ĐNSANAT BAHÇESĐNDEN ÖYKÜLER

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "ĐNSANAT BAHÇESĐNDEN ÖYKÜLER"

Transkript

1 içindekiler BABALAR, ANNELER VE ÇOCUKLAR Babam seyrediyor! Ne kadar fakir? "Onu çok sevmiştim" Yankı Acele-ecele Çoban Bırak korkma gitmez Nakış, Vasiyet II- BILGECE MASALLAR Hava kadar Küçük ev Asıl sevinç Değerli taş Kıyas Yaydan çıkan ok gibi... 5i "Fincan dolu" Ağ Bu dünyadaki cennet ve cehennem ĐNSANAT BAHÇESĐNDEN ÖYKÜLER Konuşmak ve yaşamak "Kulübem yanıyor" Neyi dinliyorsunuz? Düşmanı olmayanın Dalı bırakabilmek Keşke Vicdan kaybolursa Doğumdan sonra hayat var mı? IV- ÖĞRETMENLERĐN ÖĞRETTĐKLERĐ VE MELEKLERLE ÖĞRETĐLEN Önce büyük taşlar? Hurma Affetmenin dayanılmaz ağırlığı Đğne deliğinden fil geçirmek Cennet ve cehennem V- KIRALLARA LÂYIK ÖYKÜLER' Sultan kim? Dilenci kim? ^ Tohum Huzur Han Hayır Derviş ve hükümdar Yoldan güzel geçmek VI- MASAL DEĞĐL GERÇEK Ayağım kırık Karınca

2 Sabır Ya tutarsa Kumdan kaleler Zaman hesabı Güneşi kim doğduruyor? Bir şişe süt YUVARLIKLARIN DĐLĐNDEN Đki kurbağa Delik kova Biz ne içiniz? Sen uçamazsın Dalgaların sohbeti Çobanlar ve koyunlar Dal üstünde saksağan içimizdeki sır Sen çok özelsin VIII-PARA-PUL ÖYKÜLERĐ Ya sonra? Mutluluk = Çok para? Vadinin en zengini Sihirli yüzük Bir paket bisküvi Kayayı itmek Yararlanılan kaynaklar X Babam seyrediyor! Ortaokulda okuyan ve kısa bir süre önce annesini kaybeden genç, babasıyla birlikte yaşıyordu. Babasıyla aralarında çok güzel bir dostluk vardı. Genç, okulun futbol takımındaydı. Takımdaydı ama, ufak-te-fek yapısı ve tecrübesizliği nedeniyle hocası ona bir turlu maçlarda görev vermiyordu. Bu yüzden, her maçta yedek kulübesinde oturuyordu. Buna rağmen, babası hiçbir maçı kaçırmaz ve hep ayağa kalkıp tezahürat yapardı. 15 ĐLHAM ÖYKÜLER Liseye girdiğinde sınıfının yine en sıska öğrencisiydi gencimiz. Fakat babası onu hep futbol oynamaya teşvik etti-, bununla birlikte, eğer istemezse oynamaya-bileceğini de belirtti. Delikanlı futbolu seviyordu ve takımda kalmaya karar verdi. Her idmanda elinden geleni yapıyor ve takımın as oyuncularından biri olmaya çalışıyordu. Bütün lise hayatı boyunca hiçbir idmanı veya maçı kaçırmadı. Ama sürekli yedek kulübesinde oturmaktan kurtulamadı. Đnançlı babası ise her zamanki gibi tribünlerde yerini alıyor ve oğlunu destekleyici tezahüratlarda bulunmaya devam ediyordu. Genç, üniversiteye başladığında futbol onun için önemini Kaybetmeye yüz tuttu, ama yine de elinden geleni yaptı. Herkes onun okul takımına giremeyeceğinden emindiyse de, bunu başardı. Takımın antrenörü onu listeye dahil ettiğini, çünkü her idmana yüreğini koyduğunu ve takımın diğer üyelerini de şevke getirdiğini itiraf etti. Takıma girebildiği haberi onu o denli heyecanlandırdı ve sevindirdi ki, soluğu en yakın telefon kulübesinde aldı ve babasına müjdeyi verdi. Onun bu mutluluğunu paylaşan babası, kendisine maçların sezonluk biletlerini göndermesini istedi. Üniversitedeki dört yıl boyunca hiçbir idmanı kaçırmayan genç, ne yazık ki hiçbir maçta oynayamadı. Futbol sezonunun sonlarına doğru, büyük bir eleme maçının idmanı için sahaya çıkmaya hazırlanan gencin yanına, elinde bir telgrafla antrenörü geldi. Delikanlı telgrafı okuyunca ölüm sessizliğine büründü. Güçlükle 16 BABALAR, ANNELER VE ÇOCUKLAR yutkunarak hocasına şunları söyleyebildi: "Bu sabah babam ölmüş. Đzninizle bugünkü idmana gelmesem?" Hocası kolunu şefkatle omzuna doladı ve "Bu hafta dinlen evlat" dedi, "Cumartesi günkü maça gelmeyi de aklından geçirme." t

3 Cumartesi geldi çattı, ama okul takımının durumu hiç de iyi değildi. Maçın sonlarına doğru, bir kişi soyunma odasına sessizce girdi, formasını ve futbol ayakkabılarını giyip sahanın kenarına çıktı. Babası ölen ufaklıktı bu! Antrenör ve oyuncular azimli arkadaşlarını bu kadar kısa sürede tekrar aralarında görmekten dolayı son derece şaşırmışlardı. Hocasının yanına giden genç "Lütfen izin verin oynayayım" dedi. "Bugün oynamak zorundayım." Hocası önce onu duymamış gibi davrandı. Böylesine zor bir eleme maçında takımının en kötü oyuncusunu sahaya çıkarmasına imkan olmadığını düşünüyordu. Ama genç o kadar ısrar etti ki, sonunda ona acıyan hocası razı oldu: "Pekala, oyuna girebilirsin." Gencin oyuna girmesinin üstünden çok geçmemişti ki, hem hoca, hem oyuncular, hem de maçı izleyenler gördüklerine inanamadılar. Daha önce hiç oynamamış olan bu meçhul ufaklığın her hareketi harika, attığı her pas isabetliydi. Karşı takımın oyuncuları onu durdura-mıyordu. Koşuyor, pas veriyor, savunmaya yardım ediyor ve maçın yıldızı olarak parlıyordu. Sonunda, gencin takımı aradaki farkı kapattı, nihayet atılan bir golle de beraberliği yakaladı. Ve son saniyelerde ufaklık topu tek başına sürükleyip herkesi geçti ve galibiyet golünü attı. Maç bitmişti. Okulunun taraftarları sevinç çığlıkları atıyor, arkadaşları onu omuzlarında taşıyordu. Seyirciler tribünleri terkettikten, oyuncular duşlarını alıp soyunma odasını boşalttıktan sonra, takımın hocası gencin köşede tek başına sessizce oturduğunu far-ketti. Yanına gidip "Evlat, inanamıyorum. Bugün bir harikaydın" dedi. "Sana ne oldu, bunu nasıl yaptın, anlat bana!" Genç hocasına baktı, gözlerine yaşlar doldu ve şöyle dedi: "Babamın öldüğünü biliyorsunuz. Peki onun gözlerinin görmediğini biliyor muydunuz?" Delikanlı zorlukla yutkundu, gülümsemeye çalıştı: "Babam bütün maçlarıma geldi, çünkü görmediği halde beni desteklemek istiyordu. Ve ilk defa bugün beni oynarken görebilirdi. Ben de bu fırsatı kullanmak ve oynayabildiğimi ona göstermek istedim!" 18 Ne kadar fakir? Bir gün çok zengin bir adam oğlunu kırsal kesime götürüp ona insanların ne kadar fakir olabileceğini göstermek istemişti. Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gün bir gece geçirdiler. Şehre dönerken baba oğluna sordu: "Yolculuğumuzu nasıl buldun?" "Çok güzeldi babacığım!" diye cevap verdi oğlu. "insanların ne kadar fakir olabileceğini gördün, değil mi?" "Evet." "Peki ne öğrendin?" "Şunu gördüm" dedi oğlu. "Bizim evde bir köpeğimiz, onların dört köpeği var. Bizim evde bahçenin yarısına kadar gelen bir havuzumuz, onların kilometrelerce uzunluğunda dereleri var. Bizim bahçede ithal lambalarımız, onların yıldızları var. Bizim taraçamız ön bahçeye kadar, onlarınki ise ufka kadar uzanıyor." Ufaklık konuşurken, babası şaşkınlıktan tek kelime bile edemedi. Ve çocuk ekledi: "Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için, teşekkür ederim babacığım!" 20 "Onu çok sevmiştim" Din adamı yeni kazılmış mezarın başında duasını bitirmek üzereydi. Birden, 50 yıllık karısını kaybetmiş olan 78 yaşındaki adam kalın sesiyle feryat etmeye başladı: "Aaah, aaah! Onu ne kadar da çok seviyordum!" Onun bu feryat-fîganı cenaze merasiminin sessizliğini alıp götürdü. Mezarın etrafında duran diğer aile üyeleri ve arkadaşları şaşırdı ve utandı. Yüzleri kıpkırmızı kesilen yetişkin çocuklar babalarını susturmaya çalıştı: 21 "Tamam baba, acını anlıyoruz, ama sus şimdi." Yaşlı adam cenazenin mezara yavaşça indirilişini yaşlı gözlerle seyretti. Din adamı duasını tamamladı. Sonra da, aile üyelerini mezara toprak atmaya davet etti. Yaşlı adam dışında hepsi bu görevi yerine getirdi. Yaşlı koca bir kez daha feryat etti: "Ah! Onu ne kadar da çok seviyordum!" Çocukları onu engellemeye çalıştıysa da, o devam etti: "Onu seviyordum!"

4 Mezarın etrafında bulunanlar yavaş yavaş ayrılmaya başladı, ama yaşlı adam inatla mezarın yanından ayrılmıyordu. Gözleri mezara dikili vaziyette oracıkta öylece duruyordu. Din adamı yanına yaklaştı: "Neler hissettiğinizi biliyorum, ama artık gitme zamanı. Gitmeli ve hayatımıza devam etmeliyiz." "Ah! Onu seviyordum!" diye inledi adam perişan bir şekilde. "Ama bunu ona ya bir ya da iki defa söyledim!" 22 Yankı Bir babayla sekiz-dokuz yaşlarındaki oğlu dağlarda yürüyüşe çıkmışlardı. Çocuğun ayağı birden kaydı ve düştü. Đncinen ayağının sıkıntısıyla haykırdı: "Aaaahhhhhhhhh!" Sesi karşı dağlardan yankılanıp aynen geri döndü: "Aaaahhhhhhhhh!" Daha önce böyle bir şeyle karşılaşmamış olan çocuk çok şaşırdı ve merakla bağırdı: "Kimsin sen?!" Cevap gelmekte gecikmedi: "Kimsin sen?!" 23 Çocuk bu cevaba öfkelendi: "Korkak!" Cevap aynıydı "Korkak!" ' Bunun üzerine babasına donup sordu. "Neler oluyor baba, anlamıyorum?" Babası gülümsedi ve "Dikkat et oğlum" dedi. Sonra da karşı dağa doğru bağırdı: "Herşey çok güzel!" Dağdan gelen ses cevapladı: "Herşey çok güzel!" "Seni seviyorum!" "Seni seviyorum!" Çocuk hâlâ hayret içindeydi, ama yine de anlayamamıştı. Daha sonra babası açıkladı: "insanlar buna 'yankı' derler, ama o aslında hayat'in ta kendisidir. Söylediğin ya da yaptığın herşeyi aynen sana iade eder. Hayatımız, yapıp-ettiklerimizin bir yansımasından başka birşey değildir Dünyanın daha sevgi ve adalet dolu olmasını istiyorsan, kendi kalbini sevgi ve adaletle doldurmalısın. Başkalarının şefkatli olmasını istiyorsan, senin şefkatli olman gerekir. Bunu herşeye uygulayabilirsin: Hayat ona ne verdiy-sen, onu sana aynen iade eder." 24 Acele-ecele Bir zamanlar birlikte yaşayan ve küçük bir toprak parçasını yine birlikte ekip biçen baba-oğul vardı. Yılda birkaç defa yetiştirdikleri sebzeleri satmak üzere bir öküzün çektiği arabalarına yüklerler ve en yakındaki şehre giderlerdi, isimleri ve üzerinde yaşadıkları toprak parçası dışında, baba ve oğlun paylaştığı hemen birşey yoktu. Birbirlerinin tam tersi yaratılıştaydılar. Baba ne kadar sakin ve ağır kanlıysa, delikanlı o kadar aceleci ve hırslı bir mizaçtaydı. Işıl ışıl bir günün ilk saatlerinde, yine kağnılarını 25 LHAM ÖYKÜLERĐ ürünlerle doldurup uzun yolculuklarına başladılar. Oğul, daha hızlı ve hiç durmadan gündüz-gece giderlerse, bir sonraki günün erken saatlerinde şehre ulaşabileceklerini hesaplamıştı. Bu yüzden, daha hızlı yürümesi için öküze bir sopayla vurup durdu. "Sakin ol, oğlum" dedi yaşlı adam. "Daha önünde çok zaman var." "Đyi ama baba" diye itiraz etti oğul. "Pazara diğerlerinden önce ulaşırsak, ürünlerimizi daha iyi fiyatla satma fırsatımız olur." Babası cevap vermedi; şapkasını gözlerinin üzerine indirip oturduğu yerde uykuya daldı. Oğlu öküze vurmaya devam etti ve inatla hızını değiştirmedi. Yola çıktıktıklarından beri dört saatte ancak yedi-se-kiz kilometre yol kat emişlerdi. O sırada, küçük bir evin yanından geçiyorlardı. Baba uyandı ve gülümseyerek şöyle dedi: "Amcanlara gelmişiz. Duralım da selam verelim." "Tamam da zaten bir saat kaybettik" diye sızlandı oğlu. "Birkaç dakikadan birşey olmaz" diye sakince cevap verdi baba. "Kardeşimle birbirimize o kadar yakın yaşadığımız halde birbirimizi çok az görüyoruz."

5 Đki yaşlı adam kardeşiyle bir saat boyunca şen şakrak sohbet ederken, oğul huzursuzluk ve kızgınlık içinde homurdanarak oturdu. Tekrar yola çıktıklarında, arabayı sürme sırası yaşlı adama geçmişti. Bir yol ayrımına gelince, baba arabayı sağ yola soktu. 26 BABALAR, ANNELER VE ÇOCUKLAR "Sol yol daha kısa" dedi oğul. "Biliyorum," diye karşılık verdi baba, "ama bu yol çok daha güzel." "Sen zamana hiç değer vermiyorsun!" diye şikayet etti oğul sabırsızlıkla. "Tam tersi! Bu güzelliklere bakmak ve her anı doyasıya yaşamak istiyorum." Dolambaçlı yol boyunca, harikulade otlaklar, kır çiçekleri ve şırıldayarak akıp giden bir dere vardı. Ama genç adam içinden kızıp köpürdüğü, zihni şehre geç gitme kaygısıyla meşgul olduğu için bu manzaraların hepsini kaçırdı. Güneşin ne kadar harika battığına bile dikkat etmedi. Akşam karanlığı çökerken onlar rengarenk çiçeklerle bezeli kocaman bir bahçeden geçiyorlardı. Yaşlı adam çiçeklerin kokusunu içine çekerken, bir taraftan da derenin şırıltısını dinliyordu. Sonra öküzü durdurdu ve "Burada uyuyalım" dedi. ımas "Bu, seninle çıktığım son yolculuk olacak!" diye öfkeyle bağırdı oğlu. "Para kazanmaktan çok güneşin batışını seyretmekle ve çiçek koklamakla ilgileniyorsun!" "Uzun zamandır söylediğin en güzel söz bu, biliyor musun?" diye gülümsedi babası. Birkaç dakikaya varmadan da uykuya dalıp horlamaya başladı. Boş gözlerle yıldızları seyreden oğlu içinse gece bir türlü geçmek bilmedi; içindeki huzursuzluğu bir türlü söküp atamadı. LHAM ÖYKÜLERĐ Genç, daha güneş doğmadan babasını sarsarak uyandırdı Yola koyuldular. Bir mil kadar sonra tanımadıkları bir başka çiftçiyle karşılaştılar. Adam kağnısını bir hendekten çıkarmaya çalışıyordu. "Haydi gidip ona yardım edelim" diye usulca seslendi yaşlı adam oğluna. **** "Ve daha çok zaman kaybedelim değil mi?'" diye bağırarak cevap verdi oğlu. "Sakin ol, evlat... O hendekte sen de olabilirdin. Yardıma muhtaç insanlara elimizi uzatmalıyız, unutma sakın." Oğlu kızgınlıkla yüzünü obur tarafa çevirdi. Diğer çiftçinin arabası yola çıktığında saat çoktan sekiz olmuştu. Sonra, aniden göğü şimşeğe benzer bir ışık yardı. Ardından gök gurultusu gibi bir ses. Tepelerin ötesindeki gökyüzü karardı. "Şehre şiddetli bir yağmur yağıyor gibi" dedi yaşlı adam. "Biraz acele etmiş olsaydık, şimdi mallarımızı satmış olurduk" diye homurdandı oğlu. ikindi vakti şehre hakim tepeye ulaştılar. Tepenin üzerinde durup şehre uzun uzun baktılar. Ağızlarından tek kelime çıkmadı. Sonunda, genç adam elini babasının omzuna koydu ve şöyle dedi: "Ne demek istediğini galiba anladım baba." Arabalarını döndürdüler ve Hiroşima şehrine bakan tepeden köylerine geri dönmek üzere inmeye başladılar. Çoban Bir zamanlar Basra'da tek uğraşı oğluyla ilgilenmek ve ona güzel bir eğitim vermek olan yaşlı bir adam vardı. Adam butun parasını oğlunun eğitimine harcadı. Delikanlı birkaç yıllığına uzaklara gitti ve meşhur bir üniversitede zamanın büyük alimlerinden eğitim aldı. Tahsilini bitirip dönme zamanı geldi. Yaşlı adam oğlunu kapıda bekliyordu. Oğlu eve geldi ve babasının elini öptü. Oğlunun gözlerinin içine bakan adam büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Ama bu duygusunu belli etmeden: "Neler öğrendin, oğlum?" diye sordu. "Öğrenilebilecek herşeyi öğrendim, baba" cevabını verdi oğlu. "Peki öğretilemeyecek olanı öğrendin mi oğlum?" Delikanlı babasının neden bahsettiğini anlamamıştı. Đster istemez "Hayır" dedi. Babası: "O halde, oğlum git ve öğretilemeyecek olanı öğren." Delikanlı hocasına gitti ve kendisine öğretilemeyecek olanı öğretmesini istedi. <» "Bu dörtyüz koyunu al ve dağlara git" dedi hocası, "Sayıları bini bulunca geri gel." Genç dağlara çıkıp çoban oldu. Hayatında ilk kez sessizlikle karşılaşıyordu. Konuşacağı hiç kimse yoktu. Koyunlar onun dilinden anlamıyordu. Çaresizlik zamanlarında yanındaki hayvanlara konuştu, ama koyunlar ona boş gözlerle baktılar. Çobanlık yaptığı süre içinde, yavaş ama kesin biçimde bütün dünyevî bilgisini, benliğini ve gururunu ardında bıraktı ve koyunlar gibi sessizleşti, büyük bir hikmet ve tevazu geldi üzerine. Đki yılın sonunda, koyunların sayısı bini bulunca hocasının yanına gitti ve diz çöktü. Talebesinin yüzüne bakan hocası şöyle dedi:

6 "Şimdi öğretilemeyecek olanı öğrendin. Babanın yanına gidebilirsin." 30 Bırak! korkma gitmez bir çocuk bir gün çok değerli bir vazoyla oy-uyordu. Elini vazonun içine soktu, ama çıkaramadı. Annesi herşeyi denediyse de, çocuğun elini vazodan bir türlü çıkaramadı. Sonunda vazoyu kırmaya karar verdi. Anne son çare olarak oğluna şöyle dedi: "Oğlum elini aç ve parmaklarını ileriye doğru uzat. Bak böyle. Sonra da elini çek." Fakat çocuk atıldı: "Olur mu hiç anneciğim? Elimi öyle açarsam, tuttuğum parayı düşürürüm!" Çoğumuz aslında o çocuğa benzemiyor muyuz? Dünyanın gelip geçici mallarını elimizde sımsıkı tutmaya çalışırken, hürriyetimizi, yanı öteki dünyanın sonsuzluğunu feda ediyoruz Çocuğun bırakacağı parayı vazonun muhafaza edeceğini unutması gibi, biz de öteki dünyanın bu dünyayı da kuşattığını ya unutuyoruz, ya da unutmuş gibi yapıyoruz 32 Nakış Bir minik çocuk annesi nakış işlerken dizlerinin dibinde oturup onu seyretmeyi çok severdi Bir keresinde, aşağıdan annesine doğru bakıp sordu: "Anneciğim, ne yapıyorsun?" Annesi şefkatle cevap verdi "Nakış ıslıyorum, yavrum Bu kasnağa gerili kumaşın üzerinde güzel desenler işlemeye çalışıyorum." "Ama yaptığın şey hiç öyle güzel görünmüyor Tersine, karman-çorman, karmakarışık" ĐLHAM ÖYKÜLER! Gerçekten de, çocuğun oturduğu yerden bakınca annesinin elindeki kasnağın altındaki ip izleri birbirine giriyor, üstünde görünen sanatlı işlemelerden eser görünmüyordu. Çocuğun bu sözlerine annesi gülümseyerek şöyle cevap verdi: "Oğlum, sen git biraz oyun oyna, nakısımı bitirdiğimde, seni dizime oturturum, o zaman ona benim yanımdan bakar ve anlarsın." Çocuk oyun oynarken, annesinin parlak renkli ipliklerin yanında o kapkara iplikleri neden kullandığını merak etmekten kendisini alamadı. Birkaç dakika sonra annesinin sesini duydu: "Gel oğlum, dizlerime otur da birlikte bakalım nakısa." Annesi gibi kasnağa üst taraftan bakan çocuk, şaşkınlıktan ve hayranlıktan ne diyeceğini bilemedi. Kasnağın üzerinde harikulade bir çiçek resminin nakşedil-diğini gördü. Peki ama bu büyük farklılığın nedeni neydi? Alttan bakınca karmakarışık, üstten bakınca harika nakışlar... Annesi onun bu merakını şunları söyleyerek giderdi: "Yavrum, alttan bakıldığında nakış karışık ve anlaşılmaz görünüyordu, çünkü sen nakısa üst tarafında önceden çizili bir plan olduğunu göremiyordun. Bu bir dizayndı. Benim yaptığım bu planı takip etmekti. Şimdi benim tarafımdan baktığında ne yaptığımı görebiliyorsun." 34 BABALAR, ANNELER VE ÇOCUKLAR Çocuk yıllar geçip büyüdüğünde ve başına iyi-kötü, güzel-çirkin türlü hadiseler geldiğinde hep bunu hatırladı. Hayatının bir nakış gibi ilâhî bir el tarafından işlendiğini; kendisine karışık, anlamsız ve kötü gibi görünen olayların aslında ilâhî bir planın nakışları olduğunu; ortaya çıkacak bütünün harikulade bir resim teşkil edeceğini hissederek hiç şikayet etmedi. Vasiyet Eski zamanlarda, atları çok seven ve aynı zamanda akıllı bir adam vardı. Bu adam günün birinde öldü. Ardında 19 cins at bıraktı. Adam vasiyetinde, atlarının yarısının oğluna, dörtte birinin sadaka olarak fakirlere, beşte birinin de uşağına verilmesini istiyordu. Köyün yaşlıları işin içinden çıkamadılar. 19 atın yarısını adamın oğluna nasıl vereceklerdi? Oğula 9 at verseler, geriye kalan atı ikiye bölemeyeceklerine göre, bu vasiyeti nasıl yerine getireceklerdi? Đki haftadan fazla bir zaman bu işin üzerine düşündüler, ama çıkar bir yol 36 BABALAR, ANNELER VE ÇOCUKLAR bulamadılar. Sonunda, komşu köyde yaşayan bilgenin yanma gidip ondan yardım istemeye karar verdiler. Bilge, adamlar geldiğinde, atının üzerinde gezintideydi. Onlara nasıl yardım edebileceğini sordu. Onlar da ölen adamın vasiyetini anlattılar: 19 atın yarısını oğluna, dörtte birini fakirlere, beşte birini de uşağa vermeleri gerekiyordu, ama bunu başaramamışlardı. Bilge, problemi hemen çözeceğini söyledi. Birlikte köye gittiler. Bilge 19 atı yan yana dizdirdi. Sonra en başa kendi atını getirip sıraya dahil etti. Şimdi atların sayısı 20 olmuştu. Daha sonra, atların yarısı olan 10 atı

7 adamın oğluna verdi, dörtte biri olan beş atı sadaka olarak fakirlere vermek üzere kenara ayırdı. Beşte bir olan dört atı da uşağa verdi. Böylece vasiyet gereği da-ğıtılması gereken atların sayısı 19'u buluyordu. Geriye kalan yirminci at da zaten kendi atıydı. Bilge, bu bölüştürme işlemini köyün yaşlılarının gıpta ve hayranlık dolu bakışlarının altında yaptıktan sonra, şunları söyleyip oradan uzaklaştı: "Ümit ederim, bu vasiyetle size verilmek istenen mesajı anlamışsınızdır. Gündelik hayatımızda, karşılaştığımız olaylara Allah'ın adını da katmak, o işi Onun adıyla gerçekleştirmemiz gerekir. Đlk bakışta, içinden çıkılmaz gibi görünen tüm gündelik problemlerimiz, Allah'ın adıyla yaklaşıldığında, bu vasiyetin yerine getirilmesi gibi, hemencecik çözülür. Karşılaştığımız problemlere Allah'ın adıyla muhatap olduğumuzda, ısının buzu eritip önce suya, sonra da buhara dönüştürmesi gibi, problemlerimiz erir, buharlaşır." Hava kadar... B ir bilge nehir kenarında tefekkür ederken, yanına genç bir adam geldi ve tefekkürünü yarıda kesti. "Öğrenciniz olmak istiyorum üstadım" dedi genç. "Neden?" diye karşılık verdi bilge. Delikanlı bir an düşündükten sonra nedenini söyledi: * > v "Çünkü Allah'ı bulmak istiyorum." Bilge birden oturduğu yerden ayağa fırladı, ilerlemiş yaşından umulmayan bir güç ve çeviklikle genci tuttuğu gibi nehre sürükledi. Sonra da kafasını suyun altına soktu. Bir dakika kadar onu suda tuttu. Genç o sırada çırpmıyor, kendisini bilgenin elinden kurtarmaya çabalıyordu. Sonunda, bilge onu nehirden çıkardı. Delikanlı yuttuğu suları öksürerek çıkardı ve hırıltıyla nefes alıp verdi. Ve nihayet sakinleştiğinde, bilge sordu: "Söyle bana, suyun altındayken herşeyden çok neyi istiyordun?" "Hava!" cevabını verdi genç adam. "Aferin" dedi bilge tane tane. "Şimdi evine git ve Allah'ı hava ve su kadar belki daha fazla istediğin zaman tekrar gel. 42 Bir köylü bilgenin yanına geldi ve şikayete başladı: "N'olur bana yardım edin, yoksa çıldıracağım. Tek odalı bir evde yaşıyoruz. Ben, karım, çocuklarım, karımın akrabaları. Herkesin siniri tepesinde. Birbirimize bağırıp duruyoruz. Oda sanki bir cehenneme döndü." "Sana söyleyeceğim şeyi yapacağına söz verir misin?" diye sordu bilge ciddi bir sesle. "Yemin ederim, ne söylerseniz yapacağım." "Pekala. Kaç hayvanın var?" "Bir inek, bir keçi ve altı tavuk.",r(l R 43 "Onların hepsini evinize al. Bir hafta sonra yanıma yine gel." Bilgenin talebesi çok şaşırmıştı, ama itaat edeceğine söz vermişti bir kere. Böylece, hayvanları da odaya aldı. * '! *', ' ' Bir hafta sonra geldiğinde perişan haldeydi. Acı ve kederle inliyordu. "Mahvolmuş durumdayız. Pislik! Koku! Gürültü! Hepimizin aklını kaçırmasına ramak kaldı!" "Şimdi git ve hayvanları evden çıkar" dedi bilge. Adam eve kadar hiç durmadan koştu. Ertesi gün bilgenin yanına geldiğinde gözleri mutluluktan parlıyordu: "Hayat ne kadar güzel. Hayvanlar dışarıda. Evimiz, öyle sessiz, öyle temiz ve öyle geniş ki. Sanki bir cennet!" 44 Asıl sevinç Bir zamanlar, bilgeliğiyle meşhur olan ve bildiklerini öğrencilerine de aktaran bir alim vardı. Bu alim, aynı zamanda bir tacirdi ve adamları vasıtasıyla uzak diyarlarla ticaret yapardı. Bir gün talebelerine ders verirken, bir adam yanma gelip "kötü bir haber" verdi: "Haber aldık ki, senin de mallarını taşıyan gemi batmış! Hiçbir mal kurtarılamamış." Bilge bir an dersi kesti. Etrafındaki talebeler onun 45 ĐLHAM ÖYKÜLER! dudaklarında küçük bir gülümsemenin belirdiğini far-kettiler. O ise hiçbir şey olmamış gibi dersine kaldığı yerden devam etti. Bir hafta kadar sonra, bilge yine talebeleriyle birlikte dersteyken, aynı adam bu defa "müjde" getirdi:

8 "Gözün aydın! O gemi senin mallarını taşıyan gemi değilmiş. Senin malların sapasağlam limana ulaştı!" Bilge yine bir-iki saniye durdu, talebeleri onun yüzünde yine küçücük bir gülümsemenin patladığını farkettiler. Önceki gibi, yine hiçbir şey söylemeden dersine devam etti. Öğrencileri birbirine zıt iki durumda da aynı tepkiyi veren hocalarına dayanamayıp şu soruyu sordular: "Geminizin battığı haberine de, batmayıp limana ulaştığı haberine de gülümsediniz, neden?" Bilgenin cevabı şöyle oldu: "Geminin battığı, mallarımın denize döküldüğü haberini aldığımda, kalbimi yokladım. Gelip-geçici olan ve mezarın ötesinde bana arkadaşlık etmeyecek dünya malını kaybetmekten dolayı içten içe üzülüyor muyum diye kendime baktım. Kalbimde küçücük de olsa bir üzüntü görmeyince sevindim ve şükrettim. "Geminin aslında batmadığı ve sağ salim geri döndüğü haberi karşısında, bu defa, dünya malını kazanmaktan dolayı seviniyor muyum diye kalbime baktım. O malı tekrar kazanmaktan dolayı sevinç ve mutluluk göremediğim için yine sevindim ve şükrettim." 46 >AKI1 Değerli taş Bilge, dağlarda gezerken bir derenin içinde değerli bir taş buldu. Ertesi gün, aç bir gezginle karşılaştı. Yiyeceğini onunla paylaşmak için torbasını açınca, aç gezgin değerli taşı gördü ve onu kendisine vermesini istedi. Bilge tereddüt etmeden verdi. Gezgin ne kadar talihli olduğunu düşünerek sevinçle ayrıldı yanından. Bu taşın kendisini ömür boyu geçindirecek kadar değerli olduğunu biliyordu. Ancak, birkaç gün sonra, taşı bilgeye geri getirdi ve şöyle dedi: "Kaç gündür düşünüyorum. Bu taşın ne kadar değerli olduğunu biliyorum, ama bana ondan daha değerli birşey vermen ümidiyle onu sana geri veriyorum: Lütfen, bu taşı bana hiç düşünmeden vermeni sağlayan şey nedir, onu bana öğretir misin?" çt.j 48 ü ' i /^ok gururlu bir savaşçı bir gün bilgeyi ziyarete gel-v'di Savaşçı çok meşhurdu, ama bilgenin cemal ve celali karşısında aşağılık duygusuna kapılıyordu. "Neden kendimi aşağı hissediyorum?" diye bu duygusunu bilgeye açtı. "Birkaç dakika önce herşey çok güzeldi, ama sizin huzurunuza gelince aniden kendimi aşağı hissettim. Bunu daha önce hiç hissetmedim. Defalarca ölümle karşı karşıya geldim ve hiç korkmadım. Neden şimdi korkuyorum?" Bilge şöyle karşılık verdi: m "Bekle. Herkes gittiğinde cevap vereceğim." insanlar gün boyunca bilgeyi ziyarete geldiler. Savaşçı beklemekten yorulmuştu. Akşam bilgenin odası nihayet boşaldı ve savaşçı sordu: "Şimdi soruma cevap verebilir inisiniz?" Bilgenin cevabı şöyle oldu: &. "Dışarıya gel." Dışarıda dolunay ufkun üzerinde yükseliyordu. Bilge tane tane şunları söyledi: "Ağaçlara bak. Şuradaki ağaç göğe yükseliyor, yanındaki ağaç ise küçücük. Onlar penceremin önünde yıllardır duruyorlar ve hiçbir zaman sorun çıkmadı. Küçük ağaç büyük ağaca hiçbir zaman 'Senin yanında neden kendimi aşağı hissediyorum?' diye sormadı. Bu ağaç küçük, o ağaç ise büyük. Neden en küçük fısıltı halinde bile böyle birşey duymadım?" Savaşçı cevapladı: "Çünkü onlar karşılaştırma yapamazlar." t- "O halde sorduğun sorunun cevabını bana sormana gerek yok. Onu zaten biliyormuşsun." 50 1,1-1" Yaydan çıkan ok gibi Bir kadın komşularından birisi hakkında bir dedikoduyu yayıp duruyordu. Birkaç gün içinde bütün köy bu dedikoduyu duydu. Dedikodunun kurbanı derinden yaralandı ve incindi. Dedikoducu kadın daha sonra yaptığından pişman oldu ve çok üzüldü. Hatasını nasıl tamir edebileceğini sormak için bilgeye gitti. "Pazara git" dedi bilge. "Bir tavuk al ve onu kestir. Eve dönerken tüylerini yol ve yol boyunca yere at." Nasihatin garipliğine sasırsa da, denileni yaptı kadın. Ertesi gün bilge bu defa şu tavsiyede bulundu: "Şimdi git ve dün attığın bütün o tüyleri topla ve bana getir." Kadın aynı yolu izledi, ama umutsuzluk ve korku içinde gördü ki, rüzgar bütün tüyleri uçurup götürmüştü. Saatler süren arayışın sonunda elinde sadece birkaç tüyle dönebildi.

9 "Görüyorsun" dedi yaşlı bilge. "Onları yere atmak mümkün, ama geri toplamak imkansız. Dedikodu da öyle. Dedikodu yapmak ne kadar kolaysa, dedikoduyla işlediğin hatayı telafi etmen de o kadar zordur.." 52 "Fincanın dolu" Bir üniversite profesörü ünlü bir maneviyat ustasını ziyarete gitmişti. Bilge sessizce çay ikram ederken, profesör maneviyat üzerine konuşuyordu. Bilge profesörün uzattığı fincanı önce ağzına kadar doldurdu. Ama doldurmaya devam etti. Çay fincandan taştı, tabağa döküldü, oradan da yere. Ama bilge çayı koymaya devam ediyordu. Çayın fincandan taşıp yere dökülmesini hayretle izleyen profesör sonunda kendisini tutamadı: "Doldu taştı! Daha fazla alamaz!" "Sen de bu fincan gibisin" dedi bilge. "Zihin fincanın doluyken sana maneviyatı nasıl anlatabilirim?" L ı r,r* *«* Ağ Mesleği balık ağı yapmak olan bir bilgenin yanına uç kişi geldi. Adamlardan birisi günahkârdı. Birinci adam bilgeye "Bana bir ağ yapar mısın?" diye sordu. "Yapamam" diye cevap verdi bilge. Sonra, ikinci adam "Bana iyilik olarak bir ağ yapar mısın?" ricasında bulundu. "Vaktim yok" dedi bilge. Ve üçüncü, günahkâr adam aynı soruyu sordu: "Bana bir ağ yap lütfen." Bilge onun bu isteğine "Olur" karşılığını verdi. 54 BĐLGECE MASALLAR Daha sonra, ilk iki adam üçüncü adam gittikten sonra bilgeye merakla sordular: "Neden sizden istediğimizi yapmayı kabul etmediniz de, onun isteğini yerine getirmeye söz verdiniz?" Bilge şu cevabı verdi: "Đsteğiniz olan ağı yapmayacağımı söylediğimde, siz hayal kırıklığına uğramadınız. Ama onun isteğine hayır deseydim, o şöyle diyecekti: 'Bu yaşlı adam benim günahlarımı duydu, ve bundan dolayı benim için birşey yapmayı kabul etmiyor.' Bu durumda, günahlarında inat gösterecekti. Şimdi ise ruhu sevindi ve günahlarının ağırlığı karşısında belki bir dayanak noktası bulacak.", -,Ti* > Bu dünyadaki cennet ve cehennem Yaşlı bir derviş yol kenarında oturmuş, gözleri kapalı bir halde derinden derine tefekkür ediyordu. Aniden, yoldan geçen bir savaşçının sert ve küstah sesiyle tefekkürü kesildi: "Yaşlı adam! Bana cennet ve cehennemi öğret!" Derviş başlangıçta duymamış gibi davrandı ve hiçbir cevap vermedi. Fakat sonra yavaş yavaş gözlerini açtı. Dudaklarının kenarlarında küçük bir gülümsemenin izleri belirdi; ancak, savaşçı orada hâlâ sabırsızlıkla bekliyordu ve belli ki her geçen saniye sabırsızlığı öfkeye dönüşüyordu. BĐLGECE MASALLAR "Demek cennet ve cehennemin sırlarını öğrenmek istiyorsun, öyle mi?" dedi yaşlı derviş tane tane. "Sen ki böyle hırpanisin. Sen ki, ellerin ve ayakların kir içinde. Saçları darmadağın, nefesi kokan ve kılıcı paslanmış sen, demek bana cennet ve cehennemi soruyorsun?" Savaşçı kendisini kaybedip dervişe ağzına gelen bütün kötü sözleri söyledi ve kılıcını çektiği gibi dervişin kafasının üstüne kaldırdı. Yüzü öfkeden kıpkırmızıydı, boynundaki damarlar kabarmıştı ve kılıcını dervişin başını omuzlarından ayırmaya hazırlanıyordu.. "Đşte, bu cehennem!" dedi derviş usulca, tam savaşçı kılıcını indirirken. Saniyenin yüzde biri bir anda, savaşçının kılıcı kavrayan elleri havada dondu. Bütün benliğini, kendisine bir ders vermek için hayatını tehlikeye atan bu şefkatli adama karşı hayret, huşu ve sevgi kapladı. Kılıcını yana indirdi ve gözleri şükran gözyaşlarıyla doldu. "Ve bu da" dedi yaşlı derviş, "cennet." Konuşmak ve yaşamak Bilirsiniz; insanlar biraraya gelip örgütlenmeyi pek sever, işte, uzak ülkelerden birisinde bazı kişiler bir örgüt kurup adını Balıkçılar Cemiyeti koydular. Yaşadıkları ülke uç bir tarafından denizlerle çevriliydi ve ayrıca balıklarla dolu dereler ve goller bulunuyordu. Balıkçılar Cemiyetinin üyeleri balık tutmayı, bu işin heyecanını tartışmak üzere düzenli olarak bir araya gelirlerdi. Balık avlama konusunda heyecanla dolup taşarlardı. Düzenli yaptıkları toplantılardan birisinde, bir üye konuşmasında: ĐLHAM ÖYKÜLER "Arkadaşlar sizce balık avlama felsefesini oluşturma zamanımız gelmedi mi?" diye sorunca, diğerleri ona hak verdiler. Ve günlerce konuşup balık avlama stratejileri ve taktikleri geliştirdiler. Daha sonra, bu konuda aslında ne kadar geri kaldıklarını farkettiler.

10 Başka bir toplantıda, diğer bir üye şöyle dedi: "Konuya hep balıkçılar açısından bakıyoruz. Peki ama balıklar dünyayı nasıl algılar, onların gözünde balıkçılar nasıl görünür, balıklar ne yer, ne içer?" Arkadaşları bu fikri de hararetle destekledi. Öyle ya, bütün bunların bilinmesi gerekiyordu.böylece araştırmalara başladılar, balıkçılık hususunda konferanslara katıldılar. Bazıları farklı alışkanlıklara sahip farklı balık türlerini araştırmaya uzak ülkelere gittiler. Bazıları balıkçılıkbilim üzerine doktora yaptı. Herşey iyiydi güzeldi de, birşey eksikti: Bu zaman zarfında kimse balık tutmaya gitmemişti! Bir komite oluşturuldu ve çeşitli av bölgelerinde balıkçılar gönderilmesine karar verildi. Balık tutmaya elverişli yerlerin sayısı balıkçıların sayısından fazla olduğu için, komitenin öncelikler sıralaması gerekti. Cemiyetin bütün koridorlarındaki panolara balık tutma mahallerine dair bir öncelik listesi asıldı. Ne var ki, hâlâ kimsenin balığa çıktığı yoktu. Bu durumun nedenini bulmak için yeni araştırmalar ve anketler yürütüldü. Çoğunluk anketi cevaplamadı. Cevaplayanların bir kısmının kendisini balık tutmaya davete adadığı, bir kısmının balıkçılık teçhizatı tedarikiyle meşgul olduğu, 62 INSANAT BAHÇESiNDEN ÖYKÜLER bazılarının da gezip balıkçıları teşvik ettiği anlaşıldı. Toplantılar, seminerler, konferanslar derken balık tutmaya vakitleri kalmıyordu. Bu arada Balıkçılar Cemiyetine yeni bir genç üye katıldı. Cemiyetin hararetli bir toplantısından sonra, bu genç balığa çıktı. Birkaç şey denedi, usulünü buldu ve bir sürü balık yakaladı. Bir sonraki toplantıda başından geçenleri anlatınca, yakaladığı balıklar nedeniyle kendisine saygı gösterildi ve bundan sonraki bütün genel kurullarda nasıl balık yakaladığını anlatması kararlaştırıldı. Genç, o kadar çok konferansa davet edildi, o kadar çok konuşma yapmak zorunda kaldı ki, sonunda onun da balığa çıkacak vakti kalmadı. Ama kısa süre sonra, içindeki huzursuzluğu ve boşluğu hissetmeye başladı. Çünkü balık tutmanın zevkini ve mutluluğunu tatmıştı bir kere. Balık oltasını elinde tutmayı o kadar özlüyordu ki! Bir gün bir konuşmasını yarıda kesip kuruldan istifa etti ve bir arkadaşına "Haydi balığa çıkalım" dedi. Ve balığa çıktılar. Sadece ikisi! Ve bir sürü balık yakaladılar. Bu arada, Balıkçılar Cemiyetinin üyeleri gittikçe artıyor, balıkların sayısı da öyle... Ama balık tutanların sayısı hâlâ çok az. Đl "Kulübem yanıyor!" ; f Bir gün okyanusta yol alan bir gemi kaza geçirerek battı. Gemiden tek bir kişi sağ kurtuldu. Dalgalar bu adamı küçük ıssız bir adaya kadar sürükledi. Adam ilk günler kendisini kurtarması için Allah'a yakardı ve yardım bulurum umuduyla ufka baktı. Ama ne gelen oldu, ne giden... Daha sonra rüzgardan, yağmurdan ve zararlı hayvanlardan korunmak için ağaç dallarından ve yapraklarından bir kulübe yaptı. Sahilde bulduğu, gemiden 64 INSANAT BAHÇESiNDEN ÖYKÜLER artakalan konserve, pusula vs. gibi eşyaları bu kulübeye koydu. Günler hep aynı geçiyordu. Balık avlıyor, pişirip yiyor ve ufku gözlüyor, kendisini kurtarması için Allah'a dua ediyordu. Bir gün tatlı su getirmek için yürüyüşe çıkmıştı, geri döndüğünde kulübesinin alevler içinde yandığını gördü. Duman dansede dansede göğe yükseliyordu. Başına gelebilecek en kötü şeydi bu. Keder ve öfke içinde donakaldı. "Allahım, bunu bana nasıl yapabildin?" diye feryat etti. O geceyi üzüntü ve keder içinde geçirdi. O kadar dua ettiği halde Allah'ın bu olayı başına getirmesinden dolayı sitemler etti. Ertesi sabah erken saatlerde, adaya yaklaşmakta olan bir geminin düdük sesiyle uyandı. Onu kurtarmaya geliyorlardı! "Benim burada olduğumu nasıl anladınız?" diye sordu bitkin adam, kendisini kurtaranlara. Cevap onu hem şaşırttı, hem de utandırdı: "Dumanla verdiğin işareti gördük!" Neyi dinliyorsunuz? Bir gün bir Kızılderili ve beyaz arkadaşı New York şehrinin merkezinde yürüyordu. O sırada öğle tatili vaktiydi ve caddeler insanlarla doluydu. Sürücüler kornalarını çalıyor, taksi şoförleri müşteri bulmak için köşelerde bağrışıyor, sirenler çalıyordu... Kısacası, şehrin gürültüsü kulağı sağır edecek derecede fazlaydı. Birden, Kızılderili durdu ve "Bir cırcır böceğinin sesini duyuyorum" dedi. Arkadaşı "Ne? Çıldırmış olmalısın. Bu gürültüde cırcır böceğini duymanın imkanı yok" diye karşı çıktı. 66 INSANAT BAHÇESiNDEN ÖYKÜLER "Eminim" diye ısrar etti Kızılderili. "Bir cırcır böceği duydum."

11 Kızılderili bir müddet dikkatle dinledi ve caddenin karşı tarafına geçip büyükçe bir çimento fabrikasına doğru yürüdü. Fabrikanın bahçesinde öbek öbek birkaç çalılık vardı. Çalılıklara baktı. Gerçekten de dalların altında küçük bir cırcır böceği vardı. "Đnanılmaz!" dedi arkadaşı. "Sende insanüstü kulaklar var galiba." "Hayır" diye cevapladı kızılderili. "Benim kulaklarım seninkilerden farklı değil. Bütün mesele dinlediğin şeye bağlı." "Bu mümkün değil!" dedi arkadaşı. "Ben bu gürültüde asla bir cırcır böceğini duyamam." "Mümkün" karşılığını verdi. "Neyin senin için gerçekten önem taşıdığına bağlı bu. Dur sana göstereyim." Elini cebine sokup birkaç madeni para çıkardı ve onları yuvarlanacak şekilde kaldırımda yere attı. Kulaklarında hâlâ kalabalık caddelerin gürültüsü yankılanırken, 8-10 metre mesafe içindeki bütün kafaların dönüp kaldırımda çınlayan paranın kendilerine ait olup olmadığına baktığını gördüler Düşmanı olmayanın... T " imseye zararı olmayan bir adam sokakta yuruyor-j. Vdu. Hiç tanımadığı bir yabancı bu adama sopayla saldırdı ve onu ciddi biçimde dövdü. Sopalı yabancı tutuklandı ve yargılama için mahkemeye getirildi. Şikayetçi adam hakime şöyle dedi: "Neden saldırıya uğradım bilmiyorum. Benim bu dünyada hiçbir düşmanım yoktur." "işte" dedi sanık, "onu bu yüzden dövdüm zaten." "Tutukluyu salıverin!" dedi hakim. "Düşmanı olmayan bir kişinin dostu da yoktur ve mahkemeler oylele-riyle uğraşmaz." 68 >T^ Dalı bırakabilmek Oldum olası kendisine güvenen ve bununla gurur duyan birisiydi o. Çoğu kişiye göre başarılıydı da Etrafındakilere başarısının sırrını hep şöyle açıklardı. "Kontrol! Anahtar kelime bu. Kontrolü hiçbir vakit elden bırakmayacaksın. Aklını kullanacaksın. Adımlarını yere sağlam basacaksın. O zaman başaramayacağın şey kalmaz " Kontrole verdiği bu önem yüzünden arkadaşları arasında adı "Bay Kontrol"e çıkmıştı. 69 ĐLHAM ÖYKÜLER! Gerçekten de, Bay Kontrol, hayatının denetimini hep elinde tutmak ister, herşeyin planladığı gibi yürümesini ister, kolay kolay kimselere güvenmezdi. Birisine bir iş havale ettiğinde dahi, gizliden gizliye o işi takip eder ve sonuç elde edilinceye dek içi rahat etmezdi. Ama herşeyi kontrol etmek mümkün değildi elbette. Geceleri uykunun kollarına bırakamıyordu kendisini. Uykuya dalabilmek, yorgun birisinin uyanık kalması kadar zordu onun için. Bu sorunu uyku haplarıyla halledebiliyordu bir şekilde, ama ya midesi? Ekşime, gastrit derken ülsere varan rahatsızlığı, doktoruna göre tek nedenden kaynaklanıyordu: Yoğun stres. Her reçetenin yanında doktordan bir de tavsiye alıyordu bu yüzden: "Kendinizi biraz rahat bıraksanız! Sakinlesin. Đşleri biraz oluruna bırakın." Ama onun cevabı hazırdı: "Doktor bey, yapacak bunca iş varken insan nasıl rahat olabilir? Oluruna bırakırsam, işler nasıl yürüyecek, söyler misiniz lütfen?" Gençlik enerjisi bitmeden kariyerinin zirvesine ulaşmak, toplumda parmakla gösterilen bir kişi olmak, daha ilerde ülkesinin kaderinde söz sahibi olmak... Kendince belirlediği hedeflerdi bunlar. Her adımını bunları hesaplayarak atar, her sözünü bunları düşünerek söylerdi. Kariyerine zarar vermesin, planları bozulmasın diye, evliliği bile erteleyip dururdu. Peki ya arkadaşları? Bay Kontrol'le bir arada bulunanlar, kendilerini hep diken üstünde hissederlerdi. 70 INSANAT BAHÇESiNDEN ÖYKÜLER Ağzını açıp birşey söylemese bile, etrafına yaydığı gerilim herkesi rahatsız ederdi. Planladığının dışında bir aksaklık mı meydana geldi? Đşte o zaman, gözü hiçbir şeyi görmez, sorumluları fena halde haslardı. Hele hele çalışanları hasta olduğunda, işler aksayacak diye küplere binerdi. Soğuk algınlığına yakalananlara "Arkadaşım, kendinize iyi bakacaksınız. Hasta olmayacaksınız" diye nutuk çekerdi. Hayattaki en büyük korkusunu herhalde söylemeye gerek yok: Kontrolü kaybetmek. Bunu hayatında iki kez derinden yaşamıştı. Đlki üniversite yıllarında, hiç hesapta yokken bir kıza aşık olduğunda. Ve bir de babasının beklenmedik ölümünde. Đlkinde, sınıf birincisi ideal öğrenci gitmiş; yerine, etrafına boş boş bakan ve leylasından başka hiçbir şeyi düşünmeyen bir mecnun gelmişti. Ama çok geçmeden kurtarmıştı kendisini bu durumdan. Gelecekle ilgili planlarını düşünerek kontrolü tekrar eline almıştı. Babasının bir trafik kazası sonucunda ani ölümü ise tam bir darbe olmuştu. Kendi hayatıyla ilgili bütün tutkuları, planlan, hedefleri ölümün soğuk yüzüne çarpmış ve paramparça olmuştu. Ama o zoru başarmış ve bu parçaları tekrar birleştirip yoluna devam etmişti!

12 Đşte efendim, bu Bay Kontrol'ün başına, nadir de olsa çıktığı tatillerden birisinde öyle birşey geldi ki, masallara lâyık! Temiz havasıyla ünlü, dağların tepesinde kurulu bir tatil köyünde kalıyordu. Bir gece vakti, aklına nereden geldiyse, yalnız başına yürüyüşe çıkmaya karar verdi. Kafasında işiyle ilgili konuları evirip çevirirken, tatil köyünden hayli uzaklaştığını farketmedi. Tam önemli bir yatırımı yapıp yapmamayı düşünüyordu ki, birden hayatı boyunca nefret ettiği o duygu bütün benliğini sardı: Boşluk! Ayağı kaydı ve sarp yamaçtan aşağı yuvarlandı. Çok güvendiği ayaklarının üzerinde değildi artık... Derken, can havliyle kayalıklardan uzanan bir ağaç dalına tutunabildi. Bütün gücüyle sarıldı dala. Aşağıya baktığında dehşete düştü, çünkü yüzlerce metrelik bir uçurum uzanıyordu ayaklarının altında. Yukarıya kendi başına çıkması imkansızdı. O dalı sonsuza kadar tutamayacağı da açıktı. Bay Kontrol, o patikadan geçen birisi sesini duyup yardımına koşar ümidiyle bağırmaya başladı: "Đmdaaat! Imdaaaaaaaat! Yukarıda kimse var mı? Imdaat!" Dakikalarca bağırdıysa da sesini kimse duymadı. Đnsanların gezmek için pek kullanmadığı bir yoldu çünkü orası. Her geçen dakika saatler gibi geliyordu ona. Kollarındaki derman azalıyor, ne yapacağını bilemiyordu. Tam ümidini yitirecekken, tutunduğu dalın üstüne yabani bir güvercin konuverdi ve adamın hayret dolu bakışları altında konuşmaya başladı: "Ey insan, zor durumda görünüyorsun!" Bay Kontrol önce ne diyeceğini bilemedi. Rüyada olup olmadığını sordu kendi kendisine. Ama güvercin konuşmaya devam etti: 72 INSANAT BAHÇESiNDEN ÖYKÜLER "Buradan kurtulmak ister miydin?" Bunun ilâhî bir mucize olduğunu, bu kuşu kendisine Allah'ın gönderdiğine kanaat getiren Bay Kontrol yüreğinden kopan bir feryatla haykırdı: "Allahım! Bu kuşu Senin konuşturduğunu biliyorum. Lütfen Allahım, lütfen beni kurtar. Beni buradan kurtarırsan, bir daha asla günah işlemeyeceğim. Đyi bir insan olacağım. Bundan sonraki hayatımda hep senin emirlerine uyacağım!" * ' ' "Vaatlerde bulunmayı bırak şimdi" diye sözünü kesti güvercin. "Buradan gerçekten kurtulmak istiyor musun, sen onu söyle." "Evet, evet!" oldu Bay Kontrol'ün cevabı. "Peki" dedi kuş, "bunun için Rabbinin senden istediği herşeyi yapar mısın?" Teslimiyetin son kertesine gelen Bay Kontrol'ün cevabı yine aynı oldu: "Evet! Ne isterse! Emretsin yeter!" "O zaman senden istenen şeyi söylüyorum" dedi ilâhî mesajı taşıyan haberci güvercin ve devam etti: "Dalı bırak!" Duyduklarına inanamadı bizimki: "Nasıl?" "Duydun ya, Rabbin dalı bırakmanı istiyor. Korkma, Ona güven. O seni kurtaracak." Bir süre, ne diyeceğini bilemedi Bay Kontrol. Sonra... Evet, ne cevap verdi ve ne yaptı dersiniz? Peki, onun yerinde siz olsaydınız, ne yapardınız? Keşke Eski Çin'de taş ustası olarak çalışan Lee adında bir adam vardı. Büyük taşları keser, onlardan ya bahçelere süsler yapar, ya da ev inşaatında kullanılacak taşlar üretirdi, işinden memnundu, ama bazen "Keşke daha fazla param olsa, keşke daha az çalışsam" diye düşünmekten de alıkoyamazdı kendisini. Birgün Lee işinden evine dönüyordu. Güneş yakıcı derecede sıcaklık yayıyordu ve o da çok yorgundu. Yolun kenarına oturup güneşin sıcağını düşündü: "Bize ışığı ve ürünlerimiz için gerekli ısıyı veren güneş" dedi. "O, bütün varlıkların en güçlüsü olmalı." 74 INSANAT BAHÇESiNDEN ÖYKÜLER Sonra fısıltıyla "Allahım" diye diye dua etti, "keşke güneş olsaydım. Bütün varlıkların en güçlüsü, en büyüğü olmanın nasıl birşey olduğunu o zaman hissedebilirdim." Allah Lee'nin duasını kabul etti ve ona "Güneş olabilirsin" cevabını verdi. Ve Lee güneş oldu. Harika hissetti kendisini; güçlü ve büyük. Ta aşağılardaki dünyaya ışık saçtı. Birkaç gün sonra, gökyüzünde kocaman beyaz bir bulut belirdi. Dolaştı, dolaştı ve sonunda Lee'nin ışıklarının önünü kesti ve yeryüzüne sadece bulutun gölgesi düştü. Lee üzüldü. Besbelli, bu bulut kendisinden daha güçlüydü! "Keşke bulut olsaydım!" diye dua etti bu defa. "O zaman bütün varlıkların en güçlüsü ben olurdum."

13 Allah duasını yine kabul etti ve "Bulut olabilirsin" dedi. Böylece, bulut olan Lee gökyüzünde oradan oraya süzülerek büyük mutluluklar yaşadı. ' *""" Bir gün, Lee kendisine doğru büyük kara bir bulutun gelmekte olduğunu gördü. Kısa sürede bu bulut onu sarıverdi ve bu kara buluttan yağmur damlaları düşmeye başladı. Damlalar yeryüzüne düştü ve büyük güçlü bir ırmak oluşturdu. Lee, kara bulutun önce yağmur damlalarına, sonra da koca bir ırmağa dönüştüğünü görünce "Keşke ırmak olsaydım. O zaman ne kadar güçlü ve dolayısıyla da mutlu olurdum" diye dua etti. Lee'nin duasını işiten Allah "Peki" dedi, "ırmak olabilirsin." 75 Böylece, Lee nehir yatağı boyunca çağıldayarak aktı, aktı. Bir süre sonra bir kıvrıma rastladı. Bu, nehrin yönünü değiştiren koca bir kaya kütlesiydi. ' "Kaya, kaya!" diye düşündü Lee, "Sonunda herşe-yin en güçlüsünü buldum. Bu kaya, şiddetle akıp giden bir nehrin bile yolunu değiştirebiliyorsa, demek ki en büyük o. Keşke bu büyük kaya olabilseydim, o zaman mutlu olabilirdim." Ve Allah Lee'yi o kaya kütlesine dönüştürdü. Lee orada durarak nehrin yönünü değiştirdi ve bundan çok mutlu oldu. Bir gün, bir adam geldi ve kayadan büyücek bir parça kesti. Lee üzüldü. Bu adam gelip onu kesebiliyorsa, demek ki dünyanın en büyüğü o değildi. "Keşke" diye düşündü, "kayayı kesen o adam olabilseydim. O zaman en büyük ben olurdum." Ve Allah Lee'yi tekrar taş ustası haline getirdi. 76 ": "> Vicdan kaybolursa J ivayet o ki, vicdan bir gün ansızın kayboldu. Her JL Vyanlışı suçlayan vicdan, beraberinde getirdiği suçluluk duygularını ve acıları da alıp yok olup gitti. Đnsanlar "Özgürüz!" diye çığlık atıp onun yokluğundan yararlanmaya başladılar. Soygunlar, yağmalar, kuvvetlinin zayıfı ezmesi, çıkarcılık, yaltaklanma... sıradan hale geldi. Zavallı vicdan ise yoldan gelip geçenlerin ayakları altında paçavra gibi çiğnenerek yollarda sürünüp duruyordu. Herkes, yolda ayağına takılan işe yaramaz bir-şeymiş gibi tekme atıp kendinden uzaklaştırıyordı onu. LHAM ÖYKÜLERĐ Böylesi büyük bir şehrin, böylesine kalabalık bir yerinde bu döküntüde ne işi var gibi şaşkınlıkla bakıyordu ona. Perişan bir akşamcı, sarhoş gözlerini dikip "Đşe yaramaz bir paçavra da olsa, belki bir kadehçik içki parası eder" ümidiyle onu yerden almasa, zavallı vicdan kim bilir daha nice zaman ayaklar altında sürünüp duracaktı. Ayyaş onu yerden kaldırır kaldırmaz, vücudunun sanki elektrik akımına tutulmuşçasına titrediğini hissetti. Bulanık gözlerle çevresine bakındı. Kafasında şarap buğularının dağıldığını ve varlığının bütün gücüyle elinden kurtulmak için uğraştığını, acı gerçeğin yeniden ve yavaş yavaş filizlenmeye başladığını hissediyordu. Önce sadece bir korku, yaklaşmakta olan tehlikeyi sezen bir insanın tutulduğu cinsten, insanı rahatsız eden, anlamsız bir korku duydu. Sonra hafızası canlanmaya, hayal gücü harekete geçmeye başladı. Hafızasında, geçmişin karanlıklarında kalan utanç verici herşey; zorbalıklar, ihanetler, yüreksizlikler, yolsuzluklar... bir bir ve bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkıyor ve hayal gücünün de yardımıyla canlı bir biçim alıyordu. Ve en sonra içindeki yargıç da canlandı. Zavallı sarhoşa bütün geçmişi korkunç bir suçlar yığını olarak görünüyordu. Bunları ne çözebiliyor, ne sorgulayabiliyor, ne de kavrayabiliyordu. Ruhundaki yargılamanın darbeleri öylesine sert ve acımasızdı ki, insanların yargılamaları bunun yanında hiç kalırdı. "Anam babam! Yapamayacağım... Dayanılacak gibi 78 INSANAT BAHÇESiNDEN ÖYKÜLER değil!" diye çığlık çığlığa haykırdı. Kalabalık ise kahkahalar atıp onunla alay ediyordu. "Hayır! Ne olursa olsun kurtulmalıyım bundan. Yoksa köpek gibi geberip gitmem işten değil" diye düşünen zavallı sarhoş, bulduğu şeyi tam sokağa atmaya hazırlanıyordu ki, yanıbaşında bitiveren bekçi ona engel oldu. Atmaya hazırlandığı şeyi cebine sokup oradan uzaklaştı. Sonra da, eskiden beri tanıdığı meyhaneye geldi. Meyhaneci tezgâhın gerisinde uyukluyordu. Ayyaş yıldırım gibi içeri daldı ve meyhaneci daha kendisine gelmeden, yolda bulduğu o korkunç şeyi onun avu-cuna bırakıverdi. Meyhanecinin önce gözleri yuvalarından uğradı, sonra soğuk soğuk terlemeye başladı. Nedense meyhanesini ruhsatsız işletiyormuş gibi geldi bir an; ama çevresine dikkatlice bakınca, gerekli bütün ruhsatların duvarda asılı olduğunu gördü. Sonra elinde duran paçavraya baktı, bir yerlerden tanıyacaktı gibi oldu onu.

14 "Haa" diye hatırladı sonra, "ruhsat almadan önce kendisinden güçlükle kurtulduğum paçavra olacak bu; tamam, tamam ta kendisi!" Sonra, aniden nedense iflas etmesi gerektiğini düşündü. Birden bire bütün vücudunu bir titreme aldı, yüzü kireç gibi oldu ve o zamana kadar bilmediği bir korku gelip oturdu yüreğine. "Yoksul halkı içkiye alıştırmak, sarhoş etmek ne kadar tiksindirici birşey" diye mırıldandı kendi kendisine. O sırada, yanına gelen karısı kocasının elindeki şeyi görünce çığlık atmaya başladı: "Can kurtaran yok mu? Adam soyuyorlar!" A'i 79 Bu arada meyhane yavaş yavaş doluyordu. Bizim meyhaneci müşterilerini her zamanki sevecenliğiyle karşılayacağı yerde, onların şaşkın bakışları altında, kendilerine şarap veremeyeceğini söylüyor; ve son derece dokunaklı bir dille, yoksul insanların tüm mutsuzluklarının şaraptan doğduğunu ispatlamaya çalışıyordu. Đçinden meyhanedeki bütün içkileri dökmek, şişeleri ve bardakları parçalamak geliyordu. "Şarap denilen bu meretin kokusu bile, erdemli bir kimsenin içini dışına çıkarmaya yeter!" Tüm günü böyle geçti, bütün ısrarlara rağmen kimseye içki satmadı. Gece yatağa girdiğinde karısına şöyle dedi: "Bugün gerçi para kazanamadık, ama bu durum vicdanı olan bir kimseyi öyle hafifletiyor ki!" Sonra da derin bir uykuya daldı. Ama karısı, düzenlerini bozan bu davetsiz misafiri def etmeye kararlıydı. Gün ağarırken vicdanı tuttuğu gibi ilçe pazarına koştu. Köylülere ve arabalara düzen vermeye uğraşan zabıtayı gördü ve yanına sokularak usulca vicdanı zabıtanın paltosuna alıverdi. Rüşvetçiliğiyle ünlü zabıta birden değişti. Dükkan-lardaki, sergilerdeki, tablalardaki şeylerin, daha düne kadar kabul ettiği gibi kendisinin değil de başkalarının olduğunu düşünmeye başladı. Utanma nedir bilmeyen gözlerini oğuşturuyor ve "Deliriyor muyum, yoksa düş mü görüyorum?" diye düşünüyordu. Arabalardan birisine yaklaşıyor, elini uzatmak istiyor, ama eli kalkmıyordu; başka bir arabaya yaklaşıyor, bir köylüye kızmak istiyor, ama ağzını açamıyordu. Korkmuştu! INSANAT BAHÇESiNDEN ÖYKÜLER Onun, mallarına el atmadığını ve aklını kaçırmış gibi dolaştığını gören köylüler de cesaretlendi, hatta arkasından laf attılar. "Kesinkes hastayım ben" diye düşünen zabıta eve döndü. Evde kocasının çuval çuval malla dönmesini bekleyen karısı, onun elleri bomboş eve geldiğini görünce öfkeyle kocasının üzerine yürüdü. Karısına "Vicdanım şahidimdir ki..." gibi şeyler söylemeye çalıştıysa da, karısı "Öyleyse gelecek pazara kadar vicdanınla doyurursun karnını!" diye payladı onu. Zabıta paltosunu çıkardı ve birden bire içinde bir değişiklik olduğunu hissetti. Vicdan, duvara asılı paltosunun cebinde kaldığı için yeniden bir serbestlik hissetti ve pazardaki herşey köylülere değil de kendisine aitmiş gibi hissetmeye başladı. Eline geçeni yutmak, çalmak, çırpmak isteği canlandı. "Artık elimden kurtulamazsınız dostlarım!" dedi; sonra da, ellerini oğuşturarak alelacele paltosunu giymeye başladı. Ama paltosunu giyer giymez yeniden kıvranmaya başladı. Đçinde sanki iki adam var gibiydi. Biri paltosuz olanı: Yüzsüz, soyguncu, eli uzun adam; ötekisi paltolu: Utangaç, çekingen adam. "Belki eski halime dönerim" ümidiyle pazara yine de gitti. Ama pazarda bir kuruş ekmek parası kazanmaya çalışan fakir fukarayı görünce, cebindeki para kesesi bile kendisine ağır gelmeye başladı. Böylece bütün pazarı dolaştı ve cebinde ne kadar para varsa dağıttı. Eve dönerken yanında bir sürü karnı aç fakir götürdü. 81 Karısı deliye döndü ve sonunda herşeyin sorumlusunun zabıtanın paltosunun cebindeki şey olduğunu anladı. "Şuna bak" dedi, "meğer cebinde vicdan taşı-yormuş!" Sonra da vicdanı bir zarfa koyup üzerine tefeci bir Yahudi'nin ismini ve adresini yazdı. Yahudi de benzeri değişiklikler yaşadı. Ve o da vicdandan kurtulmanın bir yolunu buldu... -,,. Böylece zavallı vicdan itile kakıla, düşe kalka, dünyanın dört bir tarafını dolaştı, binlerce insanı ziyaret etti. Ama hiç kimse onu misafir etmek istemedi, tam tersine yalanla dolanla da olsa onu elinden çıkarmak istedi. Başını sokacak bir yer bulamayacağını ve bütün ömrünü böyle geçireceğini anlayan vicdan, bu duruma üzüldü ve sonunda çarşıda baharatçılık yapan ve geçim sıkıntısı çeken bir esnafa sığındı ve: "Neden böyle işkence ediyorsunuz bana?" diye yakındı. "Sanki bir sığıntıymışım gibi nedir bana bu çektirdikleriniz?" Esnaf: "Eğer kimse sana ihtiyaç duymuyorsa sevgili vicdan, ben ne yapabilirim sana?" "Küçük bir çocuk bul bana" dedi vicdan. "Onun temiz yüreğini gözümün önünde yar ve beni oraya göm! Belki o temiz yavrucak beni barındırır, yüreğinde büyütür ve insanların içine benimle çıkmayı yüz kızartıcı bulmaz." 82 ĐNSANAT BAHÇESiNDEN ÖYKÜLER

15 Herşey vicdanın dediği gibi oldu. Esnaf, vicdanı küçük bir çocuğun yüreğine gömdü. Şimdi o küçük çocuk büyüyordu-, onunla birlikte yüreğindeki vicdan da bü-yüyordu. 83 Doğumdan sonra hayat var mı? Anne rahmine düşen ikiz kardeşler önceleri her-şeyden habersizdi. Haftalar birbirini izledikçe onlar da geliştiler. Elleri, ayakları, iç organları oluşmaya başladı. Bu arada, etraflarında olup biteni farketmeye başladılar. Bulundukları rahat, güvenli yeri tanıdıkça mutlulukları arttı. Birbirlerine hep aynı şeyi söylüyorlardı: "Anne rahmine düşmemiz, burada yaşamamız ne harika değil mi? Hayat ne güzel şey be kardeşim!" l INSANAT BAHÇESiNDEN ÖYKÜLER Büyüdükçe, içinde yaşadıkları dünyayı keşfe koyuldular. Öyle ya, hayatın kaynağı neydi? Đşte bunu araştırırken, karşılarına anneleriyle onları birbirine bağlayan kordon çıktı. Bu kordon sayesinde, hiçbir zahmet çekmeden, güven içinde beslenip büyütüldüklerini tes-bit ettiler. <" "Annemizin şefkati ne kadar büyük! Bize bu kordonla ihtiyacımız olan herşeyi gönderiyor." Artık aylar birbiri ardınca geçiyor, ikizler hızla büyüyor, diğer bir deyişle "yolun sonu"na yaklaşıyordu. Bu değişiklikleri hayretle gözlemlerken, bir gün gelip bu güzelim dünyayı terk edeceklerinin işaretlerini almaya başladılar. ' '" *-" - """» * > Dokuzuncu aya yaklaştıklarında, bu işaretleri daha kuvvetli hissetmeye başladılar. Durumdan telaşlanan ikizlerden birisi diğerine sordu: Vt ı "Neler oluyor? Bütün bunların anlamı nedir? Öteki daha sakin ve aklı başındaydı. Üstelik, bulundukları bu dünya çoğu zaman ona yetmiyor; duyguları daha geniş bir âlemi arzuluyordu. O cevap verdi: "Bütün bunlar, bu dünyada daha fazla kalamayacağız anlamına geliyor." Ve ekledi: "Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz." "Ama ben gitmek istemiyorum" diye haykırdı kardeşi. "Hep burada kalmak istiyorum." "Elimizden gelen birşey yok. Hem, belki doğumdan sonra hayat vardır." 85, "Bize hayat veren o kordon kesildikten sonra bu nasıl mümkün olabilir ki?" diye cevapladı öteki. "Bize hayat veren kordon kesilirse nasıl hayatta kalabiliriz, söyler misin bana? Hem, bak bizden önce başkaları da buraya geldi ve sonra da gittiler. Hiçbirisi geri gelmedi ki bize doğumdan sonra hayat olduğunu söylesin. Hayır, bu herşeyin sonu olacak." Bütün bunları söyledikten sonra ekledi: "Hem, belki de anne diye birşey de yok!" "Olmak zorunda" diye itiraz etti kardeşi. "Buraya başka türlü nasıl gelmiş olabiliriz, nasıl hayatta kalabiliriz ki?",, "Sen hiç annneni gördün mü?" diye üsteledi öteki. "O belki de sadece zihinlerimizde var. Bir annemiz olduğu düşüncesi bizi rahatlattığı için onu belki de biz uydurduk." Böylece, anne rahmindeki son günleri derin sorgulamalar ve tartışmalarla geçti. Sonunda doğum anı geldi çattı. Đkizler dünyalarını terkettiklerinde gözlerini başka bir dünyaya açtılar ve sevinçten ağlamaya başladılar. Çünkü gördükleri manzara hayallerinin bile ötesindeydi. 86 Önce büyük taşlar Bir gün üniversitede işletme okuyan bir grup öğrenci, zaman yönetimi uzmanı hocalarından ummadıkları bir ders aldılar. Hocaları, karşısında yarım daire halinde oturan öğrenci grubuna "Evet! Şimdi ders zamanı!" diye seslendi ve masanın altından geniş ağızlı büyükçe bir küp çıkardı. Küpün içine, yine masanın altından çıkardığı yumruk büyüklüğündeki taşları dikkatli biçimde koymaya başladı. Küp ağzına kadar dolup da daha fazla taş alamayınca, "Küp doldu mu?" diye sordu. Sınıftaki herkes birlikte bağırdı: "Evet!" 89 "Öyle mi?" diye karşılık verdi zaman yönetimi uzmanı. Masanın altından bir kova çakıl taşı çıkardı. Küpü önce sallayıp daha sonra içine çakıl taşlarını koydu. Küpü tekrar salladı. Böylece küçük taşlar büyük taşların arasında kendilerine yer buldular. Ve aynı soruyu bir kez daha sordu: "Küp şimdi doldu mu?" Sınıftaki öğrenciler, uzmanın ne yapmak istediğini yavaş yavaş anlamaya başlamışlardı. Đçlerinden birisi "Herhalde hayır!" diye cevapladı bu soruyu. "Güzel!" dedi uzman ve masanın altından bu defa bir kova kum çıkardı. Kumu küpe boşaltmaya başladı. Kumlar büyük taşlarla çakıl taşlarının arasındaki boşlukların hepsini doldurdu. Sorusunu bir defa daha sordu:

16 "Küp doldu mu?" Öğrenciler bir ağızdan "Hayır!" diye bağırdı. Bir defa daha "Güzel!" dedi ve masanın altından bir sürahi su çıkardı ve küpe ağzına kadar su doldurdu. Küpün artık tamamen dolduğu söylenebilirdi. t Hocaları öğrencilerine dönüp sordu: "Bu örnek bize neyi gösteriyor?" Çalışkan bir öğrenci elini kaldırdı ve çıkardığı dersi özetledi: "Programınız ne kadar dolu olursa olsun, gerçekten gayret ederseniz, o programa birkaç şey daha ilave edebilirsiniz." "Hayır" dedi uzman. "Bu örneğin bize öğrettiği şey 90 ÖĞRETMENLERĐN ÖĞRETTĐKLERĐ şu: Eğer büyük taşlan önce koymazsanız, bir daha asla koyamazsınız." Sonra konuşmasına devam etti: "Sizin hayatınızdaki 'büyük taşlar' ne? Öncelik sıralamanızda ilk sırayı ne teşkil ediyor? Đşte o büyük taşlar ne ise, hayat küpünüze önce onları koyun." 91 Hurma Bir zamanlar, uzak ülkelerden birisinde, küçük bir okul vardı ve burada çocuklar yaşlı bir öğretmenden ahlâk, dilbilgisi, matematik vs. gibi dersleri öğreniyorlardı. Ancak, öğretmen öylesine sert ve disiplinliydi ki, öğrencilerin hepsinin ondan ödü kopuyordu. Hele de yaramazlık yapmışlarsa... Öğrenciler ders çalışırken, öğretmen bir yandan onları gözetler, bir yandan da birşeyler yerdi. Etüd salonundaki dolabından küçük bir sepet çıkarır ve büyük bir iştahla sepetten aldığı şeyleri alıştırırdı. Bu arada çocukları büyük bir ciddiyetle uyarırdı: 92 ÖĞRETMENLERĐN ÖĞRETTĐKLERĐ "Bu büyüklerin yiyebileceği birşey. Çocuklar yerlerse zehirlenip ölebilirler." Çocuklar bu sözlerle daha da meraklanırlar, ama öğretmenlerinin ne yediğini bir türlü keşfedemezlerdi. Derken, bir gün öğretmenin bir işi çıktı ve şehre gitti.. Giderken de çocuklara sıkı sıkı tembihledi: >sr,'v.s;, "Ben yokken dersinizi güzelce çalışın ve sakın yaramazlık yapmayın." Karşı konulmaz merak duygusuna kapılan birkaç büyük öğrenci, öğretmenin dolabına bakıp, zehirli olduğu iddia edilen o gizli yiyeceğin ne olduğunu anlamaya karar verdi. Dolabı açtıklarında, hasır sepetin içinde kurutulmuş hurmalar olduğunu gördüler. Öğretmenin, sadece büyüklere mahsus olan bu yiyecekleri ilaç olarak kullandığını düşündüler. Sırrı keşfeden ve böyle lezzetli yiyecekleri bulan çocuklar, bunların kime ait olduğunu hepten unutup meyvelerin ağız suyu akıtan cazibesine mağlup oldular. Önce dolaptan sepeti çıkaranlar, sonra cesaretli olanlar birer-ikişer tane hurmayı şapur şupur yemeye başladı. Çok geçmeden bütün öğrenciler harekete geçti ve bir anda sepette tek bir tane bile hurma kalmadı. Ziyafet sona erince, çocukların aklı başına geldi ve ne yaptıklarını farkettiler. Đçlerini büyük bir kaygı kapladı: "Döndüğünde öğretmenimize ne diyeceğiz?" diye kara kara düşündüler. Fazla sert olmayan bir ceza alabilmek için, hocalarının kabul edebileceği bir takım mazeretler bulmak için beyinlerini zorladılar. Çocuklardan genelde sessiz olan birisi bir fikir attı ortaya. Öğretmenin içine mürekkep koyduğu çok değerli taş hokkayı masadan alıp yere attı. Đkiye bölünen hokkanın içindeki siyah mürekkebi öğretmenin sandalyesinin her tarafına döktü. Sonra da öğretmenin masasını tepetaklak edip herkese yere yatmalarını ve her taraflarını battaniyeyle örtmelerini söyledi. Đkindi vakti öğretmen şehirden döndü. Etüd salonunun kapısını açıp da odadaki darmadağınıklığı görünce ne diyeceğini şaşırdı. Her tarafa saçılmış mürekkep, tersine dönmüş masa, örtülere bürünmüş ve sersem sersem bakan öğrenciler. Manzaradan hayrete düşen öğretmen bağırdı: "Neler oluyor burada? Ne oldu, anlatın hemen!" Kurnaz öğrenci yavaşça ayağa kalktı ve yüzünde korkunç bir acıyla şöyle dedi:,-.,-',.,,1. "Hocam, teneffüste oyun oynarken kazayla masanızı devirdik, hokkanızı kırdık. Ne yapacağımızı bilemedik. Sonunda hepimiz bu affedilmez yaramazlığımız için ölmeye karar verdik. Ve sepeti çıkarıp içindekiler-den yedik. Şimdi zehirin etkisini göstermesini bekliyoruz. Çok, çok üzgünüz hocam." Derin ve uzun bir nefes alan hoca tek kelime etmeden dışarı çıktı ve "Hımmm" dedi kendi kendisine. "Bizim çocuklar büyüyorlar galiba!" 94 Affetmemenin dayanılmaz ağırlığı Bir lise öğretmeni bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur: "Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?" Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. "O zaman" der öğretmen. "Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin." Öğrenciler

17 bunu da yaparlar. "Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!" Öğrenciler, bu işten pek birşey anlamamışlardır. Ama ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen: "Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun." Bazı öğrenciler torbalarına uçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine "Peki şimdi ne olacak?" der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar: "Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde... hep yanınızda olacaklar" Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikayete başlarlar: "Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor." "Hocam, patatesler kokmaya başladı Vallahi, insanlar tuhaf gözlerle bakıyorlar bana artık." "Hem sıkıldık, hem yorulduk..." Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir: "Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkum ediyoruz Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir." 96 Đğne deliğinden fil geçirmek Sade ve dürüst bir hayat yaşayan bir ayakkabı ta-mircisiydi. Fakir bir adamdı; hanımına ve çocuklarına bakması için çok çalışması gerekiyordu, ama ne zaman azıcık fazla parası olsa onu Yaratıcısının yolunda harcar, kendisinden daha fakir olanlara sadaka verirdi. Bu ayakkabı tamircisi çok büyük bir çınar ağacının yanıbaşında yaşardı. Butun çınar ağaçları gibi bu ağacın da ana gövdesi çok iriydi ve bu ana gövdeden her-biri, orta büyüklükte başka ağaçların gövdesi kadar 97 4 V - '' '.#'* ''- H- r ' J' t»' Cennet ve cehennem Yaşı çok genç olmasına rağmen, ölümden sonrasını, cennet ve cehennemi çok merak ediyordu. Bu şiddetli merakın sonucu mudur bilinmez, bir gün rüyasında öldüğünü gördü. Bir melek kendisini alıp öteki dünyaya kanat çırptı. "Şimdi," dedi melek, "hayatın boyunca görmek istediğin yerleri göstereceğim sana." Genç, gördükleri karşısında hayretler içinde kaldı. Cehennem denilen yer kocaman bir odaydı ve odanın ortasında büyük bir masa, masanın üstünde de nefis kokular saçan iştah kabartıcı yemekler vardı. Masanın etrafında ise cehennem ehli oturuyordu. Odanın 100 ÖĞRETMENLERĐN ÖĞRETTĐKLERĐ duvarında "Yemekler, sadece kaşıkların ucundan tutarak yenilebilir" şeklinde bir levha asılıydı. Bu nefis kokular saçan yemeklerin sunulduğu bir yer nasıl cehennem olabilirdi ki? Tam bu soruyu kendisine eşlik eden meleğe soracaktı ki, başka birşey dikkatini çekti. Cehennemdeki insanlar, önlerinde duran onca nefis yemeğe rağmen mutsuz ve kederli bir halde sessizce oturuyordu. Daha ilginci ise, hepsi ellerinde kollarından daha uzun kaşıklar tutuyorlar ve bu kaşıkları kullanarak yemek yiyemedikleri için açlıktan muzdarip halde oturuyorlardı. l Melek, onun soru sormasına fırsat vermeden "Şimdi de sana Cennet'i göstereceğim" dedi ve onu bir öncekiyle tıpatıp aynı bir odaya götürdü. Odada yine aynı enfes yemeklerle dolu bir masa, etrafında ellerinde aynı uzunlukta kaşıklar tutan insanlar oturuyordu. Duvarda aynı kural yazılıydı. Kısacası, görünürde herşey aynıydı. Tek bir farkla: Cennet'teki insanlar, bir taraftan ellerindeki uzun kaşıklarla karşılarında oturanlara yemekleri ikram ederken, bir taraftan da şen şakrak sohbet ediyorlardı. Ve yüzlerinde hem doymanın, hem de mutluluğun ifadesi okunuyordu. Melek, onu yolcularken kulağına şunları fısıldadı: "Görüyorsun ki, Cehennem'deki benciller sadece kendilerini doyurmaya çalıştıkları için hem aç hem mutsuz. Cennet ehli ise cömertlikleri ve ikram duyguları sayesinde hem midelerini, hem de ruhlarını doyurabiliyorlar." 101 Sultan kim? Bir zamanlar, uzak diyarlardan birinde bilge bir sultan yaşardı. Her hükümdar gibi onun da etrafı onlarca yağcıyla doluydu. Sarayında hangi odaya girse iltifatların, övgülerin bini bir paraydı: "Siz gelmiş geçmiş en kudretli sultansınız, efendim!"

18 "Sultanım! Kimsenin, hiçbir şeyin gücü sizinkiyle boy ölçüşemez." "Sizin kudretinizin yetemeyeceği hiçbir şey olamaz, efendim." 105 LHAM ÖYKÜLERĐ "Siz sultanların sultanısınız ey aziz hükümdar. Kimse size itaatsizlik etmeye cesaret edemez." Dediğimiz gibi, sultan aklı başında biriydi ve bu tür aptalca sözleri duymaktan bıkmış usanmıştı. Bir gün deniz kenarında yürürken, her zamanki gibi kendisine övgüler yağdıran saray ahalisine ve adamlarına bir ders vermek istedi. "Benim bu dünyadaki en büyük insan olduğumu söylüyorsunuz, öyle mi?" diye sordu adamlarına. "Sultanımız!" diye atıldı hepsi bir ağızdan. "Sizin kadar kudretli, sizin kadar büyük hiç kimse gelmedi bu dünyaya." "Yani herşey bana itaat eder, diyorsunuz, öyle mi?" diye devam etti sorularına sultan. "Kesinlikle efendimiz" diye karşılık verdi saraylılar. "Dünya sizin önünüzde eğilir ve size ram olur." "Demek öyle," dedi sultan. "O zaman bana tahtımı getirin ve kıyıya koyun." "Derhal sultanımız." Ve tahtını hemen getirip kumların üzerine yerleştirdiler. "Denize yaklaştırın," diye seslendi sultan. "Tam şuraya, kumsala koyun." Sonra tahtına oturdu ve önündeki denize bakmaya başladı. Biraz sonra adamlarına sordu: "Bir dalganın gelmekte olduğunu görüyorum. Sizce ona emir versem durur mu?" Sultanın adamları ne diyeceklerini bilemediler. "Ha- 106 KRALLARA LAYIK ÖYKÜLER yır" demeye de cesaret edemediler. Sonunda, "Siz emredin, dalga size itaat edecektir sultanım" demek zorunda kaldılar. '"' *vf<, * "Pekala" dedi sultan da. "Ey dalga, sana emrediyorum: Dur! Deniz, sana da emrediyorum: Dalgalanmayı bırak!" Daha sonra, sessizce bekledi sultan. O arada, küçücük bir dalga geldi, sahile vurdu. Dalga onun ayağını da ıslatmıştı. "Bu ne cüret?" diye bağırdı ayağa kalkan sultan. "Ey deniz! Derhal geri dön! Sana önümden çekilmeni emrediyorum. Bana itaat et!" O daha bunları söylerken, bu defa daha büyük bir dalga gelip ayaklarını bir daha ıslattı. Uzaklardan geçen bir gemiden dolayı olsa gerek, dalgalar büyüdükçe büyüdü. Öyle ki, sultanın tahtı suların içinde kaldı. Sadece ayaklan değil, elbisesinin etekleri de ıslandı. Bütün bu olup bitenleri hayretle izleyen saraylılar, fısıltıyla sultanlarının aklını kaçırıp kaçırmadığmı soruyorlardı birbirlerine. "Evet, dostlarım" dedi sultan adamlarına dönüp. "Öyle görünüyor ki, sizin inandığınız kadar kudretli birisi değilim ben. Bakın şu küçücük dalgalara bile sözüm geçmiyor. Nerede kaldı, denizlere, dağlara, dünyaya hükmedebileyim... "Bu size ders olsun. Bundan böyle tek bir Sultan olduğunu, sadece Onun kudretinin herşeye yeteceğini, denize Onun hükmettiğini, bütün denizlerin Onun kud- 107 ĐLHAM ÖYKÜLER ret elinde bulunduğunu hatırlarsınız umarım. Sultan da olsam, ben Onun aciz bir kuluyum. Dolayısıyla, bana yönelttiğiniz övgülerin ve iltifatların gerçek adresi ancak O olabilir." K VI 4 V, /,-?» J!1/ 108 l i.>*»?,. h»î i Dilenci kim? Saltanatının sınırları geniş diyarlara uzanan bir hükümdardı. Kibrinin ve gururun ise sınırı yoktu. Elinden gelse butun dünyayı eline geçirmek ve mülküne dahil etmek istiyordu. Sürekli "daha, daha" diyordu. Hiçkimse ondan bir gün olsun "yeterli" veya "Buna da şukur" sözünü duymamıştı. Yeme-içmede, eğlenmede, hakarette, haksızlıkta hep dünden bir adım ileriye gidiyordu. Öyle bencildi ki, iyilik yaparken bile başkalarına ne kadar cömert olduğunu sergilemek isterdi. ĐLHAM ÖYKÜLER işte bu hükümdar, bir gün sarayının önündeki bahçede yürüyüşe çıkmış gezinirken, yanına başı önüne eğik, elinde dilenci kabı taşıyan bir adam yaklaştı. Muhafızlar, dilencinin hükümdarın yanına sokulmasını engellediler. Hükümdar, adamlarına o ana dek hiç konuşmayan dilenciyi bırakmalarını emretti. "Ne istiyorsun?" diye büyüklenerek sordu hükümdar. Adamın onun yanına dilenmek için geldiği besbelliydi, ama o bu soruyu yine de sordu, çünkü karşısındakinin kendisine yalvarmasını istiyordu. Bu hep böyle

19 olurdu. Fakirler, dilenciler birşeyler ister, o onlara fazlasıyla ihsanda bulunur, adamlar binbir teşekkürle ve minnetle yanından ayrılırken o "Var mı benim gibi cömert?" dercesine sağma soluna bakınır ve etrafındaki yağcıların övgü dolu sözlerini kendinden geçerek dinlerdi. Ama bu defa öyle olmadı! Dilenci güldü ve başını kaldırıp hükümdarın gözlerinin içine bakarak şöyle dedi: "Sultan hazretleri yoksa benim arzumu yerine getirebileceklerini mi sanıyorlar?" Böylesine küstahça bir söz karşısında önce ne yapacağını bilemedi hükümdar. Đstese oracıkta dilencinin kafasını vurdurabilir ya da onu zindanlarda çürütebilir-di. Ama, bu dilenci kendisine meydan okumaya kalkmıştı ve bu söz ne kadar ağırına giderse gitsin, ona dersini başka bir şekilde vermeliydi. Evet, kararını vermişti: Onu cömertliğiyle ezecekti. 110 KRALLARA LAYIK ÖYKÜLER "Elbette ki senin arzunu yerine getirebilirim ey dilenci! Ne olduğunu söyle yeter." "Çok basit," dedi dilenci ve dilenirken kullandığı kabı uzattı: "Bu kabı birşeyle doldurmanı istiyorum." Bu- kadar basit bir isteği duyunca rahatlayan hükümdar kahkahalarla güldü: ı "Bundan kolay ne var?" Yanındaki vezirlerden birisine dönüp emretti: "Bu adamın kabını parayla doldurun." Vezir saraya gitti, dönüşte getirdiği büyükçe bir kese altını dilencinin kabına boşalttı. Normalde kabı doldurup taşması gereken altınlar kaba dökülür dökülmez yok oldu ve dilencinin kabı biraz önceki gibi bomboş kaldı. Hükümdar ve etrafındakiler gördüklerine inanamadılar. Dilencinin hiç de öyle büyücü bir görünümü yoktu, ama yine de ondan ürkmeye başladılar. Hükümdar, adamlarını daha fazla altın getirmeleri için saraya yolladı. Ancak, her gelen kesedeki altınlar aynı akıbete uğradı. Dilencinin kabına boşalır boşalmaz, uçup gittiler. Bu kap sanki karadelik gibi altınları yutuyordu. Önce saraydakiler, sonra da olup biteni duyan şehir ahalisi toplandı etraflarına. Ne kadar altın ve gümüş boşaltırsa boşaltsın, hükümdar dilencinin küçücük kabını dolduramıyordu. Şanı, şöhreti, itibarı elden gitmek üzereydi. Ama o "Bütün hazinemi gözden çıkarırım da bu dilenci parçasına mağlup olmam" diye homurdanıyordu. Î11 Gerçekten de, altınlar, gümüşler, elmaslar, yakutlar... hazinesinde ne varsa dilencinin kabına boşaltıldı. Ama sonuç değişmiyordu: Dilencinin uzattığı kap bomboştu. Saatler geçiyor, insanlar hayret ve şaşkınlıkla hükümdarın hazinesinin avuç avuç kabın içinde eriyişini seyrediyordu. En sonunda, hükümdar dilencinin ayaklarına kapıldı ve mağlubiyetini ilan etti: "Sen kazandın, ama gitmeden önce bana tek birşey söyle. Bu kabın sırrı nedir?" Hırsıyla, kibriyle ün salan koca hükümdar, sıradan bir dilencinin önünde böyle yalvarıyordu. Gerçekte, bir dilenci değildi karşısındaki. Ona ders vermek için gönderilen dilenci görünüşündeki bir melekti. Melek "Bu kap" dedi, "insan hırsından yapılmıştır. Ve hiçbir şey onu dolduramaz. Hırsına mağlup olan insan, ister senin gibi sultan olsun ister köylü, kabı hiç dolmayan dilenciye benzer. Dünyanın en güzel sarayları, dünyanın en güzel atları, dünyanın en büyük hazineleri onu doyurmaz. Hatta dünyayı da yutsa tok olmaz. Elinde kabı, dilenir durur." 112 Tohum Bir zamanlar giderek yaşlanan ve arkasında bir veliaht bırakması gerektiğini anlayan Çinli bir hükümdar vardı. Vezirlerinden veya çocuklarından birisini veliaht seçmek yerine, farklı birşey yapmaya karar verdi bu hükümdar. Ülkesindeki bütün gençleri huzuruna çağırdı ve onlara şöyle seslendi: "Artık tahttan çekilmemin ve yerime yeni bir hükümdar seçmemin vakti geldi. Hükümdar olarak içinizden birisini seçeceğim." Gençler bu sözleri şaşkınlıkla dinliyorlardı. Hükümdar devam etti: LHAM ÖYKÜLER l "Bugün herbirinize bir tohum vereceğim. Tek bir tohum. Ama bu çok özel bir tohum. Hepinizin evlerinize dönüp o tohumu ekmenizi, sulamanızı ve bir yıl sonra tohumdan çıkan bitkiyle geri gelmenizi istiyorum. O zaman bana getireceğiniz bitkiler hakkında hüküm verip benden sonra tahta geçecek hükümdarı seçeceğim." Saraya çağrılanların arasında Ling isminde bir genç vardı, ve herkes gibi ona da bir tohum verildi. Ling, eve dönüp başından geçenleri heyecanla annesine anlattı. Annesi ona bir saksı ve biraz da toprak verdi. Ling, tohumu itinayla ekti, onu güneş ışığı görebileceği bir pencere kenarına koydu. Her gün saksıya su vererek bitkinin tohumun açıp açmadığını kontrol etti.

20 Üç hafta kadar sonra, Ling'in mahallesindeki gençlerden bazıları tohumlarının nasıl açtığını, bitkilerin nasıl büyümeye başladığını anlatmaya başladı. Ling bu sözleri duyduktan sonra her defasında eve gidip kendi tohumunu kontrol ediyordu. Gelgelelim, saksının içinde büyüyen hiçbir şey görünmüyordu. Haftalar birbirini kovaladı, ama değişen hiçbir şey olmadı. Bu arada, Ling'in arkadaşları ballandıra ballandıra saksılarmdaki çiçeklerden bahsediyordu hep. Ling'in ağzını ise bıçak açmıyordu, çünkü hakkında konuşacağı bir çiçeği yoktu. Elinde toprak dolu bir saksı vardı o kadar. Ve artık başarısız olduğuna inanmaya başlamıştı. Aradan altı ay geçti. Ling'in saksısında çiçekten eser yoktu hâlâ. Tohumunu çürüttüğüne kanaat getirmişti 114 KRALLARA LAYIK ÖYKÜLER Ling. Başka herkesin kocaman çiçekleri, ya da ağaç fidanları olmuştu, ama onun koca bir saksısı, o kadar! Nihayet bir yıl tamamlandı ve ülkenin gençleri yetiştirdikleri bitkileri karar vermesi için hükümdarın huzuruna getirdiler. Ling, annesine boş bir saksıyı hükümdara götüremeyeceğini söylediyse de, annesi saksıyı götürmesini ve dürüst davranmasını öğütledi. Ling'in sıkıntıdan karnı bile ağrıdı, ama annesinin haklı olduğunu bildiğinden sözünü tuttu. Böylece, o da boş saksıyı saraya götürdü. Saraya ulaştığında diğer gençlerin getirdiği çeşit çeşit bitkiler karşısında hayrete düştü. Hepsi de güzel renklerde, güzel biçimlerdeydi ve nefis kokular yayıyorlardı. Birbirlerine çiçeklerini nasıl böyle güzel yetiştirdiklerini ciddi ciddi anlatan diğer gençler, Ling'in elindeki boş saksıyı görünce kahkahalarla güldüler. Birkaçı da onun durumuna üzüldü ve omzuna dokunup "Boş ver, elinden geleni yapmışsın!" dediler. Hükümdar gençlerin yanına geldi ve bitkileri inceledi. Bu sırada, Ling arkalara kaçıp gizlenmeye çalışıyordu. "Ne kadar da büyük ağaçlar ve çiçekler yetiştirmişsiniz öyle!" dedi hükümdar. "Bugün içinizden birisi yeni hükümdar olarak tayin edilecek." Birden, imparator elinde boş saksıyı tutan Ling'i gördü. Hemen, muhafızlarına onu yanına getirmelerini emretti. Ling korkudan titremeye başladı. "Hükümdar başaramadığımı gördü, herhalde beni öldürtecek!" diye düşünüyordu. 115 imparator, yanına getirilen Ling'in ismini sordu, o da cevapladı. Diğer gençlerin hepsi gülmeye ve kendi aralarında Ling'le alay etmeye başladılar. Hükümdar bir el hareketiyle hepsini susturdu. Ling'i yanına aldı, sonra da kalabalığa ilan etti: "Yeni imparatorunuzu selamlayın! Adı Ling!" Ling kulaklarına inanamadı. Tohumundan tek bir filiz bile çıkmamışken nasıl imparator olabilirdi ki? Hükümdar konuşmasına devam etti: "Bir yıl önce herbirinize bir tohum verdim, onu ekip sulamanızı istedim ve bir yıl sonra da bana getirmenizi istedim. Ama sizlere verdiğim tohumların hepsi kaynatılmıştı ve dolayısıyla da filiz açmaları mümkün değildi. Ling hariç hepiniz bana çeşit çeşit ağaçlar, bitkiler ve çiçekler getirdiniz. Tohumunuzun büyümediğini görünce, size verdiğim tohumun yerine başka bir tohum ektiniz. Đçinizden sadece Ling, kendisine verdiğim tohumun olduğu saksıyı bana getirme cesaretini ve dürüstlüğünü gösterebildi. Bu yüzden, yeni imparatorunuz o olacak." 116 lı f 'î, (»$* ; > r,' *:, Huzur Bir gün bilge bir kral, huzuru en güzel resmedecek sanatçıya büyük bir ödül vereceğini ilan etti. Yarışmaya çok sayıda sanatçı katıldı. Günlerce çalıştılar, birbirinden güzel resimler yaptılar. Sonunda, eserlerini saraya teslim ettiler. Tablolara bakan kral sadece ikisinden gerçekten çok hoşlandı. Ama birinciyi seçmek için karar vermesi gerekiyordu. Resimlerden birisinde, sükunetli bir göl vardı. Göl bir ayna gibi etrafında yükselen dağların huzurlu görüntüsünü yansıtıyordu. Üst tarafta pamuk beyazı 117 LHAM ÖYKÜLER bulutlar gökyüzünü süslüyordu. Resme kim baktıysa, onun mükemmel bir huzur resmi olduğunu düşünüyordu. Diğer resimde de dağlar vardı. Ama engebeli ve çıplak dağlar. Üst tarafta öfkeli gökyüzünden yağmur boşalıyor ve şimşek çakıyordu. Dağın eteklerinde ise köpüklü bir şelale çağıldıyordu. Kısacası, resim hiç de huzur dolu görünmüyordu. Fakat, kral resme bakınca, şelalenin ardında kaya-lıklardaki bir çatlaktan çıkan mini minnacık bir çalılık gördü. Çalılığın üzerinde ise anne bir kuşun ördüğü bir kuş yuvası görünüyordu. Sertçe akan suyun orta yerinde anne kuş yuvasını kuruyor... harika bir huzur ve sükun. Peki ödülü kim kazandı dersiniz?

tellidetay.wordpress.com

tellidetay.wordpress.com Dalı Bırakabilmek Oldum olası kendisine güvenen ve bununla gurur duyan birisiydi o. Çoğu kişiye göre başarılıydı da. Etrafındakilere başarısının sırrını hep şöyle açıklardı: "Kontrol! Anahtar kelime bu.

Detaylı

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

Babam seyrediyor! İLHAM ÖYKÜLER

Babam seyrediyor! İLHAM ÖYKÜLER Babam seyrediyor! Ortaokulda okuyan ve kısa bir süre önce annesini kaybeden genç, babasıyla birlikte yaşıyordu. Babasıyla aralarında çok güzel bir dostluk vardı. Genç, okulun futbol takımındaydı. Takımdaydı

Detaylı

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi daha çok sevdiğimiz bir dağ köyünde doğup büyüdüm. Uzak

Detaylı

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Satmam demiş ihtiyar köylü, bu, benim için bir at değil, bir dost. Günün Öyküsü: Talih mi Talihsizlik mi? Bir zamanlar köyün birinde yaşlı bir adam yaşıyormuş. Çok fakirmiş. Ama çok güzel beyaz bir atı varmış. Kral bu ata göz koymuş. Bir zamanlar köyün birinde yaşlı bir

Detaylı

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMİ BİR DERS Genç adam evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara

Detaylı

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı,

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı, Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı, elinde boş bir çuval, alanın ortasında öylece dikiliyordu.

Detaylı

Bir gün insan virgülü kaybetti. O zaman zor cümlelerden korkar oldu ve basit ifadeler kullanmaya başladı. Cümleleri basitleşince düşünceleri de basitleşti. Bir başka gün ise ünlem işaretini kaybetti. Alçak

Detaylı

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir? ALTIN BALIK Bir zamanlar iki balıkçı varmış. Biri yaşlı, diğeriyse gençmiş. İki balıkçı avladıkları balıkları satarak geçinirlermiş. Bir gün yine denize açılmışlar. Ağı denize atıp beklemeye başlamışlar.

Detaylı

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç katıyordu. Bulutlar gülümsüyor ve günaydın diyordu. Melek

Detaylı

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar.

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar. Edatlar (ilgeçler) Tek başına bir anlam taşımayan, ancak kendinden önceki sözcükle birlikte kullanıldığında belirli bir anlamı olan sözcüklerdir.edatlar çekim eki alırsa adlaşırlar. En çok kullanılan edatlar

Detaylı

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktin soğuk geciktim kış geciktiniz kış mevsiminde uç, sınır, son, limit bulunuyor/bulunur

Detaylı

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz. Bozuk Paralar KISA FİLM Yaşar AKSU İLETİŞİM: (+90) 0533 499 0480 (+90) 0536 359 0793 (+90) 0212 244 3423 SAHNE 1. OKUL GENEL DIŞ/GÜN Okulun genel görüntüsünü görürüz. Belki dışarı çıkan birkaç öğrenci

Detaylı

Rukia Nantale Benjamin Mitchley Nahide Büşra Ertekin Turkish Level 5

Rukia Nantale Benjamin Mitchley Nahide Büşra Ertekin Turkish Level 5 Simbegwire Rukia Nantale Benjamin Mitchley Nahide Büşra Ertekin Turkish Level 5 Simbegwire annesi öldüğü zaman çok üzüldü. Simbegwire ın babası, kızıyla ilgilenmek için elinden gelenin en iyisini yaptı.

Detaylı

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin kökünden kahverengi, pırıl pırıl bir şerit uzanıyordu.

Detaylı

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen Yayın no: 169 VEFA VE CÖMERTLİK ÖYKÜLERİ Genel yayın yönetmeni: Ergün Ür İç düzen: Durmuş Yalman Kapak: Zafer Yayınları İsbn: 978 605 5523 15 2 Sertifika no: 14452 Uğurböceği Yayınları, Zafer Yayın Grubu

Detaylı

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları RAPUNZEL Bir zamanlar bir kadınla kocasının çocukları yokmuş ve çocuk sahibi olmayı çok istiyorlarmış. Gel zaman git zaman kadın sonunda bir bebek beklediğini fark etmiş. Bir gün pncereden komşu evin bahçesindeki

Detaylı

YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: 11.10.2007. Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: 11.10.2007. Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat - şiirler - Yayın Tarihi: 11.10.2007 Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat Yayın Hakkı Notu: Bu e-kitapta yer alan şiirlerin tüm yayın hakları şairin kendisine ve / veya yasal temsilcilerine aittir.

Detaylı

ISBN : 978-605-65564-3-2

ISBN : 978-605-65564-3-2 ISBN : 978-605-65564-3-2 1 Baba, Bal Arısı Gibi Olmak İstemiyorum ISBN : 978-605-65564-3-2 Ali Korkmaz samsun1964@hotmail.com Redaksiyon : Pelin GENÇ Dizgi/Baskı Kardeşler Ofset Matbaacılık Muzaffer Ceylandağ

Detaylı

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu! Kaybolmasınlar Diye Mesleğini sorduklarında ne diyeceğini bilemezdi, gülümserdi mahçup; utanırdı ben şairim, yazarım, demeye. Bir şeyler mırıldanırdı, yalan söylememeye çalışarak, bu kez de yüzü kızarırdı,

Detaylı

Edwina Howard. Çeviri Elif Dinçer

Edwina Howard. Çeviri Elif Dinçer Edwina Howard Çeviri Elif Dinçer 4 Bölüm Bir Herkes aynı şeyi söyler: Jeremy türünün tek örneğidir. Herkes böyle söyler işte. Şey, öğretmenimiz Bay Buttsworth dışında herkes. Ona göre Jeremy başına bela

Detaylı

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda Bir gün sormuşlar Ermişlerden birine: Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır? Bakın göstereyim demiş Ermiş. Önce sevgiyi dilden gönle indirememiş olanları çağırarak onlara

Detaylı

Ekmek sözcüğü, sözlüklerde yukarıdaki gibi tanımlanıyor. Aşağıdaki görselin yanında yer alan tanımlar ise birbirinden farklı. Tanımları incele. 1.

Ekmek sözcüğü, sözlüklerde yukarıdaki gibi tanımlanıyor. Aşağıdaki görselin yanında yer alan tanımlar ise birbirinden farklı. Tanımları incele. 1. 1. Ekmek sözcüğü, sözlüklerde yukarıdaki gibi tanımlanıyor. Aşağıdaki görselin yanında yer alan tanımlar ise birbirinden farklı. Tanımları incele. 1. Sence, farklı insanların, farklı tanımlar yapmasına

Detaylı

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım Yeni evli bir çift vardı. Evliliklerinin daha ilk aylarında, bu işin hiç de hayal ettikleri gibi olmadığını anlayıvermişlerdi. Aslında birbirlerini sevmiyor değillerdi. Son zamanlarda o kadar sık olmasa

Detaylı

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU Nereden geliyor bitmek tükenmek bilmeyen öğrenme isteğim? Kim verdi düşünce deryalarında özgürce dolaşmamı sağlayacak özgüven küreklerimi? Bazen,

Detaylı

Eşeğe Dönüşen Kabadayı Makedonya Masalı (Herşeyin bir bedeli var)

Eşeğe Dönüşen Kabadayı Makedonya Masalı (Herşeyin bir bedeli var) Eşeğe Dönüşen Kabadayı Makedonya Masalı (Herşeyin bir bedeli var) Yazan: Yücel Feyzioğlu Resimleyen: Mert Tugen Ne varmış, ne çokmuş, gece karanlık, güneş yokmuş. Her kasabada kabadayı insanlar varmış.

Detaylı

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

Güzel Bir Bahar ve İstanbul Güzel Bir Bahar ve İstanbul Bundan iki yıl önce 2013 Mayıs ayında yolculuğum böyle başladı. Dostlarım, sınıf arkadaşlarım ve birkaç öğretmenim ile bildiğimiz İstanbul, bizim İstanbul a doğru yol aldık.

Detaylı

Herkese Bangkok tan merhabalar,

Herkese Bangkok tan merhabalar, Herkese Bangkok tan merhabalar, Başlangıcı Erasmus stajlarına göre biraz farklı oldu benim yolculuğumun aslında. Dünyada mimarlığın nasıl ilerlediğini öğrenmek için yurtdışında staj yapmak ya da çalışmak

Detaylı

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: 11.9.2011. Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: 11.9.2011. Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat - şiirler - Yayın Tarihi: 11.9.2011 Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat Yayın Hakkı Notu: Bu e-kitapta yer alan şiirlerin tüm yayın hakları şairin kendisine ve / veya yasal temsilcilerine aittir.

Detaylı

Birinci kadın; Oğlunun çok hareketli olduğunu, ellerinin üzerinde dakikalarca yürüyebileceğini söyledi.

Birinci kadın; Oğlunun çok hareketli olduğunu, ellerinin üzerinde dakikalarca yürüyebileceğini söyledi. Marifetli Çocuk Üç kadın ellerinde sepetleriyle pazardan dönüyorlardı. Dinlenmek için yolun kenarındaki kanepeye oturdular. Çocukları hakkında sohbet etmeye başladılar. Birinci kadın; Oğlunun çok hareketli

Detaylı

Derleyen: Nezir Temur Resimleyen: Mert Tugen

Derleyen: Nezir Temur Resimleyen: Mert Tugen Derleyen: Nezir Temur Resimleyen: Mert Tugen NOGAY Derleyen: Nezir Temur Resimleyen: Mert Tugen NOGAY Çok çok eski zamanlarda, var varken, yok yokken ahmak bir kurt, kapana yakalanmış. Kapana yakalanan

Detaylı

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır. SOKAK - DIŞ - GÜN ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır. Batu 20'li yaşlarında genç biridir. Boynunda asılı bir fotoğraf makinesi vardır. Uzun lensli profesyonel görünşlü bir digital makinedir. İlginç

Detaylı

ANLATIM BOZUKLUKLARI

ANLATIM BOZUKLUKLARI ANLATIM BOZUKLUKLARI 1. Dün beklenmedik bir sürprizle karşılaştık. Gereksiz Sözcük Kullanımı 2. Yoğun sis sayesinde kaza yapmışlar. Sözcüğü Yanlış Anlamda Kullanma 3. Trafik kazasında yaralananlara başınız

Detaylı

tellidetay.wordpres.com

tellidetay.wordpres.com Peşin Alınmış Ücret Gecenin oldukça ilerlemiş bir vaktinde özel bir kliniğin önünde duran taksiden üç kişi indi. Şoför yarı baygın yaşlıca bir adamın bir koluna aynı yaşlarda görünen hanımı ise diğer koluna

Detaylı

kural tanımayan cafer Adı-Soyadı:...

kural tanımayan cafer Adı-Soyadı:... ilkok Adı-Soyadı:... kural tanımayan cafer Cafer evden çıkmayı pek sevmeyen, gürültücü ve hareketli bir çocuktu. Annesini ve babasını sürekli üzüyordu. Kardeşi Elif ile durmadan kavga ediyorlardı. Elif'in

Detaylı

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen Yayın no: 168 SAYGI VE HÜRMET ÖYKÜLERİ Genel yayın yönetmeni: Ergün Ür İç düzen: Durmuş Yalman Kapak: Zafer Yayınları İsbn: 978 605 4965 18 2 Sertifika no: 14452 Uğurböceği Yayınları, Zafer Yayın Grubu

Detaylı

İÇİNDEKİLER FARE İLE KIZI 5 YUMURTALAR 9 DÜNYANIN EN AĞIR ŞEYİ 13 DEĞİRMEN 23 GÜNEŞ İLE AY 29 YILAN 35 ÇINGIRAK 43 YENGEÇ İLE YILAN 47

İÇİNDEKİLER FARE İLE KIZI 5 YUMURTALAR 9 DÜNYANIN EN AĞIR ŞEYİ 13 DEĞİRMEN 23 GÜNEŞ İLE AY 29 YILAN 35 ÇINGIRAK 43 YENGEÇ İLE YILAN 47 İÇİNDEKİLER FARE İLE KIZI 5 YUMURTALAR 9 DÜNYANIN EN AĞIR ŞEYİ 13 DEĞİRMEN 23 GÜNEŞ İLE AY 29 YILAN 35 ÇINGIRAK 43 YENGEÇ İLE YILAN 47 KUYUDAKİ TİLKİ 49 TİLKİ ON YAŞINDA, YAVRUSU ON BİR 51 KURT, TİLKİ

Detaylı

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67) KOCAER 1 Tuğba KOCAER 20902063 KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA... Hepsi için teşekkür ederim hanımefendi. Benden korkmadığınız için de. Biz ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya...

Detaylı

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin. Bu kitapçığı, büyük olasılıkla kısa bir süre önce sevdiklerinizden biri size cinsel kimliği ile biyolojik/bedensel cinsiyetinin örtüşmediğini, uyuşmadığını açıkladığı için okumaktasınız. Bu kitapçığı edindiğiniz

Detaylı

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen Yayın no: 163 FEDAKÂRLIK VE DUYARLILIK ÖYKÜLERİ Genel yayın yönetmeni: Ergün Ür İç düzen: Durmuş Yalman Kapak: Zafer Yayınları İsbn: 978 605 5523 09 1 Sertifika no: 14452 Uğurböceği Yayınları, Zafer Yayın

Detaylı

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ BU AY HANGİ KAVRAMLARI ÖĞRENECEĞİZ? Hızlı-Yavaş Ön-Arka Sağ- Sol BEYİN FIRTINASI YAPALIM Büyüdüğünde hangi mesleği seçeceksin ve nasıl bir yerde yaşayacaksın? Bir gemi olsaydın nerelere giderdin? Neler

Detaylı

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. İsa nın Doğuşu

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. İsa nın Doğuşu Çocuklar için Kutsal Kitap sunar İsa nın Doğuşu Yazarı: Edward Hughes Resimleyen: M. Maillot Uyarlayan: E. Frischbutter ve Sarah S. Tercüme eden: Nurcan Duran Üreten: Bible for Children www.m1914.org 2010

Detaylı

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή: ΚΥΠΡΙΑΚΗ ΔΗΜΟΚΡΑΤΙΑ ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΓΙΔΤΘΤΝΗ ΜΔΗ ΔΚΠΑΙΓΔΤΗ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ ΜΑΘΗΜΑ: ΣΟΤΡΚΙΚΑ ΕΠΙΠΕΔΟ: Γ ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011

Detaylı

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI T105004 ADI SOYADI NOSU UYRUĞU SINAV TARİHİ ÖĞRENCİNİN BÖLÜM Okuma Dinleme Yazma Karşılıklı Konuşma Sözlü Anlatım TOPLAM

Detaylı

Çocuklar için Kutsal Kitap. sunar. İsa nın Doğuşu

Çocuklar için Kutsal Kitap. sunar. İsa nın Doğuşu Çocuklar için Kutsal Kitap sunar İsa nın Doğuşu Yazarı: Edward Hughes Resimleyen: M. Maillot Uyarlayan: E. Frischbutter ve Sarah S. Tercüme eden: Nurcan Duran Üreten: Bible for Children www.m1914.org 2010

Detaylı

GİZEMLİ KUTULAR PROGRAMI ÖĞRENCİ GÖRÜŞLERİ

GİZEMLİ KUTULAR PROGRAMI ÖĞRENCİ GÖRÜŞLERİ GİZEMLİ KUTULAR PROGRAMI ÖĞRENCİ GÖRÜŞLERİ 19.12.2012 Ben de bilim insanı olmak istiyorum çünkü pes etmem! (7. Sınıf Aklımda bilim insanlarının da hep doğruyu tam olarak bilemeyecekleri kaldı. Bilim insanlarının

Detaylı

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer,

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer, Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer, DEŞŞET ORMANI, YARATIKKÖY Anneciğim ve Babacığım, Mektubunuzda sevgili bebeğinizin nasıl olduğunu sormuşsunuz, hımm? Ben gayet iyiyim, sormadığınız için

Detaylı

O günlerde, bir kıyı kenti olan Hull'a gitmiştim. Orada bir. arkadaşıma rastladım. Babasının gemisi vardı. Gemi o gün

O günlerde, bir kıyı kenti olan Hull'a gitmiştim. Orada bir. arkadaşıma rastladım. Babasının gemisi vardı. Gemi o gün 2. İLK YOLCULUĞUM 1 2. İLK YOLCULUĞUM O günlerde, bir kıyı kenti olan Hull'a gitmiştim. Orada bir arkadaşıma rastladım. Babasının gemisi vardı. Gemi o gün Londra'ya gitmek üzereydi. Arkadaşım kendisiyle

Detaylı

MERAKLI KİTAPLAR. Alfabe

MERAKLI KİTAPLAR. Alfabe MERAKLI KİTAPLAR Alfabe Bu kitabın sahibi:... Dinle bir tanem, şimdi sana, bir çocuğun öyküsünü anlatmak istiyorum... Uzun çoooooooook uzun adı olan bir çocuğun öyküsü bu! Aslında her şey onun dünyaya

Detaylı

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ANTİKA SANDALYE

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ANTİKA SANDALYE BÖLÜM. İLETİŞİM, NLM VE DEĞERLENDİRME ( puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. NTİK SNDLYE 8 Genç adam, antika ile uğraşıyordu ve bu yüzden ülkenin en uzak yerlerini geziyor, beğendiği antika malları

Detaylı

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK Babasının işi nedeniyle çocuğun orta öğretimi kesintilere uğramıştı. Orta ikideyken, büyüdüğü zaman ne olmak ve ne yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını

Detaylı

zaferin ve başarının getirdiği güzel bir tebessüm dışında, takdir belgesini kaçırmış olmanın verdiği üzüntü. Yanımda disiplinli bir öğretmen olarak bilinen ama aslında melek olan Evin Hocam gözüküyor,

Detaylı

Herkes Birisi Herhangi Biri Hiç Kimse

Herkes Birisi Herhangi Biri Hiç Kimse Gösterdim Gördü anlamına gelmez Söyledim Duydu anlamına gelmez Duydu Doğru anladı anlamına gelmez Anladı Hak verdi anlamına gelmez Hak verdi İnandı anlamına gelmez İnandı Uyguladı anlamına gelmez Uyguladı

Detaylı

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ BÖLÜM. İLETİŞİM, NLM VE DEĞERLENDİRME ( puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKYESİ 8 Hayatı boyunca mutlu olmadığını fark eden bir adam, artık mutlu olmak istiyorum demiş ve aramaya

Detaylı

Zengin Adam, Fakir Adam

Zengin Adam, Fakir Adam Çocuklar için Kutsal Kitap sunar Zengin Adam, Fakir Adam Yazarı: Edward Hughes Resimleyen: M. Maillot ve Lazarus Uyarlayan: M. Maillot ve Sarah S. Tercüme eden: Nurcan Duran Üreten: Bible for Children

Detaylı

TAVŞANCIK A DOĞUM GÜNÜ SÜRPRIZI

TAVŞANCIK A DOĞUM GÜNÜ SÜRPRIZI TAVŞANCIK A DOĞUM GÜNÜ SÜRPRIZI Güneşli bir günün sabahında, Geyikçik uyandı ve o gün en yakın arkadaşı Tavşancık ın doğum günü olduğunu hatırladı. Tavşancık arkadaşlarına her zaman yardımcı oluyor, ben

Detaylı

YİNE YENİ KOMŞULAR. evine gidip Billy ile oynuyordu.

YİNE YENİ KOMŞULAR. evine gidip Billy ile oynuyordu. İÇİNDEKİLER Yine Yeni Komşular 7 Korsanlar Ninjalara Karşı 11 Akari 21 Tükürme Yarışı 31 Mahallede Huzursuzluk 39 Korsanların Yasaları 49 Yemek Çubukları ve Terli Ayaklar 56 Korsan Atlet 68 Titanların

Detaylı

OHIO DOĞAÇLAMASI (OHIO IMPROMPTU)

OHIO DOĞAÇLAMASI (OHIO IMPROMPTU) OHIO DOĞAÇLAMASI (OHIO IMPROMPTU) Samuel Beckett (1981) Türkçesi: Semih Fırıncıoğlu Ohio Doğaçlaması (Ohio Impromptu) ilk kez 9 Mart 1981 de, Ohio State Üniversitesi nin işbirliğiyle, Drake Union, Stadium

Detaylı

Öykü ile ilgili bitişik eğik yazı ile 5N1K soruları üretip çözünüz. nasıl : ne zaman:

Öykü ile ilgili bitişik eğik yazı ile 5N1K soruları üretip çözünüz. nasıl : ne zaman: Hafta Sonu Ev Çalışması BALON Küçük çocuk, baloncuyu büyülenmiş gibi takip ederken, şaşkınlığını izleyemiyordu. Onu hayrete düşüren şey, "Bizim eve bile sığmaz" dediği o güzelim balonların adamı nasıl

Detaylı

Yüreğimize Dokunan Şarkılar

Yüreğimize Dokunan Şarkılar On5yirmi5.com Yüreğimize Dokunan Şarkılar Gelmiş geçmiş en güzel Türkçe slow şarkılar kime ait? Bakalım bizlerin ve sizlerin gönlünde yatan sanatçılar kimler? Yayın Tarihi : 6 Ocak 2010 Çarşamba (oluşturma

Detaylı

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Aşağıdaki şiiri okuyunuz. Soruları cevaplayınız. OKULUMUZ Her yerden daha güzel, Bizim için burası. Okul, sevgili okul, Neşe, bilgi yuvası. Güzel kitaplar burda, Birçok arkadaş burda, İnsan nasıl sevinmez,

Detaylı

İNSANIN YARATILIŞ'TAKİ DURUMU

İNSANIN YARATILIŞ'TAKİ DURUMU 25 Ders 3 İnsan Bir gün ağaçtan küçük bir çocuk oyan, ünlü bir ağaç oymacısı hakkında ünlü bir öykü vardır. Çok güzel olmuştu ve adam onun adını Pinokyo koydu. Eserinden büyük gurur duyuyordu ama oyma

Detaylı

MATEMATİK ÖYKÜLERİ BİLGİÇ İLE SAYGIÇ NEŞELİ

MATEMATİK ÖYKÜLERİ BİLGİÇ İLE SAYGIÇ NEŞELİ NEŞELİ MATEMATİK ÖYKÜLERİ 1 BİLGİÇ İLE SAYGIÇ Bilgiç kurbağa ile Saygıç fare iyi arkadaşlardı. Neredeyse her gün göl kenarında buluşup sohbet ederlerdi. Bazen de çevredeki nesneleri sayarlar, hesap yaparlardı.

Detaylı

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. FARE NİN DERS VEREN ÖYKÜSÜ

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. FARE NİN DERS VEREN ÖYKÜSÜ BÖLÜM. İLETİŞİM, NLM VE DEĞERLENDİRME ( puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. FRE NİN DERS VEREN ÖYKÜSÜ 8 Evin minik faresi, duvardaki çatlaktan bakarken çiftçi ve eşinin mutfakta bir paketi açtıklarını

Detaylı

SORU-- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

SORU-- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? İşitme Engelliler Milli Hentbol Takımının en genç oyuncusu Mustafa SEMİZ : Planlı çalışarak, disiplinli çalışarak zamanını ve gününü ayarlayarak nerede ve ne zaman is yapacağıma ayarlarım ondan sonra Her

Detaylı

http://www.ilkyar.org.tr/izlenimler/140717%20nasil%20destek%20olabilirsiniz.pdf

http://www.ilkyar.org.tr/izlenimler/140717%20nasil%20destek%20olabilirsiniz.pdf ilk yar'larımızın sevgili dostları, ilkyar desteklerinizle giderek büyüyen bir aile olarak varlığını sürdürüyor. Yeni yeni ilk yar'larımızla tanışırken bir taraftan fedakar gönüllülerimizi, ve bir zamanlar

Detaylı

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN 2011 PAZARTESĐ SAAT- 07:42 Sahne - 1 OTOBÜS DURAĞI Otobüs durağında bekleyen birkaç kişi ve elinde defter, kitap olan genç bir üniversite öğrencisi göze çarpar. Otobüs gelir

Detaylı

MERHABA. Psikolojik Danışman D.Ali EKİZ

MERHABA. Psikolojik Danışman D.Ali EKİZ MERHABA Psikolojik Danışman D.Ali EKİZ Yaşam Küçük Şeyler Mutluluk MUTLULUK DOKTOR OLMAK MUTLULUK ÖĞRETMEN OLMAK MUTLULUK ZENGİN OLMAK MUTLULUK ÜNİVERSİTEYİ KAZANMAK Bunların hepsi bir araçtır. Şunu bilmeliyiz;

Detaylı

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor. Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor. İşçi Cephesi: Direnişiniz nasıl başladı? Kazova dan bir işçi: Bizim direnişimiz ilk önce 4 aylık maaşımızı, kıdem ve tazminat

Detaylı

Okuma- Yazmaya Hazırlık. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Ve Ritim. Fen Ve Doğa Etkinlikleri

Okuma- Yazmaya Hazırlık. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Ve Ritim. Fen Ve Doğa Etkinlikleri Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Ve Ritim Sohbetler *Tatilde neler yaptık? *Hava nedir? Hangi duyu organımızla hissederiz? *Tatildeyken hava nasıl değişimler oldu? *Müzik dendiğinde

Detaylı

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu İgi ve ben Benim adım Flo ve benim küçük bir kız kardeşim var. Küçük kız kardeşim daha da küçükken ismini değiştirdi. Bir sabah kalktı ve artık kendi ismini kullanmıyordu. Bu çok kafa karıştırıcıydı. Yatağımda

Detaylı

Engin arkadaşına uğrar, eve gelir duşunu alır ve salona gelir. İkizler onu salonda beklemektedirler.

Engin arkadaşına uğrar, eve gelir duşunu alır ve salona gelir. İkizler onu salonda beklemektedirler. ENGİN VE İKİZLER ALIŞ VERİŞTE Hastane... Dr. Gamze Hanım'ın odası, biraz önce bir ameliyattan çıkmıştır. Elini lavaboda yıkayarak koltuğuna oturur... bu arada telefon çalar... Gamze Hanım telefon açar.

Detaylı

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri 1 Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri Bugün kızla tanışma anında değil de, flört süreci içinde olduğumuz bir kızla nasıl konuşmamız gerektiğini dilim döndüğünce anlatmaya

Detaylı

MÜBDÎ. Allah MUHSÎ dir. MUHSÎ, her şeyin sayısını bilen demektir.

MÜBDÎ. Allah MUHSÎ dir. MUHSÎ, her şeyin sayısını bilen demektir. Hiçbir müzisyen, bülbülün ötüşünden daha güzel bir şarkı söyleyemez. Bütün bu güzel şeyleri Allah yapar ve yaratır. Allah ın güzel isimlerinden biri de HAMÎD dir. HAMÎD, övülmeye, hamd edilmeye, şükür

Detaylı

TOPLANTI BİLGİLERİ MUTLU GÜNLERİMİZ KONUKLARIMIZ

TOPLANTI BİLGİLERİ MUTLU GÜNLERİMİZ KONUKLARIMIZ K.R. RAVINDRAN U.R. Başkanı 2015 16 Canan ERSÖZ U.R. 2430. Bölge Guvernörü 2015 16 Firuz Harbiyeli 3. Grup Guvernör Yardımcısı Hüseyin MURSAL (Başkan) Süleyman ÇOLAKOĞLU (Asbaşkan) Okşan HALEFOĞLU (Kulüp

Detaylı

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým. Kaybolan Çocuk Çocuklar için öyküler yazmak istiyordum. Yazmayý çok çok sevdiðim için sevinçle oturdum masanýn baþýna. Yazdým, yazdým... Sonra da okudum yazdýklarýmý. Bana göre güzel öykülerdi doðrusu.

Detaylı

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

C A NAVA R I N Ç AGR ISI C A NAVA R I N Ç AGR ISI Canavar, canavarların hep yaptığı gibi, gece yarısından hemen sonra çıktı ortaya. Geldiğinde Conor uyanıktı. Kısa süre önce bir kâbus görmüştü. Herhangi bir kâbus değil- di bu;

Detaylı

M. Sinan Adalı. Eski zamanlarda yaşamış peygamberlerin ve ümmetlerinin başlarından geçen ibretli öyküler, hikmetli meseller

M. Sinan Adalı. Eski zamanlarda yaşamış peygamberlerin ve ümmetlerinin başlarından geçen ibretli öyküler, hikmetli meseller yayın no: 117 PEYGAMBERİMİZİN DİLİNDEN HİKMETLİ ÖYKÜLER Eski zamanlarda yaşamış peygamberlerin ve ümmetlerinin başlarından geçen ibretli öyküler, hikmetli meseller Genel yayın yönetmeni: Ergün Ür Yayınevi

Detaylı

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin Bir bahar günü. Doğa en canlı renklerine büründü bürünecek. Coşku görülmeye değer. Baharda okul bahçesi daha bir görülmeye değer. Kıpır kıpır hareketlilik sanki çocukların ruhundan dağılıyor çevreye. Biz

Detaylı

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΕΛΙΚΕΣ ΕΝΙΑΙΕΣ ΓΡΑΠΤΕΣ ΕΞΕΤΑΣΕΙΣ ΣΧΟΛΙΚΗ ΧΡΟΝΙΑ: 2013-2014 Μάθημα: Τουρκικά Επίπεδο: Ε3 Διάρκεια: 2 ώρες Ημερομηνία:

Detaylı

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Cennet, Tanrı nın Harika Evi

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Cennet, Tanrı nın Harika Evi Çocuklar için Kutsal Kitap sunar Cennet, Tanrı nın Harika Evi Yazarı: Edward Hughes Resimleyen: Lazarus Uyarlayan: Sarah S. Tercüme eden: Nurcan Duran Üreten: Bible for Children www.m1914.org 2010 Bible

Detaylı

Çok Mikroskobik Bir Hikâye

Çok Mikroskobik Bir Hikâye Çok Mikroskobik Bir Hikâye ÜMMÜŞ PÖRTLEK İlköğretim Okulu nda sıradan bir ders günüydü. Eğer Hademe Kazım, yine bir gölgelikte uyuklamıyorsa, birazdan zil çalmalıydı. Öğretmenimiz, gürültü yapmadan toplanabileceğimiz

Detaylı

Tanrı dan gönderilen Adam

Tanrı dan gönderilen Adam Çocuklar için Kutsal Kitap sunar Tanrı dan gönderilen Adam Yazarı: Edward Hughes Resimleyen: Byron Unger ve Lazarus Uyarlayan: E. Frischbutter ve Sarah S. Tercüme eden: Nurcan Duran Üreten: Bible for Children

Detaylı

TEŞEKKÜR. Kısa Film Senaryosu. Yazan. Bülent GÖZYUMAN

TEŞEKKÜR. Kısa Film Senaryosu. Yazan. Bülent GÖZYUMAN TEŞEKKÜR Kısa Film Senaryosu Yazan Bülent GÖZYUMAN Sahne:1 Akşam üstü/dış Issız bir sokak (4 sokak çocuğu olan Ali, Bülent, Ömer ve Muhammed kaldıkları boş inşaata doğru şakalaşarak gitmektedirler.. Aniden

Detaylı

Bir Şizofrenin Kendisine Sorulan Sorulara Verdiği 13 Rahatsız Edici Cevap

Bir Şizofrenin Kendisine Sorulan Sorulara Verdiği 13 Rahatsız Edici Cevap Bir Şizofrenin Kendisine Sorulan Sorulara Verdiği 13 Rahatsız Edici Cevap Şizofreninin nasıl bir hastalık olduğu ve şizofrenlerin günlük hayatlarında neler yaşadığıyla ilgili bilmediğimiz birçok şey var.

Detaylı

APOCRYPHA KRAL JAMES İNCİLİ 1611 SUSANNA. Susanna

APOCRYPHA KRAL JAMES İNCİLİ 1611 SUSANNA. Susanna www.scriptural-truth.com APOCRYPHA KRAL JAMES İNCİLİ 1611 SUSANNA Susanna Susanna tarihçesi [Daniel] Çünkü buna değil Daniel, başlangıcından dışında ayarlanması Bel anlatım ve ejderha olarak İbranice.

Detaylı

tellidetay.wordpress.com

tellidetay.wordpress.com Beterin Beteri Var Mehmet işten çıkarılır. Eve gelip durumu bildirince, hanımı içeri almaz. Gidecek yeri olmadığından Şeyhin dergahına gider. Bu sırada şeyh talebeleriyle sohbet etmektedir. Bu arada börek

Detaylı

Yeşaya Geleceği Görüyor

Yeşaya Geleceği Görüyor Çocuklar için Kutsal Kitap sunar Yeşaya Geleceği Görüyor Yazarı: Edward Hughes Resimleyen: Jonathan Hay Uyarlayan: Mary-Anne S. Tercüme eden: Nurcan Duran Üreten: Bible for Children www.m1914.org 2010

Detaylı

Cennet, Tanrı nın Harika Evi

Cennet, Tanrı nın Harika Evi Çocuklar için Kutsal Kitap sunar Cennet, Tanrı nın Harika Evi Yazarı: Edward Hughes Resimleyen: Lazarus Uyarlayan: Sarah S. Tercüme eden: Nurcan Duran Üreten: Bible for Children www.m1914.org 2010 Bible

Detaylı

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan 1. Sahne (Koruluk. Uzaktan kuş cıvıltıları duyulmaktadır. Sahnenin solunda birbirine yakın iki ağaç. Ortadaki ağacın hemen yanında, önü sahneye dönük, uzun ayaklık üzerinde bir dürbün. Dürbünün arkasında

Detaylı

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri Sohbetler *Kendimi tanıyorum (İlgi ve yeteneklerim, hoşlandıklarım, hoşlanmadıklarım) *Arkadaşlarımı tanıyorum *Okulumu tanıyorum

Detaylı

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1 6. Sınıf sıfatlar testi testi 1 1. Aşağıdaki cümlelerin hangisinde soru anlamını sağlayan kelime sıfat değildir? A) Kaç liralık fatura kesilecek? B) Oraya gidip de ne iş yapacaksın? C) Ne kadar güzel konuşuyor

Detaylı

En Güzel Hediyesi Noel

En Güzel Hediyesi Noel En Güzel Hediyesi Noel This ebook is distributed under Creative Common License 3.0 http://creativecommons.org/licenses/by-nc-nd/3.0/ You are free to copy, distribute and transmit this work under the following

Detaylı

.com. Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN

.com. Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN .com Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN n ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1.com ilkokul1 n Problem Avcıları Biz problem avcılarıyız. Benim

Detaylı

5.SINIF TÜRKÇE (GENEL DEĞERLENDİRME TESTİ) almıştır?

5.SINIF TÜRKÇE (GENEL DEĞERLENDİRME TESTİ) almıştır? 5.SINIF TÜRKÇE (GENEL DEĞERLENDİRME TESTİ) Öğle üstü bir cip gelip obanın çadırları önünde durdu. Çocuklar hemen çevresinde toplaştılar. Cipten önce veteriner, sonrada kaymakam indi. Obanın yaşlıları hemen

Detaylı

Ünite 01: Arapçada Kelime ve Cümle Çeşitleri

Ünite 01: Arapçada Kelime ve Cümle Çeşitleri Ünite 01: Arapçada Kelime ve Cümle Çeşitleri :١ mı, mi? baba ( ) uzaklaştım uzaklaştırmak uzaklaştırmak evin kapıları babam yetişiyorum eğitim görüyorum ecdadım, atam saygı otur! seviyorum seni seviyorum

Detaylı

tellidetay.wordpress.com

tellidetay.wordpress.com Acele karar vermeyin Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama kral bile onu kıskanıyormuş. Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, kral bu at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını

Detaylı

HASAN KABLI GÖREVE BAŞLADI, PERSONEL İSTİFA DİLEKÇESİ VERDİ

HASAN KABLI GÖREVE BAŞLADI, PERSONEL İSTİFA DİLEKÇESİ VERDİ HASAN KABLI GÖREVE BAŞLADI, PERSONEL İSTİFA DİLEKÇESİ VERDİ 9 Şubat Pazar günü gerçekleştirilen seçimler ile Bodrum Şöförler ve Otomobilciler Esnaf Odası başkanı seçilen Hasan Kablı, Aytekin Çanakcı dan

Detaylı

Bu kitabın sahibi:...

Bu kitabın sahibi:... Bu kitabın sahibi:... Dinle bir tanem, şimdi sana, bir çocuğun öyküsünü anlatmak istiyorum... Uzun çoooooooook uzun adı olan bir çocuğun öyküsü bu! Aslında her şey onun dünyaya gelmesiyle başladı. Kucakladılar

Detaylı

TİLKİ İLE AYI Bir varmış bir yokmuş, Allah ın günü çokmuş. Zamanın birinde bir tilki ile bir ayı yaşarmış. Bir gün bunlar ormanda karşılaşmışlar ve ar

TİLKİ İLE AYI Bir varmış bir yokmuş, Allah ın günü çokmuş. Zamanın birinde bir tilki ile bir ayı yaşarmış. Bir gün bunlar ormanda karşılaşmışlar ve ar Bir varmış bir yokmuş, Allah ın günü çokmuş. Zamanın birinde bir tilki ile bir ayı yaşarmış. Bir gün bunlar ormanda karşılaşmışlar ve arkadaş olmuşlar. Birlikte gezip birlikte dolaşmaya başlamışlar. Yine

Detaylı