ADDL, 2007: 35) Bağır kelimesinin ikinci anlamı Ağdam, Celilabad, Füzuli, Kürdemir, Guba, Şeki diyaletklerinde yürek, kalp şeklindedir:- Qorxudan unun bağrı yarıldı ( Guba ); - İstidən

200 Azerbaycan Dili Diyalektlerinde ve Türk Edebî Dilinde Kullanılan Ortak Kelimeler 201 bağrım çatdadı. ( Şeki ).(ADDL, 2007: 35) Eski Türkçede baγur şeklinde kullanılmış. Uygur dilinde bağir şekline rastlanır.(gadjiyeva, 1979: 61) Türkiye Türkçesinin edebi dilinde bağır: 1.Karaciğer. 2. Göğüs, kucak 3. Kalp, yürek 4.İç, ön, orta. 5. Orta kısım ( ok, yay ve dağ da) analamlarını içerir.(bts, 1994:100) Örneğin; 1.Ciğer: Of of kemirir bağrımı of ince hastalık (Orhan V. Kanık). 2.Göğüs, sine: Bağrı çıplak, yalın ayaktı (Yakup K. Karaosmanoğlu).3.Yürek, kalp, gönül: Bağrımda bir çalkanış, bir coşkunluk var (Refik H. Karay). (MBTS, C.I, 2006:255) Eski Türk dilinde bağır sözcüğü 1.Göğüs, ciğer, sine. 2.Akciğer. 3.Karaciğer. 4.Yürek. anlamlarında kullanılmıştır.(yts, 1983:22) Türk kökenli bagır ( böğür, göğüs boşluğu)dan bağır kelimesi oluşmuştur.(tdes, 1998:64) 10.BALGÖZ Azerbaycan ın Gazah bölgesinde taş kırmak için çekiç anlamındadır. Daş qırma: gederem, balgözü maηa ə:ti. (ADDL, 2007: 38) Türk edebi dilinde balyoz ağır, büyük, uzun saplı çekiç anlamında kullanılır.(bts, 1994:108) Yunanca barios ( ağır )- dan baryos / balyoz oluşmuştur. Anadolu Türkçesinde, özellikle, halk ağzında varyos, varyoz, baryos söylenişleri vardır. Anadolu da konuşulan Yunanca vasıtasıyla Türkçeye geçmiştir.(tdes,1998: 72) 11.CƏFGAN Kelbecer diyalektinde bak çəvkən.- Cəfganı qojalar ge: irdi. (ADDL, 2007: 73) Çəvkən sözcüğü Cebrayıl diyalektinde kolsuz kadın elbisesi anlamına gelir: - Zümrüdə bazardan bir çəvkən algəti. (ADDL, 2007: 98) Çəpgən ( Berde, Cebrayıl, Gence, Garakilse, Oğuz, Şamahı, Terter, Yevlah ) bax çəvkən: Çəpgən qano: zdan tikilirdi ( Oğuz ); - Nənəm çəpgən tix`dirif ( Gence ); - Çəpgəni tərəkəmələr geərdi ( Terter ). (ADDL, 2007: 96) Cepken, Farsça ceb ( sol ) ile ken ( koparan, çıkaran )den ceb-ken/cebken/cepken ( kolları yırtmaçlı ucu, kısa, yakasız giysi) şeklinde bir gelişme yolu geçmiştir. Türkçeye at-ok-mızrak oyunları dolayısıyla geçen cepken sözcüğü anlam genişlemesine uğramıştır. (TDES, 1998:118) Türkiye Türkçesinde cepken cekete benzer bir üstlük anlamında kullanılır. (BTS, 1994: 18 ) «Tamâmen sırma ile kaplanmış bir Arnavut çepkeni hediye etmişti» ( Halit Z. Uşaklıgil ); «Sırmalı çepkeni attı koluna / Tek elle dizgini gerdi Köroğlu» ( Necip F. Kısakürek ). 12.ÇANAX Ağdam, Gedebey, Gence, Hanlar, Laçın, Nahçıvan, Şeki, Yevlah, Zengilan diyalektlerinde - 1. Saksı kâse ( Nahçıvan ); 2. Ölçü kabı (Ağdam, Gence ).- Taxılı çanağınan ülçürəx` ( Xanlar ); - Çanax aşağdan olur ( Ağdam ) 3. Ölçü vahidi ( Şerur, Zengilan ). Bir çanax on girvənkədi ( Zengilan ); - Maηa bir çanax taxıl ver ( Gence ); - Bir çanax üş put un girvənkədi ( Şeki ). (ADDL, 2007: 89) İ.Z.Eyüboğlu na göre Farsça çanağdan çanak ( kap, tuzluk, çanak ) oluşmuştur. Yazar, Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü nde farklı yorumlara

201 202 Zabite TEYMURLU yer vermiştir. Bu yorumlar doğrultusunda çanak kelimesinin diğer anlamları da ele alınmıştır: Kap, ölçü kabı, çanak, üç okkalık bir tahıl ölçeği, minare şerefesi, güneşten sertleşmiş ıslak toprak, fincan, ağaçtan ya da madenden yapılmış kap, dağ tepeleri üzerine çökük yerler, oyuklar. İ.Z. Eyuboğlu çeşitli sözlüklerden görüşler ileri sürerek yine de çanak kelimesinin kök bakımından Farsça olduğunu dile getiriyor. (TDES, 1998: ) Bahsolunan sözlükte çanak kelimesinin kap, ölçü kabı kimi anlamları Azerbaycan diyalektleri için geçerlidir. Türkiye Türkçesinin edebi dilini Azerbaycan diyalektleri ile karşılaştırdığımız zaman çanak kelimesinin içerdiği anlam bakımından yakınlık sezilir: Çanax ( Ağdam, Gedebey, Gence, Hanlar, Laçın, Nahçıvan, Şeki, Yevlah, Zengilan )- 1.saksı kâse. Türkiye Türkçesinin edebi dilinde çanak sözcüğü yayvan ve yuvarlak toprak kap anlamında kullanılmaktadır. (BTS, 1994:208) «Fakat Akşemseddin in çanağına ne burçak çorbası ne de yoğurt koyar, artan aşı da köpeklerin önüne döker» ( Ahmet H. Tanpınar ). 13.DAĞAR(I) Ağdam, Cebrayıl, Kelbecer, Kürdemir, Guba, Oğuz, Salyan, Şamahı diyalektleri - bak daqar I. Dur dağarı bura gəti ( Şamahı ); - Dağarı sua qoyqınan yımşalsın ( Salyan ); - Dağarda taxıl saxlıyıllar ( Oğuz ); - Bir dağar un gətidim ( Ağdam ); - Əli, o dağarı də: rmənə apar ( Kelbecer ). (ADDL, 2007: 110) Daqar I. ( Şeki ) koyun veya keçi derisinden hazırlanmış torba, kese Epbeyi daqara dolduruf getdi. (ADDL, 2007: 111) Dağar sözcüğü Türk edebi dilinde deri torba, yayvan ağızlı toprak kap, çanak, küp, çömlek, büyük saksı, ateş koymakta kullanılan toprak mangal anlamlarında kullanılır.(bts,1994:243) Türkiye Türkçesinde cık yapım eki almış şekli de kullanılır: Dağarcık içine öteberi ve yiyecek konan meşin torba (MBTS, C.I, 2006: 611): «Dağarcığından kumlu köy ekmeği ve suyu seli kaçmış Mihaliç peyniri çıkarıp verdi» (Sait Faik). Yeni Tarama Sözlüğü nde tağar, dağar sözcüklerinin Farsça teğār (kap, çanak, küp, çömlek) kelimesinden oluştuğu belirtilmiştir. (YTS, 1983:200) Bu kelimeye (dağar) Sibir, Kırgız, Altay Türklerinde de rastlanır. (Gadjiyeva, 1979: 63) Ordubad diyalektinde davarcığ Davarcığ onaltı kilo un tutur ; Ağbaba diyalektinde ise davarçın dağarcık, torba anlamında kullanılır. (ADDL 2007:120) Rüstemov Guba diyalektinde kullanılan dağar sözcüğünün iki anlamlarını da göstererek bu kelimeyi eşsesli kelimelere ait ediyor: dağar 1.Tahıl veya başka şey dökmek için deriden yapılmış kap; 2. Bu veya diğer şeyin gereğinden fazla kuruması. (Rüstemov, 1961: 210) Türkiye Türkçesinin edebi dilinde kullanılan damat kelimesi Guba diyalektinde damad şeklinde kullanılır: - Cəfərin damadı naxuşdu. (ADDL, 2007:113) «Dеmек orada, hеla aralığında, avanaк damadı yola gеtirmек için bir dul кızı bahtını dеnеsin istеmiş.» (Tahir, 1995:47) «Yumuşak huyluydu ama ailesi üzerinde sözü geçerdi; içlerinde damadı ve kızı da dahil, en fazla aylik almasının da böyle oluşta etkisi vardı.» (Karay, 2002:9) Farsça olan damat sözcüğünün

202 Azerbaycan Dili Diyalektlerinde ve Türk Edebî Dilinde Kullanılan Ortak Kelimeler 203 Türkiye Türkçesindeki diğer kullanış şekli güvey dir. (BTS 1994:249 ) «Sonunda eski zamanın gerdeğe girmiş gelin ve güveği imişler gibi Ata`nın aklına kızın ismini sormak gerekdi.»(karay, 2002:19) «Azerbaycan Dilinin İzahlı Lügati»nde ise damat kelimesinin anlamı «kızın kocasının kızın ebeveynlerine olan akrabalık bakımından yakınlığı; enişte» şeklinde verilir. Bu kelimeye edebi dil örneklerinde rastlamak mümkündür: «Çünki Fərəc xan Bağır xanın əmisi oğlu və damadıdır, heç bir əmrdə onun rəyinə müxalifət etməz» ( M.F. Axundzade); «Lakin ixdiyar bir şair öz damadına, öz övladına qarşı bu cür rüsvayçılıq yaradarsa, buna nə ad qoya bilərik?» ( M. S. Ordubadi); «Qızı çoxdan gətirmişdilər. Damad hələ gəlib çıxmamışdı» (A.Şaig) (ADİL, C.I, 2006: 525). Azerbaycan diyalektlerinin söz varlığında çeşitli fonetik terkiplerde kullanılır: Cebrayıl diyalektinde gəyəv sözcüğü damat anlamında kullanılır. (ADDL, 2007:180) Culfa, Ordubad, Şerur, Zengilan diyalektlerinde damat anlamını içeren sözcük giyəv dir.- Mənim giyəvimin adı Cəbrayıldı ( Culfa ) (ADDL, 2007:184). Guba diyalektinde giyo: ve giyov sözcükleri damat anlamında kullanılır. Zagatala diyalektinde damat a göyüm denilir. (ADDL, 2007:187). Göy ( Gazah, Tovuz, Marneuli, Dmanisi, Göyçay damat, gəv ( Şahbuz ), kürəkən, gəv ( Şahbuz ), göy (Şeki ) enişte. -Əlinin göyü danna bizə gələcək ( Göyçay ).(Ezizov, 1999:265) Türk dillerinde akrabalık terimlerinden bahseden Pokrovskaya kız kardeşin yahut teyzenin kocası anlamında күйеү kelimesi bulunmaktadır. (Pokrovskaya, 1961: 64) Azerbaycan dilinin Diyalektoloji Atlası nın 81.haritasında gösterildiği gibi giyev, goy şekilleri çok geniş alana yayılmıştır. (ADDA, 1990:188) Altaycanın tuba diyalektinde küye damat şeklindedir. (Ezizov, 1999:265) Damat anlamında göy sözcüğünü birçok Türk lehçelerinde de görmek mümkündür. Karaçay-Balkar: kюey//kuey;(1965:198) Nogay Türkçesinde: kueв.( 1956:218) Dede Korkut ta göygü damat şeklinde kullanılmıştır: Xan babamıη göygüsi, Qadın anamıη sevgisi (KDK,1988;72);Gördi dügündə göygü ox atar (KDK,1988:63) Söz konusu kelimenin burada başka kullanış şekline de rastlanır: Kül təpəcik olmaz, güyəgü oğul olmaz (KDK, 1988;31),...Bayındır xanın göygüsi, Qalın Oğuzın, dövləti, qalmış yiğit arxası Salur Qazan yerindən turmuşdı. (KDK, 1988:42) Oğuz atalarsözlerinde kelimenin gürəgi şekli vardır: Gürəgi oğul olmaz. (Oğuzname, 1992:68) Eski Türkiye Türkçesinde küdegü (konuk gelen, konuk olan) küdegi-küdeğigüveği/güveyi... Uygurcada küd kökünden türeyen küden (konuk, gelip geçici, kalıcı olmayan) kelimesiyle aynı köktendir. Yeni evlenen kimsenin bu adı alması, ayrı ev tutup taşınması, ata ocağından ayrılması olayıyla bağlantılı bulunsa gerek. Güveyi nin küdegü biçimiyle Moğolca küregen (güveyi) kök bağlantısının bulunduğu söylenir. (TDES, 1998:307) Nitekim Abdülkadir İnan bir çalışmasında bu sözüğün çoban ya da güdücü anlamında söylendiğini ileri sürür. O, eski Türklerde ( Moğollarda olduğu gibi ) güveyi nin kız evinde bir süre işgörmekle yükümlü bulunduğunu, bu nedenle küdegü / güveyi kelimelerin köken olarak çoban anlamana geldiğini savunur.(tdes, 1998:307) Azerbaycan Dilbiliminde Azerbaycan Türkçesinde damat anlamında kullanılan kürəkən

203 204 Zabite TEYMURLU lekseminin daha eski olduğu görüşü savunulmaktadır. (Moğolca kürgen < küriken damat, kürəkən < Moğolca kürken.) (Sevortyan, 1980: 45) 14.NİMDAR Astara, Bakı, İsmayıllı, Lenkaran, Salyan, Şamahı bölgelerinde minder anlamında kullanılmaktadır. - Oturmo: un, qoyın nimdar gətirim ( Şamaxı ); - A:z, Səknə xanım, nimdarı at ora, aton ossun ( Salyan ). (ADDL, 2007:375) Nimdər ( İsmayıllı, Salyan, Şamaxı ) bax nimdar. Nimdəri gəti altıma qoyım ( İsmayıllı ). (ADDL, 2007:375) Mimdər ( Ağcabədi ) minder. Azerbaycan ağızlarında minder anlamını ifade etmek için döşək, döşəkçə, balaca döşək, nalça, nimdər, dör döşəyi gibi sözcükler kullanılır. Şireliyev döşəkçə - nimdər nalça kelimelerini eşanlamlı kelimeler adlandırmış. (Şireliyev, 1962:347) Bu sözcüklerin bir kısmı belli ağızlar için, diğerleri ise farklı ağızları için daha geçerlidir. Bu bakımdan kuzey-batı ağızları diğer ağızlardan farklılık gösterir. Nitekim bu alanın ağızlarında döşək, döşəkçə, balaca döşək, dör döşəyi sözcükleri ile birlikte nimdər kelimesine de rastlıyoruz. Nimdər sözcüğünün yayılma alanı döşək, dör döşəyi sözcükleri kadar geniş olmasa da birkaç yerleşim birimlerinde - Gah ın Sarıbaş, İlisu ve Gebele nin Zalam köy şivesinde bu kelime tespit edilmiştir.(adda,1990:235) Nimdər sözcüğü güney alanı kapsayan ağızlarda, daha doğrusu, Lenkeran, Astara, Lerik ağızlarında yaygındır. (ADDA, 1990:235) Türkiye Türkçesinin edebi dilinde minder şeklinde kullanılır. (BTS, 1994:775): «Oh! geniş minderli, aralıklı bir köşe...».(karay, 2002:123) 15.XUY Gazah, Şeкi, Tovuz diyalektlerinde karakter, yaratılış anlamlarına gelir: Xuyunu bilmədiyin atın dalına niyə keçirsəŋ (Tovuz); - Atı at yanna bağlarsan at xuyu götürər, it yanna bağlarsan it ( Şeki ). (ADDA, 1990:230) Türkiye Türkçesinde huy şeklinde kullanılmakta ve aynı anlamı içermektedir. (BTS, 1994:503) Anadolu Türkçesinde huy sözcüğü daha çok davranışlarda ortaya çıkan alışkanlık anlamında söylenir. Yani belli bir alışkanlığı olup ondan geçmeyen kimse, geçimsiz, dengesiz. (TDES, 1989:328) Türkiye Türkçesinin edebi dilinde kullanış şekli: «O da bu huyunu iyi bilir, insan içinе pек кarışmazdı». (Buğra, 1992: 14). Azerbaycan atasözünde xoy sözcüğüne rastlamak mümkündür: Atı at yanında bağlarsan, həmrəng olmasa da, həm xoy olar. (ADİL, C.II, 2006: ) Xoy kelimesi Azerbaycan folklor örneklerinde de kullanılmış: «Bir xələt biçərəm Eyvaz boyuna; İncimərəm xasiyyəti-xoyundan.» (Köroğlu); «Əl işin, gül naxışın; Xoyun, xasiyyətin gözəl.» (Âşık Elesker) (ADİL, C. II 2006: 482) Eski Türk dili abidelerinde Fars kökenli xūy sözcüğünün xūy xū, xūy u xū şeklinde ahlak, tabiat, huy ve âdet anlamlarında kullanıldığı görülür. (YTS, 1983:108) Xuylanmağ Haçmaz, Guba diyalektlerinde heyecanlanmak. Nüş xuylanasan, burda bir şey yuxdu ki - Guba diyalekti. (ADDA, 1990:230) Xuylanmax I. anlamı Gah, Mingeçevir, Şeki diyalektlerinde bak. xuylanmağ. Üşax xuylanıtdı biraz, qorxutdu diyəsən ( Şeki ). (ADDA 1990:230) Xuylanmax

204 Azerbaycan Dili Diyalektlerinde ve Türk Edebî Dilinde Kullanılan Ortak Kelimeler 205 II. anlamı Tovuz diyalektinde şüphelenmeк.- Mənnən naxaxca xuylanırsaŋ, mən səŋ də:n döyləm. (ADDA 1990:230) Türkiye Türkçesinde huylanmaк sözcüğü Azerbaycan diyalекtlerinde olduğu gibi kuşkulanmak, işkillenmek anlamlarına gelir. (BTS, 1994:503) «Ali еmminin еşеği, açlıкtan olacaк, huysuzlanıyordu». (Buğra, 1992: 14). Bu örnekleri karşılıklı şekilde çoğaltılabilir. Azerbaycan diyalektlerinde ve Türk edebî dilinde kullanılan bu tür ortak kelimelerin sayısı oldukça çoktur. Ağızlarda kullanılan kelimeler zamanla edebî dile aktarılabilir. Bu da edebî dilimizin zenginleşmesini sağlar. Bu işlem daha önce de yapılmıştır. Örneğin; XX. Asrın ilk 30 yıllarında edebî dilimize diyalektlerimizde kullanılan kemik, tren, elbise, yarın, yavru, ırmak, kelebek, altın, kuyruk (sıra) gibi Türkiye Türkçesine özgü kelimeler geçti. Fakat dilimizde tutunamadı ve Azerbaycan Türkçesine has kelimelerle değiştirildi. (Gazıyeva, 2003: 85 86) Bu tür kelime alış verişi önem arz etmektedir. Çünkü dilde hiçbir şey iz bırakmadan yok olamaz. Dilimizin izlerine hatta yabancı dillerde de rastlayabiliyoruz. Bu da Türkçenin üstünlüğünün göstergesidir. Bizce makalemizde ele aldığımız hem Azerbaycan Türkçesinin diyalektlerinde hem de Türkiye Türkçesinin edebî dilinde bulunan ortak kelimeler hâlâ dilimizde varlığını sürdürmesi bakımından canlı kelimelerdir. SONUÇ Azerbaycan Türkçesinin oluşumuna kadar Azerbaycan da çeşitli etnik gruplar yaşamışlardır. Azerbaycan Türkçesinin teşekkülünde bahsedilen etnik grupların aynı coğrafyada yaşamaları önemli bir husustur. Ezizov, bu konumdaki dilcilerin görüşleri üzerinde durulması gerektiğini önemle vurgulamaktadır. O, Azerbaycan da Türk dilinin yayılmasından bahsederken sonradan gelen Türk tayfalarının rolünün çok abartıldığını, halk dilinin şekillenmesinde yerli Türk boylarının rolünün tam olarak dikkate alınmadığını belirtiyor. XI. yüzyıla kadar Türklerin de yerli etkileşimde (Türk veya Türk olmayan boylarla) oldukları unutulmaması gerektiğini vurguluyor. ( Ezizov, 1999:53) Azerbaycan Türkçesinin oluşumu sadece Türk boylarının Azerbaycan a gelip yerleşmeleriyle gerçekleşmemiştir. Selçuklu Türklerinin Azerbaycan a gelmesi XI. asra denk gelir. Bu devirde ( X. XI. yüzyıllar ) yeni gelen Selçukluların fethi Oğuz-Selçukluların siyasi tutumunun üstünlüğü sonucunda onların dili Azerbaycan edebî dilinin ortaya çıkmasında esas alınmıştır. Dede Korkut ta Oğuz özellikleri açık şekilde görülür. (Hacıyev, 1976: 40) Zaten, Dede Korkut un dili Azerbaycan ve Türkiye Türkçesinin daha birbirinden ayrılmadığı döneme aittir. Bugün Türkiye Türkçesinin edebî dili ile dil farklılıkları gösteren Azerbaycan Türkçesinin diyaletklerinde bunun tarihî izlerine şahit olmaktayız. Tüm bunlar halkın tefekkürünün ifadesi olan dilde yaşıyor. Yazıya geçenler kayıt altına alnır, yazıya alınamayanlar folklor ürünlerinde, ağızlarda varlığını sürdürür.

205 206 Zabite TEYMURLU KAYNAKÇA AYVERDİ, İlhan. (Mart 2006), Misalli Büyük Türkçe Sözlük, C.1,C.2,C.3, İstanbul: MAS Matbaacılık. Azerbaycan Dilinin Diyaletkoloji Atlası, (1990), Bakı: Elm Neşriyyatı. Azerbaycan Dilinin İzahlı Lüğeti, (2006), C.I-II, Bakı: Şerq-Qerb. Azerbaycan Diyaletkoloji Lüğeti, (1999), C.I, Ankara: TDK Yay. Azerbaycan Diyaletkoloji Lüğeti, (2003), C.II, Ankara: TDK Yay. Azerbaycan Dili Tarihi Meseleleri (ilmi eserlerin tematik toplusu),(1989), Bakı: Azerbaycan Universiteti Neşriyatı. BUĞRA, TARIK, (1992), Кüçüк Ağa,, İstanbul: MЕB. DOĞAN, Dr.Mehmet, (1994), Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul: Ülke Yayın Ltd.Şti. EYUBOĞLU, İsmet, Zeki, (1998), Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü, İstanbul: Sosyal Yayınlar. EZİZOV, Elbrus, (1999), Azerbaycan Dilinin Tarihi Diyaletkologiyası, Bakı: Bakı Universiteti Neşriyyatı. GADJİYEVA, N.Z., (1979), Tyurkoyazıçnoye Arealı Kavkaza, Moskova: Nauka GAZIYEVA, Nezaket, (2003), Azerbaycan Edebi Dili Normalarının Formalaşmasında Diyaletklerin Rolu, Bakı: Tehsil EİM. HACIYEV,Tofiq, (1976), Azərbaycan ədəbi dili tarixi, Bakı: ADU nəşri. HACIYEVA,Galibe,(1/3 Spring 2008), Azerbaycan ve Türkiye Türkçesinin Ortak Diyalektizmleri Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi. The Journal Of International Social Research, Cilt1, Sayı: 3 İlkbahar. KARAHAN, Leyla, (Mart 1999), Azerbaycan Diyalektoloji Atlası Hakkında, Türk Dili, Dil ve Edebiyat Dergisi, Sayı:567, Ankara: TDK Yay., s Kitabi-Dede Qorqud, (1988), Bakı: Yazıçı. MUSAYEV, K.M., (1984), Leksikologiya Tyurskih Yazıkov, Moskova:Nauka. POKROVSKAYA, L.A., (1961), Terminı Rodstva v Tyurskih Yazıkov// İstoriçeskoye Razvitiye Leksiki Tyurskih Yazıkov, Moskova: İzd-vo Ah SSSR. RÜSTEMOV, R.E, (1961), Guba Diyaletki, Bakı: Azerb. SSR EA Neşriyatı. Russko-Karaçayevo-Balkarskiy Slovar, (1956), Moskova: İzd-vo «Sovetskaya Ensiklopediya».

206 Azerbaycan Dili Diyalektlerinde ve Türk Edebî Dilinde Kullanılan Ortak Kelimeler 207 Russko-Nogayskiy Slovar,(1956), Moskova: GİS. Oğuzname ( Emsal-i Mehmedali), (1992), XVI. yy.da yazılmış Türk Atasözleri Kitabı, (hzl. Samed Alizade vd.), İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı. KARAY, Refik Halit, (2002), Bugünün Saraylısı, İstanbul: İnkilap Yayınları. SEVORTYAN, E.V., (1980), Etimoloqiçeskiy Slovar Tyurskih Yazıkov, Moskova: İzd-vo «Nauka». ŞİRELİYEV, M., (1962), Azerbaycan Diyaletkologiyasının Esasları, Bakı: ELM TAHİR, Kemal, (1995), Esir Şehrin İnsanları, İstanbul: Adam Yayınları. Türkiye de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü, (1963), C.1, Ankara: Türk Dil Kurumu.

207 Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: BAĞDAD, Untersuchungen Zur Entwicklung Einer Osmanischen Provinzhauptstadt im 19. Jahrhundert. Mit Bio-Bibliographischem Register [= 19. Yüzyılda Bir Osmanlı Eyalet Başşehrinin Gelişimine Dair Araştırmalar. Bio-Bibliyografik Liste İle ] Yazar : Kerem KAYİ Yayınevi : Peter Lang Yer&Yıl : Frankfurt am Main 2007 Sayfa : 526 s. Yrd. Doç. Dr. Ali CAN Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Şerife GÜLPINAR Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kevsr.77@hotmail.com 762 de kurulan, 1258 Moğol istilasından sonra çeşitli devletlerin hakimiyeti altında kaldıktan sonra, arası Osmanlılar ve kısa bir süre arasında da Safaviler in egemenliği altında bir şehir olarak yüzyıllar geçiren ve tarihî değerine nispetle bugüne kadar çok az araştırmaya konu olan Bağdat şehri, bu çalışmada, 1534 ten 1917 ye kadarki bütün Osmanlı dönemi içinde, yılları arası kesit halinde incelenmektedir. Osmanlı Devleti nde merkezden uzakta önemli bir vilayet olan Bağdat şehrinin sözü edilen döneme ait genel bir manzarasını ortaya koyan bir şehir araştırması olan bu eserin diğer bir özelliği, bu kökü çok eskiye uzanan belde hakkında yapılan çalışmalar ve kaynak niteliğindeki eserlerin derlendiği bir literatür çalışması niteliği de taşımasıdır. Çalışmanın ana bölümlerinden önce, kitapta geçen tablolar ve sayfa numaralarını gösteren bir tablolar listesi, bibliyografya ve transkripsiyon hakkında verilen bilgilendirme notları ve kısaltmaları içeren kısa bir bölüm yer almaktadır (ss. 9-16). Beş bölüm halinde düzenlenen kitabın sonunda yer alan Ekler (ss ) ve Literatür (ss ) kısımları da eserin genel hacmine nispetle önemli bir yekûnu oluşturmaktadır. Konunun anlaşılabilmesi açısından ana bölümler kadar dikkatle okunmaya değen ve ayrı başlıklar altında listelenen ekler ve literatür

Kitap Tanıtımı & Eleştiri

Kitap Tanıtımı & Eleştiri SELÇUK ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Yıl: 2010 Sayı: 23 ISSN 1300 4921 KONYA SELÇUK ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ JOURNAL OF FACULTY OF LETTERS Yılda iki defa yayınlanan hakemli bir

Detaylı

YILLARI ARASINDA KNİDOS TA BULUNAN BİR GRUP KANDİL

YILLARI ARASINDA KNİDOS TA BULUNAN BİR GRUP KANDİL Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2010, Sayı/Number: 23, Sayfa/Page: 9-21 1988 1998 YILLARI ARASINDA KNİDOS TA BULUNAN BİR GRUP

Detaylı

YILLARI ARASINDA KNİDOS TA BULUNAN BİR GRUP KANDİL. Özet A GROUP OF CANDLES FOUND IN KNIDOS BETWEEN THE YEARS

YILLARI ARASINDA KNİDOS TA BULUNAN BİR GRUP KANDİL. Özet A GROUP OF CANDLES FOUND IN KNIDOS BETWEEN THE YEARS Selçuk Üniversitesi/Seljuk University Edebiyat Fakültesi Dergisi/Journal of Faculty of Letters Yıl/ Year: 2011, Sayı/Number: 25, Sayfa/Page: 57-72 1988 1998 YILLARI ARASINDA KNİDOS TA BULUNAN BİR GRUP

Detaylı

EDEBiYAT FAKULTESI DERGiSi

EDEBiYAT FAKULTESI DERGiSi ,. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ EDEBiYAT FAKULTESI DERGiSi :. Yıl:2009 Sayı: 22 ISSN 1300-4921 KONYA SELÇUK ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ JOURNAL OF FACULTY OF LETIERS Yılda iki defa yayın lanan hakemli

Detaylı

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Sayı: 27 Eylül 2012 ISSN 1300 4921 KONYA SELÇUK ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ JOURNAL OF FACULTY OF LETTERS Yılda iki defa yayınlanan ulusal hakemli

Detaylı

... SELÇUK.UNIVERS~!ESI. FEN-EDEBIYAT FAKULTESI. EDEBiYAT DERGiSi. Yıl:2007. Sayı: 18 ISSN KONYA

... SELÇUK.UNIVERS~!ESI. FEN-EDEBIYAT FAKULTESI. EDEBiYAT DERGiSi. Yıl:2007. Sayı: 18 ISSN KONYA ..... SELÇUK.UNIVERS~!ESI. FEN-EDEBIYAT FAKULTESI EDEBiYAT DERGiSi Yıl:2007 Sayı: 18 ISSN 1300-4921 KONYA SELÇUK ÜNİVERSİTESİ. FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ EDEBİYAT DERGİSİ JOURNAL OF SOCIAL SCIENCES Yılda iki

Detaylı

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ JOURNAL OF FACULTY OF LETTERS Yılda iki defa yayınlanan ulusal hakemli, yaygın süreli bir dergidir. Yıl

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ JOURNAL OF FACULTY OF LETTERS Yılda iki defa yayınlanan ulusal hakemli, yaygın süreli bir dergidir. Yıl SELÇUK ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Sayı: 33 YAZ 2015 ISSN 1300 4921 KONYA SELÇUK ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ JOURNAL OF FACULTY OF LETTERS Yılda iki defa yayınlanan ulusal hakemli,

Detaylı

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ.. EDEBiYAT DERGiSi KONYA2006

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ.. EDEBiYAT DERGiSi KONYA2006 , SELÇUK ÜNİVERSİTESİ FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ. EDEBiYAT DERGiSi KONYA2006 SELÇUK ÜNİVERSİTESİ FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ EDEBİYAT DERGİSİ JOURNAL OF SOCIAL SCIENCES Yılda iki defa yayınlanan hakemli bir dergidir

Detaylı

The Byzantine-Era Daily Use Pottery Found in the Thermal Spring in Allianoi

The Byzantine-Era Daily Use Pottery Found in the Thermal Spring in Allianoi ALLIANOI ANTİK ILICASI NDA ÜRETİLEN ERKEN BİZANS DÖNEMİ GÜNLÜK KULLANIM KAPLARI* **Hande YEŞİLOVA Öz Allianoi antik ılıcası içersinde, Geç Roma Erken Bizans Dönemi yerleşiminde bulunan, seramik fırınlarında

Detaylı

15. MÜZE ÇALIŞMALARI ve KURTARMA KAZILARI SEMPOZYUMU

15. MÜZE ÇALIŞMALARI ve KURTARMA KAZILARI SEMPOZYUMU T.C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü 15. MÜZE ÇALIŞMALARI ve KURTARMA KAZILARI SEMPOZYUMU 24-26 NİSAN 2006 ALANYA T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayın No : 3082

Detaylı

Prof.Dr. ASLI SARAÇOĞLU

Prof.Dr. ASLI SARAÇOĞLU Prof.Dr. ASLI SARAÇOĞLU Arkeoloji Bölümü Klasik Eğitim Bilgileri 1985-1989 Lisans Atatürk Üniversitesi 1989-1991 Yüksek Lisans Atatürk Üniversitesi 1992-1997 Doktora Atatürk Üniversitesi Arkeoloji Bölümü

Detaylı

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...7 KISALTMALAR GİRİŞ İran ve Türk Edebiyatlarında Husrev ü Şirin Hikâyesi BİRİNCİ BÖLÜM Âzerî nin Biyografisi...

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...7 KISALTMALAR GİRİŞ İran ve Türk Edebiyatlarında Husrev ü Şirin Hikâyesi BİRİNCİ BÖLÜM Âzerî nin Biyografisi... İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...7 KISALTMALAR...11 GİRİŞ İran ve Türk Edebiyatlarında Husrev ü Şirin Hikâyesi...13 BİRİNCİ BÖLÜM Âzerî nin Biyografisi...27 5 İKİNCİ BÖLÜM Husrev ü Şirin Mesnevisinin İncelenmesi...57

Detaylı

BURDUR MÜZESİ NDEN PLASTİK BİR KANDİL A PLASTIC LAMP IN BURDUR MUSEUM

BURDUR MÜZESİ NDEN PLASTİK BİR KANDİL A PLASTIC LAMP IN BURDUR MUSEUM BURDUR MÜZESİ NDEN PLASTİK BİR KANDİL A PLASTIC LAMP IN BURDUR MUSEUM Hüseyin METİN 1 Öz Bu çalışmada Burdur Müzesi ne satın alma yolu ile gelmiş, plastik bir kandilin tanıtılması ve tarihlendirilmesi

Detaylı

YRD. DOÇ. DR. ABDÜLKERİM GÜLHAN 0266 6121000/4508. agulhan@balikesir.edu.tr

YRD. DOÇ. DR. ABDÜLKERİM GÜLHAN 0266 6121000/4508. agulhan@balikesir.edu.tr YRD. DOÇ. DR. ABDÜLKERİM GÜLHAN ÖZGEÇMİŞ 1. Adı Soyadı Abdülkerim Gülhan İletişim Bilgileri Adres Balıkesir Ü. Fen Edebiyat Fakültesi Çağış Yerleşkesi Balıkesir Telefon Mail 0266 6121000/4508 agulhan@balikesir.edu.tr

Detaylı

S A I15 NUMBER Y I L08

S A I15 NUMBER Y I L08 S A I15 Y NUMBER Y I L08 Y E A R Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Divan Edebiyatı Vakfı (DEV) yayınıdır. Yayın Türü Dizgi-Mizanpaj Baskı-Cilt Kapak Tasarım İlmî ve Edebî Divan Edebiyatı Vakfı Dizgi

Detaylı

ĐLÂHĐYAT FAKÜLTESĐ DERGĐSĐ

ĐLÂHĐYAT FAKÜLTESĐ DERGĐSĐ ÇUKUROVA ÜNĐVERSĐTESĐ ĐLÂHĐYAT FAKÜLTESĐ DERGĐSĐ Çukurova University Journal of Faculty of Divinity Cilt 11 Sayı 2 Temmuz-Aralık 2011 ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ ISSN: 1303-3670 Sahibi

Detaylı

ÖZ GEÇMİŞ II. Akademik ve Mesleki Geçmiş

ÖZ GEÇMİŞ II. Akademik ve Mesleki Geçmiş ÖZ GEÇMİŞ I. Adı Soyadı (Unvanı) Mustafa ARSLAN (Yrd.Doç.Dr.) Doktora: Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007. E-posta: (kurum/özel) marslan@ybu.edu.tr; musarslan19@gmail.com Web sayfası

Detaylı

Simetrik biçimde, merkezi kompozisyon düzeninde,

Simetrik biçimde, merkezi kompozisyon düzeninde, Deniz AYDA i»lijli ngiliz Sanat Tarihçisi, Eleştirmen ve Şair 5 jiliii olan Herber READ "Bir milletin sanatılljijijj nı ve du\;arlık derecesirii seramiği ile liül ölçün" demektedir. Çünkü seramiği yaratan

Detaylı

Dr. Öğr. Üyesi Volkan YILDIZ Y. Lisans Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Doktora Selçuk Üniversitesi. Arkeoloji

Dr. Öğr. Üyesi Volkan YILDIZ Y. Lisans Selçuk Üniversitesi Arkeoloji Doktora Selçuk Üniversitesi. Arkeoloji Dr. Öğr. Üyesi Volkan YILDIZ ÖĞRENİM DURUMU Derece Üniversite Bölüm / Program Selçuk Fen- Edebiyat Fakültesi, Klasik 998-00 Y. Selçuk Sosyal Bilimler Enstitüsü, Klasik 00-006 Doktora Selçuk Sosyal Bilimler

Detaylı

HELENİSTİK DÖNEM. Pergamon - Bergama. Erken Dönem M.Ö. 8.-6. yüzyıllar -kırık buluntuları -erken dönem kent duvarı

HELENİSTİK DÖNEM. Pergamon - Bergama. Erken Dönem M.Ö. 8.-6. yüzyıllar -kırık buluntuları -erken dönem kent duvarı Pergamon - Bergama Erken Dönem M.Ö. 8.-6. yüzyıllar -kırık buluntuları -erken dönem kent duvarı Krallar Hanedanı Dönemi Helenistik Dönem Philetairos M.Ö. 281 263 I. Eumenes M.Ö. 263 241 I. Attalos M.Ö.

Detaylı

ARZU ATİK, Yard. Doç. Dr.

ARZU ATİK, Yard. Doç. Dr. ARZU ATİK, Yard. Doç. Dr. arzuuatik@gmail.com EĞİTİM Doktora 2003-2009: Marmara Üniversitesi, Eski Türk Edebiyatı Anabilim Dalı, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Tez konusu:

Detaylı

ANTİK ÇAĞDA ANADOLU DERS 11 HELLEN SERAMİK SANATI

ANTİK ÇAĞDA ANADOLU DERS 11 HELLEN SERAMİK SANATI ANTİK ÇAĞDA ANADOLU DERS 11 HELLEN SERAMİK SANATI ANTİK ÇAĞDA SERAMİK BEZEME TEKNİKLERİ Antik çağda seramiklerin bezenmesinde/süslenmesinde seyreltilmiş/sulandırılmış kil içeren ve firnis olarak anılan

Detaylı

İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ

İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Çukurova University Journal of Faculty of Divinity Cilt 10 Sayı 1 Ocak-Haziran 2010 ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ ISSN: 1303-3670 Sahibi

Detaylı

HADRIANOUPOLIS SURLARI KURTARMA KAZISINDA BULUNAN ROMA VE BİZANS DÖNEMİ KANDİLLERİ

HADRIANOUPOLIS SURLARI KURTARMA KAZISINDA BULUNAN ROMA VE BİZANS DÖNEMİ KANDİLLERİ T.C. DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ KLASİK ARKEOLOJİ ANABİLİM DALI ARKEOLOJİ PROGRAMI YÜKSEK LİSANS TEZİ HADRIANOUPOLIS SURLARI KURTARMA KAZISINDA BULUNAN ROMA VE BİZANS DÖNEMİ KANDİLLERİ

Detaylı

A Y I NUMBER Y I L 10

A Y I NUMBER Y I L 10 S 18 A Y I NUMBER Y I L 10 Y E A R Divan Edebiyatı Vakfı (DEV) yayınıdır. Yayın Türü Dizgi-Mizanpaj Baskı-Cilt Kapak Tasarım İlmî ve Edebî Divan Edebiyatı Vakfı Dizgi Servisi Bayrak Yayımcılık Matbaa San.

Detaylı

Get to know Hodja Dehhânî Through Other Poet s Poems:

Get to know Hodja Dehhânî Through Other Poet s Poems: Hoca Dehhânî yi iyle : 1 ÖZET Mücahit KAÇAR 2, kaside Dehhân neredeyse bütün antoloji ve edebiyat tarihi söz konusu görülmektedir. Oysaki hem atfedilen gazellerine yeniden Anahtar Kelimeler: Dehhânî, Kemâl

Detaylı

Yrd.Doç.Dr. MURAT ÇEKİLMEZ

Yrd.Doç.Dr. MURAT ÇEKİLMEZ Yrd.Doç.Dr. MURAT ÇEKİLMEZ Arkeoloji Bölümü Klasik Eğitim Bilgileri Arkeoloji Bölümü 2001-2005 Lisans Adnan Menderes Üniversitesi Arkeoloji Pr. 2005-2008 Yüksek Lisans Adnan Menderes ÜniversitesiSosyal

Detaylı

ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU KAZI DESTEĞİ: POLEMAİOS ONUR ANITININ KAZI, RESTİTÜSYON VE RESTORASYON RAPORU

ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU KAZI DESTEĞİ: POLEMAİOS ONUR ANITININ KAZI, RESTİTÜSYON VE RESTORASYON RAPORU ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU KAZI DESTEĞİ: POLEMAİOS ONUR ANITININ KAZI, RESTİTÜSYON VE RESTORASYON RAPORU Kutsal alanlardaki Onur Anıtları, kente ya da kentin kutsal alanlarına maddi ve

Detaylı

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ JOURNAL OF FACULTY OF LETTERS Yılda iki defa yayınlanan ulusal hakemli, yaygın süreli bir dergidir. Yıl

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ JOURNAL OF FACULTY OF LETTERS Yılda iki defa yayınlanan ulusal hakemli, yaygın süreli bir dergidir. Yıl SELÇUK ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Sayı: 34 KIŞ 2015 ISSN 1300 4921 KONYA SELÇUK ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ JOURNAL OF FACULTY OF LETTERS Yılda iki defa yayınlanan ulusal hakemli,

Detaylı

HAKKIMIZDA. *TÜBİTAK/ULAKBİM-Sosyal Bilimler Veri Tabanı (2003 ten itibaren) *Modern Language Association of America (MLA) (2010 dan itibaren)

HAKKIMIZDA. *TÜBİTAK/ULAKBİM-Sosyal Bilimler Veri Tabanı (2003 ten itibaren) *Modern Language Association of America (MLA) (2010 dan itibaren) HAKKIMIZDA Tarih İncelemeleri si (TİD), Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü tarafından yayımlanan, 2009 yılı Temmuz ayından itibaren, uluslararası hakemli bir dergidir. İlk sayısı 1983 yılında

Detaylı

EDEBiYAT FAKULTESI DERGISI

EDEBiYAT FAKULTESI DERGISI SELÇUK ÜNİVERSİTESİ EDEBiYAT FAKULTESI DERGISI Yıl: 2009 Sayı: 21 ISSN 1300-4921 KONYA \ - SELÇUK ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ JOURNAL OF FACULTY OF LETIERS Yılda iki defa yayınlanan hakemli

Detaylı

KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ. Yıl: 5 Sayı: 10 Aralık 2015

KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ. Yıl: 5 Sayı: 10 Aralık 2015 155 KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Yıl: 5 Sayı: 10 Aralık 2015 KARADENIZ TECHNICAL UNIVERSITY INSTITUTE of SOCIAL SCIENCES JOURNAL of SOCIAL SCIENCES Year:

Detaylı

Sayı: 4 Yıl: 2016 I S S N ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ

Sayı: 4 Yıl: 2016 I S S N ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ Sayı: 4 Yıl: 2016 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ Sayı: 4 Yıl: 2016 Dergimiz İSAM Kütüphanesi tarafından taranmaktadır. www.isam.org.tr Sayfa Tasarımı Erşahin Ahmet AYHÜN

Detaylı

CEDRUS The Journal of MCRI

CEDRUS The Journal of MCRI CEDRUS The Journal of MCRI cedrus.akdeniz.edu.tr Cedrus III (2015) 89-117 DOI: 10.13113/CEDRUS.2015011397 ANDRİAKE SİNAGOGU NDAN SEÇİLMİŞ ÖRNEKLERLE HELLENİSTİK VE ROMA DÖNEMİ SERAMİKLERİNE GENEL BİR BAKIŞ

Detaylı

Yrd. Doç. Dr. Güler ATEŞ

Yrd. Doç. Dr. Güler ATEŞ Yrd. Doç. Dr. Güler ATEŞ ÖĞRENİM DURUMU Derece Üniversite Bölüm / Program Lisans İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı 9-99 Lisans Heidelberg Üniversitesi Klasik Arkeoloji,

Detaylı

ERSOY ve. Bakıslar. Genc. Mehmet Akif. İstiklal Marşı na. Sempozyumu 1 2-1 3 M a r t 2 0 1 1 / B A R T I N. İstiklal Marşı nın Kabulünün

ERSOY ve. Bakıslar. Genc. Mehmet Akif. İstiklal Marşı na. Sempozyumu 1 2-1 3 M a r t 2 0 1 1 / B A R T I N. İstiklal Marşı nın Kabulünün İ B A R T I N Ü N İ V E R S İ T E S BARTIN ÜNİVERSİTESİ İstiklal Marşı nın 90 Kabulünün Yılında Mehmet Akif ERSOY ve İstiklal Marşı na Genc Bakıslar Ulusal Öğrenci Sempozyumu 1 2-1 3 M a r t 2 0 1 1 /

Detaylı

İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ

İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ DİN PSİKOLOJİSİ ÖZEL SAYISI Prof. Dr. Kerim Yavuz Armağanı Çukurova University Journal of Faculty of Divinity Cilt 12 Sayı 2 Temmuz-Aralık 2012 ÇUKUROVA

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Yıl. Lisans Sanat Tarihi Ege Üniversitesi Y. Lisans Sanat Tarihi Ege Üniversitesi 1998

ÖZGEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Yıl. Lisans Sanat Tarihi Ege Üniversitesi Y. Lisans Sanat Tarihi Ege Üniversitesi 1998 1. Adı Soyadı: Sedat Bayrakal 2. Doğum Tarihi: 17.08.1969 3. Unvanı: Prof. Dr. 4. Öğrenim Durumu: ÖZGEÇMİŞ Derece Alan Üniversite Yıl Lisans Sanat Tarihi Ege Üniversitesi 1995 Y. Lisans Sanat Tarihi Ege

Detaylı

ÖZ GEÇMİŞ. Çalıştığı Kurum : Giresun Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğrenim Durumu : Doktora

ÖZ GEÇMİŞ. Çalıştığı Kurum : Giresun Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğrenim Durumu : Doktora ÖZ GEÇMİŞ A. KİŞİSEL BİLGİLER: Adı Soyadı : Hamza KOÇ Doğum Tarihi : 19.09.1983 Doğum Yeri : Akçaabat-TRABZON Çalıştığı Kurum : Giresun Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

Detaylı

HUKUK FAKÜLTESİ DERGİSİ

HUKUK FAKÜLTESİ DERGİSİ Cilt:15-16, Sayı:22-23-24-25, Yıl:2010-2011 Vol:15-16, No:22-23-24-25, Year:2010-2011 ISSN: 1303-9105 DİCLE ÜNİVERSİTESİ HUKUK FAKÜLTESİ DERGİSİ Journal of the Faculty of Law of Dicle University DİCLE

Detaylı

PROF. DR. CENGİZ ALYILMAZ

PROF. DR. CENGİZ ALYILMAZ PROF. DR. CENGİZ ALYILMAZ Adı ve Soyadı : Cengiz ALYILMAZ : Prof. Dr. Bölüm/ Anabilim Dalı : Türkçe Eğitimi Bölümü Doğum Tarihi : 11.4.1966 Doğum Yeri : Kars Çalışma Konusu : Eski Türk Dili, Türkçe Eğitimi,

Detaylı

Sahibi: Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği adına Mehmet Veysî DÖRTBUDAK. Editör: Prof. Dr. Mustafa YILDIRIM

Sahibi: Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği adına Mehmet Veysî DÖRTBUDAK. Editör: Prof. Dr. Mustafa YILDIRIM Sahibi: Mevlânâ Düşüncesi Araştırmaları Derneği adına Mehmet Veysî DÖRTBUDAK Editör: Prof. Dr. Mustafa YILDIRIM Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Gürol PEHLİVAN Yabancı Dil Danışmanları Prof. Dr. Metin EKİCİ

Detaylı

Aynı Duvarda Düzlenmiş ve Düzlenmemiş Yüzeyler

Aynı Duvarda Düzlenmiş ve Düzlenmemiş Yüzeyler Aynı Duvarda Düzlenmiş ve Düzlenmemiş Yüzeyler PRİENE NİN KONUTLARI BERGAMA ANTİK KENTİ YUNAN DÖNEMİ ŞEHİR YAPISI MÖ 1050 yıllarından sonra ise genelde Polis adı verilen ilk kent devletleri kurulmaya

Detaylı

ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ ENSTİTÜSÜ TEZ YAZIM KURALLARI

ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ ENSTİTÜSÜ TEZ YAZIM KURALLARI ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ ENSTİTÜSÜ TEZ YAZIM KURALLARI 1. GİRİŞ Bu kılavuzun amacı; Atatürk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü nde hazırlanan yüksek

Detaylı

İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ

İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Çukurova University Journal of Faculty of Divinity Cilt 15 Sayı 1 Ocak-Haziran 2015 T. C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ 2015 (15/1) Ocak-Haziran

Detaylı

DASKYLEİON 2011 KAZI SEZONU ÇALIŞMALARI

DASKYLEİON 2011 KAZI SEZONU ÇALIŞMALARI DASKYLEİON 2011 KAZI SEZONU ÇALIŞMALARI Daskyleion da 2011 sezonu kazıları Hisartepe Höyüğü nün doğu yamacında, yerleşimin ana girişinin aşağısında, Hellenistik Dönem yolunun iki yakasında; Akropolis te

Detaylı

Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi ISSN 1302 6658

Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi ISSN 1302 6658 Kocaeli Üniversitesi ISSN 1302 6658 Yusuf Bayraktutan, Yüksel Bayraktar Yakınlaşma Kriterleri Bağlamında AB Genişlemesi ve Türkiye Tahir Büyükakın, Cemil Erarslan Enflasyon Hedeflemesi ve Türkiye de Uygulanabilirliğinin

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Yıl. Lisans Sanat Tarihi Ege Üniversitesi Y. Lisans Sanat Tarihi Ege Üniversitesi 1998

ÖZGEÇMİŞ. Derece Alan Üniversite Yıl. Lisans Sanat Tarihi Ege Üniversitesi Y. Lisans Sanat Tarihi Ege Üniversitesi 1998 1. Adı Soyadı: Sedat Bayrakal 2. Doğum Tarihi: 17.08.1969 3. Unvanı: Prof.Dr. 4. Öğrenim Durumu: ÖZGEÇMİŞ Derece Alan Üniversite Yıl Lisans Sanat Tarihi Ege Üniversitesi 1995 Y. Lisans Sanat Tarihi Ege

Detaylı

GAZİ ÜNİVERSİTESİ ÇORUM İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ

GAZİ ÜNİVERSİTESİ ÇORUM İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ GAZİ ÜNİVERSİTESİ ÇORUM İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ ISSN 1303-7757 2003/1 Yıl: 2, Cilt: II, Sayı: 3 GAZI UNIVERSITY THE JOURNAL OF CORUM FACULTY OF THEOLOGY ISSN 1303-7757 2003/1 Year: 2, Vol.:II, Issue:

Detaylı

ULUSAL SEMPOZYUM TARİHİ SÜREÇTE MEVLÂNA VE ESERLERİ

ULUSAL SEMPOZYUM TARİHİ SÜREÇTE MEVLÂNA VE ESERLERİ ULUSAL SEMPOZYUM TARİHİ SÜREÇTE MEVLÂNA VE ESERLERİ 08-10 ARALIK 2011 SELÇUK ÜNİVERSİTESİ ALAEDDİN KEYKUBAT YERLEŞKESİ S. DEMİREL KÜLTÜR MERKEZİ KONYA Sempozyum Onursal Başkanı Prof. Dr. Süleyman OKUDAN

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. : Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. : :

ÖZGEÇMİŞ. : Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü. : : ÖZGEÇMİŞ 1. Adı Soyadı : Feridun TEKİN Adres Telefon E-posta : Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü : 310 54 84 : feridun.tekin@giresun.edu.tr 2. Doğum Tarihi : 30.05. 1964 3. Unvanı :

Detaylı

MUGLA LETOON ANTİK KENTİ ÖZDİRENÇ UYGULAMALARI

MUGLA LETOON ANTİK KENTİ ÖZDİRENÇ UYGULAMALARI Özel Bölüm MUGLA LETOON ANTİK KENTİ ÖZDİRENÇ UYGULAMALARI İsmail Ergüder*, Ezel Babayiğit*, Doç. Dr. Sema Atik Korkmaz** * TKİ Kurumu Genel Müdürlüğü 06330, Ankara. ** Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler

Detaylı

T.C. NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNİVERSİTESİ. Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığı İLGİLİ MAKAMA

T.C. NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNİVERSİTESİ. Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığı İLGİLİ MAKAMA Sayı : 10476336-100-E.531 29/01/2019 Konu : Ders İçerikleri-Çağdaş Türk Lehçerleri ve Edebiyatları Bölümü İLGİLİ MAKAMA Bu belge 5070 Elektronik İmza Kanununa uygun olarak imzalanmış olup, Fakültemiz Çağdaş

Detaylı

Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi. The Journal of International Social Research. Cilt: 6 Sayı: 25 Volume: 6 Issue: 25

Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi. The Journal of International Social Research. Cilt: 6 Sayı: 25 Volume: 6 Issue: 25 Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi The Journal of International Social Research Cilt: 6 Sayı: 25 Volume: 6 Issue: 25 -Prof. Dr. Hamza GÜNDOĞDU Özel Sayısıwww.sosyalarastirmalar.com Issn: 1307-9581

Detaylı

İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ

İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Çukurova University Journal of Faculty of Divinity Cilt 12 Sayı 1 Ocak-Haziran 2012 ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ 2012 (12/1) Ocak-Haziran

Detaylı

SȖDȂN SEYAHȂTNȂMESİ: METİN VE İNCELEME

SȖDȂN SEYAHȂTNȂMESİ: METİN VE İNCELEME T.C. FATİH SULTAN MEHMET VAKIF ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI SȖDȂN SEYAHȂTNȂMESİ: METİN VE İNCELEME Khalid Khater Mohemed Ali 130101036 TEZ DANIŞMANI Prof.

Detaylı

KUR AN ve SAHÂBE SEMPOZYUMU

KUR AN ve SAHÂBE SEMPOZYUMU XII. TEFSİR AKADEMİSYENLERİ KOORDİNASYON TOPLANTISI KUR AN ve SAHÂBE SEMPOZYUMU (22-23 MAYIS 2015 / SİVAS) Editör Prof. Dr. Hasan KESKİN Yrd. Doç. Dr. Abdullah DEMİR Sivas 2016 Cumhuriyet Üniversitesi

Detaylı

TELİF HAKKI DEVİR SÖZLEŞMESİ Bornova Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü Dergisi Makalenin Başlığı:......... Yazar/Yazarlar ve tam isimleri:............ Yayından sorumlu yazarın adı-soyadı, adresi

Detaylı

Bu sayının editörleri: Doç. Dr. Üzeyir ASLAN Dr. Ümran AY

Bu sayının editörleri: Doç. Dr. Üzeyir ASLAN Dr. Ümran AY S A I12 Y NUMBER Y I L07 Y E A R PROF. DR. ORHAN BİLGİN ARMAĞAN SAYISI 2 Bu sayının editörleri: Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi Divan Edebiyatı Vakfı (DEV) kuruluşu olan DEV İktisadi İşletmesi yayınıdır.

Detaylı

TÜRK DİLİ VE AVRASYA DA TARİHİ EĞİTİMİ SEMPOZYUMU ULUSLARARASI 15-17 MAYIS 2013 PROGRAM

TÜRK DİLİ VE AVRASYA DA TARİHİ EĞİTİMİ SEMPOZYUMU ULUSLARARASI 15-17 MAYIS 2013 PROGRAM 1984 MARMAR A 1883 ÜNİVERSİTESİ AVRASYA DA 15-17 MAYIS 2013 PROGRAM marmara ün vers tes atatürk eğ t m fakültes ve türk ocağı stanbul şubes şb rl ğ le T.C. BAȘBAKANLIK TÜRK İȘBİRLİĞİ VE KOORDİNASYON AJANSI

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. Yasemin ERTEK MORKOÇ

ÖZGEÇMİŞ. Yasemin ERTEK MORKOÇ ÖZGEÇMİŞ Adı Soyadı Yasemin ERTEK MORKOÇ Unvanı Görev Yeri Daha Önce Bulunduğu Görevler Anabilim Dalı Yabancı Dili Akademik Aşamaları Yrd. Doç. Dr. Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk

Detaylı

. Uluslararası Akdeniz Karpaz Sempozyumu: Lefkoşa - KKTC

. Uluslararası Akdeniz Karpaz Sempozyumu: Lefkoşa - KKTC . Uluslararası Akdeniz Karpaz Sempozyumu: Tarihte Kıbrıs (11 13 Nisan 2016) The I st International Symposium on Mediterranean Karpasia Cyprus in History (April 11-13, 2016) Lefkoşa - KKTC Kıbrıs, tarihin

Detaylı

DERSLER VE AKTS KREDİLERİ

DERSLER VE AKTS KREDİLERİ DERSLER VE AKTS KREDİLERİ 1. Yarıyıl Ders Listesi TDP-101 TOPLUMSAL DUYARLILIK PROJESİ I Zorunlu 1+0 1 1 YDBI-101 İNGİLİZCE Zorunlu 2+0 2 2 TDE-155 KLASİK TÜRK EDEBİYATI TEMEL BİLGİLER-I Zorunlu 2+0 2

Detaylı

İnci Hoca TANZİMAT EDEBİYATI I. DÖNEM

İnci Hoca TANZİMAT EDEBİYATI I. DÖNEM TANZİMAT EDEBİYATI I. DÖNEM TANZİMAT EDEBİYATI I. DÖNEM ÖZELLİKLERİ İlk özel gazete Tercüman-ı Ahval ile başlar. Toplum için sanat anlayışı benimsenmiştir. Halkı aydınlatma amacıyla eser verildiği için

Detaylı

FIRAT ÜNİVERSİTESİ HARPUT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

FIRAT ÜNİVERSİTESİ HARPUT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ T.C. FIRAT ÜNİVERSİTESİ HARPUT UYGULAMA ve ARAŞTIRMA MERKEZİ FIRAT ÜNİVERSİTESİ HARPUT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ JOURNAL OF HARPUT STUDIES Cilt/Volume: I Sayı/Number: 2 Eylül/September 2014 Harput Araştırmaları

Detaylı

Tercih yaparken mutlaka ÖSYM Kılavuzunu esas alınız.

Tercih yaparken mutlaka ÖSYM Kılavuzunu esas alınız. TABLO ÜNİVERSİTE Tür ŞEHİR FAKÜLTE/YÜKSOKUL PROGRAM ADI AÇIKLAMA DİL 4 BAKÜ DEVLET ÜNİVERSİTESİ YDevlet BAKU Filoloji Fak. Azerbaycan Dili ve Edebiyatı TS-2 273,082 232,896 10 301.000 4 BAKÜ SLAVYAN ÜNİVERSİTESİ

Detaylı

EN BÜYÜK PUAN PUAN TÜRÜ EN KÜÇÜK PUAN

EN BÜYÜK PUAN PUAN TÜRÜ EN KÜÇÜK PUAN KAMU YÖNETİMİ YEDİTEPE ÜNİV. (İST.) Kamu Yönetimi (Tam Burs) TM- 2 399.70925 405.83489 İSTANBUL ÜNİV. (İST.) Kamu Yönetimi TM- 2 393.22890 433.71128 GAZİ ÜNİV. (ANKARA) Kamu Yönetimi TM- 2 383.63500 429.91429

Detaylı

4 DİL-1 1 2560 515 455,69566. Burslu) 2014-ÖSYS EK PUANLI BAŞARI SIRASI 2014-ÖSYS EN KÜÇÜK PUAN 2014-ÖSYS BAŞARI SIRASI GENEL KONT.

4 DİL-1 1 2560 515 455,69566. Burslu) 2014-ÖSYS EK PUANLI BAŞARI SIRASI 2014-ÖSYS EN KÜÇÜK PUAN 2014-ÖSYS BAŞARI SIRASI GENEL KONT. Öğrencilerin tercihlerine yardımcı olmak amacıyla hazırlanmıştır. Buradan elde edilen bilgileri, ÖSYM'nin resmi bilgileri ile karşılaştırmadan KESİNLİKLE KULLANMAYINIZ. Bilgiler arasında farklılık olması

Detaylı

(Dış Kapak Örneği) T.C. ÖMER HALİSDEMİR ÜNİVERSİTESİ FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ ÇAĞDAŞ TÜRK LEHÇELERİ ve EDEBİYATLARI BÖLÜMÜ TEZ ADI BİTİRME TEZİ

(Dış Kapak Örneği) T.C. ÖMER HALİSDEMİR ÜNİVERSİTESİ FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ ÇAĞDAŞ TÜRK LEHÇELERİ ve EDEBİYATLARI BÖLÜMÜ TEZ ADI BİTİRME TEZİ (Dış Kapak Örneği) T.C. ÖMER HALİSDEMİR ÜNİVERSİTESİ FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ ÇAĞDAŞ TÜRK LEHÇELERİ ve EDEBİYATLARI BÖLÜMÜ TEZ ADI BİTİRME TEZİ Hazırlayan Adı Soyadı Danışman Unvan Adı Soyadı Niğde Ay, Yıl

Detaylı

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı. Anadolu Üniversitesi Yılı Side Kazısı Çalışmaları. (12 Temmuz-8 Eylül 2010)

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı. Anadolu Üniversitesi Yılı Side Kazısı Çalışmaları. (12 Temmuz-8 Eylül 2010) T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Anadolu Üniversitesi 2010 Yılı Side Kazısı Çalışmaları (12 Temmuz-8 Eylül 2010) Doç. Dr. Hüseyin Sabri Alanyalı T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Anadolu Üniversitesi RAPOR

Detaylı

FIRAT ÜNİVERSİTESİ HARPUT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ

FIRAT ÜNİVERSİTESİ HARPUT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ T.C. FIRAT ÜNİVERSİTESİ HARPUT UYGULAMA ve ARAŞTIRMA MERKEZİ FIRAT ÜNİVERSİTESİ HARPUT ARAŞTIRMALARI DERGİSİ JOURNAL OF HARPUT STUDIES Cilt/Volume: III Sayı/Number: 2 Eylül/September 2016 Harput Araştırmaları

Detaylı

İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ

İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Çukurova University Journal of Faculty of Divinity Cilt 13 Sayı 2 Temmuz-Aralık 2013 T. C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ 2013 (13/2)

Detaylı

ISSN: ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ

ISSN: ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ ISSN: 2148-0494 ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Cilt/Volume: 1 Yıl /Year: 1 Sayı/Issue: 2 Güz/Autumn 2013 Abant İzzet Baysal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 1

Detaylı

DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI

DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI DOKUZ EYLÜL ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ ENSTİTÜSÜ ÇAĞDAŞ TÜRKİYE TARİHİ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ Cilt: XII Sayı: 24 Yıl: 2012/Bahar Yayın No: ISSN NO: 1. Baskı Derginin Sahibi:

Detaylı

Abant İzzet Baysal Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi. ISSN:

Abant İzzet Baysal Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi. ISSN: The International Journal of Economic and Social Research ISSN: 1306-2174 http://www.iibf.ibu.edu.tr Cilt/Volume: 5 Yıl/Year: 5 Sayı/Issue:2 Güz/Autumn 2009 Cilt/Volume: 5 Yıl/Year: 5 Sayı/Issue:2 Güz/Autumn

Detaylı

Pano Kalınlığı M M M M

Pano Kalınlığı M M M M BRT 1708 1 Birleştirme Somunu Dik açılı bir bağlantı gerektiği yerlerde Birleşik Rakor Somunlarıyla kullanılmak üzere tasarlanmış Maliyet etkin bir çözüm için Çinko Alaşım M6 Somunları tedarik edilir.

Detaylı

İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ

İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Çukurova University Journal of Faculty of Divinity Cilt 14 Sayı 1 Ocak-Haziran 2014 T. C. ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ 2014 (14/1) Ocak-Haziran

Detaylı

Abant İzzet Baysal Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi

Abant İzzet Baysal Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi The International Journal of Economic and Social Research ISSN: 1306-2174 http://www.iibf.ibu.edu.tr Cilt/Volume: 4 Yıl/Year: 4 Sayı/Issue:2 Güz/Autumn 2008 Cilt/Volume: 4 Yıl/Year: 4 Sayı/Issue:2 Güz/Autumn

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. 4. Öğrenim Durumu :Üniversite Derece Alan Üniversite Yıl Türk Lisans. Halk Atatürk Üniversitesi 1970. Türk Halk Hacettepe Üniversitesi 1971

ÖZGEÇMİŞ. 4. Öğrenim Durumu :Üniversite Derece Alan Üniversite Yıl Türk Lisans. Halk Atatürk Üniversitesi 1970. Türk Halk Hacettepe Üniversitesi 1971 Resim ÖZGEÇMİŞ 1. Adı Soyadı : Prof. Dr. Ensar ASLAN İletişim Bilgileri :Ahi Evran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Adres Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanlığı Telefon : Mail : 2. Doğum Tarihi : 3. Unvanı

Detaylı

KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ. Yıl: 5 Sayı: 9 Haziran 2015

KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ. Yıl: 5 Sayı: 9 Haziran 2015 KTÜ SBE Sos. Bil. Derg. 2015, (9): 9-23 1 KARADENİZ TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ Yıl: 5 Sayı: 9 Haziran 2015 KARADENIZ TECHNICAL UNIVERSITY INSTITUTE of SOCIAL

Detaylı

Tercih yaparken mutlaka ÖSYM Kılavuzunu esas alınız.

Tercih yaparken mutlaka ÖSYM Kılavuzunu esas alınız. 4 HACETTEPE ÜNİVERSİTESİ Devlet ANKARA Fen Fak. Aktüerya Bilimleri MF-1 411,216 337,320 72 66.100 4 ANKARA ÜNİVERSİTESİ Devlet ANKARA Fen Fak. Astronomi ve Uzay Bilimleri MF-1 241,591 197,251 72 315.000

Detaylı

2015BAŞARISIRALARIDEĞİŞİMİTAHMİNLERİ

2015BAŞARISIRALARIDEĞİŞİMİTAHMİNLERİ 2015BAŞARISIRALARIDEĞİŞİMİTAHMİNLERİ YÖNTEM Buçalışma,DoğruTercihAnalizEkibitarafındanhazırlanmışveKariyerPlanlamaDerneğiÜyelerilebirlikteyorumlanmıştır. Geçtiğimizyılardakontenjanartışveazalmalarınabakıldığında,çoğunluklaazalmanınbaşarısırasınınyükselmesine,artışlarındabaşarısırasındadüşüşe

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. 1. Adı Soyadı : Barış SALMAN İletişim Bilgileri : Ahi Evran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Adres.

ÖZGEÇMİŞ. 1. Adı Soyadı : Barış SALMAN İletişim Bilgileri : Ahi Evran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Adres. ÖZGEÇMİŞ 1. Adı Soyadı : Barış SALMAN İletişim Bilgileri : Ahi Evran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Adres Arkeoloji Bölümü, N.177, Bağbaşı Yerleşkesi/KIRŞEHİR Telefon :Oda: 0386 280 4561 GSM: 0536

Detaylı

Cilt: 4 Yıl: 2017 Sayı: 6 I S S N ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ

Cilt: 4 Yıl: 2017 Sayı: 6 I S S N ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ Dergimiz İSAM Kütüphanesi tarafından taranmaktadır. www.isam.org.tr Sayfa Tasarımı Erşahin Ahmet AYHÜN Kapak Tasarımı Emin ALBAYRAK Baskı

Detaylı

AMAÇ VE KAPSAM About KALEMİŞİ

AMAÇ VE KAPSAM About KALEMİŞİ KALEMİŞİ DERGİSİ Kalemişi Dergisine gönderilecek yazıların özgün olması ve evrensel bilime katkı sağlaması beklenmektedir. Bununla birlikte, bilim insanı ve sanatçıları tanıtan, yeni etkinlikleri veya

Detaylı

İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ

İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Çukurova University Journal of Faculty of Divinity Cilt 13 Sayı 1 Ocak-Haziran 2013 ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ 2013 (13/1) Ocak-Haziran

Detaylı

Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri (Sumeroloji) Anabilim Dalı, 2001.

Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Eskiçağ Dilleri ve Kültürleri (Sumeroloji) Anabilim Dalı, 2001. ÖZGEÇMİŞ YRD. DOÇ. DR. ESMA ÖZ I. Adı Soyadı Esma ÖZ E-posta: (kurum/özel) eoz@ybu.edu.tr; esmao443@gmail.com Cep Telefonu: 0506 934 32 13 İş Adresi: Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Esenboğa Merkez

Detaylı

2016 TARTIM ÜRÜNLERİ

2016 TARTIM ÜRÜNLERİ 206 TARTIM ÜRÜNLERİ laboratuvarürünleri S A A T C A M L A R I - c a m > DİN 234 standartlarına uygun borosilikat 3.3 camdan üretilir. Değişik malzemelerin ve kim yasalların tartım ı için idealdirler. no

Detaylı

İTALYA. Prof. Andrea Carandini, Università la Sapienza, Roma

İTALYA. Prof. Andrea Carandini, Università la Sapienza, Roma İTALYA Prof. Andrea Carandini, Università la Sapienza, Roma İSPANYA Maria Teresa Marabini Moevs, İtalyan Profesör ALMANYA M. Vegas KATALONYA (İSPANYA) PORTKEİZ VE İSPANYA Alberto Lopez Mullor AVUSTURYA

Detaylı

AYDIN SULTANHİSAR NYSA ANTİK KENTİ VE SU TÜNELİ 08 AĞUSTOS 2013 MEHMET BİLDİRİCİ

AYDIN SULTANHİSAR NYSA ANTİK KENTİ VE SU TÜNELİ 08 AĞUSTOS 2013 MEHMET BİLDİRİCİ AYDIN SULTANHİSAR NYSA ANTİK KENTİ VE SU TÜNELİ 08 AĞUSTOS 2013 MEHMET BİLDİRİCİ MEHMET BİLDİRİCİ 1661 17-08-2013 AYDIN SULTANHİSAR NYSA GEZİSİ 08 Ağustos son antik kent gezisi Nysa kentine idi. Nysa kenti

Detaylı

ISSN: ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ

ISSN: ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ ISSN: 2148-0494 ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Cilt/Volume: 4 Sayı/Issue: 7 Bahar/Spring 2016 Abant İzzet Baysal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 4 Sayı: 7 Bahar/2016

Detaylı

Tercih yaparken mutlaka ÖSYM Kılavuzunu esas alınız.

Tercih yaparken mutlaka ÖSYM Kılavuzunu esas alınız. 4 ANKARA ÜNİVERSİTESİ Devlet ANKARA Dil ve Tarih Coğrafya Fak. Antropoloji TM-3 325,416 283,745 57 218.000 4 MEHMET AKİF ERSOY ÜNİVERSİTESİ Devlet BURDUR Fen-Edebiyat Fak. Antropoloji TM-3 289,322 243,240

Detaylı

(1971-1985) ARASI KONUSUNU TÜRK TARİHİNDEN ALAN TİYATROLAR

(1971-1985) ARASI KONUSUNU TÜRK TARİHİNDEN ALAN TİYATROLAR ANABİLİM DALI ADI SOYADI DANIŞMANI TARİHİ :TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI : Yasemin YABUZ : Yrd. Doç. Dr. Abdullah ŞENGÜL : 16.06.2003 (1971-1985) ARASI KONUSUNU TÜRK TARİHİNDEN ALAN TİYATROLAR Kökeni Antik Yunan

Detaylı

VIII. Klâsik Türk Edebiyatı Sempozyumu (Alî Emîrî Hatırasına)

VIII. Klâsik Türk Edebiyatı Sempozyumu (Alî Emîrî Hatırasına) VIII. Klâsik Türk Edebiyatı Sempozyumu (Alî Emîrî Hatırasına) 15-17 Kasım 2012 DİYARBAKIR Dicle Üniversitesi Edebiyat ve Sanat Topluluğu ile Erciyes Üniversitesi Klâsik Türk Edebiyatı Topluluğu tarafından

Detaylı

Tercih yaparken mutlaka ÖSYM Kılavuzunu esas alınız.

Tercih yaparken mutlaka ÖSYM Kılavuzunu esas alınız. TABLO ÜNİVERSİTE Tür ŞEHİR FAKÜLTE/YÜKSOKUL PROGRAM ADI AÇIKLAMA DİL 4 ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ Devlet ADANA Ziraat Fak. Bahçe Bitkileri MF-2 280,446 255,689 47 192.000 4 ANKARA ÜNİVERSİTESİ Devlet ANKARA

Detaylı

Sayı: 3 Yıl: 2015 I S S N ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ

Sayı: 3 Yıl: 2015 I S S N ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ Sayı: 3 Yıl: 2015 ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ ESKİŞEHİR OSMANGAZİ ÜNİVERSİTESİ Sayı: 3 Yıl: 2015 Dergimiz İSAM Kütüphanesi tarafından taranmaktadır. www.isam.org.tr Sayfa Tasarımı Erşahin Ahmet AYHÜN

Detaylı

T.C. MERSİN ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ Genel Sekreterlik Yazı İşleri Şube Müdürlüğü DAĞITIM

T.C. MERSİN ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ Genel Sekreterlik Yazı İşleri Şube Müdürlüğü DAĞITIM T.C. MERSİN ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ Genel Sekreterlik Yazı İşleri Şube Müdürlüğü Sayı : 15302574 Konu : Tuje Dergi Tanıtımı DAĞITIM İlgi : 12.06.2017 tarihli ve 42220545-441200 sayılı yazı. Üniversitemiz

Detaylı

KLASİK DÖNEM. Atina Akropolü, M.Ö.5.yy.

KLASİK DÖNEM. Atina Akropolü, M.Ö.5.yy. KLASİK DÖNEM Atina Akropolü, M.Ö.5.yy. KLASİK DÖNEM Atina Akropolü, M.Ö.5.yy. AKRO + POLİS YÜKSEK + ŞEHİR KLASİK DÖNEM Atina Akropolü, M.Ö.5.yy. 1- Parthenon 2- Old Temple of Athena 3- Erechtheum 4- Statue

Detaylı