ARDANUÇ İLÇESİ BEREKET KÖYÜ ANILARI. Süleyman GÜNVER Mayıs İzmir ( X ) İLÂVE

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "ARDANUÇ İLÇESİ BEREKET KÖYÜ ANILARI. Süleyman GÜNVER Mayıs İzmir ( X ) İLÂVE"

Transkript

1 ARDANUÇ İLÇESİ BEREKET KÖYÜ ANILARI Süleyman GÜNVER Mayıs İzmir ( X ) İLÂVE (OKUMADA KOLAYLIK (PDF formatlı dosyalar için): * Farenin (mouse) okunu konu başlığının sayfasına getirip tıklayın, o sayfa açılsın. * Tekrar başa dönmek için Home tuşuna basın. İÇİNDEKİLER: SUNUŞ...3

2 2 GİRİŞ...4 OSMANAĞAGİLİN SOY AĞACI...5 MUHACİRLİK DÖNEMİ:...8 YENİ BİR HAYATIN BAŞLANGICI: YAZARIN ÇOCUKLUK DÖNEMİ Babamın Eğitmenlik Dönemi: Çekilen Ekonomik Sıkıntılar: Mekanik Araçlar: Tarımda Araç Ve Gereç Üretimi: DÖNEMİ: İlkbahar Neşesi: Çocuk Oyuncak Ve Gereçleri: Yaz Ayları Uğraşıları: (1 ). Dalahet şenlikleri: (2 ). Yayla evlerinde yaşam:( X ) (3 ). Tarımsal faaliyetler: (4 ). Poşalarla tanışma Sonbahar Ve Kış Ayları Uğraşıları: Ev Yönetiminde Kadın Hizmetleri: Yoksulluk Yılları: Köy Yaşamının Cazip Yönleri: İlkokul Yılları: Kuraklık İle Mücadele: Köye Yeni Bir Okul Yaptırılması: İlkokuldan Mezuniyet: YAKIN MAHALLE KOMŞULARI O DÖNEMİNDE BEREKET KÖYÜNE HİZMET VERENLER (X ) DÖNEMİ: Ortaokul Günleri: Lise Günleri: DÖNEMİ: Üniversiteye Giriş Hazırlıkları: İlâhiyat Fakültesine Kayıt Yaptırma: Askeri Öğrenciliğe Geçiş:... 76

3 3 SONUÇ: SUNUŞ İnsan yaşlanınca, bir taraftan gücü kuvveti azalıyor diğer taraftan da düşüncelerinde, çocukluk günlerinin geçtiği yörelere dönük anıları hatırlayarak yaşamak istiyor. 30 yıllık görev süresi Adapazarı, Ankara, Tatvan, Sarıkamış, Kıbrıs ve İzmir de geçti. Her birinde iz bırakacak cinsten değişik hatıralarım oldu. Ancak - inanınız diğerleri değil - bu yaştaki hayalimi, köyüme dönük yaşantılarım şekillendiriyor. Yeğenim Kağan GÜNVER benden soyumuzda geçmiş atalarımızı tanımak isteğinde bulundu. Diğer yeğenim Hülya KARA da Dayı, hayatını konu alacak bir kitap yazar mısınız? diyerek geçmişi öğrenmek istedi. Ayrıca internet ortamında Bereket köyü sitesinde anılar yazılsın diye bir sayfa eklenerek halkımızla iletişim kurulmak istenmişti. İşte bu istekler, kitabın hazırlanmasında itici güç oldular. Fırsat buldukça internette Bereket köyü sitesini ziyaret edip olup bitenleri öğrenmeye çalışırım. Köyün tanıtımında güzel manzaralı fotoğraflar yerleştirilmiş. Kitat şenliklerine ilişkin fotoğrafta ise, etrafında köyümün güzel insanlarının yer aldığı açılmış bir afiş görülmekte Giysilerine dikkat ettim, şehir insanından hiçbir farkları kalmamış. Benim çocukluk zamanındaki şal pantolonun yerini kot pantolonu almış; genç bayanlar güneşten korunmak için yazma yerine hasır şapka kullanmaya başlamışlar. Dağ başında afişli gösteri de neyin işareti! Görmeyeli uzun zaman oldu; meğer köyümün insanı büyük bir değişim geçirmiş. İşte bu değişimler ve gelecek nesillere tanıtım olmak üzere (köyümle irtibatlı bulunduğum dönemini kapsayacak şekilde) anılarımı kitaplaştırmak istedim. Umarım bu vesileyle meraklı hemşerilerimin kendi hatıralarını da tazelemiş olurum. Ayrıca o dönemde yaşamış insanlarımızın ne denli zorlukları aşmada gösterdikleri sabır ve gayretlerini dile getirmeye çalıştım. Tanıtımda, o dönemde kullanılan isim ve kelimelerin şive farkı gidermeden olduğu gibi yazılmasına özen gösterdim. Kişi ve aileleri lakabı ile tanıtmaya çalıştım. Bu davranışla hiçbir kimseyi küçültmek, aşağılamak

4 4 ve üzmek gibi bir niyet içerisinde değilim. Amacım isim benzerliği sebebiyle yanlış anlamayı önlemektir. Herkese karşı saygım büyüktür. Şunu da hatırlatmada yarar vardır: Dinimiz kötü lakapla çağırmayı yasaklamıştır. Yapanlar günah kazanmış olurlar. Nitekim Kur an-ı Kerim de: Birbirinizi karalamayın, birbirinizi (kötü) lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir namdır! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir (49. Hucurat Sûr/11) buyrulmuştur. Ne anlama geldiği bilinmeyen veya küçümsemek amaçlı bazı lakaplar, karşılıklı sohbet veya kişilerin tanıtımında maalesef kullanılmaya devam edilmektedir. Meselâ, tizirik (İzzet), modi (Mustafa), suret (Mustafa), konti (Rüstem), sırımlı (Rüstem), kaçık (Hüseyin) gibi Böyle lakaplarla yapılan hitap hiç de kişinin hoşuna gitmeyecektir. Oysaki bunun yerine memleket veya sülâle isimleriyle yapılan hitaplar kişi üzerinde hoşnutluk yaratır. Örneğin, Hot lu Hasan (Yılmaz), Ünyeli Hasan, Başağa (Hafız), Molla Tacı, Kaim Çavuş gibi Köyümü görmeyeli 40 seneye yakın zaman geçti. Üstelik ikamet ettiğim bölgede köyümden kimse de bulunmamakta. Bu nedenle bazı isimleri hatırlamada hayli zorlandığımı söylemeliyim. Ne var ki, yardımıma kız kardeşim Hicriye yetişti ve özellikle komşu aile bireylerini hatırlatarak bu kitabın tamamlanmasına büyük katkı sağladı. GİRİŞ 1950 yıllarında olacaktı, dedem (Emin GÜNVER=1877:1954) den geçmişteki sülalemizi sordum; bildiklerini anlattı. Hatırımda kaldığı kadarıyla, dedemin dedesi Osman Ağa, tahmini 1860 lı yıllarda Gürcistan ın Ahıska Türk bölgesinden göç ederek Kılarcet e (Bereket köyüne) yerleşmiş. Ahıska dan iki kardeş iki aile olarak yola çıkmışlar, biri İşkinar (Ekşinar) da mülk edinip burada kalmış. Osman ağa ise Kılarcet te bir çiftlik arazisi edinip yaşamını burada devam ettirmiş. Anlaşıldığı kadarıyla Osman ağa ve sülalesi ticaretle uğraşıp hayli zengin olmuşlar. Çünkü Kılarcet te edindiği arazi genelde bir çiftlik arazisi görünümünde,

5 5 yani çayır ve tarlalar hepsi bir arada bulunuyor. Rivayet edilir ki, gelirken atın heybeleri altınla dolu imiş; paraya acımadan bastırıp beğendiği mülkü satın alıp araziyi çiftlik haline dönüştürmüş. Osman ağa Ahıska da hayvan alım satım işleriyle uğraşmış; yani celepçilik yapmış. Bu mesleğini Kılarcet te de devam ettirmiş. Topladığı büyükbaş hayvanları belirli süre beslemiş ve semizleşince de satmış. Bu maksatta Büyük dağ da köyün otlak arazisinden ayrı olarak bir otlak yeri edinmiş. (Yine 1950 li yıllarında olacaktı, öküzlere tuz yalatmak maksadıyla Büyük dağ a gittiğimde söz konusu otlağı da yerinde gördüm. Çobanların kulübe duvar taşları dahi halen duruyordu.) OSMANAĞAGİLİN SOY AĞACI

6 6 Emine Hüsnü Emine

7 7 Şemada da görüldüğü gibi Osman ağanın iki erkek ve iki kız çocuğu olur. Erkek çocukların birisinin ismi Hasan, diğerinin Süleyman dır. Hasan ın Gülsüm adında bir kızı dünyaya gelir. Gülsüm de Hasan Demirkan la evlenip Kaim ve Saliser adında iki çocuğu olur. Kaim in de Sultan la evliliği sonrası Gürsel, Nürsel, Halise, Naim ve Fatma adında beş çocuğu olur. Osman ağanın diğer oğlu Süleyman ise dedemin babasıdır. Nesime hanımla evlenir. Dedem dünyaya gelmeden altı ay önce genç yaş da iken vefat eder. Süleyman ında üç kızı bir oğlu olur. Kızların biri Sebahat, Cola da (Sakarya Köyü mahallesi) Recep efendi ile evlenir. Bu evlilikten Adem, Şaban, Osman, Hediye, Fadime ve Mesüde adında altı çocukları olur. Bunların da evlilik sonucu; (*Adem Gültekin+Dilfaz=Recep, Ulviye, Cevat, Nihat *Şaban Gültekin+Hamide= Osman, Cemalettin *Osman Gültekin+Gülfar=Aynur, Ayten, Mesüde, Zehra *Fadime+Yusuf Çiftçi=Lütfiye, Zekiye, Saniye, Müzeyyen, Türkan, Lütfi *Hediye + Mustafa Genç =( Çocuk yok) *Mesüde + Yakup Altunel= Sebahat, Hediye, Ayşe, Nazım, Kâzım) çocukları olur. Süleyman ın diğer kızı Nazife den de bir erkek (Ali Öztürk) ve iki kız (Emine ve Tüntül) dünyaya gelir. Ali, Selime ile evlenip İsmail ve Mustafa adında iki çocukları olur. Emine de (Aşık) Adem Şentürk ile evlenir. Bunların da Hüsnü adında erkek çocukları olur. Sülâlenin yeni fertleri çoğaldıkça o güzelim çiftlik arazisi de bölüne bölüne küçülür. (Benim çocukluk döneminde araziden üç ayrı aile geçimlerini sağlamaktaydı: 1- Emin Günver, 2-Gülsüm Demirkan, 3-Ali Öztürk Doğmadan yetim kalan dedem (Emin Günver=1877:1954) annesinin himayesinde büyür. Yaptığı ilk evlilik maalesef mutsuzlukla sonuçlanır. Çünkü nenemiz henüz gençliğin baharını yaşamadan vefat eder. Dedem bu defa Sagara (Sakarya) köyünden nenem Senem=(1877:1966) ile ikinci evliliğini gerçekleştirir. Bu evlilikten Selime, Sebriye(Sabriye),

8 8 Sediye(Sadiye) isminde üç kız ve Osman adında bir erkek çocukları olur. Bunların da: *Selime, Behlül Saraç ile evlenip = Saniye, Ahmet, Fadime, Hayri, Önser, Tüncer adında altı çocukları olur. *Sebriye(Sabriye=1904:1986), Ali Özkan ile evlenip= Lütfiye, Ahmet, Şaziye, İclel, Nahide adında beş çocukları olur. *Osman Günver(1913:1983), Şahsiye(Şazibe=1915:1991) ile evlenip= Süleyman, Hicriye(Hecriye), Naziye, Metin adında dört çocukları olur. Bunların evlilikleriyle de yeni nesil; *Süleyman+Hatice=Gonca, Gülcan, Şule Gülgün *Hicriye+ Zeki Kocareisoğlu= Şanver, Bülent, Ergun, Filiz *Naziye+ Rifat Demirci= Hülya, Sema, Demircan, Turgay *Metin+ Türkan= Kağan, Uğur) olarak çoğalır. *Sediye(Sadiye=1915:1978)+ Molla Erdem= Bekir Tekrar başa dönersek, dedem ve nenem hayatlarını köy yaşamının verdiği gönül hoşluğu içerisinde mutlu olarak sürdürürken kendilerini aniden beklenmeyen büyük bir sıkıntının içinde bulurlar. MUHACİRLİK DÖNEMİ: Evet, 1914 Birinci Dünya Savaşı başlamıştır. Bir sonbahar günü bakarlar Ardanuç un değişik yörelerinden bazı halk grupları göç ediyorlar. Merakla niçin ve nedenleri sorduklarında savaş başlamış, Ruslar gelip buraları işgal edecekmiş! şeklinde bilgi edinirler. Sıkıntı ve üzüntüleri kat kat artar. Onlar da istemeseler de toplum psikolojisinin etkisinde kalırlar. Kış için hazırladıkları meyve ve zahireyi kilerlerinde bırakıp hayvanlarını da yanlarına alarak Hot a (Madenler köyüne) göçerler. Babam Osman (Günver=1913:1983) henüz iki yaşındadır. Bibim (halam) Sediye(Sadiye=1915:1978) ise ondan daha küçük, henüz uzun yol yürüme aşamasına gelmemişler, ancak ablalarının sırtında taşınırlar. Kışı burada zor şartlar altında geçirirler. Ekmek ihtiyacı belirince gizlice tekrar Kılarcet e gelip sırtlarında ekin, un götürürler İlkbaharla beraber Çoruh

9 9 nehir yatağını takiben göç ederler. Bu sırada dedemin annesi Nesime ninemiz vefat eder; sıkıntı ve üzüntüleri kat tat artar. Hem kendi yiyecekleri hem de hayvanların yiyeceği aşılması zor sorun olur başlarına. Bu nedenle hayvanları kesip kesip yemek zorunda kalırlar. Yol yok iz yok; yatak yorgan ve birkaç kap kaçaklarını öküzlerin sırtında taşırlar. Çoruh nehrini takiben yolculuğun ilk durağı Tokat olur. Artık içlerinde Rusların korkusu kalmamıştır. Korkusuz bir nefes alma rahatlılığına kavuşurlar. Aile altı kişidir; bunların yemek ve barınma ihtiyaçları nasıl karşılanacaktır? Dedem ve nenen kolları sıvar gündelikçi olarak çalışmaya başlarlar. Ne var ki kötü talih arkalarını bırakmaz. Bu defa, Asker Alma Teşkilâtı nın genç erkekleri yakalayıp cepheye gönderdiklerine şahit olurlar. Dedemi de askere alırlar diye günleri korku ve tedirginlik içinde geçer. Göçün ikinci durağı Amasya olur; bir süre burada kaldıktan sonra Merzifon a geçerler. Uzun süre burada kalırlar. İlk çocukları Selime artık büyümüş ve gelinlik çağına gelmiştir. Sahre (Ovacık) köyünden Behlül adında bir gençle evlendirirler Bolşevik ihtilâlı sonucu Rusya da rejim değişikliğine gidilir. Dolayısıyla doğudaki Rus kuvvetleri nispeten geri çekilirken yerlerini Gürcü ve Ermeni milislerine bırakırlar. Bu fırsatı değerlendiren Doğu Cephesi (15 inci Kolordu) Komutanı Kazım (Karabekir) paşa, Eylül-1920'de taarruza geçip Misak-ı Milli sınırları içinde olan Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin, Batum ve Iğdır'ı alıp Gümrü'yü de işgal eder. Ermenilerle 3 Aralık 1920 Gümrü Antlaşması imzalanır. Fakat bir gün sonra Ermenistan ın Sovyetler Birliği yönetimine katılması sonucu Gümrü Antlaşması yürürlüğe girmez. Bunun yerine Moskova ve Kars Antlaşmaları yapılarak barışa geçilir. Bu sevindirici haber Artvin göçmenlerini bu defa dönüş hazırlıklarına başlatır. Dönüş güzergâhı, Merzifon- Samsun arası yürüyerek, Samsun- Batum arası gemi ile Batum- Ardanuç arası ise yine yürüyerek kat edilecektir. Yorgunluk, açlık, sıkıntı, hastalık hepsi bir arada kaderlerini oluşturur. Bu nedenle konaklama yerlerinde hem çalışıp ekmek parası elde ederken sözde dinlenmelerini sağlarlar. Nihayet hasretini çektikleri Kılarcet köyüne ulaşıp altı yıllık muhacirlik serüveni de böylece sonuçlanır.

10 10 YENİ BİR HAYATIN BAŞLANGICI: İyi de bundan sonraki yaşamlarını nasıl sürdürecekler? Barınacak bir yuva, yiyecek ekmek ve iş gördürülecek hayvana şiddetle ihtiyaçları vardır. Önceki evleri bakımsızlıktan viraneye dönüşmüştür. Giyim- kuşam, yatak- yorgan, kap-kaçak, yiyecek- aş gibi günlük zorunlu ihtiyaçların karşılanmasında ne kadar sıkıntı çektiklerini düşünün! Yaşam mücadelesinde işe sıfırdan başlamış olan aile için bütün bunlar aşılması zor sorun olarak karşılarında duruyor. Ama, başarmışlar! Nasıl mı? Sağlam bir iman gücü ile Allah a güvenip O nun yardımını dileyerek! Nitekim Rabbimiz de şöyle buyuruyor: Şüphesiz Rabbin, dilediğine rızkı bol bol verir ve (dilediğine) kısar. Çünkü O, gerçekten kullarından haberdardır ve onları görmektedir(17 İsra Sûr/30) Elbette, gayret gösterip çalışmak koşulu ile! Birinci Dünya Savaşı döneminde bazı aileler köyü terk etmez, bir bölümü de erken dönüş yaparlar. Bunlar kolayına geldiği tarlaları ekip biçerler. Bu arada dedeme ait bazı tarlaları da işlemişler. Köye döndüklerinde yardım severlik duyguları ön plana çıkar ve hububatın bir miktarını tarla sahibi dedeme verirler. Böylece bir yıllık ekmek ihtiyaçları karşılanmış olur. Peki, yaşamı destekleyen diğer ihtiyaçlar ne olacak? Zaman içerisinde öküz- inek gibi hayvanlarını da tedarik ederler. Bu süreçte Sebriye(Sabriye=1904:1986) bibime de talip çıkar. Komşulardan Ali (Özkan) ile evlendirilir. Şimdi karşılarında oturacak bina ihtiyacı vardır. Bu maksatla altı ahor (ahır), üstü dört oda bir apteshane ( tuvalet) olacak şekilde ahşap bir bina yapmaya kalkışırlar. Fakat güçleri ancak ahır ve tuvalet ile iki odasını yapmaya imkân tanır. Hatta odaların iç yüzeyleri beyaz killi toprak ile sıvalı, dış cepheleri ise biri sıvalı diğeri sıvasız çakaturalı yani, iki parmak eninde aralıklı çakılmış tahta-çıta- aksamın araları çamurla doldurulmuş bir düzenleme yapabilmişler. (1954 yılında olacaktı. Evimiz hayli eskimiş ve tehlike oluşturmaya başlamıştı. Bu defa üç tarafı taş duvar örülü ve üç odalı yeni bir ev yaptırıldı. Evin çatısı ise saç tabakalarla örtüldü. Bu uygulama sonradan köy halkına da örnek oldu.)

11 11 Böyle olumsuzluklara rağmen 1926 yılında köyde ilkokul açılır. Lise öğrenimden terk, Ali Rıza adında bir genç öğretmen olarak atanır. Tedrisat Arapça harflerle yapılmaktadır. Babam da (Osman Günver=1913:1983) 15 yaşında olduğu halde derslere katılır. Genç öğretmen, fantezi olsun diye öğrencilerine Fransızca öğretmeye kalkar. Az da olsa bazı isteklerini dile getirecek kadar yeni kelimeler öğrenirler. 1 Kasım 1928 tarihinde harf devrimi yapılınca okuma-yazma seferberliği de başlar. Fakat Türkçe yeni harflerle okuma yazmayı öğretecek elamana ihtiyaç duyulur. Bu maksatla Artvin de sınav açılır. Babam da, (Fransızcadan dolayı) daha önce öğrendiği Latin harfleri Türkçe kelimelere uygulamasını başarıp imtihanı kazanır ve Hezor (Hızarlı) köyüne okumayazma öğreticisi olarak atanır. Daha sonraki yıllarda Müker (Tepedüzü) köyünde görevini sürdürür. Bir akrabanın (Âdem Göksel) girişimiyle Diyagarmuş (Karlı) köyünde, anam Şahsiye yi(şazibe=1915: 1991)görerek beğenir. Anam geçmişe dönük hatıralarında şu olaya yer verip gözyaşlarını tutamazdı: Anası, yani nenemiz çok hastadır. Buna rağmen ev halkı ondan danaları otlağa götürmesini ister. Fakat o anasının başından ayrılmak istemez. Israr üzerine huzursuz olarak danaları alır otlağa doğru yola çıkar, ancak yarı yolda dizlerinin bağı çözülür ve olduğu yere yığılır; içinden bir ses kendisine artık anasının bu dünyada olmadığını söyler. Hayvanları orada bırakır geri döner, gerçekten de anası bu dünyadan ayrılmıştır." Artık hayata bağlayan son destekçisini de kaybetmiştir. Böylece içinde ana-babadan yetim kalmanın burukluğunu yaşarken kader önüne yeni bir yaşam fırsatını çıkarır. Evet, anlaşma olur ve babamla annem evlenirken, babamın kız kardeşi bibim (halam) Sadiye (1915:1978) de dayım Molla Bek (Erdem) ile nikâhlanır. Böylece karşılıklı dünürlüğün verdiği rahat ve mutluluk yaşanır.

12 12 YAZARIN ÇOCUKLUK DÖNEMİ (Fotoğrafta, dedem Emin, nenem Senem, babam Osman, annem Şahsiye ben Süleyman ve kız kardeşim Hicriye görülmektedir - Mayıs 1939) Ben, 1933 yılında dünyaya gelmişim. Dedem, torunum askere geç gitsin de ezilmesin diye nüfusa kaydımı 22 Eylül 1935 olarak yazdırmış. (Kadere bak, 1,5 yıllık askerlik görevinden sakınırken 30 yıl süreyle asker olmuşum!) Dedem ve nenemin şefkati altında büyümüşüm. Sonradan öğrendiğime göre nenem beni sırtına alıp bir saat ötedeki Ovacık Köyündeki Selime bibime götürüp getirirken Nene bu tarla kimin? Bu çayır kimin? şeklinde devamlı soru sormuşum; O da cevap vermekten bıkıp Ola oğul sen ne yapacaksın kimin olduğunu, daha önce söylemiştim ya! dermiş. Ve bundan dolayı benim adımı sorgu- sual melaikesi koymuştu. Dedem de dost ve tanıdık ziyaretlerinde kendisine ikram edilen meyve ve yiyecekleri yemez bana getirirdi. Dışarıdan gelişinde gözlerim, bir şey getirdi mi? diye hep ceplerinde olurdu.

13 13 Her insanda olduğu gibi benim de geriye dönük hatırlamam ancak 1938 e kadar gider. Bu tarih önemli olduğu için belleğimde yer etmiş olmalı! Bir sonbahar günüydü, üzerimde kalın Amerikan bezinden elde dikilmiş uzun don bulunuyordu. Nenemle beraber ayni mahalledeki Sebriye bibime (halama) gittik. Dışarıda puslu bir hava vardı. Nenemle bibim hüzünlü olarak kendi aralarında Mustafa Kemal Paşa ölmüş diye konuşuyorlardı. Bunların hüzünleri bir daha unutulmamak üzere hafızama kaydedilmiş. O tarih, 1938 Kasım ayının ikinci haftası olsa gerek. Benim doğumumdan kısa süre sonra babam askere gider. Babamı borazancı yaparlar. Yani askerin içtima (toplanma), eğitim, istirahat, yemek yeme ile yatma ve kalkma gibi emirle yapılacak işler borazan çaldırılarak ifa edilirmiş. İzinli olarak köye gelmiş fakat çok küçük yaşta olduğum için hatırlamıyorum. Yine, 1938 de dünyaya gelen kız kardeşim Hecriye nin doğumu da hatırımda değil. Babamın Eğitmenlik Dönemi: Öğrendiğime göre, 1937 yılında eğitim seferberliği kapsamında Kars ın Cılavuz beldesinde sonradan 'Köy Enstitüsü olacak tesislerinde Eğitmen Okulu açılır. Öğrencilere 3 ay süreli Eğitmenlik kursu verilir. Bir müddet sonra köyden babamla beraber Ali Öztürk emmi (amca) ile Feyzullah Acar emmi (amca) da katılır. Kurs bitiminde kendilerine çalışacakları köylerde halka örnek olmaları yönünden tarımda kullanılacak demir aksamlı pulluk ve marangoz alet-edevatı verilir. Babam eve döndüğünde, üzerinde kalın kumaştan dikili kahve renkli elbisesi vardı. Bana da, ayağıma iskarpin ve üzerime bahriye eri üniformalı elbise almıştı. Elbiseyi bana giydirdiler. İki odanın arasındaki koridorda babam beni tutup sevmek için havaya kaldırdı, diğer ifadeyle hoplamasına aldı. Fakat benim naz ve mızmızlığım tuttu. Yere indirirken ayağımdaki kundura ceketin yan cebine takılarak sökülmesine sebep oldu. Şakayla karışık popoma bir tokat yiyerek yanından uzaklaştım.

14 14 Dedem ve nenemin aşırı sevgileri beni oldukça şımartmış olacak ki, söz dinlemez olmuşum. Evin çatısına çıkar hem horozları kovalar ve hem de Tiryan! Tiryan! diye bağırdığımı hatırlıyorum. Ne anlama geldiğini ne ben ne de ev halkı bilmezdik. Ortaokulda ve Lisede Fransızca ve İngilizce derslerine başlayınca nenem, Ola oğul! Çocukken tiryan diye bağırırdın, ne olduğunu öğrenebildin mi bari? diye sordu. Hayır! Fakat ona yakın bir isim öğrendim: O da, Arnavutluk un başkenti Tiran diye cevapladım. Evde yaramazlık yapınca annem, Kahriman hortolozlarını bırakmış, geliyorlar, bağırma ki bize gelmesinler! diyerek beni korkuturdu. Kahriman, Tikmanet mahallesinde bir komşunun adı idi. Hortolozu, karanlık ortamda dolaşan ve siyah pelerinli hayali bir varlık olarak algılardım. Öyle ki korkumdan geceleri dışarı dahi çıkamazdım. Daha sonraki yıllarda ölülerden korkar, özellikle geceleri mezarlıkların yanından geçemezdim. Babamın önce Örtiz (Örtülü) sonra Bereket Köyüne, Feyzullah emminin (amcanın) Sahre (Ovacık) Köyüne ve Ali emminin (amcanın) da tayini Varthel (Meşe) Köyüne çıktı. Kursta edindikleri bilgi ve becerileriyle genelde ilkokulun birinci sınıfına, öğretmen atanmadığı takdirde üçüncü sınıfa kadar eğitmenlik yapacaklardı. Babam devamlı olarak birinci sınıf öğrencilerini yetiştirdi. Aylık ücreti ise 5 lira idi. O dönemde maaşlar aslı maaş esasına göre, yani hizmet ve tahsiline göre 5-60 lira arasında ödenirdi. Demek ki en üst derecedeki memurun aylık maaşı 60 lira kadarmış. Çekilen Ekonomik Sıkıntılar: Ülke birbirini takip eden (Balkan harbi, Birinci Dünya harbi, İstiklâl harbi ve İkinci Dünya harbi gibi) savaşlar geçirip yoksul, harap ve bitap düşmüştü. Her ne kadar İkinci Dünya savaşına fiili olarak katılmamış isek de ekonomik yönden ülke büyük yıkım altında kalmıştı. Özellikle köy yaşamında halkın nakit para kaynakları kısıtlı olup hayvan satımı ve tütün yetiştiriciliğinden ibaretti. Hububat satımı pek olmazdı. Hot ve Hezor lu komşular, meyve, zeytin ve zeytinyağı getirip karşılığında arpa- buğdayla

15 15 takas yaparlardı. Bir de kışın Ardahan ve Göle den bazı kişiler gelip para karşılığı pekmez, pestil, dut ve erik kurusu, ceviz alırlardı. Ancak böylece köye para girişi olurdu. Fukaralığın kol gezdiği ortamda babamın aldığı 5 liralık ücret büyük bir nimet sayılmıştı. Peki, para nerelerde kullanılırdı? Gazyağı, mum, sabun, şeker, çay, kibrit, çapula (yemeni), bez, pamuklu dokuma ve kadın giyecekleri gibi temel ihtiyaçların giderilmesinde. Çapula (ayakkabı)yı herkes ancak özel günlerde giyebilirdi. Genelde erkekler çalışırken kurban derilerinden yaptıkları üzerleri sırımlı (deri ip) çarıkları giyerlerdi li yıllardan itibaren de kamyon lastiğinden üretilmiş lastik ayakkabı giyilmeye başlandı. Ne var ki, yün çorapla dahi ayaklarımızı yara yapıp acı çektirirdi. Neden bu sıkıntılara katlanılırdı? Çünkü para yokluğu bunu zorunlu kılmaktaydı. O zaman erkek-kadın iç çamaşırları hazır alınmaz, Sümerbank üretimi patiska ve pazen veya Amerikan bezi dokumalar satın alınıp elde dikilerek giyilirdi. Erkeklerin dış urbaları (giysileri) ise şal dokumadan yapılırdı. Siyah koyunyünleri yıkanıp demir taraktan geçirildikten sonra bükülerek iplik yapılırdı. Tezgâhlarda dokunur, sıcak suda ayakla tepildikten sonra şal dokuma halini alınca terziye götürülüp pantolon-ceket (astarsız) diktirilirdi. Genelde, şehirde görevli memurlar dışında kimsenin sırtında fabrika mamulü kumaştan yapılı urba görülmezdi. Bizim evde de Dokuma tezgâhı vardı. Genelde sonbahar ve kış aylarında nenem ve anam satın alınan koyunyünlerinin beyazını değişik renklere boyayıp tezgâhta dokurlardı. İhtiyaca göre ya cecim (sergi) veya çuval yapılırdı. O dönemde halı- kilim yoktu; misafir ağırlamalar cecim ve minderler üzerinde yapılırdı. Koyun yününün siyah olanından da şal dokurlardı. Ayrıca bazı aileler eskimiş urbalarını atmaz, bunları çaput kilim dokumada kullanırlardı. Peki, keçi kılından nasıl yararlanırdı? Kızakla ot, arpa- buğday sapı, kışlık odun gibi ihtiyaç maddelerini taşırken, bunları sarıp dökülmesini önlemek için uzun urgana ihtiyaç duyulurdu. Urgan ise keçi kılı veya kendir(kenevir) bitkisinin gövdesinden çıkarılan iplikler bükülerek yapılırdı. Bu nedenle hayli sert olan urgan köy yaşamı için en çok aranan bir malzeme idi. Genelde her ailenin birer urganı bulunurdu.

16 16 Anamın gençlik yıllarında idi; ipek böceği yetiştirmesine heves etti. Ziraat Müdürlüğünden alınan ipekböceği tohumlarının ılık ortamda tırtıl olmasını sağladı. Onları her gün önce çinçar (ısırgan otu) yaprağı, daha sonra da dut yaprağı yedirerek büyüttü. Sonra da kozalardan ipek ipliği elde edip tezgâhta dokudu. Elde ettiği ipekli dokumadan da bir adet yatak örtüsü ile bana ve babama birer gömlek dikti. Mekanik Araçlar: Yine o dönemde köy hayatında yaşamı kolaylaştıracak teknoloji ürünü mekanik alet ve edevata pek rastlanmazdı. Olanlar da, bildiğim kadarıyla un değirmeni,el değirmeni, harman makinesi, süt makinesi, saç kesme makinesi, dikiş makinesi, dokuma tezgâhı, Tak-tak ve Çalar Saat dan ibaretti. Dadurgil de Mustafa emminin (amcanın), Tikmanet te Abdurrahman Ağanın, Medetgiller in yakınında da Tayyip Bozkurt un olmak üzere üç adet un değirmeni vardı. Ancak İlkbahar aylarında karlar eriyip dere suları çoğalınca çalışırlardı. Diğer zamanlarda ise, ya Sahre deki veya Aravet deki değirmenlerden istifade edilirdi. Ha! Değirmenin görevi sadece tahılı un yapmakla sınırlı değildi. Anneler gözü şaşı bebeklerini, şimdiki gibi doktora değil, değirmene götürüp su çarkına baktırırlardı. Su çarkının çalışması bebeğin ilgisini çekip iki gözü ile dikkatle bakmasını sağlardı. Birkaç kez tekrar edilen bu uygulama sonucu şaşılık düzelirdi. El değirmeni, birçok ailenin sahip olduğu, iki yuvarlak taş kitlesinden oluşan bir aletti. Genellikle bulgur ve kaya tuzu öğütülmesinde kullanılırdı. Salihağa mahallesinde harman makinesi Mollagilin, süt makinesi de Beycan usta ile Mahmutağagilin vardı; bedeli karşılığı kullanırdık. Dikiş makinesi de Şatirgilde Şefike yengenin oğlu Hilmi nin vardı; erkek dış urbaları burada dikilirdi. Kadın elbiseleri terzi tarafından değil, evde herkes kendi entarisini elde dikerdi. Dokuma tezgâhları ise bazı ailelerde olup genelde şal ve ipekli dokumalarda kullanılırdı. Hemen hemen her evde çalar saat vardı; fakat yine de sabahın habercisi horozlar olurdu. Adına Tak-tak dediğim düzeneği bugünkü nesil bilmeyebilir. Oldukça ilginç bir aletti. Şöyle ki; tahmini 50 cm uzunluğunda bir ağacın

17 17 bir ucu ovularak kepçe haline getirilir, diğer ucu tokmak yapılır ve ortası da delinerek çomak geçirilirdi. Daha sonra da yanlardaki destek sütun görevi görecek taşların üzerine yerleştirilirdi. Tokmağın alt düzeneğine boş teneke veya birkaç eskimiş at nalı takılırdı. Arktan su akarken önce kepçeyi doldurur ve aşağıya sarkmasını sağlar; bu defa kepçeden su boşalınca ağacın daha ağır olan tokmak kısmı alttaki tenekeye çarparak yüksek ses çıkarırdı. Bu düzenek mahallenin üst yerinde kurulmasına rağmen geceleri en aşağıdaki evlerden dahi duyulurdu. Peki, ne işe yarardı? Özellikle yaz aylarında geceleri lazut (mısır) yemek üzere tarlalara inen yabani domuz hayvanlarını korkutup uzaklaşmalarını sağlardı. Tarımda Araç Ve Gereç Üretimi: Babam dere kenarlarından kesip getirdiği ağaç çubuklarını kullanarak iki çeşit sepet örerdi. Biri, ince çubuklardan örülü sırt sepeti ki, bununla kışın hayvanlara ot- saman; diğeri de adına zar denen daha kalın çubuklardan örülen sepet ise, tarlalara ahpun (gübre) ile hasat sonrası mısır koçanları ve kabak taşımada kullanılırdı. Sırt sepeti ayrıca, yaz aylarında pekmez yaparken haşlanmış dutların preslenerek süzülmesi işleminde de kullanılırdı. Tarımda kullanılan ağaç aksamlı kızak, gem, boyunduruk, kirkal, tırmık, yaba, dirgen, çift (saban) ile balta ve kazma saplarını herkes kendisi üretirdi. Ancak demir aksamlarını Aslan Ustaya yaptırırlardı. Geçmişe dönük o günleri hatırlayınca, neden, basit olan tahta tekerlekli kızaklar yapıp kullanılmadığı konusuna bir türlü anlam veremiyorum. Köyün konumu meyilli, özellikle tarlalardan ekin sapları yokuş yukarı bu tür kızaklarla taşınsaydı, hem öküzler zorlanmayacak ve de her defasında daha fazla yük taşınabilecekti! O dönemlerde kimsenin evinde sandalye ve masa bulunmazdı. Genelde minderler üzerine oturulur arkaya konulan yastıklara yaslanılırdı. Bazı evlerde de divan işlevini gören sekiler vardı; üzerine minderler serilir, arkalarına kanaviçe işlemeli yastıklar konulurdu. Has misafirler bunlar üzerinde ağırlanılırdı.

18 DÖNEMİ: Her çocuğun olduğu gibi benim çocukluğumun ilk dönemleri de sorumsuz bir havada arkadaş ortamında eğlenerek geçti. Mahallede yeterli miktarda yaşıtlarım vardı. İlkbahar Neşesi: Nisan ayından itibaren karlar eriyince neşemiz artardı. En çok hoşuma giden de yerelması çıkarıp yemekti. Anam çayırları dolaşır, bazı otları toplar (Radika ve Madımak gibi) bulgur karışık bir tür yemek yaparak yerdik. Ne de olsa kış bahara kadar yeşil sebzeden mahrum kalmıştık. Sonra adına gımı denen bitkiden de turşu kurardı; çok lezzetli olurdu. Nisan ayının sonlarına doğru ekili tarlalardan adına pampara denen sütlü bitkiyi toplar iyice yıkandıktan sonra üzerine hafif tuz döküp yerdik, lezzetine doyum olmazdı. Daha sonraları oluştuğunda galo denen otun kökü ile yaprakları dikenli adını bilmediğim çiçekleri sarı, lahana gibi top baş bitkinin de gövde kabuklarını soyar sap kısmını yerdik; Havuç un tadına benzerdi. Arpa ve mısır ekimi için tarlalar çift (sapan) la sürülürken gözler açılan arklarda konti yi arardı. Konti, bir bitkinin kökünde oluşan yumru idi. Kabuğunu soyar içini yerdik; çok lezzetli olması nedeniyle aranır bir meyve idi. İlkbahar her yönüyle cana can katan bir mevsim olarak algılanır. Genelde kuzu ve danalar bu mevsimde doğarlar. Bu ne demektir? Bu, beslenmenin en kolay ve yararlı olanı, yani süt-yoğurt, peynir ve tereyağı gıdasına kavuşmak anlamına gelirdi. Vücudun protein ihtiyacı da böylece karşılanırdı. Nenem doğum sancısı başlayan inekleri kontrol altına alıp takip ederdi. Bir tür ebelik yapıp doğumu kolaylaştırırdı. Yeni doğan yavrunun göbek bağını kesip düğümledikten sonra annesinin önüne çekip yalamasına yardımcı olurdu. Diğer taraftan bir kova ılık suya arpa unu, kepek ve bayat ekmek karıştırarak yal yapardı. Böyle bir tedbir, sancı ve

19 19 zorlama sonucu bitap düşen ineğin eski canlılığına kavuşmasında oldukça yararlıydı. Kısa süre sonra da memelere süt gelirdi. Ancak ilk sağılan süt normal değil, adına ağız denilen koyu kıvamda kaymak şeklinde olurdu. Böyle olmasının asıl nedeni ise, Allah ın bir hikmeti olarak yeni doğmuş yavrunun mide ve bağırsak gibi iç organlarını bir tür yağlıyarak çalışmasına işlerlik kazandırmaktır. Çocuk Oyuncak Ve Gereçleri: İlkbaharın çocuklar nezdinde diğer bir beklentisi, uçurtma uçurma hevesidir. Babam çarşıdan özel kâğıt alıp üç adet tahta çıtayı daire olacak şekilde ortasından üst üste getirip iple tuttururdu. Sonra geniş ambalaj kâğıdını üzerinden geçirerek hamurla yapıştırırdı. Arkasına uzun bir kuyruk ekleyip bir ip yumağına bağladıktan sonra rüzgârlı havada uçururdu. Daha sonra da ip yumağını elime verip uçurtmaya yaptırdığım numaraları uzaktan seyrederdi. Yaşım gelişince artık uçurtmayı kendim yapıp yaşıtlarımla beraber uçururduk. Yine çocukluğumun ilk yıllarında ok atan bir düzeneğim vardı. Sözde tüfek görünümünde bir tahtaya yay işini görecek iki ucuna bağlı iplikten oluşan çubuk geçirilir ve ipliği gerer hedefe oku fırlatırdım. O zaman bu silâha Tatarok derdik. Bir defasında da babam beni sevindirmek için çarşıdan mantar tabancası almıştı. Gezdiğim yerlerde patlatıp heyecan duyardım yıllarında da tahta aksamlı tabanca yapmaya başladım. Tabanca mermisi boş kovanına 15 cm şemsiye demirinden üretilmiş namluyu monte ederek kendi tabancamı yaptım. Düğün ve eğlence yerlerinde namluya barut doldurup tetiği çekince patlardı. O dönemde yandan tetikli av tüfeği vardı; benim tasarlayıp yaptığım tabanca tıpkı buna benzerdi. Tetik düzeneği, özel lastikle mekanik bir hal almıştı. Elbette görenlerin takdir ve hayranlıkları bizleri de mutlu ederdi. Diğer bir oyuncağım şimdikilerin isimlendirdiği Rüzgârgülü idi. Halk arasında pırpır diye bilinirdi. 3 cm eninde, 30 cm uzunluğunda bir tahta parçasını meyilli olarak yontup ortasını deldikten sonra başka bir çubuk veya ağaca monte ederdik. Rüzgâr esince pırpırı çevirir ve biz çocuklar da bundan haz duyardık. Özelikle yaylaya çıkınca uzun sırıkların ucuna pırpırı takar ağılın çeperine sırığı bağlayıp dönmeye başlayınca bizlerin havasına

20 20 diyecek kalmazdı. Her ağılda dönen birer pırpır, gören gözler için hoş manzara oluştururdu. Siz hiç şuluppa adında bir oyuncak duydunuz mu? Mayıs ayında kuzu ve dana otlatmak üzere ardıçlı kırsala giderdik. Her erkek çocuğun elinde birer şuluppa bulunurdu. Şuluppa, 15 cm uzunluğunda özeği çıkarılmış bir ağacın gövde parçası idi. Ardıçın meyvesi ile bir deliği kapatıp diğer deliğine başka meyve koyarak hazırlanmış özel çubukla ittirilince pat diye ses çıkarırdı. Hele birbirimize hedef alıp atış yapmamız hayli eğlenceli olurdu. Diğer bir eğlencemiz çelik çomak oyunu idi. İlkbahar ve Sonbahar dönemlerinde çayırlarda hayvan otlatırken en çok başvurulan eğlenceydi. Bu maksatla kullanılmak üzere özel çomak (değnek) edinirdik. Erkek çocuklar arasında moda olan bir oyuncak da topaç çevirme idi. Ağaçlardan özenle yaptığımız topacın ucuna da kabara çakıp renklere boyardık. Bir sopanın ucuna bağlanan iple çevirmeye başlayınca uzun süre dönmesi devam edip bizleri coşkulu kılardı. Kış aylarında lapa lapa yağan karlar her tarafı beyaza bürüdüğünde köy halkını da evlerinde oturmaya zorlardı. Ama çocuklar böyle değildi. Güneşli günlerde kızağını alan erkek çocuklar meyilli arazide kızak kayma yarışı yaparlardı. Ayrıca atkuyruğu kıllarından yaptıkları tuzakla kuş avlarlardı. Kılları imlik yapıp iki ucunu monte ettikleri tahtanın da ağır olmasına dikkat ederlerdi. Çünkü tuzağa yakalanan kargalar tahtayı da beraberlerinde götürürlerdi. Böylece çocuklar kendilerine bir meşguliyet bulup günlerini gün etmenin zevkini yaşarlardı. Peki kız çocukları ne yapardı? Onlar da evlerde çupra yapıp oynarlardı. Çupra, kalem boyu bir çubuk üzerine renkli bezler sarılmış çocuk görünümlü oyuncaktı. Bu arada bir de yaptığım yaramazlıktan bahsedeyim: Tahminen 8-9 yaşlarında iken elime geçirdiğim piyade tüfeği boş kovanı ile evin duvar sıvası toprağı kazıtıp ağzım sulanarak yerdim. Kimse görmesin diye de oldukça sakınırdım. (Çocukken böyle şeyler olur; pek de önemli değil diye fazla üzerinde durmaya bilirsiniz. Oysaki durum hiç de böyle değil! Şöyle ki, emekli olup özgürlüğüme kavuşunca her sabah 5 km yürüyüş yapardım. Bir gün hızlı yürüyen arkadaşla yürüdük, fakat gücümde azalma, nefes darlığı, içime sıkıntı girmesi ve hâlsizlik gibi belirtiler oluştu.

21 21 Yapılan muayenede, kandaki demir oranı normalin altında çıktı. Verilen ilaçları kullanarak rahatsızlığı giderdim. Konuyu bir de internet üzerinden araştırdım: Meğersem çocuk toprak yerse, kansızlık rahatsızlığı var demektir. Dolayısıyla demir noksanlığı söz konusudur. Peki, demir ne işe yarar? Alyuvarlardaki hemoglobinin oluşmasını sağlar. Hemoglobin de, nefes aldığımızda kana karışan oksijeni hücrelere götürüp besinlerin yakılmasında rol oynar. Demek ki, hücrelere yeterli oksijen gitmediğinde yukarıda ifade edilen belirtiler baş gösterir. Sizlerin de başınıza gelebilir diye konuyu ayrıntılarıyla açıklamaya çalıştım.) Yaz Ayları Uğraşıları: (1 ). Dalâhet şenlikleri: Haziran ayının ilk haftasında öküzler çoban gözetiminde beslenmek üzere Dalâhet dağı otlağına çıkarılırdı. Bu maksatla renkli şenlik düzenlenir davul zurna eşliğinde oyunlar sergilenip pehlivan ve boğa güreşleri yapılırdı. Şenliğe civar köylerden katılanlar da olurdu. Ancak gözümüz Hezor dan (Hızarlı köyünden) gelenleri arardı. Çünkü gelenler turfanda kiraz ve dut getirip satarlardı. Böylece insanlarımız, dost ve tanıdıklarını tekrar görmekten; renk renk çiçeklerin oluşturduğu yamaçlardan esen serin ve çam kokulu hava esintisinin verdiği zindelikte turfanda meyve yemekten mutlu olurlardı. (2 ). Yayla evlerinde yaşam: Hatırladığıma göre, 1939 veya 1940 yıllarında olacaktı; ilk defa Dalâhet otlağında yayla evleri yapıldı. Genelde evler ağaç kullanılarak yapılmıştı. Takvime göre gün dönümü tabir edilen 20 Haziran a yakın tarihte yaylaya çıkılırdı. Tam da köyde dut ve kirazların olgunlaşma zamanına denk gelirdi. Yaylaya nenemle beraber ben çıkardım. Hem kuzu-dana çobanlığını yapar hem de yakacak odun toplardım. Yaylada bulunmanın özendirici yanı ise sakız toplayıp çiğnemekti. Sakız denince aklınıza Çam sakızı, çoban armağanı deyimindeki çam sakızı gelmesin!. Sözünü ettiğim

22 22 sakız çam ağacında değil, asıl adı Ladin olan ancak mahalli lisanda köknar diye isimlendirilen ağaçlarda oluşurdu. Ormanlık alanda dolaşırken gözlerimiz hep ladinler üzerinde olurdu. Bir de kır çileği toplayıp yemekti. Her hafta köye inip dut, vişne, erik, böğürtlen, salatalık ve taze sebze gibi yiyecekleri önce kendim yer sonra yaylaya taşırdım. Yaylanın serin havasında dut yemek ne kadar da lezzetli olurdu! Sığır ve koyunlar için özel çoban yoktu. Her gün ikişer kişi sırayla çobanlık yapardı. Yaşım ilerleyince bu görevi ben yapardım. Yayla evlerinde yaşam kendine özgü davranış ve tekdüze işlerden oluşurdu. Şöyle ki, sabahın ışıklarıyla beraber kalkıp inek ve koyunlar sağılır ve sütler süt makinesinden geçirildikten sonra elde edilen kaymak ayrı kapta, kaymağı alınmış süt ise ayrı kaplarda biriktirilirdi. Hayvanları çoban gözetiminde otlağa saldıktan sonra da ağılları temizleyip kuzu ve danalar otlağa götürülürdü. Akşamları da yine hayvanları sağıp sütü makinde ayrıştırıp bekleme kaplarına konulurdu. Biriken kaymak gün aralıklarda yayıkta sallaya sallaya yayıp tereyağı elde edilirdi. Arta kalan ayran da ateşte kaynatıp çuma (çökelek) yapılırdı. Süt makinesinde işlem görüp biriktirilen kaymaksız süte de maya katıp ateşte ısıtarak çeçil peynir elde edilirdi. Bu defa, 15 veya 20 gün süre ile biriktirilen çeçil peynirleri de küçük parçalara ayırıp içine çökelek katıp tuz ilâve ettikten sonra da toprak güveçlere (küp) doldurulup kışa hazırlık yapılırdı. Kış aylarında lahana dışında başka yeşil sebze bulunmadığından ilkbahara kadar katık olarak bu peynir yenirdi. Bazı aileler ise günlük sütlerini yoğurt yapıp biriktirirlerdi gün sonra ekşimiş yoğurdu yayıkta yayıp tereyağı, geriye kalan ayranı da ateşte ısıtıp lor peyniri elde ederlerdi. Lor denince çağrışım yapıp akla hemen, lor çorbası, diğer adıyla tutmaç aşı geliyor! Mayhoş olması, hem damak tadını ve hem de lezzetini artırıp anılarda yer ediyor. Burada bir ayrıntıya yer vermek istiyorum: Şimdilerde özellikle şehirlerdeki marketlerde gördüğümüz ve etiketinde tatlı lor- tuzlu lor diye yazılı olanlar bahsettiğim mayhoş tattaki lor değil çuma (çökelek türü ürünlerdir.

23 23 Biz çocuklar öğlene doğru sıcaklar bastırınca kuzu ve danaları önümüze katıp otlaktan yayla evlerine dönerdik. Sonra da hoçura ya (bir nevi tahterevalli) binerek eğlenirdik. Bugünkü nesil hoçuranın ne olduğunu nereden bilecek? Tahmini 12 Cm. çapında, 6 metre uzunluğunda bir ağacın ortasında burgu ile delik açılırdı. Yine aynı kalınlıkta ve 1,3 metre uzunluğunda başka bir ağacı kazık olarak yere çakıp diğer başı da burgu ile açılan deliğe girecek şekilde yontulup bir nevi ağaç çivi oluşturulurdu. Çivinin üzerine kömür ve yağ karışımı macun sürülüp diğer kalasın deliğine takınca hoçura hazır hale gelirdi. Kalasın iki ucuna karınları üstüne gelecek şekilde veya oturarak birer kişi binerdik. Dönmeye başlayınca yağlı kömür sebebiyle kağnı gibi inleyen ses çıkarırdı. Biz çocuklarda bundan haz duyardık! ( HOÇURA ) Güneşli günlerde yemyeşil dağ eteklerinde hayvan otlatmak insana neşe kaynağı olurdu. Hele dağ sırtlarına çıkınca ormanlık alandan hafif esen serin rüzgârların verdiği rahatlığa diyecek yoktu. Fakat yağmurlu günlerin verdiği kasvetli anlar ise bu rahatlığı silip süpürürdü. O dönemde her kişinin üzerinde ne bir yağmurluk ne de elinde şemsiye bulunurdu. Eğer, yağmura yakalanmış kişi, kendisini bir ağacın altında emniyete alamazsa sırılsıklam ıslanırdı; üstelik serin hava ve rüzgâr kemiklerini dahi üşütürdü insanın. (3 ). Tarımsal faaliyetler: Haziran ortalarından itibaren köyde hareketlilik başlardı. Önce köydeki, sonra mezradaki çayırlar tırpanla biçilir; arkasından sıra arpa tarlalarına gelirdi. Arpa tarlası genelde orakla biçildiği için hayli zahmetli geçerdi. Arpa tarlasında, adına bikri denilen dikenli bir bitki vardı.

24 24 Bikrinin dikenleri elimize batarken sivrisineklerin ısırması da cabası olurdu. Temmuz ayının her haftasında dutlar toplanıp pekmez veya pestil yapılır; bostanlar ile mısır ve tütün tarlaları sulanırdı. Ayrıca mısır ve tütün tarlaları çapalanarak yabancı otlardan temizlenirdi. Dutlar iyice tatlanınca elde edilen şıraya un çalarak pestil yapılırdı. Cevizi olanlar, ceviz içlerini iplere dizerek hazırlanmış pestil hamuruna daldırıp askılarda kurutulurlardı. O zaman biz onun adına kuma derdik. Şimdiki nesil ise ceviz sucuğu olarak ifade ederler. Bazı aileler değişiklik olsun diye erik pestil hamurunu kullanarak kuma yaparlardı. Fakat tadının mayhoş olması nedeniyle özellikle çocuk yaşta olanlar duttan yapılmış kumaları tercih ederlerdi. Temmuz un ortasından itibaren de buğdayların tırpanla biçimi başlardı. Ağustos deyince akla harman işleri gelmelidir. Kızaklarla tarladan çekilen ekin sapları harmanda yayılıp üzerinden gem gezdirilerek saman durumuna getirilirdi. Gem (düven), kalın tomruk iki metre uzunluğunda ve otuz santim eninde, burun kısmı yukarı kalkık olacak şekilde iki parça halinde yontulup daha sonra yan yana getirilerek tutturulurdu. Altına da yer yer keskin çakmaktaşı ile birkaç yerine de bıçak işlevini yapacak eski tırpanın ağız demiri çakılırdı. Gemin, yukarı kalkık olan burun kısmına bağlı ilâve bir düzenekle (kayış veya zincirle) iki öküzün koşulu olduğu boyundurukla çekmeleri sağlanırdı. Gemin üzerine elinde kürekli bir kişi biner ve öküzlerin harman sahasında dolaşıp sapların ufalmasına yardımcı olurdu. Gemdeki kişinin dikkati devamlı hayvanların üzerinde olup kakalarını elindeki küreğe yapmalarını sağlardı. Daha sonra saplar saman durumuna gelince harman makinesiyle savurarak ekinle samanın ayrışması sonlandırılırdı. Yine böyle harman zamanı idi. Haberim olmadan dedem ilçe (Kale) ye giden birisine para verip bisküvi ve kurabiye aldırmış, ben de harmanda gemin üzerinde iken getirip bana verdi. Çocukluk döneminde ilk defa kenarları tırtıklı bisküvi yeme şansını yakalamış oldum. İlk defa görüyor ve tadıyordum; yedikçe de lezzetine doyum olmuyordu. İnanın o lezzeti bir daha tadamadım desem, hiç de abartmış olmam.

25 25 Harman işinin en zor olanı, gece yağmur havası belirince uykulu bir vaziyette harmanın açık bölmesindeki sap veya samanı toplayıp örtülü bölmeye aktarma işleridir. Yayla dönüşü Eylül ayı ortalarında gerçekleşirdi. Nenem bir gün önceden kaymak karışımı hamurdan yaptığı yuvarlak gevreklileri (poğaçaları) hem bizlere hem de yolda rastladığı kişilere ikram ederdi; bu da yayla dönüşünün simgesi olurdu. Eylül ayından itibaren hasat edilen dut, erik ve armutlar bazı işlemlerden sonra kurutulurdu. Hem kışlık meyve ihtiyacını karşılarken fazlası da satılarak para kazanılırdı. (4 ).Poşalarla tanışma: Ağustos ve Eylül aylarında kılık kıyafeti ve konuşma üslubuna yabancı olduğumuz bazı misafirlerin ziyaretiyle karşılaşırdık. Halk arasında poşa (dilenci) olarak nitelenen misafir kadınlar kapı kapı dolaşıp hem dilenir ve hem de alış- veriş yaparlardı. Üzerlerine üç etek denen renkli elbise, alta da yine renkli pazenden yapılmış tuman giyerlerdi. Yani köy kadınlarına göre değişik kıyafette idiler. Sırtlarında davarcık, ellerinde uzun bir sopa ile dolaşırlardı. Erkekleri, ağaç çubuklarından ördükleri sepet ve ağaç kasnak üzerine deri ipliklerle dokudukları elekleri buğday karşılığında satarlardı. Sepet ve elekler ev kadınlarının her zaman ihtiyaç duydukları önemli malzemeler arasında sayılırdı. Örneğin, arpa- buğday elenip taş topraktan temizlenmesi elekle yapılırdı. Meyvelerin toplanıp taşınmasında sepet, kurutulmasında da sele kullanılırdı. Genelde bu malzemeleri poşalar üretirdi. Sonbahar Ve Kış Ayları Uğraşıları: Eylül ayının ortasından itibaren de lazutlar (mısırlar) kesilip harmana taşınır ve sonra da koçanlarından çıkarılıp kurutulurdu. Bazı aileler de mısırları az miktardaki koçanlarla birbirine bağlayarak hevenk yapıp

26 26 yüksek yerlere asarlardı. Böylece güzel görünümlü manzara oluştururken diğer taraftan küflenmeden uzun süre saklanması da kolaylaşırdı. Tütün yetiştirmiş olanlar da olgunlaşmış yaprakları kırıp iplere dizdikten sonra sergenlerde kurumaya bırakılırlardı. Bundan sonra da neker hazırlığı başlardı. Kırlarda ki pelit (meşe- palamut) ağacının dalları dehre (tahra) ile kesilerek neker yapılırdı. Dehre, bağ bıçağı gibi çengel şeklinde eğik ağızlı ve kısa saplı olduğu için sağ elle dalları kolayca kendine çekip kesen bir edevat idi. Neker ise, yaprakları yeşil iken kesilip kurutulan pelit dallarına denirdi. Peki, ne işe yarardı? Kışın hayvanların beslenmesinde yaprakları, ısınmada da kuru dalları kullanılırdı. Hayvanlar, kuru da olsa yeşil yaprağı büyük bir iştahla yerlerdi. Neker hazırlığının en zor yanı Ramazan ayına denk gelmesi idi. Neden mi? Çünkü pelit dalları kesilirken çıkardığı koku müthiş ağız kuruluğu ve susuzluk yapardı. Öyle ki oruçlu insan için büyük sabır gerektiren bir hal alırdı. Bu iş bittikten sonra sıra kışlık yakacak odun hazırlığına gelirdi. Ormanları dolaşır kurumuş ağaç ve dallar kızak boyu kesilerek getirilirdi. Yaş ağacın kesilmesi ve getirilmesi yasaktı; her daim önceleri Ormanları Koruma askerlerinin, daha sonra da Orman Bakım Memuru nun nefesini ensemizde hissederdik. Çocukluk döneminin ilk yıllarında olacaktı; Orman askeri uygulaması vardı. Silâhlı Orman askerleri at sırtında köy ve ormanlıkları dolaşır kaçak olarak orman ağaçları kesip evlerine getirenleri mahkemeye verirlerdi. Bu nedenle köylülerin korkulu rüyası olmuşlardı. Daha sonraki yıllarda ise bunun yerine Orman Bakım Memuru uygulaması getirildi. Hatırladığım kadarıyla köyümüzden sorumlu ilk Orman Bakım Memuru da Molla Eyüpgillerden Osman UYGUR amca idi. Sonbaharın ortalarına doğru Mezire deki pantalar (yabanı armutlar) olgunlaşırdı; diğer bir ifadeyle ciğerleşirlerdi. Yani, kahverengi görünüme dönüşüp yenecek kıvama gelirlerdi. Tatlı olanlar toplanıp çuvallara doldurarak kızakla eve getirilirdi. Bazı aileler pekmez yaparken bazıları da yiyerek tüketirlerdi.

27 27 Bugünden geçmişe bakıldığında kızılcık hasadı konusunda büyük bir ihmal içerisinde bulunduğumuzu itiraf etmeliyim. Kızılcık şifa deposu olan bir meyve olmasına rağmen dere kenarları ve kırsal alanlarda diplerine dökülüp çürüyüp giderdi. Genelde birçok aile bunları toplayıp koruk veya pestil yaparak kış bahara kadar özellikle bulgur pilavı eşliğinde yiyelim diye akıllarından geçirmezlerdi. Yapanlar da vardı ancak, sayısı 5-10 kişiyi geçmezdi. Böylece o güzelim meyveler diplerine dökülüp heder olup giderdi. Ekim ayında da buğday tarlalarının sürülmesi devreye girerdi. Çiftle (sabanla) tarlalar sürülürken mola zamanında da olgunlaşmış kirkatlar (alıçlar) toplanıp yenirdi. Çift sürme işlemi bitince bu defa tarlada tapan gezdirilerek oluşmuş tümsekler düzleştirilirdi. Dolayısıyla ekin tırpanla bu haliyle daha kolay biçilirdi. Dikkat edilirse anlatımda hep çift (saban) den bahsedildi. Denebilir ki, peki hani o Eğitmen Okulundan verilen pulluk ne işe yaradı? Pullukla tarla sürülürken toprağın üstünü alta çevirdiği ve gübreli toprağın da altta kaldığı için verim düşük oluyordu. Bu nedenle tercih çift (saban) yönünde olurdu. Kocakert te hozana dönüşmüş bir tarlamız vardı. Uzun süre kullanılmadığı için içerisi yabani ot ve dikenli çalılarla kaplanmıştı. O tarlayı ilk defa sürerken bu pulluğu kullandık. Toprak tepilip o kadar serleşmişti ki iki çift öküzün çektiği pullukla zor zahmet ancak sürebildik. Başka zamanlarda ise, derin ark açarken de pulluktan yararlandık. Kasım ayı ile kış da kapımızı çalardı. Önce Kürdevan dağına sonra köyümüze kar düşerdi. Kış bahara kadar toprak yüzünü göremezdik. Periyodik olarak sabahla beraber hayvanların bakımı, ısınmak için odun hazırlığı derken akşam olurdu. Hayvanların bakımı hayli zaman alırdı. Şöyle ki, sabahın ilk ışıklarıyla kalkıp ot-saman olarak yemleri verilir ve altları temizlenirdi. Daha sonra su içirme faslına geçilirdi. Karanlık ahırda devamlı kalan hayvanlar açık havaya çıkınca rahatlamanın verdiği hazla kendilerini özgür hissedip zıplayarak koşmak isterlerdi. Bu nedenle su içmekten dönerlerken ev halkı kontrolünde tekrar ahıra sokulmaları sağlanırdı. Akşama doğru tekrar saman verilerek günlük bakım hizmeti son bulurdu.

28 28 Şimdi bile hatırlıyorum; eğer alaf (yem) verme zamanını geçirdiğimizde hayvanlar hemen peş peşe böğürerek bizleri uyarırlardı. Yemlerini yiyince de artık keyiflerine diyecek kalmazdı. Ayrıca ayda birkaç kez büyük baş hayvanların kaşağı ile tımarları yapılırdı. Kaşağı, ağzı tarak gibi dişli bir sac veya tahta parçasından yapılırdı. Arada sırada kaya tuzu yalatılırdı. Mahallenin yetişkin erkekleri akşam yemeğini yedikten sonra Mahmut Ağagilin köy odasında bir araya gelip hem sohbet edip hem de bilgi alışverişi yaparlardı. Kadın ve çocuklar ise komşu ziyaretinde bulunup bol bol masal dinlerlerdi. Ev sahibinin meyve ikramı ise komşuluk ilişkilerinde saygınlığı artırırdı. Biz çocuklar ise ya beş taş oyunu veya yüzük oyunu oynayarak gecemizi geçirirdik. Ev Yönetiminde Kadın Hizmetleri: En çok zahmeti ise kadınlar çekerdi. Yemek yap, hasır doku, inekleri sağ, çorap ve fanila ör derken günleri hep koşuşma içerisinde geçerdi. Hele çocuk bakım ve büyütülmesi başlı başına sorundu. O zaman şimdiki gibi hazır çocuk bezi yoktu. Ana, çift katlı peştamala benzer çaputun üzerine bir miktar ince kum koyar sonra ateşte ısıttığı pileki veya taş parçasını kumun içine koyarak ısıtırdı. Sonra altı çıplak olan bebeği kumun üzerine yatırıp çaputun uçlarını bağlar ve tahta beşiğe yatırırdı. Bebek altını ıslatıp kakasını yapınca da bağ çözülür ve kumun pislenmiş bölümü atılırdı. O zamanın nesli bizler bu koşullar altında gelişip büyüdük. Bu yöntemle çocuk soğuktan korunurken bakımı da daha sağlıklı olurdu.(bugünkü nesilden durumu elverişli olanlar özellikle deniz sahilinde sıcak kumlar üzerinde mayolu olarak yatıp hem güneşleniyor, hem de kum banyosu yapıyorlar. Dahası yurt dışından milyonlarca turist onca masrafları göze alarak koşup ülkemize geliyorlar. Neden mi? Güneş ve kumdan yararlanıp daha sağlıklı bedene sahip olmak için!) Bütün bu zorluklara rağmen ailelerde çocuk sayısı yine de 4-5 in altına düşmezdi. Böyle olmasının asıl nedeni ise yol vergisinden kurtulmaktı. O dönemde, nüfusu çoğaltmak maksadıyla, bekâr veya

29 29 çocuğu 5 in altında olanlardan yol vergisi alınmaktaydı. Ya vergi ödeyeceksin, ya da karşılığında işçi olarak (kara veya demir yollarında) çalışacaksın, denirdi. Kadınlar için kış ayları uğraşısından biri de, özel bir beceriyi gerektiren hasır dokuma işleridir. Lazut (mısır) hasadında koçanlar üzerindeki poçiler koparılıp saklanırdı. Bugün ki nesil poçinin ne olduğunu bilmeyebilir. Poçi, mısır koçanı üzerindeki yapraklara denirdi. Kışın ılık suda yumuşattıktan sonra özel tezgâhında hasır olarak dokurlardı. O dönemde hasır, halı-kilim yerine kullanılan kendine has bir sergi işlevini görürdü. Yemek çeşitleri oldukça sınırlı idi. Erkeklerin tafralarına maruz kalmamak endişesiyle yemek çeşidi seçiminde hayli zorlanırlardı. Sonbahar ve kış döneminde yapılan yemeklerden aklımda kalanlar: Lobiye (barbunya) veya beyaz fasulye yemeği, bulgur pilavı, hasuta, lahana ve kabak çorbası, erişte, soğanlı patates, mısır lapası, tutmaç aşı (lor çorbası); eğer yemek yoksa bayatlamış cadi (mısır ekmeği) tabağa doğranıp üzerine ısıtılmış süt dökülerek yenirdi veya pekmez üzerine kaynatılmış tereyağı dökülüp bununla yemek ihtiyacı giderilirdi. Şimdiki gibi çelik tencere, porselen tabak ve teflon tava, madeni çatal-kaşık yoktu. Kap-kaçak olarak kullanılan tabak, sitil, tava, güğüm, bakraç, kazan, teşt, bakır aksamlı ev araçlarıydı. İç yüzeyleri kalay yapılarak kullanılırdı. Böylece zehirlenmenin önüne de geçilirdi. Çatal yoktu, kaşık ve kepçeler ise sert ağaçtan yontularak yapılırdı. Genelde her aile ferdinin birer kaşığı olurdu. Yine sert ağaçtan oyularak ekmek teknesi yapılırdı. Un bunun içinde su ile yoğrularak hamur yapılırdı. Mayalanması tamamlanınca tahta sofra üzerinde ya şoti (bazlama) veya iri çörek yapılıp toprak pilekide pişirilirdi. Pileki, yapışkan çamurdan yapılmış, içleri çukur tepsiye benzer iki kaptan oluşurdu. Önce ateşte iyice ısıtılıp içerisine çöreklik hamuru yerleştirdikten sonra diğer kapağı üzerine kapatılırdı. Üzerine de biraz ateş koru dökülerek ekmeğin pişmesi böylece sağlanırdı. Bazlama ve yufka ise, yine yapışkan çamurdan yapılmış sac şeklindeki pilekide pişirilmekteydi. Bazı zamanda yağlı hamurla kete, yağlı ve cevizli yufka ile de katmer yapılırdı. Hepsi de organik ürün olduğu için lezzetine doyum olmaz

30 30 ve iştahla yenirdi. Cadi (mısır ekmeği) de buna benzer yöntemle pişirilirdi. Bazı günlerde de yufka açılıp tereyağı çalıp yenirdi. Arkasından bulaşık yıkama işi başlardı; sabun bulamayanlar ocak külü kullanıp yağları ancak böylece çıkarabilirlerdi. Tüm bu işleri kim yapardı; elbette kadınlar! Yemek, masada değil yerde sofra etrafında oturularak yenirdi. Önce sofra altı tabir edilen örtü yere serilir ve üzerine 30 cm yükseklikte tahtadan yapılı yuvarlak sofra konurdu. Sofranın ortasına yemek dolu büyükçe bir kap konur ve herkes aynı kaptan yemeğini yerdi. Bu oturuş biçimi kişinin daha az yemek yemesini sağlardı ve böylece mide alabildiğine doldurulmazdı. Bu nedenle köyde obez (şişman) insana pek rastlanmazdı. Bir Ramazan sahur vakti idi. Anam ve nenem önceden kalkıp hamur yoğurup şoti (bazlama) tabir edilen ekmek pişiriyorlardı. Anam bazlamayı pişirirken nenem de üzerlerine tereyağı sürüyordu. Ekmeklerin kenar kısımları kalın ve ortaları daha ince olduğundan eriyen yağın bir bölümü ortalarında birikirdi. Sıra yemeğe gelince kendimce kurnazlık yapıp kenarların yenilmesini bekler ve orta kısımları almaya çalışırdım. Çünkü orta kısım daha lezzetli olurdu. Kadınların işleri bunlarla da sınırlı değildi. On beş gün de bir çamaşır yıkama zahmetine katlanırlardı. Zahmet diyorum gerçekte uğraşı gerektiren bir hizmetti. Şöyle ki, evlerde çeşme olmadığı için önce güğümlerle dışarıdan su taşıyıp büyük kazan veya teşt (bir nevi geniş leğen) içinde ısıtılırdı. İçine çamaşırları koyup kaynattıktan sonra tahtadan yapılı tekne içinde birer birer tokaçlanarak yıkanırdı. Çamaşırın kirliliği ancak bu işlemle giderilirdi. Sabun bulamayan kadınlar bunun yerine kil toprak kullanırlardı. Çamaşır yıkama kış aylarında, hem su taşımak ve hem de kurutma yönünden daha zahmetli olurdu. Yine böyle bir kış gününde anam çamaşır yıkama için iki güğümle su taşıyordu. Karda yürürken ökçelerinden sıçrayan karların çorapsız topuklarını ne denli kızartmış olduğunu şu anda dahi görür gibiyim. Sonbaharda un yapılacak tahılın yıkanıp kurutulması da kadınların görevi idi. Ayrıca bir miktar yıkanmış buğdayı önce kazanda pişirir ve kuruttuktan sonra da el değirmeninde öğüterek bulgur yaparlardı. Nişasta

31 31 çıkarmak da kadınların görevleri arasındaydı. Bu arada bir hatıramı sizlerle paylaşmak isterim: Anam bir miktar yıkanmış buğdayı teşttin içine koyup üzerine su doldurdu. On beş gün kadar bekledi. Suyun üzerine köpükler çıkınca buğdayları elle sıkarak nişastasının dışarı çıkmasını sağladı. Böylece posa durumuna gelen buğday kabuklarını çıkarıp attı. Bu işlemi sürdürürken ilâve su kullandı ve teşt ağzına kadar doldu. Yarım gün bekledi ve nişasta dibe çöktü. Şimdi su ile nişastanın ayrışması gerekiyordu, fakat nasıl yapılacak; en küçük hareketle nişasta dağılıyor ve bulanık su haline dönüşüyordu. O günkü koşullar altıda siz olsaydınız bu işi nasıl başarırdınız? Geçerli bir çözüm bulamadınız ise anamın uyguladığı yöntemi anlatayım: Elinde bıçakla bostana gitti ve biraz sonra sapı eğik kabak yaprağı ile döndü. Sapın ucundaki yaprağı da kesti. Biliyorsunuz kabak yaprak sapının içi delik olur. Sapın bir ucunu parmağıyla tıkadı ve diğer ucuna su akıttı. O ucu da diğer parmağıyla kapattıktan sonra götürüp yavaşça bir ucunu teştin içine soktu, diğer ucunu da dışarıya çıkarıp sapın deliklerini açınca suyun tahliyesi başladı. Nişastanın yüzeyinde az bir miktar su tabakası kalmıştı ki, onu da güneş altında buharlaştırarak hasarsız nişasta elde etti. Anamın bu uygulaması bende şu kanaatin oluşmasına yol açtı: İnsan hayatı; eğitimden, aileden, çevreden ve deneyimlerle elde edilenlerle şekillenen bir düşünce yolculuğudur. Beynimizin büyüklüğü hep aynı kalır ama beynin içindeki zihnin kapasitesi her gün genişler; her gün yeni bilgilerle şekillenir. İşte bu nedenledir ki, bugünün nesli geçmişe göre farklı bir konumdadır. Yoksulluk Yılları: 1940 lı yıllar ülkemiz için felâket günleri olarak değerlendirilir. Çünkü İkinci Dünya Savaşı başlamıştır. Almanlar güçlü ordusu ile bütün komşu ülkelerini işgal edip bir taraftan kuzey Afrika ya, doğuda da Kafkaslara kadar ilerlemişti. O tarihte köyün yüksek yerlerinde hava açıkken top seslerini işitir heyecan duyardık. Türkiye önceki tecrübelerine dayanarak

32 32 bu savaşa katılmaz. Yapılan tehditleri ısrarlı ve diplomatik manevrayla idare edip geri çevirir. Fakat tedbiri de elden bırakmaz. Silâhlı Kuvvetleri güçlü tutmak amacıyla dört tertip askeri silâhaltına alıp askerlik süresini de dört yıla çıkarır. Böylece ülke nüfusunun iş görecek gençleri ekonomiden uzaklaştırılıp tüketici durumuna getirilir. Bu kadar çok askerin beslenmesi, barınması, giyim-kuşamı ve kullanacağı silâhın tedariki devlete sorun olur. O dönemde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Genelkurmay Başkanı da Mareşal Fevzi Çakmak tır. Bu nedenle tüm ulus kemer sıkar. Vergiler arttırılır, üretilen hububattan öşür adıyla onda bir vergi alınır. Hatırladığım kadarıyla köyümüzde de harman zamanı görevli memur (Eğitmen Ali Öztürk) gelip çıkan tahılı ölçerek devletin hakkını ayırıp götürürdü. Bunun uzantısı olarak ekonomik sıkıntılar da baş gösterdi. Başta gazyağı olmak üzere şeker, çay, kibrit, mum, giyim kuşam gibi öncelikli temel ihtiyaç maddeleri piyasadan çekildi; mevcutların ise fiyatları yükseldi. Doğal olarak pahalık da arttı. Devlet, kendi memurunu gözetmek amacıyla aralıklarla çay, şeker, makarna ve pirinç gibi gıda maddeleri ile karı-koca için elbiselik kumaş dağıtırdı. Genelde halk kesiminin büyük bölümü ise yoksulluğun pençesinde kıvranıp durmaktaydı. Tikmanet de Abdurrahman ağa, Salihağagil de Mahmut ağa, Şatirgil de Osman ağa ve Yukarımahalle de Baş ağa (Hafız Bozkurt amca) dışında kalan köy halkının gerek arazi ve gerekse barındırdığı hayvan miktarı yönünden imkânları kısıtlı idi. Ürettiği ürün ise ancak kalabalık ev halkının beslenme ihtiyaçlarını karşılıyordu. O dönemde köyümüzde yetişkin sigara tiryakisi erkeklerin yan ceplerinde ağzı büzgülü küçük bir bez torba taşınırdı. Bu torbada çelik demirinden yapılı çakmak, çakmaktaşı ve kav bulunurdu. Çakmak, eskimiş tırpanların sırt demirinden Aslan Usta tarafından yapılırdı. Çakmaktaşı, çok sert özel taş parçasıdır. Kav, ormanlık alanda kavak ağacının gövdesinde oluşan mantar kurutularak elde edilirdi. Çakmaktaşı sol elin üç parmağı arasında bir miktar kavla beraber tutturulup sağ eldeki çakmağı hızlı olarak taşa sürttürünce çıkan kıvılcımla kav ateş alırdı. Üzerine üfleyerek sigara tutuşturulurdu. Dahası kibrit bulamayanlar soba ve ocaklarını da bu yöntemle yakarlardı. Evlerde gazlı İdare lambası aydınlığında uzun kış geceleri geçirilirdi; gazı bulamayanlar ise ocakta

33 33 yaktıkları ateşin aleviyle yetinirlerdi. Sokağa çıkıldığında da çıra tutuşturup aydınlığında yürünürdü. Böyle bir ortamda kimse başkasını kıskanmazdı. Çünkü fukaralık kaderlerini böyle düzenlemiş ve birbirine benzetmişti. Sigara tiryakileri zor günler yaşadı. Tekel hazır sigaraları ince sarım olduğu için doyumlu olmuyor ve de çok pahalı idi; dolayısıyla tiryakiler kaçak tütüne yöneliyorlardı. Bu defa sigara kâğıdı bulmak başlarına sorun olurdu. Çok fakirler mısır koçanın ince yaprağını sigara kâğıdı yerine kullanırlardı. Buna karşın zaman zaman da tekel memurlarına yakalanıp ceza ödemek durumunda kalırlardı. Bu denli fakirliğe rağmen o dönemde her aile genelde 4-6 çocuk sahibi idiler Neden mi? Yol vergisinden kurtulmak için!... Nüfus arttıkça geçim de zorlaşıyordu. Bu nedenle uzun zamandır kullanılmayıp hozana dönüşmüş tarlalar tekrar işlenmeye başlandı. Hatta, bugün kitat şenliklerinin yapıldığı saha bile ekilip biçilen tarla durumuna çevrilmişti. Yine bununla beraber daha çok hayvan beslemek ihtiyacı duyuldu. Ancak kuraklığın hüküm sürdüğü yıllarda ot- saman tedariki sorun oluyordu başlarına. Genelde Mart ayının son günlerinde hayvan yiyecekleri tükenince, henüz karlar eriyip çimenler meydana çıkmadığından bazı aileler kırsal alanda yetişen ve adına geven denen dikenli bitkinin köklerini çıkarıp önce çekiçle dövüp yumuşattıktan sonra hayvanlarına yedirme zorunda kalırlardı. Köy Yaşamının Cazip Yönleri: Çekilen ekonomik sıkıntılar ve çaresizlik durumu, köy halkını, canından bezdirmiş suratı asık talihsiz bir durumla karşı karşıya getirdiği şekilde anlaşılmasın. Köy halkı, bir tebessümle de olsa yaşamlarını güzelleştiren değişik fırsatları değerlendirip yaşamlarına yön verirlerdi. Örneğin; el âleme el açmadan yaşamlarını destekleyen ihtiyaç maddelerini kendileri üretip kendileri tüketmenin huzurunu yaşarlardı. O dönemde tüketilen gıdaların hepsi organik idi. Yani genetiği değiştirilmemiş sağlığa elverişli ürünlerdi. Örneğin, yedikleri besin değeri

34 34 yüksek köy yumurtaları, kümeste kimyasal madde karıştırılmış yemlerle beslenen değil, doğal ortamda özgürce dolaşan tavuklara aitti. Yine tükettikleri süt ürünleri de, bugün olduğu gibi besi çiftliklerindeki kimyasal madde karışımı yemler yedirilen manda, inek, koyun ve keçi den değil, kırsal alanlarda serbestçe dolaşıp doğal yollarla beslenen hayvanlardan elde edilmekteydi. Dolayısıyla üretilen süt ürünleri de besin değerleri yüksek organik ürünleri oluştururdu. İnsanlarımız bunlarla beslendikleri sürece de hem sağlıklı ve hem de daha güçlü oluyorlardı. Örneğin, büyük şehirlerdeki yaşantıya bakıldığında genetiği bozulmuş besinlerle beslendikleri için halkın büyük bölümü kolayca hastalanıp hastane koridorlarında muayene sırası beklemektedir. Oysa, o dönemdeki köy halkımız ise sağlıklı beslendikleri için doktor yüzü görmeden hayatlarını devam ettirirlerdi. Akşamları otlaktan dönen hayvanlarını seyretmek; onların yavrularına seslenişlerini dinlemek; İlkbahar aylarında rüzgârın ekin tarlarını deniz dalgası gibi okşaması; önce çiçek sonra meyve ağaçlarının görünümleri gören gözler için neşe kaynağı olurdu. Ayrıca, köy düğünü ve Dalâhet şenliklerini de bu kapsamda sayabiliriz. Şenlik denince ilk akla davul ve zurna eşliğinde sergilenen halk oyunları ile pehlivan güreşleri gelirdi. Zurnanın ustası ise Tayyip amca idi. Tayyip usta zurna çalmada büyük bir yeteneğe sahipti; zurnayı adeta konuştururdu. Bu nedenle de yaşamı sürerince sanatını başkasına kaptırmadı. Düğünlerde gençler oynamaktan yorulurdu fakat Tayyip usta değişik makamlarda zurnaya üflemeyi sürdürürdü. Sonuç da, davulcu ikram paralarını toplar ve Tayyip usta ile bölüşürlerdi. Bu arada babamla ilgili bir anıyı hatırlatmak isterim. Biz aile fertleri olarak ne oyun oynamasını bilir; ne de güreş tutabiliriz! Ancak, seyretmekle yetinip hoşlanırdık. Yine bir düğünde köy halkı babama ısrarla ricada bulunup beraberce oynamasını isterler. Babam, ben oyun oynamasını bilmiyorum dese, halkın karşısındaki itibarı zedelenecek;- öyleye o köyün okuma yazmayı öğreten ileri gelen kişisi idi- ; kalkıp oynasa beceremeyip gülünç duruma düşecekti! Yapılan baskı ve ısrardan hayli sıkılır. Birden aklına bir kurnazlık gelir ve der ki: Tayyip ustaya söyleyin çarliston oyun havasını çalarsa ben de kalkar oynarım!

35 35 İstek Tayyip ustaya duyurulur, fakat böyle bir oyun havasının varlığından ve nasıl çalınacağından haberi yoktur. Böylece babam da ısrarlardan kendini kurtarıp rahat bir nefes alır. Bir de köy yaşamında beraberliği pekiştiren etmenlerden biri sayılan cağ kebabı birlikteliğini anlatmadan geçemeyeceğim. Yılda birkaç kez olsa da köyün delikanlı çağındaki gençleri bir araya gelip soğuk subaşında kendilerine cağ kebabı ziyafeti verirlerdi. Ortaklaşa katılımla satın alınan semizleşmiş koç kesilip etleri biber, soğan ve tuzla terbiye edildikten sonra uzun bir sopaya dizilirdi. Yakılan ve korlaşan ateşin karşısında çevire çevire pişirilirince önceden hazırlanmış kısa ve ince cağlara geçirilip kesilir ve sırayla dağıtılırdı. İlk yenen cağlar hem tuzlu ve de acımsı olduğu için bol bol soğuksu içirirdi. Bu arada ev halkı da unutulmazdı; onlar için de bir miktar cağ evlere götürülürdü. Böylece, her ne kadar çalgı, şarkı, türkü olmasa da, karşılıklı şakalaşma ve kebabın lezzetinin verdiği keyifle hoş bir zaman geçilirdi. Ben de bir defa yayla zamanı Dalâhette Cağ kebabı ziyafetine katılmıştım. İlkokul Yılları: 1941 yılı sonbaharında ilkokula başladım. Nüfus kâğıdına göre henüz altı yaşında idim. Bu nedenle birinci sınıfa kayıtsız olarak devam ettim. Öğretmenim babamdı. Okuma-yazmayı ondan öğrendim. Harfleri öğrenip heceye geçtiğimiz günlerde ilk önce ANA, BABA, kelimelerinin okumasını öğrendik. Bu defa babam kara tahtaya DANA kelimesini yazıp kim okuyacak diye sordu. Parmak kaldıranlar babamın yanına gidip kulağına sessizce söylediler. Ben de gidip kulağına D-ANA diye okudum. Sonra heceleyerek doğrusunu öğretti. İkinci yıl kayıtlı öğrenci oldum. Okulumuz ahşap bina olup hatırladığım kadarıyla dört sınıf bir de öğretmen odasından oluşmuştu. Önünde geniş bir oyun sahası- bahçesive iki kenarını dolaşan su arkı vardı. Cuma günleri büyüklerimiz gelir arkın kenarında sıralanıp aptes alırlar ve yanı başındaki Camide de Cuma namazlarını kılarlardı. Birinin aptes suyunu, yanında diğer kişinin tekrar kullanması hiç de doğru olmayan davranıştı. Fakat kendilerince bir sakınca

36 36 görmüyorlardı. Yine okulun batı ve doğusunda eski dönemlere ait üç ayrı mezarlık vardı. Babamın teklif ve gayretiyle mezarlığın birisi sökülüp kazıldıktan sonra meyve ağaçları dikilip okulun önü güzelleştirildi. Okulun tüm öğrencileri de bu faaliyetlere katıldı. Daha sonraki yıllarda bu ilâve bahçe içerisinde bir ailelik öğretmen evi yapılarak hizmete sokuldu yılında kız kardeşim Naziye dünyaya geldi(1942:1995). Böylece üç kardeş olduk. O döneme ait bir anımı sizlerle paylaşmak isterim: Bir yaz günü idi; anam ve babam tarlada orakla ekin biçiyorlardı. Ben de tarla bitişiğindeki bahçede henüz bir yaşında ki kardeşim Naziye ye bakıyordum. Dut ağacına çıkıp elimle topladığım dutları yere atıyordum. Ne var ki Hecriye yere inmeden yiyip bitiriyor ve Naziye ye bir şey bırakmıyordu. Önce yememesi için Hecriye ye seslendim ve biraz daha dut toplayıp aşağıya attım. Yere indiğimde dut bulamayınca Hecriye yi hırpalayıp ağlamasına sebep oldum. Bu olay üzerine babam sinirlenmiş olacak ki elinde orakla koşarak geldi. Hemen çocuğu sırtıma alıp bahçe içerisinde koşmaya başladım. Anam tarladan Çocuğu yere bırak! diye seslendi. Ben de çocuğu yere bırakıp koşmaya başladım. Yetişemeyeceğini anlayan babam elindeki orağı arkamdan fırlattı ve sapı boynuma isabet etti. Ben de o hızla uzaklaşıp bir mısır tarlasında saklandım. Öğlen üzeri eve dönmeyince babam aramaya çıkıp mısır tarlasında beni yakalayıp eve getirdi. Babamın bu davranışı hiç de onaylanacak iş değildi. Ya orağın sapı değil de ağzı isabet etseydi sonuç ne olurdu? Bir anlık öfke hem benim ve hem de kendisinin yaşam dünyasını karartırdı. Bu nedenle Öfke ile kalkan, zararla oturur atasözünü bir nasihat olarak devamlı aklımızda tutmalıyız. Babama üç maaş tutarında ilâve ikramiye verildi. Babam da anamın gönlünü almak amacıyla kendisine altın almak istedi; fakat anam bunun yerine koyun almasını teklif etti. O zaman bizim koyunlarımız yoktu. Parayla yün alıp çorap, hırka, kazak gibi ihtiyaçlar dokuyup giyilirdi. Babam önce üç tane, daha sonra bir tane olmak üzere dört koyun aldı. Ne var ki bir kış gecesi kömün (barınak) kapısı açık bırakılmış ve koyunun birisini kurt kapmıştı. Ailece çok üzüldük!

37 yılında yeni bir akrabayla tanıştık. Dedemin kız kardeşi Sebahat nenemin oğlu Şaban (Gültekin) emmi (amcam) muhacirlik döneminde Samsun-Çarşamba da evlenip orada kalmış. Sonra baba ocağını özlemiş olacak ki eşi ve çocuklarını da alarak Sakarya köyüne döndü. Çocukları Osman benden biraz büyüktü, Cemalettin ise yaşıtımdı. Tanışmak için bize geldiklerinde ayaklarındaki kunduralar gözüme takıldı. Benim ayağımda ise çapula vardı. Cemalettin bizde kalarak ilkokulun birinci sınıfına devam etti. Tabii aynı yatağı paylaştık. Ben de sevinçliydim; çünkü oyun oynayacak arkadaş edinmiştim. Ertesi yıl akrabalar destek vererek Cola da Şaban amca ailesi için yeni bir ev yaptılar. Zaman içerisinde diğer ihtiyaçları peyderpey giderildi. Babamın eğitmenlik kurs döneminde arıcılık hakkında da gerekli bilgiler verilmiş. Köylülere örnek olması yönünde okulda arıcılık hizmetine başladı. Kendi malzemelerini kullanarak modern arı kovanları ve içlerine petek oluşacak mumlu kâğıtlı çıtaları yaptı. Muhtarın da gayretiyle arı edinip kovana konuldu. İlerleyen yıllarda oğul veren arılar takip edilerek kovanlara konup mevcudu 8-10 kovana ulaştı. Her yıl sonbaharda ballar satılıp köy bütçesine gelir kaydedildi. Bir dönem de babam alıp ev halkını balla doyurdu. 23 Nisan Çocuk Bayramı günü idi; Kale ye (Ardanuç İlçe merkezine) gidenlere ben de katıldım. Çarşıya vardığımızda değişik bir ortamın verdiği ruh haliyle dükkânların önünden yürüyerek tanımaya çalıştım. Daha sonra da ilkokulun bahçesinde yapılan şenlikleri izlemeye gittim. İki öğrenci seyirciler arasında dolaşıp biri Çocuk Esirgeme Kurumu kâğıt rozetini yakaya takarken diğer öğrenci de boynuna astığı kumbaraya para atılmasını sağlıyordu. Utanma duygusuyla ben de madeni para attım. Çarşıda portakal satıldığını görünce merakla ben de bir adet aldım. Hoşa giden güzel bir kokusu vardı. Akşama doğru eve döndüğümde dedeme verdim. Cebinden çıkardığı çakısı ile kesip kabuğunu ayırdı ve ev halkına birer dilim dağıttı. Portakalı ilk kez görüp tanımam da böyle oldu. Dördüncü sınıfta iken öğretmen olarak Hot lu Hasan Yılmaz atandı. Ne var ki askerlik hizmeti için bir süre sonra ayrıldı. Karlı bir kış günü idi; okul öğrencileri toptan Molla Eyüp lerin evleri hizasına kadar kendisine refakat edip gözyaşları ile vedalaşıp uğurladık. Bir müddet öğretmensiz

38 38 kaldık. Sonra Cılavuz Köy Enstitüsü nden Seyfettin Ermişoğlu adında bir öğrenci uygulama eğitimi için vekil öğretmen olarak atandı. Beşinci sınıf öğretmenim oldu. Seyfettin öğretmen, Şavşat ilçesine bağlı Yavuz köyünden olup babadan yetim olarak büyümüş. Bir gün okulumuza çıkageldi. İyi de henüz kendini yönlendirecek yaşta değil; üstelik yabancı bir ortamda nerede barınacak, ne yiyip ne içecek gibi sorunlarla karşı karşıya. Babam alıp eve getirdi. Evimiz iki göz odadan ibaretti. Artık dedemle birlikte bir odada misafir edildi. Diğer odada da nenem, anam, babam ve dört çocuk kaldık. Okul tatil oluncaya kadar misafirlik devam etti. Yanında, şiirlerini yazdığı bir ajanda defteri vardı. Çocukluk bu ya! Özenip bana vermesini söyledim; beni üzmemek için defteri verdi. Fakat belki de belli etmeden üzülmüş olabilirdi! Çünkü o da gençlik döneminin ilkbaharını yaşıyordu. Onun da kendine özgü özentileri, düşleri vardı. Emellerine engel olduğum için şimdi içimde burukluk hissediyorum. Ancak bana çok yararı olduğunu da söylemeliyim. Defterin başlangıç ve sonunda tarih, coğrafya, matematik ile geometri gibi konularda temel bilgi özetlerine yer verilmişti; bir bölümünü ezberledim. Daha sonraki yıllarda ders çalışırken onlardan yeterince istifade ettim. Seyfettin öğretmen okuldan mezun olduktan sonra bir yaz ayında tekrar gelip ailemizi ziyaret etti ve minnettarlığını bildirdi. Seyfettin öğretmen şair yetenekli bir kişiliğe sahipti. Bereket köyüne ilk gelişindeki izlenimini aşağıdaki şiirinde şöyle dile getirmişti: BEREKET KÖYÜ ANILARI On altı Mart geldim kavuştum sana, Yedim ekmeğini aşını Bereket. On bir Mayıs dağlar yol verdi bana, Özledim baharın kışını Bereket. v Emin dedem vardı gönüller piri, İçimde saklıdır boş kalmaz yeri. Oğlu Osman Günver sözünün eri, Beni de onlarla düşün Bereket.

39 39 v Günver ailesi başımım tacı, Onlar oldu bana hem ana bacı. Bu öksüz gönlüme buldum ilâcı, Altın olsun toprağı taşı Bereket. v Yatacak yer baktım gözlerim doldu, Emin dede bana can siper oldu. Yalnız bırakmadı yanına aldı, Bu sevgide eşin yoktur Bereket. v Dağ, bayır her yanı gezdim dolaştım, Suyun içtim ekmeğine alıştım. Bir müddet öğretmen oldum çalıştım, Helâl kazanmaktır işin Bereket. v Çevresi çok güzel, yaylası dağı, Bolluk içindedir bahçesi bağı. Yiğitler diyarı mertler otağı, Eğilmez cihanda başın Bereket. v Seyfi dostlarını unutmaz fakat, Arayıp bulmaya yetmiyor takat. Sendeki hoşgörü sendeki şefkat, Etti beni can yoldaşı Bereket. Seyfettin ERMİŞOĞLU CILAVUZ 14 Eylül 1946 EĞİTMEN OSMAN GÜNVER İLE KARŞILAŞMA OSMAN: Şavşat kazasının Yavuz Köyünde, Aşka meyil verip gezeni gördüm. Türkçülük var damarında soyunda, Türküler söyleyip yazanı gördüm.

40 40 SEYFİ: Görevim var bu yerlere gelmişim, Arkadaş keyif için gezen değilim. Vatan sevgisine gönül vermişim, Boş yere söyleyip yazan değilim. OSMAN : Kalbinde kurmuşsun aşkın bağını, Bir bir eritmekte yürek yağını, Bu yolda hasreder tıfıl çağını, Kol atıp deryada yüzeni gördüm. SEYFİ : Görev aşkıyla bağrım doludur, Yüreğimi yakan sevda gülüdür, Tıfıl başım vatanımın kuludur, Dipsiz deryalarda yüzen değilim. OSMAN: Seher vakti bülbüllerin ötüşür, Bahçesinde menekşeler kokuşur, Şirin dillerine her şey yakışır, Eğitmen Osman ım ozanı gördüm. SEYFİ : Bülbülün güllere sevdası vardır, Sevgisiz yaşamın dünyası dardır, En büyük sevgili vatan diyarıdır, Seyfi böyle yazar ozan değilim. Ardanuç- Bereket köyü 5 Mayis 1946 Osman GÜNVER- Seyfettin ERMİŞOĞLU İlkokulun beşinci sınıf yıllarında olacaktı. Siyah renkte, boynuzları hilâl şeklinde bir tosunum vardı. Güçlü bir boğa olsun diye hem sevgi yönünden hem de beslenmesinde özen gösterdim. Sonbaharda kuşburnu meyvelerini toplar ona yedirirdim. Çocukluk bu ya! Hasımlarını kolayca yensin diye de boynuzlarının uçlarını bıçakla incelttim. Kuşburnu yiye yiye

41 41 hayvan çıldırmış olacak ki, bir gün dedemin arkasından saldırarak boynuzlarıyla kaldırıp sırtına sallamış. Allah korumuş! Dedeme bir şey olmamıştı. Hemen burdurup sakinleşmesini sağladık. O dönemde kuşburnu meyvesine pek rağbet yoktu. Biz çocuklar sonbaharda hayvan otlatırken olgunlaşmış meyveleri birer ikişer toplayıp yerdik. Sonradan öğrendiğimize göre, vitamin deposu (C vitamini) bir meyve olup kaynatılıp çay gibi içilince soğuk algınlığına iyi gelen bir özelliği varmış. Vesselâm gereği gibi değerlendiremedik. Kuraklık İle Mücadele: 1940 yılında başlayan ve dört yıl süren İkinci Dünya Savaşı nın ülkeyi nasıl fakirleştirdiğine yukarıda değindim. Bu yeterli değilmiş gibi bir de kuraklık hüküm sürmeye başladı. Köy halkı çareyi yağmur duasına çıkmakta buldu. Erkekler dağ sırtına, kadın ve çocuklar da Türkmengil e çıkıp kurbanlar kesilip dualar yapıldı. Neticede, o gün hafif bir çiseleme gelip geçti. Yeterli yağmur yağmayınca; daha önce var olup sonradan battal hale gelmiş su kanalı(ark) yeniden onarılıp kullanmaya açıldı. Su kanalı, Meşe köyünden Sakarya köyüne kadar uzanıyordu. Günlerce imece şeklinde çalışarak hizmete sokuldu. Evet, sıra suyun adil olarak iki köy arasında paylaşımına gelmişti. Nasıl bir yöntem uygulansın ki, kimsenin itirazına yol açılmasın! Siz o günlerde yaşasaydınız ve de sizden soruna çözüm üretilmesi istenseydi nasıl bir öneride bulunurdunuz? Teklif hayli karışık ve üzerinde derin düşünmeyi gerektiren bir konu değil mi? Bir de, o zaman ki aklı evvel büyüklerimizin uygulamasını aktarayım: Bereket köyü mahallerinin konum durumuna göre su kanalının üç ayrı yerinden su alınmakta idi. Tahta aksamlı su terazisi yapılıp kanalın suyu santimetre hesabiyle önce ikiye bölünmüş, köyümüze ait su da yine su terazisi ile santimetre olarak üç eşit bölmeye ayrılmış ve bunun bir bölümü kanaldan dışarı akıtılmış; diğer iki bölümü ise ana kanala verilmiş. Diğer iki bölüm için de farklı yerlerde su terazileri yapılarak uygulanmış. Nasıl, ilginç buldunuz değil mi?

42 42 Bu dönemde halkı sıkıntıya sokan diğer bir etken de salgın halindeki sıtma hastalığı idi. Hastalığa yakalanan uzun süre titreme, ateş ve halsizlik içinde yatağa bağlı kalıp nöbeti geçince ancak ayağa kalkabilirdi. Kinipiridin adında sarı renkli bir ilaç (hap) kullanırdık. Bu maksatla köyde mevcut durgun su halindeki bataklık ve sazlıklar kurutulup hastalık önlenmeye çalışıldı. Köye Yeni Bir Okul Yaptırılması: Köy halkı kendi işleriyle uğraşabilmenin rahatlığını tam hissetmeden bu defa daha büyük sıkıntıya sokuldu. Bir gün köyümüze ikindi vakti Artvin Valisi geldi, köy halkı Mahmut Ağagilin arka bahçede toplandı. Köyün yeni bir ilkokul binasına ihtiyacının bulunduğu, okulun köy halkınca yapılmasının gerekeceği, devletin maddi katkısının olmayacağını ifade etti. O günün ileri gelenleri itiraz etmeden teklifi kabullenip işe koyuldular. Köy bütçesini güçlendirmek üzere herkese salma (vergi) kesildi. Parası olmayanlar bedeni veya hayvanlarını çalıştırmak suretiyle borçlarını ödemek zorunda kaldılar. Okul, Salihağa mahallesinde vakıf tarla üzerinde inşa edilmeye başlandı. Binanın yapılması hiç de kolay olmadı. İmece usulü taş, kum, kereste getirildi. Hatta mesafe kısalsın ve daha çok taş getirilsin diye genç kadın ve kızları taş çıkarılan yerde sıraya dizip taşları elden ele aktarmak suretiyle çalıştırıldı. Kireç ocağı açılıp yakılan taşlardan kireç üretilirken ormandan getirilip biçilen tomruklardan da ihtiyaca uygun tahta elde edildi. Bütün bu hizmetler yürütülürken yalnız duvar ustası ile marangoz ustaları ücreti mukabili çalıştırıldı. Okul, öğretim yılında hizmete açıldı. Ne var ki; mimar ve mühendis gözetimi olmayan inşaatta temel kazma işlemi hatalı olması sonucu bina duvarı çatladı ve birkaç yıl sonra öğrenim yapılamaz hale geldi. Çocuk olmama rağmen o gün ki halini olduğu gibi hatırlıyorum. Tarla meyilli idi, bir tarafta tam temele inildi, fakat su terazisine göre seviyeyi tespit ederken diğer tarafın temeli yüzeyde kalmıştı. Yani ham toprağa inilmeden temel inşa ettiler. Böyle olmasının akıl hocalığını kim yaptı dersiniz? Duvar ustaları!...

43 43 Oysaki eski okulun bitişiğine bir derslik eklemek suretiyle ihtiyaç karşılanmış ve fakir halkın bu denli ezilmesi de önlenmiş olacaktı. Nitekim sonradan eski okulun yanına ilâve derslik yapıldı. Hani denir ya, Türkün aklı sonradan gelir! diye, galiba bizim işimiz de böyle oldu! İlkokuldan Mezuniyet: 1945 yılının başlangıç ayı olacaktı, kardeşim Metin dünyaya geldi ve de en çok dedemi sevindirdi. Nihayet ben de öğretim döneminde ilkokulu bitirdim. O dönemde bitirme sınavları başka okulun öğretmeni de katılıp jüri oluşturularak yapılırdı. Benim sınavıma Ovacık köyü öğretmeni Ali Balcı ile Seyfettin Ermişoğlu katılmıştı. Bir yıl boş bekledim, ertesi yılın Ağustos ayında Artvin de Sanat Okulu yatılı öğrenci imtihanının açılacağını duyduk. Sıcak bir gündü, babamla birlikte yürüyerek Ardanuç üzerinden Artvin e hareket ettik. Kavurucu sıcağın etkili olduğu öğle üzeri Naldökeni geçip Ziverhan a gelince, önce yün çorap içinde pişmiş ayaklarımızı nehrin suyuna sokup serinlettik, sonra da hanın önünde dinlenmeye çekildik. Han sahibi bağa gidip bir salkım üzüm getirip bana verdi. Hararetten içim yanmış ve bitap düşmüştüm. Böyle bir ortamda ikram edilen o üzüm benim için dünyalara değdi. Umarım mahşer günü karşılığını bulur!. İkindi üzeri sıcaklık etkisini yitirince yolumuza devam ettik; Artvin e yaklaşınca hava da kararmıştı. Uzaktan bakınca karşımızda yıldız gibi parlayan küme küme ışık demetleri görünüyordu. İlk defa elektrik lamba ve ışığı ile tanışıyordum. Kendi kendime harika bir şey diyerek hayranlığın sevincini yaşadım. O geceyi handa kalarak geçirdik. O tarihlerde pek oteller yoktu; han tabir edilen binaların altı hayvan (at-eşek) ahırı, üst katı ise insanların hasırlar üzerinde yatacakları sekiler vardı. Yatak ise, ancak otel gibi kullanılan birkaç odasında bulunuyordu. Ertesi günü kayıt için gittiğimizde nüfus cüzdanını yanımızda getirmediğimizden dolayı imtihana giremedim. Sakarya-Künye den Eğitmen İsmail amcanın oğlu Tekin Özkan ile karşılaştık; o da yaşının küçük olması nedeniyle imtihana girememişti. Sınavda diğer soruların yanında Alet işler el övünür cümlesinin ne

44 44 anlama geldiğinin açıklanması istenmiş. İmtihana ben de katılsaydım nasıl cevap verirdim diye düşünüp durdum. Babam, fırından aldığı lavaş ekmeği ile beni kahveye götürdü ve büyük boy bir bardak çay istedi. İki şekerli çayla beyaz ekmek yemek ne hoş bir şeydi! Köye dönüşümüz aynı güzergâhla değil, Sirye üzerinden dağ-tepevadi aşılarak yapıldı. Sabah erkenden yürüyerek yola çıktık. Yolun bir bölümü araç trafiğine uygun halde idi; o bölümü zorlanmadan yürüyebildik. Sirye nahiyesine yaklaşınca kestirme diye dik yamaçlı patika yollu takip ettik. Yolun sağ ve sol yanları öbek öbek çalı cinsi bodur ağaçlarla haplıydı. Sıcağın etkisiyle cırcır böceklerinin durmak bilmeyen seslerleri kulaklarımızı hayli hırpaladı. Nihayet Çoruh nehri kenarına indiğimizde su sesi armonisiyle rahatladık. Yolumuz bizi, iki çelik halat üzerine tahta döşenmiş acayip bir asma köprüye getirdi. Önümüzde ki köprüden karşı tarafa geçilmesi gerekiyordu. Ama nasıl olacak? Köprü hem dar ve hem de yürürken sallanmakta. Nehir ise hayli kabarık, düşülürse, yüzme bilmeyenler için felâketle sonuçlanır. Başka bir seçenek olmadığına göre cesaretimi toplayıp büyük korku dolu heyecanla nihayet geçtim. Sonra Boselt köyü ne yöneldik. Bir süre yürüdükten sonra köyün üzüm bağlarına ulaştık. Babam belirli bağdan bir salkım üzüm kopardı ve beraber yedik; köye gelince bağın sahibini sorup öğrendi ve parasını vermek istedi. Adamcağız helâl edince teşekkür edip ayrıldı. Dik patika yolunu takip ederek dağın sırtına çıktık; artık Kılarcet köyünün sınırları içerisindeydik. Nihayet ikindi üzeri de evimize ulaştık. Bu vesileyle çevre bölgeleri de tanımış oldum. YAKIN MAHALLE KOMŞULARI İnsanoğlu dünyada varlığını toplum halinde yaşayarak göstermiştir. Bu nedenle yaşantımızda hep komşular olmuş ve olmaya da devam edilecektir. Ak günde kara günde ilk başvuracağımız kimse komşu olmaktadır. Komşu komşunun külüne dahi muhtaçtır, denir. Bakmayın arada sırada vuku bulan kırgınlık ve küskünlüklere; bunlar nefse

45 45 hâkimiyetin çaresizliğinden kaynaklanan yansımalardır. Hepsi zaman içerisinde gelip geçer. Ancak bazı komşular var ki, söz ve davranışı ile insana hayatını zehir eder. Böylelerine komşu değil, ancak düşman denir ve bunlar komşudan sayılmaz. Gerçek anlamda komşu, karşılıklı hoşgörü gösterip iyi ilişkiler içerisinde bulunanlardır. Bu duygu ve düşüncelerle belleğimde yer etmiş yakın mahalle komşularıma ait anılarımı siz okuyucularla paylaşmak isterim. Bu dünya fani, her şey gelip geçicidir. İsmi geçen komşuların bir bölümü Yaratan ına kavuşmuştur. Kendilerini rahmetle anar varsa günahlarının bağışlanmasını; halen hayatta olanların da mutluluk içerisinde sağlıklı bir hayat geçirmelerini dilerim. 1. Eğitmen Ali Öztürk Dedemin kız kardeşi Nazife nin oğlu, yani yeğenidir. Şatirgilden Emrullah Acar amcanın kız kardeşi Selime yenge ile evli idi. İsmail ve Mustafa adında iki erkek çocukları oldu. Ne var ki, mutlulukları hayat boyu devam edemedi. Selime yenge bir hastalığa yakalanıp elleri ve başı devamlı titrer hale geldi. (Belirtilerine göre tahminim Parkinson hastalığı olsa gerek). Artık ev işlerini dahi göremez olunca amcam ayrılmak zorunda kaldı. Küçük yaştaki çocuklara bakacak ve ev işlerini görecek kadın gerekliydi. Bu maksatla amcam Erzurum-İspir İlçesinden dul ve iki çocuklu Hayriye hanımla evlendi. Çocukların isimleri Nadrettin ve Fikriye idi. Bir de yanlarında yaşlı neneleri vardı. Bunlarla beraber aile yedi kişiye yükseldi. Benim yaşıtım ve aynı zamanda oyun arkadaşım Mustafa idi. Yaz aylarında onunla öküzleri otlatırken dere veya su arkları kenarında havuz misali çalılarla örülü bir alan oluştururduk; üzerini çamurla sıvar ortasını da delerdik. Sonra ark yapıp havuza su akıtırdık. Su, açılan delikten akarken girdap oluştururdu. Papatya çiçeklerini koyduğumuzda dönmeye başlar ve biz de bundan haz duyardık. Nadrettin ve İsmail Cılavuz Köy Enstitüsüne kaydoldular. Beş yıl sonra mezun olup Nadrettin öğretmen, İsmail ise Sağlık Memuru olarak göreve başladılar. Mustafa ise İlkokul sonrası okumadı. Nadrettin ağabey okul sonrası evlenip çoluk çocuğa karıştı. İsmail i ise mezuniyet sonrası hiç görmedim. Nadrettin ağabey Ali emmimi öz babası olarak kabul edip

46 46 hayatının sonuna kadar yanından ayrılmadı. Yaradılış itibariyle, herkese saygılı, söz ve sohbetiyle kimseyi incitmeyen, sevdiklerinin hal ve hatırını soran efendi bir kişilik sergilerdi. Ali amcamla akrabalıktan kaynaklanan iyi komşuluk ilişkilerimiz olmuştu; ta ki, bir bayram günü akşamına kadar. Ali amcam o gün sabahleyin bayram ziyaretinde bulunup akşamüzeri evine dönerken dayısını hatırlar ve gelip dedem ile yengesi nenemin elini öpmek ister, onlar da böyle bir davranıştan kırılmış olacak ki ellerini öptürmezler; üstelik bir de kendisine sitem ederler. Amcam beklenmeyen bu tepki karşısında nefsine hakîm olamaz ve birkaç ağır söz söyleyerek yanlarından ayrılır. Bu olay sonrası iki aile arasındaki kırgınlık uzun yıllar sürdü. İnsan beşerdir, çoğu zaman da şaşar, derler. Hatasız kul olmaz; öyleyse, hoşgörü göstermek gerekir. Büyüklere saygı, küçüklere sevgi insanlık erdemi olduğu unutulmamalıdır. Ali amcam emekli olduktan sonra köydeki arazilerini satıp Bursa da yerleşti. Kendisini en son Bursa da 1983 yılında babamın cenazesine gelmişti, orada gördüm. Oysaki İslâm dininde kırgınlık ancak üç gün sürebilir; dördüncü günde barışma olmalıdır. Yapmayanlar, Hz. Peygamber e karşı gelmiş olup günaha girmiş olurlar. Keşke bu gerçekleri bilip kendilerine olumlu yön verselerdi! 2. Hasan Demirkan Ünyeli Hasan lakabıyla anılır; Osmanağagil sülâlesinin damadı olur. Nenem Gülsüm ile evli olup Kaim ve Saliser adında iki çocuk sahibidir. Onları tanıdığımda Hafız hocanın mülkünü işletmekte idiler. Kaim ağabey benden birkaç yaş büyüktü; yine de en çok arkadaşlık yaptığım kişi olarak anılarımda yer etti. Annesini gerçek ninem gibi severek kendisine hürmet ederdim. Bir gün nasıl olduysa köprücük kemiği bölgesinde ağrı belirdi. Meğerse burkulma olmuş. Gülsüm nene elini sabunlayıp ağrıyan yeri masaj yaptı. Birkaç gün tekrar edince iyileştim. Üzerimde böyle bir hakkı var rahmetlinin! Hasan dede çok güçlü ve gayretli bir yapıya sahipti. Tek başına iki ailenin arazilerini işler, bahçe çayırlarını biçer, harman işlerini yapar,

47 47 dutları döküp pekmez yapar, kışlık odununu hazırlar ve kışın da hayvanların bakımını sürdürür ve de birikmiş gübreyi tarlara taşırdı. Elbette Gülsüm nenem kendisine yardımcı olurdu, fakat bir dereceye kadar. Çünkü onun da zorunlu ev işleri (ekmek ve yemek pişirmek, çamaşır yıkamak, inekleri sağıp süt işlemek, meyve toplayıp kurutmak gibi ) vardı. Neden sonra çocukları büyüyüp kendisine yardımcı oldular. Ha, bir de arızalanan su borularını değiştirirdi. Ormandan uygun çam ağaçları kesip getirir ve kuruduktan sonra iki metre uzunluğunda doğrayarak özel burgu ile delip su borusu haline getirirdi. İşte bu nedenle diyorum ki Hasan dede, benzerine pek rastlanmayan cinste güçlü ve becerikli bir adamdı. Su kaynağı Yukarı Mahalle de idi. Aradaki mesafe hayli uzak; dahası toprak altına döşenen çürümüş boruların değiştirilmesi kolayca yapılacak işlerden değildi. Kaim ağabey delikanlılık çağının ilk günlerinde idi ki, Peynirli Köyünden Sultan abla ile evlendirildi. O sevindi, ben ise bir oyun ve sohbet arkadaşını kaybetmenin burukluğunu yaşadım. Artık eskisi gibi sohbet yapamayacaktım. Hatırladığım kadarıyla askere gitmeden önce iki kız çocukları oldu. İlerleyen yıllarda Sultan abla söz ve davranışıyla kendisini bizlere daha çok sevdirdi. Birkaç yıl sonra da kendi evlerine dönüp yaşamlarını burada sürdürdüler yılının Nisan ayı olacaktı; henüz Rize Lisesi birinci sınıf öğrencisi idim. Bir gün öğle vakti çarşıda Kaim ağabeye rastladım; o da beni arıyormuş. Üzerinde asker elbisesi vardı. Kolundaki çavuş arması başka bir görünüm veriyordu. Erzurum daki askerlik görevini tamamlayıp köye dönerken Rize ye uğrayarak beni görmek istemiş. Hoş sohbetten sonra lokantada yemek ikramında bulundum ve Ardanuç a uğurladım. Bir yıl sonra yaz tatilinde köye döndüğümde onu işçi statüsünde yurt dışına gittiğini öğrendim. Fakat gurbete fazla dayanamayıp bir yıl sonra geri dönmüştü. Dönmesine dönmüştü de fakat konuşması değişmişti. Şöyle ki, konuşmalarında artık teşekkür kelimesi yerine Fransızca okunuşuyla Mersi! diyordu. Benim yabancı lisan dersim Fransızca olduğundan ona bazı sorular sorup sıkıştırmaya çalışırdım. Sonuç ise gülüşmek!... İşte böyle anılarım oldu rahmetliyle...

48 48 Komşuluk ilişkilerine gelince, yine karşımıza hoşgörü noksanlığı çıkıyor. Eften püften işleri büyütüp gereksiz kırgınlıklar yaşandı. Günlerimizin büyük bölümü küsmelerle geçti. Takdir edilecek husus ise, kırgınlıklara neden olan taşlı sopalı kavga değil, karşılıklı gönül inciten birkaç sitemli sözden ibaret olmasıdır. Peki, kazancımız ne oldu? O anda sergilenen benlik duygusundan başka ne kaldı geriye? Fakat gel de olgunlaşmamış nefse bunu anlat. Bugünden geçmişe bakınca insanın aklına, keşke bu da olmasaydı da o güzel ilişkiler üzerine leke düşmeseydi düşüncesi geliyor. 3. Hafız Hoca (Atalay) Hem tarla, çayır, bahçe itibariyle ve hem de evlerimizin konumu yönünden saygı değer komşumuzdu. İki oğlan üç kızları vardı. Eşini Hidayet nene olarak tanıdım. Emrullah elektrik mühendisi olmuştu, Abdullah ise ticaretle ilgileniyordu. Abdullah amcanın Ayten ve Engin adında iki çocuğu vardı. Yaz aylarını köyde dede ve ninesi ile beraber geçirirlerdi. Kızları, Emine, Sebahat ve Kıymet adında idiler. Hafız Hoca varlıklı bir aile olması itibariyle yaşamları da farklıydı. Evlerinin önündeki bahçeye beton bir havuz yaptırıp etrafını susam çiçekleriyle donatmıştı. Ayrıca ormandan getirip diktikleri köknar (ladin) ve soç (köknar) ağaçları ile değişik manzara oluşturmuştu. Havuzun ortasında su fıskiyesi vardı. Su, Yukarı mahalleden çam ağacından yapılı su borularıyla getirilmişti. Sırası gelmişken bununla ilgili bir anımı anlatmak isterim: İkinci Dünya Savaşı yıllarında Hafız Hoca köye dönmedi. O zaman evlerinde Hasan dede oturuyordu. Bir yaz günü anam-babam tarlada çalışırken ben de Kaim ağabey ile beraber soyunup havuzun soğuk suyuna atladık; o tarihte henüz sekiz yaşında bulunuyordum. Derken üşütme sonucu ciddi bir ateşli hastalık geçirdim. Meğer akciğerlerimi üşütmüşüm; bir bölümü çalışamaz hale gelmiş. Yani nefes alırken havanın dolduğu sinüslerin(hava baloncuklarının) bir bölümü kapanmış; iş görmez olmuş. Olayın gerçek yüzü, askeri öğrenci olmak üzere sağlık raporu alırken çekilen röntgen filminden ortaya çıktı. Bundan dolayı Hava Harp Okuluna

49 49 gidip pilot subay olamadım. Peki, bende başka olumsuz belirtileri oldu mu? Evet, oldu! Şöyle ki, Mollagilin Mehmet harman makinesinin kolunu çevirmeye başladığında uzun zaman yorulmadan işe devam ederdi. Hemen hemen aynı yaşıtta olmamıza rağmen ben ise kısa süre sonra yorulup durmak zorunda kalırdım. İkincisi, Sarıkamış ta görevli iken bir kış gecesi Tümen Karargâhından çıkıp eve koşarak gitmek istedim. Fakat birkaç adım sonra nefesim tıkandı. Sebebi, yüksek rakımda (2100 m) kışın kar yağınca havadaki oksijen yoğunluğunun seyrekleşmesi ve dahası akciğerlerin yarısının da çalışmaması bu sonucu doğurmuştu. Hafız Hocanın kızından da Halis adında bir torunu vardı. Yaz aylarında köye gelir dede ve nenesinin yanında kalırdı. Lacivert kumaştan kısa pantolon giyer elinde sapanla kuşların peşinden koşardı. Benden birkaç yaş büyük olduğunu biliyorum. Ben de peşine takılıp onu izlerdim. Yüksek ceviz ağacının dallarına konmuş kargaları nişan alıp sapanla taş atardı. İyi de isabet ettirirdi; fakat taşlar küçük olduğundan kargaları yere düşüremezdi. Çocukluk bu ya, bende ondan özenip sapan edinmek istedim. Fakat ortalıkta o tür lastik yok; çorap lastikleri ise dayanıksızdı. Nihayet Ortaokula başlayınca Artvin de bulup aldım. Köye döndüğümde işe yarar bir sapan yapıp kuşların arkasına bu defa ben düştüm. Mevsim, yazın başlangıcı, tam da kuşların civciv çıkarma zamanı idi. Bir gün babam yanına alıp tatlı dille ve eğitimci kimliğiyle: Oğlum! Bana veya anana bir şey olup aranızdan ayrılsak sen ne yaparsın? İyi düşün! İşte sen kuşları öldürürsen onların yavruları da aynı üzüntüyü yaşarlar anlamında öğüt verdi. O andan itibaren sapan kullanmadım. Fakat içimde de halen o isteğin dürtüleri duruyor. 3. Aslan Demirci Halk arasında Aslan usta diye anılırdı. Aslen Tanzot (Aydın) köyünden olup Şehriye bibimle (halamla) evlenip köyümüzde yerleşmiş. Demirci atölyesinde her türlü alet ve edevat yapardı. İki kız üç oğlan beş çocukları vardı. Sırasıyla isimleri Beyiye, Osman, Hulusi, Halis ve Emine idi. Osman benim oyun hem de okul arkadaşımdı. Babasından demircilik sanatını öğrendiği için çakımı da o yapardı

50 50 Aslan usta sanatında hem gayretli hem de becerikli idi. Köy halkının ihtiyacı olan balta, keser, nacak, bıçak, çakı, orak, kazma, çapa, soba, kapı menteşesi, çakmak gibi ev aletlerinin yanında uzmanlığı gerektiren diğer işleri de yapardı. Bir gün elinde toplu tabanca onardığını; başka gün gramofonun makine aksamına baktığını gördüm. Adamın birisi elindeki gramofonu arızalanınca kaptığı gibi Aslan Ustaya getirmiş. O da adamdan satın almış. Tesadüf o ya yanında iken Usta makine aksamını açtı; sert bir mukavvadan yapılmış çarkın eskiyip gevşediğini gördü. Aynı ölçüde bunun yerine pirinç levhadan çark yapıp taktı. Makinenin kolunu çevirince çalıştığını gördü; gayreti boşa gitmemişti. Beni sevindiren olay bundan sonraki gelişmeler oldu. Yaz günleri öğle istirahatı başlayınca Aslan emmi evinin üst katındaki balkonunda gramofona Hamiyet Yüceses ve Müzeyyen Senar ın taş plaklarını koyar ve çalıştırınca o güzelim şarkı sesleri mahallede yankı bulurdu. Dinlemek üzere koşar gelirdik. İlk defa böyle bir şeyle karşılaştığım için hayranlık dolu sevinç yaşadım. Kendi kendime, Gerçekte böyle güzel sesli kadın var mı? diye düşüncelere dalardım. Çünkü köyümüzde böyle kulağa hoş gelen kadın sesine hiç rastlamamıştım. Şehriye hala, nenemin sohbet arkadaşı idi. Gelir hal- hatır sorar sohbet ederdi. Şu anda, yaylada elinde yün iplik eğirirken hali gözümün önüne geldi. Allah rahmet etsin! Aslan usta ailesiyle devamlı iyi komşuluk ilişkileri içinde bulunduk. Pek kimseyle geçimsizlikleri olmaz ve zorluk da çıkarmazlardı. Osman evlendikten sonra Almanya ya gitti. Hulusi, Amasya da bir göreve başladı. Halis ise köyde kalıp baba mesleğini sürdürdü. Emine, kız kardeşlerimin sohbet arkadaşı idi. Yıllar sonra Bursa da karşılaşıp hal hatır sorduk. 5. Kadir Pehlivan Kadir amca, Kamilgiller sülalesinden olup Kadir Pehlivan lakabıyla anılırdı. Hatırladığım kadarıyla üç kızı (Kadriye, Bedriye, Miyase) üç oğlu (Haci, Osman, Dursun) vardı. Benim çocukluk döneminde Tokat a göç edip orada yerleştiler. Bu defa Kamilgillerin varlığını damatları Gençağa Yazıcı

51 51 sürdürdü. Onun da Mahmut ve Hasan isminde iki oğlu vardı. Hasan, Kaim Çavuşun kızı Nursel le evlenerek bizim sülâleye damat oldu. 6. Molla Taci (Şentürk) Molla Taci amca Anşi (Ayşe) yenge ile evliydi. Benim çocukluk döneminde vefat ettiği için şekli-şemalı belleğimde pek kalmadı. Ali, Fikriye, Mehmet, Ahmet ve Tacettin adında beş çocukları vardı. Anşi yenge güler yüzlü bir kadındı. Onu anarken hatırıma şu anım gelir. Babam çarşıdan bana mızıka almıştı. Eve getirip verdiğinde Anşi yengede birkaç kadınla beraber bizde idiler. Haydi! Süleyman çal da oynayalım dedi. Ben de çalmaya başlayınca ayağa kalkıp oynamaya başladı, evdekileri hayli güldürdü. Mollatacigilin epey miktarda koyunları vardı; bir de köpekleri. Mahallede koyun sürüsünün çobanlığı sıra ile yapılırdı. O köpek her gün sürüye eşlik edip yabani hayvanlardan korurdu. Diğer itler gibi insanlara saldırmazdı; uslu bir köpekti. Mollatacigilin iki ayrı evleri vardı. Aşağıda ahorun (ahır) yanındaki odada Molla Muhammet hoca bize Kur an okumayı ve namazda okunan süre ve duaları öğretti. Elif cüzünün arkasındaki metnin sonunda Hutti diye bir kelime vardı. Okumayı tamamlayıp Hutti diyen öğrencinin evine arkadaşları koşup müjde verir ve aldıkları meyveleri paylaşarak yerdik. Mollatacigil denince aklıma duta (ekşi kara dut) ve kiraz ağaçları gelir. Duta yüz yılı aşkın yaşlı bir ağaçtı. Eğik yapıda olduğu için kolayca çıkılıp meyvesinden yerdik. Duta yemek herkese serbesti; kiraz ise ancak rüzgâr veya kuşların yere düşürdükleri Yazın sıcağın ve hararetin baskın çıktığı zamanlarda duta ağacına çıkıp yerdik, ellerimiz ve dudaklarımız boyanırdı. Yere inince yanından geçen arkta duta yaprağı ile ellerimizi yıkayıp boyayı giderirdik. Dikip koruyanlar için çok güzel Sadaka-i cariye. Duyduğuma göre kiraz ağacı kurumuş. Ne yapacaksın her şey geçici, tıpkı insanlar gibi. 7. Ali Özkan

52 52 Ali amcam, Sebriye bibimle evli olup bizim sülâlenin damadı idi. Lütfiye, Ahmet, Şaziye, İclel ve Nahide adında beş çocukları vardı. Lütfiye, Abdigilin Osman ile; Ahmet, Sakarya dan Fadime ile; Şaziye, Şatirgilli öğretmen Şevket Kolayca ile; İclel, Mahmut ağanın oğlu Kaydı Yavuz ile; Nahide de Tikmanetli Rüştü ağanın oğlu Ahmet ile evlendiler. Ne var ki Kaydı nın erken vefatı sonucu İclel ikinci evlilik yapmak zorunda kaldı. Ali amcam, sessiz kendi halinde bir karaktere sahip kişi idi. Kimseyle pek geçimsizliği olmazdı. En belirgin özelliği fark edilecek türde yorulmadan hızlı yürümesi olmuştu. Muhacirlik dönüşü evlenince, azim ve gayretiyle önce evini yapmış, sonra da evinin önünde bir bahçe geliştirip meyve ağaçlarıyla donatmıştı. Fukaralığın herkesin belini büktüğü bir ortamda bunları başarmak pek kolay olmasa gerek. Ama Ali amcam hepsinin üstesinden gelip kimseye muhtaç kalmadan yaşamını sürdürdü. Ahmet ağabey, Kaim ağabeyin yaşıtı olup aynı birlikte askerlik yaptı. Askerden dönükten sonra Rize de çay işleme işçiliğinde çalışıp emekli oldu. Ali amcamla komşuluk ilişkileri, akraba olmanın verdiği saygınlık ve yakınlık duyguları içerisinde geçti. Dedem ve neneme karşı hürmeti son derece büyüktü. Bibimin sevecenliğine diyecek yoktu. 8. Beycan Karadeniz Beycan amca, Mesude bibim ile evli idi. Aile olarak Serdargil lâkabıyle anılırlardı. Nuriye, Lütfi, İsmet, Fikri ve Hikmet adında beş çocukları olmuştu. Yakın aile dostluğumuz nedeniyle Hikmet in kirveliğini bana vermişlerdi. Ne yazık ki Hikmet çocuk yaşta hayata veda etti. Beycan amca iyi bir marangoz ustası idi; bu nedenle halk arasında Beycan Usta olarak isimlendirilmişti. Babamın yakın dostu ve arkadaşı olarak her zaman iyi ilişkiler sergilerdi. Lütfi de benim okul ve mahalle arkadaşımdı. Evlerine gider oyun oynardık. Annesi Mesude bibim de beni kendi çocuğu gibi severdi. Bir İlkbahar günü okul tatile girmeden öğrencileri kır gezisine çıkardılar. Mayıs ayı olmasına rağmen Kitat ın düzündeki yabani meyve ağaçları yeni çiçek açmışlardı. Kaynak suyunun yanında mola verildi. Suya eğilerek kana kana içtik. Öğle vakti gelince

53 53 torbalardan kete, bişi, yumurta, soğan, peynir, bazlama ve çörek ekmek gibi yiyeceklerimizi çıkarıp paylaşarak yedik. Sıra eğlenceye geldi; marifetlerimizi sergiledik. Lütfi ile tutuştuğum güreş anılarımda yer edip bu günlere kadar geldi yılında ailece izinli olarak köye gelmiştim. Kızlarımın birisi üç, diğeri iki yaşında idi. Bir gün baktım ki Mesude bibim iki küçük çocuk sepetine ceviz doldurup getirmiş; sepetleri çocukların koluna takıp sevinmelerini sağladı. Sonradan öğrendiğime göre evlerinin önündeki ulu ceviz ağacı da kurumuş. 9. Sadık Kolayca Sadık amca Menemşe yenge ile evli olup Nazmiye, Abdullah, Nezem ve Cemil adında dört çocuk sahibidir. Kendi hallerinde bir aile idiler. Geçmişe dönük hatıralarım Nezem üzerinde yoğunlaşır. Zayıf yapılı bir çocuk olmasına rağmen güreş tuttuğunda sergilediği oyunlarla rakibini kolayca yere düşürürdü. Onunla Sonbaharda çayırlarda hayvan otlatırken çelik-çomak oynardık. 10. Hocagil (Hasan Yıldırım) Hasan amca Mümine yenge ile evli olup Ömer, Âdem, Vesviye, Emine, Kıymet ve Asife adında altı çocuk sahibidir. Hocagil denince hemen bir anım hatırıma gelir. Hasan amcanın arıları vardı. Kardeşim Naziye doğduğunda meme emmez olmuştu. Annem gidip kendilerinden bal istedi. Onlar da avuç içi kadar petekli bal vermişlerdi ve bu vesileyle ben de o baldan tatmış oldum. (Görüldüğü gibi iyilikler unutulmuyor; yeter ki Allah rızası gözetilerek yapılmış olsun!) Hocagilin diğer ayağını, Mustafa Yıldırım dede oluşturmaktaydı. O da, Zinnet hanımla evli idi. Ahmet ve Hafız adında çocuklarını hatırlıyorum. 11. Mahmut Yavuz

54 54 Mahmut dede halk arasında Mahmut Ağa diye anılırdı. Aliağagil sülalesinden gelirler. Dildar nene ile evli olup Halim, Yakup, Fehmi, Kaydi adında dört oğul, Naciye adında da bir kızı vardı. Tanıyanlar onu ağa olarak bilirdi. Arazinin büyüklüğü ve barındırdığı hayvan miktarı göz önüne alındığında söz de değil gerçekte ağa olduğu ortaya çıkar. Çocukluk dönemindeki izlenime göre, kabarık sayıda koyun-keçi sürüsü vardı. Genelde Yakup ağabey çobanlık yapıp sürüden sorumluydu. İrili ufaklı çan takarlardı sürüye. Sürünün tepelerden akşam dönüşünde değişik melodideki çan sesleri dinleyen kulaklara hoş gelirdi. Herkes, sürünün Aliağagile ait olduğunu bu seslerden anlardı. Yine yeterli miktarda inek, öküz ve manda beslerlerdi. Mahalle komşuları ekin saplarını kızakla taşırken, onlar iki tekerlekli ve hareket halinde inleyen kâğnı arabası kullanırlardı. İlk defa manda hayvanını onlarda gördüm. Yine komşular gidecekleri yere -uzun yol olsa da yürüyerek giderken- Mahmut ağa at sırtında giderdi. O zaman, kıt kanaat geçinen aileler için at beslemek lüks sayılıp düşünmek dahi istemezlerdi. Köyde yalnız onun halka açık konağı vardı. Özellikle kış gecelerinde büyükler oraya gidip sohbet ederler, bazen de halk âşıklarının sazlı-sözlü karşılıklı atışmalarını dinlerlerdi. Mahmut ağa oturaklı bir görünüm sergilerdi. Bu nedenle köy halkı kendisine saygı duyar, hatta oturma odasına her geldiğinde orada bulunanlar ayağa kalkıp o oturmadan kendileri oturmazdı. Kaydı benim yaşıtım olup mahalle arkadaşımdı. Çocukken çok küfürbaz olduğundan ailesi ona ağzına cadı (mısır ekmeği) doldururum diye sözde küfretmesini öğretmişler. O da birisine kızdığında böyle küfrederek, sakinleşirmiş. Büyüyünce Sebriye bibimin (halam) kızı İclel ile evlendi; fakat mutluğu uzun sürmeden hayata veda etti. Halim ağabey Artvin den evlendi. Eşi Pakize abla şehir görgülü bir hanımdı. Yine ilk defa elbise ütüsünü onlarda gördüm.bazen anam alıp babamın elbisesini onunla ütülerdi. O zamanlarda ütü kömürle ısıtılırdı. Halim ağabey daha sonra ticaret işleriyle uğraştı. Kaydı ve benim yaşıtım olan Hüseyin den de bahsetmeliyim. Hüseyin, Mahmut dedenin yeğeni olup küçük yaşta yetim kaldığı için yanına alıp itina ile büyütmüşler. Onu bir gün haşlanmış kestane yerken gördüm. Bu benim kestaneyi ilk tanımam olmuştu. İlkokuldan sonra

55 55 Cilavuz Köy Enstitüsüne kaydını yaptırdı. Mezuniyet sonrasında kendisiyle bir daha karşılaşmadık. 12.Rüstem Yavuz Rüstem amca, Fadime yenge ile evli olup Âdem, Ali, Nezahet, Hemdi (Hamdi) ve Güner adında üç erkek iki kız çocuk sahibidir. Nenemin manevi kardeşi olması nedeniyle aramızda akraba ilişkisi vardı. Benim yaşıtım Ali idi. Âdem ağabey askere gidince kader onu Uzakdoğu ülkesine savurmuş. İzinli olarak köye geldiğinde onu Nezem lerin evi yanında gördüm. Giydiği er elbisesinin kolunda, üzerinde Kore Türk Tugayı yazılı arma vardı. Evet, Âdem ağabey, 1950 tarihinde Kuzey Kore ile Güney Kore arasında baş gösteren Kore Savaşında Güney Kore yi savunmak üzere giden Kore Türk Tugayına tertip edilmişti. Askerlik sonunda köye Kore Gazisi unvanı ve savaş madalyasıyla döndü. Hatırladığım kadarıyla köyümüzden Kore gazisi şeref aylığı alan ilk kişi de o oldu. Hamdi, Kaim Çavuşun büyük kızı Gürsel ile evlenip bizim sülâleye damat oldu 13. Medetgiller (Ahmet Yüksel) Ahmet amca, Fidan yenge ile evli olup hatırladığım kadarıyla Tuncer, Burhan ve Türkan adında üç çocukları vardı. Halk arasında Medetgilin Ahmet diye çağrılırdı. Ciddi ve sert görünümlü kişilik sergilerdi. Özelikle Köy Muhtarlığı yaptığı dönemde bir şey söyler de beni incitir diye çekinirdim. Fakat hiçte böyle bir şey olmadı. Tesdik, Refik, Sıddık adında üç kardeşi vardı. Refik amca, Mümine yenge ile evli olup Hakkı ve Cemal adında iki çocuk sahibidir. Cemal benim ilkokul arkadaşımdır. Çok hızlı yürürdü; akşama doğru okul paydos olduğunda en önde o giderdi. İşçi statüsünde yurt dışına gidince bir daha kendisiyle görüşemedim. Daha sonra gelip babamdan araziyi satın almıştı. 14. Yusuf Ziya

56 56 Yusuf Ziya Nazife hanımla evlidir. Kendisini hep masal anlatırken hatırlarım. Uzun kış gecelerinde biz çocuklara hikâye anlatmaya başlayınca sonu gelmezdi. Bizim uykumuz gelir fakat Yusuf Ziyanın sözleri bitmezdi. 15. Abdigil Abdi dede Hedise nine ile evli olup iki çocuk sahibidir. Abdigil denince hatırıma Mehmet ve Osman ağabey kardeşler gelir. Anne ve babalarını sima olarak pek hatırlamıyorum. Osman ağabey Sebriye bibimin (halam) kızı Lütfiye ile evlenince akrabalık ilişkileri daha da güçlendi. Lütfiye ablam yaz aylarında armutlar oluştuğunda bizi unutmaz, her gelişinde sepetle armut getirirdi. Nedense bizim bir kök armut ağacı vardı, o da yeterli olmazdı. Dolayısıyla Abdigilin armutlarını hiç unutmadım. Osman ağabey ailemize karşı candan hareket edip saygı ve hürmette kusur etmemeğe özen gösterirdi. Lehim yapma sanatında usta idi; kendisinden hayli yararlandığımı söylemeliyim. Ne var ki erken yaşta hayata veda etti. Oğlu Mustafa nın okuyup öğretmen olduğunu öğrenince oldukça sevinmiştim. 16. Rüstem Oflas Rüstem amca, Güllü yenge ile evli olup Ahmet ve Emine adında iki çocuk sahibidir. Oflas ailesinden söz edilince iki anım hatırıma gelir: Birincisi, Ahmet Oflasın evlilik düğünü. O zamanları hayli büyümüştüm. Davul-zurna eşliğinde düğün alayı mahalleye yaklaştığında şenliğe renk katan süvariler atlarını dörtnala kaldırıp koşturmaya başladılar. Yokuş yolu kat edip terkan içinde kalan atlardan birinci gelenin boynuna renkli bir bez parçası bağlandı. Kim bilir süvarisi ne kadar da gururlanmıştı! Sonra gelin alayı evlerinin önüne yanaştı. Ahmet ağabey sağdıcıyla beraber evin çatısına çıkıp gelinin üzerine şeker döküp tabancayla havaya birkaç ateş etti. Özellikle çocuklar yerden şeker toplamağa girişirken ben de boş mermi kovanlarını kaptım. Onlara tabanca yapmada ihtiyacım vardı. Gelin, bindiği

57 57 attan ters çevrilmiş kazanın üzerine indirilerek eve alındı. Sonra da harman yerinde Tayyip ustanın davul-zurna eşliğinde eğlencelere devam edilip misafirlere yemek ikram edildi. İkinci çağrışım ise, vişne ağaçları idi. Evlerinin önünde bostanları vardı. Yola yakın bölgesi taş duvarla örülmüş ve kenarına da birkaç kök vişne ağacı dikilmişti. Ağaçlar genç olunca verdikleri meyveler de diğerlerine nazaran hayli iri oluyordu. Ağaçlar meyve verince doğal olarak dalları yola doğru sarkardı. Yoldan geçerken görünümüne dayanamaz koparıp yerdim. Yorgun ve hararetli anlarda insanı ne kadar da rahatlatırdı! 17. Âdem Yılmaz Âdem amca, Mihriye yenge ile evli olup Ahmet, Necat, Nazmiye, Hüsniye, Cemal ve Müzeyyen adında altı çocuk sahibi idiler. Âdem amcayı, akraba olarak görür ve kendisine karşı sevgi beslerdim. Sebebi ise, Sebriye bibimle (halamla) manevi kardeş olma ilişkisinden kaynaklanıyordu. Âdem emmi, bir müddet köyden ayrılmış ve tekrar döndüğünde Sebriye bibim onuruna lokma döküp ağırlamıştı. Toz şekerle tatlandırılan lokmaların lezzetline diyecek yoktu! Ahmet ağabey şehirde (Kale de) dükkân açıp terzilik yapmaya başladı. Bir 23 Nisan Çocuk Bayramı günü idi; hevesli olarak şehre gittim. Ahmet ağabey elindeki cekete tela işliyordu. Dükkânda bir de buzdolabı vardı; o zaman elektrik olmadığı için ilginçtir gazyağı yakılarak çalışıyordu buzdolabı. Yenilikleri tanımaya çalışırken güçlü bir motor sesi duyup dışarı çıktım. Ne göreyim, koskoca bir kamyon üstüme doğru geliyor; hemen dükkâna geri döndüm. Sonra gidip park ettiği yerde dikkatle izledim. Benim motorlu aracı ilk kez görmemdi. Müzeyyen benden birkaç yaş küçüktü. Yayla zamanı kuzu- dana beraberce otlatırdık. Künyeli İsmail amcanın oğlu öğretmen Necat Özkan ile evlendiğini öğrendim. Yıllar sonra da Bursa da kendileriyle karşılaştım. Cemal da okuyup ilkokul öğretmeni oldu. O da emeklilik sonrası Bursa da yerleşmişti.

58 18. Ali Yılmaz 58 Ali amca, Emine yenge ile evli olup Dursun, Mukarrem, Fatma ve Melice adında dört çocuk sahibidir. Âdem emminin de kardeşidir. 19. Şabangil Şaban dedeyi çok az hatırlıyorum. Kılık kıyafeti değişikti; o dönemde Osmanlı çağını andırır elbise giyer başına da sarık sarardı. Oğlu Süleyman amca, Fadime yenge ile evli idi. Çocuklarından ancak Ali Şaban ı hatırlıyorum. v Gönül isterdi ki o dönemde köyümün tüm insanlarıyla olan anıları anlatıp kendilerini yad edeyim! Zaman içerisinde birçok şeyler unutulmuş. Bunun bir sebebi de öğrencilik nedeniyle senenin büyük bir bölümünü köyümden uzaklarda geçirmiş olmamdı. Şu gerçeği dile getirmem de yarar var: Köyümün insanı oldukça dürüst bir karaktere sahip kişilerdi. Kendi aralarında bulunduğum sürece, ne taşlı- sopalı kavga, ne adam yaralama veya öldürme, ne de malına- canına zarar verme gibi olaya şahit oldum. Komşusuna olan çekememezlik veya husumetinden (kininden) dolayı şeytana uyup hasat edilmiş tarladaki ekinini, çayırındaki ot yığınını, ahır veya samanlığını ateşe verebilirdi. Fakat böyle bir düşmanca davranışı akıllarından dahi geçirmezlerdi. Bu yönü itibariyle kendileri övgüye layık insanlardı yılında olacaktı; bir kış gecesi birileri gelip ahırın (kömün) anahtarını kırarak koyunlardan birini çalıp götürmüşlerdi. İlk defa böyle bir olayla karşılaştığımız için ailece günlerce üzüldük. Bunun dışında hırsızlık olayına tanık olmadım O DÖNEMİNDE BEREKET KÖYÜNE HİZMET VERENLER KÖY YÖNETİMİ (Muhtar) Dönemi

59 59 1.Ahmet YÜKSEL Remzi GÜRSOY Mustafa UYGUR Eyüp DEDE Ali ŞENTÜRK Genelde toplumda her kuruluşun başına getirilen yöneticilerin, - Nefsiyle değil aklı ile hareket eden, - Her işte tarafsız olup adaleti gözeten, - Yaşamında alçak gönüllü ve çevresiyle ilişkilerinde dürüstlükten yana olan, kişilerden olmalarına özen gösterilir. Bu özelikler muhtarlık için de geçerli vasıflardır. Muhtar, halkın sorunlarını çözen ve Devlet kuruluşlarına karşı resmi ilişkilerde köyü temsil eden kişi olarak algılanmalıdır. İşte bundan dolayıdır ki, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN da zaman zaman muhtarları Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde ağırlayıp ülke sorunlarını görüşme ve onlara hitap etme nezaketini göstermektedir. Öyleyse bizler de muhtarlarımızı her zaman saygı ile anıp kendilerine hürmet etmeliyiz. KÖY BEKÇİSİ Fazlı BOZKURT Satılmış İNAL EĞİTİM VE ÖĞRETİM HİZMETLERİ: 1. Eğitmen: Osman GÜNVER 2. Öğretmen: Hasan YILMAZ 3. Aday Öğretmen Seyfettin ERMİŞOĞLU 4. Öğretmen: Reşit YILDIRIM 5. Öğretmen: İsmail UYGUR 6. Öğretmen: Şevket KOLOĞLU 7. Öğretmen: Cemal KAYA

60 60 İnsan yetiştirmek, hayli zahmetli olduğu kadar uzun süre sabırlı olmayı gerektiren bir süreçtir. Çocuğa emek veren ve sevecen ortamda büyümesini sağlayan yalnız ana baba değil, onu eğiterek kaliteli insan halinde topluma kazandıran bir de ilkokul öğretmeni vardır. Onun da çocuk üzerinde kayda değer emekleri bulunuyor. İşte bu nedenle, Ali Rıza Binboğa nın yorumladığı aşağıdaki şarkı sözünde öğretmenin değeri, bakın ne kadar güzel ifade ediliyor: Öğretmen kutsaldır ana gibi Öğretmen kutsaldır baba gibi Öpülesi elleri var Şirin tatlı dilleri var Öğretmen öğretir A, B, C Öğretmen öğretir ta-le-be İlk öğretmenin kim senin Kim öğretti alfabeyi Bir harf için kırk yıl Köle olunuyorsa Yirmi dokuz kere kırk yıl Kölesiyiz öğretmenin Kime ait olduğu kesinlikle bilinmemekle beraber İslâm Ulemâsı, ilmin büyüklüğünü anlatmak üzere Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum! ifadesini kullanmışlardır. Şarkı sözü de bu anlayışı yansıtmaktadır. Böyle bir yaklaşımdan sonra başka yorum yapmaya gerek var mı? Bu anlayışla, tüm öğretmenlerimizi sadece 24 Kasım Öğretmenler Günü n de değil, yaşam boyunca- her zaman- saygı gösterip kendilerini samimi dualarla anmamız insanlık görevimiz olmalıdır. Not: [-Şarkı sözünü dinlemek isterseniz aşağıdaki linki çift tıklayın: <Ali Rıza Binboğa - Öğretmen Öğretir > - Sayfadan çıkmak için sağ üst köşedeki ( X ) işaretini tıklayın}

61 SAĞLIK HİZMETLERİ: 61 Ebe (özel) :Kudret KOLAYCA Ebe (özel) :Güllü OFLAZ Ebe (özel) :Emine BALCI Ebe (özel) :Şehriban YILMAZ Ebe (özel) :Fatma DEMİRCİ Ebe (özel) :Hatice YÜKSEL İğneci (Özel) : Mehmet IŞIK Annelerimizin sağlıklı doğum yapmasında ebelerin emek ve becerilerinin önemi büyüktür. Eğer, kendimizi doğuştan olmayan bir sakatlık içinde görmüyorsak bunu ebemizin becerisine borçluyuz. Bu nedenle kendilerini şükranla anıp anne gibi sevmeliyiz. Hayatta olmayanlar için de Allah tan rahmet dilemeyiz. Yatağa düşmüş hastaların tedavisinde ilçeden getirilen doktor muayene yapıp yazdığı reçetede ampul- iğne yazılmışsa hasta yakınlarına sıkıntı kaynağı oluyordu. Çünkü bu iğneleri kim yapacaktı? Her defasında ilçeden sağlık memuru çağırmak oldukça masraflı ve meşakkatli bir işti. Bu nedenle köyde bu işleri becerecek iğnecinin bulunması gerçekten Allah ın lütfü olarak görülmelidir! DİN HİZMETLERİ: İmam (Özel) : Molla Eyüp UYGUR İmam (Özel) : Molla Muhammet ÇİFTÇİ İmam (Özel ): Kâzım GÜNDÜZ Kur an kursu öğreticisi(özel): Molla Muhammet ÇİFTÇİ Müslümanların, İslâm dininin gereklerini öğrenip buna uygun yaşamalarına katkı sağlaması bakımından Din görevlileri toplum nazarında önemli bir kariyere sahiptirler. Kendileri, Hz. Peygamberin temsilcisi ve Allah a giden yolda müminlerin rehberi olarak görülür. Bu nedenle dini kurallara aykırı

62 62 söz ve davranışı olmağı sürece kendilerine gerekli saygı gösterilip nasihatlerine uyulmalıdır. ORMAN BAKIM VE KORUMA MEMURU: 1. Osman UYGUR (Molla Eyyüp un oğlu) 2. Gafur ŞENTÜRK DEĞİRMENCİ: 1. Mustafa TANRIVERDİ 2. Abdurrahman IŞIK (Ağa) 3. Tayyip BOZKURT MARANGOZ USTASI: 1. Beycan KARADENİZ 2. Kaim DEMİRKAN 3. Cemal YÜKSEL 4. Dursun SARAÇ Orman köyleri yerleşkelerinde marangozluk sanatının ayrı bir yeri vardır. Özellikle oturduğumuz konutların döşeme, kapı ve pencerelerini süsleyip gören gözler için güzellikler vermesi, ustanın becerisine bağlıdır. Ustanın sanat becerisi en fazla ambar yapımında kendini gösterir. Tahtalar üst üste örülürken köşelerde birbirine tutturulur. Pek demir çivi kullanılmaz, ama sağlamlığını pekiştirmek için tahtanın bir veya iki yerinden, dışarıdan görülmeyecek şekilde tahta çivilerle bir birine raptedilir. Bütün bu işlemler, düşünüp hesap-kitap ve ölçülü hareket edilmekle sağlanır. Böylece ambarın kapısı kapatıldıktan sonra içerisine ne bir ışık huzmesi, ne de hava girmesi mümkün olur. DEMİRCİ USTASI: Aslan DEMİRCİ Aslan usta, köy halkının vazgeçilmez ihtiyacı olan tarım aletlerinden tutun da evlere teneke soba yapılmasına kadar demir aksamlı malzemelerin imalatında her zaman aranan kişi olmuştu. Sanatındaki beceri konusuna,

63 63 YAKIN MAHALLE KOMŞULARI bölümünde ayrıntılarıyla yer verildiğinden burada tekrar edilmemiştir. HIZARCI EKİBİ 1.Cemal YÜKSEL 2.Ali YAVUZ 3.Hilmi YÜKSEL 4. Rüstem BOZKURT 5. Osman ŞAHİN Hızarcılık, kendine özgü yöntemi olan ve bilek gücünü gerektiren bir sanat dalıdır. O dönemde kereste atölyesi mevcut olmadığından halkın tahta ihtiyacı hızarcı ekip tarafından tomruklar biçilerek karşılanırdı. Önce bir iskele kurulur, tomruk ölçülere göre küçük bir çanağın içindeki kırmızı boyalı iple (çirpi) işaretledikten sonra iskeleye çıkartılıp demir çubuklarla çakılarak tutturulurdu. Hızarcının biri tomruğun üstünde diğer ikisi de altta olmak üzere kırmızı çizgiyi takiben biçme işlemini sürdürürlerdi. Böylece tomruklardan isteğe göre kalınlıkta tahta elde edilirdi. Bu tahtalar özellikle, ambar ve kiler ile odaların tavan ve taban döşemelerinde, ev araçları imalâtında kullanılırdı. AĞAÇ SU BORUSU İMALATÇISI: Hasan DEMİRKAN O dönemde demir ve plastik su borusu henüz yaygınlaşmamıştı. Köy ortamında zorunlu ihtiyaçlar ise ağaç kullanılarak yapılan borularla karşılanırdı. Bu maksatla ormandan uygun çam ağaçları kesilip getirilir ve iki metre uzunluğunda doğrandıktan sonra özel burgularla delinerek su borusu haline dönüştürülürdü. Gerek su borusu imalatı gerekse toprak altındaki çürümüş boruların yenileriyle değiştirilmesi ustalık gerektiren bir beceri istemekteydi. Bütün bu işleri Hasan DEMİRKAN devam ettirdi. DUVARCI USTASI: 1. Hasan ALKAN

64 64 2. Ahmet BOZKURT 3. Mehmet ERDEM 4. Ali YILMAZ Duvarcı ustalığı, bahçe, çayır veya arazının etrafını taşla duvar örmek değildir. Özellikle mesken ve diğer binaların hem sağlam, hem de estetiğine uygun şekilde yapılması önem taşır. Sanatında usta olan kişi hangi taşın nereye konulacağını gayet iyi bilerek hareket eder. Karşılıklı konuşmalarda ifade edilen Taşı, tam gediğine koydu! deyimi bu maksatla söylenmiş olsa gerek. Aksi düşünülürse, geçmiş yıllarda büyük emek ve masraflarla köye yaptırılan ilkokul binasının duvar çatlaması sonucu kullanılmadan yıkılmaya terk edilmesi öyküsüne dönüşür. Elbette ustalık bu değildir!... TERZİ: 1.Ahmet YILMAZ 2.Hilmi GÜNDÜZ Ahmet YILMAZ Ardanuç İlçe merkezi (Kale ) de, Hilmi GÜNDÜZ ise köyde sanatını icra ettiler. O zamanki ortamda köy halkında yaygın olan moda, kilotlu pantolon giyilmesi idi. Şal kumaştan dikilen pantolonun yanlarında dışa doğru kavis yapılırdı. Genelde Süvari askerlerinin giydikleri kıyafete benzerdi; yani düz değildi. Ceket ise astarsızdı. Astarsız oluşu modadan değil, yoksulluktan kaynaklanıyordu. KALAY-LEHİMCİ: Osman DEMİRTAŞ (Abdigil) Bakır kapların kalaylanmasında, teneke kutuların lehiminde köy halkı için aranan bir sanattı. O dönemde çelik veya porselen aksamlı kap- kaçak henüz yaygınlaşmadığı için halk kendilerini gıda zehirlenmesinden böylece korurlardı. ÇAPULACI: Lütfi KARADENİZ

65 65 Çapulacı sanatını öğrenip Ardanuç İlçe merkezinde açtığı işyerinde çalışmalarını sürdürürken tatsız bir olayla karşılaştı. Halk arasında beğeni toplayan ve adına cizlavet denen lastik ayakkabı, 1950 yılından itibaren piyasada yaygınlaştı. İçi miflonlu ve su geçirmez, aynı zamanda dayanıklı olması özelliğiyle halk arasında tutundu. Halk tercihini cızlavetten yana kullanınca çapula sanatı da böylece tarihe karıştı. DAVUL VE ZURNACI: Zurnacı: Tayyip BOZKURT (Yukarı Mah.) Davulcu: İbrahim KARADENİZ Değişik makamlarla zurnayı adete konuşturan Tayyip usta ve davulcu İbrahim beyle ilgili anılarımı Köy Yaşamının Cazip Yönleri konu başlığında ifade etmeye çalıştım. Bu nedenle burada tekrar edilmedi. KÖY ÇOBANI (Öküz otlatımı) 1.Osman YILDIRIM 2.Üzeyir AYAM 3.Mehmet BİBER 4.Ziya BALCI Çobanlık, oldukça meşakkatli ve beceri isteyen bir meslektir. İşi gücü olmayanların bir zorunluluktan dolayı yaptıkları iş olarak görülmemelidir. Geçmiş günleri hatırlıyorum! Haziran ayının belirli bir gününde sabah erkenden öküzleri Dalâhet otlağına götürüp çobanlara teslim ederdik. O zaman köy halkı 90 küsur haneden oluşuyordu. Bu ne demektir? Her hane halkının birer çift öküzü bulunduğunu düşünürsek, çobanlara teslim edilen öküz sayısı 160 ve yarısı kadar da tosun. Bu kadar hayvanı tanımak, gözetmek ve gütmek hiç de kolay olmasa gerek. Ama mesleğini severek yapan çobanlar bunun üstesinden gelip kimsenin malına zarar verdirmezlerdi. Her akşam sayılarak güvenliğinden emin olurlardı. Varsa kayıplar aranıp bulunurdu. Daha sonra Büyük dağa gidilir ve görev orada sürdürülürdü. İlkel yöntemlerle hazırladıkları barınma ve yiyeceklerle

66 66 günlerini geçirirlerdi. Bu nedenle çobanlık için meşakkatli ve beceri isteyen bir meslektir ifadesini kullandım. Hatırımda kaldığına göre Reşit YILDIRIM, Cilavuz Köy Enstitüsünü bitirip öğretmen olarak atanınca tanıdık çevresi karşısında, babasının köy çobanlığı yapmasından dolayı kendisini ezik görür. Babasından artık bu işi bırakmasını ister. Babası da çobanlığın, herkesin değil, tanıma melekesinin güçlü, zorluklara dayanıklı ve sabır gerektiren kişilere has önemli bir meslek olduğunu; küçümsenecek bir yanının da bulunmadığını söyler. Böylece her mesleğe saygı duyulması gerektiğini vurgularken hem oğlunun gönlünü almış ve hem de bilge kişilere özgü nasihatini de yapmış olur. KÖY KORUCUSU: Mustafa BAYKAN (BİLGİ NOTU: Bu bölüm, Sayın Tüncer YÜKSEL in katkılarıyla hazırlanıp ilâve edilmiştir. Yardımlarından dolayı kendilerine teşekkür ederim DÖNEMİ: Ortaokul Günleri: İlkokulu bitirince bir sene boşta kaldım yılının sonbaharında Artvin Ortaokuluna kaydoldum. Dışarıdan gelen diğer öğrenciler gibi ben de okul pansiyonunda kaldım. Tahta karyolası vardı; yatak ise öğrenciye aitti. Kışlık odun ihtiyacı okuldan sağlanıp yine okulun hademesi vasıtasıyla temizlik işleri yürütülüyordu. Ayrıca bekâr bir öğretmen sorumlu olarak bizimle kalırdı. Kendi aramızdan bir öğrenci nöbetçi olur hem kendimizin hem de öğretmen odasının sobalarını yakardık. Nöbetçi kalan Şavşatlı bir öğrenci öğretmene ait sobayı yakıp dışarı çıkarken öğretmen kendisine portakal verir, fakat nasıl yeneceğini bilemez ve kabuğu ile ısırır. Bu halini gören arkadaşları gülerek gırgıra alırlar. İşte köyde yetişmiş olmanın olumsuz görüntüleri!

67 67 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı tatilinde Ardanuçlu öğrencilerle beraber ben de evlerimize dönmek üzere yola koyulduk. Baktık ormandan kütük taşıyan bir kamyon Artvin in karşı dağından tomruk getirmeye gidecek. Şoförden izin alıp hepimiz kamyonun üstüne çıktık; yanları ise açıktı. Benim motorlu araçlara binişim ilkti ve korkudan yüzükoyun yattım. Bu benim, medeniyetle ilk tanışmam ve ilk heyecanım oldu. Harhan bölgesine gelince inip yaya olarak yolumuza devam ettik.ev yaşamından uzak kalınması beslenme yöntemini de değiştirdi. Sabahları fırına koş, aldığın yuvarlak sıcak ekmeğin üst bölümünü bıçakla açtır, içine tereyağı koy ve bir parçasını ye; kalan kısmını da akşama sakla. Öğleyin fırında çorba pişirilirdi, çeyrek ekmekle karnımızı doyurmaya çalışırdık. En ilginç olanı da böceklerin cirit attığı masalarda yemek yememizdi. Bazı günlerde bakkaldan aldığımız kavurma ve kış helvası ile sıcak ekmek yerdik. Ortaokulun birinci sınıfında iken yarıyıl karne tatili nedeniyle diğer öğrencilerle beraber Ardanuç a yürüyerek hareket ettik. Güneşli bir gündü, fakat her taraf karla kaplanmış ve eriyen kar suları çapula ayakkabımdan sızıp çoraplarımı ıslatmıştı. Yürürken pek farkında olmadım; ancak gece karanlığında buzlanma başlayınca ayaklarımım donup uyuştuğunu fark ettim. Tepedüzü (Müker) köyüne kısa mesafe kalmıştı; fakat bu halimle dik bir yamacı tırmanmaya gözüm kesmedi. Mükerli öğrencilerden akrabamız olan Halit Göksel in ayakları da donmuştu. Diğer öğrenciler( Fikri Genç, Necat Önal, Fehmi Öztürk, Enis Şahin, Aslan Özkan) yollarına devam ettiler. Ben ve Halit ise geceyi, Bakta da Halit in kirvesinin (Nevzat amcanın) evinde geçirdik. Anlayışlı ve tecrübeli aile idi. Bizi içeri alıp içi soğuk su dolu birer leğenin içerisine ayaklarımızı sokturdular. Bir müddet sonra buz çözülünce ancak ayakkabılarımızı çıkarabildik. Ayaklarımızı serin suda biraz daha beklettiler. Böylece ayaklarımızın uyuşukluğu gitti. Kendilerinden Allah razı olsun; bizi büyük bir felaketten kurtardılar. Ertesi günü önce Tepedüzü ne oradan da Bereket Köyüne ulaştım. Ortaokulun ikinci sınıfında iken okul aile birliği, dersleri iyi olup fakir öğrencilere elbise verilmesini kararlaştırdı. Öğrenci tespitini yapan Türkçe

68 68 dersi öğretmeni beni de seçti. Terzi ölçümüzü alıp lacivert kumaştan elbisemizi dikti. Ayrıca ayağımıza da, o dönem meşhur olan (beğenilen) ve cızlavet olarak tabir edilen lastik ayakkabılar alındı. İlk olarak 7 Mart Artvin in kurtuluşu resmi geçiş törenine bu kıyafetle katıldık. Çok sevindim, çünkü sırtım ilk defa doğru dürüst kumaş elbise gördü. Durumu babama mektupla bildirdiğimde anlaşılır tarzda ifade edememiş olmalıyım ki bu yokluk içerisinde bir de elbise parasını nereden tedarik edeceğim! diye hayli endişelenmiş. Artvin e ilkbahar, Nisan ayından itibaren gelirdi. Her taraf yeşillik ve çiçeklerle donanıp güzel manzara oluşurdu. Resim dersinde bahçelere gider öğretmenin belirlediği yerde manzara resimleri yapardık. Açık alanda arkadaş ortamında bulunmak hayli coşkulu olur ve neşemiz artardı. Bir defasında yaz tatiline girmeden önce okulun tüm öğrencilerinin katıldığı grupla Kafkasor dağı yaylasına gezi düzenlendi. Böylece hayatımda ilk ve son olarak Kafkasörü de görmüş oldum. 19 Mayıs Spor ve Gençlik Bayramı kutlamalarına katılırdık. Ayağımızda üstü beyaz keten spor ayakkabısı ve siyah şortlu olarak jimnastik gösterileri sergilerdik. Yılsonu karne notları idareye verildiğinden 30 Mayısı beklemenin bir anlamı kalmazdı. Biz de gösteri bitiminde yataklarımızı denk yapıp sırtımıza, tahta bavulu da ele alarak Ardanuç istikametine giden kamyon veya posta arabasıyla evlerimize dönerdik. Okulun beden dersi araç ve gereçleri tamdı. Sırıkla atlama, kasa atlama, uzun atlama, halat tırmanma, gülle atma ve değişik minder hareketlerini burada öğrendim. Bir gün halata tırmandım, tepeye çıktığımda şortun kemer lastiği koptu ve aşağıya sarktı; üstelik altında iç çamaşırı da yoktu. Utanarak yere inerken arkadaşların kahkaha atıp gülüşlerini halen duyar gibiyim. Okulun laboratuar ve marangoz (İş Dersi) atölyesi mükemmeldi. Burada öğrendiklerimiz ufkumuzu açıp hayli beceri kazandırdı. Fizik dersi öğretmeni, basit olsa da bir tür elektrik dinamosu yaptırdı ve elde edilen akımla cep feneri ampulünü yaktığını deneyle gösterdi. İş dersinde de değişik araçlar ürettik. Burada edindiğim beceriyle köye döndüğümde kendime bir mandolin yapıp çalıyordum. Bir gün bize Molla Yakup amcanın oğlu Kâzım (Altunel) öğretmen gelmişti; mandolini görünce hele ver

69 69 bakalım, nasıl olmuş dedi. Çalmaya başlayınca kendi üslubuyla Co! İyi de perde yerleri olmamış, notalar noksan çıkıyor dedi. Beni mandolin yapıp çalmaya sevk eden asıl neden, Köy Enstitüsünde okuyup yaz tatilinde köye dönen her öğrencinin elinde birer mandolin, öğrendikleri şarkı ve türküleri notasıyla çalmalarının özentisi oldu. O zaman nasılda özenip benim de olmadığına hayıflanırdım. Sonra üzerlerinde açık mavi gömlek ve kalın kumaştan paçaları golf biçimli pantolon ve bot ayakkabı ne kadar da özendirici oluyordu. Ya benim üzerimde, şal ceket ve pantolon, ayağımda da lastik ayakkabı! Ne de olsa çocukça duygu ve yaklaşım! O zaman Sabrın sonu selâmet özdeyişi hiç hatırıma gelmezdi. Ha, şunu da belirtmekte yarar var: Özenmek ile kıskanmak aynı anlamda kabul edilmemelidir. Özenmek, kişiyi hedefe götüren itici güç olur; kıskanmak ise karşı tarafa düşmanca bakışı yansıtır. Ortaokul öğretmenleri hem kültürlü ve hem de becerikli bir davranış içerisinde hareket edip bilgileri zorla da olsa kafamıza sokmaya çalışırlardı. Zorla diyorum, çünkü matematik öğretmeni Nihat bey elinde pergel veya tahta cetvel ile dolaşıp sorduğu soruyu bilmeyenin elleri ve kafasına vururdu. Şu satırları yazarken dahi yediğim darbelerin acısını hisseder gibi oldum. Birinci karne tatili için köye dönmüştüm. Hem ailemi görür ve hem de sıcak yemek yeme fırsatını bulurum diye düşünürken eve geldiğimde üzücü bir manzara ile karşılaştım. Babam yakacak odun doğrarken baltayı yanlışlıkla ayağına vurmuş ve parmak bölümünü yarıya kadar kesmişti. Her ne kadar, Ardanuç tan doktor getirip muayene ve tedavisi yapılmış ise de, yine de yataktan kalkamıyordu. Yanı başında oturup geometri teoremlerini ve matematik sorularının cevaplarını anlamasam da ezberlemeye çalıştım. Okula dönüşte yerler karla kaplı, ayağımda çarık, yol boyunca ezberimi tekrarladım. İlk fırsatta parmak kaldırıp heyecan ve korku içerisinde sözlü imtihana kalktım. Soruları yanıtlayıp iyi bir not alırken yine de kendimi tokat yemeden kurtaramadım. Nihat öğretmen hem sinirli ve hem de insafsız bir yapıya sahipti. Diğer öğretmenler ise insanca yaklaşıp üzmeden-korkutmadan bilgileri aktarırken o, devamlı şiddete yönelirdi. Tüm öğrencilerin nefretini çekmişti. Genelde diğer öğretmenlerin adalet terazisi tamdı, verilen notlarda pek yanılma olmazdı.

70 70 Türkçe öğretmeni ev ödevi olarak Evliya Çelebinin Seyahatnamesi nin özetinin çıkarılması görevini verdi. İyi de bu ödevi vermiş; bu vesileyle Osmanlıca bir üslupla yazılı 4-5 ciltten oluşan külliyatı okuma fırsatını buldum. Böyle bir ortamda yetiştiğim için Ortaokul bitirme notu ancak orta derece olarak gerçekleşti. O yılı (1950) evde kalıp dinlenmeyle geçirdim. Lise Günleri: Babamın tayini Usot (Tosunlu) köyüne çıkmıştı. Bir sonbahar günü kendisini ziyarete gittim. Hem köyü ve hem de öğretmen arkadaşını gördüm. Dönüşte köylünün birisinden satın aldığı tayı yedeğime verip beni uğurladı. O zamana kadar hiç atımız olmamıştı. Getirip itina ve sevgi ile büyüttük. Çocukluk döneminde Atım, itim ve bir de tüfeğim ile belimden sarkan gösterişli kamam olmasını düşler dururdum. Böylece tüfek hariç, diğerlerine sahip olmanın mutluluğunu yaşadım. Ailem, Erzurum İlk Öğretmen Okulu nda okumamı kararlaştırdı. Bu maksatla Hezor (Hızarlı) köyünden kirvem olan İsmail emmiden (amcadan) beni Erzurum a götürmesini rica ettiler. Eylül 1951 ayı ortalarında kamyonla Kars a gittik. Orada Tepedüzü köyünden akrabamız Süleyman Önal ve oğlu Necat la karşılaştık. Onlar daha önceden Erzurum a gittiklerini ancak, okulun kontenjanı dolduğundan Necat ın kaydını yaptıramadıklarını, söylediler. Böylece Necat la beraber Kars Lisesi birinci sınıfına kaydımızı yaptırdık. Okulun pansiyonunda kalmaya başladık. Bir müddet sonra Rize de de lise açıldığını duyduk. Necat ilişiğini kesip Rize ye hareket etti. Ekim ayının sonuna doğru soğuklar hayli arttı, hatta 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı günü kar yağdı. Palto-pardösüm yok; iki pantolonu üst üste giydiğim halde yine de üşüyorum. Baktım olacak gibi değil, iki arkadaş edinip biz de Erzurum üzerinden Rize ye hareket ettik. Trabzon a geldiğimizde ilk defa denizi gördüm. O ne muhteşem manzara idi. O ana kadar ancak atlas üzerinde gördüğüm kadarıyla tanıyıp bilgi sahibi olmuştum. Fakat gerçek olanla karşılaşınca, heybetinden korku, güzel manzarasından da hayranlık duydum. Sonra Rize ye geçtik. Şans o ya Lisenin bir de pansiyonu varmış (eski Halkevi binası), Necat bizi alıp

71 71 pansiyona yerleşmemize yardımcı oldu. Sonra şehri gezdirip Ziraat bahçesi olarak bilinen yüksek ve ağaçlıklı bir yamaca çıkardı. Güzelliğine doyulmayan hoş bir manzara ile karşılaştık. Kars ta kar yağarken burada ise, her taraf yeşillik ortamında renk renk değişik çiçeklerle, mandalina ve portakal bahçeleriyle donatılmış; sanki deniz ve şehir ayaklarımızın altında imiş gibi kendimizi hissettik. Okula kaydımızı yaptırdıktan sonra tatil günleri buraya gelip ders çalışırdık. Benimle gelen Göreleli arkadaşın yatağı yoktu; bir karne dönemi benim yatağı paylaştık. Karne tatilinde memleketine gidip kendine yatak getirdi. Arkadaşın ismi, Yunus Mimiroğlu idi. Bir yıl beraber okuduk, ikinci sınıftan itibaren kaydını başka tarafa aktardı. Yıllar sonra karşılaştığımızda Tabip Albay rütbesinde iken uzman genel cerrah doktoru olarak emekli olduğunu söyledi. Diğer yol arkadaşım Artvinli Saim Şatıroğlu ise Ankara Hukuk Fakültesini bitirip avukatlık mesleğini seçti yılı yaz tatilinde köye döndüğümde dedemi yatalak hasta yatağında buldum. Felç geçirmiş, yandan yana dönemez, kendi başına yemek yiyemez hale gelmişti. Nenem ve babamın yardım ve gayretleriyle yaşamını devam ettiriyordu. Kısa süre sonra da vefat etti(25/7/1954). Herkese saygılı, hayırsever, namazında-niyazında kusur etmeyen böyle kişinin başına bu musibet neden geldi diye bir düşünce içinde olabiliriz. Yıllar sonra edindiğim dini bilgilerle sorunun cevabını buldum: Yaşadığımız bu dünya, insanoğlunun imtihan edildiği geçici mekân olarak görülmelidir. Allah a karşı yapılan ibadetin bir parçası da sabretmek ve hamd etmektir. Her koşulda bu görevleri yerine getiren Müslüman, karşılık ödülünü ahrette alır. Bu vesileyle Hz. Peygamberimizin şu hadisini nakletmek istiyorum: Ebu Said Hudri ile Ebu Hureyre (r.a.), Nebi (s) nin şöyle buyurduğunu anlatıyorlar: Müslüman a fenalık, hastalık, keder, hüzün, eza, iç sıkıntısı ârız olmaz, hatta vücuduna bir diken batırılmaz ancak Allah Teâlâ bu musibetlerden birisi sebebiyle o Müslüman ın suçlarını ve günahlarını örter, bastırır. (Buharı, Kitabu l Marza:1907) Demek ki Yüce Allah bazı kullarının affı için dünyada başına musibetler verebiliyor. Düşünülürse Cehennem azabı, çekilen dünya

72 72 sıkıntılarından daha şiddetlidir. Bu nedenle başa gelen musibetleri, - etrafa dert yanıp sızlanmadan- sabırla aşmaya çalışmak imtihanın başarılmasına vesile olur. Lisenin ikinci sınıfından itibaren pansiyon kapatıldı. Taşradan gelen öğrenciler gruplar halinde kiralık evlerde kaldılar. Barınma, beslenme ve okul ihtiyaçları sorunlarını aşarken hayli zorlandım. Ne var ki babamın aylık maaşının 30 liraya yükselmesi rahat nefes almamı sağladı. Bir lokanta ile anlaştım; sabah bir bardak süt ve çeyrek ekmek, öğleyin iki çeşit yemek bir çeyrek ekmek, akşam da iki türlü yemek ve çeyrek ekmek olarak ayda 27 lira ödedim. Geriye kalan 3 lira ile de ev kirası ve bazı ihtiyaçların giderilmesinde kullandım. Dolayısıyla kendime ne yeni elbise, ne de ayakkabı alabildim. Bir gün öğretmen çağırdı, aile durumumu öğrendikten sonra okula, ihtiyaç sahibi öğrencilere dağıtılmak üzere gönderilmiş yeni bir pantolon ile giyilmiş bir çift ayakkabı verdi. Ayakkabı üstelik iki numara da büyüktü. Utandım ama başka bir seçeneğim de yoktu. Tam da o günlerde babam bir miktar para göndermişti; onunla da ceket diktirdim. Bir arkadaş da yakası eskimeye başlamış, fakat markalı mavi renkli gömleğini hediye etti. Böylece arkadaş arasında yürümenin şekli bile değişti ve içim oldukça rahatladı. Aşağıdaki resmin ortasında olan kişi benim (Süleyman Günver), üzerimdeki elbise ve ayakkabı sözünü ettiğim giysilerdir.

Mevsimler & Giyisilerimiz. Elif Naz Fidancı

Mevsimler & Giyisilerimiz. Elif Naz Fidancı Mevsimler & Giyisilerimiz Dünyamızın Güneş çevresinde dönmesiyle mevsimler oluşur ur. Türkiye de bir yılda 4 mevsim yaşarız. Mevsimler Đlkbahar Yaz Sonbahar Kış Đlkbahar Yılın ilk mevsimidir. Ayları; Mart,

Detaylı

ARDANUÇ İLÇESİ BEREKET KÖYÜ ANILARI

ARDANUÇ İLÇESİ BEREKET KÖYÜ ANILARI ARDANUÇ İLÇESİ BEREKET KÖYÜ ANILARI Süleyman GÜNVER Mayıs- 2012 İzmir 2 (OKUMADA KOLAYLIK (PDF formatlı dosyalar için): * Farenin (mouse) okunu konu başlığının sayfasına getirip tıklayın, o sayfa açılsın.

Detaylı

Selin A.: Yağmur yağdığında neden gökkuşağı çıkar? Gülsu Naz Ş.: Neden sonbaharda yapraklar çok dökülür? Emre T.: Yapraklar neden sararır?

Selin A.: Yağmur yağdığında neden gökkuşağı çıkar? Gülsu Naz Ş.: Neden sonbaharda yapraklar çok dökülür? Emre T.: Yapraklar neden sararır? İSTEK ÖZEL KEMAL ATATÜRK ANAOKULU MARTILAR SINIFI Mevsimler Geçtikçe Doğadaki Canlıların Yaşam Biçimleri de Değişir Konusu İle İlgili Neler Biliyoruz? Ece S. : Yaz mevsimi olunca hayvanlar daha da heyecanlanır.

Detaylı

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi UĞUR BÖCEKLERİ ARALIK YENİ YIL Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl Bizlere kutlu olsun Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl Sizlere kutlu olsun Eski yıl sona erdi Bu

Detaylı

2. SINIF İŞİTME ENGELLİ ÖĞRENCİLERİ İÇİN TEST ÇALIŞMASI. Hazırlayan Engin GÜNEY İşitme Engelliler sınıf Öğretmeni

2. SINIF İŞİTME ENGELLİ ÖĞRENCİLERİ İÇİN TEST ÇALIŞMASI. Hazırlayan Engin GÜNEY İşitme Engelliler sınıf Öğretmeni 2. SINIF İŞİTME ENGELLİ ÖĞRENCİLERİ İÇİN TEST ÇALIŞMASI Hazırlayan İşitme Engelliler sınıf Öğretmeni 1 Saçları hangisi tarar? o A) Bıçak o B) Tarak o C) Eldiven o D) Makas 2 Hangisi okul eşyası değil?

Detaylı

Geleneksel Çiftlik Günleri Başlıyor!

Geleneksel Çiftlik Günleri Başlıyor! Geleneksel Çiftlik Günleri Başlıyor! Baharın gelmesiyle birlikte çiftlikte heyecanlı ve coşkulu günler başladı. Sert geçen kışın ardından topraklar yeniden ekim yapılmak üzere gübrelendi ve sürüldü. Doğa

Detaylı

CANLILARIN SINIFLANDIRILMASI

CANLILARIN SINIFLANDIRILMASI CANLILARIN SINIFLANDIRILMASI Dünyamızda o kadar çok canlı türü var ki bu canlıları tek tek incelemek olanaksızdır. Bu yüzden bilim insanları canlıları benzerlik ve farklılıklarına göre sınıflandırmışlardır.

Detaylı

Bilim adamları canlıları hayvanlar, bitkiler, mantarlar ve mikroskobik canlılar olarak dört bölümde sınıflandırmışlar.

Bilim adamları canlıları hayvanlar, bitkiler, mantarlar ve mikroskobik canlılar olarak dört bölümde sınıflandırmışlar. 1- Canlının tanımını yapınız. Organizmaya sahip varlıklara canlı denir. 2-Bilim adamları canlıları niçin sınıflandırmıştır? Canlıların çeşitliliği, incelenmesini zorlaştırır. Bu sebeple bilim adamları

Detaylı

F.30 / / Rev.0 T.C.BURSA TİCARET BORSASI BÜLTEN AYI : AĞUSTOS 2013 BÜLTEN NO : 8 SAYFA NO : 1 HUBUBAT ARPA

F.30 / / Rev.0 T.C.BURSA TİCARET BORSASI BÜLTEN AYI : AĞUSTOS 2013 BÜLTEN NO : 8 SAYFA NO : 1 HUBUBAT ARPA BÜLTEN AYI : AĞUSTOS 0 BÜLTEN NO : 8 SAYFA NO : GÖREN MADDELERİN HUBUBAT ARPA ARPA(0 KĞ) 9, 9, 9, ÇV. 9,00 HTS === MİKTAR VE BEDEL TOPLAMI === ÇV. 9,00 ARPA 0,0 0,0 0,0.9 KG.97,80 KOOP.OİA ARPA 0, 0,9

Detaylı

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi ARILAR GRUBU

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi ARILAR GRUBU Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi ARILAR GRUBU YENİ YIL Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl Bizlere kutlu olsun Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl Sizlere kutlu olsun Eski yıl sona erdi Bu yıl olsun

Detaylı

İşitme Engelli Öğrenciler için Tek Kart Resimler ile Kelime Çalışması. Hazırlayan Engin GÜNEY Özel Eğitim Öğretmeni

İşitme Engelli Öğrenciler için Tek Kart Resimler ile Kelime Çalışması. Hazırlayan Engin GÜNEY Özel Eğitim Öğretmeni İşitme Engelli Öğrenciler için Tek Kart Resimler ile Kelime Çalışması Hazırlayan Özel Eğitim Öğretmeni gökkubbede hoş bir seda bırakmak adına ÖNSÖZ İşitme engelli öğrencilerin kelime dağarcıklarının yetersizliği

Detaylı

ATATÜRK'Ü ANIŞ. Adım-Soyadım:...

ATATÜRK'Ü ANIŞ. Adım-Soyadım:... ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkok Adım-Soyadım:... Önce kelimeleri tek tek okuyalım.her kelimeyi bir defada doğru okuyana kadar

Detaylı

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN NO : 9 SAYFA NO : 1

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN NO : 9 SAYFA NO : 1 BÜLTEN AYI : EYLÜL 06 BÜLTEN NO : 9 SAYFA NO : GÖREN MADDELERİN HUBUBAT BUĞDAY BUĞDAY 0,68,00 0,79 8..96 KG 6.98.78,89 HMS BUĞDAY 0,7 0,88 0,8.78.690 KG.6.98,79 HTS BUĞDAY 0,8 0,99 0,90 69.98 KG.,9 KOOP.A

Detaylı

Böbrek Hastalıklarında BESLENME. TURGUT ÖZAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ Hayat sağlıkla güzeldir. BESLENME ve DİYET POLİKLİNİĞİ

Böbrek Hastalıklarında BESLENME. TURGUT ÖZAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ Hayat sağlıkla güzeldir. BESLENME ve DİYET POLİKLİNİĞİ Böbrek Hastalıklarında BESLENME TURGUT ÖZAL ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ HASTANESİ Hayat sağlıkla güzeldir BESLENME ve DİYET POLİKLİNİĞİ Böbrek Hastalıklarında BESLENME Diyetiniz günlük enerji gereksiniminize

Detaylı

4.Sınıf Fen Bilimleri

4.Sınıf Fen Bilimleri Fen Bilimleri Adı: Soyadı: Numara: Besinler ve İçerikleri Canlıların yaşamlarını sürdürebilmek için yedikleri ve içtikleri maddelere besin denir.canlılar büyüyüp gelişmek, üremek ( çoğalmak ) ve solunum

Detaylı

Engin arkadaşına uğrar, eve gelir duşunu alır ve salona gelir. İkizler onu salonda beklemektedirler.

Engin arkadaşına uğrar, eve gelir duşunu alır ve salona gelir. İkizler onu salonda beklemektedirler. ENGİN VE İKİZLER ALIŞ VERİŞTE Hastane... Dr. Gamze Hanım'ın odası, biraz önce bir ameliyattan çıkmıştır. Elini lavaboda yıkayarak koltuğuna oturur... bu arada telefon çalar... Gamze Hanım telefon açar.

Detaylı

* ÇEVRE KORUMA HAFTASI * BABALAR GÜNÜ * RAMAZAN (ŞEKER) BAYRAMI * KULLANDIĞIMIZ ARAÇ VE GEREÇLER

* ÇEVRE KORUMA HAFTASI * BABALAR GÜNÜ * RAMAZAN (ŞEKER) BAYRAMI * KULLANDIĞIMIZ ARAÇ VE GEREÇLER KONULARIMIZ KAVRAMLARIMIZ * ÇEVRE KORUMA HAFTASI * BABALAR GÜNÜ * RAMAZAN (ŞEKER) BAYRAMI * KULLANDIĞIMIZ ARAÇ VE GEREÇLER RENK KAVRAMI: BEYAZ ŞEKİL KAVRAMI: SİLİNDİ SAYI KAVRAMI: 1DEN 20 KADAR SAYMA 17-18

Detaylı

MERHABA ARKADAŞLAR BEN YEŞİLCAN!

MERHABA ARKADAŞLAR BEN YEŞİLCAN! MERHABA ARKADAŞLAR BEN YEŞİLCAN! Sağlıklı olan ne varsa yaparım. Zararlı olan her şeyle savaşırım. Kötülerin düşmanı, iyilerin dostuyum. Zor durumda kaldığınızda İmdaat! diye beni çağırabilirsiniz. Sesinizi

Detaylı

Ali VAROL'un Blog Sitesi

Ali VAROL'un Blog Sitesi Ali VAROL'un Blog Sitesi Ali Varol, farklı alanlara ilgi duyan, becerileri ve çalışkanlığıyla kendine daima yeni uğraşılar edinen farklı bir kişilik. Onun uğraşı alanlarından biri de arıcılık. Bu yazıda

Detaylı

GİRİŞ. Sağlıklı Beslenme ve Vücudumuzun Sağlıklı Beslenme Piramidi. Ana Gıda Grupları

GİRİŞ. Sağlıklı Beslenme ve Vücudumuzun Sağlıklı Beslenme Piramidi. Ana Gıda Grupları SAĞLIKLI BESLENME GİRİŞ Sağlıklı Beslenme ve Vücudumuzun Sağlıklı Beslenme Piramidi Ana Gıda Grupları Meyve ve Sebzeler Hububat ve Bakliyat Süt ürünleri Nişasta, Şeker ve Yağlar Vitaminler ve Mineraller

Detaylı

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN NO : 7 SAYFA NO : 1

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN NO : 7 SAYFA NO : 1 BÜLTEN AYI : TEMMUZ 0 BÜLTEN NO : 7 SAYFA NO : GÖREN MADDELERİN HUBUBAT BUĞDAY BUĞDAY 0,0 0,9 0, 76.98 KG 8.,06 HMS BUĞDAY 0,49 0,68 0,7.49.70 KG.94.06,8 HTS BUĞDAY 0,7 0,7 0,7 0.6 KG.07, KOOP.A BUĞDAY

Detaylı

KURALLI VE DEVRİK CÜMLELER. --KURALLI CÜMLE: İş, hareket, oluş bildiren sözcükler cümlenin sonunda yer alıyorsa denir.

KURALLI VE DEVRİK CÜMLELER. --KURALLI CÜMLE: İş, hareket, oluş bildiren sözcükler cümlenin sonunda yer alıyorsa denir. --KURALLI CÜMLE: İş, hareket, oluş bildiren sözcükler cümlenin sonunda yer alıyorsa denir. Örnek: Mustafa okula erkenden geldi. ( Kurallı cümle ) --KURALSIZ (DEVRİK) CÜMLE: Eylemi cümle sonunda yer almayan

Detaylı

T.C. IĞDIR TİCARET BORSASI YILLIK BORSA BÜLTENİ. Enaz Fiyat. Ençok Fiyat. Ortalama Fiyat ARPA YEMLİK İHR , KG 6,046.

T.C. IĞDIR TİCARET BORSASI YILLIK BORSA BÜLTENİ. Enaz Fiyat. Ençok Fiyat. Ortalama Fiyat ARPA YEMLİK İHR , KG 6,046. HUBUBAT ARPA ARPA YEMLİK T.C. Sayfa: 1-19 ARPA YEMLİK İHR 0.87 0.87 0.8700 6,950.00 KG 6,046.50 1 ARPA YEMLİK MTS 0.56 0.70 0.5841 375,020.60 KG 219,066.40 50 ARPA YEMLİK MS 0.56 0.57 0.5600 500,119.80

Detaylı

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU MENEKŞELER SINIFI ARALIK AYI BÜLTENİ

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU MENEKŞELER SINIFI ARALIK AYI BÜLTENİ ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU MENEKŞELER SINIFI ARALIK AYI BÜLTENİ BELİRLİ GÜNLER VE HAFTALAR İnsan Hakları ve Demokrasi Haftası (10 Aralık ) Yerli Malı Haftası (12-19 Aralık) Yeni Yıl (31 Aralık-1 Ocak)

Detaylı

BİLMEN LAZIM BİTKİLERİN VE HAYVANLARIN DÜNYASINA TEFEKKÜR PENCERESİNDEN BAKALIM

BİLMEN LAZIM BİTKİLERİN VE HAYVANLARIN DÜNYASINA TEFEKKÜR PENCERESİNDEN BAKALIM BİLMEN LAZIM BİTKİLERİN VE HAYVANLARIN DÜNYASINA TEFEKKÜR PENCERESİNDEN BAKALIM 1 Timsahlar dişlerini kendileri temizleyemezler. Timsahlar yemek yedikten sonra dişlerinin temizlenmesi için ağızlarını açarlar.

Detaylı

EKİM 2015 ÜRÜN LİSTESİ

EKİM 2015 ÜRÜN LİSTESİ EKİM 2015 ÜRÜN LİSTESİ ADETLERİ YAZ OTOMATİK TOPLASIN ÜRÜNLER Birim Fiyat Özel Not ADET / KG ZEYTİNYAĞLARI ZEYTİNYAĞI MENGENE 3 LT PET ŞİŞE 48,00 TL YENİ ÜRÜN ZEYTİNYAĞI MENGENE 5 LT PET ŞİŞE 80,00 TL

Detaylı

MÜSLÜM ERDOĞAN İLKOKULU 1B SINIFI

MÜSLÜM ERDOĞAN İLKOKULU 1B SINIFI MÜSLÜM ERDOĞAN İLKOKULU 1B SINIFI TOPLAMA VE ÇIKARMA İŞLEMLERİ PEKİŞTİRME KİTAPÇIĞI 1. SINIF TOPLAMA İŞLEMİ PROBLEMLERİ - 1 1 ) Mert in kalemi vardı. Babası ) Ali nin tane kitabı, Ayşe nin 4 tane kalem

Detaylı

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU UĞUR BÖCEKLERİ SINIFI KASIM AYI BÜLTENİ

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU UĞUR BÖCEKLERİ SINIFI KASIM AYI BÜLTENİ ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU UĞUR BÖCEKLERİ SINIFI KASIM AYI BÜLTENİ BELİRLİ GÜNLER VE HAFTALAR Kızılay Haftası (29 Ekim 4 Kasım) Atatürk Haftası (10-16 Kasım) Öğretmenler Günü (24 Kasım) SERBEST ZAMAN

Detaylı

ÖZEL EFDAL ERENKÖY ANAOKULU PENGUEN GRUBU EKİM AYI BÜLTENİ

ÖZEL EFDAL ERENKÖY ANAOKULU PENGUEN GRUBU EKİM AYI BÜLTENİ ÖZEL EFDAL ERENKÖY ANAOKULU PENGUEN GRUBU EKİM AYI BÜLTENİ 1 SONBAHAR VE YAPRAKLAR Sonbahar Mevsimin de gözlemlediğimiz hava olaylarını isimlendirdik. Sonbahar mevsimine ait giysileri ayırt ettik. Rüzgâr

Detaylı

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN AYI : HAZİRAN 06 BÜLTEN NO : 6 SAYFA NO : GÖREN MADDELERİN HUBUBAT BUĞDAY BUĞDAY 0,60 0,8 0,77 44.8 KG 88.,8 HMS BUĞDAY 0,78 0,97 0,87.66.40 KG.08.70, HTS BUĞDAY 0,8 0,8 0,8 67.0 KG 46.987,4 M.G.T

Detaylı

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN NO : 6 SAYFA NO : 1

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN NO : 6 SAYFA NO : 1 BÜLTEN AYI : HAZİRAN 0 BÜLTEN NO : SAYFA NO : GÖREN MADDELERİN HUBUBAT BUĞDAY BUĞDAY 0, 0, 0, 9.0 KG.87,8 HMS BUĞDAY 0,9 0, 0,.70.90 KG.8.8,9 HTS BUĞDAY 0,8 0,8 0,8.0 KG 07.878,0 KOOP.S BUĞDAY 0, 0, 0,7

Detaylı

F.30 / / Rev.0 T.C.BURSA TİCARET BORSASI BÜLTEN AYI : EKİM 2013 BÜLTEN NO : 10 SAYFA NO : 1 HUBUBAT ARPA

F.30 / / Rev.0 T.C.BURSA TİCARET BORSASI BÜLTEN AYI : EKİM 2013 BÜLTEN NO : 10 SAYFA NO : 1 HUBUBAT ARPA BÜLTEN AYI : EKİM 0 BÜLTEN NO : 0 SAYFA NO : GÖREN MADDELERİN HUBUBAT ARPA ARPA 0, 0, 0,.80 KG.,7 G.HTS ARPA 0, 0,7 0,8.00 KG.79, HTS === MİKTAR VE BEDEL TOPLAMI === 8.80 KG 7.07,09 7 BUĞDAY BUĞDAY 0,0

Detaylı

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN NO : 10 SAYFA NO : 1

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN NO : 10 SAYFA NO : 1 BÜLTEN AYI : EKİM 0 BÜLTEN NO : 0 SAYFA NO : HUBUBAT BUĞDAY BUĞDAY 0,5 0,70 0,59.06.95 KG 6.58.889,89 HMS BUĞDAY 0,59 0,90 0,6 4.64.470 KG.94.97,6 HTS BUĞDAY 0,58 0,59 0,58 5.800 KG 5.000,00 K.A.G.T BUĞDAY

Detaylı

Standart Ekmeğin Hazırlanması. (Standart Bread Dough)

Standart Ekmeğin Hazırlanması. (Standart Bread Dough) Standart Ekmeğin Hazırlanması (Standart Bread Dough) 2.5 Ölçü Kabı Ilık Su 2 Ölçü Kabı Tam Buğday Unu 2 3 Ölçü Kabı Genel Amaçlı Un veya Ekmeklik Un. 1 Büyük Kaşık Tuz ½ Ölçü Kabı Sıvı Yağ ½ Ölçü Kabı

Detaylı

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi YILDIZLAR GRUBU ARALIK

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi YILDIZLAR GRUBU ARALIK Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi YILDIZLAR GRUBU ARALIK YENİ YIL Bizlere kutlu olsun. Sizlere kutlu olsun. Eski yıl sona erdi, Yepyeni bir yıl geldi. Bu yıl olsun mutlu bir yıl, Bu yıl

Detaylı

T.C. MUĞLA TİCARET BORSASI AYLIK BORSA BÜLTENİ. Enaz Fiyat. Ençok Fiyat. Ortalama Fiyat ARPA YEMLİK MTS , KG 17,628.

T.C. MUĞLA TİCARET BORSASI AYLIK BORSA BÜLTENİ. Enaz Fiyat. Ençok Fiyat. Ortalama Fiyat ARPA YEMLİK MTS , KG 17,628. HUBUBAT ARPA ARPA YEMLİK T.C. Sayfa: 1-15 ARPA YEMLİK MTS 0.46 0.46 0.4552 38,730.00 KG 17,628.66 1 ARPA YEMLİK ı: 17,628.66 1 ARPA ı 17,628.66 1 MISIR MISIR MISIR SLAJ MTS 0.1 0.1 0.188 802,770.00 KG

Detaylı

T.C. ÇUBUK TİCARET BORSASI YILLIK BORSA BÜLTENİ. Şube Adı: Sayfa: 1-10 Maddelerin Cins ve Nev'ileri. Enaz Fiyat. Ortalama Fiyat.

T.C. ÇUBUK TİCARET BORSASI YILLIK BORSA BÜLTENİ. Şube Adı: Sayfa: 1-10 Maddelerin Cins ve Nev'ileri. Enaz Fiyat. Ortalama Fiyat. - 3/2/206 Sayfa: - 0 HUBUBAT ARPA ARPA YEMLİK ARPA MTS 0.56 0.78 0.6695 5,79,679.00 KG 3,467,602.87 580 ARPA TTS 0.65 0.78 0.73,83,483.00 KG,325,760.43 24 ARPA YEMLİK ı: 4,793,363.30 604 ARPA ı 4,793,363.30

Detaylı

T.C. KARAMAN TİCARET BORSASI AYLIK BORSA BÜLTENİ. Ortalama Fiyat. Enaz Fiyat. Ençok Fiyat MISIR 604.80 KG 1

T.C. KARAMAN TİCARET BORSASI AYLIK BORSA BÜLTENİ. Ortalama Fiyat. Enaz Fiyat. Ençok Fiyat MISIR 604.80 KG 1 HUBUBAT ARPA ARPA YEMLİK T.C. Sayfa: 1-15 ARPA YEMLİK MTS 0.25 0.35 0.2992 116,60.00 KG 3,893.73 1 ARPA YEMLİK TTS 0.28 0.61 0.311 572,115.00 KG 195,152.60 35 ARPA YEMLİK ı: 230,06.33 9 ARPA ı 230,06.33

Detaylı

ΤΕΛΙΚΕΣ ΕΝΙΑΙΕΣ ΓΡΑΠΤΕΣ ΕΞΕΤΑΣΕΙΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΠΤΑ (7) ΣΕΛΙΔΕΣ

ΤΕΛΙΚΕΣ ΕΝΙΑΙΕΣ ΓΡΑΠΤΕΣ ΕΞΕΤΑΣΕΙΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΠΤΑ (7) ΣΕΛΙΔΕΣ ΚΥΠΡΙΑΚΗ ΔΗΜΟΚΡΑΤΙΑ ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΕΛΙΚΕΣ ΕΝΙΑΙΕΣ ΓΡΑΠΤΕΣ ΕΞΕΤΑΣΕΙΣ ΜΑΘΗΜΑ: ΤΟΥΡΚΙΚΑ ΕΠΙΠΕΔΟ: B ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ:

Detaylı

Lütfen siteye bildirin; listeyi tamamlayalım. Kim yeni bir yemek adı bulursa ona kavurga ısmarlayalım mı? J)

Lütfen siteye bildirin; listeyi tamamlayalım. Kim yeni bir yemek adı bulursa ona kavurga ısmarlayalım mı? J) Yemeklerimiz ve Yiyeceklerimiz Mustafa Koç Köyümüze özgü birçok yemek olduğunu biliyor musunuz? Bunlardan aklıma gelenleri yazdım. Yemeğe fazla düşkün olmayan, yaşamak için yeme alışkanlığı olan biriyim.

Detaylı

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN NO : 1 SAYFA NO : 1

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN NO : 1 SAYFA NO : 1 BÜLTEN AYI : OCAK 0 BÜLTEN NO : SAYFA NO : GÖREN MADDELERİN HUBUBAT BUĞDAY BUĞDAY 0,0 0,0 0,0 6.80 KG,0 FİY.FAR. BUĞDAY 0, 0,75 0,5 0.57.98 KG 5.67.90,8 HMS BUĞDAY 0,7 0,90 0,59 5..9 KG.9.8,58 HTS BUĞDAY

Detaylı

HUBUBAT T.C. AKŞEHİR TİCARET BORSASI YILLIK BORSA BÜLTENİ 01/01/ /12/2009. Tarih: Sayı: Sayfa: 1-17 Miktarı Br. Tutarı İşlem Sayısı

HUBUBAT T.C. AKŞEHİR TİCARET BORSASI YILLIK BORSA BÜLTENİ 01/01/ /12/2009. Tarih: Sayı: Sayfa: 1-17 Miktarı Br. Tutarı İşlem Sayısı HUBUBAT ARPA ARPA YEMLİK T.C. Sayfa: 1-17 ARPA YEMLİK MTS 0.27 0.50 0.3386 10,309,806.00 KG 3,490,972.09 1677 ARPA YEMLİK OFİS-A 0.31 0.31 0.3123 350,060.00 KG 109,320.00 3037 ARPA YEMLİK TTS 0.30 0.50

Detaylı

ÖZEL EFDAL ERENKÖY ANAOKULU PENGUEN GRUBU EKİM AYI BÜLTENİ

ÖZEL EFDAL ERENKÖY ANAOKULU PENGUEN GRUBU EKİM AYI BÜLTENİ ÖZEL EFDAL ERENKÖY ANAOKULU PENGUEN GRUBU EKİM AYI BÜLTENİ 1 SONBAHAR VE YAPRAKLAR Sonbahar Mevsimin de gözlemlediğimiz hava olaylarını isimlendirdik. Sonbahar mevsimine ait giysileri ayırt ettik Sonbahar

Detaylı

&[1Ô A w - ' ",,,, . CiN. ALl'NIN. HiKAYE. KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI Rasim KAYGUSUZ

&[1Ô A w - ' ,,,, . CiN. ALl'NIN. HiKAYE. KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI Rasim KAYGUSUZ .... CiN. ALl'NIN. HiKAYE. KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI 1 - Cin Ali'nin Atı 2 - Cin Ali'nin Topu 3 - Cin Ali'nin Topacı 4 - Cin Ali'nin Karagözlü Kuzusu 5 - Cin Ali'nin Oyuncakları 6 - Cin Ali Okula Başlıyor

Detaylı

AĢağıdaki sözcüklerle tümceler kurunuz! 6

AĢağıdaki sözcüklerle tümceler kurunuz! 6 AĢağıdaki sözcüklerle tümceler kurunuz! 6 geldi bayramım Benim geldi Bütün çocukların bayramı Bu gün, Günü`dür Dünya Çocuklar Atatürk etti bize armağan Bu günü, Bayramı geldi Ulusal Egemenlik ve Çocuk

Detaylı

BRİFİNG RAPORU AKHİSAR TİCARET BORSASI 2017 YILI. HAZIRLAYAN:Kalite ve Akreditasyon Birimi

BRİFİNG RAPORU AKHİSAR TİCARET BORSASI 2017 YILI. HAZIRLAYAN:Kalite ve Akreditasyon Birimi AKHİSAR TİCARET BORSASI BRİFİNG RAPORU 2017 YILI HAZIRLAYAN:Kalite ve Akreditasyon Birimi 2017 H ü r r i y e t M a h. 4 5 0 s k. N o : 1 0 3 A k h i s a r / M a n i s a AKHİSAR TİCARET BORSASI nın 2017

Detaylı

BELGESELİ ANADOLU DA ZAMAN. 1. Bölüm: Hıdırellez Zamanı. 2. Bölüm: Kars'ta Kış Zamanı

BELGESELİ ANADOLU DA ZAMAN. 1. Bölüm: Hıdırellez Zamanı. 2. Bölüm: Kars'ta Kış Zamanı ANADOLU DA ZAMAN BELGESELİ HER PAZAR 15:25 TE TRT 2 DE! 1. Bölüm: Hıdırellez Zamanı Anadolu'daki en ilginç Hıdrellez kutlaması, belki de Balıkesir dedir. Diğer bölgelerde bir güne indirilen kutlamalar,

Detaylı

Madde-Cisim-Malzeme-Eşya

Madde-Cisim-Malzeme-Eşya MADDEYİ TANIYALIM Madde-Cisim-Malzeme-Eşya Evimizde, okulumuzda ve çevremizde bir çok madde ve bu maddelerden yapılmış çeşitli eşyalar görürüz. Bu maddelerden bazıları hiç bir değişikliğe uğramadan aynı

Detaylı

5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ

5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ 5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ HAZIRLIK SINIFI EKİM AYI ŞARKILARIMIZ OKULUMA BAŞLADIM BİR DÜNYA BIRAKIN SONBAHARIN SESLERİ SEVİMLİDİR HAYVANLAR HOŞ GELİŞLER OLA Her gün erken kalkarım Önce yüzümü

Detaylı

1. ÜNİTE VÜCUDUMUZUN BİLMECESİNİ ÇÖZELİM

1. ÜNİTE VÜCUDUMUZUN BİLMECESİNİ ÇÖZELİM 1. ÜNİTE VÜCUDUMUZUN BİLMECESİNİ ÇÖZELİM Yandaki resimde hastalandığında hastaneye giden Efe nin vücudunun röntgen filmi verilmiştir. Röntgen filminde görülen açık renkli kısımlar Efe nin vücudunda bulunan

Detaylı

BÜLTEN NO : 1 MUAMELE GÖREN MADDELERİN FİYATI

BÜLTEN NO : 1 MUAMELE GÖREN MADDELERİN FİYATI HUBUBATLAR ARPA ARPA 0,25 0,39 0,312 662.670,00 KG 206.889,50 HTS 30,00 ARPA 0,20 0,35 0,243 809.690,00 KG 196.858,84 HMSGT 67,00 ARPA 0,17 0,31 0,230 2.070.980,00 KG 477.067,38 HMS 225,00 ARPA 0,26 0,35

Detaylı

1- Süt ve Sütten Yapılan Besinler

1- Süt ve Sütten Yapılan Besinler Besin Grupları Doğada çok çeşitli besinler bulunmakta ve her besinin besin öğesi bileşimi farklılık göstermektedir. Besin öğelerini tek bir besinle vücudumuza almamız imkansızdır. Besin öğelerinin dengeli

Detaylı

T.C. MUĞLA TİCARET BORSASI AYLIK BORSA BÜLTENİ. Enaz Fiyat. Ençok Fiyat. Ortalama Fiyat ARPA YEMLİK MTS , KG 3,596.

T.C. MUĞLA TİCARET BORSASI AYLIK BORSA BÜLTENİ. Enaz Fiyat. Ençok Fiyat. Ortalama Fiyat ARPA YEMLİK MTS , KG 3,596. HUBUBAT. ARPA ARPA YEMLİK T.C. Sayfa: 1-15 ARPA YEMLİK MTS 1.02 1.02 1.0217 3,520.00 KG 3,59.51 2 ARPA YEMLİK ı: 3,59.51 2 ARPA ı 3,59.51 2 MISIR MISIR MISIR MTS 0.78 0.78 0.7753 1,580.00 AD 1,225.00 1

Detaylı

T.C. KARAMAN TİCARET BORSASI AYLIK BORSA BÜLTENİ. Enaz Fiyat. Ençok Fiyat. Ortalama Fiyat ARPA YEMLİK TTS , KG 45,470.

T.C. KARAMAN TİCARET BORSASI AYLIK BORSA BÜLTENİ. Enaz Fiyat. Ençok Fiyat. Ortalama Fiyat ARPA YEMLİK TTS , KG 45,470. HUBUBAT ARPA ARPA YEMLİK 01/0/2007 T.C. Sayfa: 1-13 ARPA YEMLİK TTS 0.30 0.46 0.3347 13,860.00 KG 4,470.00 12 ARPA YEMLİK ı: 4,470.00 12 ARPA ı 4,470.00 12 MISIR MISIR MISIR YEMLİK MTS 0.31 0.46 0.3710

Detaylı

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN AYI : HAZİRAN 0 BÜLTEN NO : SAYFA NO : GÖREN MADDELERİN HUBUBAT BUĞDAY BUĞDAY 0,7 0,8 0,7 9.0 KG 0.90,78 HMS BUĞDAY 0,7,0 0,8.87.90 KG.97.8, HTS BUĞDAY 0,7 0,9 0,9.77 KG 0.909,00 M.G.T BUĞDAY 0,80

Detaylı

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali Aşağıda verilen isimleri örnekteki gibi tamamlayınız. Örnek: Ayakkabı--------uç : Ayakkabının ucu İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali Kalem sap Çanta renk Araba boya Masa kenar Deniz mavi Rüzgar şiddet

Detaylı

CÜMLE BİLGİSİ. ( Cümle değildir. Anlamı yok)

CÜMLE BİLGİSİ. ( Cümle değildir. Anlamı yok) CÜMLE BİLGİSİ Bir duyguyu, düşünceyi, isteği veya haberi anlatan sözcük yada sözcük grubuna cümle denir. Bir söz gurubunun cümle olabilmesi için anlamlı olabilmesi gerekir. Haberi tam olarak anlatamayan

Detaylı

Bioredworm- S(Solid)-Katı ve Bioredworm-L(Liquid)-Sıvı Uygulama tablosu Bitki Türü Gübre Türü Uygulama dönemi Dozlar / saf gübre olarak /

Bioredworm- S(Solid)-Katı ve Bioredworm-L(Liquid)-Sıvı Uygulama tablosu Bitki Türü Gübre Türü Uygulama dönemi Dozlar / saf gübre olarak / Kök gelişimini ciddi oranda desteklediği için, özellikle dikim esnasında granül gübrenin kullanılması tavsiye edilir. Üreticilerin, topraktaki besin ihtiyacını tespit edebilmeleri için toprak analizi yaptırmaları

Detaylı

Solem Organik / Ürün Kullanımı

Solem Organik / Ürün Kullanımı Solem Organik / Ürün Kullanımı Bitki Türü Gübre Uygulama zamanı Dozlama / saf gübre Arpa, Buğday, Yulaf, Çavdar, Darı, Süpürge Darısı, Kara Buğday Uygulama Metodları K Ekim Öncesi, Yılda 1 defa 20-200

Detaylı

kaç saç çatı çanta çakal çay salça çatal çalı Çetin çiçek çilek

kaç saç çatı çanta çakal çay salça çatal çalı Çetin çiçek çilek ÇİZMELİ KEDİ Üç kardeşin babaları ölmüş. Babasından kalan mirası bölüşmüşler. En küçük kardeşe çizmeli kedi düşmüş. Çizmeli kedi ayaklarında kırmızı çizmeleri, elinde eski bir torbayla, küçük kardeşle

Detaylı

.com. Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN

.com. Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN .com Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN ilkok Adı-Soyadı:... Yukarıdaki resmi inceleyelim. Sonrasında aşağıdaki yönergelere göre, çocukları numaralandıralım ve soruları cevaplayalım. Deniz

Detaylı

F.30 / / Rev.0 T.C. BURSA TİCARET BORSASI BÜLTEN AYI : NİSAN 2015 BÜLTEN NO : 4 SAYFA NO : 1 HUBUBAT ARPA

F.30 / / Rev.0 T.C. BURSA TİCARET BORSASI BÜLTEN AYI : NİSAN 2015 BÜLTEN NO : 4 SAYFA NO : 1 HUBUBAT ARPA BÜLTEN AYI : NİSAN 05 BÜLTEN NO : SAYFA NO : GÖREN MADDELERİN HUBUBAT ARPA ARPA(0 KĞ),00 6,6 6,.776 ÇV. 0.5,8 HTS === MİKTAR VE BEDEL TOPLAMI ===.776 ÇV. 0.5,8 ARPA 0,8 0,85 0,8 77.000 KG 6.0,00 G.HTS

Detaylı

CANLILAR DÜNYASINI GEZELİM TANIYALIM

CANLILAR DÜNYASINI GEZELİM TANIYALIM CANLILAR DÜNYASINI GEZELİM TANIYALIM Bulut Kuş OKUL Ağaç Çimenler Taş Ayşe Çocuklar Kedi Top Çiçekler Göl Yukarıdaki şekilde Ayşe nin okula giderken çevresinde gördüğü canlı ve cansız varlıkları inceleyelim.

Detaylı

HUBUBAT T.C. KARAMAN TİCARET BORSASI YILLIK BORSA BÜLTENİ 01/01/2014. Tarih: Sayı: - 31/12/2014 Satış Şekli

HUBUBAT T.C. KARAMAN TİCARET BORSASI YILLIK BORSA BÜLTENİ 01/01/2014. Tarih: Sayı: - 31/12/2014 Satış Şekli HUBUBAT ARPA ARPA YEMLİK 0/0/204 T.C. Sayfa: - 9 ARPA YEMLİK MTS 0.40 0.83 0.6900 26,836,288.00 KG 8,57,554.2 8 ARPA YEMLİK TMS 0.57 0.58 0.5736 06,740.00 KG 6,230.30 5 ARPA YEMLİK TTS 0.84 0.692 22,870,728.00

Detaylı

3 YAŞ BİRİMİ EKİM BÜLTENİ

3 YAŞ BİRİMİ EKİM BÜLTENİ 3 YAŞ BİRİMİ EKİM BÜLTENİ 3 YAŞ BİRİMİ EKİM AYI ŞARKILARIMIZ OKULUMU SEVERİM Biz anasınıfı çocuklarıyız, Hem çalışırız,hem oynarız. Çok severiz biz okulu, Yaşasın yaşasın anaokulu. BAY MİKROP Bay mikrop

Detaylı

Iğdır Sevdası AVUKAT SEVDA DOĞAN

Iğdır Sevdası AVUKAT SEVDA DOĞAN Iğdır Sevdası AVUKAT SEVDA DOĞAN Cömert, cefakâr, cana yakın bir insandır Musa Doğan (1923-1992). Dostlarını seven; vefa ve yardımını kimseden esirgemeyen örnek bir insandır o. Siyasete il genel meclisi

Detaylı

F.30 / / Rev.0 T.C.BURSA TİCARET BORSASI BÜLTEN AYI : KASIM 2013 BÜLTEN NO : 11 SAYFA NO : 1 HUBUBAT ARPA ,87

F.30 / / Rev.0 T.C.BURSA TİCARET BORSASI BÜLTEN AYI : KASIM 2013 BÜLTEN NO : 11 SAYFA NO : 1 HUBUBAT ARPA ,87 BÜLTEN AYI : KASIM 0 BÜLTEN NO : SAYFA NO : GÖREN MADDELERİN HUBUBAT ARPA ARPA 0, 0,90 0,7 8.90 KG.77,87 HTS === MİKTAR VE BEDEL TOPLAMI === 8.90 KG.77,87 BUĞDAY BUĞDAY TOHUMU,9,9,9.00 KG.8,8 HTS BUĞDAY

Detaylı

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN NO : 2 SAYFA NO : 1

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN NO : 2 SAYFA NO : 1 BÜLTEN AYI : ŞUBAT 0 BÜLTEN NO : SAYFA NO : GÖREN MADDELERİN HUBUBAT BUĞDAY BUĞDAY 0, 0,7 0, 7.88.89 KG.08.6,0 HMS BUĞDAY 0,0 0,6 0, 6.9.6 KG.8.706,78 HTS BUĞDAY 0, 0,7 0,.88.0 KG.77.968, M.G.T BUĞDAY

Detaylı

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN NO : 9 SAYFA NO : 1

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN NO : 9 SAYFA NO : 1 BÜLTEN AYI : EYLÜL 0 BÜLTEN NO : 9 SAYFA NO : GÖREN MADDELERİN HUBUBAT BUĞDAY BUĞDAY 0,0 0,0 0,0 8.0 KG 8,0 FİY.FAR. BUĞDAY 0,5 0,85 0,7 5.88.05 KG.8.95,8 HMS BUĞDAY 0,,00 0,79.95.77 KG.7.89,80 HTS BUĞDAY

Detaylı

TEST. 7. Dişer ne zaman fırçalanmalıdır? A. Yemeklerden sonra B. Okuldan gelince C. Evden çıkmadan önce

TEST. 7. Dişer ne zaman fırçalanmalıdır? A. Yemeklerden sonra B. Okuldan gelince C. Evden çıkmadan önce ÖDEV- 3 ADI SOYADI:.. HAYAT BİLGİSİ Tırnaklar, el ve ayak parmaklarının ucunda bulunur. Tırnaklar sürekli uzar. Uzayan tırnakların arasına kir ve mikroplar girer. Bu yüzden belli aralıklarla tırnaklar

Detaylı

T.C. NAZİLLİ TİCARET BORSASI YILLIK BORSA BÜLTENİ. Enaz Fiyat. Ençok Fiyat. Ortalama Fiyat MISIR ,122, KG 19,788,527.

T.C. NAZİLLİ TİCARET BORSASI YILLIK BORSA BÜLTENİ. Enaz Fiyat. Ençok Fiyat. Ortalama Fiyat MISIR ,122, KG 19,788,527. HUBUBAT ARPA ARPA YEMLİK T.C. Sayfa: - 9 ARPA YEMLİK MTS 0.60 0.75 0.7226 27,280.00 KG 9,72.00 3 ARPA YEMLİK TTS 0.67 0.78 0.6984,22,630.00 KG 853,238.7 37 ARPA YEMLİK ı: 872,950.7 40 ARPA ı 872,950.7

Detaylı

SAĞLIKLI BESLENME BİRECİK MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİ ZEYNEP ŞAHAN KARADERE

SAĞLIKLI BESLENME BİRECİK MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİ ZEYNEP ŞAHAN KARADERE SAĞLIKLI BESLENME BİRECİK MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİ ZEYNEP ŞAHAN KARADERE Sağlıklı büyümek ve gelişmek için yeterli ve dengeli beslenmeliyiz. BESLENME İnsanın yaşına, cinsiyetine, çalışma ve özel

Detaylı

Samaruksayı Seyir olarak bilinen köyün eski adı, Cumhuriyetin ilk yıllarında,

Samaruksayı Seyir olarak bilinen köyün eski adı, Cumhuriyetin ilk yıllarında, İKİSU KÖYÜ YERİ VE NÜFUSU İkisu Köyü, bağlı olduğu Yomra İlçesi nin güneybatısında yer alır. Yomra İlçesi ne 4 km., Trabzon İli ne 16 km. uzaklıktadır. Bu uzaklıklar köyün giriş uzaklığıdır. Köyün girişindeki

Detaylı

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Şiir BEZ BEBEKLE KUKLASI. 2. basım. Resimleyen: Burcu Yılmaz

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Şiir BEZ BEBEKLE KUKLASI. 2. basım. Resimleyen: Burcu Yılmaz Refik Durbaş BEZ BEBEKLE KUKLASI ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI Şiir Resimleyen: Burcu Yılmaz 2. basım Refik Durbaş BEZ BEBEKLE KUKLASI Resimleyen: Burcu Yılmaz Yayın Koordinatörü: İpek Şoran Editör: Ebru Akkaş

Detaylı

T.C. AKŞEHİR TİCARET BORSASI YILLIK BORSA BÜLTENİ. Enaz Fiyat. Ençok Fiyat. Ortalama Fiyat ARPA YEMLİK TTS , KG 11,270.

T.C. AKŞEHİR TİCARET BORSASI YILLIK BORSA BÜLTENİ. Enaz Fiyat. Ençok Fiyat. Ortalama Fiyat ARPA YEMLİK TTS , KG 11,270. HUBUBAT ARPA ARPA YEMLİK 0/0/203 T.C. Sayfa: - 20 ARPA YEMLİK TTS 0.58 0.58 0.5750 9,600.00 KG,270.00 ARPA MTS 0.49 0.73 0.5836,207,733.00 KG 6,540,880.60 3258 ARPA TTS 0.55 0.77 0.6230 4,694,597.00 KG

Detaylı

PENDİK MERKEZ İLKOKULU 1-D SINIFI HAFTA SONU ÇALIŞMALARI

PENDİK MERKEZ İLKOKULU 1-D SINIFI HAFTA SONU ÇALIŞMALARI Aşağıdaki ifadelerden doğru olanların kutusuna D yanlış olanların kutucuğuna Y yazınız. ( ) Köpekbalığı köpek kulübesinde yaşar. ( ) Tavşan havuç, lahana yiyebilir. ( ) Koyun. kuzu, keçi, oğlak otla beslenen

Detaylı

5. Et et içinde, et fit içinde Dünya dümeni, onun içinde.

5. Et et içinde, et fit içinde Dünya dümeni, onun içinde. 1. a) Bende yapışık, sende yapışık Çam ağacı çamda yapışık. b) Sende de var, bende de var Bir kuru çöpte de var. c) Arifsiniz, zarifsiniz Kendinizi neden bilirsiniz? 2. a) Ağzı var, dili yok Canı var,

Detaylı

DİKTE METNİ 1 DİKTE METNİ 2

DİKTE METNİ 1 DİKTE METNİ 2 DİKTE METNİ 1 Toplu olarak eğitim ve öğretim yapılan yerlere okul denir. Okulda okuma yazma ve çeşitli bilgiler öğreniriz. Okulumuzun yerini bilmeli ve tarif edebilmeliyiz. Her okulun bir adı vardır. Okullara

Detaylı

T.C. KARAMAN TİCARET BORSASI YILLIK BORSA BÜLTENİ. Enaz Fiyat. Ençok Fiyat. Ortalama Fiyat ARPA BİRALIK MTS , KG 5,840.

T.C. KARAMAN TİCARET BORSASI YILLIK BORSA BÜLTENİ. Enaz Fiyat. Ençok Fiyat. Ortalama Fiyat ARPA BİRALIK MTS , KG 5,840. HUBUBAT ARPA ARPA BİRALIK 0/0/200 T.C. Sayfa: - 23 ARPA BİRALIK MTS 0.40 0.40 0.4000 4,600.00 KG 5,840.00 ARPA BİRALIK ı: 5,840.00 ARPA YEMLİK ARPA YEMLİK MTS 0.30 0.55 0.3857 22,469,82.00 KG 8,666,25.60

Detaylı

İLKÖĞRETİM ÇOCUKLARI İÇİN SAĞLIKLI BESLENME BESİN ÖGELERİ

İLKÖĞRETİM ÇOCUKLARI İÇİN SAĞLIKLI BESLENME BESİN ÖGELERİ İLKÖĞRETİM ÇOCUKLARI İÇİN SAĞLIKLI BESLENME Doğumdan itibaren büyüme ve gelişme, sağlıklı ve uzun bir yaşam için vücudumuza gerekli olan bütün maddeleri besinlerle alırız. Besin; yenilebilen ve yenildiğinde

Detaylı

T.C. MUĞLA TİCARET BORSASI AYLIK BORSA BÜLTENİ. Enaz Fiyat. Ençok Fiyat. Ortalama Fiyat YULAF , KG 73,

T.C. MUĞLA TİCARET BORSASI AYLIK BORSA BÜLTENİ. Enaz Fiyat. Ençok Fiyat. Ortalama Fiyat YULAF , KG 73, 01/0/2018 HUBUBAT. MISIR MISIR T.C. Sayfa: 1-14 MISIR SLAJ MTS 0.30 0.30 0.3000 45,48.29 KG 13,24.49 1 MISIR BEYAZ MTS 3.31 3.31 3.3128 293.00 KG 90.65 1 MISIR KIRIK MTS 4.00 4.00 4.0000 15.00 KG 60.00

Detaylı

HUBUBAT. T.C. AKŞEHİR TİCARET BORSASI YILLIK BORSA BÜLTENİ 01/01/2018. Tarih: Sayı: - 31/12/2018 Satış Şekli

HUBUBAT. T.C. AKŞEHİR TİCARET BORSASI YILLIK BORSA BÜLTENİ 01/01/2018. Tarih: Sayı: - 31/12/2018 Satış Şekli 0/0/208 HUBUBAT. ARPA ARPA YEMLİK Sayfa: - 2 ARPA MTS 0.70.5 0.888 8,403,77.00 KG 7,462,885.58 633 ARPA TTS 0.84.9 0.934,845,430.00 KG,723,733.67 46 ARPA YEMLİK ı: 9,86,69.25 679 ARPA ı 9,86,69.25 679

Detaylı

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN NO : 4 SAYFA NO : 1

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN NO : 4 SAYFA NO : 1 BÜLTEN AYI : NİSAN 06 BÜLTEN NO : 4 SAYFA NO : HUBUBAT BUĞDAY BUĞDAY 0,68 0,86 0,79 4.0.859 KG.4.89,7 HMS BUĞDAY 0,74 0,9 0,85 5.674.807 KG 4.8.86,05 HTS BUĞDAY 0,65 0,85 0,80 788.56 KG 6.785,9 M.G.T BUĞDAY

Detaylı

F.30 / / Rev.0 T.C. BURSA TİCARET BORSASI BÜLTEN AYI : TEMMUZ 2014 BÜLTEN NO : 7 SAYFA NO : 1 HUBUBAT ARPA

F.30 / / Rev.0 T.C. BURSA TİCARET BORSASI BÜLTEN AYI : TEMMUZ 2014 BÜLTEN NO : 7 SAYFA NO : 1 HUBUBAT ARPA BÜLTEN AYI : TEMMUZ 0 BÜLTEN NO : 7 SAYFA NO : GÖREN MADDELERİN HUBUBAT ARPA ARPA(0 KĞ) 0,7,78,6.8 ÇV. 0.87, HTS === MİKTAR VE BEDEL TOPLAMI ===.8 ÇV. 0.87, ARPA 0,7 0,8 0,7 7.00 KG 6.0,0 HTS ARPA 0,60

Detaylı

BAHÇE BİTKİLERİNDE BUDAMA TEKNİKLERİ

BAHÇE BİTKİLERİNDE BUDAMA TEKNİKLERİ BAHÇE BİTKİLERİNDE BUDAMA TEKNİKLERİ MEYVE AĞAÇLARINDA TERBİYE SİSTEMİ VE BUDAMA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ BAHÇIVANLIK EĞİTİMİ KURSU Ankara MEYVE AĞACININ KISIMLARI 1- KÖK Toprak altı organıdır Meyve ağacının

Detaylı

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması BEZELYE TANESİ

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması BEZELYE TANESİ Hafta Sonu Ev Çalışması BEZELYE TANESİ Zamanın birinde bir bahçe varmış. Bahçede bir bezelye varmış. Bezelye bahçede büyümüş. Tohum vermeye başlamış. Bir bezelye tanesi kabuğundan ayıklanmış. Evin çocuğu

Detaylı

T.C. AKŞEHİR TİCARET BORSASI YILLIK BORSA BÜLTENİ. Ortalama Fiyat. Enaz Fiyat. Ençok Fiyat ARPA YEMLİK MTS , KG 44,086.

T.C. AKŞEHİR TİCARET BORSASI YILLIK BORSA BÜLTENİ. Ortalama Fiyat. Enaz Fiyat. Ençok Fiyat ARPA YEMLİK MTS , KG 44,086. HUBUBAT ARPA ARPA YEMLİK T.C. Sayfa: - 20 ARPA YEMLİK MTS 0.74 0.76 0.7500 58,780.00 KG 44,086.80 5 ARPA MTS 0.58 0.8 0.7363 3,922,622.00 KG 2,888,040.40 57 ARPA OFİS-S 0.68 0.75 0.7499 253,720.00 KG 90,27.00

Detaylı

AKHİSAR TİCARET BORSASI

AKHİSAR TİCARET BORSASI AKHİSAR TİCARET BORSASI BRİFİNG RAPORU AKHİSAR TİCARET BORSASINA AİT 1/1/215-31/12/215 ATARİHERİ ARASI BİRİFİNG RAPORU HAZIRLAYAN: GÖKBEN DİKİLİ ALTAŞ GENEL SEKRETER AKHİSAR TİCARET BORSASI nın 215 yılında

Detaylı

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN AYI : MART 00 BÜLTEN NO : SAYFA NO : GÖREN MADDELERİN HUBUBAT BUĞDAY BUĞDAY 0,0 0,0 0,5 7.8.5 KG.08.0,0 HMS BUĞDAY 0,0 0,58 0,9 5.09.88 KG.5.9,0 HTS BUĞDAY 0,5 0,5 0,5.. KG 50.79, M.G.T BUĞDAY 0,

Detaylı

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN NO : 10 SAYFA NO : 1

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN NO : 10 SAYFA NO : 1 BÜLTEN AYI : EKİM 0 BÜLTEN NO : 0 SAYFA NO : GÖREN MADDELERİN HUBUBAT BUĞDAY BUĞDAY 0,0 0,70 0,6 0.65.56 KG 6.59.07,78 HMS BUĞDAY 0,5 0,7 0,65 6.8.995 KG.0.9,06 HTS BUĞDAY 0,5 0,69 0,6.968.77 KG..57,7

Detaylı

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN NO : 12 SAYFA NO : 1

T.C. KÜTAHYA TİCARET BORSASI A Y L I K B Ü L T E N BÜLTEN NO : 12 SAYFA NO : 1 BÜLTEN AYI : ARALIK 0 BÜLTEN NO : SAYFA NO : GÖREN MADDELERİN HUBUBAT BUĞDAY BUĞDAY 0, 0, 0,..7 KG.0.00, HMS BUĞDAY 0, 0,0 0,8.. KG.8.88,8 HTS BUĞDAY 0, 0, 0,.8 KG.78,7 KOOP.A BUĞDAY 0, 0, 0,.0 KG.7, KOOP.S

Detaylı

T.C. IĞDIR TİCARET BORSASI YILLIK BORSA BÜLTENİ. Ortalama Fiyat. Enaz Fiyat. Ençok Fiyat ARPA YEMLİK MS , KG 25,832.

T.C. IĞDIR TİCARET BORSASI YILLIK BORSA BÜLTENİ. Ortalama Fiyat. Enaz Fiyat. Ençok Fiyat ARPA YEMLİK MS , KG 25,832. HUBUBAT ARPA ARPA YEMLİK T.C. Sayfa: 1-15 ARPA YEMLİK MS 0.55 0.75 0.6174 41,840.00 KG 25,832.00 5 ARPA YEMLİK ı: 25,832.00 5 ARPA ı 25,832.00 5 MISIR MISIR MISIR YEMLİK MTS 0.67 0.6083 3,847,905.00 KG

Detaylı

Birinci kadın; Oğlunun çok hareketli olduğunu, ellerinin üzerinde dakikalarca yürüyebileceğini söyledi.

Birinci kadın; Oğlunun çok hareketli olduğunu, ellerinin üzerinde dakikalarca yürüyebileceğini söyledi. Marifetli Çocuk Üç kadın ellerinde sepetleriyle pazardan dönüyorlardı. Dinlenmek için yolun kenarındaki kanepeye oturdular. Çocukları hakkında sohbet etmeye başladılar. Birinci kadın; Oğlunun çok hareketli

Detaylı

Aylara Göre Meyve, Sebze ve Balık Tüketimi

Aylara Göre Meyve, Sebze ve Balık Tüketimi Aylara Göre Meyve, Sebze ve Balık Tüketimi OCAK Balık: Kefal, tekir,kırlangıç, istrongilos, levrek, Sebze: Kereviz, lahana, brüksel lahanası, brokoli, havuç, pırasa, ıspanak, pazı, kara turp, kırmızı turp

Detaylı

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MART AYI 3. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MART AYI 3. HAFTASINDA NELER YAPTIK? DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MART AYI 3. HAFTASINDA NELER YAPTIK? SERBEST ZAMAN Çocuklara sporun önemi anlattık ve her sabah spor yaptık. Çocuklar ilgi köşelerinde öğretmenenimizin rehberliğinde serbest oyun

Detaylı

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

Sınıf [ B-PİSA ] 1. Dönem - 1. Uygulama

Sınıf [ B-PİSA ] 1. Dönem - 1. Uygulama 4. Sınıf [ B-PİSA ] 1 2017-2018 1. Dönem - 1. Uygulama P erformans İ zleme S üreç A nalizi 4. SINIF MATEMATİK OKURYAZARLIĞI Soru 1.1 Aşağıdaki tabloda 8 kişilik bir limonlu pasta tarifi verilmiştir. MALZEME

Detaylı

Tarım Ekonomisi ve İşletmeciliği

Tarım Ekonomisi ve İşletmeciliği Tarım Ekonomisi ve İşletmeciliği Doç.Dr.Tufan BAL 6.Bölüm Tarımsal Üretim Faktörleri Not: Bu sunuların hazırlanmasında büyük oranda Prof.Dr.İ.Hakkı İnan ın Tarım Ekonomisi ve İşletmeciliği Kitabından Faydalanılmıştır.

Detaylı

TÜRKÇE. NOT: 1. 2. 3. soruları yukarıdaki metne göre cevaplayınız. cümlesinin sonuna hangi noktalama işareti konmalıdır?

TÜRKÇE. NOT: 1. 2. 3. soruları yukarıdaki metne göre cevaplayınız. cümlesinin sonuna hangi noktalama işareti konmalıdır? TÜRKÇE Hiçbir zaman elinde sapan olan bir arkadaşım olmadı. Daha doğrusu, öyleleri ile arkadaşlık yapmadım. Çünkü minicik bir kuşun canına kıyarken acıma duygusu olmayan kişi, zor duruma düşene elini uzatmaz.

Detaylı