EKİM DEVRİMİNDEN ÖĞRENMEK YENMEYİ ÖĞRENMEKTİR!

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "EKİM DEVRİMİNDEN ÖĞRENMEK YENMEYİ ÖĞRENMEKTİR!"

Transkript

1 Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê nu wergirin! ÜÇ AYLIK SİYASİ / TEORİK DERGİ Kadın ve erkek işçiler! Zincirlerinizden başka kaybedecek birşeyiniz yok! Kazanacağınız yeni bir dünya var! KASIM, ARALIK 2017 OCAK 2018 FİYATI 5 TL ISSN X189 EKİM DEVRİMİNDEN ÖĞRENMEK YENMEYİ ÖĞRENMEKTİR! n AMLP NİN YENİ EMPERYALİZM TEORİSİ NE DAİR DÜŞÜNCELER n KÖZ ÜN STALİN DOSYASI ÜZERİNE n NÜKLEER FELAKETLER/ATOM ÖLDÜRÜR! n GÜNEY KÜRDİSTAN DA BAĞIMSIZLIK REFERANDUMU n BÜYÜK İNSANLIK BARIŞA HASRET! n NURİYE VE SEMİH SERBEST BIRAKILSIN, TALEPLERİ KABUL EDİLSİN! n RIZA ÖRÜK ÜN ÖLDÜRÜLMESİ VE AJAN VE İŞBİRLİKÇİ LERE KARŞI MÜCADELE

2

3 Merhaba YDİ Çağrı nın yeni biçimiyle birlikteyiz. Geçen sayımızda duyurduğumuz gibi YDİ Çağrı, teorik ağırlıklı siyasi bir dergi olarak, üç aylık periyotla yayın hayatına devam edecek. Olanaklarımızın, gücümüzün zorunlu kıldığı bu biçimi/değişikliği anlayışla karşılayacağınızı GÜNDEM EKİM DEN ÖĞRENMEK....4 GÜNEY KÜRDİSTAN DA BAĞIMSIZLIK REFERANDUMU...9 NURİYE VE SEMİH SERBEST BIRAKILSIN, TALEPLERİ KABUL EDİLSİN! GÜNCEL RIZA ÖRÜK ÜN ÖLDÜRÜLMESİ VE AJAN VE İŞBİRLİKÇİ LERE KARŞI MÜCADELE BÜYÜK İNSANLIK BARIŞA HASRET!...18 KATALONYA REFERANDUMU ÜZERİNE PANORAMA KATAR: ABLUKA SONRASI GELİŞMELER! VENEZUELA: İKTİDAR DALAŞINDAN GÖRÜNTÜLER! umuyor, eleştirilerinizi, önerilerinizi, desteklerinizi bekliyoruz. Şubat sayımızda buluşmak üzere hoşçakalın Ekim 2017 Kapak resmi: Alexander Rodtschenko, SBKP (B) tarihi afişi, 1926 İÇİNDEKİLER KAVGANIN DOĞRUSU / DOĞRUNUN KAVGASI KÖZ ÜN STALİN DOSYASI ÜZERİNE...38 YAŞAMA TEMELLERİNİ KORUMA MÜCADELESİ NÜKLEER FELAKETLER/ATOM ÖLDÜRÜR! ÇERNOBİL NÜKLEER FELAKETİ ÜZERİNE...58 GÜNCEL YENİ EMPERYALİST DEVLETLER TEORİSİ ÜZERİNE...63 YASA YOLUYLA KESKİNLEŞTİRİLMİŞ SÖMÜRÜYE KARŞI KAHROLSUN TAŞERON İŞÇİ ÇALIŞTIRMA! MÜCADELE EDELİM! ŞİMDİ DEĞİLSE, NE ZAMAN?...74 ÇEVİRİ YASA YOLUYLA KESKİNLEŞTİRİLMİŞ SÖMÜRÜYE KARŞI KAHROLSUN TAŞERON İŞÇİ ÇALIŞTIRMA! MÜCADELE EDELİM! ŞİMDİ DEĞİLSE, NE ZAMAN?...85 Yeni Dünya İçin ÇAĞRI Gazetesi adına Sahibi ve Sorumlu Yazıişleri Müdürü: Hüseyin Gül Yönetim Yeri ve Adresi: Asmalımescit Mah. Terkoz Çıkmazı Sok. Terkoz İşhanı, No: 1/62 Beyoğlu/İstanbul Tel/Fax: (0212) Sayı: 189 Kasım, Aralık 2017 Ocak 2018 ISSN X189 Fiyatı: Türkiye: 5 TL Türkiye Dışı: 3,00 Euro Baskı: Berdan Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No: Topkapı/İstanbul Tel: (0212) Yayın Türü: Yerel Süreli ydicagrigazetesi@gmail.com info@ydicagri.com facebook.com/yenidunyaicincagri twitter.com/ydicagri 3 editörden - içindekiler

4 gündem EKİM DEN ÖĞRENMEK SB, İkinci Dünya Savaşı nda faşizmin yenilmesi, Nazi İmparatorluğu nun çökertilmesi, Nazi haydutlarının inlerine kadar kovalanmasında başrolü oynadı. Sonraki gelişmelerde ortaya çıkan ve sonuçta ülkeyi proletarya diktatörlüğünün ve sosyalizmin yıkılmasına götüren revizyonist yozlaşma, Ekim Devrimi nin önemini ve Ekim Devrimi sonrasındaki işçiler ve emekçiler açısından muazzam kazanımları ortadan kaldırmaz. Ekim Devrimi ve bu devrim ertesindeki inşa deneyimi bugün de sömürüsüz yeni bir dünya için mücadele edenler açısından, öğrenilecek en önemli okuldur. 4 Yeni Bir Çağın Habercisi Bundan 100 yıl önce, 7 Kasım 1917 de Rusya da Petersburg ta, Aurora zırhlısının Kışlık Sarayı döven top atışları, yeni bir çağın başlangıcını haber veriyordu. Bolşevik Parti önderliğinde mükemmel örgütlenmiş bir silahlı ayaklanma ile burjuvazinin savaşta ısrar eden hükümeti devriliyor, ikili iktidara son veriliyor, İşçi-Asker Sovyetleri merkezi iktidara el koyuyordu de Paris te ömrü 72 gün süren ilk işçi iktidarı deneyiminden sonra, dünyanın altıda birini oluşturan bir ülkede işçiler ve yoksul köylülerin iktidarı, proletarya diktatörlüğü kuruluyordu. Emperyalizm çağında, sömürüden arındırılmış yeni bir dünyaya, sosyalist bir dünyaya giden yolda ilk adım böylece atılmış oluyordu. Sovyetler Hükümeti şahsında siyasi temsilciliğini bulan proletarya diktatörlüğü, ilk kararnamesinde, Rusya nın savaştan çıktığını ilan ediyor; bütün uluslardan işçi ve emekçileri, cephelerde kardeşleşmeye, birleşmeye, silahları kendi burjuvalarının üzerine çevirmeye çağırıyordu. Milyonlarca işçinin emekçinin hayatına mal olan barbar emperyalist paylaşım savaşının, bu savaşı yaratan kapitalist/emperyalist sistemin gerçek bir tek alternatifi olduğu, Rusya daki devrimin zaferi ile ilan ediliyordu. Emperyalist savaştan, bu barbarlıktan kurtulmanın biricik yolu vardı: Bolşevik Devrim.

5 Rusya da, RSDİP in İkinci Kongresi nde 1902 de başlayan reformist ve devrimci, Menşevik ve Bolşevik kanatlara ayrılma; daha Birinci Dünya Savaşı başlamadan kesin örgütsel ayrılığa varmış; Bolşevik fraksiyon, 1912 de RSDİP(B) adı altında ayrı parti olarak ortaya çıkmıştı. O dönemde II. Enternasyonal in Lenin den çok daha ünlü, anlı şanlı önderleri bu ayrılığı çok bölücü bulup ayıplamışlar, mahkûm etmişlerdi. Sadece II. Enternasyonal içinde değil, Rusya Sosyal Demokrasi si içinde de, Bolşevikler, kendilerini oportünizmin her türüne karşı mücadele temelinde ayrı parti olarak örgütlediklerinde küçük bir azınlık konumundaydılar. Sovyet Hükümeti nin Barış Kararnamesi ile birlikte yayınladığı ikinci kararnamede toprakların kullanım hakkı, onun üzerinde çalışanlara, eken biçenlere veriliyor, yoksul köylüler böylece ilk kez kendi ürettiklerinin efendisi haline geliyorlardı. Sovyet Hükümeti arka arkaya aldığı kararlarla, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını kayıtsız koşulsuz tanıdığını ilan ediyor; kadın-erkek arasındaki yasal eşitsizliği bir vuruşta ortadan kaldırıyor; bütün büyük üretim araçlarına, büyük fabrikalara ve kilisenin mülk lerine emekçiler adına el koyuyor, gerçekte toplumun olanı, tüm emekçilerin devletinin mülkü haline getiriyordu. Bütün Dünyada Burjuvazinin Korkulu Rüyası Bütün dünyada işçilere, emekçilere, tüm ezilenlere umut olan Rusya daki proleter devrim, bütün dünyada kapitalistlerin, sömürücülerin, gericilerin korkulu rüyası oluyor, onları bu devrimi bastırma konusunda birleştiriyordu. Rusya daki proleter iktidar, bir dizi emperyalist gücün dış müdahaleleri ile desteklenen içteki gericiliğe karşı kanlı bir iç savaşa zorlanıyor; savaş bıkkını işçiler emekçiler, 3 yıl da kendi iktidarlarını koruyabilmek için savaş yürütmek zorunda kalıyor ve muazzam bir özveri temelinde yürüttükleri bu iç savaşı da kazanmayı başarıyorlardı. Çünkü bu kez savaş kendi savaşlarıydı. Bir Ülkede Sosyalizmin İnşası Dünya savaşı ve iç savaşın yıkıntıları üzerinde yeni bir dünya inşa etmek: Şimdiye kadar örneği görülmemiş bir devasa görevle karşı karşıyaydı 1920 sonlarında genç Sovyet iktidarı. Rusyalı İşçiler-emekçiler, aslında kendi devrimlerini Proleter Dünya Devrimi nin yol açıcısı, bir önsözü olarak kavrıyorlardı. Kapitalist dünyanın diğer ülkelerindeki başarılı proleter devrimlerden gelecek doğrudan yardımla ilerlenecekti. Umulan ve beklenen doğrudan yardım ne yazık ki gelmedi. Rusya dışındaki ülkelerde devrimci kalkışmalar, işçi-emekçi iktidarları kurma denemeleri başarılı olamadı. Rusya diğer kapitalist ülkelerle karşılaştırıldığında ekonomik açıdan oldukça geri, kültürel açıdan ülkenin geniş kırlık alanlarında feodalizmin çok güçlü olduğu bir ülkeydi. Yani, yeni bir dünya kurma mücadelesi olağanüstü elverişsiz şartlarda yürütülmek zorundaydı. Genç Sovyet iktidarı bir ülkede sosyalizmin inşası görevine bu şartlarda sarıldı. Gerekli olduğunda, ilerleyebilmek için bir adım geri çekilip, yeni yol ve yöntemler denendi. Bütün milliyetlerin hak eşitliğine sahip olduğu, ulusların ayrılma hakkına sahip olduğu Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği bu mücadele içinde kuruldu. İşçilerin ve emekçilerin sahip çıktıkları kendi devletlerinde sosyalizmin inşasında kısa süre içinde muazzam başarılar elde edildi. Muazzam Başarılar Gözlerden Gizlenemez! 1936 ya gelindiğinde Sovyetler Birliği, dünyadaki tek proleter devlet olarak, iş gününü 6 saate indirmeyi tartışacak duruma gelmişti. Fakat emperyalistler harıl harıl bir İkinci Dünya Paylaşım Savaşı na hazırlanıyorlardı ve onların en gerici, en şoven, en saldırgan terörcü diktatörlükleri faşizmin esas hedefi 5 gündem

6 gündem 6 Sovyetler Birliği ni yıkmaktı. SB için ve esasta bütün dünyada proletarya için, devrimin bu ana üssünün korunması, işçi sınıfının bu biricik anavatanının savunulması bu durumda esas görev haline geldi. SB, İkinci Dünya Savaşı nda faşizmin yenilmesi, Nazi İmparatorluğu nun çökertilmesi, Nazi haydutlarının inlerine kadar kovalanmasında başrolü oynadı. Sonraki gelişmelerde ortaya çıkan ve sonuçta ülkeyi proletarya diktatörlüğünün ve sosyalizmin yıkılmasına götüren revizyonist yozlaşma, Ekim Devrimi nin önemini ve Ekim Devrimi sonrasındaki işçiler ve emekçiler açısından muazzam kazanımları ortadan kaldırmaz. Ekim Devrimi ve bu devrim ertesindeki inşa deneyimi bugün de sömürüsüz yeni bir dünya için mücadele edenler açısından, öğrenilecek en önemli okuldur. En Önemli Ders Ekim Devrimi nden öğrenilecek çok şey vardır. Bu yıl Ekim Devrimi nin yüzüncü yılında, bundan önceki sayılarımızda yayınlanan bir dizi makalede bunlar üzerinde durduk. Burada, bugün Ekim Devrimi nden öğrenilecek en önemli ders nedir sorusuna cevap aradığımızda, biz ondan öğrenilecek en önemli ders, Bolşevik Parti öğretisidir diyoruz. Neden? Bu sorunun cevabı, aslında bir başka sorunun cevabında yatıyor: Birinci Dünya Savaşı ertesinde Avrupa nın birçok kapitalist ülkesinde objektif şartlar devrim için elverişli idi. 4 yıl süren, dünyanın o güne kadar yaşadığı en kanlı savaştan geri dönen asker giysileri içine sokulmuş işçiler ve emekçiler, savaştan galip çıkan ülkelerde bile, onları cepheye süren ve vatan/millet adına kırdıran egemenlere nefretle doluydu. Birçok ülkede aşağıdakiler eskisi gibi yaşamak istemiyorlardı. Üsttekiler, egemenler içinde ise savaşta üzeri örtülen çelişmeler had safhaya varmış, birbirlerini yer duruma gelmişlerdi. Üsttekiler de artık eskisi gibi yönetemez durumdaydılar. Yani yalnızca, bütün çelişmelerin en yoğun olarak ortaya çıktığı, o dönem emperyalist zincirin en zayıf halkası olan Rusya da değil, Avrupa nın bir dizi başka ülkesinde de devrimci durum vardı. Almanya da, Avusturya da, İtalya da, Macaristan da yer yer devrimci ayaklanmalar oldu. Hatta kimi yerlerde çok kısa süren Sovyet iktidarları bile kuruldu. Fakat Rusya dışında hiçbir yerde devrimci ayaklanmalar ve Sovyet iktidarları kalıcı bir başarı elde edemedi. Neden? Nedir Rusya daki devrimin başarısının sırrı? Farkı yaratan nedir? Fark, Rusya da yeni tipte bir işçi partisinin, leninist Bolşevik Parti nin varlığıdır. Birinci Dünya Savaşı sırasında o dönemde II. Enternasyonal saflarında yer alan Sosyal Demokrat İşçi Parti lerinin büyük çoğunluğu sosyal şoven pozisyonlara kaymış, kendi burjuvalarının kuyruğuna takılmıştı. Rusya dışındaki ülkelerde, sosyal şoven pozisyonlara karşı mücadele elen sol sosyal demokratların büyük çoğunluğu ise, partilerin birliğini bozmama adına, merkezci bir yol tutturmuşlardı. Rusya da, RSDİP in İkinci Kongresi nde 1902 de başlayan reformist ve devrimci, Menşevik ve Bolşevik kanatlara ayrılma; daha Birinci Dünya Savaşı başlamadan kesin örgütsel ayrılığa varmış; Bolşevik fraksiyon, 1912 de RSDİP(B) adı altında ayrı parti olarak ortaya çıkmıştı. O dönemde II. Enternasyonal in Lenin den çok daha ünlü, anlı şanlı önderleri bu ayrılığı çok bölücü bulup ayıplamışlar, mahkûm etmişlerdi. Sadece II. Enternasyonal içinde değil, Rusya Sosyal Demokrasi si içinde de, Bolşevikler, kendilerini oportünizmin her türüne karşı mücadele temelinde ayrı parti olarak örgütlediklerinde küçük bir azınlık konumundaydılar. Ama onlar bir şeyi kavramışlardı: Reformist ve oportünistlerle birlik içinde devrimin zafere götürülmesi mümkün olamazdı. Devrimin zaferi için, işçi sınıfı ve emekçilere devrimde yol gösterebilecek, onlara önderlik edebilecek bir parti gerekliydi. Böyle bir parti içinde ise oportünistlere yer olamazdı de dünya savaşı patladığında sarsıntı geçirme-

7 yen, emperyalist savaşa karşı parti olarak doğru tavır takınan, II. Enternasyonal in 1912 deki kongresinde aldığı doğru kararı hayata geçiren tek parti RSDİP(B) idi. Diğer bütün partiler, parti olarak değişik gerekçelerle 1912 kararından uzaklaştılar. Bolşevik Parti, bu durumda II. Enternasyonal çökmüştür, yeni devrimci, enternasyonalist bir Enternasyonal gereklidir dedi ve böyle bir Enternasyonal in yaratılması için mücadele yürüttü. Diğer Sosyal Demokrat Parti ler içinde partilerin açık sosyal şoven pozisyonlarına karşı tavır takınan ve fakat bir türlü ayrılıp ayrı parti olarak örgütlenme adımını atmayan enternasyonalist kesimleri, onların kendilerini oportünistlerden, sosyal şovenlerden ve zentristlerden örgütsel olarak ayırmaları için ikna etmeye çalıştı. Fakat ne yazık ki bu çabaları yeterli sonuç vermedi. Savaşın sonlarında bir dizi ülkede devrimci durum ortaya çıktığında Rusya da Bolşevik Parti dışında devrime önderlik edebilecek, yeni tipte tek parti yoktu! Bugün de, bir devrimci durum çıktığında, bıçak kemiğe dayanıp, kitleler sokağa çıktığında eksikliğini duyduğumuz şey, bu ayaklanmalara doğru yol gösterecek yeni tipte, leninist Bolşevik Parti lerin varlığıdır. İşte Arap baharı; İşte Yunanistan da birbirini izleyen genel grev eylemleri; işte ülkelerimizde Kürt ulusunun mücadelesi, Gezi vb. O halde Ekim den öncelikle yeni tipte, Bolşevik Parti konusunda öğrenmek ve onu inşa çalışmasını bütün çalışmaların merkezine koymak, devrim konusunda ciddi olanların, ML, komünist olma konusunda iddialı olanların yapması gereken şeydir. Yeni Tipte, Leninist Bolşevik Parti nin Temel Özellikleri Nelerdir? * O, oportünizmden arınmış, uzlaşmacılara ve teslimiyetçilere karşı uzlaşmaz, burjuvaziye ve onun devlet iktidarına karşı tutumunda devrimci bir partidir. * O, işçi sınıfının bilimsel teorisi marksizm-leninizmi kendi teorik temeli haline getiren, bu teoriyi eyleminin kılavuzu yapan, pratikte uygulayan bir partidir. Marksist-leninist teoriyi savunma, onun lafzına değil, devrimci özüne sahip çıkmayı gerektirir. Marksist-leninist teoride ustalaşmaksızın marksist-leninist partiler inşa edilemez ve devrim için objektif şartlardan devrimin zaferi için yararlanılamaz. Tabii ki bugün emperyalist sistemde bir dizi yeni görüngüler var. Tabii ki marksist leninist bilime dayanarak bu yeni görüngüleri incelemek ve açıklamak, bu anlamda Marksizm Leninizm i geliştirmek zorunludur. Fakat bu yeni görüngüler emperyalist sistemin özünde bir değişiklik anlamına gelmez. Bunlar aynı sistemin çerçevesi içinde nicel gelişmelerdir. Bu yüzden bugün geliştirme, marksist-leninist bilimin, Lenin in kendi döneminde yaptığı gibi, yeni bir seviyeye yükseltilmesi biçiminde olmayacaktır. * Bolşevik Parti işçi sınıfı saflarında faaliyet gösteren küçük burjuva partilere karşı ideolojik mücadele ile onları yenilgiye uğratmış, onların işçi sınıfı ve emekçiler içindeki etkileri kırmış olan bir partidir. Bu olmasaydı Ekim Devrimi nin zafer kazanması mümkün olmazdı. Bolşeviklerin ideolojik mücadelesi yalnızca işçi sınıfı içinde faaliyet gösteren kendi dışlarındaki partilere karşı mücadele değildi. Lenin ve Bolşevikler, Bolşevik Parti içindeki oportünist hatalara ve oportünistlere karşı da sürekli olarak eleştiri-öz eleştirici ideolojik mücadele yürüttüler. SBKP(B) Tarihi/Kısa Ders te bu konuda şu söyleniyor: Eğer Ekonomistler ve Menşevikleri alt etmeseydik, partiyi inşa edemez ve işçi sınıfını proleter devrime götüremezdik. Eğer Troçkistleri ve Buharincileri alt etmeseydik, sosyalizmin kuruluşu için gerekli şartları yerine getiremezdik. Her türden ve renkten milliyetçi sapmaların temsilcilerini alt etmeseydik, halkı enternasyonalizm ruhuyla eğitemez, SSCB halkları arasındaki büyük dostluk bayrağını koruyamaz ve SSCB yi kuramazdık. Bazı kimseler, Bolşeviklerin parti içindeki oportünist unsurlara karşı çok zaman harcadıklarını, bunların önemini abarttıklarını düşünebilir. Ama bu tamamen yanlıştır. Saflarımızdaki oportünizm, sağlıklı bir organizmadaki ülser gibidir ve asla hoşgörüyle karşılanmamalıdır. Parti işçi sınıfının öncü müfrezesi, ileri kalesi ve genelkurmayıdır. İşçi sınıfının yönetici kurmayında şüphecilere, oportünistlere, teslimiyetçilere ve hainlere yer yoktur. 1 Devrimci hareket içinde Ekim Devrimi nin bu dersi yeterince kavranmamıştır. * Yeni tipte Leninist Bolşevik Parti nin temel özelliklerinden biri alçak gönüllülük ve özeleştiri yeteneğidir. 7 gündem

8 gündem 8 SBKP(B) Tarihi Kısa Ders te şu tespitler yapılmıştır: Bir parti, eleştiri ve özeleştiriden korkmazsa, çalışmasındaki hata ve kusurları örtbas etmezse, parti çalışmasındaki hatalarından ders çıkararak kadrolarını eğitirse ve hatalarını zamanında düzeltmeyi bilirse, yenilmez bir parti haline gelir. Bir parti, hatalarını gizlerse, sancılı meseleleri örtbas ederse, her şey yolundaymış gibi davranarak eksiklerinin üstünü örterse, eleştiri ve özeleştiriye tahammül göstermezse, kendini beğenmişliğe ve gurura kapılırsa ve ilk başarılarıyla yetinirse, mahvolur. 2 İşçi sınıfı devrimcileri Ekim den öğrenmelidir. Bu muazzam devrimin önderinden, leninist partiden, Bolşeviklerin Parti sinden öğrenmek en başta gelen işlerden biri olmalıdır. Bugün devrim adına yola çıkanlar, kendilerine komünist diyenler bu partiyi kendilerine örnek almalıdır ve böyle bir partiyi sürekli olarak işçi sınıfının ve emekçilerin burjuvaziye karşı sınıf mücadelesi ile bağ içinde inşa etmek işine sarılmalıdır. Ancak bu inşa çalışmasında da bu partinin inşası sırasında devrim öncesinde iki aşamanın yaşanmış olduğu da hiç unutulmamalıdır. Bolşevik Parti nin inşasının birinci aşamasında esas görev proletaryanın en iyi, en aktif, proletaryanın davasına en bağlı güçlerinin kazanılması, proletaryanın partisinin şekillendirilmesi, ayakları üzerine dikilmesidir. Lenin bu görevi proletaryanın öncüsünün komünizm için kazanılması olarak formüle etmektedir. Bugün bildiğimiz kadarıyla dünyadaki hiçbir marksist-leninist parti, ciddi bir şekilde, kendisinin proletaryanın öncüsünü komünizm için kazanmış olduğunu iddia edemez. İddia etmesi halinde ise bu gerçeğin ifadesi olmaz. Fakat birçok halde bu gerçek algılanmamakta, mevcut durumları hakkında güzellemeler yapılmaktadır. Böyle yanlış bir tavırla ilerlenilemez. Toparlarsak; bugün Ekim den öğrenmek, öncelikle Rusya da Bolşevik Parti nin inşası deneyimlerinden öğrenmek demektir ve RUSYA DA EKİM DEVRİMİ NE ÖNDERLİK EDEN BOLŞEVİK PARTİ DEN ÖĞRENMEK, YENMEYİ ÖĞREN- MEKTİR! 10 Ekim Stalin, SBKP/B Tarihi Kısa Ders, Stalin Eserler, Cilt 15, s. 408, İnter Yayınları, 1990, İstanbul. 2.age., s Bu yazı uzun seneler dünya emperyalizminin şarkta kanlı bekçiliğini yapan çarlık rusyasının ne suretle öldüğüne dairdir. Bin dokuz yüz on yedi ikinciteşrin yedi... Yumuşak ve derin sesiyle Lenin: Dün erkendi, yarın geç zaman tamam bugün, dedi Yağlı çarklılarla yağlı işçiler: Bugün! dedi. Ölümü açlıktan öldüren siper: Bugün! dedi Ağır çelik kara toplarıyla AVRORA: BUGÜN! dedi, BUGÜN! dedi.... Artık ne kışlık sarayda sarhoş eteklerin ipekli sesi, ne paskalya çanlarında deli duası çarın, ne Sibirya yollarında zincir iniltisi... Artık votka kadehlerinde ıslanmıyacak sarı sarkık bıyıkları pameşçiklerin. Kara toprağın üstünde bir avuç kan gibi yanmıyacak, bakır sakalları açlıktan ölen mujiklerin. Artık kararmıyacaktır karlı sokaklar kara bir rüzgar gibi geçen Çarın kazaklarından. Sarkmıyacaktır işçi kadınların kanlı saçları: kara kalpaklı kazakların mızraklarından. Yandı kanatları iki başlı kara kartalın, düştü yere, öldü. Buzlu Baltık denizinin kıyısında bir pencere örtüldü. Açıldı bir pencere... Bin dokuz yüz on yedi ikinciteşrin yedi... Nazım Hikmet

9 GÜNEY KÜRDİSTAN DA BAĞIMSIZLIK REFERANDUMU gündem Güney Kürdistan da Kürtler kendi kaderlerini tayin hakkını kullanmış, bağımsız devlet yönünde irade belirlemiştir. Kürt ulusunun ayrı devlet kurma hakkı, kendi kaderini kendisinin belirlemesi en doğal, demokratik hakkıdır! 25 Eylül de Güney Kürdistan da, bölge sömürgeci devletlerinin -Türkiye, Irak, İran- tehditlerine, baskılarına, kimi emperyalist devletlerin karşı çıkışlarına rağmen referandum yapıldı. Kürdistan Bölgesel Yönetimi Yüksek Seçim Komisyonu nun verilerine göre referandum sonucu şöyle: Seçmen sayısı: 4 milyon 581 bin 255 Kullanılan oy: 3 milyon 305 bin 925 Geçerli oy sayısı: 3 milyon 85 bin 935 Geçersiz oy sayısı: 21 bin 180 Evet: % Hayır: %7.27 Katılım oranı: %72 (27 Eylül tarihli gazeteler, internet) Bölge sömürgeci faşist devletlerinin referandum sonrasında, Bölgesel Yönetime karşı tavırları daha da sertleşti. Baskılar, abluka, yaptırımlar gündeme getirildi. Bölgesel Yönetimin Oluşumu Faşist Saddam rejimi 1990 nın Ağustos ayında Kuveyt i işgal etti. Kuveyt in işgali Birinci Körfez Savaşı nın başlamasını tetikledi. ABD önderliğindeki emperyalist güçler, Saddam ordusunu yenilgiye 9

10 gündem 10 uğratarak Kuveyt ten çıkardı. Irak sınırları içinde Saddam ın harekât alanı daraltıldı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, içinde çeşitli şartları barındıran geçici ateşkes kararı aldı. Saddam rejimi, ateşkes şartlarını kabul ettiğini ve uyacağını açıkladı. Saddam rejiminin Kuveyt Savaşı nda yenilgisini dikkate alan Kürtler ve Şiiler, eş zamanlı olarak ayaklandı. Saddam güçleri önce güneydeki Şii ayaklanmasını kanla bastırdı, sonra sıra Kürtlere geldi. Daha önce Enfal ve Halepçe katliamlarını yaşayan Kürtler, Kuzey Kürdistan a doğru kaçmaya başladı. Kürtlerin yaşadığı dram bir kez daha TV ekranlarından bütün dünyaya yansıdı de, Birleşmiş Milletler kararıyla 36. paralelin kuzeyi uçuşa yasak bölge ilan edildi. Genişliği yaklaşık 160 mil, derinliği ise 50 mil olan bir güvenli bölge kuruldu. Güvenli bölge yi korumak için ABD ve müttefiklerine mensup askerler Silopi ve İncirlik te konuşlandırıldı. Bu gelişmeler üzerine Kürtler tekrar evlerine dönmeye başladı. Güvenli bölge, Kürtlerin özerk bir yapı kurmalarına olanak sağladı. Güney Kürdistan, başta ABD olmak üzere batılı emperyalist güçlerin denetimi altına alındı. Burada bir Kürdistan Bölgesel Yönetimi ilan edildi. Mayıs 1992 de seçimler yapıldı. Kürdistan Parlamentosu 19 Mayıs 1992 de açıldı. Güney Kürdistan da Bölgesel Yönetim ilan edilmişti, ama Saddam merkezde iktidarını korumaya devam ediyordu. Emperyalistler açısından Kürtler, Saddam rejimine karşı elde tutulacak iyi bir kozdu. Kürdistan Parlamentosu nun kurulmasıyla birlikte, PDK (Kürdistan Demokrat Partisi) ile YNK (Kürdistan Yurtseverler Birliği) arasında iktidar savaşı başladı sonbaharında, Türk askeri güçleri ilk kapsamlı sınır ötesi operasyonu gerçekleştirdi. PDK- YNK, Güney Kürdistan hattından, Türk Ordusu da Kuzey Kürdistan hattından Kazıma Harekatı adı altında 2 Ekim 1992 de PKK ye karşı savaş açtılar. Mayıs 1996 da, PDK-YNK arasında çok daha şiddetli bir çatışma dönemi başladı. Çatışmalar sonucu Güney Kürdistan iki parçaya bölündü. Kasım 1996 da PDK, Ocak 1997 de YNK kendi hükümetlerini kurduklarını ilan etti. İki gücün bir araya getirilmesi için ABD nin devreye girerek yaptığı görüşmeler sonucunda 17 Eylül 1998 de Barzani ve Talabani Washington Antlaşmasını imzaladı. 20 Mart 2003 te, ABD/İngiliz emperyalizmi öncülüğünde gerçekleştirilen İkinci Körfez Savaşı nda Saddam devrildi. Savaşta Irak ı harabeye çeviren emperyalistler, Irak ı yeniden kurma süreci başlattı! Önce Geçici Koalisyon yönetimi oluşturuldu ve Irak Geçici Hükümet Konseyi yönetim yetkisini devraldı. Geçici Konsey, bugünkü Irak ın Anayasası na temel teşkil eden Irak Geçici Temel Yasasını 8 Mart 2004 te imzaladı. 30 Ocak 2005 de, Irak ta genel seçimler yapıldı. Bu seçimlerde Şii listesi birinci, Kürt listesi ise ikinci olarak meclisteki yerlerini aldılar. Sünni Arapların büyük çoğunluğu ise seçimi boykot etti. Genel seçimlerle birlikte, Kürdistan Parlamentosu için de seçimler yapıldı. Bu seçimler hem Talabani yi Irak cumhurbaşkanlığına taşıdı, hem de Barzani yi Kürdistan Bölgesel Yönetimi başkanlığına getirdi. 15 Ekim 2005 de, halk oylamasına sunulan Irak Anayasası kabul edildi. Kürtler, tüm bu gelişmelerde kendi özel statülerini korumalarının yanı sıra, etkin bir rol de aldılar. Güney Kürdistan üzerindeki Saddam rejiminin egemenliğinin yerini emperyalizmin işbirlikçisi olarak hareket eden PDK-YNK nin egemenliği aldı. Güney Kürdistan da en son seçimler, 21 Eylül 2013 de yapıldı. Kürt Parlamentosu ndaki sandalye dağılımı şöyle gerçekleşti: Kürdistan Demokrat Partisi (PDK) 38, Goran (Değişim Hareketi) 24, Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) 18, Kürdistan İslam Birliği (Yekgırtû) 10, Irak Kürdistanı Müslüman Kardeşleri (Gomala İslam) 6, Sosyalist Parti 1, Aras 1, azınlıklar 11 (Türkmenler 5, Asuriler 5, Ermeniler 1) milletvekili çıkardı. Kürdistan Parlamentosu için seçilmiş 111 milletvekili var. Son iki yıldır parlamento çalışmıyor. PDK-YNK ve Goran arasında iktidar mücadelesi nedeniyle parlamento çalışmaları kilitlendi. Mesud Barzani 2005 de, dört yıl görev yapmak üzere, parlamento tarafından Kürdistan Bölgesel Yönetimi nin Başkanlığına seçildi. Temmuz 2009 da, yapılan seçimlerde Mesud Barzani oyların yüzde 69,6 sını alarak yeniden başkan seçildi. Kürdistan Bölgesel Yönetim Meclisi nin 30 Haziran 2013 tarihinde gerçekleştirdiği bir oturumda Mesud Barzani nin görev süresini iki yıl daha uzatma kararı aldı. 19 Ağustos 2015 de Mesud Barzani nin görev süresi resmen sona erdi. Mesud Barzani yasal olarak 2015 den bu yana Güney Kürdistan Federal Yönetimi nin başkanı değil ama başkanlığını zor yolu ile sürdürmektedir. Güney Kürdistan daki otoriter sistemde demokrasinin D si bile yoktur. Bütün kilit noktalarda, Barzani nin oğulları/yeğenleri ve akrabaları vardır. Kardeş, oğul, yeğen ve damatlar Güney Kürdistan da kilit mevkilerde

11 gündem yer almakta, adeta bir aile şirketi Bölgesel Yönetimi kontrol etmekte, muhalifler baskı altında tutulmaktadır. Mesud Barzani, Kürt parlamentosunun toplanmasına izin vermemiştir. Kendi Kaderini Tayin Haktır! Yukarıda bahsedilenler olgulardır ancak yapılan referandum değerlendirilirken, bu durumda tavır takınırken çıkış noktamız, Bölgesel Yönetimin niteliği, Barzani nin niteliği, emperyalizm ile ilişkileri vb. olmamalıdır. Çıkış noktamız Kürt ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkı olmalıdır. Güney Kürdistan da Kürtler kendi kaderlerini tayin hakkını kullanmış, bağımsız devlet yönünde irade belirlemiştir. Kürt ulusunun ayrı devlet kurma hakkı, kendi kaderini kendisinin belirlemesi en doğal, demokratik hakkıdır! Kürt ulusunun Güney Kürdistan da yaşayan bölümü isterse ayrı devletini kurabilir. Federasyon, özerklik gibi biçimler altında aynı devlet içinde diğer uluslar ve ulusal topluluklarla birlikte de yaşayabilir. Hangi biçimi tercih edip uygulayacağına karar verme hakkı Güney Kürdistan da yaşayan Kürt ulusuna aittir. Önemli olan bu hakkın kayıtsız şartsız tanınması, uygulanmasına karşı çıkılmamasıdır. Kürt ulusunun Güney Kürdistan da yaşayan bölümünün nasıl yaşayacağına karar verme imkanının ortaya çıktığı bir ortamda referandum yapılmasına karşı çıkmanın hiçbir gerekçesi olamaz. Referandumda Kürtler Bağımsız Kürdistan Devleti ne evet demiştir. Bu, bugünkü şartlarda Kürt ulusunun Güney Kürdistan daki bölümünün bir irade beyanıdır öncelikle. Bölgesel Yönetimin anda Bağımsız Kürdistan Devleti ni bugünden yarına ilan etme diye bir iddia ve planı da yoktur. Gerçek Çözüm Devrimde! Kürt sorunun gerçek anlamda çözümü, antiemperyalist, demokratik halk devrimi ile mümkündür. Halklar hapishanesine son vermenin tek yolu demokratik halk devrimidir. Irak ta ulusal sorunun çözümü, Irak ın gerçek anlamda demokratikleştirilmesinden geçmektedir. Kürt ulusunun kendi kaderini özgürce belirleyebilmesi için demokratik bir ortamın yaratılması gerekmektedir. Özgür ve gerçek anlamda demokratik bir ortamın yaratılması kapitalist sistem içerisinde mümkün değildir. Öncelikli hedef zoraki birliğin ortadan kaldırılmasıdır. Ulusların birlikte yaşamasının ön şartı, zoraki birliğin parçalanması ve milliyetler arasında tam hak eşitliğinin sağlanmasıdır. Yaratılan demokratik bir ortam içerisinde, Kürt ulusu nasıl yaşayacağına kendi özgür iradesi ile karar verecektir. Biz komünistler olarak; özgür ve eşit ulusların sıkı bir birliğinden yanayız. Ama istediğimiz zoraki bir birlik değildir. Birlikte yaşamanın ön şartı, ayrılma özgürlüğünün tanınmasıdır. Ayrılma özgürlüğünün tanınması, Kürt ulusunun kendi kaderini belirlemesi ve nasıl yaşayacağına kendisinin karar vermesi anlamına gelir. Bu tavrımız, Irak ta Kürtlerin demokratik hakları için mücadele edilmemesi gerektiği anlamına gelmez. Biz, gerçek çözümden ve kalıcı barıştan yanayız. Bu yüzden halklar hapishanesine son vermenin yolu Irak faşist devletinin yıkılmasına bağlıdır. 10 Ekim

12 gündem NURİYE VE SEMİH SERBEST BIRAKILSIN, TALEPLERİ KABUL EDİLSİN! Hâkim sınıflar açısından bir komünist veya bir devrimcinin ölümü, aslında bir tehdit değil, istenen, özlenen bir şeydir. Hâkim sınıfların özlemini kursağında bırakmak için, onlara inat bir gün daha fazla yaşamak ve bu yaşamda da devrim kavgasını sürdürmek gerekir. Devrimcinin, komünistin esas görevi; yaşamı temel alarak, mücadele ederek hâkim sınıflara verilebilecek maksimum zararı vermektir. Komünist için esas olan devrim mücadelesidir! 12 T.C devletini anda yöneten AKP hükümeti içeride ve dışarıda savaş yürütmektedir. Devlet terörü, gözaltılar, tutuklamalar, baskılar vb. olağan hale getirilmiş durumdadır. Koyulaştırılmış faşizm anda hükümetin yönetim biçimidir. AKP hükümeti, 15 Temmuz 2016 da yapılan askeri darbe girişimini bastırdı. Darbe girişimini fırsata çevirdi. Başta Fetullahçılar olmak üzere, kendilerine karşı olan muhalifleri tasfiyeye yöneldi. Tasfiye operasyonlarının rahat yapılması için OHAL ilan edildi. 20 Temmuz 2016 dan bu yana Türkiye Olağanüstü Hâl şartlarında Kanun Hükmünde Kararnamelerle yönetilmektedir. Faşizme Karşı Mücadele Meşrudur KHK ile görevinden uzaklaştırılan on binlerce insan içinde akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça da var. Nuriye ve Semih 9 Kasım 2016 da, İşimi Geri İstiyorum talebiyleankara Kızılay Yüksel Caddesi İnsan Hakları Anıtı önünde eyleme başladılar. 9 Mart 2017 de, eylemlerini açlık grevine dönüştürdüler. Açlık grevini Yüksel Caddesi İnsan Hakları Anıtı önünde sürdürüyorlardı. Açlık grevi süreci boyunca polisin yoğun baskılarına, saldırılarına maruz kaldılar, birçok defa gözaltına alındılar. Açlık grevi eyleminin 76 ncı gününde çıkarıldıkları mahkemece tutuklanıp hapse konuldular. Açlık grevi eylemlerini o günden bu yana tutuklu olarak sürdürmekteler. Nuriye ve Semih için dışarıda yapılan destek eylemlerine polis vahşice saldırmaktadır. Nuriye ve

13 Semih in mücadelesi, talepleri haklıdır. Nuriye ve Semih derhal serbest bırakılmalı ve işlerine iade edilmelidir. Bu kadar basit talepler için insanların kendilerini sakatlamayı ve hatta ölümü göze alarak direnmek zorunda kalmaları, aslında anda uygulanan faşizmin boyutlarını göstermesi açısından önemlidir. Faşizmin boyutlarının teşhiri açısından Nuriye ve Semih in açlık grevi eylemi çok önemli bir rol oynamıştır. Gelinen yerde Nuriye ve Semih in bu eylemi onların zaten bozulmuş olan vücut sağlıklarını geri dönülmez biçimde yitirmeleri ve hatta ölmeleri sonucunu verebilecek noktaya gelmiştir. Faşist devlet, Nuriye ve Semih in taleplerini kabul yönünde en ufak bir adım bile atmaya niyetli görünmemektedir. İşçi ve emekçi hareketi, Nuriye ve Semih in taleplerini kabul ettirme noktasında devleti zorlama durumunda değildir. Uluslararası kamuoyu baskısı da anda etkili olma durumunda değildir. Bu koşullarda Nuriye ve Semih in sakat kalması, hatta ölmesi ile sonuçlanması muhtemel olan eylemi sonlandırmak doğru olandır. Faşist baskılara karşı mücadelede ölümü göze alan bir mücadeleye hazır olduklarını pratikte gösteren, eylemleri ile faşizmi teşhir eden bu yiğit iki insan, daha uzun soluklu mücadelelerde yer alabilmeleri için eyleme son vermelidirler. Eylem Biçimi Olarak Açlık Grevi Açlık grevi ve onun uç noktası olan ölüm orucu, Kuzey Kürdistan-Türkiye de, öncelikle hâkim sınıfların elinde tutsak olan devrimciler tarafından çokça kullanılan bir eylem biçimidir. Devrimciler/komünistler hiçbir mücadele biçimini ilkesel olarak reddetmez. Devrimciler/komünistler bir mücadele biçiminin andaki doğru veya yanlışlığını, sınıf mücadelesinin içinde bulunduğu konuma bağlı olarak ele alıp değerlendirir. Her somut durumda, yapılan her eylemin, seçilen her eylem biçiminin doğruluğunun bir kıstası vardır: İşçi ve emekçi kitlelerin bilinç ve örgütlenme düzeyinin yükseltilmesine azami katkı! Her somut durumda, işçi sınıfı ve emekçi kitleleri devrime en çok yaklaştıran, onların bilinç ve örgütlenme düzeyini en fazla yükseltmeye hizmet eden eylem ve eylem biçimi doğru olandır. Komünistler açısından açlık grevi, sınıf mücadelesinin belli bir aşamasında bizzat kitlelerin mücadelesi içinde ortaya çıkmış olan bir mücadele biçimidir. Bu eylem biçimi ilkesel olarak reddedilemez! Belirli tarihi şartlarda, bu eylem biçimi Marksistler tarafından da kullanılabilir. Ancak bu mücadele biçimini, diğer bir dizi mücadele biçiminden ayıran kimi temel özellikler vardır. Açlık grevi, pasif bir direniş eylemidir. Açlık grevi, grev, işgal, miting, yürüyüş, silahlı eylem vb. eylemlerin tersine, eylemcilerin aktif değil, pasif direniş içinde olduğu bir eylem biçimidir. Bu eylemde, eylemin kendisi, eylemcinin yemek yemeyi, uç noktasında su içmeyi reddetmesidir. Eylemci, doğrudan kendine zarar verme yoluyla, belli taleplerini duyurmaya, bunları kazanmaya, hâkim sınıfları kendi kendine zarar vererek, uç noktasında kendini öldürerek teşhir etmeye çalışmaktadır. Açlık grevi, genelde öncelikle devrimci kamuoyuna değil, devrimci olmayan ve fakat hümanist konumda bulunan liberal, reformist kamuoyuna yönelik bir eylem biçimidir. Açlık grevi, eylemcinin kendini açlığa yatırarak, kendine zarar verme yoluyla sesini duyuran yapısıyla, öncelikle insani, acıma duygularına seslenen bir eylem biçimidir. Gerçekten devrimci olan kitlelerin harekete geçirilmesi açısından bu eylem biçiminin, aktif eylem biçimlerine bir üstünlüğü yoktur. Fakat bu eylem biçimiyle, aktif eylem biçimlerini desteklemeyen, insani acıma duygularıyla harekete geçirilebilen bir kesimi harekete geçirmek mümkündür. Bu kesim, siyasi olarak reformist, pasifist, sınıfsal konumu itibariyle liberal burjuvazi olarak adlandırılabilecek kesimdir. Açlık grevi, komünistler ve devrimciler açısından, genelde sınıf mücadelesinin çok geri olduğu, sınıf hareketiyle, komünist hareketin ayrı kulvarda yürüdüğü, devrimci örgütlerin, örgütlü güçlerinin çok zayıf olduğu ortamlarda gündeme getirilen bir eylem biçimidir. Açlık grevi, daha aktif eylem biçimlerinin mümkün olmadığı ortamlarda, bir anlamda andaki çaresizliğin, zayıflığın da dayattığı bir eylem biçimidir. Açlık grevinin genelde sınıf mücadelesinin geri olduğu şartlara tekabül etmesi, kuşkusuz sınıf mücadelesinin yüksek olduğu bir ortamda, bu eylem biçimi hiç kullanılmaz anlamına gelmez. Açlık grevi, daha çok zindan ortamında gündeme gelen, getirilen bir eylem biçimidir. Açlık grevinin uç noktası olan ölüm orucunda, eylemci, eylemin hedefine varabilmek için taleplerinin muhataplarını kendi kendini açlık ve susuzlukla öldürmekle, intihar la tehdit etme durumundadır. Elindeki tek silah çıplak canıdır! Buradaki intihar, hayatın zorluklarından kaçış anlamında basit bir bireysel kurtuluş aracı olan intihar değildir. Bura- 13 gündem

14 gündem 14 da söz konusu olan, sınıf mücadelesi içinde belirli amaçlara varmak için, canından başka hiçbir silahın kalmadığı noktada, o canı silah olarak kullanma anlamında bir intihar dır. Bu tipte bir intihar, muazzam büyük bir devrimci irade isteyen, muazzam bir devrimci kararlılık isteyen, saygı duyulması gereken bir edimdir! Yine de bir komünist ve devrimci açısından, bu tip bir intihar da, bir yanıyla çaresizliği ifade eder. Bu tip bir eylem biçimi, komünistler, devrimciler açısından bütün eylemler içinde, en son seçilebilecek bir eylem biçimidir. Eğer ölüm orucuna yatan eylemci komünist veya devrimci ise, söz konusu olan, devrim ve komünizm davası için ölmeye hazır bir candır. Hâkim sınıflar açısından bir komünist veya bir devrimcinin ölümü, aslında bir tehdit değil, istenen, özlenen bir şeydir. Hâkim sınıfların özlemini kursağında bırakmak için, onlara inat bir gün daha fazla yaşamak ve bu yaşamda da devrim kavgasını sürdürmek gerekir. Devrimcinin, komünistin esas görevi; yaşamı temel alarak, mücadele ederek hâkim sınıflara verilebilecek maksimum zararı vermektir. Komünist için esas olan devrim mücadelesidir! Bunun için ölmek gerekiyorsa, ölünür de. Bilinçli bir tercihle hayatına son verme; hayatına son verme yoluyla sağır kulakları parçalama, insanları bu yolla sarsma, belli talepler uğruna mücadelede harekete geçirme vb. eylem biçimi olarak, başka hiçbir yol ve çarenin kalmadığı noktada düşünülebilir. Öyle durumlar olur ki, verili anda ölüm orucunda ölmekle hâkim sınıflara maksimum zarar verilir. O zaman, ölüm orucu da kişiye, örgüte tek doğru eylem biçimi olarak kendisini dayatır. Açlık grevi ve ölüm orucu, komünistler ve devrimciler açısından ilkesel olarak reddedilmeyen ve fakat eylem biçimleri arasında en son tercihler içindeyer alan, başka hiçbir eylem biçiminin uygun ve mümkün olmadığı şartlarda seçilmek zorunda kalınabilecek eylem biçimidir. Sınıf Mücadelesinin Durumu Kuzey Kürdistan/Türkiye de, bugün sınıf mücadelesi, oldukça geri bir seviyede seyretmektedir. İşçi sınıfının var olan eylemleri, esas olarak düzenin sınırları dışına çıkmayan, ekonomik reform talepleriyle sınırlıdır. Devrimin öznesi olan işçi sınıfı sendikal anlamda bile örgütsüzdür. Komünist hareket oldukça güçsüzdür. İşçi sınıfı hareketi ile sosyalist hareket ayrı kulvarlarda yürümektedir. Bütün devrimci hareketler gerçekte kitlelerin dışında marjinal hareketlerdir. Kürt ulusal mücadelesi dışta tutulduğunda, köylülüğün kendi özel talepleriyle eylemliliği yok denecek kadar azdır. Devrimci hareketlerin önemli bir bölümü, kendi bağımsız siyasetleri ile ortaya çıkmak yerine anti-akp cephesinin peşine takılmıştır. Yapılan eylemliliklere, genelde devrimci örgütlerin örgütlü kesimi ve çevresi katılmaktadır. Nuriye ve Semih Yaşamalı! Faşist devletin saldırılarına karşı tarafımız Nuriye ve Semih in yanıdır. Nuriye ve Semih eylemleri ile yapılabilecek olanı yapmış durumdadır. Bundan sonrası davaları uğruna ölüme hazır olduklarını pratikte göstermiş olan iki insanın bundan sonraki hayatlarında bakıma muhtaç hale gelmeleri veya ölmelerine göz yummak, bunu kabullenmek anlamın gelir. Onlar yapabileceklerini yaptılar. Şimdi, onların haklı taleplerinin mücadelesini sürdürmek dışarıdakilerin işidir. Nuriye ve Semih somutunda, onlar bize, tüm devrimci harekete, arkalarından ağıt yakacağımız devrim şehitleri olarak değil, düşmana inat bir gün daha fazla yaşayarak, uzun soluklu devrim mücadelesine ileride de katkıda bulunacak sağlıklı devrimciler olarak gereklidir. 8 Ağustos 2017

15 RIZA ÖRÜK ÜN ÖLDÜRÜLMESİ VE AJAN VE İŞBİRLİKÇİ LERE KARŞI MÜCADELE güncel Rıza Örük, 22 Eylül de Dersim Ovacık ilçesi Yaylagünü köyü kırsalında ajan olduğu iddiasıyla MLKP tarafından öldürüldü. MLKP yaptığı açıklamada, Sömürgeci faşist diktatörlük ile işbirliği yapan, bölge halkına ajanlığı dayatan ve arkadaşlarımıza karşı komplolar düzenleyen Rıza Örük isimli bir şahıs, 22 Eylül günü Dersim in Ovacık ilçesine bağlı Sefkan köyü yakınlarında bir birimimiz tarafından cezalandırılmıştır. ifadelerini kullandı. ( Medyada Rıza Örük ün Ovacık ESP temsilcisi olduğu haberlerinin yer alması üzerine, ESP yaptığı yazılı açıklamada Rıza Örük ün kendileriyle bir ilişkisinin olmadığını açıkladı. Rıza Örük ile ilgili internette bir araştırma yapıldığında, Rıza Örük ün ESP li olduğu, ESP adına basın açıklamalarına katıldığı, ESP adına konuştuğuna dair bilgi, görüntü vb. görülecektir. Ayrıca Ovacık ve köylerinde yaşayanlar sözlü olarak Rıza Örük ün devrimci olduğunu, ESP li olduğunu, Atılım gazetesi dağıttığını, basın açıklamalarında ESP adına konuştuğu bilgisini vermektedir. Bu bilgi ve görüntüler dikkate alındığında ESP nin yaptığı bizimle ilişkisi yok açıklamasının gerçeği yansıtmadığı, doğru olmadığı görülmektedir. Rıza Örük ün ailesi, Rıza Örük ün öldürülmesine tepki gösterdi/tepki göstermeye devam etmektedir. Rıza Örük ün cenaze töreninde konuşan kardeşi Ahmet Örük, ağabeyinin öldürülmesi ile ilgili şu tavrı takındı: Sorarım size? Birincisi, ağabeyim nasıl komplolar kurmuştur? İkincisi, ağabeyim kim ya da kimlere ajanlık dayatmıştır? Ağabeyim kimlerin ölümüne sebep olmuştur? Komünistler, uğruna mücadele ettikleri sosyalist toplumun ilkelerini, bugün kendi içlerinde uygulamakla yükümlüdür. Kendine komünist diyen, geleceğin toplumu adına konuşan örgütlerin adalet konusunda ilkel intikamcılığı savunma pozisyonlarına girmesi, gerçekte bu tavır içinde olanların komünizmden ne kadar uzakta olduklarının bir işaretidir. Siz bunu nasıl öğrendiniz? Ne tür bir soruşturma yapıp, 15 dakika içerisinde nasıl katlettiniz? Örgüt kendi resmi sayfasında maddi delillerden yoksun bir şekilde ağabeyimi ajanlıkla suçlamıştır. Adımız kadar eminiz ki ağabeyimiz Rıza Örük suçsuzdur. Ağabeyimi katledenler şunu çok iyi bilsinler ki o onurlu bir insandır. Sorgusuz sualsiz kafasına tek mermi sıkıp başını toprağa düşürdüğünüz Rıza Örük ün onurunu ve ismini lekeleyemezsiniz. ( 15

16 güncel 16 Aile Susmuyor, Mücadele Ediyor Rıza Örük ün ailesi, Rıza Örük ün ajan olduğu iddiasıyla öldürülmesine tepki göstermektedir. Mücadele etmekte ve kamuoyu yaratmaya çalışmaktadır. Sivil toplum kuruluşlarının, devrimci grupların tavır takınmasını talep etmektedir. Örük ailesi Dersim İHD de ve İstanbul İHD de de basın toplantıları yapmıştır. Basın toplantılarında aile Rıza Örük ün ajan olmadığını, ajan iddiasını ileri süren örgütün iddiasını delillerle ispatlamasını, olayın açıklığa kavuşturulmasını, haksız ithamların kaldırılmasını, itibarının iade edilmesini talep etmektedir. Bizi bir nebze olsun rahatlatacak tek şey, bu cinayet kültürünün devrimci hareket tarafından mahkûm edilerek tarihin çöplüğüne gönderilmesi olacaktır. Zira bu kültür egemenlerin kültürüdür ve Marksizm dışıdır! Biz ailesi ve yakınları olarak bu katlin fermanının hangi maddi delillerle verildiğini bilmek istiyoruz. Olayın üzerindeki sis perdesinin kaldırılmasında İHD, siyasi parti ve sivil toplum örgütlerinin bir an önce üzerlerine düşeni yapmaları gerekmektir. (Ailenin İHD de yaptığı basın açıklamasından). Ne yazık ki ajan lara karşı mücadele devrimci hareketin kanayan yarasıdır. Örük ailesinin mücadelesi, bu kanayan yaraya dikkat çekmekte, parmak basmaktadır. Şimdiye kadar onlarca insan ajan olduğu iddiasıyla devrimci gruplar tarafından öldürülmüştür. İlk defa ajan olduğu iddiasıyla öldürülen bir insanın ailesi, susmuyor, sineye çekmiyor, haykırıyor, mücadele ediyor. Öldürülen kişinin ajan olmadığını, suçlayanlardan suçlamalarını ispatlamasını istiyor. Bu tür infazların Marksist kültür ile alakası olmadığını söylüyor. Örük ailesinin bu çığlığına kulak verilmelidir. Biz Örük ailesinin mücadelesini önemsiyoruz. Bu mücadele sadece Örük ailesinin mücadelesi olmamalıdır. Ajan ve ihbarcılara karşı, devrimci saflarda doğru çizginin yerleşmesi için mücadele etmeliyiz. Örük ailesinin talepleri, mücadelesi haklıdır, desteklenmelidir. Bir insan ajan olduğu gerekçesiyle infaz edilmiştir. Bu insanın nasıl ajan olduğu, kimleri ihbar ettiği, kimlere zarar verdiği vb. delilleriyle şimdiye kadar ortaya konulmamıştır. Kaldı ki bir insan öldürüldükten sonra, ajan olduğunun ortaya konulması, detaylı açıklama yapılması da yeterli değildir. Hakkında ajan suçlaması getirilen kişinin öldürülmeden önce, delilleriyle ajan olduğunun halk ile birlikte ortaya çıkarılması, ortaya konulması gerekir. Suçlanan kişi, ajan lık yaptığı iddia edilen alanda, yaşayan halk ile birlikte yapılacak açık toplantıda, kendisini savunma imkanına sahip olduğu bir ortamda yargılama yapılmalı, suç maddi delillerle ispatlanmalıdır. Bu yapılmadan halk adına karar alıp uygulamak yanlıştır. Halk ile yapılan açık yargılama sonucunda, bir kişinin ajan olduğu maddi delillerle tespit edilse dahi ölüm cezası uygulamak doğru değildir. Çünkü ölüm cezası geriye döndürülemez bir cezadır. Ölüm cezasına çarptırılan bir insanın infazı ertesinde verilen ceza kararının yanlışlığı ortaya çıktığında düzeltme imkanı yoktur. Bu yüzden ölüm cezası, yedi ölçüp bir keserek verilebilecek bir ceza olup, savaş hali dışında savunulacak, uygulanacak bir ceza biçimi değildir. Ajan ve işbirlikçi lere Karşı Mücadelede Doğru Tutum Rıza Örük özgülünde, ajan ve işbirlikçi lere karşı devrimcilerin mücadele çizgisinin nasıl olması gerektiğini, dünya komünist hareketinin bu konudaki deneyimlerine dayanarak kısaca vurgulamak istiyoruz. Komünistler, devrimciler ihbarcılara, ajanlara karşı mücadeleyi işçi ve emekçi kitlelerle birlikte yürütmelidir. Ajan ve ihbarcıların en geniş kitleler içinde teşhir edilmesi görevdir. Onların kitleler içerisinde teşhiri ve görev yapamayacak hale getirilmesi gerekir.

17 Kitleler içinde tanınan, kitlelerin bildiği, kitlelerden tecrit edilmiş, kitlelerin sürekli takibi ve baskısı altındaki bir ajan bitmiştir, egemenler açısından hiçbir değeri, halk açısından hiçbir tehlikesi kalmamıştır. Komünistler, devrimciler ajan ve işbirlikçilere karşı mücadeleyi halk kitlelerinin mücadelesi haline getirmek zorundadır. Komünistler, devrimciler ajan ve işbirlikçileri halk içinde açığa çıkarıp, iş yapamaz hale getirmek için çalışmalıdır. Bu konuda komünistlerin çizgisi budur. Komünistler, uğruna mücadele ettikleri sosyalist toplumun ilkelerini, bugün kendi içlerinde uygulamakla yükümlüdür. Kendine komünist diyen, geleceğin toplumu adına konuşan örgütlerin adalet konusunda ilkel intikamcılığı savunma pozisyonlarına girmesi, gerçekte bu tavır içinde olanların komünizmden ne kadar uzakta olduklarının bir işaretidir. Bireysel öldürmeler, cezalandırmalar, halkın adaleti olarak lanse edilmektedir. Komünistler açısından sorun işbirlikçilikajanlık a karşı mücadelede tek tek birey ajanları öldürerek intikam almak değil, halkın en geniş yığınlarını işbirlikçilik-ajanlık ı yaratan ve kullanan sistemi yıkma mücadelesine kazanmaktır. Burada tek tek bireylerin halkın katılımı olmaksızın ve fakat halk adına ve intikam adına öldürülmesinin oynayacağı olumlu bir rol yoktur. Tersine, bu tavır, sınıf mücadelesini geliştirmek yerine, kitleler içinde bir yandan feodal intikamcılığın sürmesine hizmet ederken, diğer yandan kitlelerin bir bölümünü devrimcilerin intikam alması nı bekleyen pasif bir konuma sokar. Halkın Adaleti Halk adaleti en baştan halkın en geniş katılımını içeren, mümkün olduğunca suçlanan kişi nin, suçunu işlediği alanda, bütün halkın katılımı ve oyunu öngören bir adalettir. Açıklık ve en geniş katılım halkın adaleti ni burjuvazinin adaletinden ayıran temel kıstaslardır. Halkın adaleti suçlanan kişiye, kendini en geniş biçimde savunma hakkı tanır. Suçlanan kişi hakkında en geniş katılımlı ve açık yargılama sonucu yargı kesinleşene kadar, suçlamaların haksız olabileceği varsayılır. Halk adaleti en geniş katılımı ve en büyük açıklığı öngördüğü için, onun gerçek anlamda uygulanmasının ön şartı halkın iktidarıdır. Bunun olmadığı yerde, halkın adaleti nden söz edip, bunu uyguladıklarını söyleyenler, gerçekte bu tavırlarıyla halkın adaletinin ne kadar uzağında olduklarını göstermektedirler. Elinde silah olan, silahlı mücadele yürütme iddiası olan grupların, silahın gücüne dayanarak, halk adına kendilerine sorgucu/savcı/yargıç/infazcı görevlerini verip uygulaması bu halk adaleti adına da yapılsa, gerçekte hiç de devrimci olmayan yöntemlerin kullanılmasıdır. Burada hak, adalet, güçlü olan silahlı grup tarafından belirlenmektedir. Bu gruplar; kitlelerden ve halk hareketinden bağımsız, kendi kendine, halk adına sorgulama-yargılama ve infaz etme yetkisi verip, bu yetkiyi kullanmaktadır. Buna da halkın adaleti denmektedir! Böyle halk adaleti olmaz! Ölüm Cezası İdam cezası günümüz dünyasında tartışılan bir konudur. Burjuva demokrasisinin hüküm sürdüğü birçok ülkede idam cezası kaldırılmıştır. İnsan Hakları Sözleşmelerinde idam cezalarına yer verilmemektedir. Tüm dünyada, idam cezalarının kaldırılması için mücadele yürütülmektedir. Kendilerine komünist diyenler sadece bugün değil, sosyalist toplumda da, savaş hali dışında idam cezasının olmayacağını programlarına yazmak zorundadır. Halk adaleti ni savunanlar, burjuvaziden çok daha ileri halk adaletini savunmak zorundadır. Ölüm cezasını adaletin aracı olan bir ceza olarak savunanlar, uygulayanlar bu cezayı verdikleri insanların suçu ve iflah olmazlığı konusunda en küçük bir kuşkuya yer bırakmayan bir kesin açıklığa sahip olmalı, suç kesin olarak kanıtlanmış olmalıdır. Komünistler açısından sorun işbirlikçilikajanlık a karşı mücadele, tek tek ajanların öldürülerek intikam almak değil, halkın en geniş yığınlarını işbirlikçilik-ajanlık ı yaratan ve kullanan sistemi yıkma mücadelesine kazandırmaktır. Tek tek bireylerin halkın katılımı olmaksızın ve halk adına, intikam adına öldürülmesinin oynayacağı olumlu bir rol yoktur. Tek tek bireylerin öldürülmesi sınıf mücadelesini geliştirmek yerine, kitleler içinde feodal intikamcılığın sürmesine hizmet eder. Devrim, sınıf adına öncü örgütün, öncü nün işi değil, işçi sınıfının, emekçi halk yığınlarının işidir. Devrimcilerin ölçütü sınıf adına devletle savaşmak değil, sınıf savaşımı için, sınıf mücadelesinde örgütlenmektir. 16 Ekim güncel

18 güncel BÜYÜK İNSANLIK BARIŞA HASRET! Şanghay İşbirliği Örgütü, şu anda AB gibi bir örgüt değildir. AB örgütü, ulusal devletlerin bir takım ulusal egemenlik haklarını ortak bir merkeze devrettiği ortaklıktır. Şanghay İşbirliği Örgütü, bağımsız devletlerin işbirliği örgütüdür. AB gibi bir merkezden karar alıp, üye ülkelerin alınan kararlara uyacağı bir örgüt değildir. Türkiye nin bir bağımlılıktan çıkıp, diğer bir bağımlılığa geçme gibi bir durumu yoktur. Türkiye, Şanghay İşbirliği Örgütü ne girse gücü kadar alınan kararlara etkide bulunabilir. 18 Her yıl Eylül ayında iki ayrı Barış Günü anması yapılır. Birincisi; emperyalist dünya içinde kalıcı barışın mümkün olduğunu savunan Birleşmiş Milletler in karara bağladığı Barış Günü. Diğeri ise, gerçek kalıcı barışın emperyalist sistem içinde mümkün olmadığı görüşünü çıkış noktası olarak alan emperyalist ve gerici savaşlara karşı mücadele günü olarak anılan Barış Günü. 30 Kasım 1981 de, birincisi için belirlenen ilk tarih her yıl Birleşmiş Milletler Genel Kurul oturumlarının başlangıç günü olan Eylül ayının üçüncü salı günü idi. Sonra 7 Eylül 2001 de, Barış Günü 21 Eylül olarak değiştirildi. İkincisi; İkinci Dünya Savaşı nın başlangıç tarihi olarak kabul edilen, Hitler Almanyasının Polonya ya saldırdığı gün olan 1 Eylül 1939 u çıkış noktası olarak alır. 1 Eylül Barış Günü emperyalist ve gerici savaşlara karşı mücadele günüdür. Her yıl Barış Günü ilan edilen günlerde, emperyalist burjuvazi barış yanlısı olduğunu propaganda ediyor, kitlelerin barış beklentilerini/isteklerini dile getirerek gerçek ve kalıcı barışın kapitalist-emperyalist sistemde mümkün olamayacağı gerçeğinin üzerini kapamaya, dünya işçilerinin, emekçilerinin barış özlemlerini kendi potalarında eritmeye çalışıyor! İşçilerin, emekçilerin görevi 1 Eylül Dünya Barış Günü nde de gerici-haksız savaşların kaynağının kapitalist-emperyalist sistem olduğunu, gerçek ve kalıcı barışın gerici, karşıdevrimci savaşlara karşı devrimci savaşlarla, devrimlerle kazanılacağını propaganda etmek, kapitalist-emperyalist sisteme karşı mücadeleyi yükseltmektir. Emperyalist burjuvazi barış tan bahsederken esasında savaşı kışkırtmakta, plânlamakta ve sürdürmektedir. Emperyalizm ve barış kelimelerinin birlikte kullanılması eşyanın tabiatına aykırıdır. Emperyalizmin olduğu yerde gerçek anlamda barış yok-

19 tur. Kalıcı barışın sağlandığı yerde emperyalizm yoktur. Bugün batılı emperyalistler savaşı demokrasi, insan hakları, özgürlükler vs. için yürüttüğünü ileri sürüyor! Rusya ve Çin ise savaşlarda genellikle ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı nı, uluslararası hukuku savunmak gerekçesini kullanıyor! Her iki kesimin ortak temel gerekçesi ise terörizme karşı, öncelikle de İslami terörizme karşı mücadele. Nerede bir savaş varsa emperyalizm ya o savaşın içindedir ya da yönlendiren konumdadır. Adı savaşlarla, katliamlarla, soygunlarla, infazlarla akla gelir. İşte bu gerçeği çarpıtmak için barış, demokrasi, insan hakları gibi kavramların içeriğini, emperyalizm kendi emelleri için kullanmaktadır! Yugoslavya, Somali, Afganistan, Irak ve Libya ya götürülen demokrasi nin nasıl bir demokrasi olduğunu dünya halkları gördü. Elbette emperyalizm her şeye hâkim değildir. Kontrol altında olmayan gruplar ve ülkeler vardır. Emperyalizm, kontrol altında olmayan ülke ve grupları, kontrol altına almak için her türlü yola başvurmaktadır. Bugün yürüyen dünyayı yeniden paylaşım savaşında bütün emperyalist güçlerin emperyalist emellerini gizlemenin bir aracı olarak işlev gören IŞİD/DAİŞ gibi terörist örgütler, gerçekte bizzat emperyalist savaşların ürünü olarak ortaya çıkmış olan, emperyalizmin ürünü olan, emperyalizm var oldukça varlıkları şu veya bu isim altında sürecek olan örgütlerdir. Birinci Dünya Savaşı Emperyalizm egemen hâle geldiğinden bu yana, dünya iki dünya savaşı yaşadı. Birinci Dünya Savaşı nda on milyon insan yaşamını yitirdi, 20 milyon insan yaralandı, sakat kaldı. Şehirler yakıldı, yıkıldı. Dünya haritası değişti ve sınırlar yeniden çizildi. İngiliz emperyalizmi, Avrupa nın en güçlü ülkesi konumunu koruyarak çıktı savaştan. Fransa, Almanya nın etkisinden kurtularak güçlü bir devlet konumuna yükseldi. İtalya, Avusturya dan toprak aldı ve Ege de on iki adalara sahip oldu. Avusturya-Macaristan imparatorluğu parçalandı. Çarlık Rusya sı ve Osmanlı Devleti yıkıldı. Osmanlı toprakları üzerinde yeni devletler ortaya çıktı. Yeni rejimler şekillenmeye başladı. Birinci Dünya Savaşı ( ), dünyanın yeniden paylaşılması uğruna savaşımda, emperyalist devletler arasındaki çelişkilerin şiddetlenmesinden doğmuştu. Savaş, emperyalizmi zayıflatmış ve onun cephesini yarmak için elverişli bir ortam yaratmıştı. Bu yarma, dünya emperyalist zincirinin en zayıf halkası, bütün emperyalist çelişkilerin düğüm noktası olan Rusya da oldu. Rusya Bolşevikleri, emperyalist savaşı iç savaşa dönüştürme siyasetini pratikte uyguladı. Bolşeviklerin siyaseti, savaşın gelişmesi içinde, ezilen-sömürülen yığınların kendi siyasi tecrübeleri ile birleştiğinde, ezilen-sömürülen yığınlar Bolşeviklerin önderliğinde devrim mücadelesine atıldı. Ekim Devrimi, emperyalist savaşa son verdi. Ekim Devrimi, Paris Komünü deneyinden sonra emperyalizmin kalbine saplanan bir hançerdi Alman Kasım Devrimi, Rosa Luksemburg ve Karl Liebknecht in katledilmesiyle sekteye uğradı da Macaristan da Bela Kun önderliğinde gerçekleşen devrim çeşitli hatalar sonucu zafere varamadı. Kısacası, Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında devrimci bir kabarma vardı. Grevler, barikat savaşları, devrimci ayaklanmalar, Rusya da devrim, ulusal kurtuluş savaşları ve yarım kalan devrimler emperyalizme korku salıyordu. Birinci Dünya Savaşı ertesinde yeni bir sistem ku- 19 güncel

20 güncel 20 ruldu. Bu sistem emperyalizm ve sömürgeler sistemi idi. Emperyalizm ve sömürgeler dışında bağımlı ülkeler vardı. Yani siyasi olarak bağımsız egemen, ama ekonomik, mali her bakımdan emperyalizme bağımlı idiler. Birinci Dünya Savaşı sonrasında yeni ulusal, çok uluslu devletler kuruldu. Sınırlar emperyalizm tarafından belirlendi. Birinci Dünya Savaşı içinde ve sonrasında, eski Osmanlının bakiyesi üzerinde, Ortadoğu da daha önce Osmanlı devletinin işgali altındaki topraklar üzerinde İngiliz ve Fransız manda rejimleri kuruldu. Bunlar daha sonra, Irak, Suriye, Lübnan, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen, İsrail şeklinde bağımsız devletler oldular. Emperyalistlerin istediği bugünkü Türkiye değildi. Türkiye yi Ankara ve Orta Anadolu da bir devlet olarak düşünüyorlardı. Kurtuluş savaşı sonrasında bugünkü Türkiye ortaya çıktı. İkinci Dünya Savaşı Birinci Dünya Savaşı nın bitiminden 21 yıl sonra İkinci Dünya Savaşı başladı. 1 Eylül 1939 da, Nazi orduları, Polonya ya saldırarak İkinci Dünya Savaşı nın başlamasına ve milyonlarca insanın ölümüne neden oldular. 1 Eylül 1939, İkinci Dünya Savaşı nın resmen başladığı tarihtir. Naziler, 22 Haziran 1941 de Sovyetler Birliği ne karşı saldırıya geçtiklerinde, batılı askeri uzmanlar Kızıl Ordu nun Nazilerin saldırılarına kaç hafta dayanabileceğini tartışıyordu. Naziler, Polonya yı bir ayda, Belçika ve Hollanda yı birkaç gün içinde ve Fransa yı kırk günde dize getirmişlerdi. Nazi İmparatorluğu nun Sovyetler Birliği ne saldırısı ile Sovyet halkları SBKP(B) önderliğinde savaşın esas unsuru haline gelmişti. Naziler tüm savaş makinaları ile Sovyetler Birliği ne yüklenmişlerdi de, 240 Alman tümeninin 179 u Sovyetler Birliği ne karşı Doğu Cephesi nde savaşıyordu! Bunlara, İngiltere ve ABD ile diplomatik ilişkilerini muhafaza eden ve resmi olarak savaşa girmeyen Franko nun İspanya sına mensup tümenlerin de aralarında bulunduğu Nazi Almanya sı ile müttefik ülkelerin birliklerini de eklemek gerekir. Sovyetler Birliği ne karşı savaşan toplam 240 tümen vardı. Stalin önderliğindeki Kızıl Ordu ve Sovyet halkları ölümüne tarihsel bir zafer kazandı. Anavatan savaşında 22 milyon Sovyet vatandaşı yaşamını yitirdi. Anavatanın savunulması savaşında, ön saflarda çarpışan 600 bin parti üyesi öldü. Naziler, Sovyetler Birliği ni yıkma hedefine varamadı. Sovyetler Birliği, İkinci Dünya Savaşı ndan zaferle çıktı. Bir dizi ülkede daha proletaryanın önderliğinde halk demokrasili devletler kuruldu. Bunlar emperyalizmin pazarı dışına çıktılar. Sovyetler Birliği nin önderliğinde, emperyalist dünyaya karşı ondan kopmuş ayrı bir dünya oluşturuldu. İkinci Dünya Savaşından Sonraki Gelişmeler İkinci Dünya Savaşı nın fiilen bittiği günlerde, ABD nin Hroşima ve Nagazaki ye attığı atom bombalarıyla Japonya da 250 bin kişi hayatını kaybetti. Yüz binlerce insan sakat kaldı. İkinci Dünya Savaşı ndan sonra savaşlar durmadı, dünyanın değişik coğrafyalarında sürekli savaşlar oldu. Bu savaşlarda, milyonlarca insan hayatını kaybetti ve kaybetmeye devam ediyor. Milyonlarca insan yaşadığı toprakları terketmek zorunda bırakıldı. Birinci Dünya Savaşı nın başlamasından 103 yıl ve İkinci Dünya Savaşı nın bitiminden 72 yıl sonra hiç kimse bir Üçüncü Dünya Savaşı çıkmayacak diyemiyor. İkinci Dünya Savaşı ndan bu yana, hemen her yıl dünyanın birçok yerinde savaş oluyor. İkinci Dünya Savaşı nın bitiminden beş yıl sonra Kore Savaşı ( ) patlak verdi. Kore Savaşı nda üç milyon insan yaşamını yitirdi. Savaş sonrası Kore, Kuzey/Güney Kore olarak ikiye bölündü. Vietnam Savaşı nda ( ) dört milyon, Lübnan İç Savaşı nda ( ) 200 bin, Angola İç Savaşı nda ( ) 500 bin, Sudan İç Savaşı nda ( ) 2 milyon, Cezayir İç Savaşı nda ( ) 200 bin, Birinci Kongo İç Savaşı ( ) ve İkinci Kongo İç Savaşı ( ) nda beş milyonun üzerinde insan yaşamını yitirdi. İç savaşlar bağlamında sadece kimi örnekler verdik. Kuşkusuz İkinci Dünya Savaşı ndan bu yana çıkan savaşların dökümünü yapmaya sayfalarımız yetmez. Irak ve Afganistan da yüz binlerce insan yaşamını yitirdi. Emperyalist büyük güçler savaşsız yaşayamaz. Savaşlar emperyalizmin yol arkadaşıdır, savaşlar hep olacaktır. Emperyalistler, bugün temsilci savaşları yapıyor. Ama bu temsilci savaşları esasında daha büyük savaşların hazırlığıdır. Emperyalistler güncel olarak Mali, Kongo, Yemen, Ukrayna, Suriye, Irak, Filistin, Kürdistan ın değişik bölgelerinde, Keşmir, Somali, Güney Sudan ve Venezuela da kapışmaktadır. Suriye de bütün savaş aktörleri karşı karşıyadır. Suriye de olan esasında mini bir dünya savaşıdır. Önümüzdeki dönemde de temsilci savaşları artarak

21 devam edecektir. İstedikleri kadar biz barış yapıyoruz desinler. Bir yerde barış diğer yerde ise savaş. Savaş kapitalizmden ayrı tutulamaz. Birinci ve İkinci Dünya Savaşı nın çıkmasında başrolü oynayanlar, günümüz dünyasında yaşanan bölgesel savaşların başkahramanlarıdır. Savaş, politikanın şiddet araçları ile devamıdır. Emperyalist dünyada güç dengeleri bozulmuş, deyim yerinde ise emperyalist dünyanın çivisi çıkmıştır. Değişen güç dengelerine uygun yeni bir sistem oluşturulmaya çalışılmaktadır! Bu sistem içinde başta emperyalist büyük güçler olmak üzere, bütün ülkelerde hâkim sınıflar elde edebilecekleri en büyük payı kapmaya çalışmaktadır. Siyaset yeniden düzenlenmektedir. Sınırlar yeniden çizilmektedir. Sömürü pastasından en büyük payı kapmak için savaş yürütülmektedir. Bu siyaseti gerçekleştirmek için savaşın gerekli olduğu yerde savaşa başvurulmaktadır. Çıplak emperyalist çıkarlar için yürütülen haksız, gerici, karşıdevrimci savaşlara, emekçi yığınları bu savaşlara katabilmek için birçok hâlde demokrasi, insan hakları gibi yüksek amaçlar maskesi geçirilmektedir. Emperyalistler Arasındaki Çelişmeler Sertleşiyor Emperyalistler arasındaki çelişmeler sertleşmektedir. Bu sertleşme, batılı emperyalistlerin kendi arasında, Rusya ile batılı emperyalistler arasında giderek sertleşmektedir. Bugün emperyalist ve gerici güçler arasındaki çelişme, çekişme ve çatışmaların en yoğun olarak yaşandığı alan Ortadoğu dur. Ortadoğu tam bir kan deryasıdır. Yine hergün onlarca insan hayatını kaybetmekte, yüzlercesi yaralanmaktadır. Olanlar medya aracılığıyla, yer yer canlı yayın larla herkesin evinin içine taşınmaktadır. Suriye de birbirlerine karşı emperyalistler öncüleri aracılığı ile savaş yürütmektedir. Çin ile Amerika arasında, karşılıklı atışmalar biçiminde çekişme sürmektedir. Bir bütün olarak gidiş çelişmelerin sertleştiği yönündedir. Bu sertleşme, henüz karşılıklı çatışmaya şu anda götürülmek istenmemektedir. Fakat gidiş yönü karşılıklı çatışmaya doğru gitmektedir. Amerika daki seçimler, son dönemdeki gelişmelerde çok önemli rol oynadı. Trump, Amerika önceliklidir siyaseti ile esasında batı bloğunu resmen soru işareti haline getirdi. Bugüne kadarki güç dengesinde, Amerika nın önderliğinde batı bloğu en azından görünürde birlikte hareket ediyordu. Şimdi bu blok, birbirlerine karşı açıkça çelişmeleri ortaya koyan tavırlara dönüştü. Mayıs 2017 de Brüksel de yapılan NATO zirvesinde Trump, NATO ya ne kadar para verdiyseniz o kadar konuşun, dedi! Bütçesinin %2 sini savunmaya ayırmayanın esasında söz hakkı yoktur, dedi! Bu laflar, her türlü diplomatik dilden uzak saldırgan bir tavırdır. Avrupa Birliği nin buna verdiği cevap gerekirse kendi ordumuzu kurarız şeklinde oldu. AB nin uzun bir süreden beri, Amerika ya askeri bağımlılıktan kurtulma çabası zaten vardı. AB, (Almanya/Fransa önderliğinde) Amerika nın denetiminde olmayan, Amerika dan bağımsız hareket edebilen bir askeri gücü oluşturma yönünde çabalarını önümüzdeki dönemde yükseltebilir. Bu önemli ve yeni bir gelişmedir. Almanya artık şunu görmüş durumdadır: Eğer biz dünya çapındaki hegemonya mücadelesinde gerçekten rol almak istiyorsak, o zaman bizim kendi askeri gücümüzü NATO dan bağımsız olarak da kullanır duruma gelmemiz lazım! NATO, bugüne kadar esasında öncelikli olarak Amerikan emperyalizminin denetimi altındaydı. Ve hâlâ da öyledir. Ama batılı emperyalistlerin (özellikle Almanya ve Fransa nın) NATO dışında da Avrupa Ordusu adı altında bir askeri güç oluşturma plânlarını pratiğe geçirme konusunda önümüzdeki dönemde adımlar atacaklardır. Günümüz dünyasında, emperyalistler arasındaki güç dengelerinde önemli değişiklikler yaşandı, yaşanmaktadır. Yeniden paylaşım dalaşında dalaş giderek sertleşmektedir. Üçüncü bir dünya savaşı tehlikesi giderek artmaktadır. Dünya aslında hâlâ büyük güçler içinde en güçlüsü olmasına rağmen, gerileyen bir güç konumunda olan ABD tarafından yeniden dizayn edilmek istenmektedir. Bu düzenleme, var olan ABD hegemonyasının alanının genişletilmesi ve hegemonyanın pekiştirilmesi yönünde adımlar atılması anlamına gelmektedir. Şu anda diğer emperyalist büyük güçlerin, doğrudan ABD ile savaşı göze almadan bu gelişmeyi engelleyebilecek durumları yoktur. Askeri olarak ABD ye karşı andaki durumda gerçek anlamda tehdit oluşturan güç Rusya ve giderek gelişen Çin dir. Onlar da andaki durumda ABD ile doğrudan savaşı göze alacak durumda değillerdir. Fakat onlar, en başta da gelişen güç konumunda olan Çin, ABD ye karşı askeri güç olarak savaşı göze alacak duruma geldiğinde, bugün dünyanın birçok yerinde anda Mali, Kongo, Yemen, Ukrayna, Suriye, Irak, Filistin, Kürdistan ın değişik bölgeleri, Keşmir, Somali, Güney Sudan ve Venezuela da vb. temsilci savaşları olarak yürüyen savaşların yerini emperyalist büyük 21 güncel

22 güncel 22 güçlerin değişik ittifaklar içinde doğrudan doğruya birbirlerine karşı savaş yürütecekleri bir Üçüncü Dünya Savaşı nın gündeme gelmesi kaçınılmazdır. Bütün gelişmeler emperyalist büyük güçler arasındaki hegemonya dalaşında çelişmelerin sertleşmesi, keskinleşmesi yönünde ilerlemektedir. Bu durum, ileriki dönemde emperyalistler arası doğrudan savaş olasılıklarını güçlendirmektedir. Pasifiklerde kapışma sürmektedir. Pasifiklerde, bir yanda Çin/Kuzey Kore ile birlikte hareket ederken diğer tarafta, Japonya, Amerika ve Taiwan cephesi vardır. Vietnam ise, Filipinler de bu çatışmada kendi çıkarlarını savunmaktadır. Amerika ile Kuzey Kore arasındaki çelişme şudur: Amerika, Kuzey Kore deki rejimi değiştirmek istemektedir, fakat Amerika nın Kuzey Kore yi içten değiştirecek durumu yoktur. Çünkü Kuzey Kore de çok sıkı sosyal faşist bir diktatörlük var, demokratik muhalefet imkânı ise ve sosyal faşist diktatörlüğü içten devirme imkânı yoktur. Amerika nın Kuzey Kore rejimini devirmesi ancak dıştan askeri bir müdahale ile olabilir. Kuzey Kore bunu bildiği için, sürekli Amerika ya bize saldırırsan biz de sana saldırırız diyerek Amerika yı tehdit etmektedir. Ama bu tehdit, gerçekten kendini savunma tehdididir. Kuzey Kore, hep Amerika ya askeri olarak zarar vermekten bahsetmekte ve balistik füze denemeleri yapmaktadır. Peki, Kuzey Kore nin elinde atom silahı var mı? Büyük ihtimalle ufak tefek silahları olabilir. Ama bu ufak tefek silahlarla Amerika yı doğrudan vurabilecek durumda değiller. Ancak Kuzey Kore, Amerika nın müttefiki Güney Kore yi vurabilir, Pasifikteki Amerikan gemilerini vurabilir, ABD nin Pasifikteki GUAM üssünü vurabilir. Trump, Kuzey Kore yi askeri olarak tehdit etmektedir. Peki, Amerika, Kuzey Kore ye saldırır mı? Trump ın ne yapacağı belli olmaz. Vurabilir de! Trump yönetimi, Kuzey Kore nin elindeki balistik füzelerin Amerika yı vurabilecek durumda olduğu ve bu balistik füzelerin başlığına konacak atom silahı olduğu değerlendirmesine sahipse Kuzey Kore yi vurabilir. Fipinler in Amerika ile olan askeri üs anlaşması 2018 de bitecek. Amerika nın Pasifik teki en büyük askeri üssü Filipinler dedir. Bu askeri üssün devamı için anlaşmanın yenilenmesi gerekir. Filipinler devlet başkanı Duterte, askeri üs anlaşmasını uzatmayacaklarını söyledi. Eğer Duterte, yaptığı açıklamanın arkasında ciddi olarak durursa, Amerika açısından bu Pasifik teki askeri gücünün zayıflatılması anlamına gelir. Amerika burada çatışmadan geri çekilmez. Amerika önümüzdeki yıl içerisinde Filipinler de bir şeyler yapmaya çalışacaktır. Filipinler de demokratik hareket geliştirilmeye ve Venezuela da olduğu gibi ülke içerisinde karışıklık yaratmaya çalışacaktır. Amerika nın çıkarlarını koruyacak bir sivil toplum örgütü yaratılmaya çalışılacaktır. Duterte hükümetinin askeri üs anlaşmasını uzatmamasını engellemeye çalışacaktır. Duterte hükümetinin askeri üs anlaşmasının uzatılmamasına karşı kimse sokağa çıkmayacaktır. Duterte faşisttir. Duterte ye karşı demokratik haklar vb. bahanesiyle insanlar sokaklara çıkartılacaktır. Duterte hükümeti, uyuşturucu/ rüşvete karşı mücadele bağlamında polisin bu suçlarda doğrudan doğruya hakim kararı olmaksızın adam vurma yetkisi vardır ve Filipinler de polis bu yetkisini kullanmaktadır. İnsanlar polis kurşunları sonucu ölmektedir. Şimdiye kadar mahkeme kararı olmaksızın binlerce kişi öldürüldü. Buna karşı mücadele edilmesi gerekir. Faşizme karşı demokrasi mücadelesi adına Duterte hükümetinin devrilmesi için bir sivil toplum hareketi, Amerika tarafından desteklenecektir. Pasifik te bu anlamda sular giderek ısınmaktadır. Kuzey Kore ye destek olan Çin, Amerika ile savaşa hazır değildir. Amerika, bugünkü durumda ekonomik olarak gücü gerileyen bir güçtür. Çin, ekonomik olarak yükselen bir güçtür. Bu yüzden Amerika, kendi durumunu korumak için önceden saldırmak zorundadır. Çin i beklediği zaman, bu bekleme Amerika açısından iyi olmaz. Birinci Dünya Savaşı nda ne oldu? Yeni gelen emperyalist güç Almanya, eskilerden pay istedi ve saldırdı. Bugün ise esasında saldırgan pozisyonda olan Çin değildir. Neden? Çin henüz hazır değil. Ekonomide ABD ye yetişti, günden güne silahlanmaktadır. Silahlanmaya en fazla para harcayan ülke konumundadır, kendi tekniğini geliştirmektedir. Çin tüm bunları ne için yapmaktadır? Ne için yaptığı bellidir. Amerika, Çin in en yakın müttefiki olan Kuzey Kore yi vb. vurup, devirmeye çalışabilir. Bu durumu dıştalamamak gerekir. Trump, İran ı düşman ilan etti. Obama nın siyaseti bu değildi. Amerika nın İran konusundaki siyaseti bütünüyle değişmiş durumdadır. İsrail, Obama nın İran siyaseti konusunda çok rahatsızdı. Çünkü İran ı, Ortadoğu da baş düşman olarak gören ülke İsrail ve İran bu durumu açıkça ilan etti. İran a göre İsrail in devlet olarak yaşama hakkı yok! İran balistik füzelere ve atom silahını geliştirme projesine sahiptir, aynı za-

23 manda İsrail i vurabilecek güçtedir. Batı/Doğu Bloklaşması Batı/doğu bloklaşmasında saflaşma kesinleşmiş bir saflaşma değildir. Andaki durum budur. Bu bloklaşmada da esasında Rusya andaki durumda belirleyici durumdadır. Batıya karşı, Batının bugüne kadar dayattığı ataklara karşı, karşı ataklarını geliştirmektedir ve istediğini yapmaktadır. Çünkü Batı andaki durumda Rusya ile çatışmaya hazır değildir. Rusya ise Batıya karşı istersen gel çatışalım modundadır. Rusya nın ekonomik durumu, Batı ile karşılaştırılacak düzeyde değildir. Rusya nın dünya gayri safi milli hasılası na katkısı %3 civarındadır. Bu katkının temeli de enerjidir. Rusya, Batı ile ekonomik anlamda yarışacak durumda değildir. Ama askeri olarak dünyanın ikinci büyük gücüdür. Rusya, askeri gücünü kullanmaya hazırdır ve kullanmaktadır. NATO, eski doğu ülkelerinde askeri tatbikatlar düzenlemektedir. Rusya ise bu tatbikatlarda, NATO uçaklarına karşı kendi uçaklarını uçurarak NATO uçaklarına kilitlenerek, NATO uçaklarını vurabilirim mesajı vermektedir. Rusya askeri gücünü Batıdan çok daha aktif biçimde kullanır durumdadır. Rusya bu siyaseti ile esasında kendi egemenlik alanını genişletmektedir dan 2010 a kadar, Rusya nın egemelik alanı Batı tarafından adım adım ele geçirildi. Güya NATO doğuya doğru genişlemeyecekti! Ama Rusya ile varılan anlaşmalara rağmen NATO doğuya doğru genişledi, Ukrayna ya dayandı. Bunun üzerine Rusya nın karşı hamleleri başladı. Kırım işgal edildi. Ukrayna nın doğusunda çatışmalar, egemenlik dalaşı devam ederken, Çin kendi işine bakmaktadır. Ama uluslararası ilişkilerde, Birleşmiş Milletler de Rusya ile birlikte hareket etmektedir. Çin, Afrika yı kendine bağlamakla uğraşmaktadır ve Afrika da Çin in yerleşmesi esas olarak bitmiş durumdadır. Çin, Latin Amerika ya yerleşmekte ve şimdilik ticari ilişkiler geliştirmektedir. Askeri olarak da hazırlanmakta, egemenlik alanını uluslararası alanda genişletmektedir. Suriye savaşının başlamasıyla birlikte Rusya, Suriye deki konumunu ve üslerini güçlendirmiştir. Artık hiçbir güç Rusya yı Suriye den çıkaramaz. Egemenlik savaşında esasında Batı gerilemektedir, yükselen taraf ise Doğudur. Doğunun başını Rusya çekerken, Çin ise sessiz ve derinden ilerlemektedir. Japonya, batılı ülkelerin müttefiki konumundadır. Japonya, 2007/2008 yılına kadar anayasasında yurtdışına asker göndermesi yasak olan bir ülke idi. Japonya nın Çin ile Pasifik Okyanusu ndaki bir dizi ada konusunda çelişmeleri var. Pasifik teki adalar konusunda Rusya nın da Filipinler in de hak talebi var. Adalar konusunda var olan çelişmeler, anlaşmalar temelinde çözülebilinecek çelişmelerdir. İlle de savaş ile çözülmesi gereken çelişmeler değildir. Japonya, bir yandan Çin den korkmaktadır ancak Japonya sonuç olarak bir Doğu Asya ülkesidir. Batılı değerlerden çok kültürel olarak Çin e daha yakındır. Bir dünya savaşında Japonya nın Batının yanında yer alması mutlak bir durum değildir. Amerika/Fransa/Almanya blok olarak hareket edecektir. Japonya eğer Çin le adalar konusunda anlaşırsa tavır değiştirebilir. Çin, aktif bir dış siyaset izlemektedir. Batı için Japonya, bu anlamda garantili bir müttefik değildir. İran, şu anda doğu bloğunun yanındadır. Ama İran daki molla rejimi devrilirse, İran ın batı bloğuna katılma ihtimali de vardır. İran, coğrafi olarak esasında doğunun parçasıdır ancak İran ın kendi hesapları vardır. İran ın molla rejimi ile birlikte Batı ile birlikte hareket etmesi mümkün görünmemektedir. Suriye parçalanmıştır. Kurulacak yeni bir geçiş yapılanmasında Esad da belli bir süre kişi olarak rol oynayacaktır. Baas Partisi, her halükârda rol oynayacaktır. Esad gitse bile Baas partili birisi Esad ın yerine geçecektir. Irak ta yapılan hata Suriye de yapılmayacaktır. Irak ta Baas partisini bütünüyle devreden çıkardılar. Görünen, bu uygulamanın Suriye de olmayacağıdır. Suriye de Esad lı bir geçiş çözümü, kalıcı çözüm öncesi bir çözüm olarak görünmektedir. Türkiye de bu çizgiye gelmiş durumdadır. Türkiye, batı/doğu bloğu bağlamında kesin kararını vermemiştir. Şanghay İşbirliği Örgütü ne doğrudan üye olup olmama konusu ara sıra gündeme getirilmektedir. Türkiye burjuvazisi ne istemektedir? Türkiye burjuvazisinin isteği, kendi başına kendi çıkarlarını merkeze koyan bir siyaset midir? Türkiye burjuvazisi kendi emperyal emellerine sahip ve kendi çıkarlarını merkeze koyan bir siyaset izlemektedir. Türkiye burjuvazisi, kendi iç dinamikleri ile gelişmek isteyen ve emperyalist emelleri olan burjuvazidir. Andaki durumda Türkiye, batılı emperyalist bloğun ayrılmaz bir parçasıdır. NATO üzerinden Türkiye nin askeri gücü etkilenmeye çalışılmaktadır! Tek yanlı bağımlılık durumu vardır ve Türkiye, bu durumdan kurtulmak istemektedir. Türk burjuvazisi, emper- 23 güncel

24 güncel 24 yalistler arasındaki çelişmelerden yararlanmak istemektedir. Emperyalistler arasındaki çelişmelerden yararlanmak bağlamında, Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ), NATO nun ve AB nin alternatifi değildir. Türkiye, Batı bağımlılığından kurtulup ŞİÖ ya bağımlı olalım derdinde değildir. Şanghay İşbirliği Örgütü, şu anda AB gibi bir örgüt değildir. AB örgütü, ulusal devletlerin bir takım ulusal egemenlik haklarını ortak bir merkeze devrettiği ortaklıktır. Şanghay İşbirliği Örgütü, bağımsız devletlerin işbirliği örgütüdür. AB gibi bir merkezden karar alıp, üye ülkelerin alınan kararlara uyacağı bir örgüt değildir. Türkiye nin bir bağımlılıktan çıkıp, diğer bir bağımlılığa geçme gibi bir durumu yoktur. Türkiye, Şanghay İşbirliği Örgütü ne girse gücü kadar alınan kararlara etkide bulunabilir. Şanghay İşbirliği Örgütü nde, Çin ile Rusya nın anlaştığı konularda ortak kararlar alınabilir. Şanghay İşbirliği Örgütü, Türk burjuvazisi açısından burjuvazinin bağımsız davranması konusunda, AB den daha yumuşak bir örgütlülük olduğu için avantajlıdır. AB, Türkiye ye karşı kararlar almaktadır ama Türkiye bildiğini okumaya devam etmektedir. Bu bağlamda AB, bu siyaseti sürdürmeye devam ederse, Türkiye bizzat AB üyelik görüşmelerini durduruyoruz kararı alabilir. AB ile üyelik müzakerelerinin bitirilmesi, AB ile tüm köprülerin atılması anlamına gelmez. AB ile gümrük birliği anlaşması vardır ve AB ile ticaret, mal satımı alış verişi devam eder. Ama Şanghay İşbirliği Örgütü ile ilişkileri geliştirebilir. Bu, AB nin Türkiye ye yaptığı baskıları karşılamanın bir aracı olur. Türkiye bunu yapabilir. Tabii ki Türkiye nin Şanghay İşbirliği Örgütü ile ilişkileri geliştirmesi Batıyı rahatsız eder. Batı, Türkiye yi tamamıyla o tarafa itmemek için elinden geleni yapacaktır. Türk burjuvazisi açısından, esasında bağımsız hareket edebilmek için, tek taraflı bağımlılığı ortadan kaldırmak elzemdir. Türkiye bu siyaseti uygulamaya sokabilir. NATO dan çıkmadan Şanghay İşbirliği Örgütü ile ilişkilerin geliştirilmesi mümkündür. Dünyada dengeler değişmektedir. Bunun görülmesi gerekir. Türk burjuvazisi, dengelerin değiştiği dünyada yerini arıyor. AB, Türkiye ye ayar vermekten vazgeçmezse, Türkiye Şanghay İşbirliği Örgütü ile ilişkilerini daha da geliştirme yönünde adımlar atabilir. Bu ciddi adım batıdan kopup, doğu ile bütünleşme anlamına gelmez. Bu, değişik ittifaklar içinde yer almaktır. Bu yeni bir şey olur. Hindistan/Pakistan ın da batı ile ilişkiler vardır ama bu ülkelerin hiçbiri NATO üyesi değildir. Bu ülkeler Asya ülkeleridir. Dünyanın bugün değişen dengeleri içinde, Türkiye bu siyasetle hem batıcı hem de doğucu olabilir. Bu siyasetle çok özel bir yere de gelebilirler. Ne Yapmalı? Emperyalist politikalara karşı direniş, devrim mücadelesine ağırlık vermek anlamına gelir. Bugün komünist önderliğin eksikliğini gidermek için yapılması gereken her şeyi yapmak gerekir. Emperyalizm şartlarında gerçek anlamda barış yoktur. Sa va şa kar şı mücadele, bir bütün olarak emperyalizme ve gericiliğe karşı, her ülkede de öncelikle kendi burjuvazisine karşı yürütüldüğünde, gerçek anlamda bir barış mücadelesi olur. Gerçek barış isteyenler, emperyalist, gerici, karşıdevrimci savaşların kaynağına yönelen bir mücadele yürütmek zorundadır. Bu kaynak sömürü sisteminin, emperyalizmin ta kendisidir. Emperyalizmin iktidarı şiddet üzerine kuruludur. Karşıdevrimci şiddet emperyalizmin iktidarının temel özelliğidir. Em per ya lizm şiddetsiz ve savaşsız yaşayamaz. O dişine tırnağına kadar silahlıdır. Savaş, şiddetin kullanımının yalnızca bir biçimi, en yüksek biçimidir. Büyük insanlığın kanını, iliğini sömürerek yaşayan küçük asalak bir azınlığın sistemidir emperyalizm. Karşıdevrimci şiddetin tek panzehiri ezilen, emekçi yığınların devrimci şiddetidir. Karşıdevrimci, gerici, emperyalist savaşların gerçek panzehiri emperyalist sistemi yıkmaya yönelik devrimci savaşlardır. Halkların gerçek kurtuluşu ve barış ancak devrimle sağlanır. Gerçek barış isteyen, devrim mücadelesine sarılmak zorundadır. Bütün milliyetlerden halkların barış içinde bir arada yaşamalarının, gerçek barışa varmalarının bir tek yolu vardır. Faşist Türk devletini işçilerin, köylülerin demokratik devrimiyle yerle bir etmektir. İşçilerin/ köylülerin kendi iktidarlarını kurması gerekir. Sömürü imparatorluklarına son verilmeden, bütün dünyada işçiler/emekçiler komünist dünya hedefine doğru ilerleyemez. Gerçek barış isteyen devrim mücadelesine sarılmak zorundadır. Bize gerekli olan barış, emperyalistlerin ve faşistlerin dikte ettiği sahte barış değil, sömürü imparatorluğunun yıkıntıları üzerinde yükselecek olan halkların gerçek barışıdır. Barışa, emperyalistlerin dişine tırnağına kadar silahlı olduğu bu ortamda ancak devrimci savaşlarla varılır. Ve mutlaka ve mutlaka er geç varılacaktır. 9 Ağustos 2017

25 KATALONYA REFERANDUMU ÜZERİNE güncel 2017 Eylül ayı başında Katalonya da bağımsızlık için referandum kararı alındı. Katalonya Özerk Yönetim Parlamentosu nda Referandum Yasası onaylandı. Katalan Hükümeti, bu yasaya dayanarak 1 Ekim 2017 de referanduma gitme kararı aldı. 712 belediye yönetimi, referanduma gitme kararını desteklediklerini belirten ortak bir deklarasyon yayınladı Kasım ında da referandum kararı alınmış, ancak İspanyol Hükümeti referandumun yapılmasını engellemişti. Katalonya nın referandum kararı almasının ardından İspanya Hükümeti, Anayasa Mahkemesi ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi, referandum kararını geçersiz sayarak, Katalonya Özerk Meclisi nin referandum kararını Anayasa ya aykırı buldu! Savcılık, referanduma destek veren 712 belediye yönetimine karşı soruşturma açtı. Belediye başkanları ifade vermeye çağrıldı. Katalan Meclis Başkanı, başkanlık divanı üyeleri ve Katalan resmi televizyonu hakkında da soruşturma başlatıldı. İspanya Hükümeti, referandum için para harcatmayız gerekçesiyle Katalonya nın yerel bütçesine el koydu. Tüm yerel kamu harcamalarının (eğitim, sağlık, sosyal hizmetler, memur maaşları vb.) İspanyol maliyesinden karşılanacağı ilan edildi! Referandum öncesinde Katalonya da referanduma destek veren çok sayıda resmi yetkili gözaltına alındı, yerel hükümet binaları basılarak aramalar yapıldı, oy sandıklarına, pusulalara, mühürlere el konuldu. Faşist Terör Devrede Referandumun yapıldığı gün oy verme işlemini engellemek için İspanya polisi okullarda sandıklara el koydu. Oy kullanmak için sandıklara giden seçmenlere saldırdı. İspanya polisi, seçme hakkını kullanmak için sandık başına giden Katalanlara karşı faşist terör uyguladı. 844 kişi yaralandı. Katalanların kanlı yüzleri, polis vahşeti yansıdı basına. Gerici burjuva demokrasisinin ne olduğu, 1 Ekim de İspanya da görüldü. Yüzlerine demokrat maskesi takanların maskesi düştü. Demokrat geçinenler, gerektiğinde! faşist teröre başvuracaklarını bir kez daha gösterdiler. İspanya Hükümeti, Avrupa Birliği nin desteğini de arkasına alarak Katalanlara karşı faşist terör uyguladı. Katalonya nın bağımsızlık referandumu yapmasına Avrupa Birliği nin efendileri karşı çıktı. Böylece demokrat, Avrupa Birliği değerlerinin ne olduğu bir kez daha çıktı ortaya. İspanya Hükümeti nin tüm engellemelerine rağmen 1 Ekim 2017 de, İspanya polisinin tüm engelleme ve estirilen faşist teröre rağmen bağımsızlık referandumu yapıldı. Katalonya Özerk Yönetimi Hükümeti % 42,3 civarında katılımın olduğu bağımsızlık referandumunda %90.2 evet sonucu çıktığını duyurdu. Katalonya Özerk Yönetimi Sözcüsü Jordi Turull, referandumda 2,3 milyon geçerli oy kullanıldığını ve halkın yüzde 90,09 unun bağımsızlığa destek verdiğini açıkladı. Referandumda hayır oylarının oranı ise yüzde 7,87 oldu. Katalonya da yaklaşık 5 milyon 300 bin seçmen bulunurken, katılım oranı da yüzde 42,3 olarak gerçekleşti. ( Ayrılma Haktır! Katalonya, İspanya ya bağlı özerk bir bölge; Barselona, Girona, Lleida ve Tarragona özerk bölgenin başlıca şehirleridir. Günümüz dünyasında güç lüler egemenliğini sürdürmektedir. Barbarlığın bir başka yüzü de ırkçılık ve şovenizmdir. Egemenliklerini sürdürmek için ırk üstünlüğü teorilerini yarattılar! Etnik farklılıkları ve milli çelişmeleri, işçileri/emekçileri birbirlerine karşı kışkırtmak için kullandılar, kullanmaya devam etmektedirler. Barbarlar, ezilen halkları, sömürülenleri bölerek yönetmektedir. Barbarlar, kendi ulusunu diğer uluslardan üstün görmekte, diğer ulusları aşağılamaktadır. Güney Kürdistan da yapılan referanduma karşı takınılan tavırlar, Katalonya da yapılan referandum için de takınılmıştır! Uluslararası burjuvazi Katalonya da ve Güney Kürdistan da ayrılma istemiyle yapılan referandumların İspanya ve Irak anayasasında yeri olmadığı, bu anlamda yasal olmadığı ve tanınamayacağı propa- 25

26 güncel 26 gandasını yapmaktadır! Sanki, burjuvazinin egemen olduğu herhangi bir ülkede ulusların özgürce ayrılıp ayrı devletini kurma hakkı varmış, olabilirmiş gibi!!! Tam da bu hak olmadığı için uluslar özgürlük ve egemenlikleri için kan ve can pahasına savaşmak durumundadır. Anayasal hak olarak ayrılık hakkının tanınması ancak özgür ulusların birliği olan sosyalist bir devlette mümkündür. Dünyanın ilk sosyalist devleti olan Sovyetler Birliği bunun öncülüğünü yapmış ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği anayasasına ayrılma hakkını yazmıştır! Gerçek durum bu iken burjuvazi büyük bir yüzsüzlükle ulusların eşitlik ve özgürlük haklarını tepeleyen şovenist ulus politikalarının ürünü olan burjuva anayasalarına sığınmaktadır. Şovenizmin, ırkçılığın ne olduğunu ülkelerimiz somutunda her gün yaşıyoruz. Türk faşizmi, yalnızca devlet kurma imtiyazını Türklere tanınmasını sorgulayanlara karşı savaş yürütmektedir. Kürt ulusu, her gün kendi somut pratiğinde, jandarma, özel tim, ordu ve polis dipçiği altında ırkçı/şovenist saldırılara maruz kalıyor. Hâkim, ezen ulus şovenizmi, her yanda, ulusal baskıya başkaldıran halkların mücadelesini ezmeye çalışmaktadır. Irkçılık ve şovenizm, kapitalizmin ayrılmaz yol arkadaşıdır. Katalanlar bir ulustur. Kendilerine özgü bir dili, tarihi, toprak birliği ve kültürü vardır. Katalonya özerk bir bölgedir, yerel meclisi vardır. 7,5 milyon ile Katalanlar, İspanya nüfusunun yüzde 16 sını oluşturmaktadır. Yüksek sanayi ve turizm geliri sayesinde İspanya bütçesine her yıl 12 milyar dolar katkı sağlayan Katalonya, Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın yüzde 19 unu oluşturmaktadır. Katalonya nın kendi kaderini belirlemek için referanduma gitmesi doğrudur. Nasıl yaşayacağına karar verme hakkı Katalan ulusuna aittir. Katalonya, özerk bölge olarak da kalabilir, İspanya dan ayrılıp kendi devletini de kurabilir. Katalonya özerk bölgesinde seçilmiş yöneticiler referandumda, bağımsızlık isteyip istemediğini halka sormuştur. Açıklanan ilk sonuçlara göre, Katalan ulusunun referanduma katılabilen kesiminin ezici çoğunluğu ayrılıktan yana tavır takınmıştır. Referandum Katalan ulusunun önemli bir bölümünün bütün baskılara rağmen ayrılıktan yana olduğunu göstermiştir. Bu bir irade beyanıdır. Avrupa Birliği, İspanya Hükümeti, bu irade beyanına saygı göstermelidir. Katalan ulusunun referanduma gitmesi, ayrılıp ayrı devletini kurmak istemesi demokratik bir haktır. Bu demokratik hakkın engellenmesine karşı mücadele meşrudur. Ulusal Sorunun Gerçek Çözümü Devrimde Katalan ulusu ayrılıp ayrı devletini kursa bile gerçek anlamda bağımsız olmayacaktır. Çünkü Katalan hâkim sınıfları antiemperyalist değildir. Katalan ulusunun ayrılıp ayrı devletini kurması, bugünkü mevcut yapıdan bir adım ileri olacaktır. Kalıcı çözüm, İspanya da sosyalist bir devrimi gerektirir. İspanya da zoraki birliğin parçalanması, uluslar arasında tam hak eşitliğinin sağlanması için sosyalist devrim gerekli ve zorunludur. Sosyalist devrimsiz çözümler geçici çözümlerdir. Katalan ulusunun geçici çözümlere değil, kalıcı çözümlere ihtiyacı vardır. Katalonya da sorunun bir diğer yanı da zenginliğin paylaşılması sorunudur. Esas talep merkezi devletin beslenmesine Katalonya nın yaptığı fazla katkının kaldırılamaz olduğu sorunudur. İspanya çok uluslu bir ülkedir. İspanya da yaşayan ulusların nasıl yaşayacaklarına karar vermesi için demokratik bir ortamın oluşması gereklidir. İspanya devleti sosyalist bir devrimle yıkılmadan kalıcı bir demokratik ortamın yaratılması mümkün değildir. Demokrat geçinen İspanya Hükümeti nin Katalonya da uyguladığı faşist terörü dünya halkları gördü. İspanya halklarına gerekli olan demokrasi, İspanya Hükümeti nin uyguladığı demokrasi değildir. İspanya da halklar hapishanesine son vermenin yolu İspanya gerici devletinin yıkılmasıdır. Görev, İspanya da Bolşevik tipte bir partinin inşa edilmesi ve sosyalist devrim için mücadeledir. 2 Ekim 2017

27 PANORAMA panorama ABLUKA SONRASI GELİŞMELER! - KATAR - Ablukacı devletlerin 5 Haziran da Katar a karşı tavırlarını ilan etmeleri sonrasında uluslararası düzeyde takınılan tavırlar esasta sorunun diyalog yoluyla çözülmesi gerektiği yönündeydi. Arabuluculuğa aday birçok devlet olsa da Kuveyt resmi arabulucu olarak kabul gördü ve diyalog önerisi yapanlar Kuveyt in arabuluculuğunu desteklediklerini ifade ettiler. Buna rağmen arabuluculukta ABD Dışişleri Bakanı Tillerson önemli rol oynadı, oynuyor. Suudi Arabistan, Bahreyn, Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri nin 5 Haziran 2017 tarihinde Katar a karşı gündeme getirdikleri abluka hakkında, dergimizin 188. sayısında tavır takınmış, 20 Haziran a kadar yaşanan gelişmeleri ve abluka tavrının perde arkasını özetle ortaya koymuştuk. Söz konusu yazımızı yazdığımızda, ablukacı devletlerin Katar la pazarlık yapmak için öne sürdükleri herhangi bir talep ya da talepler listesi ortada yoktu. Buna bağlı olarak Katar yetkilileri herhangi bir diplomatik adımın mümkün olmadığı yönünde açıklamalarda bulundular. Bu açıklamaya paralel olarak da içişlerine kimsenin karışamayacağını, içişleri hakkında müzakere etmeyeceklerini ve dışişleri bağlamında müzakereler için ise ablukanın kaldırılması gerektiğini savundular. 21 Haziran da ABD Dışişleri Bakanı Tillerson un ablukacı devletlere akılcı ve uygulanabilir talepler sunmalarını önerdiği bilgisi medyaya yansıdı. Bu, ablukacı devletlerle birlikte talepler konusunda tartışıldığının bir göstergesiydi. 22 Haziran da ablukacı devletler arabulucu Kuveyt e 13 maddelik bir talepler listesi verdi ve Kuveyt bu listeyi Katar a teslim etti. 23 Haziran da listenin neyi içerdiğine yönelik bilgiler medyaya yansıdığında, ablukacı devletlerin temsilcileri Niye bu bilgi medyaya sızdırıldı? diye Katar a kızgınlıklarını dile getirdiler. 13 maddelik talep listesi özet halinde Türkçe ye de çevrildi ve basılı medyada 24 Haziran da yayınlandı. Taleplerin içeriğine bakıldığında -somutta 11 i emir, 2 si açıklama- Katar a balans ayarı yapılmak istendiği ve dayatmalarda bulunulduğu, sonuçta Katar ın ablukacı devletlerin kontrolüne alınmak istendiği görülmektedir. Taleplerin kabul edilmesi için 10 günlük zaman tanınmıştı. Aksi halde liste hükümsüz olacaktı. Medyanın söz konusu talepler arasında öne çıkardığı talepler, İran ile diplomatik ilişkileri sınırlandırmak, Türkiye nin Katar da kurmakta olduğu askeri üssün kapatılması, El Cezire ve bağlantılı yayın ağının kapatılması, ablukacı devletlerin terörist ilan ettiği örgütlerle ilişkilerin kesilmesi ve terör listelerinde yer alanların iadesiydi. Diğer talepler 27

28 güncel 28 de esasında bu çerçevede ele alınan, Katar ın ablukacı devletlerin içişlerine karışmaması, o devletlerdeki muhalif örgütlerle ilişkilerini kesmesi, sonuçta Katar ın kendisini Körfez ve diğer Arap ülkeleri ile aynı hizaya sokması vb. dayatmaları içeren taleplerdi. Katar Dışişleri Bakanı El Sani bunlar talep değil mesnetsiz iddia diyerek dayatmaları kabul etmeyeceklerini söyleyerek; Talep listesinin sunulması yerine öncelikle ilişkilerin kesilmesine gerekçe gösterilen iddiaların masaya yatırılması ve o iddiaların kaynaklarının tüm taraflarca iyice araştırılması gerekiyor. Daha sonra ise tüm tarafların katılımı ile yaşanan krizden çıkılması için ortak çözüme ulaşılacak metin üzerinde anlaşılması gerektiğini düşünüyoruz. (Hürriyet, 29 Haziran 2017) şeklinde bir açıklama yaptı. Buna rağmen talepler listesi hakkında tanınan 10 günlük süre içinde resmi bir cevap verilmesi beklendi. 10 günlük süre bittiğinde arabulucu Kuveyt, Katar ın cevabını 4 Temmuz da vereceğini açıklaması sonucu bu süre 48 saat uzatıldı. Sonuçta Katar talepler listesini mantıklı ve uygulanabilir olmadığı gerekçesiyle reddetti. Katar Dışişleri Bakanı, ABD ve İngiltere nin dışişleri bakanlarının mantıklı ve uygulanabilir bir liste sunma çağrılarına atıfta bulunarak, İletilen taleplerin içeriği, terörle mücadele ile uygulanan ambargonun alakası olmadığının kanıtıdır. biçiminde tavır takındı ve Katar ın vesayeti reddettiğini açıkladı. Söz konusu taleplerin yerine getirilmesinin mümkün olmadığı ise şöyle açıklandı. DEAŞ, El Kaide ve Lübnanlı Şii Hizbullah ile ilişkimizi kesemeyiz; çünkü böyle bir bağlantı yok. İran Devrim Muhafızları üyelerini sınır dışı edemeyiz çünkü Katar da öyle birileri yok. Katar ın talepleri reddetme tavrına karşı ablukacı devletlerin temsilcileri Kahire de toplandı, ablukanın devam etmesine ve gerekirse yeni yaptırımların gündeme getirileceğine karar verip uygun bir zamanda Katar a cevap vereceklerini açıkladılar. Bir yandan 13 talebin müzakereye kapalı olduğu açıklandı, ama aynı zamanda söz konusu talep listesinin artık geçersiz olduğu ilan edildi. Katar ın talepleri reddetme tavrı ise, Katar ın terörizme destek verdiğinin kanıtı olarak gösterildi. Taraflar arasındaki restleşmeye paralel olarak farklı devletlerden yetkililerin uzlaşı çağrıları meydanda dolaşmaya başladı, dışişleri bakanları veya yetkililerinin ablukacı devletler ve Katar yetkilileriyle görüşmeler yapması sıkılaştı. Devlet başkanları (Trump) veya cumhurbaşkanları (Erdoğan) dolaylı ve dolaysız arabuluculuk yapmaya çalıştılar. 19 Temmuz a gelindiğinde medyaya yansıyan bilgilere göre ablukacı devletlerin BM temsilcileri 13 maddelik talep listesi yerine altı (6) maddelik yeni bir talepler listesi sunmuştu. Verilen bilgilere göre bu maddeler 5 Temmuz da Kahire de yapılan toplantıda karara bağlanmıştı. 20 Temmuz tarihli Hürriyet gazetesinin aktarımına göre altı madde içinde terör ve her türlü aşırıcılıkla mücadele, teröristlere finansman ve barınak sağlamanın reddedilmesi, kışkırtma, nefret ve şiddetten vazgeçme, diğer ülkelerin içişlerine müdahale etmeme maddeleri yer almaktadır. Orijinal metnin çevirisi olmadığından bu ifadelerin haber yapan medya mensuplarına ait olduğundan yola çıkılabilir. Buna rağmen söz konusu yeni talepler listesinde Türkiye nin askeri üssünün kapatılması, İran ile diplomatik ilişkilerin kısıtlanması ve El Cezire ve bağlantılı yayın ağının kapatılması vb. taleplerin yeni talepler arasında olmadığı bir durum söz konusudur. Kimi İslamcı haber kaynaklarına göre ise, Katar ın Müslüman Kardeşlere (İhvan) destek vermeme, Sisi yönetimi ile ilişkilerini geliştirmesi konusunda köklü bir siyaset değişikliğine gitmesi yönlü talep de altı talep arasındadır. Bu talepler hakkında Katar ın nasıl bir tavır sergilediği, ya da bunlar üzerine neler görüşüldüğüne dair herhangi bir habere rastlamadık. En son yapılan açıklamalardan biri Ekim ayı başlarında Birleşik Arap Emirlikleri nin üst düzey bir yetkilisinin Katar ın 2022 FIFA Dünya Kupası na (futbol) ev sahipliği yapmaktan vazgeçmesi durumunda, Katar ile diplomatik krizin sona ereceğine yönelikti. Bu açıklama, perde arkasında kimilerinin futbol turnuvasının başka bir ülkede yapılmasını sağlamaya çalıştığına işaret ediyordu. Diğer yandan da bu gelişme -eğer haber doğru ise-, ablukacı devletlerin altı maddelik taleplerinden geri adım attıklarını da gösteren bir gelişmeydi. 8 Eylül 2017 tarihinde, Suudi Arabistan ın veliaht prens i Muhammed bin Selman ile Katar Emiri Şeyh Tamim bin Hamid el Sani arasında, ABD Başkanı Trump ın arabuluculuk yaptığının söylendiği bir telefon görüşmesi gerçekleşti. Hemen ardından Suudi Arabistan, Katar ı olguları çarpıtmak la suçlayarak diyaloğa yeniden son verdi. Bu gelişmeden sonra diyalog ya da pazarlıklar konusundaki haberler, Eylül ayı sonundan itibaren yerini; 2022 yılı Dünya Futbol Kupası bağlamında Katar daki çalışma koşullarının kötülüğü, inşaat işçilerinin ölüm olaylarının ciddi

29 biçimde incelenmediği, sorumluların cezalandırılmadığı, genelde insan haklarının çiğnendiği vb. haberlere bıraktı ve yeniden neredeyse haber verilmez oldu. Sonuçta pazarlık yapılıp yapılmadığı ya da durumun anda nasıl olduğu konusunda tespit yapmak anda mümkün görünmemektedir. Öne Çıkan Diğer Gelişmeler Ablukacı devletlerin 5 Haziran da Katar a karşı tavırlarını ilan etmeleri sonrasında uluslararası düzeyde takınılan tavırlar esasta sorunun diyalog yoluyla çözülmesi gerektiği yönündeydi. Arabuluculuğa aday birçok devlet olsa da Kuveyt resmi arabulucu olarak kabul gördü ve diyalog önerisi yapanlar Kuveyt in arabuluculuğunu desteklediklerini ifade ettiler. Buna rağmen arabuluculukta ABD Dışişleri Bakanı Tillerson önemli rol oynadı, oynuyor. ABD istihbarat yetkililerinin Temmuz ayı ortalarında yaptığı son analizlerde, Katar a karşı abluka adımının tetikçisi olduğu iddia edilen siber saldırının arkasında Birleşik Arap Emirlikleri nin (BAE) olduğu ortaya çıktı. Bilinmeyen şeyin bu saldırıyı BAE nin kendisinin mi yaptığı yoksa başkalarına mı yaptırdığıdır. Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel 3-5 Temmuz tarihlerinde sırasıyla Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve Kuveyt i ziyaret etti ve arabuluculuk yapmaya çalıştı. Sonunda Gabriel Katar ın baştan itibaren sorunu kızıştırmayan ihtiyatlı tavrına övgüler dizdi. Bu arada Körfez ülkelerine terörü finanse etmeye karşı ortak tavır takınma talebinde bulundu. Bu seyahat ve görüşmelerle doğrudan bağlantısı belli olmasa da, bu tarihlerden sonra Katar a Alman inekleri ihraç edilmeye başlandı. Verilen haberler, toplam 4000 kadar inek ihraç edileceğini, Almanya gibi ABD ve Avusturalya nın da Katar a inek ihracatı yapacağını ileri sürmüştür. Katar, bu yolla süt ve süt ürünleri ihtiyacını karşılamak için önlem almış olmaktadır. AB Dış ilişkiler Sorumlusu Mogherini Almanya Dışişleri Bakanı Gabriel ile birlikte 7-8 Temmuz tarihlerinde yapılan G20 Zirvesi sırasında ABD Dışişleri Bakanı Tillerson ile Katar krizi hakkında görüş alışverişinde bulundu Temmuz tarihlerinde Türkiye Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan; Suudi Arabistan, Kuveyt ve Katar seyahatini gerçekleştirdi. Haberlere göre Erdoğan, Körfezdeki kardeşlerimizin kendi aralarında daha güçlü bir dayanışma içinde olmalarını bekliyoruz. Özellikle Suudi Arabistan, Körfez in büyüğü olarak krizin adeta anahtarı konumundadır. İslam dünyasının içinde bu tür dargınlıklar, kırgınlıklar bize yakışmıyor. mesajını vermek için bu ülkelere gidiyordu. Seyahat sonrasında Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İ. Kalın tarafından yapılan açıklamaya göre, Erdoğan ve muhatapları krizin müzakere ve diyalog yoluyla çözümü için mevcut girişimlerin devam ettirilmesi hususunda mutabık kalmışlardır. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ise Ağustos ayı sonlarına doğru bölge turuna çıktı. Lavrov Katar problemi çözülmeden Suriye krizi de çözülmez sloganıyla Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar da görüşmeler yaptı. Bu görüşmelerden önce Lavrov, hiçbir ülkeyle rakip olma niyetinde olmadıklarını, ilgili ülkelerle iyi ilişkilerinden dolayı Katar probleminin bir an önce çözüme kavuşturulması için katkı sağlamak istedikleri yönünde açıklama yaptı. Diplomatik ilişkiler bağlamında özetlediğimiz bu gelişmeler, Katar a abluka kararı ve sonraki dönemde yaşananlar; bu işin içinde çok farklı güçlerin yer aldığını, kulislerde ve perde arkasında gerçekte nelerin konuşulduğunu ya da planlandığını bilmenin çok zor olduğunu, bizim ancak medya üzerinden kamuoyuna yansıyan tavırlar ve gelişmeler temelinde değerlendirme yapma imkanımızın olduğunu göstermektedir. ABD-Katar İlişkileri... ABD nin Katar ile ilişkilerindeki görüntü kısaca şöyledir: Ablukacı devletlerin attığı adım, en başta ABD Başkanı Trump tarafından desteklenmişti. Dışişleri Bakanlığı ve Pentagon ise ABD nin Katar ile ilişkilerinin önemini Trump a anlatma durumundaydılar ve ablukacılara uzlaşma çağrılarında bulunuldu. ABD yönetimi arasındaki bu çelişki Trump ın da arabuluculuk rolüne soyunması ile çözülmüş oldu. Katar ile 12 milyar dolarlık F15 savaş uçağı anlaşması yapıldı, ortak askeri tatbikat gerçekleştirildi. Katar a dayatılan 13 talep sonrası süreçte ise ABD Hükümet Sözcüsü Sean Spicer Katar krizi ni aile içi mesele olarak değerlendirdi ve sorunu söz konusu ülkelerin kendi aralarında çözmesi gerektiğini savundu. Spicer aynı zamanda ABD nin arabulucu bir rol oynamaya hazır olduğunu, ama tartışmalara karışmak istemediklerini de belirtti. Kamuoyuna yapılan bu açıklama aslında çıplak bir yalandı! ABD 29 panorama

30 panorama 30 yetkilileri hem arabuluculuk yapmış hem de tartışmalara katılmış ve de ablukacı devletlerin tavırlarını etkilemede önemli rol oynamışlardır. Katar ile ilişkiler ve anlaşmalar temelinde ise, ablukacı devletlerin dayattığı taleplerin dolaylı olarak Katar a kabul ettirilmesi söz konusudur. Şöyle ki, Katar ablukacı devletlerin taleplerini reddettikten sonra, 11 Temmuz 2017 tarihinde ABD, Katar ile teröre karşı mücadele, terörizmin finanse edilmesini engelleme konusunda anlaşma imzaladı. ABD Dışişleri Bakanı Tillerson: ABD ve Katar birlikte finansmanın izini sürmek, işbirliği yapmak, bilgi paylaşımında bulunmak ve bölgeyi güvenli tutmak için daha çok çaba gösterecek açıklamasını yaptı. Katar Dışişleri Bakanı Suudi Arabistan ve diğer ablukacı ortaklar ını Katar ın ABD ile yaptığı anlaşmaya katılma çağrısı yaptı. Ablukacılar ise ABD-Katar arasında imzalanan anlaşmanın yeterli olmadığını savunarak ablukanın sürdürüleceğini açıkladılar. Bu açıklamaya rağmen bunların Katar a karşı saldırgan tavrı az da olsa gevşemeye başladı. Bu gevşeme durumu Trump ın arabuluculuğuyla 8 Eylül de Suudi Arabistan ve Katar yetkilileri arasında telefon görüşmesi gerçekleşmesine kadar ilerledi. Bu telefon görüşmesinden sonra Suudi Arabistan Katar ile diyaloğu durdursa da bu olgu değişmemektedir. Katar ın Tepkilerinden... Katar a karşı ablukanın, Katar yönetimini dayatılan talepler üzerine pazarlık yapmaya zorlayamamasının nedeni, Katar yönetimi tarafından her tür şoku atlatabilecek kadar paramız çoktur biçiminde dile getirildi. Buna göre 340 milyar dolar kadar rezervleri vardı. Bu rezervle de ablukacı devletlerden ithal ettikleri malların yerine, bu malları İran ve Türkiye gibi devletlerden ithal ettiler. Almanya, ABD ve Avusturalya dan inek ithalini bile gerçekleştirdiler. Buna bağlı olarak ilk günlerde halkın paniğe kapılıp yoğun alışveriş yapma durumu daha sonra yaşanmadı. Sanki herhangi bir abluka yokmuş gibi alışveriş merkezlerinde, dükkanlarda rafların ve dolapların dolu dolu olduğu bir durum söz konusudur. Katar ticari ilişkilerde Türkiye ile ilişkileri geliştirmede, abluka öncesine göre çok daha aktif durumdadır. Türkiye hükümeti de bu fırsatı iyi kullanmaya çalışmakta ve her iki devletin işverenlerinin buluştuğu toplantılar düzenlemektedir. Karşılıklı olarak sadece ticarette değil, yatırım yapma konusunda da birbirini teşvik etmektedirler. Bu arada Doha daki askeri üssün inşası için adımlar atılmıştır. Bunun da ötesinde Katar ile Türkiye Ağustos ayı başlarında ortak askeri tatbikat gerçekleştirmiştir. Katar ABD ile terörizmin finanse edilmesini engelleme konusunda anlaşma imzalamasından kısa süre sonra terör yasası nı değiştirdi. Verilen bilgiye göre Katar Emiri yayınladığı genelgede birey ve kurumlardan oluşan iki terör listesi açıklamıştır. Terör ve terör suçlarını yeniden tanımlamıştır. Terör örgütleri ve terörün fınansmanıyla ilgili düzenlemede bulunmuştur. Somut olarak içeriği anlatılmayan bu değişikliklerin, mantıken ABD ile yapılan anlaşmaya uygun olacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu da Katar ın bu konuda geri adım attığının bir işaretidir. Bunun gelecekte İran, Müslüman Kardeşler (İhvan) ve Hamas gibi güçlere karşı siyasette nasıl bir değişikliği beraberinde getireceğini ise, detayları bilmediğimizden şimdilik tespit edebilecek durumda değiliz. Katar a İran ile diplomatik ilişkilerini kısıtlaması dayatmasına karşı Katar yönetimi, Ağustos ayı sonlarına doğru elçisini İran a gönderdi yılı sonlarında Suudi Arabistan İran ile diplomatik ilişkileri kestiğinde Katar da elçisini geri çağırmıştı. Yaklaşık 20 ay sonra yeniden elçisini Tahran a gönderdi. Bu adım Katar ın kendisine karşı dayatmalara boyun eğme yerine, karşı saldırıya geçme olarak da yorumlandı. Parasına güvenerek biz ablukayı atlatırız diyen Katar yönetimi İtalya ile yedi savaş gemisi almak için 5 milyar avroluk anlaşma imzaladı. Bu arada Katar yönetimi ambargodan zarar görenlere zararlarını ödeyeceğini açıkladı. Ablukadan en büyük zarar gören kesimin inşaat sektörü olduğu da verilen bilgiler arasındadır. Ağustos ayı sonlarında ise Fitch Ratings Katar ın kredi notunu AA dan AA- ye düşürdü. Açıklaması ise uluslararası arabuluculuk çabalarının sürmesine rağmen herhangi önemli bir ilerlemenin kaydedilmemiş olmasıydı. Sonuç olarak tüm gelişmelere rağmen abluka hâlâ sürmektedir. Yakın zamanda gelişmelerin hangi yönde olacağı da belirsizdir. Andaki abluka son bulsa da söz konusu güçler arasındaki çelişkiler yeni çatışmaları gündeme getirecek potansiyeli içinde barındırmaktadır. Görmek için beklemekten başka çözüm yok. 16 Ekim 2017

31 İKTİDAR DALAŞINDAN GÖRÜNTÜLER! panorama - VENEZUELA - Maduro yönetiminin, Chavezcilerin iktidarlarını koruması, esasında devlet kurumlarının -parlamento dışındaki kurumların- hâlâ Chavezcilerin elinde olması ve Anayasa ya göre bunların belirleyici olması sayesindedir. Yüksek Mahkeme nin dört milletvekili hakkında aldığı milletvekilliğini dondurma kararı ile muhalefetin üçte iki çoğunluğu durumu değiştirilmiş, böylece anayasayı değiştirme, yönetim ve ekonomi bağlamında belirleyici kanunlar çıkarma imkânı elinden alınmıştır yılı başlarından beri Chavezciler, muhalefete karşı esasta Başkan Maduro nun kararnameleriyle, mahkeme kararlarıyla ülkeyi yönetmeye çalışmaktadırlar. Dergimizin 180. sayısında Chavezcilerin 6 Aralık 2015 tarihinde yapılan parlamento seçimlerini kaybettiklerini, Demokratik Birlik İçin Masa (MUD) bloğu olarak seçimlere katılan muhalefetin seçimleri kazandığını ve bu zaferi seçimlerden sonra Maduro şahsında Chavezcilerin yönetimine karşı mücadele için kullanmaya başladığını ortaya koymuştuk. Başkan Maduro yu görevinden alabilmek ve iktidara gelebilmek için muhalefetin her yola başvurabileceğini de tespit etmiş ve gelişmeleri ortaya koyduktan sonra şu değerlendirmeyi yapmıştık: Anda görülen şey, yasalar çerçevesinde kalarak Maduro yönetiminin planlarını engellemek ve 17 yıllık Chavezciler döneminde neoliberal ekonomik siyasete ters atılan adımları geri almak, çıkarılan yasaları değiştirmek vb. temelinde en geç 2019 da başkanlık seçimlerini kazanmış olarak iktidarı yeniden ele geçirme hedefini güttükleridir. Kuşkusuz ki andaki görüntü her an değişme potansiyeline sahiptir. Maduro yönetiminin tavrı eğer yaptırımcı ve muhalefete karşı baskıları, şiddeti içeren bir tavır olursa ya da muhalefet çelişkileri kızıştırıp şiddet kullanmaya kadar vardırırsa, yoğun çatışmaların gündeme gelmesi de olasıdır. (YDİ Çağrı sayı 180, S. 41) 10 Şubat 2016 tarihinde yaptığımız bu değerlendirme, daha sonraki süreçte yaşanan gelişmeler tarafından esas hatlarıyla doğrulandı. Söz konusu görüntü değişti. Muhalefet Maduro yu devirmek için elinden gelen her yola, her yönteme başvurdu ve çelişkileri kızıştırdı. Çelişkileri kızıştırdığı yerde yasalara uymama, yasaları tanımama yaklaşımını sergiledi. Maduro yönetimi de iktidarını korumak için kararnameler yayınladı, ekonomide olağanüstü hal ilan etti, uzattı da uzattı. Muhalefete karşı yasalara ve kararnamelere dayanarak sert davrandı, davranmaya devam etmektedir. Muhalefetin saldırıları sonucu çıkan çatışmalarda -sadece Nisan 2017 ile Temmuz 2017 arası dönemde çıkan çatışmalarda- 120 den fazla insan öldürüldü. Bu bağlamda öldürülenlerin çoğu muhalefetin militan ve de saldırgan kesimi tarafından öldürüldü, en az 25 kişinin canlı canlı yakılarak öldürüldüğü bilgisi de medyaya yansıdı. Sonuçta muhalefet Maduro yönetiminden daha saldırgan bir tavır sergiledi. Maduro nun diyalog önerilerini yer yer kabul ettiklerini açıklasalar da ciddi bir diyalog gerçekleşmedi. Diyalog bağlamında ciddi görünen görüşmeler, Eylül ayı ortalarında Dominik Cumhuriyeti nde başladı ve ilk haberler, görüşmelerin olumlu geçtiğini bildirmektedir. Ancak bu, muhalefetin en geç gelecek sene sonlarına doğru yapılması gereken başkanlık 31

32 panorama 32 seçimlerini kazanarak Chavezcilerin yönetimine son verme hedefinden vazgeçtiği anlamına gelmez. Şubat 2016 dan bu yana yürüyen iktidar dalaşından öne çıkan kimi noktalara değinmeden önce, kısaca ekonomik durumu özetleyelim. Ekonomik Durum Krizde... Venezuela ekonomisinin durumu genelde petrol fiyatlarının yükselmesi ya da düşmesine bağlı olarak elde edilen gelire, mali duruma bağlı olarak iyileşmekte ya da kötüleşmektedir. Devlet gelirlerinin %70 inin, son dönemde ise %95 inin petrol satışından geldiği söylenmektedir. Bu ise, daha önceki yazılarımızda da dikkat çektiğimiz Chavezcilerin ekonomideki yanlış siyasetini göstermektedir. Varil başı petrol fiyatlarının yüksek olduğu dönemde, elde edilen gelir ülke içinde üretimi geliştirmek, güçlendirmek için kullanılmadı. Makine üreten makinelerin üretimi, ağır sanayinin gelişmesi ve buna dayanarak tüketim mallarının üretiminin sağlanması vb. ekonomik siyaset, Chavezcilerin siyasetinde yer almadı. 21. yüzyıl sosyalizmi vb. adına ne kapitalizmin ne de sosyalizmin gelişmesinin temeli olan ağır sanayi geliştirildi. Devletleştirme siyaseti ve misyonların sübvanse edilmesi kitlelere sosyalizm olarak sunuldu. İyi de devletleştirmenin kendisi, üretimin ve halka dağıtımın garantisi değil ki! Halkın temel ihtiyaç maddelerinin, yaşamları için zaruri tüm hizmetlerin karşılanması için üretim ve hizmet sektörünün geliştirilmesi, kalkınması gerekir. Devlet eğer şu ya da bu fabrikayı, ya da sektördeki mülkleri devletleştiriyorsa ve bu alanlarda üretimi veya gelir kaynaklarını daha iyi hale getirmiyorsa, o zaman ekonomideki durumun daha da kötüye gideceği garantilidir. Venezuela da Chavezcilerin ekonomideki siyaseti, bağımsızlıktan yana olan ama kapitalizme karşı olmayan ulusal burjuvazinin tavrıdır. Bu tavır kendisini, bir yandan halkçı görünüp kimi devletleştirme adımları atarak halka kimi hizmetler sunma, bir yandan da Venezuela burjuvazisinin gerçek iktidarının ekonomik temeline dokunmaktan kaçınma biçiminde göstermiştir. Sonuçta ulusal burjuvazinin bu siyasetinin, gerçekte ülkenin bağımsız olmasına da engel bir siyaset olduğu Venezuela örneğinde de ispatlanmıştır. Tüketim maddelerinin %70 inden fazlasının ithal edilmek zorunda kalınması, esasında ülke içinde üretimin geliştirilmemiş olmasına dayanmaktadır. Ama bu, aynı zamanda kitlelerin temel ihtiyaçlarını karşılamada -sanayinin veya makinelerin ithal edilmesini bir kenara bıraksak bile- dışa bağımlı olma durumunun sürdürülmesidir. Bu durumda devletin nakit sorunu olmasa bile, tüketim mallarını satan devletlerin herhangi bir amaçla mallarımızı size satmıyoruz vb. diyerek ambargo/abluka tavrı takınması durumunda da, kitlelerin temel ihtiyaç maddelerini ithal edemez. Buna bir de ülke içindeki sermayedarların yönetime karşı tavrı eklenince işler çıkmaza girmektedir. Devletin -ki kapitalist sistem ve burjuvazinin devleti söz konusudur- fiyatları, ekonomi ve mali alanı kontrol ettiği yerde, özel kapitalist kesimin istedikleri gibi soyup sömüremediği, kârlarına kâr katmadığı bir ekonomik durumda, ülke içinde kalmama, sermayelerini kâr getirecek başka ülkelere yatırma vb. durumlar da kapitalizmin doğal işlevi içindedir. Bu kesimin bilinçli olarak Chavezcilerin iktidarını zayıflatmak amacıyla, ülke ekonomisinin daha da kötü hale gelmesi için çalıştıkları da bir başka olgudur. Bunlar ya eldeki malları stoklayarak pazara sunmamakta ya da bu malları değişik gerekçelerle, örneğin elimizde döviz yok vb. gerekçelerle ithal etmemektedirler. Var olan malları kitlelere karaborsada fahiş fiyatlarla satmaktadırlar. Tüm bunların yanı sıra devletin esas gelir kaynağı olan petrol fiyatlarının düşmesi de söz konusu olunca, devlet de halkın temel ihtiyaçları için gerekli malları ithal etmekte zorlanmaktadır. Burada dile getirdiğimiz sorunlar kuşkusuz ki ekonomideki sorunlar arasında sadece birkaçıdır. Buna rağmen bu sorunlardan kaynaklanan gelişmeler ekonomideki kötü duruma katkıda bulunmaktadır. Venezuela ekonomisi 2014 yılından beri gerilemekte, küçülmektedir. Yani ekonomik kriz yaşanmaktadır. IMF verilerine göre Venezuela ekonomisi 2014 de %3,9; 2015 de %6,2; 2016 da %18 küçülmüştür, 2017 için ise %7,4 küçüleceği tahmin edilmektedir. Enflasyon oranı bağlamındaki veriler ise şöyledir: 2015 de %121,7; 2016 da %254,9, 2017 için ise %720,5 tahmin edilmektedir. Öne Çıkan Kimi Gelişmeler Bu ekonomik kriz ve muhalif burjuva kesimin, Chavezci yönetimi ekonomide zor duruma düşürme ve kitleleri yönetime karşı mücadeleye sevk etmeye yönelik çabaları, Venezuela halkının büyük bölümünün yaşam koşullarını kötüleştirmiştir. Burjuva medyanın sosyalist yönetim olarak gösterdiği Venezuela

33 panorama yönetimine karşı propagandası sosyalizm düşmanlığı temelinde yürütülmektedir. Buna bağlı olarak gündeme gelen esas meselelerden biri, gerçeklerin tersyüz edilmesi, kitlelerin bilincinin manipüle edilmesi meselesidir. Gerçeklerin tersyüz edilmesi esasta kitleleri ve özellikle de doğrudan gelişmeleri görmeyen, durumu kendileri yaşamayan dünya kamuoyunu herhangi bir yönetim değişikliğine -bu darbe biçiminde de olabilir- hazırlama amaçlıdır. 6 Aralık 2015 tarihindeki parlamento seçimlerinden sonra Yüksek Mahkeme, Amazona eyaletinde seçilen dört milletvekilinin (biri Chavezci, üçü muhalefetten) milletvekilliklerini dondurmuştu. Buna göre bu milletvekillikleri için yeniden seçim yapılması gerekiyordu. Söz konusu milletvekillerinin parlamentoda milletvekilliği yemini etmemesi gerekiyordu. Fakat yeni parlamento başkanı mahkemenin bu kararına uymadı, muhalif üç milletvekili yemin etti. Yüksek Mahkeme bu tavra karşı, söz konusu milletvekillerinin katıldığı tüm kararları geçersiz ilan etti. Buna karşı ilk önce söz konusu üç milletvekilinin parlamentodan çekildiği açıklandı. Böylece muhalefetin üçte iki çoğunluğu son bulmuştu. Ama bu durum kısa sürdü. Şimdiye kadar söz konusu milletvekilleri için seçim yapılmadığı gibi, muhalif milletvekilleri parlamento toplantılarına katılıp oylamalarda yer aldılar. Bu sorun, iktidar dalaşında iki tarafı karşı karşıya getiren ve şimdilik Chavezcilerin muhalefete parlamenter yolla, yasa değişiklikleriyle iktidara gelme yolunu kapattığı baş sorun olarak kendisini gösterdi. Yüksek Mahkeme söz konusu milletvekillerinin oylamalara katılması durumunda sadece parlamentonun aldığı kararları, çıkardığı kanunları değil, alacağı kararları, çıkaracağı kanunları da geçersiz ilan etmiştir. En son 29 Mart 2017 tarihinde Yüksek Mahkeme, parlamentonun mahkeme kararlarına uymadığı gerekçesiyle parlamentonun yetkilerinin Yüksek Mahkeme tarafından veya Yüksek Mahkeme tarafından belirlenen bir organ tarafından üstleneceğine karar verdi. Tepkiler sonucu Maduro nun Başkan olarak devreye girmesiyle bu karar geri alınsa da, bu karar muhalefetin saldırıya geçmesini tetikledi. Maduro yönetiminin, Chavezcilerin iktidarlarını koruması, esasında devlet kurumlarının -parlamento dışındaki kurumların- hâlâ Chavezcilerin elinde olması ve Anayasa ya göre bunların belirleyici olması sayesindedir. Yüksek Mahkeme nin dört milletvekili hakkında aldığı milletvekilliğini dondurma kararı ile muhalefetin üçte iki çoğunluğu durumu değiştirilmiş, böylece anayasayı değiştirme, yönetim ve ekonomi bağlamında belirleyici kanunlar çıkarma imkânı elinden alınmıştır yılı başlarından beri Chavezciler, muhalefete karşı esasta Başkan Maduro nun kararnameleriyle, mahkeme kararlarıyla ülkeyi yönetmeye çalışmaktadırlar. İktidar dalaşındaki bu temel görüntünün dışında öne çıkan kimi gelişmeler ise kronolojik olarak şöyledir: Parlamento seçimlerini kazandıktan sonra muhalefetin Maduro yönetimini nasıl veya hangi yöntemle devireceği konusunda yürüttüğü tartışma üç-dört ay 33

34 panorama 34 sürdü. Seçenekler arasında, çatışmaları da provoke eden sokak eylemleriyle Maduro yu istifaya zorlamak, parlamentoda anayasal değişikliklerle Maduro nun başkanlık süresini kısaltmak ve Maduro yu görevden alma referandumu vardı Nisan ayı sonunda Maduro yu görevden almak için referandum başvurusu yapmaya karar verdiler. Başvuruyu, Maduro nun başkanlık görevi süresinin yarısının dolduğu Ocak ayında değil de Nisan ayı sonunda yapmaları -referandum için öngörülen 260 günlük süreçten dolayınedeniyle referandumun 2016 yılı içinde yapılması için zaman yetmiyordu. Referandumun 2017 yılında yapılması ve Maduro nun görevden alınması sonucu çıkması durumunda da, andaki Başkan Yardımcısı Maduro nun görevini devralıp 2019 Ocak ayına kadar başkanlığı sürdürecekti. Böylesi bir durumda da muhalefetin başkanlık seçimlerini öne çekme ve seçimi kazanması durumunda yönetime gelmesi söz konusu olmayacaktı. Muhalefet kendi arasında bu tartışmayı yürütürken parlamentoda Yüksek Mahkeme nin kararlarını yok saymaya karar verdiler. Yüksek Mahkeme de bu tavırlarını sürdürmelerini gerekçe gösterip parlamentonun tüm kararlarını geçersiz ilan etti. Bu dönemde Maduro yönetimi muhalefetin istifa çağrılarına ve protestolarına pek kulak asmazken, ekonomide önemli gördüğü dalların yönetimine kimi yüksek rütbeli askerleri atadı. Muhalefet parlamentoda siyasi tutuklu dediği 76 kişi için af kararı çıkardı, Maduro ise bu kararı bunlar siyasi tutuklu değil, katil, kriminel, uyuşturucu satanlar ve teröristlerdir açıklamasıyla veto etti. Muhalefetin sertlik yanlısı kesimi resmi kurumlara, kolluk güçlerine saldırılar gerçekleştirdi, yer yer talan ve yakma (otobüs, bina yakma vb. eylemler) eylemlerini gerçekleştirdi. Venezuela da kuraklık yaşanması, baraj sularının azalması, tüm diğer sorunlara ek olarak elektrik kısıtlamalarını da gündeme getirdi. Muhalefet tüm gücüyle yönetime yüklenip Maduro yu istifaya zorlamaya çalışırken, Maduro elektrik kısıntısı sorununun üzerinden gelebilmek için, çalışma günlerini ve saatlerini azaltmak, 1 Mayıs 2016 da saatleri yarım saat ileri almak; içme suyu, petrol sanayi ve sosyal konut inşası alanları dışındaki alanlarda, günde dört saat elektrik kesme vb. farklı önlemlere başvurdu. Temmuz başlarında kuraklık sona erip yağmur yağmaya başladığında, elektrik kısıntısına son verildi, çalışma günleri ve saatleri yeniden normale döndü. 7 Mayıs 2016 tarihinde muhalefet, parlamentoda devletin konut inşa programını özelleştirme kararı aldı, Yüksek Mahkeme bu kararın Anayasa ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptal etti. 11 Mayıs ta muhalefetle kolluk güçleri arasında çatışma yaşandı. Muhalefetle yönetim arasında çelişki ve çatışmaların sürdüğü ortamda kimi firmalar, tekeller de Maduro yönetimini zayıflatma ve muhalefeti dolaylı olarak destekleme adımları attı. Venezuela nın en büyük tekelleri arasında sayılan ve ülkenin gıda ihtiyaçları bağlamında önemli güce sahip olduğu belirtilen Polar-Holding, arpa eksikliği gerekçesiyle bira üretimini geçici olarak durdurduğunu açıkladı ve bunun nedeninin Maduro yönetiminin ekonomik siyaseti olduğunu propaganda etti. McDonalds BigMac için ekmek yok diyerek BigMac yapmayı durdurdu. Coca Cola şeker yok diyerek sadece şekersiz ürün üreteceğini ilan etti. Başta Alman Lufthansa şirketi olmak üzere Şili ve Brezilya havayolu şirketlerinden bazıları geçici olarak uçuşlarını durdurdu. ABD/CIA ve diğer gizli örgütler kaynaklı; Maduro karşıtı, onun normal görev süresini dolduramayacağı vb. tahminler, yorumlar yaygınlaştırıldı. Muhalefet, referandum kabul edilmezse sosyal isyan çıkar tehditlerini savurdu. Bu ortamda muhalefetin tavrının sertleştiğini, muhalefet yanlısı burjuva medya bile teslim ediyordu. Gerek ekonomik kriz sonucu kitlelerin temel ihtiyaçlarındaki sıkıntılar, gerekse de ülkede var olan üretimin sabote edilmesi Maduro yu idari önlemler de almaya zorladı Nisan ayında temin ve dağıtım için yerel komiteler örgütlemenin yanı sıra, Mayıs ayı ortalarında, kitlelerin temel ihtiyaçlarını karşılamak için ordu ve halk milisleri güçlerinin, yaşam ve temel gıda maddelerinin üretimini ve dağıtımını garanti etmesi konusunda kararname yayınlandı ve bunun için görevlendirme yapıldı. Bu görevle ilişkili bir önlem de dıştan iç işlerine karışmayı önlemek için dış ülke ve güçlerle ilişkilerin denetlenmesine (gerçekte daha da sıkı bir denetime) karar verildi. Bu dönemde Maduro muhalefete ulusal diyalog önerilerinde bulundu. Muhalefetin Vatikan ın diyalog görüşmelerinde yer alması isteği Maduro tarafından kabul edildi. Muhalefetin diyalog bağlamında kendi arasındaki çelişkileri sonucu, 2016 Kasım ayına kadar herhangi bir görüşme gerçekleşmedi. Başkanı görevden alma referandumu için muhalefetin ilk adımda seçmenlerin %1 inin ( kişinin) imzasını toplaması gerekiyordu. Muhalefet Ulusal Seçim Konseyi ne (CNE) imza teslim etti. CNE nin imzaları kontrol etmesi sonucunda, imzala-

35 Venezuela da kuraklık yaşanması, baraj sularının azalması, tüm diğer sorunlara ek olarak elektrik kısıtlamalarını da gündeme getirdi. Muhalefet tüm gücüyle yönetime yüklenip Maduro yu istifaya zorlamaya çalışırken, Maduro elektrik kısıntısı sorununun üzerinden gelebilmek için, çalışma günlerini ve saatlerini azaltmak, 1 Mayıs 2016 da saatleri yarım saat ileri almak; içme suyu, petrol sanayi ve sosyal konut inşası alanları dışındaki alanlarda, günde dört saat elektrik kesme vb. farklı önlemlere başvurdu. rın en azından sinde sahtekârlık yapıldığı ortaya çıktı. Buna göre kişi ölmüştü, kişi seçmen kütüğünde kayıtlı değildi, kişi seçmen yaşından küçük yaş kesimindendi, kişi cinayet, uyuşturucu ticareti, talan, sahtekârlık ve taciz ve tecavüzden dolayı seçim hakkı elinden alınanlardı. Ülke çapında kimliklerin çalınmasından dolayı en az başvuru yapılmıştı. Geri kalan sahte imzalar bağlamında detaylı bilgiler ise dilini anlayabildiğimiz medyaya yansımadı. Bu sahtekârlığa rağmen CNE referandum için gerekli ilk koşulun yerine getirildiğini kabul etti ve ikinci adım için -bu, referandumun yapılması için seçmenlerin %20 sinin imzasını toplama önkoşulunu yerine getirme adımıydı-, Ekim 2016 tarihlerini belirledi. 20 Ekim 2016 tarihinde ise en az beş eyaletin mahkemeleri, imza toplamada sahtekârlık yapıldığı gerekçesiyle kendi eyaletlerinde referandum sürecini, söz konusu sahtekârlıklar düzeltilene kadar durdurma kararı verdi ve CNE ye referandum sürecini tüm ülkede durdurma çağrısı yaptı. CNE de bu durumu göz önüne alarak referandum sürecini durdurdu. Bu gelişmeler ertesinde 2016 Ekim ayı sonuna doğru yeniden protestolarda çatışmalar yaşandı. Muhalefetin başını çekenlerden biri olan Henrique Capriles Radonski referandum sürecinin durdurulmasını gerekçe göstererek orduyu Anayasayı savunmaya, yani darbeye çağırdı. Muhalefet 28 Ekim için 12 saatlik genel grev ilan etti. Maduro muhalefetin grev çağrısına uyup üretimi durduracak firmalara/fabrikalara devlet tarafından el konacağı uyarısı yaptı. Bu arada Maduro 2016 yılı içinde dördüncü kez, asgari ücretlere zam yaptı. Bu gelişmeler arasında CNE 2016 Aralık ayında yapılması gereken eyalet seçimlerinin ertelendiğini, seçimlerin 2017 yılı yaz aylarında yapılacağını açıkladı. Herhangi bir gerekçe ise belirtilmedi. Sonraki dönemde ise seçimlerin 10 Aralık 2017 tarihinde yapılacağı ilan edildi. Ekim ayı sonu Kasım ayı başlarında muhalefet, çatışmalara son vermek ve ekonomik durumu iyileştirmek, halkın gıda ve ilaç ihtiyaçlarını karşılayabilmek amacıyla Unasur devletleri ile Vatikan temsilcileri tarafından, taraflar arasında sağlanan diyaloğa evet dedi. Diyalog görüşmelerinde; çatışmalara, ülke ekonomisine karşı sabotajlara son vermek ve de halkın temel gıda ve ilaç vb. başta olmak üzere tüketim ihtiyaçlarını karşılamaya çalışma konularında anlaştıkları bilgisi, Kasım ayı ortalarında medyaya yansıdı Aralık ayı başlarında öne çıkan gelişme ise, Güney Amerika Ortak Pazarı (Mercosur) üyesi diğer devletler (Arjantin, Brezilya, Paraguay ve Uruguay) tarafından, Mercosur anlaşmasının kurallarına uymadığı gerekçesiyle Venezuela nın Mercosur üyeliğine ara verdiğini açıklamasıydı. Venezuela yönetimi bu kararı geçersiz saydığını açıkladı. Sonuçta söz konusu devletler, 5 Ağustos 2017 tarihinde Venezuela nın daimi olarak Mercosur üyeliğinden atıldığına dair karar verdiler. Kararın gerçekte Mercosur anlaşmasına uymama gerekçesine dayanmadığı, bunun siyasi bir karar olduğu, farklı yorumcuların da değerlendirmesidir yılı sürpriz sayılan kabine değişikliğiyle başladı. Maduro, kimi bakanlıklarda değişiklikler yaparken Başkan Yardımcısı nı da değiştirdi. Önceki Başkan Yardımcısı Aristobulo İsturiz ise belediye ve sosyal hareketlerle ilgili bakanlık görevine atandı. Yeni Başkan Yardımcısı Tareck El Aissami, yıllarında içişleri bakanlığı, sonra da Aragua eyaleti valiliğini yapan, genç ve Maduro nun görevden alınması durumunda onun siyasetinin sürdürücüsü olarak değerlendirilen kişidir. Muhalefet ise Maduro nun görevinden istifa ettiğine dair yalan haberler yaydı, yeniden kışkırtıcı tavırlar sergiledi. Buna rağmen Unasur ve Vatikan aracılığıyla sağlanan anlaşma Mart ayı sonlarına kadar etkisini 35 panorama

36 panorama 36 göstermiş olacak ki, bu dönemde neredeyse herhangi bir çatışma yaşanmadı. Bu ortamı kızıştıran gelişmelerden biri 2017 Mart ayı ortalarında Amerika Devletleri Örgütü nün (OAS) Genel Sekreteri Luis Almagro (Uruguay ın eski Dışişleri Bakanı), 30 gün içinde genel seçimler yapılmazsa Venezuela nın üyelikten atılacağını ifade etti. Böylece OAS ye üye devletlerin Venezuela ya karşı ortak baskısını oluşturmaya çalıştı. OAS üyesi kimi devletler Venezuela yı destekledi ve Venezuela nın iç işlerine karışılmasını protesto ettiler. 26 Nisan 2017 tarihinde Venezuela Dışişleri Bakanı Venezuela nın 27 Nisan da OAS üyeliğinden çıkma sürecinin başlatılacağını açıkladı. 29 Mart 2017 tarihinde Yüksek Mahkeme nin parlamentonun yetkilerini devralmaya yönelik kararı, üç gün sonra geri alınsa da, muhalefetin saldırıya geçmesinin bahanesi oldu. Nisan ayı başından Temmuz sonuna kadar yaşanan protesto ve çatışmalarda öldürülenlerin sayısı 120 den fazlaydı. Kimi bilgilere göre bu sayı 151 e kadar yükseliyordu. Bu protesto ve çatışmalar hakkında somut gelişmeleri yazmak makalemizi daha da uzatacağından dolayı kendimizi bu veriyi aktarmakla sınırlıyoruz yılında iktidar dalaşında Maduro tarafından atılan en önemli adım, Kurucu Meclis i gündeme getirmesiydi. Maduro 1 Mayıs 2017 tarihinde yaptığı konuşmada Kurucu Meclis oluşturulacağını açıkladı. Buna göre Kurucu Meclis yeni bir anayasa oluşturmak; Chavezcilerin yönetimi döneminde elde edilen kazanımların anayasa tarafından korunmasını sağlamak, muhalefet ile yönetim arasında diyalog için daha çok alan açmak vb. için gerekliydi. Aynı zamanda Kurucu Meclis in ve yeni bir anayasanın oluşturulmasının iç savaşı engellemek için tek çözüm olduğu yönlü görüşler savunuldu. Kurucu Meclis in gündeme gelmesine bağlı olarak İçişleri Bakanı Nestor Reverol 2 Mayıs ta, 180 günlük ateşli silah taşımayı yasaklayan kararnameyi yayınladı. Muhalefet ise daha önceleri kendileri yeni bir anayasa talebini dile getirmelerine rağmen, bunu Maduro gündeme getirdiğinde Maduro diktatörlük kurmak istiyor diyerek Kurucu Meclis için seçimleri boykot edeceklerini açıkladılar. Bunun da perde arkasında, muhalefetin yeni anayasa talebinin içerik olarak Chavezcilerinkinden farklı olması olgusu vardır. Muhalefet andaki anayasayı tümden değiştirecek bir yeni anayasa istemektedir. Chavezciler içinse var olan anayasada kimi değişikler, düzeltmeler söz konusudur. Yani yeni dense de, gerçekte 1961 ya da 1999 yılındaki anayasalar gibi bambaşka yeni bir anayasa yapmak söz konusu değildir. 3 Mayıs 2017 tarihinde Maduro Kurucu Meclis bağlamındaki kararnameyi resmen Ulusal Seçim Konseyi ne (CNE) teslim etti ve böylece süreç resmen başlatıldı. 9 Temmuz da ise seçim kampanyası başladı. İlk başta Kurucu Meclis e 500 kadar delegenin seçileceği, yarısının bölgelerden, yarısının da toplumun değişik katmanlarından -işçiler, köylüler, öğrenciler, balıkçılar, indigenler (Venezuella nın yerlileri), emekliler, engelliler, işverenler vd.- oluşturulacağı söylendi. Maduro, Kurucu Meclis in partiler ve elit kesimin egemen olduğu bir meclis olmayacağını, halkın kendi seçtiği delegelerle bir nevi halk meclisi oluşturulacağını savundu. Bunun için her seçmenin iki oy hakkı vardı. Biri bölgedeki temsilci için, diğeri de meslek grubuna göre seçeceği temsilci için kullanacaktı. Kısa sürede ortaya çıkan olgu, delegelerin yarı yarıya bölgesel ve sektörel olarak seçilmeyeceği olgusuydu. Denge üçte iki bölgesel delege seçimi lehine değişmişti. Bu değişikliğin muhalefete verilen bir taviz olduğu yönlü yorumlar yapıldı. Adaylık için kişinin başvurduğu, bunlardan 6120 sinin formalitelere uygun koşulları yerine getirdiği açıklandı ve bunlar 545 sandalye için yarıştı. Muhalefetin boykot tavrı sonucu bu adaylar arasında hükümet karşıtlarının sayısının çok az olduğu belirtildi. Resmi seçim kampanyası sürerken Kurucu Meclis seçimlerini boykot eden muhalefet, yönetimin CNE nin izninin alınmadığı vb. nedenlerle yasadışı ilan ettiği bir referandum gerçekleştirdi. Referandumda, Maduro tarafından önerilen Kurucu Meclis i tanımama; ordu ve devlet memurlarına anayasaya uyma ve parlamentonun kararlarını destekleme çağrısı yapma ve hür ve şeffaf seçimler ve anayasal düzeni sağlamak için ulusal birlik hükümeti oluşturmak için evet mi hayır mı? diye soruldu. Muhalefetin verdiği bilgiye göre kişi muhalefetin referandumu na katılmıştı. Bu veriler kabul edildiğinde, referandum a katılanların oranı seçmenlerin %33 ü kadardır. Oy pusulaları sayıldıktan hemen sonra yakıldığı için verilen bilginin gerçek olup olmadığı bilinmemektedir. Muhalefetin gücünü olduğundan az göstermeye çalışan kimileri, katılımın 2,5 milyon olduğunu, üç soru sorulduğundan 7,5 milyonluk sonuç çıktığı yönünde iddialarda bulundu. 27 Temmuz da İçişleri Bakanlığı binası ile Yüksek Mahkeme binasına helikopterli saldırı gerçekleştiril-

37 di. 15 civarında obüs atışı yapılan saldırıda yaralı veya ölü olmadığı açıklandı. Saldırganlar yayınladıkları videoda Maduro nun hemen istifasını talep ederken Maduro yönetimine karşı mücadele ilan ettiklerini belirttiler. 30 Temmuz 2017 tarihinde Kurucu Meclis için seçim yapıldı. Muhalefet seçimi engellemeye çalıştı. Saldırı ve bloke etme eylemleri sonucu 1200 kadar seçim lokali öngörülen yerlerde değil, güvenliği sağlanan yerlerde açıldı. Seçim günü 200 kadar seçim lokaline saldırıldı, birçok yerde barikatlar kuruldu, kolluk güçlerine saldırıldı. 181 seçim makinesi yakıldı, en az on kişi öldürüldü. Başta kolluk güçlerinden olmak üzere onlarca kişi yaralandı. Muhalefetin saldırıları sonucu yaşanan olaylar, ABD ve AB temsilcileri başta olmak üzere Maduro karşıtları tarafından Maduro yönetimine karşı propaganda da kullanıldı. Seçimlerin kendisine gelince; katılım oranının %41,5 olduğu, rakam olarak kişinin katıldığı ve 545 delegenin (milletvekilinin) seçildiği bir seçim söz konusuydu. Bu, Maduro nun 2013 te aldığı oylardan yarım milyon kadar fazlaydı. Muhalefetin referandum una katılanlar ile Kurucu Meclis seçimine katılanların sayısını karşılaştırdığımızda, muhalefetin 6 Aralık 2015 tarihinde yapılan parlamento seçimlerine göre kadar oy kaybı vardır. Güç dengesinde önemli bir değişiklik olmamıştır. Ama değişen bir şey var; o da halkın iki tarafa da pek güvenmemesidir. Andaki durum Chavez döneminden kötü de olsa ve halkın önemli kesimi Maduro yönetiminden memnun olmasa da, muhalefetin iktidara gelmesi durumunda elde edilen kazanımların -misyonlar, devlet tarafından sübvanse edilen temel ihtiyaçlar vb.- da elden gideceği korkusu hâlâ Chavezcilere oy vermenin önemli gerekçelerinden biridir. 4 Ağustos 2017 tarihinde Kurucu Meclis toplandı ve 5 Ağustos ta işbaşı yaptı! Kurucu Meclis işbaşı yaparken Yüksek Mahkeme son dönemlerde muhalefeti desteklediği görülen Başsavcı Luisa Ortega Diaz ı görevden alma kararı verdi. Kurucu Meclis in görev süresi iki sene olarak öngörülmüştür. Bu süreçte yeni anayasa taslağının hazırlanması, ardından da halka, referanduma sunulması gerekmektedir. Somut olarak sürecin neleri beraberinde getireceği belli değildir. Ama Kurucu Meclis i oluşturmakla Maduro yönetiminin Chavezcilerin iktidarını uzatma taktiğinde önemli bir adım attıkları açıktır. Verilen bilgilere göre Kurucu Meclis, tüm devlet kurumlarının, parlamentonun da üzerinde olan karar verici merci durumundadır. Anayasa değişikliği bağlamında Kurucu Meclis te onaylanan değişikliklere Maduro nun veto hakkı olmadığı belirtilmektedir. Bu durum bir risk olarak görünse de, adayların belirlenmesi ve Chavezcilerin önde gelenlerinin esasta Kurucu Meclis e seçilmesi olgusu ile muhalefetin boykot tavrı göz önüne alındığında, anayasada yapılacak değişikliklerin esasta Maduro yönetiminin istediği değişiklikler olacağı düşünülebilir. Kurucu Meclis seçimlerinden sonra 6 Ağustos ta 20 kadar üniformalı kişi Paramacay askeri üssüne saldırıda bulundu. Verilen bilgilere göre saldırganlardan ikisi çatışmalarda öldürüldü, biri yaralı olmak üzere yedisi yakalanırken, diğerleri kaçabildi. Bu saldırıdan sona durum biraz sakinleşmeye başladı. Dükkanlar ve süpermarketlerin rafları dolmuş, muhalefet görünürde saldırgan tavrından geri adım atmış; 2016 yılında yapılması gereken ama 2017 yılına ertelenen ve 10 Aralık ta yapılacağı belirtilen eyalet seçimlerine katılacağını açıklamış ve Maduro yönetimiyle diyalog görüşmelerini kabul etmiş bir durum söz konusu oldu. Dominik Cumhuriyeti nde yapılan diyalog görüşmeleri Eylül ortasında başladı. Görüşmelerin olumlu geçtiği bilgisi verilse de sonuç belli değildir. İçte durum biraz sakinleşti, ama başta ABD nin (Trump ın da) tehdit ve yaptırımları olmak üzere dıştan baskı değişik biçimlerde sürmektedir. Bu arada Kurucu Meclis 10 Aralık taki eyalet seçimlerini öne alarak 15 Ekim de yapılmasına karar verdi. Eyalet seçimlerinde 23 eyaletin valisi seçilecek ve bunlar eyalet yönetimini oluşturacaklardı. 15 Ekim 2017 tarihinde seçimler yapıldı. Verilen bilgilere göre seçimlere katılım oranı %61,14 idi. 23 eyaletin 17 sini Chavezcilerin, 5 ini de muhalefetin kazandığı açıklandı. Bolivar eyaletinde ise -yazımız yazılırken- kesin sonuç daha belli olmamıştı. Muhalefet ise seçim sahtekârlığı yapıldığı iddiasını öne sürdü. Bu sonuca göre seçimlerin galibi Maduro ve yönetimiydi. Maduro bu sonucu Kurucu Meclis in oluşturulmasına destek olarak yorumladı. Seçimlerden önce 20 eyalet valiliğini elde tutan Chavezciler, Bolivar da da kazanırlarsa iki eyalet valiliğini, kazanmazlarsa üç eyalet valiliğini kaybetmiş olacaklardır. Yani seçimin galibi olunmasına rağmen kayıp yaşanmıştır. Seçim sonuçlarının muhalefet tarafından yeni bir saldırı ve ortamı kızıştırmak için kullanılıp kullanılmayacağı şimdilik belli değildir. İktidar dalaşındaki gelişmelerin hangi yönde olacağını birlikte göreceğiz. 16 Ekim panorama

38 panorama KÖZ ÜN STALİN DOSYASI ÜZERİNE KöZ, Bolşevik Parti nin yozlaşmasının Lenin in ölümü ile başladığını, Lenin dönemindeki Komünist Enternasyonal çizgisi ile Lenin sonrası Komünist Enternasyonal çizgisi arasında fark olduğunu, Stalin döneminde Komünist Enternasyonal in kongrelerini yapamaz hale geldiğini ve dağıtıldığını yazmaktadır! Sosyalizmden geri dönüşte belirleyici olanın elbette parti olduğu bir gerçektir. Ancak KöZ, objektif koşullarında bir etkisinin olabileceği gerçeğini es geçiyor. İkinci Dünya Savaşı nda milyonlarca komünist kadro ölmedi. 600 bin parti üyesi öldü. KöZ, başka yapılar hakkında değerlendirme yaparken, şöyle diyorlar, böyle diyorlar, tespitlerini yapıyor. Somut olarak alıntılarla iddialarını ispatlama gereği duymuyor. 38 KöZ, Kasım 2016 sayısı ile birlikte Stalin Dosyası nı açtı. Stalin Dosyası nda, Stalin in yaşamı, mücadelesi vb. konularda birçok değerlendirmelere yer verilmektedir. Bu yazımızda, KöZ ün Stalin hakkındaki değerlendirmeleri bağlamında, bize önemli görünen kimi konularda tavır takınacağız. Stalin Unutuldu mu? KöZ, genel saptamalarla yazısına başlıyor. Stalin hakkında Neden bu kadar geç kaldık sorularına yanıt arıyor! Stalin in unutulmasının/unutturulmasının sebebi derinleşen tasfiyeciliktir saptaması yapıldıktan sonra, Bugün artık kimse Stalin den bahsetmiyor değerlendirmesi yapılıyor! KöZ e göre; Marksizm ve Milli Mesele kitabının son baskısı bundan on bir yıl önce yapılmış ve bu kitabın kendisi hatırlanmaya muhtaç gelmiş durumda dır. Artık SBKP Tarihi ne kimseler atıfta bulunmuyor vb. (KöZ Gazetesi Kasım 2016 sayısı) KöZ ün bu söylemleri gerçeği yansıtmıyor. Örneğin Marksizm ve Ulusal Sorun kitabının son baskısı Evrensel Yayınları tarafından 2013 de yapıldı. Örneğin Kuzey Kürdistan/Türkiyeli Bolşevikler SBKP tarihine dün olduğu gibi bugün de çokça atıfta bulunuyor vs. KöZ, kendi pratiğinin teorisini yapıyor. Stalin i hatırlamayan KöZ, kendi bakış açısını, kendi pratiğini genelleştiriyor. Stalin i yeni hatırlayan KöZ, tüm devrimci hareketin de Stalin i unuttuğunu sanıyor! KöZ ile tartışıyoruz. Ortak toplantılar yapıyoruz. KöZ ün en azından Yeni Dünya İçin Çağrı Dergisi nin Stalin hakkında yazdıklarını ve yaptığı araştırmaları bilmesi gerekir. Bu yazımızda, Stalin hakkında neler yaptığımızı, yayın faaliyetimizin bir kronolojisini yazmayı gerekli görmüyoruz. Ama sadece iki örnek vermekle yetinelim. Sosyalizmden Geri Dönüş Sorunu başlıklı 498 sayfalık araştırmamızı, Ekim 2015 de, devrimci kamuoyunun bilgisine sunduk. Politik Ekonomi Ders Kitabı temel alınarak, geri dönüşün ekonomik yanının ortaya konulması görevini yerine getirmeye çalışan bu araştırmada, Stalin in, SBKP(B) nin yaptığı hatalar da ortaya konuldu. Dergi sayfalarımızda, Troçkizm, Troçkist Örgütler ve bu örgütlerin Stalin e getirdiği eleştirilere tavır takınan yazılar yayınladık. Troçkizm üzerine yazılan bir dizi yazı kitaplaştırıldı. Kasım 2016 da, Troçkizm Üzerine Yazılar adlı kitap yayınlandı. KöZ e göre, Stalin in unutulması ancak derinleşen tasfiyecilikle açıklanabilir! KöZ, uzun uzun Stalin in nasıl gündemden düştüğünü, Sol un tasfiyeciliğe yöneldiği şeklinde genel değerlendirmeler yapıyor. Eleştirimiz KöZ ün genel değerlendirmeler yapmasına yöneliktir. Tasfiyecilik bağlamında söylenenlerde elbette doğruluk payı da var. 12 Eylül sonrası gelişmeler, Sovyetler Birliği nin dağılması vb. ertesinde tasfiyeciliğin gelişmesi, proletarya diktatörlüğü öğretisinin savunulmaması, legalizmin moda olması, parlamentoya duyulan umutların artması, sistemin temellerine dokunulmadan, sistemin demokratik leşeceği vb. görüşler tasfiyeciliğe örnek olarak verilebilir. KöZ, Stalin Dosyası nı yazmayı yeni hatırlamış olabilir! Ama KöZ, Stalin hakkında başka yapıla-

39 rın yaptığı değerlendirmeleri de yok saymamalıdır. Stalin Dosyası nı hazırlayanlar, kendilerinden önce Stalin hakkında yapılan çalışmaları, araştırmaları es geçmektedir. Örneğin Kuzey Kürdistan/Türkiyeli Bolşevikler daha Sovyetler Birliği çökmeden çok önce, 1978 den itibaren Stalin e yönelen eleştirilere tavır takındı de Stalin hakkında kapsamlı araştırmalarını devrimci kamuoyuna duyurdular. Bu araştırma 1990 da, Dönüşüm Yayınları tarafından Stalin Eleştirileri Üzerine başlığı altında yayınlandı. Artık Stalin hatırlanmıyor! KöZ ün iddiası bu. Arama moturu Google a, Stalin ismini yazdığınızda karşınıza 38 milyon sonuç çıkıyor. KöZ ün dünyada Stalin hakkında basılan kitaplardan haberinin olmadığını varsayalım. Kuzey Kürdistan/Türkiye de son yıllarda Stalin hakkında basılan kimi kitapların dökümü şöyledir: Stalin i Anlamak, Kemal Okuyan, Yazılama Yayınları, İkinci baskı, Ocak Stalin in Baş Celladı: Halk Komiseri Nikolay Yezhov, Marc Jansen/Nikita Petrov, Kalkedon Yayınları, Stalin: Kızıl Çar ın Sarayı, Simon Sebag Montefiore, İthaki Yayınları, Ekim Genç Stalin, Simon Sebag Montefiore, İthaki Yayınları, Kasım Öteki Stalin, Yuri Jukov, Lena Yayınları, Kürtler ve Stalin, Hüseyin Can, Ceylan Yayınları, Mayıs Lenin den Stalin e Rus Devrimi, Edward Hallett Carr, Yordam Kitap, Stalin in Gerçek Yaşamı, Sandro İberieli, Cinius Yayınevi, Stalin ve Demokrasi Trotskiy ve Naziler, Grover Furr, Yazılama Yayınevi, Aralık Stalin: Söylence ve Gerçek, William B. Bland, Su Yayınları, Görüldüğü gibi Stalin hakkında, son yıllarda yayınlanan kitapların sayısı az değildir. Stalin, 20. yüzyıla damgasını vurmuş, Nazi İmparatorluğu nu yenilgiye uğratmış olan ve Sovyetler Birliği nde sosyalizmin inşa edilmesine önderlik etmiş bir marksist-leninisttir. Stalin adı unutulmadı, unutturulmayacaktır. Lenin ve Stalin Arasında İlk Görüş Ayrılığı! KöZ, Aralık 1905 de Finlandiya nın Tammerfors kentinde toplanan Bolşeviklerin Konferansı nda ilk defa Stalin ile Lenin arasında görüş ayrılığının ortaya çıktığını şöyle açıklıyor: 1905 te ayaklanmaya karşı Çar bir danışma meclisi olarak Duma nın açılmasına izin vermiş, seçimler meselesi konferansın gündemine gelmişti. Yerel komitelerden gelen birçok delege gibi Stalin de bu seçimleri tamamen boykot etmeyi savunuyordu. Lenin parlamento kürsüsünü tamamıyla Menşeviklere ve liberallere bırakmayı istemiyor, bu araçtan da devrimin çıkarına uygun şekilde faydalanılmasını istiyordu. Fakat karşılaştığı kuvvetli muhalefet karşısında geri adım attı ki ileride bunu Bolşeviklerin bir hatası olarak değerlendirecekti. (Kasım 2016 KöZ Sayısı) 1905 Devrimi ni tetikleyen, Papaz Gapon önderliğinde işçilerin Çar a dilekçe sunmak için Kışlık Saray a yürümeleri ve silahsız işçilerin üzerine ateş açılması sonucu binden fazla işçinin ölmesidir. Çar ın katliamı sonucu işçi hareketi ve grevler giderek yükseldi. İşçiler, ekonomik grevlerden siyasi grevlere, Çarlık birliklerine karşı yer yer silahlı direnişe geçmeye başladılar. İşçilerin siyasi grevleri Çarlık ülkesini ayağa kaldırdı. Şehirlerden sonra ayaklanma kırsal bölgelere de yansıdı. Çarlık, gelişen eylemlilikleri boğmak için manevralar yapmaya başladı. İşçi-köylü hareketleri eziliyor, milliyetler arasında düşmanlıklar körükleniyordu. Çar, diğer yandan Devlet Duması biçiminde bir temsil kuruluşu toplamayı vaad ediyordu. Bakan Bulygin e, böyle bir Duma için proje hazırlaması talimatını verdi. Ama bu Duma nın hiçbir yasama gücü olmamasını şart koştu. Duma manevrası Çarlık tarafından devrimi boğmak için hazırlanan bir tuzaktı. Bolşevikler, Bulygin Duma sını boykot etti. Menşevikler ise Duma ya katılmayı gerekli gördü. Devrimi boğmak için Çar ın manevraları devam ediyordu. Çar, 17 Ekim 1905 de, bir Manifesto yayınladı. Bu Manifesto, halka, yurttaşlık özgürlüklerinin sarsılmaz temellerini; gerçek kişi dokunulmazlığını, vicdan ve söz özgürlüğünü, toplantı ve örgütlenme özgürlüğünü vaat ediyordu ( Eserler, Cilt XV, J.V.Stalin, s.96, İnter Yayınları, Aralık 1990, İstanbul). Bolşevikler, 17 Ekim Manifestosu nun bir tuzak olduğunu, işçileri silahlanmaya ve silahlı ayaklanma için hazırlık yapmaya başladılar Devrimi yenildi. Aralık 1905 de, Finlandiya nın Tammerfors kentinde Bolşeviklerin konferansı toplandı. KöZ ün iddiası şu: Tammerfors Konferansı nda, Stalin le birlikte birçok delege Lenin ile karşı karşıyadır. Lenin, Duma ya katılmadan yanadır ancak kuvvetli muhalefet kar- 39 panorama

40 kavganın doğrusu / doğrunun kavgası 40 şısında geri çekilmiştir! KöZ, bu iddiasını alıntılarla ispatlama gereği de duymamaktadır. Tammerfors Konferansı nda, Duma seçimlerine katılıp katılmama sorunu üzerine tartışıldı. Tartışmalar sonucunda Konferans bir karar aldı. Sonuç olarak pratikte Konferans kararına uygun davranıldı. Lenin, tek başına kaldığı dönemlerde bile savunduğu görüşlerden taviz vermedi, doğrunun hâkim kılınması için mücadele etti. Tammerfors Konferansı nda Lenin in güçlü muhalefet karşısında, görüşlerinden vazgeçtiği iddiası KöZ ün uydurmasıdır. Lenin, Tammerfors Konferansı ndan sonra yazdığı birçok makalede boykot taktiğinin doğru olduğunu savunmuştur. İşte örnekler: Ocak 1906 Aktif Duma boykotu ne demektir? Boykot, seçimlere katılmayı reddetmek demektir. Biz ne Duma ya girecek temsilcileri, ne ikinci seçmen leri ve ne de vekilleri seçmek istiyoruz. Aktif boykot sadece seçimlerden uzak durmak anlamına gelmez, aynı zamanda seçim toplantılarından sosyal-demokrat ajitasyon ve örgütlenme için en geniş biçimde yararlan mak demektir. Toplantılardan yararlanmak ise, gerek legal (seçmen listelerine kaydolarak), gerekse illegal biçimde bu toplantılara girerek sosyalistlerin tüm programını ve bütün görüşlerini açıklamak, bu Duma nın tüm yalancılığını ve sahtekârlığını göstermek ve kurucu meclis için mücadeleye çağırmak demektir. Seçimlere katılmayı neden reddediyoruz? Çünkü seçimlere katılmakla, elimizde olmadan halkın Duma ya beslediği inancı desteklemiş ve halk temsilciliğinin bu taklidine karşı mücadelemizi zayıflatmış oluruz. Duma bu parlamento değil, otokrasinin kurduğu bir tuzaktır. Seçimlere katılmayı reddederek bu tuzağı bozmak zorundayız. ( Seçme Eserler, Cilt III, V.İ.Lenin, s. 343, İnter Yayınları, Ağustos 1994, İstanbul). Eylül 1906 Duma nın dağıtılması, boykotun 1906 ilkbaharı koşullarında genelde hiç kuşkusuz taktik bakımdan doğru ve yararlı olduğunu şimdi gayet açık şekilde göstermiştir. O günkü koşullar altında sosyal-demokrasi görevini ancak boykotla yerine getirebilirdi: halkı Çar ın anayasasına karşı uyarma zorunluluğu, Kadetlerin cafcaflı seçim yalanlarını eleştirme zorunluluğu her ikisi de (uyarı ve eleştiri) Duma nın dağıtılmasıyla parlak biçimde doğrulanmıştır. (Age, s.373). Görüldüğü gibi KöZ, Stalin ile Lenin i karşı karşıya getirme ve Stalin ile Lenin arasındaki ilk ayrılığın Tammerfors Konferansı nda başladığı şeklindeki çabalaması boşunadır. Lenin, Büyük Sosyalist Ekim Devrimi nden sonra yazdığı Sol Radikalizm: Komünizmin Çocukluk Hastalığı adlı eserinde Zaten Bolşeviklerin 1906 yılında Duma yı boykot etmesi, küçük ve kolay düzeltilebilir de olsa bir hataydı demektedir ( Seçme Eserler, Cilt X, V. İ. Lenin, s. 89, İnter Yayınları, Haziran 1997, İstanbul). Lenin geriye dönük olarak bir değerlendirme yapmaktadır. Lenin, Sol Radikalizm: Komünizmin Çocukluk Hastalığı adlı eserini Nisan 1920 de yazdı de; 1906 Duma boykotunun yanlış olduğu değerlendirmesine dayanarak, Lenin in Tammerfors Konferansı nda, güçlü muhalefet karşısında görüşlerinden vazgeçtiği iddiası ispatlanmayacak bir iddiadır. Devrimci Bir Partinin Gerekliliği Sorunu ve Birinci Enternasyonal KöZ şöyle diyor: Ancak devrimci partinin gerekliliği konusunda hiçbir teredüte yer bırakmayacak kadar net olan Marx ın devrimci partinin sürekliliği konusundaki aynı derecede net değildir. Hatta politik pratiğine bakıldığında Marx ın bu konuda düpedüz yanlış bir tutumu olduğunu söylemek mümkündür. Devrimci partinin ancak devrimci bir dönemde anlamlı bir varlığının olacağından yola çıkan Marx 1848 devrim dalgasının sönmesinin ardından Komünistler Birliği nin kapatılmasının, 1871 de Paris Komünü nün yenilgisinin ardından 1. Enternasyonal in New York a taşınıp tasfiye edilmesinin yolunu döşemiştir. (Kasım Sayısı 2016) Devrimci partinin sürekliliği konusunda Marx ın net olmadığını söylemek, Marx ın öğretisinin kavranmadığına en iyi örnektir. KöZ, Marx ın Devrimci partinin sürekliliği konusunda net olmadığını söylerken, bu söylemini Marx a dayanarak ispatlama gereğini duymuyor. Komünistler Birliği Tüzüğü nde Marx şöyle der: 1. Komünistler Birliği nin amacı, her türlü propaganda ve politik mücadele araçlarıyla eski toplumu parçalama burjuvaziyi devirme, proletaryanın fikirsel, politik ve ekonomik kurtuluşunu komünist devrimi gerçekleştirmektir. Birlik, proletaryanın mücadelesinin geçmek zorunda olduğu çeşitli gelişme aşamalarında, sürekli olarak proletaryanın bütün devrimci güçlerini kendi içinde birleştirmeye ve örgütlemeye çalıştığı gibi, sürekli olarak tüm hareketin çıkarlarını temsil eder; proleter devrimi nihai hedefine ulaşmadıkça giz-

41 li ve dağıtılmazdır. ( Örgütlenme Üzerine, Tüzükler, Lenin&Stalin, s.171, İnter Yayınları). Görüldüğü gibi Komünistler Birliği nin ilk çıkış noktasında, Birlik in amacının ne olduğu çok net olarak ortaya konulmaktadır. İlk çıkış noktasında, eski toplumu parçalamak için politik mücadele araçları ndan bahsedilmektedir. Daha sonra Birinci Enternasyonal in Lahey Kongresi nde, politik mücadele araçları nın sosyalist parti olduğu belirtilmektedir. Komünistler Birliği, proletaryanın ilk enternasyonal örgütüdür. Birliğin kuruluşunun ön aşamasında Marx ve Engels, bütün ülkelerdeki sosyalistleri/işçileri ideolojik ve örgütsel olarak birleştirmek için mücadele ettiler başlarında Marx ve Engels, gizli bir Alman derneği olan Adalet Birliği ne katıldı. Haziran 1847 de, Londra da yapılan kongrede dernek Komünistler Birliği adını aldı. Komünistler Birliği nin isteği üzerine Marx ve Engels, 1848 de Komünist Partisi Manifestosu nu kaleme aldılar. Komünistler Birliği nin amacı, burjuvaziyi alaşağı etmek, sınıf karşıtlıklarına dayalı eski burjuva toplumunu ortadan kaldırıp sınıfların ve özel mülkiyetin olmadığı bir toplum kurmaktı. Marx ve Engels, ilk yola çıktıklarında amaçlarının ne olduğunu net biçimde ortaya koydular. Komünistler Birliği, devrimci proleterlerin yetiştiği bir okul, proletarya partisinin nüvesi ve Birinci Enternasyonal in öncülü olarak önemli bir tarihsel rol oynadı. Komünistler Birliği, Kasım 1852 tarihine kadar varlığını sürdürdü. Komünistler Birliği nin tüzüğünde amacını açıkça formüle eden Marx ın bu tespitlerinden bu yana 170 yıl geçti. Marx ın devrimci partinin sürekliliği konusunda net olmadığını savunan KöZ, öncelikle aynayı kendisine tutmalıdır. Amaç ve İlkelerimiz broşüründe ilkelerini ortaya koyan KöZ, komünist topluma nasıl gidileceği konusunda belirsiz bir çizgiye sahiptir. KöZ, demokratik devrimi, sosyalist devrimi reddetmektedir. Hem «demokratik devrim»cilik hem de «sosyalist devrim»cilik menşevizmden beslenir tespitini yapmaktadır. (Age, s.23) KöZ, proleter devrim yapacak! Proleter devrim nasıl olacak? Rusya da, Lenin Sosyalist Devrim şiarını attığında Menşevizmden mi etkilendi? Büyük Sosyalist Ekim Devrimi başarıya ulaştığında, Menşevizmin damgasını mı taşıyordu? Kafa karışıklığına sahip olan KöZ, Marksizm in Leninizm in abecesi olan ilkeleri kavramamaktadır. Marx ın yaşadığı dönem, kapitalizmin serbest rekabetçi dönemidir. Marx ın yaşadığı dönem, emperyalizm olgusunun henüz olmadığı, dünya üzerinde kapitalizmin ancak dünyanın küçük bir bölümünde egemen olduğu bir dönemdir. Marx, dünyanın gelişmesinin ne yönde olacağını, proletaryanın bütün insanlığı sömürüden kurtarma yeteneğine sahip tek sınıf olduğunu söylüyordu. Marx, geleceğin proletarya önderliğinde gelişecek proleter dünya devriminde, sosyalizmde, komünizmde olduğunu görüyordu. O, proletaryanın devrimini kapitalist dünya çapında bir devrim olarak düşünüyordu. Bütün ülkelerin proleterlerinin mücadelelerini birleştirebilmek için proleter örgütlerin uluslararası alanda birliğini savunuyordu. KöZ, Marx ın Devrimci partinin ancak devrimci bir dönemde anlamlı bir varlığının olacağından yola çıktığını savunuyor! Bu tespit Marx a atılan bir iftiradır. KöZ, Marx ı, Troçki ile karıştırıyor. Öyle ya Troçki de devrimin yükseliş dönemlerinde ortaya çıkıyor, devrimin gerileme dönemlerinde ortadan kayboluyordu. KöZ, dönemin koşullarını dikkate almadan 2017 nin penceresinden Marx dönemini değerlendiriyor! Marx ve Engels, zor koşullarda mücadele ediyorlardı Şubat Devrimi patlak verdiğinde Marx, Belçika dan sınırdışı edildi. Önce Paris e, Mart ta ise Almanya ya gitti. Almanya da, karşıdevrim Marx ı yargı önüne çıkardı. Şubat 1949 da beraat ettikten sonra Almanya dan da sınır dışı edildi. Önce Paris e, sonra ölümüne kadar yaşadığı Londra ya gitti. Birinci Enternasyonal kurulduğunda, Marksizm işçi sınıfı hareketi içerisinde sosyalizm adına konuşan diğer akımlardan daha güçlü değildi. Marksizm, henüz kendisini bilimsel sosyalizm olarak kabul ettirmiş değildi. Proleter olmayan gruplarda, Birinci Enternasyonal de yer alıyordu. Marx ve Engels in amacı, proleter olmayan gruplara karşı ideolojik mücadele vermek ve Marksizmin esas akım haline gelmesini sağlamaktı. Bu dönemde, aynı zamanda sosyalizm adına konuşan bütün akımları, işçi sınıfı içinde asgari müşterek temellerde birleştirmekti. Eylül 1872 de yapılan Lahey Kongresi nde önemli kararlar alındı. Bu kongrede, tüzüğün yedinci maddesine bir ek yapıldı. Ek şöyledir: Madde 7 a. Proletarya, mülk sahibi sınıfların kolektif gücüne karşı mücadelesinde, ancak mülk sahibi sınıflar tarafından kurulmuş eski partiler karşısında ayrı bir siyasal parti haline gelirse, bir sınıf olarak davranabilir. Proletaryanın siyasal bir parti haline gelmesi, toplumsal devrimin ve onun nihai hedefinin, sınıfların 41 kavganın doğrusu / doğrunun kavgası

42 kavganın doğrusu / doğrunun kavgası 42 kaldırılmasının, zaferinin güvence altına alınması için vazgeçilmezdir. İşçi sınıfının, iktisadi mücadele ile zaten sağlanmış olan güçbirliği, bu sınıfın elinde, kendisini sömürenlerin siyasal iktidarına karşı mücadelesinde de bir manivela olmalıdır. Toprak ve sermaye beyleri, iktisadi tekellerini savunmak ve sürdürmek ve emeği köleleştirmek için, hep siyasal ayrıcalıklarından yararlandıklarına göre, proletaryanın büyük görevi siyasal iktidarı ele geçirmek olmalıdır. ( Seçme Yapıtlar, Marx&Engels, Cilt II, s , Birinci Baskı, Sol Yayınları, Temmuz 1977, Ankara). Görüldüğü gibi tüzüğe eklemeler yapılarak, işçi partileri ve sosyalist partilerin ayrı bir siyasal parti haline gelmeleri gerektiği belirtilmektedir. Artık sorun, işçi sınıfı içinde tüm akımları asgari müşterekte birleştirmekten çok işçi sınıfının marksist bir platform temelinde birliğinin sağlanması, marksist/ sosyalist partilerin yaratılması sorunuydu. Birinci Enternasyonal kurulduğu biçimiyle artık miadını doldurmuş bir örgüttü. Lahey Kongresi nde çok açık olarak Bakünincilerle bir ayrışma yaşandı. Bakünincilerin bir bölümü Genel Konsey in dağıtılmasını, bir bölümü ise Genel Konsey in yetkisini gelen mektuplara cevap vermekle sınırlamak gerektiğini savunuyordu! Genel Konsey in New York a taşınmasını öneren Engels dir. Genel Konsey in Nev York a taşınmasının nedenleri vardı. Paris Komünü yenilmişti. Avrupa karşıdevrimciliği Enternasyonal e karşı bir sürek avı başlatmıştı. Genel Konsey in çalışma koşulları olağanüstü kötüleşmiş durumdaydı. Amerika daki ortam Avrupa ya göre biraz daha demokratikti! Lenin Birinci Enternasyonal hakkında şu değerlendirmeyi yapmaktadır: Birinci Enternasyonal tarihsel rolünü oynayıp yerini, dünyanın bütün ülkelerinde işçi hareketinin enlemesine geliştiği, tek tek ulusal devletler zemininde sosyalist işçi kitle partilerinin yaratıldığı çağa bıraktı. ( Seçme Eserler, Lenin, Cilt XI, s. 24, İnter Yayınları, Aralık 1997, İstanbul). Genel Konsey in New York a taşınması üzerine tartışıldı ve Nev York a taşınması kararı alındı. Birinci Enternasyonal, 15 Temmuz 1876 da Philadelphia da toplanan delegeler konferansının aldığı bir kararla kendi kendini dağıttığını ilan etti. Birinci Enternasyonal in dağıtılması doğru bir karardır. Engels, 12 Eylül 1874 te, Sorge ye yazdığı mektupta, Birinci Enternasyonal hakkında bir değerlendirme yapar ve şöyle der: Öyle inanıyorum ki, bir sonraki Enternasyonal Marx ın yazdıkları bir kaç yıl etkisini gösterdikten sonra doğrudan komünist olacaktır ve bizim ilkelerimizin üzerinde yükselecektir. ( Seçme Yapıtlar, Marx ve Engels, Cilt II, s. 519, Birinci Baskı, Sol Yayınları, Temmuz 1977, Ankara). Marx, Gotha Programının Eleştirisi, Alman İşçi Parti sinin Programı na Kenar Notları ında, sosyalist devrim, proletarya diktatörlüğü, kapitalizmden komünizme geçiş dönemi, komünist toplumun iki evresi, sosyalizmde toplumsal ürünün üretimi ve dağıtımı ve komünizmin belli başlı özellikleri, proleter enternasyonalizmi ve işçi sınıfı partisi gibi, bilimsel komünizmin belli başlı konularına ilişkin birçok düşüncesini formüle etti. Marx ayrıca Alman İşçi Parti sinin Programı na Kenar Notları ında, devlet ve proletarya diktatörlüğüne ilişkin teorisini de geliştirdi. Kapitalizmden komünizme geçişte özel bir aşamanın ve buna tekabül eden proletaryanın devrimci diktatörlüğü nün tarihsel zorunluluğuna ilişkin önemli bir önermede bulundu. Marx, Alman İşçi Partisi nin Programı na Kenar Notları nda şöyle der: Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında, birinin diğerine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Buna bir de siyasi geçiş dönemi tekabül eder ki, onun devleti, proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz. ( Gotha Programı nın Eleştirisi, Marx, s. 37, İnter Yayınları, Kasım 1999, İstanbul). Lenin, Marx ın öğretisi hakkında şu değerlendirmeyi yapar: Marx ın devlet ve sosyalist devrim sorununa uyguladığı sınıf mücadelesi öğretisi, zorunlu olarak, proletaryanın politik egemenliğinin, onun diktatörlüğünün, yani hiç kimseyle paylaşılmayan ve doğrudan doğruya kitlelerin silahlı zoruna dayanan bir iktidarın (bby) tanınmasına götürür. Burjuvazinin devrilmesi ancak, burjuvazinin kaçınılmaz, çılgınca direnişini bastırma ve ekonominin yeniden düzenlenmesi için tüm emekçi ve sömürülen yığınları örgütleme yeteneğine sahip proletaryanın egemen sınıf haline yükselmesiyle gerçekleştirilebilir. ( Devlet ve Devrim, Lenin, s. 36, İnter Yayınları, 1999 İstanbul). Marx ın devrimci partinin sürekliliği konusunda net olmadığını ve Birinci Enternasyonal in Genel Konsey ini New York a taşıyarak, Birinci Enternasyonal i tasfiye etmenin yollarını döşediği şeklindeki safsatalar gerçeği yansıtmamaktadır. Marx ın öğretisinden biraz haberi olan bir örgüt, Marx hakkında bu değerlendirmeleri yapamaz, yap-

43 mamalıdır. Sosyalizmden Geri Dönüş Sorunu KöZ ün kimi değerlendirmeleri hakkında daha önce dergimizin 158, 162, 176 ve 186. sayılarında tavır takınmıştık. Stalin Dosyası nda da daha önce tavır takındığımız kimi görüşler tekrarlanıyor. Örneğin Leninist partinin yapısı, Komünist Enternasyonal in ilk dört kongresine sahip çıkmak, Komintern in dağıtılması vb. geri dönüş sorununda daha önce tavır takınmamıza rağmen, bu yazımızda biraz daha sorunun üzerinde durmak istiyoruz. KöZ şöyle yazıyor: KöZ, Bolşevik Partisinin yozlaşmasını da nesnel etmenlerle açıklamak yerine Bolşeviklerin kendi yetersizlikleri ve yanlışları ile açıklamaktadır. Stalin dosyasını açarken altı çizilmesi gereken ikinci ayrım noktası burasıdır. (...) Maocu ve hocacı akımlar SSCB de kapitalizmin restorasyonu için 1964 yılını esas alsalar da karşıdevrimi revizyonist kliğin partiyi ele geçirdiği 1956 yılındaki XX. Kongre ile başlatırlar. Maocu/Hocacı akımlar ise revizyonistlerin partide hakim olmasını esas olarak İkinci Dünya Savaşı nda milyonlarca komünist kadronun ölmesi ile açıklar. (Kasım Sayısı) KöZ, Bolşevik Parti nin yozlaşmasının Lenin in ölümü ile başladığını, Lenin dönemindeki Komünist Enternasyonal çizgisi ile Lenin sonrası Komünist Enternasyonal çizgisi arasında fark olduğunu, Stalin döneminde Komünist Enternasyonal in kongrelerini yapamaz hale geldiğini ve dağıtıldığını yazmaktadır! Sosyalizmden geri dönüşte belirleyici olanın elbette parti olduğu bir gerçektir. Ancak KöZ, objektif koşullarında bir etkisinin olabileceği gerçeğini es geçiyor. İkinci Dünya Savaşı nda milyonlarca komünist kadro ölmedi. 600 bin parti üyesi öldü. KöZ, başka yapılar hakkında değerlendirme yaparken, şöyle diyorlar, böyle diyorlar, tespitlerini yapıyor. Somut olarak alıntılarla iddialarını ispatlama gereği duymuyor. Bütün devrimci örgütler aynı torbaya konulmakta ve genel değerlendirmeler yapmaktadır. Alıntı yapılan yerlerde de, alıntıların kaynağı verilmemektedir. Sosyalizmden geri dönüş sorununda bizim savunduğumuz görüşler tezler halinde şöyledir: Bir Genel Değerlendirme Denemesi/Tezler: Rusya (daha sonra SSCB), şimdiye dek, RKP(B) (Daha sonra SBKP (B); 1952 den sonra SBKP) önderliğinde sosyalist devrimin zafer kazandığı ve proletarya diktatörlüğünün bir süre de olsa yaşandığı tek ülkedir. Bu yüzden sosyalizmin inşası ve sosyalizmden geri dönüş konusunda yapılan analizin çıkış noktası olarak Sovyetler Birliği deneyimi temel alınmalıdır. Bugünkü mücadelemiz için öncelikle Sovyetler Birliği ndeki toplumsal süreçlerin teori ve pratiğinin değerlendirilmesi ve bunlardan öğrenilmesi gereklidir. İkinci Dünya Savaşı ertesinde kurulan halk demokrasili devletler, proletarya diktatörlükleri değildir. Buralarda proletarya diktatörlüğüne geçiş için olumlu şartlar doğru bir biçimde değerlendirilmemiş; proletarya diktatörlüğü marksist-leninist öğretisi çarpıtılarak, demokratik halk iktidarları, proletarya diktatörlüğünün özgün bir biçimi ilan edilmiştir. ÇHC de, BPKD döneminde proletarya diktatörlüğünün kurulması yönünde belli radikal atılımlar yaşanmış olmasına rağmen, proletarya diktatörlüğüne geçiş başarılamamıştır. İlk proletarya diktatörlüğü deneyimi olan Paris Komünü 72 gün yaşamıştır. Paris Komünü sosyalizmin inşası konusunda ancak genel bazı ilkeleri ve alınması gereken tedbirleri ilan edebildi ve fakat bunları hayata geçirebilecek durumda değildi. Sovyetler Birliği ndeki sosyalist inşa deneyimi, insanlık tarihi açısından anlık bir zaman dilimi içinde yaşanmış olan ilk ve şimdiye kadarki tek sosyalizmi inşa deneyimidir. Gerisinde hatalarından da öğreneceği herhangi bir sosyalizmi inşa deneyimi yoktur. Pratik inşa konusunda hemen her şey, Lenin tarafından Rusya Devrimi pratiği içinde geliştirilen, yeni bir aşamaya yükseltilen Marksizm in teorisine de dayanarak, deneme/yanılma yoluyla da öğrenerek yapılmak durumundadır. Toplumun bütün çalışma ve diğer yaşam alanlarında; temelde ve üst yapıda, sınıf ilişkilerinde, tüm insani ilişkilerde gerekli olan radikal değişiklikler konusunda hemen her şey pratikte ilk kez yapılmak durumundaydı. Her ilkte olduğu gibi, pratik içinde deneyip, eleştiri özeleştiri yöntemiyle doğru olan, ileriye götüren bulunmak, işe yaramayan bir kenara konmak zorundaydı. Bazen ilerlemek için geri adımlar atıp, başka yollar, yöntemler bulunmak, yeniden başlamak gerekiyordu. Sömürüsüz, antagonist sınıfların olmadığı bir toplum yaratmak, devrimi kesintisiz sürdürerek komünizme yürümek projesinin bu ilk gerçek uygulamasında yanlışlar, yetersizlikler, kimi çıkmazlara girmek kaçınılmazdı. Sovyetler Birliği nde proletarya diktatörlüğü 1917 Ekim Devrimi nin hemen ertesinde kuruldu. Fakat bu proletarya diktatörlüğü ilk yıllarında emperyalist devletlerin dış desteğine sahip iç gericiliğe karşı bir iç 43 kavganın doğrusu / doğrunun kavgası

44 kavganın doğrusu / doğrunun kavgası 44 savaş yürütmek zorunda kaldı. Bu dönemde uygulanan savaş komünizmi, iktidarın ayakta kalabilmesi için uygulanan, geçici ve zorunlu bir aşama idi. Batı Avrupa da beklenen sosyalist devrimler gelmeyince Rusya tek başına, etrafı emperyalist kapitalist dünya ile çevrili olunan şartlarda, sosyalizmi tek ülkede inşa görevi ile karşı karşıya kaldı. Proletarya diktatörlüğü devrimin ilk yıllarında esas olarak demokratik devrimin çözülmemiş görevlerini çözdü. İç savaş kazanıldıktan sonra geniş köylü kitlelerinin, kent küçük ve orta burjuvazisinin proletarya diktatörlüğüne karşı, karşı devrim saflarına geçmesini engellemek ve sosyalizmin maddi temellerini geliştirmek için NEP e geçildi yılında kırda karşı devrimin sınıfsal temelini oluşturan kulaklara karşı, kısıtlama siyasetinden tasfiye siyasetine geçildi. Bu siyaset aslında sömürücü burjuvazinin arta kalan kesimini sınıf olarak ortadan kaldırmak için ikinci bir devrim hareketi idi. Bu devrim 1934 de kulakların sınıf olarak tasfiyesi ile zafere ulaştı. Sovyetler Birliği nde proletarya diktatörlüğü şartlarında çok zor şartlar altında, etrafı emperyalist ve gerici abluka altındaki tek bir ülkede sosyalizmin inşasına girişilmiş ve sosyalist inşada kısa sürede büyük başarılar elde edilmiştir. Sovyetler Birliği ndeki sosyalizmi inşa deneyimi, inşa döneminde yapılan bütün hatalara rağmen, proletarya diktatörlüğü şartları altında hayatın bütün alanlarında işçiler ve emekçiler lehine muazzam kazanımların mücadeleyle elde edilebileceğini, işçi ve emekçilerin hayatının proletarya diktatörlüğü şartlarında kökten değiştirilebileceğini göstermiştir. Hiçbir sonraki gelişme, hiçbir geri dönüş proletarya diktatörlüğü altında elde edilen muazzam kazanımları ortadan kaldıramaz, unutturamaz. Bu bağlamda proletarya önderliğindeki demokratik halk iktidarları döneminde de işçiler ve emekçiler açısından hayatın her alanında elde edilen kazanımlar, hiçbir burjuva iktidarı döneminde kazanılmış ve kazanılabilecek başarılarla karşılaştırılamayacak kadar büyüktür. Sovyetler Birliği nde 1917 de Ekim Devrimi ertesinde kurulan proletarya diktatörlüğü, proletaryanın öncü kesimini kazanmış olan, proletarya ile yoksul köyülülüğün ittifakını pratikte sağlamış olan komünist partisinin (Bolşevik Parti nin) iktidarı hiçbir burjuva partisi ile paylaşmadığı bir diktatörlüktür. Bolşevik Parti bu diktatörlüğün siyasi yönetici/yönlendirici gücüdür. Sovyetler Birliği nde proletarya diktatörlüğü, Kruşçef modern revizyonist kliği şahsında, burjuvazinin SBKP(B) de ve dolayısıyla SBKP(B) önderliğindeki tüm devlet ve ekonomi aygıtında iktidarı ele geçirmesi ile sonlanmıştır. Revizyonizmin egemenliği burjuvazinin egemenliğidir. Revizyonizmin egemen olduğu yerde proletarya diktatörlüğünden, dolayısıyla sosyalizmden de söz edilemez. Revizyonizmin egemenliği altında yaşayan sosyalizm ülkeleri ilan edilen ülkeler, gerçekte yeni tipte bir burjuvazinin, bürokrat-teknokrat devlet burjuvazisinin sosyalist maskeli, sosyal faşist diktatörlükleridir. Modern revizyonist Kruşçef kliğinin Sovyetler Birliği nde iktidarı bütünü ile ele geçirdiği SBKP 20. Parti Kongresi nde resmen ilan edilmiştir. 20. Parti Kongresi nin önemi, açıkça bütünlüklü revizyonist bir çizgiyi Parti Kongresi nin yüksek otoritesi ile resmi parti çizgisi haline getirmesidir. SBKP de revizyonizm bir anda, 20. Parti Kongresi ile egemen hale gelmemiştir. Bu tarih, bu egemenliğin resmen ve açıkça ilan edildiği tarihtir yalnızca. Revizyonizm aslında Stalin in parti önderliğini yaptığı yıllarda da değişik biçimlerde kendisini göstermiştir. Reziyonizm, Sovyetler Birliği nde 1930 lu yılların ortalarından itibaren parti, devlet ve ekonomi örgütlerinde yöneticiler arasından çıkan, ekonomik olarak küçük üreticilerin ve kolektif çiftçilerin; devlet işletmeleri ve kolektiflerde yöneticilerin; parti ve devlet bürokrasisinde kendi çıkar ve imtiyazlarını sosyalizm maskesi adı altında siyasi olarak savunan görüşler biçiminde kendisini göstermektedir. Sovyetler Birliği nde 1930 lu, 1940 lı yıllarda da bu görüşlere ve taşıyıcılarına karşı sürekli ideolojik ve siyasi mücadele yürütülmüştür. Bu mücadelede yöntemde yer yer küçümsenmeyecek hatalar yapılmıştır. Yöntemdeki bu hatalar revizyonistlere önemli fırsatlar sunmuş, revizyonistler kendilerini gizleme imkânı bulmuştur li yılların başlarında yer yer kendisini gizleyen revizyonizm parti içinde çok önemli mevziler kazanmış durumdadır. Bunda, bir yandan İkinci Dünya Savaşı içinde verilen muazzam kadro kayıpları ve diğer yandan İkinci Dünya Savaşı ertesinde yeniden inşada kazanılan büyük başarıların yarattığı sosyalizm kesin zafer kazandı, artık geri dönüş mümkün değildir düşüncesinin yaygın olduğu ortam, belirleyici rol oynamıştır. Aslında bu düşüncenin yanlış olduğunu, 1952 deki 19. Parti Kongresi Raporu nun Parti bölümü açıkça ortaya koymaktadır. 19. Parti Kongresi nin Parti başlıklı bölümü aslında revizyonizmin parti içinde ne büyük tehlike haline gelmiş olduğunu göstermektedir. SBKP içinde ve DKH içinde İkinci Dünya Savaşı ertesinde iyice gelişen revizyonist görüşlere karşı en başta Stalin

45 mücadele etmiştir. Stalin in 1953 Mart ında ölümü SBKP deki revizyonistlerin önündeki tek ve son freni de ortadan kaldırmış, Stalin in ölümünden sonra, Temmuz 1953 te yapılan MK toplantısında, Kruşçef revizyonizmi ekonomi politikasında, Stalin in katıldığı Politik Ekonomi Ders Kitabı tartışmalarında görüşlerini açıkladığı, SSCB de Sosyalist Ekonominin Problemleri adı altında toplanan yazılarında açıkça karşı çıktığı kimi kararları almayı başarmıştır. Söz konusu toplantıda alınan ilk ekonomik kararlardan biri Makine Traktör İstasyonları nın tasfiyesine götürecek yolu açan bir karar; bir diğeri ağır sanayinin öncelliğini konjonktürel olarak gören bir karardır. Bu aslında revizyonizmin daha Stalin in son döneminde, partinin yönetici kesimi açısından çoğunlukta olduğunu, bu kesimin kendisini gizlediğini gösteren bir olgudur. Revizyonist çizginin daha bu dönemde resmi parti çizgisi haline gelmesini engelleyen faktör Sovyetler Birliği ve SBKP ve bütün Dünya Komünist Hareketi içinde haklı bir saygınlığa ve otoriteye sahip olan Stalin in varlığıdır. Bu durum yıllarında SBKP içinde örgütlenmiş olan komünistlerin önemli bölümünün de gerçek anlamda Marksizm-Leninizm bilimini içselleştirmiş komünistler olmadığını, parti üyelerinin çoğunluğunun marksist-leninist görüşlerle, Marksizm-Leninizm adına savunulan revizyonist görüşler arasındaki ayrımı yapacak durumda olmadığını göstermektedir. Bu durum revizyonistlerin görüşlerini önemli bir direnişle karşılaşmadan parti çizgisi haline getirebilecek durumda olduklarını göstermektedir. Öncü örgütün durumunun bu olduğu bir ortamda Sovyetler Birliği ndeki sosyalizmin henüz işçi ve emekçi kitlelere mal olmamış, yeterince gelişmemiş olduğu çıplak bir gerçektir. Sonuçta bir kişinin varlığı veya yokluğu sosyalizmin varlığı veya yokluğunu belirleyecek durumdaysa, o zaman Sovyetler Birliği nde işçi ve emekçilerin sosyalizme sahip çıktıklarını, onu içselleştirdiklerini söylemek, sosyalist düzenin geri döndürülemeyecek biçimde sağlam olduğunu söylemek yanlıştı, yanlıştır. Bu durumda Stalin in ismi ve kişiliği etrafında yaratılan kişiye tapma kültünün büyük payı vardır. Bu kültün arkasına en ateşli Stalin savunucuları olarak gizlenen revizyonistlerin gerçek yüzünü tabandaki birçok gerçek komünist ve sosyalizmi gerçekten isteyen işçi ve emekçi yığınları görmemiş, görememiştir. Kişiye tapma kültü aslında geçmiş sömürücü toplumlardan devralınan bir kötülüktür. Stalin konusunda kişiye tapma kültünün yaratıcıları ve en ateşli savunucuları ve geliştiricileri, 20. Parti Kongresi nde bu külte karşı mücadele adına Marksizm-Leninizm e saldıran revizyonistler olmuştur. Başta Stalin olmak üzere SBKP içindeki ML lerin bu külte karşı mücadeleleri yeterli bir mücadele değildir. Bunun tehlikeleri marksist-leninistlerce yeterince görülmemiştir, tersine bu tehlike küçümsenmiştir. Geri dönüş konusunda marksist-leninistlerin yaptığı en önemli teorik/siyasi hata, 1930 lu yılların ortalarında ulaşılmış olan büyük başarıyı (eski toplumun sömürücü sınıflarının tasfiye edilmiş olmaları başarısını) kapitalizmin restorasyonunun tüm kaynaklarının kurutulması olarak değerlendirmiş olmalarıdır. Bu her dönemde de var olan küçük üretimden; kollektif çiftlik mülkiyeti içinde gelişen küçük mülkiyetten; kolektif çiftlik mülkiyetinden/grup mülkiyetinden kaynaklanan ekonomik, ideolojik ve siyasi tehlikelerin küçümsenmesi veya görülmemesi anlamına geliyordu. Eski toplumun kalıntılarının gücünün, geleneklerin, alışkanlıkların gücünün küçümsenmesi anlamına geliyordu. Bunun yanında geri dönüş sorunu yalnızca eski kapitalist toplumun şimdi sınıf olarak tasfiye edilmiş olan sömürücü sınıflarının iktidarının yeniden kurulması sorunu olarak görülüyor; bizzat yeni kurulan toplumun içinde yönetici bürokrat-teknokrat kesim içinden yeni bir burjuvazinin çıkma tehlikesi yeterince görülmüyordu. Sovyetler Birliği nde sosyalizmden Geri dönüş eski sömürücü sınıfların iktidarının restorasyonu biçiminde değil, sosyalizmde yeni toplumun bağrından çıkıp gelişen yeni tipte bir burjuvazinin, bürokrat-teknokrat devlet burjuvazisinin iktidarı ele geçirmesi biçiminde oldu. Bu yeni tipte burjuvazinin özelliği esas olarak, üretim araçları üzerinde özel mülkiyete sahip olan, bu konumları ile üretim aracı üzerinde özel mülkiyete sahip olmayan ve yaşamak için emeklerini satmak zorunda olan, işçileri-emekçileri sömüren eski tipte burjuvaziden ayrı olarak, üretim araçları üzerinde özel mülkiyete sahip olmamasıdır. Bu burjuvazi tanımını üretim araçları üzerinde özel mülkiyet üzerinden tanımlayan Marksizm için yeni bir olgu, yeni bir görüngüdür. Sosyalist Sovyetler Birliği nde ve yeni demokratik ülkelerde ortaya çıkan ve gelişen bu yeni tipte burjuvazinin emekçileri sömürüsü doğrudan özel mülkiyet sahipliği üzerinden ücretli emek satın almak ve artı değere bu yolla el koymak biçiminde yürümez. Bunlar görünürde toplumun diğer üyeleri gibi toplumdan emekleri karşılığında, emekleri oranında pay alan bürokratlar, teknokratlardır. Bunları diğer emekçilerden ayıran temel 45 kavganın doğrusu / doğrunun kavgası

46 kavganın doğrusu / doğrunun kavgası 46 özellik yönetici, karar alıcı, toplumsal mülkiyetin nasıl kullanılacağı konusunda belirleyici konumlarıdır. Bunlar toplumsal mülkiyet üzerinde tasarruf hakkına sahiptir. Neyin, ne ölçüde, nasıl üretileceğine, toplumsal ürünün kimler arasında nasıl paylaşılacağına son çözümlemede bunlar karar verir. Toplumsal mülkiyetin nasıl kullanılacağına karar verme konumları, onları toplumun diğer kesimlerinden ayırır. Sosyalist demokrasinin henüz fazla gelişmemiş olduğu, toplumda sosyalist komünist düşüncelerin henüz içselleştirilmemiş olduğu bir ortamda ki bu başlangıcında, kapitalist toplumdan çıkıp gelen bir sosyalist toplum, bir kaç kuşak içinde zaten olacak bir iş değildir bu kesimin bu konumunu kendi zenginleşmesi için kullanması için bütün şartlar vardır. Bu kesimin bu konumlarını kendi zenginleşmeleri için kullanmaları halinde, bu kesimin ekonomik olarak da, toplumsal zenginlikten toplumun geri kalan büyük çoğunluğundan onlarca kez fazla alması; imtiyazlarını sürekli genişletmesi ile ortaya yaşam tarzları itibarıyla, toplumsal zenginlikten aldıkları pay itibarıyla kapitalist toplumdaki burjuvaziden özde farkı olmayan partiyi, sosyalist devlet aracını kullanan yeni tipte bir burjuvazi çıkar: Bürokrat/teknokrat devlet burjuvazisi. Modern revizyonizm bunların ideolojisi ve siyasetidir. Sovyetler Birliği nde sosyalizmden geri dönüş ün ekonomideki sınıfsal temelleri şunlardır: Sanayide: Devlet işletmelerinde büyük ekonomik fonların (müdür fonu) yönetimi tek başlarına kendilerine verilmiş olan, büyük imtiyazlara ve imtiyaz dağıtma imkânlarına sahip işletme müdürleri; onların yardımcıları; işletme bürokrasisinin yönetici kesimleri; işletmelerde plan hedeflerine varıldığında ve bunlar aşıldığında büyük ikramiyeler alan kısım şefleri. Birçoğu işçilikten çıkıp gelen, yükselen yeni teknokrat Sovyet aydınlarıdır. Tabii ki burada saydığım kesimler içinde yozlaşmayan komünistler de vardır. Bunlar revizyonizmin egemenliği sürecinde tasfiye edildiler. Tarımda: Sovhozlarda ve en başta da kolhozlarda toplumsal fonların kullanılmasında belirleyici konumda olan, büyük fonların nasıl kullanılacağı konusunda tek başlarına karar verme yetkisine sahip yöneticiler; bunların yardımcıları; bunların yanında kolhozlarda giderek büyüyen kolhoz çiftçilerinin kişisel çiftlikler indeki özel mülkiyet ve küçük üretim; bunların yanında küçük üretimin henüz bütünüyle tasfiye edilmemiş; kolhoz çiftçilerinin özel/kişisel küçük üretiminin eklenmesi ile giderek büyüyen küçük özel mülkiyet ve küçük özel üretim. Burada da yukarıda yaptığım sınırlama geçerlidir. Her sovhoz yöneticisi vb. mutlaka yozlaşacaktır diye bir kural yoktur. Hizmetler ve finans alanında: Devletin hizmet örgütlerinin yöneticileri de hem karar verici konumları, hem toplumsal zenginlikten aldıkları pay, hem imtiyazları ile yeni tipte burjuvazinin parçalarıdır. Finans alanında devlet tekeli vardır. Bunların yöneticileri de ki tümü partilidir yozlaşmaları halinde, yeni tipte devlet bürokrat/teknokrat burjuvazisinin parçalarıdır. 19. Bu yeni tipte bürokrat devlet burjuvazisi üretim araçları üzerinde özel mülkiyete sahip olmaksızın da var olabilir. Ama küçük özel mülkiyete de, küçük özel mülk sahiplerinin de desteğine ihtiyacı olduğu sürece ve ölçüde bir itirazı yoktur. Tersine bu kesimin de temsilciliğini yapar, onun gelişmesinin yolunu açar. Uzun vadede üretim araçları üzerinde özel mülkiyetin bilinçli tasfiyesi gündeme getirilmediği zaman, özel mülkiyete dayalı kapitalizmin devlet kapitalizmi yanında gelişmesi, bu sektörün büyümesi ve kendisini dayatması kaçınılmazdır. Bu yöndeki gelişmede bürokrat devlet kapitalistleri klasik kapitalizme geçiş sürecinde ülkenin en büyük özel patronları haline gelirler. Rusya da oligarklar denen kesim bu gelişmenin bir örneğini sunmaktadır. ( Sosyalizmden Geri Dönüş Sorunu, H. Yeşil, s , Dönüşüm Yayınları, Ekim 2015, İstanbul ). Stalin Değerlendirmesi KöZ Stalin Dosyası ında, Stalin in hain mi, devrimci mi, Marksizm-Leninizm in bir klasiği mi, Lenin in öğrencisi mi sorularını soruyor? Devam ediyor KöZ: Stalin Marksizmin sadık bir öğrencisi olmak şöyle dursun ürettiği tezlerle, izlediği politikalarla Marksizmden revizyonizme uzanan köprü olmuştur. Stalin yanlışları olsa da büyük devrimciydi kalıbı meselenin özünü bulandırır. (...) Dahası Stalin Lenin in hınk deyicisi olmak şöyle dursun bir dizi konuda onunla ters düşmüştür. (...) Stalin Bolşeviklerin içindeki çoğu devrimci gibi Lenin in yeni önerileri karşısında ayak diremiştir. Dolayısıyla Stalin adlı devrimci sadık bir öğrencisi olarak kalmayı başaramamış olsa da bir hain değildir. (Kasım 2016 Sayısı). KöZ, Stalin bir hain değildir, diyor! KöZ ün en azından Stalin in hain olmadığı konusunda görüşü net. KöZ e göre; Stalin Marksizmden revizyonizme uzanan köprü dür. KöZ, bir dizi iddia öne sürmekte ama iddilarını somut kanıtlarla ispatlama ihtiyacı duymamaktadır.

47 İspatsız iddialar konusunda devrimcilerin tavrı bellidir: Bunlar iftira olarak geri çevrilir. Bu gibi ispat çabası duyulmayan iddialar burjuvazinin cephaneliğinden alınmış, üzerinde durulması zaman kaybı olan boş laftır. Stalin, Lenin in sadık öğrencisidir. Stalin, Sovyetler Birliği nde sosyalist inşaya önderlik eden, Dünya Komünist Hareketi ne önderlik eden, marksizme leninizme katkıda bulunan, Nazi sürülerini inlerine kadar kovalayan savaşın komutanı, en büyük marksist-leninistlerden biridir. Nokta... Sosyalist Ülkenin Dış Politikası ve Milletler Cemiyeti KöZ, Lenin in sağlığındaki Komünist Enternasyonal döneminde Cemiyet-i Akvam ın (Milletler Cemiyeti) iç yüzünün teşhir edildiğini, sosyal pasifizme karşı mücadele edildiğini, oysa Stalin döneminde sosyal pasifizmin SBKP nin çizgisi haline geldiğini ve Sovyetler Birliği nin Birleşmiş Milletler in kurucu üyesi olduğunu belirtmektedir. KöZ e göre; sosyalist bir ülkenin emperyalistlerle ilişki kurmaması gerekir! Savaş çizgisi sosyalist bir ülkenin esas konusu olacak! Eğer KöZ, Stalin dönemini sosyal pasifist olarak adlandırıyorsa, bu savunu, neden emperyalist dünya ile savaşmadınız anlamına gelir. Önce kimi olguları aktaralım. 7 Kasım 1917 de, Büyük Ekim Sosyalist Devrimi zafere ulaştı. Emperyalistler, Rusya daki işbirlikçileri aracılığıyla Ekim Devrimi nin zaferini sonlandırmak için harekete geçti. Dört yıl iç savaş sürdü. Kasım 1917 den,1920 nin sonuna kadar geçen sürede Sovyet Hükümeti, devrimi koruma mücadelesi verdi. Bu süre içerisinde önce Birinci Dünya Savaşı ndan çekildi, ardından bir yandan iç savaş ve yabancı askeri müdahaleyle mücadele ederken, diğer yandan dış ülkelerle ticari ilişki kurmaya çalıştı. İç savaş bittiğinde, açlığın sürdüğü bir ülkede, varolan ekonomik temel üzerinde sosyalizmin inşası mümkün görünmüyordu. Bu yüzden Yeni Ekonomik Politika (NEP) yürürlüğe kondu. Altyapıda kapitalizmin gelişmesine izin verildi e kadar, kapitalist ülkelerin hiçbiri Sovyetler Birliği ni tanımıyordu. Diplomatik ilişki kurmuyordu. Emperyalistler, Sovyetler Birliği ni yıkamayacaklarını gördükleri anda, 1924 ten başlamak üzere ilişki kurmaya başladılar. Ocak 1924 te İtalya, Şubat 1924 te İngiltere ve 1924 Ekim inde de Fransa yeni Sovyet rejimini tanıdı. ABD nin Sovyetler Birliği ni tanıması 1933 tür. Emperyalistlerin Sovyetler Birliği ile ilişki kurmaları, emperyalistlerin Sovyetler Birliği ni yıkmaktan vazgeçtikleri anlamına gelmiyordu. Artık emperyalistler ülkeyi içten yıkmayı önlerine hedef olarak koymuşlardı. Sovyet Rusya, etrafını çevreleyen emperyalist kuşatmaya karşı bir saldırmazlık ve tarafsızlık politikası yürüttü. 17 Aralık 1925 de Paris de Türkiye ile Sovyet Rusya arasında bir dostluk ve saldırmazlık paktı imzalandı. Buna göre, taraflardan biri saldırıya uğradığı takdirde diğeri tarafsız kalacak ve birbirlerine saldırmayacakları gibi, birbirleri aleyhine yönelen ittifak veya siyasal anlaşmalara katılmıyacaklardı Nisan ında Cenova da toplanan ekonomik konferansa Sovyeler Birliği de çağrıldı. Bu konferansta Batılı emperyalistler, Sovyet Rusya dan Çarlık borçlarını ödemesini ve el konulan Batılılara ait malların geri verilmesini istiyorlardı. Sovyet Rusya, Batılıların isteklerini reddetti. 16 Nisan 1922 de, Cenova yakınlarında Almanlarla Rapallo da bir antlaşma imzalandı. Rapallo antlaşması, hükümleri itibariyle önemli değildi. İki taraf aralarında normal diplomatik ilişki kuruyor ve savaşın sonuçları itibariyle karşılıklı olarak her türlü iddialarından vazgeçiyorlardı. Sovyet Rusya birçok ülkeyle anlaşmalar imzaladı. Sosyalist bir devletin emperyalist güçlerle iktisadi ilişkileri nasıl olacaktır? Almanya da, Macaristan da beklenen devrim gerçekleşmedi. Sovyetler, emperyalist kuşatma altında idi. Sovyetlerin savaşacak gücü olmadığı için Brest Litovsk barış anlaşmasını kimi tavizlerle imzalamak zorunda kaldı. Rusya da devrim zafere ulaşmıştı ama Rusya ekonomik olarak geri bir ülke idi. Yeterince birikimi olmayan, en ileri teknolojiye de sahip olmayan bir ülkede iktidarı ele geçiren proletarya, emperyalist güçlerle belli ilişkilere girdi, girmek zorunda kaldı. Petrol/gaz çıkarmak için büyük yatırımlar gerekiyordu. Sovyetler Birliği, Bakü petrolleri konusunda yabancı sermaye ile devlet kapitalisti işletme kurdu. Sovyetler Birliği en ileri tekniğe sahip değildi. En ileri tekniğe sahip başka sosyalist bir ülke de yoktu. Böyle bir durumda ne yapacak sosyalist ülke? En ileri tekniğe sahip olunan emperyalist ülkeden tekniği satın almak zorundadır. Kendi tekniğini de geliştirmek zorundadır. Kendi tekniğini geliştiremediği koşullarda, tekniği satın alınan devlete bağımlı hale gelmesi kaçınılmazdır. Lenin şöyle der: Şimdiye kadar kendimizi savaşın görevlerine uydurduk. Şimdi barış zamanının koşullarına uymak zorundayız. MK, bu görevle karşı karşıya 47 kavganın doğrusu / doğrunun kavgası

48 kavganın doğrusu / doğrunun kavgası 48 bulunuyor; bu, proleter devlet iktidarının varlığı altında aynî vergiye geçme görevidir ve imtiyazlarla sıkı ilişki içindedir. Bu göreve ilişkin olarak özel bir tutum belirleyeceksiniz ve bu özel bir dikkat gerektiriyor. Proleter devlet iktidarı imtiyazlar sayesinde ileri ülkelerin kapitalist devletleriyle bir anlaşma yapma güvencesi elde edebilir ve o olmadan komünist toplum düzeni yolunda ilerlememizin mümkün olmadığı sanayimizin güçlenmesi bu anlaşmaya bağlıdır. (Abç) ( X. Parti Kongresi ne Rapor, Seçme Eserler, Cilt 9, Lenin, s.129, İnter Yayınları, Mayıs 1997, İstanbul). Rusya savaştan öyle bir durumda çıktı ki, hali öldüresiye dövülmüş bir insanın haline benziyordu; yedi yıl boyunca dövülmüştü ve kol değnekleriyle de olsa hareket edebiliyorsa sevinmek gerekirdi! İçinde bulunduğumuz durum budur! Koltuk değnekleri olmadan buradan çıkabileceğimizi sanmak, hiçbir şeyi kavramamak demektir! Diğer ülkelerde devrim olmadıkça kendimizi bu zor durumdan kurtarmak için onlarca yıla ihtiyacımız olacaktır ve burada, sırf ileri büyük kapitalizmin yardımını elde etmek için, ölçüsüz zenginliklerimizden, zengin hammadde kaynaklarımızdan verdiğimiz yüzlerce milyona, evet hatta milyarlara yazık değildir. Bunları daha sonra bileşik faiziyle geri alacağız. Fakat aynı şekilde yıkıma uğramış köylülüğün büyük çoğunluğu oluşturduğu görülmemiş ölçüde yıkılmış bir ülkede proletarya iktidarını sermayenin yardımı bunun için elbette ki yüzlerce faiz koparacaktır olmadan korumak mümkün değildir. Bunu kavramak gerekir. Ve bu yüzden; ya bu tipte ekonomik ilişkiler ya da hiçbir şey. (Age. s ) Lenin in söylediği açık ve net. Lenin in öğrencisi Stalin de, Lenin in söylediklerine uygun bir çizgi izledi. Emperyalist savaşları iç savaşa dönüştürmek Komintern in temel görevi imiş! Ama Stalin, İkinci Dünya Savaşı sırasında anti Hitler koalisyonu içerisinde yer almış! İkinci Dünya Savaşı, emperyalist paylaşım savaşı imiş! KöZ ün bu safsatalarına daha önce tavır takınmıştık. Bir kez daha görüşlerimizi özetleyelim: İkinci Dünya Savaşı, emperyalistler arasında bir savaş olarak başladı. Nazi imparatorluğunun Sovyetler Birliği ne saldırısı ve Sovyet halklarının Stalin önderliğinde savaşın esas unsuru haline gelmesi ile birlikte, İkinci Dünya Savaşı nın niteliğinde bir değişme oldu. Evet, emperyalistlerin kendi aralarındaki çatışmanın, emperyalistlerin dünya hegemonyası için birbiriyle savaşması yanı da vardı ve fakat artık bu yan belirleyici olmaktan çıkmıştı. KöZ ün anlamadığı tarihsel gerçek budur. Naziler 22 Haziran 1941 de, Sovyetler Birliği ne saldırdı. Batılı askeri uzmanlar Sovyetler Birliği nin ne kadar dayanacağını tartışıyordu! Sosyalizmin anavatanının savunulması esas mesele idi. Bütün dünya halkları, Soyyetler Birliği, Nazizmin dünya egemenliğini kurmasına karşı, özgürlüğü için savaşıyordu. Sovyetler Birliği, emperyalistler arasındaki çelişmelerden yararlanarak, anti Hitler koalisyonu kurulması çağrısını yaptı. KöZ, anti Hitler koalisyonu içinde gönülsüz de olsa yer alma durumunda kalan emperyalistlere bakıp, İkinci Dünya Savaşı nın emperyalistler arası paylaşım savaşı olduğunu ilan ediyor! KöZ, Sovyetler Birliği nin Nazi Almanyasını yenilgiye uğratmasını küçümsüyor. KöZ, Nazi faşistlerine karşı kazanılan zaferden tek kelime söz etmiyor. Sovyetler Birliği nin çağrısı üzerine anti Hitler koalisyonu kuruldu. Yapılan anlaşmaya göre 1942 de ikinci cephenin açılması gerekiyordu! Ancak İngiltere ve ABD, Haziran 1944 te, Normandiya dan ikinci cepheyi açtı. İkinci cephenin açıldığı sırada, Kızıl Ordu, Avrupa ya doğru Nazi sürülerini kovalıyordu. İngiltere ve ABD, savaşın seyrinin Sovyetler Birliği lehine geliştiğini gördüklerinde ancak o zaman ikinci cepheyi açtılar. Onların derdi, bir bütün olarak Avrupa nın Sovyetlerin egemenliğine girmesini önlemekti! Savaş sırasında anti Hitler koalisyonun kurulmasını önermek taktiksel bir meseledir. KöZ ün kavramadığı tam da budur Mart ında Japonya, 21 Ekim 1933 de Nazi Almanyası Milletler Cemiyeti nden çıktı. Sovyetler Birliği 18 Eylül 1934 de, Milletler Cemiyeti ne girdi de, Cemiyet-i Akvam ın teşhir edilmesi gayet doğru bir politika idi. Sovyetler Birliği abluka altındaydı. Birinci Dünya Savaşı ndan zaferle çıkan emperyalist ülkeler, Cemiyet-i Akvam ı kurmuştu. Cemiyet-i Akvam ın görevi aynı zamanda Sovyetler Birliği ndeki iktidarı ortadan kaldırmaktı. Bu dönemde Cemiyet-i Akvam ın teşhir edilmesi doğruydu den itibaren, emperyalist ülkeler Sovyetler Birliği ni tanımaya başladı, diplomatik ilişkiler kuruldu e gelindiğinde emperyalistlerin yeni bir savaşın hazırlıkları içinde oldukları görülüyordu. Böyle bir durumda savaşı önlemek için Cemiyet-i Akvam a girmek neden yanlış olsun? İkinci Dünya Savaşı nın bitiminde, Sovyetler Birliği nin Birleşmiş Milletler in kurucu üyeleri arasında yer alması doğrudur. Sovyetler Birliği, Birleşmiş Milletler örgütü içerisinde de emperyalistlerin oyunlarını

49 bozmuş, doğrunun kavgasını vermiştir. KöZ ün yukarıda alıntı yaptığımız Lenin i de eleştirmesi gerekir. Çünkü Lenin, Proleter devlet iktidarı imtiyazlar sayesinde ileri ülkelerin kapitalist devletleriyle bir anlaşma yapma güvencesi elde edebilir ve o olmadan komünist toplum düzeni yolunda ilerlememizin mümkün olmadığını söylüyor. Yine Lenin e göre; diğer ülkelerde devrim olmadığı sürece, emperyalist ülkelerle ilişkiler ve anlaşmalar yapılmak zorundadır. Çünkü elleri mahkûmdur. Stalin, Lenin in çizgisine uygun davranmıştır. Stalin XVII. Parti Kongresi ne sunduğu raporda şöyle diyor: Bizim dış politikamız berraktır. Bu, barışın korunması ve tüm ülkelerle ticari ilişkilerin güçlendirilmesi politikasıdır. SSCB herhangi bir kimseyi tehdit etmeyi, hele herhangi bir kimseye saldırmayı aklından bile geçirmiyor. Biz barıştan yanayız ve barış davasını savunuyoruz. Ama tehditlerden korkmuyoruz ve savaş kundakçılarının darbesine, karşı darbeyle yanıt vermeye hazırız. Barış isteyen ve bizimle işsel ilişkiler için gayret gösteren, bizden her zaman destek bulacaktır. Ama ülkemize saldırmaya kalkışanlara, gelecekte, domuz burunlarını Sovyet bahçemize sokma hevesi bırakmayacak derecede yıkıcı bir ders verilecektir. Dış politikamız budur. Görev, gelecekte de bu politikayı tüm ısrarla ve tutarlılıkla gerçekleştirmektir. ( SBKP(B) XVI., XVII. Ve XVIII. Parti Kongre Raporları, s.161, İnter Yayınları, Haziran 1994, İstanbul). Sosyalist bir ülkenin dış politikası budur. Bu politika leninist bir politikadır. Stalin i sosyal pasifist bir kişi olarak adlandırmak ne anlama geliyor? Emperyalizmin en zayıf halkasında Ekim Devrimi zafer kazanmıştı. Sovyetler Birliği nde başarıya ulaşan devrim, başka ülkelere ihraç edilmedi, edilemezdi. Tabii ki Sovyetler Birliği, ezilen halkların mücadelesini destekledi. Çin devrimi, İspanya İç Savaşı vb. buna en iyi örnektir. Sovyetler Birliği, tüm dünya komünistlerinin anavatanı idi. Ülkelerinden baskıya maruz kalanlar Sovyetler Birliği ne gidiyordu. Başka ülkelerde, beklenen devrimler başarıya ulaşmadığı için önlerinde tek yol vardı. Sovyetler Birliği nde sosyalizmin inşasına girişmek, onu dünya devrimi için güçlü bir üs haline getirmek. Ve bunu yapmaya çalıştılar. Sovyetler Birliği nin, emperyalist ülkelere savaş açmasını beklemek, komünist öğretiden hiçbir şeyin anlaşılmadığı anlamına gelir. Stalin ve Komünizmde Devlet Sorunu KöZ şöyle diyor: Yine Stalin 1936 sonrasında komünizmde devletin varlığını koruyacağını hatta sönümlemek şöyle dursun da kurumlaşacağını söyleyerek marksist devlet teorisini altüst etmiştir. (Kasım 2016 sayısı). Stalin, 18. Parti Kongresi ne sunduğu raporda şöyle der: Daha öteye, ileriye, komünizme doğru gidiyoruz. Devlet, komünizm döneminde de varlığını sürdürecek mi? Evet, eğer kapitalist kuşatma ortadan kaldırılmazsa, eğer dış askeri saldırı tehlikesi yok edilmezse, sürdürecek. Ve kolayca anlaşılır ki, devletimizin biçimleri, iç ve dış durumda ortaya çıkabilecek değişiklikler uyarınca yeniden değişecektir. Hayır, eğer kapitalist kuşatma ortadan kaldırılır, eğer onun yerine sosyalist kuşatma geçerse, devlet, varlığını sürdürmeyecek, yokolacaktır. ( 18. Parti Konresi Raporu, Eserler, Cilt 14, s. 251, İnter Yayınları, Aralık 1993, İstanbul). KöZ ün eleştirisinde haklılık payı olmasına rağmen, Stalin e haksızlık yapılmaktadır. Stalin, komünizmde devletin varlığını kapitalist kuşatmaya bağlamaktadır. Kapitalist kuşatmanın olmadığı koşullarda, devletin varlığının sona ereceğini Stalin de söylemektedir. Stalin in buradaki temel yanlışı tedricen komünizme geçiş dönemi evresine girildiği tespitinde yatmaktadır. Bu söylem yanlıştır. Bunun yanında geri dönüş tehlikesinin içten gelebileceği sorunu da tartışılmamaktadır. Geri dönüşün ancak dıştan gelebilecek bir tehlike ile olabileceği düşünülmektedir. Sosyalizmden Geri Dönüş araştırmasında çıkarılan şu dersler önemlidir. Sosyalizm, ya da komünizmin alt evresi kapitalizmden henüz yeni çıkıp geldiği biçimiyle eski toplumun pisliklerini içinde taşıyan, paylaşımda henüz burjuva hukukunun dar çerçevesini aşamamış olan toplum evresi, çok uzun bir süreyi kapsayan bir kesintisiz devrim sürecidir. Proletarya diktatörlüğü bu evreden bir üst evreye geçişin garantisi, olmazsa olmaz iktidarıdır. Bu evreden kısa sürede komünizme geçilemez. Hele hele bir ülkede bu geçişin tek başına gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Tek ülkede uluslarası alanda proleter devrimin zaferi için çok şeyler yapılabilir, uluslararası alanda komünizme geçişin şartlarını yaratmak için sosyalizmin inşasında büyük ilerlemeler kaydedilebilir, fakat etrafı emperyalizmle sarılı tek bir ülkede komünizme geçilemez! Komünizm herkesin her işi yapabilecek eğitim imkânına sahip olduğu, herke- 49 kavganın doğrusu / doğrunun kavgası

50 kavganın doğrusu / doğrunun kavgası 50 sin hiçbir dış zorlama olmaksızın toplumsal zenginliğe maksimum katkıyı gönüllü olarak yaptığı ve toplumsal zenginlikten kendi belirlediği ihtiyacı ölçüsünde aldığı bir toplumdur. Bayrağında herkes yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre yazan bir bolluk toplumudur. Komünizm kafa-kol emeği arasındaki önemli farklılıkların, kırla-kent arasındaki önemli farklılıkların ortadan kalkmış olduğu, çalışmanın yaşamak için bir zorunluluk olmaktan çıkıp yaşamın ilk gereksinimi haline geldiği, devletin sönüp gitmiş olduğu, insanların yönetiminin yerini şeylerin yönetiminin almış olduğu bir toplumdur. Bu toplum kapitalist toplumunun ekonomik insan ı ile düşünülemez olan, yeni insanın yeni insanlığın toplumudur. Bu toplum ancak çok uzun süreli bir sosyalizm evresi ardından, dünyada sosyalist devletler topluluğu egemen hale geldikten sonra geçilebilir bir toplumdur. Dünya Proletarya Diktatörlüğü komünizme geçiş için ön şarttır. ( Sosyalizmden Geri Dönüş Sorunu, H. Yeşil, s. 462, Dönüşüm Yayınları, Ekim 2015, İstanbul ). Stalin ve Ulusal Sorun KöZ, ulusal sorun bağlamında Lenin ile Stalin arasında çelişmeler keşfetmekte, her nedense iddialarını ispatlama gereği duymamaktadır. Stalin yazılarını okumayan KöZ, Stalin yazılarından bağımsız bir Stalin değerlendirmesi yapmaktadır. KöZ şöyle diyor: Tüm Rusya Sovyetleri Üçüncü Kongresi nde, Rusya Cumhuriyeti nin Federal Kurumları Hakkında bir karar benimsendi. Karar taslağını sunan Milliyetler Halk Komiseri Stalin di. Bu kararda: Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Rusya halklarının gönüllü birliği temelinde, bu halkların Sovyet cumhuriyetlerinin bir federasyonu olarak kurulmuştur. (Bkz. E.H. Car, Bolşevik Devrimi, s. 121, Metis Yayınları) (KöZ Şubat 2017 sayısı). KöZ sapla samanı birbirine karıştırıyor. Üçüncü Bütün Rusya Sovyet Kongresi nde, kabul edilen Bildirge nin yazarı Stalin değil, Lenin dir. Lenin, Emekçi Ve Sömürülen Halkın Hakları Bildirgesi Taslağı nı, 16 Ocak 1918 de, iki Sovyet Kongresi ara sında en yüksek organ görevini üstlenen Sovyetlerin Merkez Yürütme Komitesi ne sundu. Merkez Yürütme Komitesi, bu bildirgeyi oybirliği ile kabul etti. 17 Ocak ta bildirge Pravda da yayınlandı. 18 Ocak ta, Bildirge Bolşevik fraksiyon tarafından Kurucu Meclis e götürüldü. Kurucu Meclis, bu öneri üzerine tartışmayı ret etti. Bunun üzerine Bolşevik fraksiyon Kurucu Meclis ten çekildi, böylece Kurucu Meclis dağıtıldı. 25 Ocak 2018 de, bu bildirge, Üçüncü Bütün Rusya Sovyet Kongresi tarafından kabul edildi. Bu bildirge; Rusya Sovyetler Cumhuriyeti, özgür ulusların özgür birliği temelinde Ulusal Sovyet Cumhuriyetlerinin Federasyonu olarak kurulur tespitine yer verdi. Bolşevik Parti, Sovyet devletinin nasıl olması gerektiği üzerine dönem dönem tartışmıştı. Bildirgede; federatif devlet yapısında karar kılmıştı. Sovyet federal devlet anlayışı, burjuvazinin federatif devlet anlayışından tamamen farklıydı. Sovyet federasyonu, ulusların gönüllü birliği üzerinden yükseliyordu. Bildirgenin ulusal sorunla ilgili bölümleri şöyledir: 1-2) Rusya Sovyet Cumhuriyeti özgür ulusların özgür bir ittifakı temelinde ulusal sovyet cumhuriyetlerinin federasyonu olarak kurulacaktır... VI-... Aynı zamanda Rusya nın bütün uluslarından emek çi sınıflarının gerçekten özgür ve kendi istekleri temelinde olan ve böyle olduğu için de çok daha sıkı ve sağlam olan ittifakını amaçlayan Kurucu Meclis kendi görevini Sovyet cumhuriyetleri federasyonun ana ilkelerini tespit etmekle sınırlar ve onların hangi temelde ve nasıl federatif hükümette ve diğer federatif sovyet kuramlarında yer alacaklarını veya yer alıp almayacak larını karara bağlama işini her ulusun işçi ve köylülerine ve on ların bağımsız Sovyet Kongrelerine bırakır. ( Seçme Eserler Cilt VI, Lenin, s , İnter Yayınları, Kasım 1995, İstanbul). Nisan 1918 de, Bütün Rusya Merkezi Yürütme Komitesi tarafından Stalin in önderliğinde oluşturulan Anayasa Komisyonu bir taslak hazırladı. Bu taslak, Bolşevik Parti Merkez Komitesi nin Lenin önderliğindeki özel bir komisyonunda incelenip onaylandı. 4 Temmuz 1918 de, V. Bütün Rusya Sovyet Kongresi toplandı. Bu Kongre de, Rus Sosyalist Fedaratif Sovyet Cumhuriyeti nin (RSFSC) Anayasa sı kabul edildi. Anayasa, proletarya diktatörlüğünün yasama yetkisine sahip olduğunu belirtiyordu. Merkezi ve yerel iktidar, Sovyet devletinin siyasi temelini oluşturan işçi, asker ve köylü temsilcilerinin Sovyetlerine veriliyordu. Anayasa, Sovyet devletinin ekonomik temelinin ilkelerini yasal olarak teyit ediyordu. Anayasa, özgür ulusların özgür ittifakı temelinde kurulmuş olan Rus Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti ni devlet inşası için temel ilke olarak kabul ediyordu. Anayasa demokratik merkeziyetçilik temelinde inşa edilmiş devlet egemenliğinin yerel ve merkezi organlarının oluşum ve faaliyet sistemini tespit etti Anayasa sı, emekçiler için en geniş demokratik

51 hakları ve özgürlükleri güvence altına alıyordu. Seçme ve bütün devlet organlarına seçilme hakkı vardı Anayasa sında yer alan seçim hakkının bir özelliği vardı. Anayasa, seçim hakkını, bütün sömürücülere, ruhban takımına, eski polis ve jandarmalara veya eski düzeni savunduğu bilinen kişilere vermiyordu. Bu sınırlandırmalar, Sovyet ülkesinin anda içerisinde bulunduğu koşullardan kaynaklanıyordu. Proleterya devletine karşı savaşanlar, emperyalizmle işbirliği içerisinde bulunanlara seçilme hakkı tanınmıyordu. Bu unsurlara seçim hakkı tanımamak, Sovyet devletinin onlara karşı yürüttüğü mücadelenin bir biçimiydi. Bu Anayasa da yer alan seçim hakkının başka bir özelliği daha vardı. Bu özellik de tarihi koşullardan kaynaklanıyordu. İşçilerin sayısal olarak az, köylülerin çok olmasından dolayı işçi ve köylü temsilcileri, Sovyet seçimlerinde eşit normlara göre seçilmiyorlardı. Sovyet iktidarı, Sovyetlerdeki işçilerin payını artırmayı ve devlet yönetiminde işçi sınıfının rolünü garantilemeyi amaçlıyordu. Böylelikle; eşit olmayan seçimlerle Sovyet devleti, devlet yönetiminde işçi sınıfının önder rolünü pekiştirmeyi amaçlıyordu. Ama bu tedbirin geçici bir tedbir olduğu da sürekli vurgulanıyordu. Lenin ile Stalin arasında çelişme arayan ve bu iddialarını ispatlayamayan KöZ şöyle yazıyor: Milliyetler Halk Komiseri olan Stalin kuruluşunda Rusya Federasyonu na dâhil olmayan, ama iç savaş süreci içinde birer Sovyet cumhuriyeti olarak ortaya çıkan Rus İmparatorluğu bileşenlerinin, Rusya federasyonuna katılmasını savunuyordu. Lenin ise buna karşı çıkarak, Çarlık Rusya sı topraklarında beliren Sovyet cumhuriyetlerinin Rusya Federasyonu yla (RSFSC) aynı statüde ve ayrılma hakkına sahip Sovyet Cumhuriyetleri olarak bir birlik oluşturmalarını önermekteydi. Bu birliğin adının da Avrupa-Asya Sovyet Cumhuriyetleri Birliği olmasını savunuyordu. Birlik başkanlığının da dönüşümlü olarak Rus, Gürcü, Ukraynalılardan vb. oluşmasını önermişti. Stalin ise bu devletlerin RSFSC ye katılmasından yanaydı. Üstelik Stalin bu görüşü savunan tek Bolşevik değildi. Kafkasyalı Bolşeviklerin önde gelen temsilcilerinden olan Gürcü asıllı Orjonıkidze gibi aslen Polonya asıllı olan Djerzinski de bu görüşü savunanlardandı. Hatta sonradan Troçki ile birlikte Sol Muhalefet e katılacak olan pek çok Bolşevik de merkeziyetçi bir yapıdan yana idiler. O nedenle bilhassa Kızıl Ordu nun olumsuz sonuçlanan Polonya ya müdahalesinden itibaren bu yönelişe karşı bir tutum benimseyen Lenin büyük ölçüde yalnızlaşmış durumdaydı. Troçki ye bu konuda kendisini desteklemesi için yaptığı çağrı da karşılıksız kalmıştı. (Şubat 2017 sayısı, s.17) KöZ, Stalin düşmanlarının ve Troçkistlerin yalanlarını tekrarlıyor. Gelişmeler şöyledir: Lenin, Bir Transkafkasya Cumhuriyetleri Federasyonu Kurulması Üzerine Öneri Taslağı nı yazdı. ( Ulusal Ve Sömürgesel Ulusal Sorun Üzerine, Lenin, s. 602, İnter Yayınları, Aralık 1998, İstanbul). Lenin in önerisi, Transkafkasya parti ve Sovyet örgütleri nin inisiyatifi ile Kasım 1921 de Rusya Komünist Partisi Merkez Komitesi nin gündemine geldi. Bu dönemde Gürcistan da Menşevikler ve komünist parti içindeki mil liyetçiler, bir federasyon içinde birleşme ye karşı çıkıyorlardı. Gürcistan ın bağımsız devlet olarak kalmasını öneriyorlardı. Gürcistan Komünist Partisi içinde sert tartışmalar yürüyordu. Transkafkasya Federasyonu nu savunan Bolşevikler, böyle bir federasyonun Kafkasya daki ulusal düşmanlıkları ortadan kal dırmak için iyi bir araç olduğunu, böyle bir federasyonun Transkafkasya halklarını birbirine daha da yakınlaştırmasının bir aracı olabileceğini savunuyordu. Lenin bu tartışmaya bir öneri taslağı ile katıldı. Lenin in öneri taslağı şöyledir: BİR TRANSKAFKASYA CUMHURİYETLERİ FE- DERASYONU KURULMASI ÜZERİNE ÖNERİ TAS- LAĞI 28.XI 1)Transkafkasya Cumhuriyetleri Federasyonu ilkesel olarak mutlak doğru ve mutlaka gerçekleştirilmesi gereken bir tedbir olarak kabul edilmelidir. Ancak derhal pratik olarak gerçekleşti rilmesi henüz erken olarak görülmelidir. Yani bunun üzerine tartışılması, bunun propagandası ve aşağıdan Sovyetler tarafından gerçekleştirilebilmesi için belirli bir zamana ihtiyaç vardır. 2)Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan MKİeri (Kafkas Bü rosu üzerinden) Federasyon sorunu üzerine Parti içinde ve işçi- köylü kitleleri arasında en geniş bir şekilde tartışma ve federas yon lehinde enerjik bir şekilde propaganda yapma ve federasyonu her cumhuriyetin Sovyet Kongrelerinde gerçekleştirme göre vi ile görevlendirilir. Buna karşı güçlü bir muhalefetin olması şartlarında RKP MK zamanında ve tam olarak bilgilendirilmeli dir. ( Ulusal Ve Sömürgesel Ulusal Sorun Üzerine, V.İ.Lenin, s.602, İnter Yayınları, Aralık 1998, İstanbul). 51 kavganın doğrusu / doğrunun kavgası

52 kavganın doğrusu / doğrunun kavgası 52 Transkafkasya Cumhuriyetleri Federasyonu nu ilkesel olarak doğru değerlendiren Lenin, Kafkasyadaki konünistlere federasyon lehine propaganda ve Sovyet Kongreleri üzerinden federasyonu gerçekleştirme görev lerinin verilmesi yönünde tavır takındı. Bu Öneri Taslağı Merkez Komitesi Siyasi Bürosu nda, 29 Kasım 1921 de kabul edildi. Transkafkasya Federasyonu nun kurulması yönündeki karar, 12 Mart 1922 de Tiflis te yapılan Transkafkasya Cumhuriyetleri Merkez Yürütme Komitesi toplantısında kabul edildi. Bu toplantı cumhuri yetler arasındaki anlaşmayı da onayladı. Devam edelim. Lenin, 6 Ekim 1922 de, Politbüro için bir not yazdı. Not şöyledir: Büyük Güç Şövenizmine Karşı Mücadele Üzerine Politbüro İçin Not Büyük Rus şovenizmine karşı bir ölüm-kalım mücadelesi açı yorum. Şu allahm belası çürük dişten kurtulduktan sonra, tüm sağlam dişlerimle saldıracağım üzerine. Birliğin Merkez Yürütme Kurulu na sıra ile bir Rus un bir Ukraynalı nın bir Gürcü nün vb. başkanlık etmesi için mutlaka direnmelidir. Mutlaka! Sizin Lenin ( Ulusal Ve Sömürgesel Ulusal Sorun Üzerine, V.İ.Lenin, s.607, İnter Yayınları, Aralık 1998, İstanbul). KöZ, birçok laf kalabalığı yapıyor ama yazdıklarının ne anlama geldiğini düşünemiyor! KöZ diyor ki; Stalin, iç savaş sırasında ortaya çıkan Sovyet cumhuriyetlerinin Rusya Federasyonu na dâhil olmasını istiyor! Lenin, Stalin in önerisine karşı çıkarak, iç savaş sırasında ortaya çıkan Sovyet cumhuriyetleri birliğinin adının Avrupa-Asya Sovyet Cumhuriyetleri Birliği olmasını savunuyormuş! Demek ki neymiş? Lenin ve Stalin, Transkafkasya Cumhuriyetleri Federasyonu nun kurulmasını doğru görüyor. İkisi aynı çizgide. Lenin, Bu birliğin adının da Avrupa-Asya Sovyet Cumhuriyetleri Birliği olmasını savunuyor muş(!) söylemi KöZ ün yalanıdır. KöZ, öteden beri Stalin düşmanları ve Troçkistlerin söylediği yalanları üzerleniyor. Lenin, kurulacak olan Transkafkasya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti Merkez Yürütme Kurulu na başkanlık edecek kişilerin, sırası ile bir Rus un, bir Ukraynalı nın, bir Gürcü nün başkanlık etmesini mutlaka istemektedir. Lenin in notu, çok uluslu bir devlette ulusal güvensizlik ortamını ortadan kaldır mak ve tam eşitliği pratikte de uyguladığını göstermek açısın dan önemlidir. 13 Aralık 1922 de Bakû da toplanan Birinci Transkafkasya Sovyet Kongresi, Transkafkasya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti nin kurulması kararını aldı. Lenin in yalnız kaldığı, Troçki den yardım istediği, Troçki nin Lenin e destek vermediği vb. şeklindeki söylemler, KöZ ün uydurmalarıdır. Lenin in Vasiyeti KöZ şöyle yazıyor: Bu görüş ayrılığı Lenin in 1956 da gün ışığına çıkan son mektuplarında yer alan ama ölümünden beri Bolşevik Parti Merkez Komitesine iletilmiş olan Gürcistan ve özerklik meselesi hakkında Stalin e yönelik eleştirisine yansıyan ayrılıktır. Bu mektupta Stalin den «kaba Rus milliyetçisi Gürcü» diye söz etmesi bilhassa Troçkistlerin en çok istismar ettiği sözlerdendir. (Agy, s.17) KöZ, Lenin ile Stalin arasındaki görüş ayrılığına örnek olarak Gürcistan sorunu ve Lenin in son yazdığı mektupları örnek olarak veriyor. Lenin in son mektuplarının da 1956 da gün ışığına çıktığını söylüyor! KöZ, Kruşçef in XX. Parti Kongresi nde, Stalin hakkında sunduğu gizli söylevine dayanıyor. KöZ yanılıyor. Anlatalım: Lenin, Aralık 1922 de çeşitli konularda bazı düşüncelerini dikte eder. Bu çeşitli düşünceler arasında, Lenin in, partinin yöneticileri durumunda olan bazı kişiler hakkında da görüşleri, değerlendirmeleri vardır. Lenin in bu mektubunun örgütsel konularla ilgili olmayan bölümleri Pravda da yayınlanır. Mektubun tümü ise XIII. Parti Kongresi delegeleri tarafından okunur. 24 ARALIK 1922 TARİHLİ MEKTUBA EK Stalin aşırı kaba, ve biz komünistler arasındaki ilişkilerde ve bizim içimizde taşınabilecek olan bu kusur, bir Genel Sekreter için göz yumulmayacak niteliktedir. İşte bu nedenle, Stalin i o görevden uzaklaştırmanın ve yerine yoldaş Stalin e oranla bir tek üstünlüğü olan, yani daha hoşgürülü, daha sadık, daha saygılı, daha nazik, yoldaşlara karşı daha dikkatli ve daha az kaprisli davranan birini getirmenin yolunu aramalarını yoldaşlarıma öneriyorum. Bu durum, ihmal edilebilecek önemsiz bir ayrıntı gibi görünebilir. Oysa, olası bir bölünmeye karşı savunma açısından ve yukarda değindiğim gibi Stalin ile Troçki arasındaki ilişkiler açısından, bunun önemsiz bir ayrıntı olmadığı, sonu-

53 cu etkileyebilecek önemde bir ayrıntı olduğu kanısındayım. 4 Ocak 1923 Lenin ( Son Yazılar/Son Mektuplar, Lenin, s , Ser Yayınevi; Lenin, Toplu Eserler, Almanca, Cilt 36, s ). Lenin mektubunu XIII. Parti Kongresine hitaben yazar. Lenin in mektubu XIII. Parti Kongresi nde okunur. XIII. Parti Kongresi, mektubun örgütsel konuları içerdiğinden ötürü oybirliği ile mektubun yayınlanmaması kararını alır. Troçki, Kamenev ve Zinovyev de, mektubun yayınlanmaması yönünde oy kullanır. Stalin, XIII. Parti Kongresi nde, Genel Sekreterlik görevinden alınmasını önerir. Kongre, oybirliği ile Stalin in Genel Sekreterlik görevinde kalması kararını alır. XIII. Parti Kongre sinden sonra, yapılan ilk Merkez Komitesi toplantısında Stalin, Merkez Komitesi üyelerinden, Genel Sekreterlik görevinden almalarını ister. Merkez Komitesi, Stalin in önerisini reddeder. Partiden atılan Max Eastman, Sovyetlerden ayrılır, Lenin in Ölümünden Sonra başlıklı bir kitap yazar. Eastman kitabında, Lenin in vasiyetinin gizlendiği vb. yazar. Parti, Troçki den Max Eastman ın iddiaları hakkında tavır takınmasını ister. Troçki 1925 de şu tavrı takınır: Eastman kitabının birçok yerinde, Lenin in hayatının son döneminde yazdığı son derece önemli belgeleri (ulusal sorunlar hakkında vasiyeti olarak anılan mektuplar) MK nın partiden sakladığını söylüyor; buna, partimizin MK sına atılan iftiradan başka bir isim verilemez. ( Hruşçov un Yalanları, SBKP(B) XX. Kongresinde Yapılan Suçlamalar Hakkında, aktaran Grover Furr, s. 309, Yordam Kitap, Kasım 2011, İstanbul). Görüldüğü gibi, Lenin in vasiyeti meselesi 1925 te kamuoyu önünde tartışılmıştır. Max Eastman, Troçkist çevrelerden derlediği dedikodular temelinde kitap yazmıştır. Troçki, Bolşevik sayı 16 da, Eastman ın iddialarının doğru olmadığı ile ilgili bir yazı yazmıştır. Daha sonra, Troçkistler, modern revizyonistler açısından, Lenin in vasiyeti ni, Lenin ve Stalin arasındaki önemli görüş ayrılıklarının kanıtı olarak kullanılmaktadır! KöZ için de Lenin in vasiyeti, Lenin ve Stalin arasındaki önemli görüş ayrılıklarının bir kanıtıdır. Demek ki Lenin in son mektupları ilk defa 1956 da gün ışığına çıkmamış! KöZ, Lenin in mektubunda Stalin den «kaba Rus milliyetçisi Gürcü» diye söz ettiğini söylüyor! Lenin in konu ile ilgili mektubunu yukarda alıntıladık. Bu mektupta Rus milliyetçisi Gürcü şeklinde bir kelime yoktur. KöZ, açıkça Lenin i çarpıtıyor. KöZ, Troçkistlerin, Stalin düşmanlarının paslı silahlarına dayanıyor. Ulusal sorunda, Lenin ile Stalin arasında ayrılık olduğunu, 1926 dan beri söyleyen Troçkistlerdir. Gürcistan Sorunu Lenin, 30/31 Aralık 1922 de yazdığı mektuplarda, Milliyetler ya da Otonomizasyon Sorunu başlıklı bölümde de Stalin e; özellikle de Cerjinski ve Orconikidze ye bazı eleştiriler getirir. (Bkz. Ulusal Ve Sömürgesel Ulusal Sorun Üzerine, V.İ.Lenin, s , İnter Yayınları, Aralık 1998, İstanbul). Stalin, KEYK in VII. Genişletilmiş Toplan tısı nda 13 Aralık 1926 da yaptığı kapanış konuşmasında Troçki nin Stalin ulusal sorunda oldukça büyük bir yanlış yap tı iddiası üzerinde durmakta, Gürcistan meselesi hakkında şu tavrı takınmaktadır: Troçki konuşmasında Stalin in ulusal sorunda oldukça büyük bir yanlış yaptığını bildirdi. Ama nasıl bir yanlış, hangi koşullarda, Troçki bunu elbette söylemedi. Bu doğru değildir yoldaşlar, bu bir iftiradır. Benim hiçbir zaman ne Parti ile ne de Lenin ile ulusal sorunda herhangi bir görüş ayrılığım olmamıştır. Troçki burada önemsiz bir olayı açıkca ima ediyor. Yoldaş Lenin, beni XII. Parti Kongresinden önce Gürcü yarı-milliyetçilerine karşı, kısa bir süredir Fransa da ticaret temsilcisi olan Mdivani gibi yarı-komünistlere karşı aşırı sert bir örgütsel siyaset izlediğim ve onları takip altında tuttuğum şeklinde uyardı. Ama daha sonraki olaylar, bu sapkın ların, Mdivani gibilerinin, gerçekte, benim Partimizin Merkez Komitesi Sekreterlerinden biri olmam sıfatıyla bunlara karşı izlediğim politikanın çok daha sertini hakettiklerini gösterdi. Daha sonraki olaylar, bu sapkın ların en açık oportonizmin dağılan bir grubu olduğunu gösterdi. Troçki bunun böyle olmadığını kanıtlayabilir mi? Lenin bu olguları bilemezdi. Çünkü hasta idi. Yatıyordu. Ve olayları izleme imkanı yoktu. Ama bu önemsiz olay ile Stalin in (bu konudaki-milli mesele-çn) ilkesel görüşü arasında nasıl bir ilişki olabilir? Troçki burada benimle parti arasında herhangi bir görüş ayrılığı olduğunu ima ediyor. Peki ama toplanan Merkez Komitesinin ve bu komitede bulunan Troçki nin de, Stalin in ulusal sorun üzerine tezini oybirliği ile kabul ettiği gerçek değil midir? Bu tezin kabulünün, Mdivani olayından sonra, XII. Parti Kongresine ulusal sorun konusunda rapor- 53 kavganın doğrusu / doğrunun kavgası

54 kavganın doğrusu / doğrunun kavgası 54 törün bir başkası değil, Stalin olduğu gerçek değil midir? Öyle ise burada ulusal sorunda görüş ayrılıkları nerededir? Ve Troçki bu önemsiz soruna el atmayı acaba neden işine gelir bulmuştur? (Stalin, Eserler cilt 9, sf. 61, İnter Yayınları, Ağustos 1991, İstanbul). Lenin, Stalin i kaba olduğu noktasında eleştirmiştir. Stalin bu eleştirinin haklı olduğunu ve fakat bunun siyasi bir hata olmadığını ortaya koymuştur. Stalin, ulusal sorunda öncelikle büyük Rus şövenizmine, yerel milliyetçiliğe karşı mücadele etmiştir. Stalin önderliğindeki SBKP(B) nin izlediği milliyetler siyaseti, leninist bir siyasettir. Lenin in de dikkat çektiği belli hatalar, eleştiri, özeleştiri ile aşılmıştır. Lenin in Stalin e getirdiği eleştiriler, bir Bolşeviğin diğer bir Bolşeviğe getirdiği eleştirilerdir. Lenin in Troçki gibilerine getirdiği eleştiriler ise, bir Bolşeviğin, Bolşevik olmayan birine getirdiği eleştirilerdir. Bunlar arasında fark vardır. Lenin ile Stalin arasında görüş ayrılıkları olduğunu söyleyen KöZ, baltayı taşa saplıyor! Ama gerçekler inatçıdır! KöZ şöyle diyor: Gürcistan Cumhuriyeti aynı zamanda Milletler Cemiyetine katılma kararı almıştı. İşte Stalin Orjonokidze ve başkalarının Gürcistan hükümeti üzerinde bazen kişisel şiddete varan müdahalelerde bulunmasına neden olan bu durumdu. ( ) Ne var ki Stalin ile Lenin arasındaki bu son tartışma sadece Gürcistan ve özerklik meselesi çerçevesinde kalıp orada bitmedi. Gürcistan İngiltere nin de teşviki ile Milletler Cemiyetine katılarak yeni Sovyet cumhuriyetleri Birliğinin dibinde bir emperyalist barikatın parçası olma riskini gündeme getiriyordu. Oradaki Menşevik hükümetin temsilcilerine karşı bazı Bolşeviklerin hiddet ve şiddetle karşı çıkmasının ardında bu olgunun başlı başına bir rolü olduğu kesindir. (Agy, s.17) Gürcistan sorunun ne olduğunu yıllar önce yazmıştık. Yazdıklarımızı bir kez daha KöZ e hatırlatalım: Rusya da Ekim Devrimi emperyalist burjuva hükümetini devirdiğinde, bir dizi kenar bölge de Menşevik-Sosyal Devrimci yönetim varlığım sürdürüyordu. Rusya da emperyalist burjuva hükümetinin devrilmesi, Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmesi, kenar bölgeler açısından da bağımsız devletler olarak ortaya çıkma anlamına geliyordu, bu bölgelerin bağlı olduğu merkezi devlet artık yoktu. Kenar bölgeleri zora dayanarak bir devlet çatısı altında tutan otorite parçalanmış, merkezi devlette iktidarı ele geçiren Bolşevikler ilk işlerden biri olarak ezilen ulusların ayrılma hakkını tanıdıklarını ilân etmişlerdi. Pratikte bu Bolşeviklerin güçlü olmadığı tüm alanlarda, burjuvazinin önderliğin de ayrı ulusal devletlerin ortaya çıkması anlamına geliyordu. Gürcistan da böyle oldu Ekim inden sonra Gürcistan da burjuva milliyetçi menşevik bir hükümetin önderliğinde bağımsız ve fakat gerçekte emperyalist müdahalecilerin des teklediği bir devlet ortaya çıktı. Gürcistan ın burjuva milliyetçi Menşevik hükümeti önce Alman, sonra da İngiliz işgaline karşı en küçük bir direniş gös termezken, işgalcilerin desteğinde Gürcistan Bolşeviklerinin fa aliyetlerini bastırmak için her şeyi yapıyordu ortalarında Gürcistan daki komünistlerin dağınık ör gütleri, birleşerek Gürcistan Komünist Partisi ni kurdular. Menşevik hükümetin pratiğini yaşayan ve bu arada Rusya da olanları da gören işçi ve köylü yığınları giderek daha sıkı bir bi çimde komünist parti etrafında birleştiler yılının son günlerinde Gürcistan da silahlı ayaklanma başladı. Bu ayaklanma 21 Şubat 1921 de Gürcistan sınırını aşan Orconikidze (Orconikidze nin kendisi de Gürcü dür) yönetimindeki II. Ordu nun birlikleri tarafından da desteklendi. Kızıl Ordu nun Gürcistan daki ayaklanmanın yardımına koşması, RKP/B MK Siyasi Büro nun kararı ile ve Gürcistan daki ayak lanmayı yöneten Revkom (Devrimci komite) un çağrısı üzerine oldu. Komünistlerin Kafkasya da Sovyet Cumhuriyeti kuruldu. Komünistlerin Kafkasya daki siyasetleri, Ermenistan, Azer baycan ve Gürcistan ı bir Trankafkasya Sosyalist Sovyet Cum huriyetleri Federasyonu içinde birleştirmeye yönelikti. Bu Kafkasya uluslarının birlikte gelişebilmesi, Kafkasya daki ulu sal düşmanlıkların yerini dostluğun alması için en uygun yoldu. Gerek iktisadi gelişme açısından, gerekse askeri saldırılara karşı korunma açısından Transkafkasya Federasyonu en akılcı çö zümdü. Lenin de bu çözümü mutlak doğru, mutlaka gerçekleş tirilmesi gereken çözüm olarak görüyordu. Ancak Gürcistan Komünist Partisi içindeki bazı milliyetçi unsurlar Mdivani olmak üzere, Transkafkasya Federasyonu düşüncesini doğru bul muyorlar, Gürcistan ın mutlaka bağımsız bir devlet olarak kal masını istiyorlardı. Onların savundukları Gürcü ulusunun dar çıkarları idi. Bu noktadaki ideolojik mücadele bütün 1921 ve 1922 yılı içinde sürdü. RKP/B Transkafkasya Bölge Komitesi nde özel likle Orconikidze bu komitenin so-

55 rumlusu olarak Transkafkas ya Federasyonu düşüncesini ısrarla savunuyorlar ortalarına kadar tek tek Sovyet Cumhuriyetleri ile RSFSC arasındaki ilişkiler devletlerarası ikili anlaşmalar biçi minde sürdürülüyor, bunun ötesinde birleşik komünist partisi nin otoritesi ile ortak hareket sağlanıyordu Mart ından iti baren bütün Sovyet cumhuriyetlerinde bir devlet içinde birleş me talepleri eş zamanlı olarak dile getirilmeye, Sovyet kongrelerinde bu yönde kararlar alınmaya başlandı. Bu gelişmeler kar şısında 10 Ağustos 1922 de, RKP/B MK RSFSC ile bağımsız cumhuriyetler arasındaki ilişkiler konusunda bir karar tasarısı hazırlama görevine sahip bir komisyon oluşturdu. Bu komisyonda Stalin, Kuybişev, Orconikidze, Ağamalioğlu (Azerbaycan), Myaznikov (Ermenistan), Mdvani (Gürcistan), Petrovski (Ukrayna) ve Çervyakov (Beyaz Rusya) yer alıyordu. Stalin tarafından kaleme alınan ilk taslak bu komisyonda tartı şılarak Mdivani nin çekimser oyuna karşı kabul edilir. Özerk leştirme plânı denen şey, işte bu karar tasarısında yer alan bir plândır. Bu karar tasarısında içinde bir dizi özerk cumhuriyet ve özerk bölge bulunduran RSFSC nin deneyiminden yola çıkı larak, diğer ulusal cumhuriyetlerin özerk cumhuriyetler ola rak RSFSC ye katılması biçiminde bir birlik ön görülmektedir. Bütün komünist partileri içinde tartışmaya sunulan bu taslak hakkında tepkiler değişik olmuştur. Azerbaycan ve Ermenistan Komünist Partileri ve Transkafkasya Bürosu bu tasarıyı destek lemiştir. Beyaz Rusya KP/B MK var olan ilişkiler düzeyinde ilişkilerin sürdürülmesinden yana tavır takınmış, Ukrayna Ko münist Partisi çekimser bir tavır takınmış, Gürcistan Komünist Partisi MK ise tasarıyı red etmiş, aynı zamanda Transkafkasya Federasyonu konusundaki olumsuz tavrını da yinelemiştir. Tasarı 23/24 Eylül de RKP/B MK Örgütleme Bürosu Komisyo nu nda bir kez daha görüşülmüş ve yeniden kabul edilmiştir. Le nin hasta olduğundan bu toplantılara katılamamıştır. Ama ken disi bütün malzemeyi incelemiş ve sorun üzerine Stalin, Myaznikov, Orconikidze, Sokolnikov, Mdivani, Dumbadse, Zinzadse, Okucava (Bu son dördü Gürcistan Komünist Partisi MK üyeleridir) doğrudan görüşmeler yürütmüştür. Sonunda Lenin in önerisi, Özerk cumhuriyetler olarak RSFSC ye katılma yerine, RSFSC nin diğer Sovyet Cumhuri yetleri ile birlikte eşit haklara sahip devletler olarak bir federas yon içinde birleşmesi yönünde olmuş, Stalin in başında bulun duğu komisyon bu temelde yeni bir taslak hazırlamıştır. Üzeri ne onca gürültü kopartılan özerkleştirme plânı bağlamında bi lince çıkartılması gereken olgular şunlardır: Cumhuriyetlerin hangi biçimde birleşeceği sorunu, komü nistler açısından somut durumda somut karar verilmesi gereken, ilkesel olmayan bir sorundur. Özerk cumhuriyetler olarak RSFSC ye katılmak ile, RSFSC nin diğer Sovyet Cumhuriyet leri ile birlikte bir başka federasyon içinde birleşmesi özsel bir sorun değildir. İkincisi birinciye göre biraz daha gevşek bir birleşme biçimidir ve yığınların bilinç seviyesi açısından 1922 de daha uygun bir biçimdir. Birleşme konusundaki özerkleştirme plânı Rusya Sosya list FSC nin o güne kadarki deneyimini başarılı deneyimi ni göz önünde bulunduran bir plândır. Ve bu plân taslak ola rak tartışmaya sunulan bir plândır. Bu plânın tartışmasında bazı komünist partilerinin bu plâna karşı oldukları görüldüğü noktada, alternatif bir plân öne sürülmüş, üzerinde ısrar edilmemiş, bu konuda önemli bir çatış ma olmamış, önemli bir mücadele yürümemiştir Özerk cum huriyetler olarak birleşme plânının ilk taslağının Stalin tarafın dan yazılmış olmasından yola çıkarak onunla Lenin arasında bu konuda köklü ve özde bir çelişme olduğunu ileri sürmek, ka fadan çelişme yaratmaktır. Çünkü daha sonra Lenin in önerdiği biçimde birliğin en tu tarlı savunucusu ve uygulayıcısı Stalin olmuştur. Bir federatif birlik içinde birleşme yönünde karar 6 Ekim 1922 deki RKP/B MK toplantısında kabul edilmiştir. Yani özerkleştirme plânı Ağustos ortalarından Ekim başına kadar bir buçuk ay üzerinde tartışılan bir taslak olarak vardır! Bundan sonra komünistler her alanda SSCB içinde birleş me yönünde ajitasyon-propaganda çalışmasına ağırlık vermiş ler, Kafkasya da da Transkafkasya SSC Federasyonu içinde birleşme ve Federasyonun diğer devletlerle merkezi federasyon içinde birleşmesi propagandasına ağırlık verilmiştir. Bu nokta da Gürcistan Komünist Partisi MK, Transkafkasya Federasyonu na karşı çıkan tavrını sürdürmeye devam etmiş, Transkafkas ya bölge örgütü (Her üç cumhuriyetten komünistlerin üst örgü tü) ile Gürcistan Komünist Partisi MK arasında tartışmalar sert leşmiştir. Gürcistan Komünist Partisi nin birçok bölge örgütle ri, RKP/B MK nin Ekim toplantısı kararlarını selamlarken, Gürcistan KP MK bu kararlan sabote eder bir tavır takınmıştır. 55 kavganın doğrusu / doğrunun kavgası

56 kavganın doğrusu / doğrunun kavgası 56 Gelişmeler içinde parti tabanından soyutlanan Gürcistan Komü nist Partisi MK, 22 Ekim 1922 de istifa etmiş, bu istifa kabul edilmiş ve yeni bir MK atanmıştır. Bununla birlikte ideolojik mücadele kapanmamıştır. Gürcü milliyetçileri RKP/B MK ya Orconikidze üzerine bir dizi ya kınma, şikayet mektupları vb. göndermektedir. Orconikidze bu kişisel saldırılar karşısında da soğukkanlılığını koruyacak yer de, önemli bir hata yapmış, Kasım 1922 sonunda kendi evinde yürüyen bir tartışmada Mdivani yanlısı bir Gürcü yöneticiyi tokatlamıştır. Mdivani ve taraftarları bu yanlışı da tabii kendi si yasetleri için kullanmışlardır. İşte Lenin in yazıda sözünü ettiği, haklı olarak kızdığı olay budur. Parti MK, birincisi Cerjinski, İkincisi Rikov başkanlığında iki ayrı araştırma komisyonunu olay yerine göndermiş ve her iki komisyon da Orconikidze nin kaba kuvvet kullanmasının yanlışlığı yanında, özde milliyetçi bir sapmanın varlığını tespit etmişler, içerik olarak Orconikidze nin doğru pozisyonu savunduğunu belirlemişlerdir. Bu bağlamda Stalin in otonomizasyon dan yana, Lenin in otonomizasyona karşı olduğunu söyleyip, tam da burda alıntıla dığımız belgeyi tanık gösterenlere söylenecek şey şudur: Söz konusu belge 30/31 Aralık 1922 de Lenin tarafından dikte ettirilmiştir. Ve ilk defa Nisan 1923 te toplanan XIII. Parti Kongresi nde okunmuştur. Lenin in bu mektubu dikte ettirdiği sırada, gerçekte otono mizasyon konusunda Lenin ve Stalin arasında bir ayrılık yoktur. Tersine, Lenin in bu mektubu dikte ettirdiği sırada yapılan 30 Aralık 1922 ve tarihi birleşme kararını Sovyetler Birliği I. Sovyet Kongresi nin aldığı federatif temelde cumhuriyetlerin birleşme kararını formüle eden ve savunan Stalin den başkası değildir. ( Ulusal Sorun Üzerine Eğitim Notları, H. Yeşil, s , Yeni Dünya İçin Yayınları, Mart 1994, İstanbul). KöZ, Lenin ile Stalin Arasında Yeni Devletin Şekillenmesi Hakkında Görüş Ayrılığının Arka Planı ara başlığı altında şöyle diyor: 7 Kasım 1917 den Sovyet cumhuriyetleri Birliği nin ilan edilmesine kadar gelişen süreç, sadece iç savaşın yarattığı sıkıntılara tanık olmadı. Proletarya diktatörlüğünün nasıl örgütleneceği ve eski Rusya topraklarının üzerinde nasıl bir coğrafya şekilleneceği konusundaki tartışmalar da bu sürecin önemli ve sancılı bir boyutu oluşturdu. Lenin i son günlerinde meşgul eden sorunların başında proletarya diktatörlüğünün nasıl örgütleneceği konusu geliyordu. Hem dış ticaret tekeli hakkındaki tartışmalar, hem de Gürcistan sorunuyla ilgili «özerklik» tartışmaları bu bağlamdadır. (s.17). Stalin ile Lenin arasındaki ayrılığın ne olduğuna bakıyorsunuz, ama KöZ başka telden çalıyor. Proletarya diktatörlüğünün nasıl örgütleneceği konusunda tartışmalar var! Nedir bu tartışmalar? Proletarya diktatörlüğünün nasıl örgütleneceği konusunda Lenin ile Stalin arasında ayrılık mı var? Ayrılık varsa, nasıl bir ayrılık bu? Komünist olduğunu söyleyen KöZ, neden ayrılık belgelerini ortaya koymuyor? Neredeyse her paragrafta, ulusal sorun bağlamında, Gürcistan meselesinde, Lenin ile Stalin arasında KöZ ayrılık keşfediyor! Yukarıda uzun uzun Gürcistan meselesini anlattık. KöZ e önerimiz belgelere dayanarak konuşmasıdır. Mao nun şu görüşleri KöZ e yol göstermelidir: Araştırma yapmayanın söz hakkı yoktur şeklindeki görüşüm dar deneycilik olarak alaya alınmıştı. Ama bugüne kadar, bu görüşü ileri sürmüş olmaktan pişmanlık duymadım. Pişmanlık şöyle dursun, araştırma yapmadan hiç kimsenin söz hakkı olamayacağında hâlâ ısrar ediyorum. Resmi arabasından iner inmez ortalığı velveleye veren, nutuk atan, önüne gelen her şeyi eleştirip, mahkûm eden pek çok insan vardır; ama aslında böyle kaç kişi varsa, hepsi de başarısızlığa uğramaya mahkûmdur. Çünkü ayrıntılı bir araştırmaya dayanmayan bu tür görüşler ve eleştiriler, cahil gevezeliğinden başka bir şey değildir. ( Seçme Eserler Cilt III, Mao Zedung, s. 16, Aydınlık Yayınları, Mart 1976, İstanbul). SSCB nin Kuruluşu KöZ şöyle yazıyor: SSCB BİR ULUSAL DEVLET OLMADIĞI GİBİ ULUSAL DEVLETLERİN FEDE- RASYONU DA DEĞİLDİ1 SSCB, esas olarak Lenin in önerisinin ne yazık ki o artık hayatta değilken resmen benimsenmesiyle kuruldu. Bu SSCB dünya devriminin ilk mevzisiydi ve her şeyden önce ulusal bir devlet olmayışıyla ayırt edilmekteydi. Öyle ki, federasyon ismi taşıdığı zaman bile üniter veya federal biçimde örgütlenmiş ulusal burjuva devletlerinden kökten farklı bir nitelik taşıyordu. (s.17) Demek ki neymiş? SSCB nin kurulması Lenin in önerisi imiş. Doğru. Ancak Lenin öldükten sonra SSCB kurulmuş!!! Lenin ne zaman öldü? 24 Ocak

57 1924. SSCB ne zaman kuruldu? 30 Ocak Demek ki SSCB kurulduğunda Lenin hala yaşıyormuş! Lenin in son yazısı Az Olsun, İyi Olsun başlıklı, 2 Mart 1923 tarihlidir ( Seçme Eserler, Cilt 9, Lenin, s , İnter Yayınları, Mayıs 1997, İstanbul). Aynı sayfada KöZ yazarı doğru olarak, 1922 Aralık ayının 30 unda Tüm Rusya Sovyetlerinin Kongresi, Rusya Federasyonu, Transkafkasya Federasyonu, Ukrayna ve Beyaz Rusya Cumhuriyetlerinin birleşerek Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ni oluşturmasına karar verdi demektedir. KöZ, SSCB nin federal biçimde örgütlenmiş ulusal burjuva devletlerinden kökten farklı bir nitelik taşıdığını belirttikten sonra, yazı içerisinde SSCB nin emperyalist devletlerin basıncına fazla dayanmadığını belirtmektedir! SSCB nin 1934 te, Milletler Cemiyeti ne katılması, İkinci Dünya Savaşı ndan sonra Birleşmiş Milletlerin kurucu üyesi olması KöZ e göre yanlıştır! Çünkü SSCB, tek devlet olmadığı halde, Birleşmiş Milletler de tek devlet olarak muamele görmüştür. Tek oy hakkı vardır vb. KöZ, ara başlıkta SSCB bir ulusal devlet olmadığı gibi, ulusal devletlerin federasyonu da değildi diyor! Ulusal devlet değil, federasyon değil, peki nedir SSCB? Ara başlık bitiyor, başka bir ara başlığa geçiliyor. SSCB nin ne olduğu sorusuna cevap vermiyor KöZ. SSCB nin Birleşmiş Milletlere e katılması bağlamında yukarıda değindiğimiz için geçiyoruz. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği nin oluşturulması için 1922 nin ikinci yarısında canlı bir siyasi kampanya yürütüldü. Lenin ve Stalin in inisiyatifi üzerine 1922 yılı sonunda Sovyet halklarının gönüllü devletsel birliği sağlandı. Aralık 1922 de, Birinci Tüm-Birlik Sovyet Kongresi toplandı. 30 Aralık ta, Lenin ve Stalin in önerisi üzerine, Sovyet halklarının gönüllü bir devlet birliği, yani Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) kuruldu. SSCB, dış ticaret, ordu ve donanma, dışişleri, ulaştırma işleri, posta ve haberleşme işleri komiserliklerinin, yalnızca Merkezi Birleşik Devletin Halk Komiserleri Konseyi düzeyinde kurulması öngörülmektedir. Buna karşı, maliye, ekonomi, beslenme, çalışma, kontrol komiserlikleri birlik anlaşmasını imzalayan devletlere bırakıldı. Her milliyetin birlikten özgürce ayrılma hakkı vardı. Kurulan birleşik devlet, yeni katılımlara açıktı. Sonuç KöZ ün Stalin Dosyası nın bir sistematiği yoktur. Daldan dala atlama, bolca tekrarlar yazının esas yöntemidir. Stalin Dosyası ile ilgisi olmayan boş söz yığını, laf kalabalığı yazıya damgasını vurmaktadır. Stalin Dosyası yazılarında toplam on yedi alıntı yapılmaktadır. On alıntının kaynağı verilmemektedir. Stalin den hiçbir alıntı yapılmamaktadır. KöZ ün hazırladığı dosyanın ismi Stalin Dosyası dır. Eğer KöZ, Stalin i değerlendirmek istiyorsa, öncelikle başvuru kaynaklarının Stalin in yazıları olması gerekir. Stalin i okumayan, yazılarını bilmeyenler Stalin i değerlendiriyor! KöZ e önerimiz Stalin in yazılarını okumasıdır. Stalin okunmadan, Stalin karşıtlarının söylemlerinden, değerlendirmelerinden yola çıkılarak Stalin değerlendirilemez. Stalin Dosyası nda, Stalin hakkında söylenen yeni hiçbir şey yoktur. KöZ, Troçkistlerin, modern revizyonistlerin, Stalin düşmanlarının söylemlerini harmanlayıp bir Stalin Dosyası hazırlamıştır! Lenin ile Stalin arasında ayrılıkların olduğu söylemleri de yeni değildir. İdeolojik mücadele vermek isteyenler, karşıtlarının söylediklerini eleştirmek isteyenler, öncelikle karşıtlarının eserlerini temel almak zorundadır. Marksizmin, leninizmin tarihi böyledir. Onlar, burjuvaziyi, burjuva yazarlarını eleştirdiklerinde bile, burjuva yazarlarının eserlerini incelediler. Onlardan alıntılar yaptılar. KöZ ün arkasında duran komünistler, Stalin in yazılarını temel alarak eleştiri getirmelidir. Stalin, Sovyetler Birliği nde sosyalizmin inşasının önderidir. Stalin, Nazi İmparatorluğu nun yıkılmasında esas rolü oynayan Kızıl Ordu nun başkomutanıdır. Stalin, Leninizmin yılmaz savaşçısı ve uygulayıcısıdır. Stalin, burjuvazi için bir nefret sembolüdür. Stalin, bir kızıl çuhadır. Stalin, proletaryanın burjuvazi üzerindeki zaferinin mümkünlüğünün ve üstünlüğünün sembolüdür. Sahte komünistlerin, Troçkistlerin, modern revizyonistlerin ve Stalin düşmanlarının Stalin e saldırmasının yeteri kadar nedeni vardır. KöZ, Stalin e ve Stalin şahsında sosyalizme, komünizme olan düşmanlığını ortaya koyuyor. İdeolojik gıdasını Troçkizm den, modern revizyonizmden alan KöZ, marksizm-leninizm düşmanı koroya değişik tonlarda katılıyor. Tutarlı Stalin savunusu bugün gerçek marksizm-leninizm ile sahteleri arasındaki en temel ayraçlardan biridir. STALİN DEN ÖĞRENMEK YENMEYİ ÖĞREN- MEKTİR! 30 Eylül kavganın doğrusu / doğrunun kavgası

58 kavganın doğrusu / doğrunun kavgası NÜKLEER FELAKETLER/ATOM ÖLDÜRÜR! ÇERNOBİL NÜKLEER FELAKETİ ÜZERİNE Patlamanın etkisini azaltmak için çalışanlardan yüksek dozda ışınım alıp da hayatını kaybetmeyenlerin çoğunda duygu bozuklukları, sindirim, kalpdamar, bağışıklık sistemlerini ilgilendiren hastalıklar, uykusuzluk sorunları gelişmeye başlamıştır. Nükleer santralin üzerinde uçarak söndürücü maddeler döken helikopter pilotunun daha sonra aplastik anemiye (kemik iliğinin kan yapamaması hastalığı) yakalandığı bilinmektedir. Kazadan sonraki radyasyon o kadar güçlü ki Vladimir Pravik adlı itfaiyecinin göz rengini kahverengiden maviye dönüştürmüştür. 58 Nükleere isyan haklıdır! Çernobil ile ölüme mahkûm edildiğimiz yetmedi! Fukushima yı yaşadık! Ülkemizde ise önce Akkuyu belası kapımızda! Elbette atom tarihinde büyük felaketlerden biri; İkinci Dünya Savaşı nda ABD emperyalistlerinin Japonya nın Hiroşima ve Nagasaki şehirlerine atılan atom bombalarının yarattığı yıkımlar ve ölümlerdir. Hemen söyleyelim; Çernobil felaketine yol açan patlama etkisi ve felaket sonrası serbest kalan radyoaktif madde salınım miktarı, Nagasaki ve Hiroşima daki atom bombalarının salınım miktarından yaklaşık 200 kat daha fazladır. Atomun iki yüzü de kirlidir, isterse enerji üretmek için nükleer reaktörler olarak kullanılsın. Atomun Gücü Nükleer enerji üzerine yayınlanan bir yazımızda bu konuda şunları belirtmiştik: Atomun gücü, içinde barındırdığı korkunç enerjiden ileri gelmektedir. Atom içinde saklı olan güç öylesine büyüktür ki, insanlık gerçekten bu enerjinin keşfiyle artık okyanusları birleştiren kanallar açabilmektedir. Daha ötesi suni iklimler bile yaratılabilmektedir. Yani atom çekirdeği içindeki proton ve nötronları birbirine bağlayan enerjiye nükleer enerji ismi verilmektedir. Evrendeki dört ana kuvvetten (elektromanyetik kuvvet, güçlü nükleer kuvvet, zayıf nükleer kuvvet ve kütle çekim kuvveti/yerçekimi kuvveti) biri ve en güçlüsüdür. Atomdaki bu olağanüstü enerji gücünü, fisyon (nükleer parçalanma-bölünme) ve füzyon (nükleer kaynaşma-birleşme) diye adlandırılan teknik işlemler açığa çıkarmaktadır. Parçalanma-bölünme işleminde kullanılan ana madde uranyum dur. Çekirdeğinde yüksek sayıda proton ve nötron bulunduğu için bu maden aranan madenler listesine girmiştir. Örneğin bir hidrojen atomunda 1 proton ve 1 nötron bulunurken uranyumda 143 nötron ile 92 proton bulunur. Bunun için de U-235 izotop şeklinde de ifade edilir. Dünyamızda canlı ya da cansız her şey atomlardan oluşmaktadır. Atomların nükleer tepkimelere girmelerini engelleyen doğada serbest halde bir çekirdeğe bağlı olmadan dolaştıklarından beta bozumu denilen bir bozulmaya uğrarlar. Bu durumda doğada serbest nötrona rastlanmaz. Bundan dolayıdır ki, bu duru-

59 kavganın doğrusu / doğrunun kavgası mu tespit eden bilim insanı, nükleer tepkimeye girecek nötronları uranyumdan yapay yollarla elde edilmesini sağlamıştır. (Günümüzde bunun elde edilmesi için korkunç boyutta fosil enerji kullanılmaktadır. Atom enerjisinin sera etkisine katkısı olmadığını ileri süren sahtekârlığa bir dipnot.) Öte yandan nükleer kaynaşma (füzyon) ise; parçalanmanın tersine iki çekirdeğin birleşerek daha ağır çekirdek oluşturmasıdır. Çekirdekler pozitif elektrik yüklü olduğundan, bunların kaynaşmasını sağlamak için aralarındaki itme kuvvetini yenebilecek güçte bir enerjiye ihtiyaç vardır. Buradaki itme kuvvetinin sıcaklık olarak karşılığı 2 milyar derecedir. İtme kuvvetini yenmek için gereken kinetik (hareket) enerji milyon derecelik sıcaklığa eşdeğerdedir. İşte tartışması yapılan nükleer santraller bu görevi yerine getiren fabrikalardır. Şimdiye kadar ki tüm deneyimler göstermiştir ki, bugünkü teknik gelişme ve dengesizlikler karşısında bu nükleer santrallerin 100% kontrolü (anda) imkân dahilinde değildir. Bu füzyon olayı, güzelim dünyamızda yaşamın temel taşlarından biri olan güneşte milyarlarca yıldır hep olmaktadır. İnsanlık; neyle uğraştığının ve neyin üzerinde hâkimiyet kurmaya çalıştığının bilincinde mi? Evet, insanlık sırf zerre ile uğraşmamakta, aynı zamanda onun içindeki proton ve nötronlar üzerinde hâkimiyet kavgası vermektedir. Bu kavgada azami kar hırsı mevcut olduğu için, çok tehlikeli bir maceraya girmiştir. (YDİ Çağrı Gazetesi, Sayı 104/2006, s.18) Çernobil Nükleer Felaketi Üzerine Bu konuda çok yazıldı. Bize felaket tellâllığı yapıyorsunuz denilirse, evet deriz çünkü yaşanan bir felaketti ve bu felaketten dersler çıkarılmadı. Tam tersine, burjuvazi yeni felaketlerin temellerini atmaktadır. Ders çıkarılmış olsaydı Fukushima felaketini yaşamazdık. Elbette dünyada nükleer enerjiye olan güveni sarsan nükleer reaktör patlamasıdır Çernobil felaketi! Anlayan için tehlikenin felakete dönüştüğü alan Ukrayna nın Çernobil kasabasıydı. Çernobil de 26 Nisan 1986 gününde yaşanan nükleer felaket 20. yüzyılın en büyük nükleer felaketidir. Çernobil de yaşanan bu felaketin sebep ve sonuçları konusunda yalan yanlış bir dizi bilgi kirliliği de söz konusudur. En büyük yalan, atom lobicilerinin yaydıkları yalandır. BM (Birleşmiş Milletler) adına yapılan açıklamalar da bu yalanların etkisi altındaydı. Rusya da dönemin iktidar sahipleri ve onların siyasi temsilcileri ilk etapta felaketi halklardan gizlediler da Çernobil de Neler Oldu? 26 Nisan 1986 Cumartesi gecesi Çernobil Nükleer Santrali nin 4. reaktöründe, patlama meydana geldi. Etkileri onlarca yıl sürecek bir patlama. Çernobil 1970 te açılmış bir nükleer santraldir. 59

60 yaşam temellerini koruma mücadelesi 60 Ukrayna nın kuzey bölgesinde, Kiev e bağlı bir yerleşim biriminde bulunan bu santralde kaza günü dört reaktör aktifti. İkisinin inşası ise sürüyordu. 25 Nisan günü, dördüncü reaktör rutin bir bakıma girdi. Teknisyenler olası bir güç kesintisine karşı bir deney yapmaya karar verdiler. Çok ağır sonuçları olacak bu deney için 23:00 da çalışmalar başladı. 26 Nisan 01:23 te, deney için şartların oluştuğuna karar verildi ve düğmeye basıldı. 01:24 te ise, ters giden bir şeyler vardı. Deney için devre dışı bırakılmış güvenlik sisteminden ötürü reaktörde önlenemeyen çekirdek tepkimeleri gerçekleşti, ısı ve enerji bir anda kat be kat yükseldi, önü alınamıyordu. Artan buhar basıncı, reaktörün tonlarca ağırlıktaki çatısını havaya uçurdu. Reaktördeki zirkonyum ve grafit, yüksek sıcaklıktaki buharla karışınca, hidrojenler yanmaya başladı ve tüm santral alevler içinde kaldı. (onedio.com) Felaketin Ardında Bıraktığı İzler Patlama anında 31 kişi öldü. O günkü Mihail Gorbaçov liderliğindeki Rusya egemenleri gerçeği gizleseler de Çernobil felaketi, iki gün içinde dünya basınında gündemin bir numaralı konusu oldu. Radyoaktif bulutlar Avrupa üzerine ulaşınca olayı ciddiyeti anlaşılmaya başlandı. Bu felaketin etkileri Ukrayna ile sınırlı kalmadı Felaketi duyuran ilk İsveç oldu. Kaza sonrası radyasyon salınımı rüzgârların etkiyle 2 Mayıs ta Japonya da, 4 Mayıs ta Çin de, 5 Mayıs ta ABD ve Kanada da etkisini göstermiştir. 2 Mayıs ta İngiltere üzerinden geçen bulutlar ile İskoçya nın bir bölümünde, Kuzey Galler ve Kuzey İngiltere de yoğun yağışlar gözlenmiş ve bu yağmurlar sonucunda radyoaktif parçacıkların yüksek oranda birikimi saptanmıştır. Radyoaktif bulutlar 11 gün boyunca farklı yönlerle Kuzey Avrupa yı geçmiştir. Radyasyon salınımı Moskova ya doğru ilerlerken 10 milyon kişinin radyoaktif bulutlardan etkilendiği düşünülmektedir. Bryansk şehrinin batısındaki Novozybkov bölgesi en yüksek radyasyon etkisinde kalan bölgedir. Ekosistemler ve özellikle tarım alanları hem gaz hem de radyoaktif parçacıkların etkisine, radyoaktif kirlenmeye maruz kalmıştır. Özellikle tarım alanlarında sezyum oranları yükselmiştir. Kırsal alanlarda 23 bin km 2 lik alan ilk etapta kullanılamaz hale gelmiştir. Tarım faaliyetlerine kısıtlama getirilen ve terk edilen alanların büyük kısmı günümüzde de özel bölge ilan edilmiştir. Radyoaktiften etkilenen alan km² dir. Reaktörün yakınındaki doğrudan radyasyon ağaçları öldürmüş, burası Kırmızı Orman olarak adlandırılmıştır. Bu bölgede daha sonra anormal hızlı büyüyen morfoz çam ve meşe ağaçları gözlenmiştir. İnek sütünde 3 izotoptan 2 si değişkenlik göstermiştir. Ukrayna da ormanların %40 ı (toplam km 2 ) kirlenmiştir. Felaket sonrası güneş enerjisine ihtiyaç duymadan radyoaktif ile beslenen ve büyüyen mantar bitkileri tespit edilmiştir. Çernobil in birkaç kilometre yakınında kurulmuş Pripyat şehri, felaketin ardından 2 gün içinde binin üzerinde otobüsle acilen boşaltılmıştı. Patlamadan iki gün sonra tahliye edilen insanın radyasyondan doğrudan etkilendiği bilenen gerçeklerdendir. İnsanlar Pripyat tan ayrıldıktan sonra kurtlar, vahşi atlar, briarslar, domuzlar ve diğer hayvanlar kentin yaşam alanı haline geldi. Buradaki plütonyum radyoaktif etkinin yarılanma ömrü yıldır. Bölge yıl boyunca yaşama/ikametgâha kapalı kalacaktır. Pripyat 1986 dan bu yana da kimseye kapılarını açmıyor. Bilim insanlarına göre 900 yıldan önce burası yaşanabilir bir yer olamayacaktır. Zira günümüzde buradaki radyasyon düzeyi normalin kat üzerindedir. Tüm radyoaktif kalıntıların temizlenmesi içinse 48 bin yıl geçmesi gerekmektedir! Çernobil çevresindeki 30 kilometrelik bölgede yaşayan hayvanlarda mortalite (yüksek ölümler), düşük doğurganlık ve ortalamanın üstünde genetik mutasyonlar gözlenmektedir. Patlamadan sonra reaktör binası m 3 çimento ve ton çelik kullanılarak mezar haline getirilmiştir. Bugünlerde bu mezar yeniden büyük bir beton koruyucu ile yenilenmektedir. Ama yeni mezarın ömrünün sadece 100 yıl olacağı söylenmektedir. Yeni mezar için yapılacak masraf 2 milyar dolardır. Bilim insanlarına göre lahdin altında yaklaşık 190 ton uranyum ve 1 ton gerçekten tehlikeli olan plütonyum mevcuttur. Uranyum 235 in yarılanma zamanı 704 milyon yıl, plütonyumun ise yıldır. Kim öle kim kala (!) misali değil, tehlikenin boyutunu anlatmak için yazdık bu zaman birimlerini. Patlamadan sonra yöreye besin maddeleri başka bölgelerden getirilmiş ve kontamine (radyasyon bulaşan) yiyeceklerin tüketimi yasaklanmıştır insana, tiroit bezini iyot açısından doygunluğa ulaştırarak radyoaktif iyodun tiroit bezi tarafından alımını mümkün olduğunca engellemek için potasyum iyodür tabletleri dağıtılmıştır. Fela-

61 ketin etkilerinin en yoğun olarak görüldüğü ülkeler Ukrayna, Rusya ve Beyaz Rusya da 2004 yılına kadar 18 yaş altı 4000 çocukta tiroit kanseri vakası görülmüştür. Bu üç ülkede 2000 yılına kadar yılları arasında çalışmış temizlik işçilerinin den fazlası ciddi radyasyona maruz kalmıştır. Çernobil felaketi sonucu kirlenmiş bölgelerdeki tüm canlı yaşam alanları etkilenmiştir. Radyoaktif parçacıklar insanların içtiği sütte, yedikleri yiyecekte, çocuklarının oynadığı oyun alanlarında ve içinde bulundukları odun sularında bulunur olmuştur! Çalışmalara katılanlardan 4000 i bir yıl içinde hayatını kaybetmiştir. Çoğu 20 li yaşlarda, sağlıklı bu insanlar radyoaktif parçalara çıplak elle dokunan (cesaret ile mi bilgisizlikle mi bilemiyoruz) binlercesi bu tehlikeye karşı bile bile ölüme götürülmüştür. Bugün Çernobil in etkileri çok daha ciddi değilse, sebebi bu insanlardır. Patlamanın etkisini azaltmak için çalışanlardan yüksek dozda ışınım alıp da hayatını kaybetmeyenlerin çoğunda duygu bozuklukları, sindirim, kalpdamar, bağışıklık sistemlerini ilgilendiren hastalıklar, uykusuzluk sorunları gelişmeye başlamıştır. Nükleer santralin üzerinde uçarak söndürücü maddeler döken helikopter pilotunun daha sonra aplastik anemiye (kemik iliğinin kan yapamaması hastalığı) yakalandığı bilinmektedir. Kazadan sonraki radyasyon o kadar güçlü ki Vladimir Pravik adlı itfaiyecinin göz rengini kahverengiden maviye dönüştürmüştür. Greenpeace, Ukrayna nın Rivneska Bölgesi nde bir köyde süt örneklerinde yaptığı analizde, sütlerin %93 ünde uzun ömürlü izotop sezyum-137 olduğunu belirledi. Bu, Ukrayna da çocuklar için kabul edilebilir radyasyon değerinin çok üstündedir. Santrale sevk edilen ve temizlik faaliyetlerinde bulunanların da büyük bir çoğunluğu, maalesef hayatını kaybetti. Reaktör enkazına aynı zamanda ordunun bir kısmı da gönderilmişti. Ortalama olarak bir kişi 3 dakika çalışıyordu ve bu süre içinde hayatı boyunca alabileceği radyasyon miktarına maruz kalıyor, ciddi bir risk altına giriyordu. 600 bin kişinin (aralarında itfaiye erleri, ordu mensupları, siviller bulunmaktadır) bulunduğu bu çalışmalarda kullanılan askeri ve sivil araçlar günümüzde terk edilmiş bir şekilde bir aradadır. Taşıdıkları radyoaktif kalıntılar, bozulmuş yapıları onları kullanılamaz hale getirmiştir. Felaketin resmi raporları, ölümcül kanser vakalarının sayısını olarak hesaplamaktadır. Bağımsız bilim insanları ise ile arasında insanın Çernobil felaketinin sebep olduğu kanser türlerinden dolayı öleceğini tahmin etmektedir. Anne karnında ışın alanlarda, kontrol gruplarına göre, eksik ağırlıkta doğumlar, zekâ geriliği, davranış bozuklukları, beynin oluşmaması, kol ve bacak anomalileri, sinirsel rahatsızlıklarda artma saptanmıştır. Bugün 2017 de kirlenmiş olarak kabul edilen bu alanda 5 milyon insan yaşamaktadır. Bu insanlar şu veya bu oranda parçalanmayan radyoaktif parçacıkların etkisi altındadır. Felaketten sonra, kalan 3 bloğun devre dışı bırakıldığı sanılır, maalesef bunlar tekrar aktif duruma geçirilmiş ve bir kısmı 13 yıl boyunca çalıştırılmıştır. Reaktör felaketinin kurbanlarına yeterince tazminat ödemek yerine; Ukrayna, Beyaz Rusya ve Rusya daki nükleer sanayi ve hükümetler nükleer enerji projelerine milyarlarca meblağ yatırım yapmaya devam etmektedirler. Felaket üzerine sistematik olarak daha az konuşulmakta ve sonuçların üstü örtülmektedir. Çernobil, kirlenmiş bölgelerdeki tüm canlı alanları etkilemektedir. Radyoaktivite, insanların içtiği sütte, yedikleri yiyecekte, çocuklarının oynadığı oyun 61 yaşam temellerini koruma mücadelesi

62 yaşam temellerini koruma mücadelesi 62 alanlarında ve içinde bulundukları odun sularında bulunmaktadır. Felaketin Etkileri Almanya ve birçok Avrupa ülkesinde alışveriş merkezlerindeki raflarda 2 gün içerisinde eski tarihli tüm süt ve süt mamulü yiyecekler tükendi. Çernobil den binlerce kilometre uzaklıktaki İngiltere dahi, radyasyonun yıkıcı etkilerini tarım ve hayvancılık noktasında inceleyip önlemler alırken, Türkiye deki durumsa farklıydı. Herkes kendinden çok emindi. Felaketin Bizdeki Etkileri Yıllardır sorunların ciddiyetini anlamayanlar tarafından yönetildiğimiz için o dönemde bu felakete yaklaşım ciddiyetten çok uzaktı. Sorunu alaya alanlar, felaketle gırgır geçenlerin mirasçıları bugün de nükleere yaklaşımda farklı değiller. Facianın ardından 1 Mayıs günü SSCB büyükelçisi, Türk yetkilileri Karadeniz de ölçüm yapmaları konusunda uyardı. Türkiye Atom Enerjisi Başkanı (TAEK) Prof. Dr. Ahmet Yüksel Özemre Olay mevzii (mahallî-bn) bir olay; Türkiye ye ulaşsa bile etkilemez dedi. 3 Mayıs günü radyoaktif bulutların Türkiye ye ulaştığı ve oranın 7 kat arttığı açıklandı. Edirne de yağan yağmurdan dolayı TRT su birikintilerinin kullanılmaması ve hayvanların otlatılmaması uyarısında bulundu. 3 Eylül günü Avrupa ülkeleri radyasyonlu olduğu gerekçesiyle Türkiye den fındık alımını durdurdu. 28 Kasım günü Hollanda Sağlık Bakanlığı Türk çayında yüksek oranda radyasyon var. açıklamasında bulundu. 29 Kasım günü Çay-Kur genel müdürü Çayda radyasyon var iddialarını batı tezgâhı olarak nitelendirdi. Müdürlük, çay kaynatıldığında radyasyonun 5-6 kat düştüğünü iddia etti. 2 Aralık günü efsanevi sanayi bakanı Cahit Aral çaydaki radyasyonun zararsız olduğunu ileri sürerek TV de çay içti. 14 Aralık günü Federal Almanya, Türkiye den alınan 13 ton çayı iade etti. Kasım 1987 de TAEK depolarında 60 bin ton çay olduğunu iddia etti. Ağustos 1988 de iç piyasada tüketilemeyen depolanmış çayın 40 tonu imha edildi. Felaketten bir hafta sonra 3 Mayıs 1986 da sağanak yağmur ile Trakya Bölgesi, 7-9 Mayıs 1986 da Doğu Karadeniz Bölgesi etkilendi. Bunlar dünden hafızalarda kalanlar. Bugünü sonraki yazılarda anlatacağız yılında 33 yaşındayken kanserden hayatını kaybeden Kâzım Koyuncu, Karadeniz in radyoaktif felaketine karşı mücadelesiyle öne çıkan en önemli sanatçılardandı. Koyuncu nun Türkiye nin Çernobil politikasıyla ilgili eleştirisi şu şekildeydi; O çayı içen biri geri zekâlıdır... Ben kendi zekâmla ve felsefemle ölümü, hayatı uzatabilirim, kısaltabilirim, her şeyi yapabilirim. Peki, benim köyümdekiler, anasının kuzusu çocuklar, 16 yaşındaki kız, o neyi düşünsün, hangi felsefeyi düşünsün? Onun annesi hangi felsefeyle acısını yumuşatsın? Sen kimsin, o acıları onlara tattırabiliyorsun? Bu ülkenin politikacılara, yalancılara ihtiyacı yok. Kendi onuruna sahip çıkmış, kendi kişiliğine sahip çıkmış haline ihtiyacı var diyordu. Haklıydı da! Sonuçlar: Bugüne kadar Çernobil felaketi sonrası için harcanan emeğin dolar karşılığı 200 milyardır. Bu gidere her yıl eklemeler olmaktadır. Bu emek yenilenebilir enerji yatırımına dönüştürülseydi daha farklı yerlerde olacaktık. Bugün bunun, kapitalist sistem yerle bir edilmeden de gerçekleşmesi imkân dâhilindedir. Yeter ki bu sorunu, emekçi insanlar kendi sorunlarının bir parçası olarak kavrayıp uğrunda mücadele etsinler. Henüz kendi hakları için de olsa mücadeleye hazır olmayan büyük insanlığın harekete geçmesini beklemeden de yapılacak işler vardır. Bir dahaki sayımızda Fukushima felaketi üzerinde duracağız 17 Ekim 2017 Balık tuttuk yiyen ölür Elimize değen ölür Bu gemi bir kara tabut, Lumbarından giren ölür. Balık tuttuk yiyen ölür, Birden değil, ağır ağır, Etleri çürür, dağılır, Balık tuttuk, yiyen ölür. Nâzım Hikmet in Japon Balıkçısı şiirinden...

63 YENİ EMPERYALİST DEVLETLER TEORİSİ ÜZERİNE Almanya Marksist Leninist Partisi Yeni Emperyalist Devletler ismi altında bir teori geliştirdi. Türkiye nin de içinde bulunduğu bir dizi ülke bu teoride yeni emperyalist güçler olarak adlandırılıyor ve bunlara yeni olduklarından da dolayı daha fazla yayılmacılık ve saldırganlık atfediliyor. Bu teori üzerine tartışmalar yürüyor. Bu tartışmanın kimi belgelerini yayınlayarak devrimci kamuoyunu bilgilendirmeye çalışacağız. Bu konuda bu sayımızda Avusturya da, Proleter Devrim adlı Devrimci Komünist Gazete de yayınlanan geniş bir makalenin eklerini yayınlıyoruz. AMLP NİN YENİ EMPERYALİZM TEORİSİ NE DAİR DÜŞÜNCELER Almanya daki yeni revizyonist parti AMLP (Almanya Marksist Leninist Partisi -ÇN) 2016 da Yeni Emperyalizm Teorisi ni öne sürdü. Buna göre: Bir dizi yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışı emperyalist dünya sistemi içinde devasa güç kaymalarını ifade etmektedir. Burada bu bağlamda dünya ekonomisinde yeni bir görünüm söz konusudur. Her ne kadar klasik emperyalist güçler doğal olarak ortadan kaybolmasa da (en azından!) yine de yeni emperyalistler bugün deyim yerindeyse orkestra şefleridirler. AMLP, Marksizm-Leninizm de yaptığı her yeni geliştirme yi kendisinin etrafında kümelenmiş ICOR aracılığıyla uluslararası alanda da egemen kılmak istediğinden, bu konuda uluslararası bir tartışma doğmuştur. (AMLP buna ateşlendi diyor). Bununla ilgili olarak bir katkı da biz sunmak istiyoruz. AMLP nin Yeni emperyalistleri önceleri 14 ülke idiler: BRİCS ülkeleri (Emperyalist nitelikleri bağlamında bütünüyle farklı beş ülke; Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika hakkındaki burjuva bir kategori); MİST ülkeleri (Meksika, Endonezya, Güney Kore ve Türkiye gibi heterojen ülkeler için keza burjuva bir kategori ve Suudi-Arabistan, Katar, BAE, İran ve Arjantin gibi bazı diğer ülkeler.) Bu arada bunlara aralarında Vietnam ve Yunanistan ın da bulunduğu başka birkaç ülke daha eklendi. AMLP nin Yeni Emperyalizm teorisi, birincisi üstüne üstlük bütünüyle eğilmiş, bükülmüş istatistiklerin yardımıyla bir dizi ülkelerin gerçekten olmadıkları bir şeye şişirilmiş olmalarından ve ikincisi; Rusya ve Çin in yeni emperyalistler takımına alınmalarından beslenmektedir. AMLP nin bu yeni emperyalistler in gücü ve önemi hakkında ortaya attığı sayılar, çoğu kez üçte iki oranda Çin in hesabına yazılıdır. Bu ise bilimsel tahlil konusunda manipülasyoncu saçmalıktır. Diğerlerinin yanında her şeyden önce Çin ve Rusya yı yeni emperyalist ülkeler arasına koymak ve Rus ile Çin emperyalizmini dünya ekonomisinin yeni görünümleri olarak görmek aymazlıktır. Rusya daha 20. yüzyılın başında Lenin tarafından, geriliğine rağmen emperyalist olarak değerlendirildi ve hegemonya uğruna mücadele eden büyük güçler arasında sayıldı. Rus Sosyal-Emperyalizmi 1950 lerin son yıllarından beri vardı. Onun ABD emperyalizmi ile rakip olarak çekişmesi Sovyetler Birliği nin 1990 daki çöküşüne dek birçok on yıla damgasını vurdu. Çin ise 1970 li yılların ikinci yarısında kapitalist hale geldi. Başlarda henüz emperyalist niteliği, yani sermaye ihracı, yayılmacı siyaset, buna uygun olarak askeri olarak donanımı vs., çok görünür olmamasına rağmen, kısa bir süre içinde en azından potansiyel olarak bir emperyalizm, deyim yerindeyse oluşum halindeki (statu nescendi) bir emperyalizm söz konusuydu. Yani her iki ülkenin emperyalizmlerinin omuzlarında çoktan birkaç on yıllık geçmiş vardır ve bu, gerçekten dünya ekonomisinin yeni görünümleri değildir. AMLP in diğer yeni emperyalistleri ile ilgili olarak da şu soru gelip kendisini dayatıyor: Neden tam da bunlar? (Önce doğrudan yatırımlar (FDİ) biçimindeki sermaye ihracını alırsak) Neden neredeyse hiç FDİ ye (Doğrudan Dış Yatırım -ÇN) sahip olmamasına karşın İran veya mütevazı FDİ siyle neden Endonezya ve Türkiye? Neden Katar ya da Kuveyt değil? En azından Suudi Arabistan ile aynı oranda FDİ si olan ve Meksika ile neredeyse aynı derecede ve bu arada Türkiye nin 3 misline ve İran ın 55 misline (!) sahip Malezya değil? Peki, Afrika daki bölgesel güçler olarak Angola veya Nijerya neden değil? Neden ABD nin 63 yaşam temellerini koruma mücadelesi

64 yaşam temellerini koruma mücadelesi 64 şubesi olarak gelişmiş kapitalist ekonomisiyle (eski) emperyalist ülkeler silsilesine dâhil olan Güney Kore? Ve eğer bunlara Güney Kore dâhilse, çok daha yüksek FDİ ye sahip Tayvan neden değil? AMLP herhalde, son yıllarda ya ekonomik olarak göreceli bir şekilde güçlenmiş olan veya askeri alanda özellikle kendisini donatan veya son dönemde siyasi olarak herhangi bir şekilde can sıkıcı biçimde dikkat çekmiş bulunduklarından, aklına gelen bu ülkeleri öylesine saymaktadır. Bu ülkelerden bazıları ekonomik olarak bayağı gelişmişlerdir (ne var ki bazıları ise bu arada kendilerinin başarı öyküleri nin kırılgan ve kısmen de kesin spekülatif niteliğine işaret eden ağır kriz içindedirler, örneğin Brezilya). Diğer taraftan örneğin İran sermaye ihracı konusunda bir cücedir, ama bölgede büyük öneme sahiptir. Bazıları ise gözü dönmüş bir şekilde silahlanmaktadırlar vb. Böylesi bakış açılarıyla yeni emperyalist lige alınması söz konusu olacak daha bir düzineden fazla ülke var. Böylece elini kolunu sallaya sallaya yaklaşık iki düzine yeni emperyalist ülke veya daha fazlası çıkar. O zaman ekonomik, siyasi veya askeri olarak üç aşağı beş yukarı önemli tüm ülkelere, bu üçe beşe bakmadan, emperyalist ülkeler etiketi yapıştırmak kolaydır Ve gerçekten bu yaklaşımla AMLP bu yeni emperyalistler listesini genişletip durmaktadır Kötü ve siyaseti ile dikkat çeken her ülke yeni emperyalist ler listesi için adaydır. Bundan bağımsız olarak, aslında AMLP nin yeni emperyalistler inden biri veya diğerinin gerçekten emperyalist bir güç olup olmadığı, sadece bölgesel değil, aynı zamanda daha az veya daha fazla küresel alanda oyuna katılma durumundaki bir güç olup olmadığı veya yakın gelecekte olup olamayacağı sorusu haksız değildir. Bu soru ise ancak zaten bugünden önemli bölgesel hegemonyacı olanlar ve bunu da aşan hırsları için yeterli bir ekonomik temele sahip olanlar için, yani şu anda ilk planda Hindistan ve bir de Brezilya için söz konusudur. Ekonomik, siyasi, askeri büyüklükler yanında güçler dengesi hiçbir şekilde göz ardı edilmemelidir. Her ne kadar yeni emperyalistler in birçoğu kendi bölgelerinde önemliyse de gerçekten emperyalist güçlerle rekabet etme ve onlarla yarışma konusunda, küresel alanda aslında cücelerdir. Bu tarzla emperyalizm ve keza yeni emperyalizm kavramı her türlü anlamını yitirmektedir. Ayrıca iki en büyük ve pekâlâ eski emperyalist gücün, onlarla karşılaştırıldığında küresel emperyalist taleplere henüz cevap veremeyen Brezilya, Hindistan ve Güney Afrika gibi daha zayıf bölgesel hegemonyacılarla, ondan da kötüsü çok daha zayıf kimi diğer ülkelerle aynı torbaya atılmasının anlamı nedir? Yeni emperyalizm kurgusunun kendisi bir bütün olarak berbattır. Fakat ne yazık ki bunun olumsuz ağır siyasi sonuçları vardır. AMLP, hummalı bir biçimde Çin veya Rusya gibi küresel olarak hareket eden emperyalist büyük güçlerle, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika gibi bölgesel hegemonyacı güçler veya bundan değişik konumdaki Türkiye ve İran gibi ülkeler ve bir bütün olarak mütevazı potansiyellerine rağmen, dikkatleri üzerlerine çekmiş olan ülkelerle (Katar gibi) arasındaki farkları silmeye çalışmaktadır. Bununla aslında, ABD, Büyük Britanya, AB (ve bunlar arasında esas güçler Almanya ve Fransa), Japonya, Çin ve Rusya gibi önemli ve gerçekten az veya çok küresel olarak hareket eden emperyalistlerin rolü göreceleştirilmektedir. Emperyalist güçler arasındaki gerçekten var olan ve belirleyici olan etkin çelişkiler, bu güçlerin dünya hegemonyası veya ona ortak olma uğruna yarışı silinmektedir. Bu Yeni emperyalizm teorisi aslında gerçek emperyalistlerin korunmasına veya olduğundan daha iyi gösterilmesine hizmet etmektedir. Gerici rejimlerin neredeyse hepsi emperyalist iseler, o zaman gerçekten belirleyici konumdaki emperyalistler birçokları arasında sadece biraz daha büyük görünürler. Emperyalist realitenin üstü düzinelerce çelişkiler, aktörler ve daha az veya fazla anlaşılabilen çıkarların anlaşılmaz bir yumağı vasıtasıyla örtülmektedir. Emperyalizm düşmanlığı deyim yerindeyse yaygınlaştırılıyor ; ama bununla parçalandırılıyor, sulandırılıyor. Dünya durumunun doğru bir tahlili ve onun gelişmesinin anlaşılması böyle mümkün değildir. Eylemleri ve cürümlerini saklamaktan her türlü çıkarı olan emperyalist burjuva propagandasının bu yüzden benzer şekilde hareket etmesi boşuna değildir. Bu nedenle bu yeni emperyalizm ideolojik kurgusu, siyasi olarak olağanüstü derecede tehlikeli ve zararlıdır. Eğer birazcık önemli ülkelerin her biri, (yeni) emperyalist ve savaş kışkırtıcısı ise ve bir de üstüne üstlük en büyük ve en güçlü emperyalistlerden daha kötü ve tehlikeli ise, genelde dünya durumu ile ilgili olarak ve her ülkenin ve bu ülkedeki sınıf mücadelesi durumunun rolünün değerlendirmesi bakımından yönümüzü bulamaz olacağız. Ama bu yönünü bulamamazlık, bizim emperyalist propagandaya kanmamız demektir. Bu ise, burjuva medyasının Katar ın her şeye kadirliği hakkındaki masallara, Türk ve Suudi Halifelik projesi

65 öykülerine, IŞİD in sözde feodal niteliğine, emperyalizmin feodal kökleri ne ve böylesi diğer saçmalıklara inanmaya varana kadar gider. Ayrıca (ister onlar tarafından doğrudan, isterse temsilcileri tarafından yürütülsün) haksız emperyalist savaşlar ile (ulusal ve/veya sosyal kurtuluş için, emperyalist saldırılara ve tehditlere karşı kendini savunmak için ) haklı savaşlar arasında artık fark gözetilemez hale gelinir. Böylece savaş ile devrim sorununda her türden yanılgılara kapı sonuna kadar açılır. Büyük emperyalist ülkelerden birinde bir örgüt bulunuyorsa, bu onun açısından, kendi emperyalizminin küçümsenmesine ve olduğundan iyi gösterilmesine açılan kapıdır. [Avusturya daki devrimci-komünist dergi PROLE- TER DEVRİM in Temmuz 2017 tarihli, 70. sayısı, sayfa:18-20 Almancadan Türkçeye çevrilmiştir.] 1. Hayal Ve Gerçek Erdoğan, yeni Orta Vadeli Ekonomik Program ın Türk hükümeti tarafından Ekim 2016 da ilan edilmesi vesilesiyle bu hedeflerden (yani 2023 e Cumhuriyetin kuruluşunun yüzüncü yıl dönümüne yönelik uzun vadeli hedeflerden) bir uzaklaşmanın söz konusu olmadığını vurguladı. Bu hedefler nelerdir? GSYİH şu andaki 857,4 milyar ABD dolarından (2016) milyar ABD dolarına çıkacaktır. Bu, 2,3 misli veya yılda %12,9 oranında bir büyümeye tekabül eder. İhracat şu andaki 142,6 milyar ABD dolarından 500 milyar dolara yükselecektir. Bu 3,5 misli veya yılda 19,6 oranında bir büyümeye tekabül eder. Bu abartılı hayaller sadece büyük güç şovenisti propagandaya ve bu arada giderek açıktan açığa kötüleşen bir ekonomik durum karşısında gelişen sosyal ve ekonomik çelişkilerin üstünün örtülmesine hizmet etmektedir. Her ne kadar Türk GSYİH sı gerçekte 2010 ve 2011 yıllarında olağanüstü derecede güçlü, bu yılların her birinde aşağı yukarı %9 büyümüş olsa da bu Boğaziçi ndeki mucize idi. O zamandan bu yana keza artık sadece mütevazı bir büyüme söz konusudur; ortalamasında bir bütün olarak yılda sadece %3,8 dir. Büyüme 2016 yılında artık sadece % 2,9 civarındaydı. GSYİH yı önemli ölçüde etkileyen Türkiye nin ihracat hacmi son 10 yıl içinde yılda (yüksek derecede kaçışa ve büyük kırılganlığa işaret eden + %25,4 ile - %22,6 arasındaki muazzam bir yalpalama yaygınlığı ile birlikte) ortalama %5,2 oranında arttı. Son 5 yıl içinde sadece ancak yılda ortalama %1,1 yükseldi ve 2016 da -% 1,1 oranında küçüldü için yüzyıl hedefleri temelsiz boş laftır. Oysa bu hükümet bıkmadan usanmadan böylesine bir mucize vaat etmeyi sürdürmektedir: Öyle bir mucize ki, Türkiye GYİH sına göre ülkeler sıralamasında şu andaki 18. yerinden ilk ona fırlayacaktır. Türkiye bunun için tabii ki, Hindistan, Meksika, İspanya, Avustralya, Güney Kore ve Kanada yı geçmek zorundadır. Geçeceği ülkelerden Hollanda ve Hindistan dışında olanlar, daha bugünden milyar ABD doları üzerinde GSYİH ya sahiptir. (Hatta Kanada nınki milyar ABD dolarıdır). Bu sihirbazlık harikası, dahası tüm bu ülkelerin bizzat 2023 e kadar hiçbir büyümeye sahip olmamasını öngörmektedir. güncel ORTADOĞU DA BÖLGESEL GÜÇ OLARAK TÜRKİYE NİN YÜKSELİŞİ VE SINIRLARI 2. Türkiye nin Ekonomik Olarak Güçlü Ve Zayıf Yanları Bundan bağımsız olarak Türkiye kuşkusuz kendi koşullarına göre ( eşik ülkeler ) göreceli olarak gelişmiş bir kapitalist ülkedir; o sağlam bir kendisinin üretim temeline, hatta kimi alanlarda epeyi gelişmiş bir teknolojik seviyeye sahiptir; ekonominin belli kesimleri güçlü bir şekilde tekelleşmiştir; iyi bir şekilde gelişmiş bir banka sistemi vardır; sanayi ile banka sisteminin sıkı bir iç içe geçmişliği söz konusudur. En büyük 10 Türk holdingi içinde 5 banka, 2 telekomünikasyon firması, Türk Hava Yolları ile Koç (2 numara) ve Sabancı Holdingleri (5 numara) bulunmaktadır Türkiye görece güçlü bir şekilde sanayileşmiştir: Yaratılan değerin %26,5 i istihdam edilenlerin %27,2 sinin çalıştığı (2015) üretim alanından sağlandı. Türkiye kapitalist gelişme sonucu çökmüş alanlar dışında göreceli olarak kalifiye bir iş gücüne sahiptir. Kimi endüstriler (veya onların parçaları) iyi bir üretkenlik ortaya koymaktadırlar ve diğerlerinin yanında öncelikle hafif sanayi ile teknolojik olarak alt ve orta alanda uluslararası çapta rekabet edebilir durumdadırlar. İhracatın kalitesi, rakiplerle karşılaştırıldığında her ne kadar ortalamanın üzerine geçmese de düzeldi. Devlet borçlanması %29,1 ile göreceli olarak düşüktür ve aynı şekilde görece düşük olan yıllık bütçe açığı da bu hükümetin Orta Vadeli Ekonomi Program ında da önüne koyduğu üzere, ekonomik teşvik için Keynesci önlemleri alması için mali bir oyun sahası açmaktadır. Bunlar Türkiye nin güçlü olduğu yanların bazılarıdır. 65

66 güncel 66 Ama hesaba katılması gereken önemli zaaflar da vardır. Burada en başta enerji bağımlılığı geliyor. Yerli temel enerji üretimi temel enerji ihtiyacının ancak %25,8 ini karşılıyor; temel enerji ihtiyacının %74,2 si ithal edilmek zorundadır (2014). Bununla yurtdışına güçlü bir şekilde bağımlılık (Türkiye örneğin aynı konuda %62 lik bağımlılığa sahip Avusturya dan farklı olarak, sırtını AB gibi bir emperyalist birliğe dayayamıyor) ortaya çıkmaktadır. Bu bağımlılık durumu göz ardı edilse bile, bunun, her ekonomik büyüme yüzdesinde (ki bu örneğin yatırımların, büyüyen askeri donanım sanayinin, ihracatın da büyümesi anlamına gelir) aynı kalan diğer koşullar altında ithalatı arttıran, ödeme bilançosunu kötüleştiren ve bununla birlikte yurtdışı borçlanmasını yükselten, eşlik edici nahoş görünümleri de vardır. İktisadi üretkenlik her ne kadar bazı diğer eşik ülkeleri ile karşılaştırıldığında göreceli olarak yüksek olsa da emperyalist ülkeler karşısında göreceli olarak düşüktür. Türk emek üretkenliği (satın alma standartları temelinde, yani kişi başına düşen GSYİH olarak, ama farklı fiyat seviyeleriyle nötralize edilmiş şekilde ölçüldüğünde) 2016 da AB ortalamasının %82,2 si civarındaydı. Bu, örneğin tüm Balkan devletleri veya Polonya dan daha yüksek ve neredeyse Çek Cumhuriyeti seviyesinde bir emek üretkenliğidir. (Ama örneğin Avusturya dan %16 oranında daha düşüktür). Ne var ki bu, 2013 den beri artmamaktadır. Bu nedenle Türk hükümeti kendisinin Orta Vadeli Ekonomik Program ında da onun duraklamasını, kendisinin daha ileri hırs, ihtirasları açısından sorun olarak kavramıştır ve üretkenliğin yükseltilmesini bir ağırlık noktası olarak koymuştur. Hegemonyacı bir rol bakımından dış ticaret ve sermaye ihracı özel öneme sahiptir. Türkiye 2016 da 143,8 milyar ABD doları değerinde mal ihraç etti. Buna turizm ile birlikte hizmetler ihracatı eklenmelidir. GSYİH nın % 27,7 sini (mal ve hizmetler ihracı birlikte ele alındığında) oluşturan ihracatın payı öyle pek ahım şahım değildir ve %43,8 olan AB ortalamasının (sadece mal ihracatının oranı AB %31,5, Türkiye %16,6) çok altındadır. Yüksek teknoloji ihracatı da vardır, ama bu ihracat hacminin sadece %11,6 sını veya GSYİH nın %0,3 ünü tutmaktadır ve her şeyden önce bu oran 1990 dan bu yana duraksamaktadır. Oysa ihracatın bir bütün olarak ortalama kalitesi (değer içeriği) yükselmiştir: Unit Values (Toplu kalemlerin-çn) ihracatı (Bunun için bir göstergedir) 2000 den 2015 e kadar +%51 oranında artmıştır. Bu kötü değildir, ama yine de sadece (+%52 olan) eşik ülkeleri ortalamasına tekabül eder ve her halükârda (+%57 olan) AB nin ortalamasının gerisindedir. Buna karşı AB en önemli ihracat pazarıdır (mal ihracatının %44,5 i AB ye gitmektedir). Dahası bu Values (kalemler ÇN) +%69 a ulaştıkları 2013 den beri yeniden kötüleştiler. Diğer taraftan turizm daha bu yılki kırılmadan önce GSYİH ya ancak %3-4 oranında katkı sağlıyordu. Yani her ne kadar belirli bir rol oynasa da yine de AB li siyasetçilerin Türk şovenizmi karşısına kendilerinin emperyalist şovenizmlerini koyarken ideolojik kışkırtma kaynaklı nedenlerle çokça iddia ettikleri kadar belirleyici bir rol oynamamaktadır. Türkiye nin bir de dış ticaret açığı sorunu vardır. (Yurtdışı ile mal ticareti ve hizmet alışverişi): (2016 da -ÇN) 32,6 milyar ABD doları. Bu, dünya çapında sekizinci en büyük ödeme bilançosu açığıdır. (Türkiye bu konuda yalnız değildir, başta ABD olmak üzere iyi bir emperyalist camia içinde bulunmaktadır.) Ne var ki o bu açığı sadece lira ihracatı vasıtasıyla finanse edemediğinden bu açık çok farklı bir anlama gelmektedir. Türkiye nin yurtdışındaki dolaysız yatırımlar (FDİ) şeklindeki sermaye ihracı çok hızlı bir şekilde gelişmiştir. Doğrudan yatırımların mevcudu 2010 dan beri iki misline, 2005 ten bu yana beş mislinden fazlasına çıkmıştır. Branşlardaki ağırlık noktaları tekstil, tüketim malları ve mali hizmetlerdir (toplamda tüm FDİ lerin %44 ü). En büyük yatırımcılar Koç Holding (büyük farkla 1 numara), Doğuş Grubu, Anadolu Grubu, Türkcell, TPAO ve Enka İnşaat tır. Türk Merkez Bankası nın istatistiklerine göre (2011 yılından 2016 yılına akışlar) Türk FDİ lerinin önemli bir bölümü, batılı emperyalist ülkelere, bunlar arasında %64,4 ü AB ye ve %14,5 i ABD ye gitmiştir. Yakın ve Orta Doğu ya %19 u, Azerbaycan a %15,4 ü (3,3 milyar ABD doları!), %2 si Rusya ya gitti. Komşu ülkelerde ekonomik olarak da yer edinmek çabası görülebilir durumdadır; ama bu ön planda değildir. %1,3 lük bir payla (285 milyon ABD doları) ile Irak belki özel bir durumdur. Deloitte nin bir araştırması Türk FDİ lerinin örneğin Katar (ama benzer, her ne kadar başka bir kategoride olsa da) ve Çin FDİ lerinden farklı olarak salt kârlı mali katılımlara yönelmediğini denetim ve devralmayı hedeflediklerini saptamaktadır. Oysa şu olgu, arasında yeni emperyalizm teorisyenlerinin de içinde bulunduğu kimilerinin çoğu kez çok abartılı bir şekilde tasvir ettiği resmi düzeltmektedir. Türkiye her halükârda 2015 de, 44,7

67 milyar ABD doları FDİ toplam mevcudu ile dünya çapında sadece 41. sırada bulunmaktaydı. Buna ek olarak FDİ biçimindeki sermaye ithalatı çok daha hızlı bir şekilde gelişti. Bu ithalat sermaye ihracatını kat kat aştı. FDİ sermaye ithalatı (akışlar) son 5 yıl içinde sermaye ihracatının 3 mislini; son 10 yıl içinde hatta neredeyse 5 mislini tuttu de ihraç edilen sermaye toplam mevcudu 44,7 milyar ABD doları iken, bunun karşısında ithal edilen sermaye toplam mevcudu 145,5 milyar ABD doları idi. Ödeme bilançosu (yurtdışına giden para akışları karşısında yurtdışından gelen yıllık para akışları) ile ilgili olarak 32,6 milyar ABD doları tutarındaki dış ticaret açığı (2016) artı ihraç edilen sermaye, ülkeye yabancı sermaye akışı ile denkleştirilmek zorundadır. (Türkiye de yabancı doğrudan yatırımlar, Türk hisse senetlerinin yabancılar tarafından satın alınması, krediler şeklinde yurtdışı borçlanması vs. yoluyla ) aksi halde her yıl döviz rezervleri azalır (ki bu olmuyor). Sonuçta yurtdışına borçlanma tırmanmaktadır. Bu borçlanma Merkez Bankası na göre 2000 den beri dört misline çıktı ve 2016 sonunda 397,9 milyar ABD doları idi. Yani Boğaziçi ndeki mucize esas olarak borçla finanse edildi. Türkiye, kendisinin açığının finanse edilmesi için kolayca dolar ihraç edebilen ABD olmadığından, yurtdışındaki herkes bu dolarlara sahip olmak istediği sürece, böylesine aşırı bir borçlanma kaçınılmaz olarak liranın değer kaybetmesini, bununla borç yükünün göreceli olarak artmasını, spekülasyon balonlarını, enflasyonun ithal edilmesini ister istemez beraberinde getiriyor. Yeni Türk Lirası son 5 yıl içinde avro karşısında %45 oranında ve dolar karşısında %53 oranında değer kaybetti. Bu, bir yanda ithalatın ve (yeni) sermaye ihracatının pahalılaşmasını (ve bununla birlikte enflasyon ithalini) diğer yanda ise ihracatın kolaylaşmasını ve yurtdışında var olan sermaye tesislerinin değer kazanmasını beraberinde getirmektedir. Bu gelişim burjuvaziye ve Türkiye rejimine büyük sorunlar yaratmakta ve belirli bir bağımsızlık çabasının kuyusunu kazmaktadır. 3. Türkiye nin Askeri Olarak Güçlü Ve Zayıf Yanları Türkiye NATO nun ikinci en büyük ve dünya çapında onuncu en büyük ordusuna sahiptir. İnternet sitesi global-firepower (Türkçesi: küresel ateş gücü merkezi Şikago da bulunan internet sitesi Military Factory nin parçasıdır ve askeri çevrelerde çoğu kez referans olarak alınmaktadır.) her yıl çeşitli ülkelerin ordularının müdahale gücü nün küresel bir sıralamasını yapmaktadır. Bu sıralamada Türkiye (ABD, Rusya, Çin, Hindistan, Fransa, Birleşik Krallık (İngiltere), Japonya ile ucu ucuna Almanya ve İtalya dan önünde) 8. sırada yer almaktadır. Doğal olarak bütün bunlar eğer sadece silahlar ve malzemeler birlikte sayılmazsa, bilakis müdahale gücünün unsurları da niteliksel olarak değerlendirilirse sadece hipotetik karşılaştırmalardır. Bir ordunun kâğıt üzerindeki biçimi ve onun pratikteki gerçek müdahale gücü birbirinden tamamen farklı iki şeydir. Her savaşın, emperyalistler ve diğer gericilerin birbirleri arasındaki her savaşın da özel koşullar altında (nerede? Niçin? Neye karşı? Nasıl?) gerçekleştiği bunların hiç de öyle inceden inceye düşünülüp taşınılan bir algoritma içine sıkıştırılamayacağı açıktır. Aksi halde evet, ABD son on yıllardaki tüm saldırgan savaşlarını kaybetmek yerine kazanmış olurdu. Ama buna rağmen 8. sıra dikkate şayandır. Türk askeri donanım giderleri SIPRI ye göre 2015 de 15,3 milyar ABD doları ve global-firepower a göre 18,2 milyar ABD dolarını bulmaktadır. SIPRI sayıları 2013 deki zirve noktasında bir kez 18,6 milyar ABD dolar tutmuştu. Buna rağmen Türkiye askeri donanım giderleri ile ilgili olarak dünya çapında daha hâlâ 15. sırada (SIPRI) veya 14. sıradadır (global-firepower). Askeri donanım giderlerinin GSYİH daki payı (hızlı bir şekilde büyüyen GSYİH nın dolaylı sonucu olarak) 2000 yılında %3,7 den 2015 te %2,1 e düştü. Daha birkaç yıl önceleri askerî açıdan, askeri donanım ithalatına neredeyse bütünüyle bağımlı olan Türkiye bu arada güçlü bir öz askeri donanım sanayiine sahip hale gelmiştir ve teknolojik olarak da arayı adım adım kapatmaktadır. Ne var ki o (Türkiye ÇN) buna karşın daha hâlâ ihtiyacının yaklaşık olarak %40 ında askeri donanım ithalatlarına ve her şeyden önce yabancı askeri donanım teknolojisine bağımlıdır. Çeşitli yabancı teknoloji teslimatçıları ile tüm ulusal geliştirmeler için de iş birlikleri ve Joint Ventura lar bundan dolayıdır. En önemli teslimatçı ülkeler şimdiye kadar (%40 lık bir pazar payıyla) ABD, (%19 luk bir payla) Almanya, Güney Kore, İsrail, İtalya ve Birleşik Krallık (İngiltere -ÇN) idiler. Ama eski Türk savaş ( savunma -ÇN) bakanı Yılmaz ın dediklerine göre öz askeri donanım sanayi 2015 sonunda artık ihtiyacın %55 ini (Erdoğan ın Nisan 2016 daki bir ifadesine göre %60 ını) karşılıyordu. Türkiye 2013 de kendisinin inşa ettiği ilk savaş tankını (Güney Kore modeli, ama Türk topu ve keza aynı şekilde ateş yönetim sistemi) hizmete sok- 67 güncel

68 güncel 68 tu. İlk iki askeri uyduları -ne var ki birincisi Çin roketiyle ve ikincisi ise Fransız Guyana sından Avrupalı firma Arianaspace vasıtasıyla Avrupalı Vega-taşıyıcı roketiyle- uzaya fırlatıldı. Taktiksel karadan-karaya füzeleri çoktan üretilmektedir ve artık kullanılır vaziyetteki kısa menzilli füzeler (500 km. ye kadar) hazır bulunmaktadır. Jübile yılı 2023 e kadar askeri bakımdan %100 lük bağımsızlığa ulaşılmak istenmektedir. Bunun için daha sonra diğer şeylerin yanında kendi ürettiği bir savaş jeti (planlanan hizmete sokulma tarihi 2023), orta ve uzun menzilli füzeler (2500 km. ya kadar), kendi füze ateşleme rampaları ve Türk bir uzay silahının ilk nüveleri bunlara dâhildir. Ne var ki tüm bu projeler başarılı bir şekilde gerçekleşse bile, %100 bir bağımsızlık sadece gerçekçi değil, aynı zamanda anlamsızdır da çünkü Rusya, Çin ve bizzat ABD bile askeri donanım ithalatına yeniden sarılıyorlar. Her şeye rağmen Türk askeri donanım sanayii son on yıl içinde muazzam bir şekilde aradaki açığı telafi etmiştir ve son dönemde yılda ortalama %20 oranında büyümüştür. Türk savaş bakanlığının verilerine göre o (Türk askeri donanım sanayii -ÇN) kendisinin çalışanı ile birlikte 15 milyar ABD-dolarlık bir üretim kapasitesine ulaşmıştır. Onun teknolojik seviyesi belirgin bir şekilde artmıştır ve bunun daha da yükselmesi için bu hükümet Türk uzman ve işçilerin yabancı askeri donanım endüstrilerinden bir geri çağrılması eylemi uyguluyor. Dünyanın en büyük 100 askeri donanım üretici şirketi arasında 2015 de iki Türk şirketi, ASEL- SAN 1 milyar ABD dolarlık bir askeri donanım üretimi ile 69. sırada ve 890 milyon ABD dolarlık üretimiyle Turkish Aerospace Industries 78. sırada bulunuyordu. Bu sanayi, ihracatını 2012 den beri üç katına çıkardı; bu bağlamda son on yıl içinde en önemli alıcıları Suudi-Arabistan, BAE (Birleşik Arap Emirlikleri), Bahreyn, Türkmenistan, Azerbaycan, Pakistan ve Malezya idiler. Türkiye 2015 de dünya çapında altıncı en büyük askeri donanım ithalatçısı konumunda idi (dünya çapındaki ithalatın %3,4 ü) ve dünya çapında on beşinci en büyük askeri donanım ihracatçısıydı. Askeri olarak bu atılım ekonomik ve askeri bakımdan son on yılın en kayda değer gelişmelerinden biridir. Ancak bu ordu buna karşın kendisinin iddia ettiği kadar güçlü değildir. Bu, daha yerel ve bölgesel müdahale için karada ve havada, Türkiye nin Güneydoğusunda, Kuzey Suriye de ve Kuzey Irak ta geçerlidir; ama kendisinin bizzat talep ettiği hegemonya alanını aşan her yer için çok daha geçerlidir. Bununla ilgili olarak onun, askeri deyimle projeksiyon kapasiteleri şimdiye kadar çok mütevazıdır (orta-ve uzun menzilli füzeler, ağır araçlar için transport lojistiği, taşıyıcılar ve stratejik denizaltılar, stratejik bombardıman uçakları, üsler ), ama Türkiye bununla ilgili olarak hırslı planları da takip etmektedir. Bunun için 2021 de hizmete sokulması öngörülen (kendisinin ürettiği) ilk uçak gemisi Anadolu bir semboldür. Türk askeri doktrini Türk burjuvazisinin stratejik yönelimi hakkında işaretler veriyor mu? Bu askeri doktrin, askeri donanım ve askeri donanım üretimi yöneliminden ve Suriye ve Irak taki Türk askeri müdahalelerinin gidişatından dolaylı olarak çıkarılabildiği kadarıyla, (Başka ordularla ilgili olarak beyaz kitap türünde formüle edilmiş askeri bir doktrin yok elimizde) bölgesel hegemonizmden başka bir şey değildir ne daha fazlası ne de daha azı. Türkiye nin dış ve bu nedenle de askeri politika açısından yönelimi köklü bir değişim içindedir. Türk burjuvazisi kendisini artık salt ABD emperyalizminin peşine takılan bir eki olarak görmüyor. Daha sonra dışişleri bakanı olan Davutoğlu nun 2001 de Türk dış ve askeri politikasının yeni yönelimine dair standart eseri Stratejik Derinlik te yazdığı gibi, Türkiye artık jeopolitik eylemin nesnesi değil, bilakis öznesi olmak istemektedir. Onun (Türkiye nin ÇN) jeopolitik büyük alanların kesiştiği yerdeki ve Orta Doğu daki değişmiş bir Saha-Güçler dizilimindeki ndeki siyaseti, ulusal çıkarların peşinin izlenmesi ve çok boyutlu dış ilişkilerin ve de coğrafi konumun kullanılması vasıtasıyla epeyi nüfuza sahip bölgesel ve düzenleyici bir güç haline gelebilecek anahtar bir devlet in siyaseti (olmalıdır). (Alıntılar Avusturya Askeri Gazetesi nin internet sitesinden yapıldı.). Burjuvazinin ve siyasi erk sahiplerinin bir bölümü kuşkusuz hatta büyük güç olma hırsında bir bölgesel güç ün rüyasını görmektedirler; ama hayaller bir şey, gerçek güç dengeleri biraz başka bir şeydir. Sadece laflar ve icraatlar arasında değil, aynı zamanda bizzat Türk burjuvazisinin kendi içerisinde ve devlet erki düzeyinde, bölgesel egemen bir güç konumuna ulaşabilmek için yürütülmesi gereken stratejik yönelim hakkında, nereye kadar siyasi ve askeri risklerin alınmasının zorunlu olduğu ve nereden itibaren bunun güçlerini aşıp, kendilerini zorlayacağı sorusu hakkında gerçek çelişkilerin bulunduğu görülmektedir. 4. Hegemonist, Emperyalist, Yeni-Emperyalist? Türk burjuvazisi daha Sovyetler Birliği çökmeden önce Balkanlar dan Orta Asya ya kadar Türki halkların bir imparatorluğu nu hayal ediyordu. O za-

69 manlar bu, batılı ittifakın parçası olarak düşünülüyordu. Sovyetler Birliği nin çöküşünden sonra o (Türk burjuvazisi ÇN) bu çok yükseklerde uçuşan planları yoğunlaştırdı. Bu bölgelere, örneğin inşaat sektörü tarafından yapılan sermaye ihracı canlandırıldı ve teşvik edildi. Lakin bu yayılma da ABD emperyalizminin dümen suyunda gerçekleşiyordu. Onun bölgedeki nüfuzu azalmaya başladığında, bu Türk planları da büyük çapta suya düştü. Sonra Arap Baharı geldi ve Türkiye Arap sahasında belirli kapsamda sevk ve yönetim gücü olma spekülasyonuna yöneldi. Bundan da bir şey çıkmadı. Fakat İsrail ile canciğer dostluğu bozuldu. Esad rejiminin devrilmesi ve sonrasında Suriye de kalıcı olarak yerleşme planları da işlemedi. Türk burjuvazisinin bir AB ye üye alınmaya ilgisi aynı burjuvazinin özgün çıkar konumlarına sahip belirli fraksiyonları değil, bir bütün olarak burjuvazinin ilgisi ( devlet siyaseti, zaten devlet farklı çıkar konumlarını bir araya getirmek için de vardır.) bu gelişmeler sonucu gitgide geri plana düştü. Türk hükümetinin hedefinde şu anda siyasi ve askeri olarak her şeyden önce Kuzey Irak ve Suriye nin Kuzeyi vardır. Türk burjuvazisinin güçlenişi tüm bu burjuva hırslar içinde kırmızı bir çizgi gibi sürüp gitmektedir. Burada ulusal bir burjuvazi midir güçlenen? Bu, kelimenin asıl anlamında bir ulusal burjuvazi değildir ve burjuvazinin çeşitli kanatları vardır; ama bugün var olan bir bütün olarak eskisinden daha güçlü ve daha öz güvenli ve belirli kapsamda daha bağımsız bir rol oynayan bir burjuvazidir. O (Türk burjuvazisi ÇN), artık diğerlerinin yanında ABD ve AB gibi emperyalist güçlerin arzu ettikleri gibi salt komprador burjuvazi değildir; ama buna karşı daha hâlâ belirli dereceye kadar emperyalist güçlere bağımlıdır. Uzun süredir belirleyici konumda olan başta ABD olmak üzere kimi emperyalist güçlerle belirli çelişkiler, emperyalist çark içinde daha aktif bir çomak sokma durumu, daha ağırlıklı ve bağımsız bir rol oynama isteği ve tavrı ve tüm bunların önkoşulu olarak güçlenmiş bir ekonomik temel; bütün bunlar bugünkü Türk burjuvazisini karakterize etmektedir. Bu, ona daha büyük bir oyun alanı açmaktadır ve onun bazı bakımlardan batılı burjuvazilerle çelişkiye düşmesinin de nedenidir. Emperyalist güçlerin Türkiye deki nüfuzları uğruna, örneğin diğerlerinin yanında ABD ile Almanya ve de Rusya arasındaki en yakın zamanda birçok diplomatik ve siyasi olaylarda ifadesini bulan rekabeti keskinleştirmektedir. Türkiye nin bölgesel hegemonyacılığının sadece siyasi nedenleri yoktur ve o (Türkiye nin bölgesel hegemonizmi -ÇN) hiç de Osmanlı İmparatorluğu nun metafiziksel yeniden doğuşu olarak yorumlanamaz. O daha çok kapitalist gelişmenin belirli bir aşamasından itibaren sermayenin değerlendirilmesinde kaçınılmaz olarak ortaya çıkan, Türk sermayesinin yayılma ihtiyacının yansımasıdır. Ne var ki bu bağlamda şu dikkat çekmektedir: Sermaye ihracatı (FDİ) esas olarak emperyalist ülkelere yönelmiştir, yani amaç nerede olursa olsun kâr elde edilmesi ve daha ileri teknolojiye ulaşmayı kazanmak isteme bir yana bırakılırsa emperyalist dünya sistemine entegre olmaktır. Amaç ilk planda ne pahasına olursa olsun daha az gelişmiş komşu ülkelerin içine nüfuz edip, onları kendine bağımlı kılmak ve önemli görülen bir bölgeye yoğunlaşmak değildir. Sermaye ihracatında sadece Azerbaycan ın güçlü ağırlığı sıra dışı görünmektedir. Irak taki Türk ekonomik angajmanı doğal olarak siyasi açıdan kayda değerdir; ama onun önemi çoğu kez abartılmaktadır. Eğer kimileri, bunların arasında tabii ki bizzat Türk rejimi, ama aynı zamanda örneğin yeni emperyalizm teorisinin taraftarları da var, güçlü, kuvvetinden kabına sığmayan yeni bir Türk emperyalizminin resmini çizerlerse, bu en hafif deyimle, çok abartılıdır. Yalnızca güç değil, aynı zamanda gerçekten hegemonyacı angajman bugün için her şeye rağmen sınırlıdır. Tam da 44,7 milyar ABD dolarlık, çok hızlı gelişmeye rağmen mucizeler yaratmayan sermaye ihracatı (FDİ) bunun en iyi örneğidir. (Bunun karşısında Avusturya nın 208,3 milyar ABD dolarlık yatırımları vardır ve Avusturya burada tek başına da değildir, bilakis AB nin parçası olarak hareket etmektedir.) 2009 daki kırılmadan sonraki yıllardaki ekonomik yükseliş bayağı heyecan verici idi; ama bu yükseliş bu arada felç oldu ve 2011 in Boğaziçi mucizesi geçip gitti. Bunun kaçınılmaz sosyal sonuçları (örneğin gençlik işsizliğinin ve kayıt dışı istihdamın güçlü bir şekilde artışı ) ve bu (ekonomik) yükselişin kimi bakımdan belli bir süre üstünü örttüğü toplumsal ve siyasi çelişkilerin yeniden güçlü bir şekilde kendini göstermesi da ortaya çıktı. Hakeza ihracat da yerinde saydı ve 2015 de adamakıllı kırılma yaşandı. Turizmin, aynı zamanda bir bütün olarak hizmet sektörünün durumu keza epeyi kötüdür. Sanayi göreceli olarak üretkendir, ama üretkenlikte de birçok bakımdan görünen o ki, hiçbir ilerleme yoktur. Türkiye, diğer eşik ülkeleri nden birçok açıdan (her ne kadar dengesiz bir şekilde gelişmiş olsa da) daha gelişmiş bir ülke, ama emperyalist ülkelerin çok gerisinde kalmış bir ülkedir. Batılı emperyalistlerden, diğerlerinin yanında ABD ye 69 güncel

70 güncel 70 bağımlılıktan kurtulma da ve diğer ülkeler üzerinde nüfuz elde etmek için yeni bir manivela rolü oynamada esaslı bir katkıyı oluşturan Türk askeri donanım endüstrisinde yaşanan kuşkusuz özel bir gelişmedir. Türkiye nin (örneğin uçta bir örnek olarak Katar gibi) birçok diğer yeni emperyalistler ile karşılaştırılmasının pek bir anlamı olamaz. Türkiye ekonomik olarak kuşkusuz eşik ülkeleri nin üst katında bulunmaktadır ve de (ne var ki kendisi ile boy ölçüşebilecek rakiplere karşı henüz gerçekten kendisini kanıtlamak durumunda kalmadı ve geçmişte Kürt gerillalara karşı öyle pek ahım şahım görünmedi) kuvvetli bir askeri güce sahiptir. Bu, Türkiye ye her şeyden önce bölgesel hegemonyacı güç olarak bir rol, önemli enternasyonal bir rol oynaması olanağını tanıyor; ama eğer o (Türkiye ÇN) bunu aşıp üzerine çıkmak isterse ve bunlar arasında gerçekten emperyalistlerin de bulunduğu çok daha güçlü rakipler ve oyuncularla kapıştığında karşısında sert setleri bulur. Sonuç: Türkiye nin işçi sınıfı kendisinin sınıf düşmanını küçümsememelidir, aynı şekilde, uluslararası alanda da (Türkiye nin gücü -ÇN) küçümsenmemelidir. Ama diğer taraftan Türk burjuvazisi de abartılmamalı ve kendisinin sahip olmadığı, belki kendisinin niyetinde bulunan, ama kendisinde bulunmayan emperyalist nitelikler ona mal edilmemelidir. Türkiye yi emperyalist ülke, büyük emperyalist güçlerin ciddiye alınacak rakibi olarak görüp, göstermek gerçeğin bir yanlış kavranması olurdu. O önemli bir bölgesel hegemonyacıdır, bunun ne bir azı fakat ne de bir fazlası. Her halükârda bugün değil ve kendisinin karşı karşıya bulunduğu ağır iç ve dış çelişkiler yüzünden muhtemelen yarın da değil. Kaynaklara İlişkin Notlar: Kısmen 2016 nın rakamları yayınlanmış olmasına karşın, onları henüz kullanmamaya, bilakis 2015 sayılarını temel almaya karar verdik; çünkü 2016 verileri haftalık olarak değişiyor. Dahası Türkiye İstatistik Dairesi TUİK EuroStat [AB nin İstatistik Dairesi -ÇN] ile uyumlu ayarlama yaparak 2016 da iktisadi toplam hesap alanında kendi hesaplama yönetimini değiştirdi; böylece birçok verilerde kırılmalar meydana geldi. Ayrıca bir ve aynı kalem hakkındaki çeşitli kaynakların veri tabanlarının birbirlerini tutmaması dikkate alınmak zorundadır. Bu nedenle bizler her halükârda sadece analog, yani her iki ülke için aynı tarzda ortaya çıkarılan verileri kullanmayı güvence altına almak için her kalem için aynı kaynağı kullandık. (PPP, Purchasing Power Parity= satın alma gücü paritesi demektir ve çeşitli para birimlerinin göreceli satın alma gücüne göre nominal değerinin ABD dolarıyla hesaplanması anlamına gelir) Kaynaklar şunlardır: GSYİH ve alınan veriler: UN Statistics Division/ Data/National Accounts Main Aggregates/Basic Data Selection Kişi başına düşen GSYİH PPP: IMF/World Economic Outlook Database İhracat ve ithalat istatistiği: UNCTAD/Data Center/International Trade; TUİK: (Türkiye İstatistik Kurumu)/Main Statistics by Theme/Foreign Trade Emek üretkenliği: OECD/Stat/Level of GDP per capita and productivity ve Eurostat/İktisadi toplu hesaplar ve GSYİH/ emek üretkenliği Endüstriyel değer yaratma: UN Statistics Division/ Data/National Accounts Main Aggregates/Basic Data Selection/ Value Added İhracat ve İthalat Unit Values: UNCTAD/Data Center/International Trade Trends Ödeme bilançosu ve uluslararası yatırım pozisyonu: T.C. M. B. (Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası) /Statistics/Ba Lance of Payment ve ÖNB (Avusturya

71 Merkez Bankası ÇN) /İstatistik/Dış ticaret/ödeme bilançosu ve uluslararası servet pozisyonu Yurtdışı borçlanma: T.C. M. B. /Statistics/Statistical Data/Outstanding External Debt veya ÖNB/İstatistik/Dış ticaret/ödeme bilançosu ve uluslararası servet pozisyonu WKO (Avusturya Ekonomi Odası): Ülkeler profili Türkiye/ülkeler raporu Türkiye/İstanbul Dış ticaret merkezinin tarihli Update Türkiye si/avusturya ülke profili; GTA nın malzemeleri Askeri olarak: SIPRI/Arms Transfer Database, Arms Industry Database ve Military Expenditure Database; Globalfirepower Tekeller: Fortune Global 500 güncel Ek 1: Avusturya İle Türkiye Arasındaki Tanıtma Sayıları Karşılaştırması Türkiye ile Avusturya arasındaki Ekonomik Tanıtma Sayıları (Eğer farklısı belirtilmemişse, 2015 rakamları) (milyon olarak) nüfus Nominal olarak GSYİH (milyar ABD do ları) Türkiye Avusturya 78,7 8, Kişi başına düşen GSYİH (ABD doları) Kişi başına düşen GSYİH (PPP- ABD do ları) Emek üretkenliği (iş saati başına düşen GSYİH, ABD doları/ppp) ,6 72,1 Emek üretkenliği (çalışan başına düşen GSMH, PPP; AB=%100) Endüstriyel değer yaratma (2014, milyar ABD doları) Kişi başına endüstriyel değer yaratma (ABD doları olarak) Endüstriyel değer yaratma (GSYİH nin içinde % olarak) İhracat hacmi (mallar ve hizmetler, milyar ABD dolar olarak) İhracat oranı (GSYİH nin içinde % olarak) İleri teknoloji ihracatı (ABD doları olarak) İleri teknoloji ihracatı (ihracat içinde % olarak) İleri teknoloji ihracatı (GSYİH nin içinde % olarak) İhracatın Unit Values olarak gelişmesi (2000=100) 82,4 115,7 111,9 63, %15,6 %16,8 198,8 201,4 %27,7 %53,4 2,3 19,3 %11,6 %9,6 %0,3 %5,1 150,6 148,1 Esas enerji bağımlılığı (% olarak) %71,0 %61,9 Sermaye ihracatı (FDİ) mevcutları 44,7 208,3 Sermaye ihracatı (FDİ) akışları ( ) 21,4 68,1 Sermaye ithalatı (FDİ) mevcutları 145,5 164,8 Sermaye ithalatı (FDİ) akışları ( ) Randıman/Performans/verim bilançosu (milyar ABD doları olarak) 60,4 35,0-32,1 +7, Sonu itibariyle Yurtdışı Borçlanma (milyar ABD doları olarak) 2015 Sonu itibariyle Uluslararası Yatırım Pozisyonu (milyar ABD doları olarak) Fortuna Global 500 içindeki tekellerinin sayısı -396,1-67,0-377,7 +9,

72 güncel Ek 2: Türkiye, İran, Suudi-Arabistan, İsrail Ve Rusya nın globalfirepower -Sıralaması Böylesi sıralamalar karşısında aslında ihtiyatlı olmak gerekir. Bu listede önemli ülkeler ordularının faal, yani gerçekten kullanılabilecek demirbaş ının bileşimi verilmektedir. Burada sayılan ülkelerin Orta Doğu daki çıkarlarının kesişmesi ilgi çekicidir. Türkiye bu sıralamada 8. konumdadır ve hegemonya sahası nda onlarla göz hizası nda bulunduğu rakipleri, yani İran, Suudi-Arabistan karşısında üstündür. İsrail ve Mısır ile karşılaştırıldığında bu, farklı görünmektedir. Bu, her halükârda kâğıt üzerinde böyledir. Somutta her şey doğal olarak hangi somut savaşta hangi somut durumun söz konusu olduğuna bağlıdır. Bu sıralamada jeo-stratejik durum ve ilgili ülkelerin üzerine dayandıkları askeri doktrinler açık-seçik görünmektedir. ABD emperyalizminin sponsorluğu ve AB nin gayretli yardım ve desteği olmaksızın düşünülemez olan İsrail in devasa askeri gücü görülmektedir. Fakat bu güç ayan beyan Orta Doğu ya ve karada savaş yürütmeye ve bunun için gerekli hava egemenliğine yöneliktir ve Akdeniz e, Körfez e ve hatta daha uzaktaki geniş sahalar a hâkim olmaya yönelik değildir. Rusya, aşikârdır ki bütünüyle farklı bir ligde oynamaktadır ve başka rakipler ve kıstaslar ile ölçülmek zorundadır. Bizler bu listeyi sadece emperyalist bir büyük güç ile bölgesel hegemonyacı güçler arasındaki büyük mesafeyi göstermek için ekledik. (Rusya ve İsrail in) nükleer silahları bu listede yer almamakta aynı şekilde (uzun menzilli füzeler, atom bombaları, stratejik atomla çalışan denizaltılar, uçak taşıyıcısı gemiler ) gibi stratejik silahlardan da söz edilmemektedir. Rusya tüm bu silahlara sahiptir; İsrail in 200 e yakın atom bombası vardır; Türkiye, İran, Suudi-Arabistan ve Mısır ne birine ne de ötekilerine sahiptir. Ek 2: Türkiye, İran, Suudi-Arabistan, İsrail Ve Rusya nın globalfirepower -Sıralaması Global Firepower 2016 Sıralaması Türkiye İran Suudi- Arabistan Mısır İsrail Rusya Sıralamadaki yeri Askerliğe elverişli nüfus (milyon ol 41,6 47,0 15,3 42,0 3,6 70,0 arak) Faal Personel Yedekler Askeri giderler (milyar ABD 18,2 6,3 56,7 4, ,6 doları olarak) Savaş tankları 3, Zırhlı Motorize Araçlar Tank obüs topları (Yivli) toplar Roket atıcılar Toplam olarak hava silahları Avcı uçağı (*) Bombacı uçak (*) Savaş helikopterleri Toplamda savaş gemileri Uçak Taşıcısı Denizaltılar Korvetler (küçük savaş gemileri) Firkateynler Destroyer Mayın savaş gemileri Devriye filikaları (*) Avcı uçakları, yani savaş uçakları burada avcılar ve bombacılar olarak iki kategoride ele alındılar ve bu anlamda iki kez belirtildi, ama toplamda hava silahı olarak iki kez sayılmadı.

73 GSYİH esas olarak ama her şeyden önce ağırlıklı olarak petrol ve gaz ihracatından ve mali spekülasyondaki değer yaratma dan oluşan bir GSYİH olduğundan ciddi bir anlamda ekonomik güç bakımından pek fazla bir şey söylememesi nedeniyle bu sayıların bazıları doğal olarak ihtiyatla ele alınmalıdır. Aynı şey, özellikle eğer GSYİH nın tümü en çok hiç de kişiler arasında sayılmayan göçmenler tarafından üretiliyorsa, ihracat hacmi ve kişi başına düşen GSYİH için de geçerlidir. Buna karşın mal üretimindeki (sanayi üretimi ve inşaat sektörü), sermaye ihracatındaki değer yaratma ve askeri donanım daha fazla bilgi verebilir türdendir. güncel Ek 3: Bölgesel Rakiplerle İlgili Birkaç Karşılaştırmalı Sayılar Türkiye nin bazı bölgesel rakipleri karşısındaki güçler orantıları (Eğer başka bir şey belirtilmemişse), 2015 nominal/milyar ABD-doları olarak Türkiye İran Suudi- İsrail Mısır Katar BAE Kuveyt GSYİH 717,9 398,6 653,2 299,4 315,9 164,6 370,3 114,1 53,0 GSYİH Sıralaması Kişi başına düşen GSYİH (ABD-doları olarak) Endüstriyel değer yaratma ,9 45,3 80,3 35, ,5 7,7 2,8 İhracat hacmi 143,8? 201,5 64,1 22,0 78,0 333,4 55,2 11,3 FDİ-ihracat mev cutları Askeri donanım harcamalar (2016) 44,7 2,5 63,3 89,3 7,7 43,3 87,4 31,6 15,4 14,8 12,7 63,7 18,0 4,5? 22,8 6,6 1,4 Askeri Güç Sıral aması [Avusturya daki devrimci-komünist dergi PROLETER DEVRİM in Temmuz 2017 tarihli, 70. Sayısı, sayfa:20-28 Almancadan Türkçeye çevrilmiştir] 73

74 güncel YASA YOLUYLA KESKİNLEŞTİRİLMİŞ SÖMÜRÜYE KARŞI KAHROLSUN TAŞERON İŞÇİ ÇALIŞTIRMA! MÜCADELE EDELİM! ŞİMDİ DEĞİLSE, NE ZAMAN? 74 Yerkürenin en zengin ve ekonomik olarak en güçlü ülkelerinde yoksulluk ve perspektiften yoksunluk büyüyor. Kapitalist sistemin iktisadi krizlerinin bedelini Fransa, Yunanistan, Almanya, Portekiz, İngiltere Avrupa da nereye bakarsak bakalım fark etmez, emekçiler ödüyor: Üstün durumda olan ise sermaye. İşi olmasına rağmen yoksul: Bir aile için sabit ikametgâh ve geçime sahip, hatta işi olan çok sayıda emekçi için, özellikle de kadın-erkek taşeron ve sezon işçileri için, günümüz dünyasında sıradan bir yaşam standardı lüks görünüyor. Bazı büyük kentlerde işgününün sabah erken saatlerinde, malum yerlerde gündelik-yevmiyeli ücretlilerin kendilerini işe alacakları beklemelerinin normal görünüm haline gelmiş olması bunun zirvesidir. Orada birkaç saatliğine ve bir tutam avro karşılığında bir iş bulunmaktadır. Güya sağlam bir iş akdinin beraberinde getirdiği asgari güvenceler düzenli gelir, hatta sosyal hizmetler ve emeklilik umudu, modern yüksek derecede esnekleştirilmiş iş dünyamızda giderek yokolmaktadır. Egemen kapitalist sınıfın gereksinim duyduğu üzere esneğiz; insanî sermaye olarak onun hizmetine hazır duruyoruz veya keza bir telefonu beklemekteyiz. Tıpkı egemenlerin gelir ve kârlarının azamileştirmesi neredeyse sınırsız göründüğü gibi çalışma ve yaşam koşulları ile ilgili olarak da aşağıya doğru hiçbir sınır yoktur. Kapitalist sınıf para içinde yüzerken, emekçiler ücret köleliği içinde on yıllarca sömürüldükten sonra kendilerini yaşlılık yoksulluğunda bulmaktadırlar Toplumsal zenginliğin bu eşitsiz paylaşımının adı kapitalizmdir. Bunun böyle kalması için, yani para akışının kapitalistler için fışkırmaya devam etmesi için proletarya, emekçiler gittikçe daha keskince sömürülmek zorundadırlar. Bu, eğer emekçilerin sınıfı mücadele ederek sosyalizme ulaşmazsa, krizler tarafından eşlik edilerek barbarlıkta sonlanacak olan kapitalist sömürü sistemindeki gerçekliktir. Güncel koşullar sermayenin giderek daha kısa aralarla ve görünen o ki büyük karşı koyuş/çıkış olmaksızın hedefine ulaşması günbegün söz konusu Federal Almanya Cumhuriyeti nde taşeron işçi çalıştırmanın 1972 ye kadar yasaklanmış olduğunun bilinmesi önemlidir. Böylesi çalıştırma o zamandan beri adım adım yerleştirildi ve işletmelerde kendisinin zafer seferini neredeyse frenlenmeksizin sürdürüyor. Taşeron çalıştırma şirketlerin esnekliğini rekabet etme yeteneğini arttırması gerekir. siz bunu işçilerin daha fazla sıkılıp suyunun çıkarılmasıyla giderek daha yüksek kârlara ulaşma imkânı olarak anlayın! olan budur! Korkunç gerilemelere, işçi hareketinin parçalanmışlığına rağmen sınıf olarak gücümüzün bilincinde olmak durumundayız Taşeron işçi çalıştırmanın ve işletme sözleşmelerinin yasaklanması yerine Sermayenin birleşik yalakaları iş başında Almanya da iş dünyası yasalarının düzenlenmesi veya düzensizleştirilmesi sorununda hükümet, parlamento ve DGB (Almanya Sendikalar Birliği ÇN) sendikaları kapitalistlerin yalakalarıdırlar den itibaren yürürlüğe girmesi gereken yeni Çalışanları (kelimesi kelimesine çevirisi iş alanlar!!! -ÇN) Devretme Yasası (AÜG) bunu (bir kez daha) çok açıkça gösteriyor. Biz bu makalede ancak bazı noktaları ele alıyoruz. Her halükârda işçi sınıfının bölünmesi için araçlarını taşeron işçi çalıştırma, işletme sözleşmeleri vs. burada ve Herşeye Rağmen! de giderek yineleyerek ele almayı, teşhir etmeyi ve onun alternatifi sınıf mücadelesine çağırmayı sürdüreceğiz. Bunlar, GROKO (Büyük Koalisyon -ÇN) kararlarının

75 parçası haline geldiler. Kasım 2015 deki Birinci Taslak ve Şubat 2016 daki İkinci Taslak önceki taleplerin çok daha uzağında kaldı CSU (Hıristiyan Sosyal Birlik ÇN) nun itirazlarına uyularak daha da yumuşatılarak yasa tasarısı 1 Temmuz 2016 da Federal Kabine de kararlaştırıldı. Yasalaşma işlemi (egemen çoğunluklar nedeniyle büyük ihtimalle sürprizlerle karşılaşmaksızın) Sonbahar 2016 da gerçekleşecek. Bu berbat kanunun 1 Ocak 2017 tarihinden itibaren yürürlüğe girmesi gerekiyor. (1) (1) Bazı kaynaklardan yürürlüğe girmesinin belki tarihine kaydırılması gerekeceği bilgisi ortaya atılıyor. Devretme süresi ilgili üç kâğıt Nahles in AÜG Yasası nda, bir taşeron işçi 18 aydan sonra işten çıkarılırsa, tam da bu işyerinde yeni bir taşeron işçinin derhal orada çalışabileceği saptanmıştır. Hatta bu işyerinde 18 ay çalışmış olan bir ve aynı insan, (işsiz, başka bir kiralama yerinde ) üç aylık bir mühletten sonra keza bu işyerine yeniden kiralanabilir (1) Bununla ilgili olarak yasanın 1. Maddesinde şunlar bulunuyor: (1a)( ) Çalışanların devredilmesi, kiralayan ile taşeron işçi arasında bir iş ilişkisi mevcutsa, ancak o zaman caizdir. Geçici olarak bir en yüksek devredilme süresine kadar çalışanların devredilmesi 1b-paragrafına göre caizdir. Taşeron olarak çalışanların devredilmesi kiralayıcı ile kiralanan arasındaki sözleşmede çalışanın devredilmesi olarak özellikle belirtilmek zorundadır. Devredilmeden önce taşeron işçinin kimliği bu sözleşmeye atıfta bulunularak somutlaştırmak zorundadır. ( ) (2) En yüksek devredilme süresi açık-seçik bir şekilde somut olarak taşeron işçi kişiye ilişkindir. Bir ve aynı taşeron işçi. Daha uzun bir şekilde devredilemez. Burada bir ve aynı işyerinde sadece azami 18 ay taşeron kadın-erkek işçilerin çalıştırılması söz konusu değildir. Bu, sömürünün bu keskinleştirilmiş biçimini gerçekten (sadece ima tarzında olsa bile) sınırlamış olurdu. **** (1) ile karşılaştırınız (2) Kaynak İnternet: portal-sozialpolitik.de/ uploads/sopo/pdf/2016/ _synops_ AUEG_2_referentenentwurf_gesetz.pdf und portalsozialpolitik.de/uploads/sopo/pdf/2016/ _ kabinettbseschluss_leiharbeit_werkvertraege.pdf Federal Almanya Cumhuriyeti nde taşeron işçi çalıştırmanın 1972 ye kadar yasaklanmış olduğunun bilinmesi önemlidir. Böylesi çalıştırma o zamandan beri adım adım yerleştirildi ve işletmelerde kendisinin zafer seferini neredeyse frenlenmeksizin sürdürüyor. Taşeron çalıştırma şirketlerin esnekliğini rekabet etme yeteneğini arttırması gerekir. siz bunu işçilerin daha fazla sıkılıp suyunun çıkarılmasıyla giderek daha yüksek kârlara ulaşma imkânı olarak anlayın! Nahles in bu berbat yasasında bu da vardır. Bu kanunda taşeron çalıştırmanın nasıl geçici kalacağı şöyle tespit edilmiştir: Kiralama süresi 18 ay ile sınırlanmaktadır. Sonra taşeron çalıştırma aynı işyerinde başka bir taşeron işçiyle devam edebilir. Kadın-erkek taşeron işçi arkadaşların durumu böylece giderek kötüleşmektedir! Evet, daha düşük ücretli ve de diğer çok berbat koşullardaki aynı işyerindeki taşeron işçilerin yıllardır sürüp giden zincirleme kiralamalar ı yeni AÜG Yasası yla kalkmıştır. Bu şimdiye kadar kapitalistlere taşeron işçileri eş değerde nitelendirmeyi ve böylece kadrolu personel in şunu sürekli başına kakmasını mümkün kıldı: Bakın, o daha az ücret alıyor, elinden tam seninki kadar iş geliyor ve hasta ve küstah da olmuyor İşte buyurun size dörtdörtlük bölme! Yeni AÜG Yasası bir buçuk yıldan sonra birisinin işi yeniden öğrenmek zorunda olması anlamına geliyor. Ama bu, üretimin bitirilmesi için tanınan sürenin giderek daha daraltıldığı, örneğin bantta montaj işi için fazla bilginin gerekmediği, akort vidasının giderek daha sıkı sıkıldığı şartlarda sanayide masraftan kaçınmak için yeni bir avantaj sağlamaktadır İşi öğretme, sıkıp suyunu çıkarma, kapının önüne koyma Taşeron çalışmanın gerçek yüzü budur. Salt kadın-erkek taşeron işçiler için değil yüksek derecede teknikleştirilmiş üretim nedeniyle örneğin yüzde 80 oranına varan taşeron işçilerin çalıştırıldığı otomobil endüstrisinde egemen olan kesinlikle bu mükemmel kârlı manzaradır. Kiralandığı işletme tarafından kadrolu işçi olarak işe alınmak asgari şansı bu yeni AÜG Yasası ile yaklaşık sıfırdır. Aslında taşeron çalıştırmanın kaldırılması amaçlanmıyor, sadece bu branş kapitalizmin küflü köşesi nden çıkarılmak isteniyor. Bir, iki, üç birçok daldaki çalışanlar grupları sömürüyü korkunç 75 güncel

76 güncel 76 derecede kolaylaştırıyor. Böl ve yönet böl ve kârına kâr kat. Bu sermaye için cennet gibidir! Taşeron çalıştırmanın ve işletme sözleşmelerinin kötüye kullanımına set çekilmesi Birincisi: Bu apaçık sahtekârlıktır. Çalışma bakanı Bayan Nahles ve şürekası, taşeron işçilerin koşullarını hiçbir şekilde iyileştirmeyen bir yasa çıkarmışlardır: Taşeron çalıştırma sınırlandırılmamakta, bilakis sınırsızlaştırılmaktadır. Her kapitalist taşeron çalıştırmayı kullanabilir ve buna izni vardır; bunun koşulları, onun bunu sanki bu iş taşeron çalıştırmaktan başka bir şeymiş gibi yapmasıdır. Yasa bunun için belirli sözleşme kurallarına uymasını tavsiye etmektedir. İllegal çalışan devretmenin riski, sözde işletme sözleşmeleri, kadın-erkek taşeron işçilerin sırtına bindirilmektedir. Böylesi bir çalıştırmanın tespit edilmesi şimdiye kadar kiralayan ile bir iş ilişkisini beraberinde getiriyordu; gelecekte kadın-erkek taşeron işçi arkadaşlara, kendilerinin kiralayanın yanında kalmak istediğine dair bir belgeyi imzasıyla açıklaması sunulmaktadır. Böylesi bir halde o (kiralayan - ÇN) çalışan devretme izni için koşulları sonradan yerine getirmek zorundadır. Kendi içinde kendisini fesheden bir yasa Saçma mı? Hayır Sadece kapitalist sömürü sistemindeki normal çılgınlıktır. AÜG Yasası, bir şirketin aynı iş için yapılması için gerekli iş gücünü farklı koşullarda nasıl satın alabileceğine ilişkin deyim yerindeyse kılavuzdur. Yasal güvence altında daha keskin sömürme başka bir şey değil! İkincisi: Esnekliğe bağımlı bir rekabet ekonomisindeki geçici önlem olarak taşeron çalıştırma kesinlikle sadece kısa vadeli iş yoğunluğu zirvelerini karşılamak için bir tedbir değildir Çalışanları Devretmeyi Düzenlemeye Dair Yasası da şimdiye kadar geçerli metninde 1(1) maddesinde çalışanların kiralayana devredilmesi geçici olarak gerçekleşir bulunmaktadır. Federal hükümet taşeron çalıştırmanın bir sorununun kadın-erkek taşeron işçilerin kadrolu çalışanlar denilenlerin ayaklarını kaydırabileceklerini ne de olsa tespit etmiştir. Yeni AÜG Yasası nda devretme süresi 18 ay ile sınırlandırılmaktadır, ne var ki sadece tek tek taşeron kadın-erkek işçi için. Kiralayan doğrudan yeni bir kadın-erkek taşeron işçi ısmarlayabilir evet, hatta aynı işçi arkadaş (başka bir kiralayanda veya işsizlik halinde) üç aylık bir işe ara verme den sonra yeniden aynı işyerinde çalıştırılabilir. Ne var ki o zaman onun için eşit ödemenin yapılması için gerekli müddete ulaşılmasına dair ayların hesaplanması yeniden başlar. Ve bu şekilde kadrolu iş koşullarının erozyona uğraması mı engellenmek isteniyor? Tam bir maskaralık! Kirala(n)ma süresi belirli koşullarda uzatılabilir bile ekonomi için gerekli esnekliğin sürdürülmesiyle gerekçelendirilen toplu iş sözleşmesiyle (!). Hake-

77 za yeni AÜG Yasası nda dokuz ay olarak saptanmış olan equal pay de (=eşit ödeme -ÇN) de durum benzerdir. Ama bu, kadın-erkek taşeron işçi arkadaşların kadrolu çalışanlarla eşit haklara sahip olmalarını bir tarafa bırakın, hiçbir şekilde eşit davranma değil, bilakis daha sıkça işten çıkarılma-yeni işe alma sirkülasyonu, bölme ve bununla personel gruplara arasındaki birliğin zayıfla(tıl)ması, mücadele ve grev yapma yeteneğinin zayıfla(tıl)masıdır. Üçüncüsü: IGM (Metal Endüstrisi Sendikası ÇN) ve DGB önderliği ağlayıp sızlamaktadır. Kendi üyelerini taşeron çalıştırmanın yasaklanması için mücadele için harekete geçirecek yerde, yeni yasaya methiyeler düzüyorlar. Onlar için hâlâ eksik olan şey, bu yasanın kendisini işletme sözleşmelerinden daha açık-seçik bir şekilde ayırmasıdır. Yoksa onlar tarafından bu yasa, taşeron çalıştırma ve işletme sözleşmelerinin kötüye kullanılmasına karşı kırılma noktası olarak kutlanmaktadır. Herşeyden önce, bu yasanın kendilerine (sorumluluk) taşıyıcı bir rol vermesini şahane bulmaktadırlar. AÜG Yasası nın 1 (1b) maddesine göre daha uzun bir devretme en yüksek sürece toplu iş sözleşmesi tarafları tarafından saptanabilir. Kadrolu personellerin işletme somut koşullarının zorunlu kıldığı işten çıkartılmalar güçlü bir şekilde gerilemiştir. Otomotiv-sanayiinin büyük holdinglerinin sınıf ihanetçi işyeri temsilcileri taşeron çalıştırmayı kadrolu personeller içindeki kendilerine işyeri temsilciliği aidatını ödeme gücüne sahip üyelerini güvence alına almak için kullanmaktadırlar IG Metal sahtekârlığı! Taşeron çalıştırma her şeyden önce büyük işletmelerde normal haldir ve diğerleri ay be ay kadrolu işçi olarak işe alınmayı umut ederken, işyeri güvencesi gibi bir şeyin sadece birileri için olması da normaldir. Bundan birinci plânda, böylece bu işletmelerde kendilerinin güçlü aidat ödeyen üyelerini ellerinde tutabilen IG Metal, IG-BCE ve IG İnşaat sendikaları kârlı çıkmaktadırlar. Federal Almanya Cumhuriyeti ndeki burjuva demokrat sistemindeki bir olgu son yılların siyaseti ile apaçık hale gelmektedir: Sendika önderleri kendi aygıtlarıyla birlikte sermayenin yardakçıları, egemenlerin gerçek dostlarıdırlar. Yeni AÜG Yasası na ilişkin olarak birkaç şey daha vardır, ne var ki biz burada kendimizi bunlarla sınırlıyoruz bu makalenin bu konudaki son yazı olmadığı kesindir! Toplu iş sözleşmeli köle ticaretine karşı! Taşeron çalıştırmanın yasaklanması bu sarı sendikaların çıkarına değildir. Onların öncelikli çıkarı, kendilerinin üye sayısını arttırmak ve kampanyalar ve toplu sözleşme-hizmetlerine yönelmiş siyaset ve kendi üyeleriyle birlikte her türlü mücadele etmeye hazır olmayı rüşeym halinde iken boğmakta bulunmaktadır. Kadrolu çalışanlardan oluşan özellikle metal ve elektro sanayiindeki personellerin (orantısal olarak yüksek ücretler aynı zamanda daha yüksek aidatlardır ) korunmalarının sürdürülmesi taşeron kadın-erkek işlerin sırtından DGB sendika üyelerinin esas kesiminin kendilerini güvence içinde hissetmeleri bundan dolayı çok yararlıdır. DGB sendika aygıtlarının kadın-erkek taşeron işçiler için yaptıkları şeyler danışma, yardım sunma ve onları aptal yerine koymaya çalışmayı içermektedir. Kadın-erkek taşeron işçilerin hatta toplu iş sözleşmesi vasıtasıyla yasada belirtilenden daha kötü konuma getirilmeleri rezaletin daniskasıdır. Bazıları bu durumu bu yasada sadece realitenin kurallar içinde ifade edildiği şeklinde yorumlamaktadırlar. Ola ki bir toplu iş sözleşmesi başka bir şekilde düzenlenmiş olsun, 2003 Schröder Hükümeti nin ilgili uygun yasadaki eşit ödeme ilkesini zaten öngördüğünden, bu bir kötüleştirmedir. Burada da kadınerkek taşeron işçilerin sırtından sendikaların güç konumlarının güçlendirilmesi söz konusudur. Gelecekte, eşit ödeme hakkı dokuz ay sonra doğmaktadır, eğer farklı içeriğe sahip bir toplu iş sözleşmesi yoksa (!) DGB sendikalarının eşit işe eşit ücret kararlarına rağmen, toplu iş sözleşmesi vasıtasıyla (!) diğer farklılıklar mümkündür de DGB-TİSbirliği, BAP (Personel Hizmeti Sunanların Federal İşveren Birliği) ve İGZ(Alman Zaman İşi Şirketleri Çıkar Birliği) arasında uzatılan Toplu İş Sözleşmeleri taşeron işçi ücretleri ile eşitsiz davranmayı pekiştirdiler. TİS li köle ticareti! Daha iyi çalışma koşulları için, ücret dampingine ve işyeri imha edişe karşı ortak bir mücadele hâlâ çok uzaklarda görünüyor. Her şeye rağmen bu hedefin takip edilmesi zorunludur. Aynı sömürücüler hepimizi sömürüyorlar! Hangi hızlı kötüleşmelerin taşeron çalıştırma sistemi ile kol kola hareket ettiği sınıf mücadelemiz için merkezidir. AÜG Yasası nın bir önceki versiyonu ücret köleliğinin bu keskinleşmiş biçiminin yasal çerçevesi 2004 metnini bugün savunulmaya değer buluyoruz. Taşeron çalıştırma çoktandır rezil ve küflü köşesinden dışarıya çıktı. Bu kendisini her mesleki branş için mühendisler, hekimler, her türden akademisyenler kiralayıcı firmaların varlığı ile göster- 77 güncel

78 güncel mektedir. Taşeron çalış(tır)mayı herkes yapabilir. Hiçbir CDU/CSU Hükümeti nin cesaret edemediği şeyi, SPD Gerhard GAZPROM (SPD nin eski başkanı ve başbakan/şansölye G. Schröder şimdilerde Rus petrol/doğal gaz enerji tekeli GAZPROM un temsilciliğini yapıyor burada ona atıfta bulunuyor ÇN) Schröder ve SPD-YEŞİLLER Hükümeti geçirdi. İş ve sosyal hukukun bu hükümetin kapitalistler lehine liberalleştirmesiyle birlikteki Agenda 2010 taşeron çalıştırmanın başarısı için önemli aşamaydı da. Bizler, kadın-erkek komünistler, devrimciler, mücadeleci sendikacılar, orta öğretim öğrencileri, yüksel okul/ üniversite öğrencileri ve emekliler, bu dehşet verici- Agenda nın ne menem bir şey olduğunu, egemen kapitalistler ve onların parlamento ve sendikalardaki yalakalarının lehine bu sosyal gaspın biz emekçiler için ne demek olduğunu salt pek iyi biliyoruz. Kadın-erkek işçi sınıfına karşı bu saldırılara karşı darbe indirebilecek bir yumruk gibi bir birliktelik yoktu. Emekçiler sınıfı kendisinin büyük parçalara bölünmesine izin veriyor; Hartz IV (sosyal yardım) alanlara özel güçlükler çıkarılmasına/eziyet edilmesine müsaade ediyor ve kadın-erkek taşeron işçilerin ikinci sınıf kadın-erkek arkadaşlar haline getirilmesi, kadın-erkek sezon/mevsimlik işçilere, diğer ülke kökenli kadın-erkek işçilere karşı ırkçı-milliyetçi sloganların atılmasının normal hale gelmesi şeklindeki dışlanmasına izin veriyor. İşçi sınıfı içinde ilerici, mücadeleci unsurlar azdır bu bir olgudur. Bunu değiştirmenin emekçilerin ellerinde, bizim ellerimizde bulunduğu bir o kadar bir olgudur HER ŞEYE RAĞMEN! yasaları egemenlerin yararına yok edildiler. İtalya, İspanya, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Büyük Britanya ve Almanya da böyle oldu. Büyük güç Federal Almanya Cumhuriyeti bu korkunç paketi ilk devletlerden biri olarak sadece geçirmekle kalmadı. Burada değinmeye değer direniş olmaksızın da bu paket yürürlüğe giriyor. İşçi sınıfının büyük kesimleri çok pasif, sınıf bilinci düşüktür; bölünmüşlüğün etkisi çok güçlüdür. Burada böylece Agenda 2010 un yasalarıyla birlikte Avrupa nın en büyük düşük ücret sektörlerinden bir yaratılabildi. FAC de parça başına düşen ücret giderleri rekabetsiz bir şekilde çok düşük seviyededir. Kârlar için iyi emekçiler için kötü Sermaye bunu diğer ülkelerde de istiyor. Ve onlar Avrupa da birliğin egemen olmasını hakeza istiyorlar bu her ne kadar kulağa çelişkili gelse de üstünlük kazanma konumu uğruna her yerde hazır ve nazır olan rekabet nedeniyle onlar, Avrupa nın halkları, kendi kapitalistlerinin çıkarları için kendi hakları, kendi yaşam ve çalışma standartlarından gittikçe daha derin budamalara katlanmaya direniş göstermeksizin hazır olmak konusunda birlik olmaları gerekir. Güncel olarak Belçika ve Fransa sıradadır. (Belçika da) Peeters Yasası ve (Fransa da) Loi Travail, bunlar, tam da Avrupa nın görünürde birleşik kapitalist sınıfının krizden çıkma yolu olarak tespit ettiği hedefleri takip etmektedirler. Orada Loi Travail Yasası vasıtasıyla gelecek olan kötüleşmelere karşı giderek hâlâ ısrarlı direniş gündemde bulunduğundan da Fransa ya bakalım. 78 Esinlenme, örgütle(n)me devrim! EVET! Durumumuzu gerçekçi bir şekilde tahlil etmek ve değerlendirmek böylesine gereklidir, Gerçek bazen acıdır devam etmek için yeni güç ve atılım/ hamle kazanmak böylesine önemlidir! Agenda 2010 gibi iş ve sosyal hukukun güya reformları çoktandır AB kapsayıcı programdır: Rekabet etme yeteneği ni arttırmak için d. y. Uluslararası Para Fonu nun devletler için tavsiyesi olarak, kısaca: Yerli kapitalistlerin kârını azamileştirmek için koşulları iyileştirmek ve bununla sanayiin ve işyerlerinin güya ülkede kalmasını sağlamak. Yani emekçilerin korunması için düzenlemeler dönüştürüldü veya derhal tümüyle kaldırıldı. İşveren dostu yeni yasaların yararına sömürü kanun vasıtasıyla keskinleştirildi zorlu mücadeleler verilerek kazanılmış işçi hakları ve Fransa daki sınıf mücadeleci direnişten öğrenelim AB Komisyonu nun Brüksel den talimatları /direktifleri 13 Mayıs 2015 te geldi. Fransa, kendisinin gayri safi iç ürününün yüzde üçünden daha fazlası tutarındaki yeni borçlanması yüzünden (2015 de: %3,8) Economic Partnership Program (Ekonomik Ortaklık Programı -ÇN) denilen bir programı çıkarmak zorundaydı. AB Konseyi nin bunu içeren tavsiyeleri yerine getirilmek zorundadır; aksi halde bunun için kesinlikle zenginler ve güzeller den toplamayacak olan devletin milyarlarca avro tutarında cezalar ödemelidir. Emekçiler en nihayet bu noktada AB nin kimlerin evladı olduğunu ayan-beyan görebilirler! Dayatılan reformlar istisnasız olarak kârı maksimize etme için koşulların iyileşmesini hedefine sahiptir.

79 İlk olarak (bizim zaten bildiğimiz) iş hukuku topuzda kalır: Bununla ilgili olarak Avusturya daki devrimcikomünist dergi Proletarische Revolution (Proleter Devrim ÇN) den Fransa: Nihayet yeniden sınıf mücadelesinin bir yükselişi başlıklı makale bize göre, başarılı bir genel bakış sunmaktadır. Bu yasa iş hukukunun alışagelmiş hiyerarşisini tepetaklak ediyor. Şimdiye kadar bir yasanın TİS lerin üstünde, TİS lerin de işletme anlaşmaları üstünde (yetki bakımından) durdukları geçerlidir. Bu ise şimdi işletme düzeyinde yapılan anlaşmaların TİS ler ve yasaların geçerliliğini ortadan kaldırabilecek şekilde reformize edilmek durumundadır. Aslında bununla kolektif iş ve sosyal hukukun içi bütünüyle boşaltılmakta ve kadın-erkek işçi sınıfı yasal açıdan parçalanma ve dağıtılmaya geri itilmektedir. Bu alışageldiği üzere esnekleştirme, yeni olarak da demokratikleştirme ile gerekçelendirilmektedir. Kapitalistler, bununla işletmelerin daha esnek ve daha ucuz yurtdışına göç etmesinin durdurulacağı, yeni işyerleri doğacağı vs. tamtamlarını çalmaktadır. Ne var ki herhalde insanların çoğu aptal değildirler ve iş hukukunun esnekleştirilmesine ilişkin keza aynı şekilde gerekçelendirilmiş olan ve sadece sömürünün artmasına, ama bir tek yeni işyerine dahi götürmeyen önceki saldırıları iyi anımsıyorlar. Tam tersine işsizlik yoğun bir şekilde arttı; ücretlerin düşmesi sürdü, çalışma koşulları daha da kötüleşti; üretimin başka yerlere kaydırılmaları çekinmeksizin sürüyor. İş hukukunun bu çözülmesi kolektif sendikal direnişi zayıflatmalı ve burjuvazinin bu direnişi zincirin en zayıf halkasının üzerinden geçip gidebilecek şekilde bu cephede gedikler açmalıdır. Bu reformun ikinci noktası işten yasal olarak çıkarılmadan korunmanın radikal bir şekilde içinin daha da boşaltılmasıdır. Fransız burjuvazisi ve onun yabancı sınıf kardeşlerinin bununla ilgili olarak bize ağlaya sızlaya anlattıkları Fransa da pratik olarak hiç kimsenin yasal ihbar süresiyle işten çıkarılmasının mümkün olmadığı tabii ki öyle değildir. Ancak Örn., Avusturya veya Almanya dakinden daha güçlü yasal TİS e göre ihbarlı bir işten çıkarılma korumasının giderek hâlâ bulunduğu doğrudur. Her ihbarlı yasal işten çıkarma veya işten atılma kendisini bir tür uzlaşma mahkemesi, sendikalar ve kapitalistler tarafından eşit oranda temsilci yollanan ve on yıllardan beri, bu arada on yıllardır da bugünkünden daha iyi güç dengelerine sahip, d.y. tazminatların da öngörüldüğü belirli bir hukuksal içtihadın yetişmiş olduğu Prud hommes bulmaktadır. Sosyalist hükümet şimdi olguların yeniden tanımlanması vasıtasıyla (tabiri caiz ise keyfilerinden farklı bir şekilde) ekonomik olarak haklı nedenler den dolayı ihbarlı işten çıkartmalar için bu tazminatları yoğun bir şekilde azaltmak istiyor. İhbarlı işten çıkartmalar zaten 2008 Flexisécurité ye dair yasalar vasıtasıyla, 2013 de tamamlandı ve Macron 2015 ile esaslı olarak kolaylaştırılmıştı; şimdi ise bu yasalar bir kez daha kolaylaştırılmaktadır ve dahası genel olarak daha ucuz hale getirilmektedir. Esnekleştirme nin üçüncü maddesi her çalışma zamanı düzenlemelerinin daha da içinin boşaltılmasıdır. Söz konusu yasa günlük çalışma süresini 10 dan 12 saate (tabii ki artı ihtiyaç halinde istisnai olarak daha da yükseltmeler ); haftalık çalışma süresini 48 den 60 saate veya gece çalışmasında 44 saate çıkarmak istemektedir; kapitalistler şimdiye kadarki bir yıl içindekini gelecekte üç yıllık süre boyunca (!) denkleştirebilirler böylece fazla mesai alacaklarının silinerek denkleştirileceği bir fırsat kesinlikle doğacaktır. Bu kanun pratikte fazla mesai ek ödeneklerinin geniş oranda ortadan kaldırılması sonucuna varmaktadır. Gerçekleştiğinde bu yasanın şimdi konunun alanını bütünlüklü olarak kapsayacak bir şekilde kolaylaştırmak istediği kepazeliklerden bazıları daha bugünden uygulanmaktadır, d. y. kısmî (parttime) çalışma ve işletme sözleşmeler inde, bunlar arasında geceleyin kısmî çalışma veya gaddarca vardiya modeli gibi sapıklıklar. Bu yasayla istisna kural haline geldi. Zaten başından itibaren esas olarak kâğıt üzerinde geçerli olan 35 saatlik haftalık çalışma süresi bununla bütünüyle kese kâğıdı haline geldi. Dördüncü madde sözde bir demokratikleştirme dir. Kapitalist, doğal olarak sadece onun eğer, ne zaman ve nasıl işine gelirse çalışanlar arasında genel oylamalar düzenleyebilir ve çok önemli: sendikaları bypass ederek. Örneğin kadro personellerin taşeron işçilerin azaltılması hakkında veya hizmetlilerin (orta ve yüksek dereceliler de) akort ve işçilerin vardiya çalışması hakkında oylamalar. Bazı kapitalistler bu taban demokratik yöntemleri şimdiden gönüllü ve başarılı olarak uygulamaktadırlar. Buna ek olarak çalışma tıbbından bayram ve araya sıkışmış tatil günlerin (Örn.: hafta sonu ile yasal bir bayram/tatil günü arasındaki köprü teşkil eden günler HR nin notu) olası iptal edilmesine dek daha bazı diğer düzenlemeler gelmektedir. El Khomry Yasası işçi sınıfının mücade- 79 güncel

80 güncel 80 le ile elde ettiği haklara geniş çaplı plânlanmış ve yoğun bir saldırıdır. Sarkozy Hükümeti nin cesaret edemediği şeyi (kaldı ki kendisinin küçük boyutlu, ama aynı yönü hedefleyen CPE 2006 pilot projesi başarısızlığa uğramıştı), Hollande/ Valls ın sosyalist rejimi ele aldı. Sosyal demokrasisinin burjuva partileri arasında en rezil rolü oynaması ve kadın-erkek işçi sınıfı ve halkın sosyal ile ekonomik ve de demokratik haklarına ve kazanımlarına en ağır saldırıların öncüsü olması bir rastlantı değildir. Burjuvazinin çıkarlarını radikal bir şekilde gerçekleştirmek ama aynı zamanda işçi ve halkın direnişini mümkün olduğunca düşük tutmak tam da bu, sosyal demokrasinin (ve nerde ve daha hâlâ varlarsa revizyonistlerin) tarihi mesleğidir. (PR, sayı 65, sayfa 15-16) Bu elbette sermayenin emekçilerin zorlu mücadelelerle elde ettiği kazanımlarına saldırılarının küçük bir bölümüdür - ve elimizin beş parmağını sayabileceğimiz gibi son saldırısı değildir. İşçi sınıfı kendisini bu konuda donatırsa iyi olur! Ve bunun için güncel olarak Fransa daki kadın-erkek arkadaşlar, dostlar ve yoldaşlar örnektirler. Onlar OHAL e, muazzam polis şiddetine, demokratik temel hakların budanmasına evet, parlamenter demokrasiye ara verilmesine kafa tutmaktadırlar! (Fransa) Anayasası nın maddesi hükümete parlamentoyu pas geçerek konuya ilişkin somut tartışma olmaksızın yasaları metazori geçirmeyi mümkün kılmaktadır. Hollande/Valls rejimi bu anayasa maddesini yasa tasarısının ele alındığı her oturumda, 6 Temmuz 2016 tarihindeki üçüncü oturumda kabul edilene ve böylece parlamenter yasama işlemi neredeyse sona erene kadar tepe tepe kullandı maddenin uygulanmasında ancak hükümete karşı başarılı bir güvensizlik oylaması onun bu plânını durdurabilir. Bu, loi travail yasasına karşı mart ayından bu yana güçlü bir kitle hareketi harekete geçti. Sendikalar ve gençlik birliklerinin başını çektiği çok çeşitli eylemlere yüz binlerce emekçiler katıldı. Demokratik olanaklar Almanya dan farklı olarak (hâlâ) daha büyüktür. Örn., bir yürüyüş, polisin trafiği düzenleyebilmesi için yetkili makama bildirilmek zorundadır. Grevler, bir TİS ihtilafı ile bağlantısı olmaksızın ve bir sendika tarafından çağırmaya zorunlu olmaksızın mümkündür. Grev parası yoktur. TİS sonuç kararları yasal gibi genel geçerliliğe sahiptirler. İster sendika üyesi olsun, isterse olmasın herkesin bundan yararlanma hakkı vardır. Bunun sonucu olarak kendilerini sosyal olarak angaje eden, değişiklikler ve adalet için mücadele eden kimseler daha ziyade kendilerine sendikalarda yer bulmaktadırlar Fransa daki sendika üyeleri bizim burada DGB sendikalarından tanıdığımızdan daha az pasiftirler. Yanan barikatlar, sokaktaki şiddetli çatışmalar, kavga eden polisler, yaralılar, tutuklamalar, su fışkırtıcılar, (TOMA lar), göz yaşartıcı el bombaları, etrafı yakıp yıkan bloke edenler ve direnmek pervasızlığa sahip göstericiler bize Fransa dan ulaşan ve duygulandıran resimler ve haberler işte bunlardır. Fransa daki emekçilerin protestoları hakkındaki bakış için Proletarische Revolution dergisindeki Fransa: Nihayet yeniden sınıf mücadelesinin bir yükselişi makalesinden daha fazla ayrıntı alınabilir. *** Le Monde gazetesinin kamuoyu yoklamalarına göre kadın-erkek Fransızların (!) dörtte üçü, yani burjuvazi ile onun taraftarları dışındaki herkes loi travail yasasına karşıdır ve hükümetin yasayı geri çekmesinden yanadırlar (bunlar arasında eğer böyle yapmayı sürdürürlerse, siyasi hayatta kalışları uğruna endişe duyan birçok sosyal demokrat da). Blokajların bazıları, d. y. rafinerileri bloke edenler ve onları işgalleri gittikçe yinelenerek geceleri polis zoruyla bertaraf edildiler, ama çoğu kez kısa bir süre sonra yeniden işgal edildiler. Grevlere diğerleriyle birlikte yakın ve uzak ulaşımın demiryolu işçileri, limanlar (bunlar arasında Fransız petrol ithalatının %40 nından fazlasının gerçekleştiği Le Havre petrol limanı ve Marsilya limanı), feribotlar, tersaneler, Air France nin pilotları, sekiz rafineriden altısı, çöp toplama ve böylece plânlanmış reaktörlerin yeniden yüksek kapasiteyle çalışmasını engelleyen veya diğerlerinin çalışmasının durdurulmasına zorlayan 16 nükleer enerji santrallerinin kadın-erkek işçileri ve hizmetlileri katıldılar. Gençler, orta ve yüksek öğretim öğrencileri bu harekete dâhil oldular. Kendiliğinden hiddetlenme ve mücadelede kararlılık büyüktür. Her yerde grevciler ve blokaj aktivistleriyle ve de polis şiddetinin kurbanlarıyla sadece sendikal ve siyasi değil, aynı zamanda örgütsel ve mali dayanışma da örgütlenmektedir. Kitlesel hareket sendika bürokratları ve solcu politikacıların üstünde devasa baskı oluşturdu ve egemen sınıf kampı içinde çelişkilere götürdü. Bu hareketin başını, onun sınıf uzlaşmacı önderlerinin sınıfın sınıf mücadeleci kesimlerinin giderek yinelenerek baskısına maruz ka-

81 lan, ama tümden seksiyonların birçok kitlesel ihraçlarına rağmen, daha hâlâ önemli oranda militan kanata sahip olan, ne idüğü belirsiz önderliği bulunan son derece reformist CGT Sendikası çekmektedir. Diğer sendikaların çoğu da onlardan birkaçı sadece daha az veya çok, bazıları ise çok direnerek katıldılar. Dörtdörtlük sarı bir sendika olan, kadın-erkek işçilerin büyük kesimleri nezdinde son derece nefret edilen, önderlerinin hiçbir yerde üstlerine kokmuş yumurta ve ıslak çaputlar atılmaktan kurtulamadıkları sadece sosyal demokrat CFDT en başından itibaren bu harekete karşı kışkırtıyor ve kapitalist rekabet yeteneği ni, yurtsever kâr oranlarını ve esnekliği övüyor. Ne yazık ki kadın-erkek işçi sınıfının, diğer ücret bağımlılarının, gençliğin yüksek derecede mücadele etmeye hazır olmasına rağmen ve nüfusun ezici çoğunluğu nezdinde birçok sempatiye veya en azından anlayışla karşılamaya karşın sendikaların başını çekenlerin bugüne kadarki sınıf uzlaşmacı tutumu, onların kitlelerden ve sermaye ile hükümetle gerçek bir kapışma ve iktidar provasından korkusu, onların hükümet ve sermayeye güvenilir ortak olarak yaltaklanması, onların huzur ve düzeni nin korunmasındaki ve kendilerinin kaos diye adlandırdıkları şeyden kaçınmalarındaki mutlak çıkarları; dahası bir yandan her ne kadar buna zorlandıkları kadarıyla kitlesel hareketi örgütleseler de ama aynı zamanda ellerinden geldiği kadar bu kitle hareketini parçalamaya, aç bırakmaya, çıkmaz sokağa sürüklemeye, yönelimini bozmaya götürdü ve götürüyor. Balta darbeleri yerine kendilerinin eylem günleri, noktasal ve kısmî ve kısa grevleriyle, iğne batırma taktik leriyle, bu yasanın kayıtsız-şartsız geri çekilmesi şeklindeki kitlelerin berrak talebine sıkı sıkıya sarılmak yerine kendilerinin kanuna ilişkin sonradan pazarlık önerileri kendi içinde bütünleşmiş, eğilip bükülmeyen/dik başlı ve süresiz bir greve doğru rotasını çevirmek yerine, tüm bunlarla bu hareketi boşa çıkarmak istiyorlar. Bir kitlesel hareketin enerjisini boşuna harcatarak işini bitirmek ve onu meşgul etmek için sendika bürokrasisinin denenmiş bir reçetesi olan böylesi eylem günleri yle evet, yeteri kadar deneyimlere sahip kitleler arasında, bu mücadelenin karar almaya zorladığı veya çözüleceği hakkındaki görüş büyümektedir; bundan dolayı CGT başkanı Martinez 24 Mayıs ta grevin bir genelleştirilmesini talep etmeyi bile kendisinin zorlandığını hissetti. Ne var ki kitlesel hareketin baskısı bunun için yeterli değildir CGT nin evet, bunu birinci plânda bizzat kendisinin talep etmek zorunda olduğu bir tarafa bırakılırsa ve böylece bu sırf lafta kaldı. Bu koşullarda bu hareketin nefesinin kesilmesinin ciddi tehlikesi birçok kez vardı; ama o (bu hareket -ÇN) girerek yeniden kendine geldi ve hatta her şeyden önce 1 Haziran da genel oylamalarda karar altına alınan ve o zamandan beri sürmekteki SNCF (Fransız Devlet Demiryolları ÇN) in demiryolcularının süresiz greviyle yeni bir yükseliş kazandı. Onların (demiryolcuların -ÇN) nezdinde El Khomry Yasası na karşı mücadeleyi ve çalışma süresi düzenlemeleri uğruna işletme temelindeki mücadeleler ile birlikte hükümete karşı hiddeti bağdaştırıyor. Ama bu grev hareketi kendisini esas olarak daha ileriye yayamadı, kadın-erkek demiryolu işçileri nezdinde de, eksik kaldı ve bundan dolayı mümkün olan gücü geliştiremedi. Bir yanda mücadele etmeye hazır olma ve militanlık ile diğer yanda sınıf bilinci ve sınıf örgütlenmesi arasında devasa bir boşluk ve bununla birlikte bunun nasıl devam etmesi gerektiği hakkındaki belirsizlik giderilmedi. Sendika önderleri, CGT ninkiler de sinirlidirler ve kokuşmuş bir uzlaşma için özlemle fırsat kollamaktadırlar. Onlar, kendilerinin işin içine çekilmedikleri nden ötürü kızgındırlar ama hükümet şimdiye kadar onlara yüz vermedi. Daha 10 Haziran da CGT Başkanı Martinez Bayan El Khomry den yalvar-yakar görüşmek için randevular istedi; bunun üzerine O (Bayan El Khomry ÇN) ona elini uzattı ve görüşmeye hazır olduğunu ima etti ancak sadece eğer yasanın özüne bir kez bile dokunulmasına izin verilmemesi halindeki konularda? Nihayet 17 Haziran tarihi için bir görüşme randevusu üzerine anlaşmaya varıldı. İçerik bakımından sonuç sıfır; yani hükümet hiçbir şekilde taviz vermeye yanaşmıyor; ama Martinez oysa yapıcı görüş alış-verişi ne ve ne yazık ki Başkan Hollande bizzat kendisini ve diğer sendika patronlarını kabul etmek istememesine rağmen, bayan bakanın bizi dikkatli bir şekilde dinlediği ne seviniyor. Bunun için aylardır mücadele verilen, hareketin ana talebi yasanın geri çekilmesi hakkında artık tek laf yok; bilakis artık sadece hükümet bu yasayı ya başka sözlerle yeniden yazmalı veya geri çekmelidir muğlak formüle edilişi, yani CGT önderliğinin evet, zaten hakkında öneriler yaptığı başka sözlerle yeniden yazmak. CGT yönetiminin aklında sadece bir şey var: Bu kaos u yeniden sendika bürokrasisinin düzenli yolu na 81 güncel

82 güncel 82 yönlendirmek, sınıf mücadelesini kendilerinin yine kendilerini üretebildikleri ve her şeyden önce sendikal konularda hükümet ve sermayenin en önemli ve ağır basan ortakları olarak kendilerini kârlı çıkarttıkları bir pazarlık pokeri yararına sınıf mücadelesini kapatmak. Onların kendilerinin bu hizmetleri karşılığında şu veya bu detayda bir veya diğer küçük tavizi bekledikleri anlaşılırdır. Hükümet başından itibaren ve eskiden olduğu gibi şimdi de bu yasayı bastıra bastıra geçirmeye gözü kara bir şekilde kararlıydı ve bir çift kozmetik tavizler ve tali sorunlarda avundurma manevraları göz ardı edildiğinde şimdiye kadar bundan vazgeçmedi. Başbakan Valls her zamanki gibi bu sorunda da en sonuna kadar gitmek istiyordu, ama sürüp gitmekte ve giderek daha şiddetli sınıf mücadeleleri nedeniyle sosyal demokrasi kampında çelişkiler patlak verdi. Bazıları kendilerinin önümüzdeki 2017 seçimlerde kendilerinin parlamenter çöküşünden çekiniyorlar. Sarkozy nin Cumhuriyetçileri zemini sosyal demokrasiye terk etmek istemiyorlar ve bu yasayı çok daha fazla rekabet etme yeteneği ve esneklik için biraz daha keskinleştirmek istiyorlar. Ulusal meclisin, parlamentonun birinci kamarasının belirleyici oylamasında yasadan yana bir çoğunluğun gerçekleşmemesi ortaya çıktı. Valls şimdi 12 Mayıs ta Fransız demokrasisi nin bir jokerini kullandı: De Gaulle ün 1958 Anayasa Darbesi nden bu yana anayasada üncü madde vardır. Bu madde, bir yasa, eğer parlamentoda bir çoğunluk bulamazsa, buna rağmen basitçe başbakan tarafından yürürlüğe konulabilir ve bununla Ulusal Meclis bilgilendirildikten sonra, sanki karar altına alınmış gibi, aynı/tıpkı yasa gücüne ulaşır Alay eder gibi oylamasız kabul etme (?) diye adlandırılan bir prosedür. Bunun akabinde gelen Cumhuriyetçiler in güvensizlik önergesi sadece kıl payı reddedildi. Bu türden demokrasi üzerine infial bunun vasıtasıyla sadece daha da büyüdü. ( ) Konunun asıl özü itibariyle sendikal bir iş mücadelesi olmasının siyasi bir yanı vardır, burada söz konusu olan herhangi bir yasaya karşı olmak değil, bir yasaya karşı olmak, bilakis Hollande için (kendisinin) görev döneminin vazgeçilemez en önemli noktası na karşı, tümden işçi düşmanı hükümet politikasına karşı, hükümete karşı olmasıdır. Bunlar sadece basit grevler ve yürüyüşler değildir, bu hareket bir ayaklanışın özelliklerini de taşımaktadır. Devlet gücüyle her militan çatışma ile birlikte o (bu hareket ÇN) üstelik siyasi boyut kazanmaktadır. Sizin coplarınız karşısında bizim mücadele kararlılığımız ibareleri afişler ve dövizlerde bulunmaktadır. 9 Mart tan beri birçok aktivist tutuklandı, haklarında mahkûmiyet kararları verildi, kodese tıkıldılar ve onların serbest bırakılmaları önemli bir taleptir. O (söz konusu talep ÇN) demokrasi ve OHAL sorunu ile iç içedir. Devlet erki kitlesel hareketin başlamasından bu yana dişleri gösterdi işgal edilen yerler ve kapatma barikatlarının zor kullanılarak temizlenmesi ( ) birçok yaralı, Rennes de vurulan bir göz, ama henüz ölü yok, özellikte keskin uçan motosikletli özel polisin yeniden aktifleştirilmesi veya güçlendirilmesi, tutuklamalar, gözaltına almalar, mahkeme mahkûmiyet kararları ve hapis cezaları, polisin girişimiyle gerçekleşen siyasi işten atılmalar, ev hapisleri ve ön tedbir olarak içeri almalar, yürüyüş yasakları, gözetleme ve diğer zecri önlemlerle yoğun göz korkutmalar, işgal edilen okul ve yüksek okulların kapatılması Baskılar muazzamdır ve bunlara karşı çıkılmak zorundadır ama devletin zor aygıtı ile karşı karşıya gelip çatışma, sırf bu çatışmayı giderek daha fazla tırmandırmak uğruna çatışmanın bizzat kendisi amaç oluşturmamalıdır. Diğer yandan devlet erki hukuki bakım dan pekâlâ yapabileceği, çünkü burada gerçekleşen şey en geniş kapsamlarda sıkı yönetim hali vasıtasıyla kesinlikle yasaktır hareketin tümünü toptan yasaklamaya şimdiye kadar cesaret edemedi. Ne var ki Valls 14 Temmuz dan kısa bir süre önce, eğer CGT yönetimi taşkınlıkları (yani polisin saldırılarına karşı çıkma ve kendini savunma) engellemeyi başaramazsa, bu halde hükümetin yürüyüş yasaklamaları ile müdahale etmek zorunda kalacağını ima etti. Küçük radikal azınlıkların palavraları gericiliğin umut ettiği kadar karşılık bulamıyor. Tüm bunlar kendiliğinden kitlesel hareketin atılımını ve kendi içinde barındırdığı, eğer bu, devrimci yönelime sahip sınıf bilinçli siyasi bir harekete doğru örgütlenebilmeye uyandırılabilme potansiyelini tasdik ediyor. Bundan ötürü hemen aşırı derecede iyimserliğe kapılmaksızın, Mart tan beri sınıf mücadelesi durumunun belirli bir şekilde yön değiştirdiği görmezden gelinemez. Sosyal demokrasinin hükümeti devralmasından bu yana ki ezici ve demoralize edici yıllar Mart tan beriki kitlesel hareket ve sınıf mücadelesinin beklenmeyen bir şekilde güçlü yükselişi vasıtasıyla en azından ara verildi ve bu, olağanüstü halin ortasında, en yoğun ve büyük kapsamlı zecri tedbirlerin varlığında ve

83 evet, onun amacının sınıf mücadelesinin üstüne örtmek olduğu 2017 de yeniden seçimlerin gündemde olmasına rağmen ortasında Hollande nin seçilmesi ve sosyalist bir hükümetin kurulmasıyla birlikte sınıf mücadelesi neredeyse durma noktasına gelmişti. Kadın-erkek işçi sınıfı ve halkın büyük kesimleri umutlarını, şimdi gericiliğin en sivri uçlarının törpüleneceğine bağlamışlardı. Oysa tekrar bir kez daha, bilmem kaçıncı kere, ehven-i şer in üstüne oynandığı her sefer ve her yerde olduğu gibi tersi oldu. Sosyalist hükümet tüm hatlarda kendisinin seleflerinden baskın çıktı: İçte sosyal devletin ve demokrasinin budanması, devlet aygıtının hızlandırılmış faşistleştirilmesi, neo-liberal rotasının keskinleştirilmesi; dışa karşı saldırgan emperyalist politika, Ortadoğu da savaş kışkırtıcılığı, her iki yılda bir Afrika da savaş. Umutlar ve hayaller hızlı bir şekilde suya düştü, ama örneğin, işletmelerin kapılarına kilit vurmalara karşı tek tük yerlerde çaresizlik mücadeleleri göz ardı edildiğinde mücadele ruhu da boğulmuştu ve etrafı hayal kırıklığı sardı. Bunu neredeyse dört yıllık sınıf ve halk mücadelelerinin düşüşü takip etti sonu/2016 başında kadın-erkek işçi sınıfı ve halkın ağırlıklı kesimleri için kendilerini kesim mezbahasına götüren danaların kaderine teslim etmenin artık çekilebilir olmadığı bir noktaya her halükârda ulaşıldı. Sonra El Khomry Yasası, mart ayı başından itibaren yeni bir kitlesel hareketi ateşleyen kıvılcım oldu. Grevlere ve eylem günleri ne paralel olarak her gece Paris te ve diğer büyük şehirlerde toplanan ve her ne kadar sadece OHAL zamanlarında kendilerinin kamuoyunda açıktan açığa varlıkları yüzünden olsa da, hükümet için hakeza fazladan bir can sıkıntı oluşturan, Nuit Debout ( Geceleyin Ayakta ) adıyla bir Öfkeliler hareketi ortaya çıktı. Nuit Debout, sözüm ona bağımsız ve öz yönetimli, ama her reformist veya anarşist şarlatanın tuzağına kolayca düşen, ilerici, karanlık ve doğrudan gerici akımları kapsayıcı, ispiyoncular ve anarşist konspirasyoncular ın (gizli düzenci / komplocu -ÇN) içinde at koşturduğu, kendisine Podemos lu bir sosu çoğu kez örnek alan, esas yönüyle siyasi güç ve perspektiften yoksun küçük burjuva, çok dağınık ve heterojen bir kütle idi ve karmakarışık bir gruptur. Bu toplantılarda ve hareketler içinde sahneye çıkmanın bir anlamı vardır; ama kendini çok önemseyen bayan ve bayların hepsinin ve de medyanın cirit attığı merkezi Place de la République (Cumhuriyet Meydanı -ÇN) nda değil, bilakis her şeyden önce işçi semtlerinde ve Banlieues (banliyö) lerde. Olayların gelişmesi ve devletsel baskıların artması ile birlikte, sivil toplum olarak oynamaktan ve bizzat kendileriyle uğraşmaktan daha fazlasını isteyen bu hareketin bölümleri yeni grev ve yürüyüş dalgasına katıldılar kadın-erkek işçilerin çıkarlarına yabancı bir diğer bölüm ürkerek sahneyi terk etti. Bu sınıf ve halk hareketinin mart başından beri şanslarına ilişkin soru kâhinlik yeteneği eksikliğinden dolayı yanıtlanamaz. ( ) Bu somut mücadelenin nasıl sonuçlanacağını aşarak bunun beraberinde getirdiği sonuçları ve perspektifleri sorusu gündeme gelmektedir. Açık-seçiktir ki, burjuvazinin önemli bir saldırısına karşı çıkılarak geri püskürtüldüğünden, onun plânlarının akamete uğratıldığından ve kuşkusuz olarak peşi gelecek olan maruz kalınacak önümüzdeki saldırılar için mücadele koşullarının iyileştirilmesi gerektiğinden hükümetin bir yenilgiye uğratılması büyük bir başarı olurdu. Üstüne üstlük bu, (2006 da CPE nin (Contrat Première Embauche İlk Çalışma Kontratı ÇN) engellenmesinde de söz konusu olduğu gibi) mücadele morali için çok önemli olurdu. Yine bir o kadar ayan-beyandır ki, bu durumda da burjuvazi plânlarından hiçbir şekilde vazgeçmez, bilakis aynı hedefle çabuk bir şekilde yeni saldırılara geçecektir. Tersine biz bir yenilgiye maruz kalırsak, tabii ki bu, mücadele koşullarının nesnel olarak bir kötüleşmesine sadece değil, aynı zamanda, (2010 da emeklilik reformuna karşı mücadelede alınan yenilgide söz konusu olduğu üzere, kapitalistler vakit geçirmeksizin yasanın gerçekleşmesine geçerken, sosyal demokrasinin seçim zaferinin gerçekten ne anlama geldiği herkes dank eder etmez), mücadele moraline karşı bir darbe olurdu. Öyle ya da böyle sınıf mücadelesi, iş hukuku cephesinde de sürüyor ve bir zafer halinde de soluklanma molaları yoktur. El Khomry Yasası na karşı mücadelenin bir sonu herhangi bir zamanda ortaya çıkacaktır ve şu sorular kendilerini dayatacaktırlar: Sonrasında ne var? Nasıl devam edecek? Bir yenilgi halinde birileri yeniden bezginliğe düşecekler, bazıları daha bugünden şunu söylüyorlar: O zaman her şeyi kırıp dökelim/yerle bir edelim! Sadece az sayıda insan bugün gerçekten anti-kapitalist, devrimci yolu, devrimci bir perspektifle sınıf mücadelesini yürütmeyi ve uygun mücadele 83 güncel

84 güncel 84 hedefleri ve mücadele ve örgütlenme biçimleriyle birlikte buna uygun olarak örgütlenmeyi bulmaktadır. Zafer veya yenilgi olsun, burada söz konusu olan odur ki, ister sendikal, isterse OHAL ve gericiliğe karşı mücadeledeki siyasi olsun, en son mücadelelerden dersler, düşmanlar, dostlar, birçok reformist ve oportünist sahte dostlar hakkındaki gibi, mücadele yöntemleri hakkında, her şeyden önce, kendiliğinden mücadeleye hazır olmanın sınıf bilincine dönüştürülmesinde ve tüm enerjinin yeniden tuz-buz olmaması için mücadeleci örgütsel yapıların inşa edilmesinde kalıcı ilerlemeye ulaşılmak zorunluluğu dersi çıkarılmalıdır. Bunun için bir syndicalisme de classe, sınıf bilinçli bir sendika politikası uğruna, var olan sendikaların içinde ve dışında, ama her şeyden önce, günlük mücadeleyi aşarak tüm sistemin devrilmesini hedefleyen bir komünist partisi içinde en bilinçli ve en mücadeleci güçlerin siyasi örgütlenmesi uğruna çabalara bir yeniden bağlanma gereklidir. Sendikal mücadele kaçınılmazdır ama yeterli değildir, toplumun tümü devrinmelidir! İsyan, radikal bir türü de yeterli değildir. Buluşmak, tartışmak ve faal olmak için Nuits Debout ve diğer taban girişimleri iyidirler ama sömürücülere karşı etkin bir güç anlamında âcizdirler! (14 Haziran dokuzuncu eylem günü ne ilişkin OCML-VP (Marksist Leninist Komünist Örgüt İşçinin Sesi) nin bir bildirisinden) Reformistler ve burjuvazinin diğer solcu yardakçıları, bu kitlesel hareketi El Khomry Yasası uğruna muhaberenin somut sonucundan bağımsız olarak gömmeye ve kendilerinin 2017 seçim mücadelesine yönlendirmeye şimdiden hummalı bir şekilde çalışmaktadırlar. Bu yanlış yol en büyük tehlikedir, çünkü böylece bu hareketten yine hiçbir şey öğrenilmemekte ve hiçbir atılım birlikte götürülmemektedir. İşletme ve sokaktaki gerçekten sınıf mücadelesi zemini yeniden bir kez daha, aksine en iyi halde yeniden hemen akabinde engellenen şeyin sözde daha büyüğüne baskın çıkmayı deneyecek olan ve buna mecbur olan bir ehven-i şer sol partiler ve onlarla bağlantılı diğer sollara bir çift üst düzey makamdan başka bir getirmemesi göz ardı edildiğinde 2010 dan sonraki gibi, burjuvaziye terk edeceklerdir. Sarkozy veya Bayan Le Pen e karşı ehven-i şer olarak örneğin bir Valls in mi desteklenmesi gerekir? Veya sol parti den Mélenchon veya kendi perspektiflerini sosyal demokrasiyle sadece bezirgânlık anlaşmalarında gören PCF (Fransa Komünist Partisi -ÇN) in Laurent ni mi? Ehven-i şerle körlük birisini daha nereye kadar düşürebilir? Orada seçimler burada seçimler olsun fark etmez 2017 yılı da bizim karşı çıkmamız gereken ve daha bugünden hazırlanmak zorunda olduğumuz burjuvazi ve onun devletinin yeniden çığ gibi saldırılarını beraberinde getirecektir. (Fransa dan muhabir haberi, 17 Haziran 2016 itibariyle, PR sayı 63, sayfa 17-23) *** Haziran ortası ile 6 Temmuz 2016 daki üçüncü oturum arasında devlet baskılar vidasını daha da sıktı: 23 Haziran tarihinde Paris te yapılması plânlanan bir yürüyüş şiddet eylemlerini engellenmek için önce yasaklandı (Cezayir savaşının sona ermesinden beri Fransa da ilk yürüyüş yasağı!), sonra yoğun kısıtlayıcı şartlar altında izin verildi ve sayısız yorumlarda hapishane açık hava voltaları ile de karşılaştırılan kafes yürüyüşü olarak tarihe geçti. Metro istasyonları kapatıldı. Yürüyüş katılımcıları ince elenip-sık dokunarak arandılar. 28 Haziran ve 5 Temmuz günlerinde polis Paris teki sendika binasını kuşattı ve binada bulunan insanların yürüyüşlere katılmasını engelledi. Ulusal Meclis yakınlarındaki kendiliğinden bir mitingin etrafı kuşatıldı. Başka etkinlikler başlatmak isteyen kadın-erkek aktivistler tutuklandılar. Bu kitlesel hareket henüz son bulmadı 14 Temmuz 2016 da Place de la République de, nuit debout (Gece boyunca Ayakta) meydanı işgal etme hareketi merkezinde yoğun polis şiddetine dair, ABD den Black lives matter temsilcilerinin de katıldığı kamuoyu önünde açık tartışma yürütülecek. Dört sendika birliği, Intersyndicale, gençlik, orta ve yüksek öğretim öğrenci teşkilatları loi travail-yasasının geri çekilmesi için ülke çapında bir mücadele gününe okulların yaz tatilinin bitmesinden sonraki 15 Eylül günü çağırıyor. Bu kuruluşlar bunun hazırlığı için 31 Ağustos ta bir araya geliyorlar. Onların mücadelesi işçi düşmanı bu yasaya, sermayenin uşakları Hollande/Valls ve şürekasının sosyal demokrat hükümetinin polis devleti yöntemlerine karşı yürütülmektedir. Fransa daki emekçilerin mücadelesi bizim tam dayanışmamıza sahiptir. Burada egemenlere karşı örgütlenerek ve gerekli sınıf mücadelesini yürüterek bu uluslararası dayanışmayı hayata geçirelim! Herşeye rağmen! 15 Temmuz 2016 [Her Şeye Rağmen! Dergisinin 73., Eylül 2016 sayısı, sayfa daki Almancadan çevrilmiştir.]

85 Bu sayımızda 1948 de BM Örgütünde BM İnsan Hakları Deklarasyonu hazırlanırken yürütülen tartışmalarda Sovyetler Birliği nin tavrını ortaya koyan tarihsel bir belgeyi yayınlıyoruz. Sovyetler Birliği bu belgede savunulan görüşler temelinde BM İnsan Hakları Deklarasyonu nu birçok konuda yetersiz ve yanlış bulduğu için imzalamadı. Fakat belgede bir dizi doğru görüş de olduğu için, çekimser oy kullandı. Belgede getirilen bir dizi doğru eleştiri içinde mülkiyet hakkı nın insan hakları içinde sayılmasına getirilen bir eleştiri ve itirazın olmaması dikkat çekmektedir. Bunun yanında SB nin içinde bulunduğu durumla ilgili olarak yapılan kimi tespitler de aşırı iyimser, durumu olduğundan iyi gösteren tespitler olarak görünmektedir. Vijinski nin SB hükümeti adına savunduğu görüşler, her halükarda devrimci ve komünistlerin insan haklarına yaklaşım konusundaki tartışmaları konusunda bilinmesi gereken, bu tartışma açısından tartışma içine çekilmesi gereken görüşlerdir. Bu tartışmaya katkıda bulunması dileğiyle yayınlıyoruz. YDİ ÇAĞRI güncel HALKLARIN BARIŞI VE GÜVENLİĞİ İÇİN SSCB NÖBETTE A.J. WYSCHİNSKİJ TÄGLICHE RUNDSCHAU YAYINEVİ BERLİN 1949 HALKLARIN BARIŞI VE GÜVENLİĞİ İÇİN SSCB NÖBETTE Sovyet Delegasyonunun Yöneticisi A. J. Wyschinskij nin (Paris te Eylül den Aralık 1948 e kadarki) BM Genel Kurulu ndaki Konuşması TÄGLICHE RUNDSCHAU YAYINEVİ BERLİN VI. İNSAN HAKLARI DEKLARASYONUNUN TASLAĞI ÜZERİNE 9 Aralık 1948 de Genel Kuruldaki Konuşma 1-Bu Taslağın Büyük Zaafları Sovyetler Birliği nin temsilcileri bilindiği üzere, insan hakları konusunda deklarasyon taslağını hazırlayan Üçüncü Komisyonunun çalışmalarına aktif olarak katıldı. O daha önce bu konuyla uğraşan ve bu sorunda açıklama taslağı üzerinde çalışan çeşitli organlarda da aktif olarak yer aldı. Üçüncü Komisyona, Cenevre de başlamış olan çalışmayı tamamlamak ve 1947 de ilk taslağı ortaya çıkarılmış olan, Cenevre Taslağı olarak bilinen bu belgeyi sonuçlandırmak görevi düştü. Bu taslak, bazı üstünlükleri yanında bir dizi büyük zaafları da içinde barındırmaktadır. Esas eksikliği onun formel-hukuki karakterinde ve bu deklarasyonda ilan edilen temel özgürlükler ve insan haklarının gerçekleşmesinin teşvik edilmesine uygun olan önlemleri hiçbir şekilde içermemesinde yatmaktadır. Cenevre Taslağı bilindiği üzere daha sonra değişikliklere uğradı; ama onun bu esas zaafı yerinde kaldı ve ne yazık ki son döneme kadar bertaraf edilmedi. Bu eksiklik Genel Kurulun şimdiki oturumundaki taslağın hazırlanışı sırasında da ortadan kaldırılmadı. Biraz önce sözünü ettiğim bu taslağın formel-hu- 85

86 güncel Bizler, hepimiz faşist düşünceler in yayılması sözde özgürlüğünün nereye götürdüğünü çok iyi biliyoruz ve bu deneyimin tekrar etmesine göz yummak istemiyoruz ve yummayacağız. Özgürlük düşüncesinin, daha şimdiden başını çıkarmış olan faşist propagandanın ve daha da başını yükselttiğinde eğer bu deklarasyon her türlü ve buna göre faşist düşüncelerin de özgürce yaygınlaştırılması hakkı ilan edilmesini öngörürse, böylesine bir düşünce özgürlüğüne sakince bakıp geçmeyeceğiz. Hayır. Barışsever, demokratik ülkeleri bir kan denizinde boğmaya çalışmış olan faşizmin bu korkunç propagandasını daha rüşeym halinde iken bastırmak zorundayız. 86 kuki karakteri, insan haklarıyla ilintili çok önemli sorunlara ayrılmış bir dizi makalede soyut biçimde ifadesini bulmaktadır. Örneğin İnsan Hakları Deklarasyonu nun Genel Kurula gözden geçirilmek üzere sunulmuş 4. maddesinde şunlar denmektedir: Her insanın yaşam, özgürlük ve kişiliğine dokunulmazlık hakkı vardır. Bu maddenin soyut karakteri herhalde yorum gerektirmez. İnsanın yaşam, özgürlük ve kişiliğine dokunulmazlık hakkı gibi böylesine olağanüstü önemli bir sorunu ele alan bu taslağın bu hakların gerçekleşmesini hadi garanti altına almak demeyelim ama en azından teşvik etmek için, devlet tarafından acilen ele alınması gereken önlemlere dikkat çekmemesi göze batmaktadır. Bu nedenle bu maddeyi iyileştirmek ve bu zaafları giderecek tamamlamalara girişmeye çalışmak çok doğaldı. Sovyetler Birliği Delegasyonu bu çabaya girişti. O bu görevi çözmek için, Üçüncü Komisyon Deklarasyonu Taslağı nın 4. maddesi ne şöyle bir ekin konulmasını önerdi: Devlet her insanı cürümsel darbeler karşısında korumayı ve onu açlıktan veya bitkinlikten ölme tehlikesinden koruyan koşulları garanti etmek zorundadır vs. Ne yazık ki, konuyu ciddi ve önemli bir şekilde iyileştirmiş olmasına rağmen, bu ek Üçüncü Komisyon tarafından reddedildi. Bu ek, Üçüncü Komisyon çoğunluğunun desteğini bulmadı ve buna göre İnsan Hakları Deklarasyonu Taslağı nın 4. maddesi sunulan birinci versiyonunda, tüm zaaflarıyla birlikte aynı şekilde bırakıldı. İkinci bir örnek daha vereyim. Üçüncü Komisyonun Taslağında, sosyal güvence hakkı ve bu maddede dendiği üzere, insan onurunun korunması ve kişiliğin özgür bir şekilde gelişmesi için gerekli ekonomik, sosyal ve kültürel alandaki hakların ulusal çabalar ve uluslararası işbirliği vasıtasıyla ve her bir devletin yapısı ve araçlarıyla uyum için kullanılmasını ilan eden 23. madde vardır. Bu madde çok önemli bir görev bildirmektedir ve bu ancak selamlanabilir. Lakin bu taslak bu görevi memnun edici bir tarzda çözüyor mu? Sovyet Delegasyonu bu soruyu hayır diye yanıtlamaktadır. Bundan Üçüncü Komisyon tarafından hazırlanmış olan İnsan Hakları Deklarasyonu Taslağının ortaya koyduğu bu formülasyonun değiştirilmesi gerekliliği sonucu çıkar. Burada bu maddenin yazarlarının ifade etmek istedikleriyle onların gerçekten ifade edebildikleri arasında bir uçurum vardır. Bu maddeyi kaleme alanların, kendilerinin giriş bölümünde, geçerken değinmek gerekirse, yeterli sebep olmaksızın, ideal olarak adlandırdıklarını gerçekleştirme gayreti ile kötü ve tatmin edici olmayan biçimde olsa bile, bu maddenin gerçekten önem ve anlamını dile getiren düşünceye uygun olacak bir formülasyonu bulmalarını engelleyen ideolojileri, siyasi yönelimleri arasında bir iç mücadele yürütmek zorunda kaldıklarından şüphe etmiyoruz. Bu madde, ki bu söylenmek zorundadır, Sovyet Delegasyonu tarafından önerilen maddenin sadece bir bölümünü oluşturmaktadır. Ama bu az sayıda satırların bir bölümünü oluşturduğu maddenin tümünü ka-

87 bul etmek yerine komisyon çoğunluğu başka bir yolu seçti. Komisyon çoğunluğu bu maddede en önemli, en değerli ve en özsel olanları reddetti ve bu anlamlı ve önemli maddenin, Sovyet Delegasyonu nun ortaya koyuşunda Komisyon unun Taslağı ndakinden tamamen farklı görülen, büyük ama görünemez ve Taslakta bulunmayan konunun bir tür süslü takısı haline getirilmiş olarak sadece küçük bir kısmını aldı. Önceden söylediğimiz gibi Üçüncü Komisyon çoğunluğu, devletin ve toplumun yükümlülüğüne dikkat çeken, deklarasyonda sayılan her hakkın her insan tarafından kullanmasını gerçekten mümkün kılan, yasa çıkarmak da dâhil, gerekli her önlemi almasını içeren bu önerinin diğer, daha önemli bölümünü reddetti. Bu reddedildi, bu geri çevrildi. Peki, şimdi geriye ne kaldı? Geriye içeriksiz bir ilan ediş, yani tam da bu deklarasyonun bu en zayıf yanı kaldı. Geriye bir eğilim, bir ilan ediş, bir şiar kaldı; ama hiçbir madde bu 23. maddede ilan edilen ilerlemeleri gerçekten sağlayacak olan, bunun güvencesini sunacak olan hiçbir madde kalmadı. Tüm bunlar reddedildi. Bu maddede esas konu eksiktir yani toplum ve devletin, kişiliğin ekonomik, sosyal ve kültürel alanda özgürce gelişme olanağını sağlamak için, yasa çıkarmak da dâhil, tüm önlemleri almakla yükümlü olduğuna dikkat çekmek. Tüm bunlar reddedildi, diyorum. Geriye keçiler ve kurtlar ile ilgili Rus masalında dendiği üzere, keçinin ayakları ve boynuzları ndan başka bir şey kalmadı. Sovyet Delegasyonu bir başka madde olarak, çalışma ilişkisi içinde bulunan tüm insanlar için, yani işçi ve hizmetlilerin tümü için her ülkenin devleti tarafından üzerlenilen bir sosyal sigorta burada sosyal yardım ve sosyal sigorta söz konusudur önerdi. Sovyet Delegasyonu burada bu sorunu gerçek bir temele oturttu ve bunun için gerekli olan giderlerin hangi tarzda karşılanması gerektiğini, emekçilerin sosyal sigorta, sosyal yardımdan yararlanabilmesi için somutlaştırdı. Sovyet Delegasyonu şunu söylüyor: Bir kaynak devlettir; diğer kaynak ise işçinin emeğinin sömürülmesinden kazanç elde eden patronlardır. Bundan dolayı emekçi insanların maluliyet, yaşlılık, hastalık vs. durumunda emekli maaşları ve diğer güvencelerle korunmaları gereklidir. Bu aslında bütünüyle doğal ve somut bir biçimde ortaya konan bir sorun olarak görünmektedir. Oysa bu, komisyonda çoğunluğun amansızca direnişi ile karşılaştı ve bu çoğunluk bu eki de reddetti. Eğer; aslında ve özünde ona karşı çıkılacak bir şey bulunmayan İnsan Hakları Deklarasyonu nun 23. maddesinin kabul edilmiş bu metni dışında, Deklarasyon unun Taslağı nda Sovyet Delegasyonu nun, sosyal sigorta ile ilgili olarak gerçekten somut ve pratik önlemleri üzerine yukarıda ortaya konan önerileri, bunlar sadece ahlaki olarak yükümlü kılıcı önlemler olarak bile olsa, kabul etmiş olsaydı, o zaman bu proje bununla sadece kazanmış olurdu. Bu öneriler kabul edilmiş olsaydı, 23. madde somut bir özelliğe sahip olurdu ve bu deklarasyonda ilan edilmiş bulunan önemli insan haklarının gerçekten gerçekleşmesini nasıl mümkün kılınabileceği yönünü gösterirdi. Üçüncü Komisyon çoğunluğunun güzel bir düşünceyi ve mükemmel bir fikri nasıl tanınmayacak bir hale getirdiğine ve kendi görevinin üstesinden gelmediğine dair ikinci bir örnek budur. Bu çoğunluk, Sovyet Delegasyonunun Üçüncü Komisyon çalışmasını sürekli olarak sokmaya çalıştığı yol yerine bir başka yola girmeyi tercih etti. Sovyet delegasyonunun önerdiği yol, sorunun çözümü için devletleri en azından ahlaki olarak somut adımlar atmaya zorlamayı öngören, onları yükümlülük altına sokmayı öngören yoldu. Bunun yerine belki 150 yıl önce geçerli olan, ama bugün artık hiç kimsenin gözünü boyayamayan bolca boş, süslü laf örnekleriyle dopdolu soyut bir yol tercih edildi. Bu kulağa hoş gelen formüle edişlerin ardında fetiş ve düşleri yıkan acı gerçeğin saklı bulunduğunu bu arada bizzat yaşam kanıtlamıştır. Artık Fransız Devrimi, Amerikan Devrimi ve 17. yüzyıl çağından kalan tüm bu boş laflar ve formüle edişler bugün değerlerini yitirmiş durumdadır. 2.Faşist Propagandaya Karşı Üçüncü örnek. Üçüncü Komisyon un İnsan Hakları Deklarasyonu Taslağı nda 20. maddede şöyle deniyor: Her insan fikir özgürlüğü ve bunları özgür bir şekilde ifade etme hakkına sahiptir. Bu hak fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, devlet sınırlarından bağımsız olarak bilgileri ve fikirleri her araç ile aramak, elde etmek ve yaymak özgürlüğünü içerir. Sovyet Delegasyonu bu maddeyi bu biçimde kabul edemezdi; bu maddeyi tatmin edici olarak kabul edemezdi; bu maddenin kararlaştırılması sırasında açıklığa kavuşturulması gereken sorunların ortaya çıkardığı taleplere doğru cevaplar verilmeden onu tanıyamazdı. Gerçekten bu maddenin birinci zaafı sözde bir özgürlüğü, bilgileri ve fikirleri yaymak özgürlüğünü, genel olarak ilan etmekte yatmaktadır. 87 çeviri

88 çeviri 88 Hangi fikirler özgürce ve engellenmeksizin yayılabilir? Komisyon çoğunluğu bu soruya şöyle yanıt veriyor: Fikirlerin hepsi. Sovyet Delegasyonu bu soruya şöyle yanıt veriyor: Biz bu görüşü onaylayamayız; çünkü faşizm, ırklardan nefret, halklardan nefret, halklar arasında düşmanlık yayma, onlar arasına nifak sokma, yeni bir savaşı kundaklama gibi düşüncelerin yayılıp yaygınlaştırılmasına imkân verilmemelidir; biz böylesi bir özgürlüğe izin veremeyiz. Faşizmin sözde fikirleri nin yayılmasına, bizler bunun sonucunda çocuklarımız, erkek kardeşlerimiz, babalarımız, kız kardeşlerimiz, analarımız, kızlarımızın milyonlarca yaşamlarıyla bedeller ödemiş olduğumuzdan imkân verilmesini yanlış buluyoruz. Bunun sonucunu, halkımıza İkinci Dünya Savaşı yıllarında topraklarımızda akmış bulunan oluk oluk kana mal olan kendi deneyimimizden biliyoruz. Bizler, hepimiz faşist düşünceler in yayılması sözde özgürlüğünün nereye götürdüğünü çok iyi biliyoruz ve bu deneyimin tekrar etmesine göz yummak istemiyoruz ve yummayacağız. Özgürlük düşüncesinin, daha şimdiden başını çıkarmış olan faşist propagandanın ve daha da başını yükselttiğinde eğer bu deklarasyon her türlü ve buna göre faşist düşüncelerin de özgürce yaygınlaştırılması hakkı ilan edilmesini öngörürse, böylesine bir düşünce özgürlüğüne sakince bakıp geçmeyeceğiz. Hayır. Barışsever, demokratik ülkeleri bir kan denizinde boğmaya çalışmış olan faşizmin bu korkunç propagandasını daha rüşeym halinde iken bastırmak zorundayız. İnsani özgürlükler sınırlandırılamaz şeklindeki demagojik yaygara ve ah-u vah bizi bu görüşümüzden vazgeçiremez. Hayır, eğer bir özgürlük kamu esenliğinin zararına, halka zarar vermek için kullanılıyorsa, o zaman bu sınırlandırılabilir. Evimizi ateşe vermeye ve bizi katletmeye hazırlanan, kentlerin sokaklarında ateşlenmiş meşalelerle serbestçe dolaşan insanlara göz yumulamaz. Böylesine bir özgürlüğü kabul etmiyoruz ve deklarasyonumuzun Birleşmiş Milletler adına Hitler ve Goebbels in düşüncelerinin yaygınlaştırılması özgürlüğünü ilan etmesini onaylayamayız. Bize şu söyleniyor: Faşist düşünceler e karşı düşüncelerimiz ile mücadele edeceğiz. Bu sınırsız özgürlüğün taraftarı sayın baylar, sizler bunu, Kavgam ve buna benzer caniyane edebiyat yazıldığında ve propaganda edildiğinde daha önceleri de söylediniz. Sizler bunu daha o zamanlar söylediniz ve doğal olarak kendi tarzınızda buna karşı mücadele ettiniz. Peki ama sizin mücadeleniz en nihayetinde nereye götürdü? Bu mücadeleyi muzaffer kıldınız mı? Kendinizin mücadelenizle Hitler vebasının ilerlemesini durdurmayı başardınız mı? Hayır ve yine bir kere daha hayır. Tersine, kendinizi, Herhangi bir insanın, onlar faşist katiller ve caniler olsa bile, haklarını sınırlandırmak mümkün değildir. şeklindeki yüksek düşüncelerle yönlendirip, sakince durup ve kendinizin felsefi düşünce tarzı içinde ısrar ederken, haydutlar ve katiller bıçaklarını bilediler, insanları kendi saflarına topladılar, çeteler örgütlediler, saldırı planları hazırladılar ve harekete geçmek için en iyi anı beklediler. Sizler düşüncelerinize karşı olan şeylere, karşı düşüncelerle mücadele edebilirsiniz ve etmelisiniz, ama düşünceler olarak adlandırılmaya layık olmayan, kamusal tehlike arz eden düşünceler vardır ve bu tehlikeye karşı mücadele aracı sadece insani söz değil, bilakis yasa, acımasız ceza yasasıdır. Bu nedenle faşist teoriler ve sözde düşünceler in yaygınlaştırma imkânının dışlanmasında, ifade ve basın özgürlüğünün halklar arasında düşmanlığın, faşizmin ve saldırganlığın propaganda edilmesinde kullanılmasının caiz olmadığında ısrar ediyoruz. Ne var ki bizim bu taleplerimiz de Komisyonda çölde vaazın sesi gibi işitilmiyor. Çoğunluk, ona karşı en keskin bir biçimde protesto etmek zorunda kaldığımız bir kararı buna rağmen kabul etti. Tabii ki siz Genel Kurulda çoğunluksunuz. Ama bu çoğunluğun belki kendisinin büyük bir hata yaptığını idrak edeceği zaman gelecektir. Oysa azınlıkta kalan bizler böylesi hatalar yapmak istemiyoruz ve yapamayız. Halkımız karşısındaki yükümlülüğümüz, böylesi bir sorunun ortaya getirilişinde bizim bunu Üçüncü Komisyonun taslağında gördüğümüz gibi, bizden onay vermeyi reddetmemizi talep ediyor; çünkü sürecinde binlerce, on binlerce ve yüzbinlerce ve milyonlarca kardeşimizin, katledici ve caniyane fikirlerini bazı ülkelerde sınırsızca ve engellenmeksizin yaygınlaştırılması özgürlüğüne sevinen faşist cellatlar tarafından katledilmiş olduğu geçmiş savaşın korkunç resimleri bilinçlerimizde hâlâ canlıdır. Bu maddenin bir diğer esaslı zaafı, onun kendisini özgürlük ve düşüncelerin yaygınlaştırılması hakkını ilan etmekle sınırlamasındadır. Deklarasyon taslağının bu maddesi bir yandan haydutça, caniyane, faşist düşünceler in özgürce yayılmasının yolunu açarken, diğer yandan gerçekten asil, ulvî düşüncelerin, dünyanın en iyi düşünürlerinin insanlığı tavan ara-

89 larında ve odalarında doğmuş mutlu eden düşüncelerinin hangi araçlarla yaygınlaştırılabileceği hakkında susmaktadır. Düşüncelerini, bu düşüncelerin egemen sınıflar ve toplumun direnişi ile karşılaşması olgusunu bir kenara bıraksak bile, özgürce yaymak için hiçbir imkâna sahip olmayan düzinelerce ve yüzlerce insan sayılabilir. Taslağın bu maddesi susuyor, bu deklarasyonda ilan edilen özgürlüğün kullanabilmesi için gerekli araç ve yöntemler hakkında utangaçça susuyor. J. W. Stalin in 1936 yılında Sovyetler Birliği Anayasa Taslağı üzerine tarihi konuşmasında, ifade toplanma/gösteri ve basın özgürlüğünden söz edildiğinde, bu konuda tüm bu özgürlüklerin, işçilere toplantılar için uygun yerler, iyi matbaalar, yeterli derecede kâğıt miktarları vs., verilmediği şartlarda işçi sınıfı için içi boş seda haline gelebileceğine dikkat çektiğini demesini hatırlatmak istiyorum. Şimdi bizim ülkemizde işçiler için gerçekten var olan bu imkânlar sizin ülkelerinizde işçilerden gasp edilmiş durumdadır. Bu özgürlüğü kullanmak için, soylu düşünce ve teorileri pratikte ve gerçekten yaygınlaştırabilmek için gerekli araç ve yöntemler üzerine bu suskunluk bu suskunluk şimdi üzerine konuştuğum maddedeki büyük bir zaaftır. Sovyetler Birliği Delegasyonu, deklarasyonda yukarıda belirtilen zaafları bertaraf etmek çabası içinde Üçüncü Komisyona, değiştirmeyi değil, bu maddeyi şu sözcüklere tamamlamayı önerdi: Fikrini özgürce ifade edebilme hakkını güvence altına alma amacıyla devlet, halkın geniş kesimlerine ve onun örgütlerine demokratik basın organlarının çıkarılması için gerekli maddi araçların (salon gibi yerler, matbaalar, kâğıt vs.) sağlanması vasıtasıyla yardım ve destek verir. Bu öneri de keza komisyon çoğunluğu tarafından reddedildi. Bu bağlamda Sovyet-önerisinin reddedilişi, kendi görüşlerini ifade etmeleri için geniş halk kesimlerinin hizmetine devlet tarafından maddi araçlar sunulursa, bunun düşünce özgürlüğüne devlet tarafından müdahale anlamına geleceği şeklinde gerekçelendirildi. Oysa gerçekte Sovyet Delegasyonunun önerisi görüşümüze göre, kendilerinin kapitalist gazete tekellerinden bağımsız olarak geniş halk kitlelerinin çıkarlarını korumaya hizmet eden kültürel, aydınlatıcı ve siyasi çalışmasını yürütmek olanağını halk kitlelerinin elinden almak için reddedildi. Bu açıktır. Sovyet Delegasyonunun Üçüncü Komisyondaki önerisinin karşılaştığı itirazların gerçek anlamı burada yatmaktadır. Dördüncü örnek. Üçüncü Komisyon Taslağı nda 21. maddenin 1. şıkkında şunlar deniyor: Her insanın barışçıl toplantılar ve dernekler kurma hakkı vardır. Bu madde aslında kötü değildir, ama o da yeterli derecede ileriye gitmiyor. Bu madde örneğin sokak gösterileri ve yürüyüşler özgürlüğü hakkında hiçbir şey söylemediğinden, bu maddenin yetersizliğine Üçüncü Komisyon da dikkat çektik. Bizler, bu gösteri/ yürüyüş yapma özgürlüğünün çok büyük engellerle karşılaştığını, böylesi olguları bulmak için pratikte çok fazla aramaya gerek olmadığını biliyoruz. İşte bu nedenle sokak gösterileri ve yürüyüşler özgürlüğü hakkında konuşulmak zorunda olunduğunu dile getirdik. Bu tehlikeli göründü ve önerimiz reddedildi. Bu madde içinde faşist türdeki veya anti-demokratik özelliğe sahip dernek ve birliklerin örgütlenmesi caiz olmadığından, onların cezai tehdit altında yasaklanması gerektiğinden, her türlü faaliyetlerine izin verilmemesi gerektiğinden de tek söz edilmemektedir. Tüm bunlar da reddedildi. Sovyet Delegasyonu tarafından bu anlayışla getirilen önerilerin hepsi reddedildi. Sovyet Delegasyonu, Üçüncü Komisyon tarafından kabul edilen metnin yerine şunun konulmasını önerdi: Toplantılar ve mitingler, sokak gösterileri ve yürüyüşler, gönüllü dernekler ve birliklerin örgütlenmesi özgürlüğü demokrasi yararına yasalar yoluyla güvence altına alınmak zorundadır. Özünde faşist veya anti-demokratik tüm dernek, birlik ve diğer örgütler ve de onların her türlü faaliyetleri cezai tehditle yasalar yoluyla yasaklanır. Bu, insanın temel özgürlükleri ve haklarının kâğıt üzerinde kalması ve onlarla alçakça oynanması değil, bilakis onların etkin olması, siyasi eğitmeye ve burjuva hakların ve geniş halk kitlelerinin çıkarlarının korunmasına etkin bir araç olmasına katkı sağlamak için gerçekçi, pratik, derin siyasi içerikle dolu bir maddedir. Sovyet Delegasyonunun bu önerisinin reddedilişinde, örneğin faşizm veya faşizm türü örgüt kavramlarının yeteri kadar berrak olmadığı gibi acayip itirazlar yapılmış olduğunu belirtmek gerekir. Bazı acayip tipler hatta şöyle bir soruyu sormaya cüret ettiler: Aslına bakarsan nedir bu faşizm? Aslında faşist türde örgütten ne anlaşılması gerekir? Dikkatle ele alındığında demokrasi ile halkların barış ve güvenliğinin tamamen ve bütünüyle çıkarı- 89 çeviri

90 çeviri 90 na uygun bulunan haklı taleplerini hedef alan böylesi türdeki motiflerin asılsızlığı ve ikiyüzlülüğünü bir kez daha teşhir etmek, faşist ve anti-demokratik birlikler, dernekler ve örgütlerin yeniden ortaya çıkmasına karşı ve dahası gelişmesine karşı çıkmak talebini ele almak gerekli midir? Böylesine itirazların arkasına saklanan, faşizmin yeniden hortlamasını ve onun faaliyetini geliştiren demokrasi ve ilerlemenin çıkarlarının zarar görmesini teşvik eden çabalar giderek yeniden teşhir edilmek zorunda mıdır? Hitlercilere karşı savaşın patlak vermesinden yıllar önce demokratik ülkelere ve barışsever halkların vermek zorunda kaldıkları faşizme karşı mücadele, İkinci Dünya Savaşı sırasındaki faşizme karşı mücadele demokratik ülkeler halklarında öyle derin yaralar açmıştır ki, bunun karşısında bugün faşizm kavramının güya muğlak ve belirsiz olduğu gibi böylesine ayan-beyan uydurulmuş ve yanlış görüşlerin belirtilebilmesi utanmazca bir cürettir. Beşinci bir örnek daha vermeme izin veriniz. Üçüncü Komisyon tarafından sunulan İnsan Hakları Deklarasyonu Taslağı nda 28. maddenin 1. şıkkında her insanın toplumun kültürel yaşamına özgür bir şekilde katılma, sanattan yararlanma, bilimsel ilerleme ve onun nimetlerine sahip olma vs. hakkı olduğu ndan söz edilmektedir. Ne kadar kulağa hoş gelen, tumturaklı hoş, ama boş laflar! Söz konusu maddede tam da en esas olan şey eksiktir. O bilimsel çalışmanın temel eğilimini belirleyen ve onun esas hedefi ve görevlerini saptayacak olan şey yoktur bu maddede. Sovyet Delegasyonu bu maddenin şu paragrafla tamamlanmasını önerdi: Bilimin gelişmesi ilerlemenin ve demokrasinin çıkarlarına, barışa ve halklar arasındaki iş birliğine hizmet etmelidir. Sovyet Delegasyonu, bu maddeye, bilimin gelişme yönünü belirlemek için, bilimin burada söylenene, yani demokrasinin çıkarlarına, barışın çıkarlarına, halklar arasındaki iş birliğine, buna karşı yöndeki hedeflere değil, hizmet etmek zorunda olduğunu göstermek için bu eki önerdi. Bilimin militarist kurumlara bağımlılığın altın zincirine bağlandığı bir durumda, barışın gerekli kıldığı yönde düşünmeye, böyle hareket etmeye, böyle çalışmaya ve böyle davranmaya değil, tersine savaş için gerekliliklerine göre gelişip hareket etme yönünde zorlandığı ve ettiği kesindir. Bunu engellemek için, Sovyet Delegasyonu Deklarasyon da bu değişikliğin yapılmasını önerdi. Ama bu formüle ediş ilerleme ve demokrasinin çıkarlarına hizmet Üçüncü Komisyon çoğunluğu tarafından kabul edilemez bulundu ve reddedildi. Fakat neden? Bu reddediş için hangi nedenler vardı? Bizler, bilimin barış davasına hizmet etmesinin zorunlu olduğunun söylenmesini önerdik. Örgütümüzün tümü barış davasına hizmet etmeyi görev edinmemiş miydi? Bilimin uluslararası iş birliğinin çıkarlarına hizmet etmek zorunda olduğunun söylenmesini önerdik. Yoksa Birleşmiş Milletler in tüm örgütü bu büyük görevin hizmetinde bulunmuyor mu? Peki o zaman Birleşmiş Milletler örgütünün adına ilan edilecek İnsan Hakları Deklarasyonu nda bilimin bu görevleri izlemesinin zorunlu olduğu neden söylenemez? Bu öneri neden geri çevrildi? Neden reddedildi? Üçüncü Komisyonda bir araya gelmiş bulunan belirli güçler, insanlığın ilerleyiş davasına ve uluslararası iş birliği davasına hizmet edecek bilim talebine karşı, inkârcıların inatçılığıyla neden kavga yürüttüler? Niçin? Bu insanlara şu yanıtı veriyoruz: Sizin bu tutumunuz, ilerleme, demokrasi, barış ve halklar arasındaki iş birliği temelinde dayanmak zorunda olan Birleşmiş Milletler örgütünün hedefleri, görevleri ve ilkeleriyle uyum içinde bulunmamaktadır. Onun komisyon çoğunluğu tarafından karar altına alınmış bulunduğu bu şekliyle, bu kırpılan, bu zayıflatılan, bu kör kütüm edilen bu maddeyi neden onaylayamayız? O tamamlanmak zorundadır, o güçlendirilmek zorundadır, ona, bilimin daima büyük bir dava ve ilerici insanlığa büyük bir hizmet yapacak soylu özellikleri verilmek zorundadır. Sovyet Delegasyonu nun bu önerisi ve muhtemelen basit bir sebeple, o bir Sovyet teklifi olduğundan reddedildi. Önerilerimizin birçoğu belki de onların aslında uygun olmadığından değil, bilakis onların bizim saflarımızdan geldiği için plenum ve onun komisyonları çoğunluğunun desteğini bulmamaktadır. Fakat bu durum birinci planda Birleşmiş Milletler örgütünün bizzat kendisine zarar vermektedir. Altıncı örnek. İnsan Hakları Deklarasyonu nun Üçüncü Komisyon tarafından sunulan taslağında, her insanın, onun nüfusun, ırki, ulusal, dini çoğunluğuna veya azınlığına ait olmasından bağımsız olarak, öz kültürü, kendi anadilinde okul eğitimi, basında, toplantılarda, mahkeme nezdinde, resmi makamlarla ve diğer kamusal kurumlarla ilişkilerde anadilini kullanma hakkı üzerine tek kelime edilmemektedir. Bu bağlamda İnsan Hakları Deklarasyonu nun ilk Cenevre Taslağı nın, hiç te tatmin edici biçimde olmasa da ve bu sorunun bü-

91 Birleşmiş Milletler Örgütü tarafından karar altına alınması gereken İnsan Hakları Deklarasyonu na, Sovyetler Birliği nin büyük Stalinci Anayasası içinde gerçekleşmiş bulunan taleplere ve ilkelere tüm kapsamıyla uygun düşen madde ve hükümlerin alınmasını elbette talep edemeyeceğimizi yineliyorum. Bu, bir dizi devletler için, bunların çözümünün hâlâ büyük ve önemli çabalar ve uygun düşen ekonomik, sosyal ve siyasi ön koşulların gerekli kıldığı bir görevdir. İçlerinde milliyetler sorununun uzun zamandır hâlâ çözülmemiş olduğu daha birçok ülkenin bulunduğu evet, bilinmektedir. çeviri yük önemine gerekli ölçüde değer vermese de, yine de bu doğrultuda bir maddeyi içerdiği hatırlatılmak zorundadır. Cenevre Taslağı nda, etnik, dilsel ve dini grupların mevcut bulunduğu devletlerde bunların, kendi okulları ile kültürel ve dini kurumlarını bulundurmak ve kendi dillerini basında, yazışmalarda, sözlü konuşmada, kamuya açık toplantılarda, mahkeme nezdinde ve diğer resmi makamlarda kullanma hakkına sahip olduklarından söz edilmektedir. Cenevre Taslağı ndaki yüksek derecede çekingen, milyonlarca ve milyonlarca insanı ilgilendiren milliyetler siyasetinin ilkesiyle ilintili bu sorunu bu utangaç çabayla yanıtlamaya çalışan bu maddesi bile, önce bu maddeyle uğraşan Komisyon sonra da Genel Kurul toplantımızın Üçüncü Komisyonu tarafından reddedildi. Üstüne üstlük azınlıkların kaderi hakkındaki kararında bakınız A/777 sayılı Belgenin C eki bu sorunun önemini lafta kabul eden bu Üçüncü Komisyon, söz konusu deklarasyona ulusal azınlıklar hakkında hiçbir hükmün alınmamasını kararlaştırdı. İnsan Hakları Deklarasyonu böylece, en yüksek oranda anlama sahip sözde ulusal azınlıklara ait olan, milyonlarca kitlelerin en acil ihtiyaçlarını yansıtan, ilkesel olarak onlara karşılık verecek olan önemli taleplerini hiçbir şekilde içermemektedir. Bu, bu deklarasyon taslağı nın esas zaaflarından biridir. Bu, ırk, milliyet, cinsiyet, konum, din ve dilden bağımsız olarak her vatandaşın hak eşitliğine sahip olduğu ilkesinin tutarlı bir şekilde uygulanmasından bir vazgeçiş demektir. Bu deklarasyon un 2. maddesinde, her insanın, onun hangi ırka, milliyete, dini gruba vs. ait olduğundan bağımsız olarak, bu deklarasyon da yer alan bütün hak ve özgürlüklere sahip olduğuna dikkat çekilmesine rağmen, bu, bu deklarasyon un somut pasajlarında hiçbir şekilde yeterli derecede ifadesini bulmadı. Ayrıca, Üçüncü Komisyon un gözden geçirilmek üzere sunduğu taslağın 14. ve 20. maddelerinde, devletin egemenlik hakkı ve çıkarlarının göz ardı edilmesinde kendini gösteren bir diğer esas zaafı da belirtilmek zorundadır. Bunun üzerinde ileride biraz daha genişçe duracağım. Zaafları gidermek, hafifletmek ve bu taslaktan bu zaafları bertaraf etmek ve demokratik temel insan haklarının gerçekleşmesini kolaylaştırmaya uygun önlemleri bu taslağa ekleyerek deklarasyon taslağının iyileştirmesi hedefine sahip olan Sovyet Delegasyonu nun bunun için getirdiği öneriler bununla da sınırlı değildir. Yukarıda belirtilen bu eklerin reddedilişi Üçüncü Komisyon un sunduğu deklarasyon taslağının değeri üzerinde büyük çapta olumsuz bir şekilde etkili oldu. Bu deklarasyon taslağını kısmen iyileştiren Sovyet Delegasyonu nun sunduğu kimi daha az önemli önerilerinin kabul edilişi, Sovyet Delegasyonu nun çalışmasının analizin temelinde bunun üzerine Üçüncü Komisyon da yaptığı açıklamada tespit edildiği gibi, taslağın bir bütün olarak tatmin edici olmayan niteliğini değiştiremedi. Tüm bu zaaflar nedeniyle, Üçüncü Komisyon un sunduğu taslağın, Birleşmiş Milletler Örgütü nün ortaya koyduğu hedeflere ulaşılması ve görevlerin çözülmesinde rol oynaması için böylesi bir belgenin ortaya koyması gereken taleplerle uyum içinde bulunduğunu kabul etmek bizim açımızdan mümkün değildir. Onda bir dizi maddenin iyileştirilme- 91

92 çeviri 92 si amacıyla, ciddi değişikler yapılmaksızın şimdiki oturumda deklarasyonun bu taslağını kabul etmek, bu belgenin niteliği dikkate alındığında bir hata olurdu, aceleye getirilmiş olurdu. Sunulan deklarasyon taslağında böylesi bir iyileştirmeye ulaşmak zaman gerektirir. Şimdiye kadar İnsan Hakları Komisyonu ile Üçüncü Komisyon ve de Redaksiyon Komitesinde esaslı iyileştirmelere ulaşılmasına çalışılması orada mümkün olduğu ölçüde gösterilen çabaların hiçbiri şimdiye kadar bir sonuç vermedi. Deklarasyon taslağının içerdiği ciddi zaafların bertaraf edilmesi üzerine daha hâlâ çalışılmak zorundadır. Deklarasyon taslağını, bu deklarasyonun Birleşmiş Milletler Örgütü nün ortaya koyduğu hedeflere layık olduğu şekilde düzeltmek için uğraş verilmek zorundadır. Bu, önemli ve büyük bir görevdir. Ortaya konulmuş bu işler boşuna yapılmamıştır. Ama bütünüyle tatmin edici değildir. Bu taslak, öylesine korkunç eksik-gedikleri, öylesine önemli zaafları içermektedir ki, İnsan Hakları Deklarasyonu taslağının şimdiki bu biçiminde bu oturumda kabul edilmesi ağır bir hata olacaktır. Sovyet Delegasyonu bundan dolayı İnsan Hakları Deklarasyonu nun bu oturumda kabul edilmemesini ve İnsan Hakları Deklarasyonu nun kabul edilişinin, büyük ilkesel öneme sahip olan bununla ilgili tüm eklerle birlikte Genel Kurulun Dördüncü Oturumu na kadar ertelenmesini önermektedir. Genel Kurulun Dördüncü Oturumu na kadar kalan zamanın, İnsan Hakları Deklarasyonu taslağını iyileştirmek ve bu deklarasyonun yüksek belirleyiciliğine layık bir şekilde yazılması için değerlendirilmesi gerekir. Şimdi, Üçüncü Komisyon un sunduğu deklarasyon taslağının içerdiği hatalar, zaaflar, eksik-gedikler bu taslağın bu oturumda Genel Kurul a tavsiye edilmesini tamamıyla imkânsız kılmaktadır. Sovyet Delegasyonu bu amaçla, İnsan Hakları Deklarasyonu nun kabul edilişinin Genel Kurul un Dördüncü Oturumu na kadar ertelenmesi önerisini, bunun üzerine ısrar ederek de sundu. 10 Aralık 1948 Tarihindeki Genel Kuruldaki Konuşma 1. Deklarasyon Taslağının Egemenliğe Karşı Seferde Kullanılmaya Çalışılması Sovyetler Birliği Delegasyonu Üçüncü Komisyon tarafından Genel Kurulun gözden geçirilmesine sunulmuş bulunan İnsan Hakları Deklarasyonu taslağını bir değerlendirmeye tabi tuttu. Aynı şeyi SSCB- Delegasyonu nun koyduğu tavrı destekleyen diğer delegasyonlar dün yaptılar. Bu deklarasyon taslağının somut maddeleriyle ilgili olarak, bu Deklarasyon Taslağı nın tatmin edici olmadığı sonucunu çıkarmamıza yol açan bir dizi örneğe dikkat çektik. Daha dün söylediğim gibi bu taslak bazı olumlu noktalara ve belirli niteliklere sahip olmasına rağmen, tam da İnsan Hakları Deklarasyonu nun sahip olması gereken öneminden ötürü, böylesi bir belge var olan biçimiyle Birleşmiş Milletler Örgütü adına Genel Kurul tarafından ilan edilmeye layık değildir. Bu taslağın bir dizi maddesinin, Birleşmiş Milletler Örgütü nün Tüzüğü nde ilan edilmiş bulunan devletlerin iç işlerine karışmama ilkeleriyle çelişki içindeki taslak hükümlerinden hiç söz etmeksizin, demokratik devletlerin egemenlik haklarını tamamen göz ardı ettiğini daha önce söyledik. SSCB-Delegasyonu nun yukarda belirtilen zaafların İnsan Hakları Deklarasyonu ndan tasfiye edilmesi gerektiğine dair çalışmasında çok çaba sarf ettiği durumuna dikkat çektik. Oysa bunu başaramadık ve bu, bu deklarasyona katılamamamızın ana nedenlerinden biridir. Bu deklarasyonun Genel Kurula sunulan taslağında, insan hakları ile devletsel egemenlik sorunu arasındaki bağlantı üzerine dikkat çekişin eksikliği gibi önemli bir zaaf göze çarpmaktadır. Bu, büyük oranda devletsel egemenliğin reddi teorisi nin tekrar yeniden canlanmış olmasıyla açıklanabilir. Son zamanlarda bütünüyle dayanaksız ve yanlış bir teori, devletsel egemenlik ilkesinin gerici ve artık köhnemiş bir düşünceyi oluşturduğu ve devletsel egemenlik ilkesinden vazgeçmenin uluslararası işbirliği için gerekli koşullardan biri olduğu teori si, Birleşmiş Milletler Örgütü üyelerin belirli bir grubu nezdinde bayağı bir geçerlilik kazandı. Bu teori geçen yılda da oldukça açık bir şekilde ifade edildi. İnsan Hakları Deklarasyonu taslağı, bu gerçekte devletsel egemenliğe karşı yönelmiş olan ve bunun sonucunda Birleşmiş Milletler Örgütünün ilkeleriyle kesin çelişki içinde bulunan gerici görüşler ve teorilerden etkilenmektedir. Deklarasyon taslağı, bu bakımdan devletsel egemenliğe karşı seferin yeni bir aşamasıdır. Bu deklarasyonun insan haklarını ilgilendirdiği, devlet sorunlarının İnsan Hakları Deklarasyonu ile ilgilendirilmemesi gerektiği itirazı getirilmektedir.

93 İnsan hakları bir devlet düzeni dışında düşünülemez olduğundan, bu tavırla aslında zaten hemfikir olunamaz. Hak kavramı aslında devletsel bir kavramdır. Evet, hatta daha fazlası, şayet insan hakları devletin koruması ve teminatı altında bulunmuyorsa, insan hakları düşünülemez. Aksi halde onlar kolayca ortaya çıkan, ama keza aynı şekilde kolayca yeniden ortadan kalkan boş bir soyutlama ve önemsiz bir düş haline gelir. Devleti ilgilendiren ve insan haklarının savunulmasında onun rolünü belirleyen sorunların İnsan Hakları Deklarasyonu nun içine çekilmesine karşı, içlerinde eğer yanılmıyorsam Uluslararası Demokratik Hukukçular Birliği nin başkan yardımcısı olan Fransız Delegasyonu ndan Profesör Cassin in de bulunduğu bir dizi konuşmacı itirazlar getirdiler. Onun öne sürdüğü görüşler geçiştirilmemelidir. Profesör Cassin burada saldırılarını, kendisinin ifade ettiği üzere, mutlak egemenliğe yöneltti. O, bu konuda mutlak egemenliğin Hitler tarafından da ilan edilmiş olduğundan söz etti. O Hitler in bir notunu, bu notta onun her kişinin kendi evinde, evinin efendisi olmak zorunda olduğunu söylediğini alıntıladı: Benim kendi ülkemdeki insanlarımla ne yaptığım sizi hiç alakadar etmez. Böylece dedi Bay Cassin, büyük bir cürüm onun cezasını ödemeksizin kaldı: Alman insanının haklarına karşı işlenen cürüm başka ülkelerdeki insanların haklarına karşı bir cürüm haline geldi. Ama İkinci Dünya Savaşı nın patlak vermesine sebep olan nedenler hakkındaki Bay Cassin in bu fikrinden çıkarılması zorunlu olunan bu düşünce olgularla çelişmektedir ve bundan dolayı bütünüyle yanlıştır. İkinci Dünya Savaşı nın nedenlerinin Alman insanının haklarının ihlal edilmesinde aranmaması gerekir, bilakis tamamen başka bir yönde aranmalıdır. Bu sebepler Avrupa daki o zamanların yönetici devlet adamlarının ve somut olarak bu politikada Amerika Birleşik Devletleri tarafından desteklenmiş bulunan Fransa da Daladier ve İngiltere Chamberlain yönetimindeki siyasette yatmaktadır. Bu dış politikanın özü ve asıl doğrultusunu Hitler Almanya sının askeri gücünün yeniden kurulmasının desteklenmesi ve her tarzda hızlandırılması ve Hitler tarafından hazırlanan saldırının Doğuya doğru yönlendirilmesinden oluşmaktadır. Burada Alman insan haklarının ihlal edilmesi değil, bilakis uluslararası hukukun ihlal edilmesi söz konusudur. Münih Antlaşması dünya savaşına giden yolu açtı ve Fransa ile İngiltere nin o zamanki hükümetleri Amerika Birleşik Devletleri nin o zamanki hükümetinin desteğiyle Hitler saldırganlığı tehlikesinin önlenmesi yerine, Alman saldırganlığını Doğuya doğru, Sovyetler Birliği ne karşı yönlendirmek, buna kapıyı açmak için her şeyi yaptılar. İkinci Dünya Savaşı nın ortaya çıkışı ve patlak vermesinin gerçek sebepleri bunlardı. Bay Cassin muhtemelen tüm bunları unuttu veya tarihin dersleri konusunu herhalde kötü biliyor. O burada egemenlik hakkında, geçen yıl Bay Spaak ın konuşmasında dile gelen ruhla konuştu. Egemenlik sorununun gerçekten önemli bir sorun olduğu kabul edilmek zorundadır. Örneğin Pradier-Fauderet de Uluslararası Hukuk Dersi nde, bir dizi uluslararası bilim insanlarının yaptığı gibi şöyle tanımlıyor: Kendi hedeflerine dıştan hiçbir karışma olmaksızın, kendisi için ve kendi olarak varma yönünde bir gelişmeyi gerçekleştirmek devletin hakkıdır; kendisinin yargı alanında dışarıdaki güçler tarafından hiçbir engellemeye uğramaksızın hareket ederek, kendi öz iradesini ilan etmek ve gerçekleştirmek onun hakkıdır; bizzat kendisi kendi haklarını korumak ve herhangi bir zamanda başka bir devletin aleti olarak hizmet etmeksizin kendi alanında gerçekten bağımsız olarak hareket etmek, her özgür toplum için kaçınılmaz ve en önemli temeli oluşturan yükümlülüklere uymak imkânına sahiptir. Kendi öz iradesini gerçekleştirmek ve başka herhangi bir devletin siyaseti veya iradesinin aleti asla olmamak- devletsel egemenliğin özü ve anlamının doğru bir tanımlaması işte budur. Egemen bir devlet böyle olur. Pradier-Fauderet, hakikate, dün gençlere özgü böylesine bir coşkuyla devletsel egemenlik ilkesine saldıran Bay Cassin den çok daha yakındır. Ama uluslararası hukukun diğer tanınmış temsilcilerinde de aynısı Pradier-Fauderet in söyledikleri aynen okunabilir. Fakat, devletsel egemenliği her tarzda, tarihin arşivine ait olan, sözde gerici düşünce olarak aşağılayan defacto gerici bir görüşü savunan başka yazarlar da vardır. Dün burada, örneğin Szells, Morellis ve diğerleri gibi gerici ruh içinde devletsel egemenliğe saldıran bilim insanlarının gerici görüşleri temelinde devletsel egemenlik üzerine konuşuldu. Ama egemenlikten söz ederken, mutlak egemenliği göz önünde bulundurmak gerektiğini öne süren devletsel ege- 93 çeviri

94 çeviri menliğe karşı propaganda, gerçekte kendi ülkesinin daha kuvvetli bir gücün, onun ekonomik gücünün önünde nihai olarak siyasi teslimiyetini ideolojik olarak hazırlamaktan başka bir şey değildir. Amacı özellikle zayıf devletlerin ekonomik ve siyasi bağımsızlığını tehdit eden bir dünya egemenliğinin kurulması planlarına karşı direniş iradesini kırmak için kamuoyu görüşünü etkilemek olan bu yaklaşım konusunda uyarıda bulunmak zorunludur. Devletlerin bağımsızlığının ve halkların refahının altını oyan böylesi bir propagandaya bizler karşıyız. Bu bağlamda, 22 Kasım 1945 de Avam Kamarası nda atom bombasının keşfedilmesiyle bağlantı içinde dünyayı bu silahtan korumak için egemenliğin şimdiki anlayışı ile kopuştan başka bir yol görmediğini açıklayan Eden den ayan-beyan esinlenen Prof. Cassin in burada böylesine keskin bir şekilde ortaya koyduğu devletsel egemenliğin reddedilişi teorisi ni geri çeviriyoruz. Veya belki de Prof. Cassin, o zamanlar Eden in desteklediği ve tek tek devletlerin egemenliğinin yerine bir bütün olarak insanlığın egemenliği geçeceğini açıklayan Bevin den esinlenmişti. Bu, tekrarlıyorum, daha zayıf devletler için daha güçlü devlete teslimiyetle eş anlamdadır. Daha zayıf devletler açısından devletsel egemenlik daha güçlü devletin aç gözlülüğünden korunmak için bir araçtır. Ve hâlâ devletsel egemenlik güçlü devletlerin dünya egemenliği çabasını zorlaştırmaktadır. Daha zayıf devletler için, Marshall-Planı, siyasi Batı Avrupa bloğunun yaratılması gibi önlemlerle kökleri ortadan kaldırılmaya çalışılan devletsel egemenlik daha hâlâ güç ve önemini korumaktadır. Prof. Cassin ve devletsel egemenliğin diğer karşıtlarının dün burada savunmaya çalıştıkları rota tam da devletsel egemenliğin köklerine balta vurmaya götüren bir rotadır. egemenliğin ve devletin siyasi bağımsızlığının ilkeleriyle uyum içinde sağlamak zorundadır. 2. İnsan Hakları Deklarasyonu, sadece hakları ilan etmekle yetinmemeli, aynı zamanda onların tabii her ülkenin ekonomik, sosyal ve ulusal özgünlüklerini dikkate alarak gerçekleştirilmesi için önlemler getirmelidir. Sadece biçimsel olarak devlet vatandaşlık haklarının tespiti ile yetinilmemelidir. Hiçbir şekilde sadece basitçe vatandaşlık haklarının eşitliği ilan edilip orada durulmamalı, bilakis bu hakkın gerçekleştirilmesi belirli maddi araç ve çıkarılan yasal önlemlerle sağlanmalıdır. Tabii ki Birleşmiş Milletler Örgütü tarafından çıkarılması gereken İnsan Hakları Deklarasyonu gibi bir belge tek tek devletlerin anayasaları gibi aynı görevleri yerine getiremez. Buna rağmen İnsan Hakları Deklarasyonu, en azından, onun İnsan Hakları Deklarasyonu na alınan ilkesel hükümlerinin sınırlayıcı biçimsel ufkunu ve soyut niteliğini aşan bir şekilde inşa edilmek zorundadır. Bu bağlamda her ülkenin ekonomik, sosyal ve ulusal özgünlükleri gayet tabii dikkate alınmak zorundadır; bunlar dikkate alınmaksızın bu görevin çözülmesi ve ilan edilen deklarasyonun gerçekleşmesi için pratik yolların bulunması mümkün değildir. İnsan Hakları Deklarasyonu nun sunulan bu taslağının belirtilen talepleri karşılamadığı itiraf edilmek zorundadır. Ben bunu zaten söyledim ve bu nedenle başka eleştiriye değinmeyeceğim. Ancak SSCB Delegasyonu zaten bu eleştiriden yola çıktığından, onun İnsan Hakları Deklarasyonu nun ilgili tüm hazırlanmış ekleri dâhil olmak üzere kabul edilişinin önümüzdeki gelecek oturuma kadar ertelenmesini önerdiğini anımsatmak zorundayım. Bizim bu önerimizin kabul edilmemesi halinde, bu Deklarasyon u önemli derecede düzeltebileceği ve iyileştirebileceğini düşündüğümüz bir dizi öneriyi sunmuş durumdayız İnsan Hakları Deklarasyonu Nasıl Olmalıdır? SSCB Delegasyonu kendisinin İnsan Hakları Deklarasyonu nun hazırlanılması ile ilgili tüm faaliyetlerinde İnsan Hakları Deklarasyonu nun en azından şu iki temel talebi yerine getirmesi için her şeyi yaptı: 1. İnsan Hakları Deklarasyonu, insan haklarına saygıyı ve ırk, milliyet, sınıf konumu, din, dil ve cinsiyet aidiyeti farkı gözetilmeksizin herkes için temel özgürlüklere saygıyı, demokrasinin, devletsel 3. Bu Deklarasyon Taslağı, Haklar Deklarasyonunun En Önemli İlkesini Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkını Göz Ardı Ediyor Deklarasyon taslağı ile ilgili en önemli değişiklik önerimiz, her halkın ve her ulusun ulusal olarak kendi kaderini tayin hakkının ve bir devlet düzeninde her halk ve her milliyet için eşit hakların kayıt altına alınmasını öngören yeni bir maddenin eklenmesi başvurusudur. Başkomutan J. W. Stalin 1936 yılındaki Sovyetler Birliği nin Anayasası Taslağı üzerine

95 tarihsel konuşmasında, SSCB Anayasası nın, tüm ulusların ve ırkların eşit haklara sahip olduğundan, ten rengi veya dilde, kültürel seviyede veya devletsel gelişmedeki farklılığın ve de uluslar ve ırklar arasındaki herhangi diğer farklılıkların ulusların bir hak eşitsizliğini haklı çıkaracak temel olarak kullanılamayacağından; bütün ulusların geçmişteki ve şimdiki durumundan bağımsız olarak, kendisinin güç veya zayıflığından bağımsız olarak eşit olduklarından; toplumun ekonomik, toplumsal, devletsel ve kültürel yaşamının tüm alanlarında eşit haklardan yararlanmak zorunda olduğundan yola çıktığına dikkat çekti. Kapitalist ülkeler anayasalarının, uluslar ve ırkların eşit haklara sahip olamayacaklarından, tam eşit haklı ve tam eşit haklı olmayan ulusların olduğundan, ayrıca, tam eşit haklı olmayan uluslardan da daha az haklara sahip olan örneğin sömürgelerdeki uluslar veya ırklardan oluşan üçüncü bir kategori daha bulunduğundan hareket ettiği bilinmektedir. İnsan Hakları Deklarasyonu nun tarafımızdan gözden geçirilen taslağı ile bağlantı içinde, şimdi başkomutan J. W. Stalin tarafından 1936 da yapılan, burjuva anayasaların özgüllüklerinin kayda değer karakteristiğini hatırlatmak çok önemlidir; çünkü bu taslak aynı özgüllüklerin damgasını taşımaktadır. Bu, özellikle, her ne kadar ırk, milliyet, dil vs. farkı gözetmeksizin hak eşitliğini ilan etse de kendisini herkesin tüm haklara sahip olması gerektiği şeklindeki genel sözlerle sınırlayan 2. maddede ifadesini bulmaktadır. Bu, doğal olarak bütünüyle yetersizdir. Bu deklarasyonda ilan edilen bu hakların bir manda altında bulunan ve kendi başına hükümet etmeyen bölgelerin sakinleri üzerinde uygulanması bakımından genel formüle edişlerle sınırlayan taslağın 3. maddesi daha da yetersizdir. SSCB Delegasyonu, Üçüncü Komisyon Taslağı nın, her halk ve her ulusun ulusal olarak kendi kaderini tayin etme hakkı gibi böylesi olağanüstü derecede önemli bir sorunu tamamıyla geçiştirmesine dikkat çekmek zorundadır. Kendi kaderini tayin etme hakkı, yani: sadece bizzat ulusun kendisinin kendi kaderini belirleme hakkına sahip olması; hiç kimsenin şiddet kullanarak bir ulusun yaşamına karışma, okullarını ve diğer kurumlarını yıkmak, gelenek ve göreneklerini zedelemek, dillerini bastırmak, haklarını kesmek hakkı yoktur. (Stalin) Bu hak Sovyetler Birliği nin milliyetler siyasetinin devasa bir kazanımıdır. İşte tam da bunun tüm kapsamıyla Birleşmiş Milletler Örgütü nün İnsan Hakları Beyannamesi ne alınmasını tavsiye etmekten elbette çok uzağız milliyetler sorununun çözümünde ülkemizde, Sovyetler Birliği nde edilen deneyimlerin dikkate alınmasını tavsiye etmemizi zorunlu kılıyor. SSCB Delegasyonu bu nedenle, taslak sorunun asıl özüne uygun düşmediğinden ve görevini bir manda altında bulunan ve kendisine bizzat hükümet etmeyen bölgelerin sakinlerinin hakları sorunuyla yapay bir şekilde sınırladığından İnsan Hakları Deklarasyonu Taslağı nın 3. maddesini tatmin edici bulmamaktadır. SSCB Delegasyonu bundan dolayı, sizin A/784 sayısı ile sunduğunuz dosyada kayıtlı bulunan 3. maddeye yeni bir metin yazılmasını gerekli görmektedir. Zaman darlığı nedeniyle bu metni burada okumayacağım. Sovyetler Birliği ndeki milliyetler sorununun çözümünün şimdiki zamanın en öğretici olaylarından biri olduğu ve bizim milliyetler sorununun doğru bir çözümünü kendilerinin ekonomik yapısı, hayat tarzı ve onların ulusal kültürünün tam gelişmesiyle birlikte halkların dostluğunun pekiştirilmesi temelinde bulmuş olduğumuz şeklindeki Sovyetler Birliği dışişleri bakanı W. M. Molotof un sözcüklerini hatırlatmakla yetiniyorum. Birleşmiş Milletler Örgütü tarafından karar altına alınması gereken İnsan Hakları Deklarasyonu na, Sovyetler Birliği nin büyük Stalinci Anayasası içinde gerçekleşmiş bulunan taleplere ve ilkelere tüm kapsamıyla uygun düşen madde ve hükümlerin alınmasını elbette talep edemeyeceğimizi yineliyorum. Bu, bir dizi devletler için, bunların çözümünün hâlâ büyük ve önemli çabalar ve uygun düşen ekonomik, sosyal ve siyasi ön koşulların gerekli kıldığı bir görevdir. İçlerinde milliyetler sorununun uzun zamandır hâlâ çözülmemiş olduğu daha birçok ülkenin bulunduğu evet, bilinmektedir. Bu elbette, İnsan Hakları Deklarasyonu nun Birleşmiş Milletler Örgütü nde yazılmasında, ileri ülkelerde insan hakları uğruna mücadelede zaten kazanılmış olan tarihi deneyimler ve başarıların dikkate alınmamış olarak kalması anlamına da gelmez. Eğer her ulus ve her halkın ulusal kendi kaderini tayin etme hakkı üzerine hükümler İnsan Hakları Deklarasyonu na alınmazsa, o zaman bu deklarasyon kendi amacını yerine getiremez. SSCB Delegasyonu nun önerisinde dendiği gibi, devletler, bunlar arasında sömürgeler de dâhil, kendilerini bizzat kendileri yönetmeyen bölgelerin idaresi için 95 çeviri

96 çeviri 96 sorumluluk taşırlar. Birleşmiş Milletler in ilkeleri ve hedeflerinden yönlendirilerek bu bölgeler halkları ile ilgili olarak bu hakkın gerçekleşmesini mümkün kılmak zorundadır eki bu deklarasyona alınmazsa, o zaman o hiç de tam ve tatmin edici değildir. Şayet bu öneri kabul edilmezse, o zaman bu taslağın 3. maddesi gerekli anlama kavuşamaz. Biz bu deklarasyon taslağına, bizim yeni metnimizin, bunu 3. maddenin üçüncü şıkkı olarak, ama iyileştirilmiş biçimde alınmasını öneriyoruz. 4. Bu Deklarasyon Taslağı Faşist Propagandanın Yeniden Canlanmasını Kolaylaştırıyor Bu deklarasyon taslağının 20. maddesi de tatmin edici değildir. Ben bunun üzerine burada konuştum ve bu maddenin zaaflarına dikkat çektim. Esas zaaf, sınırsız ifade ve basın özgürlüğü, hiçbir bakımdan sınırlandırmayan özgürlük maskesi altında, faşist düşünceler in propaganda edilmesi olanağının gizlice içine sokulmasıdır. Bu eğilim ve faşizmin insan düşmanı görüş ve teorileri nin propaganda edilmesiyle bağlantılı ciddi tehlike dün burada İngiliz delege Davies tarafından gösterildi. Kendisi konuşmasında SSCB ye karşı kaba, iftiracı saldırılar yapmaya cüret etti. Bu, iftiralar ve aptalca uydurmaların bir karışımı idi. O Cizvitlerin tanınmış yöntemi doğrultusunda hareket etti: İftira et, iftira et, artık bir şeyler üstünde takılıp kalacaktır. İngiliz Delegasyonu nun bu temsilcisinin burada yaptığı bu iftiralardan pis kokudan başka bir şey geride kalmayacağından eminiz. Buna yanıt vermek veya böylesi iftiracılarla bir tartışmaya girişmek bizim ağırbaşlılığımız ile bağdaşmaz. Ayrıca burada söz konusu olan da bu değildir. İngiliz Delegasyonu önerilerimizin eleştirisinde, Sovyetik değiştirme önerilerinin onlar özgürlüğü sınırladıklarından reddedildiğinden yola çıkıyor. Oysa bizler bizlerin sadece faşist propaganda ve faşist faaliyet için özgürlüğün kısıtlanmasını ve bu nedenle öne sürdüklerimize başka bir şeyin isnat edilmesinin tamamıyla boşuna olduğunu özenli ve berrak bir şekilde söyledik. Bizler, onlar istedikleri gibi hangi türden olursa olsunlar çeşitli kamusal organizasyonların propaganda ve faaliyetinin sınırlandırılmasını talep etmiyoruz, bilakis bunu yalnızca faşist örgütler için talep ediyoruz. Faşizmin propaganda edilmesi bir cürümdür. Ama eğer faşist propagandanın sınırlandırılışı özgürlük ilkeleri bakış açısından savunulamaz ise, o zaman aynı şey, caniler, katiller, haydutlar, hırsızlar, zor kullanan suçlular, sahtekârlar vs. den başka her türde fiili sınırlayan yasalar hakkında da öne sürülebilir. O zaman katiller, haydutlar ve diğer kriminal caniler için dokunulmazlık ilan edilmek zorunda olmalıydı; o zaman onlar kendi fiilleri için sınırsız özgürlüğü ve tamamıyla cezasız kalmak zorunda olmalıydılar. Ama zaten eğer böylesi görüşler savunulacaksa, o zaman görüşüme göre böylesi konuşmalar zırvalayan bir konuşmacının ruhsal durumu ile ilgili olarak belki de daha iyisi bir psikiyatra başvurmak gerekli olup olmadığı sorunu haklı olarak gözden geçirilmelidir SSCB Delegasyonu, taslağın 20. maddesinin şu şekildeki bir metinle değiştirilmesini önermektedir: Demokratik görüş ve düşünceleri özgürce ifade etmek ve yaymak, demokratik düzenler ile demokratik devletsel ve kamusal kurumları savunmak ve ideolojide, siyasette ve devletsel ve toplumsal yaşam alanında faşizme karşı mücadele etmek her insanın dokunulamaz hakkıdır. Böylesi bir madde, demokrasi ve ilerlemenin ilkeleri için mücadelenin, faşizme ve karanlık işler çevirmeciliğe, gericiliğe ve saldırganlığa, insan düşmanı çabalara girişilmesine ve yeni savaşlar kışkırtılmasına hizmet eden hukuk ve özgürlüğün kötüye kullanılışına karşı mücadelenin taleplerini karşılayan bir İnsan Hakları Deklarasyonu nu yaratmak görevine bütünüyle uygun düşerdi. Böylesi bir madde, demokrasi, barış, ilerleyiş ve uluslararası işbirliği ilkeleri için mücadele edilen her yerdeki ilerici güçler için moral açısından bir sağlamlaşma olurdu. Sovyet Delegasyonu ayrıca taslağın 22. maddesinin içinde bulunmak zorunda olduğu şöyle bir metin ile değiştirilmesini öneriyor: Irk, ten rengi, milliyet, mesleki konum aidiyeti, servet durumu, sosyal köken, dil, din veya cinsiyetten bağımsız olarak herhangi bir devletin her vatandaşının bu devletin hükümetine katılma hakkı vardır. Biz 22. maddede şunun dile getirilmesini öneriyoruz: Herkesin, gizli oy vermeyle birlikte genel, eşit ve doğrudan bir seçim hakkı temelinde tüm hükümet organlarını seçme veya tüm hükümet organlarına seçilme hakkına sahiptir ve tüm diğer vatandaşların olduğu gibi herkesin kendi ülkesindeki her devlet ve kamu makamını işgal etmek konusunda eşit imkâna sahip olmalıdır. Taslağın 22. maddesinin sunulmuş bulunan metninde bu sorunlar gerekli ifade edilişleri içermemektedir. Her insanın kendi ülkesinin veya

97 devletinin hükümetine katılmak hakkından söz etmek yetmez. Herhangi bir devletin her vatandaşının devletin hükümetine katılma hakkı olduğu ifade edilmek zorundadır; onun sadece genel eşit ve gizli bir seçim hakkı temelinde değil, aynı zamanda doğrudan seçim hakkı temelinde de tüm hükümet organlarını seçme ve tüm hükümet organlarına seçilme hakkına sahip olduğu ifade edilmek zorundadır. Herhangi bir devletin her vatandaşının, diğer vatandaşlarınki gibi, kendi ülkesindeki herhangi bir devlet veya kamu makamını işgal etmek eşit imkânına sahip olduğu ifade edilmek zorundadır. Taslağın 22. maddesi bunu hiçbir şekilde içermemektedir. SSCB Delegasyonu nun önerisi, herhangi bir devlet vatandaşının temsilcilik organlarına seçimlerine katılmasını sınırlayan mülkiyet, eğitim ve diğer sektörlerdeki engellerin yukarıda belirtilen ilkeyle bağdaşmaz olduğundan da söz etmektedir. Üçüncü Komisyon tarafından yazılmış olduğu biçimiyle İnsan Hakları Deklarasyonu taslağının 22. maddesinde demokratik seçim hakkının bu önemli güvencelerine dikkat çekiş eksiktir. Yukarıda belirtilen zaaflar göz önüne getirildiğinde SSCB Delegasyonu Deklarasyon un bu taslağını kabul edemez. SSCB Delegasyonu ayrıca, İnsan Hakları Deklarasyonu taslağının 30. maddesinin hemen arkasından şu içerikte yeni bir maddenin eklenmesini önermektedir: Bu Deklarasyon da sayılan insan ve vatandaşın hak ve temel özgürlükleri, devlet yasaları vasıtasıyla güvence altına alınır. Bu hakların her türlü dolaysız ve dolaylı ihlal edilmesi ve sınırlandırması bu Deklarasyon un ihlal edilmesidir ve Birleşmiş Milletler Örgütü nün tüzüğünde ilan edilmiş yüksek ilkelerle bağdaşmaz. Böylesi bir madde neden kabul edilemez? Böylesi bir maddenin İnsan Hakları Deklarasyonu na alınması sorununu ortaya attığımızda niçin karşı çıkış ayaklanır? Bu maddenin özel olarak açıklanmasına gerek yoktur. Bu madde insan ve vatandaşın hak ve temel özgürlüklerinin devletin yasaları vasıtasıyla garanti altına alınmasını talep eder. İnsan haklarının tüm dolaysız ve dolaylı ihlalleri ve sınırlamalarının bu deklarasyonun bir ihlalini oluşturduğunu saptar; bu ihlallerin Birleşmiş Milletler Örgütü nün tüzüğünde ilan edilmiş yüksek ilkelerle bağdaşmaz olduğunu tespit eder. Bu neden söylenemez? Birleşmiş Milletler Örgütü nün tüzüğünde kayıt altına alınmış ruh ve ilkelerle bütünüyle uyum içinde bulunan böylesi bir madde neden kabul edilemez? Bunlar, sıradan insanların milyonlarca kitlesinin, tüm barışsever halkların, insanın temel özgürlükler ve haklarının kurulması ve pekiştirilmesi için, demokrasinin, ilerleyişin, barışın ve halklarının güvenliği çabalarına yeterince katkı sağlaması için İnsan Hakları Deklarasyonu na alınmak zorunda bulunulan en önemli ilkesel öneme sahip hükümlerdir. Burada ortaya koyduğum SSCB Delegasyonu nun bu düzeltmeleri olmaksızın İnsan Hakları Deklarasyonu nun bu taslağı bizim sağlam kanımıza göre eksiktir ve tatmin edici değildir. Bu her iki zaafla İnsan Hakları Deklarasyonu, Birleşmiş Milletler Örgütü nün çıkardığı böylesi bir belgenin önüne koyması zorunlu olan doğru talepleri, ifade edemez ve böylece hedefe kesinlikle ulaşamaz. Bana kalan bu beş dakikalık süreyi bu tartışma süreci içinde ortaya atılan ve sadece teorik olarak sunulmuş bulunan, ama bana göre hiç de sadece teorik türde olmayan bir sorun için kullanmama izin veriniz. Bu, Sovyet Delegasyonu nun kendisinin önerilerini getirirken güya izlediği eğilim hakkındaki sorundur. Burada, Sovyetler Birliği nin insan kişiliğini devlete tabi kılmaya çaba gösterdiği, devletin insan kişiliğini ezdiği ve insanın, örneğin Hobbes in Leviathan ındaki türde olduğu gibi her şeye kadir bir devlette küçücük bir vidacık haline geleceği anlamında sözler edildi. Oysa bunlar, yalnızca bu itirazları getirenlerin kendilerinin yaptıkları hakkında yeterli derecede hesap vermediklerini ve onların Sovyetler Birliği hakkında söyledikleri şeylerin anlamını yeterli oranda gözden geçirmediklerini kanıtlayan boş laflardır. Onlar herhalde, tarihte toplum içinde antagonist sınıflar ortaya çıktığı zamandan beri mevcut olan devlet ile kişilik arasındaki çelişkinin bir olgu olduğunu unutuyorlar. Toplumun sınıflara bölündüğü yerde egemen sınıflar, tam da devletin güç aygıtını ve erk aracını ki zaten devlet budur ellerinde bulundururlar. Sınıf egemenliğinin bir aracı olan devlet, bu toplumlarda egemen sınıfın hedefleriyle, kendisi tarafından uğruna savaşılan çıkarlarıyla birlikte nüfusun esas kitlesini oluşturan diğer sınıflarla zıtlık içinde durmaktadır. Antagonist sınıfların bulunmadığı bir toplumda durum başkadır. Orada doğal olarak devlet ile insan 97 çeviri

98 çeviri arasında bir çelişki yoktur; orada böylesi bir çelişki olamaz, çünkü devlet böylesi bir toplumda kolektif insandır. Tarihsel çelişki böylesi bir toplumda ortadan kaybolmaktadır; o, bu toplumun birbirine zıt sınıflara bölünmediği, sömürenler sınıfı ve sömürülenler sınıfına ayrılmanın artık bulunmadığı bir gelişmeye zaten ulaştığından, bu gelişime ulaşmış bu toplum tarafından bertaraf edilir, varlığı son bulur. Bundan dolayı burada tarihsel anlamda devlet ile kişilik arasındaki ilişkilerde bir sorun yoktur. Bu problem tarihi gelişme vasıtasıyla, özellikle bizim anavatanımızda, ortadan kaldırılmıştır. SSCB nde kişiliğin devlete tabi olduğunu düşünen çeşitli konuşmacıların bunları düşünmeleri gerekir. Devlet ile kişilik arasındaki ilişkiler SSCB de bütünüyle harmoni içinde bulunmaktadırlar. Her iki çıkar da birbirleriyle mutabakat halindedir. Ve bu kendisinin ifadesini tüm ilerici insanların gurur duyduğu şu formüle edişte bulmaktadır: Sosyalist Sovyet Cumhuriyetleri Birliği işçi ve köylülerin sosyalist bir devletidir. Bununla, Deklarasyon taslağında yüksek bir idealden söz edilenin, yerkürenin altıda birinde, SSCB de artık gerçekleşmiş olduğu zaten söylenmiş olmaktadır. Bundan ötürü, Sovyetler Birliği nin insanı kişisizleştirmeye ve onu devlete tabi kılmaya güya çaba gösterdiği şeklindeki açıklamalar bütünüyle anlamsızdır ve ancak bu açıklamaları yapanların kendilerinin etrafında gerçekten neler olup bittiğini görmekten acizliğini göstermektedir. Kanada temsilcisi burada, iki yönelimin insan haklarına saygı gösteren yönelim ve devletin insanın üzerindeki üstünlüğünü güçlendiren yönelim birbirleriyle mücadele ettiklerinden söz etti. Uruguay ın temsilcisi de burada kısmen aynısını dile getirdi. Beyler, iki yönelimin mücadelede karşı karşıya durdukları doğrudur, ama adı geçen devletler temsilcilerinin burada sözünü ettikleri şeyler ne yönelimler ne de mücadeledir. İnsan Hakları Deklarasyonu taslağının hazırlanması sorununda da doğal olarak iki yönelimin mücadelesi belirdi. Yönelimin birisi, demokrasinin ve ilerleyişin, barışın ve halkların güvenliğini savunan yönelimdir. Bu yönelim faşizme ve faşist-nazist faaliyete gem vurulmasını talep etmektedir. Diğer yönelim ise gericilik ve saldırganlığın yönelimidir. Yönelimin biri, insanlığın en kutsal değerlerine karşı yönelen tüm ve her türden anti-demokratik ve faşist görüşlere, sözde teorilere vs. karşı bir yönelimdir. Diğer yönelim ise, şimdiki zamanın ilerici düşüncelerine, dünya egemenliği üzerinde yeni hak iddia edenlerin egoistçe çıkarları için mücadele uğruna başkaldırmak isteyen faşizm ve Nazizm de dâhil olmak üzere gerici güçlerin desteklediği ve kullandığı yönelimdir. Bu yönelimlerin birbiriyle kapışması ve mücadelesi hem Üçüncü Komisyon un çalışmasında hem de demokrasi, ilerleyiş, barış ve uluslararası iş birliği için, gericiliğe ve saldırganlığa karşı mücadele eden Sovyet Delegasyonu ile başka bir dizi delegasyonların direnişinde ifadesini buldu. 98

99

100

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU 2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU 1 Av.Dr. M. SEZGİN TANRIKULU İSTANBUL MİLLETVEKİLİ GİRİŞ 2015 yılı Ağustos ayından itibaren tekrar başlayan çatışmalar Türkiye tarihinde eşi az görülmüş bir yıkıma, sayısız

Detaylı

EKİM DEVRİMİ VE SAVAŞ Ekim Devrimi öncesinde emperyalist

EKİM DEVRİMİ VE SAVAŞ Ekim Devrimi öncesinde emperyalist Karkerên jin û mêr! Ji xeynî zencîrên we tiştekî we yê wendakirinê tune! Hûn dikanin cîhanekê nu wergirin! Kadın ve erkek işçiler! Zincirlerinizden başka kaybedecek birşeyiniz yok! Kazanacağınız yeni bir

Detaylı

DÜNYA DA BARIŞ İSTİYORUZ!

DÜNYA DA BARIŞ İSTİYORUZ! DÜNYA DA BARIŞ İSTİYORUZ! DÜNYA BARIŞININ GÜVENCESİ İŞÇİ SINIFIDIR! HAKSIZ, GERİCİ VE EMPERYALİST SAVAŞLAR EMPERYALİST KAPİTALİST DEVLETLER TARAFINDAN SÜRDÜRÜLMEKTEDİR! EMPERYALİST SÖMÜRÜ SİSTEMİ İŞÇİ

Detaylı

Devrim Öncesinde Yemen

Devrim Öncesinde Yemen Yemen Devrimi Devrim Öncesinde Yemen Kuzey de Zeydiliğe mensup Husiler hiçbir zaman Yemen içinde entegre olamaması Yemen bütünlüğü için ciddi bir sorun olmuştur. Buna ilaveten 2009 yılında El-Kaide örgütünün

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu: Gezi Parkından dünyaya yansıyan ses daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi sesidir. Tarih : 15.06.2013 Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu Türkiye de görev yapan yabancı

Detaylı

Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*)

Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*) Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*) SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*) İçinde Bulunduğumuz Evre Ve Gençliğin Durumu Türkiye gibi yarı sömürge ve az gelişmiş

Detaylı

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi

SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER. Modern Siyaset Teorisi SİYASET BİLİMİ VE ULUSLARARASI İLİŞKİLER DOKTORA PROGRAMI DERS İÇERİKLERİ ZORUNLU DERSLER Modern Siyaset Teorisi Dersin Kodu SBU 601 Siyaset, iktidar, otorite, meşruiyet, siyaset sosyolojisi, modernizm,

Detaylı

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır!

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır! 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır! Clara Zetkin haklı olarak Kadının özgürlüğünün, tüm insanoğlunun özgürlüğü gibi, emeğin sermayenin

Detaylı

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ 19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ BASIN AÇIKLAMASI 19.09.2014 Bugün 19 Eylül. Bugün bu ülkenin mühendis, mimar ve şehir plancılarının örgütü TMMOB nin mücadele dolu tarihi açısından

Detaylı

ÖN SÖZ... XI KISALTMALAR... XIII KAYNAKLAR VE ARAŞTIRMALAR... XV GİRİŞ... 1 I. ARNAVUTLUK ADININ ANLAM VE KÖKENİ...

ÖN SÖZ... XI KISALTMALAR... XIII KAYNAKLAR VE ARAŞTIRMALAR... XV GİRİŞ... 1 I. ARNAVUTLUK ADININ ANLAM VE KÖKENİ... İçindekiler ÖN SÖZ... XI KISALTMALAR... XIII KAYNAKLAR VE ARAŞTIRMALAR... XV GİRİŞ... 1 I. ARNAVUTLUK ADININ ANLAM VE KÖKENİ... 5 I.1. Arnavutluk Adının Anlamı... 5 I.2. Arnavutluk Adının Kökeni... 7 I.3.

Detaylı

Kuzey Irak Kürt halkı kendi kaderini tayin edebilmelidir

Kuzey Irak Kürt halkı kendi kaderini tayin edebilmelidir Kuzey Irak Kürt halkı kendi kaderini tayin edebilmelidir Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY), Barzani nin liderliğinde 25 Eylül tarihinde bir referandum yapılacağını duyurdu. Referandumda KBY nin bağımsız

Detaylı

İ Ç İ N D E K İ L E R

İ Ç İ N D E K İ L E R İ Ç İ N D E K İ L E R ÖN SÖZ.V İÇİNDEKİLER....IX I. YURTTAŞLIK A. YURTTAŞLIĞI YENİDEN GÜNDEME GETİREN GELİŞMELER 3 B. ANTİK YUNAN-KENT DEVLETİ YURTTAŞLIK İDEALİ..12 C. MODERN YURTTAŞLIK İDEALİ..15 1. Yurttaşlık

Detaylı

DEVRÝM ÝÇÝN SAVAÞMAYANA SOSYALÝST DENMEZ!

DEVRÝM ÝÇÝN SAVAÞMAYANA SOSYALÝST DENMEZ! DEVRÝM ÝÇÝN SAVAÞMAYANA SOSYALÝST DENMEZ! Silahlý Propaganda ve Gerilla Savaþý Nikaragua da Devrim ve Seçim Proletarya ve Sosyalist Siyasal Bilinç Demokratik Muhalefette Demokrat! Türkiye Devriminde Kürt

Detaylı

TKP-1920 nin 1 Mayıs 2015 Mitinglerine ve 7 Haziran Seçimlerine Çağrısı

TKP-1920 nin 1 Mayıs 2015 Mitinglerine ve 7 Haziran Seçimlerine Çağrısı TKP-1920 nin 1 Mayıs 2015 Mitinglerine ve 7 Haziran Seçimlerine Çağrısı İş ve aş için, Demokrasi ve özgürlük için, barış sürecinin ilerlemesi için, 7 Haziran seçimlerinde HDP yi desteklemek için, Haydin

Detaylı

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler

Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler Halk devriminin düşmanları: diktatör rejim ve karşıdevrimci gerici güçler Geçtiğimiz ay Suriye de Irak Şam İslam Devleti ve diğer muhalif güçler arasında yaşanan çatışmaya ilişkin, Suriye Devrimci Sol

Detaylı

EKİM 2017 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

EKİM 2017 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili EKİM 2017 FAALİYET RAPORU Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili 1 CHP MERSİN İL- İLÇE ÖRGÜTLERİ, BELEDİYELER VE KÖYLERE YÖNELİK YAPILAN ÇALIŞMALAR 1. Mersin/Akdeniz ilçesinde Adıyaman Balyanlılar Derneği

Detaylı

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir. SİYASAL PARTİLER Siyasi Parti Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir. Siyasi partileri öteki toplumsal örgütlerden ayıran

Detaylı

UIT-CI bildirisi: Kobane de Kürt halkının direnişiyle dayanışmaya!

UIT-CI bildirisi: Kobane de Kürt halkının direnişiyle dayanışmaya! UIT-CI bildirisi: Kobane de Kürt halkının direnişiyle dayanışmaya! Nüfusunun çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu Suriye nin kuzeyindeki Kobane kenti, Beşar Esad diktatörlüğüne karşı 2011 de başlayan halk

Detaylı

Perinçek'in KDHC'deki tarihi konuşması

Perinçek'in KDHC'deki tarihi konuşması Perinçek'in KDHC'deki tarihi konuşması Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'ni ziyaret eden ilk Türk siyasi lider olan Perinçek, onurlarına verilen yemek sırasında bir konuşma gerçekleştirdi. ABD'nin savaş

Detaylı

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem NEDEN Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem YERLi VE MiLLi BiR SiSTEM Türkiye, artık daha büyük. Dünyada söz söyleyen ülkeler arasında. Milletinin refahını artırmaya başladı. Dünyanın en büyük altyapı

Detaylı

İNSAN HAKLARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI ARALIK AYI İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU ARALIK 2012

İNSAN HAKLARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI ARALIK AYI İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU ARALIK 2012 İNSAN HAKLARI GENEL BAŞKAN YARDIMCILIĞI ARALIK AYI İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU 01 31 ARALIK 2012 M. SEZGİN TANRIKULU CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI İSTANBUL MİLLETVEKİLİ GİRİŞ: Bugün 10 Aralık İnsan Hakları

Detaylı

NKP

NKP 24 Haziran da Ülkemiz adım adım bir nükleer bataklığa doğru sürükleniyor. AKP, hayati önemdeki bu konuyu her türlü hukuksal ve siyasal denetimden kaçırıyor. Nükleer santrallerin ya da bu santraller gerekçe

Detaylı

İsviçreli siyasetçi ve örgütler: Diktatörlüğe karşı Kürtlerle dayanışma büyütmeli

İsviçreli siyasetçi ve örgütler: Diktatörlüğe karşı Kürtlerle dayanışma büyütmeli İsviçreli siyasetçi ve örgütler: Diktatörlüğe karşı Kürtlerle dayanışma büyütmeli İsviçreli örgütler ve siyasetçiler, Erdoğan diktatörlüğüne karşı yürüyerek, Kürt halkıyla uluslararası dayanışmanın büyütülmesi

Detaylı

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi : www.urfastar.com Tarih: 26.01.

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi : www.urfastar.com Tarih: 26.01. Günlük Haber Bülteni 27.01.2015 İnternet Haber Sitesi : www.urfastar.com Tarih: 26.01.2015 İnternet Haber Sitesi : www.sanlıurfa.com Tarih: 26.01.2015 İnternet Haber Sitesi : www.haberler.com Tarih: 26.01.2015

Detaylı

TEMEL HUKUK DERS NOTLARI SON HAFTA. Öğr. Gör. Erkan ÇAKIR

TEMEL HUKUK DERS NOTLARI SON HAFTA. Öğr. Gör. Erkan ÇAKIR TEMEL HUKUK DERS NOTLARI SON HAFTA Öğr. Gör. Erkan ÇAKIR ANAYASANıN TEMEL ILKELERI 2 1. madde Türkiye devleti bir cumhuriyettir. 2. Madde Cumhuriyetin nitelikleri Cumhuriyetçilik Başlangıç ilkeleri Atatürk

Detaylı

ULUSAL ÇALIŞTAY SONUÇLARI

ULUSAL ÇALIŞTAY SONUÇLARI ULUSAL ÇALIŞTAY SONUÇLARI 1 Nasıl bir anayasa yapım süreci? Maddeleri değil ilkeleri temel alan Ayırıcı değil birleştirici Uzlaşmaya zorlamayan Uzlaşmazlık alanlarını ihmal etmeyen Mutabakatı değil ortak

Detaylı

II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ

II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ 1908 II. Meşrutiyete Ortam Hazırlayan Gelişmeler İç Etken Dış Etken İttihat ve Terakki Cemiyetinin faaliyetleri 1908 Reval Görüşmesi İTTİHAT ve TERAKKÎ CEMİYETİ 1908 İhtilâli ni düzenleyen

Detaylı

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012 15 Mart 2012 Perşembe günü işlerinden atılan Asilçelik işçileri Bursa nın Orhangazi ilçesi cumhuriyet meydanında basın açıklamasıyla İşimizi İstiyoruz talebini dile getirdikleri ve işlerine geri dönene

Detaylı

ORSAM AYLIK IRAK TÜRKMENLERİ GÜNCESİ

ORSAM AYLIK IRAK TÜRKMENLERİ GÜNCESİ ORSAM AYLIK IRAK TÜRKMENLERİ GÜNCESİ Hazırlayanlar: Habib Hürmüzlü, ORSAM Danışmanı / Bilgay Duman, ORSAM Ortadoğu Uzmanı / Temmuz - Ağustos 2013 - Sayı: 27 15 Temmuz 2013: Tuzhurmatu olaylarının araştırılması

Detaylı

Deniz Gezmiş Yaşasın Marksizm Leninizm

Deniz Gezmiş Yaşasın Marksizm Leninizm Deniz Gezmiş Yaşasın Marksizm Leninizm Deniz Gezmiş idam sehpasına çıktığında hayatını verdiği mücadelesini şu sözlerle özetlemişti, Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm- Leninizm. Yaşasın Türk

Detaylı

TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ NEDİR? GERÇEK BİR TOPLU SÖZLEŞME İÇİN

TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ NEDİR? GERÇEK BİR TOPLU SÖZLEŞME İÇİN TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ NEDİR? Toplu İş Sözleşmesi (TİS), çok genel anlamı ile emekçilerin temsilcisi sendika ile işveren temsilcilerinin, ekonomik, özlük ve çalışma koşullarını birlikte belirlemeleridir.

Detaylı

Baskı: Estet Ajans Matbaacılık Merkezefendi Mah. Fazılpaşa Cad. 4. Zer San. Sit. No: 16/26 Topkapı / İstanbul Tel:

Baskı: Estet Ajans Matbaacılık Merkezefendi Mah. Fazılpaşa Cad. 4. Zer San. Sit. No: 16/26 Topkapı / İstanbul Tel: Devrimin GEZMİŞ Önsözü DENİZ 1 Yeni Evre Kitaplığı: 2 Kitabın Adı: Devrimin Önsözü Deniz Gezmiş Yayına Hazırlayan: Agit Cihan Birinci Basım: Mayıs 2010 İSBN: 978-605-61008-5-7 Yayın Sertifika No:15814

Detaylı

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...VII İÇİNDEKİLER...IX

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...VII İÇİNDEKİLER...IX ÖNSÖZ...VII İÇİNDEKİLER...IX BIRINCI BÖLÜM ANAYASA HUKUKUNUN KISA KONULARI 1. 1961 Anayasası ile 1982 Anayasası nın Hazırlanış ve Kabul Ediliş Süreçlerindeki Farklılıklar...1 2. Üniter, Federal ve Bölgeli

Detaylı

SİYASET ÜSTÜ DÜŞÜNMEK Pazar, 30 Kasım :00

SİYASET ÜSTÜ DÜŞÜNMEK Pazar, 30 Kasım :00 Türkiye de siyaset yalnızca oy kaygısı ile yapılıyor Siyasete popülizm hakimdir. Bunun adı ucuz politika dır ve toplumun geleceğine maliyet yüklemektedir. Siyaset Demokrasilerde yapılır. Totaliter rejimler

Detaylı

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER 9TOPLUMSAL ETKİNLİKLER 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER 11111 260 01 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 11111 262 8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR

Detaylı

Şimdi fazla ileri gitmiş bu gerici diktatörlüğü terbiye etmek, mümkünse biraz değiştirip halka kabul ettirmek istiyorlar.

Şimdi fazla ileri gitmiş bu gerici diktatörlüğü terbiye etmek, mümkünse biraz değiştirip halka kabul ettirmek istiyorlar. Boyun eğmeyenler bu yana BU DÜZENİ SIFIRLA AKP eliyle sürdürülen gerici diktatörlük Türkiye'nin kaderi değildir. Bu diktatörlük bir kaza veya arızanın sonucu ortaya çıkmış da değildir. Sömürü düzeni kendini

Detaylı

ÖRNEK SORU: 1. Buna göre Millî Mücadele nin başlamasında hangi durumlar etkili olmuştur? Yazınız. ...

ÖRNEK SORU: 1. Buna göre Millî Mücadele nin başlamasında hangi durumlar etkili olmuştur? Yazınız. ... ÖRNEK SORU: 1 1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti açısından, 30 Ekim 1918 de, yenilgiyi kabul ettiğinin tescili niteliğinde olan Mondros Ateşkes Anlaşması yla sona erdi. Ancak anlaşmanın,

Detaylı

ANAYASA DERSĐ (41302150) (2010-2011 GÜZ DÖNEMĐ YILSONU SINAVI) CEVAP ANAHTARI

ANAYASA DERSĐ (41302150) (2010-2011 GÜZ DÖNEMĐ YILSONU SINAVI) CEVAP ANAHTARI ANAYASA DERSĐ (41302150) (2010-2011 GÜZ DÖNEMĐ YILSONU SINAVI) CEVAP ANAHTARI ANLATIM SORULARI 1- Bir siyasal düzende anayasanın işlevleri neler olabilir? Kısaca yazınız. (10 p) -------------------------------------------

Detaylı

KTO KARATAY ÜNİVERSİTESİ ANAYASA HUKUKU DERSİ ÖĞRETİM YILI I. DÖNEM DERS PROGRAMI İÇERİĞİ

KTO KARATAY ÜNİVERSİTESİ ANAYASA HUKUKU DERSİ ÖĞRETİM YILI I. DÖNEM DERS PROGRAMI İÇERİĞİ KTO KARATAY ÜNİVERSİTESİ ANAYASA HUKUKU DERSİ 2014 2015 ÖĞRETİM YILI I. DÖNEM DERS PROGRAMI İÇERİĞİ DERS TARİHİ 1. DERS SAATİ 2. DERS SAATİ 15.09.2014 TANIŞMA DERSİ TANIŞMA DERSİ 17.09.2014 22.09.2014

Detaylı

CHP İLÇE BAŞKANI RECAİ SEYMEN TEKRAR ADAY

CHP İLÇE BAŞKANI RECAİ SEYMEN TEKRAR ADAY CHP İLÇE BAŞKANI RECAİ SEYMEN TEKRAR ADAY CHP Bodrum İlçe Başkanı Recai Seymen, 29 Kasım Pazar günü yapılacak olan Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İlçe Kongresinde ilçe başkanlığına tekrar aday olduğunu

Detaylı

1 MAYIS 2013 BİRLİK MÜCADELE DAYANIŞMA!

1 MAYIS 2013 BİRLİK MÜCADELE DAYANIŞMA! 1 MAYIS 2013 BİRLİK MÜCADELE DAYANIŞMA! İşçilerin burjuvaziye ve egemen sınıfa karşı mücadelesi sürdükçe, bütün talepleri karşılanana dek 1 Mayıs, bu taleplerin her yıl dile getirildiği gün olacaktır.

Detaylı

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ DERSİ I.DÖNEM MÜFREDAT PROGRAMI

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ DERSİ I.DÖNEM MÜFREDAT PROGRAMI HAFTALAR KONULAR 1. Hafta TÜRK DEVRİMİNE KAVRAMSAL YAKLAŞIM A-) Devlet (Toprak, İnsan Egemenlik) B-) Monarşi C-) Oligarşi D-) Cumhuriyet E-) Demokrasi F-) İhtilal G-) Devrim H-) Islahat 2. Hafta DEĞİŞEN

Detaylı

TÜRKİYE NİN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNDE DEMOKRASİYE AYKIRI BİR DURUM VAR MI?

TÜRKİYE NİN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNDE DEMOKRASİYE AYKIRI BİR DURUM VAR MI? TÜRKİYE NİN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNDE DEMOKRASİYE AYKIRI BİR DURUM VAR MI? DR. Nayef Bin NAHAR Katar Üniversitesi Yüksek Öğretim ve Bilimsel Araştırmalar Faktültesi Dekanı www.wa3efoundation.net Bu makale;

Detaylı

Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu..

Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu.. 28 Nisan 2014 Basın Toplantısı Metni ; (Konuşmaya esas metin) Hükümet in TSK İçinde Oluşturduğu Paralel Yapılar; Cumhurbaşkanı ve AYİM nin Konumu.. -- Silahlı Kuvvetlerimizde 3-4 yıldan bu yana Hava Kuvvetleri

Detaylı

SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ

SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ Bismillairrahmanirrahim 1. Suriye de 20 ayı aşkın bir süredir devam eden kriz ortamı, ülkedeki diğer topluluklar gibi

Detaylı

İŞÇİLERİN 3 ACİL TALEBİ VAR!

İŞÇİLERİN 3 ACİL TALEBİ VAR! TEMMUZ 2016 İŞÇİLERİN 3 ACİL TALEBİ VAR! Taşeron işçilere kayıtsız şartsız kadro! Kıdem tazminatıma dokunma! Zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemi ne hayır! TAŞERON İŞÇİLERE KAYITSIZ ŞARTSIZ KADRO! AKP hükümeti

Detaylı

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bu ders içeriğinin basım, yayım ve satış hakları Yakın Doğu Üniversitesi Uzaktan Eğitim Merkezi ne aittir. Bu ders içeriğinin bütün hakları saklıdır. İlgili kuruluştan

Detaylı

TMMOB TEMSİLCİLERİNE AÇILAN DAVALAR

TMMOB TEMSİLCİLERİNE AÇILAN DAVALAR 4.19.4 TMMOB TEMSİLCİLERİNE AÇILAN DAVALAR 1) Dosya No : 2013/551 E. : Ankara 17. Asliye Ceza si : 1- TMMOB YK Başkanı Mehmet Soğancı 2- TMMOB Genel Sekreteri N. Hakan Genç :2911 sayılı Toplantı ve Gösteri

Detaylı

TÜRKĠYE DE ANAYASA DEĞĠġĠKLĠĞĠ: NEDENLER, YAġANANLAR VE SONUÇLAR

TÜRKĠYE DE ANAYASA DEĞĠġĠKLĠĞĠ: NEDENLER, YAġANANLAR VE SONUÇLAR TÜRKĠYE DE ANAYASA DEĞĠġĠKLĠĞĠ: NEDENLER, YAġANANLAR VE SONUÇLAR 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) koşullarında, 16 Aralık 2016 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi

Detaylı

DEMOKRASİ VE SAYDAMLIK ENSTİTÜSÜ www.dse.org.tr

DEMOKRASİ VE SAYDAMLIK ENSTİTÜSÜ www.dse.org.tr DEMOKRASİ VE SAYDAMLIK ENSTİTÜSÜ www.dse.org.tr YENİ ANAYASA DEĞİŞİKLİK ÖNERİLERİMİZ (TCBMM Başkanlığı na iletilmek üzere hazırlanmıştır) 31.12.2011 İletişim: I. Anafartalar Mah. Vakıf İş Hanı Kat:3 No:

Detaylı

BALYOZ ZULMÜ KARŞISINDA SUSUP SİNENLER UTANSIN

BALYOZ ZULMÜ KARŞISINDA SUSUP SİNENLER UTANSIN BALYOZ ZULMÜ KARŞISINDA SUSUP SİNENLER UTANSIN Eğer bir ülkede yargıç ve savcılar, adalet yerine zulüm dağıtıyorsa; o ülkede hak, hukuk, adalet, özgürlük ve demokrasi bitmiştir. Eğer bir ülkede insanlar

Detaylı

Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı. Ali SEMİN. BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı

Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı. Ali SEMİN. BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı Orta Doğu Kuzey Irak ta Siyasi Dengeler ve Bağımsızlık Referandumu Kararı Ali SEMİN BİLGESAM Orta Doğu ve Güvenlik Uzmanı 56 Stratejist - Temmuz 2017/2 Orta Doğu da genel olarak yaşanan bölgesel kriz ve

Detaylı

1974 Kıbrıs Barış Harekatı ndan sonra uygulanan silah ambargosu, ülkemizde savunma sistemlerinin temininde ve askeri haberleşme ihtiyaçlarının

1974 Kıbrıs Barış Harekatı ndan sonra uygulanan silah ambargosu, ülkemizde savunma sistemlerinin temininde ve askeri haberleşme ihtiyaçlarının 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ndan sonra uygulanan silah ambargosu, ülkemizde savunma sistemlerinin temininde ve askeri haberleşme ihtiyaçlarının karşılanmasında bağımsızlığın önemini gündeme getirmiş, halkımızın

Detaylı

Sayın Yönetim Kurulu Üyesi/ ve Meclis Üyesi Arkadaşlarım,/

Sayın Yönetim Kurulu Üyesi/ ve Meclis Üyesi Arkadaşlarım,/ 1 Sayın Meclis Başkanım,/ Sayın Yönetim Kurulu Üyesi/ ve Meclis Üyesi Arkadaşlarım,/ 2018 yılının/ ilk meclis toplantısına hoş geldiniz diyor,/ sizleri saygılarımla selamlıyorum./ Sözlerime başlarken,/

Detaylı

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek!

Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek! Cezayir'den yükselen bir ses: Yalnızca İslam hükmedecek! Cezayir'de 1990'lı yıllardaki duvar yazıları, İslamcılığın yükseldiği döneme yönelik yakın bir tanıklık niteliğinde. 10.07.2017 / 18:00 Doksanlı

Detaylı

SSCB - KADIN DEVRİMİ ÜLKESİ TEMEL GÖSTERGELER (100. YILINDA BÜYÜK SOSYALİST EKİM DEVRİMİ) 7. Makale

SSCB - KADIN DEVRİMİ ÜLKESİ TEMEL GÖSTERGELER (100. YILINDA BÜYÜK SOSYALİST EKİM DEVRİMİ) 7. Makale SSCB - KADIN DEVRİMİ ÜLKESİ TEMEL GÖSTERGELER (100. YILINDA BÜYÜK SOSYALİST EKİM DEVRİMİ) İBRAHİM OKÇUOĞLU 7. Makale Kadının toplumda eşit haklara sahip olmaması bütün dünyada ilerici insanların tepkisine

Detaylı

SAYIN BASIN MENSUPLARI;

SAYIN BASIN MENSUPLARI; SAYIN BASIN MENSUPLARI; BUGÜN TÜM TÜRKİYE DE, BAŞTA ULUSLARARASI SENDİKALAR KONFEDERASYONU İLE TTB OLMAK ÜZERE FİLİSTİN KATLİAMININ DURDURULMASI İÇİN ÇEŞİTLİ ETKİNLİKLER DÜZENLENMEKTEDİR. İsrail ordusunun

Detaylı

TMMOB MADEN MÜHENDİSLERİ ODASI

TMMOB MADEN MÜHENDİSLERİ ODASI TMMOB MADEN MÜHENDİSLERİ ODASI 2. KAMUDA ÇALIŞAN MÜHENDİS, MİMAR VE VE ŞEHİR PLANCILARININ ÜCRETLERİ VE ÖZLÜK HAKLARI İYİLEŞTİRİLMELİ, EMEKLİLERİN KOŞULLARI İNSANCA YAŞAM DÜZEYİNE ÇEKİLMELİDİR! TMMOB Maden

Detaylı

Türkiye Özelinde Kamu Diplomasisinin İşlevi ve Yöntemleri Türkiye nin Kamu Diplomasisi Aktörleri Türkiye nin Kamu Diplomasisi Aktörleri

Türkiye Özelinde Kamu Diplomasisinin İşlevi ve Yöntemleri Türkiye nin Kamu Diplomasisi Aktörleri Türkiye nin Kamu Diplomasisi Aktörleri 1 2 3 4 5 6 Türkiye Özelinde Kamu Diplomasisinin İşlevi ve Yöntemleri Beyin Fırtınası Türkiye nin Kamu Diplomasisi Aktörleri KDK (2010). TİKA (1992-Dışişleri Bakanlığına bağlı, 1999-Başbakanlığıa bağlı,

Detaylı

Sakine Cansız 1991 Mayıs sonunda Şam a gitti.

Sakine Cansız 1991 Mayıs sonunda Şam a gitti. Sakine Cansız 1991 Mayıs sonunda Şam a gitti. Yaklaşık olarak bir yıl kadar Bekaa vadisinde kaldı. Ardından Güney Kurdistan a gönderildi. Beş yıl dağda yaşadı. 1996 Yılında Şam a geri çağrıldı, bir buçuk

Detaylı

ANAYASA HUKUKU (İKTİSAT VE MALİYE BÖLÜMLERİ) 2014 2015 GÜZ DÖNEMİ ARASINAV 17 KASIM 2014 SAAT 09:00

ANAYASA HUKUKU (İKTİSAT VE MALİYE BÖLÜMLERİ) 2014 2015 GÜZ DÖNEMİ ARASINAV 17 KASIM 2014 SAAT 09:00 ANAYASA HUKUKU (İKTİSAT VE MALİYE BÖLÜMLERİ) 2014 2015 GÜZ DÖNEMİ ARASINAV 17 KASIM 2014 SAAT 09:00 A. ANLATIM SORUSU (10 puan) Temsilde adalet yönetimde istikrar kavramlarını kısaca açıklayınız. Bu konuda

Detaylı

Filistin Sahnesinde Faal Olan Gruplara Karşı Filistin Halkının Tutumu (Anket)

Filistin Sahnesinde Faal Olan Gruplara Karşı Filistin Halkının Tutumu (Anket) Kamuoyu Yoklaması Filistin Sahnesinde Faal Olan Gruplara Karşı Filistin Halkının Tutumu (Anket) Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi Vizyon Siyasi Kalkınma Merkezi 2017 1 Filistin Sahnesinde Faal Olan Gruplara

Detaylı

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK

DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK DEVLET TEŞKİLATINA TEORİK YAKLAŞIMLAR PROF. DR. TURGUT GÖKSU VE PROF. DR. HASAN HÜSEYIN ÇEVIK 2 Takdim Planı Modernleşme Süreci Açısından Devlet Devlet-Toplum İlişkileri Açısından Devlet Teşkilatlanma

Detaylı

T.C. İZMİR İLİ URLA BELEDİYESİ MECLİS KARARI

T.C. İZMİR İLİ URLA BELEDİYESİ MECLİS KARARI Karar No :300 KARAR 300 : Gündem maddelerinin görüşülmesi tamamlanmış olduğundan Ağustos ayı meclis toplantısının birinci birleşiminin kapatılmasına, bir sonraki meclis birleşiminin 5 Ağustos 2016 Cuma

Detaylı

2016 YILI DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ

2016 YILI DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2016 YILI DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO- 23 OCAK 2017 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ YAŞAM HAKKI İHLALLERİ ÖLÜ YARALI YARGISIZ İNFAZ (Keyfi Öldürme,

Detaylı

Türkiye'de ilan edilen olağanüstü hal uygulaması dünya basınında geniş yer buldu / 11:14

Türkiye'de ilan edilen olağanüstü hal uygulaması dünya basınında geniş yer buldu / 11:14 Dünya Basınında OHAL Türkiye'de ilan edilen olağanüstü hal uygulaması dünya basınında geniş yer buldu. 21.07.2016 / 11:14 Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın açıkladığı 3 ay süreli OHAL kararı dünya

Detaylı

2016 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ

2016 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2016 YILI İLK 9 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İHLALLERİ RAPORU -BİLANÇO- 19 EKİM 2016 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ YAŞAM HAKKI İHLALLERİ ÖLÜ YARALI YARGISIZ İNFAZ (Keyfi

Detaylı

Teröre karşı mücadele cephesi!

Teröre karşı mücadele cephesi! Teröre karşı mücadele cephesi! Türkiye, teröre karşı mücadele adı altında, birlik ve beraberlik içinde emekçilere yönelik bir terör rejimine sürüklenmek isteniyor. Bu nedenle milli seferberlik dahi ilan

Detaylı

Fikret BABAYEV * * Azerbaycan Anayasa Mahkemesi Başkanı

Fikret BABAYEV * * Azerbaycan Anayasa Mahkemesi Başkanı Fikret BABAYEV * Sayın Başkan, değerli katılımcılar! Öncelikle belirtmek isterim ki, bugün bu faaliyete iştirak etmek ve sizlerle bir arada bulunmak benim için büyük bir mutluluktur. Bu toplantıya ve şahsıma

Detaylı

Sınıf mücadelesi karşısında ilan edilmemiş ittifak: Esad- Merkel-Chavez Cephesi

Sınıf mücadelesi karşısında ilan edilmemiş ittifak: Esad- Merkel-Chavez Cephesi Sınıf mücadelesi karşısında ilan edilmemiş ittifak: Esad- Merkel-Chavez Cephesi Bugünlerde bu üç adı bir araya getiren ortak özellik, her birinin uluslararası sınıflar mücadelesinde bölgesel etkilere yol

Detaylı

İhvanı Müslimin'in kısa tarihi

İhvanı Müslimin'in kısa tarihi On5yirmi5.com İhvanı Müslimin'in kısa tarihi Askeri darbeyle devrilen Muhammed Mursi'nin bir yıl önceki seçim zaferi, hareketin doğduğu ve onlarca yıl boyunca yasaklı kaldığı Mısır'da Müslüman Kardeşler

Detaylı

Kerkük, Telafer, Kerkük...

Kerkük, Telafer, Kerkük... Kerkük, Telafer, Kerkük... P R O F. D R. Ü M İ T Ö Z D A Ğ A L A E D D İ N PA R M A K S I Z BAĞIMSIZ TÜRKMENELİ CUMHURİYETİ Kerkük Krizi ve Türkiye'nin Irak Politikası gerekçelerden vazgeçerek konuyu

Detaylı

Vekiller Heyeti Kararı, Sıkıyönetim Komutanlığı ve Milli Güvenlik Konseyi'nce Kapatılan Siyasi Partiler

Vekiller Heyeti Kararı, Sıkıyönetim Komutanlığı ve Milli Güvenlik Konseyi'nce Kapatılan Siyasi Partiler Vekiller Heyeti Kararı, Sıkıyönetim Komutanlığı ve Milli Güvenlik Konseyi'nce Kapatılan Siyasi Partiler Açılış Tarihi Kapanış Tarihi Sona Eriş Nedeni 1 Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 17.11.1924 05.06.1925

Detaylı

Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi

Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi Trinidad ve Tobago 1990: Latin Amerika'nın ilk ve tek İslam devrimi 1990 yılında Latin Amerika'nın ada ülkesinde bir grup Müslüman ülkedeki yönetimi ele geçirmek için silahlı darbe girişiminde bulunmuştu.

Detaylı

ABD İLE YAPTIĞIN GİZLİ ANLAŞMAYI AÇIKLA -(TAMAMI) Çarşamba, 03 Temmuz :11 - Son Güncelleme Perşembe, 04 Temmuz :10

ABD İLE YAPTIĞIN GİZLİ ANLAŞMAYI AÇIKLA -(TAMAMI) Çarşamba, 03 Temmuz :11 - Son Güncelleme Perşembe, 04 Temmuz :10 Gül, ABD ile hizmet sözleşmesi yapmıştır İşçi Partisi Genel Başkanvekili Hasan Basri Özbey, dün Ankara da bir basın toplantısı düzenledi ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ü ABD ile yaptığı gizli anlaşmayı

Detaylı

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı Cumhuriyet Halk Partisi Bodrum İlçe Örgütü Yalıkavak Mahalle Temsilciliği tarafından geniş katılımlı birlik ve dayanışma

Detaylı

Müdafaa-i Hukuk Hareketi bu hakları savunmak ve geliştirmek için kurulmuştur.

Müdafaa-i Hukuk Hareketi bu hakları savunmak ve geliştirmek için kurulmuştur. Parti varlık sebebi, isminden de anlaşılacağı üzere, hakların savunulmasıdır. Müdafaa-i Hukuk düşüncesine göre: 1. İnsanın 2. Toplumun 3. Milletin 4. Devletin 5. Vatanın hakları vardır. Şu anda bu haklar

Detaylı

ODTÜ G.V. ÖZEL LĠSESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ZÜMRESĠ. 2011-2012 Eğitim-Öğretim Yılı. Ders Adı : Siyaset ÇalıĢma Yaprağı 13 SĠYASET

ODTÜ G.V. ÖZEL LĠSESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ZÜMRESĠ. 2011-2012 Eğitim-Öğretim Yılı. Ders Adı : Siyaset ÇalıĢma Yaprağı 13 SĠYASET ODTÜ G.V. ÖZEL LĠSESĠ SOSYAL BĠLĠMLER ZÜMRESĠ 2011-2012 Eğitim-Öğretim Yılı Ders Adı : Siyaset ÇalıĢma Yaprağı 13 Adı Soyadı : No: Sınıf: 11/ SĠYASET Siyaset; ülke yönetimini ilgilendiren olayların bütünüdür.

Detaylı

KÜRDİSTAN SORUNU VE İŞÇİ SINIFI SORUNU Irak Kürdistan ındaki (Güney Kürdistan) ayaklanma ile birlikte, Kürt ulusal sorunu, her tür sınıfsal çatışma

KÜRDİSTAN SORUNU VE İŞÇİ SINIFI SORUNU Irak Kürdistan ındaki (Güney Kürdistan) ayaklanma ile birlikte, Kürt ulusal sorunu, her tür sınıfsal çatışma KÜRDİSTAN SORUNU VE İŞÇİ SINIFI SORUNU Irak Kürdistan ındaki (Güney Kürdistan) ayaklanma ile birlikte, Kürt ulusal sorunu, her tür sınıfsal çatışma ve mücadelenin üstünü örterek geçici olarak öne geçti.

Detaylı

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi : www.urfastar.com Tarih: 01.02.

ŞANLIURFA EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ Basın ve Halkla İlişkiler Şube Müdürlüğü İNTERNET HABERLERİ. İnternet Haber Sitesi : www.urfastar.com Tarih: 01.02. Günlük Haber Bülteni 02.02.2015 İNTERNET HABERLERİ İnternet Haber Sitesi : www.urfastar.com Tarih: 01.02.2015 İNTERNET HABERLERİ İnternet Haber Sitesi : www.urfastar.com Tarih: 01.02.2015 İNTERNET HABERLERİ

Detaylı

Halk Erdoğan'a Ey Tayyip, ananı da al ve git demiştir. Uğur Mumcu yine haklı çıkmıştır.

Halk Erdoğan'a Ey Tayyip, ananı da al ve git demiştir. Uğur Mumcu yine haklı çıkmıştır. Halk Erdoğan'a Ey Tayyip, ananı da al ve git demiştir. Uğur Mumcu yine haklı çıkmıştır. 7 Haziran 2015 Genel seçimleri saat 22:30 itibarı ile yaklaşık olarak %99,9 oranında tamamlandı. 2011 deki genel

Detaylı

Suriye de çok sayıda ülkenin dolaylı olarak katıldığı büyük bir savaş söz konusudur.

Suriye de çok sayıda ülkenin dolaylı olarak katıldığı büyük bir savaş söz konusudur. Suriye de çok sayıda ülkenin dolaylı olarak katıldığı büyük bir savaş söz konusudur. Bir tarafta İran, Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti ile Lübnan daki Hizbullah bulunuyor. Diğer tarafta ise ABD,

Detaylı

TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB

TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB 2010-2012 ISBN 978-605-01-0372-4 Baskı Mattek Basın Yayın Tanıtım Tic. San. Ltd. Şti Adakale Sokak 32/27 Kızılay/ANKARA Tel: (312)

Detaylı

KÜRDİSTAN STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ NAVENDA LȆKOLȊNȆN STRATEJȊK A KURDISTANȆ

KÜRDİSTAN STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ NAVENDA LȆKOLȊNȆN STRATEJȊK A KURDISTANȆ KÜRDİSTAN STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ NAVENDA LȆKOLȊNȆN STRATEJȊK A KURDISTANȆ www.navendalekolin.com - www.lekolin.org www.lekolin.net www.lekolin.info Lekolin.org ANKETLER ÇEŞİTLİ TARİHLER ARASINDA

Detaylı

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ SEPA 5

TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ SEPA 5 TÜRKİYE SOSYAL, EKONOMİK VE POLİTİK ANALİZ SEPA 5 HAZİRAN 2012 Araştırmacılar Derneği üyesi olan GENAR, araştırmalarına olan güvenini her türlü denetime ve bilimsel sorgulamaya açık olduğunu gösteren Onur

Detaylı

İLTİCA HAKKI NEDİR? 13 Ağustos 1993 tarihli Fransız Ana yasa mahkemesinin kararı uyarınca iltica hakkinin anayasal değeri su şekilde açıklanmıştır:

İLTİCA HAKKI NEDİR? 13 Ağustos 1993 tarihli Fransız Ana yasa mahkemesinin kararı uyarınca iltica hakkinin anayasal değeri su şekilde açıklanmıştır: İLTİCA HAKKI NEDİR? 27 Ekim 1946 tarihli Fransız Ana yasasının önsözü uyarınca özgürlük uğruna yaptığı hareket sebebiyle zulme uğrayan her kişi Cumhuriyet in sınırlarında iltica hakkına başvurabilir. 13

Detaylı

Hackerlar ortaya çıkardı: Birleşik Arap Emirlikleri İsrail yanlısı kurumları fonluyor!

Hackerlar ortaya çıkardı: Birleşik Arap Emirlikleri İsrail yanlısı kurumları fonluyor! Hackerlar ortaya çıkardı: Birleşik Arap Emirlikleri İsrail yanlısı kurumları fonluyor! BAE Washington büyükelçisi Yusuf el-uteybe'ye ait olduğu iddia edilen ve bazı hacker gruplar tarafından yayınlanan

Detaylı

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti Nisan 14, 2017-7:12:00 AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Binali Yıldırım, Ankara Sincan ilçesi Lale Meydanı'nda mitinge katılarak vatandaşlara hitap

Detaylı

www.salthukuk.com facebook.com/salthukuk twitter.com/salt_hukuk 1 İçindekiler Milletlerarası Hukuk Çift-İ.Ö. 2. Dönem - Part 5 Pratik - 1 2-10

www.salthukuk.com facebook.com/salthukuk twitter.com/salt_hukuk 1 İçindekiler Milletlerarası Hukuk Çift-İ.Ö. 2. Dönem - Part 5 Pratik - 1 2-10 www.salthukuk.com facebook.com/salthukuk twitter.com/salt_hukuk 1 İçindekiler Milletlerarası Hukuk Çift-İ.Ö. 2. Dönem - Part 5 Konu sayfa Pratik - 1 2-10 1 www.salthukuk.com facebook.com/salthukuk twitter.com/salt_hukuk

Detaylı

OHAL Bilançosu, Hak İhlalleri Raporu

OHAL Bilançosu, Hak İhlalleri Raporu OHAL Bilançosu, Hak İhlalleri Raporu 15 Temmuz kanlı darbe girişimi sonucu 241 yurttaşımız şehit oldu, 2bin 194 yurttaşımız yaralandı. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası 17 Ağustos 2016 tarihinde hükümetin

Detaylı

Uluslararası Kadın Hareketinin Uyanma ve Ayağa Kalkma Zamanı Gelmiştir! 2011 Venezüella Dünya Kadınları Konferansı için hep birlikte ileri!

Uluslararası Kadın Hareketinin Uyanma ve Ayağa Kalkma Zamanı Gelmiştir! 2011 Venezüella Dünya Kadınları Konferansı için hep birlikte ileri! Uluslararası Kadın Hareketinin Uyanma ve Ayağa Kalkma Zamanı Gelmiştir! 2011 Venezüella Dünya Kadınları Konferansı için hep birlikte ileri! Dünyanın her yerinde milyonlarca kadın kendi geleceklerini kendi

Detaylı

AK PARTi Genel Başkan Yardımcısı Dengir Fırat ın düzenlediği basın toplantısının tam metni:

AK PARTi Genel Başkan Yardımcısı Dengir Fırat ın düzenlediği basın toplantısının tam metni: AK PARTi Genel Başkan Yardımcısı Dengir Fırat ın düzenlediği basın toplantısının tam metni: Temmuz 03, 2008-12:00:00 AK PARTi Genel Başkan Yardımcısı Dengir Fırat'ın düzenlediği basın toplantısının tam

Detaylı

2016 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ

2016 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI DERNEĞİ 2016 YILI İLK 6 AY DOĞU VE GÜNEYDOĞU ANADOLU BÖLGESİ İNSAN HAKLARI İ RAPORU -BİLANÇO- 21 TEMMUZ 2016 İHD DİYARBAKIR ŞUBESİ YAŞAM HAKKI İ ÖLÜ YARALI YARGISIZ İNFAZ (Keyfi Öldürme,

Detaylı

Fidel ve Che : Birbirinden farklı iki politika

Fidel ve Che : Birbirinden farklı iki politika Fidel ve Che : Birbirinden farklı iki politika Fidel in ölümü, onun hayatı ve politik mirasına kadar birçok konuda her çeşit yorumun, burjuva medya organlarında ve mücadeleci militanlar arasında yeniden

Detaylı

İNSAN HAKLARI SORULARI

İNSAN HAKLARI SORULARI 1. 1776 Amerikan ve 1789 Fransız belgelerine yansıyan doğal haklar öğretisinin başlıca temsilcisi kimdir? a) J. J. Rousseau b) Voltaire c) Montesquieu d) John Locke 4. Aşağıdakilerden hangisi İngiliz hak

Detaylı

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ. Sorular Cevaplar

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ. Sorular Cevaplar ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ Sorular Cevaplar Soru 1. Halkın oylarıyla seçilen Cumhurbaşkanı görevini yaparken taraflı mı olmalı? Tarafsız mı olmalı? Cevap 1. Tarafsız olmalı. Cumhurbaşkanı cumhur u yani milletin

Detaylı

İdris KARDAŞ Küresel Sorunlar Platformu Genel Koordinatörü

İdris KARDAŞ Küresel Sorunlar Platformu Genel Koordinatörü santralistanbul Küresel Sorunlar Platformu http://www.platformforglobalchallenges.org http://www.twitter.com/pgchallenges http://www.facebook.com/kureselsorunlarplatformu İdris KARDAŞ Küresel Sorunlar

Detaylı

KANLI PAZAR'DAN MECLİS BAŞKANLIĞI'NA

KANLI PAZAR'DAN MECLİS BAŞKANLIĞI'NA TBMM 27. Dönem Başkanı İsmail Kahraman'ın "Laiklik anayasada olmamalıdır" sözleri, Kahraman'ın ülkedeki en büyük gerici ayaklanmalardan biri olan ve tarihe Kanlı Pazar olarak geçen saldırının faillerinden

Detaylı

ANAYASAMIZI HAZIRLIYORUZ - 2-

ANAYASAMIZI HAZIRLIYORUZ - 2- ANAYASAMIZI HAZIRLIYORUZ - 2- Değerlendirme Raporu Birey Hak ve Özgürlükleri (I) Yaşam hakkı Kişi dokunulmazlığı Özel yaşamın gizliliği www.tkmm.net 1 2 1. YAŞAM HAKKI Yaşam Hakkı kutsal mı? Toplumun/devletin

Detaylı

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Karacan Düzce'de

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Karacan Düzce'de AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Karacan Düzce'de 22.11.2017-22:35 Son Güncelleme: 22.11.2017-22:35 AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Harun Karacan, 2019 a giden yolda dava uğruna daha fazla mücadele edeceğiz

Detaylı