Mark Allen Smith - Ne Düşündüğünü Biliyorum

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "Mark Allen Smith - Ne Düşündüğünü Biliyorum"

Transkript

1 Mark Allen Smith - Ne Düşündüğünü Biliyorum GİRİŞ İki buçuk metrekarelik odadaki müşteri arkasındaki loş odayı gözler önüne seren tek taraflı aynanın karşısında oturuyordu. Kayıt cihazından yükselen sinir bozucu kahkahalar duvarlardaki hoparlörlerden yükselen kuru öksürüklerle sık sık kesiliyordu ama müşteri kendisi için bırakılmış kulaklıkları taktığı için herhangi bir şey duymuyordu. Saatine baktı. 23:20. Üç saattir buradaydı ve ikinci viskisini yudumluyordu. Penceresiz oda son derece pahalı, eskitilmiş ahşap mobilyalarla döşeliydi.

2 Sandalye Arne Jacob-sen koleksiyonuna aitti. Halıysa antika bir İran halisiydi. Krom sarısı barda aralarında soğutulmuş kovanın içindeki Pinot Noir ve Sancerre şaraplarının da olduğu pahalı içkiler bulunuyordu. Tavandan koni biçimli dört nikel süsleme sarkıyor, kristal viski kadehlerinin ışığı bu süslerde yansıyarak tavanda yıldız biçimli şekiller meydana getiriyordu. Barın alt rafında küçük kırmızı ışığı yanıp sönen bir DVD kayıt cihazı bulunuyordu. Müşteri, Birleşik Devletlerde öncü bir elektronik firmasının güvenlik müdürüydü. Kendisi bu türden lükslere aşina olmasını sağlayacak bir gelire sahip olmasa da yanında çalıştığı insanlar bu tür ortamlara son derece alışkındılar. Ve şu an ondan telefon bekliyorlardı. Little Italy bölgesindeki bir lokantada Carmine Delanotte adlı, son derece şık giyimli, oldukça bakımlı çete lideriyle görüşme ayarlamak bir hafta süren yoğun bir araştırma süreci gerektirmişti. Carmine Delato ancak bir şişe Barolo içip, üzerine de iki duble espressoyu mideye indirdikten sonra bir internet şifresiyle gerçek ismi olmadığı apaçık ortada olan Geiger'in adını vermişti. Şifreyle Geiger'in internet sitesine, DoYouMrJo-nes.com adresine ulaşmış, Delanotte'nin adını kullanması sayesinde süreci de hızlandırmıştı. Gecenin erken saatlerinde müşteri, hedefi yani şirketinin araştırma geliştirme bölümü görevlisi Matthew Gant'ı otoparktan kaçırıp, aldığı talimatlar doğrultusunda Ludlow Caddesi'ndeki, dışarıdan dikkat çekmeyecek bu sade görünüşlü, iki katlı binaya getirmişti. Müşteri sonunda bu odada Geiger'le tanıştığında dikkatini çeken ilk şey adamın gözünü neredeyse hiç kırpmayışı olmuştu. Müşteri kendi soğukkanlılığıyla hep övünmüştü ama açıkçası Geiger onu solda sıfır bırakmıştı. Kadife gibi, pürüzsüz ses tonu da görünüşünün etkisini daha bir arttırıyordu. Gri, elips biçimli gözleri, keskin hatlı, köşeli bir suratı vardı. Oldukça zinde görünüme sahip oluşu insanda düzenli olarak koştuğu ya da dövüş sanatlarıyla uğraştığı izlenimi uyandırıyordu. Sanki yer çekimi iskelet sistemi üzerinde kimsede rastlanmayan türden bir etkiye neden olmuşçasına hafif yana eğik duruyordu. Garip olduğu apaçıktı ama onun gibi iş yapan birinin normal olması beklenebilir miydi zaten? Müşteri onunla ilgili sayısız hikaye duymuştu. Geiger'in başından çok şeyler geçtiğini, NSA'yı dolandırdığını, aslında paraya ihtiyacı olmayan, sapkın bir evlat olduğunu ve her şeyi sırf canı böyle yapmak istediği için yaptığını anlatır dururlardı. Ancak herkesin hemfikir olduğu tek bir şey vardı. O da Geiger'in eşinin benzerinin olmayışıydı. El sıkışırlarken müşteri, Senin en iyisi olduğunu söylediler, bunun doğru olduğunu umuyoruz. Zira Matthew'un çaldığı şeyin milyonlarca dolar değerinde olduğuna dair söylentileri bir hayli ciddiye alıyoruz, demişti. Geiger bir süre ifadesiz bir yüzle ona bakmıştı. Ben umutlarla filan uğraşmam burada, dedikten sonra dönüp gitmişti.

3 İlk bir saat boyunca odanın diğer tarafı karanlıktaydı. Matthew'un öfke patlamaları arasında cesaret gösterisi adına attığı palavralardan başka hiçbir şey işitilmiyordu. Sonra müşterinin kulağına hoparlörlerden Geiger'in sesi ulaştı. Gazap başlıyordu. Kes sesini, Matthew. Artık konuşmana müsaade yok. Bu, müşterinin o ana dek işittiği en yüksek sesli fısıltıydı. Sonra ışıkların açılmasıyla müşteri tek yönlü aynadan siyah kazağı ve bol pantolonuyla, duvara yaslanmış vaziyette duran Geiger'i gördü. Oda duvardan duvara beyaz muşamba kaplıydı. Gerek tavana gerekse zemine yerleştirilen gömme ışıklar zeminin parıldatmasına neden oluyordu. Kuzey ve güney istikametlerindeki duvarlara, tavanın köşesine yaklaşık bir metre aşağıda olacak şekilde küçük kameralar yerleştirilmişti. Uzun süre bakmak müşteride göz yanılgısına neden olmuştu, odanın köşeleri yavaş yavaş gözden kayboluyor, Geiger bembeyaz bir mermer zemin üzerinde simsiyah bir heykel misali sanki havada asılıymış gibi duruyordu. Matthew, odanın ortasındaki kırmızı deriden, kenarları parıldayan krom ve porselenle bezeli antika bir berber koltuğuna oturtulmuştu. Metal kemerlerle belinden, göğsünden, el ve ayak bileklerinden sımsıkı bağlanmıştı. Kıpırdadıkça tel kafesleri andıran metal kemerin yüzeyinde ışıklar parıldıyordu. Yüzü kül rengine dönmüş, yanaklarında kırmızı lekeler belirmişti. Göğsü ve ayakları çıplaktı. Geiger yarım saat kadar her on dakikada bir odadaki yerini değiştirerek, hiç konuşmadan Matthew'a baktı. Kollan ve bacakları inceydi ama her nasılsa garip görünmüyor, bu hali ona son derece doğal bir hava katıyordu. Matthew tedirgin bir ifadeyle adamın her hareketini izliyordu. Geiger, hafifçe çevirince berber koltuğu yavaşça dönmeye başladı. Sonra dışarı çıktı ve o anda ışıklar yeniden kapandı. Şimdi hoparlörlerden, her biri birkaç dakika süren çeşitli sesler işitiliyordu. Müşteri, trafik sıkışıklığı içinde korna çalan, ani frenle lastiklerini öttürerek duran araçların seslerini işitti. Sonra mırıldanan bir kadın sesi. Akortsuz bir gitardan yükselen ezgiler. Bir telefon melodisi. Telefon çalıyor, çalıyor sonra susup ardından yeniden çalmaya başlıyordu. Son olarak da sinir bozucu kahkahalar ve öksürük sesleri işitildi. Başta Matthew, Lanet olasıca! diye bağırmış ama ardından susmuştu. Bir süre sonra müşteri kulak iıkaçlarını taktı. Geiger yeniden odaya girerken ışıklar da bir kez daha yandı. Geiger elleri arkasında ona apaçık bir öfkeyle bakan Matthew'un yanında durdu. Müşteri kulak tıkaçlarını çıkardı. Matthew, dedi Geiger. Kapat gözlerini. Matthew kaşlarını hafifçe çatsa da kendisinden istenileni yaptı. Şimdi. Boş bir kuyuya düştüğünü hayal et. Zifiri karanlık bir kuyuya. Hiçbir şey göremiyorsun. Duyduğun tek ses de kendi soluğun. Canın yanıyor. El ya da ayak bileklerinden birini kırmış olabilirsin.

4 Geiger, Matthew'un kendisini zifiri karanlık zindanda hayal edebilmesi için bir süre bekledi. Acıdan beyninde adeta şimşekler çakıyor. Ağzında kan tadı var. Uzanıp etrafına dokunuyorsun. Duvarlar soğuk, nemli ve de pürüzsüz. Tutunabileceğin en ufak bir oyuk ya da çıkıntı yok. Kendini bu kuyunun dibinde hayal edebiliyorsun değil mi, Matthew? Müşteri ensesindeki tüylerin ürperdiğini hissetti. Matthew'u kuyunun dibinde hayal edebiliyordu. Soğukkanlılığını muhafaza etmeye çalışıyorsun. Yardım istemek için bağırmaya başlıyorsun. Bir taraftan da kendi kendine, biri beni duyacaktır diyorsun. Ama kısa bir süre sonra büyük bir ihtimalle burada öleceğini fark ediyorsun. Bu düşünce aklında belirir belirmez de içinde bir şeyler ölmeye başlıyor. Bu bedeninde değil ruhunda başlayan bir ölüm. Ne demek istediğimi anlıyor musun, Matthew? Sana kaç kere söyleyeceğim be adam, benden ne istediğini bilmiyorum! Matthew, sana konuşmana izin verilmediğini söyledim. Sadece başını öne ya da yana sallayarak cevap vereceksin. Sana bunu söylediğimi hatırlıyor musun? Matthew üzerine yönelen bu hiç kırpılmayan gözlere bakarak başını salladı. Geiger arkasındaki ellerini öne uzatınca tuttuğu kablosuz mikrofonla kulaklıklar ortaya çıkmış oldu. Kulaklıkları Matthew'un kulaklarına oturttu. Sennheiser 650, dedi. AKG'den daha çok severim bu kulaklıkları. Dokusu daha rahat. Kapat gözlerini, Matthew. Matthew gözlerini kapattı. Derin, hırıltılı bir soluk koptu ciğerlerinden. Kapalı gözkapakları arasındaki gözleri bir o yana bir bu yana gidip geliyordu. Geiger mikrofonu ağzına yaklaştırıp, sakin bir sesle konuşurken odada dolaşmaya başladı. Müşteri televizyonda seminer veren bir kişisel gelişim uzmanını izliyormuş hissine kapılmıştı. Ama bu uzmanın yalnızca bir tek dinleyicisi vardı. Beni iyi duyabiliyor musun? diye sordu Geiger. Matthew başını sallayarak onayladı. Pekala. Şimdi yeniden kuyuya dönüyoruz, Matthew. Orada mısın? Matthew yutkununca ademelması yukarı aşağı hareket etti. Başını bir kez daha salladı. Güzel. Bu kelime müşteriye bir tür dua sözcüğü gibi gelmişti. Kendini şu an bir kuyunun dibinde olduğuna inandırmalısın, Matthew. Çünkü bu bir zihin oyunu değil. Gerçekten de kuyunun dibindesin ve tek kurtuluşun benim. Sana çıkman için gerekli ipi atacak olan da çıkarken Uzanıp ellerini sımsıkı kavrayarak seni çekecek olan da hcııim. Elini usulca Matthew'un omzuna koyunca adam irkildi. Ve bu ipin sana ulaşmasını da ancak doğruluk sağlayabilir. Müşteri aynaya doğru biraz sokuldu.

5 Doğruluk ne güzel şeydir! İnsanlığın tek kusursuz icadı. Ve ben ilk işittiğim anda bunu anlarım. Çok zeki olduğum ya da sezgilerim çok güçlü olduğu için değil, haddinden fazla yalan duyduğum için gerçeği daha ilk anda anlarım. Geiger, Matthew'un yüzüne doğru iyice eğildi. Müşteri artık Matthew'un çene kaslarının tedirginlikle iyiden iyiye gerildiğini net biçimde görüyordu. Tıpkı koca bir orkestrada tek bir kemanın çaldığı yanlış notayı ayırt edebileceğini söyleyen Toscanini gibi. Olağanüstü bir duyma kabiliyetine sahip olmasa da milyonlarca kez aynı notaları dinlemenin getirdiği ustalıkla hatayı anında fark ederdi. Geiger derin bir nefes aldı. Kısacası, Matt-hew, sakın bana yalan söyleme. Matthew'un burun delikleri bir açılıp bir kapanıyordu. Geiger biraz daha yaklaştı, yaklaştı. Dudaklarıyla adamın-kiler arasında yalnızca küçük mikrofonun sığabileceği kadar az bir mesafe kalmıştı. Ne dediğimi duydun mu? Sakın bana yalan söyleme! Bu derece yüksek sesle bağırılmasını hiç beklemeyen Matthew başını müşterinin biran için adamın boynunun kı-rılabileceğini düşünmesine neden olacak derecede hızla geriye itti. Gözleri fal taşı gibi açılmış, dudakları şaşkınlıktan aralanmış, inlemeye dönüşmeden önce boğazından en az beş saniye kadar süren dehşet dolu bir feryat kopuvermişti. Geiger başını yana doğru eğince müşteri onun boynunun çıtırdadığını işitti. Sonra aynı hareketi ters yöne doğru tekrarladı. Bir çıtırdama daha. Müşteri Geiger'in ifadesinden bir şeyler okumaya çalışıyordu ama bu yüzde en ufak bir duygu emaresi tespit etmek bile mümkün değildi. Matthew, dedi Geiger. Gözlerini kapatmanı, inlemeyi kesmeni ve dikkatini toplamanı istiyorum. Bunu yapabilecek durumdaysan başını salla. Matthew'un inleyişi anında kesilirken adeta bir kukla misali başını önce hafifçe kaldırıp sonra hızla indirdi. Gözlerini de kapatmıştı. İstenen hedefe ulaşma doğrultusunda acı üç farklı yöntemle uygulanır. Bunlar temelde, fiziksel, psikolojik ve duygusal acı olarak tanımlanır. Tabii bunlar da kendi aralarında sınıflanırlar. Fiziksel acılar bağlamında, örneğin ses... Mikrofona parmağıyla hızla vurunca Matthew aniden irkilip gözlerini açtı. Gözler kapalı! Matthew inleyince Geiger uzanıp usulca adamın titreyen göz kapaklarını kapattı. Sonra başparmağını Matthew'un göğüs kemiği üzerine yerleştirdi. Baskı... Parmağını görünüşte hiçbir çaba harcamadan olanca gücüyle bastırmaya başladı. Matthew inlerken yüzü de acıyla kasıldı. Müşteri şaşkınlık içindeydi. Merakla parmağını kendi göğüs kemiği üzerine götürüp bastırmaya çalıştı. Sert darbe...

6 Geiger kolunu kaldırıp dirseğini doksan derecelik bir açı oluşturacak biçimde büktü. Sonra da dirseğini olanca gücüyle Matthew'un göğsüne patlattı. Ciğerlerindeki bütün hava boşalınca Matthew nefes alamadığından, inlemekte bile zorlanarak acıyla kasıldı. Kesme, koparma kısmı gelir. Geiger durdu. Ama o benim için fazlasıyla ilkel bir uygulama, diye devam etti. Lakin... Elini kulağının arkasına götürüp iki, üç santim uzunluğunda bir hayli ince, parlak, metal bir cisim çıkardı. Aç gözlerini. Matthew'un göz kapakları kalktı. Kahverengi gözleri metal cisme adeta yapışıp kalmıştı. Bunun ne olduğunu biliyor musun? Matthew gözlerini sıkarak Geiger'in baş ve işaret parmakları arasında tuttuğu cisme gözlerini kısarak bakıp başını iki yana salladı. Müşteri farkında olmadan başını salladı. Bel fıtığı olduğunda biraz olsun rahatlayabilirle umuduyla neredeyse her şeyi denemişti. Bu yüzden de bu cismin ne işe yaradığını biliyordu. Bu akupunktur iğnesi. Aslen beynin acı olarak tanımladığı hissi bloke ederek sinirlere ulaşmasını engelleme amacıyla kullanılır. Ama aynı zamanda acı yaratmak için de kullanılır. Parmaklarının arasındaki iğneyle oyuncak bir kahramanın kılıcını tutuyormuş gibi oynuyordu. Mesleğim göz ardı edemeyeceğin kadar çok ironiyle dolu. Bu cümleyi herhangi bir mizah ya da tehdit unsuru katmadan söylemiş bu da müşterinin ense tüylerinin diken diken olmasına neden olmuştu. Geiger diğer eliyle Matthew'un saçlarına yapıştı. O anda adam acıdan ziyade az sonra olabilecekleri fark etmenin neden olduğu korkuyla çığlığı bastı. Geiger'se adeta sağırlaşmışçasına en ufak bir tepki vermeden iğneyi sakince Matthew'un boynuna batırdı. Matthew gözünü bile kırpmamış, bakışları da Geiger'in acımasız ifadeli yüzünden bir an bile ayrılmamıştı. Aslında insanoğlu son derece savunmasız bir yapıya sahiptir. Bu iğne bir serçenin tüyünden bile hafif, Matthew. Bir çocuğun gözyaşı damlası bile bükülmesine neden olabilir. Geiger iğneyi hafifçe çevirince kulak tırmalayıcı çığlıkları da başlatmış oldu. İğneyi batırdığı yerden çıkardığı anda çığlıklar kesildi. Matthew'un yanaklarından yaşlar süzülüyor, kesik kesik nefes alıyordu. Ayrıca eklem yerlerini etkileyecek yoğun sıcak ve soğuk uygulamaları, zorla sıvı içirme tatbikatları da var. Kısacası Matthew, bir yaptığımı bir daha yapmadan sana günlerce farklı şeyler uygulayabilirim. Geiger kulaklıkları Matthew'un başından çıkartıp, mikrofonla beraber yere bıraktı. Psikolojik acıya gelince. Sanırım fiziksel acılara karşı duyarlılığın bu

7 alanı test etmeyi gereksiz kılıyor. Senin gibi bekar, herhangi bir ilişkisi olmayan, anne babası ölmüş, kardeşsiz bir insan için duygusal acılardan bahsetmeyi de hiç faydalı görmüyorum açıkçası. Belki inanmayacaksın ama çok şanslı bir herifsin. Müşteri, Geiger'in Matthew'a itiraf ettirinceye kadar saldırmasını ve böylece bu işe bir an evvel son vermesini istiyordu. O zaman gerekli telefon görüşmelerini yapıp evine gidebilirdi. Ama daha Geiger'le karşılaştığı ilk anda bunun hiç de umduğu gibi işleyen bir süreç olmayacağını fark etmişti. Sana henüz bir şey sormayacağım, Matthew. Çünkü gerçeği söylemeye hazır olmadığını görüyorum. Ve yalan söylemeni de istemiyorum. Lanet olsun ne istiyorsan sor. Ben... Ben sana bilmediğim bir şeyi söyleyemem ki. Doğru, dedi Geiger. Konuyla alakasız ama doğru. Bu düşünce müşterinin karın kaslarının kasılmasına neden oldu. Matthew gerçeği söylüyor olabilir miydi? R&D'nin bilgilerini bir başkasının çalmış olması mümkün müydü? Her şey Matthew'u işaret ediyordu ama... Kuyu, Matthew, dedi Geiger. Kuyunun dibindesin. Bu yüzden kapat gözlerini. Geiger ellerini kaldırıp parmaklarını havada oynatmaya başladı. Olup bitenleri izleyen müşteri acaba parmaklarını belli bir sisteme göre mi hareket ettiriyor diye düşünmeden edememişti. Bu Geiger'i bir hava piyanosu çalarken izlemek gibi bir şeydi. Pekala. Uzun süredir bu kuyunun dibindesin. Zihnin, durumdan fazlasıyla etkilenmiş olmalı. Vücudun da hareketsizlikten iyice kasılmış. Karanlık ve klostrofobi, algılarını, zaman kavramını, kendinle ilgili yargılarını iyiden iyiye etkilemiş durumda. Hislerin iyice körelmiş. Acı da yerini korkuya bırakarak geri çekilmiş, azalan umutlar ve çaresizlik egemen duygular haline gelmiş. İşte bu anda gerçekte kim olduğunu, gücünün derinliğini ve sınırlarını fark etmeye başlıyorsun. Geiger, Matthew'un önünde diz çöktü. Ve bu anda da değişiyorsun, Matthew. Hücrelerinin derinliklerine dek nüfuz ediyor bu değişim. Buna nihai uyanış da diyebiliriz. Geiger gözlerini kapatıp, baş ve işaret parmaklarıyla göz kapaklarına masaj yaptı. Bunu ölçülü ama belirgin hareketlerle yapmıştı. Şimdi kısa bir ara vereceğiz. Sen kuyunun dibinde kal biraz. Cebinden siyah, ipek bir bez parçası çıkartıp, Matthew'un gözlerini bağladı. Bir şey daha, Matthew. Yıllar bana bir acının yaşanmasının ardından daha sonra yaşanılacak acıları beklemenin en az ilki kadar rahatsızlık uyandırdığını öğretti. Sanırım zaman içinde sen de bana katılacaksın. Geiger uzaklaşırken ışıklar da yeniden yandı. Birkaç saniye sonrasındaysa izleme odasının kapısı açıldı ve Geiger içeri girdi. Müşteriye bakmadan bara doğru yürüyüp kendine bir bardak su doldurup içmeye koyuldu.

8 Biraz endişeliyim, dedi müşteri. Doğru adam mı bu? Geiger başıyla onayladı. Emin misin? Geiger bir kez daha başıyla onayladı. Nereden biliyorsun? Bunu Matthew'a açıkladım. Boş bardağı yerine bıraktı. Dinledin değil mi? Evet... Toscanini. Ama neden hâlâ itiraf etmedi? Henüz ifşa etme aşamasına gelmedi. Yakında. İfşa etme aşaması? Geiger bir kez daha başını salladı ama bunu bir daha yapmak istemiyormuş gibi duruyordu. Matthew hâlâ itiraf ederse olacaklardan, etmediğinde olabileceklerden korktu- ııihiaıı fazla korkuyor. Şu an için işkenceyi ölüm olasılığına yeğ tutuyor. Ama bu değişecek. Müşteri, Geiger'in gülümsediğinde, tabii gülümsüyorsa, nasıl göründüğünü merak ediyordu. Onu öldürmeyeceğiz, dedi müşteri. Sadece verileri kime sattığını öğrenmek istiyoruz. Geiger o hiç kırpmadığı gözlerini müşteriye dikerek, Ama o bunu bilmiyor, dedi. Geiger dışarı çıktı. Müşteri de içini çekerek yeniden aynanın karşısına geçerek karanlığa bakmaya koyuldu. Hoparlörlerden Geiger'in yumuşacık, meleksi sesi işitildi. Matthew, kuyudasın değil mi? Bana cevap verebilirsin. Matthew'nun sesi iyice çatallanmıştı. Evet. Buradayım. Güzel. Sonra Matthew çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Hoparlörlerin net biçimde iletemeyeceği derecede yüksek bir sesle bağırıyordu. Melekler dört bir yana dağılmıştı şimdi. Müşteri dönüp, kulaklıklara uzandı. BİRİNCİ KISIM Geiger sabah saat dörtte arka kapının önündeki sundurmada ağ ören bir örümceği seyrediyordu. Yağmur yağıyordu. Kül grisi bulutlar ufukta eski bir yorganı andırır biçimde öbeklenmişti. Kapının saçağıyla ondan bir buçuk metre kadar aşağıda kalan tahta parmaklık arasındaki bu yeni ağın hemen üzerinde bir su damlası peyda olmuştu. Hafif hafif esen rüzgarda ağ gitar telleri misali sallanıyor, yağmur damlası titreşiyor ama düşmüyordu. Sonra tombul örümcek kayıp, ağın bir sonraki telini örmeye koyuldu. Daha erken saatlerde Geiger, Matthew'la yaptığı seansın notlarını yazmıştı. Bu sırada 2 metre yüksekliğindeki Hyperion kolonlardan bir Sgt. Pepper parçası işitilmeye başlanınca önce basların sesini, ardından da McCartney'in gitarını duymuştu. Kedi her zamanki gibi masasının üzerinde yatıyor, Geiger onu birkaç dakikadan uzun bir süre okşamayı ihmal edince de ön ayaklarını

9 klavyeye doğru uzatıyordu. Hayvanın mırıldanmaları Geiger sakat gözünün üzerindeki yarayı okşayınca hırlamaya dönüşüyordu. Geiger hayvanın neden bir gözünün kör olduğunu bilmiyordu. Kedi üç yıl önce sundurmada belirdiğinde de bu haldeydi. Kedinin ne adını ne de geldiği yeri biliyordu. Kısacası bir şekilde birbirlerine benziyorlardı. Geiger seans sonrası her seferinde yaptıkları ve karşılığında aldığı tepkiler hafızasında canlıyken notlar alırdı. Bir iki saatlik uykunun bile yaşadıklarının silikleşmesine neden olduğunu öğrenmişti. Ertesi gün, ortağı Harry, seansın video kaydının çözümünü e-posta olarak gönderecek, Geiger de bir kez daha üzerinden geçerek gerekli yerlere yorumlar ekleyecekti. Çalışırken özel olarak onun için yapılmış ergonomik büro koltuğunda oturuyordu. Ama buna rağmen her on beş dakikada bir kalkıp yürümek zorundaydı. Aksi takdirde sol bacağına, ayak parmaklarına dek iğneler saplanıyormuş gibi oluyordu. Bu sorunuyla ilgili zaman içerisinde üç uzmana görünmüştü. Doktorlardan biri bu rahatsızlığını ölü ayak olarak tanımlamışsa da nihayetinde hepsi aynı sonuca ulaşmışlar, yapılacak tek şeyin estetik ameliyat olduğunu söylemişlerdi. Geiger de onlara her ne sebeple olursa olsun kimsenin üzerinde bıçak kullanmasına izin vermeyeceğini söylemişti. Onu kısa bir süre önce muayene ettikleri için de konuyla ilgili hislerini net biçimde anlamışlardı. Geiger ayağının uyuşukluğunu gidermek için bir sigara alıp dışarı yöneldi. İçeride sigara içmezdi. Sinmiş sigara kokusunun dikkatini toplamasına engel olduğunu keşfetmişti. Aylar önce, Dr. Corley'e muayene olmaya gittiği ilk gün, doktor geçmişini babasına ve onun sürekli içtiği Camel sigarasına dek irdelemişti. O gün Geiger'in babası Corley'i ancak tek bir şekilde hayal edebildiği ortaya çıkmıştı. Geiger rüyasında da babasını aynı şekilde görüyordu. Dolgun dudakları arasında bir sigara. Burun deliklerinden çıkan duman. Geiger o an Tanrı da bu şekilde olmalı diye düşündüğünü hatırlamıştı. Belki biraz daha uzun boylu olabilir. Aralık kapıdan dışarı çıkıp bacakları arasında dolaşan kediyi fark etti. Hayvanı kucaklayıp omzuna yerleştirdi. Masadan sonra hayvanın en sevdiği yer burasıyclı. Geiger bir Lucky Strike yakıp örümceği izlemeye koyuldu. Son derece amaçlı bir biçimde sayısız gidiş gelişlerle ağını örmeyi sürdürüyordu. Bir an için çivileri ağzında yapan ve ellerini de çekiç olarak kullanan bir marangoz hayal etti. Ya da enstrümanı kendi bedeni olan bir müzisyeni. Acaba bir öldürme aracı yaratmada böylesine gayretli ve sanatkara yakışır şekilde uğraş veren başka bir canlı daha var mıdır diye merak ediyordu. Tabii insan dışında. Geiger bir tür misyoner gibiydi. Kendine özel bir amacın kölesi. Sürekli bütünü parçalayıp, en ince ayrıntılarına dek didik didik etmek zorundaydı. Zira BE - bilgi edinme - alanında ayrıntılar çok önemliydi. Amacı bu işlemi

10 mümkün olduğunca sanatsal biçimde gerçekleştirmekti. Bu yüzden de Geiger'in odaya girdiği ilk andan itibaren olan her şeyin aslında bir anlamı vardı ve her bir hareketi ayrı ayrı değerlendirilmeliydi. Yüzündeki her bir ifade, ağzından çıkan her bir kelime, her sessizlik anı, her bir mimik, bakış, hareket bir mana içeriyordu. Bir odada hep Jones takma adını uygun bulduğu sorgulanacak şahıslarla geçireceği on beş dakikanın sonunda yüzde doksan olasılıkla, onlar daha farkına bile varamadan, nasıl tepki vereceğini tahmin edebilirdi. Korku, karşı koyma, umutsuzluk, kabadayılık gösterisi, inkar. Bunlar birbirini izleyecek biçimde tekrar tekrar yinelenecek davranışsal nakaratlardı. Bunları görebilmek için sadece çok dikkatli olmak yeterliydi. Bunu müzik dinleyerek öğrenmişti. Her bir notanın bir araya gelerek ezgiyi oluşturduğunu görmüştü. Binlerce notayı artık tek tek ayırt edebilecek seviyedeydi. Her bir notayı zihniyle duyardı. BE'de olduğu gibi bir müzik eserinde de her bir notanın anlamı vardı. Her ne kadar sayısız unsurun değerlendirilmesi gerekse de yine de Geiger'in işi temelde pek o kadar zor değildi. Müşteri ve Jones her seferinde üç temel senaryoya göre hareket ederdi. No 1: Hırsızlık. Jones müşteriden bir şey çalmıştır ve müşteri de onu geri istiyordur. No 2: İhanet. Jones sadakatsizlik ya da hainlik benzeri bir şey yapmıştır. Müşteri de suç ortaklarının ve gerçekleşen eylemin genişliği hakkında bilgi edinmek istiyordur. No 3: İhtiyaç. Jones, müşterinin istediği bir bilgiye sahiptir. İnsanlar farklıdır ama seçenekler sınırlıdır. Geiger'in ses kayıtlarının çözümleri bu durumu zaman içinde kanıtlamıştı. İşe başladığından beri yaptığı seansların kayıtları şu an masasının üzerinde yan yana duran yirmi altı dosyada yer alıyordu. Ayrıca bu bilgileri bilgisayarı aracılığıyla meslek, yaş, din, kişisel servet ve en önemlisi isnat edilen iddialar kategorilerine göre sınıflandırabilirdi. Bu dosyalar tehditlere, korkuya ve acıya verilen yanıt ve tepkilerin yer aldığı birer ansiklopedi mahiyetindeydiler. Ama hiçbir şayiada ölümle ilgili bir bilgi yoktu. Geiger on bir yıllık zaman zarfında seanslarda bir tek Jones'u bile öldürmemişti. Carmine'in bir zamanlar söylediği gibi, Geiger her seferinde başarıya ulaşmayı biliyordu. Geiger'in müşterileri özel sektörden, ticari şirketlerden, organize suç örgütlerinden, devletten gelirdi. Hatta dört yıl kadar önce gizli bir sitedeki ajan ilanları arasına adını bırakmıştı. Onların hepsi kendi yöntemlerinin kusursuz olduğuna inanıyorlardı ama Geiger kısa zamanda hepsinin geride kaldıklarını, dünyayı kurtarmaktan bahsederken aslında sineklerin kanatlarını koparmakla meşgul olduklarını anlamıştı. BE alanında başarıyı belirleyen tek şey ustalıktı. Vatanseverlik, din, neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair sabit fikirler bütünüyle bir kenara bırakılmıştı. Netice itibariyle ortada sadece gerçek ve yalan vardı ve bu kavramların arasında düşünce ve kanaatlere

11 bırakacak yer yoktu. O sitedeki diğerleri Geiger çalışırken gölgeler arasına sinip onu izlemişlerdi. Zaten Geiger açısından hepsi birinin Zip-po çakmağıyla ateş yakışını izleyen mağara adamlarından farksızdılar. Geiger el sanatları eğitimi görmüştü. Aynı zamanda da tarihçiydi. Siyah dosyalar yalnızca çalışmalarının özetlerini değil aynı zamanda yaptığı işin diğer kayıtlarını, kökenleri, gerekçeleri, yöntemleri ve ulaştığı sonuçları da içeriyordu. İnsanlığın en azından 1252'de Papa Dördüncü Innocent'in kafirlerle mücadele edilmekte kullanılması için onay verdiği zamandan beri işkence yöntemini pişmanlık duymaksızın kullandığını biliyordu. Bu resmi izinden sonra da ulaşılamaz kabul edilen bilgiye ya da gerçeğe ulaşmak için acı verme yöntemleri oluşturup bu yöntemleri kusur-suzlaştırmak için sayısız çaba harcandı. Uygulamalarda kültürel, coğrafi ya da etnik herhangi bir önyargıya yer yoktu. Tarih çekiç, testere, eğe gibi basit aletlere ve tahta, demir, ip, ateş gibi temel malzemelere sahipseniz başka bir şeye gereksinim duymayacağınızı kanıtlamıştır. Buna temel fizik bilgisi ve insan vücudu bilgisi eklendiğinde işe başlayacak durumdasınız demektir. Geiger eğitimine böcekler üzerinde çalışıp, alandaki öncülerin temellerini attığı yöntemleri inceleyerek başladı. Bazı yöntemler ve teknikler gerçekten de son derece etkiliydi. Bunlar: Keskin materyaller. Yahuda'nın Beşiği (The Judas Chair), Engizisyon döneminde başarısını kanıtlayınca çoğu Avrupa ülkesi kendi versiyonlarını geliştirdi. Çulla di Giuda, Judaswiege, gibi çok sayıda ismi bulunan bu alet Jones'un üzerine iple sarkıtıldığı piramit biçimli bir sandalyeydi. Etrafım sarma ve basınç. Sorguda Demir Bakire adı verilen dikine yerleştirilmiş bir kutu kenarlarındaki deliklerden içeri sokulan çeşitli kesici nesnelerle işkence aleti olarak kullanılmıştı. Bu ileride icat edilecek duyusal yoksunluk yaratan aletlerin de atası sayılır. Çizme, İspanyol Çizmesi ve Malezya Ayak Sıkıştırma makinesi adı verilen aletlerin tamamı ayakları ezerek kırma amacıyla yapılmışlardı. Parmak kelepçesi adı verilen alet de aynı işleve sahipti ancak cepte taşınacak kadar küçük olduğundan her türlü yeri bir anda işkence odasına çevirme kabiliyetine haizdi. Kelepçeleme ve germe: Askı, makaraları, kolları ve ayarlanmaya imkan veren tertibatı sayesinde acıyı bir anda artırıp azaltma imkanı sağladı. Su tahtası da engizisyon sorgucularının bir başka parlak buluşuydu. Jones'u suya batırınca bir süre sonra boğulma refleksinin tetikleneceğini ve bunun da ölüm korkusunu çok güçlendireceğini keşfetmişlerdi. Yüksek ısı işkencecilerin yararlandığı başka bir önemli unsurdu. Yüksek ısı ifadesi kişinin ayağını ateşe tutup etinin yanmasını sağlamak olarak düşünülürdü. Ayrıca çok sayıda farklı aletten faydalandırdı. Bunlar arasında tırnak sökmek için kullanılan pense gibi basit aletler olduğu gibi, Armut adı verilen, menteşeli, üzeri keskin dişlilerle dolu, vajinaya ya da anüse sokularak hafif

12 hafif döndürülerek içeride genişlemesi sağlanan karmaşık aletlerden de faydalandırdı. İşkence aletleri katalogu bir hayli zengindi: İşkence çarkı, kedi patisi, kafa ezici, timsah borusu, Piket, Filistin askısı. Endüstri devrimi öncesinde bu ve benzeri birçok alet icat edilmişti. Bunları gören Geiger işkence uygulamalarının kesinlikle bir sapkınlık olarak değerlendirilemeyeceği yargısına ulaşmıştı. Amaca ulaşabilmek ya da arzu ettiği bilgiyi elde etme gayesindeki insanoğlu hep yasaları ihlal etmeye meyilli olmuştu. Bu amaçla da bu tür uygulamaları onaylamayan inançlarına ihanet ederek onları bir şekilde işkenceyi tasvip eder hale getirmişti. Bir hayli çalışıp kafa yoran Geiger sonunda standart bir prosedür geliştirmişti. Sadece müracaat üzerine çalışıyordu. Eğer bir firma ya da şahıs hizmetine ihtiyaç duyarsa öncelikle websitesine yönlendirilirler oradan da kendilerine bir şifre verilirdi. Ortağı Harry derhal talebi değerlendirir, eğer herhangi bir tehlike işareti görmezse müstakbel müşteriden Jones'la ilgili ön bilgileri göndermesini talep ederdi. Sonra da araştırmaya başlar, birkaç gün içinde de detaylı bir sonuca ulaşırdı. Harry huysuz bir insandı belki ama işinin de en iyisiydi. Jones hakkında karısının, en yakın arkadaşının, devletin hatta Jones'un kendisinin bile bilmediği şeyleri öğrenebilirdi. Sonunda Geiger hazırladığı dosyayı okuyunca da işi yapıp yapmamaya karar verirdi. Geiger'in üç kuralı vardı: Çocuklar üzerinde asla çalışmazdı. Zaten Harry de bu tür bir teklif almış değildi. Geçmişinde kalp rahatsızlığı olanlar üzerinde çalışmazdı. Ve son olarak da yetmiş ikisini geçmiş kimseleri kabul etmezdi. Zira o yaştan sonra kalp krizi ve felç geçirme risklerinin çok yükseldiğini gösteren araştırmaları incelemişti. Bir de kendisi açısından gri kalmış bir alan vardı: 'Bir an evvel' hususu. Geiger'in her şeyi dikkate almak gerek biçimindeki mantığı Jones hakkında gerekli bilgileri edinemediği durumlarda hemen devreye girerdi. Kısacası müşteri bir an evvel der, işin aceleye getirilmesini talep ederse genellikle işi reddederdi. Zira dikkate alınması gerekli çok şey vardı: Vücut dili, konuşma dili, ses tonu, yüz ifadesi, verdiği kararlar ışığında şekillenen çığlıkları, kararları ve ne derece küçük olursa olsun tüm seansı mahvedebilecek hatta tüm kişisel evrenini paramparça edecek yanlış hesaplama ve sonuçlar. İşte Geiger bu yüzden sağlam bilgiler ışığında hareket edip, Harry'nin araştırma sonuçları üzerine kurduğu plana göre davranmayı yeğlerdi. Dalton gibi bazı meslektaşları detay üzerinde fazla uğraşmadan hemen en sert yöntemleri uygulamaya koyarlardı. Ama bu tür bir yaklaşım tarzında seans sona erdiğinde müşteri Jones'un ne hale gelmiş olabileceğini bilemezdi. Gerçi bazı durumlarda bunun pek de bir önemi yoktu. BE işindeki herkes gibi Geiger de Dalton hakkında çok sayıda öykü duymuştu. Bu öykülerden en ünlüsü de Çöl Fırtınası savaşı günlerine aitti. Kuveyt polisi Saddam'ın adamlarından birini sınırı geçmeye çalışırken yakalamıştı. Iraklıyı bir hafta boyunca konuştunnaya çalışmışlar ama hiçbir

13 sonuca ulaşamamışlardı. Bunun üzerine Dalton'u çağırıp ona sınırsız yetki verdiler. Bu tür seanslara çıkış yok adı verilirdi. Zira sorgu bittikten sonra Jones'un serbest bırakılıp herkes tarafından görülmesinin sağlanması pek akıllıca bir şey olmazdı. Dalton ilk sorusunu yöneltince Iraklı gülümsemişti. Bunun üzerine de Dalton döner başlıklı bıçakla adamın dudağını parçaladı. Sonrasında basınçlı çivi tabancasıyla çalışmaya başladığı anda Jones, Dalton'a istediği bilgiyi verdi. Bu yalan bir öykü de olabilir ama neticede Dalton'un nam salmasına yol açtı. BE işinde nam salmanın hiç zararı olmaz, her şeyi yapabileceğinin düşünülmesini sağlardı. Zira müşterilerin çoğu Jones'u düşmanları olarak görür, bilgiye ulaşmak ya da verdikleri zararı tazmin etmelerini sağlamaktan ziyade canlarını ciddi biçimde yakmayı arzu ederlerdi. Geiger siyaset, ticaret ve dini savaş gazisi bir yumruğun geri kalan üç parmağı olarak görüyordu. Ama gerçek bu yaralı yumruğun dahi tutup, savunacağı bir şeydi. Gerçek çok yönlü olarak kullanılabilecek bir olguydu. Gerçek takas malzemesi olarak ya da amaca ulaşmak için bir araç olarak veya kâr elde etme gayesiyle kullanılabilirdi. Ama gerçek aynı zamanda kararsız, kısa ömürlü bir elementti, bu yüzden de kısa süre içinde kullanılması gerekiyordu. Müşterinin suratında patlamadan önce. Geiger gerçeğin artık kutsal bir şey olmadığını çok uzun süre önce öğrenmişti. Gerçek piyasadaki en popüler kavramdı ve BE alanındaki herkes doğru yöntemlerle yaklaşıldığında saklanması en zor şey olduğunu gayet iyi bilirdi. Kedi Geiger'in omzundan atlayıp, sundurmanın parmaklıkları arasından geceyi geçireceği yere yöneldi. Hiç şaşmadan sabah beşe doğru geri gelecekti. Hayvanın iç saati neredeyse kusursuza yakın bir biçimde işliyordu. Örümcek bu geceki işini bitirmişti. Zaten büyük, benekli bir pervane ilk avı olarak ağa takılmıştı bile. Şimdi ağa kıpırdadıkça daha bir yapışacağından habersiz kıvranıp duruyordu. Örümcek ağın sağ üst kısmından aşağı yöneldi. Ama hiç acele etmiyor gibiydi. Sanki sanat eserinin üretimi sonuca ulaşmaktan daha önemli gibiydi. Geiger, bir Lucky daha yakarken örümcek de ödülüne ulaştı. Tam o esnada Geiger uzanıp çakmağıyla ağın kenarını tutuşturdu. Bir anda ağ, pervane ve örümcek alevler arasında yok oldu. Geiger şimdilik ne yapacağını düşünmemeye karar vererek içeri yöneldi. Yarın konuyla ilgili Corley'le görüşecekti. 2 On sekizinci kattaki evinin balkonundaki Dr. Martin Cor-ley her seans arasında yaptığı gibi Marlboro Light'ından bir nefes çekti. Ardından da kaşlarını çattı. Her zaman tercih ettiği markayı sigaranın sağlığına verdiği zararı bu şekilde azaltacağına kendi kendini inandırma gayesiyle değiştirmişti. Altmışında böylesi bir değişiklik elbette hayatı açısından dönüm noktası sayılamazdı ama eski alışkanlıkları terk etmeye çalışmanın

14 boşanmanın etkilerini savuşturmaya faydası oluyordu. Uzun ve sayısız adetlerle dolu evlilik süreci her ne kadar basmakalıp, durağan bir yaşam sunsa da bir taraftan en azından belirgin bir devamlılık yaratıyor, aynı şeyleri tekrarlamak zamanın geçişini bir ölçüde maskeliyordu. Sara'nın gidişinin ardından yalnızlık yüzünden her gün yaşlılığını ve benzeri olası yıpranmaları çok daha net fark eder olmuştu. Bunu fark edince çeşitli değişiklere gitmişti. Önce kahvesine krema yerine süt ilave etmeye başladı. Sonra gerçeği yerine Diet Cola'ya geçerek ağız tadından feragat etti. Bunun sonrasındaysa kendi kendini kandırıp, gerçek bira içtiğini düşünmeye çalışarak Amstel Light almaya başladı. Şimdi de bu hiçbir şeye benzemeyen sigarayı içerken bir yandan da içinde artık geçmişte kalan o eski kıpırtının izlerini hissetmeye çalışıyordu. Tek başına içince bu alışkanlığın gerçek yüzü de ortaya net biçimde çıkıyordu. Bu başkaları üzerinde sergilediği itinalı çabayı kendini keşfetmeye sevk etmeyen üşengeç bir zihnin ara vermeden sürdürdüğü bir alışkanlıktı. Aşağı, Batı 88. Cadde'ye bakarken Corley, Geiger'in köşeyi dönüp binanın yan kapısına doğru yaklaştığını gördü. Geiger, Corley'in adını bir psikiyatri vvebsitesinden öğrenip sekiz ay önce randevu talebiyle aramıştı. İlk seansın sonunda da geliş nedenini izah etmişti. İki ay kadar önce karmakarışık bir rüya görmüş, bu rüyayı korkunç bir baş ağrısı izlemişti. O günden bu yana Corley iki üç haftada bir bu rüyanın benzerlerini gördüğünü öğrenmişti. Ve her seferinde rüya dayanılmaz baş ağrısını da tetikliyordu. Tüm seanslarda Geiger son derece açık sözlü davranmış, en ufak bir sahtekarlık sergilememiş, daha çok duygusuz bir görüşmeci tavrıyla olup biteni izah etmişti. Corley bu yeni hastasının şaşırtıcı derecede çelişkilerle dolu olduğunu düşünüyordu. Tıpkı zeka küpü bir taş parçası gibi. İlk seansın sonunda Geiger görüşmeleri iki şart sunarak devam ettirmeye karar verdiğini bildirdi. Birincisi sadece rüyaları hakkında konuşacaktı. Geçmişi hakkında da Corley'in muayenesinin duvarları dışındaki hayatı hakkında da en ufak bir sohbet olmayacaktı. İkincisi binanın servis kapısının anahtarını istiyordu. Böylece girişten geçmeden doğruca buraya ulaşabilecekti. Corley sandalyesinde arkasına yaslanıp, kırlaşan sakalını sıvazlayarak bunun nedenini sormuştu. Çünkü böylesi benim için en iyisi, diye yanıt vermişti Geiger. Bu Corley'in Geiger'in ses tonunun tuhaflığına şaşıracağı sayısız andan ilkiydi. He ne kadar sakin, uysal bir ses tonuyla konuşuyorsa da karşısındaki bu noktadan sonra ısrar etmenin gereksizliğini hatta manasızlığını net biçimde hissediyordu. Geiger'in birinci kuralı, tüm seansları yalnızca rüya alemiyle tutma şartı, olağan terapi yöntemlerini bir hayli zora sokacaktı. Ayrıca anahtar talebi de tüm kuralları aşan bir istekti. O ana dek hiçbir hasta böylesine bir şey istememişti. Ama Corley her iki isteği de kabul etmişti.

15 Geiger'in rüyası adamın farkında bile olmadığı birtakım rahatsızlıkların kanıtı olabilirdi. Bu da Corley'de sönmeye meyletmiş tutkularının üzerine benzin dökülmüş etkisi yaratmıştı. Geiger'in geri dönmesini istemişti. Corley terastan Geiger'in servis kapısını açarak içeri girişini izledi. İzmariti çiçeksiz saksıya atıp, içeri döndü. Corley kucağındaki küçük not defterine bakıyordu. Seanslar sırasında not almaya kısa süre önce başlamıştı. Eskiden hastalardan biri çıkıp diğeri gelmeden önce birkaç satır bir şeyler karalar, akşam da bu yazdıklarını gözden geçirirdi. Sonra yavaş yavaş hafızasının eskisi kadar güçlü olmadığını fark etmeye, hatırladıkları arasında boşluklar meydana geldiğini görmeye başladı. Önceleri Japon eriği yiyerek hafızasını güçlendirmeye çalışırdı ama sonra bu sefer de erik yemeyi unuttuğu için bu girişimden vazgeçti. Pekala, dedi. Ağ bitti, pervane yakalandı sonra da sen her şeyi ateşe verdin. Sence tüm bunlar neyle ilgili? Geiger yattığı kanepeden duvardaki kitaplığa bakıyordu. Raftaki tüm kitapları sırasıyla ezberlemişti. Adları, yazarları, renkleri, kapakları zihnine kazınmıştı. Alt rafın orta kısmında, heybetli ağaçların arasında dalgalanan çayırlığın ortasındaki derme çatma bir binanın bulunduğu çerçeveli bir fotoğraf vardı. Binanın keskin hatları ve sert açılı çatısı hoşuna gitmişti. Corley'e yapının tarihiyle ilgili bir şeyler sormuş ama karşılığında üstünkörü yanıtlar almıştı. Geiger binanın yüz yıllık olduğu ve yaklaşık bir saatlik mesafedeki New York, Cold Spring'de bulunduğu dışında bir şey bilmiyordu. Bence bunlar neyle mi ilgili? dedi Geiger. Bilemiyorum. Sence neyle ilgili? Bence, dedi Corley. Kontrolle ilgisi olabilir. Güçle. Geiger parmaklarıyla kanepenin kenarında düzenli, hızlı bir ritim tutturmuştu. Corley için bu ses artık seansların bir parçası gibiydi. Sözlere ilave edilmiş yumuşacık bir vurmalı çalgı ezgisi gibi. Terapinin ilk dört ayında Geiger yalnızca migreni tetikleyen rüyayı gördükten sonra aramış ve yalnızca bu husus üzerinde konuşmuştu. Ama zaman içinde bu düzensiz randevuların yerini haftalık hatta bazen haftada iki kez gerçekleşen ziyaretler almaya başladı. Son zamanlarda da Geiger'in artık ilk kuralına eskisi kadar sıkı sıkıya bağlı olmadığı görülüyordu. Bazen bugün olduğu gibi günlük yaşamıyla ilgili anılardan bile bahseder olmuştu. Belki de tamamlamayla ilgili bir şeydi, dedi Geiger. Enteresan. Öyle mi? Bence, diye karşılık verdi Corley. İmha etme deseydin anlardım ki bu da tamamlamanın tam tersi olarak kabul edilebilir herhalde. Güzel bir nokta, Martin. Geiger'den önce otuz yıllık kariyeri boyunca hiçbir hasta Corley'e adıyla hitap etmemişti. Adıyla ilk hitap edişi aralarında ufak çapta bir dalgalanma meydana getirmiş, psikiyatrist sandalyesinde huzursuzca kıpırdanmıştı.

16 Şaşkınlığının temelinde bu doğal yakınlığın Geiger'in genel esrarengizliğiyle büyük çelişki oluşturduğunu düşünmesi vardı. Corley bu hususta hiçbir şey söylemedi sonrasında da bunu seansların sıra dışı dinamiklerinin bir parçası olarak kabul etmeyi tercih etti. Her şey doğal bir işleyişe göre hareket eder, dedi Geiger. Başlangıcı, ortası ve sonu vardır. Bu açıklama bana en mantıklısı gibi geliyor. Anlıyorsun herhalde. Tamamlama. Geiger'in gözleri tavana yöneldi. Yıllar önce meydana gelen bir baskının izleri göze çarpıyordu. Tamirat sırasında meydana gelen belli belirsiz değişiklikleri hep yakalardı. Bu türden bir tamiratın nasıl yapıldığını, hangi işlemlerden geçildiğini harfi harfine biliyordu. Neticede kendisi de bu tür şeyleri yüzlerce kez yapmıştı. Sence neden örümcekten bahsediyoruz? diye sordu Corley. Geiger sağ dizini büküp bacağını yavaş yavaş karnına doğru çekti. Corley aşina olduğu bel kemiği çıtlatma hareketinin bitişini bekledi. Örümcek, ağını bitirmişti, dedi Geiger. O zaman neden yaktım? Bilemiyorum. Benim bölgemde olduğu için mi? Ama buna ancak bittikten sonra karar verdin öyle mi? Gördüğüm şeylerin kralıyım ben? Ağzından yumuşacık bir ses çıktı. Tıpkı bir iç çekiş gibi. Bu bir yerde geçiyordu değil mi? Üçüncü Richard mı? dedi Corley. Yoksa Kaplumbağa Yertle mi? Ne? Çocuk kitabı. Corley parmaklarını sakallı yanağında gezdirerek bekledi. Sonra aynı şeyi diğer yanağında yaptı. Ama Geiger'in sessizliği tıpkı çarparak kapatılmış bir kapı gibi kalıcıydı. Hatırladığın herhangi bir çocuk kitabı var mı? diye sordu Corley. Ya da şarkı? Aklına gelen herhangi bir şey? Belki de oyuncak filan... Hayır. Aklıma hiçbir şey gelmiyor. Zaman içinde Corley, Geiger'in yalnız ve sorunlu bir çocukluk geçirdiğini ama bir şekilde cesaretini muhafaza etmeyi de başardığını düşünür olmuştu. Zaten Geiger'in rüyaları Corley'in üzerinde çalışabileceği yegane materyaldi. Adam hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyor, sadece seansların sınırları dışında kalan hususlarda tahminlerde bulunabiliyordu. Ama örümcek hikayesi ve bu türden konuşmalar Geiger'in iç dünyasının gerçekten ziyade hayaletlerle dolu yıkıntılarla kaplı olduğu düşüncesine daha sıkı sarılıyordu. Corley bazen kendisini ölüyle temas kurmaya çalışan bir medyum gibi hissediyordu. Corley saatine baktı. Karısının verdiği son hediyeydi bu saat. Arkasında da, Zaman nereye gidiyor? Sevgiler, Sara, yazılıydı. Zamanımız bitti sayılır, dedi. Sonrasında sizden şu örümceği düşünmenizi istiyorum. Dizleri üzerindeki defteri düzeltip, Empati? diye yazdı. Belki ağı

17 yakmak tamamlamayla ya da egemenlik tesisiyle alakalı değildir. Geiger'in parmaklarının daha hızlı hareket ettiğini fark etmişti. Belki de örümceğin pervaneyi öldürmesini isteme-mişsinizdir. Geiger'in parmak hareketleri durdu. Sonra da doğruldu. Corley adamın gömleğinin altındaki aşırı gelişmiş omuz kaslarını bakıyordu. Geiger hep uzun kollu, siyah, ütüsüz gömlek giyer, boynuna kadar da iliklerdi. Geiger ayağa kalkıp başını sağa sola çevirdi. Corley iki çıdamayı da duymuştu. Düşünelim bakalım, dedi Geiger. Sonra, Söylesene, Martin, dedi. Corley bir istekte bulunmasını bekliyordu. Bu artık sürecin, Geiger'in gidiş seremonisinin bir parçası halini almıştı. Genelde, söylesene, diye başlar ardından da sorusunu sorardı. Bazen de bu arada... der, sonra da konuyla alakasız gibi görünen bir bilgi verirdi. Corley bu son konuşmanın Geiger'in doğası gereği açık uçlu sona eren seansları kapatma, böylece anlamlandırarak, kontrol hissini yeniden tesis etme çabası olduğunu biliyordu. O eve çok sık gider misin? diye sordu Geiger. Hayır, dedi Corley. Neden? Corley defteri masanın üzerine koydu. Burada kesmemiz gerek artık. Geiger açısından Corley'in ofisine gelirken ve giderken yaptığı yolculuklar sanki duyularına hitap eden bir ziyafetti. Central Park'ın batısı adeta bir çiçek dürbünü manzarasına sahipti. Trafikte birbirleriyle sarı tenli orta sıklet dövüşçüler gibi kapışan taksiler, tuhaf sesler çıkararak ilerleyen hantal otobüsler, birbirlerini koklayıp süzen köpekler ve sahipleri, parka girmek için bekledikleri kırmızı ışıkta seksi hareketlerle yerlerinde sayan koşucular, soluk tenli, yol kenarında sosisli sandviç ve kebap arabalarını bitkin tavırlarla çeke çeke ilerleyen, hayattan bezmiş tipler. Tüm bunlar Geiger için saf birer uyarıcıydı. Renklere, şekillere, seslere, hareketlere saldırı olarak görüyordu. En ufak bir fısıldama, konuşma ya da mimik bile hemen fark ediliyor ama daha karmaşık olan karşılıkları duyulmuyordu. O da her şeyi algılıyor ama hiçbirini zihninde tutmuyordu. Hem bir elektrik süpürgesiydi hem de dipsiz bir kuyu. On beş yıldır New York'taydı. Kente geldiği ilk gün aynı zamanda en eski hatırasını da oluşturuyordu. Geiger 6 Eylül 1995 tarihinde 42. Cadde'yle 8. Bulvar arasındaki New York Port Authority terminaline yanaşan Greyho-und otobüsünün arka sırasında uyuklarken şoför tarafından uyandırıldığında dünyaya gelmişti sanki. Karşısındaki genç adam onun on dokuz yirmi yaşlarında olduğunu tahmin etmişti. Ancak o kendisine tıpkı kaldırımdan geçenler kadar yabancıydı. Korkmuştu. Hiçbir şeyi hatırlamıyor oluşunun neden olduğu.şaşkınlıkla acı çekiyordu. Hafıza kartı olmayan bir insan makineydi adeta. İçgüdüsel bir tepkiyle koşmaya başladı.

18 Ertesi gün, Harlem sokaklarında dolaşırken eski bir binanın pencere pervazlarını değiştiren tamir ekibini izlemek üzere durdu. Sonra kapısız binaya girip iş istedi. Ani, düşünmeden atılan bir adımdı bu. Üstelik adamlar marangozluktan anlar mısın diye sorduklarında da neden öyle söylediğini bilmeden evet yanıtını vermişti. Tamirat işinde dört yıl kadar çalıştı. Hiçbir firmada uzun zaman kalmıyor, sendikanın tanımadığı gece vardiyalarında çalışıyor, genelde Harlem, Brooklyn ve SoHo civarında dolaşıyor, çalıştığı apartmanların bodrumunda gizlice uyuyor, parasını biriktiriyordu. Çalıştığı bütün firmalar ona kayıt dışı ödeme yapıyordu. Kimlik numarası, sigorta bilgileri ve benzeri diğer belgelere ihtiyacı olmuyordu. Önceleri Gray adını kullandı. Ardından da Black. Sonra bir gün Barnes & Noble kitabevinin önünden geçerken H.R. Giger'in bir çizim kitabına gözü takıldı. Kitaptaki anlaşılması güç, karmaşık çizimlerden etkilenmişti. O anda bu ismi ikinci bir e ekleyerek kullanmaya karar verdi. İsme simetri katmak için ilk harfin yanına eklemeyi uygun gördü... Geiger. Bir gece çalıştığı Williamsburd'ta bulunan binadaki vardiyasını bitirip uyumak üzere binanın bodrumundaki karanlık bir köşeye ilişti. Sabaha karşı üç civarında merdivenlerde ayak sesleri duyarak uyandı. Hiç kıpırdamadan küçük bodrum duvarlarında dans eden el feneri ışığını izleyerek bir yandan Carmine Delanotte adlı birini suçlayabilme-yi sağlayacak konuşmaları kaydetmek üzere yeni boyanmış duvara mikrofon gizlerken bir yandan da sohbet eden adamları dinlemeye koyuldu. Delanotte'nin burası gibi on tane binası olduğunu duydum, dedi adamlardan biri. Kayınbiraderim emlakçı, dedi diğeri. Siyahilerle serseriler buradan atılırsa bu çevredeki binaların paha bi-çilemeyecek kadar değerleneceğini söyledi. Fiyat düşükken al, pahalanınca sat. Bu mikrofon işi vakit kaybı biliyorsun değil mi? Dela-notte çok akıllıdır. Belki. Yardımcılarından birini enselemek üzerelermiş diye duydum. Ya, tabii tabii. O kadar çok yardımcısını enselediler ki. Ama çoğu hiç konuşmadı. Konuştunnak için her şeyi denediler. Şantaj yaptılar, kafayı yemelerini sağlayacak kadar sıkıştırdılar hatta dövdüler. Ama o lanet herifler yine de konuşmadı. Çok tuhaf bir iş olmalı. Ne? O adamları konuşturmaya çalışmak. Feci derecede zorlu tipler çünkü. Öyle döverek filan konuşturamazsm onları. Çok daha incelikli yöntemlerin olmalı. Aslında o adamlar işlerinin ustasıdır. Her biri, alanında uzman birer sorgucu. İnsanları nasıl konuşturacaklarını çok iyi bildiklerine şüphe yok.

19 Büyük olasılıkla FBI teknisyeni olan bu iki adam konuşmayı sürdürürken karanlıkta öylece bekleyen Geiger içinde bir şeylerin doğmakta olduğunu hissetmeye başlamıştı. Bu ağırlığı olmayan, öylece havada süzülürcesine dolaşan bir düşünceydi aslında. Ama tüm hislerini etkileyip, yepyeni bir bakış açısına neden olmasını sağlayacak kadar da kuvvetliydi. Harlem'deki bu köhne içinde, molekül seviyesinde başlayan bambaşka bir düşüncenin giderek filizlenip büyümekte olduğunu her geçen saniye daha bir hisseder olmuştu. Ve bu düşünce tıpkı bir çığ misali önüne çıkan her şeyi yakıp yıkarak ilerleyen içgüdüsel bir istek halini aldı. 3 Harry Boddicker başını kaldırmış ışıl ışıl aydınlatılmış Brooklyn Köprüsü'nün halatlarına bakarken Doğu Nehri üzerinde yaza özgü çivit renkli gökyüzünde devasa bir ateş böceği gibi parıldayan bir helikopter belirdi. Arkaya, FDR Caddesi'nin köşesine park etmiş lacivert minibüse doğru baktı. Jones'un ağzını kapatıp, elini kolunu bağlayarak bu minibüse sokmuşlardı. Adam, Carmine'in satıcılarından biriydi. On beş dakika önce, Carmine'in üç adamı tarafından getirilmişti buraya. Harry'e adamı kız arkadaşını dairesinde becerirken yakaladıklarını ama bunu yapabilmek için de kafasına çekici biraz hızlı vurmak zorunda kaldıklarını anlatmışlardı. İki gözü de morarmıştı. Belki burnu ve birkaç kaburga kemiği de kırılmış olabilirdi. Şimdi Harry, Geiger'i aramak zorundaydı. Geçen sefer Providence'lı bir şirket müdürüne zarar verdikten sonra Geiger'i aramışlar, o da gelip durum değerlendirmesi yapmış, işin öneminin azaldığına karar vermiş ve zerre kadar yükselip alçalmayan o yumuşacık sesiyle teklifi geri çevirmişti. Çünkü Camiine böyle bir durumda her zamanki indirimini yapacaktı. Bu adam en fazla on iki bin papel ederdi artık. Ama kendi payı olan üç bin doları kaybettiği düşüncesi Harry'nin midesini ekşitmiş, ağzına acı sular gelmesine neden olmuştu. Beş gün boyunca işsiz kaldılar. İki Pepcid Complete tableti daha içmek zorunda kalmıştı. Bu tebeşir gibi ilacı geliştirmek için ne eklerlerse eklesinler işe yaramıyordu. Midesi her zamanki gibi kaynıyordu işte. Minibüsten biraz uzaklaşıp cep telefonunu çıkardı. Geiger üçüncü çalışta açacaktı. Birde, ikide veya dörtte değil. Her zaman üçüncü çalıştan sonra açardı. Ne var, Harry? diye yanıt verdi Geiger. Bu gece. Bir husus var. Hasarlı mallar. Detaylar, Harry. Harry iç çekti. Bir göz şişmiş. Burun kırılmış olabilir. Kaburgalar da. Kısa bir duraksamadan sonra Geiger, Yerini değiştir, Harry, dedi. Onu Bronx'a götür.

20 Pekala, dedi Harry rahatlayarak gözlerini kapatırken. Geiger işi almak istiyor gibiydi. Bu arada propofol yerine Brevital kullan. İki cc. Harry aradığında Geiger arka bahçesinde tek kolunu kullanarak sınav çekiyordu. Elli tane sol koluyla, elli tane sağ koluyla, sonra kırk, ardından otuz diye devam ediyordu. Hafif hafif esen rüzgar çıplak vücudundaki teri kurutuyordu. Altı metreye dört buçuk metre genişliğindeki yemyeşil bahçe, beton binaların, asfalt yolların arasında adeta çöldeki bir vaha gibiydi. Çimenliğin yan tarafında meşe kerestesinden yapılmış bir bank ve mütevazı bir Norveç akçaağacı göze çarpıyordu. Bahçenin üç tarafı Geiger'in otuz metreden fazla bir mesafeye dikine çaktığı tahtalardan yapılan yüksek çitle kaplıydı. Çitin uzun tarafı evin arka tarafının karşısına gelecek şekilde inşa edilmişti. Doğu-batı yönünde ilerleyen çiti yaparken Geiger her bir tahta parçasını arka taraftan bakıldığında bölgedeki girintili çıkıntılı binaların görünüşünü andırması için teker teker özenle kesip, yerleştirmişti. Günün erken saatinde Geiger, Jones'un dosyası üzerinde çalışmış, zihninde bir senaryo inşa etmişti. John, 'Kedi Jackie' Massimo, Carmen'in adamlarından biriydi ve her açıdan bir çetin cevizdi. Kırk iki yaşında, iriyarı ama kaslı, fiziksel şiddete aşina bir tipti. Gençliğinde göğsünden bıçaklanmış, bacağından da vurulmuştu. Ve kedi aşığıydı. Altı tane kedisi vardı. Massimo zaten yaralanmış olduğundan kendini her türlü şeye hazırlamış olmalıydı. Kısacası Geiger her şeyi en başından yeniden düzenlemek zorunda kalacaktı. Seans odasını, taktikleri, yöntemi yeniden tasarlamak mecburiyetindeydi. Ama işi iptal etmeyi aklından bile geçirmeyecekti çünkü bunu Carmine'e yapamazdı. Carmine on bir sene önce Geiger'e ilk BE işini vermişti. FBI teknisyenlerinin konuşmalarına kulak misafiri oluşunun ertesi günü Geiger bir internet kafeye gidip meşhur çete lideri Carmine Vincent Delanotte'nin fotoğrafını bulmuştu. Ayrıca Little Italy bölgesindeki lokantası la Bella Ristorante'nin adresine de ulaşmıştı. Ayrıca Carmine'le ilgili okuduğu yazılardan karar vermesini kolaylaştıracak önemli bilgiler edinmişti. 1980'lerin başlarında Cannine bölgede yıkıntı haldeki binaları neredeyse hiç pahasına sahiplenmişti. Anlaşıldığı kadarıyla her fırsatı değerlendirmiş bu binaları kullanarak çamaşırhane gelirleri, komisyon mukaveleleri gibi şeyler sayesinde kendisine görünürde yasal bir kimlik çizmişti. Ve on beş yıl kadar sonra paraya para dememeye başlamıştı. FBI'ı kaynak gösteren bir yazıda Carmine'in son zamanlarda tefecilik, kumar gibi şeylerden ziyade gayrimenkul işinden daha çok gelir elde etmeye başladığından bahsediliyordu. O akşam Geiger, Carmine'in lokantasına girip kapıdaki görevliye mühürlü bir zarf uzattı. Bunu Bay Delanotte'ye verin, dedi Geiger.

21 Geiger'in kararlı tavrı yüzünden ya da bu türden zarf taşıma işlerine alışık olması nedeniyle görevli tek kelime bile etmeden zarfı alıp içeri yöneldi. Geiger köşedeki masada üç adamıyla birlikte oturan Camiine'i görebiliyordu. Mavi gözleri, başını her oynatışı sanki bir elektriklenme yaratı-yormuşçasına dalgalanan gümüşi saçlarıyla tam karşısındaydı. Görevli eğilip, patronunun kulağına fısıldayarak zarfı verdi. Carmine önce zarfa bakıp ardından bakışlarını Geiger'e yöneltti. Buz gibi bakışlarla onu tepeden tırnağa süzdü. Gei-ger o esnada adamın ifadesiz gök mavisi gözlerinde bir merak parıltısı sezinler gibi oldu. Baş parmağının cilalı tırnağını kullanarak zarfı yırtıp tek sayfa kağıdı çıkardı ve okudu. Ardından sakin bir tavırla kağıdı katlayıp ortasından yırttı. Sonra ikinci ve üçüncü kez aynı şeyi yineledi. Sonunda da kağıt parçalarını masadaki porselen fincanın içine koyup çakmağını kullanarak yaktı. Dudaklarının küçük bir hareketiyle yanındaki adamlar hareketlendi. Görevli kenara çekilirken üç adam ayağa kalkıp arka taraftaki kan kırmızı duvarın önüne doğru yöneldiler. Carmine yeniden Geiger'e bakıp iki kalın parmağını kaldırıp yaklaşmasını istedi. Bunu adeta karşısındakinin gelmesini isteyen bir imparator edasıyla y apmı ştı. Geiger üç adım kadar yaklaşmıştı ki Carmine durmasını işaret etti. Geiger de durdu. Carmine yanan kağıtlara doğru eğilip alevlere üfledi. Yükselen dumanları eliyle dağıtıp, derin bir nefes aldı. Sonra başını kaldırıp Geiger'e baktı. Artık sigara içmeme izin yok, dedi içilen binlerce sigaranın neden olduğu çatlak bir ses tonuyla. Omuzlarını kederle silkip, arkasına yaslandı. Beyler... dedi. Korumalar bara doğru yöneldi. Otur, dedi Carmine. Geiger oturunca da Carmine kadehine iki parmak Chivas koydu. Sonra şişeyi Geiger'e uzattı. Ben içki içmem, dedi Geiger. Carmine kadehini kaldırıp küçük bir yudum aldı. Üç yıl oldu ama hâlâ Lucky sigarası olmadan Chivas içmeye alışamadım, dedi. Kadehini bıraktı. Gece vardiyasında ne kadar kazanıyorsun? Sana ne ödüyorum? Gecede yüz elli dolar. Nakit. Vergisiz. Bu da günde iki yüz yirmi dolar sayılır aslında. Evet. Bu da bir oda tutabilmen için fazlasıyla yeterli, değil mi? Evet. Ama buna rağmen sen benim binamda geceliyorsun. Buna müsaade etmiyorum, Bay Geiger. Biliyorum. O zaman neden orada kalıyorsun? Bu şekilde çok para biriktirebiliyorum.

22 Carmine'in dudaklarının kenarında bir gülümseme belirdi. Benimle dalga mı geçiyorsun, Geiger? Hayır. Kim olduğumu gayet iyi biliyorsun değil mi? EVet, Bay Delanotte. Hakkınızda çok şey okudum. Carmine'in dudaklarının köşesindeki gülümseme artık sırıtmaya dönüşmüştü. Pekala, dedi. Bir, bundan sonra benim binalarımda gecelemeyeceksin. İki, federallerin konuşmalarını dinlemeni takdir ediyorum. Bunu ödüllendireceğim. Elini ceketinin cebine atarak kahverengi deri bir cüzdan çıkardı. Beş yüz dolar uygun mu? Ben paranızı istemiyorum, dedi Geiger. Hayır mı? Binalarımda bedava gecelemekten çok memnunsun bu yüzden paraya ihtiyacın yok, öyle mi? Bir şey sormak istiyorum. Sor. Adamlarınızla ilgili. Hangisinin size ihanet ettiğini nasıl öğreneceksiniz? Carmine'in kaşları çatıldı. Beş veya altı kişiden biri olabilir. Adamım işini bilir. Bulacaktır. Ben yapabilirim, dedi Geiger. Neyi yapabilirsin? diye sordu Carmine. Bilmek istediğiniz şeyi öğrenebilirim. Bunu nasıl yapacakmışsın, Bay Geiger? Adamlarınıza sorular soracağım. Onlar da bana doğruyu söyleyecekler. Ne yani tamirat işlerinden boşta kalan zamanlarda doğruyu bulma işinde filan mı çalıştın? Bilgi edinme. Carmine başını uzaklardan gelen bir ses duyan köpek edasıyla hafifçe kaldırdı. Geiger'in az önce alaycılıktan ya da şakadan son derece uzak bir ifadeyle söylediği iki kelimeyi sarf ederkenki ses tonunu değerlendirmeye çalışıyordu. Bilgi edinme, dedi Carmine. Anladım. Pekala. Sence şu an ne düşünüyorum? Ben zihin okuyucu değilim, Bay Delanotte. Geiger başını sağa doğru çevirerek boynunu çıtlattı. Ama sizin büyük bir ihtimalle benim bir ruh hastası olduğumu düşündüğünüzü tahmin edebiliyorum. Carmine'in yüzünde sığ suda pusuya yatmış köpekbalığı gibi, ancak belli belirsiz sezilen bir gülümseme vardı. Sanırım bu konuyla ilgili özgeçmişin hakkında soru sora-mam değil mi? Ama anladığım kadarıyla bu söylediğin... bilgi edinme işinde deneyimin var sanırım? Doğruyu bulma işinde yani? Yalan söylendiğinde anlarım. Sadece bakmam bile genelde yeterli olur. Geiger bu sefer başını sola çevirerek çıtlattı. Siz solaksınız, dedi. Doğru. Nasıl anladın?

23 Kaşlarınız. Kaşlarım mı? Avucuma bakıp geleceğimi de söyleyecek misin şimdi? Bunun nasıl yapıldığını bilmiyorum. Ama sağ gözünüzün sol gözünüzden daha iyi gördüğünü, uzun süre önce sol elinizin iki veya üç parmağının çıktığını, şimdi de hâlâ ağrıdığını söyleyebilirim. Mafsal iltihabı olabilir. Carmine farkında olmadan sağ elinin parmaklarını açıp kapattı. Ardından Geiger'e yüzleri arasında birkaç santim kalıncaya kadar yaklaştı. Sana hiç tuhaf herifin teki olduğunu söyleyen oldu mu? Evet. Çok. Geiger parmaklarıyla masa örtüsünü düzeltti. İzin ver ilk sorguyu ben yapayım. Carmine kaşlarını çatarak kadehine iki parmak viski daha doldurdu. Gözlerini kadehe dikmiş, bir anlığına on binlerce farklı yargıyı gözden geçiriyormuşçasına hareketsiz kaldı. Tüm hayatını zaten bu düşünceler üzerine bina etmişti. Sonra gözleri bilgece bir sezgiyle parıldadı. Geiger, cep telefonun var mı? diye sordu. Hayır. Al bir tane. Günlük rutin sınavlarını tamamlayan Geiger eve dönüp devasa CD dolabının önünde durdu. Bu dolabı kendi tasarlamış ve yapmıştı. Pürüzsüz kiraz ağacı kerestesinden, iki metrekarelik, on dört raflı, on sekiz bin albüm alan bir dolaptı bu. Son derece değer verdiği albümleri arasında göz gezdirip Stravinsky'nin Dumbarton Oaks'ını seçti. Hoparlörleri açıp, CD'yi cihaza yerleştirdi. Bir anda kıvrak keman nameleri odayı sarmıştı. Kalkıp köşedeki kapıyı açtı. Burası bir metreye bir metre genişliğinde, tavandan yere kadar her yanı aynayla kaplı küçük bir bölmeydi. Müzik buraya tavana monte edilmiş iki küçük Bose hoparlöründen geliyordu. Çıplak haldeki Geiger üç yanda yansıyan aksine baktı. Sık teninin kaslarının altındaki damarları inceledi. Dizlerini büküp gevşetti. Bileklerini oynattı. Başını mümkün olduğunca çevirip belkemiğinin üst kısmındaki eğimi ve kalçalarına doğru tuhaf bir şekil alan kıvrımlarını seyretti. Sonra gözleri her zamanki gibi dizinin iç kısmından başlayıp, baldırından geçerek aşil tendonuna kadar uzanan sayısız bıçak yarasına takıldı. Bunlar sabırlı, aşırı titiz bir mahkumun hapishane duvarlarına attığı çentiklere benziyordu. Geiger bölmeye girip yere yan pozisyonda yatıp bacaklarını karnına doğru çekti. Sonra uzanıp bölmenin kapısını kapattı. Sonra da gözlerini kapatıp müziği dinlemeye koyuldu. Notalar gözlerinde karanlık gökyüzünde kısa ömürlü, renkli izler bırakarak kayan yıldızlar misali canlanıyordu. Seslerin tadını da alabiliyordu. Her bir enstrümanın, her bir notanın kendine has bir tadı vardı. Viyolonsel masmavi renkler saçıyordu. Tatlıydı, serindi. Kemanlarsa kıpkırmızı renkleriyle tarçın tadmdaydılar. Artık zifiri karanlıktaydı. Düşünmesi gerekiyordu. 4

24 Kedi Jackie kedinin inleme sesleriyle uyandı. Ağrıyan gözlerinden zorlukla ancak birini açabildi. Yatağından apar topar kaldırılıp, bağlandığını, zorla tabut benzeri metal bir bölmeye tıkıldığını hatırlıyordu. Ayrıca bir süre sonra birinin bölmenin kapısını açıp boynuna bir iğne yaptığını da anımsıyordu. Ama sonrası şu ana dek karanlıktı. Karanlıktaydı. Yön duygusunu bütünüyle yitirmişti. Yavaş yavaş üç metreye üç metre genişliğinde içi boş bir küp oluşturacak biçimde doksan derecelik açılarla yerleştirilmiş çelik çubukların ortasında bacakları açık olarak havada asılı vaziyette bağlandığını fark etti. Çıplaktı. Kolları ve bacakları kırk beş derecelik açı ile deri şeritlerle bu metal çubuklara bağlanmıştı. Altındaki zemin de yuvarlak, metal parmaklıklardan oluşuyordu ve yaklaşık bir metre enindeydi. Hırpalanmış bedeni küpün sekiz köşesine yerleştirilmiş küçük spotların çıplak ışığıyla aydınlanıyordu. Bunun dışında hiçbir şey görebilmek mümkün değildi. Küpün dışında kalan bölge tam manasıyla zifiri karanlıktı. Nerede olduğunu bilmiyordu ama neden burada olduğunun da başına neler geleceğinin de farkındaydı. Kollarını kurtarmaya çalıştı ama buna imkan yoktu. Miyavlama giderek kedilere has gırtlaktan gelen inlemelere dönüştü. Kısa bir süre sonra da bir başka inleme işitildi. Yani bir kedi daha vardı. Kedi Jackie, Kapa çeneni, diye bağırdı. Kendi aptallığına inanamıyordu. Geri zekalı, lanet olası bir salak. Yıllarca gününün gelmesini beklemiş, Carmine'in saçmalıklarına tahammül etmiş, doğru adamları bir araya getirip ekibini kurmuş, tüm bunları en ufak bir hata yapmadan başarmıştı. Kısa zamanda özgür, aklanmış ve zengin bir adam olacaktı. Eğer planına bağlı kalmayı sürdürseydi şu an on bin kilometre yüksekte, önündeki katlanabilir masanın üzerindeki altı küçük şişe Chivas'la birlikte ipod'undan Portekizce dersleri dinleyerek uçuyor olacaktı. Ama son bir kez daha becermek için Nicki'nin yanına gitmiş sonunda da becerilen kendi olmuştu. Başını pişmanlıkla iki yana salladı. Bu hareketi gözlerinin ağrımasına neden oldu. Becerin beni! İnlemeler hırlamaya, kükremeye dönüştü. Görülmeyen kedilerin sesleri giderek artıyordu. Yere yuvarlanan bedenlerin, şiddetli hırıltıların, tahtada dayanılmaz gıcırtılar çıkartan tebeşirlerin sesi birbirine karışıyor, korkunç bir kakofoni meydana geliyordu. Bu sesler yüzünden dişlerini sıkınca gözleri yeniden acıdı. Kükremeler kesildi. Şimdi etrafa derin bir sessizlik çöktü. Sadece tam karşısında zifiri karanlıkta, hiç kırpılmayan parlak iki göz görüyordu. Hey, pisipisi, dedi gülerek. Korkuyla arasında uzun zamandan beri barış hüküm sürüyordu. Tüfeklerin namlusuna gözünü kırpmadan bakmış, etinde en keskin bıçakları hissetmiş, Attica'da her türden tiple beş buçuk yıl

25 geçirmişti. Ve sonunda da korku hakkında bir teori geliştirmişti. Korkunun özü pişmanlıkla alakalıydı. Eğer hayattan ne istediğini bilir, verdiğin kararları sonuna dek uygularsan hayatında pişmanlığa yer olmaz. Pişmanlık duymayan bir adam da^ hiçbir şeyden korkmaz. Sonra yeniden keşke Nicki'yi son kez ziyaret etmeye kalkmasaydım diye geçirdi içinden. Aniden karanlıkta bir şey savrulmaca dikkati o tarafa yöneldi. Bu uzun tahta bir kürekti. Ve kürek olanca şiddetiyle göğüs kemiğine vurdu. Bedeni refleksle eğilerek darbeden kurtulmaya çalışmıştı ama ellerini kollarını sımsıkı kavrayan ipler buna mani oldu. Darbenin etkisiyle adeta oltaya yakalanmış bir balık gibi çırpındı. Bir müddet sonra sakinleşti. Ah, lanet, olsun, gibi sözler döküldü dudaklarından. Acı boynuna dek yükselmiş, gözlerinden sicim gibi yaşlar boşalmasına neden olmuştu. Küpün dışında siyah giysili, eldivenli biri vardı. Başındaki kapüşonu da kapalıydı. Kedi Jackie şu an Carmine'in ya da adamlarından birinin karşısında olmadığını biliyordu. Onu bir profesyonele teslim etmişlerdi. Carmine'in geçmişte iki kişiden bahsettiğini hatırlıyordu. Birinin ismi D ile başlıyordu. Denton, Durbin gibi bir şeydi. Diğer adamın adınıysa hatırlayamıyordu. Tanrım, dedi. Lanet bir kano küreği mi bu? Küreğin baş tarafı bu kez sırtına çarptı. Öne doğru atılınca da bu kez midesine bir darbe aldı. Aldığı şiddetli darbeler istemsiz reflekslerinde büyük bir düzensizlik yaratmıştı. Şiddetli spazmların biri bitmeden diğeri başlıyordu. Kıvranıyor, kolları eklem yerlerinden kopacakmış gibi hissediyordu. Adeta volkanik bir magma gibi kabaran midesi ağzındaydı. Geçinmek için iyi bir iş bulmuşsun, seni hasta pislik. Sana iyi para veriyor olmalılar. O zaman buraya kusarsam kızmazsın değil mi? Öğle yemeğini yere kustu. Bir an için bunun yediği son yemek olabileceğini düşündü. Üstelik yemeği hiç sevmemişti. Et biraz sertti. Kendine gelebilmek için derin derin nefes aldı. Kimseyi ele vermeyeceğim, aşağılık herif, dedi. Hemen arkasından yumuşacık bir ses işitildi. Sana parayı çalmanda yardım edenlerin isimleri lazım bana, John. Kedi Jackie başını mümkün olduğunca arkaya çevirdi. Adam oralarda bir yerdeydi ama karanlıkta gözükmüyordu. Ne dediğimi duydun mu? dedi. Sana parayı çalmanda yardım edenlerin isimleri lazım bana, John. Sağır filan mısın sen... Göğsünde patlayan kürek sesini bu kez bir çatırtı izlemişti. Acıyla inlerken kürek gözlerinin önünde yeniden kayboldu. Ses arkasından geliyordu. O zaman adam nasıl oluyordu da önden vurabiliyordu? Birden fazla kişi mi vardı burada?

26 Carmine'e söyle, parasını geri aldı, beni de yakaladı. Kimseyi ele verecek değilim. Bu arada sen de benimkini em istersen. Birden bir klik sesi işitti. Sonra başından aşağı ılık bir sıvı dökülmeye başladı. Tepeden tırnağa ıslanmış, sıvı aşağı, parmaklığa doğru damlıyordu. Bu da ne? Yavaş yavaş üzerine dökülen sıvı azaldı. Şimdi sadece üzerine damlıyordu. Sıvı havuz suyunun kloru gibi gözlerini yakmıştı. Tadı da acımsıydı. Su ve üç kimyasal maddenin karışımı, dedi ses. Işık altında teninde kurudukça ısınacak. Başlangıçta hoş oluyor. Birkaç dakika içinde ısınma başladı. Kedi Jackie çocukken Flatbush Meydanı'ndaki evlerinin terasında yattığı günleri hatırlıyordu. Yüzüne vuran güneşi, sırtındaki havlunun ısınışını hatırlıyordu. Ama şimdi teni yanıyordu. Kendini şişe geçirilmiş bir et parçası gibi hissediyordu. Her an etinin cızırdamaya başladığını hissedecek gibiydi. Demek böyle ısınıyor? dedi karanlıktaki sese. Sana isim vermezsem paranı alamayacak mısın? Demek öyle. Eğer öyleyse tüm bu çaban boşa. Bak bir kez daha söylüyorum. İstersen beni, kömür oluncaya dek pişir burada. Ama Kedi Jackie konuşmayacak. Sana ne istediğimi söyledim, John. Ama şu an için sana herhangi bir şey sormuyorum. Daha sırası gelmedi. Peki sen kimsin? Denton mu öbür adam mı? Onun adı Dalton. Her neyse. Kemiklerinin üzerindeki derisinin giderek büzüldüğünü, sertleştiğini hissediyordu. Elleri hissizleşmişti. Giderek tuhaf bir hissin etkisine girdi. Bu şekilde asılı durunca kendi bedeniyle ilgili algılarını yitirmeye başlıyordu. Ah, bir şeylere do-kunabilse... Bak ne diyeceğim. Ben senden deliyim. Bana inan sana kimseyi ele vermeyeceğim derken çok ciddiydim. Bu yüzden uzun lafın kısası, çıkar beni buradan da bitsin bu iş artık. Aniden bir rüzgar sesi işitir gibi oldu sonra da kürek sol dizkapağına çarptı. Boğazından çıkan acı dolu çığlığı kendine bile tuhaf gelmişti. Bunu hayır olarak mı kabul etmeliyim? Güldü. Ama gülüşü de tuhaf gelmişti kulağına. Garip, hışırtılı, titrek bir gülüş. Pekala bak ne diyeceğim. İstersen beni şu an becer, hiçbir şey değişmez. Bu kez kürek havada süzülerek sağ dizine çarptı. Acıdan alt dudağını ısırmıştı. Kan tadı aldı. Birden tavanda ve yerde parlak ışıklar yandı. Ani aydınlanma öylesine şaşırtıcı olmuştu ki bedeni sanki yeni bir darbe daha almışçasına kasıldı. Oda oldukça genişti. Yaklaşık altı metrekarelik bir yerdi burası. İçeride çelik küpün dışında, tam karşısında duran adamdan başka hiçbir şey yoktu. Tepeden tırnağa siyahlara bürünmüş adamın elinde kürek vardı.

27 Tanıştığımıza memnun oldum, orospu çocuğu, dedi Kedi Jackie. Geiger yüzündeki kayak maskesini çıkardı. Şu ana dek olanlardan memnundu. Fazla güç kullanmamıştı. Sadece küpün içindeki Massimo'nun içgüdüsel duygularını tetikleyip, sodyum hidroksit çözeltisinin devreye girmesini beklemişti. Yavaş yavaş adamın fiziksel dünyayı kavrama algısında değişiklikler baş gösterecek, bir süre sonra bu algılar iyiden iyiye zayıflayacak sonunda da zihnini etkileyerek karar verme mekanizmasına, önceliklerine, sadakatine hükmetme yetisini yitirecekti. Massimo şu an ne kadar sert olduğundan bahsediyor, neden ağzından laf alınamayacağını açıklıyordu. Bu da iyiye işaretti. Devam et, John, dedi Geiger. Neden bu seansı kısa kesmem gerektiğini anlat bana. Dinliyorum. Pekala. Bak, öncelikle şunu anlaman lazım. Benim için yaşamla ölümün birbirinden çok farkı yoktur. Otuz yıldır böyle dü şünüy orum. Kısacası bana ne yaparsan yap fark etmeyecek. Sebebini biliyor musun? Geiger yavaşça küpe doğru yaklaştı. Küreği de yanında tutuyordu. Anlat, John. Şu yüzden. Yaşadığım hayatı biri elimden almak istiyor. Tamam. Elinden geleni yap. Bak bakalım pes ediyor muyum? Diyelim ki öldürdün. Benim için mahzuru yok. Neticede ölmüş oluyorum. Ve artık hiçbir şey umurumda olmaz. Artık cesedimi parçalaman da, karımı becermen de mezar taşıma işemen de umurumda değil. Canın ne isterse yap. Bana ne! Anlayabiliyor musunuz Bay X? Devam et, John. Ama elinden geleni yapmana rağmen öldürmezsen... İşte o zaman bilmen gereken bir şey var. En kısa zamanda müthiş bir öfkeyle intikam almak için peşine düşerim. Çünkü şu an kendimi çevresini yakıp yıkmaktan başka yapacak bir şeyi olmayan sıkılmış bir Tanrı gibi görüyorum. Ve karşına çıkmadan önce karına şunu söylemen gerek. Beni görünce hemen dizlerinin üzerine çöküp aletimi boğazına kadar alarak senin acılarını bir an evvel dindirmem için bana yalvarsm. Bu arada sen de kurtulmak için bana en zavallı orospuların bile kalkışmayacağı şeyleri ona yapmam için yalvaracaksın. Tamam mı? Geiger bunun uzun sürmeyeceğinin farkındaydı. Gördüğün gibi, dedi Kedi Jackie. Her iki durumda da ben kazanıyorum. Benim için yaşam ya da ölüm bir kazanma kaybetme olayı değil. Ve kimseyi gammazlamayacağım. Asla. Bir şey soracağım, John? Evet? Peki ya öbür adam sen olsaydın? Hangi öbür adam?

28 Hikayendeki cezalandırdığın, fiziksel işkencelere son vermek için kendi karısına her türlü cinsel aşağılamaya göz yuman adam. Onun yerinde olsaydın böyle bir tercihte bulunmazdım mı diyorsun? Kesinlikle doğru! Başından beri bunu anlatıyorum işte! İyi de ondan ne farkın kalıyor o zaman? Geiger küpün içine girdi. Bu kadar yakından o da sodyum hidroksitin kokusunu net biçimde alabiliyordu. İkinci dozu birazdan uygulayacaktı. Söylesene, John. O zaman ondan ne farkın kalıyor? Kedi Jackie'nin kafası karışmış, yüzü öfkeden kıpkırmızı kesilmişti. Ne saçmalıyorsun sen? Ne oldu, bu kadar derinlerde yüzemiyor musun? Nedir senin olayın? Fiziksel direncin mi yüksek? Güçlüsün yani, öyle mi? Geiger küreği kaldırıp Kedi Jackie'nin sağ ayak bileğine olanca hızıyla vurdu. Yoksa ağrı eşiğin mi çok yüksek? Sol bileğini parçalarken Kedi Jackie avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Yoksa çok mu cesursun? Küreği çekiç tutar gibi tutup hızla Kedi Jackie'nin sağ köprücükkemiğine savurdu. Adamın kanlı dudakları arasından derin bir inleme çıkmıştı. Yoksa son derece sadık bir insan mısın? Bu kez yoğun bir acı meydana getirecek ama herhangi bir kırığa da mahal vermeyecek şekilde sol köprücükkemiğine vurdu. Ya da aşırı sevgi dolu? Geiger bu kez küreği mızrak gibi tuttu. Kedi Jackie'nin burnu tam hedefteydi şimdi. Küreği savurur gibi yapınca Kedi Jackie refleksle irkilip geri kaçmaya çalıştı. Kürek de zaten burnunun tam ucunda durmuştu. Gözlerini kısarken başını da yana çevirdi. John. Şimdi söyleyeceğim şey çok önemli. O yüzden beni anladığında başını salla. Git... kendini becer. Geiger'in parmaklarıyla kendi bacağı üzerinde tempo tutmaya başlamıştı. Bu odada, John, gerçeğin peşinde koşarız. Ve gerçeğe ulaşıncaya dek de burada kalırız. Şimdi, az önce kendinle ilgili anlattıklarının kesinlikle doğru olduğuna inanıyorum. Gerçekten öyle bir insan olduğunu sanıyorsun, bunu da kabul ediyorum. Ama ben seninle aynı fikirde değilim. Küpten dışarı çıktı. John, benim işim bilgi edinme. Ama bazen bunu yapabilmek için karşımdakine gücünü, zayıflıklarını, yapabilecekleri ve yapamayacaklarını idrak etmesine de yardım ederim. İşin özü John, gerçekte kim olduğunu bulmakla ilgilidir. Geiger, Kedi Jackie'nin karşısındaki duvarın önüne doğru yürüdü. Kısacası John, tüm bu martavallardan, lakaplardan sıyrılıp gerçekte kim olduğunu bulmaya çalış. Bir dene, John. Sonra yeniden seninle konuşacağım.

29 Bakalım bu kez konuşmamız nereye varacak? O zaman belki öğrenmek istediğim şeyi bile sorarım sana. Geiger duvardaki siyah kontrol paneline uzanıp bir düğmeye basınca Kedi Jackie bir duş daha almış oldu. Jackie bu kez söylense de pek fazla kıpırdamadı. Geiger başka bir düğmeye basınca da küpün küçük spotları hariç tüm ışıklar söndü. Elinden geleni ardına koyma, orospu çocuğu, diye mırıldandı Kedi Jackie. Kedilerin hırlayıp, kükremeleri yeniden işitilmeye başladı. Sonra da daha önce olduğu gibi karanlıktan Geiger'in sesi duyuldu. Sana parayı çalmanda yardım eden adamların isimleri lazım bana, John. Cümle bir nakarata dönüşmüştü. Kedi sesleriyle karışarak aynı sözcükler sürekli yineleniyordu. Sana parayı çalmanda yardım eden adamların isimleri kızım bana, John. Sana parayı çalmanda yardım eden adamların isimleri lazım bana, John. Sana parayı çalmanda... Sonra Kedi Jackie'nin dudakları arasından bir ses çıktı. O perişan halde bile bu sese çok şaşırmıştı. Çünkü ağlayarak inliyordu. 5 Brooklyn Heights'taki evinin salonundaki masasında sabah kahvesini yudumlayan Harry bir yandan da Doğu Nehri'ne bakıyordu. Elini eşofmanının içine sokarken tıraşsız yüzü de iyice asılmıştı. Dün gece duşta sıcak suya rağmen ürpermesine neden olacak bir şey keşfetmişti. Kasıklarında derinin altında küçük bir şiş vardı. Çok sert olmayan bu şiş en fazla bir üzüm tanesi büyüklüğündeydi. Geiger'le tanışmadan önce, New York Times ölüm ilanları bölümünde çalıştığı dönemden beri bir insanın kırkını geçtiğinde eninde sonunda kansere yakalanacağına dair bir fikre kapılmıştı. Kırkına ulaşamadan - ani bir rahatsızlık sonucu, cinayet kurbanı olarak ya da dövülerek - ölen ya da öldürülenler daha uzun yaşasalar mutlaka kanser olacaklardı. Harry artık kırk dört yaşındaydı. Bir zamanlar cıva gibi olan vücuduna artık güvenemiyordu. Gözlemlerinden herkesin içinde kendi Sezar'ıyla Brütüs'ünü barındırdığı sonucuna ulaşmıştı. Bu yüzden de belli yaştan sonra kişinin bedeni kendisine her an ihanet edebilirdi. Bu Et tu* anı da hançerlenerek gelmeyecek, onun yerine yutarken hissedilen bir şişlik ya da aynada fark edilen genişlemiş gözbebekleri veya duş sırasında ele gelen üzüm tanesi büyüklüğündeki bir kütleyle gerçekleşecekti. Bu tür anlarda Harry, Geiger'i kıskanırdı. Elbette ne pahasına olursa olsun onun yerinde olmayı istemezdi. Adamın içinde Hieronymus Bosh tablolarındakilerden çok daha şeytani duygu içerdiği apaçıktı. Ama yine de onunki gibi çelik bir yürek ve zihin birleşimi kesinlikle hayranlık uyandırıcıydı. Geiger'le alakalı hiçbir şey sıradan değildi. Tesadüflerin beklenmedik olayların neden olduğu şaşkınlıkları hayatından silip atmayı

30 başarmış gizemli bir mühendis gibiydi. Ortaklıklarının başında Harry, Geiger'in yatıştırıcı kullandığını, böylece tavırlarının sivri taraflarını yumuşattığını sanmıştı. Kısa sürede bu fikrini değiştirdi. Bir yatıştırıcı kullanıyorsa bile bunu dışarıdan almıyordu. Bu en fazla Geiger'in beyninin ürettiği bir maddeydi ve işte Harry buna çok ama çok imreniyordu. On bir yıl önce Central Park'ta sabahın üçünde tanışmışlardı. Harry her gece olduğu gibi yine sarhoştu. Ve iki dazlaktan dayak yiyordu. Birkaç yıl önce hayalleri olmayan bir adam haline gelmişti. Bu sarhoş olduğu için geceleri hissettiği bir duygu değildi. Her kavrama, yeni ve farklı şeylere ilişkin her türlü vaade, her türlü umuda kapılarını kapatmıştı. Gençlik hayalleri, ilanlarında bahsettiği ölüler gibi yok olmuş, toza, toprağa karışmıştı. Bu sebeple de o an yediği tekmeler, yumruklar ve neden oldukları nefes kesici acıyı dünyadan çekip gitmenin, kurtulmanın bir yolu olarak kabul ediyor bu sebeple de kendisine yapılan bu muameleyi neredeyse doğru buluyordu. Kaybetmek onun en yakın dostuydu. Hep yanı başında ya da birkaç adım arkasında salına salına dolaşmaktan bir an bile vazgeçmeyen yakın bir dostu. Harry'nin parçalanmış dudakları aralanıp, kırık dişleriyle bu düşüncelerin neden olduğu rahatlamayla gülümseyecekken Geiger ortaya çıkıp kabusunu sona erdirmiş, ölümcül elleriyle serserileri yere sermiş sonra da Harry konuşacak kadar kendini toparlayamadan yürüyüp gitmişti. İki hafta sonra otuz dikiş ve iki yeni dişle Harry yeniden dayak yediği yerde dolaşmaya başladı. Çok beklemesi gerekmemiş ikinci gece sağanak yağmur altında üzerinde tişört ve eşofman altıyla koşan Geiger'i fark etmiş, hemen önüne çıkmıştı. Geiger durup, yerinde saymaya başladı. Ne istiyorsun? diye sordu. Sadece teşekkür etmek istedim. Geiger'in ıslak siyah saçları sanki boyalıymış gibi parıldıyordu. Yağmur damlaları kaşlarından gözlerine doğru akıyor ama o bundan hiç de rahatsızlık duymuyor gibiydi. Harry adamın gözlerini neredeyse hiç kırpmadığını fark etmişti. Adım Harry. Harry Boddicker. Elini uzattı ama Geiger oralı bile olmadı. Size bir içki ısmarlayabilir miyim? diye sordu Harry. Ben içki içmem. Tamam. Sadece hayatımı kurtardığınızı görünce size... Tamamen tesadüftü, Harry. Seninle alakası yok. Bir köpeği dövdüklerini görseydim de aynısını yapardım. O zaman kahveye ne dersiniz? Kahve içiyorsunuz değil mi? Bir an Geiger, Harry'e o hiç kırpmadığı gözlerini dikip hiç konuşmadan durdu. Harry aniden huzursuz olmuştu. Adam kendisini inceliyor, yargılıyordu adeta. Sonra Geiger baş sallayarak, Pekala, Harry, dedi.

31 Broadway'deki bir bara girip amonyak kokulu bir bölmeye girdiler. Geiger koyu kahvesini bitirene kadar Harry üç kadeh Wild Turkey bitirmişti. Sonraki üç saat boyunca Harry kısmen paylaşma kısmen de kendine hikayesini tekrar etme arzusuyla hayatını uzun uzun anlattı. Sanki mahvolmuş geçmişini bu şekilde anlatınca içinde yaşadığı ana biraz olsun tutunabilme imkanı buluyor gibiydi. Sonunda Geiger'e City College'dan mezun olur olmaz Times ta araştırmacı olarak işe başladığını anlattığı bölüme geldi. İşte o an olayların arka planını eşeleme konusunda yeteneğim olduğunu keşfettim. Bana kürek lakabını takmışlardı. İnsanın bir alanda iyi olduğunu anlamasının bu derece çok zaman alması ne kadar komik. Geiger'e geceleri kendi yazdığı yazılımı kullanarak bilgisayar ağında dolaşıp sırları deşip, noktaları birleştirerek geçirdiğini, sonucunda da yazdıkları sayesinde muhabir olarak ünlendiğini anlattı. Bir sabah yazım basılmıştı işte. Gazetenin ekinde, birinci sayfada. Yazan Harry Boddicker. O an evet, işte o benim diye düşünmüştüm. Harry konuşurken Geiger birkaç kez evet, hayır demek dışında hiç konuşmadı. Yalnızca bazen baş sallayıp onaylamış bazen de başını iki yana sallayarak itirazını göstermişti. Sohbete katılımı bu mimiklerle sınırlı olsa da kalkıp gitme isteği duymamıştı. Harry'nin içtikçe hızla melankolikleştiğini fark etmişti. Bu da hikayesini daha az ayrıntıyla süslemesine neden olmuş, doğru düzgün bir sıra takip etmekte de zorlanmaya başlamıştı. Aynı zamanda Harry nin çok önemli bir kısmı atladığını da fark etmişti. Hayatı sanki birbirinden uzak iki parçadan oluşuyordu. Ama hep aynı kısımdan bahsediyor diğer kısımdan bir an için bile söz açmıyordu. Başlangıçta Harry heyecan dolu, başarısıyla gurur duyduğunu ortaya koyan bir hikaye anlatmıştı. Ama bir süre sonra hikaye karanlık noktalara doğru sürüklenmeye başladı. Hikayesinin işine olan tutkusunun zayıflamaya başladığı bölümler gelince anlattıklarının kalitesi de yavaş yavaş düşmeye başladı. Yaşadıklarına üstünkörü değiniyor, olup bitenleri birbirine karıştırarak anlatıyordu. İçkinin hobiden ziyade alışkanlığa dönüştüğünü anlattı. Aylarca bu konuda uyarıldıktan sonra nihayet Times tarafından ölüm ilanları bölümüne gönderildi. Dibe vurduğunda ve daha da kötüsü aslında oraya ait olduğunu hissettiğinde, dedi Harry, insanın ne düşündüğünü bilirsin. Geiger'e ölüm ilanları bölümüne tayin edilmeyi eve dönüş gibi algıladığını anlattı. Böylece hayaletlerle yaşamaya, geçmişlerini didikleyip, yaptıklarını incelemeye kaptırdı kendini. Ama bu aynı zamanda daha ayrıntılı bir araştırma programı yazmaya da teşvik etmişti onu. Boşlukları doldurmak, kaosun devamını sağlamak, bir şekilde takıntıya dönüşmüş, bundan tuhaf bir rahatlık duymasını sağlamıştı.

32 Bu enteresan öyküyü dinlemek Geiger açısından da değişik bir deneyim olmuştu. O üç saat boyunca Harry hakkında başka kimse hakkında bilmediği kadar çok şey öğrendi. Sonra sabahın ilk ışıklarıyla evine doğru koşarken zihninde adeta görünmeyen bir el tarafından gönderilen bir düşünce belirdi. Bu Harry Boddicker'ı son görüşü olmayacaktı. Harry'nin bilgisayarı websitesinin ziyaret edildiğini bildiren bir uyarı sesi çıkardı. Bu ses her zaman bir nota sesi olurdu. İşi, birinin hayatındaki bulmaca parçalarının bir araya getirilişini ve parayı sembolize ederdi. Harry paraya değer vermeyi ancak Geiger'le çalışmaya başladıktan sonra öğrenmiş o zamandan beri de çok para kazanmıştı. Para elbette işe yarar bir şeydi ama aynı zamanda utanç verici yaşamının acılarına bir nebze merhem oluyordu. Harry hiçbir seansa katılmadı. Ama Geiger'in bu işi para için yapmadığını anlamıştı. Ama ne için yaptığını ancak Tanrı bilirdi ve Harry de bu konuda hiçbir şey sormamıştı. Zira böyle bir şey sormak Van Gogh'a neden resim yaptığını ya da Karmdeşen Jack'e neden geceleri dolaşmaya çıktığını sormak gibi bir şey olacaktı. Zamanla Harry, Geiger'in bu işi yapmaya mecbur olduğunu fark etti. Bu da Harry'i Geiger'le ilgili her şey gibi çok şaşırtıyordu. Zira kendisi benzer bir tutkuyu, akıntıya karşı kürek çekme zevkini ancak belli belirsiz hatırlıyordu. Oysa hayatının her anını saran bu garipliğine karşın Geiger, Harry'e tutkuların kişiye kendini nasıl hissettirdiğini hatırlatıyordu. 70 Harry ekrandaki websitesine baktı. DoYouMrJones. com sitesinin ziyaretçilerinin yüzde doksan beşi Dylan hayranıydı. Bu siteye de sanatçının fotoğrafını tıklayarak ulaşıyorlardı. Ama alarm sesi birinin şifreyi tuşlayıp, siteye eriştiğini ortaya koyuyordu. Şifre Harry'nin en sevdiği meyve olan kavun kelimesinin harfleri kullanılarak oluşturulan bir cümleden ibaretti. Şifrenin doğru girilmesi karşı tarafın kimliği onaylanmış bir ziyaretçi olduğunu ortaya koyuyordu. Harry kahvesini yudumlarken ziyaretçinin, Kudurmuş adamlar var umarsızca neşeli, diye yazdığını görünce gülümseyerek, fena değil diye düşündü. Elbette kimsenin yazdığı Carmine'in 1999 yılında siteye ilk girerken yazdığı cümleyle kıyaslanamazdı. Kalamar, ahtapot, vatoz, uskumru, nane. Böylece beş'sözcükle hem iştahlı bir adam olduğunu mizahi bir şekilde ortaya koymuş hem de öcünü alma konusundaki kararlılığını büyük bir başarıyla sergilemişti. Site şifreyi onaylayıp referans sordu. Ziyaretçi - Colicos - adını yazdı. Harry hemen hatırlamıştı. Colicos, Geiger'le geçmişte iki kez çalışmış bir hurda demir tüccarıydı. Harry ziyaretçinin ismini, cep telefonu numarasını, Jones'un kimliğini ve neden Geiger'in hizmetine ihtiyaç duyduğunu yazmasını bekledi. Harry bu sırada bir kez daha kasığındaki küçük şişi yoklayıp bir doktora göstersem iyi olur diye düşündü. Ama doktora gitmekten nefret ediyordu ve

33 bunun için de son derece geçerli nedenleri vardı. Geiger ona nasıl sahte kimlik yaratacağını öğretmişti ama yine de sağlık sigortası yaptırt- 71 mayı çok riskli bulmuştu. Bu yüzden de tedavi masraflarını nakit olarak öderdi. Şimdi muayeneleri, tahlilleri, biyopsi süreçlerini düşününce canı bir hayli sıkılıyordu. Ekranda bilgiler gözükürken çalan ikinci bir ikaz sesi ziyaretçinin siteden çıktığını belirtmişti. Harry yazdır seçeneğini tıklarken saatine baktı. Lily birazdan gelir, diye düşündü. Bakışları sehpanın üzerindeki fotoğrafına kaydı. Yüzünde hain bir ifadeyle kanepeye uzanmış, Sırrını biliyorum, der gibi gülümsüyor. Ama kız kardeşi uzun zamandır böyle görünmüyordu. On yıl önce Harry onu bir eve yerleştirmiş, o günden beri de her pazar kız kardeşini ziyaret etmek üzere mecburen New Rochellc yollarına düşer olmuştu. Kız kardeşi boşluğa gözlerini dikip, eski şarkıların sözlerini mırıldanırken, yanına oturur ve onun çok eskilere aitmiş gibi gelen sesini dinler, o anlarda kız kardeşinin yüzlerce yaşında olduğunu hayal ederdi. Sanki bilim kurgu filmlerinde görülen, içine uzaylı giren bu yüzden de tuhaf davranışlar sergileyen, acayip bir ses tonuyla konuşan, anlamsız hareketler yapan bir kurban gibiydi. Tüm bunlara karşın Harry, Lily'nin bir şekilde yaşamındaki saçmalıklara tutunduğunu görmüş, onun direncine hayran olmuştu. Harry elinden geldiğince Lily'i düşünme-meye çalışıyordu. Ama kız kardeşi vicdanına yerleşen ve oradan çıkmayı reddeden bir işgalciye dönüşmüştü. Suçluluk hissinin nedeni ona karşı vazifesini yerine getirmediğini düşündüğünden kaynaklanmıyordu. Neticede kız kardeşinin oturduğu eve servet ödüyordu. Buna rağmen 72 uzun zamandır içini kemiren bir gerçekle kıvranıp duruyordu. Senede harcadığı yüz bin dolara üzülüyor filan değildi. Neticede Lily'i seviyordu. Ama bunu onun ölmüş olmasını dilediği için yapıyordu. O günlerde altı haneli bu miktar ancak Boddicker'in suçluluk duygusunu yatıştırmasını sağlıyordu. Alt kattaki zil çaldı. Harry kapıya yönelip duvardaki düğmeye bastı. Dört ay önce ani bir pişmanlık anında psikiyatri hemşirelerinden biriyle boş gününde Lily'i buraya getirme konusunda anlaşmıştı. Sonrasında da onu o uzak, bomboş evde ziyarete gitmektense buraya getirmenin suçluluk duygusu üzerinde olumlu etki yaptığını fark etti. Kısa bir süre önce de kardeşinin haftada bir geceyi de yanında geçirmesini sağlayacak planlamayı yapmıştı. Ve bugün kardeşinin geleceği gündü. Harry kapıyı açıp kapıda durarak yaklaşan ayak seslerini dinlemeye koyuldu. Yirmili yaşlarında, siyah, darmadağınık saçlı, yeşil etek pantolonlu, spor ayakkabılı kız elinde bez bir çantayla karşısında belirdi.

34 Merhaba Bay Jones. Selam, Melissa. Kız dönüp elini karanlığa doğru uzattı. Hadi Lily, gel. Yumuşacık, ipeksi bir ses işitildi. Gitme zamanı. Evet, öyle, dedi hemşire ve Lily'i içeri soktu. Aldığı ilaçlar ve zihinsel rahatsızlığı kız kardeşini soluklaştırmış, küçültmüştü. Üzerinde kısa kollu pembe bir bluz ve birkaç sene önce aldığı leylak rengi balıkçı pantolonu vardı. Lily'nin dirsek, bilek ve yanak kemikleri neredeyse saydamlaşmış derisinin altından net biçimde seçiliyordu. 73 Onu her görüşünde olduğu gibi şimdi de Harry kız kardeşinin kendisinden altı yaş daha küçük olduğuna inanmaktc zorluk çekiyordu. Nasıl? diye sordu. Aynı, dedi Melissa. Gayet iyi. Değil mi, Lily? Lily hiç kıpırdamadan öylece duruyordu. Psikozları adeta tüm kaslarına, sinir hücrelerine, dokularının işlevlerini kaybetmesine neden olan kanser hücreleri gibiydi. Aydınlıkta adeta devasa büyüklükte, etkileyici bir origami eser gibi duruyordu. İçe işleyen masmavi gözleri neden sonra hareketlenip Harry'de sabitlendi. Ama bu gözlerde en ufak bir tanıma emaresi yoktu. Harry kız kardeşine doğru yaklaştı. Lily'nin bakışları şimdi Harry'nin ademelmasının altındaki küçük oyuğa çevrilmişti. Elini uzatıp parmağıyla Lily'nin kafasına üç kez vurdu. Evde kimse var mı? Bu temasla Lily'nin dudakları hafifçe hareketlendi. Harry, Melissa'ya döndü. Küçükken çok yapardık bunu. Kız kardeşi arka taraftaki manzarayı gözler önüne seren büyük pencereye doğru yürüdü. Burayı çok seviyorum, dedi. Her şey çok hızlı hareket ediyor. Her şeyin çok hızlı hareket ettiğini görüyorum. Hafif dalgalı Doğu Nehri üzerinde arka plandaki Man-hattan kentinin silueti neredeyse kusursuzca yansıyordu. Yaz günleri böyle havalarda su üzerinde sanki kentin bir ikizi varmış gibi olurdu. Lily başını cama yasladı. Avuçlarını açarak cama daya- 74 yıp kendi kendine bir şarkı mırıldanarak raf hafif dans etmeye başladı. Way down... below the ocean... Harry de ona eşlik etmeye koyuldu. Where 1 want to be, she may be. ** Lily sanki onu hiç duymamış gibiydi. Sen bu şarkıyı biliyor musun? diye sordu Harry. Atlantis? Hayır, dedi. Kahve var mı? Demlikte. İstersen yeniden yap. Harry masasına oturup arkasına yaslanarak derin derin iç çekti. Sonra yazıcıdan kağıdı aldı. Okurken bir yandan da başını sallıyordu. Okudukları hoşuna gitmişti.

35 Melissa, Bir süre dışarı çıkmam gerekebilir. Tamam. Biz başımızın Çaresine bakarız. Lily iyi zaten. Harry başını kaldırıp gülümsemeye çalışarak, Evet, dedi. Lily iyi. 6 Columbus Bulvarı'ndaki küçük bir lokantaya girdiler. Harry, kız kardeşinin yakınında yaşamaya başladığı 1980'den beri buraya geliyordu. Bu küçük lokanta şimdi de Geiger'le haftada iki kez kahvaltı ettikleri bir mekana dönüşmüştü. Harry krem peynirli, pastırmalı omlet yer, Geiger'se koyu kahvesini yudumlardı. Harry işten konuşur - e-posta şifreleme sistemi üzerinde yaptığı küçük değişiklikleri, yeni geliştirdiği casus yazılım önleyicisini, içine sızmayı başardığı bir veri bankasını anlatır - Geiger'se sadece dinler, bazen de tek kelimelik karşılıklar verirdi. Harry, Times gazetesi getirir, anlatacakları bitince sessizce gazetelerini okurlardı. Geiger sadece editöre yazılan mektupları okuduğu için Harry gazeteyi ona verip ekleri okurdu. Harry midesini yatıştırmak için içeceği kahvenin üzerine kremadan üçüncü kaşığı eklediği sırada Geiger dosyasını alıp içinden üç kağıt çıkardı. Bunlardan birinde müstakbel müşterinin vvebsitesi girişinde doldurduğu bilgiler yazılıy- 77 di. Richard Hall adlı bu adam. cep telefonu numarasını da yazıp, ardından da talebini belirtmişti: Özel bir resim koleksiyonu sahibini temsil ediyorum. İki gün önce bir adet de Kooning tablosu çalındı. Hırsızın müşterime koleksiyonuna yeni parçalar katmak istediğinde arabuluculuk yapan bir komisyoncu olduğunu düşünüyoruz. Müşterim konuyla ilgili emniyet güçlerini haberdar etmenin tablonun bulunmasını sağlamayacağı kanaatinde olduğu için sizinle temasa geçtim. Harry, Geiger'in gri gözlerinin sağa sola kayarak metni okuyuşunu izledi. On yıldan uzun bir süredir birlikte çalışıyor olmalarına rağmen Harry hâlâ Geiger hakkında çok az şey biliyordu. Hakkında arada sırada söylediklerinden ancak genel hatlarıyla bir profil oluşturabilmişti. New York'lu olmadığını, müziği çok sevdiğini, et yemediğini, televizyonu olmadığını, şehirde bir yerlerde yaşadığını biliyordu. Zaten uzun zaman önce bu tür sıradan günlük yaşamla ilgili konular hakkında ona soru sormaktan vazgeçmişti. Zira Harry, Geiger'in dinlerken yaptığı baş hareketlerinden, bükük parmaklarını daha hızla açıp kapamasından onun ancak işle ilgili konuşmak istediği kanaatine varmıştı. Sonunda da aralarındaki ilişkiyi açıklayacak tek bir terim olduğu kararını vermişti. İhtiyaç. Geiger, Harry'nin anlayamadığı nedenlerden kendisine hayatının bir kısmına girme yetkisi vermişti. Kendisi de ona hizmet ederek bomboş hayatına bir nebze olsun doldurmuş oluyordu. Çok tuhaf bir ikiliydiler. Kısmen bağlı

36 78 una gerçekte aralarında ışık yılları kadar mesafe olan iki ortak. Richard HalTün yazdıkları devam ediyordu: Adamın adı David Matheson. 34 yaşında. 64 Batı 75. Cadde, New York adresinde ikamet ediyor. Sosyal güvenlik numarası Sürecin nasıl işlediği hususunda aldığım bilgiler uyarınca onu size yollamadan önce hakkında gerekli araştırmaları yaptım. Matheson'un hırsızlık olayından önce bir alıcı bulmuş olma ihtimali çok yüksek. Bu yüzden gerekenlerin bir an evvel yapılması hayati önem arz ediyor. Tablonun bulunmasını sağlayacak bilginin edinilmesi halinde ücrete ilave olarak dolar daha ödemeye yetkili kılındım. Lütfen benimle saat 14:00'e kadar temas kurun. Aksi takdirde başka birilerini bulmaya çalışacağım. Saygılarımla, Richard Hall. Geiger ilk kağıdı kenara koydu. Harry sırıtarak, Fena değil ha? dedi. Hemen yapacak mısın? Adım adım, Harry. Bu işleri belirli bir yönteme göre yapıyoruz. Harry kaşlarını çatıp, başını sallayıp, geğirdi. Diğer kağıtlarda da hem Jones'la hem de Richard Hall ile ilgili bilgiler yer alıyordu. Harry, damarlar adını verdiği farklı kaynaklarını kullanarak David Matheson'la ilgili bir hayli bilgi edinmişti. Uluslararası ilişkiler bölümünü bitirip, sanat tarihi alanında master yapmış daha sonra da on yıl kadar eksperlik, danışmanlık yapmış, ayrıca çeşitli eser- 79 leri de satın almıştı. Yunanistan ve Mısır'da şüpheli antika karaborsacılarıyla yapmış olduğu görüşmeler nedeniyle takip edilenler listesine girmişti. On üç yıldır New York'ta oturuyordu. Boşanmıştı. Tek çocuğu, oğlu, annesiyle California'da yaşıyordu. Harry'nin Hall'ün doğum tarihini ve sosyal güvenlik numarasını kullanarak elde ettiği bilgilere göre, adam 1996 yılında milli muhafız teşkilatından takdir belgesiyle tezkere almış, ayrıca FICA* kapsamında çalışan Philadelphia'daki Elite Services Inc. firmasında soruşturma ekibinde görev yapmıştı. Onlara servisi genelde kıvırcık saçları ağartılarak platin rengine sokulmuş Rita yapardı. Şimdi de onları orada görünce elinde demlikle geldi. Artık Geiger'e bir şey sormanın gereksizliğini öğrenmişti. Her zaman üç sade kahve içer, çok nadir konuşurdu. Bazen bakışları kadınınkiyle buluşsa da bu bakışlarda herhangi bir ifade olmazdı. Başlangıçta kadın bunu adamın soğukluğunun bir göstergesi olarak algılamıştı. Ama zaman içinde hatasını anlamış, adamın sıcaklıktan bu derece uzak olmasının sebebinin aslında duygusuzluğu olduğu kanaatine varmıştı. Fincanını alıp doldurdu. Sonra yerine koyarken, Harry'e baktı. 'Tatlım? Harry elini sallayarak gitmesini işaret etti. Fazla içtim bile, Rita. Artık bu kadar yeter.

37 Kahvaltını her zamanki gibi mi istiyorsun, Harry? Bugün bir şey yemeyeceğim, tatlım. Rita gitti. Geiger de kağıtları yeniden dosyaya koydu. 80 Pekala, ne diyorsun? diye sordu Harry. Üzerinde çalışacak fazla bilgi yok, dedi Geiger. Harry kaşlarını çatarak, Fazla zamanım olmadı, karşılığını verdi. Seni eleştirmedim ki, Harry. Harry başıyla onayladı. Sözleri herhangi bir olumsuz anlam içermiyordu. Zaten hiçbir zaman da öyle bir şey olmamıştı. Geiger'in nötr yorumları daha ziyade sözel Rors-chach testini andırıyordu. Harry de ruh haline göre söylenenleri duymak istediği biçimde algılıyordu. Tar3ii bu bazen onu feci derecede öfkelendiriyordu. Hall'ün müşterisinin, resmi yasal yollardan edinmemiş olma ihtimali çok yüksek, dedi Geiger. Bu yüzden polise gitmek istemiyorlar. Bu benim de aklımdan geçti. Ama ne fark eder ki? Son elli yıllık süre içinde çalınmış ya da kaybolmuş de Kooning tabloları hakkında bilgin var mı? Evet. İki tanesi kayıp. Biri 1979 diğeri de 1983te ortadan kayboldu. Geiger'in parmakları masa örtüsü üzerindeki danslarına başladılar. Harry, Hall'ün istediği bilgiyi edinsek bile müşterisinin tabloyu geri alıp alamadığını bilmemizin imkanı yok. Yani söz konusu ek ücreti hiçbir zaman alamayabiliriz. Bu konuda pazarlık yapabilirim. Eğer Matheson suçunu itiraf ederse tabloyu almaya Hail ile beraber gitmem gerektiğini söylerim. Böylece alıp almadıklarını öğrenmiş oluruz. Hayır. Seans bittiğinde iş de biter. Çizgiyi aşmayacağız. 81 İçerisiyle dışarısı birbirine rakiptir, Harry. Bunu biliyorsun zaten. Harry başını hafifçe sallayıp, omuz silkti. Biliyorum, biliyorum. Ama bu bir ton parayı da istiyorum. Geiger dumanı tüten fincanı dudaklarına götürüp bir yudum aldı. Harry, bu basit harekette bile bir balet estetikliği olduğunu fark ediyordu. Harry, geçen sene ne kadar kazandık? Bir milyon küsur. Onun yüzde yirmi beşi? İki yüz elli. Peki, vergi ödeseydin elinde bunun kalması için kaç para kazanman gerekirdi? Dört yüz yirmi bin. Tamam, tamam. Geiger fincanını çenesine bastırdı. Acele edilmesi gereken durumlarda Jones'u konuşturma çabası saate karşı yarış manasına gelirdi. Normalde

38 Geiger şansa güvenmeyi hiç sevmezdi. Ama müşterinin acelesi varsa başka çaresi de kalmaz, Jones'un kısa sürede çözüleceğini umut etmek mecburiyetinde kalırdı. Mümkün olan en kısa sürede Jones bir işaret vermeliydi. Zayıflık, fobi ya da korku belirtisi gibi. Ancak o zaman Geiger'in çabaları sonuca ulaşırdı. Acele işlerin aldatıcı yanları vardı, bu yüzden de özel olarak değerlendirilmeliydiler. Geiger fincanını hiç ses çıkarmadan masaya bıraktı. Hall'e tamam dediğimizi bildir. Harry'nin dudaklarında mutluluk dolu bir gülümseyiş belirdi. Ona Matheson'u derhal yakalamasını söyle, dedi Ge-İger. Seansı gece yarısı, Ludlovv Caddesi'nde yapacağız. Geiger'in o öğleden sonra Corley'le randevusu vardı. Ama I larry birkaç kde Kooning' tablosunun orada olduğunu söylediği için önce Modern Sanatlar Müzesi'ne gitmek istedi. Geiger daha önce hiç müzeye gitmemişti. Önemli bir koleksiyoncu olan Carmine onu bir keresinde SoHo'da bir galeriye götürmüştü. Ama eserler Geiger'i zerre kadar he-yecanlandırmamıştı. Resim, heykel, fotoğraf kesinlikle müziğe benzemiyordu. Bu değişmeyen, sabit imgeler karşısına geçip bakmak kendisini de durağanlaşmış hissetmesine neden olmuştu. Ama Jones'un tutkusunun ne olduğunu tespit etmek BE işindeki en önemli unsurlardan biriydi. Bu yüzden de David Matheson'u buderececezbeden şeyi görmesi gerekiyordu. Central Park'ın içinden yürüdü. Güneş gökyüzünün ortasına yapıştırılmış sarı bir çıkartma gibiydi adeta. Beyzbol takımları formalarını giyip maça başlamışlardı. Burası onun işe ilk olarak sincaplar üzerinde başladığı yerdi. Sincaplar her bir hareketleri korkuya göre gerçekleşen harika yaratıklardı. Geiger bazen yolun ortasında bir sincap görürse durur seyretmeye koyulurdu. Hayvan da bir ayağı havada öylece kalakalır, otuz saniye kadar karşısında ne tür bir tehlike olduğunu algılamaya çalışırdı. Sonraları evine döndüğünde acaba davranışlarını değiştirip kontrol edebilir iniyim diye düşünerek deneyler yapmaya başladı. Bir hafta boyunca arka bahçedeki huş ağacının dibine ay çekirdekleri koyup sundurmada onları yemeye 83 gelen sincapları izledi. Sonra bir sabah ağacın altına oturup avucunu ay çekirdeğiyle doldurdu. Tam bir saat kılını bile kıpırdatmadan öylece durdu. İlk üç gün sincaplardan biri en fazla bir buçuk, iki metre kadar yanına sokulabilmiş, sonra hiç kıpırdamadan bir süre öylece durup sonrasında da kaçıp gitmişti. Bu sırada Geiger sincaplar yaklaştıkça beklentisinin kendisinde birtakım değişikliklere neden olduğunu fark etti. Nabız atışları, bakışları, nefes düzeni değişiyordu. Bu da hayvanların içgüdüsel alarm sisteminin devreye girmesine sebep oluyordu. İstediğini yapmalarını sağlamak için kendi davranışlarını kontrol etmeliydi.

39 Ertesi sabah bu kez ağacın altına oturup gözlerini kapatarak zihnindeki hayali senfoniye yoğunlaşıp dış dünyadan kopmaya çalıştı. İki gün sonra sincaplar elinden yemeye başlamışlardı. Dördüncü günün sonundaysa bacağına, ayağına çıkmakta bir sakınca görmez oldular. Geiger bu deneyimi seans odasına taşıdı. Davranışlarını, çizdiği senaryoya göre değiştirip, Jones'un ödünü kopartırken aynı zamanda onun karar verme mekanizmasının işlevini kaybetmemesini de sağlıyordu. Eğer sincabın içgüdüleri bulunduğu ortamdan kurtulmanın yegane çaresi olarak ağaca tırmanmayı işaret ederse, Geiger'in amacı onun ağaca dönemeyeceğini düşünerek korkmasını sağlamak değil onu ağaç diye bir şey olmadığına ikna etmekti. Sincaplarla ilgili hikayeyi kısa süre önce Corley'e anlatmıştı. Günlük yaşamla ilgili bir şeyler anlatmaya gönüllü olduğu nadir anlardan birinde anlattığı hikayeyi dinleyince Corley kendisini insanlardan kopuk hissedip hissetmediğini sormuştu. R/1 Geiger de, Martin, eğer insanlara hiç bağlanmamışsan kopamazsın ki, diye karşılık vermişti. Geiger farklılığının bilincindeydi. Haftanın yüz altmış sekiz saatinin tam olarak beş saatini Harry ile, birini C orley'le yaklaşık on beş saatini de Jones'larla geçiriyordu. I lavatının geri kalanını yalnız geçirmekse tercih eseri olan bir şey değildi. Yalnızlık onun için doğal bir durumdu. Gei-ger kendisiyle ilgili bazı şeyleri tam manasıyla idrak ederdi ama bazı şeyler hakkında da en ufak bir fikri bile yoktu. New York'taki hayatından öncesi belirsiz kapkaranlık bir oda gibiydi. Bu karanlığa daldığında da ancak belli belirsiz birtakım yanıtlara erişebiliyordu. Ama rüya başladığında, sanki o karanlık oda bir anda şimşeklerin ışığıyla aydınlanmış oluyor, böylece o da boşluğun sonsuzluğunu, sınırsızlığını görmüş oluyordu. Rüyada o kısacık anda sayısız suratı, bedeni, ağacı, tanımlayamadığı türlü türlü şekli görüyordu. İşte Corley bu noktada devreye giriyordu. Geiger ona rüyasını farklı versiyonlarıyla anlatmış, Corley'in bakış açısından karanlık odayı görebilmeye, kim olduğunu ve bir zamanlar nasıl biri olduğunu öğrenmeye bir de bu şekilde çalışıyordu. Geiger bunu kendisi hakkında bilgisi arttıkça öğrendiklerini işine aktarabilmek maksadıyla yapıyordu. Kısacası her şey BE içindi. Rüya yine başlamıştı işte. Sonrası da aynıydı. Sabaha karşı dörtte uyanmış, şimşekleri görmüştü. Bu birazdan başının sol tarafında başlayacak bir migren fırtınasının habercisiydi. Rüyanın ayrıntıları değişiyor ama konusu hep aynı kalıyordu. Henüz ergenliğe girmemiş küçük bir çocuk olan Geiger, hiçbir zaman neresi olduğu belli olmayan bir 85

40 yere doğru hızla koşuyordu. Ama önü engellerle doluydu. Kısa bir süre sonra da parçalanmaya başlıyordu. Önce parmakları sonra da kolları bacakları kopuyordu. Kafası kopup yere devrilmek üzereyken de uyanıyordu. Corley migreni ilk işittiğinde reçeteye Imitrex yazmıştı. Ama Geiger ilacı kabul etmedi. Acısını dindirmek için ilaç kullanmayı reddediyordu. Geiger bunu bedenine dışarıdan yapılan bir saldırı olarak görüyordu. İç dünyasının neden olduğu bu acıyla başa çıkabilirdi. Kısacası yaşamındaki çoğu şeyde olduğu gibi basit, daha çok ayinsel bir metodu andıran bir yaklaşım tarzı benimsiyordu. Migren başlayınca Geiger daima çok sayıda enstrümanın eşlik ettiği zengin içerikli müzik eşliğinde bölmeye girip yere kıvrılırdı. Kapıyı kapatır, kulaklıklarını takar, kendisini karanlığa ve sese teslim ederdi. Sonra kendi derinliklerine erişir, kollarıyla acıyı sarardı. Acı, hissettiği tek şey olunca da kendini en az onun kadar güçlü hissederdi. İşte o anda acıyı boğazından sımsıkı yakalayıp öldürmeyi başarırdı. İç dünyasına bu derece gömüldüğü anlarda acıyla mücadele etmenin birden fazla yolu olduğunu keşfetmişti. Hayatı boyunca kaçan ve kovalayan olarak bu yolu defalarca kat etmişti. Bu sayede acı hakkında biraz bilgi sahibi olmuştu. Özellikle de ikili potansiyelini kavramıştı. Acı yalnızca acı veren tarafından değil acı çeken tarafından da kullanılabilirdi. Ve yarattığı his de güç kaynağı olarak ortaya çıkabilirdi. Acı yoğunlaştıkça güç artardı. Bunu biliyordu. Ayrıca bu acıyla kendini bulduğunu da fark ediyordu. 7 Rüyayı yine gördüm, dedi Geiger parmaklarıyla kanepede tempo tutarken. Corley defterine rüya frekansı artışı yazdı. Rüyalar ayrıntılarla dolu bir define haritasıydı aslında. Ayrıca insanın iç dünyasına açılan bir kapı vazifesi görürlerdi. Birbiriyle alakasız birtakım bilgi kırıntıları haricinde Geiger'in New York'a gelişinden önceki yaşamıyla ilgili hiçbir anısı yoktu. Ancak gördüğü rüyayı ve çeşitli varyasyonlarını anlatmak geçmişin felaketleri üzerine Corley'in görebilmesini sağlayacak ışık tutmak manasına geliyordu. Bu rüyalar Geiger'in bir yandan savaşmak bir yandan da kaçıp uzaklaşmak istediği karmaşanın tezahürüydü. İşte bu iki farklı gücün çarpışması da Geiger'in iç dünyasında fırtınalar kopmasına neden oluyor, rüyasında Geiger kelimenin gerçek anlamıyla parçalara ayrılıyordu. Corley aldığı notlarda bu rüyayı 'Son aşama' olarak tanımlamıştı. Her ne kadar tam olarak anlayamamış olsa da en azından bir anlamı olduğu 87 kanaatindeydi. Çocukken Geiger tahammül edilemez bir duruma maruz kalmış, umutsuzca bu durumdan kurtulmaya çabalamış ama bu kaçış onda psikolojik tahribat yaratmıştı. Ya da en azından benliğinin bir kısmı onunla birlikte özgürlüğe kavuşamayarak ölüp gitmişti.

41 Artık daha sık rüya görüyorsun, dedi Corley. Son beş haftada üç oldu. Dört, dedi Geiger. Corley biraz irkilir gibi oldu. Dört? Arabada, bisiklette, motosiklette... Ve de kaykayda. Corley mırıldanarak deftere bir şeyler yazmaya koyuldu. Kalemin sesini duyuyorum, Martin. Ne yazıyorsun? Sana rüyalarından birini sormayı unuttuğumu. Bu konuda ne düşünüyorsun? diye sordu Corley. Bu da ne demek? Yani seni diğerlerinden daha az kusurlu görüp görmediğimi mi soruyorsun? Bence hastalar bu odada konuşulan her şeyi hatırlayacağıma bütün kalpleriyle inanırlar. İşte bu inanç da güveni doğurur. Güven, diye tekrarladı Geiger. Sen bana güveniyor musun, Martin? Geiger'in ses tonu her türlü duygudan uzak, ayna gibi pürüzsüzdü. Bu da karşı tarafı, içerdiği anlamı kavrayabilmek için belirgin bir çaba harcamaya zorluyordu. Sen bana güveniyor musun, Martin? Sen bana güveniyor musun, Martin? Sen bana güveniyor musun, Martin? Corley defteri halının üzerine koyup arkasına yaslandı ve Anlat bana rüyanı, dedi. Geiger'in parmakları bir süre hareketsiz kaldı. Sonra ellerini karnında birleştirdi. Karanlık, terk edilmiş bir madeni andıran, tahta parçalarıyla dolu bir tünelde koşuyorum. İleride ışık var. On, on bir yaşlarındasın? Evet. Arkamdan çökmekte olan tünelin sesi geliyor. Hu adeta öfke dolu bir hayvanın sesi gibi canlı. Işığa doğru kendimi attığım anda tünelin girişi çöküyor. Tam o anda nereye gittiğimi bilmememe rağmen amaçlı hareket ettiğim duygusuna kapılıyorum. Sonra kendimi New Orleans'ta olduğunu tahmin ettiğim bir yerde, kaldırımda yürürken buluyorum. Ama karşıya geçemiyorum. Çünkü caddede yüzlerce insanın el çırpıp, Haleluya! diye bağırdığı büyük bir cenaze töreni yapılıyor. Bu sırada bir orkestradan da Güney eyaletlerine has ezgiler yükseliyor. Dört oyuncak atın çektiği siyah, küçük tabut önümden geçiyor. Shetland midillileri mi? Hayır, oyuncak atlar. Tekerlekli, tahta atlar. Hepsi birbirinden güzel. Karşıya geçmem lazım. Bu yüzden tabuta doğru atılıp koşmaya başlıyorum. Ama olanca hızımla tabuta çarpıyorum. Ben yere düşerken tabutun kapağı açılıyor ve çocuk yere devriliyor. Benim yaşımda. Mavi takım elbiseli. Ayakkabıları boyalı. Bana benzemiyor ama görür görmez onun ben olduğunu anlıyorum. Ceset o kadar huzurlu görünüyor ki hemen yanı başına, yere uzanmak isteği doğuyor içimde. Ama gittiğim yere bir an evvel ulaşmam lazım. Zorlukla kalkıp koşmaya başlıyorum.

42 Corley defterini alıp yeniden yazmaya koyuldu. Matem. Ama neyin, kimin? 89 Kısa bir süre sonra bir nehre ulaşıyorum. İskelede küçük bir tekne var. Motoru çalıştıran ipi tutup, çektikçe çekiyorum. Motor yerinden çıkıp, yere devriliyor. Her zamanki gibi giysilerimin cepleri aletlerle dolu. Bir tane somun anahtarı bulup motoru yerine sabitlemeye çalışıyorum. Vidayı sıkmayı deniyorum ama somun anahtarı bir türlü yerine oturmuyor. Tam o sırada parmaklarım, ayaklarım, bacaklarım kopmaya başlıyor. Derken kafam yerinden çıkacak gibi oluyor ve o esnada uyanıyorum. Corley bir not daha aldı. Çöken tünelin sesinin öfkeli bir hayvanınkine benzediğini söyledin. Neye öfkelenmiş olabilir böyle? Tünele canlı canlı gömüleceğine kızıyor olmalı. Tamam. Peki başka bir şey olabilir mi? Ne gibi? Belki sana kızıyordun Neden? Çünkü mağaradan kaçıyorsun. Yani... Belki de mağaradan değil o hayvandan kaçıyo-rumdur. Artık Corley durumu çok daha net görüyordu. Rahatlamak, huzur bulmak isteyen küçük bir çocuk mutlaka kendini yanan bir binada, kapı kolu olmayan karanlık bir odada bulurdu. Bu kez da mağara çıkmıştı karşısına. Corley saçmalık derecesindeki terapi kuralını düşününce bir hayli rahatsız olmuştu. Çocuğu özgürleştirebilmek için acı veren şeyin üzerine gidip olayla yüzleşmesi sağlanmalıydı. Corley sürenin bittiğini bilse de burada bırakmak istemiyordu. Rüyalarla ilgili beni tek şaşırtan şey korkunun olmayışı. Geçmişinden hiç bahsetmiyorsun ama mutlaka korku dolu bir deneyim geçirmiş olmalısın. Rüyalarında olayları yeniden yaşıyorsun ama en ufak bir korku bile hissetmiyorsun. Bunun nedenini hiç merak ettin mi? Çünkü artık korkmamı gerektirecek bir şey yok. Rüyada mı? Rüyada da gerçek hayatta da. Her ikisinde de. Artık korkmamı gerektirecek bir şey yok dedin. Geiger parmaklarını kanepenin yumuşacık derisinde dolaştırırken, Zamanımız dolmadı mı, Martin? diye sordu. Corley defterine son bir not daha aldı. Babasına ne oldu? Corley boşandığından beri hafta sonlarını anlamsız bir zaman dilimi gibi algılar olmuştu. Sanki yaramaz tanrılar evrensel saati bozup araya boş bir zaman sıkıştırmışlar gibi. Çünkü evliliği süresince bu iki günü Sara'yla geçirmiş, karısıyla saatler süren sohbetler yapmıştı. Oysa şimdi saatler

43 doksan dakikaya çıkmış gibi hissediyordu. Kırmızı ışıklar da hiç yeşile dönmeyecek gibiydi. Hastaların kullandığı kanepeye uzanıp deri bir portföy içine yerleştirdiği defterinden Geiger'le ilgili aldığı notları gözden geçirdi. Başucundaki lambayı yaktı. Güneş batalı çok olmuştu ama karanlığın çöktüğünü ancak şimdi fark etmişti. Artık vaktinin çoğunu bu odada geçiriyordu. Oturma ve yatak odaları, bitmiş olan evliliğin anılarıyla doluydu. Bu yüzden de mümkün olduğunca oralara gitmemeye çalışıyordu. Sara onu terk edeceğini söyleyip, evden hiçbir eşyayı istemediğini bildirmişti. Bu yürek parçalayıcı bir şeydi. Sara bu sözlerle tek isteğinin bir an evvel buradan uzaklaşmak olduğunu ortaya koymuş oluyordu. Corley hafta sonlarının bir kısmını seans notlarını gözden geçirmeye ayırırdı. Ancak son zamanlarda özellikle Geiger hakkında aldığı notlarla ilgilenir olmuştu. Saatlerce adam hakkında toplayabildiği bilgi kırıntıları arasında dolaşıp durmuş, sebepleri ve sonuçları hakkında hâlâ en ufak bir bilgisi olmadığı gizemi kavramaya çalışmıştı. Notları gözden geçirmenin kendisine bambaşka ufuklar açmayacağının farkındaydı. Terapi ilerledikçe ancak sezgileriyle birtakım çıkarımlar elde etmişti. Bunda da Geiger'in sık sık konudan uzaklaşmasının payı büyüktü. Ama Corley hâlâ hastasının nerede doğup büyüdüğünü, hatta hayatını nasıl kazandığını bile bilmiyordu. Dışarıdan tiz, rahatsız edici sesler gelemeye başlayınca Corley kalkıp terasa yöneldi. Tam ayağını dışarı atmıştı ki çatıdan siyah bir kuş sürüsü havalandı. Gökyüzünde adeta çiçek dürbünlerinden oluşan şekiller gibi iç içe halkalar oluşturarak dönmeye başladılar. Bu hareketleri Corley'e Geiger'i düşündürtmüştü. Geiger çocuklukta ve sonrasında yetişkinliğinde bir şekilde sakatlanmış, akıl sağlığı tarifi imkansız acımasızlıklar neticesinde ciddi derecede hasar görmüş biriydi. Kasıtlı olarak tüm hareketlerini senkronize hale getiriyordu. Zaman içinde Corley, Geiger'in sanki bir şeylere hazırlanıyormuşçasına birtakım duygusal değişiklikler sergilediğini tespit etmişti. Adamın rüyalarının savunma mekanizmasının işaretleri olduğunu hiç sanmıyordu. Daha ziyade gerçekleşmesine 92 asla mani olunamayacak türden meşum olayların hızla yaklaşmakta olduğunun göstergeleriydi bu rüyalar. Corley kuş sürüsünün kaldırımdaki ağaçların yaprakları arasında gözden kayboluşunu izledi. Hep aynı şeyleri yapmanın, tutkuların ritüele dönüştüğünü görmenin, akim iyimserliğe kurban edilişini duyumsamanın neden olduğu bezginliği tüm benliğinde hissediyordu. Pişmanlıkları, vesvese dolu hikayeleri, kanepesine uzanan Geiger'e hiç benzemeyen hastalarının her açıdan eksik yaşamları onu canından bezdirmişti. Üstelik hastalarına gösterdiği elli dakikayla sınırlı, yüzünde sahte tebessümle ve bazen de birkaç damla gözyaşı dökerek sürdürdüğü sonrasında da onları yeniden dış dünyaya

44 yolladığı seanslar yüzünden hissettiği suçluluk duygusundan da aynı şekilde bezmişti. İçeri dönüp, mutfağa girerek ışıkları yaktı. Dolapların altındaki açık mavi fayanslar ona hâlâ Sara'nın gözlerini hatırlatıyordu. Anılara dalmıştı. Üstelik geleceğin şu anki hayatından çok da farklı olmayacağını bilmenin neden olduğu ağırlığı omuzlarında hissediyordu. Bir fincan kahve alıp kahvaltı köşesine oturdu. Masanın üzerine serili New York Times' m manşetleri sanki sürekli tekrarlanan sloganlar gibiydi. Kabil yakınlarında bir toplu mezar bulundu. İntihar bombacısı Çeçenistan'da 56 kişiyi katletti. Kahire'deki bir fabrikada, üzerlerinde işkence izlerine rastlanan çok sayıda ceset bulundu. Mısır'daki cesetlerle ilgili haberin altına penceresiz bir kömürlüğün fotoğrafı eklenmişti. Fotoğrafta zeminle duvarların acımasız bir ressamın tuvali olarak kullanıldıklarını gösteren lekeler göze çarpıyordu. Corley kahvesinden bir yudum alıp, acaba 93 dünya iyice barbarlaştı mı yoksa televizyon, sosyal ağlar ve vvebsiteler yüzünden hiçbir şey gizli kalmadığı için mi bize öyle gelmeye başladı diye düşündü. Çekip gidebilirdim diye geçirdi aklından. Pilimi pırtımı toplayıp gidebilirdim. Cold Spring'teki evi gözlerinin önüne getirdi. Oradaki her şeyi, iğneden ipliğe Sara'yla birlikte almışlardı. O ev hayatta gerçekten yaşamak istediği tek yerdi. Boşandıktan sonra Cold Spring'e daha seyrek gider olmuştu. Ancak satmak da bir türlü içinden gelmiyor daha da ötesi bunun sebebini dahi düşünmek istemiyordu. Belki de yazın geri kalanını orada geçirmeliydi. Günlerini hamağa uzanıp roman okurken bir yandan Guiness birasıyla Camel içerek ciğerlerini mahvetme isteği her geçen gün artıyordu. Corley kendi kendine güldü. Elbette buradan ayrılmayacaktı. Böyle bir şeyi hayal etmek bile aptalcaydı. Bunun yerine o en önemli an gelinceye dek Geiger'le muayenehanesinde oturacak, adamın inşa ettiği kalenin surlarını yıkı-lıncaya, o dehşet anları ortaya çıkıncaya dek onunla uğraşacaktı. Ondan sonra da o sorunlu küçük çocuğu bulandığı çamurların içinden çıkartıp yıkayıp temizlemeye çalışabilirdi. Ani, giderek artan öfkeli bir koro Corley'in pencereden dışarı bakmasına neden oldu. Siyah kuşlar. Gidiyorlardı Harry minibüsün ön camından, güneyden havalanıp şehrin dışına doğru yönelen gürültücü siyah kuş sürüsüne baktı. Adeta tek bir dev siyah kanattan oluşuyormuş gibi görünen sürü Doğu Nehri'ne doğru yöneldi. Akşam saati olmasına rağmen simsiyah oldukları için gökyüzünde net biçimde seçilebiliyoıiardı. Sonra kuş sürüsü dağılıp Brooklyn Köprüsü'nün kafesleri arasından geçip Harry'nin bulunduğu yöne doğru uçtular.

45 Harry saatler önce yemeğin ardından Brooklyn'e dönmüş, kiralık minibüsü almıştı. Richard Hail, Jones'u bu gece teslim edebilirdi. Ama Geiger'in çalışma prensipleri uyarınca tüm seanslar boyunca Harry'nin elinin altında bir araç olması gerekiyordu. Her şeyi kontrol altında tutma isteğiyle yapılan detaylı planlamaya başka bir örnekti bu da. Sonra Harry eve uğramış, Melissa'ya Lily'nin sevdiği CD'lerden birkaç tane bırakıp, birkaç saatini kanepeye uzanıp karşısında bacak bacak üzerine atıp, bluzunun düğmesiyle oynayıp duran kız kardeşini izleyerek geçirmişti. 95 Ona birkaç soru sormaya çalışmış, Lily, bir şeyler yemek ister misin? Bugün hava çok güzel değil mi? Benim adımı hatırlıyor musun, kardeşim? ama sadece bir kez, o da son soruyu yönelttiğinde bir karşılık almıştı. Bütün adları hatırlıyorum. Hepsini. Harry köprüyü geçip Ludlow Caddesi'ne yöneldi. Kentin bu yakasına bayılırdı. Bu bölgenin havası bile şehrin dış bölgelerinden farklıydı. Daha egzotik, daha hoş kokulu bir atmosfer vardı burada. Sokakların sesleri daha melodik, ışıklar daha yumuşaktı. İş bitince sadece iki blok ilerideki aydınlatması az, küçük, ucuz lokantaya kadar yürüyebilirdi. Üstelik orada sadece yirmi papele ziyafet çekmek mümkündü. Çevrede oradan daha iyisi yoktu. Geçen hafta Lily'nin masraflarının bir yıl içinde yüz on bin dolara çıkacağına ilişkin bir e-posta almıştı. Bu açıdan da bu acil iş, ilaç gibi gelmişti doğrusu. Richard Hall'den de en yüksek ücreti - otuz beş bin - istemişti. Geiger her zaman işin bu kısmını ona bırakırdı. Zaten o da bu konuda gayet iyiydi yılının bir haziran günü Harry, Times binasından çıktığında kendisine iş teklifi yapmak üzere bekleyen Geiger'le karşılaşmıştı. Harry'nin o anda nasıl bir işe girmekte olduğu hususunda en ufak bir fikri yoktu. Ayrıca maddi açıdan riskli işlere girişmeyi hayatta istemezdi. Buna karşın konuşmanın sonunda Geiger'in son derece normal bir şeyden bahsediyor-muşçasma yaptığı, yaşamını baştan aşağı değiştirecek teklifi kabul etmişti. Yeni bir işe başlıyorum, demişti Geiger. Yasadışı. Bir ortağa ihtiyacım var. Sen kârdan yüzde yirmi beş alacaksın. Geiger işin ona düşen kısmını izah ederken Harry'nin zihnini, kkaç para verilir, müşteriyi nereden bulacak' gibi somlar meşgul ediyordu. Kendisi araştırma alanında iyiydi bu yüzden belki bu noktada sorun olmazdı ama sonrası çok zor olabilirdi. Bir an için ahlaki ve yasal kaygılar bir yana bırakılsa bile her şeyden önce böyle bir şeyi yapabilir miydi? Böyle bir yanı var mıydı? Yanıt verebilmek için derin bir nefes aldı. Harry minibüsü Ludlow Caddesi'ndeki seans evinin önündeki park alanının kapısına çekip saatine baktı. Hail, Matheson'u yakalayalı on beş dakika olmuştu. İnip kilidi açarak, büyük bahçe kapısını itti. Tam minibüse dönmek üzereydi ki arkasından birisinin yaklaştığını hissetti. Durdu. Bir yandan da

46 içinden dikkatsizliği yüzünden kendi kendini lanetliyordu. Keşke beyzbol sopasını minibüste bı-rakmasaydı. Yavaşça arkasına döndü. [riyan, pejmürde kıyafetli bir siyahi duruyordu karşısında. Üzerinde eski püskü bir New York Knicks kazağı ve lekeden rengi seçilemeyen bir pantolon vardı. Giysiler heybetli adamın üzerinden sarkıyordu adeta. Harry karşısındaki adamın dipsiz uçurumları andıran gözlerinde şiddetli bir açlık sezinlemişti. Zihninden minibüsün kapısına ne kadar mesafe olduğunu tahmin etmeye çalıştı. Yedi, belki de sekiz. Adamdan önce minibüse ulaşıp sopayı almaya çalışmak bir hayli zor görünüyordu. Adam çevik biriyse işi daha da zordu. Öyle bir durumda Harry sopayı göremezdi bile. Ama ne olursa olsun bu uğurda ölmeyi göze alacaktı. Bir daha kimsenin kendisini dövmesine izin vermeyecekti. Adam fırıncı küreğini andıran iri, kupkuru, kırışıklarla dolu avucunu açıp Harry'e uzattı. 97 Bir şeyler ver bana, dedi kasvetli bir ses tonuyla. Beş papel uyar. Harry soluk almadığını fark etmişti. Derin bir nefes aldı. İnsanlara böyle sinsi sinsi yaklaşmak hiç hoş değil, ahbap, dedi. Hiç hoş değil. Bir dahaki sefere sana lanet olası bir mektup yollarım o zaman. Şimdi kes tıraşı da ver bir şey. Gözleri öfkeyle parıldıyordu. Hadi, aşağılık herif. Aşağılık herif mi? dedi Harry. Benim sana borcum filan mı var? Adam iri elleriyle Harry'nin spor ceketinin yakasına yapışıp, onu kendisine doğru çekti. Harry'nin burun delikleri uzun süreden beri yıkanmamış adamın ekşi, mide bulandırıcı kokusuyla doldu. Senin beynini patlatırım, dedi adam. Önce yakınlardan bir kıkırdama sesi geldi. Sonra adamın ağaç gövdesini andıran bacaklarının arkasından küçücük, gözleri parıldayan bir surat belirdi. Küçük kızın üzerinde kirli bir turuncu tulum vardı. Ayaklarındaki spor ayakkabının açılan uçlarının yapışkan bantla tamir edildiği dikkat çekiyordu. Kız Harry'e bakarak eksik ön dişlerini gösterip sırıttı. En fazla beş yaşındaydı. Harry Tanrı'ya inansaydı bu kızın melek olduğuna yemin ederdi. Kız başını kaldırarak ona baktı. Evet, dedi. Çok fena patlatır. Ağzını bozma, Laneesha, dedi adam gözlerini gülmesine mani olamayan Harry'den ayırmadan. Laneesha ne demek? diye sordu Harry. Bilmem.. 98 Hoş isim. Sevdin mi? Beş kağıt ver, isim senin olsun. Tamam, dedi Harry. Adam bu yanıtı duyunca şaşırarak gözlerini kıssa da Harry'i bıraktı. Tamam mı?

47 Tamam. Sorun yok. Harry elini cebine atıp bir deste para çıkardı. Kaşlarını çatıp, bir süre kontrol etti. Beşlik yok. Yirmi almak zorundasın. Bir tane yirmilik çekip adama uzattı. Adam parayı havada kapıp cebine attı. Sonra bir an gülümser gibi oldu. Teşekkürler. Bir şey değil. Çok tuhaf birisin, dedi adam. İyi ama tuhaf biri. Bu iyilik konusunda kuşkuluyum işte. Harry küçük kıza baktı. İkimizin de adı aynı, dedi. Küçük kız, kaşlarını çatınca alnında üç küçük çizgi belirmişti. Şaşkınlıkla, Senin adın Laneesha değil ki, dedi. Artık öyle, diye karşılık verdi Harry sırıtarak. Az önce satın aldım ya. Kız elini uzattı. Küçücük eli devin avucunda kaybolmuştu. Dönüp caddeye doğru yürümeye başladılar. Yağmur hafif hafif çiseliyordu. Gölgeler sokak lambalarının ışığıyla ıslak sokakları adeta devasa bir ağ varmışçasına sarmıştı. Harry hemen minibüse atlayıp, bahçeye girip, seans evinin duvarına iyice yaklaştı. Çevre binalardaki 1 erin ve gelip geçenlerin görmemesi için evin kapsındaki iki buçuk metre 99 uzunluğundaki kenarları brandayla kaplı tentenin tam önüne park etmişti. Ön camda biriken yağmur damlaları etraftaki ışıkların göz alıcı biçimde parıldamasına neden oluyordu. Harry dönüp koyu yeşil bir kamyonetin bahçe kapısında yavaşlayıp duruşunu izledi. Sonra inip farların önüne kadar yürüyerek havaalanında uçağın ineceği yeri işaret eden bir görevli edasıyla minibüse el sallamaya başladı. Sonra da kamyoneti kanvas tentenin olduğu yere park ettirdi. Motor kapandı. Kapı açıldı ve evrak çantalı bir adam indi. Minibüsün farlarının ışığı altında kısa boylu adamın silueti ağır ağır Harry'e doğru yaklaşmaya başladı. Harry? dedi adam. Ta kendisi. Sen de Hail olmalısın? Evet. Yaklaştıkça Hail daha net seçiliyordu. Üzerinde hazır giyim mağazalarından alınmış gibi duran gri bir takım elbise vardı. Tam bir orta sınıf Amerikalı gibi görünüyordu. Yüzü Wichita lokantasına giden ya da Des Moines'deki küçük bölme ofislerde çalışanları andırıyordu. Kalabalıkta onu fark etmezdiniz. Ama iyice yaklaşınca Harry adamın gözlerinin fıldır fıldır olduğunu fark etmişti. Hail sadece size baksa da etrafınızdaki her şeyi aynı anda görebilen adamlardan biriydi. Gözleri etrafı tarayıp komuta merkezine durum raporu veren harekete duyarlı detektörler gibiydi.

48 Alyanssız elini Harry'e uzatıp sıktı. Harry'e bir an için parmakları mengeneyle sıkıştırılıyormuş gibi gelmişti. Hazır mıyız? diye sordu Hail. Evet. 100 Güzel. Hadi yapalım şu işi. Kamyonete yöneldiler. Hail'ün boş konuşmaktan hoşlanmayan biri olduğu ortadaydı. Harry açısından böylesi en iyisiydi. İşkence arifesinde hava durumundan, trafikten konuşmaya kalkanlara tahammül etmekte hep zorlanmıştı. Yine de en zorluları ısrarla Geiger hakkında konuşmak, onun bu işi neden ve nasıl yaptığını öğrenmek isteyenlerdi. Harry kendi bildiği alanı muhafaza etmek için zaman içinde kalın bir duvar örmeyi başarmıştı. Ama Geiger hakkında biri omzuna hafifçe dokunup bir şey söylemeye kalkınca, kulağına onunla ilgili bir fısıltı gelince, kendi içine dönüyor, o anlarda medyum yanı bile son on yıldan beri içinde büyüyen Medusa başını saklamayı başaramıyordu. Binanın giriş kapısının kilidini açıp, kapıyı iterek araladı. Geniş, oldukça iyi aydınlatılmış bir koridordaydılar. Koridorun zeminine dört sıra şeklinde, iki santim kalınlığında çelik silindirler yerleştirilmişti. Hail arka kapının altından minibüsün kayan rampasını çekip silindirlere kadar uzattı. Harry'nin de yardımıyla rampayı yerine sıkıca tutturdular. Sonra da kamyonetin içindeki sandığı rampadan kaydırarak indirip çeke çeke koridorun sonundaki yük asansörüne ulaştılar. Güzel teşkilat, dedi Hail. Evet, dedi Harry. Sandığı asansöre yerleştirdiler. Harry asansörün akordeon kapısını kapatıp kolu yukarı itti. Asansör gıcırtılı sesler çıkartarak yükselmeye başladı. Bu tür bir şeye binmeyeli çok olmuştu, dedi Hail. Harry yerdeki gümüş renkli sandığa bir bakış fırlattı. 101 Onun kullandığıyla aynı türdendi. Zarges marka, iki metre eninde, kenarları kaynakla tutturulmuş, üzeri koruyucu oksit katmanla kaplı, alüminyum. Harry hazırlık e-postasında özellikle bu sandığı istemişti. Sandığı bulmak zor oldu mu? Hayır, hiç sorun olmadı, dedi Hail. Evrak çantasını açıp içindekileri Harry'e gösterdi. Otuz beş bin. Hepsi anlaştığımız gibi yüzlük ve ellilik halinde. Harry kolu indirince asansör ikinci katta durdu. Dokuz metrekarelik, tavanı üç buçuk metre kadar yüksek oda Bronx'taki yerden daha genişti. Parlak siyah duvarlarda yaklaşık her üç metreye bir hoparlör monte edilmişti. Harry'nin ittiği kapı yere düşen metal paraları andıran bir sesle açıldı. Odanın ortasında motorlu bir tekerlekli sandalye vardı. Siyah derisiyle krom gövdesi, tepeden yapılan aydınlatmanın altında parıldıyordu.

49 Sandalyenin arka tarafında, kolçaklarında ve ayak dayama yerinde deri kayışlar göze çarpıyordu. Odada bu sandalye dışında hiçbir şey yoktu. Hail, Harry'e döndü. Tekerlekli sandalye? Harry başını sallayarak onayladı. Burada mı? Burada, dedi Harry. Sandığı çekerek asansörden çıkardılar. O anda Harry beynindeki taşın altından kafasını çıkartmaya çalışan küçük solucanı hisseder gibi oldu. Bir sorun vardı sanki. Tam taşı kaldırıp altına bakmaya niyetlenmişti ki Geiger içeri girdi. Geiger? diye sordu Hail elini uzatarak. Geiger elini uzatmadan yaklaşıp, bir baş selamı vermekle yetindi. Siyah kot tulum giymiş, ayaklarına da yüksek konçlu spor ayakkabı geçirmişti. Hail evrak çantasını yere koydu. Geiger, dedi. Planda küçük bir değişiklik oldu. Harry belki de Geiger'in yüzünde oluşan, surat asılması olarak tanımlanabilecek değişikliği fark edebilecek tek kişiydi. Nasıl bir değişiklik? diye sordu Geiger. Matheson elimizden kurtuldu. Kaçtı. Şimdi Harry zihnindeki taşı çevirip altına baktı ve irkildi. Sandığı taşırlarken çok hafif olduğunu fark etmişti. Hem de çok hafif. O zaman sandıkta kim var? diye sordu Geiger. Matheson'un nerede olduğunu bildiğine emin olduğum biri. Hail sandığın mandallarını açtı. Oğlu. Tam uzanıp kapağı kaldıracaktı ki Geiger uzanıp kapağın en fazla birkaç santim aralanmasına müsaade etti. Kaç yaşında? diye sordu Geiger. On iki. Geiger sandığın kapağını kapattı. Sakin ama kendinden emin bir tavırla yapmıştı bunu. Çocuklarla çalışmam ben, Hail. Çalışmaz mısınız? Geiger parmaklarıyla baldırında tempo tutmaya başlamıştı. Hail elini cebine atıp, çıkardığı kalın, kahverengi zarfı sandığın üzerine bıraktı. Beş bin daha versem sizi bir istisna yapmaya ikna edebilir miyim? 103 Bu konuda Harry'i bilgilendirseydin o sana kuralları anlatırdı. İstisna diye bir uygulamamız yok. Doğru, haklısın, dedi Hail çekingen bir tavırla gülmeye çabalayarak. Ama sizinki gibi bir meslekte istisna olmayabileceği aklımın ucundan bile geçmedi, dedi sandığın üzerindeki zarfa gözlerini diken Harry'e bakarak.

50 Yüzünde bir tabuta bakıyormuşçasına kederli bir ifade vardı. Zarfın içindeki yüzlükler, ellilikler onun için ölmüştü artık. Dinle, Geiger, dedi Hail. Ama şu an buradayız değil mi? Biraz konuşalım. Çocuk haftalardır babasıyla kalıyor. O yüzden de Mathcson'un nerede olduğunu ya da nereye gittiğini biliyor olduğuna eminiz. Bakın, beni size yollayan kişi aslında bana iki isim vermişti. Biri siz diğeri de Bay Dal-ton. Biz sizi tercih ettik. Çünkü sizin yöntemlerinizin daha az zarar verici olduğunu biliyoruz. Oysa Dalton çok daha sert yöntemlerle tanınan biri. Çocuğun canını yakmaları benim de hoşuma gitmiyor, Geiger. Ama onun bildiklerini de öğrenmek zorundayım. Şu an zamanla yarışıyoruz. Kısacası eğer siz bu işi yapmazsanız Dalton'a gideceğiz. Bu parayı kaçırmayın bence. Sanki az önce satış anlaşması önermişçesine bir tavırla elini uzattı. Üstelik size beş bin fazla önerdim. Harry, Geiger'in ölüm sessizliğine gömüldüğünü fark etti. Böyle anlarda Geiger neredeyse hiçbir şey düşün-müyormuş gibi görünürdü. Gözlerini kırpmaz, göğsü kıpırdamaz, birkaç saniyeliğine kılını bile kıpırdatmadan öylece dururdu. Sonra küçücük bir göz kırpmasıyla yeniden hayata dönmüş gibi olurdu. 104 Çocuğu sandalyeye oturt, dedi Geiger. HalPün yüzünde soru işaretleri belirmişti adeta. Sanki Geiger bilmediği bir dilde konuşmuş, anlamak için bir çevirmene ihtiyacı varmış gibi dönüp Harry'e baktı. Harry hiç konuşmadan öylece duruyordu. Daha önce küçük yaştaki bir Joncs'u seans mahalline hiç getirmemişti. Hatta böyle bir olasılık aklının ucundan dahi geçmemişti. Geiger uzun zamandır ilk kez onu şaşırtmıştı. Pekala, dedi Hail. Harika. Eğilip sandığın kapağını açtı. Harry de bu sırada yere düşmesin diye sandığın üzerindeki kalın zarfı almıştı. Geiger sandığın içine baktı. Matheson'un oğlu, elleri ve ayaklarından otomatik kilitli plastik bağlarla bağlanmış halde bir köşeye büzülmüştü. Başında da üç beyaz yapıştırıcı bant vardı. Biri gözlerini diğer ikisiyse ağzını sımsıkı kapatmıştı. Uzun, dalgalı sarı saçları ıslanmış, alnına ve yanaklarına kumsaldaki yosunlar misali yapışmıştı. Üzerinde mavi bir tişört, metalik renkli şort, kırmızı-beyaz Nike Air LeBrons spor ayakkabı vardı. Başını bir keman kutusuna dayamış, incecik, bronzlaşmış kol ve bacaklarını tortop etmişti. Uyuyor ya da komaya girmiş gibi görünüyordu. Adı ne? diye sordu Geiger. Ezra. Ona bir şey mi içirdin? Hayır. Ama çok haylazdı.

51 Geiger sandığın yanında diz çöktü. Harry'e bu harekette sanki birisinden bir şey rica etmeye çalışan birinin tavrı varmış gibi gelmişti. 105 Sonra tıpkı çocuğunu uyandırmaya çalışan bir baba edasıyla, Ezra, diye seslendi Geiger usulca. Çocuk herhangi bir tepki vermedi. Ezra, kalkma zamanı. Geiger yavaşça doğrulmaya başladı. Sonra birdenbire kapak kolunu sıkıca tutup sandığı yana çevirdi. Çocukla keman kutusu yere yuvarlanmıştı. Harry istemeden birkaç adım gerilemiş, inleyen çocuğa bakakalmıştı. Geiger ayak bileklerindeki plastik bağı tutup çocuğu yerde sürükleyerek çekmeye başladı. Çocuk öfkeyle çırpınıyor, zıpkınlanmış bir kılıç balığı misali kıvranıyordu. Bağlı dudakları arasından anlaşılmaz mırıldanmalar, inlemeler işitiliyordu. Tekerlekli sandalyenin yanına geldiklerinde Geiger çocuğu koltuk altından kavrayıp hızla sandalyeye doğru fırlattı. Ardından da sandalyedeki iplerle çocuğu bağlamaya koyuldu. Hail dudaklarının ucunda beliren hayranlık emaresiyle olup bitenleri izliyordu. Ezra, dedi Geiger işini sürdürürken. Küçük bir geziye çıkacağız şimdi. Sen de bana karşı koymayacak, bu tekerlekli sandalyede hiç kıpırdamadan duracaksın. Birazdan sana babanla ilgili sorularım olacak. Sen de bana öğrenmek istediğim her şeyi anlatacaksın. Çocuğu bağlamayı bitirdi. Sonra da sola ve sağa çevirerek boynunu çıtlattı. Ben sana doğruyu söylüyorum, Ezra. Sen de bana doğruyu söyleyeceksin. Biz bu nedenle buradayız. Eğer gerçek dışı en ufak bir şey söylersen canını yakarım. Çocuk oluşunun da bir önemi yok. Bu odada yaşın yok senin. Burada işler böyle yürür. Eğer söylediklerimi anladıysan başını salla. Önce çocuğun boğazından hıçkırık benzeri bir ses işitildi. Sonra da boğulur gibi bir sesle inleyen çocuk nihayetinde başını salladı. Bu hareketleri Harry'de boğazını temizleme isteği uyandırmıştı. Güzel, dedi Geiger. Düğmeye basınca tekerlekli sandalye siyah yer koroları üzerinde ilerlemeye başladı. O da gidip duvardaki başka bir düğmeye dokundu. O anda odadaki hoparlörlerden düşük sesli bir gemi düdüğü işitilmeye başladı. Tekerlekli sandalye duvarın köşesine doğru yaklaşırken hafifçe sola doğru dönüp odanın diğer tarafına doğru yöneldi. Bu şekilde ilerliyor, duvara birkaç santim kala sola dönerek odanın içinde turluyordu. Sesin azaldığı ya da yükseldiği anlarda çocuğun tepkilerindeki değişiklikler gözlemlenebiliyor, ani ses patlamalarında çocuk bağlı olduğu tekerlekli sandalyede yerinden sıçrıyordu. Hail ile Harry olup bitenleri izlerken Geiger onlara doğru yöneldi. Harry... dedi Geiger fısıltı sayılabilecek bir tonlamayla. Harry evrak çantasını alıp asansöre yöneldi. Kapıyı çekerek kapatıp, hiçbir şey söylemeden aşağı indi. Geiger kapının yanındaki kare biçimli ayna duvarı

52 işaret edince Hail de o tarafa yöneldi. Oradan Ludlow Caddesi'ndeki odayla aynı dekora sahip izleme odasına girdiler. Buradan tek taraflı aynadan içerideki odada turuna devam eden tekerlekli sandalyeyi izlemeye koyuldular. Yönünü kaybettirmek için mi? dedi Hail. Evet. Sandalye zaman ayarlı, dedi Geiger. Beş dakika daha böyle gezecek. S onra da ben işe başlayacağım. Bir şey içmek ister misin? Hall krom sarısı bara bakıp, Şarap. Kırmızı, dedi. Geiger bara yönclip kadehe pinot noir şarabı doldurmaya koyuldu. Müşterin çocuğu kaçırdığını biliyor mu? diye sordu bu sırada. Müşterim tablosunu geri istiyor. İşin nasıl yapılacağıysa tamamen bana kalmış. Geiger adama kadehi uzattı. Işık yüzünden kadehteki sıvı kıpkırmızı parıldamıştı. Hail şaraptan iri bir yudum alıp, yutmadan önce ağzında uzun uzun gezdirdi. Sonra da hoşnut bir tavırla baş salladı. Çocuğu iyi tanıyor musun? Hayır. Yılın çoğunu annesiyle geçirdiğini biliyorum. Cep telefonunu aldım. Son yirmi dört saatte iki görüşme yapılmış. Biri New Hampshire diğeri de Manhattan (CK) bölge kodlu iki arama. Bu ikinci aramanın Matheson'la yapıldığını tahmin ediyoruz. Kemanı çocuğun Matheson'un dairesindeki odasında bulduk. İşinize yarayabileceğini düşündüm. Odada başka bir şey var mıydı? Dikkat etmedim. Ne önemi var ki? Her şeyin önemi var. Harry kamyonetin sürücü koltuğuna oturdu. Parayı saymaya başlamıştı ama çöken akşam karanlığının yapış yapış, kasvetli havasının ağırlığını üzerinde hissederek durdu. Geiger çocuğun sandıktan çıkartılması talimatını verişi tam manasıyla bu resimde yanlış olan şey nedir türünden bir sorunun yanıtıydı. Ahlaki değer yargıları bir yana bırakılsa bile bu eylem Geiger'in geçmişte yaptıklarıyla büyük bir tezat oluşturuyordu. Harry, Geiger'in çevresinde dönen bir uyduya dönüşmüştü. Ona bağımlı hale gelmiş, adamın çekim gücünün etkisinde kendini güven içinde hisseder olmuştu. Buna fazlasıyla alıştığından olsa gerek Geiger'in yörüngesindeki küçücük bir değişiklik bile baş döndürücü bir etki yaratmıştı. Geiger'in kendisinden beklenmeyeni yaptığını görmek Harry için Özgürlük Heykeli'nin göz kırptığını görmek gibi bir şeydi. Derin bir nefes alıp parayı saymayı sürdürdü. Tekerlekli sandalye kör yolcusuyla daireler çizmeye, duvarlardaki hoparlörlerden de gemi sireni işitilmeye devam diyordu. Hail bir kez daha saatini kontrol etti. Biraz daha, dedi Geiger. İşi bilmeyen biri, küçüklerin direncini kırmanın daha kolay olduğunu düşünebilir. Ama bu her zaman için doğru değildir. Çok

53 yoğun bir korku altında çocuk içine kapanıp, tamamen susmaya ya da son derece ikna edici bir biçimde yalan söylemeye meyledebilir. Kendisine bir bardak su doldurdu. Madem çok az vaktin var, bana işin aslını anlatman işimi hem kolaylaştırır hem de daha çabuk halletmemi sağlar. Tabii seçim senin. Hail, Geiger'in bardağı indirmesini bekledi. Ne demek istiyorsun? Yalan söylüyorsunuz demek istiyorum. Benim işim bu, Hail. Birinin doğruyu söyleyip söylemediğini anlarım ben. 109 Hail şarabından bir yudum aldı. Tek yapman gereken çocuğu konuşturmaya odaklanmak. Pekala. Ben sadece yardımcı olmaya çalıştım. Geiger dönüp çocuğa baktı. İşte o an zamanın doğası ve Geiger'in algıları değişmişti sanki. Zaman adeta çok daha ağır ilerlemeye başlamış gibiydi. Her an bağımsız bir zaman dilimi halini almış; kendi başı sonu olan, birlikte oynatılsalar da aslında kendi başlarına bir bütünlük arz eden film karesi biçimine bürünmüştü. Sanırım zaman geldi, dedi sağ yumruğunu olanca gücüyle Hall'ün mide boşluğuna patlatarak. Adamın inleyerek nefesi kesilmiş bir halde iki büklüm olmasını sağladı. Hail sendeleye sendeleye gerileyip, dizleri üzerine çöküp, elleri midesinde, zorlukla soluk almaya çalışarak o halde kala-kalmıştı. Diyaframı spazmla boğuşarak kendine gelmeye çalışırken boğazından madeni bir boruyu kesen demir testeresinden çıkabilecek türden iniltiler yükseliyordu. Geiger, Hall'ün yanına çömeldi. Adamın dudaklarının kenarında pinot noirle pembeleşmiş tükürüğünden baloncuklar oluşmuştu. Konuşma gayretiyle dudaklarını birazcık araladı. Ahhhh. Ahhhh, dışında başka bir şey çıkmamıştı ağzından. Gemi sireni sustu. Geiger de doğrulup camdan içeri baktı. Tekerlekli sandalye durmuştu. Çocuk da hareket etmiyordu. Geiger tekrar çömeldi. Hail başını çeviremiyor gibiydi ama nemli gözlerini zorlukla da olsa çevirerek Geiger'in ifadesiz bakışlarıyla buluşturmayı başardı. 110 I [ali, dedi Geiger. Hall'ün yanaklarından süzülen yaşlar adamın derin bir üzüntü içindeymiş gibi görünmesine neden olmuştu. Sanki Hall'ün o sert adam tavrının sahteliği ortaya çıkmış, Geiger'in söylediği bir şeyle incinip kalbi kırılmıştı. Llll... Lanet olsun, diye inledi. Senin kim olduğunu bilmiyorum, Hail. Ama kim olmadığını gayet iyi biliyorum. Geiger'in ses tonunda belli belirsiz tuhaf bir tonlama vardı ve bu az da olsa bir huzursuzluk yaratıyordu. Daha önce planlamadığı bu şiddet eylemi yüzünden nabzı ve soluğu hızlanmış, bu değişiklik de ses tonuna yansımıştı.

54 Bana gerçekte kim olduğunu söylemek ister misin? diye sordu Geiger. Hall'ün başı öne düşerken omuzları kasıldı. Bir yerlere yaslanmaya, doğru düzgün soluk alabilecek bir pozisyon almaya çalışıyordu. Başını hafifçe oynattı. Gözlerini kırpıştırdı. Öksürdü. Ardından bir kez daha gözlerini hızlı hızlı açıp kapattı. Sanki az önceki soruya Geiger'in bildiğini sandığı şifreli bir yanıt veriyor gibiydi. Geiger tek eliyle Hall'ün kafasını tuttuğu gibi arkadaki duvara hızla vurdu. Çıkan sesten bir şeylerin kesinlikle kırıldığı anlaşılıyordu. Tahta ya da kemik. Veya her ikisi birden. Hall'ün gözleri bu beklenmedik ve daha büyük sürprizle yuvalarından çıkacakmışçasına açıldı, sonra da bilincini kaybedişiyle kapandı. Geiger, Hall'ün başını tutarken geçen her saniyeyi ayrıntılarıyla zihnine kazıyordu. Optik ağı imgeleri beynine birbirinden bağımsız, normal görüntüler gibi değil de daha 111 ziyade Polaroid fotoğraflar biçiminde aksettiriyordu. Sonunda elini çekince Hail hızla yana devrildi. Arkasında, duvarda portakal büyüklüğünde bir oyuk oluşmuştu. Yarım santim derinliğinde, kırmızımsı kıymık parçalan göze çarpıyordu. Hall'ün pantolonunun ceplerinde tahmin etmesi zor olmayan şeyler vardı. İçinde American Express ve Diners Club kartlarıyla yaklaşık altı yüz doların, Pennsylvania ehliyetinin ve State Farm sigorta şirketince düzenlenmiş 2006 gümüşi Lexus spor otomobilin ruhsatının bulunduğu bir cüzdan. Ceketinin ceplerinde bir paket Camel, bir çakmak, biri BlackBerry diğeri de Geiger'in çocuğa ait olduğunu tahmin ettiği Motorola Droid marka iki cep telefonu vardı. Belindeki siyah deri kılıfta da dokuz milimetrelik Taurus Millennium Pro yarı otomatik bir tabanca bulunuyordu. Geiger telefonları cebine koyup ayağa kalktı. Gözbe-bekleri adeta nabız gibi atıyor bu da görüşünde bozukluğa sebep oluyor, çevresindeki nesnelerin şekillerinde kısmi de olsa bir bozulma varmış gibi geliyordu. Silahı bara koyup seans odasının kapısına yöneldi. Burnuna hafif bir duman kokusu gelir gibi olmuştu. O an maratonun ilk metrelerinde nefesini ayarlamaya çalışan bir koşucu tavrıyla derin ve düzenli soluk alıp veriyordu. Çocuğa doğru yürürken hatırladığı kadarıyla ilk kez bir sonraki an ne yapacağını bilemeden harekete geçtiğinin bilincindeydi. Bilinmeyen limanlara doğru yelken açmanın neden olduğu ağır sorumluluk duygusu diğer tüm düşünceleri bastırmıştı. Bilinçli olarak yabancı olduğu bu hisse aslında başka bir açıdan aşina sayılırdı. Rüyalarından tanıyordu bu duyguyu. Çocuk sandalyede sarkık vaziyette kalakalmış, öylece duruyordu. Geiger odanın sıcaklığını on yedi dereceye ayarlamış olmasına rağmen çocuk ter içinde kalmıştı. Gömleği, şortu sırılsıklam olmuş, üzerine yapışmış, tüm

55 bedeninden hi s s etti ği derin korkunun emareleri yayılıyordu. Geiger çocuğun boyun damarlarına bakınca kalp atışlarının hızının düştüğünü hissetti. Ezra... Çocuk adeta komutanın emrine itaat etmek üzere hazır ola geçen bir asker tavrıyla dikkat kesildi. Ezra, artık soru sormayacağım. Çocuk zorlukla yutkundu. Geiger cep telefonunu alıp bir tuşa bastı. Harry birinci çalfşta telefonu açtı. Çok hızlı oldu, dedi Harry. Yukarı gel. Parayı da getir. Sessizlik aslında soru işareti anlamını taşıyordu. Parayı mı? Tamam. Geiger izleme odasına döndü. Hail yerde cenin pozisyonunda hiç kıpırdamadan yatıyordu. Arkasındaki duvarda ilk darbenin etkisiyle oluşan ıslak leke sürtünerek yere kaydığından aynı şekilde zemine kadar uzamıştı. Geiger içinde çalan müziğin sesinin yükseldiğini işitiyordu. Mor ve sarımtırak yeşil ses dalgaları gözlerinin önünde dans etmeye başlamıştı. Sonra kapı aniden açılmış, gümüşi bir ışık içindeki zifiri karanlığı etkisi altına almıştı. Ayak bileklerinde tuhafbir ağrı hisseder gibi oldu. Parmak uçlarında yükselen bir balet gibi durup, aşil tendonunu ve 113 baldırını iyice gerdi. Acı ve müzik aynı anda kesildi. Hemen ardından da gümüşi ışık kayboldu. Asansörün kapısı açıldı. Geiger? dedi Harry. Harry'in sesi Geiger'e sanki uzak bir vadiden sesleni-yormuş gibi gelmişti. Dönünce yüzünde büyük bir şaşkınlıkla eşikte duran Harry ile göz göze geldi. Tanrım! Neler oldu burada? Geiger, yerdeki Hall'e baktı. Gidiyoruz, dedi sanki Harry'e değil de çocuğa hitap ediyormuş gibi. Harry evrak çantasını ayaklarının dibine bıraktı. Lanet olsun. Ne yaptın ona? Öldü mü yoksa? Hayır. Artık gitmemiz gerek. Geiger kapıya doğru yönelmişti ki Harry elini trafik polisiymişçesine kaldırdı. Geiger durup Harry'nin uzattığı eline baktı. Dur bir dakika, dedi Harry. Biraz bekle, tamam mı? Tanrı aşkına. Ellerini yanaklarına götürdü. Sana neler oluyor böyle? Gitmemiz gerek. Bir dakika olsun konuşamaz mıyız? Şu an için bir an evvel buradan gitmek daha önemli, Harry. Aynı fikirde değilim, dostum. Bu saçmalık. Kesinlikle saçmalık.

56 Harry, dedi Geiger. Kesin değil ama büyük ihtimalle Hall'ü civarda bekleyen bir adamı olabilir, değil mi? Hiçbir fikrim yok. İşte zaten o yüzden gitmemiz gerek. Bekledikçe işler daha karmaşıklaşacak. Karmaşıklaşacak mı? Az önce müşteriyi patakladın! Harry rengarenk şişelerle dolu bara baktı. Geiger'in teklifini kabul ettiği günden beri içmemişti. İçkiyi bırakması Geiger'in taleplerinden biriydi. Bu da sonrasında farkında bile olmadan Geiger'i hayatının kurtarıcısı olarak görmesinin bir başka nedenini oluşturmuştu. Ama aradan geçen on bir yıla rağmen hâlâ ucuz burbonun damağında bıraktığı tadı özlemle hatırlıyordu. Yerdeki adamın ne manaya geldiğini anlamaya başlıyor, hayatını yeniden tanımlamak zorunda kalacağını düşünüyor, bu da kulaklarında hissettiği nabız atışlarını bir nebze yavaşlatabilmek için içme isteği doğuruyordu. Artık gidiyoruz, Harry. Arkadan. Nereye gidiyoruz? Geiger iç çekti. Harry şaşkınlıktan donakalmıştı. Daha önce Geiger'in içini çektiğine hiç şahit olmamıştı. Geiger çığlık çığlığa bağırsa ancak bu kadar şaşırırdı. Parayı da bırakıyoruz, dedi Geiger. Bu sözler Harry'i yumruk yemişçesine sarsmıştı ama diğer taraftan da böyle bir şeyi beklemiyor da değildi. Üzgün bir tavırla baş salladı. Parayı bırakırsak her şey yoluna girecek mi? Sanmıyorum. Neden? Çünkü Hail için paranın önemli olduğunu sanmıyorum. Zaten onu da yanıma alacağım. 115 Yanına mı? Harry arka tarafa doğru bir bakış fırlattı. Adam aklından çıkmıştı. Hareketsiz yatan, sessiz adamın bu hali midesine yeni bir darbe daha almış gibi hissetmesine neden oldu. Harry, Geiger'e döndü. Bu kesinlikle aptalca. Önce Hall'e çocuklarla çalışmadığını söyledin. Sonra da fikrini değiştirip kabul ettin. Sonra da bu adamı yere serdin. Neden dostum, neden? Bize bir araba lazım, Harry. Pasajdan geçip... Nedir bu saçmalığın nedeni, Geiger? Bir taksiye atlayıp Thrifty oto kiralamaya git. Geç saate kadar açıktırlar... Geiger... Bir araba bul, buraya gelip arkaya park et. Kapıyı çal. Sonra da... Hall'ün ağzından inlemeyle karışık bir öksürük çıkınca ikisi birden döndü. Hail bacaklarından birini oynatmış, doksan derecelik açı şimdi kırk beş dereceye dönüşmüştü. Geiger yanına çömeldi.

57 Geiger, dedi Harry. Tüm olup bitenlerin farkındasm değil mi? Geiger, çözdüğü Hall'ün kravatıyla adamın bileklerini bağlamaya koyuldu. Öncelikle, dedi Harry. Kendi kurallarından ilkine uymadın. Dışarıdaki gelişmelerin planı değiştirmesine izin verme. Haksız olduğunu söylüyor değilim. O küçük bir çocuk, tamam. Ama bu bela bizi hangi noktaya getirecek bilemiyorum. 116 Geiger, Hall'ün bileklerini bağlamayı bitirip ucuna sıkı bir düğüm attı. Diğer taraftan belki de hâlâ bu durumu düzeltmenin bir çaresini bulabiliriz. Belki. Ama o çocuğu yanına alırsan o zaman emekli olma zamanın da gelmiş demektir. Bunu anlıyorsun, değil mi? Olup bitenler kulaktan kulağa bir yayıldı mı işimiz bitti demektir. Bittik. Carmine bile bizi kurtaramaz. Tanrım, bunların hiçbirini düşünmedin, değil mi? Geiger doğrulup Harry'nin yüzüne bakarak, Hayır, hiçbirini düşünmedim, dedi. O zaman düşünsen iyi..., Harry, beni dinle. Böyle bir şey yapmış olmana inanamıyorum... Geiger ortağını kolundan sımsıkı yakalayıp kapı pervazına doğru hızla savurdu. Beni dinlemiyorsun, Harry. Kes konuşmayı. Derin bir nefes al ve beni dinle. Harry derin nefes almayı beceremeyeceğini hissediyor gibi olsa da başını salladı. Tamam, dedi. Tamam. Geiger'in gözbebekleri ışık saçıyordu. Sanki yoğun bir sisin içinden Harry'i hedef almış iki namlu gibiydiler. Bu işin tabloyla filan bir ilgisi yok, dedi Geiger. Harry'i bırakıp bara yöneldi. Kendisine bir bardak daha su doldurup içmeye koyuldu. Geiger'in hamlesiyle duvara sertçe çarptığından sırtı zonkluyordu. Geiger ona ilk kez dokunmuştu. Bu gecenin çok sayıda ilkle ve belki de sonla dolu olacağı anlaşılıyordu. Geiger'in su içerken bir aşağı bir yukarı hareket eden ademelmasını izledi. 117 Hail, dedi Geiger. Sanat eserinin eksik parçasını bulması için zengin bir adam adına çalışan bir özel dedektif değil. Nereden biliyorsun? Önce benim Dalton'dan çok daha az zarar verici yöntemlerim olduğu için bana geldiğini söyledi. İşi kabul etmezsem de Ezra'yı kanlı bir sonla biteceğini bilmesine rağmen Dalton'a götüreceğini ekledi. Sen gerçekten çalıntı bir tablonun peşinde olsan bunu yapar miydin? O zaman kim o?

58 Bilmiyorum. Harry'e döndü. Ama kim olursa olsun duracağını hiç sanmıyorum. Ve onun iş tanımı çerçevesinde cinayet de olası uygulamalardan biriymiş gibi gözüküyor. Bir şey daha sorabilir miyim? Geiger parmaklarını oynatarak bekledi. Ne oldu, Geiger? Ne mi oldu? Sana. Bir şey oldu. Ne demek istediğini anlamadım, dedi Geiger. Harry başını iki yana salladı. Evet, pekala... Zaten ben de anlamadım. Neyse ne diye düşündü Harry. Daha fazla soru yok. Zaten Geiger de cevap vermeyecek. Sanki oda bir anda engin bir denize dönüşmüştü. Harry sularda başını dalgaların üzerinde zorlukla tutarak ne tarafa doğru yüzeceğini bilmeden karayı bulmaya çalışıyordu. Üstelik sahile ulaştığı ilk anda birinin beynini patlatmayacağından da emin değildi. Tabii sahile ulaşacak kadar şanslıysa. Tek emin olduğu şeyse eğer ayağını yeniden sağ salim karaya basma şansı bulsa bile bir 118 daha eskisi kadar para kazanamayacağıydı. Bu düşüncenin neden olduğu artçı şok başka bir fikri tetikledi. Belki de işin yapısında önemli bir değişiklik olacak, Geiger eksiklikleri düzeltip bambaşka bir yöntem uygulamaya koyulacaktı. Bu düşünce onu hüzünlü bir gülümseyişe sevk etti. Bu tıpkı komodinin çekmecesini temizlerken sevilen ve uzun süre önce hayatımızdan çıkmış birinin fotoğrafına rastlamak gibi bir şeydi. Gülümsüyorsun, Harry. Neden? Önemli değil. O zaman gidip arabayı getir. Tamam. Harry son bir kez Hall'ün çantasına bir göz atıp dışarı yöneldi. Geiger onun asansöre binip aşağı inişini izledi. Harry ile konuşmak aklını toplamasını sağlamış, onun söylediklerini dinleyip cevap vermeye çalışırken eksik noktalan daha bir kolaylıkla tespit etmiş, yeninden harekete geçecek hale gelmişti. Hall'ün bacakları bir kez daha bilinçsizce kasıldı. Geiger seans odasına girip çocuğun yanına çömcldi. Ezra? Çocuk sanki sandalye hareket edince bağları daha bir sı-kılaşmışçasına son derece sıradan hareketleri bile zorlukla yapıyormuş gibiydi. Yakında buradan çıkıp daha güvenli bir yere gideceğiz. Çocuk yavaşça başını salladı. Oraya gidene kadar ağzındaki bandı çözmeyeceğim. Çocuk bu kez baş sallamak yerine zorlukla işitilen bir inlemeyle karşılık verdi. 119

59 Geiger duvara doğru yürüyüp sırtını yasladı. Gözlerini kapattı. Kendini sonu olmayan bir yolda araba kullanan biri gibi hissediyordu. Sanki sürücüyü çok uzaktan göz-lemliyormuş gibi düşünmeye koyuldu. Direksiyonu ellerinin uyuşmasına neden olacak kadar uzun zamandan beri tutuyorsun. Başın öne düşüp duruyor. İçin geçiyor. Sonra birden irkilerek uyanıyor ve frenlere asılıyorsun. Kenara çekiyorsun. Ön camdan dışarı bakıyorsun. Sonra dikiz aynasına gözün takılıyor. O an ağaçlık, engebeli bir arazide kıvrılarak uzayıp giden bir yolda olduğunu fark ediyorsun. Ne zaman içinin geçtiğini de ne kadar uyuduğunu da bilmiyorsun. Üstelik nerede olduğuna dair en ufak bir fikrin de yok. Herhangi bir yerde olabilirsin. 120 Geiger, Harry arayıp geldiğini fark edince gidip Richard Hall'ü kontrol etti. Adam hâlâ yarı baygındı ama nabzı düzenliydi. Geiger tekerlekli sandalyedeki çocuğu asansöre bindirip kapıyı çekti. Kapı tam olarak kapanmadan, aradan seans odasındaki keman kutusunu fark etti. Çıkıp kutuyu aldı, sonra asansöre döndü. Bodruma inip, pasaja açılan kapıya yöneldi. Dışarıdan kilidi ya da kolu olmadığı için belli olmayan, içeriden kilitlenen kapıyı acil durum için yaptırmıştı. Binayı terk etmeden önce çocuğa ondan istediklerini söyledi. Yaklaşık yarım saat sürecek yolculuğu arabanın arkasında yatar vaziyette geçirecekti. Arabaya binerken ve inerken asla kaçmaya kalkışmayacaktı. Böyle bir girişimin cezası olmayacak ama zaman kaybına neden olacaktı. Ve zaman artık çok önemliydi. Geiger kilidi açıp kapıyı araladı. Loş pasajın ön tarafında bir Taurus motoru çalışır halde bekliyordu. Aracın he- 121 men yanında, dışarıda, atıştıran yağmurun altında bekleyen Harry'nin silueti göze çarpıyordu. Bir şey söyleyebilir miyim? dedi Harry. Ne? Onu bir karakola bırakabiliriz. Sonuçta bizi görmedi. Onu çözmeyiz. Bir karakolun önünde durup ona içeri girmesini söyler sonra da basar gideriz. Kötü fikir, Harry. Polis yok. Sadece yardımcı olmaya çalışıyorum. Sen karışma yeter. Harry içinin öfkeyle dolduğunu hissediyordu. Karışmayayım mı? Bunu nasıl söylersin? Harry, uzatma artık. Evine git. Seninle gelmiyor muyum? Hayır. Etrafta Hall'ün adamları olabileceği ihtimaline karşılık minibüsü burada bırak. Ludlow Caddesi'nden de uzak dur.

60 Ya Hail benimle iletişime geçmeye çalışırsa? Tahminimce öyle olacak zaten. Hall'ün kolay kolay pes edeceğini sanmıyorum. Yapılacak en güvenli şey eve gidip, gelişmeleri oradan izlemek. Ayrıca Hail seninle website üzerinden temasa geçmek isterse yanıt verme. Geiger içeri döndü. Harry etrafında olup bitenleri eskisi kadar iyi algılayamıyonnuş gibi hissediyordu. Sanki dış dünya ondan hızla uzaklaşıyor ya da giderek küçülüp büzü-lüyormuş gibi geliyordu. Geiger gözleri bağlı çocuğu elinden tutarak geri döndü. Çocuğun ayak bileklerindeki bağlar çözülmüştü. Geiger, 122 Taurus'un arka kapısını açıp keman kutusunu içeri yerleştirdi. Eğil, Ezra. Buraya yatacaksın. Kelepçeli ellerini uzatıp, en ufak bir tereddüt göstermeden ve neredeyse hiç ses çıkarmadan kendisine söyleneni yerine getirdi. Geiger önce aracın sonra da binanın kapılarını kapattı. Harry'nin yanından geçip sürücü koltuğuna oturdu. Başını kaldırıp direksiyonu elleri tam dokuzu çeyrek geçe pozisyonu alacak şekilde yerleştirdi. Geiger'in bu hali Harry'e kısmen çocuksu bir tavır gibi gelmişti. Üstelik bu izlenime ilk kez de kapılmıyordu. Kullanabileceksin değil mi? Geiger kontrol panelini hızla gözden geçirip başını hafifçe sallayarak onayladı. Arkaya dönüp yere uzanmış çocuğa baktı. Gidiyoruz, Ezra.' Çocuk zorlukla işitilen bir homurtuyla anladığını ifade etti. Geiger yeniden öne döndü. Beni arama, dedi Harry'e. Ben seni ararım. Arayacağını hiç sanmıyorum, diye geçirdi içinden Harry. Geri çekilip arabanın pasajdan geçerek yavaşça uzaklaşmasını izledi. Geiger 10. Cadde'ye doğru yöneldi. Sağ şeritte ağır ağır ilerleyerek devriye görevini yürüten iki ekip otosunun yanından geçti. Birkaç taksi dışında yolda pek fazla araç yoktu. Hızını saatte altmış kilometrenin altında tutuyordu. Böylece yaklaşık sekiz blokta bir kırmızı ışığa yakalanıyordu. Ehliyetini beş yıl önce almıştı. O günden beri de her nisanda araba kiralayıp Batı Yakası Otoyolu'na çıkar, hep 123 aynı güzergahı takip ederek bir saat kadar pratik yapardı. Aracı kiraladığı yerden 57. Cadde'ye çıkar, batıya doğru iki blok kadar gittikten sonra otoyol giriş rampasından kuzeye döner, 96. Cadde çıkışından çıkar, otoyolun altından geçerdi. Sonra dönüp yeniden otoyola girer, güney istikametine doğru ilerleyip 56. Cadde'den çıkardı. Sürekli aynı güzergahta döne döne ilerler, her seferinde beş tur atardı. Ama şimdi ilk kez bu gece, kalıplarının dışına çıkmıştı. Şimdi gerçekten de bir yere gidiyordu. Hem de yanında bir başkasıyla. Uzağı görmekte herhangi bir sorunu yoktu. Ama yakın görüşünde zaman zaman ani ışık parıldamalan oluyordu. Bu yüzden de birkaç blok kadar

61 ilerledikten sonra çiseleyen yağmur giderek şiddetini arttırsa da dikkatinin daha da dağılmasına neden oldukları için sileceklerin hızını yavaşlatmıştı. Ön camdan süzülen yağmur damlaları trafiğin ışıklarıyla renkleniyordu. Bir süre yolda tek bir araç bile görmeden ilerledi. 60. Cadde girişinde ışık sarıya dönünce yavaşlayıp, durdu. Arkaya döndü. Çocuk yüzü koltuğa dayalı halde yatıyor, omuzları hafif hafif oynuyordu. Geldik sayılır, dedi. Çocuk koltuktan hafifçe uzaklaşıp başını salladı. Geiger de yeniden direksiyona döndü. Nabzını net biçimde hissediyordu. Hızlı değildi. Ama her zamanki kadar düzenli de değildi. Hareketten, seslerden uzaklaşması gerektiğinin farkındaydı. Kendini toplayabilmek için karanlığa, müziğe ihtiyacı vardı. Hayatı, denge, hesaplama ve ayrıntılar üzerine kuruluydu. Şimdi iç dengesini sağlamak için yeniden güç toplamalıydı. 124 Işık yeşile dönünce gaza bastı ve ancak son anda kavşaktan fırlayan bisikletliyi fark etti. Direksiyonu hızla sağa kırmasına rağmen arabanın ön tamponu bisikletin arka tekerleğine çarptı. Bisikletin tekerlek demirlerinden kopan parçalar asfalta yayılırken Geiger frenlere asılıp arkadaki çocuğun öne kapaklanmasına nedim oldu. Bisikletli park halindeki bir arabanın yanında yerde, kıpırdamadan yatıyordu. Geiger dönüp arkadaki çocuğa baktı. Çocuk yere çökmüş, ağzındaki bandın arkasından homurtuya benzer sesler çıkartıyordu. Geiger elini uzatıp çocuğu kaldırdı. İyi misin? O anda Geiger'in yan tarafındaki cama hızla vuruldu. Bisikletli elindeki demir pompayı sallayarak cama vuruyordu. Sokak lambalarının yetersiz ışığı yüzünden bisikletlinin kısmen görünen yüzünde kan olup olmadığı anlaşılmıyordu. İn arabadan, aşağılık herif! diye bağırdı bisikletli. Bisikletçi şortuyla tişörtü üzerine dar gelen kaslı, iriyarı bir adamdı. Her iki kolunun üst kısmı dikenli tel dövmeleriyle kaplıydı. Kapı kolunu tutup çekti. Kapının kilitli olduğunu görünce de pompayla cama hızla vurdu. Bu darbe camda beş santim büyüklüğünde bir örümcek ağı oluşturmuştu. İnsene aşağı! Geiger'in kulakları çınlıyordu. Beyninin zonkladığını hissetti. Sanki beyni birden irileşmiş, kafatasına sığmayacak kadar büyümüştü. Bir yandan öne, diğer yandan da dikiz aynasını kullanarak arkaya baktı. Farın ışıkları yağmur damlalarını aydınlatıyordu. 125 Dışarı çıkıyor musun ben mi içeri geleyim? Geiger dönüp bisikletliye baktı. Kapının yanındaki heybetli adamın düz, geniş alnı terden parıldıyordu. Elinde de ince, parlak bir şey tutuyordu. Bir anlığına babasına bakıyormuş gibi geldi. Sonra bu düşünce kayboldu.

62 Pompayı cama bir kez daha vurdu. Bu kez camın binlerce küçük parçalara ayrılarak kırılmasına neden oldu. Bisikletli içeri uzanıp Geiger'i yakasından yakaladı. İn aşağı, aşağılık herif! Geiger'in sağ eli camdan dışarı fırladı. Bisikletliyi saçından yakalayıp ön koltuğa doğru iyice çekti. Öfkeyle bağıran adam karşı koymak için diğer elini içeri sokmaya çalıştıysa da Geiger sol eliyle adamı köprücük kemiğinden sımsıkı kavradı. Adamın öfke dolu sesi şimdi çığlıklara dönüşmüştü. Geiger adamı burun buruna gelecek kadar yanma çekti. Parmaklarını biraz gevşetince adamın çığlıkları kesildi. Defol, hemen, dedi Geiger. Adam yağmur damlalarıyla ıslanan yüzüyle, fal taşı gibi açılmış gözleriyle neredeyse nefes bile almadan yüzüne bakıyordu. Anladın mı? diye sordu Geiger. Adam başını salladı. Geiger bırakınca da adam hemen geri çekilip boynunu ovalayarak kaçarcasına uzaklaştı. Geiger gaz pedalına dokunup hız ibresini 50 ile 60 arasında sabitleyerek ilerlemeye koyuldu. Geiger'in bloğu sessizdi. Oluklardan akan yağmur suları dışında hiçbir şey hareket etmiyordu. Caddede yalnızca birkaç ev vardı. Üniforma mağazasıyla şarapçı altıya kadar açılmazdı. Oto tamirhanesiyle yan taraftaki antrepo da onlardan bir saat kadar sonra açılıyordu. Geiger'in oturduğu bina banyo malzemeleri satan bir mağazayla boş bir dükkanın arasındaydı. Sarımtırak tuğlalı, altı metreye dokuz metre genişliğindeki yapının pencereleri de uzun zaman önce çakılan tahtalarla kapatılmıştı. Burası bir zamanlar, onarımında Geiger'in de çalıştığı bir Sırp'a aitti. İş bulmanın zor olduğu o günlerde Sırp arkadaşlarına ve çalışanlara emeklerinin karşılığını Çin yemeği ısmarlayarak öderdi. Geiger şu anki işine başlamadan önceki dönemde onlarca gecesini evin çürümüş duvarlarını ve zeminini onararak geçirmişti. Beş yıl sonraysa geri dönmüştü. Evi pencerelere çakılan tahtalar, boya artıklarıyla dolu küflü çöp tenekeleriyle aylardır kimsenin oturmadığı izlenimi uyandıracak şekilde bulmuştu. Aslında Sırp hâlâ orada oturuyordu. Geiger'i de o çağırmış, ona parasının suyunu çektiğini, rüyanın sona erdiğini anlatmıştı. O öğleden sonra Geiger'le Sırp anlaştılar. İki gün sonra da Geiger ona ödeme yapmıştı. Geiger o sırada ödemesi gereken miktarın ancak üçte ikisini karşılayabilmiş, gerisini dostane ilişkiler içinde bulunduğu Carmine'den almıştı. Geiger evin tüm tamiratını kendi halletti. İkinci katı kapatıp, iptal etti. Ardından su ve elektrik tesisatını onardı. Küçük arka bahçenin çitlerini elden geçirdi. Alt katın duvarlarının önüne her dört sırada bir nitrogliserin ve RDX patlayıcıları yerleştirdiği ikinci bir duvar inşa etti. Sonra da bu yeni duvarları

63 Sherwin-Williams yapı marketinin alize rüzgarı adını verdiği açık gri renge boyadı. Ardından da zemin üzerinde çalışmaya koyuldu. Bu dizayn dört yıldır aklındaydı. Haftada üç, dört kez Brooklyn ve Harlem'de onarılan binaları, fabrikaları gezmiş, zemin döşemesinde kullanabileceği malzemeleri toplamıştı. Eve bazen iki metrelik kestane ağacı kerestesinden yapılmış yer kaplamasıyla bazen de birkaç santimlik yer karolarıyla dönerdi. Bölgedeki, kereste ve onarım atölyelerinde çalışanlar zamanla onun ziyaretlerine alışmışlar, ellerine geçen tuhaf malzemeleri ona ayırır olmuşlardı. Bulduğu tahta hangi cinste, hangi ebatta ya da durumda olursa olsun hep aynı işlemden geçiriliyordu. Geiger önce testereyle kesip yontuyor, sonra bıçakla düzelterek zihnindeki şekle uygun hale getiriyordu. Üç kez iyice zımparalandıktan sonra da tahta orijinal, doğal halini almış oluyordu. Ardından bu tahtaları kendi yaptığı balmumuyla ve çin ağacı yağıyla birleştiriyordu. Birbirine ekleye ekleye sonunda yüz seksen metrekarelik bir alanı kaplayan devasa bir yapboz sahibi olmuştu. Kaplamaları döşemeye dışarıdan başlayıp içeriye doğru ilerledi. Bazıları bir buçuk metre bazıları birkaç santim bazılarıysa en fazla bir şişe kapağı büyüklüğünde olan yedi yüzden fazla parçayı birleştirdi. Zemindeki bu tahta döşeme, tik ağacı, Brezilya kaplan ağacı, meşe, maun, dişbudak, katran ağacı, karaağaç kerestesi, kestane ağacı kerestelerinden oluşuyordu. Bu kaplamanın üzerini ilk görenleri hayran bırakacak derecede etkileyici mozaiklerle kaplamak Geiger'in yedi ayını aldı. Aslında çocuk buraya ayak basacak ilk kişi olacaktı. Geiger arabayı evinden yirmi metre kadar ileriye park 128 etti. Dikiz aynasına bir bakıp nasıl göründüğünü kontrol etti. Kaşının hafif oynadığını fark etti. Bu zihninin ufuklarında varlığını hissettiği giderek yaklaşan bir fırtınanın ilk emaresiydi. Dönüp hâlâ koltuğun ön tarafına sıkışmış halde öylece bekleyen çocuğa baktı. Şimdi içeri gireceğiz. Kaldırımda yirmi adım kadar yürüyüp, üç basamağı çıkacak ve içeride olacağız. İnip arka kapıyı açtı. Çocuğun kelepçeli ellerini tutup onu oturur konuma getirdi. Hazır mısın? Çocuğun maskeli başı hafifçe sallandı. Çocuk başını dik tutmakta bir hayli zorlanıyordu. Ağzındaki bant saatlerdir nefes alma çab asıyla dudaklarını oynatıp durduğundan b i -raz yana kaymıştı. Geiger keman kutusunu alırken bir yandan da sokağı kontrol etti. Çevrede kimse yok gibiydi. Hızlı hareket edeceğiz. Başına dikkat et.

64 Çocuk arabadan inerken elinden sıkıca tuttu. Ayaklarını dışarı uzatınca Geiger çekip kalkmasını sağladı. Çocuk dışarı çıkar çıkmaz maskeli yüzünü kaldırıp sanki bir nebze olsun rahatlamasını sağlayacakmışçasma yağmura doğru baktı. Hadi gidelim, dedi Geiger. Çocuğun koluna girip onu eve doğru yöneltti. Üç basamak, dedi. Ön kapıya kadar en ufak bir sorunla karşılaşmadan tıpkı Ludlow Caddesi'ndekine benzeyen, dışında kilidi ya da kolu bulunmayan, kalın çelik kapıya doğru ilerlediler. Kapının yanında küçük bir tuş takımı vardı. Geiger kodu girince içeriden açılan kilidin belli belirsiz ses işitildi. 129 Kapı bir iki santim aralanınca da itip çocuğu içeri soktu. Kapı arkalarından kapanırken otomatik kilit de hemen devreye girdi. Geiger hareketlerinin sismik deprem dalgalarına maruz kaldığını, varoluşunun bir şekilde zedelendiğini hissediyordu. Ama anlık sessizlik hoşuna gitmiş, evine girmiş olmanın huzurunu hissetmişti. Keman kutusunu bırakıp cebinden çıkardığı İsviçre ordu çakısıyla çocuğun bileklerindeki bağı kesti. Ağzındaki bandı da çıkartacağım, dedi. Geiger baş ve işaret parmaklarıyla çocuğun sol kulak memesinin altına dek uzanan bandı sıkıca tuttu. Ama ter bandın yapışkan özelliğini gerektiğinden fazla arttırmıştı. Bu yüzden de bir türlü çıkmıyordu. Biraz acıyacak. Çocuk homurdandı. Sanki kalan son gücünü toplayıp acıya dayanmaya çalışıyordu. Hayatında ilk kez sarhoş olmuş biri gibi yerinde hafifçe sallandı. Geiger çocuğun koluna girip onu kanepeye doğru yönlendirdi. Otur, dedi çocuğun kahverengi, yumuşak deri kanepeye oturmasına yardım ederken. Bandı gevşetmesi için alkol bulayım. Çıkarttıktan sonra da anne ve babanla ilgili konuşuruz. Koridoru geçip banyoya yöneldi. Küçük bir duş, klozet, küçük bir lavabo ve üzerindeki küçük oval aynadan ibaret olan banyoya girip krom bir servis arabasının yanına çö-melip dizini, elmas şekli verilmiş dişbudak ve tik ağacı kerestesinden meydana getirilmiş zemine dayayarak alt rafa uzandı. 130 Bir an için kendi sesi bir başkasına aitmiş gibi geldi. Kediye söylediği birkaç sözle Harry ile yaptığı telefon görüşmeleri dışında evde konuşması için herhangi bir sebep olmazdı. Başındaki ağırlık hissi de tuhaflığı arttırmış, ağzından çıkan kelimeler sanki dalgalarla boğuşan bir gemideymişçesine zorlukla duyuluyormuş gibi hissetmesine neden olmuştu. İspirtoyu bulup, kutudan birkaç kağıt mendil aldı. Sonra da yeniden koridora yöneldi. Şimdi halledeceğiz. Sadece çıkartırken biraz dikkatli olmak...

65 Kanepeye uzanmış çocuğa bakakaldı. Çocuk uykuya dalmış, düzenli bir şekilde soluk alıp veriyordu. Geiger arka kapıya gidip açtı. Sundurmaya çıktı. Harekete duyarlı tepe lambası yarımca yirmi metre kadar ileride, çimenlerin üzerindeki küçük bir sincap şaşkınlıkla donakaldı. 131 İKİNCİ KISIM 10 Sıcak duşun altında bir süre kalmak Harry'nin gerginliğini adeta bıçakla kesilip yerinden çıkartılmışçasına yok etmiş, düşüncelerini biraz olsun toplayabilmesini, geleceğe daha iyimser bakabilmesini sağlamıştı. Eve, Chinatown'ın dar, puslu sokaklarında yürüyüp, Brooklyn Köprüsü'nden geçerek gelmiş, bu sırada da aklında olası kötü durum senaryoları kurup durmuştu. Kiralık kasasında halen yetmiş bin doları duruyordu. Gerekirse daireyi satmakta da herhangi bir sorunla karşılaşmazdı. Tabii bunu ön plana çıkarmadan, büyük bir olasılıkla da Carmine aracılığıyla yapar, böylece bir süre nefes alma şansı bulmuş olurdu. Brooklyn Heights'taki iki yatak odalı, kent manzaralı bir dairenin ne kadar ettiğini gayet iyi biliyordu. Kısacası bu satıştan cebine üç ya da dört yüz bin papel daha kalabileceğine emindi. Bu bir numaralı, bir daha çalışmayacağı düşünülerek oluşturulan senaryoydu. Kendisini başka bir iş yaparken 135 düşünemiyordu. Zaten mevcut çalışma geçmişi ve hiçbir referansa sahip olmadığı düşünülürse ona kim iş verirdi? Ayrıca ne iş yapacaktı? Bir bilgisayarcının arka bölümünde bozuk ana kasaları mı değiştirecekti? Online ticarete mi başlayacaktı? Taksi şoförlüğü mü yapacaktı? Bunların hiçbiri mümkün değildi. Yalnızca işsizlik sigortasından bir geliri olabilirdi. O da ancak yaşamını sürdürecek derecede az ve en fazla yedi bilemedin sekiz yıllık bir süreyle sınırlı bir ödeme olurdu. Resmi kurumlar açısından Harry Boddicker uzun zamandır yoktu zaten. Elektrik, doğalgaz ve telefon faturaları Thomas Jones adına kayıtlıydı. On yıllardır vergi ödememişti. Adeta sırra kadem basmış gibiydi. Sonra iki numaralı, denkleme kız kardeşini de dahil ettiği senaryoyu düşündü. Eğer kız kardeşi hayata tutunmaktan vazgeçmez ya da kasıklarındaki şişlik kardeşinden önce ölümüne sebep olmazsa ona yaptığı masraflar dört yılda iliğinin kemiğinin kurumasına yol açabilirdi. Harry eve vardığında kimseyle konuşacak halde değildi. Hatta bunu düşünmek bile midesinin ağzına gelmesine yol açıyordu. Hemşireyi kaldırıp ona fazladan bir ellilik vererek, Lily'i alması için yarın arayacağını söyleyerek sepetledi. Koridorun sonundaki ikinci yatak odasına uğrayıp

66 Lily'nin cenin pozisyonunda uyuduğunu görerek rahatladı. Lilly hep öyle uyurdu zaten. Harry şimdi duşunu yapıp çıkmıştı. Ray Charles seçme eserleri CD'sini takıp cihazı tekrar konumuna ayarladı. İnsanın ruhunu temizleyen ezgiler kısa sürede kendisini biraz daha iyi hissetmesini sağlamıştı. Bed Bath & Beyond'tan aldığı büyük boy Frette havluya kurulanırken kasıklarındaki şişliği kontrol etme isteğine direnmeye çalıştı. Bir yandan da hüzünle gülümseyip içinden bundan sonra bir havluya kırk papel veremeyeceğim diye geçirdi. Sonra da oturma odasına yöneldi. Geldiğinde ışıkları yakmamıştı. Henüz günün ilk ışıkları içeriyi doğru dürüst aydınlatmamıştı. Bu yüzden de iyice yaklaşana kadar kanepedeki karaltıyı fark edemedi. Otur, Harry. Hail bunu üçte bir oranında davet niteliğinde söylese de üçte ikisi de emir tonlamasında gibiydi. Sesinden yoğun bir fiziksel acıyla boğuştuğu seziliyordu. Harry hem şaşırmış hem de çıplaklığından utanmıştı. Üzerime bir şeyler giyebilir iniyim? Otur, Harry. Hemen. Harry kendini en sevdiği deri koltuğa bıraktı. Çıplak sırtı, kasıkları, poposu dokununca koltuğun ılık, yapışkan yüzeyini hissetti. Mümkün olduğunca sıradan bir tavırla ellerini önünde birleştirip kasıklarını kapatmaya çalıştı. Ortağın çok acayip biri, dedi Hail. Sürprizlerle dolu. Çok iyi bilirim. Büyük bir hata yaptı, Harry. Evet. Bunu ben de söyledim. Seninle aynı fikirde mi? Geiger'le o tür konuşmalar yapmayız. Harry yerinde biraz kımıldayınca koltuk derisine yapışan çıplak teninden hışırtılı bir ses işitildi. En azından ceketimi giysem? Eve 137 girdiğinde attığı yerde, kanepenin yanında duran spor ceketini işaret etti. Hail eğilip aldığı ceketi ona fırlatınca da Harry hemen kucağını örttü. Çocuğu istiyorum, Harry. Hemen. Paranı geri aldın. Sanırım olabilecek en iyi şey de bu. Hail dirseklerini dizlerine dayayarak öne eğildi. Para umurumda değil, Harry. Derin bir nefes aldı. Canı yanmış, acıdan yüzünü buruşturmuştu. Elini göğüs kafesine doğru götürüp acıyan yeri hafifçe ovuşturdu. Pislik herif, diye mırıldandı. İçecek neyin var? Üzgünüm. Artık pek içmiyorum. Keşke içebilsem. Hail ayağa kalkıp pencereden dışarı, Doğu Nehri'ne doğru baktı. Loş ışıkta Harry, Hall'ün gömleğinin sırt kısmını, gömleğin geniş kırmızı lekeli kolunu görebiliyordu. Başının arka tarafında da sargı bezli küçük bir kısım vardı.

67 Ray Charles, Georgia parçasını bitirirken köprünün ışıkları su yüzeyinde rengarenk yansıyordu. Harika bir ses, dedi Hail. Kesinlikle. Neredeler, Harry? Bilmiyorum. Geiger nerede oturuyor? Onu da bilmiyorum. Ne kadar zamandır birlikte çalışıyorsunuz? On bir yıldır. Ve sen onun nerede oturduğunu bilmiyorsun, öyle mi? Evine hiç gitmedim. Tıpkı senin dediğin gibi. Garip bir adam o. 138 Harry mümkün olduğunca az hareket edip, sesini yükseltmemek için büyük çaba harcıyordu. Çünkü giderek korkmaya başlamıştı. Aslında bu; görebileceği olası şiddetin neden olduğu içgüdüsel, yüreğini ağzına getirecek türden bir korku değildi. Ama Hall'ün tavırları, odanın havası, çevresindeki her şey Harry'i etkiliyor, sanki içinde giderek şiddetlenen bir yangın varmış gibi korkusu da anbean artıyordu. ''Harry, sakinleşip doğru dürüst düşünmeye başlayabilmen için duşunu bitirmeni bekledim. Hail arkasına döndü. Bana bakınca ne görüyorsun, Harry? Çok canın yanıyor. Başka? Sabrın tükenmek üzere., Tam isabet. Şimdi... Hail elini pantolon cebine götürüp Harry'nin cep telefonunu çıkardı. Telefonunu kontrol ettim. Ne gönderilen ne de alman bir mesaj var. Öyle programlandı. Her neyse. Sonuçta derhal Geiger'i arayıp ona çocuğu derhal bana getirmezse senin başının feci şekilde belaya gireceğini söylemen gerekiyor. Belki seni Dalton'a bile götürürüm. Şimdi, arayacak mısın onu? Harry ilk anda içinde aniden kabaran bir panik dalgası hisseder gibi olduysa da hemen ardından gülmemek için dilini ısırdığını fark etti. Hall'ün söylediklerinde ciddi olduğuna emindi ama içinde bulunduğu durum - çıplaklığı, Ray Charles'in hüzünlü sesi, nehrin üzerinde parıldayan yaz sabahı güneşinin ışıkları - yaşamakta olduğu korkutucu anın 139 parodi gibi gözükmesine neden olmuştu. Tüm gücünü toplamaya çalışsa da kaderinde ölüme gülerek gitme ihtimali olduğunu düşünmekten kendini alamıyordu.

68 Harry derin bir nefes alıp kendini topladı. Geiger telefonu açmaz, dedi. Bana onu aramamamı, gerekirse onun beni arayacağını söyledi. Ona bana yapmayı planladığın şeyle ilgili mesaj bıraksam bile kafasındaki planlarını değiştireceğini hiç sanmıyorum. Zaten onu arayacağım da yok. Hayır mı? Yani bu işi çözmek için yardımcı olmayacaksın öyle mi? Olamayacağım. Elimden bir şey gelmez. Yemin ederim. Ray Charles, Hit the Road, Jack, parçasının, and don't you come back no more, no more, nakaratına ikinci kez geçtiği sırada Hail dönüp kırmızı ışıklar saçan müzik setine yöneldi. Cihazı alıp olanca hızıyla karşı duvara fırlattı. Cihaz paramparça olurken müzik de kesilmişti. Bu berbat şarkıdan nefret ediyorum, diye söylendi Hail. Ben de öyle. Sağ ol. Hail kanepeye dönüp, inleyerek yavaşça oturdu. Harry'nin gözü Hall'ün kemerindeki tabancaya takılmıştı. Harry'nin de silahı vardı. 32 kalibrelik, yedi mermili şarjörü olan Beretta Tomcafi masasının altında saklardı. Tabancayı geçen sene bir blok ilerideki hırsızlık olaylarını duyduktan sonra Carmine aracılığıyla satın almıştı. Ama hiç kullanmamış, sadece Carmine'in talimatı gereği birkaç kez temizlemek için kılıfından çıkarmıştı. 140 Otuz beş bin dolar minibüsümde duruyor, Harry. Parayı al ve ara onu. Hayır. İşime yaramaz. Benim çok daha pahalı yükümlülüklerim var. Kimin yok ki? dedi Hail. İç çekip Harry'nin telefonunun kapağını açıp birkaç tuşa dokundu. Harry açılmadan önce telefonun bir kez çaldığını duydu. Yukarı gel, dedi Hail ve telefonu hemen kapattı. Harry'nin bakışları masanın üzerindeki monitöre kaydı. Sarımtırak bir zemine siyah ve kırmızı noktaların ser-piştirildiği, ekran koruyucu olarak kullandığı bir Jackson Pollock eserine bakarken bunun yabancı bir gezegende çekilmiş NASA fotoğraflarını andırdığını düşündü. Orada olmayı diledi. Mars'ta ya da Venüs'te kafasına bir kurşun sıkmak için üst kattan aranmayı bekleyen eğitimli katiller olmadığına emindi. Hail ona bakıp başını iki yana salladı. Geiger ve kim olduğunu bile bilmediğin bir çocuk uğruna bunlara katlanacaksın öyle mi? Bunun onlarla bir alakası yok, Hail. Ya da aslında adın her neyse. Harry komşusunun evde olup olmadığını düşündü. Alt kattaki dairenin sahibi geveze bir komisyoncuydu. Bir süre önce yolda karşılaşmışlar, adam karısıyla birlikte yaz tatilinin bir kısmını Avrupa'da geçireceğinden bahsetmişti. Ama Harry ne zaman gideceklerini hatırlamıyordu. Yine de aşağı inerlerken Harry çığlık çığlığa bağırmaya başlarsa sesini duyurması ihtimal dahilindeydi. Ama bu düşünce aklında belirir belirmez bunu yapamayacağını fark etti. Hayatının 141

69 çok büyük bir kısmını yalnız geçirmiş olmasına rağmen hiçbir zaman bir korkak gibi davranmamıştı. Bir anlığına Central Park'a geri döndü. Gözünde gecenin bir yarısı sarhoş bir halde yerde yattığı, kırık dişlerinin arasından kan tükürdüğü o anlar canlandı. Soyguncular üzerine çömelmiş ısrarla, Şu lanet olası ATM şifresini ver bize, diye bağı-rıyoıiardı. Başını kaldırıp yüzlerine bakmış, Burada olup bitenlere bir mana veremiyorsun değil mi, Bay Jones? demişti. Onlar da yeniden tekmelemeye başlamışlardı. Sonra Geiger gelmiş... Ön kapı hızla açıldı. Harry ile Hail içeri giren karaltıyı görmek için aynı anda o yöne döndü. Sonuç yok mu? diye sordu adam. Adamın sesi Harry'e yabancı gelmemişti. Hani insan kalabalıkta tanıdık birinin sesini duymuş gibi olur ama etrafına bakındığında sesin sahibini göremez ya, Hail de o an için benzeri duyguya kapılmıştı. Sonuç yok, dedi Hail. Karaltı içeri yöneldi. Hail sehpaya uzanıp lambayı yaktı. Tanrım, diye yavaşça fısıldadı Harry. Ludlow Caddesi'nde yirmi dolar verdiği dilenci kaşlarını çatmış yüzüne bakıyordu. Harry, dedi Hail. Bu Ray. Merhaba, Ray, dedi Harry. Arka odada bir kadın uyuyor, dedi Hail, Ray'e. Git onu getir. Harry adeta elektrik akımına maruz kalmışçasına titredi. Lily'i tamamen unutmuştu. 142 Ray hızlı adımlarla ikinci yatak odasına doğru yürürken Hail yeniden Harry'e döndü. Karın mı sevgilin mi? Kız kardeşim. Ray, Lily'i kucağında oturma odasına getirip sandalyeye oturttu. Hâlâ yarı uykulu haldeki kız sandalyede hafif hafif yana doğru kaydı. Bunu ona yapma. Harry, dedi Hail. Harry yeniden Hall'e baktı. Sonra dişlerini göstererek sırıttı. Komik olan ne, Harry? Şimdi izin ver de şu olayı doğru dürüst anladığıma emin olmaya çalışayım, dedi Harry. Onun son kozun olduğunu düşünüyorsun öyle mi? Ayağa kalktı. Bu sırada ceketiyle önünü kapatmaya çalışıyordu. Ne yapıyorsun, Harry? diye sordu Hail. Sadece izle. tamam mı? Harry kız kardeşine doğru yürüyüp parmağıyla başına hafifçe vurdu. Evde kimse var mı? Yürüyüşe çıkalım mı? dedi Lily. Adım ne benim, kardeşim? Nereye gitsek? dedi kız. Harry lambayı yakıp söndürdü. Sonra hüzünlü bir kahkaha attı.

70 Hey millet, size küçük kız kardeşimi tanıtayım. Lily bakıma muhtaç, katotonik şizofrendir. On yıldan uzun süredir benim kim olduğumu bilmiyor. Ve bana yılda yüz bin papele mal oluyor. Sırtımdaki kocaman bir kambur yani. Başını her ikisine doğru salladı. Kısacası elbette onun canının 143 yanmasını istemem. Ama ona bir şey yapmanın beni ikna edeceğini düşünüyorsanız... Bir kez daha güldü. Beyler, şöyle düşünün. Her gece dizlerimin üzerine çöküp onun ölmesi için dua ediyorum. Bunun olmasını kolaylaştırırsanız ikimize de iyilik etmiş olursunuz. Hail ile Ray bir an için bakıştılar. Harry, dedi Ray. Kardeşin kafadan kontak olabilir ama bu acı hissetmeyeceği manasına gelmez. Telefonu kullanma zamanı geldi, Harry, dedi Hail. Size söylüyorum. Geiger cevap vermeyecek. Yap şu aramayı, dedi Hail. Sonrasını bize bırak. Harry nehrin karşı kıyısındaki iki kristal binanın arasında yükselen güneşin yansımalarını görebiliyordu. Dünya kavranması imkansız bir hızla değişiyor. Sonrasını bize bırak. Eğer Hail, Geiger'in açmadığı telefondan bile yerini tespit edebilecekse o zaman çok ileri teknolojileri kullanabilme imkanına sahip demekti. Pekala, dedi Harry. Bunun çalıntı tabloyla alakası olmadığını düşünmekte haklıyım öyleyse, değil mi? Tanrının cezası, dedi Ray. Lily'i kucaklayıp odanın ortasına savurdu. Kız tıpkı oyuncak bir bebek gibi neredeyse hiç ses çıkarmadan yere kapaklandı. Yüzükoyun halde kalakalmıştı. Kolları bacakları tuhaf biçimde aralanmış, hafif hafif inlemeye başlamıştı. Kardeşine bakarken Harry birden hissettiği üzüntünün yüreğini dağlayıp ölümüne neden olabileceğini hissetti. Ray, Harry'e dönüp alnına iri parmağıyla sertçe vurdu. Konu işte bununla ilgili, Harry. Ray, biliyor musun? Sen zavallının tekisin. Ray iri 144 elini Harry'nin boynuna doladı. Ve, dedi Harry zorlukla nefes alırken. Bana yirmi papel borçlusun, pislik. Ray'in dudakları hain bir gülümseyişle aralanınca Harry bir an için adamın zokayı yuttuğunu düşündü. Plana sadık kal, Ray, dedi Hail. Kızı ayağa kaldır. Ağabeyi ne kadar acımasızmış görelim. Ray bırakınca Harry şansını son bir kez daha denemeye çalıştı. Sokakta çok iyi görünüyordun. Ray. dedi. Söylesene, başka şeyler de yapıyor musun yoksa Efendi Hail sana hep zavallı bir dilenci rolü oynaman için mi para veriyor?

71 Ray elini raket misali savurdu. Kulağına gelen bu darbeyle Harry'nin ayakları bir anda yerden kesildi. Harry sadece yere kapaklanmayı ummuştu ama düşmekle kalmamış, hızla yuvarlanıp masanın bacağına çarpın ıslı. Başı feci şekilde zonkluyordu. Gözleri yaşla dolmuş, görüşü bulanıklaşmıştı. Ama bu, kılıfındaki Beretta'yı görebilmesine mani değildi. Hail yanına geldi. Tanrım, Ray! Bu kadar acemice davranmak zorunda mısın? Özür dilerim, diye mırıldandı Ray. Harry gözlerini kapattı. Sol dizi yere çok hızlı çarpmış, hemen şişmişti. Kapalı gözlerinin arasında adeta şimşekler çakıyor gibiydi. Acıdan bayılmak üzere olduğunu düşündü. Bu olasılığı öngöremediği için de kendi kendine küfrü bastı. Üstelik tabanca artık yetişebileceği mesafedeydi. Bu da her geçen saniye daha bir paniğe kapılmasına neden oluyordu. 145 Ayrıca silaha ulaştıktan sonra ne yapacağına dair en ufak bir fikri de yoktu. Lily'nin yeniden inlediğini duyunca kapalı gözkapakları arasından birkaç damla yaş süzüldü. Kapalı gözlerinin ardındaki havai fişek gösterisi aniden bitti. Şimdi zihninde yarı karanlık, sürekli değişen birtakım görüntüler belirmeye başladı. 94. Cadde'deki evlerinin banyosundaydı. Küvete uzanmış, çok sevdiği Yeşil Fener dizisinin son macerasını okuyordu. Kapı açıldı ve içeri yedi yaşındaki kardeşi Lily girdi. Tuvalet kapağını kaldırıp, kareli eteğini topladı. Daha tam oturmadan işemeye başladı. Ağabeyine dönüp, tatlı tatlı gülümsedi. Duydun mu? diye sordu. Çınlama gibi ses çıkartıyor. Şır şır. Yanına gelebilir miyim? Hayır. Neden? Nedeni ortada. Eskiden gelirdim. Hayır dedim değil mi? Sağır mısın? Sana yanıt verdiğime göre nasıl sağır olabilirim, aptal? Sonra ona doğru eğilip, parmağının ucuyla ağabeyinin kafasına üç kez vurdu. Evde kimse var mı? Şimdi masanın yanında bu halde yatarken içinde kabaran büyük öfkesi yüzünden kılıfındaki Beretta'yı kaptığı gibi odayı kurşun yağmuruna tutmak, karşısındakilerin kalplerini bir daha atmayacak hale getirme isteği gittikçe artıyordu. Harry? Bu, Halfün bitkin sesiydi. Harry, kalk ayağa. Harry kıpırdamadı. Halfün derin bir nefes alıp burnundan verdiğini işitti. Az önce yaşananların Hall'ün umurun- 146

72 da olmadığını biliyordu. Adamın tek derdi en kısa zamanda istediği bilgiye kavuşmaktı. Şu an vakit kaybediyor, bu yüzden de çileden çıkıyordu. Yemin ediyorum, Ray, dedi Hail. Eğer bayılmışsa... Seni duyuyorum, dedi Harry. O zaman kalk ayağa, geç şu sandalyeye otur. Ray sen de Lily'i kanepeye oturt da Harry onu görebilsin. Harry gözlerini açtı. Ray, Lily'i kucaklayınca yanından geçecekti. Harry dönüp, elleriyle dizlerinden destek aldı. Baş dönmesini azaltmak için derin derin nefes aldı. Harry, Ray'in Lily'i tuttuğunu gördü. Sonra bluzunun arkasından tutarak onu kanepeye doğru çekmeye başladı. Bu haliyle yerlerine yerleştirilmeye götürülen vitrin mankenlerine benziyordu. Hadi uyan bakalım, Harry, dedi Ray. Harry sağ elini uzatıp masadan destek aldı. O anda da Hall'ün nerede olduğunu kontrol etti. Adam hâlâ kanepenin yanındaydı. Harry sol elini indirip Beretta'ya dokundu. Ray tam önüne geldiği sırada o da tabancanın kabzasını kavramıştı. Ray duraksayıp ona buz gibi bir ifadeyle gülümsedi. Gösteri başlamak üzere, ahbap. Harry tabancayı hızla çekip Ray'in geniş, pürüzsüz alnına dayadı. Bir milim daha kıpırdarsan yemin ederim az önceki aptalca sözlerin ağzından çıkan son şey olur. Harry sesinden de söyleme biçiminden de yeterince memnun olmuştu. Ray'in gözlerinin iyice açıldığını, öfke dolu gözbebeklerinin irileştiğini görüyordu. 147 Tanrım, dedi Hail. İşte buna inanamıyorum. Harry tabancanın namlusunu adamın alnına iyice yapıştırdı. Eller yukarı. Ray'in çenesi kasılırken yüzü de sanki çok acı bir şey ısırmışçasına buruştu. Sonra Lily'i bırakıp ellerini başının üzerine kaldırdı. Bana doğru doksan derece dön, dedi Harry. Böylece Hall'ü de görebilirim. Bebek adımlarıyla. Yavaş yavaş. İki adam aynı çizgide ağır ağır yer değiştirdi. Şimdi Harry hem Ray'i hem de on adım kadar ilerideki Hall'ü görebiliyordu. Hail, dedi. Tabancanı banyo kapısına doğru fırlat. Sakin ol, Harry, dedi Hail. Çok gerginsin. Öyleyim zaten. Hem de çok. Kimseyi öldürmeye kalkma, tamam mı? Ama sen beni öldüreceğini söylemiştin. Olaylar bazen öyle gelişir, Harry. Sonra koşullar değişir. Önce bir plan yaparsın. Sonra planını değiştirirsin. Bu yüzden biraz sakin olmaya çalış. Neticede şu an elinde silah olan sensin. Evet, sen de silahını atacaksın. Dediğim gibi.

73 Harry... At hemen. Yoksa strese dayanamayıp tetiği çekivere-ceğim. Hail başını eğip gülümsedi. Harry, sorunlarını çözme yöntemin gerçekten eşsiz. Hail sağ elini belindeki tabanca kılıfına doğru uzattı. Parmaklarını göstererek yavaş hareketlerle tabancayı tutup kılıfından çıkardı. Sonra banyo kapısına doğru fırlattı. Silah yer karosuna gürültüyle çarpıp iyice uzağa yuvarlandı. Şimdi kanepeye otur, dedi Harry. Hail de dudaklarının ucundaki gülümsemeyi sürdürerek söylenileni yaptı. Harry, Ray'den bir adım uzaklaştı. Ama tabancayı ısrarla adamın iki kaşının ortasına tutmayı sürdürüyordu. İkisi de Harry'nin elinin titrediğini fark etmişti. Korktun mu, aşağılık herif? dedi Ray. Parkinson ilaçlarımı almayı unuttum. Titremeyi azaltmak için tabancayı iki eliyle tuttu. Şimdi dizlerinin üzerine çök, Ray. Ray başını iki yana salladı. Asla. Ne sen beni vuracaksın ne de ben diz çökeceğim. Harry, Hall'ün başını öfkeyle kaldırdığını gördü. Ray, buna zamanımız yok. Ne diyorsa yap. Benim iş tanımımda bu yok. Ray, dedi Hail. Çök şu lanet olası dizlerinin üzerine. Ray çömelirken Harry bir an için adamın öfke dolu gözlerinden alevler fışkırdığını görebileceğini düşündü. Senin de tabancanı alalım, Ray. Aynı şekilde. Piç... dedi Ray. Başka şeyler de söylemiş ama sözleri küt burunlu tabancayı çıkartıp Harry'nin arkasına doğru fırlatıp giderken anlaşılmaz homurtulara dönüşmüştü. Lily, dedi. Ayağa kalkabilir misin, Lily? Elbette kalkar, dedi Ray. Sonra da milli marşımızı söylemeye başlar. Harry'nin başı dönüyordu. Bir hayli acıyan dizinin de kanadığını hissediyordu. Bir an için elinde tabanca olduğunu unuttu. Biliyor musun. Ray? dedi. Ne? Harry başını eğip adamın yüzüne bakarken bir anlığına zihni boşaldı. İyi bir hazırcevaplık örneği sergilemek istiyordu ama aklına hiçbir şey gelmeyince de tabancayı mümkün olduğunca hızla savurarak adamın yüzüne vurdu. Beretta'nın çarptığı yerden kan fışkırırken Ray olanca hızıyla yere kapaklandı. Ray'in kanları Harry'nin pantolonuna, kazağına sıçramıştı. Hail oturduğu kanepede sıçrarken odada Ray'in nefes alabilmek için çıkardığı sesler yankılanıyordu. Harry tabancayı Hall'e çevirdi. Kıpırdama!

74 Harry yerdeki Ray'e baktı. Ray yan dönmüş, zorlukla nefes alıp, inliyor, elleriyle kapattığı yüzünden de kan fışkırmaya devam ediyordu. Seni lanet olası pislik... diye inledi Ray. Artık güneş ışınları odayı iyice aydınlatmaya başlamıştı. Bu da Harry'e bakışlarını etrafta dolaştırıp evinde, kutsal mabedinde, yaşadıklarını kavramaya çalışma imkanı doğurdu. Onu asıl üzen şey burada gördüğü her şeyin artık mazide kalacağını bilmek olmuştu. Ama böyle olmalıydı. Neticede seçtiği meslek bunu gerektiriyordu. Ray'in parmaklarından süzülen kan miktarı her geçen saniye artıyordu. Sonunda ellerini yüzünden çekmeden doğrulmayı başardı. Harry bir adım geriledi. Lanet olsun, dedi Harry. Böyle yapmak istememiştim. 150 Hail yüzünü ekşitip, İstediğin tam olarak buydu, Harry, dedi. Sanırım bunu uzun zamandır istiyordun. Sadece şu ana dek bu isteğinin farkında değildin. Harry'nin asıl canını sıkan şey gerçekten de o an bir nebze gevşediğini, hatta bu hareketinin neticesinde kendini daha bir özgür hissettiğini fark etmek olmuştu. Dönüp Lily'e baktı. Kız doğrulmuş, ellerini saçlarına götürmüş, her zamanki tavrıyla saçlarıyla oynuyordu. Pantolonumu giymeye gidiyorum, dedi Harry. Ray'in tabancasını alıp gözlerini Hall'den ayırmadan banyoya yöneldi. Tabancayı lavaboya koyup belindeki ceketi çıkardı. Tuvalet oturağının üzerindeki pantolonunu aldı. Geri döndüğünde Ray'in ağzından yere iri, yapış yapış kan damladığını gördü. Elinden geldiğince görmezden geldi. Sigara içeceğim, dedi Hail. Elimi cebime sokuyorum, tamam mı? Tabancayı bir elinden diğerine aktararak önce gömleğini sonra da spor ceketini giyen Harry yeniden içeri döndü. Kafana göre. Hail cebinden Camel paketiyle çakmağını çıkardı. Sigarasını yakarken, Neden Geiger böyle yaptı, Harry? diye sordu. Çocuğu Dalton'a götürmeyi düşünmenizin onu da kolaylıkla gözden çıkarmaya hazır olduğunuz anlamına geldiğini düşündü. Hatta belki de yalnızca çocuğu değil bizi de gözden çıkartmaya niyetliydiniz. Şimdi kız kardeşimle buradan çıkıyorum. Bütün silahları almalı mıyım? Sen gider gitmez tabancamı alıp sokaklarda ateş ederek 151 peşinden koşup koşmayacağımı soruyorsan, hayır, tabancaları almana gerek yok. Harry ayakkabısını giydi. Sonra banyodan bir havlu alıp oturma odasına geri döndü. Elindeki Beretta'nın ağırlığına giderek alışıyordu. Ama yine de kendisini bir başkasının evindeki bir yabancı gibi hissediyordu. Lily'e doğru birkaç adım ilerlemişti ki durup Hall'e dönerek elini uzattı. Telefonumu alayım.

75 Hail telefonu ona attı. Harry, Lily'i kaldırıp sıkıca sarıldı. Göğsünde kardeşinin kalp atışlarını hissediyordu. Lily usulca bir şarkı mırıldanıyordu. Sonuna gelince de başa dönüp aynı şeyleri tekrarlıyordu. Parça Harry'e yabancı gelmese de melodiyi hatırlayamamıştı. Ne zamandır böyle? diye sordu Hail. Çok uzun zamandan beri, diye yanıt verdi Hail. Ben de sana bir şey sorayım, Hail. İkinizi öldürmek bu işi sona erdirir mi? Sence bunu yapabilir misin? Teorik olarak soruyorum. Bitirir mi? De Kooning tablosundan kolay kolay vazgeçilmez. Harry başıyla onaylayıp Ray'e döndü. Hey, Ray, dedi. Ray kan içindeki ellerini yüzünden çekmeden başını kaldırdı. Harry havluyu ona attı. Havlu dizlerine düşünce Ray almak için iki elini birden yüzünden çekti. O anda Harry Beretta'nın adamın yüzünde meydana getirdiği tahribatı net biçimde görmüş oldu. Adamın o ihtişamlı, iri burnu kırılıp yamulmuş, üst dudağının derisi de 152 bütünüyle parçalanmıştı. Kandan ağzının içi gözükmese de kalan dişlerinin kırık olduğu açıkça anlaşılıyordu. Harry, Lily'i tutmayı sürdürüp arkasını dönerek kustu. Oysa Geiger'in seans kayıtlarını içeren DVD'yi bir analist edasıyla izlemiş ve hiç böyle olmamıştı. Ama Geiger'in-kiler belirli bir estetik içeriyorlardı. Dilini ön taraftaki üç takma dişinin üzerinde geçirip kırıldıklarında nasıl acımış olabileceklerini tahmin etmeye çalıştı. İnsan acıdan ölecek gibi olurdu herhalde. Doğruldu. Bu sırada Ray ağzını havluyla kapatmış, gözlerini Harry'e tüm dikkatini yönelttiği avıymış gibi bakıyordu. Anlaşılması imkansız bir şeyler mırıldandı ama gözlerindeki bakışlardan aslında ne dediğini tahmin etmek hiç de güç değildi. Harry, Lily'nin elini tuttu. Hadi, Lily. Gitmemiz gerek. We gotta get outta thisplace, * diye şarkı söylüyordu kardeşi. '7/7/ 's the /ast thing we ever do. Harry tabancayı bel hizasında tutmayı sürdürüp kardeşini tutup geri geri kapıya doğru yürümeye başladı. I loşça kalın, dedi. Hail başını sallayarak, Geiger'e onu bulacağımı söyle, dedi. Hal T ün belinden başına dek her yanı ağrıyordu. Hayatı boyunca fiziksel acıya karşı hep dayanıklı olmuştu. Sorun acının kendisini aptal hissetmesine neden olmasındaydı. Çünkü onun işinde acı, işin yüze göze bulaştığı manasına gelirdi. İnsan her zaman hazırlıklı olmalı, her an bir yer* Buradan gitmemiz gerek. (Çev. N.)

76 153 lerde aksilik olabileceğini düşünüp hareketlerini ona göre planlamalıydı. Ama son yirmi dört saat içinde üç fiyasko birden yaşanmıştı. Matheson tarafından atlatılmışlardı. Ardından Geiger birdenbire ahlak kumkuması kesilmişti. Sonunda da bilgisayar dahisi başlarına Rambo kesilmişti. Sigarasından son bir nefes daha alıp ardından sehpaya bastırarak söndürdü. Sonra Ray'in yanına gitti. Telefonunu ver bana. Ray kan tükürüp cebinden çıkardığı telefonunu ona uzattı. Hail hemen tuşlara dokundu. Hazır ol, Mitch. Herif kız kardeşiyle birlikte dışarı çıktı. Kız kardeşiyle mi? diye sordu Mitch. Neler oldu orada? Ray'le birbirlerine girdiler. Sonra konuşuruz. Şimdi Ray'in yüzüne bir an evvel dikiş attırmamız gerek. O kadar kötü mü? Tanrım, Richie. Üç kör fareye döndük. Peşine takıl, Mitch. Ama çok yaklaşma, dedi Hail. Ve gereksiz bir şey yapmaya kalkma. Onun Geiger'e ulaşmamız için en büyük kozumuz olduğunu aklından çıkarma. Tamam mı? Ne düşündüğümü öğrenmek ister misin? Belki de sürekli yanlış tercihler yapan biri artık hâlâ ne yaptığını biliyormuş gibi konuşmayı kesse iyi olur diye düşünüyorum. Hail adamın suratını dağıtma isteğine engel olmaya çalışarak çenesini tuttu. Bu lanet olası işin daha en başında bile eğer işler sarpa sararsa üçünün gırtlak gırtlağa gclc- 154 bileceğini öngörmüştü. En azından şimdilik buna müsaade etmeyecekti. Bir görüşme daha yapması gerekiyordu. Harry'nin sandalyesine oturup derin bir nefes alıp mümkün olduğunca sakinleşmeye çalıştı. Aradığı numara daha ilk çalışta yanıt vermişti. Evet? Ben Hail. Bir sorunumuz var, efendim. Sorun kelimesini hiç sevmem. Neymiş bakalım bu bizim sorunumuz? Gerekli bilgiyi alamadan çocuğu kaybettik. Çocuk Geiger'le Geiger'le? Çocuğu yanına aldı, efendim. O zaman Geiger'i buluq. Evet, efendim. Bizim de planımız böyle zaten. Ama Geiger'in nerede olduğunu bilmiyoruz... Henüz. Hail... Evet, efendim. Yavaş yavaş endişelenmeye başlıyorum. Dün Matheson'a haddini bildirmek üzere olduğunu söylüyordun. Bugünse bambaşka şeyler anlatıyorsun.

77 Haklısınız efendim, ama endişelenmeyi gerektirecek... Geiger'i bul. Emredersiniz. Ve beni sürekli bilgilendir. İş işten geçtikten sonra aranıp sorunlardan bahsedilmesinden nefret ediyorum. Bir sıkıntı olabileceğini sezdiğin anda derhal beni bilgilendir. Başüstüne efendim. 155 Görüşme sona erdi. Hail bu işin altından kalkamazsa dünyanın başına yıkılacağını hissediyordu. Ray inleye inleye, düşmemek için bir eliyle duvardan destek alarak doğrulmaya çalışıyordu. 'Tanrının ce... Ray, kapa çeneni! Çocuk fazla uyumadı. Uykusunda sürekli kasılıp mırıldanmış, sonra gördüğü kötü rüyanın etkisiyle irkilip uyanmıştı. Geiger elinde ispirto ve küçük havluyla yanına oturdu. Yere bir bardak su koydu. Bandı çıkartacağım. Acırsa söyle. Ezra başını salladı. Bunun üzerine Geiger de çocuğun gözünün altına dek uzanan bandı ucundan, deriye zarar vermemeye çalışarak hafif hafif çekmeye koyuldu. Çocuk birkaç kez irkilmiş olsa da hiç sesini çıkarmadı. Geiger bandı bir ucundan iyice kaldırınca işi kolaylamış, artık daha rahat çekebilmeye başlamıştı. Çocuğun deniz yeşili gözlerinde güvene yer bırakmayacak kadar derin korku ve şaşkınlık ifadesi hakimdi. Çocuk tedirginlikle yüzüne bakmayı sürdürürken Geiger bandın geri kalanını çekip çıkarttı. Tahriş olan Ezra'nın yanak ve şakaklarında kırmızı lekeler göze çarpıyordu. Dilini dudaklarının üzerinde birkaç kez gezdirip, Susadım, diye inledi. Geiger bardağı uzattı. Çocuk da bir nefeste tüm suyu bitirdi. Birbirlerini uzun bir yolculuk süresince aynı yeri paylaşmak zorunda kalmış iki yabancı gibi dikkatle inceliyorlardı. Canımı yakacak mısın? diye sordu Ezra. Çocuğun sesi ince değildi. Ama Geiger az da olsa küçük yaştakilere has tiz sesi de algılamıştı. Yine de çocuğun sesi hiç beklenmeyecek derecede güçlü çıkmıştı. Geiger çocuğun sesini tuhaf ama bir o kadar da huzur verici bulmuştu. Tıpkı yaylı çalgılar dörtlüsündeki viyolonsel ezgilerini dinlemek gibiydi. Hayır, dedi Geiger. Ezra eliyle alnındaki teri sildi. Burası çok sıcak. Klimayı açabilir misin? Burada klima yok. Klima yok mu? O zaman vantilatörü çalıştıramaz mısın?

78 Vantilatörüm de yok. Burada terlemiyor musun? Hayır. Çocuk, Geiger'in yüzünü okumaya, kül rengi gözlerinde, keskin yüz hatlarında şaka yaptığına dair izler bulmaya çalışıyordu. Çocuk alaycı ifadeleri hemen yakalardı. Anne babasının ses tonundan ne zaman şaka yaptıklarını ne zaman ciddi olduklarını, ne zaman azarlamaya başladıklarını ne zaman gayet ciddi olduklarını hemen tespit ederdi. Ama Geiger'in yüzüne bakarak bir şey anlamak hiç de kolay değildi. Tamam. Duş alabilir miyim? Evet. Ezra elini kaldırıp yavaşça yanağına dokununca yüzünü buruşturdu. Geiger açısındansa burada başka biriyle birlikte olmak adeta sihirli bir etki yaratmış, sanki odanın şekli değişmiş, içerisi iyiden iyiye küçülmüştü. Çocuk kollarını deri yastıklara iyice dayamıştı. Sanki yana devrilmemek için kollarından destek almak zorundaymış gibi gözüküyordu. Başını kanepenin arkasına dayayıp, göz kapaklarını kapattı. Neden yapıyorsun? diye sordu. Neyi? Bu mesleği? Yeniden gözlerini açtı. Bu senin işin değil mi? İnsanların canını yakmak? Geiger, Ezra'nın elinden boş bardağı alıp ayağa kalktı. Birden o an için ne yapmaya karar veremediğini fark etti. Yeniden çocuğa döndü. Ezra, tüm bunların babanla ilgili olduğunu biliyor musun? Babanın nerede olduğunu öğrenmek istiyorlar. Hmm. Babanın nerede olduğunu biliyor musun? Çocuk başını eğdi. Hafifçe diğer yana doğru döndü. Senin onlardan biri olmadığını nereden bileyim? Belki sadece sana istediğini söyleyeyim diye iyi biriymişsin gibi davranıyorsundur. Arka kapı kuzeye bakan taraftaydı. Mutfakta. Geiger oraya yönelip tuş takımına girdiği şifreyle kilidi açtı. Nereye gidiyorsun? diye sordu çocuk. Arkaya. Sigara içeceğim. Geiger sundurmadan geçip bahçeye indi. Bahçe parmak- 159 lıklarının ilerisinden gelen motor yağının kokusunu alıyordu. Sigarasını yakıp derin bir nefes aldı. O anda başını öne eğmiş, inci renkli sigara dumanını burun deliklerinden üfleyen babası gözünün önüne geldi. Şafak sökmeden önce kiralık aracına atlayıp etrafta gezintiye çıkmaya başlamadan önceki dönemlerde babasını sadece bu haliyle gözünün önüne getirebiliyordu. Ama

79 şimdi daha çok şey hatırlaya-bileceğinin farkındaydı. Sayfalar arzularından isteklerinden bağımsız bir şekilde kendi kendine dolacaktı. Dışarı gelebilir miyim? Çocuk kapının eşiğindeydi. Gciger nefesini verdi ve babasının görüntüsü de kayboldu. Hayır, dedi. Orada kal. Dış dünya çatlaklardan sızıyor, geçmiş geleceğe sirayet edip giderek kontrolü ele geçiriyordu. Geiger atan nabzını hissedebiliyordu. Adeta tüm organlarına çekiçlerle vurularak çalınan davullar var gibiydi. Parmaklarını sallayarak bahçede dolaşmaya koyuldu. I ley, diye seslendi Ezra. Adını öğrenebilir iniyim? Geiger. Sayaç markası gibi? Evet öyle. Artık kes konuşmayı. Düşünmem gerek. Geiger sigarasından son bir nefes daha alıp yere attı. Sonra izmaritten çıkan son dumanı seyretti. Bir tane daha yakmak istiyordu. Harry ankesörlü telefonun ahizesini kulağına iyice yapıştırarak çamaşırhane gürültüsü arasında telesekreterin sesini duymaya çabalıyordu. Diğer eliyle çamaşır makinelerinin temposuna kendini bütünüyle kaptırmış gibi gözüken Lily'nin elini tutmuştu. Hâlâ Bereta'yı Ray'in suratına savurup adamın yüzünü dağıtmasına neden olan olayın etkisinden kurtulabilmiş değildi. Benim, dedi Harry makinenin sesini işitince. Konuşmamız gerek. Çok önemli. Hail, Matheson, çocuk ve tüm bu lanet olayla ilgili. Flatbush'ta bir çamaşırhanedeyim. Nasıl buldu bilmiyorum ama Hail yanında bir herifle evime geldi. Seni bulup çocuğa ulaşmaya çalışıyorlar. Çok ciddiler. Hail öfkesinden deliye dönmüş durumda. Ankesörlü telefondan arıyorum çünkü Hail telefonumu dinliyor olabilir. Bu yüzden beni cepten arama. Kapattım. Tekrar ararım. Ya da sen beni ara - lütfen! Kapattığı anda avaz avaz bağırarak konuştuğu için içeride çamaşırları ayırıp katlayan birkaç çalışanın kendisine baktığını gördü. O ana dek bağırdığının farkında değildi. Lily'i duvar dibine sıralanmış sandalyelere yöneltti. Yaralı dizi feci ağrıyor, ağırlığını üzerine vermekte zorluk çekiyordu. Otur, Lily, dedi. Kardeşine hafifçe sarıldı ama hiçbir şeyin farkında olmayan kız otomatikleşmiş bir halde olduğu yerde ileri geri sallanmayı sürdürdü. Evden çıkınca taksi buluncaya dek kardeşini çekeleye çekeleye üç blok yürütmek zorunda kalmıştı. Taksi şoförü nereye gitmek istediğini söyleyince de neredeyse on saniye yanıt verememişti. Bir anda sonsuz seçeneğin olduğu koca şehirde gidecek hiçbir yeri olmadığını fark etmişti. Ardından şoföre ankesörlü bir telefon bulması gerektiğini söylemiş, şoför 161

80 Flatbush Bulvarfndaki çamaşırhanenin itici ışıklarını fark edinceye dek sessizce ilerlemişlerdi. Çamaşır makinelerinin gürültüsü arasında Harry durumu gözden geçirmeye koyuldu. De Kooning senaryosunun doğru olmadığı artık kesindi. David Matheson ya Hall'ün çok istediği bir şeye sahipti ya da çok önemli bir şey biliyordu. Hall'ün takip konusunda geliştirilmiş son sistem cihazlara erişme imkanı olduğu açıktı. Adam kaçırma ve şiddet onun için son derece sıradan şeylerdi. İstediğine ulaşmak için hiçbir şeyden kaçınmayacaktı. Yine de Harry nasıl olup da evini bulduklarını anlayamıyordu. Takip edilemez, bulunamaz olmak için az uğraşmamıştı. Ama nasıl olmuştu da duştan çıktığında Hall'ü oturma odasında kendisini bekler vaziyette bulmuştu? Dilini ağzının içinde dolaştırdı. Bulantı hissini yenmek için iki Pepcid tableti emmiş ama faydası olmamıştı. Lily ağabeyinin elini bırakıp orta parmağını yanağında, çenesinde gezdirmeye koyuldu. Ritmik hareketlerle aynı şeyi tekrarlarken bir yandan da bir şarkıya başladı. Hello, darkness, my oldfriend. I've come to talk with you again... * Son zamanlarda çok geveze oldun, Lil. Bu şarkıyı söylemene ne sebep oldu? Parlak ampuller mi? Sendeleyince gözlerini kapattı. Lily üç dört yaşlarındaki küçük bir çocuğa doğru yöneldi. Annesi Örümcek Adam'ın, bam!. cırt! sesleri çıkartarak ağ attığı sahnenin resmedildiği çarşafları katlayan çocuk yere, annesinin bacakları arasına oturmuştu. * 'Merhaba karanlık, benim eski dostum. Seninle yeniden konuşmaya geldim... (Çev. N.) Harry bu sırada 1990'lara, kız kardeşinin iç dünyasındaki vidaların gevşemeye başladığı, onun da Lily'i kendi yatak odasına yerleştirdiği Heights Üniversitesi'ndeki evlerindeki anılarına dalmıştı. Harry oturma odasında, kanepede uyurken, gecenin bir yarısı Lily yanına sessizce sokulup. Harry? diye fısıldardı. Sonra da kurguladığı fantastik maceraları ağabeyiyle paylaşırdı. Zamanla bu ziyaretler sona erdi. Bazı geceler Harry yatak odasına gittiğinde Lily'i pencere kenarına oturmuş, camın ardından şehirle derin bir sohbete dalmış bir halde bulmaya başladı. Artık başka hiç kimsenin göremeyeceği yeni bir dinleyici bulmuştu. Harry gözlerini açtı ve hemen ayağa fırladı. Lily kucağındaki süper kahraman oyuncaklarıyla oynayan çocuğun yanına çömelmişti. Merhaba, dedi çocuk. Harika, dedi Lily. Lily çocuğa sanki dünyanın kainattaki yerini keşfeden Kopernik'miş gibi bakıyordu. Harry yaklaşırken Lily uzanıp çocuğun elini tuttu. Harry geldiği anda anne başını kaldırdı. Hey! diye bağırdı kadın.

81 Sorun yok, dedi Harry. Sadece... Aparta las manos! Dokunmasın, dedi kadın. Harry, Lily'i kolundan çekip uzaklaştırdı. Çocuğun eli Lily'ninkinden kayıp gitti. Özür dilerim, dedi Harry. Biraz... gariptir. Que? Excentrico. Muy excentrico. 163 Kadın başını kaldırıp Harry'nin yüzünü inceledi. Sonra asık yüzünde anlayışlı, hüzünlü bir gülümseme belirdi. Harry, Lily'i yeniden sandalyeye oturttu. Başını ellerinin arasına aldı. Ama Ray'in vurduğu yer acıyınca bundan vazgeçti. Seninle ne yapacağım, kardeşim? Harika, dedi kız kardeşi oyuncaklarıyla iyi ve kötü arasındaki sonsuz savaşa yoğunlaşmış çocuğa ışıltılı gözleriyle bakıyordu. Geiger bahçede dolaşırken Ezra adamın tuhaf ama benzersiz hareketlerini izliyordu. Adam sanki ayak bilekleriyle kalçasından başka bir yerini kullanmadan yürüyordu. Hareketleri ilk anda doğal gözükse de aslında hiç de öyle değildi. Adamın sakatlık ya da hastalık sonrası iyileşme döneminde olduğu apaçık ortadaydı. Ezra acaba kötü bir kaza mı geçirdi diye düşündü. Trafik kazası geçirmiş ya da savaşta yaralanmış olabilirdi. Geiger, çok acıktım. Sana yiyecek bir şeyler getireyim. Geiger dönüp içeri girdi. Birlikte mutfağa geçtiler. Ceviz ağacı kerestesinden yapılmış mutfak tezgahı duvardan duvara uzanıyordu. Tezgahın üzerinde kahve makinesi, kahve öğütücüsü, evye ve iki gözlü set üstü fırın bulunuyordu. Fırının altında maun panelli küçük bir buzdolabı vardı. Tezgahın üst kısmına içinde iki bıçağın bulunduğu tahta bir bıçaklık asılmıştı. Tahta bulaşıklıkta da iki kaşık, çatal bıçak, iki geniş çelik kase vardı. Kaselerden birinin içi sebze, meyve doluydu. Duvarda saplı bir çelik tencereyle çelik demlik asılıydı. Köşede yıkama - kurutma makinesi göze çarpıyordu. Mutfaktaki her şey arkalarından vuran hoş, yumuşak bir ışıkla aydınlanıyordu. Burası azla yetinilmiş, güzel bir mutfaktı. Gereksiz hiçbir şey yoktu... Geiger suyu açtı. Tezgahın üzerine birkaç brokoliyle kuşkonmaz koyup bıçaklıktan bir bıçak aldı. Garip, dedi çocuk. Ne? Dolap veya çekmecen yok. Geiger sadece bir kez o da yıllar önce Carmine'e borç taksitini ödemek için gittiği La Bella'da Carmine tarafından yeğeniyle yemeğe kalmaya davet edildiğinde bir çocukla aynı ortamda bulunmuştu. Carmine'in daveti her

82 zaman olduğu gibi davet formunda sunulmuş bir emirdi. Geiger. Ezra'yla aşağı yukarı aynı yaştaki sessiz çocuğun yanına oturup yemeğini yerken bir yandan da Carmine'in donanmadaki ve kamyon şoförlüğü yaptığı günlerdeki anılarını dinlemişti. Sonra Carmine ona doğru eğilmiş, Geldiğinde yeğenim bir şey söyledi. Michael, ne dediğini Geiger'e söylesene, demişti Çocuk başını önündeki sebzeli makarnaya eğmiş öylece duruyordu. Hatırlamıyorum, dedi. Bir an için başını kaldırır gibi yapıp somurtarak Carmine'e, Bana bunu neden yapıyorsun, der gibi baktı. Carmine şefkatle gülümsüyordu. Zaten hep öyle yapardı. Michael, Geiger'e ne dediğini söyle. Ben... diye mırıldandı çocuk. Sonra Geiger'e baktı. Tuhaf göründüğünü söyledim. Tamamını söyle, Michael, diye üsteledi Carmine. 165 Çocuk kaderine razı olmuş gibiydi. Şu adama bak dedim. Bahse girerim ya çok acayip bir iş yapıyor ya da delinin teki. Güzel, dedi Carmine, ardından çocuğun başını okşadı. Sonra sözlerine başlamaya hazırlanan ağırbaşlı bir bilge tavrıyla arkasına yaslandı. Bak, sana bunu söyletmemin bir nedeni var, Michacl. Böylece buradan aldığın dersi bir daha aklından çıkarmayacaksın. Bir numaralı ders: Asla tanımadığın birinin arkasından kötü konuşma. Çünkü hakkında kötü şeyler söylediğin o kişi karşındakinin değer verdiği, saygı gösterdiği biri olabilir. Tıpkı benim Geiger'e değer verdiğim gibi. Böyle bir durumda hem ona hem de karşındakine hakaret etmiş olursun. Anladın mı? Yeğeni başını salladı. Alt dudağı endişeyle titriyordu. Ve ikinci ders: Böyle konuşan biri sonunda lanet olası suratının ortasına tokadı yer. Şimdi eve git. Ama Ezra nın tavırlarına zaman zaman hüzün olarak da yorumlanabilecek bariz bir nezaket havası hakimdi. Geiger aynı zamanda çocuğun durağanlığını da fark etmişti. Mecburen yapması gereken hareketler dışında neredeyse hiç kıpırdamıyordu. Onda çocuklara has sabırsız, ani hareketlerin hiçbiri yoktu. Kedi geldiğini duyururcasına hoş bir miyavlamayla arka kapının altındaki bölmeden geçerek içeri daldı. Beş saniye kadar durup, tek gözüyle misafiri süzdü. Ezra hemen çömeldi. Hey... Bir elini uzattı. Bu ne çirkin kedi böyle! Senin mi? Burada yaşıyor. İstediği yere gider ama her zaman da geri döner. 166 Biliyorsundur. Bir şarkı. Hayır, bilmiyorum. 'Kedi geri döndü. Evden uzak kalamaz'. Bu şarkıyı bilmiyor musun?

83 Kedi kolayca tezgaha fırlayıp, ezik kafasını Geiger in koluna sürtmeye başladı. Adı ne? Kedi. Onu kedi diye mi çağırıyorsun? Geiger kedinin başını hafifçe okşayıp, boş kaseyi suyla doldurdu. Kedi hemen içmeye koyuldu. Çocuk, Geiger kuşkonmazları ayırıp, saplarını tek bir hamlede keserken hoşnutsuzlukla dudak büktü. Bu benim için mi? diye sordu. Geiger başıyla onayladı. Kahvaltı için? Sende doğru dürüst yiyecek yok mu? Ne bileyim mesela mısır gevreği, çerez, cips filan? Hayır. Kötü... Çocuk sözcüğü iki acıklı heceye bölerek söylemişti. Bir şeyler almaya çıkamaz mıyız? Hayır. Dışarı çıkmak yok. Elma ve armut da var. Armut yiyeceğim o zaman, dedi Ezra üzüntüyle. Gidip kaseden bir armut kapıp iri bir ısırık aldı. Güzel. dedi başını sallayarak ardından ağzındakini yutmadan bir ısırık daha aldı. Sonra parmağını kedinin sırtında gezdirmeye koyuldu. Kuyruğunun başladığı yere kadar okşadı. Geiger... Evet? Bence şehirde bir yerlerde. Babam. Geiger sebzeleri kaseye geri koydu. Bana bir not bıraktı. Şehirde yapılacak 167 işleri olduğunu ama sonra eve geleceğini yazmış. Ayrıca benden kapıyı kilitli tutmamı istemiş. Ama sen neden onu aradıklarını bilmiyorsun? Hayır. Çocuk omuz silkip iç çekti. Neşesi kaçmış gibiydi. Annemi arayabilir miyim? Evet. Birazdan. Evde mi? Hayır. Tatilde. Yani öyle sayılır. New Hampshire'da. Ormanda. Kafa dinleme kampı gibi bir şeye katıldı. Her sabah saat onda cep telefonumdan beni arar. Sonra ertesi güne dek telefonunu elinden alıyorlar. Birden elini hızla tezgaha vurdu. Kedi irkilip başını kaldırdı. Telefonum o adamlarda kaldı! Hayır. Ben aldım. Geiger cebinden telefonu çıkartıp açarak tezgahın üzerine koydu. Çocuğun annesi arayana dek bekleyecek sonra telefonu kendi açacaktı. Buradan bir şey elde etme şansı vardı. Adım Geiger:Eski kocanız şu an için kayıp. Oğlunuz burada yanımda. Derhal New York'a gelmeniz gerek... Çok korkacak, dedi Geiger. Onun her zamanki saatinde aramasını beklemek en iyisi olacak sanırım. Değil mi?

84 Evet, galiba. Ezra kediyi bir kez daha okşadı. Kucağıma alabilir miyim? Evet. Yarasını okşa. Hoşuna gider. Ezra kediyi alıp kollarının arasına yerleştirdi. İşaret parmağını artık kapanmış yaranın etrafında gezdirince hayvan yüksek sesle mırlamaya başladı. Vay canına. Şu sese bak. Ezra. Babanın evine kaç adam geldi? İkisi beni yakaladı. Galiba biri de oturma odasındaydı. Emin değilim. Ben sadece bir kişi gördüm, dedi Geiger. Ve o da beni almana izin verdi? Hayır. Onu dövdüm. Ezra'nın gözleri çocuksu bir heyecanla açıldı. Gerçekten mi? Sopayla filan mı vurdun? Yumruk attım. Geiger bu konuşmayı huzur verici bulmuştu. Aynı anda pek çok yeni şeye uyum sağlamak zorundaydı. Çocuk varlığına, sesine, sorularına alışmalı, dinleyip gerektiği yerlerde onu cevaplamalı ve bu sırada bundan sonra ne yapması gerektiğini düşünmeliydi. Adamlardan biri iriyarı bir siyahiydi. Bağırırsam beni öldüreceğini söyledi. Seni korkutmaya çalışmış, dedi Geiger. Çocuğun sesi öfkeden boğuklaşmış, dudakları titremeye başlamıştı. Umarım onu dövmüşsündür. Umarım iyice bir benzetmişsindir. Kucağında yeni arkadaşıyla kanepeye yöneldi. Geiger'in zihninde birden sanki üzerinde Büyük Açılış yazan bir pankart açılmışçasına yepyeni bir düşünce belirdi. Hiçbir şey eskisi gibi değildi. Her şey değişmişti. Sanki bir şeyler kopup gitmişti. Üstelik hâlâ kaybettiği şeylerin varlığını hissedebiliyordu. Tıpkı kopuk bacağını hâlâ hisseden bir asker gibiydi. Ezra, Telefonun çalıyor, diye seslendi. Geiger masasına yöneldi. Cep telefonunun ekranında 1 Mesaj yazısı okunuyordu. Telefonu alıp tuşa 169 dokundu. Ekranda her zamanki H ya da C yerine sayıları vardı. Küçük sayıları okumakta zorlandığından gözlerini kısarak bakmış bu da gözbebek-lerine tuhaf bir ağrı girmesine neden olmuştu. Harry veya Carmine dışında kimse tarafından aranmamıştı. Yanlış numara çağrısı bile almamıştı. Dinle seçeneğini seçti. Mesaj Harry'den geliyor, sesi arka plandaki gürültüler yüzünden zorlukla işitiliyordu. Harry'nin mesajını dinlerken gözlerini kapattı. Gökyüzünün bulutlandığını uğursuz bir rüzgar esmeye başladığını hisseder gibi olmuştu. Yanaklarını şişire şişire üfleyerek tüm bu kara bulutlan dağıtmayı başaracak bir tanrı hayal etmeye çalıştı ama olmadı.

85 Ne güzel bir şey bu böyle, dedi çocuk. Geiger gözlerini açınca Ezra'nın özel yapım CD raflarının önünde durup, müzik kütüphanesini incelemeye koyulduğunu gördü. Çocuk başını yana eğmiş, özelikle ilgisini çeken bir CD'nin ismini okumaya çalışıyordu. Bu Stravinsky'nin Dumbarton Oaks konçertosu değil mi? Evet. Kaç tane CD var burada? Bin sekiz yüz yirmi üç. Vay be! Amma çok. Geiger telefon elinde yeniden arka kapıya yöneldi. Hemen dönerim. Müzik dinleyebilir miyim? diye sordu Ezra. Evet. Dışarının sıcağı bulutların ve kasvetli havanın bir anda dağılmasını sağladı. VVebem'in yaylı sazlar dörtlüsünün ilk notaları dışarı kadar ulaşınca Geiger bir an için sanki eski bir dostuyla hiç ummadığı bir yerde karşılaşmış gibi hissetti. Sonra telefonun arama tuşuna dokundu. Harry ilk çalışta açtı. Buyurun? dedi Harry. Benim. Tanrım! Dostum, sesini duyduğuma çok sevindim. Arkadan gelen gürültüye rağmen Geiger, Harry'nin derin bir nefes aldığını duymuştu. Olanları anlat, Harry. Bu talep Harry'yi adeta zıvanadan çıkarmıştı. Ne mi oldu? Tanrım! Tabancalar, cinayet tehditleri gibi şeyleri mi soruyorsun? Konuştukça geriliyor, gerildikçe daha bir hızlı konuşuyordu. Sağa sola' fırlatılan insanlar. Ve kan, dostum. Bol miktarda kan. Harry, sakinleş. Olanları anlat. Geiger, Harry'nin şu anki yüz ifadesini, mimiklerini gözünde canlandırabiliyordu. Birden Harry'nin hayatta gerçekten tanıdığı tek kişi olduğunu fark etti. Pekala, olanlar. Eve yürüdüm. Duş aldım. Çıktığımda Hailü oturma odamda beni beklerken buldum. Seni aramamı istedi. Ben de hayır dedim. Aramazsam beni öldüreceğini söyledi. Ben de hayır dedim. Harry hikayesini anlatırken Geiger bir anlığına da olsa arka plandaki başka bir olgunun çekiciliğine kapılmıştı. Biri kendisi için canını riske atıyordu. Sonra bunu düşünmemeye çalıştı. Harry anlatacaklarını bitirip derin bir nefes aldı. Tanrım bu sabah az daha birini öldürüyordum. 171 Hail seni nasıl buldu? Bilmiyorum. Ama söylediği sözler takip cihazı gibi bir şeye sahip olduğunu düşündürttü. Sana bu yüzden cep telefonumu arama dedim.

86 Üçüncü biri daha var mıydı? Çocuk evlerine üç kişinin girdiğini düşünüyor. Benim eve sadece iki kişi geldi. Geiger uzaktan Webern dörtlüsünün ezgileri arasında farklı bir keman sesi duyar gibi oldu. Keman sesi diğer enstrümanların arasında kayboldu. Sonra Webern dörtlüsünün sesinin azaldığı anda yeniden işitildi. Geiger bu kez bunun Mozart'ın İkinci Senfonisinin bir kısmı olduğunu fark etti. İçeri koşunca da çocuğun mutfak tezgahındaki telefonunun çaldığını gördü. Mozart'ın notaları yeniden duyulduğu anda Ezra telefona uzandı. Açma! diye bağırdı Geiger. Çocuk irkilip içeri giren Geiger'e döndü. Lütfen canımı yakma. Lütfen! Çocuk tezgahın kenarında büzüldü. Lütfen canımı yakma! Geiger telefonu çocuğun elinden alıp reddet tuşuna dokundu. Ama telefon yeniden çalmaya başladı. Bunun üzerine olanca gücüyle karşı duvara savurup onu paramparça etti. Geiger çocuğa döndü. Senin canını yakmayacaktım. Çocuğun gözleri parıldadı. Başını salladı ama gözlerinden yaşlar boşalmıştı. Göğsünden bir hıçkırık yükselince de dönüp içeri koştu. Geiger banyo kapısının hızla kapandığını duydu. Geiger? Bu Harry'nin sesiydi. Geiger elindeki telefona baktı. Geiger! Neler oluyor? Harry, dedi telefonu kulağına götürüp. Cep telefonlarını nasıl takip ediyorlar? Sinyal kaynağını araştırarak. Baz istasyonları sürekli sinyalleri izler ve sen hareket ettikçe daha iyi sinyali alabileceğin baz istasyonuna aktarılmanı sağlar. Geiger, Ludlow Caddesi'ndeki izleme odasında Hall'ün cebinden çocuğun cep telefonunu aldığını hatırladı. Yani 1 [ali çocuğun numarasını biliyordu. Derin bir nefes alıp damarlarındaki adrenalin selinin akışını yavaşlatmaya çalıştı. Duşun sesini işitti. Ama birkaç saniye bunun ne olduğunu anlayamadı. Çünkü o ana dek bu sesi sadece kendisi duştayken duymuştu. Harry, seni bulmaları için telefonu kullanman şart mı? Hayır. Telefonun açık olması yeterli. Çaldığı anda yerini tespit edebilirler. Yeri net olarak bulabilirler mi? Aşağı yukarı. Üç, dört blokluk bir bölgeyi hatta daha bile azını taramaları yeterli olur. Hail senin cep telefonlarını izlediklerini düşünmene neden olacak ne dedi? Bana seni aramamı söyledi. Ben de hayır dedim. Sonra da arasam bile açmayacağını söyledim. O da bana sen yap şu aramayı sonrasını bize bırak dedi. Sen bundan ne anlardın, dostum? Harry, çocuğun cep telefonu çaldı az önce. Lanet olsun. Ne yapacaksın?

87 Bilmiyorum, Harry. 173 Bu ifade Geigcr'e bir yanıyla komik gelmiş, hayatının yeni döneminin simgesi gibi algılamıştı. Bilmiyorum. Onu annesine teslim etmeliyim, dedi Geiger. Şu an New Hampshire'daymış. Geiger, Harry'nin kendi kendine bir şey mırıldandığını duydu. Sonra yüksek sesle, Lily, gel buraya. Lily! Lanet olsun... Dinle, Geiger, kapatmam lazım. Seni ararım. Harry, bekle... Sözlerine yanıt olarak yalnızca çevir sesi işitildi. Geiger bir an için öylece durup hat kapanmasaydı ne diyeceğini düşündü. Dörtlünün ezgilerini dinleyerek banyoya yöneldi. Kapıyı hafifçe vurdu. Ezra? Su sesi kesildi. Ne? dedi çocuk. Telefona yanıt vermene izin veremezdim. Neden? Bunu sormaktan çok yalvarırcasına söylemişti. Eğer açsaydm o adamlar nerede olduğunu anlarlardı. Şimdi annemle nasıl konuşacağım? Bir çare düşüneceğiz. Kapı birden açıldı. Giyebileceğim bir şeyler var mı? Bagajda pantolonuma işedim de. Söylediği şeyin utancı adeta elle tutulur bir şeymişçesine havada asılı kalmı ştı. Sana bir şeyler getireyim, dedi Geiger. Kirlilerini de ver makineye atayım. Teşekkür ederim. Ezra'nın bir elinde eski giysileri vardı. Geiger alıp muta ~7 A fağa götürüp makineyi programladı. Sonra gardırobuna yöneldi. Dolabın kapağını açtığı anda gözünde eski bir anı canlandı. Karanlıktı. Kapı açılıyor, karanlıkta zorlukla seçilen adam sert bir sesle bağırdı. A/tına mı yaptın, çocuk'/ Hayır, baha. Tuttum. Güzel. Geiger iç çamaşırı ile şortu alıp, çekmeceden bir tişört seçti. Sonra da banyoya yöneldi. 12 Harry, Hail hakkında düşündükçe gerginliği paranoyaya dönüşecek gibi oluyordu. Sonunda dayanamadı. Lily Te birlikte çamaşırhaneden çıkıp taksiye atlayıp şoföre Manhattan'a gitmesini söyledi. 76. Cadde.ile Columbus'un kesiştiği yere gelince indi. Burası güven içinde yemek yiyebileceğini düşündüğü tek yerdi. Önce bir otele gitmeye karar verdi,

88 ardından fikrini değiştirdi. Yanında yeterince parası yoktu. Evden çıkarken yanına fazla para almadığı için kendi kendine söylendi. ATM kartı da olmadığına göre cüzdanındakilerle idare etmek zorundaydı. Ayrıca resepsiyon görevlilerinin otele gelen müşterileri dikkatle incelediklerini, özellikle de suratının bir tarafı şişip morarmış biri yanında bavul niyetine taşıdığı bir kaçıkla seyahat eden birini kolay kolay unutmayacaklarını düşündü. Ama küçük lokantalarda kimse kimseye dikkat etmezdi. İçeri girer, oturur, yemeğini yerdin. Hatta gazete okur ya da yanında biri varsa onunla rahat rahat sohbet ederdin. Birileri tarafından izlendiğin endişesi de duymazdın. 177 Taksi ter ve çam esansı kokuyordu. Radyodan bir co-untry parçası işitiliyordu. Manhattan Köprüsü'ndeydiler. Şoför başındaki beyzbol şapkasını ters takmıştı. Direksiyondaki parmaklarıyla müziğe eşlik ederek yoğun trafikte ilerliyordu. Lily, Harry'nin yanında oturuyordu. Kardeşi ona gök mavisi elbiseyi aldığından beri kilo vermişti. Bu da daha bir çocuksu görünüme bürünmesine neden olmuştu. Yeniden eve dönene dek ona çok dikkat etmesi gerektiğini düşündü. Mesela çok acıkmış olabilirdi. Diğer taraftan bir de ilaç sorunu vardı. Hangi ilaçları kullandığı hakkında en ufak bir fikri yoktu. Tabii kullanıyorsa. Kardeşinin elini tuttu. Hep elimi tutardın hatırladın 1? Bu soruyu yanıt alma umuduyla sormamıştı. Hatta büyüdükten sonra da yemeğe, sinemaya filan gittiğimizde elimi tutardın. Hatırlıyor musun? Elini sıktı. Ama kardeşi gözlerini karşıya dikmiş en ufak bir tepki bile vermeden öylece bakıyordu. Yine de kısa bir süreliğine bir zamanlar bambaşka insanlar oldukları o günlerle arada müthiş bir bağlantı kurabilmiş gibi geldi. Harry'nin başındaki şiş iyice zonkluyordu. Şoförle kendilerini ayıran bölmeye doğru eğildi. Hey. Radyoyu kapatmak mümkün mü? Country tarzı müzikler sevmez misin? diye sordu şoför. Adamın samimi, sanki bir dostuymuş gibi konuşması Harry'i şaşırtmıştı. Sessizliğe ihtiyacım var. Başım ağrıyor. Tamam, ahbap. Şoför radyoyu kapattı. Harry arkasına yaslanırken Lily 178 de yeniden ama bu kez şaşırtıcı derecede hızla, öfke nöbeti geçiren bir çocuk misali, ileri geri sallanmaya başlamıştı. Bir taraftan da inleyerek ağlıyor, Harry'nin yakasına yapışmış çekiştiriyordu. Kızın çıkardığı ses öylesine rahatsız ediciydi ki şoför kendini birkaç kez arkasına doğru dönüp bakmak zorunda hissetmişti. Harry kızın bileklerini tuttu. Lily! Ne? Ne oldu? Bunu yapma! diye bağırdı kız. Bunu yapma!

89 Lily, kes! Hayır... Hayır... hayıııır! Ses Harry'nin tahammül edemeyeceği kadar yüksekti. Tanrı aşkına, dedi şoför. Ne istiyor? O an Harry anladı. Radyoyu aç! Şoför radyoya dokununca gitar sesleri yeniden işitilmeye başladı. Lily'nin inlemeleri kesilirken hareketleri de tıpkı yavaşlayan kurmalı bir oyuncak gibi ağırlaşmıştı. Ya, gördün mü? diye bağırdı şoför. Bence de haklı. Gülüp rampadan aşağı yönelirlerken kornaya hızla dört kez dokundu. Harry, usulca uzanıp Lily'nin yakasındaki elini indirdi. O anda kızın kapalı avucundan Harry'nin kucağına bir şey düştü. Düğme boyunda, siyah, yarım santim kalınlığında bir nesneydi bu. Harry eline alıp onu incelemeye koyuldu. Parlak, plastik arka tarafı yapışkanlı bir cisim. Harry, Lily'nin arkasına yaslanmasını sağlarken izleme cihazını parmakları arasında dolaştırmaya koyuldu. Pislik herif, diye söylendi kendi kendine. Sanki üç saniyelik bir fragman izliyormuş gibi yaşadıkları gözünde canlandı. Gece. Ludlow Caddesi. Dilenci giysili Ray Harry'e yaklaşıyor. Sonra yakasından tutup kendine doğru çekiyor. Harry yakasının ucunu çevirip kontrol edince aynı yapışkan cismin oraya da yerleştirilmiş olduğunu gördü. Hayranlık ve şaşkınlık duygularıyla başını salladı. Demek ki evini bu sayede kolayca bulmuşlardı. Ray bunları üstüne yapıştırmıştı. Bu hem de seans başlamadan önce ileride bir şeylerin ters gitme ihtimali düşünülerek yapılmıştı. Harry cihazı alıp önündeki koltuğun arkasına yapıştırdı. Köprü çıkışındaki rampada şoför Canal Caddesi ışığının yeşile dönmesini beklerken dönüp Lily'e gülümsedi. Al yanaklı, fırça bıyıklı adam gülümseyince görünen eksik ön dişi çevresine sevimli adam imajı yaymasına neden oluyordu. Şimdi iyisin değil mi, tatlım? dedi. Lily başını pencereye doğru çevirmişti. Bu sırada yanlarından gürültüyle bir otobüs geçti. Kız hiçbir şey söylemedi. Harry uzanıp kızın gözlerine düşen saçlarını düzeltip, yanağını okşadı. Lily bu harekete de en ufak bir tepki vermemişti. Bak ne diyeceğim, ahbap, dedi şoför. Sen iyi birisin. Ona çok iyi davranıyorsun. Günümüzde insanlar birbirlerine eskiden olduğu gibi davranmıyorlar. Kepini çıkartıp elini sapsarı saçlarında dolaştırdı. Sürekli küresel ısınmadan bahsedip duruyorlar. Bence dışarısı ısındıkça kalplerimiz soğuyor. Mesela beni ele al. Benim de bir kız kardeşim var. Boşandı. Batonb Rouge'de oturuyor. Dört yıldır görüşmedim. Önüne döndü. Senin bu hareketle-

90 180 rini görünce kendimden utandım. Paydos eder etmez onu arayacağım. Harry dönüp arka taraftaki araçlara baktı. Biraz gerideki araçlar nehrin neden olduğu yoğun sis tabakasının altında ancak siluet halinde seçiliyordu. Harry bir an için dünya sanki ufalmış gibi hissetmişti. Şoföre döndü. Bir sorum var. Tabii. Fazladan bir yirmilik versem hızlanarak, diğer araçlara makas atıp, ışıklara yakalanmadan ilerleyebilmen mümkün olabilir mi? Şoför gülerek, Biri mi peşinde, ahbap? diye sordu. Bilmiyorum. Belki. ' Tamam, neyse ne. Gaza asılmamı istiyorsun. Anladım. Işık yeşile döner dönmez yan şeride geçip gaza bastı. Arkadaki araç bu ani manevra yüzünden kornaya bastı. Harry gözlerini kapattı. De Kooning'miş. Külahıma anlatsınlar. Ezra banyo kapısını açtı. Geiger'in şortu neredeyse dizlerine kadar geliyor, bacaklarının olduğundan daha kalın gözükmesine neden oluyordu. Çıplak göğsüyle kollarında önceki günkü boğuşmanın etkisiyle oluşan morluklarla yüzündeki kırmızılık banyodan sonra daha belirginleşmişti. Her tarafım ağrıyor. Advil var mı sende? İlaç kullanmam, dedi Geiger. Tylenol? Hayır. Öyle şeyler yok bende. Advil kokain değil biliyorsun değil mi? Çocuk, Geiger'in tişörtünü giyerken acıdan yüzünü buruşturdu. Tişört diz kapaklarına kadar gelmişti. Bu giysiler onu büyük gösteriyordu sanki. Tıpkı babasının giysilerini üzerine geçirmiş gibi. Klozetin üzerine oturup spor ayakkabılarını giymeye koyuldu. Şimdi ne olacak? diye sordu ayakkabılarıyla uğraşmayı sürdürürken. Sen onlardan biri değilsen bana ne yapacaksın o zaman? Yakınlarda akraban var mı? Hayır. Büyükannen ya da büyükbaban? Öldüler. Amca, teyze? Yok. Geiger çocuğun, uzun parmaklarıyla bağcıkları bağlayışını izledi. Babam biliyordu, değil mi? Giderken bu adamların onun peşinde olduğunu biliyordu, değil mi? Bilmiyorum, Ezra. Geiger, Ezra doğrulup dışarı yönelirken kenara çekildi. Ardından çocuğun peşi sıra kanepeye doğru yürüdü.

91 Bu çok kötü bir şey. Yani ben burada olmak istemiyorum. Evde annemin yanında olmak, kendi yatağımda uyumak istiyorum. Yerdeki telefonunun parçalarına bakarak, Annem aklını kaçıracak, dedi. Onu ararız. Bir ankesörlü telefon bulur, ararız. Neden cep telefonundan aramıyorsun? Annenin numaramı öğrenmesine izin veremem. Hiç kimse bilmemeli bunu. Geiger kadının bir köşeye çekilip her seferinde daha da telaşlanarak Ezra'nın numarasını tuş-ladığını gözünde canlandırabiliyordu. Ezra kanepeye oturup başını elleri arasına aldı. Müzik giderek yükselip parçanın hüzünlü bölümü başladığında Ezra da parmaklarıyla şakaklarını ovalamaya başlamıştı. Parmaklarını keman notalarına tempo tutarcasına aynı anda hareket ettiriyordu. Burası, parçanın zirve noktasına ulaştığı yer, harika, dedi. Ağlama sesi gibi, değil mi? Melodiye eşlik ederek başını hafif hafif sallayarak mırıldanmaya koyuldu. Sonra sanki ilk defa görüyormuşçasına büyük bir dikkatle eğilerek zemini incelemeye koyuldu. Ardından elini bir hayli çarpıcı görünen zeminde gezdirdi. Zemin çok enteresan. Nereden buldun böyle bir şeyi? Kendim yaptım. Ezra başını sanki geri zekalıymışçasına tuhaf biçimde eğerek Geiger'e bakıp, Zemini ellerinle yaptın öyle mi? diye sordu. Geiger onaylamak için başını sallarken boyun kaslarının feci şekilde tutulduğunu fark etti. Ezra kalkıp parlak zemini incelemeye, iç içe geçen parçalarla meydana getirilmiş tasarımın kıvrımlarını, köşelerini, oluşan şekilleri olağanüstü bir yaratıkla karşılaşmış-çasına büyük şaşkınlıkla inceliyordu. İnanılmaz, dedi. Herkes aynı şeyi söylüyordur, değil mi? Bunu ilk gören sensin 183 Çocuk başını kaldırdı. Yani... Daha önce buraya kimse gelmedi mi? Hayır. Hiç kimse mi? Ne zamandır burada oturuyorsun? Neredeyse yedi yıldır. Kimseyle çıkmadın o halde? Hayır. Böylesi benim için çok daha iyi. Yani yalnız olmak. Ezra ilk kez samimi bir şekilde gülümsedi. Yüzüne ağır ağır yayılan bu gülümseyiş aynı anda hem zeka hem de hüzün doluydu. Bu tür bir ifadeyi böylesine genç bir yüzde görmek Geiger'i bir hayli rahatsız etti. Doğru, dedi çocuk. Ben de Bay Popüler sayılmam. Geiger sesleri, hareketleri, gördüklerini bir bütün oluşturacak şekilde algılamıyordu. Onun için gerçeklik daha çok Ezra ve kendisi hakkında okuduğu bir hikaye gibiydi. Başını kaldırdığında, ya da sayfayı çevirmek için

92 durakladığında her şey duruyor, sonra açılan yeni sayfayla hikaye kaldığı yerden devam ediyordu. Aynı şeyin fiziksel açıdan da yaşandığının farkındaydı. Duraksama anlarında sanki soluk alışverişiyle kalp atışı da duruyordu. Her iki üç adımda bir Ezra çömelip şaheser zeminin başka bir bölümünü inceliyordu. Değişiyor, dedi. Başka bir noktadan bakınca bambaşka gözüküyor. Duvara yaslanıp, kollarını kavuşturarak her yana bakmaya çalıştı. Neye benziyor biliyor musun? Tıpkı bir çiçek dürbünü gibi. Evet. Öyle. Babam görse bayılırdı. Sanat konusunda çok bilgilidir. Sanat eserleri alım satımı da yapar mı? Hı-hı. Dünyanın dört bir yanına gider. Zaten boşanma sonrasında annem de beni onun için yanına aldı. Babam çok gezdiği için. Aslında bence boşanmalarının nedeni de buydu. Çocuk omzunu silkmiş ama üzerindeki Geiger'in bol tişörtü bu hareketinin büyük bir kısmını gizlemişti. Çocuk üzerine bol gelen giysileri, kolunda, yanaklarında oluşmuş morluklar ve yüzündeki hüzünlü ifadeyle tam bir kazazedeyi andırıyordu. Çocuğun yüzü aniden bir yerlerden kırmızı boya dökülmüş gibi kızardı. Neden beni aramadı? diye sordu. Öfkeden kısılan sesi sanki görülmez eller boğazını sıkıyormuş gibi çıkmıştı. Nerede o şimdi? Neden aramadı? Çocuğun sesi Geiger'in kulaklarında sinek vızıltısı gibi çınlıyordu. Boynunu sağa sola oynattı ama bir türlü çıtlatamadı. Buna ihtiyacı vardı. Çıkacak sese, boynundaki kasların yerli yerine oturduğunu düşünmenin neden olduğu rahatlama hissine çok ihtiyacı vardı. Boynunu sağa çevirdi. Yine istediği olmadı. Ondan nefret ediyorum! Ezra avuçlarıyla duvarı yumrukladı. Sonra sanki bu hareketiyle güç toplamışçasına kararlı bir tavırla Geiger'in üzerine doğru yürüyerek, Beni bıraktı, dedi. Beni bırakıp gitti, değil mi? Geiger'in birkaç santim önünde durdu. Az önceki öfkesi yerini büyük bir üzüntüye bırakmıştı. Bunu nasıl yapabildi? Bunları şaşkınlıkla inanamamanın verdiği (mutsuzluk karışımı duygularla soruyordu. Kanepeye çöküp yeniden zemindeki şekilleri incelemeye koyuldu. Bu kadar kötü hissediyor ol- 185 duğuma inanamıyorum, dedi. Daha önce kendimi hiç bu kadar kötü hissetmemiştim. Ezra ihanet olarak nitelendirilecek davranışlara bütünüyle yabancı değildi. Kendisine sırt çevirip uzaklaşan bir arkadaşı, hakaret ederek azarlayan müzik öğretmeni, soyunma odasına kendisini aşağılayan serseri bu duyguyu farklı derecelerde yaşamasına sebep olmuşlardı. Boşanmayıysa çift taraflı ihanet olarak algılamıştı. Neticede ne annesi ne de babası onu kendi mutluluklarını

93 bir kenara bırakacak kadar sevmişti. Ama şimdi duygusal açıdan bambaşka bir durum yaşıyordu. Kedi Geiger'in bacakları arasına sokulup pantolonunun paçalarına sürtünmeye koyuldu. Çocuk tüm mutsuzluğuna rağmen kediye gülümsedi. Orayı seviyor değil mi? Ezra, polise gitmek ister misin? Beni polise mi götüreceksin? Seninle gelemem. Ama istersen seni götürürüm. Yakınlarda bir karakol var. Polis bana ne yapacak? Annen gelinceye kadar kalabileceğin bir yere götürürler. Çocuğun zihnini bellerinden kelepçe sarkan adamlarla dolu küçük, pencereleri parmaklıklı bir odanın görüntüsü doldurdu. Nasıl bir yer? Çocuklara uygun bir yer. Güvenli. Burada güvendeyim ama, değil mi? Sanırım. 186 Bu da ne demek? Nerede oturduğunu biliyorlar?' Hayır. dedi Geiger. Bilmiyorlar. Ama asıl söylemek istediğim şey... Doğru sözcükleri bulmak için duraksadı. Bu adamların kim olduğunu bilmiyorum. Beni bulmak için neler yapabileceklerini de bilmiyorum. Çocuk açısından bu son derece korkutucu bir yorumdu. Adamlara sadece bir saniye bakmış ve bu da ona yetmişti. O sabah uyandığında babası bir not bırakarak evi terk etmişti. Erkenden bir toplantıya gitmem gerekti. İki kilidi de kapalı tut. Zinciri de tak. Seni arayacağım, baban. Eggo waffle yemiş, odasına gidip biraz keman çalmaya koyulmuştu. Bu yüzden de zinciri takmayı unutmuş, kendini kapının kırıldığını duyamayacak kadar müziğe kaptırmıştı. Odasının kapısında beliren siyahi adamı da gözleri hemen kapatıldığı için ancak bir an için görebilmişti. Başına gelenler ona gerçek değilmiş gibi geliyordu. Sanki bir anda iyilik düşmanlarının dünyayı kötülükle doldurmak için süper güçlerini kullandıkları hayali evrende yaşayan bir karaktere dönüşmüştü. Adamlar onu bagaja kapatırken öleceğini düşündüğünü hatırlıyordu. Hemen değil ama yakında. Bu ilk kez hissettiği bir şeydi. Bu yüzden de tavırlarını etkilemişti. Annem gelinceye dek burada kalmak istiyorum. Pekala. Ağrı kesici bir şeyler bulamaz mıyız? Bulabiliriz. Ne gibi? Bilmiyorum. Herhangi bir şey. Tamam. Sen burada kal. Ben gidip alayım. Geiger omzuna tırmanan kediyi alıp kanepeye koydu.

94 187 Hayvan da hemen Ezra'nın kucağına yerleşip gözlerini kapattı. Geiger cebinde parası olup olmadığını kontrol edip kapıya yöneldi. Kilidi tuşluyorum sen buraya dokunma. Yanlış bir şeyler yapabilirsin. Ne gibi? Hiçbir şeye dokunma yeter. Tamam. Söz mü? Tamam dedim ya. Hiçbir yere gitmeyeceğim. Televizyon izleyebilir miyim? Televizyonum yok. Televizyonun yok mu? Gerçekten mi? Evet. Gerçekten. Peki ilaçla birlikte yiyecek bir şeyler de alır mısın? Tamam. Yiyecek de alacağım. Harry Geiger'le bu tür küçük lokantalarda bir hayli erken saatlerde buluşup kahvaltı ederlerdi. Ama şimdi Lily'le birlikte girdiği bu lokantada güneşin tepelerin ardından yükselip lokantanın geniş pencerelerinde yansıdığını görüyordu. Midesi feci durumdaydı. Lily'le birlikte yerlerini aldıkları anda yemek kokuları yüzünden midesi yan tarafta oturan iki ergen kızın kıkırdamasına neden olacak kadar gürültüyle guruldadı. Midesi yüzünden yoğunlaşmakta zorlanıyor, bir türlü asıl soruya, kim bu adamlar, sorusuna odaklanamıyordu. Ayrıca neyin peşinde olduklarına dair de en ufak bir fikri yoktu. Bu da onu çıkış yolu bulmakta bir hayli zorluyordu. 188 Yine de Hall'ün şu an New York caddelerinde dolaşıp duran takip cihazını izlemekte olduğunu düşünerek bir nebze teselli buluyordu. Taksideki takip cihazı onu bir süre oyalardı. Lily başını cama çevirmiş yoldan geçenleri izliyor, gözüne takılan birini başını çevirerek gözden kaybolduğu noktaya kadar dikkatle takip ediyordu. Eskiden Times gazetesini alıp buraya gelirler, Lily, Harry'nin yazdığı ölüm ilanlarını sanki elinde Shakespeare tarzı bir monolog varmışçasına hevesle, kendi mimiklerini, duygularını katarak okurdu. Harry elini kardeşinin omzuna koydu. Kardeşinin incecik teninin altındaki omuz kemiklerini hissedebiliyordu. Kulağına eğildi. Hey, Lily. Burayı hatırladnrmı? Gazete okumak için... Tanrım! Ne oldu sana? Bu Rita'ydı. Harry'e kahve doldururken şakağının şişip, morardığını fark etmişti. Oysa Harry yarasını unutacak kadar düşünceliydi. İyiyim.

95 Eminim öyledir. Ben de hâlâ doğal sarışınım. Rita biraz daha yaklaştı. Gerçekten Harry, ne oldu sana? Sakın asıl karşımdaki adamı görecektin demeye kalkma? Harry gülümsemeye kalktı ama bu canını acıtınca yüzünü buruşturmak zorunda kaldı. Aslında tam da öyle oldu. Yemin ederim. Sana buz lazım. Olur. Advil gibi bir şey var mı? Kadın başıyla onaylayıp tezgaha yöneldi. Harry bir elini 189 yüzüne götürdü. Tuhaf hissediyordu. Şimdi düşününce benzeri şeyleri uzun zamandır yaşamadığını fark etti. Dönen başı, sızlayan yarası ve yumuşayan kalbi algılarını değiştirmişti. Sanki geçmişle gelecek arasında sıkışıp kalmıştı. İçinde duygu fırtınaları kopuyordu. Kahvesine üç kaşık krema koyup kokusunu içine çekti. Ardından keyifle yudumladı. Rita elinde buz torbası ve Advil kutusuyla döndü. Al. Teşekkürler. Torbayı yüzüne bastırdı. Harika gelmişti. Misafirimiz kim? diye sordu Lily'i işaret ederek. Lily. Kız kardeşim. Tanıştığımıza memnun oldum, tatlım, dedi Rita. Lily yanıt vermeyince Rita önce şaşırarak bir kaşını kaldırdı. Sonra birden hatırladı. Gözleri hayretle açıldı. Kız kardeşin mi? Buraya eskiden birlikte gelirdiniz? Kıza daha yakından baktı. Evet, evet, hatırladım. Lily. Yanakları üzüntüyle kızardı. Ah, tanrım. Harry, ne oldu? Kırıldı, diye iç çekti Harry. Üstelik garanti süresi de bitti. Ağzına beş hap birden atıp kahve yardımıyla yuttu. Artık onunla normal bir konuşma yapmak imkansız. Uzun zamandır bakım evinde kalıyor. Rita iç çekip başını iki yana salladı. Zavallıcık. Bugünlük benimle. Onu bu geceki havai fişek gösterisine götürecek misin? Sahi... 4 Temmuz. Tamamen unutmuşum. Ama ne yazık ki izleyemeyeceğiz. Yemek? diye sordu Rita. Bayılıncaya ya da kusuncaya dek yemek istiyorum. Ne hoş. Kardeşin? Bilmem. Ona da yedirmeye çalışırım. Rita burnunu buruşturup, Lily'e yaklaşıp, kokladı. Bence tuvalete gitmesi lazım. En son ne zaman gitti? Harry de uzanıp kokladı. Tanrım, hiç farkında değildim. Kendi halledebilir mi? Harry mahcubiyetle omuz silkti. Bilmiyorum.

96 Tanrım, Harry, bir sürü şey bilmiyorsun. Sana liste gibi bir şey vermediler mi? Kimler? Bakım evindekiler. Ah. Hayır. Biraz acelem vardı. Rita zahmet olmazsa bayanlar tuvaletini bir kontrol eder misin? Eğer müsaitse onunla birlikte gireyim. Giremezsin, Harry. Orası Hollanda Tüneli'nden daha yoğundur. Birlikte Lily'e baktılar. Dışarı, pencerenin önüne bir serçe konmuş kız da büyük bir ilgiyle onu izlemeye dalmıştı. Kuş minik başını bir sağa bir sola çevirip etrafı kolaçan ettikçe Lily de aynı şeyi tekrarlıyordu. Bu haliyle sanki kuşlara ait sessiz bir dilde sohbet ediyorlarmış gibi görünüyordu. Aman Tanrım, diye iç çekti Rita. Onu ben götürürüm. Kurtardın beni, sağ ol. Harry, Rita'nın elini tutup sıktı. Kadının elini tutmak kendini iyi hissetmesine neden olmuştu. Ama birden gözyaşlarına boğulacakmış gibi hissetti. Niye böyle olduğuna dair en ufak bir fikri yoktu. Harry, dedi Rita. Elimi bırakmazsan onu götüremem ki. 191 Özür dilerim. Harry, Rita'nın elini bırakıp Lily'i usulca bileğinden kavradı. Hadi ufaklık. Ayağa kalkıp, Lily'nin doğrulmasına yardım etti. Kuşlar... dedi kız. Rita kolunu Lily'nin beline doladı. Hadi gidelim tatlım. Lily'le birlikte dar koridora yönelen Rita tezgahın yanından geçerken, Manny! Pastırmalı güzel bir kahvaltı hazırla, diye seslendi. Carla, bir dakikalığına yerime bak. Rita'yla kardeşi gözden kaybolunca Harry yerine döndü. Kahve baş ağrısını dindirmeye başlamıştı. O da kendini bundan sonra ne yapması gerektiğine dair düşünmeye zorladı. Bir: Hall websitesinin firewall sistemini aşmayı başarmıştı. Oysa bunun yapılabileceğine hiç ihtimal vermezdi. Bu yüzden belki de o konuya eğilmeliydi. Ama Hail siteye girerken demir tüccarı Colicos'u referans olarak vermişti. Adamı bu işe karıştırmak işleri daha da karıştırabilirdi. İki: Hail telefon sinyallerinden birinin yerini tespit edebiliyor muydu? Eğer Verizon, Sprint ya da başka bir telefon operatöründe adamı varsa ücreti karşılığı bunu yapma imkanı olabilirdi. Üç: Lily'le ne yapacaktı? Kiralık arabayla ya da taksiyle New Rochelle'ye gidecek kadar parası yoktu. Yanında kadının telefonu olmadığı için gelip Lily'i alması için hemşireyi de arayamazdı. En azından bir süreliğine ağabey kardeş takılmak zorundaydılar. Görev tamamlandı. Bu Rita'ydı. Lily'i yerine oturturken Harry'nin önüne de yemek tabağını koydu. 192

97 Kadın bağı takmış. Ama çıkarmak zorunda kaldık, dedi Rita. Yeni bir tane alman gerek. Bu arada, Harry, bir şey söyledi. Harry çatalını yumurtaya daldırdı. Ağzına atmadan, Evet, şarkı söylemeyi sever, dedi. Rita başını iki yana salladı. Hayır, bir şey söyledi. 'Şır şır,'dedi. Harry'nin gözlerinde geçmiş canlanırken çatalı bırakıp kardeşinin sevimli yüzünü incelemeye koyuldu. Öyle mi dedi? Şır şır mı dedi? Evet. Çişini yapmaya başladığı sırada. Harry, Rita'nm omzundaki elini hissedince yanaklarından yaşlar süzüldüğünü fark etti. Uzanıp kardeşinin kolunu okşadı. Tanrım, Lily. Hâlâ oradasın değil mi? Rita, Harry'nin omzunu sıkıp, Sana bir şey söyleyeyim mi, Harry? dedi. Sen iyi bir adamsın. Bu haldeki biriyle herkes senin gibi ilgilenmez. Harry arkasına yaslanıp yaşları avucunun içiyle sildi. Durum sandığın gibi değil, Rita, ama teşekkürler. Çatalını yeniden aldı. Yalnız bunu bugün söyleyen ikinci kişisin. Komik. Bu da seni ikiye karşı bir yapar, Harry. Yani ne kadar haklı olduğum ortada. Evet, seninle ve Louisiana'h bir taksi şoförüyle nasıl tartışabilirim ki? Yumurtayı ağzına doğru götürdü ama birden duraksadı. Taksi şoförünün sesini hatırlamıştı. Benim de bir kız kardeşim var. 193 Taksi şoförüyle yaptığı konuşmayı en başından hatırlamaya çalışırken birden içini bir panik duygusu kapladı. Kısa bir süre düşündükten sonra artık net biçimde emin oldu. Şoföre Lily'nin kız kardeşi olduğunu söylememişti. Lily'le birbirlerine benzemezlerdi. Taksici konuştuklarına kulak misafiri olup kardeş olduklarını tahmin etmiş olabilir miydi? Ya da daha büyük bir olasılıkla adam Harry ile Liîy'i daha taksiye binmeden tanıyordu. Geiger çocuğun üç kişiden bahsettiğini söylemişti. Harry ağzındaki lokmayı zorlukla yuttu. Rita, burada arka kapı var mı? Çok açtın hani? Öyleyim. Var mı? Evet. Koridorun sonunda. Pasaja çıkıyor. Harry ayağa kalktı. Lily'i de kaldırıp cebinden masaya para bıraktı. Eğer kızıl saçlı, bıyıklı biri gelirse bizi hiç görmedin. Adamın güneyli aksanı da olabilir. Beni korkutuyorsun, Harry. Demek ki aynı hissi paylaşıyoruz. Harry aniden uzanıp Rita'nın elini tutup, usulca öptü. Görüşürüz, dedi ve Lily'i çekiştirerek koridora yöneldi.

98 Pasajdan geçip kaldırıma ulaştıklarında çöp kokularını dayanılmaz hale getiren sabah sıcağı ile karşılaştılar. Harry, Lily'nin incecik kolunu tutup onu iyice kendine doğru çekip kedilerin bölgesinde dolaşmak zorunda kalmış bir fare misali her köşede ürküp etrafı kolaçan ederek ilerlemeye koyuldu. Yanlarından geçen otomobillerden yükselen mü- 194 zik sesleri, evlerin pencerelerinden işitilen çılgın heavy-metal parçalar, köpeklerini gezdiren iki kadının yüksek topuklu ayakkabılarından çıkan sesler birbirine karışıyordu. Müthiş bir gürültü vardı. Her şey hareket halindeydi. Ama duraksadığı sırada Harry, caddenin karşı tarafında park etmiş araçların yanındaki bir taksiyi gözüne kestirdi. Bulunduğu yerden ağaçların gölgelen taksicinin siluetinin üzerine düşüyor, onu net biçimde görmesini engelliyordu. Adam başını sağa sola oynatıyor, konuşuyor, radyoyu karıştırıyor, bir şeyler çiğniyordu. Ama Harry için onun iyilerden mi kötülerden mi olduğunu anlamak mümkün değildi. Duvara yaslanıp Lily'e döndü. Kız başını cama yaslamış, gözlerini kapatmıştı. Sen ne düşünüyorsun, kardeşim? dedi Harry. Şu senin kırmızı kafalı kötü adamlardan biri miydi? Seni görüyorum, bebeğim, dedi kız gözlerini açmadan. Sonra gülümsedi. Harry içini kendi nefes sesini duyacak kadar derin çekti. Şır şır. Bunu söylediğine inanamıyorum. Köşede salana sallana yürüyen bir ayyaş yerde izmarit aramayı sürdürerek yanlarına doğru yaklaştı. Hey, evlat, dedi Harry. Kırmızı tişörtünde, Patlat gitsin. Her şey baştan başlasın, yazan genç ona doğru döndü. Evet? dedi. Yirmi papel ister misin? Çocuk orta parmağını kaldırıp, Tanrının cezası, pezevenk, dedi. Elindeki izmariti Harry'e doğru fırlatıp yürümeyi sürdürdü. 195 Hey, dursana. Öyle bir şey değil. Otuz papel! Çocuk durup döndü. Ne için? Şuradaki taksiyi görüyor musun? Senden karşıya geçip köşeye kadar yürümeni, şoföre bakıp geri dönmeni ve bana adamı tarif etmeni istiyorum. Kimsin sen? James Bond mu? Evet, haklısın. Ben lanet olası James Bond'um. Anlaştık mı? Kahretsin. Kabul. Çocuk caddeye doğru yönelirken Harry arkasından. Çok belli etme, diye seslendi.

99 Ayyaş başını sallayıp taksiye doğru yürümeye koyuldu. Harry arkadan çocuğun cebinden bir sigara çıkartıp sallanarak taksiye doğru yürüdüğünü gördü. Şoförün karanlıktaki başı çocuğa doğru döndü. Harry bir anlığına adamın kızıl saçlarını gördü. Tanrım, dedi Harry. Olduğu yerde çocuğun geri dönmesini bekledi. Gelmeyince de nerede kaldığını görmek için köşeden başını çıkartmaya yeltendi ve çocukla burun buruna geldi. Aniden irkilerek başını geri çektiği için başının yan tarafı feci şekilde zonkladı. Hey, sıfır sıfır yedi, dedi çocuk. Nasılsın? Tarif et. Önce para. Harry cüzdanından üç onluk çıkarıp çocuğun açık avucuna koydu. Evet? Kızıl saçlı. Kaim enseli. Başında beyzbol kepi var. 196 Harry içinde garip bir tatmin duygusu hissetti. Tezi doğruydu. Takip cihazını taksinin arka koltuğuna yapıştırmış olduğuna seviniyordu. Ama aynı zamanda ellerinin tir tir titremesine neden olan bir gerçekle de karşı karşıya olduğunun farkına vardı. Karşıya geçip titreyen elleriyle taksicinin gırtlağına yapışmak istiyordu. Aradığın adam o 11? diye sordu çocuk. Yardımın için teşekkürler, evlat. Ne demek, ahbap. Keyfine bak. Gülümser gibi oldu, sonra dönüp yoluna gitti. Bu soruya yanıt bulmak yepyeni sorulara yol açmaktan başka hiçbir işe yaramamıştı. Hâlâ kimlerle mücadele ettiğini bilmiyordu. Üstelik peşinde kaç kişi olduğuna dair hâlâ en ufak bir fikri bile yoktu. Ama tüm bu sorular bekleyebilirdi. Şimdilik yalnızca tek bir soru önemliydi. Kolunu Lily'nin boynuna atıp, pasaja geri döndü. Gel, kardeşim. Geiger'i bulmak zorundayız. Mitch lokantanın biraz ilerisine, ön kapıyı görebileceği ama içeriden gözükmeyeceğini düşündüğü bir yere park etmişti. Hedefle kızın dışarı çıkmasını beklerken zaman zaman da aslında sinyali arka koltuktaki takip cihazından alan el bilgisayarı boyutundaki cihazda yanıp sönen mavi ışığa göz atıyordu. Cep telefonu çalınca hemen açtı. Evet. Hâlâ nerede olduğunu biliyorsun değil mi, Mitch? Arayan Hall'dü. Evet, lokantadalar. Artık aksanlı konuşmuyordu. Sen neredesin? 197 Yukarı Batı Yakası'ndayım. Yola çıktık. Çocuğun cep telefonunu kullandılar. Ray nasıl?

100 Dikiş attırdı. Şu an için çok daha iyi görünüyor. Artık yarık dudaklı oldu. Kadınlar bayılacak. Mitch bunu aklının bir kenarına not etti. Acımasız, alaycı tavrı aslında Hall'ün endişelendiğini ortaya koyuyordu. Sadece gergin değildi. Tüm olup bitenler onu tam manasıyla sinir küpü haline getirmişti. Bu her ne kadar kötü bir şeyse de en azından bildiğine memnun oldu. Hail kapatınca Mitch lokantanın girişini izlemeyi sürdürdü. Bir yandan da işler iyice sarpa sararsa ne yapacağına dair planlar yapıyordu. Bir hafta önce iş çantada keklik gibi görünüyordu ama şimdi her şey değişmişti. Her ne kadar hâlâ üstün durumlarını muhafaza ettiklerini düşünse de şu an en kötü olasılıkları da aklından geçirmek zorundaydı. Bütün mesele becermek ya da becerilmekti. Bunun anahtarı da kim olursa olsun düşmanın bir adım önünde gitmekten geçiyordu. Tercihen işi Hall'ün devam ettirmesi en doğrusuydu. Neticede Hail zeki, becerikli ve gaddar biriydi. Ayrıca Mitch her türlü sorunun altından kolaylıkla kalkabileceğine inandığı Ray'le de gayet iyi anlaşırdı. Ama bu operasyon tamamen çığırından çıkar, ceset üstüne ceset yığılmaya başlarsa o cesetleri sayan kişi kendisi olacaktı Burası öbür dünyayı üstelik de cennetten çok cehennemi andırıyordu. Rahatsız edici, aşırı derecede parlak renkler, türlü türlü kokular, sesler birbirine karışıyordu. Göz alıcı turuncu, kırmızı, kahverengi tonlar, konuşmalar, müzik, mekanik vızıltılar, yağ, tarçın, balık ve et kokuları iç içe geçmişti. Geiger kapının hemen yanında, uğradığı saldırıyı bertaraf etmek istercesine öylece kalakalmıştı. Daha önce Burger King ya da benzeri bir fastfood restoranına gitmemişti. Camiine'in lokantasını biliyordu sadece ama şu an bambaşka bir deneyim yaşıyordu. Müşteriler kasiyerlerin ününde üç sıra yapmışlardı. Yukarıdaki menlilerde yazılan kelimelere, sayılara galaksi haritasını çözmeye çalışan biri edasıyla şaşkın şaşkın bakmaya koyuldu. Hey, sen, sırada mısın değil misin? Bunu arkasındaki bandanalı, üzerinden zincirlerle metal halkalar sarkan bir genç söylemişti. 199 Geiger ona boş gözlerle baktı. Bir an için her şeyden uzaklaşmış gibi hissetti. Sanki nefes almayı bile unutmuştu. Duyma yetisi de etkilenmiş, sözcüklere anlam vermekte güçlük çekiyordu. Gezegenimizi çok sık ziyaret ediyor musunuz acaba? diye sordu çocuk Geiger'in yanından geçip kasaya yönelirken. Geiger sonunda sıralardan birine girip içinden Ezra'nın siparişini tekrarlayarak beklemeye koyuldu.

101 Sonunda sırası geldi. Ne istiyorsunuz? diye sordu kasadaki kadın. Kadının Burger King logolu şapkasının siperliğinin sol tarafında yağlı parmaklarla defalarca dokunulmaktan artık iyice yer etmiş büyük bir leke vardı. Bir hamburger, kızarmış patates ve kola, lütfen. Menü istiyorsunuz yani? Evet. Menü. Geiger kadının çatılmış kaşlarına şaşırarak baktı. Ne bakıyordu öyle? Tuhaf bir şey mi görmüştü? Hangi menü, bayım? Kadın dönüp parmağıyla yukarıdaki listeleri işaret etti. Bir? İki? Üç? Hangisi? Fark etmez, dedi Geiger. O zaman seçin birini, dedi kadın. Bir numaralı menü. Tamam. Hardal, ketçap, turşu, soğan? Ne? Hamburgerin içine hardal, ketçap, turşu, soğan ister misiniz? - Bu, kadın açısından ezberlediği, binlerce kez yaptığı sıradan, neredeyse hiç düşünmeden yapılan bir konuşmaydı. Ama Geiger saçma sapan bir sohbetin içine düştüğü hissine kapılmıştı. Hardal-ketçap-turşu-soğan. Kilitlenip kalmış, tıpkı bir çocuk gibi sözcükleri içinden tekrar etmeye koyulmuştu. Dişlerini sıkarak ağzını sımsıkı kapattığını fark etti. Nasıl olacak, bayım? Hepsinden, dedi Geiger. Hepsinden istiyorum. Ezra, Geiger'in masasındaki Geiger'in sandalyesine oturdu. Kedi en sevdiği yere, klavyenin sağına, karın kısmındaki ipeksi gri tüylerin iyice ortaya çıkmasına neden olan bir pozisyonda uzanmıştı. Başını okşamaya ara verdiği anda ön patisiyle Ezra'nın eline hafifçe dokunuyordu. Ezra önündeki dosya yığınına baktı. Kronolojik olarak sıralanmış bu dosyalar Ocak. - Haziran 1999 tarihinden başlayıp, günümüze dek geliyordu. Ezra içinden bir sesin kendisini bu dosyalara çağırdığını, hepsinin aynı anda aç beni diye fısıldadığını hissetti. Klavyeyi kenara itip dosyalardan birini rastgele aldı. Ardından yaklaşık yirmi sayfadan ibaret belgeleri başından okumaya koyuldu. TARİH / SAAT: 22/05/ :00 YER: Ludlow Cad. MÜŞTERİ: NYPD dedektifi REFERANS: Carmine / En kısa zamanda onaylanmalı KONU: Dedektifin 24 yaşındaki kayıp kızı ŞÜPHELİ: Kızın eski sevgilisi, 25 yaşında VERİLER: Kız 3 gündür kayıp: Dedektif eski sevgilisi hakkında çok olumsuz düşüncelere sahip. Onu gözaltına almaktansa Carmine'den yardım istemeyi tercih etmiş.

102 İŞ DÜZENİ: Şüpheli üzerinde yalnızca iç çamaşırı kalacak şekilde soyulup sıkıca berber koltuğuna bağlandı. Kaslı. Saçı kazınmış. Oda iyice aydınlatılmış durumda. Portatif sprey makinesi, ustura ve göz bağı servis arabasına yerleştirilmiş durumda. Ezra sayfaları hızlıca çevirmeye başladı. Sonra birden ustura kelimesi gözüne takıldı. Tekrar başa dönüp bu kez daha dikkatle okumaya başladı. G: Lisa'nın nerede olduğunu biliyor musun, Victor? Şüpheli: Sana söyledim ya, nerede olduğunu bilmiyorum! Ne yani benden ayrıldı diye onun beynini patlattığımı filan mı düşünüyorsun? G: Victor, bana ne söylediğini gayet iyi biliyorum. Ama bence yalan söylüyorsun. Ve ben bu tür konularda genelde haklı çıkarım. - G servis arabasından aldığı usturayı kılıfından çıkartır. G: Victor şimdi söyleyeceklerime çok dikkat et. Çünkü bundan sonra olacakları anlaman için çok önemli şeyler söyleyeceğim. Bu usturayı iyice keskinleşecek kadar biledim. O yüzden kestiğinde neredeyse hiç acı vermez. Şüpheli: Ah. bu çok saçma. G servis arabasından küçük soğutucu kutusunu alır. G: Victor, bu hemen etkisini gösterir. G, Şüphelinin parmaklarından birini alıp üzerine sprey sıkar. Şüpheli irkilip, kasılır. Şüpheli: Lanet olsun, bu çok soğuk! G spreyi kaldırıp Şüpheli'nin orta parmağını usturayla keser. Kesikten kan fışkırır. Şüpheli: Manyak herif! Parmağımı kestin! G: Ama hiç acımadı. Değil mi, Victor? G usturayı yeniden uzatır. Şüpheli: Hayır, acımadı. Hiç acımadı. G: Victor burada sadece doğruları söylemek için bulunuyorsun. Başka bir şey için değil. Şimdi gözlerini bağlayacağım ve sana yeniden Lisa'yla ilgili sorular soracağım. Nerede olduğunu, hâlâ yaşayıp yaşamadığını filan. Sonra da seni ufak ufak kesmeye başlayacağım... Şüpheli iyice dehşete kapılır. Şüpheli: Hayır, hayır, hayır. Bu kesinlikle... G: Ama önce sprey kullanacağım. Böylece usturanın temasını hissedeceksin. Ama canın hiç yanmayacak. Şüpheli: Tanrım. Sen deli misin? Gı Victor, kan tüm vücuda oksijen taşır. Eğer büyük miktarda yani vücudundaki kanın yüzde yirmi beşini bu da yaklaşık bir buçuk litreye yakın bir miktardır, kaybedersen iç organların oksijen yetersizliğinden fonksiyonlarını yitirmeye başlar... Şüpheli: Tanrım, yapma! Beni kesme!

103 G:...Kısacası kanama ne kadar şiddetli olursa ölüm de o kadar çabuk olur. Ama sen kanamanın şiddetini de daha ne kadar yaşayacağım da bilemeyeceksin. G gözbağını alıp, Şüpheli 'nin gözlerini bağlar. Şüpheli 'nin yüzüne, göğsüne, kollarına, kasıklarına sprey sıkar. Şüpheli irkilip, sızlanmaya başlar. G: Şimdi seni kesmeye başlıyorum, Victor. Şüpheli: Yapma, dostum. Yapma! Bu çok saçma! Yapma-sana! G usturanın kör tarafını çevirip Şüpheli 'nin sol kolunda gezdirir. Şüpheli bağlı olduğu yerde kıvranmaktadır. Şüpheli: Lanet ol sun! G: Victor, Lisa nerede? Şüpheli: Sana söyledim. Bilmiyorum... G: Zaman ve kan kaybediyorsun, Victor. - G, Şüphelinin iç çamaşırını indirir. Şüpheli dehşetle çırpınır. Şüpheli: Hayır, hayır! Lanet olsun! Kesme sakın... G, Şüpheli 'nin boğazına yapışır. G: Yeni soru, Victor. Penissiz mi kalpsiz mi kalmayı tercih edersin? Ezra sanki dosyanın içinden aniden bir canavar çıkıp kendisini yakalayacakmışçasına irkilip sayfayı kapattı. Ani hareketten ürken kedi sıçrayıp masadan indi. Ezra, Geiger'in sandalyesinde öylece kalakalmıştı. Hayatının bundan sonraki bölümünde cebinde son yirmi dört saatte kaybettiklerini içeren ve giderek sararan bir notla dolaşacağını hissetmişti. Ve bu notun en üstünde de şimdi yüksek sesle tekrarladığı bir soru vardı. Beni neden kurtardın? Amsterdam Meydanı müthiş gürültülüydü. Geiger kendini hassas, hatta saldırıya açık hissediyor, bir yandan da hâlâ Burger King'te ve eczanede yaşadıklarını hazmetmeye çaona lışıyordu. Daha önce her iki yere de hiç işi düşmemişti. Bu yüzden özellikle de eczanede ağrı kesiciler rafının önünde adeta inme inmiş gibi uzunca bir süre hareketsiz kalmıştı. Buradakilere bakılırsa herkesin her türlü acısını dindirecek ilaç mevcuttu. Sonunda Advil adlı ilacı almaya karar verinceye dek on dakika raflara bakıp durmuştu. Eve doğru yürümeye koyuldu. Sokağın girişinde sakat bacağı için kullandığı koltuk değneğini yan tarafa koyup, katlanabilir sandalyesinde oturan, mahalledeki herkesin Bay Memz diye seslendikleri adamla karşılaştı. Adam sağ ayağıyla en son Vietman ormanında bir kara mayınına basmış ardından da eve bacağı kopuk halde dönmüştü. Yanından gelip geçenler sık sık adamın akıl sağlığından şüphe ederlerdi. Diğer taraftan yazılı metinleri ezberinde tutabilme yeteneği onu civarın yaşayan efsanesi haline getirmişti.

104 Gazi maaşına ek olarak Bay Memz yoldan geçenlerle iddiaya girerek kazandıklarıyla geçimini devam ettirirdi. İddiaya girmek isteyen kişi Bay Memz'in yanındaki altı kitaptan istediği yeri seçip iddia miktarını söylerdi. Sonra göstermeden kitabı alıp istediği sayfayı açar ve sadece ilk cümlenin dört kelimesini yüksek sesle okurdu. Bay Memz ondan sonraki kısmı hem de okuduğu metnin türüne göre mizahi, tutkulu ya da dramatik bir hava vererek okurdu. Ve neredeyse hiç hata yapmazdı. Zaten küçük bir hata yapsa bile bu müşterilerinin çoğunun gözünden kaçardı. Her zamanki gibi üzerinde askeri kamuflaj giysisiyle oturuyordu. Geiger'i görünce, Nasıl gidiyor, DÇ? dedi. 205 DÇ adamın yıllar önce Geiger'e taktığı lakaptı. Düşük Çene anlamına geliyordu. Bugün hiç vaktim yok, dedi Geiger hızla yürümeyi sürdürürken. Vay, dedi Bay Memz sırıtarak. Bugün hiç vaktim yok. Vay canına. Tam dört kelimelik bir cümle kurdun. Senin üç kelimeden uzun cümle kuracağını hiç sanmazdım. Öfkeli öfkeli bir o yana bir bu yana koşturup duruyorsun. Ağzından bir kelime bile almak imkansız. Geiger durdu. Masanın üzerinde bir şey görmüş, bu sırtından bıçaklanmış hissine kapılmasına yol açmıştı. Bay Memz'e döndü. Eee nedir bugünkü teklifin, DÇ? İki dolar. iki dolar mü Bir elim yağda bir elim balda yaşayan biri iniyim ben sence? Tek bacaklı gazilere devlet ne kadar para veriyor sanıyorsun? Sana gariban gazi ne demek anlatmış mıydım? Evet. Tatile filan çıkma şansım da yok. Tamam, beş dolar. Şimdi makul bir rakam söyledin, DÇ, dedi Bay Memz ve parmağını bembeyaz sakalında gezdirdi. Geiger elindeki Burger King ve eczane poşetlerini yere bırakıp masanın üzerindeki kullanılmaktan artık iyice eskimiş haldeki Jack London'ın Deniz Kurdu romanına uzandı. Güzel seçim, DÇ. Bay Memz arkasına yaslandı. Bana bir sigara ver. Geiger, Luckies paketini çıkartıp uzattı. Bay Memz sigarayı dudaklarına götürürken Geiger de cebinden çıkarttığı plastik Bic çakmağı uzatmaya yeltenmişti ki adam elini sallayarak istemediğini işaret etti. Yapma böyle. Biraz kendine saygı göster. Sigara içerek kendini öldüreceksen bari bunu tarzını koruyarak yap. Masanın üzerinden eski, krom Zippo çakmağını aldı. Bu bebek Vietnam'dan beri yanımda. Orada günde kırk kez kullandım bunu. Her seferinde hatta hiç bitmeyecekmiş gibi yağan o

105 lanet olası yağmurlarda dahi bir kez bile şaşmadı. Çakmağı tek bir hamlede yaktı. Ne harika bir ses. Bay Meniz, Geiger'in tanıdığı herkesten çok konuşuyordu ama Geiger onu dinlemeyi seviyordu. Ayrıca adamın hareketlerini, iki bacaklı insanlar için yaratılan dünyayla olan ilişkisini izlemeye bayılıyordu. Uzun zamandır tükettiği viski ve sigara yüzünden sesi iyiden iyiye çatallanmıştı. Bazen, damarlarındaki viski miktarı yüksekken, Bay Memz saçlarını atkuyruğu yapıp, bedeniyle fiziksel acı arasındaki dostluktan bahsetmeye başlardı. İşte Geiger o zaman büyük bir dikkatle dinlemeye koyulurdu. Bu adam acı hakkında her şeyi biliyordu. Bay Memz yaktığı sigarasını dudakları arasına yerleştirip orada bıraktı. Hadi başla. Geiger sayfaları çevirmeye koyuldu. Ne aradığını bilmeden, oraya buraya kaçışan karıncaları andıran küçük harflerle dolu sayfaları hızla çevirerek kısa sürede okumaya uygun gördüğü bir paragraf buldu. Kükreyerek üzerime atılıp kolumu kaptı. Geiger okurken sesindeki uzun süredir konuşmamış olmanın neden olduğu garip tınıyı sezmişti. Bu sırada Bay Memz 207 gözlerini gözlerine dikmiş, dinliyordu. Sonra birdenbire ağzındaki sigarayı bırakmadan, dumanı üfleye üfleye ezberden okumaya başladı. Kükreyerek üzerime atılıp kolumu kaptı. Kıpırdamadan durabilmek için kendimi zorladım. Oysa içim tir tir titriyordu.... Oysa içim tir tir titriyordu, diye okudu dokuz yaşındaki çocuk. Çocuğun babası taş şöminenin önünde oturuyordu. Adamın cüsseli bedeni giydiği soluk kot giysilerin içinde kaybolmuştu. Sağ elini kenarlarını düzelttiği sakalında gezdiriyordu, içtiği sigaranın dudaklarından çıkan dumanı ateşin ışığıyla kıpkırmızı gözüküyordu. Burası usta bir marangozun elinden çıkmıştı. Duvarlarla katedral tarzı tavan büyük kütüklerden yapılmıştı. Pencereler bir hayli yüksek yapıldığı için oturulunca ancak ağaçların tepeleriyle sonsuzluğa uzanan gökyüzü görünüyordu. Zemin, Bosch 'un Dünyevi Zevklerin Bahçesi eseri temel alınarak binlerce tahtanın olağanüstü bir sanat eseri oluşturacak şekilde, adeta takıntı derecesinde hassaslıkla birleştirilmesinden oluşuyordu. 'Tek eliyle beni sımsıkı tuttu. Biraz daha sıkınca tüm direncim kesildi. Avazım çıktığı kadar bağırdım. Ayaklarım yerden kesildi. Acıya tahammül edemiyordum. ' Burada dur, oğlum. Acıya yeniliyor. Ama asıl soru şu, neden? Çünkü... Çünkü güçsüz olduğu için. 'Güçsüz, evet. Ama bedensel olarak değil. Gerçek gü- 208 c ün kaslarla bir ilgisi yoktur. Onun zihni güçsüz. Çünkü acıyı bilmiyor. Ve bizler bilmediğimiz şeylerden korkarız. Ve bu korku da bizi güçsüzleştirir.

106 Sigarasından derin bir nefes aldı. Şimdi izle. Sigarayı ağzından alıp ucundaki külleri silkeleyip ateşin iyice belirginleşmesini sağladı. Sonra sigarayı gözünü bile kırpmadan ovucunun ortasına iyice bastırıp söndürdü. Gördün mü, evlat? Bedenle bir ilgisi yok. Her şey zihinde. Geiger, Bay Mcmz'in ezberden okuduğu sayfanın sonuna geldiğini ve arkasına yaslanıp beklemeye koyulduğunu o an fark etti. Gözlerini Geiger'den ayırmadan izmariti alıp bir kenara fırlatırken yüzünde-delice bir gülümseme belirdi. Geiger cebinden çıkardığı beş doları uzattı. Bay Memz parayı alıp öptü. Soru, DÇ. Ne? Görkemli performansım sırasında söylediklerimi sayfadan takip etmedin. Hata yapıp yapmadığımı nereden biliyorsun? Daha önce okudum. Defalarca. Bunu neden söylemedin? Unutmuşum. Dönüp yürümeye koyuldu. Yokuş aşağı yürümenin etkisiyle yan koşar gibi ilerliyordu. Giderek ısınan hava adeta sokakların ateşten bir perdeyle kaplandığı hissi uyandırıyordu. Oto tamirhanesinin girişindeki iki adam ellerindeki basınçlı aletlerle kan kırmızı bir Magnum'un lastiklerinin 209 cıvatalarını gevşetmeye çalışıyorlardı. Güneş ışığı adamların terden sırılsıklam olmuş sırtlarının pırıl pırıl parlamasına neden oluyordu. Geiger'in gözünün ucuyla bir parıltı görür gibi oldu. Dönüp baktığında gümüş renkli, filtre camlı bir Lcxus'un sokakta ağır ağır ilerlediğini gördü. Geiger park halindeki araçlardan birinin arkasına çömelip Lexus'un yanından geçip Bay Memz'in evinin önüne yönelişini izledi. Sürücü camı indirince içeriden dışarı sigara dumanı yayıldı. Adam elindeki güneş ışığıyla parıldayan dört beş santim büyüklüğündeki bir kartı uzattı. Bay Memz sandalyesinde eğilip karta yakından baktı. Dudakları oynuyordu ama Geiger bulunduğu yerden adamın ne dediğini anlayamamıştı. Cam tekrar yukarı kalktı ve Lexus yola koyuldu. Geiger, Hall'ün sigorta kartında adamın Lexus kullandığının yazılı olduğunu hatırlıyordu. Ama aracın rengi aklına gelmemişti. Aracın Amsterdam istikametine doğru ilerleyip gözden kayboluşunu izledi. Sonra hızla Bay Memz'in yanına gidip arkadan adamın kulağına eğildi. Bay Memz. Gazi sanki biri, 'Bomba' diye bağırmışçasına irkilip yerinden sıçradı. Sonra arkasına döndü. Lanet olsun! Bana bunu bir daha yapma! Sana bir şey sormam gerek, dedi Geiger.

107 Bay Memz arkasına yaslanıp derin bir nefes aldı. DÇ sen suskunken daha iyiydin sanki. Şu Lexus'un sürücüsü sana ne sordu? Bana sana benzeyen birinin fotoğrafını gösterdi. Adının 210 Geiger olduğunu söylediği bu adamı buralarda görüp görmediğimi sordu. Adın Geiger mi senin, DÇ? Fotoğrafını nereden bulmuşlardı? Gerçeklik algısının bir kez daha sarsılmaya başladığını fark etti. Dışarıyla temas kurdukça işler daha bir sarpa sarıyordu. Sen ne dedin? Bay Memz tırnağının ucuyla sakalını kaşıdı. Silah arkadaşıma zarar verecek hiçbir bilgiyi paylaşmadığım gibi hiçbir eylemin içerisinde de olmam. Ne? Kural dört, dostum. Meslek ahlakı kuralları. Sen de uy bu kurallara. Bay Memz gülümsedi. Adama seni hiç görmediğimi söyledim. Geiger doğrulurken adamın gözlerinin parıldadığını fark etti. Bunun manasını da ne söylemek üzere olduğunu da anlamıştı. Teşekkürler, diyerek eve yöneldi. Hey, DÇ, diye seslendi Bay Memz. Herifin çok keskin gözleri var. Ben o gözleri görür görmez tanırım. Kısacası kıçını kolla, dostum! Geiger şifreyi tuşlayıp içeri girdiği anda çocuğun masada oturduğunu gördü. Siyah dosyalardan üçü önünde açık halde duruyordu. Ezra gözlerinde delice bir öfkeyle Geiger'c döndü. Sen bu işi mi yapıyorsun? Bunu? Geiger'in başındaki basınç dayanılmayacak boyuttaydı. Ama zorlukla da olsa kapıyı kapatıp, şifreyi tuşlayabildi. 211 Senin neyin var? diye sordu çocuk ayağa kalkarken. Çocuk panikten elini kolunu sallıyor, sürpriz kutusundan fırlayan yaylı oyuncak misali sallana sallana yürüyordu. Geiger çocuğun hareketlerini zorlukla takip edebiliyordu. Şimdi konuşmayalım, dedi Geiger. Sesi kendi kulağına uzaklardan bir yerlerden geliyormuş gibiydi. Işıklar, sesler iç içe geçmişti. Kitaplar buna aura adını veriyor, nadiren de olsa şiddetli migren krizi öncülü diyorlardı. Eğer işin buysa bana neden aynı şeyi yapmadın? Çocuk avazı çıktığı kadar bağırıyor, sesi baş ağrısını dayanılmaz hale getiriyordu. Çocuk sanki sesten yapılmış bir bıçağı vücuduna saplayıp duruyor gibiydi. Şimdi... konuşmayalım. dedi Geiger. Geiger çocuğa doğru yöneldi ama hareket edince başı feci şekilde dönmeye başladı, o da hemen durdu. Kendi soluklarını duyuyor, ama sanki bu soluklar arkasında duran bir yabancıya aitmiş gibi hissediyordu. Elindeki poşetleri

108 yere bırakıp CD rafına yöneldi. Bölmeye girmeden önce müziğe ihtiyacı vardı. CD kapaklarını okumak için gözünü kıssa da bir türlü bunu başaramadı. Bu seferki nöbet daha öncekilerle kıyaslanamayacak kadar güçlüydü. Yön duygusu, algılama kabiliyeti, dengesi, simetri kavramı iç içe geçmiş, kaosun içinde kalmıştı. Rafa doğru uzandığı anda beyni gözlerinden şimşekler çıkmasına neden olacak derecede şiddetle zonklamaya başladı. Ama Ezra'nın öfkesi yatışmış değildi. Neden beni kurtardın? diye bağırdı. Sus! Geiger de bağırmış ama bu yüzden ağrı taham- 212 mül edemeyeceği boyuta ulaşmıştı. Bacaklarının gücü tükenip inleyerek dizleri üstüne çöktü. Masanın arkasındaki Ezra şaşkınlıkla, Ne... Neyin var senin? diye sordu kekeleyerek. Geiger sağa sola sallanarak şakaklarını ovalamaya koyuldu. Bu sırada anlaşılmaz bir şey söyledi Özür dilerim! dedi çocuk. Özür dilerim! Lütfen beni cezalandırma! Geiger yerde emekleyerek tek huzur bulabildiği yere, bölmesine doğru ilerlemeye çalışırken gözlerini yerdeki süslemelere dikerek ışıktan mümkün olduğunca az etkilenmeye çalışıyordu. Sağ elini uzatıp kapının pirinç kolunu bin bir zorlukla açarak içeri girdi. Kapıyı kapatıp, karanlığa teslim oldu. Ancak uzunca bir süre sonra Ezra'nın kendisine seslendiğini işitti. Geiger! Bir şey söyle! Müzik, diye zorlukla cevap verdi Geiger. Müzik aç. Sağ kolunu başının altına yastık yapıp, sol koluyla dizlerini kamına kadar çekti. Beyni alevler içindeydi. Etinden et kopuyormuş gibi geliyordu. Soluk almasını imkansızlaş-tıracak derecedeki ağrıyla şimdi yüzleşiyordu. Geiger etini, kanını tüketerek güçlenen bir yaratıkla mücadeleye koyulmuştu. Sonra müziği duydu. Zarif, duygusal, huzur verici bir ses. Gözlerini kapattı. Sesin rengini görüyor, notaların tadını alıyor, muhteşem ezgiyi zihnindeki alevlerin harını alan serin yağmur damlaları olarak algılıyordu. Ezra, Geiger'in müzik istediğini duyunca CD rafına 213 doğru yönelmiş ama birden kanepenin yanındaki keman kutusunu fark etmişti. Şimdi Geiger'in içerisinde olduğu bölmenin kapısına çömelmiş halde, titreyen parmaklarını enstrümanın tellerinde dolaştırıyordu. Çenesinin altına yerleştirdiği keman onda da rahatlamanın ötesinde duygular hissettiriyordu. Sırtını dayayacak bir yer bulduğunu, yanında aşina olduğu, kendisini tüm bu olup bitenlerden koruyup, başına kötü bir şeyler gelmesine mani olacak büyük bir gücün varlığını hissetmeye başlamıştı. Gözlerini kapatıp çalmayı sürdürürken birden durumu idrak etti. O da acılarını dindirip bir nebze olsun huzura kavuşabilmek için müziğe ihtiyaç duyuyordu. 14

109 Harry internet kafelerden her zaman uzak durmuştu. Bi-rilerinin yanına oturup neler yaptığını izlemesini istemezdi. Ayrıca bu tür yerlere güvenmez, online güvenlik tedbirlerinin bir işe yaramayacağını düşünürdü. Ama şimdi başka çaresi olmadığından Chaıiotte's Web Cafe'deki altı dizüstü bilgisayardan birinin karşısına geçmek zorunda kalmıştı. İncecik parmaklarıyla elindeki çöreğin içindeki ceviz parçalarını sanki bir altın arayıcısıymış gibi dikkatle ayıklayıp, bulduklarını hayranlıkla inceleyen Lily'iyse sol yanına oturtmuştu. Dışarıda tüm kentin fırının içinde olduğunu düşündürtecek müthiş bir sıcak vardı. Böyle sıcaklarda kornalar hakaret anlamı içermeye başlar, en ufak bir kaş çatma dahi tehdit olarak algılanırdı. Ama kafedeki klimalar Harry'nin duvarlardaki kolonlardan yükselen, hiçbir şeye benzemeyen caz ezgilerini bile hoş görmesine neden oluyordu. Ayrıca tezgahtaki Asyalı çocuktan aldığı kahve de o kadar kötü değildi. 215 Harry kahvesinden bir yudum alırken bir yandan Geiger'den isteyeceği şeyi nasıl kelimelere dökebileceği-ni düşünüyordu. Aol online mesajlaşma programına Stick-ler adıyla girip, GGGG'nin durumunu kontrol etti. Geiger çevrimiçiydi. Ne yazmalıydı? Ben pes etmek üzereyim dostum, her tarafım yara bere içinde. Peşime herifin biri takılmış durumda. Sürekli takip ediliyorum. Bana adresini söyle, diye yazmalı mıydı? Bu noktaya nasıl gelmişti? Ortağı kabul ettiği adamın gerçekten de nerede oturduğuna dair en ufak bir fikri yoktu. Carmine'i arayıp yardım istemeyi ya da en azından bir süreliğine barınabileceği bir yer talep etmeyi düşündü. Ama Carmine'i düşünmek bile tüylerini ürpertiyordu. Onu yıllar önce bir seansta görmüştü. Şüpheli, Carmine'e yaptığı inşaatlar için banyo malzemeleri tedarik eden biriydi. Carmine adamla ilgili birtakım duyumlar almıştı. Bunu Harry'e herif kullanılmış malzemeleri yeni fiyatına satıyor diye açıklamıştı. Carmine büyük bir soğukkanlılıkla şişesi yüz seksen beş dolarlık Chartreuse VEP Green viskisini yudumlayarak şüphelinin dakikalar içinde yaptığı şeyi itiraf edişini izlemişti. Sonra Harry, şüpheli şahsı Carmine'in güvenli evlerinden birine, tabii kimin için güvenli olduğu tartışılır, götürüp teslim ettiği sırada, Carmi-ne yanına gelip, omzunu sıkarak şöyle demişti: Harry, Harry. Dostumuzun inanılmaz bir estetiği var değil mi? İnsana satrançla boks karışımı bir müsabaka izliyormuş gibi geliyor. Çok güzel ifade ettiniz, efendim. 216 Kasparov'la Muhammed Ali birleşimi gibi. Adamımız dahi. Harry Carmine'in bu cümlenin sonunda yüzünde beliren gülümsemesini hâlâ net biçimde hatırlıyordu. Bu, adamın takım elbisesinin cebindeki kusursuz biçimde katlanmış ipek mendil kadar yumuşacık bir gülüştü.

110 Carmine, Harry'e bazı insanların kendilerini tam manasıyla mutlu edecek işi yaptıklarını, istedikleri her şeye de sahip olmalarının sırrının arkalarında da gözlerinin bulunması olduğunu düşün dürtürdü. Her zaman ellerinde kozları olur, çıkar sağlamak için de bu kozlarını gözlerini dahi kırpmadan hem de ilk fırsatta kullanırlardı. Şu an için Harry açısından ne zaman ne yapacağını en iyi bildiği kişi Geiger'dı. Her ne kadar dünkü tuhaf davranışlarıyla Harry'nin dünyasını şaşırmasına neden olsa da Geiger tek umuduydu. Onu uçuruma yuvarlanmaktan kurtaracak tek el ona aitti. Geiger elinde kalan tek şeydi. Harry parmaklarını klavyede gezdirmeye koyuldu. Ezra sabit oturamayacak kadar çok korkuyordu. Paniğini yatıştırmak için Geiger'in işlemelerle bezeli zeminini incelemeyi sürdürerek salonda dolaşıp duruyordu. Geiger Honegger'in sonatı bitip Faure'nin mi minör sonatının yarısına gelinceye dek dışarı çıkmadı. Ezra müziğin işe yarayıp yaramadığını bilemiyordu. Geiger son gördüğünde öylesine kötü durumdaydı ki böylesine şiddetli bir nöbet neticesinde ölmüş olması dahi mümkündü. Ezra bölmenin kapısını açtı. Geiger'in fetüs pozisyonundaki yatışından nefes alıp almadığını anlamak imkansızdı. Bu yüzden Ezra spor ayakkabısının burnuyla adamın topuğuna dokundu. Geigcr aniden sol eliyle bacaklarını kamına daha da çekip bir sonraki saldırıyı karşılamaya hazırlanan bir tespih böceği misali tortop oldu. Uyuyor musun? diye fısıldadı Ezra. İçeri girip Geiger'in yanına çömeldi. Sonra biraz gerileyip karşısındaki aynalarda yüzüne baktı. Babası da böyleydi işte. Görülebilen ama asla dokunulamayan bir yansımadan ibaretti. Yılda iki hafta görebilirdi. Sonrasındaysa baba onun için sadece telefondaki bir ses ya da internet üzerinden konuştuğu biri demekti. Ezra aynı anda hem öfkelenmiş hem de korkuya kapılmıştı. Babasının nerede olduğunu merak ediyordu. Bir yandan ölmüş olmasını istiyor bir yandan da güvende olması için dua ediyordu. Babasının bencilliğinden tiksiniyordu. Onun yüzünden Ezra kokusunu takip ederek izini süren canavarlardan kaçabilmek için bu bölmede tıkılıp kalmıştı. Ezra ayağa kalktı. Geiger'in üzerine basmamaya dikkat ederek bilgisayarın karşısındaki sandalyeye geçti. Alt kısımda yanıp sönen AIM imlecini tıklayıp, Misafir adıyla çevrimiçi oldu. Sonra da sohbetlerinde babasının kullandığı isim olan BigBossMan'a mesaj yazmaya koyuldu. Bir an için başını kaldırıp yerde kımıldamadan yatan Geiger'e bakıp yeniden ekrana döndü. MİSAFİR: Ben EZ. Neredesin? Gönder sekmesine basıp pencereden dışarı bakmaya koyuldu. Bulunduğu yerden dışarıdaki ışıklar gözükmüyor, 218

111 dışarıdan yalnızca ses geçirmez camlar yüzünden belli belirsiz bir uğultu geliyordu. Gelen mesaj olduğunu gösteren ses Ezra'nın yerinden sıçramasına neden oldu. Derin bir nefes alıp ekrana eğildi. Ekranın dörtte birinde sade fontlardan biri kullanılarak yazılmış bir mesaj belirmişti. STİCKLER: Hey. Benim. Stickler? Ezra yumuşak deri koltukta arkasına yaslandı. Stickler da kimdi? Sanki tanıdığı biriymiş gibi samimi bir şekilde karşılık vermişti. Ezra ellerini uzattı ama parmaklarını basmak yerine tuşlar Üzerinde dolaştırıp ne yapması gerektiğine karar vermeye' çalışıyordu. Bir an için korkudan kendinden geçecekmiş gibi hissetti. Kendisi için, babası için, bölmedeki adam için korkuyordu. Ya Geiger uyanmazsa ne yapacaktı? Ezra nerede olduğunu bilmiyordu ama burada kilitli olduğunun farkındaydı. Derin bir soluk alıp parmaklarını tuşlarda gezdirmeye koyuldu. Harry mesaja bakakaldı. GGGG: Sen kimsin? Bu; ancak çok boş zamanı olan kötü bir tanrı tarafından yapılabilecek türden saçma sapan bir şaka gibiydi. Harry yanıtı yüksek sesle verdiğini fark etmeyecek kadar çok şaşırmıştı. 219 Ne diyorsun be? İçendeki bütün başlar bunu kimin söylediğini görmek için ona doğru döndü. Lily bile elindeki çörek projesinden başını kaldırıp, patilerini temizleyen bir kedi gibi panrıak-larını yalamaya başladı. Harry çevrilen başlara aldırmadan yazmaya koyuldu. STICKLER: Kim miyim? Sen kimsin? GGGG: Ben Geiger değilim. Ezra'yım. STICKLER: Kaçırılan çocuk? GGGG: Evet. Sen kimsin? STICKLER: Harry. Geiger'in arkadaşı. Nerede o? Hemen çağır. GGGG: Uyuyor. STICKLER: Uyandır. GGGG: Bunu yapmaktan korkuyorum. Ona bir şey oldu. Kötü bir şey. STICKLER: Nasıl yani? GGGG: Çok tuhaftı. Nöbet geçirdi sanki. STICKLER: Nöbet mi? GGGG: İnleyerek dizleri üzerine çöktü. Canı çok yanıyordu. Kör olmuş gibiydi. Sonra sürünerek bir kabine girip yerde uyumaya başladı. Harry durdu. Geiger felç mi olmuştu? Ya da kalp krizi mi geçirmişti? Yoksa sara nöbeti miydi bu? Ama ne olduğunu merak ediyor olsa da Harry o

112 an için Geiger'in başına böyle bir şey gelmiş olmasına hiç şaşırmadığını fark etmişti. Seans odasında yaşananlar ve sonrasında çocuğu yanında götürme kararı sadece başlangıçtı. Yıllardır tanıdığı Geiger 220 sırtında büyük yüke rahatlıkla tahammül edebilen müthiş güçlü biriydi. Bu yük onu sonunda dizleri üstüne yıkmış mıydı? Tüm bu sorular bir yana, Harry aslında uzun zamandan beri benzer bir durumun gerçekleşmesini bekliyordu. Harry yeniden yazmaya başladı. STICKLER: Nerede hastalandı? Neredesin? GGGG: Anlamadım? Geiger'in evindeyim. STICKLER: Onu anladım. Orası nerede? GGGG: Bilmem. Buraya geldiğimde gözlerim kapalıydı. Panjurlar da kapalı. Dışarıyı göremiyorum. Nerede olduğumu nerden bileyim? Arkadaşıyım dememiş miydin?' Harry sabrının sonuna geldiğini hissediyor, her geçen saniye huzursuzluğu artıyordu. Ayrıca çocuklarla iletişim kurmak ona hep zor gelmişti. Çocukların içlerinin dışlarının bir oluşu kendisini beceriksiz hissetmesine neden olurdu. Çocukla konuşmak onun açısından ipte yürümeye çalışmakla eşdeğerdi. STICKLER: Dinle, evlat. Korktuğunun farkındayım. Seni suçlamıyorum. Ama ben Geiger'in arkadaşıyım. Sadece daha önce hiç evine gitmedim. Seni, arabaya bindirdiği sırada Geiger'in yanında olan adamı hatırladın mı? İşte o bendim. GGGG: Tamam. Peki, beni nasıl bulacaksın? Nerede olduğumu bilmiyorum. Ayrıca kapı da kilitli. STICKLER: Bir çare düşüneceğim. GGGG: Acele et. 221 Öfkeden çıldıracak hale gelen Harry elini olanca gücüyle masaya vurup müthiş bir gürültü çıkarttı. Lily irkilip, başını kaldırdı. Tanrım! diye bağırdı Harry. Asyalı görevli çocuk hemen yanına gelip, espresso lekeli parmaklarıyla çenesindeki sakalı sıvazlayarak kulağına eğildi. Çok gürültü yapıyorsunuz, bayım, dedi. Çok fazla. Harry hiçbir şey söylemeden ekrana bakmayı sürdürdü. Hey, bayım? Beni duyuyor musunuz? Harry öfkeyle başını kaldırdı. Sıkılı dişleri arasından tek bir kelime çıkmıştı. Evet? Çok gürültü yapıyorsunuz. Öyle mi? Özür dilerim. Bir daha bağırmak yok, dedi görevli. İnsanlar sizi dinlemek zorunda değil. Tamam mı? Harry ellerini masaya dayayıp, derin bir nefes aldı.

113 Söylediklerini duydum, dedi. Bağırmak yok. Anladım. Tamam, dedi görevli, ardından kucağındaki kırıntılarla oynayan Lily'e döndü. Ve siz, bayan. Etrafı kirletiyorsunuz. Biraz daha dikkatli olabilir misiniz? Sonra duvardaki levhayı işaret etti. BİLGİSAYAR BAŞINDA YEMEK YEMEYİNİZ. Kıza başını salladı. Tamam mı, bayan? Çok teşekkürler. Harry ayağa kalkınca çocukla burun buruna geldi. Bir anda müthiş öfkelenmiş, adeta çocuğa karşı kinle dolmuştu. 222 Dinle dostum, dedi. Bundan sonra hiç ses çıkarmayacağım. Birazdan işim bitiyor zaten. Ama sen de onunla konuşmayacaksın. Çocuğun yüzünde belli belirsiz bir gülümseme belirmişti. Beni tehdit mi ediyorsunuz? diye sordu. Şaşırtıcı çünkü hiç de birilerini tehdit edecek biri gibi görünmüyorsunuz? Harry eliyle yüzüne dokundu. Suratının hali tamamen aklından çıkmıştı. Öfkesi aniden sönerken yerini şaşkınlık ve mahcubiyete bıraktı. Bilgisayardan yeni bir mesaj geldiği uyarısı işitildi. GGGG: Hâlâ orada mısın? Bilgisayardan gelen sesi duyunca Lily de şarkı söylemeye başladı. Jingle beli, jingle beli, jingle beli rock... Şarkıyı gözlerini karşıya dikip boş boş bakıp, yalnızca solgun dudaklarını oynatarak söylüyordu. Görevli çocuk bir an için Lily'e bakıp ardından Harry'e döndü. Onun neyi var? Ona aldırma dedim sana değil mi? Ama bir şey Lily'nin davranışlarını tetiklemişti. Kız şarkıyı daha da yüksek bir sesle söylemeye koyuldu. Bağırmaktan sesi çatallanmıştı. Bir şey mi içti? diye sordu çocuk. Sadece eğleniyor, dedi Harry. Şimdi izin ver de işimi bitireyim. Sonra hemen çıkıp gideceğiz. Lily şarkısına devam ediyordu. Sonunda ellerini iki yana açarak şarkıyı bitirdi. That's the jingle beli rock! 223 Bu son hareket dengesini bozdu. Tutunmak için çabalarken de eli Harry'nin fincanına çarparak tüm kahveyi bilgisayarın üzerine döktü. Tamam, bu kadar! dedi görevli. İkiniz de terk edin burayı. Adam öfkeyle üzerlerine doğru yöneldiği sırada Harry Lily'i kolundan tutup kardeşini yeniden taburesine oturttu. Bekle! Kıpırdama! Harry'nin yanıtını beklerken giderek gerilen Ezra sonunda dayanamayıp bilgisayarın başından kalktı. Ayaklarını yere vura vura bağırmak istiyor ama bölmedeki canavarı uyandırmaktan korkuyordu. Ezra, Geiger canavar

114 olduğunu düşünmese de adamın içinde bir canavar barındırdığına kesinlikle emindi. Ezra bu canavarın Geiger'i dizleri üzerine çökertişini izlemişti. Şimdi onu yeniden kendine getirmeyi de bu yüzden asla istemiyordu. Paniğini kontrol altına alabilmek maksadıyla bilgisayardan uzaklaşıp Geiger'in CD raflarının önünde yere bıraktığı poşetlere yöneldi. Önce üzerinde Burger King logosu olan poşetten bir hamburger aldı. İki ısırıkta yarısını bitirmişti. Sanki uyuşturucu bulmuş bir müptela gibi zevkle lokmasını yuttu. Sonra aniden çığlığı basarak poşete uzandı. Fiş! Burger King torbasını parçalayıp patates kızartmalarını her yana saçtı. Fiş... Hadi, fış! Ama yoktu. Bu kez eczane poşetine alıp baş aşağı çevirdi. Önce Advil şişesi düştü. Sonra da küçük bir kağıt parça- 224 sı süzülmeye başladı. Ezra fişi havada kapıp üzerindekileri okudu. Evet! Yeniden bilgisayara döndü. Görevli çocuk elindeki bezle ortalığı temizlemeye çalışıyordu. Size gidin dedim değil mi? Biraz müsaade et, dostum, dedi Harry. Beş dakika. Sadece o kadar. B ir daha bir şey yapmayacak. Gidin. Üç dakika. Derhal, dedi görevli çocuk ve emrinin daha net anlaşılması için işaret parmağını bilgisayarın kapatma düğmesine uzattı. Harry atılıp adamın kolunu sımsıkı kavradı. Başının belaya girmesine ramak kaldığının farkındaydı. Görevli çocuk şaşkınlıkla ona bakarak, Kolumu bırakmazsan polis çağıracağım, dedi. Sadece bir mesaj daha atmama izin ver, dostum, dedi Harry. Sadece bir tane. Derhal defol buradan. Ve Bayan Jingle Bells'i de yanında götür. Görevli çocuk artık alenen bağırmaya başlamıştı. O esnada bilgisayardan yeni bir mesaj geldiğini gösteren neşeli uyarı sesi işitildi. GGGG: 1474 Amsterdam La Vida eczanesi yakınlarındayım! Harry klavyeye uzandı ama görevli bu kez daha atik dav- 225 ranıp bilgisayarı kapatmayı başardı. Ekran bir anda karardı. Dışarı! İkiniz de dışarı! Harry, Lily'i elinden tutup ayağa kaldırdı. Sonra birbirlerine yaslanarak kapıya yöneldiler. Ama Harry mutluydu. Neticede elinde bir adres, gideceği bir yer vardı. Ezra, Geiger'in masasının yanından ekrana bakmayı sürdürüyordu.

115 STICKLER sohbetten çıktı. Çevrimdışı mesaj alamaz. Yarısını yediği hamburgeri alıp yeniden oturdu. Kedi gelip kucağına çıktı. Ezra bir eliyle hamburgerini yerken diğer eliyle kediyi okşuyor ve ağlamamaya çalışıyordu. 15 Mitch'in kahvesi buz gibi olmuştu. Gece gündüz kahve içer ama soğuduğunda nefret ederdi. Kahve soğuyunca süt ve attığı üç şeker dilinde iğrenç bir tat bırakır, o da dilini dişlerine sürterek ağzının tadını yerine getirmeye çalışırdı. Kahveyi camdan dışarı döküp yer tespit cihazını bir kez daha kontrol etti. Hedefle kız kardeşi hâlâ lokantadaydılar. Böyle giderse dünyanın en uzun kahvaltısını etmiş olacaklardı. Belki de hedef kahvesini ancak yudum yudum içebiliyordu. Neticede adamın görünüşünden Ray'e vurmadan önce onun da birkaç tane esaslı darbe aldığı ortadaydı. Yıllar önce Ray'le ilk tanıştığında Mitch onu beş dakika kadar süzmüştü. Koca penisli, küçük beyinli, deli cesaretli biri olduğu kanaatine varmıştı. Kafatasını açıp beynine ba-kabilseniz ön lobunda KURALSIZ yazısını görebilirdiniz. Ama Mitch, Ray'le hiç sorun yaşamamıştı. Uluorta osuıuı-du tamam ama yapması gerekeni nasıl yapacağını da gayet iyi bilirdi. 227 Mitch, Ray'e güveniyor ama aradan bunca sene geçmiş olmasına rağmen hâlâ Hall'e tam manasıyla itimat edemiyordu. Mitch hayatı bir futbol maçı gibi algılar, taktik tahtasındaki kurguya göre hareket eden bir teknik direktör gibi karşısındakinin saldırgan bir tutum mu sergileyeceğine yoksa savunmada kalmayı mı tercih edeceğine karar vermeye çalışır, davranışlarını da ona göre biçimlendirirdi. Oysa Hail için her iki tavrın da birbirinden farkı yoktu ve her iki durum da genellikle gerçekleri yansıtmazdı. İncelikli düşünmediği için de genellikle ayrıntılar gözünden kaçardı. Hail göründüğü gibi biri değildi. Şu sert adamlardan biriymiş gibi giyinirdi ama alakası bile yoktu. Söylenileni çok komik bulduğunu söyler ama çok nadiren gülerdi. Her zaman kurallara uygun hareket etmekten bahseder ama iş pratiğe döküldüğünde kuralları küçümsemekten kaçın-mazdı. Her zaman arkandaymış gibi davranır ama aslında seni korumak için aman aman bir şey yapmazdı. Ayrıca işinde iyi olmasına karşın sanki bu işi yapmaktan zerre kadar mutlu değilmiş gibi davranırdı. Hail, Ray'in tam zıd-dıydı. Bu da Mitch açısından onun kesinlikle güvenilmez biri olduğu manasına geliyordu. Mitch yerdeki sırt çantasına uzanıp içinden bir Nitro -Tech protein tableti alıp ağzına atıp emmeye koyuldu. Bu tabletler olmadan asla evden çıkmazdı. Çalışırken insan her zaman yemek yeme fırsatı bulabileceğine güvenemezdi. Ayrıca yemek bulsan bile içinde kim bilir neler olurdu. Her şey çok pisti. Yiyecekler, sular, gazeteler, filmler, insanların vücutları ve kafalarının içleri. Mitch sağlığını korumak için

116 doğru şeyler yemeye dikkat ederdi. Günde en az beş altı kere bileğine baş ve işaret parmaklarıyla bastırıp cildinin pörsümeyc başlayıp başlamadığını kontrol ederdi. Şimdi içinden keşke kahvemi dökmemiş olsaydım diye geçiriyordu. Boğazına takılan tableti o zaman daha kolaylıkla yutabilirdi. Oturduğu yerden Columbus Meydanı nın köşesindeki seyyar satıcıyı görebiliyordu. Lokantadakilere görünmeden oraya gidebileceğine emindi. Bir şeyler içmek zorundaydı. Takip cihazını bir kez daha kontrol edip taksiden inerek köşeye yöneldi, Arada lokantanın güneş ışığıyla parıldayan pencerelerine göz atmayı ihmal etmiyordu. Hızlı adımlarla tezgaha ulaştı. Pişirdiği kuşkonmazların sıcaklığı yüzünden alnı ter içinde kalmış, sakallı, siyahi satıcıya lokantadan görülemeyecek açıdan yaklaştı. Bir şişe su, dedi. Suyum yok. Hepsini çaldılar.' Mitch başını salladı. Adamın konuşma tarzı onun yabancı olduğunu ele veriyordu. Suriyeli. Lübnanlı, Hindistanlı hatta israil'li olabilirdi. Önemli de değildi. Zor bir iş değil mi? dedi Mitch. Sorma. Memlekette daha kötü. Her şeyi çaldılar. Memleketin neresi? Şam. Mitch bir kez daha başını salladı. Haklı olduğunu görmek her zaman hoşuna giderdi. Bir Red Bull ver bana. Tamam. Bir Red Bull. Buz dolu kovaya eğilip bir kutu Red Bull aldı. Mitch adama parayı verip kutuyu alıp açtı. Sonra bir yudum aldı. Lokantanın kapısını gayet rahatlıkla görebiliyordu. Hat- 229 ta içerideki masa, sandalyelerin üçte birlik kısmı da görüş açısı içindeydi. Ama ne hedefi ne de herifin kaçık kız kardeşini görebildi. Birden nabız atışları hızlandı. Üstelik buna hızlı içtiği Red Bull'un içerdiği yüksek miktardaki kafein neden olmamıştı. Zonklayan şakaklarında stresi somut biçimde hissediyordu. Lokantanın hemen karşısındaki kavşağın yan tarafına park etmiş kamyonete baktı. Columbus istikametinden yaklaşan bir dağıtım kamyonunu görünce yerinden fırlayıp, kamyonun arkasına saklanmaya çalışarak karşı tarafa geçti. Kamyonetin arkasına doğru geçip tam karşıdan lokantaya baktı. Lanet olsun, dedi. Cep telefonunu çıkartıp iki tuşa dokundu. İlk çalışın yarısında telefon açıldı. Evet? Bu Hall'dü. Kaçtılar, dedi Mitch. Hail rahatsız edici bir süre sessiz kaldı. Sonra, Ne zaman? diye sordu.

117 Mitch sıkıntıyla yüzünü ekşitti. Bilmiyorum. Durumu netleştirmek için üç soru soracağım, dedi Hail. Mitch bu üç sorunun aslında olumsuz durumun nelere yol açacağını ortaya koymak için yapılacak yorumlar olduğunun farkındaydı. Hail genel tarzı itibariyle bu soruları işi yüzüne gözüne bulaştıranın Mitch olduğunun altını çizmek, onun aslında nefes almayı dahi hak etmeyen bir olduğunu ifade etmek için yöneltirdi. Bir, dedi Hail. Hedefler lokantada kahvaltı ediyorlardı öyle mi? Doğru. İki. Sen de lokantanın önüne park edip takip cihazını kontrol etmiyor muydun? Doğru. Üç. O zaman nasıl kaçtılar oradan? Bilmiyorum, diye bağırdı Mitch. Takip cihazına göre hâlâ lokantadalar! Hail ses tonunu fısıltı seviyesine düşürerek, Mitch neredesin? diye sordu. 76. Cadde'yle Columbus'un kesiştiği yerde, lokantanın önündeyim. Arabada, takip cihazını kontrol ediyorsun sanıyordum. Şimdi lanet olası bir kum Red Bull almak için indim! Sadece iki dakikalığına uzaklaştım arabadan. Üstelik gözümü lokantanın kapısından bir an bile ayırmadım. Mitch şu an görüntülü görüşme yapsa karşısında nasıl bir yüz ifadesi göreceğini tahmin ediyordu. Direksiyonda, bir parmağıyla tempo tutuyor olmalıydı. Büyük bir ihtimalle dudaklarının arasında bir sigara vardı. Yanındaki Ray'le de arada bakışıyorlardı herhalde. Arabaya geri dön, dedi Hail. Ve cihazı kontrol et. Tamam, dedi Mitch koşar adım arabaya yönelirken, bir yandan da içinden Hall'ün bu kaba tavırlarına söyleniyordu. Bir budalaymış gibi davranılmaktan nefret ediyordu. Ön koltuğa oturup cihazın ekranını kontrol etti. Hâlâ hareketsiz, dedi Hall'e. Lanet olası kucağımda otursa aynen böyle gözükür herhalde. Anlayamıyorum. Lokantaya gidip bir iki soru sor. Sonra beni ara. Siz ikiniz neredesiniz? 231 Batı Yakası'nda Yolda. Çocuğun telefonu bir daha kullanıldı mı? Hayır. Hedefin? Hayır. Çocuğun annesinin? Hayır. Hat kesildi. Lanet olsun, diye mırıldandı Mitch. Hem size hem de bana.

118 Rita adam içeri girdiği anda kızıl saçlarıyla bıyığını fark etti. Hemen Mitch'in yanına yöneldi. İstediğin yere otur, tatlım. Teşekkürler, ben sadece birine bakıyorum. Rita adamın iyi biri olduğu imajı vermeye çalıştığını fark edip lokantanın her yanını gözden geçiren adamı izledi. Taksici sonunda ona döndü. Bir saat kadar önce bir adamla kızı buraya bıraktım. Adam bana ödeme yaparken parasını düşürmüş. İki yirmilik. Tanrım, dedi Rita. Dürüst bir taksici! Sevimli bir ifadeyle gülümsedi. Mitch de karşılık olarak omuz silkmekle yetindi. Bu sırada Rita içinden umarım abartmıyorum diye geçiriyordu. Kırk yaşlarındaydı. Zayıf, solgun görünüşlü. Kız da mor bir elbise giyiyordu. Biraz tuhaftı. Kafasını işaret etti. Rita'nın kalp atışları iyice hızlanmıştı. Titreyip titremediklerine emin olamadığı için ellerini arkasında kavuşturdu. Bu adamdan çevresine tuhaf bir uğursuzluk dalgası yayılıyordu sanki. Hmın, dedi duraksayarak. Hayır, öyle birilerini gördüğümü sanmıyorum. Şanslı günündesin anlaşılan. Rita adamın gözlerinin içine bakmamaya çalışıyordu. Adamın yüz ifadesinden en ufak bir şey anlaşılmadığından ikna edici bir tavır sergileyip sergileyemediğine de bir türlü emin olamıyordu. Doğru, dedi. Galiba haklısın. Tuvaleti kullanmamda bir sakınca var mı? Tabii ki yok tatlım. Adam yanından geçip tuvalete yönelirken arkasına dönüp yüzündeki gülümsemeyi saklamaya çalıştı. Adrenalin yüzünden bütün vücudu gerilmişti. Birkaç saniye bekledikten sonra arkasına döndü. Adam koridorda gözden kaybolmuştu. Üzerinde Hollywood'takilere benzeyen büyük yıldız işaretinin, altında da Angelina yazısının bulunduğu kapının önündeydi. Kapıyı iki kez çalıp sadece başını içeri sokacak kadar araladı. Boştu. Bu kez yıldız ve altında Brad yazısı olan kapıya yönelip kulağını dayadı. Sonra ilerlemeyi sürdürdü. Biri lavabonun musluğunu açık bırakmıştı. Eğilip bir başka kapının altından baktı. Burası da boştu. Musluğu kapatıp aynaya baktı. Garson kadının yalan söylediğine emindi ama bunu bilmenin bir yararı da yoktu. Neticede şüpheli kaçmıştı. Herif amma da çetin ceviz çıkmıştı. Hail ile Ray1 i haklamış, şimdi de Mitch'i tuvalet aynasında kendi yüzünü izlemekle vakit geçirecek hale sokmuştu. 233 Tuvaletten çıkıp koridora yöneldiğinde diğer uçta pasaja açılan arka kapıyı gördü. Soluk tenli bir bulaşıkçı duvara yaslanmış, boş gözlerle etrafa bakıp sigara içiyordu.

119 Ha visto un hombrey una mujer vestidos de mor ada salir de aqui? ' diye sordu Mitch. Bulaşıkçı başını iki yana sallayınca Mitch çıkıp taksiye doğru yöneldi. Şüpheli onu kandırmış, atlatmıştı. Ama bunu nasıl yapmış olabileceğini bilemiyordu. Telefonu çaldığında Hail, Amsterdaırfda sağa çekmiş bekliyordu. Başı, göğüs kafesi zonkluyor, açlığını yatıştırmak için ağzına tıktığı yumurtalı McMutYin midesinde okyanus dibindeki gemi enkazı misali oturmuştu. Müthiş öfkeliydi. Ama Mitch'c ya da Ray'e değil kendine kızıyordu. Bu iş için yaptığı ön hazırlıkların kusursuz olduğunu sanmıştı. Olabilecek tüm olumsuzlukları düşünüp ona göre tedbir aldığını düşünmüştü. Oysa her şeyi yanlış yorumladığı ortadaydı. Matheson oğlunu bırakıp kaçacak kadar kararlı çıkmıştı. Şüphelinin hiç de göründüğü gibi bir zavallı olmadığı ortadaydı. İlk tanıştıklarında Hail aşağılık herifi bir şeye benzetememişti. Ama iki kez kendilerini alt etmeyi başarmıştı. Geiger'se başlı başına bir sorundu. Telefonu açtı. Evet? 234 Çoktan gitmişler, dedi Mitch. Şimdi ne yapmamı istiyorsun? Hail, elindeki turuncu plastik kutuyla oynayan Ray'e baktı. Buraya gel. Amsterdam'da 33. Cadde'dey iz. Geliyorum. Hail arkasına yaslandı. Eğer bu iş ömürlerinin sonuna dek üçünün aynı tuvaleti kullanmak zorunda kalacakları biçimde sonuçlanır ya da onları önce yanlış adamlar bulursa bunun sorumluluğu bütünüyle kendisine ait olacaktı. En büyük hatası Geiger'i yanlış değerlendirmek olmuştu. Hail ilk anda bu iş için Dalton'u düşünmüştü. Herif psikopatın tekiydi ama sonuçta istediğinizi öğrenmenizi sağlardı. Ama birdenbire zihninde nedense bağlı olduğu sandalyede yüzü gözü şişmiş, kan tüküren bir çocuk görüntüsü belirmiş o da bunun üzerine fikrini değiştirmişti. Daha yeni yeni Geiger'le en azından bir açıdan benzer bakış açısına sahip olduklarını fark ediyordu. Ve sonunda da bu zaafları hançerin ikisinin birden boğazına saplanmasına neden olacaktı. Hail korku filmlerinden çıkmış gibi gözüken Ray'in avucundaki iki hapı inceleyişine baktı. Ray inleyip yüzünü buruşturdu. Ray'in beyni çenesini açmasını söylüyor ama kasları bu isteğe karşı koyuyordu. Çünkü bu dayanılmaz derecede acı vericiydi. Ray ağzını açamadığı için içemediği haplara sonra da Hall'e baktı. Sanki ağzı yutamayacağı kadar sıcak çorbayla doluymuş gibi zorlukla konuşabiliyordu. Bana... yardım... et, dedi boştaki eliyle ürkütücü ağzını göstererek. Lanet olsun, dedi Hail başını iki yana sallayarak. 235

120 Ray şiş, etrafı mosmor gözlerini kıstı. Bu haliyle dev, öfkeli bir rakunu andırıyordu. Hail ortağının elindeki hapları alıp, Ray'in çenesini araladı. Adam adeta bir ayı gibi inlerken Hail hapları ağzına tıktı. Sonra da açtığı çenesini yeniden kapattı. Ray gözlerini kapatarak yuttu. Sonra da, Teşekkürler, diye mırıldandı Ağrının ilk anında Geiger'in zihni aşırı yük bindiğini tespit eden bir motor misali dururdu. Zaman, mekan kavramı bütünüyle ortadan kalkardı. Boşluğa düşmüş gibi olurdu. Sesler sadece çok uzak geçmişte kalmış bir anıdan ibaret hale dönüşürdü. Üstelik geçmişten hatırlayabileceği fazla bir anısı da yoktu. Zihni bir geçmişe bir o ana kayıp gidiyordu. Elinde mumla babası onu kapıya doğru götürdü. İnşaat o gün bitmişti. Kapıyı hızla açtı. Oda, tabii oda demek mümkünse, bir buçuk metrekare büyüklüğündeydi. Bundan sonra burada uyuyacaksın, dedi çocuğa. Ama baba... burası çok küçük. İçeri gir ve yat. Yalnız kalmak istemiyorum, baba. Yalnız değilsin. Müzik her zaman seninle olacak. Babası mumu yere, kasetçatarla beş altı kasetin yanına bıraktı. Çocuk içeri girdi. Uyu, dedi babası kapıyı kapatır- 237 ken. Artık zifiri karanlıkta çocuğun titreyen soluklarından başka hiçbir şey duyulmuyordu. El yordamıyla kasetçalah ve kasetleri buldu. Yan yatıp, bacaklarını karnına çekti. Ayak tabanları bir duvara, sırtı, beli diğerine başı da üçüncü duvara temas ediyordu. Orada öylece bundan sonra olacakları beklemeye koyuldu. Geiger gözlerini açtığında başucunda durmuş kendisine bakan Ezra'yla göz göze geldi. Merhaba, dedi çocuk, sonra da Geiger'in görüş alanından çıktı. Geiger zeminden, duvarlardan destek alarak doğrulmaya çalıştı. Sanki dokunduğu yerler bir şekilde sertliğini kaybedip eğilip bükülebilir bir hal almış gibiydi. Kalkıp dengesini yavaş yavaş sağlamaya çalışarak bölmeden çıktı. Bu kez uyumamıştı. İstemsiz bir biçimde bilincini kaybedişini, kendini kontrol edemeyecek hale gelişini düşünmek bile bir hayli rahatsız ediciydi. Migreninin kuralları bütünüyle bozulmuştu. Normalde migren krizini bir rüya tetiklerdi. Ama bu sefer kriz durduk yere başlamıştı. Geiger artık kendisini aciz duruma düşürecek bu tür krizleri her an her yerde geçirebileceğinin bilincindeydi.

121 Karanlıkta ilerlemeye çalışan bir adam misali ellerini iki yana açarak oturma odasına açılan kısa koridora çıktı. Masasına doğru yavaş, dikkatli adımlarla ilerledi. Ezra kanepede, göğsüne dek çektiği dizlerine sımsıkı sarılmış oturuyordu. Neden yapıyorsun bu işi? diye sordu. 238 İnsanlara doğruları söyletiyorum. Bilgi alıyorum onlardan. Geiger salladığı paketten bir sigara alıp yeniden çocuğa dönerken kanepenin yanındaki kemanı gördü. Ben bölmedeyken çalan sen miydin? Ezra başıyla onayladı. Ölmüş olabileceğini düşündüm. Derin bir iç çekişin ardından dudaklarından, Ahhh, sesi işitildi. Yiyecek ve Advil için teşekkürler. Geiger in kendine gelmiş olması onu müthiş derecede rahatlatmıştı. Ama karşısındaki bu adamın çok tuhaf biri olduğu düşüncesi de aklından çıkmıyordu. Aynı kişi hem kendi koruyucusu hem de profesyonel bir işkenceci olabilir miydi? Geiger hiçbir şey söylemeden çocuğun yanında durdu. Neyin var senin? diye sordu Ezra. Bilmiyorum. Yeni bir nöbet daha geçirmeyeceksin değil mi? Nöbet geçirmedim zaten. Neydi o zaman? Migren. Çok güçlü bir baş ağrısı. İnanılmaz. Bana hiç de baş ağrısı gibi gelmedi. Belki bir doktora görünsen iyi olur. Psikiyatristim var. Sahiden mi? Peki o ne iş yaptığını biliyor mu? Ezra, Geiger'i bir odada oturmuş psikiyatriste yaptığı işi anlatırken hayal etmeye çalıştı ama gözünde böyle bir şey canlandırmak hiç de kolay değildi. Geiger yanıt vermeyince Ezra sözlerini sürdürdü. Babam gidince ben de psikiyatriste gitmeye başladım. Annem götürüyordu. Kemikleri seçilen omzunu hatifçe oynattı. Hiçbir işe yaramadı. Psikiyatrist bana boşanmayla ilgili neler hissettiğimi sorup duruyordu. Ben konuşmayı pek sevmezdim. Konuşmanın çoğunu annem yapardı. Kaliforniya'ya taşınmaktan, beni keman öğretmenimden ayırmaktan filan bahsederdi. Sonra da psikiyatriste. 'Bu bencilce mi?' diye sorardı. Psikiyatrist, 'Sizce bencilce mi?' diye soruyla karşılık verirdi. Onun üzerine annem, 'Siz ne düşünüyorsunuz?' diye sorardı. İşte böyle oturur, onların birbirlerine karşılıklı sorular sormalarını seyrederdim. Sigara içeceğim, dedi Geiger. Arka kapıya yönelip şifreyi tuşlayıp, bahçeye çıktı. Çimler güneşin altında adeta yemyeşil cam parçaları gibi parıldıyordu. Parlak ışığa alışıncaya dek bir kez gözlerini kırpıştırmak zorunda kaldı.

122 Bacaklarında hiç güç yoktu. Ama artık çocuğun sesi kulaklarında yankılanmıyor, gözünün ucuyla hayaletler görmüyordu. Ağacın altına oturup sigarasını yaktı. Çocuğun annesini düşünüyor, bundan sonra neler olabileceğini zihninde kurgulamaya çalışarak bir çıkış yolu bulmaya uğraşıyordu. Ancak çok şey kontrolü dışında gelişiyordu. Hail peşlerin-deydi. Harry'nin korkutan şey doğru çıkmış, adam teknolojinin nimetlerinden de sonuna dek faydalanıyordu. Tren, uçak, otobüs seçeneklerinin hepsi çok riskliydi. Her an bir polis incelemesine maruz kalabilirlerdi. Şu anki durumu göz önüne alındığında araba kullanmaya kalkmak da hiç akıllıca olmayacaktı. Geiger zihninin ve bedeninin efendisi olmaya alışmıştı. Ama şimdi daha çok her ikisinin de kölesi olmuş gibiydi. Yeni bir tuzak kurmaya kalkmak da o an için aptalca olacaktı. Çocuğu annesine götürmeye kalkmak büyük bir tehlikeye atılmak manasına gelecekti. Anneyi çocuğun yanına çağırmak en mantıklısıydı. Ama öncelikle Ezra'yla birlikte buradan ayrılmaları şarttı. Yardım bulmak zorundaydı. Ezra kapının önüne gelip ağacın altında hiç kıpırdamadan oturan Geiger'i seyretti. Bu hali Ezra'ya annesinin bahçeye koyduğu küçük Buda heykelini hatırlattı ve içi o anda büyük bir özlemle doldu. Annesinin piyanoyla kemanına eşlik ederken dikkatini toplamak için alt dudağını ısırışı gözünde canlandı. Annesi arada hata yapınca küfrtfbasmamak için çaba harcar, bunu fark eden Ezra da gülmemeye çalışırdı. O anlarda annesiyle çok yakınlaştıklarını hissederdi. Hiç konuşmadan notalar aracılığıyla duygularını paylaşırlardı. Dışarı çıkabilir miyim?diye sordu Ezra. Evet. Ezra iki adım atıp tentenin altında durdu. Sonra başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Güneş ne güzel! dedi. Peki o dosyadaki adama sonra ne oldu? Sanırım Victor'du adı. Onu... kestin mi? Hayır ama o öyle sandı ve bana doğruyu söyledi. Kızı bir bodruma kapatmış. Yani kızın hayatını kurtardın. Ben sadece doğruyu öğrendim. Sonra neler olup bittiği benim işim değil. Her zaman doğruyu öğrenir misin? Evet. Eninde sonunda herkesi istediğini yapacak hale getirebilirsin. Geiger düşünmeden sarf ettiği bu cümleyle acımasız bir gerçeğin altını çizmişti. Ezra insan işkenceci olmayı nasıl 241 öğrenir diye geçirdi. İşkenceci olmak için okuyabileceği kitaplar, izleyebileceği video kayıtları ya da katılabileceği kurslar filan mı vardı? Kedi de dışarı çıkıp tırabzanın üzerine sıçradı. Ezra küçük parmağıyla hayvanın başında küçük daireler çizmeye koyuldu.

123 Ona doğru dürüst bir isim vermelisin, dedi. Sonra gülümsedi. Hey, ona Tony Montana'dan esinlenerek Tony diyebilirsin mesela. Kim? Tony Montana. Al Pacino'nun filmi var ya hani! Yaralı Yüz, biliyorsundur mutlaka. Başını kaldırınca Geiger'in boş bakışlarıyla karşılaştı. Anlamadın mı? Yaralı Yüz. Film? Sinemaya gitmem. Pekala. Ama ona bir ad takman şart. Kedi biraz saçma oluyor. Gidiyoruz, dedi Geiger ayağa kalkıp içeri yönelirken. Ezra da peşinden girdi. Geiger musluktan bir bardak su doldurdu. Annemi aramaya çalışmayacak mıyız? Evet. Ama ankesörlü telefondan aramamız gerek. Suyu bir dikişte bitirdi. Sonra da bir daha buraya dönmeyeceğiz. Bu Ezra'nın hiç beklemediği, şaşkınlıkla irkilmesine neden olan bir cümleydi. Neden? Çünkü seni arayan adamlar buralarda. Dışarı çıktığımda arabalarıyla civarda dolaştıklarını gördüm. 242 Ezra önce tepeden tırnağa korkuyla ürperdi, sonra birden Harry ile yaptığı internet görüşmesini anımsadı. Ha, lanet olsun! Unuttum. Arkadaşın... Arkadaşım? Harry. O senin arkadaşın değil mi? Ne olmuş Harry'e? Sen bölmedeyken onunla internetten görüştüm. Buraya gelmek istedi. Nerede oturduğumu bilmiyor. Evet, öyleymiş. Ama ben oha eczane fişinin üzerindeki adresi gönderdim. Okuyup okumadığını bilmiyorum. Çünkü hemen çevrimdışı oldu. Geiger kurutma makinesinden Ezra'nın temiz giysilerini çıkartıp çocuğa uzattı. Üzerini değiştir. Harry konusu ne olacak? Geiger giysileri Ezra'nın eline tutuşturup, Üzerini değiştir, dedi. Çocuğun Harry ile yaptığı görüşme halen ekrandaydı. Geiger metni yukarı kaydırarak tüm yazılanları okumaya koyul du. Bitirince o ekranı kapattı ve alttan Ezra'nın babasına yolladığı mesaj belirdi. MİSAFİR: Ben EZ. Neredesin. Ama şimdi bu mesaj yanıtlanmıştı. 13:06'da. On dört dakika önce. BIGBOSSMAN: Laptopunu kullanmıyorsun? Neredesin? 243 Geiger klavyeye uzanıp yazmaya başladı.

124 MİSAFİR: Matheson, orada mısın? Geiger her şeyin birbirine karıştığını, tüm parçaların adeta sele kapılıp ellerinden kayıp gittiğini hissediyordu. Harry ile Hail onu arıyorlardı. Babası sürekli aklına geliyordu. Matheson sonunda ortaya çıkmıştı. Geiger bir karadeliğe düşmüş gibi hissetti. Geçmiş, gelecek o an hepsi birbirine karışmıştı. Ekranda yanıt belirdi. BIGBOSSMAN: Kimsiniz? MİSAFİR: Oğlun elimizde. BIGBOSSMAN: Lütfen Ezra'nın canını yakmayın. MİSAFİR: Ezra'nın iyiliği açısından umarım istediğimiz şey hâlâ sendedir. Ve sen de yakınlardasındır. BIGBOSSMAN: Bende. Hâlâ şehirdeyim. Geiger aklını toplamaya çalışıyor ama düşünceler sürekli zihninden akıp gidiyordu. Sanki hem sürücü hem de arabaymış gibi hissediyordu. Hem yoldan çıkmamaya çalışıyor hem de hangi yoldan gitmesi gerektiğine karar vermek için çevresine bakmıyordu. Yeniden klavyeye uzandı. MİSAFİR: Cep numaranı yaz. Arayıp bizimle nerede buluşabileceğini bildireceğiz. Sadece bir kez arayacağız. Eğer açmazsan da çocuğu öldüreceğiz. 244 BIGBOSSMAN: Ne isterseniz yapacağım. Lütfen oğluma zarar vermeyin. Geiger bir kalem alıp numarayı avucuna yazdı, ardından sohbet penceresini kapattı. Ezra'nın banyodan çıktığını duyunca da kalkıp çocuğun yanına gitti. Şimdi ne yapacağız? Ben de üzerimi değiştireyim. Sonra çıkacağız. Peki ya Harry? Harry'i bekleyemeyiz. Peki ya kedi? Kedi canı nereye isterse oraya gider. Vedalaş onunla. Dışarı çıktıklarında Geiger Bay Meniz'in yanma gidip adama bir sigara uzattı. Kim bu çocuk? Bay Memz, döviz bürosunun kapısının on adım kadar ilerisinde, elinde kemanıyla gölgeye sinmiş halde duran Ezra'yı tepeden tırnağa süzdü. Ona göz kulak oluyorum, dedi Geiger. Üzerini değişmiş, siyah kazak, yeşil pantolon giyinişti. Senden bir şey isteyeceğim. Karşılığını alacaksın. Bay Memz sigarasını yakıp arkasına yaslandı. Senin-kiler etrafta dolaşıp duruyor. Her yarım saatte bir buradan geçiyorlar. Çocukla ilgili bir durum, değil mi?

125 Evet, dedi Geiger. Cebinden katlanmış bir kağıt parçası çıkardı. Biri beni aramaya gelebilir. Adı Harry. Zayıf, kahverengi saçlı, alnında yara izi var. Yanında bir de kız olma ihtimali var. Büyük bir ihtimalle nereye gideceğini bilmez halde dolaşıyor olacak. 245 Bir anda popüler oldun, DÇ. Kimin aklına gelirdi? Geiger kağıdı Bay Memz'e uzattı. O da kağıdı alıp açarak içindekileri okudu. Kağıtta büyük harflerle bir adres yazılıydı. Onu görürsen, dedi Geiger. Benimle burada buluşmasını söyler misin? Tamam. Bay Memz çakmağını yakıp kağıdı tutuşturdu, sonra da kağıdın tutuşmasını izledi. Unutmazsın değil mi? diye sordu Geiger. Bay Memz, Geiger'e ters ters bakıp iri parmağıyla kendi yüzünü işaret etti. Kimim ben? Ne iş yapıyorum? Geiger yola doğru bir göz atıp, Bir sorum var, dedi. Senin yola koyulman gerekmiyor mu? Bir tek soru. Neymiş? Her an ağrın oluyor mu? Bay Memz bir kaşını kaldırdı. Bu karşısındakine yakınlık hissettiğinin yegane göstergesiydi. Hem de her çeşidi. Ben bacağını kastetmiştim. Ne? Bacağım mı? Gömleğinin ucunu tutup hızla yukarı kaldırdı. Karnının yan tarafı yara izleriyle doluydu. Parçalandı. Bu taraftaki tüm kemiklerim kırıldı. Şimdi yatakta bu yana döndüğümde sanki krakerlerin üzerinde yatıyormuşum gibi sesler çıkıyor. Sonra ayağını sertçe yere vurdu. Acı önemli değil, ahbap. Sadece neden yaralandığını hatırlamana yardım eden bir haberci gibi. Ne demek istediğimi anlıyor musun? Başını yana eğerek Geiger'e 246 baktı. Evet, sanırım anlıyorsun. Şimdi seninkiler gelmeden kaldır kıçını bakalım. Geiger dönüp Ezra'ya el salladı. Çocuk yanına gelince de birlikte taksi aramaya koyuldular. Semper fi*, evlat, dedi Bay Memz. Ezra arkasına dönüp tek bacaklı adama baktı. Kim o? diye sordu Geiger. Bay Memz. Memz? Memorize* kelimesinin kısaltması gibi düşün. Bir sürü kitabı ezbere bilir. Gerçekten mi?

126 Gerçekten. Hızlı yürü. Bay Memz yokuşu çıkan-ikilinin ardından bakıyordu. Tam köşeye eriştikleri anda yumuşacık bir sesin söylediği şarkıyı işitti. Sally go 'round the roses... *** Fısıltıdan ancak biraz daha yüksek tempoda, sanki bir bebeğe ninni söyleniyormuşçasına mırıldanılıyordu. Sally, go 'round thepretty roses... '*** Şarkı onu gülümsetti. Hatırlamıştı. Jaynetts grubu, Şarkıyı kimin söylediğini görmek için diğer tarafa döndü. Şarkıcı bir adamın elini tutup, gözleri gökyüzünde sal lana sallana yürüyen bir kızdı. Adam da ne yana gideceğini bilmiyor gibi görünüyordu. 247 Hail 133. Cadde'de kırmızı ışıklarda durup Ray'e baktı. Ray'in gözleri kapalıydı. Başı yavaş yavaş çenesine düşünce irkilip gözlerini açarak etrafa bakındı. İlaç ve can acısı yüzünden aslında kısmen de olsa Hall'ün istediği biri gibi olmuştu. Doktor yaralarını dikerken Ray'in bu halinin ne gibi sonuçlar doğuracağını düşünmüştü. Uyan, ray! Ray'in göz kapakları aralandı. Ray, lanet olsun, açsana gözlerini! Ray doğrulup dışarı bakmaya koyuldu. Uyandım. Uyandım. Harry birinin kendisine seslendiğini duyunca donakaldı. Hey, Harry sen misin? İnternet kafenin önünden taksiye binerlerken Harry şoföre taksimetre on dolar yazıncaya kadar gitmesini istemişti. Cebinde on üç doları kalmış, paranın hepsini bitirmek istememişti. Böylece 116. Cadde'de inip Lily'i sürükleyerek son on sekiz bloğu yürüyerek katetmişti. Dizi iyiden iyiye şişmiş, her adımda dizinden hışırtılı bir ses işittiğini düşünmeye başlamıştı. Harry? Geiger'in arkadaşı Harry? Harry döndü. Evet? Bay Memz parmağıyla Amsterdam Meydanı'nı işaret etti. Orada. Köşede. Koşsan iyi olur, dostum. Harry yokuşa doğru bakınca Geiger'in sağa yanaşan taksiyi beklediğini gördü. Geiger arka kapıyı açınca Ezra hemen taksiye bindi. Geiger! diye bağırdı Harry. Geiger de arkaya, Ezra'nın yanına geçip kapıyı kapattı. Geiger! Geiger dikiz aynasından şoföre adresi gösterdi. Convent üzerinden Morningside'a, dedi. Acele edin. Bekle, dedi Ezra. Dinle. Çocuk arabanın camını açtı. Cam aşağı doğru inerken başını dışarı çıkardı. Bir an için bir şey duydum gibi... Ne duydun?

127 Ses yeniden işitildi. Uzaktan gelen ses bu kez net olarak anlaşılmıştı. Geiger! İşte! Geiger başını camdan uzatıp caddenin aşağısına doğru baktı. Kaldırımda iki kişi hızla yukarı yürüyordu. Taksiden indi. Harry, Lily'i çekiştirip, topallayarak yürümeye çalışırken bir yandan da el sallayarak bağırıyordu. Karşıya geçip yanlarına kestirmeden gelmeye çalışan ikiliyi izlerken birden yokuşun alt tarafında bir parıltı gördü. Bir araba köşeyi dönüp caddeye yönelmişti. Kal burada, dedi Geiger, Ezra'ya. Sonra her adımda daha bir hızlanarak Harry'e doğru koşmaya başladı. Hadi Harry, dedi. Acele et! Harry, Geiger'i gördüğü anda durdu. Eğilip ellerini dizlerine koyarak derin derin nefes almaya başladı. Bu sırada Geiger yanlarına ulaşmış, Lily'i kollarından yakalamıştı. Bu Hail, Harry. Koş! Geiger, Lily'le birlikte taksiye doğru koşmaya başladı. Hâlâ dizleri üstüne eğilmiş duran Harry doğrulup arkaya baktı. Bir Lexus aşağıdan hızla yaklaşıyordu. Lanet olsun. Derin bir nefes alıp doğruldu. Gösteriyi izleyen Bay Memz, Harry'nin yeniden olabildiğince hızla koşmaya başladığını gördü. Sonra batıya doğru dönüp gümüş renkli Lexus'un yaklaştığını gördü. Tanrım, işte başlıyoruz. Atkuyruğunu sallayıp, başını sağa sola çevirerek Harry'e bağırmaya başladı. Hadi dostum, daha hızlı. Harry köşeyi dönerken tökezleyip asfalta kapaklandı. Bay Memz yüzünü buruştururken dönüp Lexus'a baktı. Beceremeyecek, diye mırıldandı. Sonra koltuk değneğini alıp doğruldu. Ray'in yeniden içi geçmemiş olsa Hail arabayı bu kadar yavaş kullanmayacaktı. Ama şimdi caddenin her iki yanını da kontrol etme işi kendine kaldığından bir hayli yavaş ilerlemek zorunda kalmıştı. Sonunda dayanamayıp Ray'in göğsüne sert bir yumruk patlattı. Ray'in kan çanağına dönmüş gözleri birden fal taşı gibi açıldı. Uyuma! Ciddiyim, Ray. Bir daha uyursan canına okurum senin. Anladın mı? Ray homurdanarak yanıt verdi. Hail, Geiger'i, Lily'i taksiye bindirip araçtan yaklaşık yirmi adım kadar uzaktaki Harry'e yardım etmeye koştuğu sırada fark etti. Gaza asılırken bir eliyle de belindeki tabancasını kontrol etti. Motoru güçlü araç büyük bir gürültüyle hızlandı.

128 Hail hızlı bir şekilde düşünmeye çalışıyordu. Üzerlerine mi sürmeliyim? Yoksa taksiyle aralarına mı girsem? Tabancayı çekip kurşun mu yağdırsam? Ama ya etrafta polis varsa? Ray'e baktı. Geiger senin, çocuk da benim. Takside olmalı. Ray başıyla onayladı. Araç hızlanırken Ray'in içindeki intikam hissi de aynı oranda yükseliyordu. Ben Harry'i de istiyorum, dedi. Hail köşeyi döndüğü anda kamuflaj giysili birinin park halindeki iki aracın arasından caddeye yöneldiğini gördü. Koltuk değneğine yaslanarak ilerlemeye çalışan adam birden durup kendisine doğru yaklaşan arabaya sanki çok şaşırtıcı bir şey görmüş gibi öylece bakmaya koyuldu. Hail arabayı durdurabilmek için frene neredeyse üzerinde ayağa kalkacak kadar sert bastı. Ray kemeri takılı olmadığından koltuğundan fırlayıp başını hızla kontrol paneline çarptı. Canın cehenneme! diye bağırdı Hail. Lexus durmuştu. Bay Memz de son anda öne atılıp yere kapaklanırken koltuk değneği yere düştü. Hail, Bay Memz'e nefes almasına fırsat vermeden bağırmaya başladı. Kör müsün sen? Hail eğilip Bay Memz'in koluna yapıştı. Kalk! Kalksana! Bay Memz kolunu hızla çekti. Dokunma bana, pislik! 251 Galiba bir yerim kırıldı. Sonra acıyla inledi. Bu sırada belli etmeden yolun yukarısına bir baktı. Gidelim, dedi Geiger taksiciye. Çabuk. Şoför gaza bastı. Harry gözlerini kapatıp, ağrısını bir nebze olsun dindirmeye uğraşıyordu. Ardından eğilip Lily'nin yanında oturan Ezra'ya baktı. Adın Ezra değil mi? Evet. Ben de Harry. Aslında tanışıyoruz sayılır. Bu da kız kardeşim Lily. Pek konuşmaz. Ezra başıyla onayladı. Artık ona hiçbir şey şaşırtıcı gelmiyordu. Merhaba, Lily, dedi. Lily ona doğru döndü. İki çocuğun bakışları buluştu. Ben çok şarkı biliyorum, dedi. Sen? Şey, ben... Ezra duraksadı. Evet, ben de çok şarkı bilirim. Çünkü hepimiz içimizde milyonlarca şarkıyla doğarız. Bu yüzden de hepsini ezbere biliriz. Harry onlara dönüp bir şey söylemek istermişçesine ağzını açtı sonra yeniden kapattı.

129 Ama büyüdükçe, diye devam etti Lily. Hepsini unuturuz. Her gün birazını unutur, böylece her geçen gün biraz daha mutsuzlaşırız. Ama çocukken çoğunu hatırlarız. Gözlerini kapatıp başını Ezra'nın omzuna yasladı Corley kapıyı açtığında karşısında yalnızca Geiger'i değil on bir, on iki yaşlarında yüzü simetrik kırmızı çiziklerle dolu bir çocuğu, zayıf, şakağı yaralı, bitkin haldeki adamı ve bakışlarından psikolojik problemleri olduğu anlaşılan zarif genç kızı görünce büyük bir şaşkınlık yaşamıştı. İçeri girmemiz gerek, dedi Geiger. Kapının önündeki bu tuhaf gruptan yayılan ümitsizlik öylesine yoğundu ki Corley ilk anda nasıl davranması gerektiğini bilemedi. Geiger, dedi. Kim bu... Martin, içeri girmemiz gerek. Geiger'in huzursuz, titreyen ses tonu Corley'in alıştığı o pürüzsüz, sakin halinden bir hayli farklıydı. Geiger'e doğru yaklaşınca gözlerini gördü. Bir şey olmuştu. Gelin, dedi Corley kapıyı iyice açıp eliyle oturma odasındaki iki bej kanepeyle iki büyük deri koltuğu işaret ederek. 253 Ezra koltuğu tercih etti. Harry, Lily'i kanepeye oturtup kendisi de inleyerek yanına çöktü. Geiger ayakta kalmayı tercih etti. Corley bakışlarını odadaki konuklarında gezdirip, Ben Martin Corley, dedi. Psikiyatristim. Harry şaşkınlıkla başını kaldırdı. Dur bir saniye. Sen Geiger'in doktoru musun? Geiger'e döndü. Psikiyatriste mi gidiyorsun? Bu Harry, dedi Geiger. Bunlar da Ezra ve Harry'nin kız kardeşi Lily. Pekala, dedi Corley. Bu çok sıra dışı bir durum. Sanırım hepimiz aynı fikirdeyiz. Doktor, dedi Harry. Sanırım Lily'nin on beş yıldır bakımevinde olduğunu bu yüzden de hiçbir konuda aynı fikirde olamayacağını söylemem gerekiyor. Anlıyorum. Corley kanepeye yığılmış oturan kıza baktı. Hepinizin zor bir gün geçirdiği belli. Harry feci yaralanmış gibi görünüyor. İyi misin? Hiç iyi değilim, doktor. Advil var mı sende? Evet, getireyim. Başka bir şey isteyen var mı? Yiyecek? İçecek bir şeyler? Kola alabilir miyim? diye sordu Ezra. Diet Cola var. Olur mu? Evet, teşekkürler. Aslında, dedi Harry. Ben de bir şey içmek isterim. Geiger'in bakışlarını hissedince ona döndü. Ne? İş başında içmem. Ama iş bitti, dostum. Viskin var mı, doktor?

130 Sanırım. Ona alkol verme, Martin, dedi Geiger. Hadi dostum, dağıtacak halim yok. Sadece bir kadeh istedim. Hayır. Corley konuşmayı adeta büyülenmişçesine takip ediyordu. Geiger tepkisini net biçimde ortaya koymuştu, hem de koruyucu konumunda. Böyle bir şeye şahit olmak çok şaşırtıcı gelmişti. Corley duvara yaslanmış, bakışlarını odanın uzak köşesindeki bir şeye dikmiş öylece duran Geiger'e döndü. Geiger... Geiger onun peşi sıra mutfağa yöneldi. İçeri girdikleri anda Corley hemen atıldı. Neler olup bittiğini derhal öğrenmek istiyorum, Geiger. Özellikle de seninle ilgili kısmı. Çok karışık. En azından şimdilik bir özet geçiver. Martin, bu işin özeti yok. Corley, Geiger'in anlattıklarını dinledi. Kısa, ardı ardına eklenen cümlelerden oluşan bir hikaye dinlemişti. Çocuk kaçırıldı. Kim tarafından kaçırıldığını boş ver. Geiger onu kurtardı. Nasıl kurtardığını boş ver. Kötü adamlar hâlâ çocuğun peşinde. Nedenini boş ver. Geiger, Ezra'yı annesine götürmeye çalışıyor. Ayrıca bana da bir şey oldu, dedi Geiger. Migrenim vardı. Şimdiyse bir şeyler görmeye başladım. Görüntüler. Ne gibi? Babamla yaşadıklarıma ilişkin şeyler. Geiger elini kaldırdı. Onlar burada kalsın. Benim bir yere gitmem gerek. 255 Nereye? Çok kalmayacağım. Beni nasıl bir şeye bulaştırdığını bilmem lazım, Geiger. Daha fazla bilgiye ihtiyacım var. Şimdilik bir şey bilmemen senin için daha iyi. İşte yine aynı ifade. Tonlamasıyla anlatmak istediği şeyi nasıl da çarpıcı hale getiriyordu. Corley adamın bu özelliğiyle büyülenmişti. Martin, bilmediğin bir şeyi başkalarına da söyleyemezsin. Ayrıca işin içine polis girerse. Polis dedin de, Geiger, sahiden neden polisi aramıyoruz? Çocuk burada güvende. Polise durumu anlatmak Harry için de benim için de iyi olmaz. Corley sıkıntıyla yanaklarını şişirerek derin bir nefes aldı. Bu kabul edilemez.

131 Şimdi gidiyorum, Martin. Ezra'nın annesine ulaşmaya çalışacağım. Sonra biriyle görüşüp geri döneceğim. Sonra çocuğun annesine ulaşmanın bir yolunu bulacağız ve bu iş bitecek. Tüm bunları nasıl yapacağını biliyorsun yani? Hayır. Ama doğru yolda olduğuma eminim. Tıpkı rüyalardaki gibi, Martin. İnsanın rüyalarda hissettiği gibi. Corley önce düşündüklerini söylemekte tereddüt etti ama sonra söylemesi gerektiğinde karar kıldı. Rüyalarında istediğin yere hiç ulaşamıyorsun. Her rüyan olumsuz bir biçimde sona eriyor. Corley, Geiger'in yüzünde oluşan değişiklikleri inceledi. Kasları gerilmişti. Daha önce de gördüğü bu hüzünlü yüz ifadesinde bariz bir alaycılık havası seziliyordu. Ama Geiger hiçbir şey söylemeden oturma odasına yöneldi. Corley de onu izledi. Lily'le Harry başlarını birbirlerine yaslayıp uyuyakalmışlardı. Ben gidiyorum, dedi Geiger. Ezra yerinden sıçradı. Bu da ne demek? Anneni arayacağım. O zaman ben de geliyorum. Hayır. Senin dışarıda olmaman gerek. Ama burada yalnız kalmak istemiyorum. Yalnız değilsin. Corley, Ezra'nın Geiger'in yanına gittiğini gördü. Seninle kalmak istiyorum, dedi Ezra. Gözleri yaşarmıştı. Geiger'in elini tuttu. Her şey yoluna girecek, dedi Geiger. Martin iyi biridir. Hemen döneceğim. Omzunun üzerinden Corley'e baktı. 11er şey yolunda, Ezra, dedi Corley. Geiger geri geleceğini söylüyorsa mutlaka geri gelir. Bunu sen de biliyorsun değil mi? Ezra gözlerini Geiger'inkilerden ayırmadan, Söz mü? diye sordu. Söz, dedi Geiger. Ezra, Geiger'in yüzüne kısa bir süre daha baktıktan sonra nihayet elini bıraktı. Geiger, Corley'e bakıp başını sallayıp kapıya yöneldi. Sonra da arkasına bakmadan çıktı. 257 Öğleden sonra saat üç civarı Mulberry Caddesi nin en yoğun olduğu zamandı. Caddede hareket hiç durmaz, mal indirip bindirenler, alışverişten elleri kolları dolu dönenler, bir kenarda toplanıp sönmüş sigaralarını çiğneyerek gelip geçenleri seyreden yaşlılar caddeyi doldururdu. Envai çeşit koku, esen rüzgarda birbirine karışırdı. Camiine, Geiger'e birkaç kez eğer cennetin kokusu varsa Mulberry Caddesi'ni andırıyor olmalı demişti.

132 Geiger, Mulberry Teslimat'ın önündeki telefon kulübesine yöneldi. Daha önce ankesörlü telefon kullanmamıştı. Numarayı tuşlayıp çalışını dinledi. Bir, iki. Sonunda bir kadın yanıt verdi. Efendim? Bayan Matheson? Uzun zamandır o ismi kullanmıyorum. Bayan VVayland derseniz daha iyi olur. Siz kimsiniz? Ses tonuyla könce kendinizi tanıtın sonra konuşun' der gibiydi. Bayan VVayland, adım Geiger. Sakin olmaya çalışın. Oğlunuzla ilgili arıyorum. Kadının aniden derin bir nefes aldığını işitti. Ah, Tanrım. Aradığımda telefonunu açmayınca bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım. Ne oldu? Ezra iyi. Güvende. Güvende? Bu da ne demek? Oğlunuz, dün şu an saklanan eski kocanızı bulmaya çalışan adamlar tarafından kaçırıldı. Ne? Lütfen, Bayan VVayland. Mümkün olduğunca çabuk bitirmeme izin verin. Oğlum nerde? Vc sen de kimsin? Geiger o an için kullanışsız ve bir o kadar da tuhaf görünen ahizeye şöyle bir baktı. Ezra'yı kaçıranların elinden aldım. Şu an güvende. Nerede? Güvenli bir yerde. Şu an... Bak pislik herif. Eğer niyetin... Kes! Bunu o kadar yüksek sesle söylemişti ki yoldan geçenler başlarını çevirip Geiger'e baktılar. Geiger başını eğip derin bir nefes aldı. Bayan Wayland, sizi tehdit etmek, bir şeyler istemek için arıyor olsaydım çoktan söylerdim. Bunu bir düşünün. Ezra'yı size teslim etmek istiyorum. Arama sebebim de sadece bu. Geiger ağlayarak burnunu çektiğini işitebiliyordu. Devam edin, dedi kadın. New York uçağına binmeniz gerek. Lütfen polisle temas kurmaya kalkmayın. Bu, durumu daha da zorlaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Size doğruyu söylediğime inanmanız gerek. Oğlunuzu kaçıranlar sizin telefon numaranızı biliyorlar. Bu yüzden New York'a geldiğinizde telefonunuzu kullanmayın. Aksi takdirde yerinizi tespit edebilirler. Telefon kulübesinden beni arayın. Benim numaramı bilmiyorlar. Aradığınızda nereye gelmeniz gerektiğini söyleyeceğim. Ama nasıl... Lütfen numaramı not alın ve tekrar edin. Dokuz - bir -yedi - beş - beş - beş - dört - yedi - yedi - sekiz. Bir saniye.

133 259 Geiger gözlerini kapattı. Aynı anda çok fazla şey olup bitiyordu. Her sesi, her hareketi, her kokuyu ayrı ayrı hissediyor, bu da üzerinde müthiş bir baskı yaratıyordu. Tamam, dedi Ezra'nın annesi. Yazdım. Tekrar edin. Dokuz - bir - yedi - beş - beş - beş- dört - yedi - yedi - sekiz. Bunun zor olduğunu biliyorum ama bu görüşmeden de kimseye bahsetmemeniz gerekiyor. Kimseye olanları anlatmayın. Sadece bir bahane bulup oradan ayrılın. Pekala. Şimdi kapatıyorum. Bekle! Lütfen... Duraksadı. Kendini toplamaya çalışıyor gibiydi. Ezra'ya onu sevdiğimi söyler misiniz? Evet. Telefonu kapattıktan sonra Geiger Mott Caddesi'ne yöneldi. La Bella yarım blok kadar ilerideydi. Cannine'in cep telefonu vardı. Geiger de numarasını biliyordu ama Carmine telefonla konuşmazdı. İster iş, ister zevk için olsun, hatta en uygunsuz, en kötü durumda dahi telefonu açmazdı. Kısacası Carmine Delanotte'yi arayamazdınız. La Bella'ya gitmek zorundaydınız. Başgarson Geiger'i gülümseyerek selamladı. Bay Geiger. Nasılsınız? Sizi uzun zamandır göremedik. Camiine burada mı? Elbette. Müsaade ederseniz geldiğinizi bildireyim. İçerisi sarımsak ve kekik karışımı kokuyordu. Lokantanın ses sisteminden Stones'un Beast of Burden parçası 260 işitiliyordu. La Bella duvarları suluboya tablolarla süslü, hiç durmadan Frank Sinatra'yla Jerry Vale çalan o eski tarz İtalyan lokantalarına benzemezdi. Dekorasyonuyla da onlardan bütünüyle ayrılırdı. Zemin Bologna'dan getirilmiş on beş santimetrekarelik el emeği yer karolarıyla döşenmişti. Aydınlanma özenle yerleştirilmiş lambalarından yayılan incecik ışık huzmeleriyle sağlanıyordu. Lokantanın duvarları da modern sanatlar müzesinde sergilenmeye layık siyah beyaz fotoğraflarla süslüydü. Armani yelek ve pantolonlu garsonlar servisi müthiş bir sessizlikle yapardı. Carmine yaptığı her işte olduğu gibi lokantasında da ayrıntılara çok dikkat eder, ortaya çıkan sonucu da kibirlenme amacıyla değil daha çok başarısının nişanesi olarak değerlendirip, gururlanırdı. Geiger'e ve arkadaşlarına, Her şeyi bildiğini sanma ama öğrenebileceğine inan, demeyi severdi. Başgarson gelip karşı taraftaki kapıyı işaret etti. Bay Geiger, ofise buyurun lütfen.

134 Geiger başgarsonun peşinden lokantanın arka tarafına doğru yöneldi. Korumalar Geiger'i sessizce başlarıyla selamladılar. Sonra içlerinden biri kapıyı açınca Geiger oturma odası tarzı, gri duvarlı, akçaağaç kerestesinden imal edilmiş mobilyalarla döşeli ofise girdi. Geiger bu stili Ludlow Caddesi'ndeki izleme odasını inşa ederken kullanmıştı. Carmine elindeki Wall Street JournaVı bırakıp oturduğu kanepeden ayağa kalkarken okuma gözlüklerini çıkardı. Kim gelmiş, dedi gülümseyerek. BE uzmanı. Camiine erkek ya da kadın herkesle sarılarak selamlaşmayı tercih ederdi. Ancak zaman içinde Geiger in fiziksel 261 temastan pek hoşlanmadığını öğrendiğinden onu eliyle ipek döşemeli koltuğu işaret ederek karşıladı. Otur, dedi Carmine. Başgarson eşikte bekliyordu. Carmine1 in onun nerede olduğunu görmek için bakmasına gerek yoktu. Kenny, bana duble espresso. Bay Gcigcr'e da sade kahve. Şekersiz. Başgarson başıyla onaylayıp kapıyı sessizce kapattı. İki adam oturdu. Geiger acele etmemesi gerektiğini bildiğinden sessizce bekliyordu. Çok tuhafgünlerdeyiz, dedi Carmine zarif eliyle gazeteye vurarak. Ekonomi ve işler hiç bu kadar iyi olmamıştı. Geçen ay Staten Adaşımdan çok ucuza üç ev aldım. Birkaç yıl içinde üç katına satarım. Çok garip ama çok da karlı. Carmine'le ancak iki durumda görüşmeye gidersiniz. Ya ona bilmesi gerektiğini düşündüğünüz bir şey anlatmak is-tiyorsunuzdur ya da onun yardımına ihtiyacınız vardır. Her iki durumda da Carmine'in konuşmasını bitirip sonunda neden geldiğinizi sormasını beklemek zorundasınızdır. Kapı çalındı. Gel, dedi Carmine. Başgarson duble espressoyla ve kahveyi aralarındaki sehpaya koydu. Teşekkürler, Kenny. Başgarson çıkarken Carmine fincanına uzandı. Yüzünü ekşitip kahveyi kokladı, ardından başını iki yana salladı. Lanet olası parmaklar. Kahvesinden bir yudum alıp dilini memnuniyetle şaklattı. Ardından fincanı sehpaya geri koydu. Parmaklarını gerip, yumruğunu birkaç kez sıkıp gevşetti. Bu son zamanlarda beni çok rahatsız etmeye başladı. Hatırlarsan ilk buluşmamızda sen bana federallerden bahsederken ben de kırık parmaklarımdan bahsetmiştim. Evet. Carmine kahvesinden bir yudum daha aldı. Nasıl olduğunu anlatmış mıydım? Hayır.

135 Komik bir hikaye. Arkasındaki yastıklara yaslandı yazında. Donanmadaydım. Boston'da görev emri bekliyorduk. Hiç Boston'a gittin mi? Hayır. Gitmelisin. Harika bir şehirdir. Neyse, gece karaya çıktık. Orada hayatımın en lezzetli ıstakozlu krepini yedim. Sen deniz mahsulleri yemiyordun değil mi? Evet, yemem. Carmine sehpayı işaret etti. Soğumadan kahveni bitir. Neden her seferinde sana bunu hatırlatmak zorunda kalıyorum? Aslında bu sorunun yanıtı Gciger'in La Bella'nın kahvesini sevmediği, Carmine ısrar etmese, her seferinde mutlaka içmesini istiyordu, ağzına bile sürmeyeceğiydi. Neyse, sonra Cambridge'de yürümeye başladım. Birinin mikrofonla konuştuğunu duydum. O yöne doğru ilerlemeye koyuldum ve bil bakalım kendimi nerede buldum? Bilmem? Harvard Üniversitesi'nin bahçesinde. Bir gösteri vardı. Savaş karşıtı bir gösteri. Vietnam protestosu. Rengarenk tişörtlü, uzun saçlılardan oluşan müthiş bir kalabalık. Tabii bunlar senin zamanında yoktu. Neyse, bir çocuk elinde 263 mikrofon savaştan bahsediyordu. Ben de kalabalığın tam arkasındaydım. Derken kotunda İsa resmi olan bir çocuk dönüp bana baktı. Üzerimde beyaz üniformamla John Way-ne tarzı taktığım şapkamla karşısında öylece durdum. Beni sü/üp, 'Ne işin var senin burada?' dedi. Ben de, 'Dinliyorum. Burası özgür bir ülke, değil mi?' dedim. Çocuk ayakkabılarıma tükürdü. Her gün o ayakkabıları parlatmak için ne kadar uğraşıyordum biliyor musun? Geiger kahvesinden bir yudum daha aldı. Bunun üzerine ona yumruk savurdum. Geiger kahvesinden bir yudum daha aldı. Ama yumruğumu kolaylıkla savuşturup üzerime atladığı gibi beni tekmelemeye başladı. Üzerimde karate, kung fu figürleri sergiledi. Tıpkı filmlerdeki gibi. Zorlukla doğrulup saldırmak için harekete geçmeye yellendim ama sendeleyerek dengemi kaybedip, olanca hızımla yandaki elektrik direğine tosladım. Bam! İnleyerek yeniden yere yığılırken çocuk da çekip gitti. Ona dokunamamıştım bile. Ama ne oldu biliyor musun? İki parmağım kırılmış, eklemlerim zarar görmüştü. Arkadaşlarım Vietnam'a giderken ben elim alçıda orada kalakaldım. Bir daha da gidemedim. Küçücük bir HarvardTı piç beni savaş dışına itti. Carmine kahvesini bitirdi. Geiger de kendisininkinden bir yudum daha aldı. BE işinde yeni neler var?

136 Geiger fincanını bıraktı. Artık konuşma zamanı gelmişti. Şakakları zonkluyordu. Bir konuda yardımınıza ihtiyacım var. İşle ilgili mi? Bir silah lazım. Mavi gözleri fal taşı gibi açıldı. Neden? Geiger ona tüm hikayeyi anlatmak istemiyordu. Dikkatli olmaya çalışarak, Sadece önlem amaçlı, dedi. Hayatında silah kullandın mı? Hayır. Carmine özel dikim gömleğinin önünde gördüğü küçük iplik parçasını alıp yere attı. Eddie! Korumalardan biri hemen kapıyı açıp kaskatı durdu. Eli belindeki tabancasındaydı. Geiger'e bir makine lazım. Çok büyük olmasın. Daha önce hiç kullanmamış. Geri tepmesiz bir tane bul. Koruma başıyla onayladı. Dönüp dışarı yönelirken Geiger1 in gözünde çok sayıda görüntü belirdi. Geiger fincana uzandı. Ama tutamayıp yere düşürdü. Yere dökülen kahve damlalarının her birini adeta ağır çekim bir film izliyormuş gibi anbean görmüştü. Boş ver, dedi Carmine. İç çekip parmaklarını bir kez daha gerdi. Sersemlemiş haldeki Geiger patronunun ses tonundaki üzüntüyü sezer gibi olunca acaba kahvemde ne vardı diye düşünmeden edemedi. Carmine doğrulurken elini kır saçları arasında gezdirdi. Seni anlamıyorum, Geiger. Zeki bir adamım ama seni bir türlü anlamıyorum. Carmine gidip önünde çömeldiği Geiger'in yanağını sevgiyle okşadı. Bana hâlâ yanıt verecek durumdayken sana bir soru sormak istiyorum. Sen beni anlıyor musun? 265 Uyuşturucunun etkisiyle bilincini kaybetme eşiğine gelmek Geiger için yepyeni bir durumdu. Ensesinden aşağı süzülen ter damlalarını hissetse de aldırmayıp Evet, dedi. Carmine elini bir kez daha yaklaştırdı ama bu kez Geiger'in yanağına sert bir tokat attı. Bunu neden yaptın? Ne düşünüyorsun, Tanrı aşkına? Evet, dedi Geiger. Bunun hoşuma gideceğini mi sandın? Gitmedi, Geiger. Sen benim adamımsın. Geiger'in başı dönüyordu. Evet, dedi bir kez daha.

137 Keşke başka seçeneğim olsaydı. Ama ben bu insanlarla iş yapıyorum. Federallerin evime mikrofon yerleştirdiklerini söylediğini hatırlıyor musun? Onları istediğim yere yönlendirme şansı buldum. Senin sayende. Onlarla ilişkiye geçmemi de sen sağladın. Sonra konuştuk ve anlaşma yaptık. Onlara arada sırada yardım ederek iyilik yapıyorum, onlar da beni rahat bırakıyorlardı. Tanrım. Geiger. Hall'ü sana yollayan Colicos değildi. Bendim. Evet. Kimleri karşına aldığının farkında mısın? Bu adamlar aracı. İnşaat işinden bahsetmiyorum. Devlet adına çalışan adamlar bunlar. Anlıyor musun? Asla tespit edilemeyecek işler yaparlar. Ayrıca oyunu kurallarına göre de oynamazlar. Çünkü böyle bir mecburiyetleri yoktur. Eskinin komandoları, kovboyları gibiler. Çoğunun da aklından zoru vardır. Aslında onların yaptıkları işi sen de uzun süre yapsan sen de keçileri kaçırırsın. Kısacası işlerini yapmak için her yolu denerler. Çünkü başarısız olurlarsa ortadan kaldırılacaklarını iyi bilirler. Bu adamlar işin sonunda emekli maaşları alıp, sağlık sigortasına kavuşmayı hayal ederek yaşayan tipler değiller. Kaptın mı? Carmine sanki birden kısa olduklarına karar vermişçesi-ne ceket kollarını çekiştirmeye başladı. Bu sabah arayıp son derece nazikçe buraya uğrayabileceğinden bahsettiler. Kısacası hem bana hem de onlara bir iyilik yapman gerek. Onlara istedikleri şeyi ver. Onun küçük bir çocuk olduğunu biliyorum. Ama aklını başına lopla. Evet. Carmine, Geiger'in yüzünü elleri arasına aldı. Ayrıca sana hayat hakkında bir şey daha söyleyeceğim, Geiger. Şu senin içerisi dışarısına rakiptir şeklindeki düşüncenle ilgi. Tam bir zırvalık! Kıçının sahibi yaşamdır. Hem de doğduğun andan mezara gideceğin güne dek. İşte sen bunu anlamıyorsun, Geiger. Sen seçeneğin olduğunu sanıyorsun ama yanılıyorsun. Eğer bu işten sağ kurtulmayı başarırsan bunu aklından çıkarma. Evet... Geiger bilincini bütünüyle yitirip karanlığa teslim olmadan önce, hem de zihninin son derece bulanık olduğu o anda bile müthiş çelişkili bir durumun içinde olduğunu sezinledi. Tüm yaşamı boyunca kendisini hiç bu kadar iyi hissetmemişti. 267 ÜÇÜNCÜ KISIM 18 Geiger. Uyan/' Ses arkasından geliyordu: El ve ayak bilekleriyle göğsünden bağlı olduğunu hissetti. Bir yere sımsıkı bağlanmıştı. Gözlerini açıp duyularını kontrol etmeye çabaladı. Görme, işitme, dokunma. Hepsi düzgün gibiydi. Baş dönmesi, bulanıklık filan yoktu.

138 Kendi yerinde, Ludlovv Caddesi'ndeki seans odasında, berber sandalyesine bağlanmış haldeydi. Üzerinde sadece beyaz iç çamaşırı vardı. Klima kapalıydı. İçerisi çok sıcaktı. Ter içinde kalmıştı. Uyandım, dedi. Önünde bir adam belirdi. Oldukça zayıf, boyu bir seksenin oldukça üzerindeki adam bej rengi bir pantolonla gri kazak giymişti. Yuvarlak gözlükleri, ampulleri hatırlatan dazlak kafasındaki birkaç tel saçı beyazlamış adam Geiger'e peygamberdevesi böceklerini hatırlatmıştı. Adam elinde bir çift tek kullanımlık lastik eldiven tutuyordu. Adım Dalton, dedi. Her ne kadar aklımın ucundan geçirmemiş olsam da sizinle tanıştığıma çok sevindim. Sesine ergenlerin yapabilecekleri her türlü haylazlığı gayet iyi bilen lise öğretmenlerini andıran son derece rahat bir tonlama hakimdi. Lastik eldivenlerinden birini gevşetmek için açıp, giydi. Bu sırada lastiğin genişleme sesi işitilmişti. Bu eldivenler hoşuma gidiyor, dedi. Sen ne takıyorsun? Hiçbir şey. Verdiği hissi sevmiyorum. Bulaşıcı hastalıklardan korkmuyor musun? AİDS, he-patitc... Genelde kanamaları olmaz. Dalton diğer eldiveni de aynı şekilde şaklatarak açıp giydi. Geiger tek taraflı aynaya baktı. Orada başka kim vardı? Kesinlikle Hail. Carmine? Büyük bir ihtimalle o yoktu. Ancak adamın sözleri kulaklarında yankılanıyordu: Ama ben bu insanlarla iş yapıyorum. Kimleri karşına aldığının farkında mısın? Devlet adına çalışan adamlar bunlar. Dalton, Geiger'in bakışlarını takip etti. Burası harika bir yer, Geiger, dedi. En ince detayı bile düşünmüş, özenle yapmışsın. İzleme odası da müthiş. Dalton, Geiger'in arkasına doğru yürüyüp gözden kayboldu. Sonra tekerlekli bir arabayı iterek geri döndü. Kendi aletlerimden birkaçını getirdim. Seninkilerden de aldım. Arabanın raflarında küçük bir bütan gazlı alev makinesi, büyükçe bir yapışkan bant rulosu, tahta saplı bir tığ, üst kısmı on santimlik mavi kauçukla kaplanmış alüminyum beyzbol sopası ve Geiger'in eski usturası vardı. Arabanın alt rafındaysa beş altı kadar beyaz el havlusu, bir top sargı bezi, küçük bir yapışkan bant rulosu ve özenle katlanmış gri bir yağmurluk bulunuyordu. Bu tarafta olmak çok garip olmalı, dedi Dalton. Geiger, Daltorfun üzerine bir hayli bol gelen giysilerine baktı. Bu kıyafetler yüzünden adamın vücut şeklini anlayamamıştı. Yüzü soluk, alnı kırışıklarla doluydu. Elli yaşlarında olmalıydı. Ne kadardır baygınım? Yaklaşık kırk beş dakikadır. Dalton gözlüklerini çıkartıp camlarını temizlemeye koyuldu. Artık işe geçelim. Vakit kaybetmek istemiyorum. Bana yalnızca çocuğun nerede

139 olduğunu bilmek istedikleri söylendi. Kısacası... çocuk nerede? Geiger, Matheson'un cep telefonu numarasını sol eline yazdığını hatırladı. Eli koltuğun kenarında avncu yere bakacak şekilde bağlanmıştı. Şu Irak'taki adam? dedi Geiger. Gerçekten dudaklarını kestin mi? Dalton'un gülümsemesi Geiger'e havlamadan önce dişlerini gösteren köpekleri hatırlattı. Üzgünüm, dedi Dalton. Bundan kesinlikle bahsetmeyeceğim. Ama izin verirsen ben sana bir şey sormak istiyorum. Yeniden gözlüklerini taktı. Sana ne ad taktıklarını biliyor musun? Kimlerin? diye sordu Geiger. Ortak... dostlarımızın. Hayır, dedi Geiger. Bilmiyorum. Sana Engizisyoncu diyorlar. Ne düşünüyorsun? Sevdin mi? Geiger nabız atışlarını kontrol etti. Yavaştı. Kendisine 273 takılan lakabı düşündü. Engizisyoncu. İmtiyazlı işkenceci. CIA kod adlara bayılırdı. Dalton, Geiger'in ilgisizliğinden kısmen hayal kırıklığına uğramış gibi görünüyordu. Neyse, ben sevdim. Çok zarif. Geiger sessizliğini koruyor, Dalton'un hamlesini bekliyordu. Acele ediyorlar, Geiger, dedi Dalton kazağının kollarını dirseklerine kadar sıyırırken. Bu yüzden akıl oyunlarıyla uğraşacak vaktim yok. Zaten öyle şeylerde çok iyi değilimdir. Kaldı ki seni o alanda alt edebileceğimi de hiç sanmıyorum. Kısacası hemen işin acı verici kısmına geçiyorum. İşte o kısım acizane uzmanlık alanım. Dalton arabaya dönünce Geiger avucunu hafifçe yukarı çevirdi. Eli ter içindeydi ama yine de numarayı görebildi Ezberlemek için içinden tekrarladı. İzleme odasının kapısı aniden açıldı ve Hail içeri daldı. Dalton şaşırarak döndü. Eli! diye bağırdı Hail. Avucunda bir şey yazılı! Dalton elini yakalayıp parmaklarını açmayı başarıncaya dek Geiger yumruğunu sıkıp parmaklarını birbirine sürterek rakamları silmeye çalıştı. Bu sırada Hail hemen yardıma koşmuş Geiger'in elini yeniden kapatmasına engel olmaya çalışıyordu. Ancak rakamlarından sonraki bölüm mavi bir lekeden ibaretti. Bu bir telefon numarası, dedi Dalton. Ben de görüyorum, diye bağırdı Hail. Geiger'e döndü. Bu işi zorlaştırma. Sen bu kadar basite kaçmayacak kadar zekisin. Geiger kafasını salladı. Başın nasıl oldu, Hail? Hail ona aldırmadı. İzleme odasına yönelirken arkasına bakmadan Dalton'a, Çalışmaya başla. Hemen! dedi.

140 Kapıyı çarparak kapattı. Dalton servis arabasından tığla alev makinesini aldı. Tığın çelik iğnesi on santim uzunluğunda yarım milim kalınlığındaydı. Aletin tahta ucu kullanılmaktan kararmıştı. Alev makinesini kullanmaya aşina tavırlarla kaldırdı. Nerede kalmıştım. Uzmanlık... Makinenin düğmesine dokunduğu anda tıslama sesiyle birlikte ince, beş santimlik bir alev belirdi. Bence çok eşitlikçi bir kavram, dedi Dalton. Herkes bir alanda uzmanlaşabilir. Bunun için zeki, zengin, kültürlü olmaya gerek yoktur. Diplomaya da ihtiyacın olmaz. Herhangi bir ayrıcalık, kalıtımsal şans faktörü gibi şeyler de yoktur. Lağımcı bile olsan bir alanda uzmanlaşabilirsin. Ayakkabıcı, bulaşıkçı, çöpçü... Tığı aleve yaklaştırıp orada tuttu. Her zaman uzmanlık alanına sahip insanlar hakkında çok şey söyleyebileceğimi düşünmüşümdür. Bir alanda uzmanlaşmış biri hakkında hangi alanda uzmanlaştığını bile bilmeden çok şey söylenebilir. Kendilerini o alanda vakfedip müthiş gelişim gösterdiklerini, tutkularının çoğunluğun ulaşamayacağı kadar güçlü olduğunu anlayabilirsin. Bu da o kişi hakkında çok şey ifade eder. Değil mi? Tığın iğnesi kıpkırmızı olmuştu. Dalton alev makinesini kapatıp arabaya koydu. Geiger akkor haline gelmiş, alev alev yanan atom çekirdeğini andıran iğneye bakıyordu. Tüm duyuları alarma geçmişti. 275 Dalton iğneyi Geiger'in sol yanağına yaklaştırdı. Eli hiç titremiyordu. Sonra diğer eliyle Geiger'i saçlarından yakalayıp başını kaçırmasına engel oldu. Geiger kıpırdamadan, Bunu yapmak zorunda değilsin, dedi. Çocuk nerede? Geiger gözlerini kapattı. Diğer enstrümanların seslerini bastıran piyano sesi kulaklarında yankılanmaya başlamıştı. Bir anda bilinci o müthiş ezgiyle güçlenerek bembeyaz bulutlar arasından süzülen parlak ışıklarla aydınlanmıştı. Her şeyin yerinin doldurulabileceğini söylerler. Her mesafenin yakın olmadığını söylerler. Dalton iğneyi yavaşça yanağına batırdı. Geiger yanağını delip geçen iğnenin ucunun diline değdiğini hissediyordu. Dalton iğneyi yavaşça çevirdi. Yani beni buraya getiren herkesin yüzünü hatırlıyorum. Geiger, çocuk nerede? Acı tıpkı Dalton'un amaçladığı gibi iki farklı şekilde hissediliyordu. Sıcak çeliğin eti yakmasının neden olduğu acıyla iğnenin delip geçmesinin neden olduğu acı birbirine karışıyordu. Geiger'in beyniyse durum değerlendirmesiyle meşguldü. İğnenin ısıtılması onda tam tersi bir etki

141 yapmış, etini delip geçen iğnenin neden olduğu acıyla sıcaklığın neden olduğu acı birbirini dengelemişti. Dalton iğneyi iyice iterek dilin altındaki dokuya kadar batırdı. Çocuk nerede? Her an, her an... Bu tatlı düşünce, acıdan dolayı bir kenara saklanıp bekleyen bir engerek yılanı gibi içinde yankılanıyordu... Buradan kurtulabilirim. Dalton tığı biraz daha derine batırdı. İğnenin ucu sert bir yere değdi. Kemiğe. Acı katlanıyor, Geiger kendisini güneşin içine düşmüş gibi hissediyordu. Geiger... Çocuk nerede? Geiger ağzını açıp kan tükürdü. Dalton başını iki yana sallayıp tığı çıkardı. Sıcaklık nedeniyle yanağı kabarmıştı. Dalton el havlularından birini alıp aletin ucunu dikkatle temizlemeye koyuldu. Merak ettiğim bir şey var, dedi. Mesleki olarak merak ediyorum. Birden ona kadar derecelendirmen gerekse bu acıya kaç verirdin? Geiger gözlerini açtı. Nemli gözleri Dalton'u ilk anda seçebilmesini güçleştirmişti. Hangi acıya? dedi. Dalton temizlik işine ara verip Geiger'e döndü. Mesleğe yepyeni bir açıdan yaklaşan, CIA'yi bile şaşırtan, zerre kadar kan dökmeden gerçeğe ulaşan bu adamla ilgili yıllar boyu sayısız hikaye dinlemişti. Ama karşısında oturan bu adam Dalton'un beklediği gibi değildi. Anlatılanlardan çok daha... Dalton düşüncesini tamamlayamadı. Adamı neredeyse efsane haline getirecek özelliklerinin tam olarak ne olduğunu anlayabilmiş değildi. Dalton tığı bırakıp beyzbol sopasını aldı. Bu durumda eskiye döneceğiz, dedi sopayı bir iki kez sallayarak. Beyzbol sever misin? Hiç oynamadım. Dalton sopayı Geiger'in göğsünün sol tarafına savurdu. Dalton vururken Geiger'den fazla bağırdı. Geiger pisliğin 277 çoğunu yutan girdap misali, acının çoğunu içinde saklamış, darbeyi dudaklarını bükerek karşılamıştı. Fiziksel acı yayılırken içindeki müzik melekleri ordusu acının üzerine ok yağdırıyordu. İçimde parıldayan ışığı görüyorum. Delip geçiyor, doğudan batıya dek her yanı aydınlatıyor. Çocuğun nerede olduğunu söyle bana, Gciger. Yanıt gelmeyince Dalton sopayı bu kez Geiger'in göğüs kafesine savurdu. Bu kez soluk borusu şiddetli darbeden etkilendiği için nefes alamadı ve boğulacakmış gibi hissetti. Ağrı yayılırken Geiger tüm gücüyle içindeki müziğe sımsıkı sarılmaya çalışıyordu.

142 Dalton çenesinden tutup başını hızla sandalyenin baş dayama yerine çarptı. Aslında bu hareketiyle Geiger'in nefes almasına fırsat vermişti. Dinle beni, dedi Dalton eğilerek. Nefesi nane şekeri kokuyordu. İşimi severim. Ama bundan hoşlanmıyorum. Senin kim olduğunu düşününce yaptığım çok tuhaf geliyor. Bu yüzden sana bir şey söyleyeceğim. Buna istersen mesleki nezaket diyebilirsin. Bu işten kurtuluşun yok. Yani vazgeçilme ihtimali sıfır. Anlayacağın çıkmaz bir sokaktasın. Seni Cobb salatasına çevirene dek durmamı istemeyecekler. Kısacası vazgeç artık. Eski Geiger değilsin şu an. Çünkü ısrar edersen büyük bir ihtimalle burada öleceksin. Dalton doğrulup ensesini ovaladı. Söylediklerimde anlaşılmayacak bir yer var mı? Geiger sonunda yutkunabilmişti. Cobb salatası ne? diye sordu. Dalton beyzbol sopasıyla hızla göğsüne vurdu. Sopanın ve Geiger'in kemiklerinden gelen ses tek yönlü aynadan olup bitenleri izleyen Hall'ün yüzünü buruşturmasına neden oldu. Cobb salatası ne? diye tekrar etti. İşte bu komikti/ Yüzüne bir bardak buz bastırarak kanepede oturan Ray'e döndü. İçinde bulunduğu durum göz önüne alınırsa muhteşem bir yanıttı doğrusu. Dalton'a onu kesmeye başlamasını söyle, dedi Ray. Konuşacaktır. Ayrıca Harry'nin nerede olduğunu da söylesin. Hail kendisine bir kadeh viski doldurdu. Hey, bana da, dedi Ray. Sana alkol yok. Görüyorsun artık daha iyiyim. Dalton, Geiger'in ecza dolabında lidokain bazlı bir merhem bulmuş. Ray'e vermişti. Acısı azaldıkça yeniden canlanıyordu. Ray, Harry, Geiger*i ele vermedi. Neden Geiger'in Hall'ü ele vereceğini düşünüyorsun? Kadehi dudaklarına götürdü sonra içmekten vazgeçip içkiyi sehpaya bıraktı. Dinle beni, Raymond. İşimiz Matheson'la ilgili. Hepsi bu. Bundan sonra Geiger'i ve Harry'i bir daha görmek islemiyorum. Hem de hiç. Anladın mı? İş bittikten sonra canım ne isterse yaparım. dedi Ray. Hail, Ray'in beyninin tıpkı kafesteki bir köpek gibi çırpındığını görebiliyordu. Yapmaları gereken tek şey 279 Matheson'u bulup bu rezaletten alınlarının akıyla sıyrılmaktı. Eğer sonrasında Ray, Harry'nin peşine düşerse arkalarında kanlı bir iz bırakacakları kesindi. Yavaş yavaş Harry'nin bu salağın beynini patlatmasını dilemeye başlamıştı. Hail izleme odasına döndü. Dalton dikkatini arabaya yöneltmiş diğer seçenekleri değerlendiriyordu. Geiger göğsüne yayılan kan lekesi ve kanayan

143 yanağıyla başı önde oturuyordu. İki adam sanki çok önemli bir tartışmanın arifesinde derin düşüncelere dalmış gibiydiler. Geiger ağzından nefes alıyor, her seferinde yanakları şişiyordu. Sonra başını kaldırıp, sanki arkasını görebilecekmişçesine aynaya baktı. Senin hikayen ne? dedi Hail, sanki Geiger de onu duyabilecekmiş gibi. Kurtarılacağını mı düşünüyorsun? Bu yüzden mi bu kadar dayandın? Kusura bakma ahbap, böyle olmayacak. Cehennemi boylayacaksın. Tıpkı hepimiz gibi. Hall'ün cep telefonu çaldı. Yerinde misin? diye sordu. Evet, dedi Mitch. Buradayım. Aşağıda, sokağın karşısında. Kal orada. Dalton elleri arkada Geiger'e dönüp sanki aklındaki soruna çözüm bulmuşçasına memnuniyetle baş salladı. Bu haliyle ceza odasındaki Bay Chips'i andırıyordu. Nasıl hallediyorsun? diye sordu Dalton. Geiger başını hafifçe kaldırıp çenesini oynatarak en az rahatsız olacağı konumu almaya çalıştı. 280 Neyi? diye mırıldandı. Acıyı. Bütün çalışmaları okudum. Şu acıyı bir kutuya koyun türü bir şeyler mi yapıyorsun? Ya da Zen felsefesine mi girdin? Zihnini başka tarafa filan mı yönlendiriyorsun? Hangisi? Gerçekten çok etkilendim. Seni bağlarken bacaklarının arkasını gördüm. Kesinlikle bir hayli pratik yapma şansı bulduğun ortada. Nasıl yapıyorsun? Bu benim... Yaralı ağzıyla son kelimeyi söylemek zordu. O yüzden de ancak fısıldayarak söyleyebildi. Dalton eğilip, Senin neyin? diye sordu. Geiger başını kaldırıp doğrudan Dalton'un gözlerinin içine baktı. Aralarında sadece birkaç santim vardı. Gei-ger kendi yansımasını Dalton'un gözlüklerinde görebiliyordu. Benim uz-man-lığım, dedi Geiger. Dalton arkasındaki ellerini kaldırdı. Elinde Geiger'in eski usturası vardı. Dalton, Geiger'in bakışlarının eline kaydığını ve yerinde kasıldığını gördü. Bu anlık bir şeydi ama Dalton'un gözünden kaçmamıştı. Dalton'un ölümcül gülümsemesi yeniden belirdi. Bu ne kadar güzel bir şey, Geiger. Nereden aldın? Belki de eski bir dostun sayılır. Usturanın sedef işlemeli sapına hayranlıkla bakıyordu. Bacaklarının arkasındaki izleri görünce usturayla tanışıklığınızın eskilere dayandığını düşündüm nedense. Usturayı kılıfından çıkardı. Parlak çeliğin üzerinde bir yazı göze çarpıyordu. 'Ben'e, Paula'dan sevgilerle.' Annenle baban mı? Doğru mu bildim?

144 Geiger'in zihnindeki tünelde duman saçarak ilerleyen 281 bir tren yaklaşıyordu. Trenin taşıdığı yükü ve her yanı titreten gürültüsünü tüm benliğiyle hissetti. Yıllarca kestiler seni değil mi? Annen mi baban mı yaptı? Sanırım sevgili babanın marifetiydi değil mi? Geiger, Dalton'un gözlerinde yeni bir parıltı sezdi ama bunun sempati duygusuyla zerre kadar ilgisi olmadığı da açıktı. Çok kötü günler geçirdin, değil mi, Geiger? Üzgünüm ama şimdi seninle o günlere geri döneceğiz. Dalton eldivenli elini bıçağın ucunda usulca gezdirdi. Lastik hemen kesildi. Çok keskinmiş, dedi. Geiger, Dalton'un usturayı arabanın metal yüzeyinde iz bırakarak gezdirişini izledi. Yaklaşan trenin ışığı giderek gözleri acıtacak kadar parlaklaşıyordu. Çocuk nerede? dedi Dalton. Hazır mısın, evlat? dedi Geiger 'in zihnindeki ses. Hazırım, efendim, diye yanıt verdi Geiger. Dalton şaşırarak ona döndü. Bu kadar resmi olmana gerek yok, dedi. Usturayı inceleyip Geiger'in kasığının sol tarafına yaklaştırdı. Yukarı doğru gideceğim. Sanırım baban da böyle yapmıştı. İyice yukarı çıkarsam, gerek olursa, testislerine kadar keseceğim. Dalton itince bıçağın keskin ucu eti yardı. Çocuk çıplak halde muhteşem odadaki bankta sırtüstü yatıyordu. Arkadan hoş bir müzik sesi geliyordu. Isee my ligin come shining... Babası e/inde sedefsaplı usturayla ayakta duruyordu. Ne biliyoruz, evlat? dedi. İhtiyacımız olduğunu düşündüğümüz şeyler canımızı yakar. Ve acı bizi güçsüz/eştirir. Peki ne yapmalıyız evlat? Acıya sarılmalıyız. Her gün biraz daha. Ancak böyle kuvvetleniriz. Dalton gözlük camlarının arkasındaki gözlerini kısmıştı. Sonra bıçağı oynatarak Geiger'in bacağından farklı yönlere kan fışkırmasına neden oldu. Çocuğun nerede olduğunu söyle, Geiger. Geiger'in babası bıçağı bacağının üst kısmına yaklaştırdı. Hazır ol evlat. Bu işlem sırasında yıllardır irkilmiyor, en ufak bir ses hile çıkarmıyor olmasına karşın babası onu her seferinde aynı şekilde teşvik etmeyi sürdürürdü. Benimle beraber tekrar et, der sonra birlikte yinelerlerdi. Senin kanın, benim kanım, bizim kanımız... Senin kanın, benim kanım, kanımız, diye mırıldandı Geiger.

145 Dalton üçüncü yarayı açmak üzere Geiger'in kanını eldiveniyle temizliyordu ki bu sözleri duydu. Ne dedin? 283 Yüzüne sert bir tokat atınca eldivendeki kan Geiger'in yüzüne bulaştı. Geiger, bir şey söyledin. Ne dedin? Geiger'in babası yarayı iyice açıp, genişletirken çocuk hâlâ kılını kıpırdatmadan duruyor, zihnindeki müziği izliyordu. Acıyor mu evlat? Acımıyor, baba. Gerçekten mi? Evet. Güzel. Yalancılar dünyasında acı daima gerçeği ortaya çıkarır. Ben gittikten sonra bunun çok faydasını göreceksin. Dalton eğilip ellerini Geiger'in dizlerine koydu. Çocuğun nerede olduğunu söyle bana. Geiger dudaklarını oynatıp, büktü. Dalton ona bakarken boş bir evin penceresinden içeri bakıyormuş gibi hissetti. Acımadı baba, dedi Geiger. Dalton izleme odasına döndü. Hail! Nasıl biriyle uğraşıyoruz anlayamadım! İzleme odasının kapısı açıldı. Bu da ne demek? dedi Hail. Işıklar açık ama evde kimse yok gibi. Kendin bak. Hail, Geiger'e yaklaştı. Üzerine bir ağırlık çöküyormuş gibi hissediyordu. Sanki aniden ayağına pranga bağlanmış gibi zorlukla hareket ediyordu. Bir anda yirmi yaş birden 284 yaşlanmıştı. Artık hiçbir şey basit gelmiyordu. Her şey karmakarışıktı. Daha anlaşılmaz. Artık hiç kimse bir şey bilmiyordu. Hail berber koltuğunun yanında durdu. Ciddiyim,'' dedi Dalton. Nerede olduğunu bilmiyorum. Nerede olduğunu mu? Daha önce böyle bir şey görmedim. İster inan ister inanma ama Geiger'in yaptıklarımı hissettiğini sanmıyorum. Dalton gözlüklerini düzeltti. Sanki acıyı hissediyor ama... Ama ne? Canı yanmıyormuş gibi. Tekrar kes. Neler olduğunu ben de göreyim. Dalton yeniden kesti. Geiger'in gözbebekleriyle burun delikleri büyüdü. Yumruğunu sıkıp, kol kaslarını gözle görünür derecede kastı. Ama dudaklarından en ufak bir ses bile çıkmamış başka bir tepki de vermemişti.

146 Hail başını iki elinin arasına alıp, Ölmek mi istiyorsun? diye bağırdı. Amacın bu mu? Eğilip Geiger'in gözlerinin içine bakarak konuşmaya başladı. Hiç kan kaybından ölen birini gördün mü? Geiger çelik sesini dinliyordu. Tren artık iyice yaklaşmıştı. Ben gördüm, dostum. İnan bir köpek gibi ölmeyi istemezsin. Duyuyor musun beni? Ama Geiger bambaşka bir ses duyuyordu. Gözkapakları inerken anı treni bir anda Hall'ü ve bu odayı yok edip ona bambaşka, capcanlı bir dünyanın kapılarını açmıştı. Evlat! Gel buraya, oğlum! Çocuk kabinden çıkıp dağa doğru yöneldi. Karanlıktı ama gökyüzünde yükselen ay parlaklığıyla ormanı aydınlatıyor, önünü görmesini sağlıyordu. Evlat! Neredesin? Babası her zamanki gibi bağırıyordu. Ses sık ağaçların arasında yankılanıyordu. Ama o sesin nereden geldiğini hep bilirdi. Geliyorum, baba! Nedense birden koşmaya başlamıştı. Bütün hafta yağmur yağmış, şimdi de her adımda ayakkabıları çamura daha çok batıyordu. Kamyon, evlat! Kamyonu görüyor musun? Çocuk biraz daha babasına koştu ve birden yaklaşık elli metre ilerideki kamyonetin siluetini fark etti. Bulunduğu yerden kamyonet başını eğmiş saldırıya geçmeye hazırlanan bir boğa gibi görünüyordu. Kamyonetin kasasının yeni kesilmiş ağaçlarla dolu olduğunu görebiliyordu. ' 'Evet. Görüyorum! Oraya doğru gel. Hadi! Babası sırt üstü yatmıştı. Kamyonetin sol lastiği babasının karnının üzerindeydi. Ay ışığında babasının belden yukarısı görünüyor ama bacakları kamyonetin altında olduğundan seçilemiyordu. Çocuğa babası tanrıları kızdırmış mitolojik bir yarım adam gibi gözüküyordu. Kıpırdayamıyorum, evlat. Kamyonet kaydı. Tekerleklerin altına takoz yerleştirmeye çalışırken frenler boşaldı. inleyerek ayağını çekmeye çalıştı ama başaramadı. Hızla sırt üstü devrildi. Çek çıkar beni. 286 Çocuk babasının arkasına geçip çömeldi. Kollarını kolunun altından geçirip göğsünde birleştirdi. Şimdi üç deyince çek, evlat. Hızlı çek. Bir, iki, üç! Babası bağırarak lastiği iterken çocuk da olanca gücüyle babasını çekti. Ama ayakkabıları çamurda kaydı ve düştü. Bir daha, evlat. Bir daha dene. Çocuk doğrulup kollarını babasına doladı. Bir, iki. üç!

147 Baba itiyor çocuk çekiyordu ama sonuç hep aynıydı. Baba her seferinde çocuğun kucağına düşüyordu. Ter içinde kalmışlar, yorgunluktan tükenmişlerdi. Neyapacağız, baba? Taş, sopa filan bulup diğer üç lastiğin altını doldur. Sonra da kamyoneti ileri sür. Sana öğretmiştim hatırlıyorsun değil mi? Çiseleyen yağmur yeniden hızını artırıyordu. Çocuk babasının söylediğini yapmak üzere koştururken çürüyen sonbahar yapraklarının kokusunu alıyordu. Topladıklarını lastiklerin altına yerleştirip araca bindi. Ayaklarının pedallara yetişebilmesi için koltuğu öne çekmek zorunda kalmıştı. Yan aynadan babasını görüyordu. Hazırım baba! Anahtarı çevir ama gaza dokunma. Çocuk kontak anahtarını çevirip motoru çalıştırdı. Vitesi D'ye getir ve gaza hafifçe dokun. Lastiklerin dönmeye başladığını hissettiğin anda da biraz daha sert bas. Hadi başla. Çocuk gaza yavaşça dokununca kamyonet sallandı. Lastiklerin dönmeye başladığını hissediyordu. Ama kamyonet 287 hareket etmiyordu. Babasının acıyla inlediğini duydu. Aynadan bakınca da babasının yumruklarıyla toprağı sıktığını gördü. Durma! diye bağırdı babası. Çocuk gaza biraz daha sert bastı. Lastiklerden sıçrayan çamurları görebiliyordu. Babası hâlâ sıkışıp kaldığı yerdeydi. Daha çok bas! Sert! Araç sallanmaya devam ederken çocuk direksiyonu biraz daha sıkı tuttu. Aynadan bir kez daha bakınca çamurda kan lekeleri gördü. Hemen atlayıp babasının yanına çömeldi. Babası kan ve çamur içinde zorlukla nefes alıyordu. Bunu daha fazla yapmayacağım, baba. Kanaman var. Tekerlekler yara açıyor. Yağmur dinene kadar bekleyip yeniden deneyelim. Baba aşağı inip yardım çağırmama izin ver. Hayır! Bu dağı terk etmeyeceksin. Henüz vakti gelmedi. Babası nefes alabilmek için dur aksadı. Kamyonetin arkasında bir tüfek var. Getir onu bana. Neden? Kurtlar, ayılar. Yaralının, kanın kokusunu alırlar. Şimdi tüfeği getir ve eve gir. Yanında kalmak istiyorum. Babasının gözleri onunkilerle buluştu. Yağmur damlaları babasının yüzündeki çamurları akıtıyordu.

148 Baba... Çocuk bir an sessiz kaldı. Burada olduğumu bilen var mı? 288 Kimse seni bilmiyor. Bu benim sana hediyem. Öksii-rüp kan tükürdü. Sen yoksun. Çocuğun yüreği sıkışır gibi oldu. Başı ağrıyor içinin ezildiğini hissediyordu. ' 'Baba... diye başladı. Ama babası devam etmesine müsaade etmedi. Uzanıp çocuğun ceketini yakaladı. Sen benim oğ/umsun. Sana ihtiyacın o lan her şeyi verdim. Çocuğun yüzüne sert bir tokat attı ama çocuk ağlamadı. Babası burun buruna gelecekleri mesafeye kadar çekti. Görüyor musun? Gözyaşı yok. Unutma: Güçlü olmak sevilmekten iyidir. Babası gözlerini kapatıp'başını diğer yana çevirdi. Çocuk ayağa kalkıp kamyonete hindi. Ray seans odasına girip Hail ile Dalton'a katıldı. Tanrı aşkına, neler oluyor? diye sordu Ray. Uyuyor mu? Buna uyku diyemem, dedi Dalton. HalPe döndü. Onu ayıltmaya çalışayım mı? Hayır, dedi Hail. Dudakları arasına bir sigara sıkıştırıp yaktı. Derin bir nefes alırken yüzünü buruşturdu. Ona birkaç dakika ver. Bakalım neler olacak. Belki işimize yarar. Kamyonetteki çocuk irkilerek uyandı. Çığlık ve hırıltı sesleri birbirine karışıyordu. Aynaya baktığında arka tekerleğin yanında karaltılar gördü. Tüfeği kapıp aşağı atladı. Hırıltı hemen kesilmiş, iki çift par/ak göz bir anlığına çocuğa kenetlenmişti. Sonra kurt/ar yarım kalan iş/erine geri dönüp 289 dişlerini ete geçirdiler Babası yeniden çığlık çığlığa bağırmaya, sağa sola faydasız yumruklar savurmaya başladı. Çocuk tüfeği kaldırıp tetiği çekti. Patlama kurtları ürkütüp uzaklaştırırken aynı anda geri tepen silah çocuğu da gerisin geriye düşürmüştü. Bir an soluğu kesilmiş halde öylece yatıp çam ağaçlarının üzerinde tüyler ürpertici bir görünümle parıldayan aya bakakaldı. Sonra doğrulup babasının yanına yöneldi. Çocuk babasının göğsünün sanki üzerinde görülmez bir ağırlık varmışçasına çok yavaş bir biçimde alçalıp yükseldiğini görüyordu. Göğsünün her yükselişinde ay ışığı babasının kanında parıldıyor, göğsü aşağı inerken de bu görüntü yerini giderek tükenen hayat sıvısının akarken çıkardığı sese bırakıyordu. Babası sağ elini uzatarak onu çağırdı. Çocuk yaklaştığında kurtların babasının ceketinin ön kısmını yırtıp omzuyla kollarını parçaladıklarını gördü. Sol elmacık kemiği ay ışığıyla bembeyaz parıldıyordu. Ağzını açınca dudakları arasından kan süzüldü.

149 Acı, diye inledi. Neyapabilirim, baba? Bıçağım nerede? Ver onu. Bıçak yerde, çamurların içindeydi. Çocuk bıçağı babasının elinin üzerine koydu. Babası elini kaldırdı ama hiç gücü kalmadığından tutmaya çalıştığı bıçağı düşürdü. Yardım et bana. Gözleri oğlunu görünceye dek yuvalarında döndü. Bana yardım et. Nasıl? Anlamadım? Babası işaret parmağıyla kalbini işaret etti. Buraya. Çocuk hemen başını sağa sola sallayarak itiraz etti. Hayır, dedi titreyen sesiyle. Hayır, bunu yapmayacağım. Ne diyorsam onu yap, evlat. Çocuk artık ağlıyordu. Baba... Lütfen! Geiger'in dinleyicileri mırıldandığı anda biraz daha sokuldu. Ne dedi? diye sordu Hail, Daltoıva. Baba, lütfen dedi. Bak, dedi Ray göstererek. Ağlıyor. Geiger'in kapalı gözkapakları arasından süzülen yaşlar yanağındaki kanla karışıyordu. Birden şiddetle titremeye başladı. Vücudu kendisini tutan bağları kopartırcasına sarsılıyordu. Artık uyandırsak mı? diye sordu Dalton. Hayır, dedi Hail. Daha değil. Babası çocuğun gözyaşlarını görünce yüzünü tiksintiyle buruşturdu. Sana böyle mi öğrettim ben? Ağlayıp zırlamaktan başka bir işe yaramıyorsun. O zaman git. Defol gözümün önünden! Bırak işin geri kalanını da kurtlar halletsin. Şuralının son gördüğüm şey olmasını istemiyorum. Çocuk, içinde durduramadığı kapkaranlık bir gücün giderek kuvvetlendiğini, damarlarındaki kanın kaynadığını hissediyordu. Bu yüzden de tir tir titremeye başladı. Senden nefret ediyorum! diye bağırdı. Babası başını güçlükle iki yana salladı. Hayır, etmiyor- 291 sun. Nefret edebilmek için bile güçlü olmak gerekir. Onca çabamın hiçbir işe yaramadığını görüyorum. Çocuk kanlı dudakların bir kez daha oynadığını gördü ama kulaklarında/d uğultu babasının ne söylediğini anlamasına engel oluyordu. Bir anda etraf zifiri karanlığa büründü. Çocuk ay batmış olmalı diye düşündü. Sonunda yeniden babasına bakarak, Nereye? diye sordu. Babası parmağının ucuyla göğsünün sol tarafını işaret ederek, Buraya, dedi. Yaralı dudaklarıyla gülümsedi.

150 Çocuk bıçağı babasının parmağıyla gösterdiği yere yerleştirdi. Sonra titreyen elleriyle sapından kavradı. Ardından bıçağı yavaşça babasının kalbine itti. Geiger'in zihni o karanlık ormanda dolaşmayı sürdürmek istiyor, hatırladığı görüntülerin gerisinde saklanıp huzur bulabileceği bir yer arıyordu. Ama sonunda önündeki perde kalkmaya başladı. Perde yükseldikçe arkasından seans notlarını içeren dosyaların bulunduğu uzunca bir kitap rafı beliriyordu. Siyah halkalı bu dosyalarda binlerce şüphelinin kayıtları, binlerce strateji ve yöntem tutanakları, şüpheli tepkileri ve ulaştığı sonuçlar yer alıyordu. Geiger tüm şüphelilerin yüzlerini görebiliyor, ağızlarından çıkan sözleri işitebiliyor, korkan ya da acı çeken bir insanın çıkartabileceği her türlü sesi algılıyordu. Onun karşısına çıkmak insanlığın en korkunç sanatıyla yüzleşmek demekti. Şimdi ilk kez kendini gösterişli bir canavar portresi gibi tasavvur ediyordu. Aniden midesi bulanmaya başlayınca öğürdü. Ama ön- 292 ceki günden beri bir şey yemediği için bu kuru bir öğürme olarak kalmıştı. Hail ilk öğürme dalgasının sona ermesini bekledi. Devam et, Dalton. Hemen şimdi! Daha fazla kesmeyin, dedi Geiger zorlukla konuşarak. Lütfen. Dalton. Hail ve Ray şaşkınlıktan donakalmıştı. Daha fazla acı olmasın. Lütfen yeter artık. O zaman çocuğun nerede olduğunu söyle, diye atıldı Hail. Midesi ağzına bir kez daha geldi. Yine kupkuru öğürdü. Tanrım, Geiger! Çocuk nerede? Hâlâ benim evde, diye tükürük saçarak yanıt verdi Geiger. Hail aniden heyecanlandı ama hemen ardından kendini toplayarak, Onu yalnız mı bıraktın? diye sordu. Harry'nin doktora ihtiyacı vardı. Benim de silaha... Hail başını iki yana sallıyordu. Geiger, benimle oynama. Burası çok uzak. Onu orada yalnız bırakmış olamazsın. Geiger başını kaldırdı. Yanağından süzülen kanlar dudağının üzerinde birikmişti. Yalnız değil, dedi. Bu sözler Geiger'in ağzından çıktığı anda Hail karmaşanın, şansın ve stratejinin iç içe geçtiğini hissetti. Yanında Matheson mu var? diye sordu. Nasıl? Geiger bir damla kan daha tükürdü. Evden internet aracılığıyla bağlantı kurdular. İstediğimiz şey hâlâ onda mı? Bilmem. Ne istediğinizi bilmiyorum ki. 293 Adres? 682 Batı 134. Cadde. Koyu renk bina.

151 Doğru. Camları tahtayla kapatılmış. Gördüm. Şifreye ihtiyacınız var. Söyle, dedi Hail ceplerinde kalem ararken. İki, iki, yedi, dört, yedi. Hatırlaması kolaydır. Hall'ün yüzüne bakıyordu. Telefonla BARIŞ yazmak için bu tuşlara basman gerekir. Bir an Hail bakışlarını Geiger'den uzaklaştıramadı. Geiger'in gözlerinde bir şey eksik gibiydi. Dün olan ama artık yok olmuş bir şey vardı. Hail daha önce bunun benzerlerini görmüştü. Pes eden, artık umudunu kaybeden insanlar böyle bakardı. Hail içinde bariz bir rahatlama hissetti. Onu temizle, dedi Dalton'a. Kanamayı durdur. Biz dönene dek sandalyede kalacak. Hadi Ray. Asansöre bindiler. Hall'ün kapıyı kapatmasıyla da gözden kayboldular. Dalton usturayı kılıfına sokmaya çalışıyor ama bıçağın çentikleri artık yerlerine oturmuyordu. Kusura bakma. Bir kenara koyup Geiger'in yaralarını el havlusuyla temizleyip kompres yapmaya koyuldu. Havlu hemen kıpkırmızı oldu. Babanla konuştun galiba? Geiger arkasına yaslanıp dalgın bir ifadeyle yüzüne baktı. Çok şaşırtıcıydı. Ama sonunda pes edişinle gerçek bir 294 hayal kırıklığı yarattın. Sonuna kadar gidersin diye düşünmüştüm. Hatta buna emindim. Bu yüzden de yalan söylemiş olabileceğini düşünüyorum. Geiger fısıltıyla karşılık verdi. Neden söylemedin? Benim işim seni konuşturmaktı. Doğruyu söyleyip söylemediğini anlamaksa Hall'ün işi. Arabaya uzanıp gazlı bez rulosunu aldı. Eğer yalan söylüyorsan ya zaman kazanma niyetindesin ya da orada onları bekleyen bir şeyler var. Dalton gazlı bezi Geiger'in yaralı bacağı etrafında birkaç kez dolayıp iyice sıktı. Geri gelme ihtimallerini düşünerek sargıyı hamlamayacağım. Sadece düğüm atmak yeter. Su ister misin? Hail başını kaldırdı. Geiger'in başı yana düşmüş, gözleri kapanmıştı. Dudaklarının ucunda beliren bir kan damlası çenesine doğru süzülüyordu Cadde'ye girdiklerinde Hail, Bay Memz'in ve yol kenarındaki bürosunun yerlerinde olmadığını görerek sevindi. Lexus'u Geiger'in kapısının önünde durdurdu. Matheson'u arabaya bir an evvel bindirmek zorunda kalabileceklerini düşünerek yakına park etmek niyetindeydi. Ama boş yer bulamayınca motoru stop ettirmeden park etmiş başka bir aracın yanına çekti. Hail, Ray'e döndü. Ne hissediyorsun? İyiyim, dedi Ray baş sallayarak. Yüzüm uyuştu sanki. Hail ortağını şöyle bir süzdü. Hadi gidelim.

152 İndiler. Ray merdivenlere yönelirken Hail arka tarafa doğru baktı. 295 Dursana, dedi Hail. Arka tarafta kapı olup olmadığına bir bakalım. Koşarak geçidin sonundaki çöp konteynırının üzerine çıktı. Tahta parmaklıkların arasından arka tarafa açılan sundurmayı ve yan taraftaki kapıyı gördü. İnip hızla Ray'in yanına döndü. Arkadan da bir giriş var. Sen önde kal. Ben arka tarafa geçiyorum. Kapıya ulaşınca telefonunu çaldırırım. Aynı anda hareket edeceğiz. İşaretimle son numaraya kadar tuşla. 'Hadi,' diyince aynı anda son numarayı da tuşlayıp, silah elimizde içeri dalacağız. Ama silahı sadece gösterme amacıyla çekeceğiz. Tamam mı? Evet. Şifre iki, iki, yedi, dört, yedi. İki, iki, yedi, dört, yedi. Anlaşıldı. Onu yakalayıp çocuğu bırakacağız ve ön kapıya koşacağız. Tamam mı? Ray başını sallayınca Hail koşar adım arka tarafa yöneldi. Konteynırdan destek alarak parmaklıkları aştı ve atlayıp arka bahçeye girdi. Kapıya doğru yürürken Ray'in numarasını tuşladı. Hazır mısın? diye fısıldadı telefona. Tamam. Başla. Hail telefondan Ray'in tuşlara basma sesini duyuyordu. O da arka kapının şifresini girmeye koyuldu. Tamam, diye fısıldadı Hail. Son numara. Hazır mısın? Evet, dedi Ray. Hadi, dedi Hail ve o anda duyduğu iki el silah sesiyle yerinde yüz seksen derece döndü. Silahı elinde nereden ateş edildiğini görmeye çalışıyordu. Sonra iki el silah sesi daha işitti. Bam! Bam! O anda bu sesin yolun karşı tarafındaki oto tamirhanesindeki boyama makinesinden geldiğini fark etti. Tabancasını cebine koyarken, Lanet olsun, diye mırıldandı. Yeniden kontrol paneline dönüp son numarayı tuşladı ama kapı açılmadı. İptal tuşuna basıp numarayı yeniden girdi. Yine bir şey olmadı. Hail telefonu kulağına dayadı. Ray'in evde harekete geçtiğine dair bir şeyler duymayı ummuştu. Ray, konuş benimle. İçerde misin? Evet. Ben bu kapıyı açamadım. Bir kapı açılınca diğer kapının sistemi devre dışı kalıyor olmalı. Boşuna uğraşma. Burada lanet olası tek gözlü kedi dışında hiç kimse yok. Ne? Hall'ün şakakları zonklamaya başladı. Her yere baktın mı? Burada sadece iki kapı var. Biri küçük bir bölmeye diğeri de banyoya açılıyor. Evde kimse yok!

153 Hail dönüp sırtını kapıya yasladı. Geiger'in böylesine güzel bir bahçeye sahip oluşu onu şaşırtmıştı. Zaten bu yüzden ilk geldiklerinde bu evin Geiger'e ait olabileceğinden şüphelenmemişlerdi. Şu an her geçen dakika Geiger'in zaman kazandığı anlamına geliyor, öte yandan Hail için de zaman kaybı oluyordu. Dalton'u arayıp ona yeniden işe girişmesini söyleyebilirdi. Başka bir çaresi de yok gibiydi. Ama giderek Geiger'in konuşmayacağını, Matheson'un oyunu 297 kazanmak üzere olduğunu ve dolayısıyla da işin sonunda cehennemi boylayacaklarını düşünmeye başlamıştı. Ray'le yaptığı görüşmeyi sonlandırıp Dalton'un numarasını tuşladı. Evet? diye karşılık verdi Dalton. Telefonu ona ver. Hoparlörü aç. Söylediklerimi ikiniz de duyun. Dalton sesleri iyi bilirdi. Sesleri röntgen sonuçlarına bakan bir cerrah titizliğiyle analiz edebilirdi. Bu yüzden Hall'ün sesinde öfke ya da kararlılık emaresi yerine sakin bir yenilmişlik ifadesi sezince bir hayli şaşırdı. Bu görevinden yorulmuş, morg görevlisinin sakin konuşma biçimini andıran bir ses tonuydu. Geiger'in başı yana düşmüş dudaklarında iri bir kan baloncuğu belirmişti. Dalton omzuna dokununca irkildi ve kan baloncuğu da patladı. Sana, dedi Dalton. Hoparlör tuşuna basıp telefonu Geiger'in kulağına yaklaştırdı. Evet, dedi Geiger hırıltılı bir sesle. Dalton şimdi kaldığı yerden devam etmeye başlayacak, dedi Hail. Geiger hiçbir şey söylemedi. Dalton önce şaşırarak bir kaşını kaldırdı sonra pantolon cebinden yeni bir çift eldiven çıkardı. Geiger, diye devam etti Hail. Söylediklerimi anladığına emin olmam gerek. Söylediklerini anlıyorum. Neredesin? 298 Dalton'un telefonundan seans odasına tüyler ürpertici bir kahkaha yayıldı. Nerede miyim?'* Geiger'in arka bahçesindeki sundurmadaki Hail kendi sorusunu kendi yanıtladı. Evindeyiz. Ama kedin dışında kimse yok burada. Bahçede gezinmeye başladı. Bir yandan da keşke viskimi bitirseydim diye düşünüyordu. Pekala. Harry ile çocuğu da yanında getirmişsin. Anladım. Hayır, Hail. Anladığını sanmıyorum. Geiger'in aşırı sakin ses tonu onu bir hayli şaşırtmıştı. Sonra Ray'in içerden arka kapıya attığı yumrukla yerinden sıçradı. Hey! diye bağırdı Ray..Dışarı çıkamıyorum. Orada kilitli kaldınız. Ray yeniden kapıyı yumrukladı. Beni duyuyor musun, Richie? Kapılar açılmıyor. O lanet kod artık bir işe yaramıyor.

154 Hail içini çekti. Tabutlarına yeni bir çivi daha çakılmıştı işte. Çıkmak için de çıkış koduna ihtiyacımız var öyle mi? diye sordu. Doğru. Hail birbirini kovalayarak ağaçtan ağaca atlayarak hiç durmadan koşturup duran iki sincabı izledi. İkisinin de birbirini yakalama derdinde olmadıkları, sadece kaçıp kovalanmaktan hoşlandıkları açıktı. Çıkmak için kodu kaç kez girdiniz? diye sordu Geiger. Hail az daha çok önemli bir ayrıntıyı kaçırmak üzere olduğunu fark etti. Geiger, Orada kilitli kaldınız. demişti. Bu da hemen bir u dönüşü yapılmasını gerektiriyordu. Ge- 299 iger üçümüzün de evde kilitli kaldığını sanıyor diye düşündü. Kötü adamlara bir sayı. Nedenini sorabilir iniyim? dedi Hail. Çünkü doğru kodu girmeden çıkamayacağın gibi kodu iki kez yanlış girersen sistem silahlanır. Silahlanır? dedi Hail. Devam et. Alçı duvarların içinde yön sinyalli yirmi patlayıcı var, Hail. Eğer kodu üçüncü kez yanlış girersen ateşleme sistemi devreye girer ve tüm ev içeri doğru patlar. İçeri doğru mu? Vegas'taki şu eski kumarhaneleri yıkmak için yapıldığı gibi mi? Evet. Ayrıca, pencere parmaklıklarını sökmemeye çalışman da senin yararına olur. Doğru, dedi Hail eve doğru döndü. Geiger, bir saniye bekle. Telefonu sessize aldı. Ray! diye bağırdı. Kodu kaç kez tuşladın? Çıkmak için mi? Şey... iki. Tamam, bundan sonra oraya dokunma. Anladın mı? Neden? diye bağırdı Ray. Dokunma işte! Hiçbir şeye dokunma! Hail yere oturup sırtını ağaca yasladı. Bir sigara çıkartıp çakmağını yaktı. Ama sigarayı yakmak yerine ateşe bakmaya koyuldu. Dikkatini toplayıp olaya yepyeni bir bakış açısıyla yaklaşmalıydı. Eğer Matheson'a ulaşamayacaklara başka bir çıkış yolu bulmak zorundaydılar. Çünkü muhatapları karşısına oturup başarısızlık nedenlerini dinleyebilecek türden biri değildi. Yardım isteyebilecekleri kimse de yoktu. Bu da Ray ve Mitch'in de kendi başlarının çaresine bakmak zorunda oldukları anlamına geliyordu. Zaten hiçbir zaman Üç Silahşor olamamışlardı ki. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için zırvası onlar için hiçbir zaman geçerli değildi. Hatta gerekirse Mitch altında Ray'in olduğunu bildiği bir otobüsü gözünü kırpmadan kullanırdı.

155 Hail sigarasını yakıp yeniden Geiger'le konuşmaya başladı. Tamam. Üçümüzü eve kilitledin, dedi. Bu sırada belli etmeden hafifçe sırıttı. Peki şimdi ne olacak? Dalton beni serbest bırakacak, ben de güvenli bir yere ulaşınca size çıkış kodunu söyleyeceğim. Kodu şimdi söylesen de biz de Dalton'a seni serbest bırakma talimatı versek olmaz mı? Kendi fikrimi daha çok tuttum, Hail. Ray yeniden arka kapıya vurarak bağırmaya başladı. Hey, Richie! Neler oluyor? Hail gözlerini devirdi. Geiger, bana bir dakika müsaade et, tamam mı? Elbette. Hail telefonu sessize alıp bahçede ilerleyip sundurmaya döndü. Ray, diye seslendi dışarıdan. Bir sorunumuz var. Ev koca bir bombaymış! Ne? dedi Ray. O zaman hemen birilerinden yardım isteyelim. Tabii. Kimden yardım isteyebileceğimi söyle de hemen arayayım. İtfaiye olur mu? Ya da polis? Tanrının cezası. Halletmeye çalışıyorum, Ray. Sadece birkaç dakika müsaade et. Hail oturup, kapıya yaslandı. Baş ve işaret parmaklarıyla gözlerini kapatınca gözkapaklarının arkasında uçuşan beyaz hareler görüyordu. En son ne zaman uyumuştu? Otuz altı saat önce mi? Belki daha bile fazla. Koluna bir şeyin sürtündüğünü görünce gözlerini açtı ve kendi kapısından dışarı çıkan kediyi gördü. Kedi başını kaldırıp ona bakınca Hail hayvanın kör gözünü fark etmişti. Ardından kedi dönüp bahçeye doğru yürüdü. Bu Hall'e bir fikir vermişti. Ray, diye seslendi. Evle ilgili sana bir şey soracağım? Evet? Geiger'in evinde gözüne takılan bir şey var mı? Şey, büyük bir CD rafı var. El yapımı. Hail telefonu alıp tuşa dokundu. Pekala, Geiger, dedi. Senin istediğin olsun. Dalton, orada mısın? Evet, dedi Dalton. Onu bırakın. Seni duydum, Hail. Ama emin olmak için bir kez daha tekrar eder misin? Bırak gitsin. Geiger'i serbest bırak. Pekala. Şifreyi ne zaman bildirirsin, Geiger? Yarım saat içinde, diye yanıt verdi Geiger. On beş dakikası yaralarıma dikiş atmakla geçer. On beş dakika da buradan ayrılmak için lazım.

156 Bekleyeceğiz. Bu arada çok hoş bir CD koleksiyonun var. Müzik dinlemeye kalksak bir şeyleri patlatmayız değil mi? Keyfinize bakın. 302 Görüşme bittince Dalton da telefonu kapatıp servis arabasına koydu. Alt raftaki ceketini alıp cebinden Ruger LCP.380 tabancasını çıkardı. Onu gören Geiger, Sana bir şey yapmayacağım, dedi. Yalnızca önlem, dedi Dalton duygudan uzak bir sesle. Bileklerini çözeceğim. Gerisini sen halledersin. Ben uzaklaşmadan bir şey yapmaya kalkma yoksa seni vururum. Anladın mı? Evet. Dalton gözlerini ve silahı Geiger'in üzerinden ayırmadan bileklerindeki bağları çözdü. Ardından bir iki adım uzaklaşıp eldivenlerini çıkartarak yere attı. Dalton'un ölçülüp biçildiği belli hareketleri Geiger'in bir hayli dikkatini çekmişti. İlk hareketinden sonuncusuna dek kılı kırk yararak hareket etmiş, soğukkanlılığını hep korumuş, bir damla bile terlememişti. Tabancayı da Geiger'in alnına doğru tutmayı sürdürüyordu. Devam et, dedi Dalton. Geiger kollarını kaldırdı. İlk anda müthiş bir hafiflik hissetmişti. Ama ayak bileklerine doğru eğildiği anda tüm bedeninin hamurlaşmışçasına güçsüzleştiğini fark etti. Eğer oturduğu sandalyeye sımsıkı bağlı olmasa büyük bir ihtimalle yüzükoyun yere yuvarlanacaktı. Doğrulup göğsündeki bağları çözdü. Serbest kalan ciğerleriyle derin bir nefes aldı. Hava üzerinde hem rahatlatıcı hem de sersemletici bir etki yapmıştı. Dalton kupkuru bir sesle güldü. Geiger, bu çok enteresan. Hatıralarımı yazarsam en güzel yeri bu güne ayıracağım. 303 Geiger eğilip sol bileğindeki ipi çözdü. Kitap mı yazacaksın? Emekli olunca. Adına karar verdim bile. Dalton: Bir işkencecinin Hayatı. Geiger diğer bileğine uzandı. Ama merak etme, Geiger, senin adını değiştiririm. Sonra gülerek, Sanırım kitabın başına bir yazar notu eklemek gerekir: Suçluyu korumak için bazı isimler değiştirilmiştir, dedi. Geiger bileğindeki son bağı da çözüp ipi çekip çıkardı. Başını kaldırıp Dalton'a baktığında az önceki ferahlık duygusunu yeniden hissetmişti. Şimdi yaralarımla ilgilenip üzerime temiz bir şeyler geçirmek üzere izleme odasına gidiyorum. Tamam. Dalton başını sallayarak elindeki silahla Geiger'e izleme odasını işaret etti. Geiger berber koltuğundan kalktı ama ilk adımını duraksayarak attı. Dengesini sağlayabilmek için ellerini hafifçe iki yana açtı. Belden aşağısı sanki ağırlaşmış, bacaklarının bütün gücü çekilmiş gibiydi. Kasıklarındaki

157 bol sargı bezinden daha fazla ememediğinden kan damlamaya başlamıştı. Yürürken sargı bezi de hafifçe açılıp yere sürtünmeye başladı. Dalton Geiger'i izleme odasındaki gardırobun kapağını açıncaya kadar izledi. Gardırobun bir rafı ilkyardım malzemeleriyle diğer rafları ise giysilerle doluydu. Geiger bir süre sonra derinin içinde eriyip kaybolan dikiş ipliğiyle, makas ve yara bandını aldı. İlk anda yaranın çevresine uyuşturucu sprey sıkmayı düşündü. Ama kesik çok girintili çıkıntılıydı. Bu yüzden de dikmek zor olacaktı. İstediği gibi sağlam dikiş atabilmek için acıdan faydalanma şansı olabilirdi. Çekmeceden pantolonla siyah bir kazak alıp kanepeye çöktü. Kendini hızla arkaya yumuşak yastıklara doğru attı. Ama zihniyle bedeni aynı anda çalışmıyordu. Ne olduğunu anlayamadan başını kanepenin arkasındaki duvara çarptı. Ah, dedi Dalton ve silahını indirdi. Geiger iğneyi burnunun ucuna kadar getirip sağa sola çevirerek deliğini görmeye çalıştı. Bu haliyle tıpkı fotoğraf makinesinin netlik ayarını yapıyormuş gibi görünüyordu. Üçüncü denemede iğneyi delikten geçirmeyi başardı. Dalton bardan bir şişe Remy Martin alıp kadehe doldurdu. Konyağı yudumlarken bir yandan da yarasını usta bir terzi edasıyla dikmeye koyulan Geiger'i seyrediyordu. Geiger'in canının acıdığına dair en ufak bir belirti bile yoktu. Bu adam kesinlikle bir boğa kadar dayanıklı diye düşündü. Bunu nereden öğrendin? diye sordu Dalton. Babam öğretti. Geiger acıyı dağıtmaya çalışıyordu. Göğüs kafesindeki ağrıyı, yanağındaki zonklamayı, kasıklarındaki yoğun acıyı bir bütün olarak düşünüp bütün bedenine eşit olarak dağıtıyor, iğnenin neden olduğu acıyı da dışarıdan etine batan bir cisimden kaynaklı değil de diğerlerinin bir parçası olarak görmeye çabalıyordu. Doktor mu? Marangozdu. Öldü. 305 Geiger son dikişi de attıktan sonra ipin ucunu makasla kesip bir düğüm attı. Sonra arkasına yaslanıp avuçlarındaki kanı yastıklara sürterek temizledi. Ben de içecek bir şey alabilir miyim, lütfen? Ne istersin? Ne olursa. Dalton kadehini bırakıp bardaki seçenekleri gözden geçirdi. Sonunda bir kadehe bir parmak votka doldurdu. Silahını yeniden doğrultup içkiyi Geiger'e götürdü. Al bakalım. Sol elinle. Yavaş iç.

158 Geiger'in gözkapakları düştü. Açık ağzından derin bir soluk verdi. Bana bir saniye ver. Canım çok yanıyor. Keyfine bak. İşinde çok iyisin, Dalton. Sezar'a şükürler olsun. Geiger kadehe doğru uzandı. Dalton bir an için bakışlarını üzerinden çevirince de sağlam bacağıyla Dalton'un kasıklarına olanca gücüyle vurdu. Dalton acıyla iki büklüm oldu. Gözlüğü gözünden fırlamıştı. Geiger hemen dirseğiyle çenesine sert bir darbe daha savurarak Dalton'un iki dişinin ağzından fırlamasına neden oldu. Dalton dizleri üzerine çökerken Geiger de tabancayı elinden attı. Dalton bir an için kıpırdamadan öylece durdu. Bir eliyle kamını tutup kıvranırken diğeriyle yerden destek almaya çalışıyordu. Bu haliyle karaya vurmuş bir balığı andırıyordu. Şükredecek bir şey yok, dedi Geiger. Dikkatle doğrulup Dalton'un sol kolunu arkaya doğru bükerken diğerini de bileğinden yakalayıp yere sabitledi. Geiger'in az önceki darbesi Dalton'un sağ gözündeki bir-kaç damarın patlamasına neden olmuş, bu yüzden de gözü bir anda kan çanağına dönmüştü. Sağ elini yumruk yap, dedi Geiger. Yumruk mu? dedi Dalton zorlukla. Evet, yumruk yap. Neden? Çünkü bir daha yapamayacaksın. Dalton başını iki yana salladı. Göğsü hızla inip kalkıyor, zorlukla nefes alıyordu ama yine de vahşi bir tavırla gülümsemeyi başardı. Doğru. Ama yapmayacağım. Büyük Geiger'i işbaşında görmek istiyorum. Belki de böyle bir fırsat insanın karşısına hayatı boyunca sadece bir kez çıkar değil mi? Üzgünüm. Bunun için biraz geç kaldın. Geiger, Dalton'un sol kolunu iyice yukarı kaldırıp kıvırınca Dalton acıyla inledi. Dalton, hayatım boyunca birini öldürmenin nasıl bir şey olduğunu düşünüp durdum. Şimdi bir kez daha söylediğimi yapmamakta ısrar edersen artık başka şeyleri merak etmek zorunda kalacağım. Dalton'un kolunu biraz daha kaldırdı. Yumruk yap. Biraz daha kaldırdı. Hadi. Dalton'un dudaklarından pes ettiğini gösteren bir inleme işitildi. Ardından yerdeki elini yumruk yaptı. Geiger de kendi yumruğunu sıkıp olanca gücüyle Dalton'un yumruğuna vurdu. Dalton'un boğazından çıkan haykırış parmaklarının kırılma sesini bastırmıştı. Sonra Dalton'un sol elini kaldırıp dört parmağını kemikleri kırılıncaya dek arkaya büktü. Dalton'un çığlığı bu kez ilki kadar güçlü olmasa da daha 307 uzun sürmüş, sesi çığlıktan ziyade inleme gibi çıkmıştı. Elleri şimdi sahilde üstlerine basılmış akrepleri andırıyordu.

159 Geiger ayağa kalkıp kanepeye oturdu. Derin bir nefes aldı. Erken emekli oldun, Dalton. Anılarını yazman için önce ayak parmaklarınla yazmayı öğrenmen gerekiyor. Geiger pantolonuyla kazağına uzanırken canını en az yakacak biçimde nasıl giyebileceğini düşünüyordu. 19 İşte bu kadar, dedi Harry, başını baktığı pencereden oturma odasına çevirirken. İç çekti. İşte tüm hikaye bu. Geiger'in gidişinin ardından Corley atıştırmalık bir şeyler hazırlamış, Harry ile Ezra karınlarını doyurduktan sonra da Ezra'yı televizyon izleyebileceği yatak odasına göndermişti. Sonrasında da Harry'den olup bitenleri tüm detaylarıyla anlatmasını, aksi takdirde polisi arayacağını bildirmişti. Ezra'nın hikayesini anlatırken Harry başlangıçta Geiger'le yaşamlarını nasıl kazandıklarına ilişkin ayrıntıları atlamayı denemiş ama sonunda hikaye ortaya çıktıkça her şey anlaşılmıştı. Yaptığı işi ilk kez birine anlatmış, gerçeğin tiksindiriciliği söze dökülünce iyice ağır gelmişti. Harry anlatırken Lily yanındaki kanepede oturup saçlarıyla oynamıştı. Tam karşılarındaki Corley'se gözleri yerdeki şark işi halının sarı mavi kıvrımlı motiflerine dikilmiş halde adeta kendi dünyasına gömülmüş gibiydi. Aslında Corley'in gözleri odadaki hiçbir şeyi görmüyordu. Tama- 309 men içine kapanmış, Geiger'in bulmacayı andıran ruh halinin sayısız parçasını kavrama çabasıyla boğuşuyordu. Doktor? Corley, Geiger'in işiyle ilgili açıklamalarla ve kendisinin bunu anlayamamış oluşuyla sarsılmıştı. İşkence. Geiger'in gizli geçmişi onca yıl sonra bu şekilde mi açığa çıkmıştı? Corley'in içi içini yiyordu, müthiş bir huzursuzluk duymaya başlamıştı. Böyle bir şeyi nasıl fark etmemiş ya da en azından nasıl olmuş da en ufak bir şey bile hissetmemişti? Corley başını kaldırdı. Evet? Evinize kadar geldiğimiz için çok üzgünüm. Gerçekten. Corley önemli değil der gibi elini sallasa da Harry'e gözlerini kısarak baktı. Bir anlığına siz ikinizin son on yıl boyunca yaptıklarınızı bir kenara koyalım. Başka bir şey daha var. Bu adam kaçırma eylemlerinin son derece ciddi bir federal suç olduğunun farkında mısın? Evet, ama biz kimseyi kaçırmıyorduk. Bize öyle bir suçlama yöneltilemez. Harry birasından bir yudum alıp hafifçe geğirdi. Lily'nin ağzına bir lokma çörek sokmaya çalıştı ama kız başını çevirerek yemek istemedi. Bir şeyler ye, dedi Harry. Hatırlamıyorum, dedi kız bakışlarını sağa sola çevirerek. Neyi hatırlamıyorsun?

160 Bir sürü kelime, bir dolu anlam var. Ve hepsi de doğru yerde kullanılmak zorunda. Harry nerede? diye sordu. Harry hemen Corley'e bakıp. Tanrım, adımı söyledi, dedi. Sonra yeniden kıza döndü. Buradayım, Lily. Hey, benim, Harry. Corley doğrulup kızın yanına gitti. Önünde çömelip bir süre boş bakışlarını izledi. Bazen şarkıyla cevap verdiğini söylemiştin değil mi? diye sordu Corley. Evet. Bazen söyledikleri bir şeyle bağlantılı gibi geliyor bazen de alakasız şeyler söylüyor. Corley iyice yaklaşıp Lily'nin yüzünü incelemeye koyuldu. Lily? dedi. Aniden ellerini birbirine vurdu. Harry şaşırarak irkildi ama Lily kılını bile kıpırdatmadı. Lily! Gitmek istiyorum, dedi. v Ben de gitmek istiyorum, Lily, dedi Corley. Nereye gitmeliyim? Lily yarı konuşur yarı şarkı söyler gibi, Okyanusun derinliklerine... diye karşılık verdi. İşte böyle, dedi Harry. Bir anlamı olabilir de olmayabilir de. Bu şarkıyı çok severdi. Siz nereye gidebilirim dediğinizde bu şarkıyla yanıt verdi. Çıldırtıcı bir şey. Corley koltuğuna geri döndü. Beyninin içinde bir şeyler oluyor. Bunlar tepkisel, yanıt mahiyetli ya da tamamen rastlantısal karşılıklar olabilir. Ama zihninde bir işlem gerçekleştiği kesin. Sonunda da bir şey söylemeye karar veriyor. Ama uygun kelimeyi bir türlü bulamayınca da şarkı söylemeyi tercih ediyor. Başını iki yana salladı. Bazen dehşeti duvarlar arkasında tutmak insan üstü bir çaba ister. Tedavi görüyor mu? 311 Evet, sanırım. Ama nasıl bir tedavi gördüğünü bilmiyorum. Pekala. Ona çok dikkat etmemiz gerek. Nasıl bir insandır? Yani önceden bildiğiniz kadarıyla? Biraz aklı karışık ama çok zeki biriydi. Komikti de. Şu şapşal komiklerdendi. Hüzünle başını iki yana salladı. Ama şimdi çok uzun yıllardır onun hayatının bir parçası değilim. Harry, biri suçluluk duygusu hakkında ne demiş biliyor musun? Ne? Eğer insan kendini suçlu hissetmiyorsa o zaman büyük bir ihtimalle kusurunun bu olduğunu düşünüyordur. Harry omuzlarını silkti. Doktor, sağ olun ama psikologa ihtiyacım yok. Ben kim olduğumu biliyorum. Bir süre birbirlerine baktılar. Harry'nin anlattıklarının görünmez etkisi hâlâ güçlü biçimde varlığını sürdürüyordu. Gideli çok oldu, doktor, dedi Harry.

161 Corley saatine baktı. Neredeyse üç saat olmuştu. Aklına bin bir türlü felaket senaryosu geliyordu. Onun iyi olduğuna eminim, dedi ama söylediğine kendisinin bile inanmadığı çok açıktı. Harry gülümsemeye çalıştı. Sonuçta kocaman adam, değil mi? Corley sigara aramaya koyuldu. Acaba evde hiç Marlbo-ro kaldı mı diye geçirdi aklından. Hayır, Harry, dedi. O küçük bir çocuk. Geiger nispeten gözden uzak bir yerde bir telefon kulübesi buluncaya dek elinde bir spor çantayla üç blok yürüdü. Ya- 312 nağındaki deliği beş santimlik sargı beziyle kapatmıştı ama yüzündeki solgunluğu gizlemenin imkanı yoktu. Yapılması gereken çok şey vardı, o an için en büyük ihtiyacı koyu bir kahve içip birkaç dakika kafa dinleme fırsatı bulabilmekti. Corley'in söylediklerini gayet net hatırlıyordu: Anıların elinden kayıp gitmesine izin verme. Onları geçmişte kilitli tutma. Onlar senin bir parçan. Onları yaşat ve her zaman hatırla. Garson buzlu kahvesini getirdi. Başka bir arzunuz? Yok. En fazla yirmisindeki garson çocuk Geiger'in yüzünün dikkatini çektiğini belli etmemek için en ufak bir çaba bile harcamaya gerek görmemişti. İyi misiniz? diye sordu. Evet. Geiger sesinin titrediğini ve bunun da çocuğun bakışlarındaki kuşkuyu arttırdığını fark etmişti. Evet, dedi kendini biraz toplamaya çalışarak. İyiyim. Çocuğun ikna olmadığı açıktı ama sonunda dönüp uzaklaştı. Geiger kahvesinden iri bir yudum aldı. Aslında sıcak kahve içmek istiyordu ama sıcağın ağzındaki kanamayı artıracağını biliyordu. Soğuk sıvıyı yutmadan önce ağzında yirmi otuz saniye kadar gezdirdi. Sonra arkasındaki yumuşak yastıklara yaslandı. İçindeki eski yaraların yeniden açıldığını biliyordu. Böyle olmaması için yıllarca çabalamıştı. Aslında yaptığı şey canavarları kendi karanlık dünyasında hapsetmekten ibaretti. Ama şimdi içi dışına çıkıyordu. Artık eski duygula- 313 rı gömüldükleri yerden çıkartmak için Corley'in gayretine ihtiyacı yoktu. Sen benim oğlumsun. Sana ihtiyacın olan her şeyi verdim. Hail, Geiger'in arka bahçesindeki bankın üzerine çıkıp parmaklıktan destek alarak konteynırın üzerine, oradan da geçide atladı. Caddeye doğru yürürken telefonundan Ray'i aradı. Evet?

162 Arabaya dönüyorum. Aşağılık herif bir an evvel arasa iyi olur. Yarım saat dedi. Ya aramazsa? Sanırım artık Bay Geiger'i anlamaya başlıyorum. Arayacaktır. Ya aramazsa? Hail, Lexus'a bindi. Bilmiyorum, Ray. O kadar uzun vadeli düşünemiyorum. O zaman düşünsen iyi olur, dostum. Hail kolluğu yatabileceği konuma getirdi. İçinde tatlı bir ürperti vardı. Şansa inanmazdı ama bazen karmaşanın rüzgarın parçaları bir şekilde birleştirecek şekilde esmesini sağladığını düşünürdü. Neticede bir milyon maymunu bilgisayar başına oturtursan günün birinde muhteşem bir eserle karşılaşmak mümkündü. Ve Hail'ün içgüdüleri maymunların şu an Hamlet yazmak üzere olduklarını söylüyordu. Arkasına yaslanırken önünde son bir fırsat olduğunun farkındaydı. 314 Mitch telefonu alıp Hall'ü aradı. Evet? Peşindeyim, dedi. Kafeden çıkıyor. Mitch, Geiger'in köşedeki telefon kulübesine girişini izledi. Geiger'in Ludlow Caddesi'ndeki evinden çıkmasını neredeyse iki saat kadar beklemişti. Sonunda Geiger dışarı adeta savaştan çıkmış haldeydi. Üç blok boyunca direksiyonda gizlenerek takibi sürdürmüştü. Şimdi de kafenin yarım blok ilerisine park etmişti. Şimdi Geiger'in telefonu kulağına götürüşünü izlerken giderek heyecanlanıyordu. Sonunda işlerin yoluna gireceğini düşünmekten kaynaklanan bu heyecan nabzının kulaklarını uğuldatacak kadar hızlı atmasına neden olmuştu. Bazen arkana yaslanıp sadece gülerek parçaların birleşmesini izlemek mümkün oluyordu işte. Mitch kahvesini yudumladı. Soğumuştu ama umurunda değildi. Tadı gayet iyiydi. Geiger ahizeyi kulağına götürmüş ama eli tuşlarda kalakal-mıştı. Matheson'un numarasını hatırlamaya çalışıyordu: Gözlerini kapatıp adamla internette görüştükten sonra avucuna yazdığı numaraların geri kalanını gözünde canlandırmaya çalıştı Sonra neydi? 8 mi? Numarayı tuşladı. Sadece bir kez çaldı. Alo? dedi bir adam. Matheson? Kim? Matheson? Burada Matheson diye biri yok, dedi ses.

163 315 Geiger telefonu kapatıp alnını telefon kulübesinin kenarına yasladı. Acıya, kan kaybına tahammül edebiliyordu. Ama bu tüm enerjisini kullanmasını gerektiriyor, bu da dikkatini toplayıp, düşünebilme yeteneğine önemli ölçüde zarar veriyordu. Avucuna yazdığı sayıları hatırlamaya çalışıyordu: ? Yeniden tuşladı. İlk çalışta biri açtı. Evet? dedi bir adam. Matheson? Evet. Geiger'in ağzı kan dolmuştu. Yutkundu. Dikkatle dinle. Oğlum nerede? Matheson'un sesi korku ve öfkeden titriyordu. Matheson, konuşma. Senin bu konuşmadaki rolün sadece dinlemekten ibaret. Bu bir anlaşma değil. Sana söylediğim yere gidecek senden getirmeni istediğim şeyi getireceksin. Eğer yapmazsan oğlun senin yüzünden ölmüş olacak. Bu yüzden dikkatle dinle... Geiger taksiden inip Central Park'a yöneldi. Yürüdükçe kendini daha iyi hissediyordu. Futbol sahalarına doğru yaklaşırken yanından gelip geçenlerin dönüp dönüp yüzüne baktığını fark ediyordu. Dört sahada da maç vardı. 4 Temmuz tatili başladığı için de çok sayıda seyirci vardı. Yani kalabalığa karışmak o kadar da zor değildi. Geiger, Matheson'a en batıdaki sahanın kenarındaki banklardan birine elinde katlanmış bir New York Times gazetesiyle oturmasını söylemişti. Bu kalabalığa rağmen çok uzaktan adamı hemen gördü. Adamda gözlemlediği bu tür büyük korkuyu daha önce çok görmüştü. Uykusuzluktan kızarmış gözler, omuzların aşırı dik duruşu, gergin, tedirgin hareketler. Matheson'un gri takım elbisesinin ütüye, yakışıklı, sert ifadeli yüzünün de tıraşa ihtiyacı olduğu açıktı. Geiger daha sakin bir ortamda adamın tıpkı otuz yaşındaki Ezra gibi görüneceğini tahmin etti. Geiger arkadan yaklaştı. Matheson? Ağrıyı azaltmak için ağzının sağ tarafıyla konuşmaya çalışmış, bu da doğru dürüst konuşamamasına neden olmuştu. Matheson arkasına dönmeye yeltendi ama Geiger ellerini kibarca adamın omzuna koyup dönmesine mani oldu. Arkana dönme. Sadece maçı izle. Ezra nerede? Bana bir şey getirdin mi?v Oğlum buraya oturduğunda istediğini alacaksın. Matheson eliyle banka vurdu. Oğlum nerede? Onunla birlikte olma şansını kaybettin. Ne? Şu andan itibaren onu görüp göremeyeceğine Ezra karar verecek. Senin bu konuda söz hakkın yok.

164 Sen ne demeye çalışıyorsun... Yeniden dönmeye yeltendi ama Geiger parmaklarını adamın omzuna geçirerek sıktı. Matheson belli belirsiz inleyerek hareketsiz kaldı. Bir daha arkana dönmeye kalkma. Yoksa boynunu kırarım. Matheson çok tuhaf bir duyguya kapıldı. Bu ses. Bu sesi daha önce duymuştu. 317 Hail, Mitch'in söylediğini duyunca şoför koltuğunda aniden doğruldu. Matheson? Emin misin? Evet, diye yanıt verdi telefonun diğer ucundan. Geiger'in taksisini parka kadar takip ettim. Şimdi de yaklaşık elli metre kadar arkalarındayım. Matheson bir bankta oturuyor. Geiger de tam arkasında. Hedefi on ikiden vurduk, ahbap! Hall'ün dudaklarında zerre kadar rahatlama ifadesi belirmedi. Kutlamaya henüz hazır değildi. Ama çocuk yanında değil? Hayır. Çocuk yok. O zaman nedir bu saçmalık? Hail parmaklarıyla direksiyonda tempo tutuyordu. Şimdi ne yapıyorlar? Hiç. Konuşuyorlar. Hail telefonuna baktı. Birazdan bir çağrı daha alacaktı. Acaba hattın diğer ucundaki adamı telefona yanıt vermeyeceğine karar verinceye dek ne kadar bekletebil irdi? Kimsin sen? diye sordu Matheson. Sandığın kişi değilim. Bu onlardan biri olmadığın anlamına mı geliyor? O zaman neden Ezra'yı bana teslim etmiyorsun? Çünkü şu an Ezra için en az onlar kadar tehlikelisin. Mal satma telaşına düşüp oğlunu belaya bulaştırdın. Onu hedef ve kurban haline getirdin. Mal satmak mı? Ben öyle bir... Bundan sonra olacakları anlatıyorum. Önce bana onların istediği şey her neyse onu vereceksin. Adına paket diyelim. Sonra da ben Ezra'yı annesine teslim edeceğim... Julia'ya? Burada mı o? Ve Ezra güvende olduğu anda peşindeki adamlarla temas kuracağım. Onlara paketin bende ol duğunu ve Ezra'dan uzak durdukları müddetçe paketin gün ışığına çıkmayacağından emin olmalarını sağlayacağım. Benim kim olduğumu ya da tüm bunların neyle ilgili olduğunu bilmiyorsun değil mi? diye sordu Matheson. Umurumda da değil. Veritas Arcana ismini duydun mu? İspiyoncular?

165 Evet. İşte o benim. Ama Veritas Arcana bir örgüt değil. Sadece ben ve birkaç gönüllüden ibaret. Ve sen şimdi benden dünyanın bilmesi gereken bir şeyi sonsuza dek gizlemekten bahsediyorsun. Üstelik o şey ne sana ne de bana aitken. Ve sen Ezra'nın hayatını teminat olarak mı ortaya koydun? Hayır. Oğlumu çok seviyorum. Asla böyle bir şey yapmam. Matheson, anlamıyorsun. Zaten tam olarak öyle yaptın. Matheson bir şey söylemeye hazırlanıyordu ki birden durdu. Bir eliyle yüzünü ovuşturup gözlerini kapattı. Tanrım, dedi. O kadar yakında olduklarını düşünmemiştim. Sadece altı ya da yedi saate ihtiyacım vardı. Sadece... Derin bir nefes alıp sustu. Topa vuracak oyuncu gelip başındaki kepiyle kalabalı- 319 ğı selamladı. Ardından koca göbeğini okşadı. Kalabalıktan neşe dolu kahkahalar işitildi. İki önemli nokta var, Matheson, dedi Geiger. Bir; oğlun tamamen şans eseri hayatta kaldı. İki; asla pes etmeyecekler. İlk fırsatta başladıkları işi bitirmeye çalışacaklar. Onların işi bu. Durmayacaklar. Matheson o tuhaf duyguya yeniden kapıldı. Senin sesini tanıyorum, dedi. Hayır, tanımıyorsun. Matheson'la konuşmak Geiger'i bitkinlikten titremesine neden olacak kadar yormuştu. Artık almak için geldiği şeyi alıp gitme zamanı gelmişti. Matheson, paketi bana ver. Hemen. Matheson başını sallayarak elini ceket cebine soktu. Çıkardığı sarı bir zarfı Geiger'e uzattı. Geiger zarfı alıp çantasına koydu. Matheson bir kez daha iç çekti. Ezra'ya onu sevdiğimi ve çok üzgün olduğumu söyler misin? Matheson ona bir zarf verdi, dedi Mitch. Sarı, yaklaşık on santime yirmi beş santimlik bir zarf. Lanet olsun. Hail dudaklarındaki sigaradan derin bir nefes çekti. Matheson zarfı neden ona verdi? Bu soruyu Mitch'ten çok kendine soruyordu. Ve Geiger ne alması gerektiğini nereden biliyor? Belki de bilmiyordur. Belki de bizimle ilgili bir şey değildir. Belki de Geiger, oğlunu teslim etmek karşılığında Matheson'dan para istemiştir. Tanrım, Richie, kimin umurunda? Bu bizim şansımız. Elli metre uzaktayım. Buradan fırlayıp ikisini birden... Hayır! Central Park kalabalığının orta yerinde değil misin sen, Tanrı aşkına? Zaten 11 EylüTden beri her lanet olası New YorkTu sokaklarda kahraman olabilme sevdasıyla dolaşıyor. Daha ne olduğunu anlamadan on kişi tepene biner. Tamam, Richie ama Geiger gidiyor. Hangisini izleyeyim?

166 Hall, Lexus'un dörtlülerini yakıp, bir an ışıkların yanıp sönmesini izledi. Matheson'a artık ihtiyaçları var mıydı? Matheson mu Geiger mi? Hadisene, Richie! Dörtlüleri kapattı. Geiger, dedi. Zarf Geiger'de. Onu takip et. Hail telefonu kapattıktan'sonra aracı çalıştırıp bloğun sonuna kadar gitti. Sonra Amsterdam istikametine doğru dönüp köşeye park etti. Aracı çalışır halde bırakıp indi. Otomobilin sıcak metaline yaslanarak Geiger'in evine bakmaya koyuldu. Kaldırımda gelip geçen birkaç kişi vardı. Güneş artık yavaş yavaş batmaya başlıyor, binaların yanlarındaki gölgeler giderek büyüyordu. Derin, yavaş ve rahatlatıcı bir nefes aldı. Şimdi daha iyi hissediyordu. Her işin kendine göre inişleri çıkışları olurdu. İşte çocuk oyuncağı gibi gelen bir iş birdenbire büyük bir faciaya dönüşmüştü. Yine de bu badireyi atlatmanın bir çaresi var gibiydi. Yeniden Geiger'in evine baktı. Şimdi Ray'le ilgilenmenin sırası gelmişti. 321 Bu düşünce Ray'in aklında Geiger'in banyosundaki tuvalette otururken belirmişti. On iki saattir boğuştuğu ağrılara ilaçların yan etkileri ve uykusuzluk da eklenince tam manasıyla ambale olmuştu. Ama yavaş yavaş bu halinden sıyrılıyordu. İçindeki bulutlar dağılmaya başlamıştı. Ortaklarının gözünde aralarındaki en saf adam olduğunun farkındaydı. Bunu bildiği için de gayet mutluydu. Neticede kritik zamanlarda diğerlerinin hakkında düşündüklerini bilmek en az zeki olmak kadar avantaj sağlardı. Bu sayede de aklına pantolonunu ayak bileklerine dek indirmiş halde öylece otururken Geiger'in şifreyi bildirmek için aramaması halinde Richie'nin kendisini buradan kurtarmaya çalışmayacağı düşüncesi geldi. Operasyon başarısızlığa uğrarsa Richie'yle Mitch soluğu suçlu iadesi anlaşması olmayan bir ülkeye kalkan ilk uçağa yetişmek üzere havaalanında alır, onu da akıllarının ucuna bile getirmezlerdi. Ray hapı yuttun isimli canavarın elinde çatal bıçakla masaya oturduğunun farkındaydı. Ama bu canavara yanında arkadaşları olmadan yem olmak istemiyordu. Ne oldu söylesene, Richie? Hadi artık. Hail cep telefonu çaldığında 134. Cadde'deki yaya trafiğini izlemeye dalmıştı. Telefonu kulağına götürdüğü anda Ray'in ses tonundaki değişikliği sezdi. Anlaşılan ilaçların etkisi azalmaya başlamıştı. Sabırlı ol, Ray. Mitch onu buldu. Az önce konuştuk. A öyle mi? Sizin adınıza çok sevindim. Peki ya ben? Ray, Mitch onun peşinde. Her an yakalayıp şifreyi alabilir. Tamam mı? Buradan çıkmak istiyorum, dedi Ray. Her şeyin ve herkesin canı cehenneme. Tek başıma dibe batmayacağım. Duydun mu beni?

167 Arabasına yaslanmayı sürdüren Hail bir süre sigarasının ateşine baktı. Ray, daha önce seni hiç kollamadığım oldu mu? Bir kez bile oldu mu böyle bir şey? Sessizliği dinledi. Sonra izmariti atıp devam etti. Doğru, Ray, olmadı. Her zaman senin yanındaydım. Ama sen şimdi beni başıma bela açmakla tehdit ediyorsun. Olmadı. Hiç olmadı. Ray bir anlığına sessiz kaldı. Evet, tamam. Seni duydum. Hail hattaki bip sesini duydu. Güzel. Şimdi hatta bekle bir dakika. Mitch yine arıyor. Hail, Mitch'in çağrısını cevapladı. Neler oluyor? Geiger Central Park'ın batı kapısından çıkıp 88. Cadde'ye yöneldi. 281 numaralı binanın yan kapısının önünde durdu. Anahtarı olmalı. Çünkü içeri giriyor. Binanın girişini görebiliyor musun? Evet. Orada kal. Geliyorum. Ray nerede? Hâlâ kilitli, dedi Hail. Onu sonra kurtarırız. Yeniden Ray'in çağrısını aktifleştirmeden önce dönüp Geiger'in evinin ön kapısına baktı. Evin ön tarafından gelip geçenlerin azalmasını beklemişti. Şimdi beklediği olmuş, etrafta neredeyse kimse kalmamıştı. Ray'in hattına geçti. Ray, şifreyi aldım. Mitch, Geiger'i yakalamış. Şimdi arayıp şifreyi söyledi.*' 323 Harika! Mitch nasıl becermiş bunu? Sanırım ağzına tabancayı sokup lütfen söyle diyerek. Tatlı dil yılanı deliğinden çıkartıyor sahiden. Hail telefonunun ekranına baktı. Tamam, hazır mısın? Şifre yedi, üç, sekiz, dört, dört. Tamam mı? Yedi, üç, sekiz, dört, dört, diye tekrarladı Ray. Doğru. Telefonla SEVGİ yazmak için bu tuşlara basman gerekiyor. Barış ve sevgi. Anladım. Tamam, Ray. Bir dakika içinde görüşürüz. Tamam. Telefonu kapattı, ardından, Hoşça kal, Ray, dedi. Patlamanın sesi Hall'ün tahmin ettiği kadar yüksek olmamıştı. Yeri göğü inletecek bir patlama yerine bir anlık boğuk bir ses işitildi. Hail binanın iskambil kağıdından yapılmış bir ev gibi çöküşünü izledi. Toz bulutu yavaş yavaş dağılıp piramit biçimli moloz yığını belirirken bitişik binalarda en ufak bir hasar olmayışı da hemen göze çarpıyordu. Geiger patlayıcıları işlevlerini kusursuz gerçekleştirecekleri biçimde yerleştirmişti.

168 Otomobiller ani frenle duruyor, bitişik binalardan başlar uzanıyordu. Bazıları binalarının önüne koştu. Hail, Lexus'a binip uzaklaştı. Geiger servis asansörünün durma sesiyle irkilerek kendine geldi. Kırk beş saniyelik asansör yolculuğu sırasında içi geçmişti. Ve bilincindeki bu boşluk ağrının zafer kazanmasına yetmişti. Kendisini zifiri karanlık sulardan 324 yüzeye çıkmaya çalışan bir dalgıç gibi hissediyordu. Ciğerlerinde hava kalmadığı için kendini bir an evvel dışarı atmak istiyordu. Ama yüzeye çıkmadan kendinden geçmemesi için bu yolculuğu ağır ağır yapması gerektiğinin de bilincindeydi. Geiger çantasını aldı. Dikkatli hareketlerle asansörden inip koridora yöneldi. Etrafındaki her şeyi algılamak için büyük bir çaba harcaması gerekiyordu. Bu yüzden de enerjisini boşa kullanmamalıydı. Kapıyı eliyle çaldı. Bu, zili bulmaya çalışmaktan çok daha kolay olmuştu. Kapı açıldığında Corley'in yüzündeki ifade Geiger'e dış görünüşü hakkında daha net bir fikir vermişti. Tanrım! dedi Corley, Geiger'in koluna girip onu içeri sokarken. Harry hemen ayağa fırlayıp Geiger'in karşısına geçti. Ne oldu sana böyle? Corley, Geiger'i deri koltuklardan birine doğru yönlendirirken Harry de atılıp diğer koluna girdi. Geiger altındaki yumuşak yastığı hissetmiş olmasına karşın henüz rahatlama sırasının gelmediğini düşünerek, Harry, dedi. Hail bir kiralık katil. C1A ya da benzeri bi-rileri adına çalışıyor. Tanrım, diye inledi Harry. Şimdi mahvolduk. Hail ile diğerleri nerede biliyor musun? Benim evde kilitliler. Sana ne yaptılar böyle? Şimdi sırası değil, Harry. Yapılacak çok iş var. 325 Corley, Geiger'in ruh halini anlamaya çalışıyor ama fiziksel durumunu da bir türlü göz ardı edemiyordu. Yanağındaki bandaj, sapsarı yüzü, kansız, cansız hali Geiger'in vücudunda görünenden çok daha ciddi yaralar olduğu izlenimi uyandırıyordu. Ezra'nın sesi işitildi. Geiger? Döndün mü? Çocuk koridordan koşarak odaya daldı ama Harry ile Corley'i Geiger'in koltuğunun yanında görünce durdu. Koltuğun sırtı dönük olduğu için Geiger'i görememişti. Ne oldu? diye sordu Ezra. Her şey yolunda, dedi Corley. Ama Ezra ikna olmamıştı. Geiger'in oturduğu koltuğa doğru yönelip yüzüne baktığı anda soluğu kesildi. Yüzü üzerindeki siyah kazakla tezat

169 oluşturacak biçimde bembeyazdı. Gözleriyse kan çanağına dönmüş, donuklaşmıştı. Geiger! dedi Ezra elini Geiger'in bacağına koyarak. İyi misin? Geiger'in yüzü acıyla kasıldı. Ezra hemen bacağındaki ellerini çekip koltuğun kenarına tutundu. Evet, iyiyim, dedi Geiger. Annen seni almaya geliyor. Annem mi? Ne zaman? Uçakla gelecek. Hemen. Seni sevdiğini söylememi istedi. Ezra gülümsemeye çalıştı ama yapamadı. Geiger yavaşça uzanıp elini Ezra'nınkilerin üzerine koydu. Her şey düzelecek, Ezra. Bu her ne kadar çok küçük bir jest olsa da Corley'i müthiş etkilemişti. Daha önce Geiger'in duygularını bu şekilde 326 gösterdiğini hiç görmemişti. Son birkaç saatte her ne olmuşsa Geiger'i müthiş derecede değiştirmişti. Geiger yeniden ona döndü. Martin, dedi. Corley koltuğun önünde çömeldi. Evet? Burada kalamayız. Başka bir yere gitmemiz gerek. Neden? Ezra'nın annesi gelince neler olabileceğini öngöremiyorum. Bu da ne demek? diye sordu Ezra. Annen çok endişelendiği için polisi aramak isteyebilir. Ama sen beni kurtardın. Geiger bitkin bir tavırla gülümsedi. Sonra yeniden Corley'e döndü. Martin, kapıcısının, asansörlerinde güvenlik kameralarının, koridorun diğer ucunda komşularının, her yerde görgü tanıklarının bulunmadığı bir yere gitmeliyiz. Şu senin Cold Spring'teki evin mesela. Ezra'nın annesi bizimle orada buluşabilir. Peki, tamam, dedi Corley iç çektiğini belli etmemeye çalışarak. Bu belki doğru bir hareket olacaktı ama gidecekleri yer tercihi canını yakmıştı. O ev hayatının mutlu günlerinin geçtiği, anılar cennetiydi. Araban var mı, Martin? Evet. Bir buçuk saat içinde orada olabiliriz. Biz değil, Martin. Harry araba kullanacak durumda mısın? Evet, sanırım, dedi Harry. Sol ayağım kötü durumda sadece. Corley ayağa kalktı. Bir saniye Geiger. Nereye Sen geliniyorsun, Martin, dedi Geiger başını kaldırarak. Böylece seni bu işten uzak tutmuş olacağız. Beni uzak tutacaksınız öyle mi? Bence bunun için biraz geç değil mi? Corley bir süre Geiger'in yüzüne bakıp ardından kalkmasını işaret etti. Konuşmamız gerek, Geiger. Sadece bir dakikalığına ofise geçelim.

170 Corley mutfağa yöneldi. Mutfağın arka tarafındaki kapıyı açıp ofise girdi. Geiger, Ezra'yla Harry'e bir an bakıp ayağa kalktı. Doğ-rulduğu anda onlarca kası aynı anda zonkladı. Tüm gücünü toplayıp ağrıyı düşünmemeye çabalayarak mutfağa yöneldi. Oradan da gayet iyi bildiği ofise girdi. Tüm enerjisini sonu nereye varırsa varsın başladığı bu işi bitirmeye yönlendirmek istiyordu. Corley kapıyı yavaşça kapatıp ona döndü. Geiger... Geiger bir elini kaldırdı. Martin burada kalman senin için en doğrusu olacak. Biz gittikten sonra senin olup bitenlerle bir ilgin kalmamış olacak. Öyle mi? Ben de sadece psikiyatristin olarak kalmak isterdim. Ama sayende bu imkansız artık. Sonuçta buraya sen geldin. Mecburdum, Martin. Ama sen hiçbir yere gitmiyorsun. Ayrıca bunu tartışmaya da vaktim yok. Corley birden Geiger'in bir daha bu odaya adımını atmayabileceğim fark etti. Yani şu an son kez görüşüyor sayılırlardı. Boşandığından beri Corley sadece GeigerTe yaptığı görüşmeleri gerçek manada ciddiye almıştı. Oysa şimdi Geiger'e bir şey olmuştu. Büyük bir olasılıkla Corley'in uzun zamandır beklediği, sonunda davranışlarındaki, duygularındaki hasara neyin kaynaklandığını anlamasını sağlayacak şey de tam olarak buydu. Ama Geiger çekip gider ve bir daha da geri dönmezse Geiger'i anlama şansını sonsuza dek kaybedecekti. Martin, dedi Geiger. Bana anahtarı ver ve yolu tarif et yeter. Corley gerginliğini sesine yansıtmamaya çalıştı. Harry bana her şeyi anlattı, Geiger. Yani Şu senin 'Bilgi edinme' işiyle ilgili yaptığınız her şeyi. Bu uygulamaları ne kadar suçlu olurlarsa olsunlar, hatta seri katil ya da Hitler veya Berni Madoff olsalar bile yine de... İşi bırakıyorum, Martin. Tanrım. Geiger bu kadar basit değil. Sen de biliyorsun. Bunu konuşmamız gerek. Ama şimdi değil, Martin. Bu iş sonuçlanıncaya kadar değil. O zaman olması gerektiği gibi olacak, dedi Corley. Cold Spring'e hep beraber gidiyoruz. Geiger başını iki yana salladı. Hayır, sen geliniyorsun. Corley hafifçe güldü. Ne yapacaksın, Geiger? Beni sandalyeye mi bağlayacaksın? Buna gerek kalmayacak, Martin. Sadece dediğimi yap. Corley, Geiger'in yüzüne baktığında o yeşil gözlerin arkasından dışarı sanki bambaşka bir adamın baktığı izlenimine kapıldı. Harry'nin kendisine anlattığı sıra dışı, korkunç yetenekleri olan o Geiger hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Ve insanları istediği şeyi kendisine vermeye her seferinde ikna edebilme yeteneğine sahip bu insanın gözlerine bakar- 329

171 ken az önceki kararlılığının zayıflamakta olduğunu hissetti. Geri adım atmamak için kendini toplamaya çalıştı. Henüz yeterince görüşme yapmadığımızı hissediyorum, Geiger. Ben... Corley birden susup düşüncelere daldı. İnşa ettiğimiz tüm duvarlar... Zihin kendini korumak için nasıl da güçlü engeller oluşturup... İçimizde, yüreğimizde taşıdığımız yük... Bu yüklerin her biri sırtımızda taşıyabileceklerimizden öylesine ağır ki. Martin, dedi Geiger. Bana güveniyor musun? Corley, Geiger'in aynı soruyu daha dün sorduğunu hatırladı. O an bunu Geiger'in anlaşılmaz söylemlerinden bir diğeri olarak algılamıştı. Ama Corley bu kez bunun aralarındaki ilişkiyi net olarak ölçüp, sınayacak bir soru olduğu hissine kapıldı. Evet, diye yanıt verdi Corley. Geiger başını hafifçe sallarken gözlerindeki ifade de belli belirsiz yumuşadı. Hoşça kal, Martin Mitch tüm dikkatini toplamış Central Park'ın batı yakasında, 88. Caddemin köşesindeki binanın yan kapısına bakıyordu. Geiger'in bir sonraki adımını atmasını beklerken bir yandan da radyodan her zaman enerjisini tazelemesini sağlayan programı dinliyordu. İşte yine beraberiz, dedi sunucu. Kahire'de işkence odası dedikleri yerin fotoğraflarını gördünüz mü? Bence tozlu bir bodrumdan farksız. Ama kendilerine moron denmemesi için aydınlanmış liberaller adını takan guruplar yine insan hakları, teröristlere yapılan muameleler gibi konularda sızlanmaya başladılar. Şimdi bu özel günde, 4 Temmuz gününde şunu sormak istiyorum: Sizce bu insanların özgürlüklerini korumak için İrak ya da Afganistan'da savaşan bir yakınları var mıdır? Kendi soruma kendim yanıt vereceğim için kusura bakmayın. Cevap, hayır. Yok. İşte bu yüzden de demokrasinin gerçek manasını kavrayamıyorlar. Çünkü demokrasiyi anlayabilmek adına sizin için anlamı olan bir 331 şeyinizi feda etmeniz, hatta en değerli şeylerinizden bile vazgeçmeyi göze almış olmanız gerekir. Bu da garsonun gelip size suşi kalmadığını söylemesi gibi bir şey değildir! Mitch direksiyonda tempo tutarak, Evet, dostum! dedi. İşte Bağımsızlık Günü ruhu bu! Mitch'in dikkati 88. Cadde'ye park etmiş araçların hemen yanına doğru çeken bir çöp kamyonuna çevrildi. Kamyonun açılan yan kapısından üzerinde New York temizlik kurumu üniforması taşıyan biri atladı. Naylon torbaları alıp kamyona atması gerekiyordu ama hava hâlâ sıcak olduğundan işi bir hayli ağırdan alıyordu.

172 Mitch bir süre boş boş torbalara bakan ardından da işe koyulan adama baktı. Zavallı salak. O üniformanın içi elli derece olmalı. Binanın garajında Corley, Harry eski Chevy Suburban'ın kontağını çalıştırırken birkaç adım geride duruyordu. Motor çalışmadan önce birkaç kez teklemiş, tuhaf sesler çıkarmış ama sonunda normale dönmüştü. Ezra ikinci sıradaki koltukta, keman kutusu kucağında oturuyordu. Lily'de yanına oturmuş, başını çocuğun omzuna yaslamıştı. Geiger gözlerini kapatmış, ellerini kucağında birleştirmiş halde en arkaya geçmi şti. Corley yaklaşıp açık pencereden Harry'e, Çok gaz verirsen tekler. Bu yüzden otobanda sollamaya kalktığında dikkatli ol, dedi. Anladım, dedi Harry. Ayrıca radyo ve klima çalışmıyor. Sorun değil. Corley başını içeri sokarak, Herkes iyi mi? diye sordu. Ben iyiyim, dedi Ezra. Geiger? Yanıt gelmedi. Uyuyor galiba, dedi Ezra. Corley iç çekip doğruldu. Kendisini daha önce hiç bu kadar yaşlı, bu kadar işe yaramaz bir halde hissetmemişti. Harry, dikkatli ol. Her şey için teşekkürler, doktor. Onu sağ salim geri getir. Planımız bu. Harry dönüp Corley'e gülümsedi. Sen iyi misin, doktor? Evet, iyiyim. Tamam o zaman. Gidiyoruz. Harry otomobili hareket ettirirken Corley de dönüp asansöre yöneldi. Dönüp arkasına da bakmadı. Son birkaç saattir gökyüzü bulutlarla kaplanmış olsa da yağmur bir türlü tam manasıyla boşalamamıştı. Birkaç saniyede bir damla düşüyor ama Mitch silecekleri çalıştırma gereği duymuyordu. Binaya bakmayı sürdürürken bir an için açılan garaj kapısından eski bir otomobilin çıktığını gördü. Bunun ilk anda dikkate değer bir gelişme olduğunu düşünmedi. Bu sırada sunucu konuşmayı sürdürüyordu. Sevgili dostlarım sorgulama tekniklerini tartışmak ne kadar da saçma değil mi? Özellikle de 11 EylüPden sonra, diye yanıt verdi Mitch kendi kendine. 11 Eylül 2001'de İslamcı faşistler Amerikalı sekiz pi- 333 lotun boynunu kesip üç binden fazla Amerikan yurttaşının ölümüne neden oldukları anda bu tür tartışmalar anlamını yitirdi.

173 Mitch otomobile bu kez tüm dikkatini vererek baktı. Aracın ön camından şoförü net olarak görebilmek imkansızdı ama silueti de hiç yabancı gelmemişti. Harry caddeye çıkıp durdu. Bir çöp kamyonu yolu kapatıyordu. Toplanmamış çöp poşetlerini görünce, Bütün gece buradayız, dedi. Çöpçüyü bir dakika kadar izledi. İzlendiğini fark eden adam çalışırken göze hiç de fena görünmeyen dans hareketleri yapmaktan da geri kalmıyordu. Harry kahkahayı basıp başını camdan çıkardı. Hey, arkadaşım, diye bağırdı. Bir ricam olacak. Beş metre kadar ileri alsanız da biz de geçsek nasıl olur? Çöp kamyonu geçmeleri için yol açarken Mitch de Harry'i tanımıştı. Hemen telefona sarılıp Hall'ün numarasını tuşladı. Evet? diye açtı Hail. Gelişme var. Eski bir Chevy Suburban'dalar. Harry kullanıyor. Harry mi? Evet. Bingo. Geiger, çocuk, Harry'nin kız kardeşi de yanında. Sen neredesin? 98. Cadde'deyim. Takip et. Plakayı araştır. Bakalım kime aitmiş. Sık sık nerede olduğunuzu bana bildir. Yetişmeye çalışacağım. 334 Tamam. Çöp kamyonu yoldan çekilince Suburban caddeye çıkıp batıya yöneldi. Tüm bu gürültü patırtı basınçlı su kullanılıp, sert dav-ranıldığı için çıkartılıyor öyle mi? diye devam etti sunucu. Ne yapacağız peki sadece uyarıp bekleyecek miyiz? Hadi canım sen de! Kesinlikle haklısın, dostum, dedi Mitch radyoyu kapatırken. Koltuğunun altından çıkardığı dizüstü bilgisayarı yolcu koltuğunun üzerine koyup gaza bastı. Bir saat kadar sonra Hail şehrin kuzeyinde Saw Mill Nehri kıyısındaki ağaçlık yolda ilerliyordu. Hafta sonu trafiği bu istikamete giden yolları pek etkilememişti. Mitch yeniden konuştu. Evet. Aracın sahibini öğrendim. Martin Corley. Doktor. O binada oturuyor. Boşanmış. Çocuğu yok. Diğer kaynakları da araştır. Belki adamın kuzeyde de bir evi vardır. Tapu, elektrik, telefon kayıtlarını incele. Şu an neredesin? 9. Yol'da. Bear Mountain'a yaklaşıyorum. Ben de Ossining yakınlarındayım. Hemen arkanızda sayılırım. Yolun karşı tarafına bakan Hail Amerikan rüyası yaşam tarzı takipçilerinin tampon tampona güneye evlerine dönmeye çalıştıklarını gördü. Otomobilli aileler seslerini sonuna kadar açtıkları radyoları, başlarını araçların camlarından çıkartmış köpekleri, bagajdaki bisikletleri, güneş yanığı 335

174 kıpkırmızı yanakları, ceplerinde eriyen çikolatalarıyla arka koltukta kestiren çocuklarıyla yollardaydı. Seksen bin kilometrelik otoyol insanlara sadece biraz kafalarını dinleyebilecekleri bir yer bulmalarına yarıyor. Ne ülke ama. Hail telefonun hoparlörünü sessize alıp radyoyu açtı. Yaşadığı bunca şeyden sonra huzur kavramının kendisi için ne ifade edeceğini düşündü. Aslında yanıtı biliyordu. Üç hamle sonrasını düşünmek zorunda kalmayacağı bir yaşam şekli onun için huzur demekti. Hatta daha da ötesi hamle filan olmamasıydı aslında. Çok beklemesine gerek kalmadan haberler başladı. Burası VVCBS. Önemli bir gelişme için yayınımıza ara veriyoruz. Manhattan Batı 134. Cadde'de bir binada patlama meydana geldi. Rich Lamb şu an olay yerinde. Rich? David, iki katlı, mesken olarak kullanıldığını tahmin ettiğimiz bir bina burası. İtfaiye, emniyet, radyoaktivite tespit görevlileri, federal yetkililer hepsi burada. Ama hiçbiri fazla bir şey söyleyemiyor. Şu an için sadece şunları söyleyebilirim. Bu dışa doğru olmaktan çok içe doğru meydana gelmiş bir patlama gibi görünüyor. Bina çevresindeki başka hiçbir yapıya zarar vermeden kendi kendine çökmüş gibi. Terör eylemi olabilir mi, Rich? Polis elbette bu olasılığı da değerlendirecektir. Burası hedef olabilir. Belki de bir hata sonucu havaya uçmuş bir bomba imalathanesiyle karşı karşıyayız. Tabii buna bir gaz sızıntısının da yol açmış olma ihtimali var. Komiser Kelly birazdan konuyla ilgili bir açıklama yapacak. O ana dek sadece... Hail radyoyu kapatıp telefonun hoparlörünü açtı. Artık oyun zamanı gelmişti Mitch? Evet? Sanırım Geiger'in evinde patlama oldu. Ne? Ray içerdeyken mi? Radyo söyledi. Batı 134. Cadde'de. Söylediklerinin etkisini göstermesi için biraz bekledi. Yerle bir olmuş. Geriye hiçbir şey kalmamış. Hail yalandan içini çekti sonra da, Tanrım, dedi. Ah, dostum, dedi Mitch. Zavallı dostum. Hall'ün-küne benzer bir sesle içini çekti. Birbirine benzer kişiliklere sahip bu iki adam bir yandan kendi performanslarının beklendiği gibi olmasını sağlamaya çalışırken bir yandan da karşısındakinin tepkisini ölçmeye çabalıyordu. Hail haberin hazmedilmesini bir süre bekleyip sonra en hüzünlü ses tonunu takınarak, CorleyTe ilgili yeni bir şey var mı? diye sordu. Az önce yeni bir bilgi geldi, diye yanıt verdi Mitch. Corley'in Cold Spring'te bir evi var. 29 River Lane adresinde. On beş dakika kadar uzağındayız. Uydudan tespit et.

175 Ettim bile. Kasabanın dışında. En yakın yerleşim biriminden en az bir kilometre uzakta. Evin arkasında, nehir kıyısında bir de iskele var. Tekne? İskeleye bağlı. Sandala benziyor. Burası Central Park'ın karşısındaki apartmandan çok daha iyiymiş gerçekten de. 337 Hail gülümsedi. Bir milyon maymun tuşlara basıyordu ve göründüğü kadarıyla içlerinden biri son derece enteresan bir ürün vermenin eşiğindeydi. Evet, dedi Hail. Harika bir yer. 21 Geiger... Geiger gözlerini açınca Harry'nin şoför koltuğundan dönüp kendisine baktığını gördü. Araçta başka kimse yoktu. Geldik, dedi Harry. Nereye geldik? Corley'in Cold Spring'teki evine. Geiger kapıyı açıp eğilerek ağzındaki kanı yere tükürdü. Biraz buza ihtiyacım var. Çantasını alıp araçtan indi. Harry taşlık yolda ağır ağır ilerleyen Geiger'in yanına yöneldi. Ona yardım etmek için elini uzatmaya yeltenmişti ki Geiger ona engel oldu. Ben iyiyim. Hayır, değilsin. Geiger gözlerinde sert bir ifadeyle ona döndü. Evet, Harry, iyiyim. Geiger eve doğru yürümeye devam ederken Harry çevresine bakındı. Batıda kalan nehre doğru hafifçe 339 eğimli arazi yabani otlarla doluydu. Sık ağaçlar çimenlik alanın arkasındaki nehir boyunca uzanıyordu. Yaşlı çamlarla kayınların kalın budaklı dallarının gölgeleri bayan güneşin ışığıyla iyice uzamıştı. Harry ilerideki iki katlı, gri koloni stilinde inşa edilmiş, arazinin nispeten en yüksek bölümüne inşa edilmiş binaya baktı. Yirmi beş metrelik birinci kat pencerelerinden bakıldığında hem Hudson hem de daha da ilerideki tepeler rahatlıkla görünüyor olmalıydı. Eve doğru uzanan taşlık yolun her iki kenarına da sivri uçlu lamba direkleri yerleştirilmişti. Geiger'le Harry merdivenlere yaklaştıklarında birinci kat penceresinden dışarı bakan Ezra'yla Lily'i gördüler. Loş ışıkta sanki çok kalın bir camın arkasındaymışlar gibi siluet halinde görünüyorlardı. Sanki ait oldukları dünyayla bütünleşmişler gibiydi. Geiger'in çantasındaki telefonu çaldı. Merdivenlerin ortasında durup telefonunu çıkartıp açtı. Bayan VVayland? Geldim. JFK'dayım.

176 Ankesörlü telefon kullanıyorsunuz değil mi? Evet. Oğlumla konuşmak istiyorum. Tamam, birazdan. Ama önce size adresi tarif edecek biriyle konuşacaksınız. Araba kiralamanız gerek. Şu an Cold Spring'teyiz. Geiger telefonu Harry'e uzattı. Merhaba, ben Harry. Corley'in yazdığı adres tarifini cebinden çıkardı. Adresi veriyorum. Kaleminiz var mı? Geiger üst basamağa çıkıp bir süre dinlendi. Bu sırada ön kapı açılmış dışarı çıkan çocuk soran gözlerle yüzüne bakmaya başlamıştı. Telefondaki annen, Ezra. Konuş onunla.'1 Ezra bir an için hiçbir şey söylemedi. Nerede olduğumu söyletmek için seni dövdüler değil mi? Evet. Ama sen söylemedin. Hayır. Sana ne yaptılar? Bunu bilemene gerek yok. Tamam. Ezra son bir kez ona bakıp basamaklara yöneldi. Geiger içeri girdi. Girişin hemen arkasında arka kapıya dek uzanan bir koridor-vardı. Sağda da üst kata açılan merdivenler göze çarpıyordu. Hemen solda, ahşap tavanı tam bitirilmemiş, duvarları yontulmamış taşlarla örülmüş oturma odası yer alıyordu. Lily odaya girip elini taşların üzerinde gezdirmeye koyuldu. Ne kadar harika ve büyük bir yapboz, dedi. Geiger odaya girip üzeri tıka basa dolu kanepenin kenarına ilişti. Bu evin fotoğrafını Corley'in bürosunda defalarca görmüş, içerisini de merak etmişti. Eğilip yerdeki eski İran halısının kenarından gözüken döşeme tahtasında gezdirdi. Eski çam. Döşemenin yağlanması hatta en iyisi bezir yağıyla ovulması gerekiyordu. Arkasındaki yastıklara yaslandı. Ezra'nın dışarıda, sundurmada dolaşıp annesiyle konuştuğunu duyuyordu. Hayır, sadece adını biliyorum. Geiger. 341 Harry gelip Geiger'e içi ağzına kadar buz dolu bir bardak uzattı. Sonra inleyerek yanına çöktü. Geiger'in pantolonuna baktı. Kasık kısmı ıslanmış, parlıyordu. Teşekkürler, dedi Geiger ve ağzına birkaç buz parçası attı. Üstünde kim çalıştı? Dalton. Harry şaşkınlıkla ona döndü. Dalton mu? Evet. Son gösterisiydi. Yani? Bütün parmaklarını kırdım.

177 Tanrım... Harry yaşamlarını kuşatan şiddetten şaşkına dönmüştü. Artık kesilen etler, kırılan kemikler her gün yaşadıkları sıradan bir vaka haline gelmişti. Harry burada televizyon ve DVD oynatıcı olup olmadığını öğrensene. Neden? Sadece bak, tamam mı? Peki. Cold Spring'in ana caddesi nehre doğru inip parmaklıklarla son bulan gezinti yerine kadar uzanıyordu. Onlarca yıldır Cold Spring sakinleri bu hoş, iki ya da üç katlı evlerinin on dokuzuncu yüzyıl mimarisini ısrarla korumuş, evlerinde çivi bile çakmamışlardı. Binaların rengarenk ön cepheleri, demir işlemeli parmaklıkları, meyhaneleri, antikacı dükkanlarıyla burası adeta yaşayan bir tablo gibiydi. Kaldırımlar 4 Temmuz tatilinden de faydalanarak nehir boyunca yürüyüşe çıkan insanlarla doluydu. Hail ile Mitch otomobillerinde tepeden kasabaya bakıyorlardı. Şimdi ne olacak, patron? diye sordu Mitch. Hail bilgisayar ekranındaki uydu haritası görüntüsünü büyütüp parmağıyla işaret etti. Biz buradayız. Burası da Corley'in evi. Hava kararınca yaklaşık altı blok kadar kuzeye gideceğiz. Sonra şuradan sola dönüp nehir yoluna çıkacağız. Bir kilofhetre kadar daha gidip arabayı ağaçlık alanda park ederiz. Sonrasını yürüyeceğiz. Yaklaşık beş yüz metre filan. Sonra? Ağaçların bittiği yerde,birbirimizden ayrılacağız. Ve? Hail arkasına yaslandı. Birimiz öne birimiz arkaya gideceğiz. Sonra neler olacağına bakarız. Evdeki ışıklar açıkken mi içeri gireceğiz yoksa yatmalarını bekleyecek miyiz? Bunlar mantıklı sorulardı elbette ama Hail aslında Mitch'in sormaktan ötesini yaptığının farkındaydı. Tepki zamanını ölçüyor, zayıf noktaları tespit etmeye çalışıyordu. Hail, Mitch'in ifadesiz yüzüne baktı. Yıllar boyu eski sporcu olduklarından son derece hızlı hareket edebilen, ellerinden her iş gelen ortakları olmuştu. Ama Hail, Mitch'in çok daha fazla vasıflara sahip olduğunu biliyordu. Mitch bir zehirli yılan kadar tehlikeli olmasının yanı sıra olayları yorumlama gücü ve en hayati ayrıntıları değerlendirebilmekteki üstün yeteneğiyle tanıdığı diğer insanlardan fersah 343 fersah ilerideydi. Geçmişte bu özellikleri onu kendisi için değerli kılmıştı. Şimdiyse aynı özellikler onun tehlikeli olmasına yol açıyordu. Işıklar açıkken, dedi Hail. Gidip duvarlara toslamanın manası yok. Tamam.

178 Harry, çocuk, kız kardeşi ve Geiger içerideler, öyle mi? Çok kalabalıklar, dedi Mitch. Hail bilgisayarı kapattı. İşte bu yüzden çok para kazanıyoruz ya, değil mi? Harry, Geiger'in istediklerini birinci katta oturma odasının karşısındaki misafir yatak odasında buldu. Üzeri çarşafla örtülmüş yirmi üç inçlik Samsung televizyon ve altında da bir JVC disk oynatıcı. Buldum, diye bağırdı odadaki diğer eşyaların üzerindeki çarşafları kaldırırken. Burada. Geiger zorlukla yürüyüp çantasını büyük yatağın üzerine koyup yan taraftaki sallanan sandalyeye oturdu. Bacağındaki zonklamaya aldırmamaya çalışarak, Kapıyı kilitle, Harry, dedi. Harry kapıyı kilitleyip televizyonun düğmesine dokundu. Sonra Geiger'e döndü. Neler olup bittiğini anlatmak için çekinmene gerek yok inan. Ne zaman istersen anlatabilirsin. Çantamda bir zarf var. Harry uzanıp zarfı aldı. Bu mu? Evet. Matheson verdi. Nasıl yani... Öğleden sonra onunla buluştum. Geiger hemen ekleme ihtiyacı hissetti. Dalton'la işim bittikten sonra. Soruları sonra sorarsın, Harry. Önce şu işi bitirelim. Pekala, tamam. Harry zarftan beş mücevher kutusu çıkardı. Her birinin içinde birer tane mini disk vardı. Tüm olup bitenler buradakiler yüzünden miymiş? Üzerinde T yazılı diski kutusundan çıkartıp yukarı kaldırdı. De Kooning tablosuna benzemiyor değil mi? CD mi DVD mi acaba? Bakalım. Harry diski JVC'ye yerleştirip play tuşuna basarak yatağın ucuna ilişti. Simsiyah ekranda sağ alt köşede küçücük bir sayaç ve tarih ibaresi belirdi. 16/2/2004. Harry sayacı göstererek, Şu alttaki sayaç dijital bir kilit. Çözülmeden diskin kopyalanması imkansız, dedi. Orta Doğu aksanlı bir erkek sesi işitildi. Ses zorlukla duyulacak kadar kısıktı. Yirmi yedi numaralı video. 16 Şubat Ekranda birden aşırı aydınlatılmış, penceresiz bir oda belirdi. Kameranın odanın tavanının köşesine yerleştirildiği anlaşılıyordu. Çok satan bir albüm olmadığı da kesinleşti, dedi Harry. Ekranı bir kez daha işaret etti. Kameranın açısına baksana? Bu gizli kamera. Duvarın içine monte edilmiş. Ekrandan metalin metale sürtünme sesini andıran bir ses 345

179 işitiliyordu. Düzensiz ama ısrarla devam eden bir ses. Gei-ger öne eğildi. Asker üniformalı, kısa saçlı iki adam eski bir sedyeyi iterek odaya girdiler. Sedyede el ve ayak bileklerinden bağlanmış, üzerinde sadece şortu olan, kaslı, sakallı, otuzlu yaşlarda gibi görünen ter içinde bir adam yatıyordu. Yüzü yara bere içindeydi. Yanaklarında, kollarında ve göğsünde kan izleri vardı. Odanın aşırı parlak aydınlatması adamın yaralarını daha da belirginleştirmişti. Tanrım, dedi Harry. Bu ne? Ekranda beliren kısa kollu beyaz gömlekli, haki renkli şortlu bir adam sedyenin yanında durdu. Bir süre uzun sakalını okşadı sonra bağlı adamın omzuna hafifçe dokunup genizden gelen sesiyle konuşmaya başladı. Harry adam kesinlikle Amerikalı diye düşündü. Orta batıdan olmalı. Günaydın, Nari, dedi sakallı Amerikalı. Yeni bir gün daha, dostum. Allahu ekber, diye bağırdı sedyedeki adam. Evet, biliyorum, dedi Amerikalı. Tanrı uludur. Amerika da en büyük Şey tan'dır. Dur bir saniye, dedi Harry. Nari? Nari Kaneş mi bu? Tanrım... Geiger yatağın demirlerinden birini tutunarak sandalyesinde doğruldu. Nari, dedi Amerikalı. Bizimle bugün konuşmak istiyor musun? Bu haksızlık. Ben... Ben hiçbir şey yapmadım... Bunu hayır olarak alıyorum. Size söyledim. Her seferinde otele gelip kapıyı çalıyor- 346 lar ve içeri girmeden gözlerimi bağlamamı istiyorlardı. Ancak ondan sonra... Biliyorum. Seni bir yere götürüyorlardı. İki adamla konuşuyordun sonra da seni alıp otele götürüyorlar ve çıkıncaya kadar da gözlerini açmamanı söylüyorlardı. Evet kesinlikle. Hiçbirini görmedim. Biliyorum, Nari. Biliyorum. Sadece senin doğruyu söylediğinden hâlâ tam olarak emin değiliz. Barışın sağlanabilmesi için ne derlerse yapmaya çalışıyordum... Buna kesinlikle inanıyoruz. Yine de Kaide militanlarının yüzünü görmüş olabileceğin kanaatindeyiz. Hatta seni nereye götürdüklerini de görmüş olman mümkün. Sadece hatırlamak için yardıma ihtiyaç duyuyor olabilirsin. Nari başını iki yana sallayarak, Hayır, hayır, hayır, diye bağırmaya başladı. Bu sırada bağlı olduğu sedyeyi de zangır zangır titretmişti. Tanrım, dedi Harry. Bu o. Geiger'e döndü. Bu adam El Kaide militanlarıyla gizlice buluşup sonra ortadan kaybolan Mısırlı bir bakan. Harry yumruğunu bacağına vurdu. Bu çok büyük bir şey. Geiger gözlerini ekrandan bir an bile ayırmıyordu.

180 Amerikalı bir düğmeye dokununca sedye altmış derecelik yatay pozisyona geldi. Kısacası hep aynı şeyleri söylediğin için, Nari, bu kez seni daha iyi ikna edebilecek birini getirmeye karar verdik. Bunu yapamazsınız! diye bağırdı mahkum. Ben Birleşik Devletler'in müttefiki olan bir ülkenin seçilmiş resmi görevlisiyim! 347 Evet, öylesin, dedi Amerikalı. Ve bu sana sorunun özünü anlamanda yardımcı olmalı. Yani kendimizi korumak için her şeyi yapacağımızı bilmen gerek. Kısacası yeni sorgucuyla da işbirliğine yanaşmazsan... Ne derler bilirsin: Şeytanla yatağa girersen sonuçlarına katlanırsın. Amerikalı kameranın çekim alanının dışına doğru bakıp eliyle 'gel' işareti yaptı. Nari, yeni arkadaşınla tanış. Engi-zisyoncu, dedi ve kamera açısının dışına çıktı. Beyaz tişört, bol pantolon ve spor ayakkabısıyla tepeden tırnağa beyaz giyinmiş adam sedyeye doğru yaklaştı. Bu Geiger'di. Lanet olsun, dedi Harry ayağa fırlayarak. Nerede? Kahire, diye yanıt verdi Geiger. Gizli bir bölgede. Ekrandaki Geiger iki parmağını sedyedeki adamın boynuna yerleştirip nabzını ölçmeye koyulmuştu. Mahkum öfke saçan gözlerini Geiger'e dikerek, Sana zaten söylemiş olduklarımdan farklı bir şeyler anlatmam imkansız... dedi. Geiger parmaklarını adamın boynuna iyice gömüp çenesinin altına doğru sıkmaya başlayınca Nari sustu. Haklısın, Nari, dedi Geiger. Bana hiçbir şey söylemeyeceksin. Şimdilik. Sonra söyleyeceksin ama daha zamanı var. Şimdilik en iyisi hiç konuşmamak. Nari'nin gözleri şaşkınlıkla açıldı. Ben sadece barışı sağlamaya... Geiger yeniden parmaklarını sıkarak adamı susturdu. Bir kelime bile etme, Nari. Sonra adamın acıyla buruşturduğu yüzü sanki gülüyormuş gibi görünmeye başlayana dek sıkmayı sürdürdü. Anladıysan başını salla. 348 Nari başını salladı. Geiger eğilip DVD oynatıcının pause tuşuna dokundu. Sonra sandalyesine döndü. Şimdi tıpkı ekrandaki donmuş görüntü gibi hareketsizdi. Harry ayakta bekliyordu. Sonra başını sallayarak bulmacanın parçalarını ortaya koymsya başladı. Gizli bölge. CIA. Kahire. Biri duvara gizli bir kamera yerleştiriyor. CIA bunu biliyor mu? Belki. Belki de bilmiyor. Kaşlarını çattı. Büyük bir olasılıkla bilmiyor. Bu görüntüler yıllarca bir yerde saklanmış. Sonra biri ortaya çıkartıp bu görüntüleri Matheson'a veriyor. Ya da kendi elde ediyor. Her neyse. Ama neden Matheson? Çünkü Matheson Veritas Arcana'yı yönetiyor. Gizli belgeleri açığa çıkartan ekip mi? Liderleri Mathe-son muymuş?

181 Evet. Tamam, şimdi oldu. Yani Matheson diskleri ele geçiriyor ama dijital şifreyi kırıp internette yayınlayamadan Langley ya da Washington'dan birileri Matheson'un üzerine köpeklerini salıyor. Hail ve arkadaşları işe koyuluyor. Gerisini de biliyoruz zaten. Tamam, anladım. Peki sonrasında neler oldu, Geiger? Geiger yanıt vermeden önce bir süre Harry'e ifadesiz bir yüzle baktı. Her zamanki işlemleri uyguladım. Çoğunu. Akupunktur, kulaklık, ses döngüsü, mahrumiyet hissi. İkimiz de iki gün hiç uyumadık. Pes etme aşamasına gelmeden önce inlemeler, çığlıklarla geçen iki koca gün. Geiger, Nari Kaneş Mısır Paıiamentosu'nun iki numaralı adamıydı! 349 Harry, sesini yükseltme. Geiger bunu öfkeden uzak bir ifadeyle söylemişti. Ekrandaki donmuş görüntüye bakarken sayısız işkenceleri, şiddete kucak açtığı o anları hatırlıyordu. Nari'nin parmaklarının altında kasılan boynundaki kaslarını hissedebiliyordu. Diğer yüzlerce kurbanının tenlerini, neden olduğu acıyı, umutsuzluk çığlıklarını birer birer hatırlıyordu. Harry DVD oynatıcının tuşuna basarak diski çıkarttı. Ne yapmalıyım der gibi bakıyordu. Çantaya koy, Harry. İmha etmeyecek miyiz? Hayır. Matheson'a yapacağımı söylediğim şeyi yapacağım. Hall'ü arayıp ona disklerin bende olduğunu, Ezra'yı rahat bıraktıkları müddetçe bunların kimsenin eline geçmeyeceği sözünü vereceğim. Harry şaşırarak, Sen aklını mı kaçırdın, Geiger, dedi. Bunlar sende kalırsa geri kalan tüm yaşamını saklanarak geçirmek zorunda kalacaksın. Ezra'yı rahat bırakırlarsa senin peşine düşeceklerdir. Senin de dediğin gibi asla durmayacaklar. Geiger derin bir nefes aldı. O an tüm hücrelerinin oksijenle dolduğunu, yepyeni bir güç kazandığını hissetti. Sonra aldığı nefesi yavaşça verip başını salladı. Biliyorum. Mutfak evin adeta kalbi gibiydi. Hem koridora hem de oturma odasına açılan iki kapısı olan mutfağın ön tarafında da iki büyük pencere yer alıyordu. Harry içi Ritz krakerleriyle dolu açılmamış bir kutuyla bir kavanoz fıstık ezmesi bulmuş, hemen benekli granit evyede sandviç hazırlayıp bir tabağa yerleştirmişti. 350 Lily oval meşe masaya oturmuş elleri önünde hafifçe mırıldanıyordu. Ezra bir kaşı havada yanına ilişti. Ondan hoşlandım, dedi Ezra. Daha önce hiç... Biliyorsunuz işte, onun gibi dengesiz biriyle tanışmamıştım.

182 Öyle mi? dedi Harry. O zaman fırsatı kaçınna. Bir ev dolusu kaçık var burada. Harry tabağı masaya koyup eliyle Lily'nin omzuna dokundu. Kız sanki teması hissetmemiş de birinin kendisine seslendiğini duymuşçasına başını kaldırdı. Kim var orada? diye sordu. Benim. Harry. Ezra bir avuç kraker sandviç alıp ağzına tıktı. Bir şey biliyorum, dedi Lily. Fısıldayarak konuşuyordu. Harry gülerek yanına oturdu. Ellerini sımsıkı tutarak, Tamam kardeşim, dedi. Ne biliyorsun söyle bakalım. Harry'nin neden mutsuz olduğunu biliyorum. Kızın bu sakin tavırlı yanıtı Harry'i şaşkınlık içinde bırakmıştı. Kardeşinin elini bıraktı. Lily eğilip Ezra'nın bileğini tutarak, Hadi şarkı söyleyelim, dedi. Tamam, olur, dedi çocuk. Rock-a-bye baby, in the treetop... * Ezra da ona katıldı. When the wind blows the cradle willrock. Şarkı Harry'nin dudaklarına matem çanı gibi geliyordu. Ezra, dedi. Sus. Söyleme. Çocuk sustu ama Harry'e neler oluyor der gibi bakmayı sürdürdü. 351 Lily devam ediyordu. When the bough breaks the crad-le will fall... * Lily, derhal sessiz ol.** Anddown will come... Lily! diye bağırdı Harry. Kızın dudakları sımsıkı kapanırken gözlerinden birer damla yaş süzülmeye başladı. Harry, dedi Ezra. Ne yapıyorsun? Hiçbir şey. O deli, biliyorsun ya. Ama ağlıyor. Neden ağlıyor? Harry bitkin bir tavırla masadan kalktı. Bir kız için ağlıyor, dedi ve mutfaktan çıktı. Üst katta duşun altındaki Geiger başını öne eğmiş, avuçlarını duvara dayamış öylece duruyordu. Kanamayı tetikle-memesi için sıcak suyu açmamıştı ama üzerinden süzülen suyun yine de pembemsi bir tonda olduğunu görüyordu. Banyonun sarımtırak yeşil yer karolarına bakarken Geiger başka bir şey düşünmek istemediğinden içinden bu rengi Corley mi seçti yoksa aldığında böyle olduğu için değiştirmemeyi mi tercih etti diye geçiriyordu. Geiger duşun altından çıkıp dikkatle kurulandı. Lavabonun üzerindeki oval aynaya bakınca kapının arkasındaki boy aynasında yansıyan tüm bedenini görebiliyordu. Yansımasını her açıdan inceledi.

183 Yaralarının durumunu ilk bakışta tespit edebilmek pek o kadar kolay değildi. Çok fazla yarası olduğu için mutlaka 352 birkaç tanesi gözünden kaçıyordu. Sol yanağındaki kırmızı şişlik, göğüs kısmındaki ağır zedelenme, kasıklarındaki derin kesikler suyun altından çıkar çıkmaz yeniden hafif hafif kanamaya başlamıştı. Her bir yarayı tek tek inceliyor, bu çabası da yeniden terlemesine neden oluyordu. Başı dönmeye başlayınca titreyen eliyle lavaboya tutunarak klozete çöktü. Anılar yeniden geri dönüyor, zihninin karanlık odasının kapısını açarak gün ışığına çıkmaya çalışıyordu. Yaralı elde parıldayan bir bıçak, süzülen kan, eti kemiğine dek parçalayan vahşi gölgeler... Bir an Geiger tüm enerjisini banyo karolarının küçük şekillerine yöneltti. Siyah çizgilerin oluşturduğu labirent biçimli şekiller sonunda içine düştüğü girdaptan sıyrılmasını sağladı. < Hail yoldan çıkıp park edebilecekleri uygun bir yer buldu. Aracı ağaçlık alanın elli metre kadar içine park edip motoru susturdu. Mitch'le birlikte camlarını indirdiler. Bir anda arabanın içi cırcır böceklerinin sesleriyle doldu. Yakınlarda bir yerde bir baykuş öttü. Tanrım, dedi Mitch. En son ne zaman lanet olası bir baykuş sesi duymuştun? Hail torpido gözüne uzanıp beş santim uzunluğundaki kulak mikrofonlarını taktı. Mitch de gömleğinin cebindeki kulaklıkları çıkartıp aynı şeyi yaptı. Sonra silahlarını çıkartıp mermileri kontrol ettiler. Hail zihninden yapılması gerekenleri geçirip başıyla onayladı. Tamam, hazır olunca beni izle. Anlaşıldı. Silahlarını ateşe hazır hale getirip araçtan inerek batıya yöneldiler. İçeri girer girmez silahlan çekiyoruz, dedi Hail. Ama mecbur olmadıkça tetiğe dokunmak yok. Tamam. Sessizce ağaçların arasında yürümeye koyuldular. Corley'in evinin hemen yakınlarında bir açıklığa ulaşınca durdular. Buradan eve kadar yaklaşık iki yüz metrelik, seyrek ağaçlıklı, çalılık bir alan vardı. Ev de bu arazinin tam ortasındaydı. Evden ve ön taraftaki giriş kısmından yayılan ışıklar binanın yaklaşık otuz metre kadar ilerisini aydınlatıyordu. Tamam, dedi Hail işaret ederek. Telefon hatları arkada. İçeri girmeden önce her ihtimale karşı onları hallet. Tamam, dedi Mitch aynı anda irkilip elini ensesine vurarak. Lanet olası sivrisinekler. Önce mikrofonların çalıştığına emin olalım. Bekle. Hail ağaçların arkasında kalmaya dikkat ederek biraz ilerledi. Arabada otururken yapacaklarını zihninde tasarlamıştı. Doğrudan ön kapıya

184 gidebilirlerdi. Ön kapı kilitliyse zili çalardı. Sertliğe, tabancaya gerek olmadan, ortamı germeden halletmeye çalışırdı. Geiger'e herkesi toplamasını söyler, ardından çalınmış eşya statüsündeki diskleri isterdi. Tabii tüm bu planın işe yaramama ihtimali vardı. Gerçi öyle bir durumda daima bir B planı da mevcuttu zaten. Sivrisinekleri eliyle kovalayıp, Mitch, beni duyuyor musun? diye seslendi usulca. Çok net. Sen? 354 Gayet iyi. Telefon işini halledince haber ver hemen harekete geçelim. Tamam. Ağaçların arkasına saklanarak yaklaş, Mitch. Evin bir dolu penceresi var. Richie, daha önce böyle şeyleri çok yaptım biliyorsun. Git. Hail, Mitch'in ağaçtan ağaca geçerek, çalılıkların arkasına çömelerek eve doğru yaklaşışını izledi. Mikrofonu çıkartıp, gömlek cebine koyarak gözlerini kapattı. Telefon görüşmesi yapmadan önce nabzını yavaşlatmak istiyordu. Böylece sesinde en ufak bir titreme olmayacak, karşı tarafta zerre kadar bir şüphe uyandırmayacaktı. Cep telefonuna uzanıp numarayı hışladı. Evet? dedi ses. Ben Hail, efendim. Sessizliği, devam etmesi talimatı olarak kabul etti. Hedefe ulaştık. Burası New York, Cold Spring'te ıssız bir ev. Şu an binanın tam karşısındayım. Diskler ve dört kişi içeride. Birazdan diskleri alacağız. İlk anda nedenini anlayamadığı tuhaf bir ürperti hissetti. Konuşurken sesi yankılanıyordu. Bu da hattın diğer ucundaki hoparlörlerin açık olduğu manasına geliyordu. Karşısındaki adamın vermek üzere olduğu karar öncesi fikirlerini almak için diğerleriyle toplantı halinde olduğu açıktı. Hail iyi bir karar çıkmayacağının bilincindeydi. İçeride dört kişi mi var? diye sordu adam. Evet, efendim. Dört. Bu tek kişilik bir hedef gibi başladı, Hail. Ama şimdi 355 bambaşka bir hal aldı. Matheson'u da dahil edersek, eder beş. îş çok büyüdü. Hail karanlık çöktükçe pencerelerindeki ışığın daha belirginleştiği eve baktı. Haklısınız, efendim. Bu iş yapılırken beş tane hedef ortalıkta dolaşıyor olacak, dedi adam. Bu kabul edilemez. Bu gece orada her şey sona ermeli. Hem de başka bir hataya mahal vermeden. Sonra da Matheson'u buluruz. Anlaşıldı mı? Hail, Mitch'in evin yakınlarındaki sık çalılıklara ulaştığını gördü. Evet efendim. Ve Hail... Eğer bundan sonra bir aksilik olursa bu bütünüyle senin kabahatin sayılacak.

185 Evet efendim. Görüşme sonlandı. Hail cep telefonunu kulağından uzaklaştırıp yerine kulaklıklarını taktı. Mitch'in soluklarını kulaklarında yankılanan kendi nabız atışları arasında zorlukla duyuyordu. Evdeki herkesin ölmesini istemişlerdi. Geiger'le Ezra sundurmanın demirlerine yaslanmışlardı. Batıda, nehrin arkasında güneşin battığı yüksek tepeler karanlığa bürünmüştü. Geiger yatak odası çekmecesinde Corley'in gri eşofman altını bulup giyinişti. Ezra sundurmanın ilerisindeki lambaya baktı. Sivrisineklerle pervaneler beyaz cama çarpa çarpa uçuşuyordu. Ezra, dedi Geiger. Bugün babanı gördüm. Ezra hayretle döndü. Ne zaman? Nerede? Dönmeden kısa bir süre önce. Central Park'ta. 356 Onu nasıl... Bu uzun hikaye. Ama baban iyi. Beni sordu mu? Evet. O zaman neden seninle birlikte gelmedi? Seni görmek istedi ama ben izin vermedim. Neden? Ona bundan sonra seni ancak sen izin verirsen görebileceğini söyledim. Yani bu sana bağlı... Öyle mi dedin? Evet. Kısacası tüm bu olup bitenler sona erdiğinde onu görmek isteyip istemediğine.karar vereceksin. Tamam mı? Şey... Ezra başını iki yana salladı. Tamam, sanırım. Ve bir şey daha. Evet? O adamların aradıkları şey bende. Çantamda. Diskleri arıyorlarmış. Babandan aldığım diskleri. Onlar bende olduğu müddetçe kimse seni bir daha rahatsız etmeyecek. Disklerde ne var? Önemli değil, Ezra, sadece babanın seni o görüntülerin çok önemli olduğunu düşündüğü ve HalTün eline geçmesini istemediği için bırakıp gittiğini anlaman gerek. Çok zor bir tercih yapmak zorunda kalmış. Tamam mı? Tamam. Bir telefon görüşmesi yapmam gerek, dedi Geiger ve basamakları indi. Hail eğilerek ilerleyen Mitch'in büyük bir ağacın arkasına 357

186 sindiğini gördü. Bu ağaçla evin arka kapısı arasında artık en fazla birkaç adım kalmıştı. Beni görüyor musun? diye fısıldadı Mitch. Evet. Sonra Hail, Geiger'in elinde bir şey tutarak merdivenlerden indiğini gördü. Geiger evden çıktı, dedi Hail. Ön tarafta. Sanırım telefonla konuşacak. HalFün pantolon cebindeki telefonu titreşti. Tanrım, diye mırıldandı. Sanırım beni arıyor. Açma, dedi Mitch. Hayır açacağım. Bundan faydalanabiliriz. Bekle. Hail kulaklıklarını çıkartıp cep telefonunu açtı. Efendim? dedi. Ben Geiger. Çıkış şifresini vermek için ne kadar da oyalandın böyle. Bana yarım saat içinde arayacağını söylemiştin hatırlıyor musun? Hail iki yüz metre kadar önünde daireler çizerek konuşan Geiger'i izliyordu. Matheson'la buluştum. Diskleri aldım. Devam et, dedi Hail. Bende kalacaklar. Hiç akıllıca değil', Geiger. Hem de hiç. Çocuk birazdan annesiyle buluşacak. Sonrasında da Ezra zarar görmediği ve güvende olduğu müddetçe kimse bu diskleri görmeyecek. Anlaşma bu. Ben anlaşma yapmam, Geiger. İşimde anlaşmaya yer yoktur. Şimdi şu lanet kodu söyle de iğrenç evinden bir an evvel çıkalım. 358 Yine arayacağım. Hail, Geiger'in telefonu kapattığını gördü. Geiger eve girerken Harry birinci kat yatak odasından başını iki yana sallayarak çıkıyordu. Onu buldun mu? diye seslendi Harry. Geiger yukarıda ayak sesleri duydu. Ardından Ezra üst katta, merdivenlerin yanında belirdi. Hayır, burada değil, dedi çocuk basamakları inerken. Harry, Geiger'e baktı. Gitmiş. Ne kadar oldu? Bilmiyorum. Siz ikiniz dışarıdaydınız. Ben de birkaç dakikalığına gözlerimi kapattım... Ezra, dedi Geiger. Mutfak çekmecesinden el fenerini al. Çocuk koşarak mutfağa yönelirken Harry kapı pervazına sertçe vurdu. Çok uzağa gitmiş olamaz, Harry, dedi Geiger. Sen ön tarafı ara, ben de arkaya bakacağım. Hayır, dedi Harry, Geiger'in bacağına bakarak. Sen burada kal. Ezra'yla ben bunu hallederiz.

187 Ben iyiyim, Harry. Ciddi misin, Geiger? Yavaş yürürüm ve... Harry aniden yumruğunu duvara vurdu. Kes! Kes artık tamam mı? Yuvarlanıp bilincini kaybetmeni istemiyorum. Zaten tren kazasından çıkmış gibi görünüyorsun. Bu kadarı sana yeter de artar. 359 Geiger bir süre bir şey söylemeden yüzüne baktı, sonra hafifçe başını sallayarak onayladı. Hail doğru anın gelmesini bekliyordu. Şartların, zamanlamanın, sezgilerin ve adrenalinin birleşip tek bir bütün oluşturduğu o an artık gelmişti. Hadi, Mitch, dedi. Telefon hatları. Mitch kayın ağacının arkasından çıktığı anda evin arka kapısının ışığının tam bittiği noktada bir gölge belirdi. Hail sol tarafa doğru baktığında Harry'nin elinde el feneriyle ön basamakları indiğini gördü. Lily! diye bağırdı Harry. Tanrım, dedi Hail. Sorun ne? dedi Mitch. Hail yeniden arka kapıya doğru baktığında Ezra'nın dışarı çıktığını gördü. Mitch en fazla yirmi metre kadar ilerideki çalılığın arkasında donup kalmıştı. Ezra sırtını Mitch'in bulunduğu yere doğru dönerek gözlerini karanlık arazide gezdirmeye koyuldu. Lily! diye bağırdı. Seni göremez, diye fısıldadı Hail. Geri dön. Geri dön. Mitch kapıdan uzaklaşarak geriye, karanlığın kollarına döndü. Şimdi sakın kıpırdama. Hail yeniden etrafı gözden geçirdi. Harry ön taraftaki bütün ışıkları yakmış, el feneriyle ağaçlık alanı tarıyordu. 360 Lanet olsun, dedi Hail. Geiger hâlâ içeride. Hepsinin aynı yerde olması gerek. Ezra yavaşça arkasına dönüp kayın ağacına doğru baktı. Lily! diye bağırdı. Gökyüzünde birden kırmızı, beyaz ve mavi yıldızlar parıldadı. Hail irkilip nehir tarafına baktı. Bir saniye sonra büyük bir patlama daha işitildi. Havai fişeklerin ışıkları etrafı aydınlatırken uzaktan atılan sevinç çığlıklarının boğuk sesleri işitiliyordu. Bu kadarına da pes, diye mırıldandı Hail. Ezra gözlerini gökyüzüne dikmişken Mitch hemen fırlayıp büyük ağacın arkasına sindi. Ama havai fişek patlaması sona erince Ezra yeniden ağaçlara

188 doğru döndü. Biraz ilerledi. Şimdi ağaçlık alanın sadece on beş metre kadar ilerisindeydi. Lily? Sana doğru geliyor, Mitch? diye fısıldadı Hail. Ne dersem onu yap. Daha önce harekete geçme sakın. Ezra'nın ağaca doğru yaklaştığını gördü. Sağından yaklaşıyor. Bekle. Ağacın arkasında bekleyen Mitch çocuğun büyük ağacın birkaç metre önünde durduğunu gördü. Lily? dedi Ezra usulca. Orada mısın? Mitch çocuğun birkaç adım daha attığını duydu. Ağacın yanına geldi, Mitch, diye fısıldadı Hail kulağına. Ağacın etrafında dönmeye başladı. Hemen sola doğru geç Mitch sırtını ağaca yaslayıp sola doğru geçti. 361 Korkma Lily. Benim, Ezra. Hail yeniden fısıldadı. Her seferinde bir adım atıyor. Kızı korkutmak istemiyor. Sola doğru bir adım atmaya hazırlan... Şimdi. Mitch adımı attı. Az daha yüksek sesle gülecekti. On yıllık eğitimi sonunda gele gele on iki yaşında bir çocukla saklambaç oynama seviyesine gelmişti. Önce vızıltıyı duydu. Sonra yanağına bir sivrisinek kondu. Sinek yanağını ısırırken dahi kılını kıpırdatmadan bekledi. Hazır ol, dedi Hail. Sola bir adım atacaksın. Şimdi. Mitch sola bir adım daha attı. Lily? dedi Ezra. Mitch çocuğun iç çektiğini işitti. Sonra ayak sesleri uzaklaşıyormuş gibi geldi. Tamam, diye fısıldadı Hail. Gidiyor gibi. Mitch derin bir nefes alıp ağaca yaslandı. Yanağmdaki sivrisineği ezmekten de hiç olmadığı kadar keyif almıştı. Ama tam o esnada ağaca doğru yaklaşan ayak sesleri işitti. Hail de o anda kulağına fısıldadı. Lanet olsun. Mitch geri geliyor. Lily? Ezra birden başını uzatıp Mitch'e baktı. Sen...? Mitch çocuğu yakasından yakaladığı gibi hızla ağaca çarpıp eliyle ağzını kapattı. Sesini çıkarma, diye öfkeyle fısıldadı. Sakin ol, Mitch! dedi Hail kulağına. Karanlığa karşın Mitch, Ezra'nın gözlerinin korkuyla parıldadığını görüyordu. Ciddiyim çocuk. Tek bir ses daha çıkartırsan boynunu kırarım. 362 Mitch çocuğun zorlukla başını salladığını hissetti. Pekala Richie. dedi Mitch. Tavuklu salata zamanı. Çocuğa zarar verme, dedi Hail. Geliyorum.

189 Lily ağaçların arasından çıktı. Gece seslerle ışıklarla doluydu. Ayakkabılarını çıkartıp ayağının altında ezilen otları hissederek yürümeye koyuldu. Dikenler yürüdükçe parmaklarını çiziyordu. Sonunda nehrin kenarında durdu. Nehrin sesini dinledi. Gökyüzünde ani bir gümbürtü kopup yepyeni bir ay doğdu. Bu büyük ay ışıklar saçarak çocuklarını gecenin kollarına saldı. Binlerce çocuk şarkılar söyleyip gülerek birbirleriyle yarış edercesine suya daldı. Lily kendi şarkı söyleyen sesini de duyuyordu. Gencecik, ipeksi bu ses onu adeta okşarcasına kucaklıyordu. Way down below the ocean... * Işıkların nehir yüzeyinde dans edişini, suların altındaki kentte parıldayışını izledi. Evet çocuklar oraya gidiyordu. Evlerine gidiyorlardı. Oturdu. Çocukların suyun derinliklerinden yükselen sesini hâlâ duyabiliyordu. Coşkulu, kulağa tatlı bir ilahi gibi gelen seslerini. Way down below the ocean, where I want to be. she may be... Hall ağacın altına ulaştığında nefes nefeseydi. Yapabileceğim bir şey yoktu, dedi Mitch. 363 Hail karanlıkta sesinde yapmacık bir gülümseme hissettiği Mitch'in yüzüne baktı. Pekala, dedi Hail. Harry gelmeden harekete geçmeliyiz. Çocuktan faydalanacağız. Ben arka tarafa gidip Geiger'i dışarı çıkartacağım. Sonra herkes dışarı çıkınca diskleri alıp gideceğiz. Tamam, dedi Mitch. Hail, Ezra'nın göz seviyesine kadar eğildi. Çocuğun gözlerinin korku kadar öfke kıvılcımlarıyla da parıldadığını görmek onu şaşırtmıştı. Ezra, bu işi doğru dürüst halledersek beş dakika içinde işimiz bitmiş olur. Sonra da herkes evine gider. Mitch sana işaret verdiği zaman Geiger'i dışarı çağırmanı istiyorum. 'Hey Geiger, buraya gel. Arkadayım,' diye bağıracaksın. Bunu ona bir şey göstermek istiyormuşsun gibi sakin bir tavırla yapacaksın. Şu an korktuğunu biliyorum. O yüzden sakinleşmek için birkaç derin nefes al. Bu işin birazdan biteceğini düşün. Ne sana ne de Geiger'e zarar vereceğim, evlat. Sadece babanın çaldığı şeyi geri istiyorum. Hail doğrulup Mitch'e döndü. Beni bekle. Hail gölgeler arasında kalmaya çalışarak arka kapıya koştu. Sırtını duvara yaslayıp silahını çekti. Şimdi, Mitch, diye fısıldadı. Ezra iyice eğilen Mitch'in ter kokusunu alıyordu. Yoğun, ekşi koku adeta kötülüğün kokusu gibiydi. Evet, ufaklık. Her şey sana bağlı. Korkarsan herkes zarar görebilir. Elini Ezra'nın ağzından çekti. Söyle. 'Hey Geiger, buraya gel. Arkadayım,' de.

190 Ezra başının döndüğünü hissetti. Bayılacak gibi olmuştu. Bakışlarını Mitch'in arkasındaki havai fişeklere sabitle-meye çalıştı ama görüntüler gözünün önünden kayıp gidiyordu. Söylesene, çocuk, dedi Mitch. Hemen seslen ona. Ezra başını iki yana salladı. Mitch, Ezra'nın yüzünü ellerinin arasına alıp başını ağaca iyice bastırdı. Hadi. Ezra nemli gözlerini yıldızlara çevirmişti. Sanki acıdan oluşan bir galaksiye bakıyor gibiydi. Yine de başını iki yana salladı. Mitch doğrulup, Halfe döndü. Küçük piç, yapmayacak. Hail içerideki Geiger'in durumunu tahmin etmeye çalışıyordu. Silahı var mıydı? Bilmiyor ama olduğunu sanmıyordu. Ayrıca Geiger dışarıdaki bu arama faaliyetine katılmadığına göre iyi durumda olmamalıydı. Ama Geiger adeta adrenalin ve korkuyla beslenen bir insandı. Bu yüzden de bu tür koşullar altında onun neler yapabileceğini öngörmek imkansızdı. Üstelik onunla ilgili iki kez yanlış tahminde bulunmuştu. İçeri tek başına girmeye karar verdi. İşler sarpa sararsa Geiger'i Mitch'e bırakmak istemiyordu. Koşar adım Mitch'le Ezra'nın yanına döndü. Pekala. Onu sıkı tut, Mitch. Burada kalın. Ben yalnız gidiyorum. İşaretimi bekle. Mitch'in bundan hoşlanmadığı çok açıktı. Neden? Çünkü bu işi en doğru biçimde yapmak istiyorum. 365 Mitch, Ezra'yı biraz daha sıkı tutarak Hail'e yaklaştı. İyi de Geiger'le ilişkimizin en başından beri verdiğin kararların ne derece yanlış olduğu düşünüldüğünde belki de... Sana ne diyorsam onu yap, Mitch. Hail yüzü ortağından sadece birkaç santim uzakta kalacak şekilde eğildi. Senin işin bu, tamam mı? Şimdi çeneni kapat ve sana söyleneni yap. Ani bir patlama sesi üçünün birden irkilmesine neden oldu. Ortalık yatışınca Mitch, Hall'e bakıp başını salladı. Tamam, patron, dedi. Git. Ben ve çocuk senin arkanı kollayacağız. Hail arka kapıya koşup silahını çekti. Bir an derin bir nefes alıp kapıyı tekmeleyerek içeri daldı. Girer girmez de koridora yöneldi. Geiger! diye bağırdı. Hail geldi! Geiger'in oturma odasındaki koltukta içi geçmişti. Sesi işitince adeta etinden et koparmışlarcasına irkilerek kendine geldi. Bu Hall'dü. Burayı nasıl bulmuş, hemen nasıl gelmişti? Diskler sende, Geiger. Ezra da bizde! Hadi bitirelim şu işi! Geiger ayağa kalktı. Kasıklarına bıçak saplanıyormuş gibi hissediyordu. Ama aldırmadı. Ayrıca Hall'ün buraya nasıl geldiğinin de bir önemi yoktu.

191 Onu buraya kendisi çekmişti. Ezra'yı ve diğer herkesi Hall'ün yoluna çıkartan kendisiydi. Hadi Geiger, ortaya çık da seni göreyim! 366 Geiger bakışlarını odada gezdirdi. İki çıkış var gibi görünüyordu. Biri koridora diğeri de mutfağa. Şömine kenarında duran ucu külle kaplı maşayı gördü. Uzanıp aldı. Hall'ün sesi evin arka tarafından geliyordu. Geiger bir kez daha seslenmesini bekledi. Bu işi hazır diğerleri burada yokken bitirebiliriz, Geiger! Çabuk ve temiz yoldan! Geiger başını sesin geldiği yöne çevirdi. Artık emindi. Hail arka kapıdan girmiş, koridordan geçerek bulunduğu yere doğru ilerliyordu. Aşağı yukarı yirmi metre kadar uzaktaydı. Hall'ün silahlı olduğunu varsaymak zorundaydı. Maşayı ucundan tıpkı bir mızrak gibi tuttu. Sonra elini kaldırıp, sol bacağını destek olarak kullanarak kolunu savurup savııra-madığını kontrol etti. Bacağı feci şekilde zonklamış olsa da istediği hareketi yapabiliyordu. Hail sessizliğe büründü. Şu ana dek mutfak kapısını geçmiş olmalıydı. Geiger sessizce oturma odasının yan kapısından mutfağa geçti. Ezra, Hall'ün yanında mıydı? Sanmıyordu. Etraf çok sessizdi. Geiger mutfağın arka kapısına kadar ilerledi. Hail o an koridorun sağ tarafında olmalıydı. Maşayı omuz hizasına dek kaldırıp sessizce koridora süzülüp döndü. Hail on adım kadar ilerideydi. Yalnızdı. Oturma odasının kapısının önüne ulaşmıştı. Sırtı tam bir açık hedefti. Geiger biraz daha yakın olsa maşayı sopa gibi kullanma şansı bulabilirdi. Hall'ün oturma odasına girişini seyrederek bekledi. 367 Havai fişekler yeniden patlamaya başlayınca Geiger gürültüden faydalanarak hızla ilerledi. Hail odanın kapı pervazına dayanmış bekliyordu. Artık arada sadece üç adım kalmıştı. Geiger maşayı sımsıkı tutarak havaya kaldırdı. Geiger! diye bağırdı arkasından bir ses. Hail hızla dönüp elindeki tabancayla Geiger'in kafasına körlenmesine bir darbe savurdu. Geiger dizleri üzerine çöktü. Şömine maşası da bu sırada gürültüyle yere düştü. Hail arka kapıdaki Mitch'e baktı. Ortağı elindeki tabancayı Geiger'in başına doğrultmuştu. Yanındaki çocuksa Mitch'in elinden kurtulmak için çırpınıp duruyordu. Hail yerdeki Geiger'e baktı. Artık zaman tükendi, Gei-ger. Şu diskleri istiyorum!

192 Geiger, Hall'ün söylediklerini anlamakta güçlük çekiyordu. Kulaklarında okyanus dalgalarının biri bitip diğeri başlıyor gibiydi. Çocuğu bırakın, dedi zorlukla işitilebilen bir sesle. Hail başını iki yana salladı. Diskler. Hemen. Geiger başını yavaşça arka tarafa doğru çevirerek koridorun diğer ucundaki çocuğa baktı. Sonra Hall'e döndü. Yatak odasına bıraktım, dedi sol taraftaki kapıyı işaret ederek. Hail yatak odasına şöyle bir bakınca büyük yatağın ortasındaki spor çantayı gördü. Tamam, hadi gidelim. Önce sen, Geiger. Mitch sen oturma odasında çocukla kal. Geiger ayağa kalkıp sallanarak yatak odasına yöneldi. 368 Hail elini silahla birlikte sallayarak çantayı gösterdi. Aç. Geiger elini çantaya sokup zarfı çıkardı. Ters çevirince içindeki mini diskler yatağın üzerine düştü. Hall'ün midesine sanki adrenalinden oluşan bir katır çifte atmıştı. Kendini toplayabilmek için derin derin nefes aldı. Pekala, dedi Hail. İzledin mi? Bir tanesini. Birkaç dakikalığına. Sen içlerinde ne olduğunu biliyor musun? Hayır. Gizli bölge soru kayıtları. Biri sorguları gizli kamerayla kaydetmiş. Görüntülerdeki kişi de benim. Hail diskleri toplayıp yeniden çantaya yerleştirdi. Ge-iger, söylesene bana, nasıl işinde bu derece iyi olabildin? Geiger dosdoğru gözlerinin içine baktı. Sol şakağından kan süzülüyordu. Hail, Geiger'in odaklanma sorunu yaşadığını da net biçimde görebiliyordu. Doğuştan bu işe uygun olduğumu düşünebilirsin, dedi Geiger. Kanımda varmış. Bir an için Hail sözleri zihninde tartıp değerlendirmeye koyuldu. Acaba bu adam şeytanın ininde kaç yılını geçirdi diye düşündü. Geiger haklıydı. Bu, kanında vardı. Virüstü bu. Tedavisi imkansız bir insan-virüs. Çantanın fermuarını çekip kapattı. İşte bu kadar, dedi. Çocuğu bırak, dedi hâlâ fısıldayarak konuşan Geiger. Hail tabancayla kapıyı işaret etti. Oturma odasına. Onu bırak gitsin, Hail. Annesi birazdan burada olacak. Sakın Kıpırda! Geiger koridora yöneldi. Hail de peşindeydi. Ağır ağır oturma odasına yöneldiler. Mitch kanepede tabancası kucağında, Ezra'yla birlikte oturuyordu. Hail çantayı kaldırdı. Aldım. Nihayet, dedi Mitch ayağa kalkarken. Hadi gidelim.

193 Hail ne yanıt verdi ne de kımıldadı. Tabancasını hâlâ Geiger'e doğrultmuş halde bekliyordu. Sonra Mitch'in gözlerindeki ifadeyi okuduğunu fark etti. Hayır mı? dedi Mitch. İşimiz bitmedi mi? Hail başını iki yana salladı. Bu yukarının emri mi? diye sordu Mitch. Hail yanıt vermedi. Açık ön kapıya dönüp dinlemeye koyuldu. Sonra aniden tabancasını kaldırıp Geiger'den kapı pervazının yanındaki duvara doğru geçmesini istedi. Kapıya doğru yaklaşıp dışarı uzanan Hail evin ön tarafındaki aydınlık bölgeden topallayarak eve doğru yürüyen Harry'e baktı. Harry taşlı yolda topallayarak ilerleyip, ter içinde, bitkin bir halde basamakları çıktı. Üzüntü ve suçluluk duygusu onu adeta bitirmişti. Aslında birçok açıdan Lily onu yıllar önce terk etmişti. Ama şimdi kardeşinin gerçekten gittiğini hissediyordu. Ve buna da kendi sebep olmuştu. Harry ön kapıdan içeri adımını attığı anda Hail kafasına silahı dayadı. Hoş geldin, Harry, dedi Hail. Ekip tamamlandı. Hail onun içeri geçmesini işaret etti. Otur. 370 Harry söyleneni yapmak yerine yavaşça arkasına dönmeye başladı. Namlunun ucu burnuna değince durdu. Bu Harry'i gülümsetmişti. Aslında buna gülümsemeden çok sırıtmak da denebilirdi. Sonra oturdu. Hail birkaç adım gerileyip silahı Harry'e doğrultu. Vay vay vay, dedi Harry bağırmaktan kısılmış sesiyle. Tabancasını Geiger'e doğrultan Mitch'i tepeden tırnağa süzüp, Üç ahbap çavuşun ikisi burada. Üçüncüsü nerede? diye sordu. Öldü, dedi Mitch. Gerçekten mi? Üzüldüm. En çok onu severdim. Harry ön kapının yanında sırtı duvara dayalı bekleyen Geiger'e bir bakış attı. Ondan en azından kısa vadede hayır gelmeyeceği açıktı. Gözlerinde boş bir ifadeyle bakıyordu. Yüzü de kan içindeydi. Harry, Ezra'yla göz göze gelmeye çalıştı ama Mitch'in diğer tarafında oturan çocuk başını öne eğmişti. Ağlıyor gibi görünüyordu. Harry ne kadar oyalayabileceğim bilmiyordu ama konuşmayı sürdürmek zorunda olduğuna emindi. Mitch'e döndü. Söylesene dostum, dedi Harry. Seni aptal yerine koyduğum o gün arabada aletinle oynayıp benim dışarı çıkmamı ne kadar beklemiştin? Mitch gözünü bile kırpmadı. İfadesiz bir yüzle Harry'e bakıyordu. Sadece işine odaklanmıştı. Kes konuşmayı, Harry, dedi Hail. Harry parmağıyla pencereleri işaret etti. Biliyor musun Hail? dedi. Kız kardeşim senin yüzünden oralarda bir yerde kayboldu. Hatta başına daha kötü bir şey de gcl- 371

194 miş olabilir. Bu yüzden umurumda değil. Sonra Hall'ün elindeki spor çantayı fark etti. De Kooning'e kavuştunuz demek? Hail başıyla onayladı. O zaman neden hâlâ buradasınız? Önce HalFe sonra da Geiger'e bakmak yanıtı almasını sağlamıştı. Ayağa kalktı. Otur, Harry, dedi Hail. Canın cehenneme, diyerek Hall'ün karşısına dikildi. Hail silahı kaldırdı. Harry, sana bir daha söylemeyeceğim... Üzerine atılsam, dedi Harry. Biliyorsun ki o lanet olası kalbini ellerimle söküp çıkartırım. Kıpırdadığım anda vurursun beni öyle mi, Hail? Otur şuraya! Harry ön camlardan dışarı baktı. Hiçbir şey yok. Peki ya beni vurduğun sırada Geiger üzerine atılırsa? O zaman içinizden biri de onu vurmak zorunda. Bu durumda çocuk... Hall'ün yüzü artık bütünüyle ifadesizleşmişti. Ah, Matheson'u unutmayın, dedi Harry. Etti dört. Onun etrafta dolaşıp hayatınızı cehenneme çevirmesine izin vermezsiniz, değil mi? Ne diyorsun, Hail? İnsanları öldürmek ne zaman zorlaşır? On kişiyi öldürdüğünde mi? Yoksa yirmi mi? Harry pencereleri bir kez daha kontrol etti. Bu kez bir hareket görür gibi oldu. Bir anda rahatladı. Az daha söyleyecekleri tükeniyordu. Ama bundan sonra çok konuşmasına gerek yoktu. Biliyor musun, Hail? Boş ver. Takma kafana. Pencereyi işaret etti. Neticede düşüneceğin daha büyük bir sorun var. Hail dönüp dışarı baktı. Uzaktan eve doğru yaklaşan iki otomobilin ışıkları seçiliyordu. Harry omuz silkti. Lily'i bulmamıza yardım etmeleri için polisleri aramaya karar vermiştim de. Lanet olsun... diye fırladı Mitch oturduğu kanepeden. Tabancasını Geiger'e doğrultmayı sürdürerek pencereye doğru hareketlendi. Tam o esnada Harry omuzlarını iyice eğip kollarını açarak arkadan Mitch'in üzerine atıldı. Mitch dönmeye çalıştı ama Harry arkadan hızla iterek onu pencereye doğru sürükledi. Camı kırıp sundurmaya oradan da dengelerini kaybederek basamaklardan aşağıya yuvarlandılar. Harry en son ana dek adamın üzerine kenetlediği ellerini çözmemişti. HalFün olanlar yüzünden dikkatinin bir iki saniye dağılmasını fırsat bilen Geiger berbat halde olmasına rağmen kendini zorlayarak yerinden fırladı. Sarsak, dengesiz bir hareketle de olsa sonunda bir eliyle Hall'ün silah tutan elinin bileğini diğeriyle de boynunu tutmayı başarmıştı. Hail karşılık vermeye çalışıyordu. Bu şiddet içeren bir dövüşten ziyade ayakta kalma mücadelesini andırıyordu. İlk anda Hail daha dengeli ve güçlü olduğu için avantajlı gibiydi.

195 Ama Geiger alnıyla HalFün alnına sert bir darbe savurunca durum değişti. Hail yere yuvarlanırken elindeki tabanca da ahşap zemine düşüp ön kapıya, tozlu halının üzerindeki çantanın yanına kadar kaydı. 373 Geiger kanepeye doğru dönüp Ezra'ya baktı. Ezra, kaç! Çocuk kapıya doğru iki adım attı sonra durup geri döndü. Çantayı aldı sonra dışarıda yere yuvarlanmış iki adamın yanından hızla geçip koşmaya başladı. Hall'ü etkisiz hale getiremeyecek derecede bitkin olduğundan Geiger daha ziyade savunmada kalmış bir güreşçi gibi boğuşuyordu. Hall'ün kolunu, bacağını yakalayıp tutmaya çalışmakla yetiniyordu. Ama Hail, Geiger'in kasığındaki yaralı yeri bulup parmaklarını derin yaraya geçirdi. Acı adeta müthiş bir kasırga misali yayılırken Geiger'in ağzından tüyler ürpertici bir haykırış işitildi. Hail ayağa fırlayıp tabancasını aldı. Ardından yerde kıvranan Geiger'e döndü. Hall'ün tabancasını aldığını gören Geiger artık öldürülmeyi bekliyordu. Ama birden Hall'ün duraksadığını ve durum değerlendirmesi yaptığını fark etti. Polislerin gelişi silah kullanma imkanını ortadan kaldırmıştı. Hail tabancayı beline sokup Geiger'in yaralı bacağına bir tekme savurdu. Orada yat öyle, Geiger! diye öfkeyle söylendi ve ortadan kayboldu. Geiger kıpırdamadan yatıyor, kanı halıya akarken zihninde yeni bir ezgi başlıyordu. Aynı anda çalan vurmalı, telli çalgılar, her an içindeki kederi, acıyı katlıyor, keder arttıkça ses daha da yükseliyordu. Zihni bu müthiş sesle korkunç acı arasında sıkışıp kalmış gibiydi. Yavaşça doğrulup önce dizleri üzerinde oturdu. Sonra da ayağa kalktı. Büyük bir zorlukla açık ön kapıya doğru ilerleyip pervaza yaslandı. Durum değerlendirmesi yapmaya, içinde bulunduğu durumda en iyi ne yapabileceğine karar vermeye çalışıyordu. Üzerindeki Corley'in eşofman altının sol bacağı kıpkırmızı kesilmişti. Kaşıklamadaki yara dayanılmaz derecede zonkluyordu. Geiger yaklaşan farlara bakıp sundurmaya doğru ilerledi. Kırık merdiven korkuluklarına tutunup yerde ceset gibi yatan iki adama baktı. Geiger topallayarak basamaklardan inmeye koyuldu. Harry? Harry başını kaldırıp Mitch'i kenara itti. Yer lambalarından birinin sivri ucu Mitch'in göğsüne girmiş, ölü gözleri açık kalmıştı. Harry'in göğsü kanla parlıyordu ama Geiger'e bakıp kolunu kaldırdı. Ben iyiyim, dedi nehri işaret ederek. İkisi de o tarafa gitti. Ezra arkasına saklanabileceği kadar büyük bir ağaç buluncaya dek koşmuştu. Sonunda uygun olduğuna kanaat getirdiği bir ağacın altına çöküp kendini toplamaya çalıştı. Uzun süre körlemesine koşmuş, bu yüzden de yön kavramını yitirmiş gibiydi. Etraf seslerle doluydu. Gökyüzünde patlamaya

196 devam eden havai fişekler, kalabalığın neşe dolu kahkahaları, sivrisinek vızıltıları ve göremese de duyduğuna yemin edebileceği nehrin sesi. Kaçtığı anki durumu düşünerek sonrasında olup bitenleri tahmin edebilmesi olanaksızdı. Kimin kurtulduğunu, peşine kimin düştüğünü bilemiyordu. Çantaya sımsıkı sarılıp beklemeye koyuldu. 375 Hail ağaçların arasında sessizce ilerledi. Karanlıkla birlikte çöken sis ağaçların olduklarından da siyah görünmelerine neden olmuştu. Bu halleriyle tıpkı yanık kağıtları andırıyorlardı. Ama birkaç dakika arayla patlayan havai fişekler bir anda ormanı aydınlatıp gölgeleri canlandırıyordu. Hail nehir yönüne doğru ilerlerken aklında yeni olasılıklar beliriyordu. Çocuğu bulup çantayı aldıktan sonrası çok kolaydı. Bilgisayar ekranında gördüğü uydu haritası aklındaydı. İskeleden sandala binip ağaçların arasından yaklaşık yüz metre kadar ilerleyecekti. Kıyıdan görülmeyecek şekilde nehrin orta kısmından ilerler, sonra akıntıdan faydalanarak birkaç kilometre güneye doğru giderdi. Nehir kıyısındaki diğer kasabaya ulaşınca da kayığı karaya çeker ve şehre gitmenin bir yolunu bulurdu. Çocuğun yakınlarda olduğunu biliyordu. Çocuğun hemen arkasından fırlamış ve ağaçlık alana ulaştığını görmüştü. Çocuk korkudan ödü patlamış halde bir yere çöküp kalmış olmalıydı. Korku ve heyecan bir yetişkini harekete geçmeye teşvik ederken çocuğun kıpırdayamayacak hale gelmesine neden olurdu. Artık herhangi bir hareketlenme görmeyi beklemiyor, tatlı sözlerle çocuğu ikna edip yerini bulabileceğini umuyordu. Ezra? Çocuk terden sırılsıklamdı. Buna rağmen birinin, adını seslendiğini işitince dehşetle ürperdi. Biri ona bağırmaktan çok fısıldar gibi seslenmişti. Oradakinin kim olduğunu da ne kadar yakınında olduğunu da anlayamamıştı. Ama başını saklandığı ağacın arkasından çıkartıp bakamayacak kadar korkuyordu. Kendisini kurtarmak için Geiger mi gelmişti yoksa peşine düşen Hail müydü? Bir elini sallayıp başına üşüşen sivrisinekleri kovmaya çalıştı. Ses bu kez daha yakından geldi. Ezra? Neredesin? Bu sefer sesin Geiger'e ait olduğuna neredeyse emindi. Ama bir şey ona yanıt vermesine engel oluyordu. Ya yanılıyorsa? Çantayı iyice göğsüne doğru bastırdı. Çantadaki disklerde ne olduğunu bilmiyordu ama babasının yaşamını kollarının arasında tuttuğunu hissediyordu. Yeni bir havai fişek patlaması daha oldu. Çocuk panik içinde adeta ağacın içine girmeye çalışıyormuşçasına geriye yaslandı. Orman bir anlığına sessizleşti sonra fısıltıyı yeniden işitti. Ezra? Benim. Bu rahatlatıcı sözcük dayanma gücünün sonundaki çocuğu pes ettirdi. Daha fazla kendini tutamadı ve gözyaşlarına boğuldu. Kısa, kesik kesik hıçkırarak ağlıyordu.

197 Hail ağaçlık alanda her iki yönü de kontrolü altında tutarak yan yan ilerliyor bir yandan da çocuğa sesleniyordu. Bir ses işitince durmadı. Sadece hafifçe sola doğru döndü. Bunun bir insan sesi olduğu ve çok yakından geldiği açıktı. Yavaşlayıp tam karşısındaki, civardaki en büyük ağaca doğru bakıyordu. Sesin kaynağını şimdi anlamıştı. Bu, çocuğun sesiydi ve ağlıyordu. Saat yönünün tersine doğru hareket ederek yaklaştı ve sonunda ağacın dibine çökmüş haldeki çocuğun gölgesini 377 gördü. Parmak uçlarında ilerlemeye çalışıyordu ama yerdeki kuru dala basınca çıkarttığı ses Ezra'nın irkilmesine neden oldu. Arkasına bile bakmayan çocuk kendinden geçmişçesine emekleyerek biraz ilerleyip sonra ayağa fırlayıp koşmaya başladı. Ama Hail çok hızlıydı. Ezra ancak beş adım atabilmişti ki Hail atılıp çocuğu bileğinden yakaladığı gibi yere devirdi. Sonra da atılıp eliyle ağzını kapattı. Dikkatle dinle, Ezra, sana zarar vermeyeceğim. Kimse zarar görmeyecek. Çantayı alacağım ve bir daha beni görmeyeceksin. Ben gidince Geiger'i çağırma. Birkaç dakika bekle. Sonra dosdoğru eve koş. Onu hafifçe dürttü. Tamam mı? Hail çocuğun ağzındaki elini çekti. Çocuk konuşmadan önce bir kez yutkundu. Evet. Güzel. Çantaya uzanan Hail çocuğa bakıp, Babana onunla iletişime geçebileceğimi söyle! dedi. Ağaçların arasından başka bir ses işitildi. Ezra! Hail hemen dizleri üzerine çöküp yeniden Ezra'nın ağzını kapattı. Ağaçlar sesin boğuk bir biçimde işitilmesine neden olsa da Hail gelenin Geiger olduğunu anlamıştı. Bu adam bir türlü pes etmiyordu. Ezra, nerede olduğunu söyle bana! Hail eğilip çocuğun kulağına, Kusura bakma, evlat, diye fısıldadı. Planda değişiklik oldu. Yoluma çıkma ihtimaline karşılık seni de yanıma götüreceğim. Bu arada unutma, benim silahım var onunsa yok. Yani sesini çıkartırsan onu öldürürüm. Bunu anlıyorsun değil mi? 378 Ezra'yı çekerek ayağa kalktı. Çocuğun elini sımsıkı tutuyordu. Tamam, şimdi koşuyoruz. Ormanın içine yönelip nehre doğru koşmaya başladılar. Çocuk iki kez düşecek gibi olduysa da Hail hızla çekip buna izin vermedi. Kısa süre sonra önlerinde uzanan açıklığı gördüler. Biraz daha ilerleyince de o bölgeye ulaştılar. Hudson Nehri önlerinde uzanıyordu. Yeni bir havai fişek patlaması sayesinde Hail iskelenin yalnızca yüz metre kadar kuzeylerinde kaldığını gördü. Bir de iskelenin ucuna bağlı bir karartı görür gibi olmuştu. Sandal.

198 Hail çocuğu çeke çeke o yöne doğru ilerlemeye koyuldu. Ulaştıkları iskelenin çürümüş tahtaları feci gıcırdıyordu. Hail aniden durup Ezra'yı da - yanına çekti. Sonra arkaya eve doğru baktı. Ağaçlıkta en ufak bir hareket yok gibiydi. Dönüp çocuğu yavaşça iskeleye doğru çekti. İskelenin hemen sol tarafında, nehrin kıyısındaki çimenlerin üzerinde oturan Lily sesleri duyunca bakışlarını sudaki ışıklardan ayırıp iskeleye doğru baktı. Aceleyle hareket eden ayakların altındaki iskele tahtalarının sesleri zihnini bambaşka görüntülerle doldurdu. Gözünün önünde elindeki küçük sopalarla oyuncak ksilofonunu çalmaya çalışan küçük bir çocuk imgesi belirmişti. Sonra sihirli bir biçimde nehre koşan iki gölgeyi fark etti ve gülümsedi. Geiger sol ayağının üzerine her basışında içinde yeni bir ateş topu patlıyormuş gibi hissediyordu. Ağaçlık alana gir- 379 dikten kısa bir süre sonra dikişlerinin patlamaya başladığını fark etti. Bunun üzerine durup çıkarttığı gömleğinin kolunu yırtarak Dalton'un kasığında açtığı yaranın kanamasını engel olmak için turnike uyguladı. Dengesini tamamen yitirmiş halde elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışarak ilerliyor ama attığı her adımda gücü biraz daha azalıyordu. Zihni dengesini sağlayabilmek için gerekli çıkarımları yapmaya çalışsa da artık sağlıklı düşünebilme yetisinde de belirgin bir kayıp söz konusuydu. Bilinmedik bir yerlerden kim olduğunu bilmediği birinin sesini işitti: Vücudundaki kanın yüzde yirmi beşini kaybedersen iç organların fonksiyonlarını yitirmeye başlar... Sonra bunun kendi sesi olduğunu ve başkalarına defalarca söylediği biyolojik gerçeği bu kez kendi kendisine hatırlattığını fark etti. Yürürken bir yandan da Ezra'ya sesleniyordu. Karanlıktan en ufak bir yanıt gelmiyordu. Sonra nehir yönünden bir çıtırtı işitir gibi oldu. Bu sesin havai fişeklerden gelmediğini anlamıştı. O yönde birileri vardı. Gökyüzündeki yemyeşil bir patlama Geiger'in ağaçların arasından nehre doğru inen eğimli yolu görmesini sağladı. Kendini devam etmeye zorlamak için derin bir nefes aldı. Birden Corley'in rüyaları daima içinde yaşatmaya dair sözlerini hatırladı. Ama durum artık değişmişti. Hâlâ rüyanın kaynağını bilmiyordu ama artık o kaynağa ulaşabileceğine emindi. Bu sayede içinde yepyeni bir kuvvet hissedip son bir gayretle eğimli yola doğru saptı. Ezra kollarıyla dizlerine sarılmış halde iskelede oturuyordu. Geiger'in yetişmesi için dua ediyordu. Üç metre ilerisindeki Hail dizleri üzerine çökmüş sandalı iki metal halkaya bağlayan halatlardan ikincisini çözmeye uğraşıyordu. Ezra adamın taş kesilmiş düğümü tırnaklarıyla çözme çabasını izledi. O sırada gözü Hall'ün yanında, çürümüş zemindeki çantaya ve tabancaya kaydı. Silahın ne kadar ağır olabileceğini düşündü. Acaba iki eliyle kaldırabilir miydi?

199 Sonra bana ne yapacaksın? diye sordu Ezra. Yani gitmeye hazır olduğunda demek istiyorum. Hail onu duymazdan geldi. Sonunda düğümü çözmeyi başarmıştı. Ayağa kalkıp sandalı çevirdi. Küreklerin ipini çözdü. Zincirle bağlı sandalı sonunda suya indirdi. Sandal suya iner inmez akıntının şiddetiyle sallanmaya başladı. Nehri Hail ile birlikte geçme çuişüncesi Ezra'yı tahammül edemeyeceği kadar korkutuyordu. Kaçmaya çalışmalı mıydı? Ama bu durumda çantayı ve diskleri kaybedecekti... Hail uzanıp silahını alıp beline taktı. Sonra çantasını aldı. Hiçbir şey söylemeden Ezra'ya baktı. Sonunda bakışları buluştu. Korkuyor musun? Ezra başıyla onayladı. Güzel, dedi Hail. Korkmaya devam et. Geiger açıklığa ulaştı. Nehir tam karşısındaydı. Simsiyah sulara doğru uzanan iskeleyi de görmüştü. Bulunduğu yerden iskelede biri ayakta diğeri oturan iki kişi olduğunu seçebiliyordu. 381 Geiger iskeleye doğru ilerledi. Eski tahtalar daha ilk adımda gıcırdadı. Ayaktaki gölge dönüp kolunu uzattı. Geiger, diye bağırdı Hail. Dur. Ezra'yı bırak. İskeleden uzaklaş, Geiger. Ezra bir dizi üzerinde doğruldu. Dediğini yap Geiger. Ben iyiyim! Geiger eğer şu lanet olası iskeleden uzaklaşırsan bir sorun kalmayacak. Onu yanıma alıyorum. Geiger ilerlemeyi sürdürdü. Rüya her zaman başlamış hatta ortasına kadar da sürmüştü. Ama hiçbir zaman sonunu görememişti. Şimdi nihayet son kısma ulaşmıştı. Artık rüya tamamlanıyordu. Pekala, dedi Hail. Lanet olsun. Çantayı yere bırakıp sandalı zincirinden iskeleye doğru çekti. Sandala bin, Ezra, dedi tabancasını sallayarak. Hadisene Ezra! Geiger iskelenin ortasına kadar gelmişti. Artık Ezra'nın kendisine doğru dönük solgun, oval yüzünü görebiliyordu. Binsene şu sandala, diye bağırdı Hail. Hemen! Ezra sandala atlarken Geiger küreklerin kenara çarpınca çıkardığı sesi işitti. Çocuğu ve diskleri istiyorum, Hail. Bu mümkün değil, Geiger, dedi Hail sandalın zincirini bırakırken. Sonra eğilip çantayı aldı. Hepinizin ölmesini istediler. Böylece ortada en ufak bir sorun kalmayacaktı. Ama şimdi ben sorun haline geldim. Bu yüzden ortadan kaybolunca ilk yapacağım şey eğer peşime düşerlerse diskleri Veritas Arcana'ya geri vereceğimi bildirmek olacak.

200 Yani bu diskler benim sigortam. Bu iş böyle bitecek, Geiger. Şimdi geri çekil! Geiger iskelenin ucuna artık sadece yirmi adım mesafedeydi. Hall'ün karanlıkta parıldayan gözlerini görebiliyordu. Olmaz, Hail. Hail tabancasını omuz hizasına dek kaldırdı. Seni anlayamıyorum, Geiger. Gerçekten anlayamıyorum. Bunu neden yapıyorsun? Benim için de en iyisinin böyle olduğunu düşün. Geiger seni vuracağım. Hayır, vurmayacaksın. Polis bu kadar yakınken yapamazsın. Silah sesini duyarlar. Arkada havai fişek gösterisinin son bölümü başladı. Kulakları sağır edici patlamalar eşliğine gökyüzü rengarenk ışıklara boğuldu. Hayır, şimdi duyamazlar, dedi Hail ve tetiği çekti. Geiger yan tarafından vurulup sırt üstü yere yuvarlandı. Yattığı iskeleden gökyüzündeki renk şemsiyesini izliyordu. Gürültülerle, acıyla dolu bir evrenden hızla sessizliğin sıcak ve yumuşak yatağına doğru kayıyordu. Artık hiçbir şey görmediğini, hiçbir şey hissetmediğini fark etti. Tek bildiği şey gidiyor olduğuydu. Adının seslenildiğini duydu. Bu Ezra'ydı. Çocuk ısrarla bir şey söylüyordu. Telaşlı ve yalvarırcasına konuşan çocuğun söylediklerini bir türlü anlayamıyordu. Zaten kısa bir süre sonra çocuğun sesi bütünüyle uğuldamaya dönüştü. 383 Su ışıklarla öylesine canlı, çocuklar şehri öylesine cezbe-diciydi ki Lily dünyayı sadece onların aydınlatabileceğini düşünüyordu. Sonra uzun, acı dolu çığlığı duyunca ayağa kalktı. Bu çığlıkların ne olduğunu biliyordu. Çocuklar ağlıyordu. Korkmuşlardı. Suyun altındaki evlerinden onu yanlarına çağırıyorlardı. Hail on beş adım kadar ileride yerde yatan Geiger'e baktı. Göğsünün sağ tarafına ateş etmeye çalışmıştı. Böylece bir yandan dengesini kaybettirmeye çalışırken bir yandan da ölümcül bir zarar vermemeye çabalamıştı. Ama bu amacına ulaşıp ulaşmadığından emin değildi. Geiger kıpırdamıyordu. Kan kaybından ölmüş olabilirdi. Hail onu öldürmek değil durdurmak istemişti. Ama nihayetince bir şey değişmezdi. Önemli olan bir an evvel yola koyulmaktı. Sandalı yeniden çekti. Sandalda Ezra başı önünde öylece oturuyordu. Sandalın iskeleye doğru çekildiğini görünce başını kaldırıp yüzüne baktı. Çocuğun yüz ifadesinde ne olduğunu anlayamadığı bir şey Hall'ü şaşırttı. Sonra ne olduğunu anladı. Bu tuhaflık bir damla bile gözyaşının olmadığı gözlerindeydi. Müthiş bir öfkeyle gözlerini dikmiş yüzüne bakıyordu. Hail bir kez daha çocuğu bırakma fikrini aklından geçirdi. Sonuçta ona zarar vermek istemiyordu. Ama bunu yapamazdı. Eğer Ezra'yı bırakırsa çocuk

201 polise sandalın gittiği istikameti gösterebilirdi. Sonra da polis tüm kıyı şeridini kontrol altına alır, hatta nehirde helikopterler arama faaliyetine giri şirdi. Arkaya geçip otur, Ezra. Nehir gezintisinin tadını çıkar. Ezra bir an yüzüne baktıktan sonra arkaya geçti. Hail sandala inip çantayı ayaklarının altına koydu. Sandalı iskeleye bağlayan zinciri çözmek için doğruldu. O esnada iskeleye doğru bakınca Geiger'in sendeleyerek doğrulmaya çalıştığını gördü. Sağ yanından oluk gibi kan akıyordu. Tanrım... diye mırıldandı Hail. Zinciri çözdü ve sandal hemen iskeleden uzaklaştı. Hail oturmadan iskelede her an yere yığılacakmış gibi yürümeye çalışan Geiger'e baktı. Geiger iskelenin ucuna kadar bu şekilde yürüdü. Hail ellerini ağzının iki yanına getirip, Bitti, Geiger! diye bağırdı. Pes et artık! İlk anda Geiger ne gördüğünü anlayamadı. Büyük bir ihtimalle kan kaybı halüsinasyona yol açmıştı. Ya da sımsıkı sarıldığı rüya halen devam ediyordu. Nehrin orta yerinde soluk renkli deniz yaratıklarını andırır iki kol yükselip sandala küpeştesinden tutundu. Sonra yüzeyde bir baş göründü. Sudan dayanma gücünün sonuna geldiği için çıktığı anda açık ağzıyla derin bir nefes alıp çevresine delicesine bakan Lily tüm gücünü toplayıp sandala çıkmaya çalışıyordu. Kızın ağırlığıyla sandal aniden yan yattı. Hail dengesini kaybedip arkaya doğru düştü. Bu da sandalın aniden ters dönmesine yol açtı. Hail, Ezra ve Lily tek bir ses bile çıkaramadan ters dönmüş sandalın altında kaldılar. Geiger artık rüyadan gerçek dünyaya geçiş yapması gerektiğinin farkındaydı. Artık rüyanın devamı yoktu. Birden çaresizlik dolu bir çığlık işitti. Geiger! 385 Sesin rüyanın dışından geldiğini biliyordu. Öne doğru iyice sarkıp kendini suya bıraktı. Sonra da tekneye doğru yüzmeye başladı. Soğuk su hem uyarıcı hem de ağrı kesici etkisi yaratmış, hem zihnine hem de yaralarına iyi gelmişti. Sandala yaklaşınca suyun altına daldı. Geiger karanlığa doğru yüzüyordu. Sonunda eline çaresiz eller uzandı. Onu yakalayıp zifiri karanlığa çektiler. Harry iskeleye ulaştı. Nehirde suyun altında ne olup bittiğini göremediği müthiş bir mücadele vardı. Zaman zaman suyun üstünde bir kol bir bacak görür gibi oluyor ama neler olup bittiğini anlayamıyordu. Sonra her şey birdenbire sessizliğe büründü.

202 Son havai fişek gökyüzünde büyük bir Amerikan Bayrağı oluşturdu. Kısa bir süre sonundaysa bayrak silikleşip ardında yalnızca yıldızlarını bırakarak gözden kayboldu. Uzaklardan belli belirsiz sevinç çığlıkları işitildi. Harry sandalın nehirde sürüklendiğini görebiliyor, çevresinde herhangi bir yaşam emaresi görebilmeye çalışıyor, bir yandan da içindeki büyük kedere yenilmemeye çabalıyordu. Sonra suyun altında bir gölge görür gibi oldu. Kıyıya doğru yaklaşan yüzücünün bitkin halde olduğu anlaşılıyordu. Bir kol dışarı çıkıyor diğer koluyla başka bir şeyi çekmeye uğraşıyordu. Harry iskeleden inip nehrin kıyısına koştu. Nehrin karanlık sularına bakıyor ama yaklaşanın kim olduğunu bir türlü anlayamıyordu. Yüzücünün tam karşısına ulaştığında taşların üzerine basarak birkaç adım daha yaklaştı. Zayıfyüzücü son birkaç metreyi daha yüzüp elindeki çantayla birlikte kıyıya yığıldı. Nefes nefese bir halde öksürüyordu. Harry, Ezra'nın yanına çöküp elini usulca sırtına koydu. Arkadan yaklaşan bağırışlara ve nehirde yansıyan el lambalarının ışıklarına aldırmadan çocuğun sırtını okşamayı sürdürdü. Ezra başını kaldırıp yüzüne baktı ve ardından ciğerlerindeki nehir suyunu kustu. Tamam, dedi Harry. Tamam. Daha sormadan Ezra'nın gözlerindeki soruyu görmüştü. Geiger? dedi çocuk. Harry başını iki yana salladı. Ezra sessizce ağlamaya başladı. Corley'in evinin ön tarafındaki basamaklara oturmuşlardı. Ezra bir battaniyeye sarınmıştı. Göğsü ve omzu bandajlanan Harry de diğer kolunu çocuğun omzuna atmıştı. O an benzer bir kederi paylaşıyorlardı. İki polis arabasıyla ambulansın ışıkları bahçede adeta renk cümbüşü yaratmıştı. Önce oturma odasında neler olup bittiğini anlamaya çalışmaktan ziyade olasılıkları daraltmayı amaçlayan bir dizi soruya muhatap kalmışlardı. Onlar da anlayamadıkları nedenle evlerine saldıran iki kişi olduğunu sonunda da bir ceset ve nehirde kayıp üç kişiyle olayın sonuçlandığını söyleyerek gerçekleri örtbas etmeye çabalamışlardı. Sorgunun bir yerinde Harry izin isteyip banyoya girmiş, çantanın içindekileri rezervuarın içine saklamıştı. Basamaklarda bir süre oturduktan sonra Ezra, Harry'e dönüp nehrin karanlık sularında neler olduğunu anlatacak 387 gücü nihayet kendinde buldu. Çocuk kendisini aşağıya çeken ellerden kurtulamayıp pes etmek üzereyken biri onu çekip kurtarmış, bir eline çantayı tutuşturup olanca gücüyle kıyıya doğru itmişti. Ama ne pahasına kurtulduğunu düşünmek bile tahammül edilmesi imkansız acılara neden oluyordu. Çok üzgünüm, dedi Ezra başını iki yana sallayarak. Harry ona döndü. Ne için?

203 Tüm bunlar benim yüzümden oldu. Harry onu kendine çekti. Hayır, Ezra. Bu sadece... Çocuğu teskin edici, akıllıca bir şeyler daha söylemek istiyor ama kelimeler kifayetsiz kalıyordu. Ağaçlık alandan çıkan bir otomobil bulundukları yere doğru yaklaşınca polislerden biri ellerini sallayarak aracı durdurdu. Duran araçtan uzun boylu, zayıf bir kadın indi. Yanına yaklaşan polisle en fazla on saniye kadar konuştu. Ardından polisle birlikte eve yöneldiler. Ezra? Çocuk tanıdık sesle şaşırıp başını kaldırdı. Harry gülümseyerek Ezra'nın omzunu sıktı. Kadın oğluyla göz göze geldi ve olanca hızıyla ona doğru koşmaya başladı. 22 İşler kötüydü. Sıcaklık yüzünden sokaklar boşalmış, Geiger'in evinin enkazının kaldırılma işi de hâlâ tamamlanamamıştı. Evin bahçe kısmmın bulunduğu yere uzunca bir panel yerleştirilmiş, yıkım ekibi de kaldırıma bir şerit çekmişti. Bay Memz paketten yarısı içilmiş bir sigara çıkartıp Zippo'suyla yaktı. Masasına sokulan bastonlu, zayıf adamı tanımak Bay Memz'in sadece bir iki saniyesini aldı. Önce tanışma anını hemen ardından da adamın adını hatırladı. Harry değil mi? Evet, Geiger'in Harry'si. Baston yüzünden tanımakta bir saniye geciktim. Belli belirsiz gülümseyen Harry siyah, kiraz ağacından yapılma bastonu kaldırıp Bay Memz'e işlemeli sapını gösterdi. Mükemmel, değil mi? Keşke benim de olsa. Güzelmiş. Bay Memz, Harry'e umut dolu gözlerle bakıyordu. Hey, Harry sigara içer misin? 389 Hayır, üzgünüm. Lanet olsun. Artık neredeyse kimse sigara içmiyor. Harry etrafını kolaçan etti. Bu yeni alışkanlığıydı. Eee, işler nasıl? Ne diyorsun sen ya! Ne işi? Gürültü ikisinin birlikte başlarını çevirmesine neden oldu. Bir traktör evin molozlarını kamyona boşaltıyordu. İki adam birbirlerine baktılar. Gitti, dedi Harry. Gitti. Uzaklara gitti manasında mı? Hayır. Boğuldu. Beş hafta kadar önce ıssız bir yerde. Bay Memz kederle yüzünü buruşturdu. Sonra başını iki yana salladı. 4 Temmuz'da nehirde yaşanan bir olay duymuştum. O muydu? Evet.

204 Bir anlığına Bay Memz öylece oturdu. Sonra elini kitapları yerlerinden sıçratacak kadar hızla masaya vurdu. Harry iç çekti. Sadece bilmeni istedim. Bay Memz hiçbir şey söylemedi. Sonra hüzünle bir şeyler mırıldandı. Harry bastonunu kaldırıma vurdu. Gitmem lazım. Bir işim var. Tamam. Bay Memz dalgın bir tavırla baş salladı. Görüşürüz. Aslında bakarsan görüşeceğimizi sanmıyorum. Pekala. Görüşmeyiz. Harry elini ceketinin cebine atıp çıkardığı zarfı masanın üzerine bıraktı. Yarım kalmış işleri tamamlamaya çalışıyorum. Bay Memz zarfa baktı. Bu ne? İşler açılıncaya kadar işe yarayacağını sandığım bir şey. Şimdi gerçekten gitmem lazım, dostum. Kendine dikkat et. Bay Memz, Harry'nin Amsterdam Meydanıma doğru ilerleyişini izledi. Sonra gözü zarfa kaydı. Alıp içindekilerin bir kısmını çıkardı. Sonra elindeki yirmi beş adet yüz dolarlık banknotu salladı. Tanrım... Dönüp tekrar baktığında kaldırımda çoğu yabancı,çok azı tanıdık yüzler gördü. Harry ise gitmişti Cadde'yle Malcolm X Bulvarımın köşesinde bir taksi durdu. Taksiden inen Harry Central Park'ın kuzeyine doğru yürümeye koyuldu. Harlem Gölümün kıyıya yakın kısımlarında yaban ördekleri yüzüyordu. Harry yanından paten ve kaykayla geçenlere yol vererek ağır ağır ilerliyordu. Nereye giderse gitsin hayaletler peşindeydi. Ortada ne teşhis edilecek ceset, ne de mezar yerleri vardı. Bakıp kederle ağlayacağı, dokunup okşayacağı bir mezar taşı bile yoktu. Bu yüzden de hep yanında gibiydiler. Ölülerle geziyordu. Geiger'in yakınlarında olduğunu hep hissediyordu. Ama Harry'e asıl Lily yanı başındaymış gibi geliyordu. Lily'nin öldüğü düşüncesi en zor geleniydi. Kızın hayatından ani çıkışı dengesini bozmuştu. Bu durumu ne yaparsa yapsın kabul edemiyordu. Rüyaları çocuksu kahkahalarla, şarkılarla doluydu. Keder tüm enerjisini alıp götürmüştü. Göl kıyısındaki bir banka oturdu. Harry? dedi yanındaki adam. Geç kaldım. Özür dilerim, dedi Harry dönüp David Matheson'un elini sıkarken. Sonunda tanıştığımıza sevindim. Harry önce Matheson u şöyle bir süzdü. Ardından bakışları yeniden uzaklara kaydı. Bu sırada bacaklarının arasına koyduğu bastonu ileri geri sallıyordu. Söylesene Harry. BigBossMan'ın kim olduğunu nasıl anladın? Harry omuz silkti. Kendi bilgisayarımdan Geiger'inki-ne girebiliyordum. Gerçekten mi? Bu kolay bir şey değil.

205 Uzun zaman aldı. Ama bunu yapabilmek için çeşitli programlar var. Harry göz ucuyla kendisine doğru yaklaşan birini gördü. Kasılıp bastonu daha bir sert tuttu. Ama yaklaşan kişinin parkta koşanlardan biri olduğunu görünce rahatlayıp sakinleşti. Ezra nasıl? diye sordu. Toparlanmaya çalışıyor ama hâlâ eskisi gibi değil. Onu sadece bir kez o da birkaç saatliğine annesiyle birlikte bir otel odasında gördüm. Bu haldeyken onun yanında yeterince olamamak çok acı. Ama aynı yerde bir iki günden fazla kalamıyorum. Her neyse, bol bol keman çaldığını söyledi. Herhalde bu iyi bir şey. Herhalde, dedi Harry. Bir şey soracağım, Matheson. Hiç sanat işiyle ilgilendin mi? Hayır. O sadece rahat hareket edebilmek için oluşturduğum bir kılıftı. Harry hızlıca çevresine bakındı. Sonra cebinden bir paket çıkardı. Dijital şifreyi çözmenin bir yolunu buldum. Şimdi elinde bir orijinal iki de kopya kayıt var. Çok teşekkür ederim, dedi Matheson. Paketi alıp bankın yanında yerde duran küçük çantaya soktu. İşinde gerçekten iyisin, Harry. Teşekkürler. Aslında Veritas Arcana olarak senin yeteneklerinden faydalanabiliriz. Her geçen gün biraz daha büyüyoruz. Tüm dünyayı tarayan dört sunucumuz oldu. Ama yaptıklarımızdan hoşlanmayanların nefesini de hep ensemizde hissediyoruz. Bu işi yapabileceğimi sanmıyorum. Üzgünüm. Tamam. Yine de bir düşün. Eğer fikrini değiştirirsen beni bulmakta zorlanmayacağın belli zaten. Gökyüzünde doğan güneşin ilk ışıkları seçiliyordu. Ufka paralel yerleştirilmiş arka çitin üzerinde bir kedi belirdi. Kedi çitin köşesine kadar yürüyüp sonunda arka bahçeye atladı. Binanın molozları sonunda temizlenip kaldırılmış, geriye yalnızca beton veranda kalmıştı. Kedi verandanın iki basamağını çıkıp yatarak yalanmaya, gecenin üzerine sindirdiği pisliklerden arınmaya koyuldu. Kedi düzensiz ayak seslerini işitince başını kaldırdı. Bir adam verandaya çömelip kedinin boş göz çukurunun üzerindeki yarayı okşamaya başladı. Kedi de ona mırıldanarak karşılık verdi. Civardakilerden hiçbiri adamı fark etmedi. Siyah çerçeveli gözlük takmıştı. Siperliğini arkaya çevirerek taktığı şapkasının altından saç kıvrımları görülüyordu. Siyah sakalı bir hayli uzundu. Ellerini parçalanmış zeminde dolaştırıp bulduğu parçayı önce pantolonuna silerek temizledi. Sonra maun ağacından yapılmış parçayı incelemeye koyuldu. Yarım ay şeklinde külle kaplı parçayı elinde yirmi derece saat yönüne çevirdi. Sonra tam tersini yaptı. Sanki bu hareketleriyle yapbozun

206 eksik parçasının o olup olmadığına karar vermeye çalışıyormuş gibi görünüyordu. Kimse seni bilmiyor. Bu benim sana hediyem. Sen yoksun. Adam tahta parçasını cebine koyup sakat hayvanı omzuna aldı. Gitme zamanı, dedi. Yavaşça doğrulup kaldırıma doğru yöneldi. Hafifçe topallıyordu ama adam bir şekilde bunu vücut hareketinin bir parçası haline getirmişti. Uzaktan bakan biri bunun ona belirgin bir zarafet kattığını söyleyebilirdi. Kitap Taramak Gerçekten İncelik Ve Beceri İsteyen, Zahmet Verici Bir İştir. Ne Mutlu Ki, Bir Görme Engellinin, Düzgün Taranmış Ve Hazırlanmış Bir E-Kitabı Okuyabilmesinden Duyduğu Sevinci Paylaşabilmek Tüm Zahmete Değer. Bandrol Uygulamasına İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin 5.Maddesinin İkinci Fıkrası Çerçevesinde Bandrol Taşıması Zorunlu Değildir. Buraya Yüklediğim E-Bookları Download Ettikten 24 Saat Sonra Silmek Zorundasınız. Aksi Taktirde Kitabin Telif Hakkı Olan Firmanın Yada Şahısların Uğrayacağı Zarardan Hiç Bir Şekilde Sitemiz Sorumlu Tutulamaz ve Olmayacağım. Bu Kitapların Hiçbirisi Orijinal Kitapların Yerini Tutmayacağı İçin Eğer Kitabi Beğenirseniz Kitapçılardan Almanızı YaDa E-Buy Yolu İle Edinmenizi Öneririm. Tekrarlıyorum Sitemizin Amacı Sadece Kitap Hakkında Bilgi Edinip Belli Bir Fikir Sahibi Olmanız Ve Hoşunuza Giderse Kitabi Almanız İçindir. Benim Bu Kitaplarda Herhangi Bir Çıkarım YaDa Herhangi Bir Kuruluşa Zarar Verme Amacım Yoktur. Bu Yüzden E-Bookları Fikir Alma Amaçlı Olarak 24 Saat Sureli Kullanabilirsiniz. Daha Sonrası Sizin Sorumluluğunuza Kalmıştır. 1)Ucuz Kitap Almak İçin İlkönce Sahaflara Uğramanızı 2)Eğer Aradığınız Kitabı Bulamazsanız 30 Ucuz Satan Seyyarları Gezmenizi 3) Ayrıca Kütüphaneleri De Unutmamanızı Söyleriz Ki En Kolay Yoldur 4)Benim Param Yok Ama Kitap Okuma Aşkı Şevki İle Yanmaktayım Diyorsanız Bizi Takip Etmenizi Tavsiye Ederiz 5)İnternet Sitemizde Değişik İstedğiniz Kitaplara Ulaşamazsanız İstek Bölümüne Yazmanızı Tavsiye Ederiz Bu Sitede Yayınlananlar (Film/Dizi/Proğram/Oyun/Mp3/E-Kitap V.S. Gibi Tüm İçerikler) İnternet Ortamında Elden Ele Dolaşan Kopyalardır. Not : Okurken Gözünüze Çarpan Yanlışlar Olursa Bize Öneriniz Varsa Yada Elinizdeki Kitapları Paylaşmak İçin Bizimle İletişime Geçin. Teşekkürler. Memnuniyetinizi Dostlarınıza Şikayetlerinizi Yönetime Bildirin Ne Mutlu Bilgi İçin Bilgece Yaşayanlara. By-Igleoo

207

krmz KORİDOR YAYINCILIK - 224 OKTAY MATBAACILIK ISBN: 978-605-4629-42-8 YAYINEVİ SERTİFİKA NO: 16229 MATBAA SERTİFİKA NO: 16318

krmz KORİDOR YAYINCILIK - 224 OKTAY MATBAACILIK ISBN: 978-605-4629-42-8 YAYINEVİ SERTİFİKA NO: 16229 MATBAA SERTİFİKA NO: 16318 KORİDOR YAYINCILIK - 224 ISBN: 978-605-4629-42-8 YAYINEVİ SERTİFİKA NO: 16229 MATBAA SERTİFİKA NO: 16318 Ne Düşündüğünü Biliyorum Mark Allen Smith Özgün Adı: THE INQUISITOR 2012 by Mark Allen Smith Bu

Detaylı

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir. SIFATLAR 1.NİTELEME SIFATLARI 2.BELİRTME SIFATLARI a)işaret Sıfatları b)sayı Sıfatları * Asıl Sayı Sıfatları *Sıra Sayı Sıfatları *Üleştirme Sayı Sıfatları *Kesir Sayı Sıfatları c)belgisizsıfatlar d)soru

Detaylı

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN MUTLU HAFTALAR Emrah&Elvan PEKŞEN ilkok BÜYÜK HARFLERIN KULLANIMI Emir Defne Özel isimlerin ilk harfleri büyük yazılır. Cesur Yumak Nevşehir Japon Azerbaycan Ağrı Dağı Anıtkabir Cümleler her zaman büyük

Detaylı

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN MUTLU HAFTALAR Emrah&Elvan PEKŞEN ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkok BÜYÜK HARFLERIN KULLANIMI Emir Defne Özel isimlerin ilk harfleri

Detaylı

TURK101 ÇALIŞMA 6 ZEYNEP OLGUN MAKİNENİN ARKASI

TURK101 ÇALIŞMA 6 ZEYNEP OLGUN MAKİNENİN ARKASI TURK101 ÇALIŞMA 6 ZEYNEP OLGUN 21400752 MAKİNENİN ARKASI Fotoğraf uzun süre düşünülerek başlanılan bir uğraş değil. Aslında nasıl başladığımı pek hatırlamıyorum, sanırım belli bir noktadan sonra etrafa

Detaylı

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu! Kaybolmasınlar Diye Mesleğini sorduklarında ne diyeceğini bilemezdi, gülümserdi mahçup; utanırdı ben şairim, yazarım, demeye. Bir şeyler mırıldanırdı, yalan söylememeye çalışarak, bu kez de yüzü kızarırdı,

Detaylı

Herkese Bangkok tan merhabalar,

Herkese Bangkok tan merhabalar, Herkese Bangkok tan merhabalar, Başlangıcı Erasmus stajlarına göre biraz farklı oldu benim yolculuğumun aslında. Dünyada mimarlığın nasıl ilerlediğini öğrenmek için yurtdışında staj yapmak ya da çalışmak

Detaylı

Herkes Birisi Herhangi Biri Hiç Kimse

Herkes Birisi Herhangi Biri Hiç Kimse Gösterdim Gördü anlamına gelmez Söyledim Duydu anlamına gelmez Duydu Doğru anladı anlamına gelmez Anladı Hak verdi anlamına gelmez Hak verdi İnandı anlamına gelmez İnandı Uyguladı anlamına gelmez Uyguladı

Detaylı

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç katıyordu. Bulutlar gülümsüyor ve günaydın diyordu. Melek

Detaylı

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası Kelime bilgimin büyük bir miktarını düzenli olarak İngilizce okumaya borçluyum ve biliyorsun ki kelime bilmek akıcı İngilizce konuşma yolundaki en büyük engellerden biri =) O yüzden eğer İngilizce okumuyorsan,

Detaylı

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda Bir gün sormuşlar Ermişlerden birine: Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır? Bakın göstereyim demiş Ermiş. Önce sevgiyi dilden gönle indirememiş olanları çağırarak onlara

Detaylı

Pırıl pırıl güneşli bir günde, içini sımsıcak saran bir mutlulukla. Cadde de yürüyordu. Yüzü gülümseyen. insanların kullandığı yoldan;

Pırıl pırıl güneşli bir günde, içini sımsıcak saran bir mutlulukla. Cadde de yürüyordu. Yüzü gülümseyen. insanların kullandığı yoldan; Pırıl pırıl güneşli bir günde, içini sımsıcak saran bir mutlulukla Cadde de yürüyordu. Yüzü gülümseyen insanların kullandığı yoldan; yemyeşil ağaçların rüzgar ile savrulan dallarından çıkan sesin dalga

Detaylı

SINIRSIZ ZİYARETLER. Nermin Er in ev atölyesi

SINIRSIZ ZİYARETLER. Nermin Er in ev atölyesi 34 SINIRSIZ ZİYARETLER Nermin Er in ev atölyesi 35 Nazlı Pektaş Fotoğraf: Elif Kahveci Sanatçı atölyesinde vakit geçirmek türlü hissi davet eder. Bir yandan sanatçının yaratma evreninin içine girip heyecanlanırsınız,

Detaylı

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

C A NAVA R I N Ç AGR ISI C A NAVA R I N Ç AGR ISI Canavar, canavarların hep yaptığı gibi, gece yarısından hemen sonra çıktı ortaya. Geldiğinde Conor uyanıktı. Kısa süre önce bir kâbus görmüştü. Herhangi bir kâbus değil- di bu;

Detaylı

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMİ BİR DERS Genç adam evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara

Detaylı

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK? DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER SERBEST ZAMAN YAPTIK? Çocuklara sporun önemi anlatıldı ve her sabah spor yaptırıldı. Çocuklar ilgi köşelerinde öğretmen rehberliğinde serbest oyun

Detaylı

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan 1. Sahne (Koruluk. Uzaktan kuş cıvıltıları duyulmaktadır. Sahnenin solunda birbirine yakın iki ağaç. Ortadaki ağacın hemen yanında, önü sahneye dönük, uzun ayaklık üzerinde bir dürbün. Dürbünün arkasında

Detaylı

3. Zihinden atamadığınız tekrarlayan, hoşa gitmeyen düşünceler. 7. Herhangi bir kimsenin düşüncelerinizi kontrol edebileceği fikri

3. Zihinden atamadığınız tekrarlayan, hoşa gitmeyen düşünceler. 7. Herhangi bir kimsenin düşüncelerinizi kontrol edebileceği fikri 1 Aşağıda zaman zaman herkeste olabilecek yakınmaların ve sorunların bir listesi vardır. Lütfen her birini dikkatle okuyunuz. Sonra bu durumun bu gün de dâhil olmak üzere son üç ay içerisinde sizi ne ölçüde

Detaylı

PHOSPHORUS. ( Phos. ) Ana fikir ; çabuk parlar, çabuk yanar ama çabuk söner.

PHOSPHORUS. ( Phos. ) Ana fikir ; çabuk parlar, çabuk yanar ama çabuk söner. PHOSPHORUS ( Phos. ) Remedinin ruhu isminde gizli. Işık taşıyıcı demektir. Kibrit ucunda kullanılan maddedir. Ana fikir ; çabuk parlar, çabuk yanar ama çabuk söner. Kibrit ucu gibi çabuk tükenir. Çabuk

Detaylı

Jiggy kahramanımızın asıl adı değil, lakabıdır. Ve kıpır kıpır, yerinde duramayan anlamına gelmektedir.

Jiggy kahramanımızın asıl adı değil, lakabıdır. Ve kıpır kıpır, yerinde duramayan anlamına gelmektedir. Çeviri Deniz Hüsrev Jiggy kahramanımızın asıl adı değil, lakabıdır. Ve kıpır kıpır, yerinde duramayan anlamına gelmektedir. 5 6 BİRİNCİ BÖLÜM Hayatınızı elinizden alınıp klozete atılmış, ardından da üzerine

Detaylı

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen Yayın no: 168 SAYGI VE HÜRMET ÖYKÜLERİ Genel yayın yönetmeni: Ergün Ür İç düzen: Durmuş Yalman Kapak: Zafer Yayınları İsbn: 978 605 4965 18 2 Sertifika no: 14452 Uğurböceği Yayınları, Zafer Yayın Grubu

Detaylı

MİNERALLEŞTİRMENİN BÜYÜSÜ

MİNERALLEŞTİRMENİN BÜYÜSÜ MİNERALLEŞTİRMENİN BÜYÜSÜ Uzun süredir Fransa nın güneyindeki şehir ve belediye yönetimleriyle yaya bölgelerinin, meydanların mesire alanlarının, okulların ve diğer kamu binalarının korunması konusunda

Detaylı

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları RAPUNZEL Bir zamanlar bir kadınla kocasının çocukları yokmuş ve çocuk sahibi olmayı çok istiyorlarmış. Gel zaman git zaman kadın sonunda bir bebek beklediğini fark etmiş. Bir gün pncereden komşu evin bahçesindeki

Detaylı

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır. SOKAK - DIŞ - GÜN ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır. Batu 20'li yaşlarında genç biridir. Boynunda asılı bir fotoğraf makinesi vardır. Uzun lensli profesyonel görünşlü bir digital makinedir. İlginç

Detaylı

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI BELİRLİ GÜN VE HAFTALAR 4-10 Nisan: Polis Haftası 7-13 Nisan: Dünya Sağlık Günü 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı 23 Nisan'ı içine alan hafta: Dünya Kitap Günü T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM

Detaylı

Üniversite Üzerine. Eğitim adı verilen şeyin aslında sadece ders kitaplarından, ezberlenmesi gereken

Üniversite Üzerine. Eğitim adı verilen şeyin aslında sadece ders kitaplarından, ezberlenmesi gereken Engin Deniz İpek 21301292 Üniversite Üzerine Eğitim adı verilen şeyin aslında sadece ders kitaplarından, ezberlenmesi gereken formüllerden ya da analitik zekayı çalıştırma bahanesiyle öğrencilerin önüne

Detaylı

66 Fotoğrafçı Etkinlik Listesi. 52 Haftalık Fotoğrafçılık Yetenek Sergisi

66 Fotoğrafçı Etkinlik Listesi. 52 Haftalık Fotoğrafçılık Yetenek Sergisi 66 Fotoğrafçı Etkinlik Listesi 52 Haftalık Fotoğrafçılık Yetenek Sergisi 2019 yılında kendimize daha fazla zaman ayırmak istiyoruz. Fotoğrafla olan iletişimimizi artırmak istiyoruz. Fotoğrafın bir sanat

Detaylı

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar.

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar. Edatlar (ilgeçler) Tek başına bir anlam taşımayan, ancak kendinden önceki sözcükle birlikte kullanıldığında belirli bir anlamı olan sözcüklerdir.edatlar çekim eki alırsa adlaşırlar. En çok kullanılan edatlar

Detaylı

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin kökünden kahverengi, pırıl pırıl bir şerit uzanıyordu.

Detaylı

Ağlat Beni Klip Senaryosu - 2006 Harun KOLÇAK

Ağlat Beni Klip Senaryosu - 2006 Harun KOLÇAK Ağlat Beni Klip Senaryosu - 2006 Harun KOLÇAK Yönetmen Ediz GÜLTEN http://www.youtube.com/watch?v=pj7l8_wstae SAHNE: 1 Harun Kolçak, bahçede yastıkların üzerinde oturmuş / YA DA TAROT BAKAR, ÖLÜM KARTI

Detaylı

Helena S. Paige Çeviri Kübra Tekneci

Helena S. Paige Çeviri Kübra Tekneci Bir Kız Bara Girer Ve... Helena S. Paige Çeviri Kübra Tekneci 4 Bir Kız Bara Girer Ve... Bütün kadınlar bir iç çamaşırından çok fazla şey beklememeleri gerektiğini bilirler. Çok seksi olmak istiyorsanız,

Detaylı

* Balede, ayak parmakları ucunda dans etmek. [Ç.N.] ** Balede, ayaklarını birbirine vurarak zıplamak; antrşa şeklinde okunur. [Ç.N.

* Balede, ayak parmakları ucunda dans etmek. [Ç.N.] ** Balede, ayaklarını birbirine vurarak zıplamak; antrşa şeklinde okunur. [Ç.N. New York ta bugün kar yağıyor. 59. Cadde deki evimin penceresinden, yönetmekte olduğum dans okuluna bakıyorum. Bale kıyafetlerinin içindeki öğrenciler, camlı kapının ardında, puante * ve entrechats **

Detaylı

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK Geçen gün amcam bize koca bir kutu çikolata getirmişti. Kutudaki çikolataların her biri, değişik renklerde parlak çikolata kâğıtlarına sarılıydı. Mmmh, sarı kâğıtlılar muzluydu,

Detaylı

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU 1. DIŞ. CADDE - GECE 1 FADE IN: Saat 22:30. 30 yaşında bir gazeteci olan Eren caddede araba sürmektedir. Bir süre sonra kırmızı ışıkta durur. Yan koltukta bulunan fotoğraf

Detaylı

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI T105004 ADI SOYADI NOSU UYRUĞU SINAV TARİHİ ÖĞRENCİNİN BÖLÜM Okuma Dinleme Yazma Karşılıklı Konuşma Sözlü Anlatım TOPLAM

Detaylı

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

Güzel Bir Bahar ve İstanbul Güzel Bir Bahar ve İstanbul Bundan iki yıl önce 2013 Mayıs ayında yolculuğum böyle başladı. Dostlarım, sınıf arkadaşlarım ve birkaç öğretmenim ile bildiğimiz İstanbul, bizim İstanbul a doğru yol aldık.

Detaylı

SAGALASSOS TA BİR GÜN

SAGALASSOS TA BİR GÜN SAGALASSOS TA BİR GÜN Çoğu zaman hepimizin bir düşüncesi vardır tarihi kentlerle ilgili. Baktığımız zaman taş yığını der geçeriz. Fakat ben kente girdiğim andan itibaren orayı yaşamaya, o atmosferi solumaya

Detaylı

Hayata dair küçük notlar

Hayata dair küçük notlar Hayata dair küçük notlar İlk önce sen merhaba- de. Olanaklarının altında yaşa. Sık sık -teşekkür ederim- de. Bir müzik aleti çalmayı öğren. Herhangi bir konuda öğretmenlik yap, herhangi bir konuda öğrenci

Detaylı

Ankilozan Spondilit hastaları için Günlük egzersiz programı

Ankilozan Spondilit hastaları için Günlük egzersiz programı Ankilozan Spondilit hastaları için Günlük egzersiz programı Egzersiz 1 Yer Egzersizleri Yere sırtüstü uzanın. Dizlerinizi ayak tabanlarınız yere tam basacak şekilde bitişik olarak bükün. Kalçanızı mümkün

Detaylı

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri 1 Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri Bugün kızla tanışma anında değil de, flört süreci içinde olduğumuz bir kızla nasıl konuşmamız gerektiğini dilim döndüğünce anlatmaya

Detaylı

ESERLERLE BAŞ BAŞA KALMAK. Hayalinizde yarattığınız bir yerin sadece hayal olmadığının farkına vardığınız bir an

ESERLERLE BAŞ BAŞA KALMAK. Hayalinizde yarattığınız bir yerin sadece hayal olmadığının farkına vardığınız bir an Ece Şenses 21001982 ESERLERLE BAŞ BAŞA KALMAK Hayalinizde yarattığınız bir yerin sadece hayal olmadığının farkına vardığınız bir an oldu mu hiç? Louvre müzesi benim için tam olarak böyle oldu. Sadece benim

Detaylı

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe BARIŞ BIÇAKÇI 1966 da Adana da doğdu. Hüseyin Kıyar ve Yavuz Sarıalioğlu ile birlikte Ocak 1994 ve Ekim 1997 de iki şiir kitabı yayımladı. İletişim Yayınları nca

Detaylı

OHIO DOĞAÇLAMASI (OHIO IMPROMPTU)

OHIO DOĞAÇLAMASI (OHIO IMPROMPTU) OHIO DOĞAÇLAMASI (OHIO IMPROMPTU) Samuel Beckett (1981) Türkçesi: Semih Fırıncıoğlu Ohio Doğaçlaması (Ohio Impromptu) ilk kez 9 Mart 1981 de, Ohio State Üniversitesi nin işbirliğiyle, Drake Union, Stadium

Detaylı

Duygu, düşüncelere bedenin içsel olarak karşılık vermesidir. Başka bir deyişle, beyne kalbin eşlik etmesidir.

Duygu, düşüncelere bedenin içsel olarak karşılık vermesidir. Başka bir deyişle, beyne kalbin eşlik etmesidir. Duygu, hareket halindeki enerjidir. Duygu, düşüncelere bedenin içsel olarak karşılık vermesidir. Başka bir deyişle, beyne kalbin eşlik etmesidir. Duygu, insanın yaşam kalitesini belirleyen en önemli kaynaktır.

Detaylı

Edwina Howard. Çeviri Elif Dinçer

Edwina Howard. Çeviri Elif Dinçer Edwina Howard Çeviri Elif Dinçer 4 Bölüm Bir Herkes aynı şeyi söyler: Jeremy türünün tek örneğidir. Herkes böyle söyler işte. Şey, öğretmenimiz Bay Buttsworth dışında herkes. Ona göre Jeremy başına bela

Detaylı

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR!.. SERIS.INDEN BAZILARI 1 - Cin Ali'nin Atı 2 - Cin Ali'nin Topu 3 - Cin Ali'nin Topacı 4 - Cin Ali'nin Karagözlü Kuzusu 5 - Cin Ali'nin Oyuncakları 6 - Cin Ali Okula Başlıyor

Detaylı

ÖN OYUN Yer, ağustos böceklerinin yuvası. Cici ve Mimi aynanın karşısında son hazırlıklarını yapmaktadır.

ÖN OYUN Yer, ağustos böceklerinin yuvası. Cici ve Mimi aynanın karşısında son hazırlıklarını yapmaktadır. ÖN OYUN Yer, ağustos böceklerinin yuvası. Cici ve Mimi aynanın karşısında son hazırlıklarını yapmaktadır. (Şapkasını takar.) Nasıl oldu Mimiciğim? Ay çok hoş! (Saçlarına taktığı çiçekleri gösterir.) Ne

Detaylı

AFYONKARAHİSAR REHBERLİK VE ARAŞTIRMA MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜ

AFYONKARAHİSAR REHBERLİK VE ARAŞTIRMA MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜ SINAVA 5 KALA ADAYLARA ÖNERİLER SINAVA HAZIRLIK STRATEJİLERİ SEMİNERLERİ GEREĞİ HAZIRLANMIŞTIR Gideceği limanı bilmeyene hiçbir rüzgârdan hayır gelmez. BİR BALIKÇI OLSAYSINIZ İNANIN O PAZAR SİZİN İÇİN

Detaylı

Zihnindeki Sonu Hayal Et, İstediğini Elde Et! Eski zamanlarda üç yolcunun yolu çölde düşer. Kurumuş bir nehir... Sevgi Tunalı

Zihnindeki Sonu Hayal Et, İstediğini Elde Et! Eski zamanlarda üç yolcunun yolu çölde düşer. Kurumuş bir nehir... Sevgi Tunalı Zihnindeki Sonu Hayal Et, İstediğini Elde Et! Küçük bir rüzgar varmış. Bir köyün çok yakınındaki bir tepede ağaçlara dokunmadan, suların üstünde Eminim zihninizden birçok cevap geçti. Hepimizin buna benzer

Detaylı

YİNE YENİ KOMŞULAR. evine gidip Billy ile oynuyordu.

YİNE YENİ KOMŞULAR. evine gidip Billy ile oynuyordu. İÇİNDEKİLER Yine Yeni Komşular 7 Korsanlar Ninjalara Karşı 11 Akari 21 Tükürme Yarışı 31 Mahallede Huzursuzluk 39 Korsanların Yasaları 49 Yemek Çubukları ve Terli Ayaklar 56 Korsan Atlet 68 Titanların

Detaylı

Söyle, üzmesinler onu. Ele güne muhtaç olmasın. Hâlâ sigara. Çünkü gücüm var biraz daha.

Söyle, üzmesinler onu. Ele güne muhtaç olmasın. Hâlâ sigara. Çünkü gücüm var biraz daha. BULUŞMA Deniz kenarında bir lokantadayız. Görüşmeyeli uzun zaman oldu. İnternetten birkaç fotoğraf. Hepsi bu. Seni buraya çağırmakla iyi mi ettim? Galiba bundan hiçbir zaman emin olamayacağım. Karşımda

Detaylı

Uzaktangörü (Remote Viewing) Basitleştirilmiş Çizim Taslağı Düzenleme V01.01 2010/02/28

Uzaktangörü (Remote Viewing) Basitleştirilmiş Çizim Taslağı Düzenleme V01.01 2010/02/28 Uzaktangörü (Remote Viewing) Basitleştirilmiş Çizim Taslağı Düzenleme V01.01 2010/02/28 Beş önemli kritik nokta 1. Bir kez, hedef çizim NUMARASINI yazdığınızda, hemen ardından, AŞAMA 1 deki, sağ üst köşedeki

Detaylı

Bu konuda daha kim bilir ne yöntemler bulunacak? Tüm Kişisel Gelişim Uzmanı Meslektaşlarımı ve dostlarımı WC-TERAPİ çalışmalarına bekliyorum!

Bu konuda daha kim bilir ne yöntemler bulunacak? Tüm Kişisel Gelişim Uzmanı Meslektaşlarımı ve dostlarımı WC-TERAPİ çalışmalarına bekliyorum! Bu konuda daha kim bilir ne yöntemler bulunacak? Tüm Kişisel Gelişim Uzmanı Meslektaşlarımı ve dostlarımı WC-TERAPİ çalışmalarına bekliyorum! Televizyon programına konuk olarak çağırılmıştım. Bir gün içerisinde

Detaylı

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN .com Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkok Adı-Soyadı:... Önce kelimeleri tek

Detaylı

HEM DÜŞÜNECEĞİZ, HEM ÖĞRENECEĞİZ HEM DE SÜRPRİZ HEDİYELER KAZANMA ŞANSINA SAHİP OLACAĞIZ.

HEM DÜŞÜNECEĞİZ, HEM ÖĞRENECEĞİZ HEM DE SÜRPRİZ HEDİYELER KAZANMA ŞANSINA SAHİP OLACAĞIZ. HEM DÜŞÜNECEĞİZ, HEM ÖĞRENECEĞİZ HEM DE SÜRPRİZ HEDİYELER KAZANMA ŞANSINA SAHİP OLACAĞIZ. Sorular her ay panolara asılacak ve hafta sonuna kadar panolarda kalacak. Öğrenciler çizgisiz A5 kâğıdına önce

Detaylı

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI OCAK AYI BÜLTENİ BELİRLİ GÜNLER VE HAFTALAR. Yeni yıl (31 Aralık-1 Ocak)

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI OCAK AYI BÜLTENİ BELİRLİ GÜNLER VE HAFTALAR. Yeni yıl (31 Aralık-1 Ocak) ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI OCAK AYI BÜLTENİ BELİRLİ GÜNLER VE HAFTALAR Yeni yıl (31 Aralık-1 Ocak) Enerji Tasarrufu Haftası (Ocak ayının ikinci haftası) GÜNE BAŞLAMA ETKİNLİKLERİ Oyun

Detaylı

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya Hiroşima da büyüdüm. Ailem ve çevrem Budist ti. Evimizde küçük bir Buda Heykeli vardı ve Buda nın önünde eğilerek ona ibadet ederdik. Bazı özel günlerde de evimizdeki

Detaylı

4.SINIF TÜRKÇE 15. HAFTA SONU ÖDEVİ

4.SINIF TÜRKÇE 15. HAFTA SONU ÖDEVİ 4.SINIF TÜRKÇE 15. HAFTA SONU ÖDEVİ Kazanım: Noktalama işaretlerinin nerede kullanıldığını ve yazım kurallarını bilir. Aşağıdaki cümlelerde yay ayraçların ( ) içine uygun noktalama işaretlerini getiriniz.

Detaylı

Bilgilendirme Rehberi

Bilgilendirme Rehberi Bilgilendirme Rehberi Ankara 2015 Bilgilendirme Rehberi Sevgili mesi, rehberlik hizmetleri siz lilerle desteklen- gibi birden fazla Sizlerin akademik olarak kadar psikolojik olarak da kendinizi hissetmeniz,

Detaylı

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67) KOCAER 1 Tuğba KOCAER 20902063 KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA... Hepsi için teşekkür ederim hanımefendi. Benden korkmadığınız için de. Biz ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya...

Detaylı

CİN ALİ İLE BERBER FİL

CİN ALİ İLE BERBER FİL ....... CiN ALl'NIN HiKAYE KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI 1 - Cin Ali'nin Atı 2 - Cin Ali'nin To'Ju ' 3 - Cin Ali'nin Topacı 4 - Cin Ali'nin Karagözlü Kuzusu 5 - Cin Ali'nin Oyuncakları 6 - Cin Ali Okula

Detaylı

TEHLİKELİ YOLCULUKLAR

TEHLİKELİ YOLCULUKLAR TEHLİKELİ YOLCULUKLAR Maun masanın sahibi, ciddi bakışlarını üstümden çekmiyordu. O izin verse ben de gözümden birkaç damla yaş çıkmasına izin verecektim. Doktorumun karşısında oturmuş, son sözlerini kavramaya

Detaylı

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1 6. Sınıf sıfatlar testi testi 1 1. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde soru anlamını sağlayan kelime sıfat değildir? A) Kaç liralık fatura kesilecek? B) Oraya gidip de ne iş yapacaksın? C) Ne kadar güzel konuşuyor

Detaylı

Dekorasyona dair Küçük Sırlar

Dekorasyona dair Küçük Sırlar Dekorasyona dair Küçük Sırlar Sanat yönetmeni Pelin Aksu ile Küçük Sırlar dizisi için yaratılan evlerden birinde buluştuk. Çoğu zaman özenerek izlediğimiz yaşam alanlarının hikâyelerini öğrendik ve kendi

Detaylı

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin. Bu kitapçığı, büyük olasılıkla kısa bir süre önce sevdiklerinizden biri size cinsel kimliği ile biyolojik/bedensel cinsiyetinin örtüşmediğini, uyuşmadığını açıkladığı için okumaktasınız. Bu kitapçığı edindiğiniz

Detaylı

TİYATRO AKADEMİ BAŞVURU FORMU

TİYATRO AKADEMİ BAŞVURU FORMU TİYATRO AKADEMİ BAŞVURU FORMU TARİH: / /2017 1. Öncelikle adınız nedir? Adınızın anlamı nedir? 2. Annenizden doğma, babanızdan olma, sizden başka evde yaşayan biri var mı? Varsa sizden büyük mü küçük mü?

Detaylı

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer,

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer, Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer, DEŞŞET ORMANI, YARATIKKÖY Anneciğim ve Babacığım, Mektubunuzda sevgili bebeğinizin nasıl olduğunu sormuşsunuz, hımm? Ben gayet iyiyim, sormadığınız için

Detaylı

Göz teması kuramazlar, biriyle göz göze geldiklerinde sanki boşluğa bakıyor gibi dururlar ya.

Göz teması kuramazlar, biriyle göz göze geldiklerinde sanki boşluğa bakıyor gibi dururlar ya. OTİZM Genç Gelişim Kişisel Gelişim Gelişimsel bozuklukların en yaygın olanlarından biri otistik bozukluktur. Otistik çocuklarda oyunlarda, sosyal etkileşimde ve sözel iletişimlerinde bozukluklar ve basmakalıp

Detaylı

küçük bizon kızılderili köyü

küçük bizon kızılderili köyü ETKİNLİK HAKKINDA Kimileri onları elinde ok ve yayla acımasız birer savașçı olarak resmetti, kimileri ise doğaya ve tabiata saygılı ve sevgi dolu insanlar olduklarını anlattı. Peki Kızılderililer aslında

Detaylı

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ BU AY HANGİ KAVRAMLARI ÖĞRENECEĞİZ? Hızlı-Yavaş Ön-Arka Sağ- Sol BEYİN FIRTINASI YAPALIM Büyüdüğünde hangi mesleği seçeceksin ve nasıl bir yerde yaşayacaksın? Bir gemi olsaydın nerelere giderdin? Neler

Detaylı

saltbodrum Camel Beach Residences

saltbodrum Camel Beach Residences saltbodrum Camel Beach Residences Yeni bir hayata açılan kapı saltbodrum saltbodrum Bodrum yarımadasına girdiğinizde, aracın camını aralayacaksınız. Önce bir Ege havası çarpacak yüzünüze, hafiften sarhoş

Detaylı

VÜCUDUMUZUN BİLMECESİNİ ÇÖZELİM

VÜCUDUMUZUN BİLMECESİNİ ÇÖZELİM ÜNİTE 1 VÜCUDUMUZUN BİLMECESİNİ ÇÖZELİM DESTEK VE HAREKET SİSTEMİ - 1 Ad :... Soyad :... Vücudumuzu ayakta tutan, hareket etmemizi sağlayan ve bazı önemli organları koruyan sert yapıya iskelet denir. İskelet

Detaylı

Ürünü tüketmesini/satın almasını/kullanmasını ne tetikledi?

Ürünü tüketmesini/satın almasını/kullanmasını ne tetikledi? Alkollü İçecek: 18.12.2011 Gün içinde ürünü ne zaman satın aldı/tüketti/kullandı? -Akşam yemeğinden sonra saat 20:00 civarında. Ürünü kendisi mi satın aldı, başkası mı? Kim? -Kendim satın almadım. Kız

Detaylı

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktin soğuk geciktim kış geciktiniz kış mevsiminde uç, sınır, son, limit bulunuyor/bulunur

Detaylı

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye: Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye: - Deli, deli, diye seslenmiş. Siz içeride kaç kişisiniz? Deli şöyle bir durup düşünmüş: 1 / 10 - Bizim

Detaylı

Uzun Bir Köpek Hakkında Kısa Bir Öykü. Henry Winker. İllüstrasyonlar: Scott Garrett. Çeviri: Bengü Ayfer

Uzun Bir Köpek Hakkında Kısa Bir Öykü. Henry Winker. İllüstrasyonlar: Scott Garrett. Çeviri: Bengü Ayfer Uzun Bir Köpek Hakkında Kısa Bir Öykü Henry Winker İllüstrasyonlar: Scott Garrett Çeviri: Bengü Ayfer 4 GİRİŞ Bu sendeki kitaplar Dyslexie adındaki yazı fontu kullanılarak tasarlandı. Kendi de bir disleksik

Detaylı

İŞYERİ EGZERSİZLERİ. Hazırlayan: Uzman Fizyoterapist Meral HAZIR

İŞYERİ EGZERSİZLERİ. Hazırlayan: Uzman Fizyoterapist Meral HAZIR İŞYERİ EGZERSİZLERİ Hazırlayan: Uzman Fizyoterapist Meral HAZIR EGZERSİZLERİ Günümüzde, özellikle endüstriyel toplumlarda aktif olmayan yaşam şekli, ergonomik olmayan çalışma koşulları ve İŞYERİEGZERSİZLERİ

Detaylı

Sınav Destek Semineri. Egzersiz. Rahatlama Çalışmaları-2. Engin KUYUCU. İnsan Kaynakları Uzmanı

Sınav Destek Semineri. Egzersiz. Rahatlama Çalışmaları-2. Engin KUYUCU. İnsan Kaynakları Uzmanı Sınav Destek Semineri Egzersiz & Rahatlama Çalışmaları-2 Engin KUYUCU İnsan Kaynakları Uzmanı 0 535 828 17 93 www.enginkuyucu.com Sınav Destek Semineri Meridyen Enerjisini Aktive Etmek Qi Gong Egzersizi

Detaylı

SINAV KAYGISI ÖLÇEĞİ

SINAV KAYGISI ÖLÇEĞİ SINAV KAYGISI ÖLÇEĞİ Adı, soyadı... : Sınıfı... : Tarih :.../.../2015 YÖNERGE: Okuduğunuz cümle sizin için her zaman veya genellikle geçerliyse sağdaki boşluğa " doğru " anlamına gelen D harfinin altına

Detaylı

Haydi Deniz Kıyısına! Şimdi okuyacağınız hikâye Limonlu Bayır

Haydi Deniz Kıyısına! Şimdi okuyacağınız hikâye Limonlu Bayır 1. Bölüm Haydi Deniz Kıyısına! Şimdi okuyacağınız hikâye Limonlu Bayır Savaşı nın hikâyesidir. Diğer adıyla ona Akşam Yemeği Savaşları da diyebiliriz. Aslında Hayalet Avcıları III de diyebiliriz, ama açıkçası

Detaylı

ANKARA ÜNİVERSİTESİ GELİŞTİRME VAKFI OKULLARI ÖZEL LİSESİ 2011-2012 ÖĞRETİM YILI I. DÖNEM 11-A SINIFI MF GRUBU DİL VE ANLATIM DERSİ I

ANKARA ÜNİVERSİTESİ GELİŞTİRME VAKFI OKULLARI ÖZEL LİSESİ 2011-2012 ÖĞRETİM YILI I. DÖNEM 11-A SINIFI MF GRUBU DİL VE ANLATIM DERSİ I ANKARA ÜNİVERSİTESİ GELİŞTİRME VAKFI OKULLARI ÖZEL LİSESİ 2011-2012 ÖĞRETİM YILI I. DÖNEM 11-A SINIFI MF GRUBU DİL VE ANLATIM DERSİ I. YAZILI SINAVI SORULARI Öğrencinin Adı ve Soyadı : Sınıfı: Numarası:

Detaylı

Berk Yaman. Demodur. Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır

Berk Yaman. Demodur. Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır Berk Yaman Demodur Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır / /20 YAZI ARKASINDA SİZİN FOTOĞRAFINIZ KULLANILMAKTADIR Evveel zaman içinde yaşayan iki âşık varmış. Kara sevdaları

Detaylı

İCAT NEDİR? İnsanların gereksinimlerini karşılamak için ortaya koydukları tüm yeni gelişimler icattır.

İCAT NEDİR? İnsanların gereksinimlerini karşılamak için ortaya koydukları tüm yeni gelişimler icattır. İCAT NEDİR? İnsanların gereksinimlerini karşılamak için ortaya koydukları tüm yeni gelişimler icattır. İCAT ETMEYİ DÜŞÜNDÜĞÜNÜZ NELER VAR? Öğretmenin söylediklerini yazabilen kalem icat etmek isterdim.

Detaylı

İlk 4 soruyu metne göre cevaplayınız. 1 Metinde geçen aşağıdaki cümlelerden hangisi metnin ana fikridir?

İlk 4 soruyu metne göre cevaplayınız. 1 Metinde geçen aşağıdaki cümlelerden hangisi metnin ana fikridir? İnsanın üstünlüğü, bilime dayanarak olaylara egemen olabilmesinde ve doğa güçlerini denetim altına alabilmesindedir. Bilim; doğada ve toplumda geçerli kuralları, yasalan bulup ortaya çıkartır. Sorunların

Detaylı

Yazan : Osman Batuhan Pekcan. Ülke : FRANSA. Şehir: Paris. Kuruluş : Vir volt. Başlama Tarihi : Bitiş Tarihi :

Yazan : Osman Batuhan Pekcan. Ülke : FRANSA. Şehir: Paris. Kuruluş : Vir volt. Başlama Tarihi : Bitiş Tarihi : Yazan : Osman Batuhan Pekcan Ülke : FRANSA Şehir: Paris Kuruluş : Vir volt Başlama Tarihi : 4.7.2017 Bitiş Tarihi : 9.8.2017 E-posta : bat.pekcan@gmail.com Herkese Paris ten selamlar. Dün itibariyle 1

Detaylı

"Obama'nın Suriye politikası utanç verici"

Obama'nın Suriye politikası utanç verici "Obama'nın Suriye politikası utanç verici" John Nixon, CIA da geçirdiği yıllar boyunca Irak ın devrik lideri Saddam Hüseyin üzerine çalıştı. 11.01.2017 / 10:29 Irak ın işgalinin ardından Saddam 2003 te

Detaylı

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin Bir bahar günü. Doğa en canlı renklerine büründü bürünecek. Coşku görülmeye değer. Baharda okul bahçesi daha bir görülmeye değer. Kıpır kıpır hareketlilik sanki çocukların ruhundan dağılıyor çevreye. Biz

Detaylı

SINAVLAR VE ÖĞRENCİ KILAVUZU

SINAVLAR VE ÖĞRENCİ KILAVUZU SINAVLAR VE ÖĞRENCİ KILAVUZU Sevgili Öğrenciler, Bir sınava hazırlık sürecinde bilmemiz ve uygulamamız gereken ayrıntıların yer aldığı bu kitapçığın bizler için yol gösterici olacağına inanıyoruz. Okulda

Detaylı

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU Nereden geliyor bitmek tükenmek bilmeyen öğrenme isteğim? Kim verdi düşünce deryalarında özgürce dolaşmamı sağlayacak özgüven küreklerimi? Bazen,

Detaylı

Hipnoz durumu nedir? H İ P N O Z NE DEĞİLDİR? NEDİR? Uyku Uyanık bir durum. Bilinçsiz bir durum Rahatlama durumu. Aldanma Hayalinizde canlandırma

Hipnoz durumu nedir? H İ P N O Z NE DEĞİLDİR? NEDİR? Uyku Uyanık bir durum. Bilinçsiz bir durum Rahatlama durumu. Aldanma Hayalinizde canlandırma Hipnoz ile ilgili olarak hemen hemen herkesin bir fikri vardır. Ve bu fikir genellikle filmlerden öğrenilen birisine adam öldürtmek, hırsızlık yaptırmak gibi genelde olumsuz örneklerden oluşmaktadır. Peki,

Detaylı

Derleyen: Halide Karaarslan / Uzman Pedagog Görsel Tasarım: Semra Bolat / Sanat Dersleri Zümre Başkanı

Derleyen: Halide Karaarslan / Uzman Pedagog Görsel Tasarım: Semra Bolat / Sanat Dersleri Zümre Başkanı Derleyen: Halide Karaarslan / Uzman Pedagog Görsel Tasarım: Semra Bolat / Sanat Dersleri Zümre Başkanı DAMLA BÖRTÜCEN Zeytin, rüyasında benekli faresini kaybetti. Cadıya sordu, cadı biz fare yemeyiz ama

Detaylı

MATEMATİK ÖYKÜLERİ BİLGİÇ İLE SAYGIÇ NEŞELİ

MATEMATİK ÖYKÜLERİ BİLGİÇ İLE SAYGIÇ NEŞELİ NEŞELİ MATEMATİK ÖYKÜLERİ 1 BİLGİÇ İLE SAYGIÇ Bilgiç kurbağa ile Saygıç fare iyi arkadaşlardı. Neredeyse her gün göl kenarında buluşup sohbet ederlerdi. Bazen de çevredeki nesneleri sayarlar, hesap yaparlardı.

Detaylı

1. ÜNİTE VÜCUDUMUZUN BİLMECESİNİ ÇÖZELİM

1. ÜNİTE VÜCUDUMUZUN BİLMECESİNİ ÇÖZELİM 1. ÜNİTE VÜCUDUMUZUN BİLMECESİNİ ÇÖZELİM Yandaki resimde hastalandığında hastaneye giden Efe nin vücudunun röntgen filmi verilmiştir. Röntgen filminde görülen açık renkli kısımlar Efe nin vücudunda bulunan

Detaylı

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir? Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir? Hayatımızın en değerli varlığıdır anneler. O halde onlara verdiğimiz hediyelerinde manevi bir değeri olmalıdır. Anneler için hediyenin maddi değeri değil

Detaylı

bölüm 2 Benim ilk İzmir im (tai liti izmir)

bölüm 2 Benim ilk İzmir im (tai liti izmir) bölüm 2 Benim ilk İzmir im (tai liti izmir) 13 Hatırlıyor musun? Yeşilova yı keşfeden bir sarı kepçeden bahsedilmişti ilk. Neolitik de neler neo, yani yeni idi? Hani ilk Neolitik köyü anlatmıştı Zafer

Detaylı

a) Gerinme: Sırtüstü yatar pozisyonda, eller yana açık, bacaklar düz iken bacakları aşağıya, kolları yanlara doğru iyice uzatmaya çalışın.

a) Gerinme: Sırtüstü yatar pozisyonda, eller yana açık, bacaklar düz iken bacakları aşağıya, kolları yanlara doğru iyice uzatmaya çalışın. BEL EGZERSİZLERİ 1) GERME HAREKETLERİ: a) Gerinme: Sırtüstü yatar pozisyonda, eller yana açık, bacaklar düz iken bacakları aşağıya, kolları yanlara doğru iyice uzatmaya çalışın. Aynı pozisyonda, kollan

Detaylı

Hayalindeki Kadını Kendine Aşık Etmenin 6 Adımı - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Hayalindeki Kadını Kendine Aşık Etmenin 6 Adımı - Genç Gelişim Kişisel Gelişim on günlerde mevsimsel geçiş döneminin verdiği miskinlikle aklıma yazılabilecek bir yazı gelmiyordu. Bugün kardio antrenmanımı yaparken,aklıma sevgili olmamak için yapman gerekenler adlı yazım geldi. Bende

Detaylı

Evlat Edinilen Çocuğa Multidisipliner Yaklaşım: Vaka Örnekleri Üzerinden Evlat Edinme. Psikolog Reyhan Bahçivan-Saydam

Evlat Edinilen Çocuğa Multidisipliner Yaklaşım: Vaka Örnekleri Üzerinden Evlat Edinme. Psikolog Reyhan Bahçivan-Saydam Evlat Edinilen Çocuğa Multidisipliner Yaklaşım: Vaka Örnekleri Üzerinden Evlat Edinme Psikolog Reyhan Bahçivan-Saydam Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu na göre 2008 yılı sonu itibariyle evlatt edindirilen

Detaylı

UYGULAMA 1 1. Aşama Şimdi bir öykü okuyacağım, bakalım bu öykü neler anlatıyor?

UYGULAMA 1 1. Aşama Şimdi bir öykü okuyacağım, bakalım bu öykü neler anlatıyor? ALAY ETME Amaç : Başkalarına saygı duymayı öğrenme.alay etme ile baş edebilme becerisini kazandırma Düzey : 1. sınıf ve üstü Materyal: Uygulama 1 için:yazı tahtası, kağıt, kalem, Uygulama 2 : Kuklalar,oyuncak

Detaylı