XVII. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA TRABZON. (Şer iye Sicillerine Göre)

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "XVII. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA TRABZON. (Şer iye Sicillerine Göre)"

Transkript

1 T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI YENİÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI XVII. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA TRABZON (Şer iye Sicillerine Göre) Mehmet Ali TÜRKMENOĞLU Doktora Tezi DANIŞMAN Prof. Dr. İbrahim SOLAK Konya-2016

2 i

3 ii

4 iii

5 iv

6 İÇİNDEKİLER A) ARAŞTIRMANIN TANIMI Araştırmanın Konusu Amacı ve Önemi Araştırmanın Kaynakları Araştırmanın Yöntemi... 3 B) TARİHTE TRABZON ŞEHRİ Osmanlı Hâkimiyetine Kadar Trabzon Osmanlı Hâkimiyetinde Trabzon a) Şehrin Osmanlı Devleti Tarafından Fethi b) Şehirde Osmanlı İdaresinin Tesisi: İslamlaşma ve Türkleşme i. Trabzon Kazası ii. Trabzon Sancağı iii. Akçaabat Nahiyesi iv. Maçka Nahiyesi v. Yomra Nahiyesi vi. Sürmene Nahiyesi vii. Nüfus Yoğunluğu XVII. İkinci Yarısına Kadar Trabzon da Hayat a) Osmanlı Hâkimiyetine Kadar Trabzon da Hayat BİRİNCİ BÖLÜM XVII. YY II. YARISI TRABZON DA YÖNETİM YÖNETİCİLER VE KURUMLAR A) OSMANLI ŞEHRİ B) TRABZON ŞEHRİ Fiziki Yapı Demografik Yapı ve Yerleşme v

7 3- Trabzon Şehrinde Mahalleler Şehrin İdari Yapısı C) TRABZON U YÖNETENLER Beylerbeyi Kadı a) Kadı nın Görevleri b) Osmanlı Mahkemesi c) Kadılar ve Kararları Hakkında Şikâyetler İmam Yeniçeriler Cebeciler Topçular Sipahiler D) TRABZON ŞEHRİNDE KURUMLAR Trabzon Şehrinde Müslümanların Kurumları: a) Camiiler b) Medreseler c) Hamamlar d) Çarşılar e) Vakıflar Trabzon Şehrinde Gayrimüslimlerin Kurumları İKİNCİ BÖLÜM XVII. YÜZYILIN II. YARISI TRABZON DA SOSYAL VE KÜLTÜREL HAYAT.. 78 A) AİLE HAYATI Aile Kurumu a) Osmanlı Ailesi vi

8 b) Osmanlı Ailesinde Kadın c) Osmanlı Mahkemesinde Kadın Evlenme a) Nişan b) Nikâh c) Mehir d) Zina e) Müslim-Zimmi Evlilikleri Boşanma a) Talak b) Muhâla'a c) Tefrik Nafaka Miras Hibe Vasiyet Vesayet B) XVII. YÜZYILDA TRABZON DA YAŞAMAK Trabzon Şehrinde Günlük Hayat XVII yüzyılda Trabzon Halkı XVII. yüzyılda Trabzon'da Köleler C) XVII. YÜZYILDA TRABZON'DA OSMANLI EVİ Fiziki Yapı Ev ve Müştemilatı Trabzonlunun Bakış Açısı İle Yaşam Alanı Osmanlı Toplumunda Şuf a Hakkı (Trabzon Uygulaması Örneği) vii

9 D) TRABZON'DA EĞİTİM HAYATI VE DİNİ HAYAT Müslümanların Hayatı a) Cami ve Medresede Dini Hayat b)tekkelerde Dini Hayat Gayrimüslimlerin Eğitim ve Dini Hayatları İhtida E) VAKIF HAYATI Müslüman Vakıfları a) Osmanlı Tatbikatında Vakıf (Trabzon Örneğinde) Gayrimüslim Vakıfları ÜÇÜNCÜ BÖLÜM XVII. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA TRABZON DA EKONOMİK HAYAT A) ÜRETİM ) Tarımsal Üretim ) Trabzon'da Esnaf ve Zanaatkârlar b) Trabzon Esnafları ve Faaliyetleri: B) TİCARET ) İç Ticaret a) Trabzon'da Alım-Satım İşlemleri b) Borç-Alacak İlişkileri c) Para Vakıfları ) Dış Ticaret C) VERGİ SİSTEMİ ) Şer i Vergiler a) Öşür b) Haraç viii

10 c) İspençe d) Cizye e) Tımar Sistemi ) Örfi Vergiler a) Avarız Akçesi Vergisi b) Nüzül Vergisi c) Bedel-i Nüzül e) Bedel-i sürsat f) Trabzon Gümrüğü ) Trabzon'da Vergi Davaları SONUÇ EKLER BİBLİYOGRAFYA ix

11 KISALTMALAR A. Amedi Kalemi A. E. Ali Emiri Tasnifi A. Ş. D. Atik Şikâyet Defterleri A. Ü. Ankara Üniversitesi bk. Bakınız B. O. A. Başbakanlık Osmanlı Arşivi BŞM. Başmuhasebe Kalemi C. Cilt C. AS. Cevdet Askeri Tasnifi C. BLD. Cevdet Belediye Tasnifi C. EV. Cevdet Evrak Tasnifi C. ML. Cevdet Maliye CİEPO Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi Çev. Çeviren D. İ. A. Diyanet İslam Ansiklopedisi DİB. Diyanet İşleri Başkanlığı DTCFD Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi DVN. Divani Kalemi Ed. Editör H. Hicri Haz. Hazırlayan hk. Hüküm IJMES International Journal of Middle Eastern Studies İ. A. İslam Ansiklopedisi İ. Ü. İstanbul Üniversitesi JESHO Journal of the Economic and Social History of the Orient K. K. Kamil Kepeci Tasnifi K. Ş. S. Konya Şer'iye Sicili KTÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi M. Miladi MAD. Maliyeden Müdevver Defterler M. D. Mühimme Defteri MEB. Milli Eğitim Bakanlığı MHM. Mühimme MKT. Mukataa nr. Numara NZD. Nezir Defterleri S. Sayı s. Sayfa ss. Sayfa Sayıları S. Ü. Selçuk Üniversitesi x

12 SAMD. II Sultan II. Ahmed Tasnifi SMMD. IV Sultan IV. Mehmed Tasnifi SMST. II Sultan II. Mustafa Tasnifi SSÜL II Sultan II. Süleyman Tasnifi Ş. D. Şikâyet Defteri TALİD Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi T. D. V. Türkiye Diyanet Vakfı T. T. D. Tapu Tahrir Defteri T. Ş. S. Trabzon Şer'iye Sicili TTK Türk Tarih Kurumu TZG. Trabzon Gümrüğü vd. ve diğerleri Yay. Yayınları xi

13 ÖNSÖZ Osmanlı tarihçileri uzun yıllar İmparatorluğun XVII. yüzyıldan itibaren bir gerileme süreci yaşadığını genel kabul olarak ifade etmişlerdir. Ancak özellikle son zamanlarda yapılan çalışmalarda bu kadar uzun süren bir gerilemenin yaşandığı kabulü sorgulanmaya başlanılmıştır. Bu sorgulamalar üç yüz yıldan fazla süren bir gerileme yaşanamayacağı noktasında sonuçlara ulaştıkça bu yüzyıldan başlayarak devlette meydana gelen değişimin nasıl adlandırılıp, anlamlandırılması gerekeceği konusu Osmanlı tarihçilerinin önüne yeni bir problem olarak belirmiştir. Gerçekten XVII. yüzyıl sonuna gelindiğinde yönetim sistemi ile olsun iktisadi anlayışı ve kurumlarıyla olsun Osmanlı devleti klasik dönem olarak adlandırılan dönemden çok farklı bir noktadadır. Bu değişimin kırılma noktası ise tam olarak üzerinde çalıştığımız dönem olan XVII yy in yarısıdır. Bu noktada geleneksel asker ve vergi toplama ile toprak yönetim sistemi olan timar sisteminden bu dönemde vaz geçilerek 1695 tarihli fermanla doğan malikâne sistemi ile ayanların doğuşunu hatırlamak yeterlidir. Kısaca yüzyılın başında klasik dönem olarak adlandırdığımız dönemin karakteristik özelliklerinin son uygulamalarını gördüğümüz gerek devlet mekanizması gerekse de toplum hayatı, yüzyılın sonuna geldiğimizde çok daha farklı bir çehre ile karşımıza çıkmaktadır. XVII. yüzyılda yaşanan değişimlerin şehir tarihi perspektifinden de değerlendirilmesi gerektiği kanısından hareket eden bu tezde de, Trabzon gibi önemli bir eyalet merkezi konu edinilerek şehrin sosyo-ekonomik tarihinin elden geldiğince ortaya konulmasının, tarih yazımındaki gelişmeleri tamamlayacağı düşünülmüştür. Çünkü her ne kadar son yıllarda yapılan çalışmalar nitelik ve nicelik olarak belli bir düzeye ulaşmış olsa da sosyo-ekonomik tarih incelemeleri hala Osmanlı tarihçiliğinin zayıf halkalarından birini oluşturmaktadır. Bir başka ifadeyle çalışmamızın amacı bir bütün halinde incelenememiş Trabzon un XVII. yy ikinci yarısındaki idari, soysal ve ekonomik yapısını arşiv kayıtlarına ve şer iye sicillerine dayanarak ortaya koyabilmektir. Çalışmada kullanılan temel kaynaklar Trabzon Şer iye Sicilleridir. Şehir tarihi konusunda yapılan çalışmalar göz önüne alındığında Osmanlı tarihi araştırmalarında istifade edilecek çok yönlü malumata sahip orijinal veriler sunan şer iye sicillerine dayalı eserlere önemine binaen ağırlık verildiği ve bu anlamda çalışmaların artarak devam ettiği gözlemlenmektedir. Bu çerçevede bizim çalışmamızda da inceleme konusu sürece dâhil binlerce sicil kaydı taranıp tasnif edilerek değerlendirilmiştir. Bu belgelerin sunduğu bilgiler ışığında İmparatorluğun önemli bir parçası hatta kendisi de bir imparatorluk bakiyesi olarak Anadolu daki en önemli liman kenti olan Trabzon un başta merkezi idare olmak üzere diğer kentlerle olan ilişkilerinden, konumunun sağladığı avantajlardan, gündelik hayatta xii

14 yaşanan ilişkilere ve bunların sonuçlarına kadar pek çok konu üzerinde ayrıntılı bir inceleme yapılmış ve ilgili başlıklar intizam dâhilinde örneklerle izah edilmiştir. Çalışma Şer iye sicilleri eksenli olmakla birlikte onlarla sınırlı tutulmamıştır. Osmanlı Arşivinde incelenen dönem hakkında yer alan belgeler olan Mühimme defterleri, Trabzon ve havalisinden devlet merkezine yazılan arz-u haller, bunlara verilen cevaplar, buyruldu ve hükümler döneme ait şikâyet ve ahkâm defterleri bölge Tımarlarının tevcih defterleri, Tımarlılar ile ilgili konuların yer aldığı diğer kayıtlar göz önüne alınarak hazırlanmış olan araştırma ile XVII. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon da yaşayan halkın ekonomik, sosyal ve kültürel hayatına ışık tutulması amaçlanmıştır. Tezimin ortaya konulmasında ele aldığım konunun tesbitinden çalışmamanın tamamlanarak son şeklinin verilmesine kadar her aşamada büyük desteğini gördüğüm başta danışman hocam Prof. Dr. İbrahim SOLAK a gerek şahsıma verdiği dersler gerekse üniversitede verdiği derslere fahri olarak kabul ederek Osmanlı Türkçesi ve Paleografyası bilgimin artmasına katkı sağlayan hocalarım Prof. Dr. Alaaddin AKÖZ ve Prof. Dr. İzzet SAK a tez danışma jürisindeki değerli yönlendirmelerinden dolayı Prof. Dr. Bayram ÜREKLİ ve Prof. Dr. Muhittin TUŞ a, verdiği ders ve seminerlerle ders dışı yaptığım ziyaretlerle yönlendirmeleri ile kaynak paylaşımları için Prof. Dr. Doğan YÖRÜK e üzerinde çalıştığım il Trabzon u ziyaretlerimde yardımı olan, kıymetli yönlendirmelerde bulunan KTÜ Tarih Bölümü başkanı Prof. Dr. Kenan İNAN a Trabzon üzerine yapılmış doktora tezi çalışmalarının sahipleri olan ve kendilerini üniversitelerinde ziyaret ettiğimde gerek kıymetli yönlendirmeleri ile gerekse kütüphanelerini istifademe açarak yardımlarını esirgemeyen Aksaray Üniversitesinden Doç. Dr. Necmettin AYGÜN ve Marmara Üniversitesinden Yard. Doç. Dr. Hanefi BOSTAN a ve daha ismini sayamadığım Selçuk üniversitesindeki tüm hocalarıma teşekkür ederim. xiii

15 GİRİŞ A) ARAŞTIRMANIN TANIMI 1- Araştırmanın Konusu Başta mahallinde tutulan temel belgeler olan Şer iye sicilleri bununla birlikte Osmanlı Arşivinde dönem hakkında yer alan belgeler olan Mühimme defterleri, Trabzon ve havalisinden devlet merkezine yazılan arz-u haller, bunlara verilen cevaplar, buyruldu ve hükümler döneme ait şikâyet ve ahkâm defterleri bölge Tımarlarının tevcih defterleri, Tımarlılar ile ilgili konuların yer aldığı diğer kayıtlar göz önüne alınarak hazırlanan araştırmanın konusunu XVII. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon da yaşayan halkın ekonomik ve sosyal hayatı oluşturmaktadır. 2- Amacı ve Önemi Trabzon, Romalı Hadrianus tan Marco Polo ya pek çok eski dönem komutan ve gezgininin, Âşık Mehmet ve Evliya Çelebi den Tournefort ve Bıjışkyan a kadar Osmanlı dönemi seyyahının fazlasıyla ilgisini çekmiş ve onlar tarafından önemi defalarca vurgulanmıştır. Anadolu yu ziyaret eden yabancı seyyahların tamamı eskiçağ kolonilerinin yoğun merkezi ve özelikle de Kommenosların başkenti olması dolayısı ile Trabzon ile özel olarak ilgilenmişler şehir ile ilgili ayrıntılı bilgiler vermişlerdir. 1 Trabzon gibi eski ve zengin bir geçmişe sahip kentin tarihi içerisinde, XIII. asrın başlarında ortaya çıkan Trabzon İmparatorluğu (ya da başka bir deyişle Büyük Komnenos Hanedanı) hakkında XIX. yüzyılın ilk yarısında oldukça detaylı ve bilimsel çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Ülkemizde ise, önyargılar sebebiyle yanlış anlaşılan ve biraz da bunun etkisiyle ihmal edilmiş olan Doğu Karadeniz Tarihi araştırmalarının ancak yeni yeni zenginleştiği görülmektedir. Yurtiçindeki modern araştırmalar daha çok Pontus Sorunu ekseninde yapılmaktadır. Bununla beraber Yunanistan da 1910 lu yılların başında Trabzon un tüm tarihi üzerine yayın yapan Archeion Pontou (Pontus Arşivi) adı altında ilmi bir dergi çıkmaya başlamışken, ülkemizde ancak 2002 yılı gibi oldukça geç bir tarihte bilimsel bir tarih dergisinin -Karadeniz Araştırmaları Dergisiyayın hayatına başladığını görmekteyiz yılında ise ikinci bir dergi olarak Uluslararası Karadeniz İncelemeleri Dergisi çıkmaya başlamıştır. Türkiye de yayınlar yönünden görülen bu fakirlik bilim adamları noktasında da göze çarpmaktadır. 2 1 Fatma ACUN, Seyyah Söylemi ve Trabzon a Gelen Yabancı Seyyahlar Trabzon ve Çevresi Uluslararası Tarih-Dil-Edebiyat Sempozyumu 3-5 Mayıs 2001, C: 1, T.C. Trabzon Valiliği İl Kültür Müdürlüğü Yayınları, Trabzon, 2001, s Murat KEÇİŞ, Trabzon Rum İmparatorluğu ve Türkler , Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2009, ss

16 Trabzon araştırmalarında özellikle oryantalistlerde var olan ilgi Osmanlı tarih araştırmacıları tarafından yeterince paylaşılmamıştır. Gerçi bu ilgi noksanlığı bizim tarihçilerimizle ilgili bir durum olup Trabzon tarihi araştırmalarını sınırlamamaktadır. Çünkü oryantalistler Jakop Philipp FALLMERAYER den itibaren bu şehirle ilgilenmişler ve şehir tarihi araştırmaları çerçevesinde her yönüyle incelemişlerdir. Buna Ronald JENNİNGS ve Heath LOWRY nin çalışmaları örnek verilebilir. Her ne kadar oryantalistlerin bu ilgisinin altında Trabzon un Osmanlı devleti tarafından Anadolu da Rumlardan fethedilen son şehir olmasının, diğer bir deyişle Pontus Rum İmparatorluğunun hatırasının etkisi inkâr edilemezse de bu durum yerli tarih araştırmacılarının Trabzon araştırmalarını ihmal etmesinin gerekçesi değildir. Türkiye nin birçok ili hatta ilçesi hatta ve hatta tarihte yeri olan köy ve kasabalara kadar inceleme konusu olmasına rağmen Trabzon gibi büyük bir il hakkında yapılan çalışmaların fazla olmaması araştırmanın önemini daha da arttırmaktadır. Bu fazla olmama incelediğin dönem için ise daha da belirginleşmiştir. Trabzon tarihi konusunda araştırıcıların dikkati Trabzon Rum İmparatorluğu ve şehrin fethi dönemleri ile çok daha yakın zamanlarda Pontus Rum faaliyetlerini incelemeye yönelmiş, Trabzon özelinde çok da sorun üretilen bir dönem olmayan XVII. yüzyıl dikkatten kaçmıştır. Böylece bu konuya nazar-ı dikkati çekmenin tarihçiliğimize orijinal bir katkı sunacağı gerçeği ortaya çıkmıştır. Yapılan bu araştırmalar neticesinde Suraiya Faroqhi nin unutulmuş dönem olarak tavsif ettiği 3 XVII. yüzyılın Türk tarihçiler tarafından bakir bir alanı olarak görünen Trabzon un sosyal ve ekonomik tarihine bir katkı yapmak bu doktora tez çalışmasının hedefi olmaktadır. Gerçekten XVII. yüzyılın özellikle ikinci yarısından itibaren tüm Osmanlı coğrafyası özellikle günümüzdeki Anadolu toprakları ciddi problemlerle çalkalanmıştır. Kısaca bu çalışmada Anadolu nun isyanlarla sarsıldığı bir devirde O nun önemli bir parçası olan Trabzon un sosyal ve ekonomik durumu özelinde Anadolu nun genel tarihine yeni bir bakış açısı kazandırılmak istenilmektedir. 3- Araştırmanın Kaynakları Bu çalışmada başvurulan temel kaynaklar şer iye sicilleri oldu. Bu dönemde tahrir çalışmalarının sonlanması bir yana, yüzyılın ortalarından itibaren başlayan avarız tahrirlerinin de amacı ve konusu icabı sınırlılıkları temel kaynak olarak şer iye sicillerine başvurulmasını gerektirdi. Osmanlı Devleti ile ilgili içtimaî, askerî ve idarî konularda araştırma yapılırken başvurulacak temel kaynaklar olan şer'iye sicilleri XV. yüzyıldan başlayarak XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar ki uzun bir zaman dilimi içinde, Türk tarihini, içtimaî ve iktisadi hayatını yakından ilgilendirmektedir. Bir bölgeye ait siciller tahlil edildiğinde bölgenin sosyal, ekonomik, idarî hayatı ile ilgili gerçekçi bilgiler ortaya konulabilir. 3 Suraiya FAROQHI, Osmanlı da Kentler ve Kentliler, Çeviren: Neyyir BERKTAY, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 5. Baskı, İstanbul, 2014, s. 10 2

17 Sicillerin kapsamını kısaca şöyle sayabiliriz: 1. Merkezden gönderilen her konudaki ferman, berat ve mektupların suretleri, 2. Mahalli yöneticilerin çeşitli mevzularda yayınladıkları buyruldular, 3. Kadıların merkeze gönderdikleri ilamlar, 4. Kadıların şehirdeki anlaşmazlıkları çözmek için verdikleri hüccetler, 5. Çarşı-pazar teftiş kayıtları ve narh listeleri, 6. Her türlü adli olayda kadıların verdikleri hükümlerin tutanakları, 7. Vakıflar ile ilgili işlemler, vakıf senetleri, 8. Miras taksimi ve tereke kayıtları, 9. Şehirdeki esnaf gurupları, bu esnafların meslekleri, ürettikleri mallar, fiyatları, pazarlanmaları ile ilgili esaslar usta işçi hizmetçi yevmiyelerine kadar her türlü kayıt 10. Şehrin iaşesinin nasıl sağlandığı, ithal ve ihraç edilen malların neler olduğu, 11. Şehrin temizlik ve güvenliğinin nasıl sağlandığı, 12. Şehirdeki eğitim faaliyetleri ile ilgili kayıtlar. 4 Görüldüğü gibi bir şehrin ekonomik ve sosyal tarihi ile ilgili yapılacak her türlü araştırmada şer iye sicilleri çok geniş sahada bilgi ihtiva eden temel başvuru kaynaklarıdır. Daha da ötesi eğer tahrir döneminin dışında bir dönemi çalışılıyorsa bu önem daha da artmaktadır. Ne var ki bu önemin bir de dezavantajı vardır. O da bu kaynakların verdiği bilgiyi başka kaynaklarla karşılaştırmalı olarak incelemedeki sınırlılıklardır. Bu dezavantajı en aza indirmek için bir bölgeyi çalışan araştırmacının kullanabileceği en önemli kaynaklardan birisi merkezin ülke yönetimi ile ilgili tüm kayıtlarının yer aldığı karar defterleri ile devlet merkezinden taşraya, oradan devlet merkezine yapılan her türlü yazışmalardır. Bu yazışmaların taşrada geldiği yerde sicile kaydediliyor olması da bize sicillerin bu yönüyle doğrulanması imkânını sağlamaktadır. Bu yazışmalar ve kayıtlı belgeler XVII. yüzyıl ortalarına kadar Mühimme defterleri adı verilen defterlerde toplanmış iken bu dönemden sonra şikâyetlerin artmasının da etkisiyle şikâyetler ayrı defterler halinde tutulmaya başlanılmıştır. Üzerinde çalışılan dönem bu şikâyetlerin artmaya başladığı dönemdir. Dolayısı ile dönemin ürünü şikâyet defterleri tezin sicillerden sonraki en önemli kaynağı olmuştur. Bunlardan başka XVII. yüzyılın ikinci yarısı yıllarını içeren Mühimme ve ahkâm defterleri ile dönemi kapsayan fermanlar, hükümler ve buyruldular da tezin yazılmasında kullanılan diğer birinci elden kaynaklar olmuşlardır. 4- Araştırmanın Yöntemi Konu, sosyal bilimlerdeki, özellikle tarih araştırmalarındaki usule uygun olarak araştırılmış olup bu amaçla öncelikle çalışma yöntemi olarak tez konusunun tesbiti ile birlikte Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü ne sunulan ve enstitü yönetim 4 Hanefi BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2002, s

18 kurulunca onaylanan muhtemel tez planında şu noktalara temas edildiği tesbit edilerek bu tesbit ışığında tezin hazırlanma yöntemi izlendi. Öncelikle Trabzon tarihi ile ilgili yapılan çalışmalar incelendi. Bu amaçla şehre gidilerek Karadeniz Teknik Üniversitesi, kütüphaneleri, araştırma enstitüleri, kültür müdürlüğü, belediyesi bünyesinde ilin tarihi, ekonomik, demografik sosyal, kültürel yapısı ile ilgili bilgi ve belgeler toplanıldı. Sonrasında ise Trabzon şer iye sicillerinde bulunan incelediğimiz dönemi kapsayan 34 adet defter içerisinde yer alan ve araştırdığımız dönem açısından önem taşıyan belgeler transkript edildi. Bu çerçevede XVII. yüzyılın ikinci yarısı yıllarına tekabül eden H tarihlerini kapsayan numaralı defterlerle birlikte konu bütünlüğünü, olayların sürekliliğini izlemek için birkaç defter öncesi ve sonrası da taramaya dâhil edildi. Yani inceleme numaralı defterlerin taranması, 1830 dan önceki ve 1865 ten sonraki birkaç defterin de örneklem metodu ile gözden geçirilmesi şeklinde oldu. Daha sonra ise Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki XVII. yüzyılın ikinci yarısı yıllarını içeren mühime, ahkâm, şikâyet defterleri ile dönemi kapsayan fermanlar, hükümler ve buyruldular taranıldı. Akabinde Türk tarihçilerinin yaptığı çalışmaların yer aldığı büyük kütüphanelerden Trabzon tarihi ile ilgili yapılmış yayınlanmış çalışmalar temin edilerek incelendi. Bu çalışmalarda dikkati çeken bir nokta da dönem Anadolu sunun Trabzon ölçeğindeki şehirlerinin iç bölgelerde yer aldığı, Trabzon dan başka o ölçekte bir sahil şehri bulunmadığıydı. Bu durumun sebepleri tahlil edildi ve Trabzon un kendisine en yakın büyüklükteki Sinop la onlara göre çok daha mütevazı olan Antalya ve Samsun ile kıyaslandığında ticari önemi, Osmanlı ordusunun ikmali için taşıdığı mihver konum ve gelişmişliğinin şehrin ekonomik durumuna yansımaları ortaya konuldu. Gerek Milli Kütüphanede yer alan Trabzon Şer iye Sicilleri gerekse Başbakanlık Osmanlı Arşivinde yer alan orijinal defter ve belgelerden başka ikinci el kaynaklarda özellikle doktora tezlerinde Trabzon un sosyal ve ekonomik durumu ile ilgili anlamlı belgelere tesadüf edildiğinde bunlar da kaynaklarına atıf yapılarak kullanıldı ve eldeki verilerle karşılaştırılmaları yapıldı. Karşılaştırma yapılarak şehrin sosyal ve ekonomik durumu inceleme, döneminin öncesi ve sonrası ile yapıldığı gibi, Trabzon aynı dönemin kendi özelliklerine sahip başka şehirleri ile de kıyaslanarak şehrin sosyo-ekonomik resmi çizilmeye çalışıldı. Bu çerçevede dönem Anadolu sunun büyük şehirleri olan Bursa, Kayseri, Ankara, Gaziantep ve Konya şehirleri Trabzon ile kıyaslandı, değerlendirildi. Bu değerlendirmelerde ağırlıklı olarak bu şehirlerin şer iye sicilleri kaynaklı yapılan doktora tezleri kullanıldı. Bundan sonra yazım sürecine geçilmiş, bu süreçte ortaya çıkan plan üzerinde değişiklik ihtiyacı danışman öğretim üyesi ile istişare yapılarak O nun görüşleri doğrultusunda karşılanmıştır. 4

19 Çalışmanın asıl kaynağı olan XVII. yüzyılın ikinci yarısı şer iye sicillerindeki sosyal ve ekonomik hayat ile ilgili belgelerin transkripsiyonu ile başlayan süreç Başbakanlık Osmanlı Arşivindeki yapılan çalışmalarda tesbit edilen arşiv belgelerinin örneklerinin dâhil edilmesi ile sürdürülmüş, bunlar yapılırken ikinci el kaynaklarda incelenerek fişe alınmıştır. Elde edilen bilgi ve veriler, okumuş olan siciller danışman öğretim üyesi ile müzakere edilerek O nun tavsiyeleri doğrultusunda kullanıma hazır hale getirilmiş, sonunda toplanan bilgiler tasnif edilip yazıya hazır hale gelinmiştir. Şer iye sicillerinden başka tezde ele alınan bir diğer önemli birinci elden kaynak gurubu ise Başbakanlık Osmanlı Arşivinde yer alan Mühimme, Ahkâm, Şikâyet defterleri ile dönemi kapsayan fermanlar, hükümler ve buyruldular olmuştur. Defter türleri arasında incelemeye konu döneme ait defter kayıtları bulunamadığında bir fikir oluşturması amacıyla daha sonraki dönemlere ait ancak incelenen tarihe en yakın tarihli defterler çalışmaya dâhil edilmiştir. Buna 1173 tarihli Ahkâm defteri örnek verilebilir. Yapılan çalışmalar neticesi temin edilen bilgi ve belgeler ile dönem ile ilgili çalışmalarda alınan notlar bundan sonraki süreçte yapılan çalışmalarda araştırmacının ulaştığı yorum ve kanaatlerle birlikte yazıya geçirilmiş, yazıya geçirirken yorum ve kanaatlerin bilimselliğine olduğu kadar bilimsel ifade kullanımına da dikkat edilemeye çalışılmıştır. Araştırmanın ilk kaleme alınmasından sonra ortaya çıkan eserde hem bilgi bazında eksiklikler ve yanlış yorumlamalar, hem dikkatten kaçan bazı önemli belgelerin mevcudiyeti hem de yazımdan kaynaklanan hatalar ve çalışmanın ortaya çıkmasıyla görünür hale gelen bilgi, belge ve yorum bazındaki önemli eksikliklerin giderilmesi de danışman öğretim üyesi ile koordineli olarak yapılmış nihayet son aşamada imla ve anlatım bozuklukları giderilerek çalışma tamamlanmıştır. Bu çerçevede hazırlanan tez, biri giriş diğeri sonuç olmak üzere beş temel bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde ilk önce araştırmanın amacı, önemi, içeriği ve metodu kullanılan kaynaklar hakkında bilgilere yer verilmiş, daha sonra Trabzon şehrinin coğrafi konumu, fiziki yapısı, ilk yerleşimi, tarihi, Rum İmparatorluğunun kuruluşu, gelişmesi, Türklerle ilişkileri bağlamında fethine kadar Trabzon ele alınmıştır. Şehrin Osmanlı hâkimiyetine girişinden incelenen dönem olan XVII. yüzyılın ikinci yarısına kadar geçen zaman diliminin anlatıldığı ikinci kısımda ise şehrin Osmanlı hâkimiyetinde Türkleşmesi ve İslamlaşması incelenmektedir. Trabzon un Osmanlı devleti tarafından fethi ile başlayan bölümde şehirde Osmanlı idaresinin tesisi ve özellikleri, şehrin İslamlaşması, Türkleşmesi ve halkın yaşayışı arşiv belgelerine ve şer iye sicillerine yansıyan uygulamalar ve seyyahların gözlemleri ışığında konu edilmiş ve değerlendirilmiştir. Bu bölümde de ağırlıklı olarak yayınlanmış literatür tahlil edilmiş, XVII. yüzyılın ikinci yarısına kadar olan sosyal ve ekonomik durum başta 5

20 olmak üzere, siyasi, demografik durum ortaya konulurken ele alınan siciller ve diğer arşiv belgeleri daha önce kullanıldıkları kaynaklara atıflar yapılarak kullanılmış, ancak kullanılırken kendilerini kullanan araştırmacıların yaptıkları değerlendirmeler sadece nakledilmekle kalınmamış, yorumlanmaya, değerlendirmeye çalışılmış, özellikle incelenen dönemde bu konularda belirgin bir değişim varsa vurgulanmıştır. Çalışmanın birinci bölümü XVII. yüzyılın II. Yarısında Trabzon da Yönetim Yöneticiler ve Kurumlar adını taşımakta olup bölümde başta Bey ve Kadı olmak üzere şehirdeki önemli yöneticilerin kimliği yetkileri, Şer i Hukuk-Örfi Hukuk Kavramları, Mahkemenin Yeri, Yapısı örneklerle açıklanmış, zaman ve mekân kıyaslamaları bağlamında ele alınmıştır. Ayrıca Trabzon şehrinin yerleşimi şehrin Müslüman ve Hristiyan mahalleleri, şehirdeki resmi kurumlar ve şehrin dini kurumları Müslüman ve Hristiyan din mensupları için ayrı ayrı ve aralarındaki ilişkileri ile değerlendirilmiştir. İkinci bölüm tezin iki temel kısmından birincisini açıklamakta olup XVII. Yüzyılın II. Yarısı Trabzon da Sosyal ve Kültürel Hayat başlığını taşımaktadır. Bu bölüm sosyal hayatın en önemli sahası olan aile hayatı ile başlamaktadır. Bu başlık altında aile kurumu Müslüman ve gayrimüslimlerin aile yapıları, örf ve adetler ailede yaşam, erkeğin ve kadının toplumda yeri, yaptıkları işler, evlenme, boşanma ve miras konuları siciller ışığında incelenmiş, kadı mahkemesinin bu konularda görevi, yetkileri, gayrimüslimlerin kadı mahkemesini kullanma nedenleri, sonuçları, bu olgunun İslam hukuku açısından durumu İslami literatür ışığında tahlil edilmiştir. Sonrasında Trabzon'da gündelik hayat evler, ev eşyaları, giyim-kuşam sicillerde yer alan tereke kayıtları ışığında ortaya konulmuştur. İlerleyen konularda Müslüman ve gayrimüslimlerin eğitim ve kültür hayatları, kurumları resmî kabul gören teşkilatları ve gayrı resmî oluşumları tarzında ayrı ayrı tahlil edilmiş, bu konularda sicillere yansıyan belgeler tahlil edilmiştir. Trabzon da hayat başlığı altında üzerinde durulan çok önemli bir konuda dini hayat konusudur. Konu burada ağırlıkla ihtida konusundaki literatürdeki tartışmaları Trabzon özelinde ve siciller ışığında anlamlandırma çabası olmak üzere hem Müslümanların hem gayrimüslimlerin dini hayatı olarak iki kısımda incelenmiştir. Trabzon şehrinde hayat bölümünde ele alınan son konu şehrin sosyal hayatında önemli bir yeri olan vakıf hayatıdır. Vakıfların Trabzon un sosyal hayatında, özellikle İslamlaşmasında önemli bir yeri vardır. Bu konuda vakıflardan din ayrımı olmadan herkesin istifadesi gibi uygulamalar ele alınmış, Hatuniye vakfı başta olmak üzere önemli vakıfların şehrin yaşamında bıraktığı iz ortaya konulmaya çalışılmıştır. Çalışmanın diğer temel bölümü ise üçüncü bölümde ele alınan XVII. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon da ekonomik hayattır. Üretim, ticaret ve vergi sistemi olmak üzere üç kısma ayrılan bu bölümde Trabzon un incelenen dönemdeki ekonomik fotoğrafı çekilmiştir. Bu fotoğrafta Trabzon köylüsü, tımarlıları, esnaf ve zanaatkârı 6

21 bunların faaliyet alanları yer almaktadır. Ekonomik hayat denildiğinde aynı zamanda akla gelen bir konu da ticarettir. Dönemin Trabzon u hem iç hem de dış ticaret açısından önemli bir merkezdir. Bu sebeple her iki başlık ayrı ayrı ticaret yolları, Trabzon un iç ve dış ticaretin yol kavşağında olması, bunun ekonomisine etkisi, Trabzon a gelen mallar, bunların satış yerleri, fiyatları, narh konuları bu konularda devletin kontrolü ve Kadı nın yetkileri yönlerinden değerlendirilmiştir. Bunlardan başka Trabzon un en önemli gelir kaynağı olan Trabzon gümrüğüne de yer ayrılmış ve Trabzon Gümrüğü gümrük kanunnamesi, iltizamı, tevabii ile ele alınmıştır. Tüm bu yapılanlardan sonra tezin son bölümünde çalışmada ulaşılan sonuçlar değerlendirilmiştir. B) TARİHTE TRABZON ŞEHRİ 1- Osmanlı Hâkimiyetine Kadar Trabzon Trabzon adının Grekçe yamuk biçiminin karşılığı olarak Trapezos kelimesinden geldiği görüşü ağırlık kazanmaktadır. 5 Bu ismin verilme nedeni şehrin ilk yerleşimlerinin Tabakhane ve Zağnos dereleri arasında kalan yüksek yamuk biçimli alana yapılmış olmasıdır. 6 Doğu Karadeniz bölgesi engebeli arazi yapısı, sık bitki örtüsü ve bol yağışlı bir iklime sahiptir. Dağlar kıyıya paralel uzanır. Arazi sıklıkla vadiler ile derin bir biçimde yarılmıştır. Bu durum topraktan faydalanmayı ve kara ulaşımını zorlaştırır. Deniz ulaşımının önemli oluşunda ve kıyı nüfuslanmasında bu coğrafi yapının önemi vardır. Trabzon un tarihi a. İlk Kuruluş Dönemi (M.Ö M.Ö. 756) b. Miletliler Dönemi (M.Ö M.S. 50) c. Romalılar Dönemi (50-395) d. Bizanslılar Dönemi ( ) e. Kommenler Dönemi ( ) 5 Mahmut GOLOĞLU, Trabzon Tarihi, 2. Baskı, Serander yayınları, Trabzon, 2013, s. 16. Trabzon isminin kökeni ve anlamı ile ilgili olarak literatürde çok farklı değerlendirmeler ve tartışmalar mevcuttur. Mesela Evliya Çelebi şehre su ve havasının güzelliğinden dolayı adına Tarb-ı Etsun denildiğini, bir adının Batum-u Zir (Aşağı Batum) olduğunu, diğer bir adının Lezki olduğunu kimlerin hangi gerekçelerle bu isimleri verdiklerini uzun uzun anlatır. Ona göre şehre bazıları Tarb-ı Efsun derler. Ama halk Trabzon der. Mehmet Zıllioğlu EVLİYA ÇELEBİ, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, hazırlayan: Tevfik TEMELKURAN vd. Üçdal Neşriyat, İstanbul, 1966, C. 2, s Bundan sonra EVLİYA ÇELEBİ Bundan başka Trabzon adının Dede Korkut hikâyelerinde geçen Tura-Buzan dan geldiğini iddia edenler de olmuştur. Bu ifadenin Tur-Ab-Zon kelimelerinin kullanılış değişiminden meydana geldiği ve Türklerin Yurdu anlamına geldiği de savunulmuştur. Buna göre kenti Orta Asya dan gelen Türk boyları kurmuş ve onlar adlandırmıştır. İbrahim YILMAZÇELİK, XVIII. Yüzyılda Trabzon un Sosyal Durumu Trabzon Tarihi İlmi Toplantısı (6-8 Kasım 1998), haz. Kemal ÇİÇEK vd. 2. Baskı, Trabzon, 2000, s Bu konudaki tartışmalar tez konusunun dışında olduğu için ayrıntısına girilmemiş sadece bu konuda çok farklı değerlendirmeler olduğunu gösteren bu iki örnekle yetinilmiştir. 6 Trabzon Kalesi, Trabzon Belediyesi Tanıtım Broşürü, Trabzon,

22 f. Türkler Dönemi (1461-devam ediyor) olmak üzere altı bölümde incelenebilir. 7 Trabzon şehrinden ilk bahseden Yunanlı komutan Xenophon dur. 8 Trabzon un kuruluş tarihini doğru tesbit etmek pek mümkün değildir. 9 Efsanelere göre M.Ö. 756 yılında kurulan Trabzon şehri Roma dan, İstanbul dan, Paris ten ve Londra dan daha önce kurulmuştur. 10 M.Ö. 625 te Medlerin Anadolu da işgal ettikleri yerlere Kapadokya denilmiş, M.Ö. 519 da Medlerin ülkesi İranlıların eline geçince Kapadokya ikiye ayrılmış, deniz kıyısı bölgesine Deniz Kapadokya sı anlamında Pont Kapadokya sı denilmiştir. Bölge sonraları ise sadece Pontus diye anılmıştır. 11 M.S. 300 lere kadar putperest olan şehir Kudüs ten gelen Apostole Andirea nın faaliyetleri ile kısa zamanda Hristiyanlaşmış ve Hristiyanlığın merkezi haline gelmiştir te Roma ikiye ayrılınca Trabzon Doğu Roma nın yani Bizans ın hâkimiyet sahasında kaldı. Bizanslılar hâkimiyetleri altındaki bu bölgeye Romania halkına da Ramaioi diyorlardı. Bu ifadeler Arapların dilinde Diyar-ı Rum ve Rum olarak yerleşti yılında ilk kez Müslüman Arap orduları Trabzon bölgesine girmiş ve İslamiyet i tanıtmışlardır. Ancak şehir Arap fütuhatının dışında kalmış, Melikşah zamanında bir ara Selçukluların eline geçti ise de kısa müddet sonra buranın valisi Theodos Gabras şehri Selçuklulardan geri almıştır. Bizans ın genellikle imparator ailesinden kimseleri duka olarak görevlendirdiği Trabzon zaman zaman merkezi hükümete karşı müstakil hareket etmiştir. 14 XI. yy ın sonlarına doğru I. Alexis ile Kommen ailesinin Bizans tahtına geçmesiyle Çanakkale sınırındaki bazı bölgeler hariç tüm Anadolu Selçuklu Türklerinin oldu. Esasen Trabzon üzerine ilk Türk hücumları daha XI. yy sonlarında başlamıştı yılından sonra ise Müslüman Türkler bölgeye gelmişlerdir den itibaren bölgede iki Trabzon vardı. Biri Trabzon kalesi içindeki Trabzon şehri ki Hristiyan bir vali tarafından Bizans a bağlı olarak yönetiliyordu. Diğeri ise kale dışında kalan 7 Hüseyin ALBAYRAK, Trabzon un Fethi, Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları, Trabzon, 1995, s. 1 8 Kenan İNAN Trabzon un Fethi Trabzon Tarihi İlmi Toplantısı, (6-8 Kasım 1998) haz. Kemal ÇİÇEK vd. 2. Baskı, Trabzon, 2000, s Jakop Philipp FALLMERAYER, Trabzon İmparatorluğunun Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2011, s Kudret EMİROĞLU Dünyadan Bakınca Trabzon Bir Tutkudur Trabzon, haz. Zekeriya KURŞUN, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1997, s GOLOĞLU, Trabzon Tarihi, s Mehmet HAVUŞ Trabzon Karadenizname, Ajans Türk Yayınları, Ankara, 2002, s GOLOĞLU, Trabzon Tarihi, ss ; EMİROĞLU, Dünyadan Bakınca Trabzon s Şehabeddin TEKİNDAĞ, Trabzon İslam Ansiklopedisi, C. 12/1, MEB yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1979, s (Bundan sonra İ.A. şeklinde kısaltılacak) Bu durumun ileride İstanbul un Latin eline geçmesiyle ya da geçmesinden önce İstanbul a karşı bayrak açan Kommenosların buraya gelip bağımsız bir devlet kurmalarına alt yapı teşkil ettiği düşünülebilir. Yani bir taraftan Trabzon yönetici elitinin zihninde İstanbul a karşı bir bağımsızlık algısı gelişmiş diğer taraftan İstanbul yöneticilerinin zihninde de Trabzon ile müstakil hareket etme olgusu yan yana getirilmiş oluyordu. 8

23 Trabzon şehri ve genel anlamda Trabzon bölgesi idi ki bu bölge de Danişmentliler e bağlı olarak yönetiliyordu te İstanbul un Latinler tarafından istilası üzerine Trabzon a kaçan Andronikos Komnenos un oğlu Alexis Kommen Gürcü kraliçesi Thamar ın da yardımıyla Trabzon da imparator ilan edilmiş, böylece Türkler tarafından fethe kadar devam edecek Trabzon Rum imparatorluğu ( ) kurulmuştur. 16 Trabzon imparatorluğu kurucusu I. Alexis in ölümünde kurulduğu zamandaki Samsun, Sinop u da içine alarak Ereğli ye kadar uzanan topraklarını kaybederek Trabzon şehri çevresinde yaşayan küçük bir devlet haline geldi. Artık devletin batı sınırlarını Yeşilırmak kıyıları çiziyordu. Bu sebeple Trabzon un dış siyaseti İstanbul ve İznik tahtlarından koparak Konya ve Gürcistan siyasetleri arasında kaldı. 17 Alâeddin Keykubat Konya tahtına oturduğunda sınırları komşusu üç düşmanından biri de Trabzon devleti idi. Hatta diğer iki düşmanından İznik dikkatini İstanbul daki Frenk imparatorluğuna ve Teselya ya verdiği Küçük Ermenistan Krallığı da küçük bir devletçik olarak fazla iddialı olmadığı için komşuları arasında birinci rakibi Trabzon devleti idi. Dolayısıyla O asıl hedefi Tebriz ve İsfahan rakiplerinden fırsat buldukça Trabzon ile meşgul oluyordu. Bu sebeple de güneyden doğal korunma altındaki Trabzon Sultan Alâeddin e muhalif olanların kaçıp sığınacağı bir yer olmuştu. Mesela Celâlettin Harzemşah ın Ahlat yakınlarındaki yenilgisinden sonra kaçan ahfadı Trabzon a sığınmıştı. Ancak bu sığınmalar Trabzon a güç kadar düşman da getiriyordu. Nitekim kısa zaman sonra Celalettin in Anadolu daki müttefikleri olan Erzurum hükümdarı ve Ahlat hakimini mağlup eden Alâeddin Trabzon üzerine yürüdü. Bir yandan yaklaşan Moğol tehlikesi diğer yandan Trabzon un güneyinden karadan ulaşımı zor bir deniz devleti olması sebebiyle Trabzon un sulh teklifini kabul etti. Anlaşmaya göre bir miktar mızraklı Trabzon süvarisi sultanın seferlerine refakat edecekti. Anlaşılan Trabzon un ulaşım zorluğu O nu güneyden taarruzlara uğramaktan koruyordu GOLOĞLU, Trabzon Tarihi, s BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, s. 20. Fakat Trabzon imparatorluğunun kuruluşu hakkında tüm araştırmacılar aynı fikirde değildir. Mesela M. KURSANSKIS, imparatorluğun kurucusu I.Alexis Kommenos un Trabzon u 1204 te Latinlerin İstanbul u ele geçirmesinden önce ele geçirdiğini ve bu haberin düşüşünden az zaman önce İstanbul a ulaştığını söylemektedir. Bu durumda Alexis Kommenos İstanbul da Kommen hanedanını deviren Alexis Angelus un yönetimine karşı isyan eden bir isyancıdır. KURSANSKIS e göre Trabzon un alınması, gerçekten isyancı prenslerin bir hareketi olarak görünmektedir; ancak, daha sonra olaylar saldırılarını meşrulaştırmalarına imkân sağladığında kendilerini imparator ilân ettirebilmişlerdir. O bu iddiasını tarihçi Panaretos un Büyük Komnenos Alexis Konstantinopolis ten çok mutlu ayrıldı, halası Thamar ın dikkati ve çabalarıyla sağlanan askerler ile İberiya dan geldi ve 1204 yılı Nisan ayında Trabzon u ele geçirdi. şeklindeki ifadelerini naklederek de desteklemektedir. M. KURSANSKIS, Trabzon İmparatorluğu ve Gürcistan, çev. M. KEÇİŞ, Belleten, C. LXXIV, S. 58, s Feridun EMECEN Trabzon Eyaletinin Batı Sınırları Trabzon Tarihi İlmi Toplantısı(6-8 Kasım 1998) haz. Kemal ÇİÇEK vd. 2. Baskı, Trabzon, 2000, s FALLMERAYER, Trabzon İmparatorluğunun Tarihi, ss

24 Moğollar Anadolu ya geldiğinde onları karşılayan Selçuklu ordusu içinde O na tabii oldukları için Trabzon askeri de vardı. Fakat İmparator Manuel asıl ordusuyla bölgedeki diğer birçok kral gibi savaşın sonunu beklemeye karar vermişti. Nitekim muharebe sonucu O na beklediği fırsatı verdi. Kösedağ muharebesinden sonra Konya ve Trabzon arasındaki bağlar çözüldü ve Selçuklu devleti Trabzon için önemini kaybetti. Manuel memleketinde barışı temin maksadıyla Moğolların tarafına geçti. Böylece Moğollar karşısında askeri hiçbir şansı olmayan Trabzon İmparatoru Manuel izlediği siyasi metotla Onların saldırılarından korunmayı başardı. 19 Gerçekten Trabzon çoğu saldırıdan kurtulmasını izlediği dış siyasete borçludur. XIII. yüzyıla gelindiğinde iyice zayıflayan Trabzon Rum imparatorluğu yeni bir müttefik buldu. Yüzyılın sonlarında Anadolu Selçuklu Devleti çökmeye, Moğol hâkimiyeti zayıflamaya, Anadolu; muhtelif Türk Beyliklerinin hâkimiyeti altında parçalanmaya başlamıştı. Bu beylerin hâkimiyet sahaların genişletmek için seçtiği bölgelerden biri de Trabzon bölgesi idi. Bunların en önemlilerinden biri de Akkoyunlu beyliği idi. Diyarbakır merkezli bu beylik XV. yüzyıl başlarına gelindiğinde Erzurum a kadar yayılarak Ortadoğu nun en güçlü devleti haline gelmeyi başardı. Bundan sonra Akkoyunlular Trabzon üzerine de akınlar düzenlemeye başladılar bu akınların en şiddetlisi Uzun Hasan ın dedesi Tur Ali Bey tarafından 1348 de yapılmıştı. Trabzon Rum hanedanı Akkoyunlulara karşı koyamayacağını anlayınca onlarla anlaşma yolunu seçti. Bu amaçla en pratik çözüm olarak Akkoyunlular ile akrabalık bağları kurmayı denedi. Sonuçta imparator III. Aleksios un kızı prenses Maria Tur Ali Bey in oğlu Kutlu Bey ile evlendirildi. Böylece Trabzon Rum İmparatorluğu ile Akkoyunlular arasında bir asırdan fazla sürecek akrabalık ilişkilerinin de temeli atılmış oldu. Bu sıkı münasebetlerin bir eseri olarak sık sık birbirlerine yardım edeceklerdi. Mesela 1420 de Kutlu Beyin oğlu Kara Yülük Osman Bey Erzincan ı kuşatırken IV. Aleksios O nun yardımına koşmuştu. 20 Bu arada Bizans ta yeni doğan Osmanlı devletine karşı ciddi kayıplar vermiş ve oldukça zayıflamıştı. İşte her iki tarafın da zayıflığından kaynaklanan bu mecburiyetle Helen milletinin iki tacının sahipleri İstanbul ve Trabzon arasında pürüzsüz ve sürekli bir bağlantı kuruldu. Bu ilişki İstanbul un fethine kadar canlı bir şekilde sürdü. 21 Ancak Trabzon sarayında çöküş devam ediyordu. Bitmek bilmez taht mücadelelerinde her biri bir gurubun başına geçen taht adayı evlatlar birbirleriyle hatta sağlığında imparator babaları ile savaşıyorlar türlü entrikalarla her biri diğerini saf dışı etmeye uğraşıyordu. Bu mücadelelerin biri de XIV. yy başlarında Clavijo nun Trabzon a geldiği zamanlarda yaşanmıştı. Onun seyahatnamesinde ayrıntılı şekilde anlatıldığına göre imparator III. Manuel aşağı tabakadan bir güzel gence konumuna uygun olmayan fevkalade yetkiler 19 FALLMERAYER, Trabzon İmparatorluğunun Tarihi, ss İlhan ŞAHİN Osmanlı-Akkoyunlu Nüfuz Mücadelesinde Trabzon, Trabzon Tarihi İlmi Toplantısı, (6-8 Kasım 1998) haz. Kemal ÇİÇEK vd. 2. Baskı, Trabzon, 2000, ss: FALLMERAYER, Trabzon İmparatorluğunun Tarihi, s

25 vermiş buna sinirlenen asilleri karşısına almıştı. 22 Asiller partisinin başına geçen oğlu Alexis Basilius ile silahlı savaşlara girişmişti. Her iki taraf içinde ama en başta Trabzon Devleti için yıpratıcı olan bu mücadeleden Alexis in galip çıktığını görmekteyiz. İşte Trabzon un böyle bir durumunda sınırlarına Sultan Beyazıt (Yıldırım) dayandı. Ancak asıl genişleme yönü olarak Batıyı seçmiş olduğu için ilk etapta Trabzon a saldırmadı. Trabzon güneyindeki dağlar ile Fırat nehrinin doğal sınır olarak Trabzon ile arasında kalmasını uygun gördü. Bunula birlikte Sultan Beyazıt a karşı Timur u Anadolu ya çağıranların arasında Trabzonlu Manuel de vardı. Nitekim Timur Anadolu ya geldiğinde özellikle Timur un sahip olmadığı için çok ihtiyaç duyduğu deniz gücü ile emrine girdi. Ankara savaşında Timur Beyazıt a karşı kesin bir üstünlük sağlayınca da Timur a isteğiyle tabii oldu. Bu tebaiyet O nun ülkesinin Timur istilasından mahfuz kalmasını doğurdu. Ancak Timur un ölümüyle Moğolların Anadolu dan çekilmelerinden sonra Trabzon devleti her tarafından sürekli saldıran Türkmen aşiretlerinin hücumlarına maruz kaldı. Bu dönemin Trabzon Greklerinde savaşçı ruh tamamen ölmüştü. Doğal bir kalenin arkasında oturmalarına rağmen kadın ve altın ile rahatlarını satın almaya çalışıyorlardı. Bu sebeple yakın çevredeki Türkmen beylerinden başlayarak doğuda Gürcistan krallarına batıda Sırp ve Bulgar hükümdarlarına kadar herkesle akraba olmuşlardı. 23 Evet, gerçekten eğer bir hanedan evliliği siyasi, askeri ya da iktisadî yarar sağlayacaksa, Komnenoslar buna her zaman hazırdılar. XV. yy ortalarına gelindiğine Anadolu da yeni bir kuvvet ortaya çıkmıştı. Esasen bu kuvvetle Anadolu nun ilk tanışması Beyazıt zamanında olmuşsa da yüzyıl başındaki Timur hadisesi bu kuvvetin yayılışını akamete uğratmıştı. Bu akamet yüzyıl ortalarında II. Murat ın başarılı fetihleriyle son buldu ve Osmanlılar Trabzon kapılarına tekrar dayandı. Bu dönemde Trabzon imparatorluğu tamamen güç kaybetmiş imparator IV. Alexis kendine karşı isyan eden oğlu IV. Johannes e tahtı kaybetmişti. Kendi imparatorunun tahtını oğluna karşı muhafaza edemeyecek kadar zayıf bir duruma düştüğü açıkça görülen Trabzon devletine karşı II. Murat harekete geçmeyi erteledi. Hatta Amasya valisine Hristiyanlar ile iyi geçinme talimatı verdi. Bu erteleme tabii ki Trabzon devletinin gücünden dolayı değildi. Trabzon a komşu Türkmen beylikleri Ondan çok daha güçlüydüler ve Trabzon a yönelmek bu Türkmen askerleri ile de karşılaşmak anlamına geliyordu. Gerçekten bu dönemde Akkoyunlular başta olmak üzere Doğu Türkmen devletleri güç kazanmıştı ve II. Murat İstanbul u fetihten sonra buraya yönelmeyi istiyordu. Hatta İstanbul dan da önce kendine karşı büyük bir ordu hazırlayan Macarlar ile uğraşması gerekecekti. Kısacası hedefi Batı idi. Doğuya yönelmek oğlu Mehmet e kalacaktı. Nitekim öyle oldu. 22 Ruy Gonzales de CLAVIJO, Timur un Hayatı: Kadiz den Semerkant a Seyahat, Çev. Zeynep ERTAN, İstanbul 2008, s FALLMERAYER, Trabzon İmparatorluğunun Tarihi. s

26 2- Osmanlı Hâkimiyetinde Trabzon a) Şehrin Osmanlı Devleti Tarafından Fethi Çevresindeki her güç sahibinin otoritesini tanıyarak uzunca bir süredir ayakta duran Trabzon 1405 te Timur devletinin güç kaybetmesiyle tekrar bağımsızlığını kazanmıştı. Fakat onun bağımsızlığını yeni bir hami aramak olarak da okuyabiliriz. İmparator Kalo Johannes in ölümüyle tahta geçen kardeşi David ağabeyi zamanında başlayan ittifak görüşme ve çalışmalarına yoğun şekilde devam etti. Papa II. Pius un da desteğiyle tüm doğu ve batı hükümdarları ile temasa geçildi. Gürcistan daki Hristiyan prenslerden, Sinop ve Karaman beylerine kadar, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan dan Burgonya kralına kadar herkesin içine dâhil olduğu bir ittifak ortak ve büyük düşmana karşı kuruldu. Trabzon Rum imparatorluğuna coğrafi olarak yakın olan Karamanoğulları ve Candaroğluları Trabzon Rum İmparatorluğuna arzu ettiği garantiyi sunacak güçte değildi. Bunlar ancak Osmanlı Devleti aleyhindeki bir ittifakın parçaları olabilirdi ki Onlar da bu ittifaka kendi istikballeri için seve seve katıldılar. Ancak tabii ki bu kadar çok farklı bölgelerde farklı hedefler için hareket eden hükümdarların ortak düşman olan Mehmet e karşı birleşmesi bir vaka idiyse de sonuçta her birinin farklı hedefleri vardı ve birbirlerine güvenmeleri için bir sebep yoktu. Zaten hiçbirisinin de David in ülkesini savunmak için harcayacağı bir kuruşu ya da feda edeceği askeri yoktu. Sadece Akkoyunlu sarayındaki prensesi ülkesinin kurtarılması için Uzun Hasan ı devamlı teşvik ediyordu. Nihayet Hasan harekete geçmeye karar verdi ve David in ricalarıyla Trabzon un haracının kaldırılmasını Mehmet ten istedi. Üstelik eğer Trabzon dan haraç istemeye devam edecek olursa Trabzon un Osmanlı devletine verdiği altmış yıllık haracın da Trabzon un hamisi sıfatıyla topluca kendisine iade edilmesi gerekeceğini ihtar etti. Tabii bu talebin kabul edilebilir bir yanı yoktu. Bu durum kısaca Trabzon devletine karşı bir seferin ayak seslerinin duyulması demekti ki nitekim öyle oldu. Osmanlıların Trabzon a karşı fiili teşebbüsleri imparator Kalo Johannes zamanında ( ) başlar. Kalo Johannes İstanbul un fethinden sonra Fatih e tâbi olup vergi vermeye başladı. Ancak bir taraftan Fatih e vergi öderken diğer taraftan Osmanlılara karşı hem Uzun Hasan hem de Papa ile anlaşmaya çalışıyordu. Ayrıca İstanbul un fethinden sonra Trabzon a gelen birçok ailenin ilticası da kabul etmişti. Böylece kendisini Grek tahtının tek varisi konuma da getirmeye çalışıyordu. 24 Fatih Sultan Mehmed ise kendi aleyhindeki gelişmeleri dikkatle izliyordu. Osmanlılara karşı hem doğu hem batı devletlerinin kuracağı güçlü bir birlik tehlikeli olabilirdi. Bunu engellemek bu ittifakın tam tesis olmadan çökmesini sağlamak amacıyla 1461 de sefere çıkarak Karadeniz kıyılarını tamamen hâkimiyet altına aldı. Sonrasında ilerleyişine devam ederek önce Cenevizlilerin elindeki Amasra yı fethetti. Bunun üzerine Sinop Bey i hemen hediyelerle elçi gönderdi ve Mehmed in zaferini 24 TEKİNDAĞ, Trabzon s

27 tebrik etti. Mehmet elçiye Sinop un terk edilmesi karşılığında Rumeli de aynı büyüklükte bir eyalet verileceğini bildirdi. Sağlam bir kalesi 400 topu askeri olmasına rağmen İsmail Bey teklifi kabul etmekten başka çare olmadığını düşündü. Hazinesini ve tüm yakınlarını alarak kendisine verilen Filibe ye yerleşti. Müttefiklerinin en ateşlilerinden birinin halini Trabzon imparatoru dâhil diğerleri ibretle izlediler. 25 Fatih bundan sonra Trabzon üzerine yürüdü. Bilinen yolları takip etmeyip, Kelkit civarında ordusunu ikiye ayırdı. Kendisi doğudan veziri Mahmut Paşa da batıdan geçit vermez dağları aşarak Trabzon a varmış 26 Osmanlı ordusunun böyle bir güzergâhı izleyemeyeceğini varsayan Trabzon imparatorunu gafil avlamıştı. Fatih denizden şehri kuşatan 300 parçalık donanmaya ilaveten karadan da büyük bir ordu ile iki koldan şehri kuşatmıştı. Bunu gören Trabzon İmparatoru David büyük bir şaşkınlığa kapıldı ve çaresizce barış istedi. Kralın başmabeyincisi Yorgi Amuritzes ile Sadrazam Mahmut Paşa arasındaki görüşmeden kalenin savaşmadan Sultan a teslimi karşılığında İmparator a Trabzon un gelirine denk bir yer verileceği şeklinde anlaşma çıktı. 21 Muharrem 866 (26 Ekim 1461) Pazartesi günü Osmanlı askeri şehre girdi. 27 Şehrin fethini olayın tanığı Tursun Bey şöyle resmeder: Bir sabah piyade ve süvari harekete geçip alaylar bağlayıp, Trabzon tarafına aktı. Mahmut Paşa akıncıları önceden Trabzon üzerine hareket etti ki kâfir firara vakit bulamasın. Baltacılar ve kazmacılar gayreti ile dağın doruğundan dibine inildi. Gemiler de denizden şehri kuşatmıştı. Kâfir Padişahın dağı aşıp şehri kuşatacağını aklına getirmez gafil otururdu. Padişahı karşısında görünce firara mecal bulamadı. Kendi canına ve hanümanına aman diledi. Kaleyi ve memleketi teslim etti. Bunun üzerine hil at ve vazife ile İstanbul a gönderildi. 28 Seferin bir diğer görgü şahidi de sefer sırasında Osmanlı ordusunda bulunan bir yabancıdır. 29 Sırp asıllı Konstantin Mihailoviç eserinde Trabzon seferini anlattığı kısma 25 Esasen Fatih Osmanlı tahtına geçtikten sonra bu yerleri fethetmeyi düşündüğünü ifade etmişti. ve bil cümle bir gün Hünkâr Mahmut Paşa ya eyitti: Mahmut birkaç niyetim var umarım ki Hak Teâla ben zayıfa kuvvet verip anı nasip ede Evvel biri şol İsfendiyar vilayetidir ki Kastamonu ve Sinop ve Koyul- Hisar dır. Ve biri şol Trabzon u bir cünüb kâfir yiyip yürür. El-hâsıl bunlar benim maksudumdur. Gece ve gündüz hayalimden gitmez dedi. NEŞRİ, Kitab-ı Cihannüma, Neşreden: F. Reşit UNAT, M. Altay KÖYMEN, Ankara, 1987, C.2, s Bundan sonra Neşri 26 Sultanın durumu ve karşılaştığı zorluklar Uzun Hasan ın annesi Sare Hatun un Fatih ten bir dilekte bulunmasına fırsat verdi Hay oğul Bir Durabuzun çün bunca zahmetler çekmek nedür demiş Fatih ise buna karşılık Ana! Bu zahmatlar Durabuzun içün değüldür. Bu zahmatlar din-i İslam yolundadır. Zira kim bizim elümüzde İslam kılıcı vardır. Ve eğer biz bu zahmeti ihtiyar etmesevüz bize gazi demek yalan olur diye cevap vermiştir. Aşıkpaşaoğlu Ahmet Aşıki, Tevarih-i Âl-i Osman, haz. N. A. ÇİFTÇİOĞLU, İstanbul, 1947, s Bundan sonra Aşıkpaşazâde 27 Bu tarih Türk Tarih Kurumunca kabul edilmiş olan, Trabzon ilinin resmi fetih gününün kutlandığı tarihtir. Yoksa kesinlik ifade etmemektedir. Tez konusunun dışında olduğu için bu konudaki tartışmalara girmiyorum. Örnek için bk. Cumhur ODABAŞIOĞLU, Fatih Sultan Mehmed in Trabzon u Fetih Tarihi Akademik Yorum, S. 2, Trabzon, 1992, ss TURSUN BEY, Tarih-i Ebu l Feth, haz: Ahmet TEZBAŞAR, Tercüman Gazetesi Yayınları, İstanbul, Tarihsiz, s Bundan sonra Tursun Bey 29 Eseri hakkında geniş bk. Kenan İNAN Osmanlılara Dair Layığı İle Değerlendirilemeyen Bir Kaynak: Konstantin Mihailoviç ve Eseri I. Türk Tarihi ve Edebiyatı Kongresi, Eylül 1996, Manisa 13

28 Sultan Mehmed deniz kenarında bulunan Trabzon imparatoruna karşı nasıl yürürdü şeklinde başlar ve şöyle devam eder: Trabzon toprakları büyük ve dağlıktır. Her taraftan putperestler ve Tatar olan Büyük Han, Uzun Hasan ve Canik Beyleri tarafından sarılmıştır. Bu Tatar Beyleri Sultan Mehmed den ise Trabzon Rum İmparatorunu komşu olarak tercih etmişlerdir. Bu nedenle Trabzon a yürürken bu Tatarlardan çok sıkıntı çektik. Büyük bir gayret ve kuvvetle Trabzon a yürüdük. Karşımıza çok güçlükler çıktı. Bunlar yolun uzunluğu, çevredeki insanların orduyu rahatsız etmeleri, açlık ve etraftaki dağların çok ve yüksek oluşu idi. Ayrıca buralarda her gün yağmur yağar. Her taraf bataklık olmuştu. Atlar bellerine kadar çamura saplandı. Sadece ordu değil Sultanın kendisi de bu güçlüğe katlandı. Sultanın arabaları da çamura saplandı ve ordu hareket edemez hale geldi. Sultan emir vererek bu arabaları kestirdi ve yaktırdı. Onların atlarını da kim istediyse verdi. Bu arabaların yükünü develere yükledi. Daha önceden yolların kötü olabileceğini düşünerek 800 deve getirmişti. Bu hazineleri taşıyan develerle dağdan dağa yürüdü. Develeri güçlükle dağlardan geçirdik develerin gidemediği yerlerde Sultan yeniçerilere develeri çekmelerini söyledi ve Onların maaşlarını artırdı. 30 Mihailoviç hatıralarında ilginç bir olay daha anlatır: Sultanın hazinelerini taşıyan bir deve yardan yuvarlanır. Üzerindeki sandıklar parçalanır, içinde altının olduğu para keseleri ortaya saçılır. Ancak Yeniçeriler hemen hadise mahalline gelip kılıçlarını çekerek altınları muhafaza altına alıp kimsenin el atmasına müsaade etmezler. Hazinenin sahibi olan Sultan gelene kadar o vaziyette beklerler. Sultan gelir ve tabloyu takdir ile hazineyi orada bulunanların almasına izin verir. Akabinde herkes hazinenin başına üşüşür ve alabildiği kadar kapabildiği kadar altın alır. Mihailoviç orada olanlar çok şanslı idi. Ben varana kadar kara topraktan başka bir şey kalmamıştı der. 31 Fatih teslim görüşmelerinde yapılan anlaşmaya uydu. Yapılan görüşmelerde kendisine eğer teslim olursa kendisine Mora Grek kralı Demetrius a yaptığı gibi servet, adalar ve güzel bir şehir vereceğini bildirmişti. David Kommenos ailesiyle birlikte Tuna bölgesinde geliri 300 bin sikke olan Makedonya nın Serez şehrine yerleştirildi. Ancak İslam dinini kabul eden imparatorluk ailesinden eski kral Yani nin oğlu prens Aleksi İstanbul a Peran Bağları denilen yere yerleştirildi. Bölgeye Bey in oğlunun oturduğu yer anlamında Beyoğlu denildi İNAN, Osmanlılara Dair Layığı İle Değerlendirilemeyen Bir Kaynak: Konstantin Mihailoviç ve Eseri s Burada Sultan Mehmed in insan psikolojisini okumaktaki başarısını görebiliyoruz. 31 İNAN, Osmanlılara Dair Layığı İle Değerlendirilemeyen Bir Kaynak: Konstantin Mihailoviç ve Eseri s.119. Yine aynı şekilde Sultan Mehmed in orduyu sevk etmede ve insan psikolojisini okumadaki başarısını, ordunun nabzını tutmadaki isabetini görüyoruz. Tüm bunların yanında ordunun Sultana olan bağlılığı da dikkatimizi çeken bir başka unsur olarak gözükmektedir. 32 GOLOĞLU, Trabzon Tarihi, s

29 b) Şehirde Osmanlı İdaresinin Tesisi: İslamlaşma ve Türkleşme Trabzon un şehir olarak çevresinin İslamlaşması fetihten önce başlamıştır. Şehrin tüm çevresi fetihten önce İslam dini ile tanışmıştır. Fatih şehre girdikten sonra ilk olarak fethin sembolü olarak şehrin en büyük kilisesi olan piskoposluk merkezi yani katedral olarak da kullanılmış olan Altınbaş Meryemana Kilisesi camiye çevrildi. 33 Şehrin bu ilk camisine Fatih Camii denildi. Bugün de kullanılan bu cami Ortahisar Camii adıyla bilinmektedir. Fatih in Trabzon da bulunduğu sırada Sent Öjen kilisesi de camiye çevrilerek ilk Cuma namazı burada kılındı ve bu camiye Yenicuma Camii denildi. Caminin bulunduğu mahalle de Yenicuma Mahallesi adını aldı. Fetihten sonra bir de Mumhaneönü semtinde bir kilise camiye çevrildi. Esasen bu kilise Trabzon metropolitine bırakılmıştı, ancak O nun Müslüman olmasıyla camiye çevrildi ve Karabaş camii adını aldı. 34 Küçük Ayvasıl semtindeki Saint Anna Kilisesi ise Hristiyan tapınağı olmaya devam etti. 35 Bundan sonra Fatih Osmanlı devletinin fethettiği diğer yerlerde olduğu gibi Trabzon da da kanunname yapmış, cizye-i şer iye ve rüsum-ü örfiye vergileri bu kanunnamede tesbit etmişti. 36 Trabzon sancağı Kanunnamesi klasik bir sancak kanunnamesinden çok bazı konuları ihtiva eden bir nizamname şeklindedir. Çünkü başlangıç kısmında İslam hukukuna uygun olarak Trabzon iskelesindeki gümrük kaideleri açıklanmıştır. Sonrasında dellaliye ile ilgili hükümler belediye vergileri demek olan ihtisab hükümleri, ipek kapanı ile ilgili hükümler, Trabzon Mumhanesi ile ilgili hükümler, Trabzon sancağı beyliği yani kanunnamenin ifadesiyle niyabeti ile ilgili hükümler ve nihayet müteferrik bazı hükümler ihtiva etmektedir. 37 Fatih Sultan Mehmet fethettiği şehirlerin zengin halkını İstanbul a yerleştirirdi. Sinop, Kastamonu, Konya, Aksaray gibi büyük şehirlerden İstanbul a aileler göndermişti. Trabzon da da aynı uygulamayı yaptı. Şehir halkının önemli bir bölümünü İstanbul a gönderdi. Bunlardan da İslamiyet i kabul edenleri şehir içine Hristiyan kalanları ise şehir dışına kurduğu mahallelere yerleştirdi. 33 Osmanlı devleti bir şehri fethettiğinde fatihler bu fethi sembolize etmek için en büyük dini yapısını -ki bu genellikle kilisesi olurdu- camiye çevirir ilk Cuma namazını orada kılardı. Fatih Sultan Mehmet de bu geleneğe uymuş tıpkı İstanbul un fethinden sonra şehrin en büyük kilisesi olan ve dolayısıyla patriklik makamınca kullanılan Ayasofya Kilisesini Camiye çevirerek ilk Cuma namazını burada kıldığı gibi Trabzon'da da şehrin en büyük kilisesi olan bu sebeple piskoposluk merkezi olan Altınbaş Meryemana kilisesini camiye çevirmiştir 34 Metropolitin Müslüman olması bize bir yandan İslamlaşmanın en üst düzeyde olduğunu gösterirken diğer taraftan bunun baskı ile olmadığını düşündürmektedir. Çünkü metropolitin otoritesi halkı olduğu ve halkı kendi dininde kaldığı sürece geçerlidir. Aşağıda örnekleri ile İslamlaşmanın yerli halk arasında nasıl yavaş ilerlediğini anladıktan sonra halkın dini önderinin herkesten önce yeni fatihlerinin dinine girmesini baskı ortamı ile açıklayamayız. 35 Hüseyin ALBAYRAK, Trabzon da İki Tarihi Mekân Çarşı Camii-Pazarkapı Camii ve Çevresi, Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul, 2010, s Ahmet AKGÜNDÜZ, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri: 1. Kitap Osmanlı Hukukuna Giriş ve Fatih Devri Kanunnâmeleri, Osmanlı Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, Bk. Ek. I 37 M. Tayyip, GÖKBİLGİN, XV. ve XVI. Asırlarda Eyalet-i Rum Vakıflar Dergisi, C. IV, ss:

30 Osmanlı kaynakları tarafından ifade edilirken gayet normal karşılanabilecek olan ifadelerle anlatılan hatta takdirkârane sunulan beldenin Türkleşmesi ve İslamlaşmasını sağlamak için yapılanlar özellikle bazı müsteşrikler tarafından çok acıklı bir tablo halinde resmedilir. Mesela onlardan biri olan Chalcocondyles fethi şöyle anlatır: Sultan Mehmet in yeniçerileri Sultanın emri üzerine Trabzon şehrini aldılar; İmparatoru, çocuklarını ve yanında bulunan akrabalarını gemilere yerleştirdiler ve gemilere Bizans a yelken açmaları emri verildi, Sultan da kısa süre sonra kara yoluyla oraya gelecekti. Şehri Gelibolu valisi olan amiraline teslim etti ve O da kaleye yeniçerileri kaleye de azab ları yerleştirdi. Trabzon halkını bölümlere ayırarak birini kendine ayırdı ve bunları daha sonra sarayında silahtar ve sipahi oğlanlar olarak yetiştirdi. Diğer bir bölümünü Bizans a yerleştirdi ve başka bir bölümünü yeniçeri ve işçi yaptı. Seçilen 800 erkek çocuğunu yeniçeri saflarına kattı. Kızların da bir kısmını kendisine ayırdı, diğerlerini hediye verdi, bir kısmını oğullarına gönderdi ve bir kısmını da hemen evlendirdi. 38 Bunlara mukabil Tursun Bey Kale ve memleket tamamen zapt olunup bey, muhafız, dizdar ve kadılar tayin edildi. Kalenin kızlarına ve oğlanlarına dokunulmadı. Baki malları ellerine verilüp yerlerinde bırakıldılar. Yalnız cizye-i şer i ve rüsum-u örfi alınması kararlaştırıldı. Daha sonra bazı esirler gemilerle İstanbul a gönderildi şeklinde kayıt düşmüştür. 39 Kısaca Batı kaynaklarına göre Trabzon Rumları şehirden çıkarılmış, bir kısmı İstanbul a gönderilmiş, bir kısmı esir olarak askerlere dağıtılmış, bir kısmı da şehir haricine sürülmüştür. Osmanlı kaynakları ise bilakis halkın yerinde bırakıldığından bahsedilir. Bazı Garp Müdekkiklerinin son tetkikleri de bu Osmanlı rivayetini teyid etmektedir. Mesela Lowry nin tahrir defterleri üzerinde yaptığı çalışmaları sonucu elde ettiği bulgular bu ifadeleri destekler mahiyettedir. Lowry e göre sadece imparator ve şehrin önde gelenleri İstanbul a tüm taşınabilir malları ile gönderilmiştir. Bundan başka sadece şehir merkezinden değil tüm çevreden seçilen 1500 kadın ve erkeğin 800 ü Yeniçeri olması için kalanı da hizmetler için İstanbul a gönderilmiş şehrin kalan halkı şehirde yaşamaya devam etmiştir. Bunu Tahrirlerden anlamak mümkündür. Dolayısıyla Chalcocondyles ekolünün şehrin tüm Hıristiyanlarının sürüldüğü şeklindeki açıklamaları gerçeği yansıtmamaktadır. 40 Tekfur ile birlikte kendisi dışında İstanbul a sürülen mülk sahiplerinin kesin bilinen sayısı 828 numaralı deftere göre 17 hanedir. Bunların Tekfurun yakın adamları ve Rum İmparatorluğunun ileri gelen yöneticileri oldukları düşünülebilir. İstanbul a yapılan bu sürgün bizzat Fatih in emri ile gerçekleşmiştir. Defterde bu durum açıkça padişah emri ile İstanbul a sürgün olmuştur 41 mealinde geçmektedir. Bu kişilerin 38 L. CHALCOCONDYLES, Corpus Scriptorum Historiae Byzantinae, C. XXXII, 1842, ss: Naklen HEATH W. LOWRY, Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi ( ) Çevirenler: Demet Lowry, Heath W. Lowry, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2010, ss: TURSUN BEY, Tarih-i Ebu l Feth, s Heath LOWRY, Feridun EMECEN Trabzon D.İ.A., C., T.D.V. Yayınları, İstanbul, s B.O.A., MAD., nr. 828, s

31 buradan yani İstanbul dan tekfur ve ailesi dışında ikinci bir sürgüne gönderildiklerine dair bir kayda ise rastlanmamıştır. Dolayısıyla Tekfur İstanbul dan sürülürken bu ileri gelenler İstanbul da kalmış olmalıdırlar. Yani imparatorluğun ileri gelenleri İstanbul a sürülmüşken 42 imparator David Kommenos Bizans başkentinde bırakılmamış ailesiyle birlikte Makedonya nın Serez şehrine yerleştirilmişti. Ancak kısa zaman sonra Kommen ailesi David in bir rivayete göre Uzun Hasan a diğer rivayete göre Papalığa Sultan Mehmet aleyhine yazdığı ve harekete geçilmesini isteyen mektubunun ele geçirilmesi sonucu öldürülmüştür. Fallmerayer eserinde bu mektup işinin uydurma olabileceğini, yine de son Kommen David in varlığının Anadolu da kalmış Grek bağlıları için meşru bir istinat olabileceği düşüncesiyle Mehmet in bu tasarrufta haklı olduğunu belirtir. 43 İncelediğimiz belgeler ışığında şehirden tüm Hristiyanların sürüldüğü şeklinde bir sonuç çıkarılmıyorsa da Fatih şehrin Müslümanlaşması için gerekli tedbirleri almayı ihmal etmiş değildir. Aşıkpaşazâde Trabzon a İslam erlerinden kimselerin sürüldüğünü anlatmaktadır da Trabzon da yaşayan Müslümanların %78 i şehre çevre yerlerden getirilerek zorla iskân ettirilen Müslümanlardı. Bu Müslümanlar 1486 tarihli defterde şu ifadelerle geçmektedir: Cemaat-i Müslümanlar ki bi emr-i Hazreti Sultan-i Azam sürgün amed der Trabzon 45 Bu durum o sıralarda yeni zapt ettiği başkent İstanbul un nüfusunu artırmak için sürgün politikası uygulayan Fatih Sultan Mehmed in Trabzon a verdiği önemi gösterir. Gerçekten O başkent İstanbul ile Trabzon u İslamlaştırma çabalarını aynı anda yürütmüştür. Defterlerdeki kayıtları değerlendirdiğimizde fethi müteakip ilk 25 yıl içinde Trabzon a en az 6 büyük sürgün yapıldığını tesbit ederiz. 46 Bu zorunlu sakinlerden başka kendi isteğiyle gelip yerleşen bir Müslüman cemaati daha vardır ki bunlar da defterlerde cemaat-i Müslümanan ki ihtiyarlarıyla gelip mütemekkin olmuşlardır şeklinde geçmektedir. 47 Öte yandan şehirde İslam ı yaymak için devlet teşvikli çalışmalar da yapıldığı bir gerçektir. Bu politikanın sayısal bir göstergesi şöyle okunabilir: 1486 tahrir defterinde 5 hoca, 2 hatip olmak üzere toplam 7 tane Müslüman din adamı var iken 1523 e gelindiğinde 10 imam, 7 müezzin, 2 hatip, 2 hafız ve 1 kayyum olmak üzere 22 din adamı vardır. Bu suretle şehirde %3 olan din adamı oranı % 10 a yükselmiştir. 48 Bu artış Müslüman nüfusun artışı ile ilgili olmadığına göre doğrudan İslamlaştırma çabası ile ilgilidir. Çünkü 1486 tahririnde 1290 olan Müslüman sayısı 1523 tahririnde 1005 e gerilemiştir. Müslüman nüfustaki %22 lik bu kaybın nedeni sürgün olarak gelenlerin fırsatını bulunca geri gitmeleridir. Şehrin genelinde aynı dönemde Rumlar 4373 ten 4857 ye, Ermeniler 838 den 907 ye, Katolikler ise 210 dan 248 e ulaşmış olduğuna 42 Müslüman olan eski kral Yani nin oğlu prens Aleksi İstanbul da kalabilmişti. 43 FALLMERAYER, Trabzon İmparatorluğunun Tarihi, ss AŞIKPAŞAZÂDE, s B.O.A., MAD., nr. 828, s Mehmet BİLGİN, Ömer YILDIRIM, Sürmene, Sürmene Belediyesi Yayınları, İstanbul, 1990, s B.O.A., MAD., nr. 828, s LOWRY, Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi ( ), s

32 göre bu kaybı başka türlü okumak pek mümkün görünmemektedir. 49 Gayrimüslim nüfustaki bu artışın ise şehirde asayişin sağlanmasına bağlı doğal nüfus artışı olduğu düşünülebilir. Sürgün İstanbul dışındaki yerlere de olmuştur. Mesela tarihli tahrire göre Karadeniz Ereğli nde 6 hane Trabzonî diye anılan bir nüfus yaşamaktaydı. Niğbolu nun Lofça kazası mahalleri arasında da Mahalle-i Trabzonluyan adında bir mahalle vardır ile 1553 arasında Trabzon şehrinde sosyal yapıda da önemli değişiklikler olmuştur. 30 yılda mahalle sayısı 24 ten 45 e çıkmıştır. Bu durumu ilk bakışta nüfus artışına bağlayabileceğimiz düşünülse de gerçekte durum tam tersidir. Bu süreçte nüfus 7107 den 6100 e düşmüştür. Bu durum nüfusta %13 lük bir azalışa tekabül etmektedir. Kurulan yeni mahallelerin büyük çoğuna tekabül eden 16 mahallenin şehrin yeni sakinleri olduğu defter kayıtlarından açıkça belli olduğuna göre 2170 kişiyi de çıkarırsak azalan nüfus miktarı neredeyse şehrin nüfusunun yarısıdır. 51 Yeni mahallelerden altı tanesi ise göçle geldiklerine dair kayıt olmayan Müslüman mahalleleridir. Bu yeni mahalleleri şehrin bu dönemdeki Müslüman nüfusunun doğal iç göçle kurduğu düşünülür. Defterlerde yer alan hariç ez defter ifadesi Müslümanların ki ez hariç amed end ifadesi ise Hristiyanların yeni gelen (bir önceki tahrirden sonra gelen) nüfusu için kullanılmıştır tahrir defterinde yeni hane toplamını 434 olarak alırsak şehir nüfusunda önemli bir artış beklememiz gerekirdi te 7017 olan nüfus zamanla nüfusun doğal artışı işe karışmadan 2170 kişilik artışla 9240 olmalı idi. Ancak bu defterde nüfus yalnızca 6100 dür. Yeni gelen nüfusu çıkarırsak eskiden kalma nüfus 4847 kişi kalıyor ki bu durum % 30 luk bir nüfus kaybı yaşandığını gösterir. Bu kaybın nereden kaynaklandığını araştırırsak Müslümanların nüfus kaybı bir yana 30 yılda 1005 ten 2850 kişiye çıktığını görürüz. % 185 lik bu nüfus artışı tek kelime ile şehre yeni gelen göçtür. Defter incelendiğinde şehre 268 hane yeni Müslüman göçü geldiği anlaşılmaktadır. Bundan başka 91 hane de Müslümanların iç artışı vardır. Hristiyanlara gelince her üç gurubu da nüfus kaybetmiştir. Ermeniler 947 den 5452e düşmüştür. Bu % 39 luk bir nüfus kaybıdır. Aynı şekilde Katolikler de 248 den 160 a düşmüştür ki bu da benzer bir orana % 35 e tekabül etmektedir. Her iki gurup için de yeni bir yerleşim gösterilmediğinden bu gerçek bir nüfus azalmasıdır. En büyük kaybı ise Rumlar yaşamıştır teki 4857 kişilik nüfus 2545 e düşmüştür ki bu % 47 lik bir nüfus azalmasıdır. Rum nüfusu yarı yarıya azalmıştır. Daha da ötesi defterde kayıtlı 2545 Rum un 830 tanesi defterde yeni gelenler diye kayıtlı olduğuna göre bu sayıyı da çıkarsak 1715 kişi kalır. Yani 30 yıl önceki Rumlardan % 65 i artık şehirde Hristiyan olarak yoktur. Bu durumun bir sebebi İslamlaşmadır. Konu ülkemizdeki ilk 49 LOWRY, Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi ( ), ss BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, ss LOWRY, Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi ( ), ss LOWRY, Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi ( ), s

33 şehir tarihi eserinde şöyle anlatılır: Bu dönemde İslamiyet Trabzon da henüz tam olarak yayılmamıştı. Özellikle Kandahor (Çaykara) bucağını da içine alan Of bölgesinde İslamiyet hiç tanınmıyor Hristiyanlık yaşamaya devam ediyordu. Trabzon hakkındaki ilk şehir tarihinin müellifi Şakir Şevket e göre Bu sıralarda (XVI. yy ortaları) Maraşlı din bilginlerinden Şeyh Osman 53 adında bir zat Of a geldi. Halkın İslamiyet i tanımasına ve bu yeni dini girmelerine önayak oldu. Öylesine yoğun faaliyette bulundu ve muvaffak oldu ki halk ile birlikte papazların da çoğu İslamiyet e girdi. 54 Ancak ne Müslüman sayısındaki artış ne de Hristiyan nüfusun gerek sayıca gerkse de oran olarak azalışı tam olarak böyle açıklanabilir. Şehirdeki nüfus değişiminin izleri çok daha farklı yerlerde bulunabilir. Mesela İstanbul'daki Fatih Sultan Mehmed Camii ve İmareti hakkındaki 1540 tarihli tapu tahrir defterindeki 275 haneden oluşan cemaat-i Trabzonluyan Hristiyan nüfusundaki azalmanın en azından bir bölümünün İstanbul a göç ettirme yüzünden olduğunu düşündürmektedir. Defterdeki Mahalle-i Aya Trabzon Mahalle-i Fenar-ı Trabzon Cemaat-i Ermeniyan-ı Trabzon kayıtları bize Trabzon daki nüfus kaybını izah etmektedir te Trabzon şehir nüfusunun %35 i şehre yeni gelmiş olarak gösterilmiştir. Bu kadar büyük bir göç dalgasının bir nedeni de İstanbul a gönderilen Hristiyanların boşalttığı evler olabilir. Nitekim yılları arasında nefs-i Trabzon daki Müslümanların artış hızı %5,87 dir. Bu oran doğal yollarla olabilecek artışın üzerindedir. Bu durumda bunun iki türlü izahı yapılabilir. Ya şehirdeki gayrimüslimler arasında ihtida hareketleri yaygındır ya da dışarıdan Müslüman nüfus gelmiştir. Defterlere bakıldığında 1554 tarihli tahrir defterinde sadece 2 hanenin yeni Müslüman olarak kaydedildiği görüldüğüne göre bu artış göçle gelen Müslümanlardan kaynaklanmaktadır. Trabzon sancağında Giresun ve Kürtün dışındaki yerlerde Müslüman nüfus fazla sayıda olmadığına göre bu yerler dışında sancak dâhilinden şehre Müslüman nüfus aktarılması da mümkün değildir. Bu durumda yeni gelenler çoğunlukla başka sancaklardan getirilmiş olmalıdır. 56 Sur içinde 1523 te 225 sakinle yer alan Meso Kastro adlı Rum Mahallesi 1553 yılında yoktur. Bunların İstanbul a Trabzon'dan yapılan göçün bir bölümü olduğu düşünülebilir. 57 Bunlar sur içinde diye mi gönderilmiştir? O zaman İstanbul a gönderilmede mekân da mı önemlidir? Bu konuların açıklığa kavuşturulması için elimizde daha fazla veri olmalı ve konu ayrıntılı olarak tahlil edilmelidir. Şu andaki veriler ışığında oluşan kanaat ilk önce herkes sonra belli görevi olanların İstanbul a gönderilmiş olduğudur. Her ne olursa olsun bundan sonra sur içinde tek bir Hristiyan 53 Halk arasında Maraşlı Şeyh diye tanınan Osman efendinin mezarı bugün Çaykara da ziyaretgâhtır. 54 ŞAKİR ŞEVKET, Trabzon Tarihi, Haz. Kemal KARADENİZLİ, Ankara, 1954, C. 1, s Ayşe HÜR, Trabzon un Etnik Tarihine Bir Bakış Trabzon u Anlamak, Derleyenler: Güven BAKIREZER, Yücel DEMİRER, İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2010, s BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, ss ayrıca bk. LOWRY, Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi ( ), s LOWRY, Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi ( ), ss

34 kalmamıştır. Anlaşılan nüfus yapısı değişirken yerleşim kalıpları da değişiyordu. Zamanla Müslümanlar şehrin tümüne yayılmışken Hristiyanlar şehrin varoşlarına doğru itilmişlerdi. Bu tablonun oluşmasında psikolojik ve sosyo-kültürel faktörlerin yanında Osmanlı yönetiminin bilinçli politikasının da etkisi olmalıdır. Mesela devletin vergi politikası bu olguyu yani Hristiyanların şehrin dışına sürülmesi olgusunu tetiklemiş olmalıdır. Çünkü hane başına 25 akçe olarak ödenen ispençe vergisi yılına kadar birçok bölgede topluca tahsil edilmekteydi. 59 Netice olarak LOWRY e göre FALLMERAYER in Trabzon sakinlerinin kaderleri çok acıydı. Yalnızca üçte birinin şehirde kalmasına izin verilmiş, bunlarda şehrin eteklerine surların dışına sürülmüştü 60 ifadeleriyle yanlışlıkla fetihten hemen sonrası diye anlattığı bu tablo 1461 olaylarına pek uymasa da 1553 te durum bundan pek farklı değildi. 61 Burada aklımıza şöyle bir soru da gelebilmektedir: Osmanlılar neden fetihten hemen sonra değil de arasında bölgede bir İslamlaştırma politikası uygulamışlardır? Bunun hikmeti 1523 yılından sonra Osmanlı-Safevi ilişkilerindeki sürekli mücadele ve savaşlarla birlikte düşünüldüğünde kuzey Anadolu ikmal yolları üzerinde Safevi sınırına çok yakın ve büyük oranda Hristiyanlarla meskûn bir şehrin Osmanlı Devleti tarafından uygun görülmemiş olma ihtimali olabilir. Nitekim arasındaki otuz yılda Trabzon da büyük değişim olmuş % 14 olan Müslüman nüfus % 46 ya yükselmiştir. Bu durum daha sonraki yıllarda da devam etmiştir. Sürecin devamının izine 1583 tahrir defterinde de rastlanmaktadır yılları arasında şehrin genel nüfusu kişiden kişiye yükselerek %45 oranında artmıştır. Bu rakamlar Fernand BRAUDEL in Akdeniz ülkeleri ve Osmanlı şehirleri için XVI. yy boyunca tahmin ettiği %100 lük nüfus artışının çok altındadır. Bunun en önemli sebebi Osmanlı devletinin Trabzon da arasında yoğun olarak sürdürdüğü iskân politikasıdır arası şehre önemli bir göç dalgası yoktur. Sadece 30 Hristiyan hanesinin geldiği kayıtlıdır. Gerçek göç olgusu daha fazla olsa bile bu dönem arası gibi yoğun bir göçe sahne olmamıştır. LORWY e göre nüfus artışı genelde doğal sebeplere Müslüman nüfusunun daha fazla artması ise ihtida olayları ile açıklanabilir. O Mufassal tahrir defterlerinde kişilerin isim isim yer almasının ihtidaların izlenebilmesine imkân verdiğini düşünmektedir. Çünkü defterde kişi adları ile birlikte baba adları da verilmekte ve ihtida edenlerin baba adları olarak da büyük çoğunlukla 58 Hristiyanların ödediği bir çeşit vergidir. Üçüncü bölümde vergiler başlığı altında genişçe tahlil edildiğinden burada bu işaret ile iktifa edilmiştir. 59 Ancak yeni mühtediler hemen vergiden muaf olmuyordu. Sadece cemaatlerinden ayrılıyor dindaşlarına ait vergileri bireysel olarak ödüyorlardı. Bu dunumun samimi olmayan ihtidaları önlemek için bir çözüm olarak icat edildiği düşünülebilir. HÜR, Trabzon un Etnik Tarihine Bir Bakış, s FALLMERAYER, Trabzon İmparatorluğunun Tarihi, s LOWRY, Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi ( ), s LOWRY, Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi ( ), s Fernand BROUDEL, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, çev. Mehmet Ali KILIÇBAY, 2. Baskı, İstanbul, 1989, C. I, ss

35 Abdullah ismi geçmektedir. Evet, gerçekten defterler incelendiğinde 1553 te sadece iki, 1583 te ise sadece bir kişinin adı Abdullah tır. Ancak aynı deftere bakıldığında 1553 yılında 163, 1583 yılında ise 256 kişinin baba adının Abdullah olduğu görülür ki bunların hemen tamamı LOWRY e göre yeni Müslümanlar olmalıdır tarihinde baba adı Abdullah olanların bütün Müslümanlara oranı % 22,5 iken 1553 te bu oran %28,6 dır. Yani 1583 te Müslüman nüfusun %51 den fazlası birinci ve ikinci kuşak mühtedilerdir. Bu tahmin bize arasında Müslüman nüfusun % 98 artmasına karşın Hristiyan nüfusunun % 50 artışını da açıklar. Bu doğal bir büyümedir. 64 Zira bu dönemde yeni gelen olarak sadece 30 Hristiyan hane kaydedilmiştir. 65 Lowry nin bu değerlendirmelerine birçok tarihçinin itirazları olmuştur. Bunlardan biri de XVI. yüzyıl Trabzon unun ekonomik ve sosyal tarihi üzerine doktora yapan Hanefi BOSTAN dır. O na göre Lowry nin eserinde Trabzon şehrinde yaşayan veled-i Abdullahları ihtida etmiş kişiler olarak ele almasının belgelerin dilinde karşılığı yoktur. Gerçekten tahrir kayıtlarında baba adı Abdullah olanların ihtida ettiğine dair bir kayıt yoktur. Aksine kayıtlarda yeni Müslüman olanlardan baba adları belirtilmemiş olanlar olabildiği gibi gayrimüslim baba adları ile kaydedilenler de mevcuttur. Hanefi BOSTAN buna örnek olarak 1486 tarihli tahrir defterinde değirmen sahipleri arasında Mustafa adında bir müselmân-ı nev kaydedildiğini ancak bu kişinin baba adının zikredilmediğini verir. Yine 1554 tahrir defterinde de Ali nev-müselmân Memi veled-i O başlığı ile iki kişi kaydedilmiş ancak burada Ali nin baba adı verilmemiştir. 66 Yine aynı defterdeki bir başka kayıtta Ramazan adında baba adı belirtilmeyen ve yeni Müslüman olan bir başka kişiye de rastlanmaktadır. 67 Bostan tesbitlerine 1520 yılında yeni kurulan bir Müslüman Mahallesi olan Sarmaşık Mescidi mahallesinde ikamet eden Hüseyin veled-i Andron Müslim nev adında birinin yaşadığını kayda geçirerek devam eder. Burada görüldüğü kadarıyla Müslümanlığı kabul eden kişinin baba adının Abdullah olarak kayda geçirilmesi bir kural olmayıp kişi pekâlâ gayrimüslim babası adı ile de kayıtlara girebilmektedir. Onun tesbitlerine göre arasındaki on yılda tutulan 5 şer iye sicilinin taranmasında sadece 5 kişinin ihtida ettiğine dair kayda ulaşılmaktadır. Bu kişilerden de birinin baba adı Abdullah diğerinin ise Konstantin olarak kaydedilmiştir. BOSTAN bu Abdullah kaydından baba adı Abdullah olarak kaydedilmenin manasını da çıkarır. Çünkü baba adı Abdullah olarak kaydedilen bu kişi daha önce Avram adlı bir gayrimüslimin kölesidir. Sicil taraması genişletildiğinde yılları arasında ihtidası tesbit edilen sadece 10 kişi olduğu, bunlarında yalnızca ikisinin baba adının defterlerde Abdullah olarak kaydedildiğini anlatır. 68 Ona göre defterlerde baba adı Abdullah olarak kaydedilen kişiler genellikle köle ya da azat edilmiş kölelerdi. Gerçekten bir yandan köleliğin toplumda yaygın oluşu diğer taraftan 64 Sanayi öncesi toplumlarda doğal büyüme %1-1,5 arasıdır. 65 LOWRY, Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi ( ), ss , Sicillerde çok kullanılan bir tanımlama biçimidir. Buna göre kişi babasından sonra yazılıyorsa baba adı yazılmaz veled-i O hatta ağabeyinden sonra yazılıyorsa yine baba adı yazılmaz birader-i O yazılırdı. 67 BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, s BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, ss

36 İslam dininin köle azat etmeyi ciddi şekilde teşvik etmesi 69 eğer Bostan ın iddiası doğru ise defterlerde bu kadar sık geçen veled-i Abdullah ları açıklamaktadır. Mesela 1554 yılına ait defterde bulunan toplam 153 Abdullah oğlunun 27 sinin azat edilmiş köle olduğu kesin idi. Yine bunlardan 17 tanesinin Amasyalı, Arnavut, Laz, ma zûl sipahi, Türkmen Torullu, Samsunlu, Canikli, Derviş, Hacı, Hoca ve Hacıoğlu olduğu belli idi. Kalan 108 neferin aslının ne olduğuna dair bir kanıt yoksa da Rum asıllı yeni Müslüman olduklarına dair bir kayıt ta yoktur. Bostan a göre bunlar Safevi savaşlarında esir edilen kızılbaş Türkler ile Trabzon a sıklıkla getirilen Gürcü ve Abaza kökenli köleler idi. 70 Bu iki karşıt görüşü değerlendirdiğimizde Müslüman olanların baba adının Abdullah olarak kayda geçirilmesi tarzında bir realite varsa da bunun kesinlik olmadığı, bir kanun olmadığı anlaşılır. 71 Bostan ın gösterdiği siciller de bunu ispat etmektedir. Diğer taraftan şehirdeki Müslüman nüfusunun 1583 te %53 olduktan sonra XIX. yüzyıla kadar neredeyse hiç değişmeden kalmış olması yani yüzyıllar sonra % 56 olması kısaca arada anlamlı bir fark olmaması da Müslümanlaşmada ihtidanın etkisinin sınırlı olduğunu anlatmaktadır. 72 Anlaşılan şehri İslamlaştırmak isteyen Osmanlı yönetimi uyguladığı iskân politikasıyla yaklaşık 100 senede bunu sağladıktan sonra bu faaliyetini durdurmuştu ki Müslüman-gayrimüslim oranı yüzyıllar boyunca aynı kalmıştır. Yani Müslüman olan Müslüman Hristiyan ise Hristiyan kalmış, her toplum doğal nüfus artışı ile büyüdüğü için de oransal olarak değişim olmamıştır. Eğer Müslümanlaşma etkili oranda ihtida ile olsaydı belli bir orana ulaşılınca bıçakla kesilir gibi kesilmemesi gerekirdi. Ama Müslümanlaşma Osmanlı yöneticilerinin planlı bir faaliyeti olduğu ve ağırlıklı olarak şehre yaptırılan Müslüman göçü ile gerçekleştiği için yeterli görüldüğünde sürgün politikası sonlandırılmıştır. Tabii bu değerlendirme ihtida 69 Gerçekten birçok sicilde köle azadına ilişkin kayıtlara rastlanmaktadır. 70 BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, ss Bu konuda Bursa sicilleri örneğinde değerlendirmelerde de benzer sonuçlara ulaşılmıştır. Buna göre yılları arasında Bursa da vefat eden 3121 kişiden 879 unun (%28) baba adı Abdullah tır. Bunlar halen köle ise baba adı Abdullah azat edilmiş ise atik kelimesi ilave edilmiş şekilde Abdullah ismi ile kayda geçtiği kabul edilmiştir. Bu çıkarım akla uygun gelmektedir. Zira bu tarih Bursa'nın fethinden çok sonraki bir tarihtir. Fetihten bu kadar sene sonra bir İslamlaşma pek mantıklı değildir. Hüseyin ÖZDEĞER, Yılları Bursa Şehri Tereke Defterleri, Ankara, 1988, s. 44; Ayrıca bk. Osman ÇETİN Bursa Şer iye Sicillerine Göre Anadolu nun İslamlaşması Sürecinde İhtidaların Yeri ve Bazı İhtida Kayıtlarının Düşündürdükleri, Tarih ve Toplum, S.74, İstanbul Şubat, 1990, ss Bu yorumu destekleyen bir diğer gösterge de Bosna ve Arnavutluk un İslamlaşmasıdır. Her iki bölgede de ihtidanın çok yaygın olduğu bilinmektedir. Ancak yine bilinmektedir ki bu bölgeler fetihten hemen sonra İslamlaşmışlardır. Mesela Bosnalılar Hristiyanlığın İslam dinine en yakın yorumu olarak tanımlanan Nasturî mezhebine -tek Allah inancını benimseyen bir mezhep- mensupturlar. Bu mezhep ihtilafından dolayı komşuları Sırplarla mücadele içindedirler. Fatih bölgeyi feth ettiğinde İslam dini ile tanışmışlar ve topluca Müslüman olmuşlardır. Burada konumuz açısından vurgulanması gereken husus fetihten hemen sonra Müslüman olmalarıdır. Ancak biz biliyoruz ki fetihten 25 yıl sonra 1486 tahririnde Trabzon un Akçaabat ve Sürmene gibi bazı nahiyelerinde hiç Müslüman yoktur. Trabzon'da çok yaygın bir ihtida olsa idi bunların fetihten sonra ihtida etmiş olmaları beklenirdi. Bu durumda 1583 teki Müslümanlar Lowry nin dediği gibi ilk veya ikinci kuşak değil dördüncü kuşak olmalı idi. Nitekim Trabzon bölgesinde de bazı yerlerde toplu ihtidalar olmuştur. Ancak bunlar fetihten az sonra gerçekleşmiş ve ilk kayıtlara defterine- yansımıştır. Hanefi BOSTAN, XV. ve XIX. yüzyıllarda Maçka Kazasında Nüfus Hareketleri ve Nüfusun Etnik Yapısı Uluslararası Giresun ve Doğu Karadeniz Sosyal Bilimler Sempozyumu 9-11 Ekim 2008, C.1, Giresun Belediyesi Yayınları, Ankara, 2009, ss

37 olayının hiç olmadığı anlamına gelmemektedir. Netice itibariye mahkemelerde kayda geçen şeref-i İslam ile müşerref olma veya ben gayri Müslim iken ibareleri veya bir Müslümanın gayrimüslim kardeşleri ile miras taksimini belirten sicil kayıtları 73 ihtida olgusunu kabulümüzü gerektirir. Ancak bunun toplumda demografik yapıyı etkileyecek boyutta olmaması kabul edilmelidir. Aksi takdirde fetihten sonraki ilk 50 yılda Müslüman nüfusun %14 e ulaşmasını sonraki 50 yılın ise ilk döneminde birden hızlanıp önce % 46 ya sonra %53 e kadar çıkıp yatay bir seyir izlemesini izah edemeyiz. XVII. yüzyılın ikinci yarısına gelindiğinde ise artık taşlar yerine oturmuştur ki çok az ihtida kaydına rastlanılmıştır. 74 Her ne kadar 34 defterde yer alan binlerce kayıttan inceleme sırasında tesbit edilemeyenler olmuş olabilirse de yüzlerce kayıt olsa idi mutlaka çok daha fazla kayıt tesbit edilebilirdi. Bu sonuç Bostan ın fetihten sonraki yüz yılda sadece 10 ihtida kaydı tespitini destekler mahiyettedir. 75 Diğer taraftan Bostan da Maçka üzerine makalesinde XVII. yüzyılda nahiyede hiç ihtida tesbit edemediğini belirtmektedir. 76 Zaten ihtidanın aynı hızda devam etmesi nüfus yapısında da ciddi değişime sebep olacak yüzyıllarca Müslüman gayrimüslim nüfusun birbirine oranını tanımlayan dengesi muhafaza edilemeyecekti. Ancak şu noktaya dikkat edilmelidir: Her ihtida kayda girmiş değildir. Yani bir kişinin Müslüman olduğunda bunu sicile kaydettirmesi gibi bir zorunluluk yoktur ve muhakkak Müslüman olanlar birkaç ile ifade edilemeyecek kadar çoktur. Burada yapılan tesbit bu sayının toplumdaki nüfusu değiştirecek boyutta olmadığı ya da diğer bir söyleyişle Trabzon un İslamlaşmasında iskân politikasının ihtida hareketlerine oranla daha belirleyici olduğudur. Özetle arasındaki dört tahrir defterinden şehrin İslamlaşma süreci izlenebilir. Sürecin sonunda Trabzon %53 ü Müslümanların yaşadığı bir şehir olmuştur da sadece sur içinde yaşayan Müslümanlar 1553 e gelindiğinde tüm şehre yayılmışlar, 1583 te ise en kalabalık dini toplum olmuşlardır. Ancak kullanılan dil hala Rumcadır. Türkleşme daha yeni başlamaktadır. 77 Lowry Trabzon un Müslümanlaşması sürecini 125 yılda incelemektedir. Burada ulaştığı sonuç Müslümanlaşmanın 1461 fethinden hemen sonra ani bir gelişme olmadığıdır. Bu durum kişilerin zorla Müslüman yapılmadığını göstermesi bakımından önemli, İslam dininin genel karakterini ve tüm İslam ülkelerindeki uygulamayı tarihli bir sicil kaydında acemi oğlanı iken vefat eden Süleyman adlı kişinin Akçaabat a tabi bir köyde kâfir karındaşları bulunduğu belirtilmektedir. T. Ş. S., 1818, 82, 1, 1 naklen BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat s İncelenen dönemde tesbit edilen ihtidalar ve örnek kayıtları için bk. Dini hayat bölümü ihtida kısmı 75 Sicil kaydına yansımış olan ihtida olayları sonraki dönemlerde de çok nadirdir. Mesela Maçka da XVII. yüzyılda ihtida kaydı tesbit edemediğini Bostan da kaydetmektedir. Yine O yılları arasında ise sadece 5 ihtida olayının kayda girdiğini belirtmektedir. Ayrıntı için bk. BOSTAN, XV. ve XIX. yüzyıllarda Maçka Kazasında Nüfus Hareketleri ve Nüfusun Etnik Yapısı ss BOSTAN, XV. ve XIX. yüzyıllarda Maçka Kazasında Nüfus Hareketleri ve Nüfusun Etnik Yapısı s LOWRY, Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi ( ), ss. 178 vd. 23

38 aksettirmesi bakımından tarihi gerçeklerle örtüşen bir tesbittir. İslamlaşma uzun bir süre içinde kendi doğal mecrasında ilerlemiştir. Gerçekten Trabzon konusundaki araştırmalar fetihten 100 yıl sonrasına kadar şehir sakinlerinin çoğunun Hristiyan olduğunu ortaya çıkarmıştır. Nitekim ancak 125 yıl sonra çoğunluğu Müslüman bir şehirden söz edilmektedir. Ancak fetih öncesi karakterin çoğu korunmaktadır. Mesela Müslümanların LOWRY e göre en az yarısı yeni Müslüman mühtedilerdir. Ancak nüfusun hala %70 i Rumca konuşmaktadır. Diğer bir deyişle İslamlaşma hemen hemen tamamlanmış ancak Türkleşme daha ilk aşamadadır. 78 Nitekim Türkleşmenin en somut göstergelerinden Türk dilinin kullanımı henüz başlamamıştır. Bu, yeni bir dine girmenin dili öğrenmek için motive edici etkisi ile ilerleyecektir. Şehrin İslamlaşması ile Türkleşmesi arasında ne kadar süre geçtiğini tahmin etmek zordur. Ancak burada kesin olan şey İslamlaşmanın Türkleşmeden önce tamamlandığı ve Türkleşmeye öncülük ettiğidir. Buraya kadar Trabzon'da İslamiyet in tesisi ile ilgili mütalaalarda bulunurken gayrimüslimler veya Hristiyanlar ifadeleri ile Trabzon un başta Rumları 79 olmak üzere Ermeni ve Latin halklarından bahsedilmiştir. Ancak bölgede İslamiyet i kabul eden başka halklar da vardır. Bunlar ve İslamiyet i kabulleri konusunda dönemin kaynaklarında birtakım bilgiler bulmak mümkündür. Mesela Evliya Çelebi Trabzon fethedildiği zaman civarda bulunan Lazların İslamiyet ile irtibata geçerek Şafii mezhebini kabul ettiğini söyler. Bu sebeple Trabzon a Eski Lezgi Vilayeti der. 80 Mehmet Âşık Trabzon un batı ve güney tarafındaki dağları Çepni ve Lezgi dağları olarak adlandırır. Kâtip Çelebi de bölge kavimlerini sayarken Lezgi, Gürcü, Abhaz, Çerkez ve Laz olarak sayar ve bu sonuncuların Trabzon a en yakın oturduklarını söyler. 81 Bunlardan başka çok daha yakın zamanda Şemseddin Sami Trabzon a 12 saatlik bir mesafede bulunan Kurum Karyeleri adındaki 9 karye halkının Müslüman oldukları halde eski Yunancaya benzer bir Rum lisanı konuştuklarını nakleder. 82 Buraya kadar Trabzon ile kastedilen kaynaklarda nefs-i Trabzon ifadesiyle bahsedilen Trabzon un merkezinde İslamiyet in tesisine yönelik uygulamalar ve onların neticesi olan gelişmelerdir. Bu noktada bir de başta Trabzon sancağı olmak üzere Trabzon eyaletindeki uygulamalara ve değişime de bakılabilir tarihli tahrir defterinden anlaşıldığına göre Trabzon sancağı Trabzon şehri, Akçaabat, Maçka, Torul, Yomra, Sürmene, Of, Rize, Pazar (Atina) ve Laz nahiyeleri ve Trabzon, Rize, Of, Görele, Tirebolu, Giresun kalelerinden oluşuyordu. XVI. yy da nahiye kelimesi bir sancağın muhtelif kısımlarını göstermekte, kaleler ise çevresindeki 78 LOWRY, Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi ( ), s Beldiceanu hariç Trabzon konusunda şimdiye kadar yayın yapan araştırmacıların hiçbiri bu Hristiyan kitlenin Yunanlılığından şüphe etmemiştir. Yalnız Beldicanu Trabzon tahrir defterleri ile yaptığı çalışmalarında fetihten sonra oluşturulan toplumda Arnavut, Sırp, Macar gibi Balkan kökenlilerden de bahsetmektedir. BELDİCEANU, Le Tımar de Muslih ed-din Precepteur de Selim Şah Turcica, C. VII/2, Paris-Strasbourg, 1976, ss naklen BİLGİN, YILDIRIM, Sürmene, s EVLİYA ÇELEBİ, s TEKİNDAĞ, Trabzon. s TEKİNDAĞ, Trabzon. s

39 köylerin tımarlara bölünerek askerlere maaş olarak verilmesi ve o bölgenin kale komutanlarınca idare edilmesinden dolayı defterlere ayrı olarak kaydedilmekteydi. 83 i. Trabzon Kazası: arası 97 yıllık sürede Trabzon kazasının nüfusu kişiden e yükselmiştir. Bir asra yakın zaman diliminde kaza nüfusu %35 artmıştır. Nüfusun ayrıntısına bakıldığında Müslüman nüfus ten ye Hristiyan nüfus den e yükselmiştir. Müslümanlarda artış hızı % 597 Hristiyanlarda ise %12 dir. Her iki toplum için de bu doğal yollarla izah edilebilecek bir artış değildir. Bir asra yakın zamanda toplam nüfusun %100 kadar doğal yollarla artması öngörüldüğüne göre hem Müslümanların hem de Hristiyanların nüfusundaki değişimde dış etkenler belirgindir. Müslüman nüfusun artışını ihtida ile izah etmek de mümkün değildir. Çünkü ihtida ile olaya bakıldığında Hristiyan nüfusun artışı yine de makul rakam olan %100 e yaklaşamamakta ancak % 30 lar civarında kalmaktadır. Anlaşılan Hristiyan nüfus önemli oranda dış iskâna tabii tutulmuştur. 84 ii. Trabzon Sancağı: 1486 yılında sancağın toplam nüfusu hane, bive, mücerred ve 298 neferden ibaretti. Toplam hanelerin i Müslüman i Hristiyan dı. Bivelerin tamamı Hristiyan dı mücerredin 259 u Müslüman ü Hristiyan dı. 298 nefer kale görevlisi ve azebin ise 292 si Müslüman 6 tanesi Hristiyan dı. 86 Bu sayılarla yapılan hesaplamalarda Trabzon sancağının tahmini nüfusunun civarında olduğu tahmin olunabilir. Bunun % 8 i Müslüman % 92 si ise Hristiyan dı yılına gelindiğinde hanelerin sayısı a ulaşmıştır. Bunların i (% 38) Müslüman i (% 62) ise Hristiyan dı. Bu tarihte bive kaydına rastlanmamaktadır. Mücerredlerin ise i Müslüman 88 sadece 3 tanesi Hristiyan dı. 89 Bu sayılarla yapılacak nüfus tahminlerine göre ise sancağın toplam nüfusu civarında olup bunun % 39 u Müslüman % 61 i ise Hristiyan dı. Bu tabloya göre Müslüman nüfus dirlik sahipleri ile birlikte yaklaşık bir asırda kişiden in üzerine çıkmış yani % 676 oranında artmıştır. Hristiyan nüfus ise lerden e ulaşmıştır ki bu bir asırda sadece % 6 lık bir artışı ifade etmektedir. Doğal artışın çok altında olan adeta nüfusun artmadığını ifade eden bu değişimin en temel sebebinin ihtidanın sınırlı etkisi ile izah edilemeyeceği ortaya konulduktan sonra dış iskân dışında makul bir izahı yoktur. Şehirdeki toplam nüfus 83 BİLGİN, YILDIRIM, Sürmene, s BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, ss Bive kocası ölmüş kadın demek olduğuna göre bu bivelerin hepsinin Trabzon un yerli Hristiyanları olması gerekir. Çünkü Hristiyanların da Trabzon a yerleştirildiği bir vakıa ise de bu herhalde haneler için geçerli olmalıdır. Dönemin şartlarında bivenin iskâna tabii tutulduğuna inanmak için bir sebep yoktur. 86 BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, s BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, s Bu rakam dahi Müslüman sayısındaki artışta Trabzon a yerleştirmenin belirgin katkısı olduğunu ihsas eder. Bilindiği gibi erkekler daha fazla göçe uyumludur. Bugün dahi çalışmaya okumaya yerleşmeye gidenler içinde erkekler daha fazladır. 89 BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, s

40 artışı ise den çıkmıştır ki burada nüfus artış oranı % 61 dir. 90 Bu oranlardan çıkarılan bir yorum da fiziki olarak şehrin fazla değişim göstermediğidir. Anlaşılan gönderilen Rumlar başta olmak üzere yerli Hristiyanların evleri Anadolu nun çeşitli yerlerinden getirilen Müslüman Türk ailelere verilerek nüfus dengesi sağlanmıştır. Kale içine yerleştirilen her aile kendileri için yapılan bir mescidin etrafına toplanarak mahalleler oluşturmuşlardır. Mesela Orta Hisar da Amasya dan getirilen Müslümanların oluşturduğu mahallede inşa edilen Amasya Camii Cumhuriyet dönemine kadar ayakta kalmıştır. Bugün Orta Hisar Camiinin karşısındaki sokağın adı hala Amasya Sokağı olarak geçmektedir. iii. Akçaabat Nahiyesi: 1486 da Akçaâbâd nahiye merkezinde tahmini 549, 1520 de ise 724 Hristiyan yaşıyordu. Nahiye toplamında ise 1486 da yaşayan kişiden 202 tanesi Müslüman kalanı Hristiyan dı de nahiye nüfusu kişi olmuştu. Bunun ü Hristiyan i Müslümandı e gelindiğinde Akçaabat ta 5 mezra, 1 zaviye, 118 köy ve bu köylere tâbi 19 hisse mevcuttu kişiden i Hristiyan i Müslümandı da %1 olan Müslüman nüfus %17 ye yükselmişti. Nahiyenin kalan %83 ü ise hala Hristiyan dı. 92 Anlaşılan fetihten 100 seneden fazla geçmiş olmasına rağmen nahiyede hala % 80 den fazla Hristiyan yaşamaktadır. Bu demografik tablodan şu sonuçları okuyabiliriz: Bölgede zorla Müslümanlaştırma yapılmamıştır, hatta anlaşıldığı gibi ihtidalar bile sınırlıdır. Nahiyedeki Müslüman nüfusun çoğu sürgün ile bölgeye gelen Müslümanlardır. iv. Maçka Nahiyesi: 1486 da Maçka da yaşayan kişinin i Hristiyan 45 tanesi Müslümandı yılında Maçka nahiyesinde 49 köyde 2132 hane, 131 bive ve 141 mücerred Hristiyan a karşılık 38 hane Müslüman 93 yaşamaktaydı. Bu da Hristiyan a karşılık tımarlı sipahiler ile birlikte %4 Müslümana tekabül ediyordu yılına gelindiğinde nahiye dâhilindeki 52 köyden 2611 hane ve 282 mücerred Hristiyan a karşılık 195 hane ve 21 mücerred Müslüman mevcuttu. Yani yaklaşık kişiden meydana gelen nüfusun %90 ı Hristiyanlar kalanı Müslümanlardı e gelindiğinde Müslümanlar lehine değişim devam etmektedir. Nahiye dahlindeki 55 köyde 2512 hane Hristiyan a karşılık 329 hane ve 81 mücerred Müslüman yaşamaktaydı. Yani kişilik nüfusun tımarlı sipahilerle birlikte %15 i Müslüman kalanı Hristiyan idi. Yalnız %15 lik azınlığa tekabül eden bu oran devlet görevlileri 90 BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, ss BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, s BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, s Bu 38 hane Müslümandan 31 tanesinin ihtida eden Müslümanlar olduğunu Bostan XV. ve XIX. yüzyıllarda Maçka Kazasında Nüfus Hareketleri ve Nüfusun Etnik Yapısı makalesinde ifade etmektedir. Bostan ın bu tesbiti de toplu ihtidaların fetihten kısa zaman sonra olduğu yorumunu desteklemektedir. BOSTAN XV. ve XIX. yüzyıllarda Maçka Kazasında Nüfus Hareketleri ve Nüfusun Etnik Yapısı s BOSTAN, XV. ve XIX. yüzyıllarda Maçka Kazasında Nüfus Hareketleri ve Nüfusun Etnik Yapısı s BOSTAN, XV. ve XIX. yüzyıllarda Maçka Kazasında Nüfus Hareketleri ve Nüfusun Etnik Yapısı s

41 dâhil olan bir nüfusu tanımlıyordu. Nahiye halkının ise 1583 e gelindiğinde ise olan nüfusunun i Hristiyan u Müslümandı. 96 Maçka da Müslümanların çoğunluğa erişmesi için ise XVII. yüzyılın ikinci yarısına gelinceye kadar beklemek gerekecekti. Ancak 1683 e gelindiğinde çoğunluk Müslümanlara geçmişti. Bu tarihteki tesbitlere göre 42 ayrı köy iskân biriminde 348 hane Hristiyan 464 hane Müslüman olmak üzere toplam 812 avarız hanesi mevcuttu. Bu %57 oranında bir Müslüman çoğunluğu demekti. 97 v. Yomra Nahiyesi: 1486 dan 1583 e kadar geçen 97 yıllık zaman diliminde Yomra nın merkez nüfusu 1532 den 901 e düşmüştür. Nüfusun bu büyük oranda azalışının sebebini dışa yönelik iskânda aramak gerekir. Çünkü Hristiyan hane sayısı düşerken Müslüman hane sayısında da artış olmamış 97 senede 5 olan Müslüman nüfus ancak 36 ya çıkabilmiştir. Nahiye toplam nüfusu ise 1486 da 60 tanesi Müslüman olmak üzere kişi idi. Merkez nahiye nüfusundaki azalma toplam nahiye için de geçerlidir e gelindiğinde toplam nüfus kişidir. Bu merkez nüfustaki oranda bir azalmayı ifade etmektedir. Nüfusun dinlere dağılımına bakıldığında bunun u Hristiyan 808 tanesi de Müslümandır. Müslüman nüfusta kayda değer bir artış vardır ve bu artış doğal çoğalma ile izah edilebilecek boyutta değildir. Bu artışın küçük bir kısmı ihtidalar kalanı ise göçle gelen Müslümanlardan kaynaklanmaktadır. 98 vi. Sürmene Nahiyesi: Sürmene nahiyesinin merkezi olan Halanik köyü 1486 da 151 hane, 2 mücerred, 22 bive ve 2 baştina Hristiyan dan meydana gelmekteydi. Bu tarihten 34 sene sonra 1520 de Sürmene de yine tamamı Hristiyan olan kişi yaşamaktaydı. Bu dönemde nüfus 870 ten ya çıkmıştı ki bu doğal bir büyüme idi e gelindiğinde Halanik te 118 Müslüman Hristiyan yaşamaktaydı. Hiç olmayan 60 sene sonra Müslümanlar toplam nüfusun %10 dan fazlasını oluşturmaktaydılar. Tüm nahiyeyi dikkate aldığımızda ise 1486 da nahiye toplamında 130 Müslüman ve Hristiyan yaşamaktaydı. Bu yaklaşık %1 oranı hemen tüm bölge için geçerli bir orandır. 97 sene sonra 1583 e gelindiğinde Müslümanlar Hristiyanlar ise olmuştu. Yıllık %20 den fazla büyüme oranı ile Müslüman nüfus göçle artmış olmalıdır. 99 vii. Nüfus Yoğunluğu: Trabzon eyaleti içinde nüfus yoğunluğu bakımından en yoğun olan bölge Trabzon sancağıdır. Nüfus yoğunluğu bakımından Rize ikinci Of ise üçüncü sıradadır. Müslüman nüfusun en yoğun olduğu bölge ise Kürtün olup en az 96 BOSTAN, XV. ve XIX. yüzyıllarda Maçka Kazasında Nüfus Hareketleri ve Nüfusun Etnik Yapısı s Sürgünlerle Müslüman Hristiyan dengesinde çoğunluğun Müslümanlar lehine olmasının sağlanmasının hedeflendiği düşünülmelidir. Nitekim Trabzon da bu denge XVI. yy sonunda sağlanmış ve bundan sonra oran sabit kalmıştı. Maçka da bu dengenin yüz yıl daha geç sağlandığı görülmektedir. Anlaşılan önce Trabzon sonra taşrası Müslümanlaşmıştır. Bu durumda bir yerleşim biriminde nüfusta denge sağlanana kadar iskân politikası sürdürülmüştür. Diğer taraftan bu durum Maçka da da ihtidanın nüfus yapısını değiştirecek boyutta olmadığını gösterir. 98 BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, ss BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, ss

42 Müslümanın bulunduğu kaza ise Torul dur. Hristiyan nüfus açısından ise en yoğun kaza Trabzon, en seyrek yer ise Kürtün dür XVII. İkinci Yarısına Kadar Trabzon da Hayat a) Osmanlı Hâkimiyetine Kadar Trabzon da Hayat i. Seyyahların Gözüyle Trabzon: Trabzon tarihin en eski devirlerinden beri önemli yolların kesişme noktasında yer alıyordu. Bu sebeple ilk çağlardan beri seyyahların ilgisini çekmiş uğrak yerlerinden biri olmuştur. Seyahatnameler sosyal tarihçiler ve şehir tarihçilerinin sıklıkla müracaat ettiği kaynaklardan biridir. Özellikle arşiv kaynaklarının yetersizliği durumunda seyyahların verdiği bilgiler daha değerli olup araştırmacılar tarafından fazla eleştirilmeden kullanılmak durumunda kalınmıştır. XVII. yüzyıl öncesi dönemin doğrudan incelenen dönem olmaması ancak bu dönemi tanımanın çalışılan dönemi anlama ve gelişen olayları anlamlandırma için temel teşkil edecek olması sebebiyle dönemin belli başlı olaylarını tanımak için genellikle var olan literatür şehrin günlük yaşamı ve sosyal hayatı için de seyahatnamelerdeki bilgiler kullanılmıştır. Trabzon a gelen ilk gözlemci Xenophon dur. Trabzon a seyahatini Anabasis adlı Seyahatnamesinde anlatan Yunanlı komutan Xenophon M.Ö. 400 yılında şehre gelmiştir. Bu tarihte Perslere yenilen Yunan ordusunun Doğu Anadolu dan Karadeniz e oradan da ülkesine ulaşması sırasında geçtiği yerleri kaleme almıştır. 101 Ortaçağ da İslam coğrafyacıları da Trabzon u ziyaret etmişler ve şehrin gerek fiziki yapısı gerek şehrin yönetimi, gerekse de halkının sosyal, dini, ekonomik hayatı hakkında bilgiler vermişlerdir. Bunlar içinde Trabzon'dan bahseden ilk kişi Belazuri dir. (v.279/892-3) Daha sonra Mes ûdî (v.345/956) Trabzon'dan bahsetmiş, geniş malumat vermiştir. O deniz kıyısındaki bu güzel şehre çok sayıda pek çok Müslüman, Rum ve Ermeni tüccarın geldiğini ifade etmektedir. İslam coğrafyacılarından Istahrî (v. X. yy ikinci yarısı) şehrin stratejik önemini ortaya koymuş, Anadolu şehirlerinin giriş noktasında olduğunu, tüccarın içinde toplandığını kaydetmiştir. Eserini 985 te yazan ve 997 tarihine kadar ilavelerde bulunan Mukaddesî Trabzon un Müslüman olduğunu belirtiyorsa da bunu Müslümanların şehre hâkimiyeti olarak değil çeşitli sebeplerle Trabzon da var olan Müslümanların çokluğu ile anlamalıyız. Trabzon hakkında en tafsilatlı malumatı veren İslam coğrafyacılarından birisi de İdrisî dir (v.578/1165) İdrisî Trabzon un Tiflis e 8 Erzurum a 12 gün mesafede Bahr-i Nitîş kıyısında büyük binaları olan güzel bir Rum şehri olduğunu yazar. Ona göre halifeler devrinden beri Rum ve Müslümanların bir ticaret antreposu olan bu şehir çok zengindir. İdrisî şehrin Rum ülkelerinin önde gelen ve başkentleri olan bir şehir olduğunu buraya hâkim Rum krallarının çevre şehirlere de hükmettiğini yazar. 100 BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, s Anabasis XENOPHON, Onbinlerin Dönüşü, Çeviren: Hayrullah ÖRS, Maarif Matbaası, İstanbul,

43 Bir diğer İslam coğrafyacısı Ömerî (v.750/1349) ise şehrin hem fiziki durumu hem de insanları hakkında malumat vermiştir. Ona göre Trabzon hâkimi İstanbul şehrinin hâkimi Konstantin in soyundan gelmekte tıpkı onun gibi taç takmakta ve büyük bir sarayı bulunmaktadır. Anadolu daki Moğol varlığını anlattığı eserinde Trabzon un da Moğollara bağlı olduğunu belirten Hamdullah Müstevfî (v.750/1349) zengin olan bu şehrin her sene İlhanlı başkentine dinar gönderdiğini kaydetmektedir. 102 Özetle tüm İslam coğrafyacıları Trabzon un coğrafi, siyasi ve ticari önemini öne çıkarmışlardır. Nitekim Mes ûdî Trabzon u pek çok Müslüman, Rum ve Ermeni tüccarın uğradığı bir pazar şehir olarak tavsif etmiştir. Yine İbn-i Havkal şehrin siyasi bakımdan Müslüman hâkimiyetine girmesinden çok önce İslam toplumu ile tanıştığını, şehirde önemli bir Müslüman nüfus ve Müslüman etkinliği olduğunu vurgulamıştır. Trabzon halkı hakkında da İdrisî burada yaşayanların ticaret sebebiyle çok zengin olduğunu, Dimeşkî Trabzon da aynı bölgede 5 lisanın konuşulduğunu (Arapça, Farsça, Rumca, Ermenice ve Türkçe), Ömerî Trabzon halkının mahir savaşçılar olup, fiziki yönden güzel olduklarını nihayet Ebû lfida halkın çoğunun Lezgi olduğunu söylemektedir. 103 Ortaçağda Trabzon a uğrayan tek batılı seyyah ise Clavijo dur. Kadis ten (İspanya) Timur un sarayına Semerkant a elçi olarak giden Clavijo 1404 te ziyaret ettiği Trabzon un mevcut durumu hakkında bilgi vermektedir. Buna göre bizler Onun verdiği bilgileri tahlil ettiğimizde Kommen döneminde şehrin büyük bir genişleme kaydettiğini, birçok mabet, konut, sütunlu yollar ve meydanlar yapıldığını, I. Alexis döneminde kalenin yeniden elden geçirildiğini, yüksek ve kalın duvarlar inşa ettirildiğini ve hendekler kazıldığını anlarız. Onun ziyaret ettiği dönemde şehrin doğusunda surların dışında iç ve dış ticaretle uğraşanlar için bir ticaret caddesi mevcuttu. Diğer caddelere oranla daha geniş iki tarafı ağaçlıklı olan bu cadde güzel binalarla dolu idi. Cadde üzerinde biri Cenevizli diğeri Venediklilere ait iki şato vardı. Trabzon a getirdikleri malların deposu olarak inşa edilmiş bu şatolar imparatorun izni ile yapılmıştı. 104 Denizden yukarıdaki iç kale üzerinde Kommen hanedanının sarayı mevcuttu. Surların güneyindeki düzlükte halkın mesire yerleri, spor salanları, görkemli yarışma, tiyatro ve toplantı yerleri inşa edilmişti. Bunun dışı gerçekten çok güzel ve verimli bahçelerle çevriliydi. Buranın mahsulatı Trabzon u bölgenin cazibe merkezi yapıyordu. ii. Trabzon Devletinde Ekonomik Hayat: Trabzon un büyük felaketlerin dışında daima kalabalık bir nüfusa sahip olmasının en önemli nedeni Batı-Hindistan ticaretinin devamlılığı idi. Ticaret yolunun Kommen devletinin başkentinden geçen zengin bir kolu 102 Mahmut AK İslam Coğrafyacılarına Göre Trabzon Trabzon Tarihi İlmi Toplantısı (6-8 Kasım 1998) haz. Kemal ÇİÇEK vd. 2. Baskı, Trabzon, 2000, ss AK, İslam Coğrafyacılarına Göre Trabzon ss Ruy Gonzales de CLAVIJO, Timur un Hayatı: Kadiz den Semerkant a Seyahat, s

44 bölgenin veba salgını ya da istilalar gibi bir felaketle boşalmasından kısa bir süre sonra yeniden insan kitlelerinin akını ile dolmasını sağlıyordu. Karadeniz in doğusundan Uzak Asya da Çin e kadar üretilen mallar, en uzak Batı memleketlerinde üretilenlerden Grek dünyasının ürünlerine kadar hatta Afrika da üretilenlere kadar tüm mallar birbiri ile değiş-tokuş edilmek istendiğinde Trabzon çarşılarında yer alıyordu. Bunlar arasında Bağdat ve Kahire nin altın işlemeli kumaşlarından Hint ve Çin in ipekli kumaşlarına, Seylan incilerinden İtalyan havlularına, Alman cam ve çelik ürünlerinden Floransa sanat evlerinde üretilen mallara kadar her şey mevcuttu. Bu sebeple tüm dünyada mevcut din, dil ve kıyafetleri Trabzon da görmek mümkündü. Trabzon ticaretinde Venedik ve Ceneviz ön planda ve çekişme halinde idiler. Ancak Venedik in Tana sına karşılık Ceneviz in Caffa sı çok daha önce bölgede yer almıştı ve tabii ki Trabzon ticaretinde daha öndeydi. 105 Venedikliler ancak 1319 da imparatordan Cenevizlilere verilen ticaret imtiyazlarını elde etmişlerdi. Fiilen uzun deniz seferleri yapmayan Trabzonluların en çok tercih ettiği alışveriş komisyonculuktu. Trabzonlu tüccar hiçbir zaman Caffa ve İstanbul dan öteye açılmayı düşünmedi. Bilhassa şarap ve tuzlu balık gibi kendi mahsullerini de ancak sahile götürür, orada her milletten tüccara satarlardı. 106 Trabzon hükümetinin yıllık gelirinin Ducaten (Venedik parası) olduğu hesaplanmıştır. Bu rakama göre Trabzon devleti orta büyüklükte bir Hristiyan devletidir. Aynı listeye göre İngiliz imparatorluğu da bu dönemde Ducaten gelire sahipti ve O da asker çıkarabiliyordu. Ancak Fallmerayer özellikle XV. yüzyılda topraklarının iyice daraldığını göz önüne aldığında Trabzon devleti için Ducaten i fazla bulur. 107 iii. Osmanlılara Kadar Trabzon'da Dini Hayat: İmparator Konstantin döneminde kurulan Trabzon kilisesi Karadeniz (Pontus) Diocese sinin bir kısmı olup bir de piskoposu mevcuttu. O dönemde burası Marmara sahillerinden Kafkas dağlarının geçitlerine kadar uzanan bir coğrafyada kilise ve yönetim bakımından 13 eyaleti kapsamaktaydı. Bu 13 eyaletten her biri bir metropolite sahip olup her birinin küçük ve büyük sayıda kilise piskoposları vardı. Bu 13 metropolitten Cappadocia metropoliti (Kayseri) en üstünü olup Başpiskopostu. Fakat daha sonra merkezi Niksar olan Pontus piskoposu doğrudan İstanbul daki Patriğe bağlandı. Trabzon piskoposuna bağlı 15 kadar kilise piskoposluğu mevcuttu. Kommen saltanatının hemen başlangıcında ise 105 Karadeniz ticaretinde Ceneviz hep önde oldu. Mesela alıcı ve satının ikisinin de Cenevizli olduğu durumda gümrük vergisi %1,5 başka durumlarda % 3 oluyordu. Şerafettin TURAN, Türkiye-İtalya İlişkileri I: Selçuklulardan Bizans ın Sona Erişine, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1997, s FALLMERAYER, Trabzon İmparatorluğunun Tarihi, s FALLMERAYER, Trabzon İmparatorluğunun Tarihi, ss

45 başkentin piskoposluğuna imparator tarafından başpiskopos unvanı verildi. İmparatorun değişmesiyle başpiskopos da düşer galip partinin fikirlerini savunan birisi geçerdi. 108 Kommen hâkimiyeti döneminde Ermenilere bir kilise yapma izni ve Trabzon da piskopos bulundurma yetkisi verildiği ise düşünülemez. Her ne kadar Clavijo Trabzon da Ermeni piskoposu gördüm 109 dese de bu durum pek akla uygun gelmemektedir. Çünkü Greklerin Ermenilerle olan ihtilafı Latinlerden çok daha köklü ve derindir. Nitekim devletlerinin yıkılacağı zaman da Papalığın yardım tekliflerini düşünmüşler ancak Ermenilerle böyle bir görüşmeleri olmamıştır. Trabzon İmparatorluğunun çöküşünün ardından ise İstanbul un fethinden sonra yaşanan şekilde İstanbul da Ermeni patrikliği kurulduğu gibi bir Ermeni episkopatının Trabzon a gelişine de izin verilmiştir. 110 b) XVII. Yüzyıla Kadar Osmanlı Hâkimiyetinde Trabzon da Hayat i. Siyasi Hayat: XVII. yüzyıl Trabzon unda sosyal ve ekonomik hayatın incelendiği tezde konunun anlaşılması için öncelikle döneme kadar Osmanlı hâkimiyetinde şehrin sosyal ve ekonomik durumunu değerlendirmek gerekir. Ancak öncelikle sosyal ve ekonomik koşullara etkisi açık olan siyasi duruma bakılmalıdır. Şehrin ilk Osmanlı valisi Kazım Bey dir. Kazım Bey şehrin yönetimini düzenlerken Hızır Bey de bölgenin fethini tamamlamaya çalışıyordu. İlk önce Torul a kadar olan yerler sonra da Giresun a kadar olan bölgeler teslim oldu. Fetih hareketleri tamamlanınca Trabzon valiliğini Hızır Bey e bırakan Kazım Bey şehirden ayrıldı. Trabzon da Anadolu Beylerbeyliği içinde bir sancak olarak teşkilatlandı yılında Trabzon Valiliğine yirmi yaşındaki Şehzade Selim verildi. Padişah olana kadar 23 sene burada valilik yapmış, oğlu Kanuni Sultan Süleyman da bu valiliği sırasında Trabzon da doğmuştur. Selim şehre gelir-gelmez devletin doğu sınırındaki tehlikeyi görmüş, olayları yakından izlemeye başlamış, Trabzonlulardan askeri birlikler kurmuştu. Kurduğu birliklerle olaylara bizzat müdahil olmuş zaman zaman başkentten izinsiz dış devletlerle görüşmeler, anlaşmalar hatta karşı harekâtlar yapmıştı. 111 O Trabzon da artık vali gibi değil hükümdar gibi davranıyor, sultanlara mahsus unvanları kullanıyor, dış devletlerle münasebet kuruyordu. Osmanlı hâkimiyetine katılmak ya da 108 FALLMERAYER, Trabzon İmparatorluğunun Tarihi, ss CLAVIJO, Timur un Hayatı Kadiz den Semerkant a Seyahatler, s Burada Osmanlı devletinin gayrimüslim reayayı hem dini hem de ırkî olarak farklı milletlere bölme siyasetinin belirleyici olduğu düşünülebilir. 111 Mesela Şah İsmail in 1508 de Diyarbakır ve Harput u da alarak tüm Akkoyunlu ülkesini ele geçirip ilerlemesi ile eşzamanlı olarak Dulkadiroğluları Devletine saldırarak Erzincan a hâkim olması üzerine Trabzon valisi Şehzade Selim padişah babasının iznini almadan Trabzon un yerli halkından kurduğu birliklerin başında ileri harekâta çıktı. Şah İsmail üzerine yürüdü. Erzincan yakınlarındaki savaşta İsmail i yenerek Bayburt, Erzincan ve İspir i elinden aldı. İsmail İstanbul a elçiler göndererek Şehzade Selim den yakındı, padişaha bağlılığını bildirdi. Padişah buyruğu üzerine Selim daha ileri gitmeyerek Trabzon a döndü. Enver KONUKÇU, Trabzon Valisi Şehzade Selim in Akkoyunlu Ülkesindeki Faaliyetleri I. Trabzon ve Çevresi Uluslararası Tarih-Dil-Edebiyat Sempozyumu 3-5 Mayıs 2001, Trabzon, 2002, s

46 Osmanlı devleti ile ilişki kurmak isteyen bölgedeki devletler de Onunla ilişki kuruyor hatta bir padişah gibi hâkimiyetini tanıyorlardı te şehirdeki Osmanlı eserlerinin en büyüğü olan ve Yavuz Sultan Selim in annesi Ayşe Gülbahar Hatun adına yaptırılmış olan Hatuniye Camii tamamlandı. Sonrasında yanına imarethane, sıbyan mektebi ve ahır yapıldı. Hizmetinin devamı için Hatuniye vakfı oluşturuldu. Vakfıkebir ilçesi ve Maçka bucağının öşür dâhil tüm gelirleri bu vakfa tahsis edildi. Trabzon şer iye sicillerinde çeşitli vesilelerle sıklıkla adı geçen şehrin sosyal hayatında önemli yeri olan vakıf böylece tesis edilmiş oluyordu. III. Mehmet in tahta çıktığı 1595 yılında Osmanlı Devleti kırk vilayet ve dört vergi veren devletten oluşuyordu. Dördü Afrika, sekizi Avrupa ve yirmi sekizi de Asya da olan bu eyaletlerden biri de Trabzon idi da bütün Anadolu ya yayılan bir Celali ayaklanması oldu. Bu ayaklanmanın Trabzon da da etkisi oldu. Ayaklanmaya katılanlar arasında Trabzon un önde gelen ailelerinden Murathanoğulları da vardı. İlin her tarafında soyguncular türemiş halkta can ve mal emniyeti kalmamıştı yılında Osmanlı devletinin ayaklanmaları bastıramadığı zaman sıklıkla başvurduğu yola ayaklananları doyurma yoluna gidildi, Murathanlı Ali Paşaya Trabzon valiliği verildi. Fakat ayaklanmalar duracak asayiş düzelecek gibi değildi. Her tarafta derebeylik ve soygunculuk almış yürümüştü. Sonuçta Vezir-i Azam Murat Paşa (Kuyucu) İstanbul dan yola çıktı. Onun zorba denilebilecek tedbirlerle Anadolu da asayişi sağladığını görüyoruz. Tabii bu yolla asayiş sağlanmasının yeni sıkıntıları tetiklediğini düşünebiliriz. XVII. yüzyıl başlarında Orta ve Doğu Karadeniz başta olmak üzere Karadeniz kıyıları için en büyük tehlike Rusya nın Don Kazakları idi. Bu yüzyıl başlarından itibaren Kazaklar Trabzon kıyılarına akınlar yapmaya başladılar. 113 Bu akınlar Trabzon için çok yıkıcı olmuş, 114 şehri çoğu zaman huzursuz ve valisiz bırakmıştır da bunların saldırılarını önlemek için vali Rizeli Ömer Paşa menkisle adlı hücum kayıkları yaptırmıştı. Bu kayıklara beşli tayfası 116 denilen savaşçı deniz askerlerinden savunma birlikleri konulmuştu. Bu birliklerin zaman zaman çok başarılı savunmalar yaptığı da vaki olabiliyordu mesela 1625 te Kazaklarla yapılan savaşta sahil şeridi hasar 112 GOLOĞLU, Trabzon Tarihi, s Kazak akılarının Sinop şehrinde meydana getirdiği tahribat için bk. Mehmet Ali ÜNAL, Osmanlı Devrinde Sinop, Fakülte Kitabevi, Isparta, 2008, ss: da BORDIER şehrin gerilemesini şöyle anlatır: Şehir kendisini kıskananların elinde çok büyük talihsizliklere uğradı. Pek çok savaşa sahne oldu, eski biçiminden geriye hiçbir şey kalmadı. Şehir pek az barış gördü ve çok zorbalığa sahne oldu. Julien BORDIER, Relation D un Voyage in Orient, Archeion Pontou, ed. Chrysanthos PHİLLİPPİDES, S. 6-7, , s. 131 naklen LOWRY, Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi ( ), s İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Tarihi, C. III, 4. Baskı, TTK yayınları, Ankara, 1988, s Beş akçe yevmiye aldıkları için bu askerlere beşli denilmektedir. 32

47 görmesine rağmen Osmanlı donanması 70 kadar Kazak savaş gemisini batırmış ve 2 Şalope 117 elde edilerek 190 esir alınmıştı. 118 Ancak bu başarılar mevzi idi. Nereden ve ne zaman geleceği belli olmayan bu saldırılar için alınan tedbirler olumlu neticeler verse de bunların yetersiz kaldığı ya da gafil avlanıldığı bir büyük saldırı her şeyi berbat etmek için yeterli olabiliyordu. Mesela yüzyıl başlarında Gönye Kalesi ni basan Kazaklar, kaleyi harap etmişler ve içinde olanları katletmişlerdir lerden sonra ise saldırılarını iyice artıran Kazak korsanları böyle kendileri açısından başarılı sayılabilecek bir baskında Rize yi bastılar, şehirde büyük tahribat meydana getirdiler. Kazakların verdiği zararlardan ötürü Trabzon eyaleti halkının vergileri % 50 indirildi. 119 Hatta bu saldırıların birinde 1631 yılında İmaret mahallesinde yangın çıkmış, Hatuniye İmaretinin mutfak ve kileri yanmıştı. 120 ii. Trabzon'da Sosyal ve Ekonomik Yapı: Trabzon un fethedildikten sonra da eski toplumsal yapısını koruduğu, Osmanlı fethinin yerli halkın yaşayışına doğrudan müdahale etmediği anlaşılmaktadır. Fetihten sonra oluşturulan ilk tımar toprakları fethe katılan askerler ile 1200 lerden beri Ordu, Giresun taraflarında olan Çepni beyleri arasında paylaştırılmıştır. 121 Kommenos düzeninin önde gelen kişileri şehirden uzaklaştırılırken daha küçük düzeydeki yerel beyler Tımar ve Martolos düzeni içine alınmıştır. Gerçekten Osmanlı idaresi Trabzon da tesis edildiğinde bölgedeki dengeler ani bir darbeyle bozulmamış; idari yapının temel hususiyetleri korunmuştur. Çünkü bölgenin fethi henüz tam olarak tamamlanmamıştı. Bu cümleden olarak Trabzon sancağının batı bölgesi ile doğu bölgesi arasında da sosyal bünyenin mahiyeti ve demografik değişim hızı bakımından farklılık vardır. 122 Bu farklılık Osmanlı sisteminin temel dinamiklerinin tesis hızını da etkilemiştir. Mesela fetihten yıl sonra batı kesiminde Timar sistemi gibi Osmanlı devletine has uygulamalar görülürken doğuda eski idari yapılanmaların izlerine çok geç dönemlerde dahi rastlanır. 123 Bu sebeple 117 Hareket kabiliyeti yüksek olduğu için sıklıkla vur-kaç saldırılarında kullanılan bir gemi çeşididir. 118 Ömer ŞEN, Trabzon Tarihi, Derya Kitabevi, Trabzon, 1998, s Kazak saldırılarının oluşturduğu tahribattan dolayı vergilerin yarı yarıya indirilmesi bahis mevzuu olduğu gibi tamamen kaldırılması da vaki olmuştur. Bu durum bize bu saldırıların tahribatının büyüklüğünü anlatmak için yeterlidir. XVII. yy ikinci yarısından bir örnek için bk. T. Ş. S., 1832, 3, 1, 3. Benzer sıkıntı tüm bölge için geçerlidir. Mesela 1050 tarihli deftere göre Sinop vilayetinin Gerze nahiyesi tamamen dağılmış, bölgeden hiç vergi tahsil edilememiştir tarihli deftere göre bölgeye Sivas tan getirilen reaya yerleştirilmiştir. ÜNAL, Osmanlı Devrinde Sinop, s GOLOĞLU, Trabzon Tarihi, ss Çepnilerin Şah İsmail taraftarlığı nedeni ile Yavuz Selim zamanında onlardan alınan yerler eski Rum beylerine verilmiştir. 122 Batı bölgelerindeki kesif Türkmen nüfus doğuya aktarılırken şehirden getirilen gayrimüslim nüfus buraya yerleştirilmiştir. Batı bölgesindeki Çepni beylerinin ahfadı Tımar sahipleri ve ardından Türkmen gurupları sancağın doğu kesimine aktarılmıştır. Çünkü fetihten önce batı ve güney bölgeleri yoğun bir Türkmen nüfus göçüne sahne olmuştu. Burada dikkati çeken husus nüfusu Türk olan yerde daha seri şekilde Osmanlı kurumlarının tesis edilmiş olmasıdır. 123 Mesela nefs-i Trabzon da veya batı bölgelerde Kommenosların kilise ve manastır vakıflarının çoğu padişah hasları olarak sahiplenirlerken Maçka daki Kommenos sisteminin en önde tuttuğu üç büyük kilise vakfının olduğu gibi bırakılması ilginç bir durumdur ve dini, etnik ve kültürel sonuçlar doğurmuştur. Bu cümleden olarak Trabzon'da Rum Ortodoks kültürü yaşamıştır. Bu konu dönemi inceleyen müsteşrik 33

48 Trabzon'da sosyal yapılanma incelenirken nefs-i Trabzon ile Trabzon sancağı ayrı ayrı mütalaa edilmelidir. Nefs-i Trabzon da 1486 yılında Trabzon şehrindeki Müslümanların sayısı kale mustahfız ve azebleri dışında 258 kişidir. Bu 258 kişinin 60 tanesinin unvanı bellidir. Unvanı belli olanlar için de ilk sırayı hacılar almaktadır. Şehirde 36 tane hacı ve hacı oğlu yaşmaktadır. Bunların toplam Müslüman nüfusa oranı %22,5 tir. Hacılardan sonra atikler, pirler, hocalar, şeyhler ve hatipler gelmektedir. Bunlar dışında birer nefer de ağa, fakih, sipahi ve kâtip mevcuttur. Burada dikkati çeken hacı, pir, şeyh, hoca, fakih ve hatip gibi dini zümreye mensup Müslümanların toplam Müslüman nüfus içinde %16 lık bir orana sahip olduğudur. Buna karşın aynı yılda 1197 olan Hristiyan nüfusun ise 10 u papaz 2 si keşişti. Toplam 21 nefer Hristiyan din görevlisi Hristiyan toplam nüfus içinde %1.75 lik bir oran ifade ediyordu. 124 Müslüman din adamlarının Müslümanların toplam nüfusuna, Hristiyan din adamlarının ise Hristiyan nüfusuna oranı dikkate alındığında ihtiyaç olduğu kadar Hristiyan din adamının mevcudiyetine karşın dini yayacak kadar Müslüman din adamı vardır. Anlaşılan toplumda İslamiyet in yayılması için bilinçli bir çaba sarf edilmektedir. Çünkü Müslümanların çoğu ama din adamlarının hepsi şehre sürgünle gelmişler yani devlet tarafından gönderilmişlerdir yılına gelindiğinde Müslüman dini zümrelere mensup hacı, pir, şeyh, imam, müezzin, mevlânâ, seyyid, derviş, molla, hafız ve mütevelliler 79 neferle toplam Müslüman nüfus içinde %7 lik bir orana sahipti. Görüldüğü gibi toplumda din adamlarının sayısı artmış, ancak sahip oldukları oran düşmüştü. Yine de %7 din adamları için az bir oran değildir. 125 Trabzon Sancağında ise arasında Trabzon sancağında büyük çoğunluğu Müslüman olmak üzere birçok içtimai zümre mevcuttu. Müslüman zümrelerin çok önemli kısmı ehl-i sünnet inancına mensuptu. Sadece 1515 tarihinde 13 nefer Kızılbaş bulunduğuna dair bir ifade mevcuttur. Ancak bunlar tahrir kayıtlarında tesbit edilememiştir. Yani Aşıkpaşazâde de yer alan ifadenin kaynağı tesbit edilememiştir yılları arasında sancakta yaşayanların bir kısmı çeşitli vergilerden muaf idi da tüm vergilerden muaf olanlar toplam nüfusun % 0.49 u iken 1583 te %0.47 si idi. Anlaşılan toplumun yüzde yarımı her türlü vergiden muaf olan idareci Bryer in ifadesiyle toprak ağanız manastır keşişi ise din değiştirmeniz hiç de akıllıca olmaz şeklinde ifade edilmiştir. Anthony BRYER The Pontic Greeks Before The Diaspora Journal of Refuque Studies, University of Oxford, C.4, S. 4, s. 31 naklen EMİROĞLU, Dünyadan Bakınca Trabzon s BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat s BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat s Hristiyan din adamlarının oranının %1-2 lerde olması ölçü alınırsa bu oran hala çok yüksektir. Demek devletin dini yayma politikası devam etmektedir. Ancak hız kesmiştir. Bunun en önemli sebebi dini yaymada artık sadece din adamlarından destek alınması durumu yoktur. Geçen yaklaşık yüz senede önemli bir Müslüman nüfus oluşmuştur ve dini yaymak için en çok da bunların yaşayışları ile dini tebliğinden fayda umulmaktadır. Zira ifade edildiği gibi Osmanlının İslam ı yayması doğal seyrinde ve tedrici olmuştur. 126 AŞIKPAŞAZÂDE, s

49 sınıfı idi. Bu sınıf sayı olarak çok değişmediği anlaşılmaktadır. Bunlardan başka çeşitli hizmetleri veya konumları gereği bir takım vergilerden muaf olanlara da rastlanmaktadır. Mesela avarızdan muaf olanlar 1583 tarihinde toplumun %7,5 i kadardı. Anlaşılan çeşitli sebeplerle bir kısım vergilerden muaf olanlar sancak dâhilinde önemli bir orana sahipti. Muaflar sadece Müslümanlardan oluşmuyordu. Haraç ve ispençeden muaf olanlara da rastlamak mümkündü. 127 iii. Trabzon'da Halkın Yaşadığı Mekânlar ve Yaşam: Trabzon halkının yaşayışı seyahatnamelerde çok canlı tasvir edilmiştir. Bunlardan biri olan Kâtip Çelebi Cihannüma adlı eserinde Trabzon u şöyle anlatır: Şehrin iki suru bir de dayanıklı kalesi vardır. Surları da dayanıklı ve güçlüdür. Surların birine Aşağıhisar, diğerine Ortahisar kaleye de kule derler. Kule denilen yer dayanıklı bir kaledir dışarıya açılan kapısı yoktur. Sadece Ortahisar a açılan bir kapısı vardır. Aşağıhisar bir murabba (kare) şeklindedir. 128 Kâtip Çelebi Trabzon un fiziki yapısının devamında bize Trabzon halkı ile ilgili de bilgi verir. Onun anlatımına göre il arazisi genellikle deniz kıyısında olup çok yeri ormanlıktır. Minare boyu dağları vardır. Köy yolları birbiriyle yaban asmasından çubuklarla bağlanmış köprülerle birleşir. Trabzon da her türlü insan vardır. Şehre yakın olanlar Lezgi lerdir ki halk bunlara Laz der. Nitekim şehrin doğu ve güneydoğusundaki dağlar Lezgi Dağlarıdır. Batı ve Güneybatısındaki dağlara ise Çepni dağları denilir. Burada oturanlar da Lazlarla aynıdır. Yalnız mezhepleri Rafıziliktir. 129 Trabzonlu Âşık Çelebi de şehrin XVI. yüzyıldaki halini tasvir eder. Önce şehrin fiziki yapısını ayrıntılı olarak tasvir eden Âşık Çelebi sonra halkın geçim kaynaklarını ve adetlerini anlatır. Ona göre Trabzon bahçelerinde türlü türlü güzel yemişler, bağlarında tatlı tatlı üzümler olur. Kiraz armudu, bey armudu, gül armudu, Sinop elması ve kirazı çok makbuldür. Unnab, Kiraz, Bey Armudu, Küllabi Armudu, Üzüm, Yerelması, Patlıcan inciri, Karayemiş gibi meyveler çok boldur, tatlıdır. Bundan başka melker üzümü, parmak üzümü, frenk üzümü en güzel üzümleridir. Turunç ve narı çoktur. Büyüklüğü kiraza benzer bir Trabzon a özgü bir yemişi olur ki karayemiş derler. Olgunu ve yanığı pek tatlıdır. Ham olanı ve yarı olgunu buruktur, ağzı büzer. Trabzon denizlerinde nefis balıklar avlanır. Mezgit ve Kalkan balıkları enfestir. Ancak halkın en çok itibar ettiği kışın hamsin günlerinde avlandığı için hamsi adı verilen balıktır. Bu balığı avlamak için küçük sandallarla giden balıkçılar dönerken bunu avladıklarını halka bildirmek için bir boru öttürürler. İki-üç fersah mesafeden bu boru sesini duyan halk ölüsü-dirisine binip baş açık yalın ayak giderler. Trabzon halkının zarifleri avamıyla hapsi balığı diye alay ederler BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat ss KÂTİP ÇELEBİ, Cihannüma, İstanbul, H nüsha, s KÂTİP ÇELEBİ, Cihannüma s. 279 Kâtip Çelebi nin Trabzon halkının Rafızi olduğuna dair beyanının başka kaynaklarda teyidini veya açıklamasını tesbit edilememiştir. Muhtemelen Trabzon civarında yaşayan Çepni Türkmenleri kastedilmektedir. 130 Orhan Şaik GÖKYAY (sadeleştiren) Mehmet Âşık a Göre Trabzon Türk Dili Dergisi Gezi Özel Sayısı, S. 258, 1 Mart 1973, ss

50 BİRİNCİ BÖLÜM XVII. YY II. YARISI TRABZON DA YÖNETİM YÖNETİCİLER VE KURUMLAR XVII. yüzyılda Trabzon un sosyal ve ekonomik hayatını anlamaya çalışmadan önce sosyal ve ekonomik hayatı doğrudan etkileyen başlıca siyasi olayları ele almanın faydalı olacağı, sosyo-ekonomik değişimi anlamamıza katkı sağlayacağı düşünülebilir. XVII. yüzyılın ortalarına gelindiğinde tüm imparatorlukta olduğu gibi Trabzon'da da yönetimde sıkıntılar vardı lerde Halep Valisi İpşir Paşa işe yaramaz hayli adamı başına toplamış ve kötülükleri önlenemez duruma gelmişti. Bir bahane ile icabına bakılmak isteniyordu. Bu amaçla sadrazamlığa atandı ve derhal İstanbul a gelmesi emredildi. Haberi alan İpşir Paşa bir yandan yol hazırlığı yaparken diğer yandan da eyaletlerin başına kendi adamlarını getiriyordu da bir bölükbaşını da Trabzon a vali atadı. Trabzon bu validen çok çekti. Sadrazam İpşir Paşa İstanbul a geldikten kısa zaman sonra idam edildiği halde bu bölükbaşı Trabzon da uzun zaman kaldı. Bunun zulmünden yakınan Trabzonluların şikâyetleri ile 1659 da azledildi. 131 Bu arada Kazaklar da saldırılarını iyice yoğunlaştırmıştı. Her ne kadar 1656 da Azak a yaptıkları saldırılar Kırım Han ı tarafından püskürtülmüş, 1657 de Ereğli yi, yağmalayan Kazaklar ın gemileri Sinop ta karaya vurarak korsanların çoğu boğulmuş ise de saldırıdan vazgeçmemişlerdi. Nitekim 1659 da Trabzon a vali olarak gönderilen Dilaver Paşa ya Trabzon kıyılarını düşmandan korumada şiddetli davranması tembih edildi. 132 Çünkü Karadeniz kıyılarına yapılan saldırılar artık korsanlık boyutunu aşmış, Rusların Türklerle ulusça savaşına dönüşmüştü. Bu düşmanca davranışların kilit noktası Azak Kalesi idi. Bu sebeple Trabzon valileri ayrıca Azak muhafızı olarak da atanıyorlar ve bazen şehre uğramadan doğrudan doğruya Azak üzerine gidiyorlardı. Bu sebeple Trabzon şehrinin yönetimi de yerli mütesellimler eline kalıyordu. Valilerin şehirde bulunmaması yerli mütesellimleri çok güçlendirmişti. Bunlar sıklıkla valilere karşı mücadele içine girmeye başladılar. Bu mücadelelerin biri de Yusuf Paşa zamanında 131 Şakir Şevket dönemi şöyle anlatılır: Meşhur İpşir Paşa Sivas Valisi iken mühr-ü sadaret orada kendisine irsal ve ihsan olunmuş olduğundan İstanbul a gitmeden Anadolu nun ıslah-ı ahvali vesilesiyle icra-yı mezalime kıyam ve yine Sivas tan her tarafa valiler nasb ve i zam eylediği sırada Trabzon a dahi merkum Kırk bölükbaşı nam şahsı göndermiş olmağla bu vali mürsel-i eserine tebean burada pek çok zulm ü gadre cür et ederek İstanbul u şikâyetçi ile doldurmuş ve o esnada İbşir Paşa nın pençe-i zulm ü i tisafından yakayı kurtaranlar dahi Dersaadet de bunlar ile birleşüb Huzur-u Şahaneye arz ve beyan-ı hal eylemeleri üzerine İbşir in idamıyla def i gaile edilmiştir. ŞAKİR ŞEVKET, Trabzon Tarihi, s Fındıklılı Mehmet Ağa, Silahtar Tarihi, Akba yay. Ankara, C. 1 s Bundan sonra Silahtar Tarihi Karadeniz sahillerinin düşman saldırılarından nasıl korunacağı konusunda sicillerde İstanbul dan gönderilmiş çok sayıda emir kayıtlıdır. Örnek için bk. T. Ş. S. 1836, 7, 1, 2. Sicil Karadeniz sahillerinden gelur geçer küffarın zarar vermemeleri için gereği gibi hıfz edilmesine dâir dir. EK. III. 36

51 yaşanmış valinin yanında getirdiği yeniçeriler ile Trabzon mütesellimlerinin adamları arasında çıkan geçimsizlik nedeni ile Yusuf Paşa görevden alınmıştı te Trabzon valisi Mehmet Paşa da kendinden önceki valiler gibi aynı zamanda Azak muhafızıdır. Şehri Mütesellim Mahmut Ağa ya bırakarak Azak üzerine gitmişti de Azak tan Mütesellim Mahmut Ağa ya yazdığı mektupta Trabzon kıyılarına yapılabilecek Kazak saldırılarına karşı uyanık olmasını tembih etmekteydi yılında Rusya üzerine sefer açılmıştır. Vezir-i Azam Fazıl Ahmet Paşa seferin başındadır. Tabii ki Trabzon valisi Vezir Mehmet Paşa da onunla beraberdir. Bu sebeple şehirde asayişsizlik ileri boyutlara varmıştır. Özellikle Of ta tam bir kargaşa hâkim olup soygun olayları iyice artmıştır. 135 Aslında Paşa valiliği döneminde çevredeki başıbozukların bazılarını öldürterek kalanını da itaat altına alarak şehirde asayişi sağlamıştır. Ancak bu şekilde yani zorbalıkla sağlanan asayişin bu baskı ortamı ortadan kalktığında daha şiddetli olarak başgöstereceğini düşünmek değildir. Zira asayiş eşkıyanın sindirilmesi ile sağlanmış, onları ortaya çıkaran problemler çözülmemiştir de valiliğe gelen Mirimiran Hasan Paşa ( ) bu dönemde Gürcistan a Açıkbaş seferi yapıldığından seferin komutanlığına getirilen Erzurum valisi Vezir İbrahim Paşa nın emrine verildi. Bu sefer sırasında bölgede türeyen eşkıya ile mücadele etti. Bu mücadeleyi Vezir İbrahim Paşa yazdığı şu mektupta istemişti: İzzetlü ve Devletlü Karındaşım Paşa Hazretlerinin Huzurlarına; Ağalarınıza tenbih buyurunuz ki bir ferde teaddi ve tecavüz eylemeyip herkese iyilik ve kolaylık göstersinler Cemâziye l-ula 1091 (1680) başında hücum başlayacaktır. Gönye ahalisi İstanbul a mütemadi şikâyet yağdırıyor. Tüccar tayfası gemilerle Gönye ye gelecekleri yerde Datyan, Cörel ve Abaza ülkelerine gidiyorlar. Men i hakkında de yapılan Edirne anlaşmasıyla Rusya seferi sona erdi ise de 1682 de Çar Deli Petro nun tahta çıkmasıyla ilişkiler tekrar bozuldu. Bu sırada Abazalar da Maradit e (Gönye) saldırıyorlardı. Cephede bulunan Trabzon valisi Hasan Paşa Trabzon kadısına mektup göndererek Maradit kalesini Abaza eşkıyasına karşı savunmak için şehirden takviye kuvvet istedi de Sultan IV. Mehmet (Avcı) tahttan indirildi ve yerine Sultan II. Süleyman tahta çıkarıldı. Ancak 1699 Karlofça anlaşması ile sona erecek savaş devam ediyordu. Trabzon Valileri de her zamanki gibi Azak Savunmasında görevlendirilmeye devam ediyordu. Mustafa Paşaya gelen fermanda Mükemmel ve mürekkep kapunla 133 Hüseyin ALBAYRAK, Tarih İçinde Trabzon Valileri ( ) Trabzon Valiliği İl Kültür Müdürlüğü Yayınları, Trabzon, 2008, s Ömer AKBULUT, Trabzon, İstanbul, 1955, s Hasan UMUR, Of Tarihine Ek, Birlik Basın ve Yayınevi, İstanbul, 1956, s Osmanlı devletinde eşkıyalık konusunda bk. Karen BARKEY, Eşkıyalar ve Devlet Osmanlı Tarzı Devlet Merkezileşmesi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Çeviren: Zeynep ALTOK, İstanbul, AKBULUT, Trabzon, ss: GOLOĞLU, Trabzon Tarihi, s

52 Azak da muhafaza olunagelen mahaldır. Hizmeti muhafaza olunmak şartı ile Anadolu Beylerbeyliğini sana tevcih ve inayet edüp denilmektedir. 139 Mustafa Paşa Azak muhafızlığı görevi çerçevesinde bölgeye mühim miktarda zahire naklettirdi. Bunlardan birinde Trabzon cizyedarı Rizeli Ömer Ağa bin Ali Ağa Erzurum ve civarından satın aldığı kile buğdayı Adanalı olup Trabzon da gemicilik yapan Salih reise beher kilesini 18 akçeye getireceğini ve nakliye ücreti olan akçeyi de tamamen aldığını mahkemede ikrar etmişti. 140 Anlaşılan bu dönemde şehrin imarı ile ilgilenilememiş Trabzon a askeri üs gözü ile bakılmıştı. 141 Valilerin sürekli seferde olması şehri mütesellimler elinde bırakıyor, mütesellimlerin de genelde yerli ailelerin önde gelenleri arasından seçilmeleri hem âyânlığın oraya çıkmasına zemin hazırlıyor hem de kendi aralarında hâkimiyet mücadelesini tetikliyordu. Şehirde sık sık vali değişikline gidilmesi ayanları güçlendiren diğer bir unsur olarak karşımıza çıkıyordu. Öyle ki valilerin bazıları hiç şehre uğramadan sefere çıkıyor, kendisi de sefer devam ederken değişiyordu. Trabzon valiliği onlara geçim aracı, bir gelir kaynağı olarak veriliyordu. Onlar da vilayetlerinde hizmet edip şehrin sorunları ve bayındırlığı ile uğraşmak yerine şehir yönetimini yerli mütesellimlere bırakıyor ve gittikleri yerlerden de şehirdeki vekillerine yazdıkları mektuplarda kendilerine asker ve erzak göndermelerini istiyorlardı. 142 Ancak Trabzon'dan asker ve erzak isteyen sadece Azak muhafazasına giden Trabzon valileri değildi. Sürekli uzayan savaşlarda bir türlü istediği neticeyi alamayan İstanbul da zamanla ihtiyacını merkez çevresi ve Rumeli deki eyaletlerden karşılayamaz duruma gelmiş ve artık Anadolu dan erzak istemeye başlamış hatta bu isteği süreklilik haline getirmişti. Mesela 1694 teki Macaristan seferi için Trabzon merkezden 2000, Of tan 1000, Rize den 700, Sürmene den 500, Atina dan (Pazar) 500, Arhavi den 500, Ünye den 500, Giresun, Görele ve Tirebolu dan 300, Keşap tan 250 ve Viçe den (Fındıklı) 100 asker toplanarak Edirne ye gönderilmesi istendi. 143 Bundan başka 1694 te vergi tahsilatının İl ileri gelenlerine bırakılması bunların halk üzerindeki etkinliklerinin artmasına sebep oldu. Bu dönemde Osmanlı ordularının Avusturya ve Venedik ile olan savaşlarında zaman zaman yenilmesi ve her halde yıpranmalarından cesaret alan Rusların saldırıları süreklilik arz etmeye başladı teki saldırıda kaleyi almaya muvaffak olamadılar ise de 1697 deki saldırılarında 139 AKBULUT, Trabzon, s ALBAYRAK, Tarih İçinde Trabzon Valileri ( ), s Trabzon a gönderilen askeri mühimmatın çeşitli yerlere nakilleri ve bu konuda alınacak tedbirler hakkında sicillerde çok sayıda emir vardır. Örnek için bk. T. Ş. S., 1833, 34, 1, 3; T. Ş. S., 1833, 34, 2, 1; T. Ş. S., 1836, 7, 1, 2; T. Ş. S., 1844, 44, 1, T. Ş. S. 1844, 43, 1, 1; T. Ş. S. 1845, 31, 4, Silahtar Tarihi, s Trabzon dan sadece Azak savunması değil Macaristan seferi için bile asker ve erzak istenmesi avarız vergilerini artıran bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durumun yol açtığı problemlere III. Bölümde Ekonomik ve Sosyal Hayat başlığı altında temas edilecektir. Diğer taraftan bir başka önemli nokta da avarız vergilerinin artmasının bu vergilerden muaf olmanın kıymetini de artırdığı gerçeğidir. Bu muafiyet konusuna da yine III. bölümde temas edilecek ve ilgili sicillerden bahsedilecektir. Örnek olarak bk. T. Ş. S. 1851, 60, 1, 1; T. Ş. S. 1851, 60, 2, 2; T. Ş. S. 1852, 5, 1, 3 metni için bk. EK IV 38

53 kaleyi ele geçirmeyi başardılar. Karlofça dan sonra Osmanlı devleti 1700 de Ruslarla da İstanbul anlaşmasıyla barış yapmak zorunda kaldı. Bu barışla Azak kalesi Ruslara bırakıldı ve bu kaleyi üs yapan Rusların Osmanlı ülkesine saldırıları süreklilik arz etti. A) OSMANLI ŞEHRİ Şehir ya da Osmanlı ıstılahında sancak Osmanlı yöneticileri için şu anlamı ifade eder: Adaletle idare edilen, mutedil insanların yaşadığı, din eksenli bir yaşam biçiminin hâkim olduğu, hemen her şeyin siyasal daire içinde telakki edildiği, nizam-ı âlemin küçük bir izdüşümü olan mekândır. Bu tanımda adalet ve dine yapılan vurguyu şehirde Kadı nın, siyasal çerçeveyi Kadı ve Beylerbeyi nin nizam-ı âlemin yansımasını ise doğrudan doğruya Padişah ın temsil ettiği düşünülmelidir. Bu mekânın dönemin Osmanlı yöneticilerinin zihninde nasıl ifade edildiğini tesbit için sicillere bakıldığında kâtiplerin Trabzon u isimlendirirken üç farklı kelime kullanmakta olduğu görülür. Bunlar Medine-i Trabzon Mahruse-i Trabzon ve Mahmiye-i Trabzon dur. Fakat bunların Trabzon un hangi idari birimlerini ifade ettiği açık değildir. Bu konuda Turan AÇIK zaman farklılıkları ve kâtiplerin şahsi tercihlerinden kaynaklanabilecek kullanım farklarını bertaraf etmek için tek bir sicilden hareketle 144 tezinde yaptığı değerlendirmede her üç kelimenin de aslında aynı anlamıyla birbirlerinin türevi olan kelimeler olduklarını ifade ederek, şehir anlamına gelen bu üç kelimenin kullanımı örneğinde Kadı Mahkemesi kâtiplerinin zihninde henüz modern bürokrasinin standartlaştırıcı terkiplerinin oluşmadığı sonucuna varmaktadır. 145 Şehir, yine şer iye sicillerinin ışığında bireylerin mal alıp-sattıkları, bu süreçteki ihtilaflarda kendilerini savunmak için faaliyet yürüttükleri, borç alıp-verdikleri, ticaret yaptıkları, devletin vergi talepleri ve buna bağlı ehl-i örfün haksız uygulamaları karşısında kendilerini savundukları, cinayet, hırsızlık yaralama gibi suçlarla maruz kaldıklarını, evlenip boşandıklarını hâsılı günümüzdeki insanın yapageldiği bütün bireysel faaliyetleri kendi toplumlarında yaşadıkları mekân olarak görülmektedir. 146 Ancak bu ifadeler bir şehri ne kadar ifade etmektedir. Bu konu ihtilaflıdır. Mesela Weber'e göre bir yerleşmenin şehir sayılabilmesi için şu özellikleri sergilemesi icap eder: Bir kale; bir pazar; kendine mahsus bir mahkeme veya hiç değilse özerk bir hukuk; kendi kendini yönetebilme ilgili birlik biçimi veya en azından kısmî bir özerklik yani sonuçta seçilmelerinde şehir sakinlerinin katılımının gerçekleştiği yetkililerce yönetilme. Şehirleri tasnif mümkünse, bunun şehirlerin hâkim ekonomik bileşeni açısından yapılması gerektiğini ifade eden Weber tüketici, üretici ve tüccar şehirler numaralı sicildeki kullanım örneklerini vermektedir 145 Turan AÇIK, Gelenek ve Modernlik Arasında Bir Osmanlı Şehri:17. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon da Siyaset, Basılmamış Doktora Tezi, KTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, Trabzon, 2012, ss: AÇIK, Gelenek ve Modernlik Arasında Bir Osmanlı Şehri: 17. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon da Siyaset, ss:

54 olarak tanımlar. Weber'in kent tanımında Batı Avrupa kenti merkezî bir yer tutar. Ona göre Avrupa kentinin sahip olduğu vasıflar gelişmeye yön verici etkiye sahiptir. 147 Bu tanıma İslam kentinin dâhil edilmeyişine tepki olarak, öncelikle İslam, bilahare Osmanlı kenti çalışmalarının, Weber'in görüşlerinin aksine bir İslam kentinin ve bir Osmanlı kentinin kendi özgünlükleri içinde var olduğunu ortaya koymak üzere şekillendiği söylenebilir. Gerçekten Osmanlı kentinin tanımında da Avrupa kentine benzer noktalar ön plana çıkarsa da dinsel farklılıklardan kaynaklanan öğeler de kendini gösterir. Osmanlı bakış açısından kent, belgelerin ifadesiyle Cuma kılınur, bazar durur yerdir. Bir dinî merkez ve pazar yerine ek olarak Osmanlı kasaba ve kentlerinin bulundukları idarî birimin merkezi oldukları, yani bir idarî merkez oldukları da iyi bilinen bir husustur. 148 Doğan KUBAN; İslâm şehrinin fiziksel ve sosyal yönden mahallelere bölünmüş olmakla dikkati çektiğini, sosyal yönden şehrin kendi kendini idare etmesinin "İslami bir kavram olmadığı, kültürel bakımdan, bütün İslâm şehirlerinin baş özelliğinin politik bilinçsizlik ve kendini idare yokluğu olduğunu ifade etmekteydi. 149 Buna karşın Osmanlı devletinde kentler ve kentliler ile ilgili çok önemli çalışmaları olan Suraiya FAROQHI ise Osmanlı kentlerinin doğrudan merkezî hükümet tarafından yönetildikleri varsayımına karşı, Osmanlı kentlerinde yerel seçkinlerin siyasal konularda insiyatif kullandığına dair bolca kanıt bulunduğundan hareketle Osmanlı taşra kentlerinin yarı bağımlı yapıda olduğunu ifade etmektedir. 150 Özer ERGENÇ; Osmanlı kenti, İslam kenti konularında Osmanlı kentinde elbette ki Bizans, İslam ve Eski Türk geleneklerinin tesiri olacaktı şeklinde değerlendirme yapar. O da İslam şehrinin üç temel öğesi Cami, pazar, hamam olduğunu ifade ile şehrin, mahallelere organik bir bağ endişesi duyulmadan bölünmüş olması, onun en belirgin fiziksel ve sosyal özelliği olduğunu söyler. Ona göre Osmanlı kenti Orta Asya Türk şehirlerinde de etkilenmiştir. Nitekim Orta Aysa Türk şehirleri iç kale, şehristan ve rabat ana unsurlarından oluşur: İç kale, saray ve yönetim yapılarının oluştuğu alan; şehristan, aristokratların ve sanatkârların yaşadığı bölgedir; ticarî faaliyetler ve pazarlama merkezi buradadır. Rabat, şehrin dış kesimini, varoşları oluşturur. Osmanlı da eski Türk şehrinin planı daha zenginleşmiş, eski yapı ve elemanların yanına yenileri eklenmiştir Max WEBER, Şehir: Modern Kentin Oluşumu, çeviren: Musa CEYLAN, İstanbul, 2000, ss. 78, Mehmet ÖZ, Osmanlı Klasik Döneminde Anadolu Kentleri, TALİD, C. 3, S. 6, 2005, ss Doğan KUBAN, "Anadolu-Türk Şehri, Tarihî Gelişmesi Sosyal ve Fizikî Özellikleri Üzerinde Bazı Gelişmeler, Vakıflar Dergisi, 1968, S. 7, ss Suraiya FAROQHI, "Krizler ve Değişim , Halil İNALCIK ve Donald QUATAERT (editör), Osmanlı İmparatorluğunun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, çevirenler: A. BERKTAY, S. ANDIÇ ve S. ALPER, İstanbul, 2004, ss: Özer ERGENÇ, Osmanlı Şehirlerinde Esnaf Örgütlerinin Fizikî Yapıya Etkileri, (ed.) O. OKYAR H. İNALCIK, I. Uluslararası Türkiye nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi Kongresi, Ankara, 1980, ss

55 Bunlarla birlikte Osmanlı kenti tanımlamasına da farklı eleştiriler getirilmiştir. Bunlardan biri olan Yunus KOÇ Osmanlı kenti mi yoksa Osmanlı dönemi Akdeniz/Arap/Anadolu/Balkan kenti diye mi tanımlamak daha gerçekçi olacaktır sorusunu sormaktadır. Ona göre farklı coğrafyalardaki bu kentler Osmanlı dönemi boyunca ne kadar Osmanlılaşmış ne kadar Osmanlı özelliği kazanmışlardır konusu çözüm için üzerinde daha fazla durmaya değer bir problematiktir. Osmanlı Belgrad'ı ile Halep i ne türden benzerliklere ve farklılıklara sahne olarak Osmanlı kenti sayılabilecek özelliklere sahiptiler ya da sahip değildiler? Osmanlı yönetimi altında bulunmak bir Balkan veya Orta Doğu kenti için ne türden ortaklıklar ve farklılıklar ortaya koymuştur? Bir imparatorluğun sınırları dâhilinde ve yönetiminde bulunmanın dışında bir kent, hangi belirgin özellikleriyle bir başka kategoriye sokulabilecektir. Bu ve benzeri sorularla ilgili olarak ilk akla gelen cevap, belki de kent iskânı ve kentteki demografik özelliklerdir diyebiliriz. Kısaca mimarî yapılar, mahallenin fizikî ve demografik dokusu, konuşulan ve yazılan dil, aynı zamanda kültürel çekim ve etki merkezi olan payitahtın simgelerinin kentlere ne kadar taşındığı gibi hususlar önemli olabilecek ölçütlerdir. 152 Bu ölçütlerle bakıldığında Trabzon, imparatorluğun karakteristik özelliklerinin izlenebildiği iki ana merkezinden biri olan Anadolu da yer almaktadır. Ancak gerek bir imparatorluk bakiyesi olması gerekse Anadolu da en son Osmanlı toprağı olmasının etkisiyle önemli özgünlükler barındırmaktadır. Daha da ötesi Trabzon'dan başka Anadolu da fethedildiğinde gayrimüslim olan bu büyüklükte bir yerleşim yeri yoktur. Bunun etkisiyle Trabzon'da her zaman önemli bir gayrimüslim nüfus olmuştur. Bu durumun şehrin fiziki yapısında olduğu gibi sosyal ve ekonomik hayatında da önemli sonuçları olmuştur. Bu özgünlükleri ile Trabzon un sosyal ve ekonomik yapısı ortaya koyulmaya çalışılmaktadır. B) TRABZON ŞEHRİ 1- Fiziki Yapı Trabzon kent merkezi kuzeyde denizden, güneyde Boztepe nin üstlerine kadar düzgün olmayan teraslar şeklinde yükselir. Değirmendere, Kuzgun Dere ve Zağnos Deresi yerleşimleri güneyden kuzeye derin boğazlarla bölünmüştür. Trabzon surları Yukarı Hisar, Orta Hisar ve Aşağı Hisar olmak üzere üç bölüme ayrılmaktadır. Yukarı Hisar içkale olarak da adlandırılan bu bölüm kentin en yüksek kısmındaki doğal kayalık üzerinde yer almaktadır. Bizans döneminde kentin yerleşim merkezi olan Komnenos sarayının da yer aldığı bu bölümde fetihten sonra da kentin ilk Türk-İslam eseri olan Şirin Hatun Camii inşa edilmiştir. Orta Hisar bütünüyle dörtgen planlı olup Osmanlı döneminde yönetim merkezi olmuştur. Fetihten sonra Komnenosların burada yer alan vaftiz kilisesi Altınbaş Meryemana Kilisesi fethin sembolü olarak Fatih Camiine dönüştürülmüştür. Aşağı Hisar Kuzey Hisar olarak da 152 Yunus KOÇ, Osmanlı da Kent İskânı ve Demografisi (XV.-XVIII. Yüzyıllar) TALİD, C. 3, S. 6, 2005, ss

56 bilinir. Surların en geniş bölümünü oluşturan hisar batı yönünde Zağnos burcundan başlayarak denize ulaştıktan sonra doğuya kıvrılıp, güneye uzayarak Orta Hisar ile birleşmektedir. Surların bu bölümü kentin kuruluşundan itibaren ticari hayatın yoğunluk kazandığı merkez olmuştur. 153 Fiziki şartlarına göre şehir yapıları değişse de tüm Osmanlı şehirlerinde hatta İslam şehirlerinde ortak olan unsurları Trabzon'da da izleyebiliriz. Mesela her mahalle bir mescid etrafında yerleşme birimi teşkil ediyordu. Bu sebeple mahalle kendi içinde ara yollara sahipti ve bu ara yollar mescide çıkıyordu. Mahalle sokaklarının pek de muntazam olmadığı görülmektedir. Bunun sebebi mahallede asıl birim evdi ve her ev duvarlarla çevrilmiş bahçesiyle bir bütündü. Sokağa açılmak gereği pek duyulmuyordu. Yani hususi hayat sokakta değil evin duvarlarla çevrili bahçesinde geçerdi. Bunun sebebinin mahremiyet endişesi olduğunu düşünmek yanıltıcı olmayacaktır Demografik Yapı ve Yerleşme XVII. yüzyıl Anadolu sunda bir kasabanın en az vergi mükellefini barındırdığı düşünülmüş, üzerindeki vergi mükellefi barındıran yerleşim yerlerinin ise büyük şehirler olduğunu kabul edilmiştir ki bu dönem Avrupası içinde geçerli bir büyüklüktür. Bu yüzyılda nüfusu, mimari yapısı ve ticari konumuyla tüm kıyı Anadolu daki en büyük şehir Trabzon dur. Bunun dışında imparatorluğun İstanbul dan sonraki en büyük kenti Bursa başta olmak üzere Ankara, Konya, Kayseri gibi tüm önemli kentleri iç bölgelerde yer almaktadır. 155 Şehrin din temelli nüfus dağılımını mahalleler üzerinden okumak elimizdeki veriler ışığında mümkün görülmektedir. Şehre ait 1682 tarihli avarız tahrir defteri, şer iye sicillerine yansıyan mülkiyet transferleri kayıtları, sicillerdeki avarız sayımlarının mahallelere göre dağılımını veren listeler, yüzyılın ortalarına tarihlenen kefalet defterleri ve son olarak 1834 nüfus sayımının verileri mahallelerin yapısını ortaya koymak için elimizdeki kaynaklardır. 156 Bu okuyuşta iki mahallenin dinsel kimliğinin özellikle vurgulanması dikkatimizi çeker: Bunlardan biri Aya Vasil diğeri ise Aya Gorgor mahallesidir; Medine-i Trabzon varoşunda vaki kefere mahallatından Aya Vasil mahallesi mütemekkinlerinden..., Medine-i Trabzon varoşunda kâin zimmiyan mahallatından Aya Vasil mahallesi mütemekkinlerinden..., Medine-i Trabzon varoşunda kefere mahallatından Aya Gorgor mahallesi mütemekkinlerinden... ifadelerinde açıkça görüldüğü gibi Aya Vasil ve Aya Gorgor mahalleleri alışılagelmişten farklı olarak hem dinsel durumları hem de mekânları belirtilerek 153 Trabzon Kalesi, Trabzon Belediyesi Tanıtım Broşürü, Trabzon, ERGENÇ, Osmanlı Şehirlerinde Esnaf Örgütlerinin Fizikî Yapıya Etkileri, s Suraiya FAROQHI, Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı, Çev. Emine Sonnur ÖZCAN, 2. Baskı, Doğubatı Yayınları, Ankara, 2010, ss ; FAROQHI, Osmanlı da Kentler ve Kentliler, ss Miraç TOSUN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Cemaatlerarası İlişkiler, KTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Trabzon, 2013, s

57 kaydedilmekteydiler. Anlaşılan XVIII. yüzyılda dahi bu iki mahalle halen gayrimüslimlerin ağırlıkta olduğu mahallelerdi. 157 İslam şehrinin en önemli özelliği çeşitli etnik ve dini guruplara göre şehrin ayrıştırılmasıdır. Bu durum Osmanlı şehirleri için de geçerli olmasına karşın bazı grupların toplumun bütününden ayrı bir mahalleye kapanması daha çok Osmanlı öncesinde yaygındır. Bunun nedeni Osmanlı devletinin kuvvetli otoritesi ve genel güvenliğin sağlanması çerçevesinde mahallenin bir savunma alanı olmaktan çıkıp, şehir yerleşiklerinin birbirleri ile daha rahat ilişkiye geçebilmeleridir. Gerçekten Osmanlı klasik döneminde dini ve etnik guruplar birbirlerine tamamen kapalı, ayrı cemaatler halinde yaşamamaktadır. Hatta mahallenin ötesinde Jennings Müslümanlar ve Hristiyanların Trabzon un bazı köylerinde karışık olarak ikamet ettiklerini tesbit ettiğini söylemektedir. 158 Jennings bu durumun Trabzon a özgü mahallî bir durum olmayıp mesela Kayseri'de de aynen geçerli olduğuna eserlerinde yer verir. 159 Bunun en güzel örneğini mülk satışlarında görebiliriz. Gerçekten aynı mahallede yaşayan Müslüman ve gayrimüslimler de birbirlerinden mülk alıp satmışlardır. 160 Bu durum Osmanlıda şehir ahalisinin bir bütün olduğu sonucunu doğurur. Bunun yanında tabii ki ayrı zimmi mahalleleri de vardır. Bunun sebebini aynı inancı benimseyenlerin yan yana yaşamayı daha rahat ettikleri bir hayat tarzı olarak tercih etmelerinde arayabiliriz. Bu durumu ev satışlarının çoğunun cemaat içi olmasından çıkarabilmekteyiz. Mesela Miraç TOSUN numaralı siciller ile yaptığı çalışmada toplamda tesbit ettiği 309 mülk satışının cemaatler arası dağılımını şu şekilde tesbit etmiştir. 161 Müslüman-Müslüman Zimmi-Zimmi Müslüman-Zimmi Zimmi-Müslüman XVII. yüzyılın ikinci yarısı için de araştırma çerçevesinde incelenen 167 satış kaydının tasnifi yapıldığında aşağıdaki tablo ortaya çıkmaktadır: Müslüman-Müslüman Zimmi-Zimmi Müslüman-Zimmi Zimmi-Müslüman Bu durum her zaman bir tercihten değil bazen de devletin tasarrufundan kaynaklanmaktaydı. Mesela Yahudi ve Hristiyanların cami yakınlarında ev ya da 157 Necmettin AYGÜN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Ticaret, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara, 2002, ss: Ronald JENNINGS, Pious Foundations in the Society and Economy of Ottoman Trabzon, , JESHO, XVIII, 1975, s Ronald JENNINGS, Studies on Ottoman Social History in the Sixteenth and Seventeenth Centuries: Women, Zimmis and Shari a Courts in Kayseri, Cyprus and Trabzon, İstanbul, 1999, ss: Konu ile ilgili olarak III. Bölümde Mülk alım-satımları kısmında örnekler ve tahliller mevcuttur. 161 Miraç TOSUN, Şer iye Sicillerine Göre Trabzon da Mülk Satışları (H ), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, KTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, Trabzon, 2005, s

58 dükkân edinmeleri yasaktı. Bu uygulamanın amacının cami etrafının gayrimüslimlerce iskân edilmesi sonucu caminin cemaatsiz kalmasının önlenmesi olduğu çeşitli kaynaklarda ifade edilmiştir. Hatta bu sebeple bir caminin cemaatsiz kalma durumu olduğunda etraftaki gayrimüslim evlerinin değerinden olmak koşulu 162 ile satın alınarak Müslümanların oturmasının temin edilmesi istenmiştir. 163 Bu durum ülkenin her yanında aynı şekilde geçerli idi. Mesela Konya sicillerinde bu konuya bir örnek bulmak mümkündür. Konya nın Şeyh Osman-ı Rumi Mahallesi Müslümanları Kadıya başvurarak mahalle-i mezbureden Karabet veledi Ağya ve zevcesi Zaref bint Cihanşah ve oğlu Serkez nam zimmilerin menzillerinin mahalle mescidi yakınında olması ve mahallenin Müslüman Mahallesi olmasından dolayı menzillerini bir Müslime satmaları ve mahalleden çıkarılmaları hakkında fetva alınması ve durumun adı geçen zimmilere bildirilmesini istemişlerdir. 164 Benzer şekilde Müslümanlar da kilise ve sinagog yakınlarında oturmuyorlardı. Bu konuda belli bir yasak olmasa da uygulamadaki durum bu idi. Müslümanlara kanunen konulmamış olan kilise ve sinagog yanında oturmama yasağı kadılar için ise mevcuttu. Kadılardan kilise ve sinagog yakınlarında oturmamaları istenmekteydi. 165 Anlaşılan Osmanlı şehrinde de etnik ve dini gruplaşma tamamen kaldırılmış değildir. Trabzon ili örneğini ele alırsak çarşı merkezi başta olmak üzere Aşağıhisar, Orta Hisar ve İmaret gibi belli mahallelerde Müslüman nüfusun daha yoğun olduğu buralarda yapılan mülk satışlarından anlaşılmaktadır. 166 Zimmiler ise daha çok Ayavasil, Hristos, Ayagorgor, Ayur ve Çömlekçi mahallelerinde yaşamaktadır ki bu mahalle isimleri dahi bu kümeleşmeyi haber vermektedir. Bu kümeleşmede fetihten sonra uygulanan iskân politikası da belirleyici olmuştur. Trabzon un fethinden sonra tutulan kayıtlar şehrin Gayrimüslim nüfusunun kale dışında iskâna tabi tutulduğunu göstermektedir. Yalnız bu uygulama genel bir Osmanlı tarzı olmayıp mesela Edirne fethedildiğinde böyle bir uygulama yapılmamış, yeni gelen Müslüman nüfus şehrin çevresine yerleştirilmiştir. Ne var ki bu uygulama sadece Trabzon a has olmayıp muhtemelen şehirlerin yapısı ve savunma özellikleri ile alakalıdır. 167 Şehirlerdeki gruplaşmalar sadece etnik ve dini temelli değildir. Mahallelerde mesleki gruplaşmaya da tesadüf edilebilir. Yine Trabzon için örneklendirirsek Aşağıhisar da esnaf, Ortahisar da yönetici, İmaret mahallesinde ise ilmiye 162 Bu şart özellikle vurgulanarak gayrimüslimlerin zarar etmelerinin önlenmesi istenmiştir 163 Bu konudaki emirlerde Müslümanları cami etrafında toplamak amaç olarak açıkça belirtilmiştir. 164 K. Ş. S., 51, 235/1, 21 Receb 1141 naklen İbrahim SOLAK, 51 numaralı Konya Şer iye Sicili, (H / M ) Özet ve Dizin, Palet Yayınları, Konya, 2011, s Mustafa Macit KENANOĞLU, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, Klasik Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, 2012, s TOSUN, Şer iye Sicillerine Göre Trabzon da Mülk Satışları (H: ), s Feridun EMECEN, Osmanlılarda Yerleşik Hayat Şehirliler ve Köylüler Osmanlı Klasik Çağında Hanedan, Devlet ve Toplum, İstanbul, Timaş Yayınları, 2011s

59 mensuplarının daha yoğunlukla ikamet ettiği yine buralarda yapılan mülk satışlarından anlaşılmaktadır. 168 Şehre ait tekâlif kayıtlarında Müslümanların Gayrimüslimlerden 2 kat daha fazla tekâlif ödediği göz önüne alındığında bu durumun şehrin dini nüfus oranını yansıttığı da düşünülebilir. Fetihten hemen sonra kentte önemli ölçüde Müslüman nüfus artışı olmuş ise de Müslüman ve gayrimüslimler ayrı mahallelerde yaşamaktaydı. Ancak yüz yıl sonra kentin mahallelerinin demografik yapısı büyük ölçüde değişmiştir. Bundan sonra dini bakımdan mahalleleri birbirinden ayırmak imkânsızlaşmıştır. Nitekim Aya Todor, Aya Sofya, Aya Vasil gibi Rum ismi taşıyan mahallelerin halkının tamamının Rum olmadığı şer iye sicilleri kayıtları ile sabittir. 169 Gerçekten 1640 lara gelindiğinde mevcut 44 mahalleden çoğu mahallenin nüfus yapıları dini açıdan karmadır. Fetihten yaklaşık 100 yıl kadar sonra şehirde getto denilebilecek mahalle kalmamış, mahalleler dini ve etnik açıdan karışık hale gelmiştir. Aynı şekilde köyler de zamanla karışık hale gelmiştir. Bu çarşılardaki dükkânlar için de geçerli olup, dükkânlar farklı dinlere mensup insanlar arasında da el değiştirmektedir. Taraflar arasında mülk transferi bu kadar çok olmasına ve İslam hukukunda komşunun bir mülkü öncelikli olarak satın alama veya yapılan satışa komşuluk açısından itiraz etme hakkına sahip olmasına rağmen komşusunun farklı dindeki bir insana ev satmasından rahatsız olduğu için mahkemeye başvuran kimseye rastlanmamıştır. Trabzon un demografik yapısı incelendiğinde dikkat çeken önemli bir konu da imparatorluğun hemen her bölgesine yayılmış olan Yahudilerin Trabzon şehrinde ve civarında olmamasıdır. Bu konuda Osmanlı Arşivinde tesbit edilen Yahudiyan taifesini tahrîr ve lâzım gelen cizyelerini tahsiline mübâşir ta yîn olunarak Trabzon a gelip sicil-i mahfuza kayd olunub a yân ve eşrafın cemm ve istifâ olundukda vilayette Yahudi taifesinin olmadığına dâir belge konuyu açıklığa kavuşturmaktadır. 170 Bu bulunmama sadece nefs-i Trabzon için değil Trabzon sancağının geneli için de geçerli olmalıdır. Çünkü yine aynı yerde aynı ifadelerle kayda alınan bir sonraki belgenin sonunda tanzim edildiği yer hakkında Ed-dâ î ill devleti l-halîle Mustafâ el-ali be medine-i Karahisari şarkı kaydı okunmaktadır TOSUN, Şer iye Sicillerine Göre Trabzon da Mülk Satışları (H: ), s T. Ş. S., 1833, 11, 1, Dergâh-i felek medâr ve bârigâh-ı gerdûn iktidâr tarâbına arzı- bende-i bi mikdâr budur ki işbu bin yüz senesine mahsûb olmak üzre fermân-i şeref vâcibu'l- imtisâl ile Yehûdan tâifesinin tahrîrine ve lâzım gelen cizeylerinin cem -i tahsîline mübâşir ta yîn buyurulan işbu bâ isu'l- vesîka fahru'l- a yân es seeyid Mehmed Çâvûş zîde kadruhu senen-i mezbûrun mâh-i Şa bânının on beşinci güni Trabzon' a gelub yedinde olan fermân-in şerîflerin ba de'l- kıraât sicil-i mafhaza kayd olundukdan sonra ahâlî-i vilâyetin a yân ve eşrâfının cem ve istiksâr olundukda vilâyetimizde taife-i mezbûr olmayub bu ana gelinceye değin iskân eyledikleri mâ lûmumuz değildur diyü ihbâr itmeleri ile ve mübâşir-i mûmâ ileyh talebiyle evvelki vâkı u l-hâldur der-devlet medâra arz ve i lâm olundi bâkî fermân der-adlindir hurrire fî şehr-i Şa bânu'l-mu azzam li sene zilkade ve mie ve elf Ed-dâ î lil devletil-aliyete Muhammed el-mümvella be hilâfe be medine-i Trabzon B. O. A., A. E., SSÜL., II, 21, 2104, 1 sene B. O. A., A. E., SSÜL., II, 21, 2104, 1 sene

60 3- Trabzon Şehrinde Mahalleler 1583 tarihli tahrir defterine göre toplamda kayda geçen 54 mahalleden 26 sı Hristiyan, (4905 kişi) 28 i Müslüman (5670 kişi) mahallesidir. XVII. yüzyıl cizye kayıtlarına bakıldığında Anadolu daki en büyük Hristiyan nüfus bölgede yaşıyordu. Samsun (Canik) yöresinde Rumlar çoğunlukta iken Trabzon çevresinde Rumların yanı sıra ciddi bir Ermeni cemaati de vardı. Ancak kaç Rum ve kaç Ermeni olduğunun kesin sayısını bilemiyoruz. Çünkü Osmanlı kaynakları nüfusu Müslim ve gayrimüslim reaya olarak kaydetmektedir. Osmanlı kayıtlarında gayrimüslim reayadan kasıt milleti selâse -Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler- olmakla birlikte Trabzon bölgesinde Yahudi bulunmadığı için Trabzon için bu ifade ile eğer Ermenilerle ilgili özel bir kayıt konulmamışsa Ortodoks Ermeniler ile Rumlar kastedilmektedir. 172 Osmanlı mahallesinin geleneksel yönünü en iyi gösteren uygulamalarından biri de müteselsilen kefillik uygulamasıdır. Özer Ergenç e göre müteselsilen kefilliğin amaçları vergi yükümlülerinin tam olarak saptanması ve vergilerin eksiksiz toplanmasının sağlanması ile merkezi otoritenin ve genel güvenliğin istenen şekilde sağlanmasıdır. 173 Mahalleli müteselsilen kefil olduğu için herhangi cinayet vukuunda fail bulunamadığında bütün mahalleli mesul tutulmaktadır. I. Ahmed Kanunnamesinde ve eğer mahalle içinde veya köy içinde maktul bulunsa elbette teftiş edüp katili bulduralar veya diyet çekdüreler denilmektedir. Bu durum mahallede azami derecede otokontrole sebep olmuş, mahalleliyi mahallede meydana gelen olaylar konusunda aşırı derecede hassaslaştırmıştır. Hatta hiçbir faili olmayan doğal olaylarda dahi sonradan kendilerine bir sorumluluk çıkmasın diye kadıya başvurarak keşif yapılmasını istemelerine neden olmuştur. Bu konuda sicillerde ilginç örnekler mevcuttur. Mesela Urganciyan Mahallesi sakinleri deniz kenarında bir ölü bulmuşlar derhal kadıya giderek keşif yaptırmışlardır. Kadı cesedin tanınmayacak halde olmasını tesbit edip kimsenin sorumlu olmadığını kayda geçirmiştir. 174 Ahlaki bir evreni temsil eden şehrin ahalisinin en önemli fonksiyonu ahlaki yapının muhafazasıdır. Bu çerçevede ahlaki yapıya mugayir davranışı görülen kişiler mahalleden ihraç edilmekteydi. Kurulmuş düzenin bekçileri olarak nitelenebilecek mahallelinin düzeni ihlal edenler için kullandığı kavramlar ise; şirretinin def i şirretinin mahalleli üzerinden def i ezasının kat ı kalması halinde zararının devam edeceği şeklindedir. 175 Bu cümleden olarak köydeki düzene fesat karıştırarak köylüyü 172 HÜR, Trabzon un Etnik Tarihine Bir Bakış Trabzon u Anlamak, s Özer ERGENÇ, Osmanlı Şehrindeki Mahallenin İşlev ve Nitelikleri Üzerine Osmanlı Araştırmaları, S. IV, 1984, s: T. Ş. S. 1830, 69, 8 naklen AÇIK, Gelenek ve Modernlik Arasında Bir Osmanlı Şehri: 17. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon da Siyaset, ss: Özden TOK, Kadı Sicilleri Işığında Osmanlı Şehrindeki Mahalleden İhraç Kararlarında Mahalle Ahalisinin Rolü, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 18, 2005, s

61 rencide eden kişiler de köylünün sorumlu timar erbabının bireysel, bazen ise köylünün de kendilerine katılmasıyla kolektif olarak müracaatı üzerine köyden ihraç edilebilmekteydi. Mesela Trabzon Kisarna köyü zâimi Ali Bey köy sakinlerinden Kara Mehmed i dava etmiştir. Ali Bey e göre Kara Mehmet ahardan gelip köye yerleşmiştir. Ancak kendi halinde biri değildir. Kimin nacak ile yaralamış, kimin ehl-ü ıyâlini katletmiştir. 176 Daha da ötesi, şârib-i hamr ve fesad ehli bir kişidir. Reayaya çok zulm etmiştir. Bunlar gibi nice fillerin faili Kara Mehmed i köyden kaldırmak için emr-i şerif sadır olduğunu söyleyen Zaim emr-i şerifi mahkemede ibraz etmiş ve emr-i şerif mahkemede Mehmed in yüzüne karşı okumuştur. Mahkeme bundan sonra Kara Mehmed e köyden kalkmasını tembih etmiştir. 177 Bütün Osmanlı şehirlerinde mahallelerin bir mescid etrafında şekillenmesi bir yana merkezini zaviye tekke, imaret gibi dini yapıların oluşturduğu mahalleler en kalabalık mahallelerdir. Mesela Konya örneğinde konuya baktığımızda Mevlana dergâhı civarının şehrin en kalabalık mahallesi olduğunu görürüz. Mahalle 200 ü aşkın vergi veren erkek nüfus barındırmaktadır. Bu mahallelerin nüfus çekmesinin birçok nedeni olabilir. Bunlar arasında tarikat mensuplarının bir arada yaşamak isteğinin yanında zaviyeye yapılan bir takım hizmetlerden dolayı komşularına tanınan muafiyetler de sayılabilir. Mesela Türbe-i Celâliye Mahallesi sakinleri avarız-ı divaniye ve tekâlif-i örfiye vergilerinden muaftır. 178 Benzer bir durumu Trabzon örneğinde de görmek mümkündür. Şehrin en önemli mahallelerinden biri olan Hatuniye imareti çevresinde yer alan ve aynı adı taşıyan mahalle bu tür muafiyetlere sahiptir. Şehir içinde nüfusun kalabalık olduğu diğer mekânlarda ticari faaliyetlerin yoğun olduğu bölgelerdi. Mesela kale kapılarında ticari faaliyetlerin yoğunlaşması diğer bir deyişle buraların o zamanların alış-veriş merkezi haline gelmeleri bu devirlerin karakteristiğidir. Bu durumun iki sebebi olmalıdır: Birincisi şehre gelenlerin (civar köylerden olsun uzaktan gelen tüccarlar olsun) kolayca uğrayabilecekleri yerler olmaları, ikincisi yeniçeriler tarafından korunduğu için güvenilir alanlar olmalarıdır. Konuya Trabzon örneğinden yaklaştığımızda şehrin en büyük çarşı ve hanlarının olduğu Moloz, Pazarkapı ve Kemeraltı gibi semtlerin çok geliştiğini görürüz. 179 Bu bilgilerden sonra XVII. yüzyılda Trabzon'da var olan belli başlı mahalleleri şöyle sıralayabiliriz: 180 Mahalle-i Köhne Hamam Mahalle-i Cami-i Manastır Mahalle-i Müslümanan-ı Ayamarna tabir-i İskender Paşa Mahalle-i Cami-i Cedid 176 Sicilde geçen bu ifadelere ihtiyatla yaklaşılması gerektiği düşünülebilir. Nihayetinde bir kişiyi katledenin sadece köyden kalkması değil, ona başka cezalar verilmesi de gündeme gelmiş olmalıdır. 177 T. Ş. S. 1830, 8, 9 naklen AÇIK, Gelenek ve Modernlik Arasında Bir Osmanlı Şehri: 17. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon da Siyaset, ss: Özer ERGENÇ, XVI. Yüzyılda Ankara ve Konya, Ankara Enstitüsü Vakfı Yay. Ankara, 1995, s ALBAYRAK, Trabzon da İki Tarihi Mekân Çarşı Camii-Pazarkapı Camii ve Çevresi, s Trabzon şehri mahalleri haritası için bk. Harita: III. 47

62 Mahalle-i Pazdiye Mahalle-i Ayavasıl Mahalle-i Ayagorgop ma Ayverdi Mahalle-i Eguhter (Kindinar) Mahalle-i Ayamarza Mahalle-i Eksotha Mahalle-i İskender Mahalle-i Elhac Kasım Mahalle-i Tabak-hane Mahalle-i Zagonas Mahalle-i Zağraka ma Kemerkaya Mahalle-i Ayayorgi Mahalle-i Çömlekçi Mahalle-i Abacılar Mahalle-i Ahi Baba Mahalle-i Aşağı Hisar Mahalle-i Aya Lavis Mahalle-i Ayanane Mahalle-i Ayo Todori Mahalle-i Ballıca Mahalle-i Boztepe Mahalle-i Çukacı Mahalle-i Debbağhane Mahalle-i Zaviye Mahalle-i Faroz Mahalle-i Frenk Hisarı Mahalle-i Galimone Mahalle-i Havuzlu Çeşme Mahalle-i İçkale Mahalle-i Hızır-İlyas Mahalle-i Kule Mahalle-i Kule Yolu Mahalle-i Nurullah Çelebi Mahalle-i Orta Hisar Mahalle-i Ovanis Mahalle-i Sarmaşık Mahalle-i Zeytünlük Mahalle-i Zograf Mahalle-i Yeni Cuma Mahalle-i Urgancı Trabzon un mahalle sayısı dönem dönem değişmiş ve her ne kadar bunlarla sınırlı olmamışsa da yerleşim alanı sınırlı olan şehrin mahallelerinin sayıca az nüfusça 48

63 çok olduğu düşünülebilir. Benzer durum Ankara için de söz konusundur. Nitekim XVI. yy da Ankara ve Konya şehirlerini ele alan Özer Ergenç bu iki şehrin karşılaştırmasında da benzer sonuca ulaşmıştır. Gerçekten 1584 tarihli Konya mufassal tahrir defterine göre Konya nın 119 mahallesinde vergi yükümlüsü erkek tesbit edilmiş olup buna göre şehrin nüfusu olarak hesaplanmıştır. Ankara ya göre mahalle sayısı daha fazla nüfus azdır. Geniş bir sahaya yayılan şehir dağınıktır. Bu 119 mahalleden 47 tanesinde 1-20 arası vergi yükümlüsü erkek vardır. Yani mahalleler pek küçük birimler halindedir. 4- Şehrin İdari Yapısı Osmanlı idari taksimatında ülke yukarıdan aşağıya eyaletlere, sancaklara, kazalara, nahiyelere ve köylere ayrılmaktaydı. Esasen taşrada iki örgütlenme biçimi mevcuttu. Birincisi eyalet, sancak, timar nahiyeleri ve dirlik şeklinde tanımlanan askeri örgütlenme ikincisi ise adli ve idari birim olarak kadıların yönetici olduğu kazalar idi. Buna göre iki organizasyonun kesişme noktasında ise eyalet ve sancak birimleri ile nahiyeler ve köyler bulunmaktadır. 181 Bu ayrımda en büyük birim eyalettir. Ülke kuruluş döneminde Anadolu ve Rumeli olmak üzere iki temel eyalete ayrılmış iken XVI. yüzyıl başlarında idari kuruşlarda yeniden düzenleme yapıldı. Anadolu Eyaleti Eski ve Yeni (Kadim ve Hâdis Rum) eyaletleri olmak üzere ikiye ayrıldı. Merkezi Amasya olan Kadim Rum eyaletinin Amasya, Tokat ve Sivas, Sonisa (Niksar), Hasan-ı Dıraz yani Uzun Hasan (Karahisar-ı Şarki) ve Canik (Samsun) olmak üzere beş; merkezi Trabzon olan Hâdis-i Rum eyaletinin de Trabzon, Kemah (Erzincan dâhil), Bayburt (Erzurum on iki bucak halinde Bayburt a dâhil), Malatya ve Kâhta, Divriği ve Darende olmak üzere beş livası vardı. 182 Sonrasında farklı idari düzenlemeler yapıldı lerde bir dönem Trabzon Safevi devleti ile yapılan mücadelelerde çok yıprandığı için geliştirilmesi düşünülerek eyalet merkezi yapılan Erzurum a bağlandı ise 1584 ten sonra şehir her zaman eyalet merkezi ya da Osmanlı kullanımındaki tabiri ile paşa sancağı olarak kalmıştır. İncelediğimiz dönem olan XVII. yüzyılda da paşa sancağı konumunu sürdürmektedir. XVII. yüzyılın ikinci yarısının başlarında şehri gezen Evliya Çelebiye göre ziyaret ettiği dönemde Trabzon un yöneticileri şunlardır: Kanun üzere Timar Defterdarı, Defter Kethüdası, Defter Emini, Çavuşlar Kethüdası, Çavuşlar Emini, Timar Defterdarı vardır. İki Batum livası Timar defterdarı hassı akçedir. Trabzon livası zeameti 43, timar 226, Batum livası zeameti 13, tımarı 72 dir. Trabzon da hepsi dört yüz elli dört kayıttır. Kanun üzere cebelüleri namlı askeri vardır. Paşasının cebelüleri ise bin yiğittir. Alay beyisi ve Çeribaşısı ile birlikte hepsi üç bin silahlı asker olur. Sefer sırasında bütün asker pür-silah paşa sancağı ve alay beyisi bayrağı altında toplanır. 181 Halil İNALCIK, Osmanlı imparatorluğu: Klasik Çağ , Çeviren: Ruşen SEZER, Yapı kredi yayınları, İstanbul, 2009, s. 182 GOLOĞLU, Trabzon Tarihi, s EK: Haritalar I XVII. yy da Trabzon eyeleti haritası 49

64 Mevcut olmayan askerin zeameti başkasına verilir. 183 Bunlardan başka eyalet teşkilatı olan Trabzon'da taşradaki askeri sınıfın diğer temsilcileri de yani ilmiye ve kalemiye üyeleri mevcuttur. Bu konuda yine Evliya Çelebiye göre şehrin Şeyhülislamı, nakibüleşrafı, serdar yerine azametli bir yeniçeri çavuşu, sipahi kethüdası yerine şehir subaşısı, muhtesip ağası, gümrük emini, balık emini, boyahane emini, şarap emini, mumhane emini hâsılı 17 kadar ceza vermeye yetkili hâkimi vardır. 184 C) TRABZON U YÖNETENLER 1- Beylerbeyi Osmanlı ülkesi bir yandan beylerbeylik (eyalet) ve sancak (liva) isimli askeriidari bölümlere ayrıldığı gibi diğer yandan da kaza denilen şer i-idari birimlere ayrılmıştır. 185 Eyaletin her sancağına doğrudan merkezden bir sancak beyi atanırken paşa sancağı diye adlandırılan biri doğrudan beylerbeyinin yönetimine bırakılırdı. Bu durumda Trabzon XVII. yüzyılın ikinci yarısında paşa sancağı olarak karşımıza çıkmaktadır. Beylerbeyliği Osmanlılarda önce geniş askeri yetkilere sahip kumandan anlamında kullanılırken sonradan fetihten hemen sonra kurulan eyaletlerin askeri ve idari emirine beylerbeyi denilmeye başlandı. XV. yüzyılda seyfiye kalemiye ve ilmiye meslekleri ayrılmış beylerbeyliği seyfiye zümresi içinde mütalaa edilmiştir. 186 Beylerbeylik görevine gelebilecekler Fatih Kanunnamesinde Beylerbeylik dört kimsenin yoludur: Mal defterdarlarının, beylik ile nişancı olanların, dört yüz akçeye varmış kadıların, dört yüz bin akçeye varmış sancak beylerinin şeklinde sayılmıştır. 187 Trabzon Sancak Beyinin şehirdeki en büyük gelir kalemi burada yaşayan Hristiyan ahalinin verdiği hane başına 25 akçe olan ispence resmi idi ki toplam akçe tutarındaki bu gelir beyin başlıca geliri idi. Bundan başka Trabzon şehir hassına dâhil olan mukataalar da beyin gelirleri arasındaydı. Başhane, Bozahane, Kile resmi, at ve katır bâcı, zeminlerin öşrü, meyve ve şarap resmi, gemi tapusu, hassa bağları, kervan zeminleri, değirmen deresi niyabeti değirmen deresi bağ ve bahçe, Maçka yolu kitabet resmi ve şehir değirmenleri mukataaları da toplam akçe ile beyin diğer gelir kalemlerini oluşturuyordu EVLİYA ÇELEBİ, s. 413 Zeametin başkasına verilmesiyle ilgili kayıt için bk. T. Ş. S., 1845, 6, 1, EVLİYA ÇELEBİ, s ERGENÇ, XVI. Yüzyılda Ankara ve Konya, s Mehmet İPŞİRLİ Beylerbeyi D. İ. A., C. VI, Ankara, 1992, s İPŞİRLİ Beylerbeyi s TEKİNDAĞ, Trabzon İ. A., s. 471; M. Tayyip, GÖKBİLGİN, Trabzon Şehri Padişah Hasları Vakıflar Dergisi, C. IV, ss:

65 Osmanlı Devleti nde fethedilen yerlere hukuku temsilen bir Kadı nın, idareyi temsilen bir beyin tayini yerleşmiş bir gelenekti. Bey Kadı nın hükmü olmadan kimseye ceza veremeyeceği gibi Kadı da Bey in kuvveti olmadan hükmü uygulayamamaktadır. Kadı hükümlerinde bağımsızdı ve doğrudan doğruya padişahtan emir alır O na arzda bulunabilirdi. Osmanlılar taşra yönetimindeki bu kuvvetler ayrımını adil yönetimin temeli saymışlardır. 189 Bazen bölgedeki kadıların arzı ile beylerbeyinin azli mümkündü ancak beylerbeyi statü bakımından kadı ve müftü gibi ehl-i ilmin üstünde bir konuma sahipti. Özellikle savaş zamanında beylerbeyine kadıların itaat etmeleri istenmiştir. Anlaşılan beylerbeylerinin görev ve yetkileri konusunda savaş ve barış dönemlerinde fark vardır. Barışta reayanın korunması, asker nizamının sağlanması, zulmün bertaraf edilmesi ve eyaletin idaresi kanunnamelerde sayılmıştır. Savaşta ise olağanüstü yetkilerle donatılmış olmaları tabii idi. Trabzon beyleri özelinde konuya yaklaşıldığında incelenen dönem beylerinin hemen tamamının Azak muhafızı olarak da görevlendirildiği görüleceğinden Trabzon beylerinin geniş yetkilerle donandığı anlaşılır. Beyler savaşa gitmeden önce yerlerine mütesellim bırakırlardı. Beylerbeyi buyruldusu ile göreve gelen mütesellimleri merkezi idare onaylardı. Beylerbeylerinin görev süreleri Kuruluş dönemi ve Klasik dönemde diğer memuriyetler gibi oldukça uzundu. XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren süre kısalmaya başlamıştır. XVII. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon a baktığımızda bu sürenin bir yıl civarında olduğu görülür. Sık sık azledilen beylerin büyük yekûn tutan masrafları halktan alma istekleri incelenen dönemde önemli sorun noktalarından biridir. Beylerbeyi merkezdeki divanın küçük bir numunesi olan beylerbeyi divanı ile eyaleti yönetirdi. Eyalet divanı beylerbeyinin idaresinde en önemli kuruldur. Doğrudan beylerbeyine bağlı olan kurul paşa sancağındaki konağında toplanırdı. Burada yeri gelmişken incelenen dönemde Trabzon da beylerbeyi için inşa edilmiş bir konak olmadığını hatırlayabiliriz. 190 Beyin oturduğu ve saray tabir edilen konağın kirasının şehrin ileri gelenleri tarafından ödendiği ve beyin görevinin sona ermesi ile de oturduğu mekânın boşaltıldığı görülmektedir. Yeni bey geldiği zaman da kendisine bey ikametine uygun başka bir konak da kiralanabiliyordu. Tabii bizler bu durumu bey konağının kirasının ödenmesi ile ilgili herhangi bir mesela olduğunda yani konu mahkemeye 189 Yasemin BEYAZIT XVI. yüzyıl Sonlarında Osmanlıda Kaza Sınırlarını Belirleyen Temel Etkenler Doğu Batı, S. 53, 2010, s. 76; Özer ERGENÇ, XVI. Yüzyılda Ankara ve Konya, s Bu durum Ankara için de geçerlidir. Şehirde bir hükûmet konağı ve bir mahkeme binası olmadığı Özer ERGENÇ tarafından tesbit edilmiştir. Özer ERGENÇ, XVII. yüzyılın Başlarında Ankara nın Yerleşim Durumu Üzerine Bazı Bilgiler Osmanlı Araştırmaları I, İstanbul, 1980, s. 97. Ancak Konya bu noktada farklı bir yapı arz etmekte olup şehirde beylerbeyi sarayı vardır. Yusuf OĞUZOĞLU Konya ile ilgili yaptığı çalışmada Kemal KARPAT ın beylerbeyinin şehrin efendisi olmadığından ve padişah ailesinden gelmediğinden bahisle tüm Osmanlı ülkesinde özel bir yeri olmadığı tesbitinin doğruluğunu ancak Konya şehrinde bu genel durumdan ayrı olarak beylerbeylerinin kendilerine nasıl intikal ettiğini tesbit edemediği bir sarayda kaldığını belirtmekte hatta günümüzdeki hükümet binasının olduğu yerin bu sarayın o dönemdeki yeri olduğunu söylemektedir. Yusuf OĞUZOĞLU, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında Konya Şehir Müesseseleri ve Sosyo-Ekonomik Yapısı Üzerine Bir Araştırma, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Ankara, 1980, s

66 intikal ettiğinde öğrenebiliyoruz. Konu ile ilgili kayıtlar incelendiğinde çok ilginç örnekler de karşımıza çıkabilmektedir. Mesela 1062 yılında Trabzon un eşrafı mahkemeye gelerek şehre yeni bey geleceğini ve tutulacak konağın masrafından şehirdeki zimmilerin kaçındığından şikâyet etmişlerdi. Zimmiler ise paşa hazretlerini kondurmaya kadir değiliz istediği yere konsun demişler, konu hakkında karar veremeyen kadı durumu müftüye sormuş bunu üzerine konunun intikal ettiği Trabzon müftüsü beyin ikametini sağalmanın şehirdeki herkes için vecibe olduğunu dolayısı ile zimmilerin de bu masrafa katılması gerektiği yönünde fetva vermişti. 191 Beylerbeylerinin en önemli görevlerinden biri timar tevcihi idi. Eyaletlerinde vekil-i saltanat olarak bütün timar sahiplerinin ve askerlerin amiri olması dolayısı ile timar tevcihlerinde yetkili olan beylerbeyinin divanlarını en çok meşgul eden konuların başında da timar ile ilgili ihtilaflar gelmekteydi. Bundan başka sipahiler ile ilgili davalar ve reayanın şikâyetleri de beylerbeyi divanının önemli konuları arasında yer almaktaydı. Divan müzakerelerine gerektiğinde merkez kadısı da katılırdı. 192 Bundan başka önemli davaların Eyalet Divanında yani tabiri ile Paşa Huzurunda görülmesi mevzuu bahis de olabilmekteydi. Bu davalarda Paşa mahkeme başkanı konumunda olurdu. Tabii ki şehrin Kadısı da bu davaya hâkim olarak katılırdı. Her ne kadar paşa kadının amiri konumunda değil ise de bu daha çok onların görev sahalarının farklı olmasından kaynaklanıyordu. Yoksa protokol açısından değerlendirdiğimizde gümünüzde şehirde valinin en üst konumda olması gibi Eyalet Paşası da Kadının üstü konumundaydı. 193 Beylerbeyi şehrin en üst yöneticisi olarak eyaletin güvenliğinde birinci derecede sorumluydu. Bu konuda en çok üzerinde durulan konulardan birini Trabzon kalesinin tamir ve bakımı konuları oluşturmaktaydı. 194 Mesela 1059 tarihli kayda göre 1055 yılında yapılan tamirden kaynaklanan akçenin Trabzon İskelesi gümrüğü gelirinden verilmesi için bey tarafından gümrük eminine ferman gönderilmişti. 195 Bey Trabzon ve çevresinin asayişinde sorumlu olarak çevre kale dizdarlarının güvenlik ile ilgili her türlü sıkıntısında ilk müracaat ettiği makamdı. Böyle bir olayda Rus eşkıyasının Tirebolu yu muhasara etmesine karşın yeterli savunma hazırlığı olmayan Görele kalesi yeniçeri serdarı ile kale dizdarının yardım talebi üzerine vali Vezir 191 T. Ş. S., 1833, 6, 1, İPŞİRLİ Beylerbeyi s Trabzon Paşası huzurunda görülen örnek bir davalar: Beratı âlîşân ile Trabzon divanında vilâyet valisi olan Mehmed Paşa huzurunda Tufan oğlu Hasan Bey in muhallefâtına hibe tarıkıyla vaz u'l- yed olan Hasan Bey e babasının akrabaları tarafından miras davası T. Ş. S. 1850, 36, 1, 2. Bir başka dava: 1060 senesi Cemaziye l-evvelinin sonlarında kale burçlarının tamiri konusunda bir ihtilaf çıktığında mahkemede a yân ve eşraf ve zu emâ ve erbâb-i timar ve sekban ve yeninçeribaşı meclis-i şer e hazır olmuş ve dava bizzat vali Vezir İbrahim Paşa nın huzurunda görülmüştü. T. Ş. S., 1833, 5, 1, Kenan İNAN Trabzon'da Yönetici-Yönetilen İlişkileri ( ), XVII. yüzyıl Ortalarında Trabzon'da Sosyal ve İktisadi Hayat, Trabzon Belediyesi Yayınları, Trabzon, 2013, s T. Ş. S., 1831, 78, 1, 4. 52

67 Mehmet Paşa 50 tüfenk-endaz beşlü taifesi ile birlikte 50 vukiyye barut, 10 vukiyye kurşun ve 100 kulaç fitil göndermişti. 196 Beylerbeyinin görev ve yetkilerini bu şekilde tanımladıktan sonra XVII. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon u yöneten beylere ve faaliyetlerine bakılabilir. Konu ile ilgili olarak ilk önce XVII. yüzyıla ait Mühimme defterlerine bakıldığında kimi zaman Trabzon Beylerbeyi nden kimi zaman da Batum Beylerbeyi nden bahsedilmekte olduğu görülmektedir. 197 Bunun en önemli sebebi Trabzon un serhat konumundan kaynaklanmaktadır. Batum tarafında savaş olduğu zaman beylerbeyi oraya taşınmış, savaş olmadığı zaman ise Trabzon da oturmuştur. Dolayısıyla aynı şahsiyete farklı zamanlarda bulunduğu beldeye göre hem Trabzon Beylerbeyi hem de Batum Beylerbeyi olarak hitap edilmiştir. 198 XVII. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon'da 34 beylerbeyinin görev yaptığı tesbit edilmiştir , ve yılları arasında ise şehirde kim ya da kimlerin görev yaptığı tesbit edilememiştir. Muhtemelen şehre hiç gelmeden doğrudan Azak muhafızlığı görevine giden kimseler olmalıdırlar. Bu 34 vali içinde 6 yıl görevde kalan Mirimiran Hasan Paşa ( ) ile 5 er yıl hizmet eden Dilaver Paşa ( ) ve Vezir Mehmet Paşa ( ) dönemlerinde sağlanan kısmi istikrarı saymazsak Trabzon da istikrarlı bir şekilde uzun süre görev yapan bey yoktur. Öyle ki Mustafa Paşa ( ), Ak Mehmet Paşa ( ), Bodur Süleyman Paşa ( ) gibi bir kısmı Trabzon valiliğine gelir-gelmez yönetimi mütesellimlere bırakıp Azak savunmasına gitmişlerdir. Daha da ötesi Hüseyin Paşa (Dizveren) (Sarı) ( ) gibi tayin edildiği halde Trabzon a hiç gelmeyen valilere de rastlanmıştır. Bu gibi valiler şehri yönetmek için değil de şehrin geliri ile geçinmek için Trabzon beylerbeyliği görevine getirilmiş olan kimselerdir. Kendilerine bu görevin verilmesi ise çoğunlukla Azak muhafızlığı görevleri karşılığı alacakları ücrete mahsubendir. Bu durumda şehir yerli mütesellimlerin yönetiminde bulunmaktadır. Diğer taraftan XVII. yüzyılın ikinci yarısı özellikle son çeyreği Osmanlı devleti için Karlofça anlaşması ile biten uzun ve o zamana kadar görülmemiş başarısızlıklarla dolu savaşların yaşandığı dönemdir. Ülkedeki istikrarsızlık vali görevlendirmelerine de yansımış şehre gelen beylerin birçoğu Hasan Paşa ( ), Mustafa Paşa ( ), Kıncı Ali Paşa ( ), Murat Paşa ( ) ve Mehmet Paşa (Hısım) ( ) gibi görevde sadece birkaç ay kalabilmişler ve sorunları tesbit edemeden şehirden ayrılmışlardır. Öyle ki 1695 ile 1697 yılları arasında Trabzon a Ahmet Paşa (Çöteli) ( ), Abdülbaki Paşa ( ), Deli Ömer Paşa ( ), Bağdatlı-Zade Kara Mehmet Paşa ( ), Ali Paşa (Hazinedar zade) ( ), Kalaylıkoz Ahmet Paşa ( ) beylerbeyi olarak atanmıştır. Hatta görevi bir hafta 196 T. Ş. S., 1833, 45, 1, Örnek için bk. B.O.A., M.D., nr. 78, s. 78 ve AÇIK, Gelenek ve Modernlik Arasında Bir Osmanlı Şehri 17. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon da Siyaset, ss:

68 süren Arnavut Köprülü Mehmet Paşa ( ) gibi beyler de olmuştur. Bu durumun şehrin yönetime istikrarsızlık olarak yansıması tabiidir. 199 Beylerbeylerinin görev süreleri Kuruluş dönemi ve Klasik dönemde diğer memuriyetler gibi oldukça uzundu. XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren süre kısalmaya başlamıştır. XVII. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon a baktığımızda bu sürenin bir yıl civarında olduğu görülür. Sık sık azledilen beylerin büyük yekûn tutan masrafları halktan alma istekleri incelenen dönemde önemli sorun noktalarından biridir. Beylerbeyi görevlendirmelerinde bir başka olumsuzluk da aynı kişinin farklı zamanlarda defalarca atanmış olmasıdır. Mesela XVII. yüzyılın ikinci yarısından hemen önce yıllarında Trabzon beylerbeyliği yapan Hoca Ahmet Paşa nın bu tarihlerdeki görevi 4. valiliğidir. Yani Trabzon döneme de idari istikrarsızlık içinde girmiştir. Bu durum yılları arasında da devam etmiştir. Dönem boyunca Arnavut Köprülü Mehmet Paşa, Deli Ömer Paşa, Kalaylıkoz Ahmet Paşa ikişer kez beylerbeylik görevine getirilmişlerdir. Bir kişinin birden fazla aynı göreve gelip gitmesi kişiyi uygulamalarında da tedirgin yapıyor, başarılı olmasını engelleyen bir unsur oluyordu. Mesela 1694 te Ruslar Azak kalesine saldırmış ağır zayiatla geri çekilmişti. Rusların yeniden Azak a saldıracağı beklendiğinden Kalaylıkoz Ahmet Paşa 1696 yılında ikinci kere Trabzon valiliğine atanıp Azak muhafazasına gitmesi emr olundu. Fakat Ahmet Paşa işi yavaştan aldı. Birkaç emir ve ferman geldikten sonra harekete geçti. Ancak Ruslar savunma tedbiri almışlar kale etrafı hendeklerle çevrilmişti. Kaleye giremedi kale Ruslarda kaldı. Suçun kendisinde olduğunu anlayan paşa idam edilmekten korkarak kaçtı. Silahtar Fındıklılı Mehmet Ağa Nusretname de olayı şöyle anlatır: kethüda Hasan Ağayı Azak a gönderdi ve kendisi canından korkarak saklandı. Yerine gönderdiği kethüdası kaleyi kurtaramadığından Kalaylı nın da idamıyla emvalinin müsaderesi için ferman çıktı. Ahmet Paşa yakalanamadığından yalnız emvali zapt edildi. İki sene sonra meydana çıktı. Valide Sultanın şefaatiyle affedildi. 200 Beylerin sürekli Azak muhafızı olarak cepheye gönderilmesi onların halktan talep ettiklerinin de artmasına sebep oluyordu numaralı sicile yansıyan böyle bir kayıtta Trabzon Şehri nde oturan reâyâ, südde-i saadete adam ve arz-ı hâl göndermiş ve kendilerinin genel itibariyle züemâ ve erbâb-ı timâr ve evkâf ve havâs reâyâsı olduklarını ve babaları ve dedelerinin Trabzon Kazası nda sâkin olduklarını; yükümlü oldukları her türlü vergilerini tahsildara ödedikleri halde beylerbeyinin kendilerinden kadîmden olıgelene muhâlif kışlak akçesi namıyla vergi talep ettiğini belirtmişlerdir. Bunun üzerine Defterhâne-i Amire de olan Mîr-i Mirân Hassı Defterlerine bakılmış ve defterlerde o mâkule reâyâ taifesinden kışlak adıyla kayıtlı olup toplanan herhangi bir vergi olmadığı görülmüş, neticede kadıya gönderilen hükümde bu duruma engel olması; Mîr-i Mirân, voyvodaları, Mir-i Mirân taifesi ve subaşıların reâyâdan bu gibi vergiler almalarının engellenmesi ve almışlar ise şer ile davalarının görülüp geri alınması 199 ALBAYRAK, Tarih İçinde Trabzon Valileri ( ), ss: Silahtar Fındıklılı Mehmet Ağa, Nusretname, Sadeleştiren. İsmet PARMAKSIZOĞLU, MEB. Yayınları, İstanbul, 1969, s

69 emredilmiştir. 201 Mühimme defterlerindeki kayıtlardan ve sicillerden beylerbeylerinin haksız vergi talepleri konusunda gerekli hassasiyetin gösterilmediği özellikle merkezi otoritenin zayıfladığı kargaşa dönemlerinde bu hükümlerin dışına sıklıkla çıkıldığı bu konudaki şikâyetlerin alabildiğince artmasından anlaşılmaktadır. Sürekli sefere giden beylerbeyleri gün geçtikçe güç kazanmakta eş zamanlı olarak kapı halkları da sayıca artmaktaydı. Beyler de gerek halklarını artırmak gerekse onların bağlılıklarını pekiştirmek için ellerindeki yetkileri olabildiğince kullanmışlardır. Bu çerçevede sicillerde bize ışık tutacak çok sayıda kayıt görürüz. Mesela Evâhir-i Rebiyyü l-evvel 1060 tarihli kayıtta, Mehmed Paşa nın azadlı kölelerinden İbrahim b. Abdulmennan adlı kişinin kadıya başvurduğu görülmektedir. Rize Kazası na bağlı Raknoz adlı köyden Lütfi vefat etmiştir ve varisi olmadığı için köyde bulunan evi ve mülkü beytü l-mâl ciheti ile beylerbeyine kalmıştır. Paşa da söz konusu mülkleri kendisine hibe etmiş ve kendisine de bir temessük vermiştir. Bu nedenle kadıdan da bu hususta bir hüccet vermesini talep etmiştir. Gerekli incelemelerin yapılmasından sonra kadı, eski köle İbrahim e bu doğrultuda bir hüccet vermiştir. 202 Benzer bir diğer örnek de Dilaver Ağa b. Abdullah tır. O da yönetici zümrenin oturduğunu bildiğimiz Orta Hisar dandır. Baba adı Abdullah olan, büyük ihtimalle zimmî kökenli birisinin, kapı halkının oldukça güçlenmeye başladığı ve ikbal edinmek noktasında da en iyi yollardan biri olduğu dönemde, beylerbeyine kapılanmış olabileceği düşünülebilir Kadı İlmiye sınıfına mensup olan Osmanlı kadısı devletin geniş ve renkli coğrafyasındaki temsilcisi, bu dünyayı baştan sona en iyi tanıyan memur tipidir ve bu devletin hukukçular sınıfını şahsında temsil eden meslek adamıdır. 204 Osmanlı kadısının mülkî, beledî, malî, askerî ve adlî sahaları kapsayan görevleri göz önüne alınırsa onun kadar geniş bir görev alanı bulunan bir başka memur olmadığı gibi şahsiyeti onun kadar çeşitli olanı da yoktur denebilir. İlmiye sınıfındandır, şer i hukuk adamıdır, ancak mülkî erkân içindedir. Bütün yönetici zümre gibi askerî sınıfın bir üyesidir 205 fakat bir yerde yönettiği Müslüman halkın da merkezî devlet karşısında sözcüsü odur. Evet, Kadı resmi hukuk olan şer i hukuku uygulamakla vazifeli olması sebebiyle merkezî hükümet memuru olduğu kadar ahalinin de devlet karşısındaki temsilcisi ve sözcüsü durumundaydı. Özellikle toplanmasında büyük görevleri olduğu vergilerle ilgili olagelen haksızlıkları merkeze bildirme noktasında sözcüsü olduğu 201 T. Ş. S., 1831, 80, 1, T. Ş. S., 1831, 49, 2, AÇIK, Gelenek ve Modernlik Arasında Bir Osmanlı Şehri: 17. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon da Siyaset, s İlber ORTAYLI, Osmanlı Devletinde Kadı, D. İ. A., C. 24, TDV Yayınları, İstanbul, 2001, s Yönetici sınıfın ayırıcı özelliği olan vergiden muaf olma imtiyazına sahip olmanın ötesinde yöneticilere mahsus imtiyazları en üst mertebede kullanır ve bir devlet görevlisi olarak yetkileri vardır. 55

70 reaya adına merkezden talepte bulunurdu. Gayrimüslimlerin günlük yaşayışına doğrudan müdahalesi yoksa da o zümrenin de hukukunu gözetmek ve yükümlülüklerini yerine getirip getirmediklerine dikkat etmek zorundadır. 206 Kadıların tayini mutlaka padişah beratı ile olur, meslekteki terfii ve özlük işleri işlemlerini Anadolu ve Rumeli kazaskerlerinin daireleri yapardı. Dairelerde işlemler ruzname denilen deftere kaydedilirdi. Eğer bir kadının tayini bu deftere işlenmemişse elindeki berat hükümsüzdü ve iptali gerekirdi. 207 Bu kaydın varlığı aynı zamanda kadının beratında belirtilen kazâ dairesi dışında miras taksim etmek, teftişe çıkmak gibi işlemlerde bulunmasını önleyen bir yetki belgesi işlevini görüyordu. Sicillerde Trabzon a kadı tayini ile ilgili çok sayıda kayıt karşımıza çıkmaktadır. Bu kayıtlarda Kadı nın doğrudan padişah fermanı ile atanması bir yana mevcut kadının görev süresinin kısa bir süre için uzatılmasının dahi fermana konu olduğu görülmektedir. 208 Osmanlı Devleti nde kadı tayini her şeyden önce belirli tahsil ve hiyerarşik terfi düzenine dayanır. Bundan dolayı klasik İslâm döneminde kadılık için öngörülen şartlar 209 dışında eğitim önemlidir. Kadılar birbirlerinden rütbe ve gelir bakımından ayrılırlardı. Bunun dışında aralarında bir hiyerarşi söz konusu değildi. Yani her kadının hükmü aynı derecede geçerli olup -günümüzdeki gibi bir üst mahkeme kavramı yokbirinin hükmünü diğerinin nakzetmesi gibi bir durum yoktu. Anlaşılan Osmanlı devletine tek temyiz makamı divan idi. Bir kadı adayı mesleğinin başından sonuna kadar maaş odaklı tesbit edilen bu hiyerarşik basamağı tırmanırdı. 210 Kadılık XV. yy a gelinceye kadar ücretlerinin düşük olması nedeniyle fazla rağbet görmemiştir. I. Beyazıt zamanında ücretleri artırılmış, miras taksiminde alınan verginin binde yirmisinin de kadılara verilmesi emir olunmuştur. Fatih zamanında kadıların gelirleri artırılarak yeni kalemler ilave edilmiştir. Bu ilave kanunnamede ve kuzat bir sicilde yedi akçe ve hüccetten otuz iki akça ve suret-i sicilden on iki akça ve 206 Konu ile ilgili örnekler için bk. T. Ş. S. 1831, 4, 1, 3 ve T. Ş. S. 1831, 10, 2,1. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Mesela cizye vermek istemeyen zimmi hakkında..simon veledi Duka Cizyesini bizim ile ma an edâ ide gelmişlerdi hâlâ cizye taleb iderum virmekde ta allul ider suâl olunub takrîr-i tahrîr olunmak matlûbumdur didikde Ba de'd- suâl mezbûr Simon Zekur Bordan ile bu ana değin ma a cizye vire gelmedum ve ben anların mahallesi defterinde mukayyed ve mastûr değilim diyu cevâb virecek mezkûr Simon kadîmden kimin ile baş harçları vire geldi ise anın ile virmek üzre tenbîh olunub.. T. Ş. S. 1832, 3, 1, 2. Burada Kadı nın usulü kadime yaptığı atıf bize yabancı değildir. Bu Osmanlı Kadı sının sık yaptığı bir atıftır. 207 ERGENÇ, XVI. Yüzyılda Ankara ve Konya, ss Tayin için bk. T. Ş. S. 1834, 11, 1, 2; T. Ş. S. 1836, 7, 2, 2; Sürenin uzatma için T. Ş. S. 1844, 30, 2, Erkek ve reşid olmak, temyiz kudretine ve yeterli bilgiye sahip olmak, sağlıklı olmak gibi 210 Mesela Ergenç in tesbitine göre XVI. yüzyılda Ankara ve Konya kadılıkları gündeliği 300 akça olan kadılıklardı. Bu durumda 1089 yılında Trabzon kadılığının 490 akçeye Mevlana Ali ye tevcih edildiğini gösteren sicil kaydının tesbiti akçenin değerindeki değişim göz önüne alınsa dahi şehrin Osmanlı devleti için önemini vurgulamaktadır. Çünkü bir yüz yıl sonra büyük şehir kadılıklarının 500 akçe civarında olduğu tesbiti yapılmıştır. T. Ş. S. 1851, 37, 2, 1; ERGENÇ, XVI. Yüzyılda Ankara ve Konya ss: 81-89; Ekrem Buğra EKİNCİ, Osmanlı Devleti nde Mahkemeler ve Kadılık Müessesesi Literatürü TALİD, C. 3, S. 5, 2005, s

71 imzadan on iki akça alalar ve kısmet-i emvalden binde yirmi akça ve nikahdan bikr ise otuz iki, seyyib ise on beş akça alalar şeklinde geçmektedir. 211 a) Kadı nın Görevleri Taşranın bu en önemli idarecisinin mülkî, adlî, beledî ve askerî alanlardaki görevleri şöyle sıralanabilir: Her şeyden önce sefer-i hümâyun sırasında geçilecek yol, köprü, çeşmelerin tamiri ve erzak temininin başlıca sorumlusu kadıdır. Yine ordu sevkiyatı, donanma inşası gibi olağan üstü durumlarda acilen inşaat işçisi, kalfası ve ustası sevki, malzeme sağlanması için kadılara emirler verilirdi. 212 Aynı şekilde Kadı ordunun tahıl, saman ihtiyacını karşılar ve konak yerlerine sevk ederdi. Bundan başka askeri mühimmatın naklinde de kadıya görev verilirdi. Trabzon gibi askeri ikmal üssü olan bir bölgenin kadısı ise bu konuda daha fazla yoğundur. 213 Avarız vergilerinin toplanması Kadıların görev alanları içinde önemli bir yer tutar. Bunlardan başka yangın ve zelzele zamanlarında olağanüstü gelişen problemlerin çözümünden 214 İstanbul a et, sebze ve meyve teminine kadar kadılar görevlidir. Bir yerin aranması ve baskın düzenlenmesi veya bazı şahısların tevkifi de ancak kadı emriyle mümkündür. Böylece O, bugünkü savcı ve sorgu hâkiminin görevini de yüklenmiştir. Anlaşılacağı gibi hâkim-savcı ayrımının yapılmadığı bir hukuk sisteminde adli yargı-idari yargı hâkimliklerinin ayrışmadığını düşünmek yerinde olur. İdari ve adli yetkilerinin çok ötesinde kadı beledî ve malî işlerle yetkilidir. Bu yetkileriyle kadı, kuvvetler ayrılığı ilkesinin mütalaa dahi edilemediği bu dönemde her türlü yetkiye sahip Sultanın çok yönlerden taşra izdüşümüdür. 215 Bu geniş yetkilerinin ürününü çok geniş konulara yayılmış şer iye sicilleri kayıtlarında izliyoruz. Gerçekten sicillerde mülk alım-satımlarından atama beratlarına, borç-alacak ilişkilerinden mukataa mukavelelerine, merkezden gönderilen emirlerden nikâh ve boşanma kayıtlarına kadar her türlü resmi ve özel hukuk işlemleri mevcuttur AKGÜNDÜZ, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri: 1. Kitap Osmanlı Hukukuna Giriş ve Fatih Devri Kanunnâmeleri, s B.O.A., M. D., 16, 276/277/ Gelecek olan her biri tanesi altışar vukiye olan top yuvalığı Trabzon iskelesine dâhil olduğu i lâm olundu oradan da İstanbul a gönderilmesine dair T. Ş. S. 1844, 43, 1, B.O.A., M. D., nu. 5, hk AÇIK, Gelenek ve Modernlik Arasında Bir Osmanlı Şehri: 17. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon da Siyaset, ss Mesela T. Ş. S. 1833, 11, 1, 4 de yer alan Ma lûmu'l- hudûd olan bir bâb evi ve üç kıt a bağçeyi ve karşusında bir mikdâr boz toprak ve iki kiraz eşcârı ve tahtu't-tevâbi i ve'l- levâhik ve mürâgiki ile mezbûr Ömer'e bey i bâti kat i ile yigirmi beş buçuk guruşe bey idub kabz-i semen ve teslîm eyledim... kaydı mülk satışına örnek iken T. Ş. S. 1833, 5, 1, 2 de.zikr olunan kal anın harâbe müşrif olan burc ve baverleri ta mîr ve termim olunagelmişken hâlâ bu sene-i mübakerede dahi kal anın ol mekûle ta mîre muhtâc olan yerleri ta mîr ve termim eylemek içun meblağ-ı mezbûr Emîn-i mezbûrden 57

72 Pazar yeri değişikliği, imam ve müezzin tayini için arz da onun görevidir. Vakıf mütevellilerini denetlediği gibi tekkelerin kontrolünü yapmak, ehliyetsiz derviş ve şeyhlerin ahaliyi ifsat etmemeleri için dikkatli olmak da zorundadır. Aynı şekilde vakıf medreselerinin nizamını gözetir ve bilhassa talebenin durumunu denetler. 217 Bazı durumlarda Kadı nın değişik dinden kimselerin miras davalarına bakabildiğine dair kayıtlar vardır; ancak esas itibariyle kadı şeriat adamı olarak Müslümanların hâkimidir ve bazen cemaat adına onların taleplerini merkeze arz eder. Gayrimüslim tebaa, İslâm hukuku tarafından tanınmış bir otonomi çerçevesinde, ahvâl-i şahsiye denilen şahıs, aile ve miras hukukuyla ilgili davalarını kendi ruhani meclislerine götürebildikleri gibi; isterlerse Osmanlı mahkemelerine de gidebilirlerdi. 218 Kadıların kazâ daireleri içindeki yoğun görevleri yerine getirme dışında kendi kazâ daireleri haricindeki işlere karışmamaları prensibi önemlidir. Aksi iki kadı arasında gerilime ve merkeze şikâyete yol açardı. 219 b) Osmanlı Mahkemesi Osmanlı şehirlerinde belli bir mahkeme binası yoktu. Kadı camide de dava bakabilirdi. Anlaşılan geleneksel dönemde Osmanlı bürokrasisi kurum odaklı değil kişi odaklı bir yapıdadır. Zaten meclisi şer in mekânına bakıldığında herhangi bir kamu binasıyla değil Kadı nın evi ile karşılaşırız. Kadı nerede ise meclisi şer de oradadır. ERGENÇ in XVI. yüzyıl Ankara ve Konya sı ile ilgili tespitleri bu yöndedir. 220 Ancak XVII. yüzyıl ikinci yarısında Konya yı araştıran Yusuf OĞUZOĞLU bu dönemde şehirde mahkemenin bir binası olduğunu hatta yerinin de günümüzdeki Şerafettin Camii ile Şems-i Tebrîzi Camii arasındaki sokak üzeri olduğunu tesbit etmiştir. Anlaşılan yukarıda bahsedildiği gibi beylerbeyi sarayı olmaması gibi mahkeme binasının bulunmayışı da XVII. yüzyıl Anadolu su için genel geçer bir durum ise de bu durum mutlak olmayıp sarayın olduğu Konya da mahkeme binası da mevcuttur. 221 Ancak bu noktada bir yüzyıl önce şehirde mahkeme binasının olamadığının tesbiti binanın bu yüzyıl başında yapılmış olabileceğini düşündürmektedir. Ancak yine de bu tesbit XVII. alıverilmek matlûbumuzdur diyü sene-i sâbıkada vârid olan emr-i şerîfi ibrâz eylediklerinde şeklindeki kayıt Trabzon kalesi burçlarının tamiri ile ilgili bir meseleyi ifade etmektedir. 217 B.O.A., M.D., nr. 3, hk. 1644; B.O.A., M.D., nr. 16, hk Mesela Trabzon şer iye sicillerinde yer alan bir belgede zimmilerin veraset davası Kadı mahkemesine intikal etmiştir. T. Ş. S. 1836, 18, 1, 1. Zimmilerin neden Kadı mahkemesini tercih ettiği konusu ilerideki bölümlerde Müslim-Gayrimüslim ilişkileri açısından da ayrıntılı olaark değerlendirilmiştir. 219 Özer ERGENÇ, Osmanlı Kavşağında Geleneklerin Kesişmesi Anatomi Dersleri: Osmanlı Kültürü, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1995, s ERGENÇ, XVI. Yüzyılda Ankara ve Konya, s OĞUZOĞLU, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında Konya Şehir Müesseseleri ve Sosyo-Ekonomik Yapısı Üzerine Bir Araştırma, s

73 yüzyılda Osmanlı şehirlerinde kurumsallaşmanın görülebildiği gibi çok iddialı bir tesbit için yeterli veri sağlamamakta nihayet Konya şehrine has bir durum gibi görünmektedir. Konuya Trabzon açısından bakıldığında ise XVII. yüzyıl 2. yarısı sicillerinde mahkeme binasını çağrıştıracak hiçbir kayda rastlanmamıştır. Mahkeme Kadı nın evi olduğuna göre Kadılar görev süreleri içinde oluşturdukları sicilleri de kendileri muhafaza etmektedirler. Görev süresi biten kadı belgelerini kendinden sonraki kadıya ya bizzat teslim eder ya da bunun için bir kişiyi vekil tayin ederdi. 222 Bunun neticesi olarak hemen her kazaya ait defter serilerinde tarih kayıplarına rastlıyoruz. Mahkeme kararlarına tesir eden, belirleyici olan üç önemli unsur vardır. Birincisi fıkıhtır. İkincisi ehl-i şuhûd dur. Yani görgü şahitleridir. Üçüncüsü ise bilirkişi dediğimiz ehl-i hibre de buna dâhildir ki Udûl-i Müslim indir. Bunlar eskiden beri olan uygulamayı yani mûtad-ı kadimi bilenlerdir. Mûtad-ı kadim hem devlet hem de toplum için önemlidir. Devletle birey arasındaki anlaşmazlıkların çözümünde toplumun yaşlıları yoluyla mûtad-ı kadime başvurulurdu. Toplumun yaşlıları ya da belgelerin diliyle Udûl-i Müslimîn veya bî-garez kimseler eski gelenekleri aktaran kimselerdi. Birçok vergi konusunun çözümünde bile şeriatta veya örfi kanunda bir açıklık yoksa başvuru makamı Udûl-i Müslimîn idi. 223 Udûl e verilen önem o derece idi ki XVII. yüzyılda Osmanlı imparatorluğunun hal-i hazırını yazan İngiliz elçilik görevlisi Paul Ricaut mahkemelerde hiç yazılı metinlere bağlı değiller yalnız şahitliği dikkate alıyorlar 224 demektedir. Ancak şahitlerin güvenilirliği önemlidir. Nitekim sicillerde bütün şahitliklerin ta dil ve tezkiye den sonra kabul görmesi ise şahit olabilmenin veya şehadetini kabul ettirebilmenin bir takım gerekleri olduğunu ihsas etmektedir. Şahitlerin tezkiyesi edilmeleri bireyin içinde bulunduğu her türlü toplumsal guruptan kişiler vasıtasıyla olmaktadır. Mesela şahit öğrenci ise tezkiyesi kaldığı medresenin müderrisleri ile güvenilir mensuplarından, asker ise taburunun subay ve memurlarından, memur ise amiri ve çalıştığı yerdeki diğer görevlilerden, tüccar ise onu tanıyan diğer güvenilir tüccarlardan, esnaftan ise kethüdası ve diğer lonca ustalarından, halktan biri ise mahalle ve köyünün güven ve itimada layık halkından yapılır. 225 Osmanlı Mahkemesinde şahitleri iki gurupta toplayabiliriz. Mahkemede görülen davanın şahitleri olan udûl ün aksine şuhudu l hal Meclis-i Şer e gelen anlaşmazlığın değil Meclis-i Şer de yapılan yargılamanın şahitleridir. 226 Şuhudu l hâlin mevcudiyeti yani Osmanlı devletinde bir gurubun mahkemede vazifeli olması yönetimde kamusal 222 T. Ş. S. 1845, 31, 1, 1. Trabzon kadısı Mevlânâ Ali Efendi nin belge devrine dair şahitlerin şehadetleri 223 Özer ERGENÇ, Osmanlı Kavşağında Geleneklerin Kesişmesi ss: Paul RICAUT, Osmanlı İmparatorluğu nun Hâlihazırının Tarihi (XVII. yüzyıl), Çeviren: Halil İNALCIK, Nihan ÖZYILDIRIM Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2012, s Abdülaziz BAYINDIR, İslam Muhakeme Hukuku, (Osmanlı Devri Uygulaması) İslami İlimler Vakfı Yayınları, İstanbul 1986, s Mehmet Akif AYDIN, Türk Hukuk Tarihi, İstanbul, Hars Yayınları, s

74 alan özel alan ayrımı olmadığını da göstermektedir. Evet, gerçekten mahkemede resmi görevli olan muhzır ile birlikte resmi görevi olmayan sıradan bir kişinin mahkeme kaydında şuhudu l hal olarak birlikte zikredilmesi bu tezimizi destekler bir örnektir. Şuhudu l halin resmi bir görevi yoktur yani bunlar jüri benzeri bir konum da ihtiva etmemektedirler. Bu sebeple kadıların bir şuhudu l hal listesi yani mahkemede her an hazır bulanan bir bireyler topluluğuna sahip olmadıkları kısaca o anda kim orada ise şuhudu l hal yazılabildiği görülmektedir. Burada tahmin edilebildiği gibi her davanın ilgilisi kimse genelde onlar şuhudu l hal olmaktaydı. Mesela gayrimüslimler de genellikle kendilerinin taraf olduğu davalarda şuhudu l hal olabilmekteydi. Gayrimüslimleri gördüğümüz bu konumda kadınları ve köleleri ise göremeyiz. Kadınların şuhûdü l hal içinde yer almamasının sebebi pratik kaygılar olmalıdır. Nihayetinde kadınlar ev eksenli bir yaşam sürdürmektedir. Dolayısıyla hem onların kendilerine biçtikleri rol hem de toplumun kendilerine biçtiği rol sebebiyle erkeklerin yer aldığı bir ortamda bulunmaya istekli değillerdir. Yoksa kadınların şahit olmasında şer i bir engel olmadığını ve kadınların da bu hakkı kullanarak mahkemelerde özellikle kendileri ile ilgili davalarda şahit olarak yer aldıklarının çok örnekleri vardır. Şuhûdü l hâlin kayıtlarda geçen zeyl-i kitabda mestûrü l-esâmi olan şeklindeki ifadesinin tetkikinde onların sadece davayı izleyen kişiler olmayıp, aynı zamanda mahkeme ile ilgili fiilen birçok vazifeyi yerine getirdikleri de görülmektedir. Buna örnek olarak sıklıkla şuhûdü l halin keşif davalarında keşfe gönderilenler biçiminde yer almasıdır. Tabii burada şuhûdü l hal hem keşif yapan hem de keşfi yapan mahkeme kâtip ve görevlilerinin şahitleri olmaktaydılar. Netice itibariyle tüm kayıtlarda yer alan şuhûdü l halin mahkemede bulunmasının zorunlu olduğu açıktır. Bu zorunluluk şuhûdü l hale bir resmiyet kazandırmaktadır. Küçük bir şehirde yaşayan insanları düşündüğümüzde bir dava konusunda birden çok insanların meseleye vakıf olabilme ihtimalinin yüksek olduğu bir zeminde iki kişilik şahit gurubunun yaptığı yalancı şahitliğin ortaya çıkmaması zor bir ihtimaldi. Bu nedenle davacıların ve şahitlerin bu durumu gözetiyor olmaları bize mantıklı gelmektedir. Geleneksel insanın zihin dünyasında yeminin çok önemli olduğu ve bir iç kontrol mekanizması yanında toplumsal kontrolün de bir bileşeni olarak düşünülmesi gerekir. Nitekim her türlü suçu işleyen bir kişi yemin etmeye gelince kaçınabilmektedir. Yeminin Trabzon şer iye sicillerinde Müslümanalar ve Hristiyanlara dair olmak üzere iki biçimi söz konusudur. Müslümanlar yemin billahi Teâlâ derken Hristiyanlar yemin Billah l-aliyyi l-azim demektedir. Mesela 1064 tarihinde iki zimmi arasındaki borç-alacak davası zimmiye teklif edilen yemin ile çözülmüştür. Olay şöyle gelişmiştir: Bozan ismindeki zimmi Nigar oğlu Gorgor dan davacı olmuş ve Kurdeşiye nam zimmiyeyin seksen guruşunu Gorgor a borç olarak verdiğini söylemiştir. Davacıya göre 60

75 Gorgor on altı guruş ödemiş başka ödeme yapmamıştır. Konu Gorgor a sorulduğunda borcunu inkâr etmiş bunun üzerine kendisine yemin teklif edilen Gorgor billâhi llezi enzele l-incil a lâ İsâ kable s-selâm eylediğinden Kurdeşe davadan men edilmiştir. 227 Yemin ederek davada haklı çıkma imkânı varken bunu yapmayarak davayı kaybetme örneklerine de rastlamaktayız. Mesela Aşağı Hisar Mahallesi sakinlerinden Mahmud Çelebi komşusu Emine bint Abdullah tan davacı olmuştur. Buna göre Emine Mahmud Çelebi yi ve evi ahalisini filleri ile daima rahatsız etmektedir. Özellikle penceresinden Mahmud Çelebi nin evinin içine necaset ilka edip zulmetmektedir. Sorgulanan Emine durumu inkâr etmiş, bunun üzerine Mahmud Çelebiden delil istenilmiştir. Mahmud Çelebi nin delil getirememesi üzerine Emine ye söz konusu filleri işlemediğine dair yemin teklif olunmuştur. Emine bu noktada yemin ederek davadan kurtulabilecek iken yeminden nükûl etmiş ve kendisine ta zir-i şedit uygulanmasına karar verilmiştir. 228 Emine ye inkâr ettiği filleri kabul ettirerek kendisine ta zir-i şedit uygulanmasına sebebiyet verecek derecede yalan yere yemin etmekten korkutan herhalde inancı olmalıdır. Yemin edemeyenlerin sadece Müslümanlar olduğunu düşünmek de doğru değildir numaralı şer iye sicilinde yer alan kayıtta Efendol v. Keşiş adlı zimmi Yor adlı zimmiyi dava etmektedir. Buna göre Efendol gaib iken Yor un oğlu Savel Efendol un kızı Sofya adlı zimmiye ile nişanlanmış ve Ona bir yüzük vermiştir. Efendol dönüp geldikten sonra bu nişanı reddetmiş ve aldıkları yüzüğü geri vermiştir. Bu konuda sorgulanan Yor, Efendol e bir yüzük verdiklerini ancak geri almadıklarını söylemiştir. Bu noktada Yor dan yüzüğü geri almadığına dair yemin etmesi istenince O bundan kaçınmıştır. Böylece Yor un yüzüğü geri aldığı tahakkuk etmiştir. 229 c) Kadılar ve Kararları Hakkında Şikâyetler Kadıların yargılanmaları konumları gereği Divan-ı Hümayunda veya Kazasker huzurunda yapılabilmekteydi. Kadılarla ilgili yapılan şikâyetler incelendiğinde bunların daha çok görev kusurları ile ilgili olduğu görülür. Şikâyetlerde kadıların cahil olduğu, aklının eksik olduğu, zalimleri tutarak zayıf ve fakir kişileri zulme uğrattığı, hüküm vermede yetersiz olduğu, verdiği hükümlerin hukuka aykırı olduğu, işe yaramaz hüccetler verdiği, görev yaptığı bölgede huzursuzluğa sebep olduğu, halkın perişan olduğu ithamları yer alıyordu. Bu şikâyetler arasında en çok zulüm hadiseleriyle ilgili şikâyetlerde adları geçiyor ve zalimlerin yanında yer alarak onlara yardımcı olmakla suçlanıyorlardı. Bu tür iddialar kazaskerlik makamındaki bürolar tarafından tahkik ve teftiş edildikten sonra gerekiyorsa Kadı nın görevine son verilebiliyordu. Divan, bu tür 227 Görüldüğü gibi Hristiyanlara yemin teklif olunacağı zaman İncil ve İsa Aleyhisselam üzere yemin etmeleri istenmektedir. Örnekteki gibi onlar billâhi llezi enzele l-incil a lâ İsâ kable s-selâm şeklinde yemin etmektedirler. T. Ş. S. 1834, 20, 2, T. Ş. S., 1831, 41, 1, T. Ş. S., 1828, 37, 1, 9 naklen AÇIK, Gelenek ve Modernlik Arasında Bir Osmanlı Şehri: 17. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon da Siyaset, ss:

76 şikâyetlerle kadıların taşradaki faaliyetleri hakkında bilgi sahibi oluyor ve bazen bu şikâyetlerin tahkikatı için müfettiş gönderiyordu. Kendilerinden şikâyet olunan kadılar takibata uğrar su-i istimalleri görülen kadılar cezalandırılır hatta idam da edilebilirdi. 230 Bu tür şikâyet dilekçelerinin yanında kadılarından memnun olan ahalinin memnuniyetini bildiren ve kazalarındaki kadının görev süresinin uzatılmasını talep eden dilekçelerin de kazaskerlik makamına ulaştığı bilinmektedir. Görevleri içerisinde kazaskerleri en çok meşgul eden husus, kadılarla ilgili şikâyet ve taleplerin araştırılması, değerlendirilmesi ve karara bağlanmasıydı. 231 Kadılardan şikâyet mümkün olduğu gibi mahkemelerde verilen karara da itiraz mümkündü. Kadı mahkemelerinin kararlarının kontrolüne olanak sağlayan en temel argüman dava sonucu hükmün gerekçesinin kaydedilip taraflara verildiği ilamlardı. Mahkeme kararından memnun olmayan kişi, şer i hükümlere ve yargılama usullerine uygun olup olmadığını anlamak için ilamı, ulemaya gösterebilirdi. Bu yolla yargı denetlenmiş olurdu. Ancak ulemanın ilamı incelemesi hükmün bozulması anlamına ve davanın yeniden görülmesi anlamına gelmiyordu. Bunun gerçekleşmesi için devletin müdahalesine ihtiyaç duyuluyordu. Bunun yolu da davayı yeniden gördürme kudreti olan mercilerden geçmekteydi. Bu mercilerin başında Divan-ı Hümayun ve Padişah gelirdi. Divan hükmü inceler, hukuka aykırılık görürse davayı yeniden görülmek üzere ya hükmü veren mahkemeye ya da başka bir mahkemeye gönderir veya davaya bizzat kendisi bakarak neticelendirirdi. Divan'ın kararına karşı da herkesin padişaha başvurma hakkı vardı. İdam cezası gibi bedenî cezaların merkezde temyiz edilmeden icrası mümkün değildi. 232 Kadıların verdiği kararlara karşı Eyalet divanlarına itiraz yoluna da gidilebilmekteydi. Aslına bakılırsa ehl-i örfün kadılar üzerinde amir sıfatı bulunmuyordu. Ancak mezalim mahkemesi gibi çalışan eyalet divanları, kadıların hukuka aykırı olduğu düşünülen hükümlerine itirazı kabul ediyordu. Eyalet divanına gitme gerekçesi her zaman yerel mahkemenin kararından memnuniyetsizlik de olmayabiliyordu. Mahkemenin verdiği kararı uygulatamayan davacılar da eyalet mahkemesinde haklarını arayabiliyorlardı. Özellikle Celali isyanlarının yoğun olduğu dönemde bu tarz müracaatlara rastlamak mümkündü. İncelenen dönemin ilk yıllarına tekabül eden böyle bir olayda Sürmene yeniçerileri umûmen Divân-ı Trabzon a gelmişler ve Sürmene sakinlerinden Beşir Beşe, Bektaş Beşe b. İbrahim, Kara Mahmud oğlu Serdar Hamza Beşe ve Kayaoğlu Ahmed Beşe adlı kişilerin daima şirretten ve fesaddan hâlî olmayıp, alet-i cerh ile gezip, pazarda ve köylerde kimini darp edip yaraladıklarını kiminin de mallarını ve erzaklarını gasp ettiklerini; dolayısıyla 230 Murat TUĞLUCA, Osmanlı da Devlet - Toplum İlişkilerinin Açık Alanı: Şikâyet Mekanizması ve İşleyiş Biçimi ( ),H. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, Ankara, 2001 s TUĞLUCA, Osmanlı da Devlet - Toplum İlişkilerinin Açık Alanı: Şikâyet Mekanizması ve İşleyiş Biçimi ( ), ss: EKİNCİ, Osmanlı Devleti nde Mahkemeler ve Kadılık Müessesesi Literatürü s. 419; TUĞLUCA, Osmanlı da Devlet - Toplum İlişkilerinin Açık Alanı: Şikâyet Mekanizması ve İşleyiş Biçimi ( ) 62

77 zulümlerinin sonunun olmadığını bildirmişlerdir. Yine vilâyetleri kadısının sözünü dinlemedikleri için o yolla ihkâk-ı hak olunmasının mümkün olmadığını belirtmişlerdir. Davalarının şer'le Trabzon divanında görülmesi için kıbel-i şer'den mürasele, beylerbeyi tarafından adam ve yeniçeri zabiti tarafından da yoldaş gönderilip, adı geçen kişileri meclis-i şer'e davet edildiğinde, kendilerinin şer'-i şerîfe itaat etmeyip gelmedikleri de fetva üzerine hüccet olunmuştu. Şimdi ise ayân-ı vilâyetten adı geçen kişilerin hallerinin sorulmasını ve bunun yazılmasını talep etmişlerdir. Bunun üzerine Mahmiye-i Trabzon un ayân ve eşrâfından, züemâ ve erbâb-ı timârından ve Sürmene Kazası nın ahalisinden belgenin altında ismi yazılı bi-garaz kişilerden sorulmuş ve onlar da gerçekten söz konusu kişilerin eşkıya olduklarını ve ifade edilen suçları işlediklerini, hatta kendi başlarına vilâyete 400 kuruş salyane idüb, köy köy dolaşıp bunu tahsil ettiklerini ve bunun emsali birçok fiillerinin olduğunu bildirmişlerdir. Bunun yanında İskele emini Mustafa Ağa da, kendi iltizamına dâhil olan Sürmene mukataasını 1059 senesinden itibaren zorla zapt ettiklerini ve mahsulünü alıp mirîye hiçbir şey vermediklerini ifade etmiştir. Neticede yeniçerilerin şirret ve fesadları açıkça ortaya çıktığı için bu halleri sicile kaydedilmiştir. Hemen alttaki kayıtta ise fetva gereğince bu itaatsizlikleri nedeniyle kâfir oldukları ve karılarının da bâin 233 olduğuna dair bir hüccet düzenlenmiştir. 234 Divan-ı Hümayun, bir üst mahkeme olarak davaları yeniden gözden geçirme yetkisine sahip olduğu kadar bir ilk mahkeme olma özelliğine de sahipti. Yani davacılar, taşradaki mahkemeye başvurmadan da doğrudan doğruya Divan a gidebilirdi. Ayrıca genel mahkemelerin yetki alanındaki davalardan da olsa taraflardan birisinin askeri statüye sahip olması, davanın Divan a gitmesi için bir başka sebepti. Ancak her hâlükârda, davayı Divan a götürme tercihinin altında taşrada adaletin gerçekleşeceğine ilişkin şüphenin olduğu varsayılabilir. 3- İmam Bugün sadece camide namaz kıldıran imamın Osmanlı döneminde çok geniş görev alanı vardı. ORTAYLI bu durumu İmam ise Padişah beratı ile tayin edilen ve beldenin mülki ve beledi amiri olan Kadı nın temsilciliğini üstlenen memurdu şeklinde ifade etmektedir. 235 Nitekim kadıların imamları teftiş ettiği de görülmektedir. Bu teftişte sadece dini görevlerin mevzu bahis edilmeyip mahalledeki diğer hizmetlerin de yapılıp- 233 Bâin talak, kocaya boşamış olduğu eşine yeni bir nikâh kıyılmaksızın dönme imkânı vermeyen boşama türüdür. Konunun ayrıntılı değerlendirmesi için bk. Trabzon da Sosyal Hayat bölümünün boşanma kısmı 234 T. Ş. S. 1831, 43, 2. Evâsıt-ı Safer Sürmeneli yeniçerilerin bu şekilde tekfir edilmelerinden sonra, Sürmene Kazasındaki diğer yeniçeriler, Evâsıt-ı Cemâziye l-evvel 1062 tarihinde Vali İbrahim Paşa ile aralarında olan nifak ın ortadan kalktığına dair hüccet almışlardır. T. Ş. S. 1833, 2, 2. Hükümdara itaatsizliğin ki bu hükümdar Padişah-ı İslam dır din ve nikâha zarar olduğu ifade edilmektedir. Anlaşılan yeniçerilerin uğradığı tekfir onların hükümdara itaatsizliğinden kaynaklanmıştır. 235 İlber ORTAYLI, Tanzimat Devrinde Osmanlı Mahalli İdareleri ( ), T. T. K. Yayınları, Ankara, 2000, s

78 yapılmadığının araştırılmaktadır. 236 Zaten dini kimliği ile tanınan müftünün idari bakımdan imamlar üstünde salahiyeti yoktur. Bu çerçevede imamlar mahallesindeki harekâtında bağımsız olup ceza hukuku ve özel hukuk ile ilgili iş ve işlemlerin takibinde yaptıkları hizmetler bakımından kadıya tabidirler. 237 İmamların bu geniş görev alanlarına münasip olarak da atanma kuralları vardı. Kadı nın arzı üzerine bizzat padişah tarafından atanırlardı. 238 İmamlar Padişah tarafından bizzat atanan kişiler olarak mahallede padişahın temsilcisi konumundaydılar. Cuma kılınan camilerde hutbede hükümdarın isminin imam tarafından zikredilmesi bu durumun bir işaretidir. Diğer taraftan imamlar mahalle halkının da temsilcisi konumundaydılar. Dolaysıyla imamların çift taraflı temsil hüviyetleri bulunmaktaydı. Bu temsilin somut görünümü ise düzenin tesisindeki fonksiyonlarında belli olmaktaydı. 239 Şehir ve kasabalarda mahalle denilen birimin temsilcisi genellikle mahallenin çekirdeğini oluşturan cami veya mescidin imamı idi. 240 Bu çerçevede imamların merkezden gelen hükümleri mahalle halkına duyurması gerekmekteydi. Bunun yanında imamlar merkezden gelen hükümlere doğrudan muhatap olmakta ve mahallesini o hükümler doğrultusunda organize etmekle de görevliydiler. 241 Kimi zamanda imamlardan düşmanla savaşan Osmanlı askerinin muzaffer olması için dua edilmesi istenmekteydi. Mesela bir seferinde Trabzon kadısı tarafından tüm imamlar mahkemeye çağrılarak cami ve mescitlerde farz namazlardan sonra askere dua edilmesi istenmişti. 242 İmamların aktif konumu köylerde daha belirgindi. Çünkü nihayetinde köylerde kamu binası olarak genelde sadece cami mevcuttu. Tabii ki cami mevcut olduğuna göre imam da vardı. Başka bir resmi görevlinin ikamet etmediği köylerde köylü devleti imamın şahsında tanıyor, devlet adına imamla muhatap oluyordu. Müslüman köyleri için geçerli olan bu tesbit Hristiyan köyleri için de kilise olarak okunmalıdır. 243 İmamların gelirlerine baktığımızda Osmanlı devletinde imamların maaşlarını genellikle imamı oldukları caminin vakfından aldıklarını görürüz. Ancak Trabzonlu imamlar için durum biraz farklıdır. Onlar maaşlarını genellikle Trabzon İskelesi 236 Ziya KAZICI, Osmanlılarda Mahalle İmamları ve Yerel Yönetim İlişkisi İslam Geleneğinden Günümüze Şehir Hayatı ve Yerel Yönetimler, C. 2 Ed. Vecdi Akyüz, İstanbul, İlke Yayıncılık, 2005, s Paul RICAUT, Osmanlı İmparatorluğu nun Hâlihazırının Tarihi (XVII. yüzyıl), s İmam atamalarına örnekler T. Ş. S., 1831, 80, 1, 3; T. Ş. S., 1831, 83, 1, 5; T. Ş. S., 1831, 84, 1, AÇIK, Gelenek ve Modernlik Arasında Bir Osmanlı Şehri: 17. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon da Siyaset, ss EMECEN, Osmanlılarda Yerleşik Hayat Şehirliler ve Köylüler s İmamlar bu emirleri doğrudan kadıdan almakta idiler. Tebliği ise genellikle yatsı namazından sonra olurdu. Çünkü mahallenin bütün yetişkin erkekleri yatsı namazında camide olurlardı. Ziya KAZICI, Osmanlılarda Mahalle İmamları ve Yerel Yönetim İlişkisi, s T. Ş. S., 1831, 92, 2, FAROQHI, Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı, ss:

79 Gümrük Mukataası mahsulünden almaktadırlar. 244 Müezzinlerin de maaşlarını iskele gümrük gelirinden aldıkları durumlar vakidir. 245 Hatta bir kısım mescitlerin müezzinlerinin iskele emininin arzı üzerine atandıkları da görülmektedir. Mesela Hoca Ali mescidinde müezzin olup cela-yı vatan eden Ali yerine iskele emininin arzı üzerine Hasan adlı kişi 24 Rebiyü l-evvel 1060 tarihinde günlük 2 akçe yevmiye ile aynı mescide müezzin tayin edilmiştir. 246 Neticede mahallenin işlerinin sağlıklı yürümesi için mutlaka imam gerekmektedir. Dolaysıyla her Osmanlı mahallesinde bir mescid vardır. İçinde mescid olmayan birimlerin mahalle olarak telakki edilmediklerini, kendilerine en yakın mahalleye tabi bir alt birim, bir sokak olarak görüldüklerini tahmin etmekteyiz. Çünkü bu birimin en azından vergilerini takip ve tahsil için bir imama ihtiyacı vardır ve bu ihtiyaçlarını en yakın mescidin imamı karşılamaktadır. Nitekim bu çerçevede kendisinden vergi isteyen mahalleleri dava ederek kendilerinin o mahalleye tabi olmayıp genelde muafiyeti olan başka mahallelere tabi olduğunu iddia eden birçok kişinin davasını sicillerde bulmak mümkündür. 247 Ancak imamlar sadece Kadı nın ya da mahallenin temsilcisi değildirler. Onlar aynı zamanda müteşebbis de olabilen birer bireydirler ve imamlık haricinde başka işlerle de uğraşabilmektedirler. Mesela Evâil-i Zi l-kade 1060 tarihinde Trabzon Bedesteni Kethüdası el-hacc Kasım Camiinin imamı Ali Efendi dir. Ali Efendi Bedestende satılan keten topu başına iki akçe almaktadır ve bunun mukabili bedesteni Hatuniye vakfından akçeye iltizam etmiştir. Fakat adı geçen sene Hatuniye vakfına ödemesi gereken akçeyi ödememiştir. Bunun üzerine mütevelli İbrahim Beşe kendisini dava etmiştir. Sorgulanan İmam-Kethüda Mevlana Ali Efendi bedestenin Hatuniye vakfına bağlı olduğunu ve satılan keten topları karşılığında kendisinden önceki kethüdaların akçeyi Hatuniye vakfına verdiğini bildiğini, ancak kendisinin aynı zamanda imam olduğu ve el-hacc Kasım vakfında darü l-kurra olduğunu ve bahsi geçen akçeyi darü l-kurra olası sebebiyle kendisine berat ettirdiğini söylemiştir. Buna mukabil İbrahim Beşe emr-i şerif ibraz etmiştir. Ali Efendi nin yüzüne karşı okunan emirde Hatuniye bezzasistanında füruht olunan ketandan vakf-ı mezbûre akçe virirler denildiğinin anlaşılması üzerine Ali Halife parayı ödemeye ve bundan sonra da kethüdalıktan kasr-ı yed etmeye tenbih edilmiştir Mehmet adındaki kimsenin ileri sürdüğü iddialar doğru olmadığından Sultan Mehmed Han Camii imamlığının Ömer Halifeye verildiği ve ve kendisine tayin olunan yevmiyesini Trabzon iskelesi Mukataası malından alacağı hakkında B.O.A., A.E., SAMD., II, 1, 54, 24 Muharrem Sultan Mehmed Han Camii müezzini İbrahim in ölümü üzerine yerine Mehmed b. İsmail in tayin edildiği ve kendisine tayin olunan yevmiyesini Trabzon iskelesi Mukataası malından alacağı hakkında B.O.A., A.E., SAMD., II, 1, 40, 24 Muharrem T. Ş.S., 1831, 88, 1, Örnek için bk. Avarız bedeli istenen Ermenilerin farklı karyede olduklarına dair T.Ş.S., 1831, 10, 2, T. Ş. S., 1831, 67, 1, 7. 65

80 Burada görülen imam Ali Efendi nin şehrin en önemli bedestenlerinden birinin kethüdalığını almış olması ve bu işten büyük para kazanmasıdır. Gerçekten her top ketenden alınacak 2 akçe yıllık büyük bir yekûn tutmaktadır ve Ali Efendi böyle büyük bir iltizamı almak için çok büyük bir meblağ ödemiş olmalıdır. 249 Anlaşılan Ali Efendi çok zengin bir kişi idi. Böyle büyük bir serveti nerden biriktirmiş olduğu ise muammadır. Evet, günlük 5 ila 15 akçe yevmiyesi olan bir kişinin böyle büyük bir serveti nasıl biriktirdiği net değildir. Fakat kesin olan bir şey var ki Ali Efendi başka bir görevini gerekçe göstererek Hatuniye vakfına ödemesi gereken bedeli ödememiş bu teşebbüsü ise görevden el çektirilmesi ile neticelenmiştir. Gerçi Ali Efendi bu talebinde tamamıyla haksız değildir. Darü l-kurra lık görevi gelir teminine matuf önemli bir görevdir. Ancak anlaşılan Ali Efendi bu geliri başka bir kalemden temin etmeli Hatuniye vakfının gelirine el uzatmamalı idi. Çünkü vakfiye bağlayıcı olup, bedesteni iltizam alan kişinin vakfa akçe vermesini amirdi. İmamların birden çok görevi aynı anda yaptıklarına dair elimizde başka örnekler de mevcuttur. Mesela İskenderpaşa Camiinde hatip olan Pirî Halife nin vefatı üzerine vakfın mütevellisi Mustafa nın arzı üzerine 24 Rebiyyü l-evvel 1059 tarihinde Mustafa Halife günlük 3 akçe ile camiye hatip olarak tayin edilmiştir. Aynı Mustafa Efendi 6 Rebiyyü l-ahir 1059 günü aynı camiye günlük 5 akçe ile imam tayin edilmiştir Yeniçeriler Yeniçeri nüfusu XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gittikçe arttı. XVI. yüzyıl ortalarında sayıları olan iken XVII. yüzyıla gelindiğinde e yükselmişti. Bu yükselişle eş zamanlı olarak hızla eyaletlere yayılmaya başladılar. XVII yüzyılın ikinci yarısında Trabzon şehrinde de önemli bir yeniçeri nüfusu vardı. Hatta merkezden kendilerine serdar tayin edilmeye başlanılmış icabında da değiştirilmesi yoluna gidilmiştir. 251 XVII. yüzyıla ortalarına gelindiğinde Trabzon daki yeniçerilerin sayısının kadar olduğu anlaşılmaktadır. Ancak toplam sayısı nazara alınsa rakamı bir sancak için çok fazla bir rakamdır ötesi şehrin yaklaşık nüfusu içinde çok büyük bir yekûndur. Gerçi bu sayı bir eyalet için de önemli bir sayıdır ancak Trabzon un İran savaşlarında ikmal merkezi olması ve Don Kazaklarının saldırılarına açık olması bunu mümkün kılabilmektedir. Artan sayıları ile eyaletlere yayılan yeniçeriler kışlalarından çıkarak mahalle içlerine dağılmaya yani sosyal hayatın içinde yer almaya başladılar. Yeniçerilerin şehirde yaşaması şehirde güvenliğin sağlanmasına katkı sağladıkları göz önüne alındığında devletçe istenen bir sonuç da doğurabiliyordu. Ancak yeniçerilerin 249 İltizam alınırken büyük bir muaccele bedeli veriliyor yıllık rakam buna göre çok mütevazı kalıyordu. 250 T. Ş. S., 1831, 83, 2, 5; T. Ş. S., 1831, 83, 2, T. Ş. S., 1834, 11, 2, 1. Belgenin transkripsiyonu için bk. EK: V. 66

81 şehirleşmesi başka bir mahzuru beraberinde getirmişti. Bu da artık şehrin bir sakini olan bu insanların askerlikten soğumaları idi. Bunu savaşta askere çağrılan yeniçerilerin gelmemek için bahaneler uydurmalarında açıkça izleyebiliriz. Nitekim Evâhir-i Receb 1043 de Yeniçeri ağası tarafından gönderilen bir mektupta yeniçerilerin nevbetçileriz diyerek sefere katılmaktan kaçmaya çalışmamaları gerektiği belirtilmektedir. Ayrıca bunun gibi tenbih mektupları çok olur deyü düşünmemeleri gerektiği, bu seferle padişahın bizzat ilgilendiği özellikle vurgulanmıştır. 252 Yeniçerilerin evli olmaları da oldukça normaldi ve elbette boşanma davaları da sicillere yansıyordu. Öte taraftan miras da bırakıyorlardı. Miras taksimleri incelendiğinde yeniçerilerin şehirde çok sayıda akrabaları olduğu da dikkati çekmektedir. Buradan anlaşılan şehrin yerlisinden yeniçerilerin olduğudur. 253 Hatta yerelleşme o kadar ileri boyutlara varmıştır ki yeniçeri serdarlığının zorla başkaları tarafından zabt edilebilmesine dahi cesaret edilmiştir. Nitekim Yavebolu Serdarı Hamza Beşe, Meclis-i Şer de, elinde yeniçeri ağası Mustafa nın Cemâziye l-ahir 1060 tarihli mektubu olduğunu ve buna göre serdarlığın kendisinde olduğu halde, Cafer oğlu Süleyman Beşe nin zorla zabt ettiğini söylemiş; durumun bu şekilde olduğuna dair yeniçerilerden sual olunup, ifadelerinin sicile kaydedilmesini talep etmiştir. Bunun üzerine Görele den Hüseyin Beşe, Yoros Nahiyesinden Davud Beşe ve diğerleri kendisini onaylamışlar ve durum bu şekilde sicile kaydedilmiştir. 254 Fakat her zaman yerli yeniçerilerden kaynaklanan problemler yaşanmış değildir. Trabzon halkı ve yöneticileri paşa ile gelen yeniçerilerden de zaman zaman şikâyetçi olmuşlardır. Mesela bunlardan birinde Trabzon da bulunan korucu, oturak, acemioğlanı ve sâirleri, südde-i saâdete adam ve arz-ı hâl gönderip, kadîmden olugelene muhâlif Trabzon muhafazasında olan yeniçeri çorbacılarının, korucudan, oturaktan, acemi ve kuloğlundan hilâf-ı şer' ve kanûn yoklama namıyla akçe almakta olduklarından başka, yerlü yeniçeri taifesine kolluk beklettiklerini ve birçok kişi ile birlikte devre çıkıp reâyâya ve kendilerine zulm ettiklerini, bu durumun engellenmesini talep etmişlerdir T. Ş. S., 1828, 102, 1, Osmanlı devletinde askerlerin vefatı ile terekelerinin miriye intikali ile ilgili çok sayıda hüküm vardır. Trabzon şer iye sicillerinde de Kadı nın ölen askerlerin terekesini zaptı ile ilgili çok sayıda sicil bulmak mümkündür. Mesela T. Ş. S., 1848, 12, 1, 3 te Mevtâ-yi askeriye muhallefâtı tahririne dâir fermân bu konuda bize ışık tutmaktadır. Kartallı Şa bân Efendi el-mükerrem ba de't- tahiyye inhâ olunur ki Trabzon kazâsının umûr-i kısmet-i askeriyesi size sipâriş olunmuşdur gerekdur ki vâkı olan mevtâ-yi askeriyenin muhallefâtını tahrîr ve beyne'l- verese a lâ mâ farzu llâh-i Te âlâ taksîm idesiz vesselâm harrire fî yevmusani min muharremu'l-harâm li sene sitte ve selâse mie ve elf Dolayısıyla askerin miras bırakmasından kasıt bu askerlerin askerlik dışındaki işlerle iştigal etmeleri ve bu işlerden kazandıklarını bırakmaları olmalıdır. Bu konuda başka örnekler için bk. T. Ş. S., 1843, 29, 2, 3; T. Ş. S., 1843, 29, 2, T. Ş. S., 1831, 97, 2, 5. Konu ile ilgili diğer örnekler için Asâkir-i mansurede subaşlık ve kulavuzluğa müte allik umuruna ta yîn olunanlara âhari mudahele itmemesine dâir T. Ş. S,. 1848, 12, 1, 1; Çavuşluk hizmetine istihdâm olunana müdâhele edilmemesine dâir T. Ş. S., 1836, 7, 1, T. Ş. S., 1831, 85, 1, 7. 67

82 Yeniçerilerin köle sahibi oldukları da görülmektedir. Gurre-i Muharrem 1060 tarihinde, Dergâh-ı âlî yeniçeri çavuşlarından olup Trabzon muhafazasında olan fahrü layân Mehmed Çavuş, 90 kuruşa bir köle satın almıştır. 256 İncelenen sicillerde yeniçeriler mülk alım-satım işlemlerinde de karşımıza çıkmaktadırlar. Konu ile ilgili ayrıntıya girildiğine yeniçerilerin alım-satım işlerinde genellikle satın alan tarafta olduğu görülmektedir. Bu görüntü hem onların şehre yerleştiğini, hem de maddi durumu iyi kimseler olduklarını ortaya koymaktadır. Diğer taraftan yeniçerilerin topluma entegrasyonda önemli mesafe aldıkları hatta mahkemede kendilerini yeniçeri olarak değil de reayadan bir kimse olarak takdim ettiklerini de görmekteyiz. Mesela 1651 cinayet davasında nineleri Halime torunlarının hüsnü ahlakına şahadet ederken onların yeniçeri olduklarını değil tüccar olduklarını vurguluyordu. Anlaşılan yargılanan bir kişi beklendiği gibi toplumda itibarlı bir konumda olan yeniçeriliği değil reayadan bir kişi olmayı tercih ediyordu. 257 Yeniçerilerin faaliyetleri salt sosyo-ekonomik bir boyut taşımamakta, Trabzon daki bürokratik merkezlerde idareci olarak da kendilerine yer edinebilmekteydiler. Mesela Dersaadet yeniçerilerinden Uveys Çelebi b. el-hacc Ramazan, İmaret-i Hatuniyye subaşısıdır ve beytü l-mâl kabzına memurdur. Sultan Mehmed Han Camii Vakfı tevliyeti, 3 akçe vazife ile yeniçeri İbrahim üzerindedir. Fakat vakfın mürtezikası ondan razı değildirler. Bunun üzerine İbrahim ref olunmuş yerine Mustafa adlı kişi mütevelli tayin edilmiştir. 258 Dergâh-ı muallâ yeniçerilerinden ve 78. yaya başılarından Mehmed, 1060 Şevvâl i gurresinden itibaren bir sene olmak üzere akçe iltizam ile Gümrük Mukataası eminliğine tayin edilmiştir. 259 Bunların yanında vergi toplamaya memur edilen yeniçeriler de bulunmaktadır. Mesela Nefs-i Trabzon zimmîlerinin 1060 senesine mahsûb olmak üzere, cizyelerini toplamaya Dergâh-ı muallâ yeniçerilerinden Osman tayin edilmiş ve 838 cizyehanenin her bir hanesinden 290 akçe ve kendi maişeti için de 40 akçe toplaması emredilmiştir. 260 Dolayısıyla Trabzon un en önemli bürokratik mevkilerinden olan gümrük mukataasının yeniçeriler tarafından iltizam edildiği; beşlü ağalığı da dâhil olmak üzere Trabzon un sosyo-politik hayatındaki birçok meselede taraf oldukları görülmektedir. 256 T. Ş. S., 1831, 34, 1, 1. Yeniçeri zabiti Ebubekir Çavuş un birçok alandaki sosyo-ekonomik faaliyetleri için Kenan İNAN, Taşrada Bir Yeniçeri Zabiti, Ebubekir Çavuş, CİEPO Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Araştırmaları Uluslararası Komitesi XVII. Sempozyum Bildirileri Eylül 2006, Haz: Kenan İNAN - Yücel DURSUN, KTÜ Karadeniz Araştırmaları Enstitüsü Yayınları, Trabzon, 2011, ss: Güçlü TÜLÜVELİ, Şer iye Sicillerinin Işığı Altında Osmanlı İmparatorluğu nda Askeri-Reaya Ayrışması Üzerine Bazı Gözlemler, CIEPO XIV. Sempozyumu, Eylül 2000, Çeşme, T. T. K., Yayınları, Ankara, 2004, s T. Ş. S., 1830, 87, 2, T. Ş. S., 1831, 93, 1, T. Ş. S., 1831, 86, 1, 4. 68

83 Ayrıca cizye toplamaya memur edilmeleri de, onların sosyo-politik anlamda kazandıkları nüfuzun iktisadî temellerinden birini teşkil etmiştir. 5- Cebeciler Cebeciler de yeniçeriler gibi şehre ve kazaların tamamına yayılmış bir vaziyette idiler. Reâyâ iken de cebeci olan birçok kişiye rastlamak mümkündür. Erbâb-ı timârdan Mehmed Ali, Derviş b. Karagöz den davacı olmuş ve kendisinin raiyyeti olup ödemesi gereken rüsûm-ı raiyyet ve öşrünü ödemediğini belirtmiştir. Derviş ise cevabında, Mehmed in dirliği olan Harman adlı köyden kalkub kat'-ı alâka ideli 50 yıldan çok olduğunu, ayrıca kendisinin cebeci olup, rüsûm-ı raiyyet ödemekten berî olduğunu belirtmiştir. Bu durum zabitleri tarafından da onaylandıktan sonra Mehmed Ali de, kendisinin köyden gideli 50 yıldan çok olduğunu itiraf etmiş ve dolayısıyla davayı kaybetmiştir. 261 Bunun yanında yeniçerilerde olduğu gibi bir kısım kişiler cebecilik iddiasında da bulunarak örfî vergileri vermekten kaçmaya çalışmaktaydılar. Mesnekanyo Köyü ahalisinden Mustafa Kethüda, Musli, Ali ve diğerleri, yine köy sâkinlerinden Ali b. Abdullah dan davacı olmuşlardır. Ali, köylerinde sâkin olup ödemesi gereken tekâlif-i örfiyye ve tekâlif-i şakkayı talep eylediklerinde vermekten kaçınmıştır. Dolayısıyla söz konusu vergilerin kendisinden alınmasını talep etmektedirler. Sorgulanan Ali, kendisinin cebeci olduğunu, dolayısıyla bu gibi vergileri ödemediğini söylemiştir. Zabitinden durumun soruşturulması üzerine Ali nin cebeci olmadığı ortaya çıkmış ve köy ahalisi davayı kazanmıştır. 262 Cebecilerin esnaflık yapmaları da taşra ölçeğinde herhangi bir şekilde garip karşılanmamaktadır. Debbağ olan İbrahim Beşe buna iyi bir örnektir. Neticede cebeciler de muharip bir sınıf olmanın ötesinde daha çok Trabzonlu şehir sakinleri olarak karşımıza çıkmaktadırlar Topçular Yeniçeriler ve cebeciler ile benzer özellikler taşıyan ve her iki sınıf ile de sıkı bağlantıları olan bir diğer sınıfı ise topçu taifesi teşkil etmektedir. Yaya kapıkulları ocaklarından olan Topçu Ocağı, Yeniçeri Ocağından sonra teşkil edilmişti. Ocağa asker, Acemi Ocağından temin edilmekteydi ve ocak, top imali ve top atışı olmak üzerine iki kısımdan müteşekkildi. XVI. yüzyılda civarında topçu bulunmaktaydı. 261 T. Ş. S., 1831, 20, 2, T. Ş. S., 1830, 53, 2, AÇIK, Gelenek ve Modernlik Arasında Bir Osmanlı Şehri: 17. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon da Siyaset, s

84 Ayn Ali Efendi nin risalesinde, topçu cemaatinin 1609 tarihindeki nüfusu ise nefer olarak görünmekteydi. Yevmiyeleri de akçe idi. XVII. yüzyıl ortalarında ise arasında bir nüfusları bulunmakta idi. 264 Diğer kapıkulu ocakları neferleri gibi topçuların da Trabzon'da temsilcileri mevcuttu. Topçuların mevâciblerinin bir bölümünün cizye gelirlerinden karşılandığı anlaşılmaktadır. Mesela Erzurum sakinlerinden topçular zümresinden İbrahim Beşe b. Abdullah ın ulufesi Trabzon cizyesi mahsulünden ödenmiştir. 265 Bununla birlikte Mark STEIN, bir kaledeki topçu ağasına çoğu kez timar geliri de bağlandığını söylemektedir. 266 Mesela Ağlanos adlı köy Trabzon Kalesi topçularından Hasan Çelebi nin tımarıdır. Hasan Çelebi nin timâr sahibi olmasının ise topçu olduktan sonra mı yoksa önce mi olduğu bilinmemektedir. 267 Her ne şekilde sahip olmuş olursa olsun topçular da diğer kapıkulu sınıfları gibi Trabzon a yerleşmişlerdir. 7- Sipahiler Tımarlı ordusundaki en düşük rütbeli asker olan sipahi Osmanlı devletinde Timar sistemi olarak bilinen vergi toplama ve ordu istihdam etme sisteminin başaktörünü ifade eder. Osmanlı devletinde miri arazi rejiminin uygulanışını gerekli kılan en önemli neden tımarlı sipahi ordusunu kurup beslemekti. Devletin en önemli dayanaklarından ordunun temini için hayati önemde olan bu sistem önemine uygun olarak ülke geneline yayılan çok geniş bir uygulama sahası bulmuştur. Sonuçta gerek miri arazi rejimi gerekse onun ürünü sipahiler birçok düzenleye konu olmuştu. Uygulamadaki yaygınlığın ortaya çıkardığı problemler ise şer iye sicillerine çok sayıda dava olarak yansımıştır. Osmanlı devleti için hem ikmal hem sınır şehri olan Trabzon da ordu için önemine uygun olarak timar sisteminin hassasiyetle takip edildiği bir yer olmuş, mahkemelerinde çok sayıda işleyişten doğan sorunlarla ilgili dava görülmüştür. Mesela 1062 yılında Trabzon mahkemesinde görülen 950 kayıttan 90 tanesi timar ile ilgilidir. 268 Timar sahipleri bir savaştan en çok zarar görecek kesimdi. XVII. yüzyılın ikinci yarısının ülkeyi derinden sarsan bir yandan bitmek bilmeyen dış savaşları ki bu savaşlar için Trabzon şehri bir meydan-ı harp değilse de şehirden savaşın sürdüğü bölgelere 264 AKGÜNDÜZ, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukukî Tahlilleri, Kitap: 9/1-2, s T. Ş. S., 1830, 35, 2, Mark L. STEIN, Osmanlı Kaleleri: Avrupa da Hudut Boyları, Çev. Gül ÇAĞALI GÜVEN, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2009, s AÇIK, Gelenek ve Modernlik Arasında Bir Osmanlı Şehri: 17. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon da Siyaset, s EK: VI. 70

85 takviye talepleri eksik olmuyordu 269 diğer yandan Trabzon özelinde iyice yoğunlaşan ve yıkıcı hale gelen Kazak akınları tımar sisteminin uygulanışında aksamalara sistemin getirisinin azalmasına neden oluyordu. Sipahilerin gelirlerindeki azalma; bir birlik halinde hareket ederek güç odağı oluşturamadıkları için bir sınıf mücadelesine girmelerini değil birbirleri ile mücadele etmelerini getirdi. Birbirlerini savaş alanını terk etmekle veya hiç gelmemekle suçluyorlardı. 270 Hatta sahte beyanlarla sağ olan tımar sahiplerinin öldükleri iddiaları ile tımarlarına el koymaya çalışıyorlardı. Mesela Maçka nahiyesinin Çil köyünden Ahmed in Gürcistan seferinde öldüğü iddia edilerek tımarı elinden alınmıştı. Ancak Ahmed in ölmediği anlaşıldığından akçe tımarının tekrar kendisine verilmesine dair Trabzon miralayı Mustafa Dersaadet e arzda bulunmuş arzı üzerine verilen buyruldu ile tımarı yeniden Ahmed e berat ettirilmişti. 271 Devlet görevlileri de onların topraklarını küçük hizmetleri karşılığı köylülere dağıtarak yeni tımarlar ihdas ediyorlardı. 272 Aslında bilindiği gibi kanunnamelere göre reaya ve ülke sultanındır bu sebeple hiç kimsenin sultanın izni olmadan toprak ve köylü üzerinde bir hakkı ya da gücü yoktu. Bu ilke sultanın imparatorluktaki mutlak hâkimiyetini güvenceye alıyor ve her türlü yerel beyliği ve sömürüyü ortadan kaldırıyordu. Ancak kanuna göre satılamaz olan reaya çiftlikleri XVI. yüzyıl sonlarından itibaren el değiştirmeye başlamıştı. Mesela kale müstahfızları da timar tasarruf etmektedirler. Bu durum Trabzon için de geçerli idi. Nitekim Trabzon Kalesi müstahfızlarından Ali de tımar sahibi idi. Yine topçuların da timar tasarruf ettikleri bilinmektedir. 273 Tabi ki her şey arzu edildiği gibi gitmiyordu. Mahkeme kayıtları bize köylüsipahi arasındaki temel anlaşmazlık noktalarının vergi toplanması, toprak devri ve işlenmesi meselelerinde yaşandığını göstermektedir. Sipahiler kanunla kendilerine verilen üç yıl üst üste ekilmeyen toprakları başkasına devretme imtiyazına sıklıkla başvurmak isterlerdi. Bunu toprak devri sırasında aldıkları tapu resmi adlı vergiyi almak için yaparlardı. Anlaşılan sipahiler kendi hassa çayır, bağ ve çiftlikleri için köylüden daha fazla emek hizmeti sağlamaya ve kanundışı tapu transferleri yoluyla fazla gelir sızdırmaya çalışıyor, buna karşılık köylüler de daha az vergi ödemek ve sipahi yararına daha az çalışmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. 274 Bütün bu ifadelerden sonra bir noktaya da dikkat çekmek gerekirse köylü ile o köyün vergilerini geçimi için toplayan sipahi arasındaki ilişkiler bugün bir mesele varlığında kadıya veya hükümet merkezine ulaşan şikâyetlerden çıkarılmaktadır. Belki de bunun için aralarındaki ilişki telaffuz edildiğinde hep mücadele ağırlıklı noktalar 269 Bk. Dipnot BARKEY, Eşkıyalar ve Devlet Osmanlı Tarzı Devlet Merkezileşmesi, ss: B. O. A., A. E., SMST., II, 12, 1126, sene T. Ş. S., 1844, 6, 1, 1; T. Ş. S., 1844, 6, 2, T. Ş. S., 1830, 3, 2, 6; T. Ş. S. 1831, 50, 1, Halil İNALCIK, Osmanlı İmparatorluğunun Ekonomik Ve Sosyal Tarihi, C: 1, Eren yayıncılık, çeviren: Halil BERKTAY, İstanbul, 2000, s

86 dikkatimize çarpmaktadır. Gerçek hayatta ise bu iki toplumsal sınıfın her daim bir mücadele içinde olup-olmadığı konusu uzun bir araştırmanın konusu olmalıdır. D) TRABZON ŞEHRİNDE KURUMLAR 1- Trabzon Şehrinde Müslümanların Kurumları: a) Camiiler Mescid daha çok mahalle cemaatinin ya da bir çarşıdaki esnafın günlük ibadet yeri iken camiiler genellikle şehrin en önemli yerlerinde bütün şehirliyi hatta pazara gelen köylüyü de kapsayan büyük yapılardır. Bu yüzden camii ibadet yeri olmasının yanında birçok fonksiyon da yüklenmiştir. Cuma günleri hutbe okunur, dini ve sosyal konularda vaazlar verilir, cemaat arasında tartışılırdı. Kitle öğretimi açısından büyük önemi olan bu konuların yanında çeşitli haberlerin yayılma yeri de camiilerdi. Ayrıca merkezden gönderilen emirlerin mecma -i nâs olan yerlerde duyurulması istenirken bu yerler arasında camiler de sayılmaktadır. Camilerde her türlü mevzu müzakere edilmektedir. Bu konuda sicillerde birçok belge vardır. Mesela Ankara ya gelmiş bir Bağdatlının camideki sohbetinden küfür üzerine olduğuna dair mana çıkarılmış ve kadıya şikâyette bulunulmuştur. 275 Yine Ankara şehir subaşısı Osman b. Hasan ın Ahmed adlı bir yeniçeriyi yaralayarak ölümüne sebebiyet vermesi üzerine şehirdeki kapıkulu süvarileri ile yeniçeriler arasında meydana gelen husumet İç Kal adaki Alaaddin Camiinde akdedilen mecliste müzakere edilerek ortadan kaldırılması sağlanmıştır. 276 Osmanlı toplumunda camilerin başka fonksiyonları da vardı. Mesela eğitimin ilk mekânı camilerdi. Camideki eğitim faaliyetinde dünyevi ilimler de öğretilebilmekteydi. Bu noktada dünyevi ve dini olanın İslam toplumunda görünmez bir şekilde iç içe geçmiş olduğu unutulmamalıdır. Bu durumun kökeni Müslüman toplumunun hayat felsefesini İslamiyet ten almasında aranmalıdır. Nihayetinde İslamiyet te dini ve dünyevi olma ayrımı yoktur. 277 Şehirdeki ilk cami Fatih Sultan Mehmed in fetihten hemen sonra camiye çevirdiği Fatih Camii dir. Arkasından Sent Öjen kilisesi de camiye çevrilerek ilk Cuma namazı burada kılındı ve bu camiye Yenicuma Camii denildi. Fetihten sonra bir de Mumhaneönü semtinde bir kilise camiye çevrildi. Esasen bu kilise Trabzon metropolitine bırakılmıştı, ancak O nun Müslüman olmasıyla camiye çevrildi ve Karabaş camii adını aldı. 275 Burada küfür üzerine olmaktan kasıt Şii inancını benimsemiş olmak olmalıdır. 276 ERGENÇ, Osmanlı Şehirlerinde Mahallenin İşlev ve Nitelikleri Üzerine s Hişam NAŞABİ, Eğitim Kurumları İslam Şehri, ed. R. B. SERJEANT, çev. Elif TOPÇUGİL, Ağaç Yayıncılık, İstanbul, 1992, s

87 Ancak şehirdeki Müslüman mabetleri bu üç kiliseden çevrilme cami ile sınırlı değildir. Osmanlı döneminde yapılan ve günümüze intikal eden camileri Sedat ÇETİNTAŞ ın 278 Orta Hisar veya Fatih Camii, Hatuniye veya İmaret Camii, Yeni Cuma Camii, Erdoğdu Bey Camii, İskender Paşa Camii, Ayasofya Camii, Çarşı Camii, Tavanlı Camii, Musa Paşa Camii, Kazım Ağa Konaklı (Konak) Camii, Meydan (Kavak Meydanı) Camii, Karabaş Camii, Faros veya Tekfur Çayırı Camii, Gümrük veya Ekdar Camii, Çarşı Camii, Alaca Han Camii, Musluklu Camii, Müftü Camii, Dabağhane Camii ve Tekke Camii olarak tesbit ettiğini görmekteyiz. Bunlardan başka gerek sicil kayıtları gerekse döneme ait vakıf ve temettuat defterlerinden Molla Siyah Camii, Ketani Mescidi, Hoca Ali Mescidi, Hacı Kasım Camii, Kule Camii, Tavaşi Mahmud Ağa Camii, Mumhane önünde el-hac Osman Camii tesbit edilmektedir. 279 b) Medreseler Osmanlılarda resmi ve örgütlü eğitim-öğretim temel ve ileri olmak üzere iki aşamalı idi. Yaşları 5-10 arasında değişen çocuklar için tek seçenek kuttab dı. Müfredatı öğrencinin kabiliyetine göre Kur an ın öğrenilmesi ve mümkün oldukça fazla ezberlenmesi ile aritmetikten oluşmaktaydı. Bu eğitim kabaca beş yıl sürüyor ve bu süre sonunda herkes geldiği seviyede temel eğitimi tamamlamış oluyordu. Zaten Öğrencilerin çoğunluğu kuttabı bitirdikten sonra mesleğe atılıyordu. Bu da genç öğrencinin çoğunlukla babası veya aileden biri olan yaşlı bir ustanın yanında çıraklığa başlaması ile oluyordu. 280 Temel eğitimden sonra ilmi çalışmalarını daha ileri götürmek ve memur olmak isteyenler için eğitime devam edilecek yer ise medreselerdi. Büyük ölçüde Selçuklular döneminde ortaya çıkan ve şekillenen medrese kurumu, Osmanlı Devletinin yükseliş döneminde en üst seviyeye erişti. Fatih dönemine gelindiğinde Osmanlı medreseleri hem sayıca artmış hem de sistemi artık olgunluk çağına erişmişti. 281 Trabzon Osmanlı devleti tarafından fethedilip İslam hâkimiyeti devri başladığında Osmanlı devleti eğitim açısından sistemini geliştirmiş noktada idi. Padişah yerli halkın din ve vicdan hürriyetine müdahale etmediği gibi eğitim faaliyetlerine de müdahale etmemiş yerli halk kiliseye dayalı eğitim-öğretim faaliyetini sürdürmüştür. Ancak şehrin İslamlaşması ve Türkleşmesi için ülkenin her yerinden Trabzon a sevk 278 Anıtları Koruma Kurulu üyesi mimar Sedat ÇETİNTAŞ; Trabzon şehrinin tarihi eserlerini ve bunlardan hangilerinin muhafaza edilmesi gerektiğini incelemek için zamanın Kültür Bakanlığı tarafından resmen görevlendirilmiş bir memurdur. Hazırladığı 13 sayfalık daktilo ile yazılmış Trabzon un Sanat Eserleri raporunu 18 Ağustos 1937 tarihinde Kültür Bakanlığına sunmuştur. Bu raporun bir nüshası Trabzon İl Milli Eğitim Müdürlüğü arşivinde mevcuttur. Rapora ulaşmamı sağlayan İl Milli Eğitim Müdürlüğü yetkililerine teşekkür ederim. 279 T. Ş. S., 1834, 20, 1, 5; T. Ş. S., 1832, 32, 1, 3; T. Ş. S., 1832, 97, 2,1; T. Ş. S., 1832, 106, 2, 4; T. Ş.S., 1834, 34,2, 4; T. Ş. S., 1834, 34, 1, 3; T. Ş. S., 1833, 80, 2, NAŞABİ, Eğitim Kurumları ss: Mefail HIZLI Anadolu'daki Osmanlı Medreseleri: Bir İcmal TALİD, C. 2, S. 4, 2004, ss

88 edilen Müslüman Türk nüfus için yeni ibadethaneler, eğitim ve öğretim kurumları açılarak yoğun bir kültür faaliyeti de başlatılmıştı. Bu amaçla fetihten hemen sonra Fatih medresesi H.867/M.1462 açıldı. Şehirde Müslüman nüfus arttıkça medrese sayısı da artmıştır. Evliya Çelebi Fatih Medresesi ile birlikte Hatuniye (H.920/M.1514) ve İskenderpaşa (H.936/M.1529) medreselerinden de bahseder. 282 İncelediğimiz dönemde bunlara ilaveten en az bir medrese daha mevcuttur. 283 Ancak bu dönemde daha kaç medrese olduğu konusunda elimizde hiçbir kaynak yoktur. Biz varlıklarından çeşitli kaynaklar yoluyla haberdar olabiliyoruz. Mesela Şakir Şevket in Trabzon tarihinde ismi geçen ancak günümüzde eseri kalmamış birçok medrese mevcuttur. c) Hamamlar Türk şehirlerinin en önemli sosyal yapılarından biri de hamamlardır. Toplum gelenekleri İslam dininin temizliğe verdiği önemden dolayı çarşılarda, mahallelerde hatta kasaba ve köylerde çok sayıda hamam yapılmıştır. Bu durum Trabzon için de geçerlidir. Fetihten hemen sonra başlayan imar faaliyeti içinde hamamlar da önemli yer tutmuş şehrin İslam-Türk karakterine kavuşturulmasında rol oynamışlardır. Trabzon daki hamamları iki grupta inceleyebiliriz. Biri Bizans devrinden kalan ve Osmanlı zamanında onarılarak kullanılan hamamlar diğeri ise Türk devrinde yapılan hamamlardır. 284 d) Çarşılar Osmanlı şehirlerinde de tüm İslam şehirlerinde olduğu gibi sanat erbabı sürüp giden belli kurallara bağlı olarak kendi üretimde bulunur ve ürettiğini kendisi pazarlardı. Genellikle aynı meslek mensupları bir arada çalışırlar ve bulundukları sokağa mesleklerinin adını veririlerdi. Çarşı ya da sûk denilen bu yerler birlikte daha büyük çarşıları oluştururlardı. Trabzon a baktığımızda Çarşı ve Pazarkapı Camii çevresindeki çarşıların eskiden beri seyyahların gezdiği seyahatnamelere konu olmuş en dikkat çeken çarşılar olduğunu görürüz. Bunlardan biri olan Fontainer eserinde Trabzon da ticaret olukça büyük bir yere sahiptir. İstanbul a kenevir, bez, ip, balık ağları, tütün balmumu ve kimi madenler yollanır, İstanbul dan ise sikke haline getirilmiş gümüş ve kumaş getirilir. Fakat en dikkat çekici ticaret köle ticaretidir. Köleler Kafkasya barbarlarının elindeki savaş esirleri ile Mingreliye de ailelerinden alınmış çocuklardır. Bazen de aileler çocuklarını satmak için kendileri getirir. demektedir. 285 Yine Trabzon u anlatan seyyahlardan Deyrolle de Trabzon da dönüp dolaşılıp çıkılan yer pazardır. Bu kötü tahta baraka gibi dükkânlardan uzaklaşılamaz. Bu dükkânların ortasından bir dere akar. 282 EVLİYA ÇELEBİ, ss: Hamza Paşa Medresesi H.951/M Haşim KARPUZ, Trabzon daki Türk Devri Hamamları, Trabzon ili Kültür-Sanat Yıllığı, İstanbul, 1989, s Veysel USTA, Anabasis ten Atatürk e Seyahatnamelerde Trabzon, Serander yayınları, Trabzon, 2011, ss: Fontainer in seyahatnamesinden 74

89 Burası meyve pazarıdır. Geçenlerin ayaklarına kadar serilmiş meyveler renklerle oynayan bir ressamın tablosu kadar zengindir. Az ötede nalbantlar vardır. Biraz ötede kuyumcular kirli ve küçük bir dükkânın içerisine diz çökmüş küçücük şaheserler yapıyorlar. Kuyumculardan çıkınca umumiyetle Ermeni olan terzilere giriliyor. Bir camekânın arkasında muhtelif tatlı renklerde ipekli, kadife ve çuha esvaplar işliyorlar ve dikiyorlar. şeklinde Trabzon çarşılarından bahsetmektedir. 286 Trabzon un en büyük limanı Çömlekçi limanıdır. Bundan başka Kanita, Tuzluçeşme, Taşdirek, Kemerkaya, Mumhaneönü ve Moloz gibi daha küçük limanlar da Osmanlı döneminde her türlü ihracat ve ithalata açık diğer limanlardır. Trabzon un İran üzerinden başlayan ticaret kervanlarının son noktası olması hasebiyle ticareti büyük ölçüde İran ile irtibatlıydı. Bu durum şehrin Osmanlı-İran savaşlarından olumsuz etkilenmesine sebep olmuştur. 287 e) Vakıflar Osmanlı şehirlerinde insan hayatını ilgilendiren hemen her sahaya girmiş olan vakıfla Trabzon şehrinin ekonomik yapısı ve esnafları üzerinde de etkindir. XVII. yüzyıla ait sicil kayıtlarında rastlanan vakıflar şunlardır: İmaret-i Hatuniye Vakfı, Tavaşi Mahmud Ağa vakfı, Molla Hayri Vakfı, Muhittin Mahallesi Vakfı, Orta Hisarda Fatih Sultan Mehmed Vakfı, Hacı Kasım Vakfı, Sinan Paşa Vakfı, yine Orta Hisarda Hoca Ali Vakfı, Hacı Kasım Camii Vakfı, Gülşen Hatun Vakfı, Erdoğdu Bey Vakfı ve Kule Camii Vakfı. Bu vakıflardan Trabzon ili ve çevresinde en çok akarı olan İmaret-i Hatuniye vakfı olarak tesbit edilmiştir. Trabzon daki vakıf hayatı Trabzon şehrindeki sosyal hayat konusunda vakıf hayatı başlığı altında daha ayrıntılı incelenmiş olduğundan burada sicillere yansıdığı kadarı ile isimleri sayılmakla yetinilmiştir Trabzon Şehrinde Gayrimüslimlerin Kurumları Zimmet kelimesi lügatte ahd ve eman anlamlarına gelir. Fıkıhta ise İslam ın hâkimiyetini tanımak şartı ile Müslüman toplumun diğer semavi din mensuplarına koruma sağladığı ve süresiz yürüklükte olan anlaşmayı ifade eder Teophile DEYROLLE, 1869 da Trabzon dan Erzurum a Seyahat, çev. Reşat Ekrem KOÇU, Çığır Kitabevi, İstanbul, 1939, ss: Trabzon un Osmanlı Dönemi Ticaret Hayatı ve Ticaret Yapıları, Trabzon Belediyesi 1997 yıllığı Dumat Matbaası, Ankara, 1997, ss: Kenan İNAN, 17. Yüzyıl Ortalarında Trabzon Esnafları ve Faaliyetleri Onyedinci Yüzyıl Ortalarında Trabzon'da Sosyal ve İktisadi Hayat, Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları, Trabzon 2013, s KENANOĞLU, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, s. 11. Claude, CAHEN Zimme İ.A., C. XIII, MEB. Yayınları, İstanbul, 1974, s

90 Müslümanlara ehl-i kitap ile yapılan savaşın onlar cizye verinceye kadar sürdürülmesinin istenmesindeki maksat onların Müslümanlarla sulh içinde olmalarının sağlanmasıdır. Gayrimüslimlerin imanının olmayışı onlarla harp etmenin sebebi olsaydı o zaman savaşın son bulması için onların Müslüman olmalarının şart koşulması gerekirdi. Zimmet akdi İslam ahkâmıyla iltizam anlamına gelir yani zimmilerin Müslüman toplumunda aynen Müslümanlar gibi hak ve vecibeleri vardır. Bununla ilgili Hz. Ali nin zimmet akdini ancak malları bizim mallarımız kanları da bizim kanlarımız gibi olsun diye kabul etmişlerdir. dediği rivayet edilmiştir. 290 Gayrimüslimlerin her türlü korunma hakkına sahip olarak dinlerini rahatça yaşayabildikleri göz önüne alınırsa incelenen dönem Trabzon unda kendilerine ait kurumlarının olduğu da anlaşılır. Bunlar en başta kiliseleri olmaktadır. Bu konuda kadılara gönderilen emirlerde kadimden beri Hristiyanların tasarrufunda olan emlak, arazi, kilise ve manastırlara müdahale edilmemesi sıklıkla hatırlatılmaktadır. 291 Bu konuda İslam ın hükümlerine uyan Osmanlı devletinde Osmanlı hâkimiyeti altındaki Hristiyanların yeni kiliseler inşa etmeleri yasak idi, ancak eskiyen mevcut kiliselerini tamir edebilirlerdi. Zaman zaman Müslümanlar kilisede yapılan kavga ve gürültüden dolayı yakınlarındaki mescitlerde namaz kılamadıklarından dolayı şikâyet etmişler bu şikâyet üzerine iddiaların doğruluğu araştırılmış, doğruluğu halinde bu kiliseler sonradan yapılmışsa yıktırılmış her halükarda gayrimüslimlerin ibadet yerlerinde seslerini yükselterek etrafı rahatsız etmeleri saz çalıp, şarap içmeleri yasaklanmıştır. 292 Trabzon daki gayrimüslimlerin serbestçe kurumlarında dini ayinlerini icra edebildikleri gibi imparatorluğun uzak yerlerindeki dindaşları ile de ilişki kurabilmekte onların kurumsal yapılarından da yararlanabilmektedir. Mesela Selanik yakınlarındaki manastır topluluğu olan Aynaroz ile Trabzon arasında sıkı bir ilişki vardır. Coğrafi uzaklık düşünüldüğünde anlamlı olmayan bu ilişki Trabzon un Sümela manastırı ile Aynaroz un çeşitli yerlerdeki Hristiyan din adamlarının çoğu zaman patriğin istidaları sonucu sürüldüğü kalebent cezalarını çekip ıslah-ı nefs ettikleri yerler olması öğrenildiğinde anlam kazanır. Anlaşılan Trabzon Rumları ceza verdikleri dindaşlarının hükümlerinin infazı için balkanlardaki bir kurumu kullanabiliyordu. Bunun tersi de mümkündü Aynaroz dan Trabzon daki Sümela manastırına sürgüne yollanan Hıristiyan din adamlarına da rastlanmaktaydı. Ancak Sümela manastırına sadece Aynaroz dan değil imparatorluğun çeşitli yerlerinden şerir zimmi olarak adlandırılan kimseler de nefyedilmekteydi. Islah-ı nefs için gönderilen bu kişilerin manastır-bend edilmeleri için emri- şerif yazılması İstanbul Rum Patriğince istenmiş bu istek üzerine de Sinop ve Trabzon kadılarına hüküm yazılmıştı. 293 Böylece Trabzon ile Aynaroz arasında ilginç bir bağ kurulmuş, şehir hayatını ve sosyal yapısını etkileyecek bir vasat ortaya çıkmıştı. 290 KENANOĞLU, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, ss: Böyle bir emir örneği için bk. B. O. A., C. ADL., nr. 4410, hk KENANOĞLU, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, s B. O. A., K. K., nr , s. 26,

91 Sümela manastırına haksız olarak sürgüne gönderilen Rum din adamlarına da rastlanmaktadır. Mesela Tokat sakini olan Papa Kirilos, Tokat ta ehl-i örf tarafından Sümela manastırı ruhbanlarındandır diye töhmet altına alınmış ve bu sebeple buraya gönderilmiş, durumun anlaşılmasıyla affedilerek Tokat a dönmesine izin verilmişti B. O. A., K. K., nr , s. 16,

92 İKİNCİ BÖLÜM XVII. YÜZYILIN II. YARISI TRABZON DA SOSYAL VE KÜLTÜREL HAYAT Sosyal hayat ifadesinden sosyal tabakalaşma, toplumun dini, etnik ve kültürel açıdan farklı kesimlerinin birbirleri ile olan ilişkileri, aile hayatları, özel ve kamu hukuku alanındaki iş ve işlemleri eğitim, kültür ve dini hayatları ile konu Osmanlı toplumu olduğunda hayatın her alanına yayılmış olan vakıf hayatı anlaşılır. A) AİLE HAYATI 1- Aile Kurumu a) Osmanlı Ailesi Sosyal durumun en önemli göstergelerinden biri aile kurumudur. İslam hukukunda bekâr kız ve erkeklerin evlendirilmesi önemli bir dini vecibe kabul edilmiştir. Osmanlı devleti de bu vecibeye gayretle uymuş, kadı bu vecibenin yerine getirilmesinin gözetleyicisi olmuştur. Kadı nın burada görevi sadece nikâh akdini kayda geçirmekten ibaret idi. Yani nikâhın kıyılması için Kadı nın resmi bir görevli olarak orada bulunması gibi bir şart mevzuu bahis değildi. Bu çerçevede sıklıkla nikâhın huzurunda kıyıldığı imamın da nikâhta bulunması gibi bir şart yoktu. İslam hukukuna göre geçerli bir nikâh için sadece tarafların iki şahidin huzurunda evliliği ikrar etmesi yeterli idi. Ancak yine İslam hukukuna göre evliliğin muteber olması için açık ve ilan edilmiş olması şarttı. İşte Osmanlı uygulamasında resmi görevli bu açık olma ve ilan edilme görevini yapıyor, evliliği kayda geçiriyordu. Kadı huzurunda evlenmenin sağladığı kayıtlı olma avantajı sadece Müslümanlar için geçerli değildi. Gayrimüslimler de Kadı nın sunduğu bu hizmetten yaralanabiliyorlardı. Sicillere baktığımızda çok sayıda gayrimüslimin de bu hizmetten yararlandığını görmekteyiz. Gayrimüslimlerin evlilik gibi özel hukuka ait işlerini kendi cemaatlerinde yapma imkânı varken kadı mahkemesini tercih etmeleri hem kadı mahkemesine yani İslam hukukuna güven hem de Müslüman toplumla kaynaşma çabasıyla izah edilebilir. 295 Sicillerin aile hukukuna ait konulardaki bu kapsayıcılığı sebebiyle Osmanlı toplumunda aile ve kadın gibi konuları incelemek için en önemli kaynak imparatorluğun muhtelif dönemlerine ve bölgelerine ait şer iye sicilleridir. İkinci önemli kaynak ise seyahatnameler ve vakayinamelerdeki bilgilerdir. Bu iki temel kaynağa bakıldığında genelde Osmanlı ailesi hakkında, Trabzon ile ilgili kayıtlara bakıldığında ise bu şehirdeki aile hayatı hakkında uygulama anlaşılabilir. 295 İbrahim YILMAZÇELİK, XVIII. Yüzyılda Trabzon un Sosyal Durumu s

93 Ailenin temel üretim birimi olduğu bütün geleneksel toplumlarda olduğu gibi Osmanlı toplumunda da geniş aile tipi yaygındır. Bu geniş aile; üç neslin bir arada yaşadığı, ama daha da ötesi yakın akraba ve kardeşlerin ailelerini de içeren daha geniş bir birleşik topluluğun üyesidir. Bu durum dini kaynaklı olmaktan çok sosyal hayatın ve ekonomik zorunlulukların gereği olarak ortaya çıkmış olup, Osmanlı toplumundaki Müslümanlar kadar gayrimüslim farklı milletler için de aynı şekilde söz konusudur. Başka bir ifadeyle yeni bir meslek tutmanın ve yeni bir ev açmanın güçlüğü sebebiyle orta halli Osmanlıların kolaylıkla baba mesleğini sürdürdüğü, baba evinde evlendikten sonra da yaşadığı düşünülebilir. Ancak ev halkı kalabalıklaştıkça muhtemelen mevcut evin yanına ilaveler yapılıyordu ki bununla ilgili yani oda ilavesinden bahseden çok sayıda kayıt vardır. 296 Osmanlı devletinin geneli, milletlerinin tamamı için geçerli olan bu tesbit XVII. yüzyıl Trabzon u için de geçerlidir. Mesela 1088 yılı Şevvalinde Mürteza Beşe'nin evine yeni bir oda ilave edilmişti. 297 Osmanlı tahrir defterlerindeki kayıtlara göre hane denilen nüfus birimi genelde beş kişi olarak hesaplanmaktadır. 298 Ancak beş sayısının hane halkı çarpanı olarak kullanılmasının bazı sakıncaları vardır. Öncelikle ne tahrirlerde ne de diğer kaynaklarda hane halkı büyüklüğüne ilişkin net bir bilgi yoktur. Bir diğer sorun hane kavramının ne olduğunu pek açık olmamasından kaynaklanmaktadır. Nejat GÖYÜNÇ hane sayısı için 5 kişiyi kullanırken Huricihan İSLAMOĞLU bu sayının algıladığımız manada bir ailenin yaşadığı haneyi tanımladığını, avarız hanelerinin ise daha kalabalık olabildiğini söylemektedir. 299 Avarız haneleri konusunda Ömer Lütfi BARKAN üç ile on beş arasında değişen evli kişiler sayısını yani haneyi vermektedir. 300 Aynı şekilde Trabzon sicillerinde yapılan incelemede de bir hanede kaç kişinin yaşadığını açıkça ifade eden bir kayda rastlanmamıştır. Diğer taraftan Osmanlı ülkesinin herhangi bir bölgesi için bu konuda yapılacak bir tespitin inceldiğimiz dönem Trabzon unu da kapsayacağı şüphelidir. Bu her mekândaki günümüzde çekirdek aile denilen kadar nüfus ve üyeler bir birim iken diğer hanelerdeki alt ve üst nesil temsilcileriyle ortak mekânları beraber kullanarak bir ev halkını oluşturmuşlardır. Bu birliği çoğunlukla aynı mahallede olan yakın akrabalar tamamlar. Osmanlı mahallesinin sadece bir idari birim değil aynı zamanda birbirlerinin zincirleme kefili olan yakın insanlardan oluşan bir sosyal topluluk olmasında bu gerçek de etkilidir. Evlerin büyüklüğünden de anlaşılacağı gibi Osmanlı evlerinde çocuk nüfusu çok fazla değildir. Nitekim Trabzon şer iye sicillerinde yapılan 296 İlber ORTAYLI, Osmanlı Toplumunda Aile Türk Toplumunda Aile, Türk Sosyal Bilimler Derneği yayınları, Ankara, 1985, s T. Ş. S., 1850, 19, 1, Ortaylı ve Ergenç bu sayıyı esas almışlardır. ORTAYLI, Osmanlı Toplumunda Aile, s. 57; ERGENÇ, XVI. Yüzyılda Ankara ve Konya s Nejat GÖYÜNÇ, XVI. yüzyılda Güney Doğu Anadolu nun Ekonomik Durumu: Kanuni Sultan Süleyman ve II. Selim Devirleri, Türkiye İktisat Tarihi Semineri, Derleyen: Osman OKYAR, Ünal NALBANTOĞLU, Ankara, 1975, ss: ; Huricihan İSLAMOĞLU, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Köylü, 2. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul, 2010, ss: Ömer Lütfi BARKAN, Avarız, İ. A. MEB. Yayınları, İstanbul, 1974, 79

94 çalışmada şehirdeki evlerin % 72 si tek ya da çift odalıdır. Bu büyüklükte bir evde yaşayabilecek kişi sayısı ise bize tek eşli üç çocuklu bir aileyi düşündürmektedir. b) Osmanlı Ailesinde Kadın Geleneksel ailenin yapısı içinde üretimdeki fonksiyonu temel alındığında en önemli üye kadındır. Ancak aile ve toplumdaki statüsü önemiyle orantılı değildir. Aile içinde baba ve büyükbabanın, kadın üzerinde de kocanın otoritesi vardır. Bu otoritenin dini bir dayanağı da vardır. Konu ile ilgili olarak Kur an-ı Kerim de Allah ın insanlardan bir kısmını diğerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudurlar. Onun için saliha kadınlar itaatkârdır. ayeti vardır. 301 Kadının aile ve toplumdaki statüsü çocuklarının sayısı ve yaşlılık ile yükselir. Kadın doğduğu zaman içinde doğduğu aileye bağlı olduğu gibi evlendikten sonra da içine dâhil olduğu ailenin erkeklerine bağlılığı devam eder. Bu konumuyla bir aileden diğerine transfer edilen üretici bir emek unsurudur. Bu transfer karşılığı ödenen değer başlık olarak adlandırılır ki sadece Osmanlı ya da İslam toplumlarına özgü olmayıp, ataerkil geleneksel toplumların genel bir uygulamasıdır. Gerçekten ilk evlilik yaşının küçük olduğu ve bu sebeple ekonomik bağımlılığın yüksek olduğu geleneksel toplumlarda damadın -çoğunlukla da ailesinin- gelinin ailesine bir ödeme yapması yaygın bir durumdur. Konunun İslam kaynaklı zannedilmesinin en önemli sebebi İslam hukukundaki mehir hükmüdür. Ancak mehir; mehr-i muaccel (acele mehir, evlenirken verilen mehir) ve mehr-i müeccel (daha sonra verilecek mehir, boşama halinde ya da mehri verenin ölümü halinde terekeden verilecek mehir) olmak üzere iki kısma ait olup kadının ailesine değil kendisine ödenir ve uygulamada evliliği sağlamlaştıran bir unsurdur. 302 Mihrin kadın açısından bir faydası da çok eşliliği sınırlayıcı fonksiyonudur. Gerçekten tüm Osmanlı ülkesinde olduğu gibi Trabzon'da da tek eşle evlilik çok daha yaygın olup çok eşlilik genellikle üst tabaka için geçerlidir. Nitekim Osmanlı ülkesini gezen dönemin seyyahları Türklerin tek eşliliğine vurgu yaparken çok eşliliğin önünde en büyük engel olarak mali sebepleri göstermişlerdir. Mesela XVI. yüzyıl sonunda Osmanlı ülkesini gezen Alman Protestan papazı Solomon SCHWEİGGER seyahatnamesinde Türkler ülkelere karıları da onlara hükmeder. Türk kadını kadar gezen eğleneni yoktur. Çok karılılık yoktur. Herhalde bu işi denemiş dert ve masrafa neden olduğunu anlayıp vazgeçmişlerdir. Boşanma pek görülmüyor. Çünkü boşanırken erkek kadına eşya ve para veriyor ve kız çocuk anaya kalıyor demektedir. 303 Bu tesbit aynı dönemde Osmanlı ülkesine gelen başka seyyah ve görevlilerin tespitleriyle de 301 Halil ALTUNTAŞ-Muzaffer ŞAHİN, Kur an-ı Kerim Meali 4/34, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 8. Baskı, Ankara, 2008, s ORTAYLI, Osmanlı Toplumunda Aile ss: Solomon SCHWEİGGER, Eine Reyssbeschreibung aus Teutschland Nach Constantinopel und Jerusalem, R. Neck Akad. Druck und Verlag, Graz, 1964, ss naklen ORTAYLI, Osmanlı Toplumunda Aile s:

95 örtüşmektedir. Mesela İngiliz elçilik heyeti ile İstanbul a gelen Paul RICAUT XVII. yüzyılı anlattığı eserinde Türkler çok kadınla evlenmek imkânına sahiptirler. Bakabilecekleri kadar 304 diğer bir rivayette dörde kadar kadın alabilirler. Ancak kadın sayısının çok olması evlilik için verilecek malı artırdığından kocanın malını azaltır. Bu duruma ayrıca karılarının hepsini ayrı ayrı memnun etmek zorunda kalan bir adamın işinin imkânsızlığı da eklenince hiç karşılanabilir bir durum olmadığından Türkler genelde tek karılıdır 305 demektedir. Ancak seyyahların bu tespitleri konuyu mutlak olarak açıklamaya yetmemektedir. Ne var ki bu tesbitin yapılmasını sağlayan sadece seyyah notları değildir. Sicillerden de hanede eş sayısını tespite yarayan kayıtlar çıkarılabilir. Mesela Osmanlı ülkesinin her yerinde olduğu gibi Trabzon'da da tek eşlilik yaygındır. Buna göre şehirde nadir görülen çok eşliliğin genellikle izah edilebilir bir sebebi vardır. 306 Bu noktada şu kayıt ilgimizi çeker:..mahmiye-i Trabzon sakinlerinden olub, bundan akdem merhum olan Ahmed Beşe ibn-i Abdullah ın sulbiye kızları olan Adile ve Zahide ve Miyase ve Raziye ve Aişe ve Rafiye nam hatunlar ve zevce-i metrukesi olan Zemane ve Belkıs nam hatunlar burada unvanından şehrin askeri sınıfından önemli bir kişi olduğu anlaşılan yani iki eşi maddeten geçindirecek mali durumu olan Ahmed in altı kızı olması ancak hiç erkek çocuğu olmamasından hareketle muhtemelen erkek çocuğu olmadığı için ikinci evliliğini yaptığını düşünebiliriz. 307 Yine de bu tesbit ve yorumlar çok eşliliğin neden yüksek tabakada daha fazla olduğu sorusu karşısında mali temele dayalı izahların tamamen göz ardı edilmesine sebep olmamalıdır. Birden fazla eş ile evliliğin çok az oluşu XVII. yüzyılda başka şehirler için de geçerlidir. Mesela Gaziantep te de durum aynıdır. Ayıntâb ta terekeler üzerinde yapılan araştırmalar neticesinde Müslüman erkeklere ait 309 terekeden, 279 u evli, 25 i dul ve 5 i de bekârdır. Bu evli 279 Müslüman erkeğin 229 u tek eşli (%82,1), 41 i iki eşli (%14,7), 7 si üç eşli (%2,5) ve 2 si de dört eşlidir (%0,7). Evli 12 gayrimüslim erkek ise XII. yüzyıldan sonra Kilise nin Hıristiyanlar arasında çok eşliliği yasaklamasından dolayı tek eşlidirler. Yani Trabzon ile hemen aynı büyüklükte olan Ayıntâb ta da tek eşlilik yaygın olup, birden fazla eşliliğe rağbet yoktur. Anlaşılan Osmanlı hukukuna göre çok eşlilik caiz olmasına rağmen Osmanlı da tek eşlilik hâkimdi. Şer iyye sicillerini incelediğimiz zaman Osmanlı ailesinin gerçekten %90 üzerinde, hatta Bursa gibi bazı vilayetlerde % 98 lik bir oran ile tek eşli olduğunu 304 RICAUT un bu ifadelerine gerçeklik payı atfedersek burada cariyeleri kastettiğini düşünmeliyiz. Çünkü İslam ın hükmü dört olarak açıktır. 305 RICAUT, Osmanlı İmparatorluğu nun Hâlihazırının Tarihi (XVII. yüzyıl), s Bu tesbit sadece Trabzon a özel bir tesbit değildir. Mesela XVII. yüzyıl için Antep te de aynı tesbit yapılmıştır. İsmail KIVRIM, 17. yüzyılda Osmanlı Toplumunda Boşanma Hadiseleri Ayntab Örneği; Talâk, Muhâla a ve Tefrik Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 10, 2011, s T. Ş. S., 1830, 36, 11 naklen Cevdet KIRPIK, 1830 numaralı Şer iye Siciline Göre ( ) Trabzon Toplumunda Kadın Trabzon Tarihi İlmi Toplantısı, (6-8 Kasım 1998) haz. K. Çiçek vd. 2. Baskı, Trabzon, 2000, ss:

96 anlaşılmaktadır. Yine Tokat, Konya, İstanbul, Edirne gibi belli başlı Anadolu şehirlerinde çok eşle evlilik oranı çok düşük seviyededir. 308 Fakat burada Alaaddin AKÖZ ün şu tesbiti dikkate alınabilir: AKÖZ incelediği 267 kayıtta sadece 5 tane iki eşli 1 tane de üç eşli kişi tesbit etmesini her evliliğin ayrı ayrı kaydedilmesi nedeniyle çok eşli olduğu halde, bu durumu defterden tesbit edilemeyenlerin bulunması ile izah etmektedir. 309 İslam hukukunun kadınlara tanıdığı bir hak da müstakil olarak mülk edinme ve mülkünde serbestçe tasarruf etme imkânı idi. Yani kadının maddi durumu ne kadar iyi olursa olsun geçimi kocasına aitti ve kendi malında istediği gibi tasarruf edebilirdi. Kadınlar serbestçe tasarruf ettikleri bu malları çeşitli vesilelerle elde ediyorlardı. XVII. yüzyıl Trabzon una şer iye sicilleri penceresinden baktığımızda bunların başında mirasın geldiğini görürüz. Her ne kadar kız kardeş mirasta yarı hisse alsa da kadınlar hisselerini alma konusunda ısrarcı idiler. Çünkü 1830 ila 1836 numara arasındaki 7 sicilde yer alan 32 miras davasından 19 u (%59) kadınlarla ilgilidir. Kadınlar bundan başka ticaret yoluyla da mülk sahibi olabiliyorlardı. Mülkleri tasarrufunda ise geniş bir serbesti içinde olduklarını görmekteyiz. Nitekim mallarını borç veren, satan, hibe eden çok sayıda kadın tesbit etmekteyiz. c) Osmanlı Mahkemesinde Kadın Tüm Osmanlı ülkesinde olduğu gibi Trabzon da da halkın birbirleriyle ve devletle işliklerini düzenleyen temel hukuk kuralı şeriattı. Kadınlar hangi konuyla alakalı olursa olsun hukukun kendilerine tanıdığı yetkileri sonuna kadar kullanmaktaydı. Osmanlı ülkesini gezen seyyahların çok eşlilik tespitlerine ihtiyatlı yaklaşsak da, günlük işlerin içinde oldukları, ticari hayata katıldıklarını ve mahkemeleri aktif olarak kullandıkları anlatımları sicillerden yapılan tespitlerle desteklenmektedir. 310 Osmanlı ülkesinin genelinde geçerli olan bu tesbit XVII. Trabzon u için de geçerlidir. Mesela 1830 numaralı şer iye sicilinde Trabzon kadınını izleyen Cevdet KIRPIK a göre kadınlar yılları arasında Trabzon mahkemesine tam 110 kez gelmişlerdir. 311 Bu noktada Kayseri üzerinde çalışmaları olan JENNİNGS in tespitlerine baktığımızda XVII. yüzyıl başında Kayseri de kadın düzenli olarak mahkemeyi kullanabiliyor, zamana ve konuya bağlı olmaksızın her zaman ve her konudaki problemi ile mahkeme kapısını çalabiliyordu. Mahkeme de kadının mülkiyet ve şahıs haklarını koruyordu Hayri ERTEN, Konya Şer iyye Sicilleri Işığında Ailenin Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Yapısı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2001, s Alaaddin AKÖZ, Bir İmamın Nikâh Defteri, Tablet Yayınları, Konya, 2006, s H.U. KRAFFT, Türklerin Elinde Bir Alman Tacir, İletişim yayınları, İstanbul, 1996, s KIRPIK, 1830 numaralı Şer iye Siciline Göre ( ) Trabzon Toplumunda Kadın s Ronald R. JENNİNGS Women in Early 17 th Century Ottoman Judical Records The Sharia Court of Anatolian Kayseri JESHO, XVIII/I, 1975, s Yine Jennings in tespitlerine göre Kıbrıs ta yılları arasında kadınlarla ilgili dava oranı % 21 dir. 82

97 Aynı konuda Kemal ÇİÇEK in Kıbrıs-Lefkoşe ile ilgili tespitleri de benzerdir. Doktora tezinde döneminde Kıbrıs-Lefkoşe Şer iye sicillerini inceleyen ÇİÇEK de kadınların hukukun kendilerine verdiği hakları bildiğini ve kullandığını ortaya koymuştur. Hatta Kadı zimmi kadınlara dahi İslam hukukunun kadına tanıdığı haklar konusunda yardımcı olmaktaydı. 313 Diğer taraftan İslam hukuku kişinin davasını vekâlet vererek başkasına takip ettirmesine müsaade ediyordu. Vekâlet veren vekâlet verme sebebini kayıtta belirtirdi. Buna göre vekâlet verme sebepleri genellikle uzaklık, hastalık ve meşguliyetti. Bu çerçevede herhangi bir işi için mahkemeye gelmeyen bir kişi kendisini mahkemede temsil edecek birine iki kişinin şahitliğinde vekâlet veriyor, böylece işlerini takip ettiriyordu. Konuya incelenen şehir penceresinden baktığımızda Trabzon da da vekâlet verme olayının hiç de az olmadığını görürüz. Mesela 1830 numaralı sicilde toplam 19 tane vekâlet verme olayı ile karşılaşıyoruz. Bu 19 kişi ile ilgili ilk tetkikte bunların 10 tanesinin kadınlar olduğunu görürüz. Ancak vekil olanlar içinde hiç kadın yoktur. Anlaşılan kadınlar mahkeme işleri ile erkeklere nazaran daha az ilgilidir. Bunda hâkimin, yardımcılarının, getirilen şahitlerin ve şuhudu l-hal denilen mahkemede hazır bulunan şahitlerin erkek olmalarının payı olmalıdır. Kadınlar mahkemeye şahit olarak ise çok seyrek geliyorlardı. Nitekim 875 kaydın olduğu 1830 numaralı sicilde sadece 3 kere kadınlar mahkemeye şahit olarak gelmişti. 314 Bunun en önemli sebebi İslam hukukunda iki kadının şahitliğinin bir erkek yerine geçmesi ötesinde kısas ve had gibi davalarda kadının şahitliğinin kabul edilmemesi olmalıdır. Kadınların özellikle şahit olarak bizzat mahkemeye gitmelerini engelleyen bu şartların etkisiyle kadınlar mahkemeyi erkekler kadar sık kullanmıyorlardı. Mesela 1830 numaralı şer iye sicili üzerinde çalışma yapan Cevdet KIRPIK bu sicilde kayıtlı 875 davadan 457 tanesinin kadınlarla ilgili olduğunu tesbit etmiştir. % 52 ye tekabül eden bu oran çok yüksek bir orandır. Tabii ki bu rakamın büyük çoğunluğu Müslüman kadınları ilgilendirmektedir. Onun tesbitlerine göre sicilde kadınları ilgilendiren 457 davadan 110 tanesinde (%24) kadınlar bizzat mahkemeye gelmişler, diğerlerinde ise vekâletle temsil edilmişlerdir. Bunlardan 21 tanesi zimmi diğer 89 tanesi Müslüman kadınlardır. Oran itibariyle Gayrimüslim kadınların mahkemeye bizzat gelmesi Müslüman kadınlara göre daha fazladır. Bu durumun da yine İslamiyet teki mahremiyet hükmü ile ilgilisi olmalıdır Kemal ÇİÇEK, Zimmis (Non-Müslims) of Cyprus in The Sharia Court , Basılmamış Doktora Tezi, Birmingham University, Birmingham, 1992, s. 121 naklen KIRPIK, 1830 numaralı Şer iye Siciline Göre ( ) Trabzon Toplumunda Kadın s T. Ş. S., 1830, 45, 1, 1; T. Ş. S., 1830, 44, 1, 1; T. Ş. S., 1830, 29, 2, 3 numaralı kayıtlardır. 315 KIRPIK, 1830 numaralı Şer iye Siciline Göre ( ) Trabzon Toplumunda Kadın. s

98 Tüm bunlarla birlikte vekâlet vermede bahsedildiği gibi şahitlikte de kadının mahkemeye gelmesini men edecek ya da zora sokacak herhangi bir uygulama yoktu. Anlaşılan bu durum daha çok kaynağını dini duygulardan, mahremiyet anlayışından alsa da kadınların kendi tercihlerinden kaynaklanmakta ve gerektiği zaman kadınlar mahkemede şahit olarak da bulunmaktan da çekinmemeydiler. Mesela Sehl-i Zilkade 1053 tarihindeki davada Tekfur Çayırı Mahallesinden Hüseyin b. Abdullah yine aynı yerden Ömer isimli şahsın karısı Aişe ye şetm (küfür) ettiğini iddia ederek mahkemeye başvurmuştu. Ömer in olayı inkar etmesi üzerine. Udul-u ricalden Muslihiddin Halife ibn-i Mehmed ile nisvan taifesinden Emine Hatun ve Aişe nam kimesneler li ecliş-şehade olayın doğruluğuna dair ifade verdiler. 316 Bir başka kayıt ise zimmilerle ilgili idi. Cemaziyelula 1053 tarihinde Tutusibe adlı kadın Hayal Beşe bint-i Yurdan a verdiği borcu istedi. Davalı tarafın inkârı üzerine erkeklerden Zerus veled Kostikoz ile kadınlardan Emine bint-i Mehmed ve Malka bint-i Sulari adlı kadınlar davacıyı destekler mahiyette ifade verdiler. Bunun üzerine kadı borcun ödenmesini tembih etti. 317 Burada dikkat çeken bir diğer nokta da zimmi olsun Müslüman olsun bir erkeğin şehadetinin iki kadına mukabil sayıldığı görülmektedir. Yani erkek gayrimüslim de olsa şahitliği Müslüman kadının iki katıdır. Yine Müslüman ve Gayrimüslim kadınların şehadetlerinin eşit olduğu görülmektedir. Buraya kadar yapılan tesbitlerin yanında şu nokta da kayda değerdir: Kadın mal satmak, şahit olmak için çok değil ama alacaklı olduğu, bir hakkını talep ettiği durumda mahkemeye gelmekte daha isteklidir. Mesela Kindinar Mahallesi sakinlerinden olan Zeynel zâde Ali Beşe nin vefatıyla küçük kızı Ayşe Ali Beşe nin eşi 318 Gülizar bint. Abdullah tan davacı olarak Gülizar ın kendi bahçesinin bir kısmını fuzuli zapt ederek kullandığını ifade etmişti. Gülizar ın vekili İbrahim Beşe ise cevabında Ali Beşe'nin bahse konu bahçeyi sağlığında kendisinin hibe ettiğini beyan etmiş ve bu hibeyi şahitlerle ispat etmişti. Bunun üzerine Ayşe davadan men edilerek bahçenin Gülizar a aidiyeti tescil edilmişti. 319 Görüldüğü gibi burada bırakınız yetişkin evli bir kadını küçük bir kız mahkemede bizzat bulunmaktadır. Yani kadınların mahkemeye gelmeye pek istekli olmayışı mutlak değildir. Kadınlar alacaklı olduklarına inandıkları bir konuda gayretlidirler. Siciller incelendiğinde mehri ile ilgili konularda da mahkemeyi kullanan çok sayıda kadın ile karşılaşılmaktadır. Ne var ki herhangi bir hakkının zayi olduğunu düşünmediği zaman mahkemeye gelme konusundaki isteksizlik sadece 316 T. Ş. S., 1830, 45, 1, T. Ş. S., 1830, 29, 2, Muhtemelen Ayşe nin annesi olmayan diğer eşi olmalıdır. Her ne kadar Trabzon da çok eşlilik nadir ise de özellikle askeri kesimden olanlar arasında toplumun geneline göre daha fazla idi. Vefat eden Ali Beşe'nin de unvanından askeri kesimden olduğu anlaşılmaktadır. 319 T. Ş. S., 1833, 51, 1, 1. 84

99 kadınlar için değil erkekler de geçerlidir. Erkeklerde sıklıkla mahkemelerde vekil ile temsil edilmişlerdir. 2- Evlenme Sosyal tarih araştırmalarının en temel konularından birisi ailenin oluşumu sürecidir. Bu tam olarak bilinmeyen ancak fazlasıyla merak uyandıran konu, birçok araştırmanın da en çok cevap aradığı konudur. Toplumların inanç sistemleri, bunların algılanma biçimleri yani hayata yansıtılma biçimleri, gelenek-görenekleri, iktisadi vaziyetleri hatta coğrafi konumları diğer kurumlarla karşılıklı ilişki içinde olan ailenin kurulmasında, gelişmesinde ve hatta sonlandırılmasında önemli etkiye sahiptir. 320 İslam toplumunda tanışarak evlenme olmadığından bu işi iki tarafın ebeveyni yürütür. Bir kızı kocaya vermeye ancak baba veya vasisinin hakkı vardır. Oğlan için kız bakma hakkı da annesine veya en yakın kadın akrabasına aittir. Baba karısından aldığı bilgi ile oğlu için evlilik kararı verirdi. 321 a) Nişan Hemen tüm toplumlarda olduğu gibi Osmanlı toplumunda da evlilik öncesi bir tanışma ve hazırlık dönemi mevcuttu. Evliliğe giden yolda ilk durak nişanlılık idi. Nişanlanan taraflar birbirlerine namzed olurlardı. Namzetlik bir erkeğin bir kadınla evlenme arzusunda olduğunu söz konusu kadına ve onun ailesine bildirmesidir. Talip olan erkeğe hâtib, talip olunan kadına mahtûbe denilir. Nişanlılık için erkek tarafı ya bizzat veya vekili aracılığı ile kız tarafına isteğini iletir. Kız tarafının da bu isteği onaylaması ile nişanlılık durumu başlamış olurdu. 322 Nişan evlenmeyi arzu eden tarafların birbirlerini tanıma dönemi olup, İslam hukukunda nişanlanma taraflara evlenmek için bir zorunluluk yüklenmemektedir. Bu sebeple hem erkek hem de kadın tarafı istediği anda nişandan dönebilir. Nişan ile nikâh tahakkuk etmediğinden alıp-verilenlerin hükmü de buna göre şekillenir. Nikahdan evvel yapılan ve bir evlilik vaadi niteliğinde olan nişan esnasında, tarafların birbirlerine alıpverdikleri şeyler üç kısımdan birine girer: Mehir, nişan ve hediye. Nişan ile ön sözleşme yapanlar daha sonra nikâhtan vazgeçerlerse, erkek tarafı mehir namına vermiş oldukları şeylerin, kullanılmış ve değişkenliğe uğramış olsalar dahi, elde mevcut ise kendisini, elden çıkmış ise bedellerini geri alabilir. Vefat halinde de durum böyledir. Hediyeler, hibe ahkâmına tabidir. Buna göre taraflardan birinin vefatı ile hediyeler geri alınamaz, ancak nikahdan vazgeçme durumunda, başka bir hukukî mani oluşmamış ise, hediyeler 320 Alaaddin AKÖZ, Bir İmamın Nikâh Defteri, s. VIII. 321 M. de M. D OHSSON, 18. Yüzyıl Türkiye sinde Örf ve Adetler, Çeviren: Zerhan YÜKSEL, Tercüman 1001 Temel Eser, Tercüman Gazetesi Yayınları, İstanbul, Tarihsiz, s Nurcan ABACI, Bursa Şehrinde Osmanlı Hukukunun uygulanması (17. Yüzyıl), Ankara, 2001, s. 139; Ömer Nasuhi BİLMEN, Hukuku İslamiye ve Istılahtı Fıkhîyye Kamusu, C.II, İstanbul, 1968, ss

100 geri alınabilir. Bunların yanında bir de, özellikle kız tarafının ailesine verilen ağırlık, kaftanlık gibi şeyler vardır ki, bunlar rüşvet kapsamında değerlendirilmektedir. Bu sebeple bunlar evlilikten vazgeçme durumunda mevcut ise aynen, değil ise bedeli geri alınır. 323 Kısaca ifade etmek gerekirse nişanlılık sürecinde mihre karşılık verilenleler aynen; kaybolmuş veya bozulmuşsa bedel olarak iade edilir, tarafların birbirine verdiği hediyelerde ise hibe hükümleri uygulanır. Yani mevcutsa iade edilir mevcut değilse hiçbir şey gerekmez. 324 Nişanın hukuki bir geçerliliği olmayıp daha çok taraflar arasında yapılan bir merasim olduğu için belgelerde nişanla ilgili fazla ayrıntı yoktur. 325 Mesela Trabzon un yıllarını kapsayan -ki benim tez konumun hemen başlangıcındaki yıllardır numaralı sicili tarayan Cevdet KIRPIK sadece 3 adet nişan kaydı tesbit edebilmiştir ki bu da bize nişanın normalde sicillere kaydedilmediğini anlatır. 326 Nişan konusu belgelerde daha çok nişan sürecinde tarafların birbirleri ile mal rejimi konusunda sıkıntı yaşamaları halinde kadıya intikal etmiş ve belgelere konu olmuştur. Bu konuda örnek olarak 1053 Rebiyülahir tarihli mahkeme kaydı verilebilir. Adı geçen kayıtta Trabzon dan Yusuf b. Mehmet mahkemeye gelerek Hasan b. Hüseyin i dava eder...bundan akdem Hasan kızı Aişe yi bana tezevvüç eylemek üzere bir altun küpe vermiştim. Elhal ben de Aişe den fariğ oldum. Her kime dilerse varsun verdiğim nişanı taleb iderüm demekteydi. Burada Yusuf, Aişe yi başkasına gitme konusunda serbest bırakmış verdiği küpeyi talep ediyordu. 327 Bazen nişanın zorla bozulduğu da oluyordu. Bu durumun bir türü nişanlı kızın nişanlısı tarafından zoraki alıkonulması idi. Bu durumda nişanlı olmanın bir anlamı kalmıyordu. Bu uygulamanın sebebi olarak günümüzde de benzerini gördüğümüz genellikle erkek tarafının nikâh ve akabindeki düğün masraflarından kurtulmak istemesi tahmin olunabilir. Ancak her zaman kızı kaçıran taraf nişanlısı olmuyordu. Zilkade 1053 tarihli kayıtta Fatma Hatun, Mehmet adındaki adamdan şikâyetçi olmuştu. Fatma Hatun kızı Züleyha yı Hüseyin adındaki adama nişanladığını ancak şikâyetçi olduğu Mehmet in kızını oğlu Hasan ile birlikte kaçırarak diğer oğlu Ali ye verdiğini söylemekteydi. Mehmet in bu suçlamaya mahkemede verdiği cevap kızın nişanlı olduğunu bilmedikleri şeklinde olur. Anlaşılan bu cevapla Mehmet suçunu hafifletmeyi ummaktadır. Çünkü 323 Pehlul DÜZENLİ, Osmanlı Hukukçusu Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi ve Fetvaları, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, Konya, 2007, ss: Halil CİN, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, S.Ü. Hukuk Fakültesi Yay. Konya, 1988, ss: Sicillerde nişanın nasıl yapıldığı kimlerin nişanlandığı gibi konularda da çok fazla bilgi bulunmamaktadır. Bu konularda daha çok seyahatnamelere bakmak gerekecektir. Nihayetinde siciller anı kitabı değil mahkeme kayıtlarıdır. Ancak evlenenler için durum böyle değildir. Hiçbir sorun olmasa da kimler evlenmiş sicile kaydedilmektedir. 326 KIRPIK, 1830 numaralı Şer iye Siciline Göre ( ) Trabzon Toplumunda Kadın, s: T. Ş. S., 1830, 19, 2,

101 İslam hukukunda nişanlı olan bir kadına evlenme teklif etmek caiz değildir. 328 Fatma ve Hüseyin in şahitleri Züleyha ile Hüseyin in nişanlı olduklarına mahkemede şahitlik ederler. Fakat kayıttan suçluların ne ceza aldığı bilinmemektedir. 329 Kadınların veya kızların aileleri tarafından zorla evlendirildiklerine dair hiçbir kaydın bulunmayışı, evlenen tarafların rızalarının alınması, hem aile büyüklerinin hoşgörüsünü hem de aile kurumun verdikleri önemi göstermekteydi. Ayrıca kızın ailesi tarafından erkek tarafından başlık parası nev inden bir para talep edilmeyişi, kadına verilen değerin göstergesi olmalıdır. 330 Bu tesbit bizi Trabzon toplumunda zorla evlendirme uygulamasının olmaması konusunda düşündürmektedir. Gerçekten kızların zorla evlendirilmesi resmi belgelerde sıklıkla zorbalara isnat edilen bir suçtu. Belgelerde bu konuda çokça şikâyet var olması bize toplumda bunun bir realite olduğunu gösterse de bu yol meşru değildi ve cezası vardı. 331 b) Nikâh Nişandan sonraki adım nikâh idi. Evliliklerin tamamında nişan yapılıpyapılmadığını kayıtlardan anlamak mümkün değildir. Ancak belgelerdeki nişan ve nikâh sayıları karşılaştırıldığında nişanın kaydedilmediği açıktır. Çünkü yukarıda belirtildiği gibi bizler nişandan daha çok problem olması durumunda haberdar olmaktayız. Nikâh kayıtları ise sicillerde oldukça sıktır. Mesela konularına göre tasnif edilen H / M tarihli 1831 numaralı sicilde yer alan 1366 belgeden 442 tanesi numaralı sicilde yer alan H. 1062/ M tarihli 950 kayıttan 264 tanesi nikâhla ilgilidir. 333 Toplam belgelerin % 32 ve % 27 sine denk gelen bu oranlar hemen tüm sicillerde tesbit edilebilecek genel geçer bir orandır. Yapılan bu tespitler tablo halinde şu şekilde gösterilebilir: Sicil No Belge Adedi Nikâh Sayısı Oranı % % 27 Aynı şekilde Nitekim 1830 numaralı sicili çalışan Cevdet KIRPIK da incelediği yer alan 875 kayıttan da 192 tanesi nikâhla ilgili olduğunu tesbit etmiştir. Görüldüğü gibi burada da % 23 gibi benzer bir oran karşımıza çıkmaktadır. Bu kayıtlar arasında 7 tane de Gayrimüslimlere ait kayıt bulunmaktadır. Bunun nikâh akitleri içindeki oranı % 3 civarındadır. Yine H /M tarihleri arasındaki 1831 numaralı 328 Vehbe ZUHAYLİ, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, Çeviren: Abdürrahim URAL-Ahmet EFE, C. 9, Feza Yayıncılık, İstanbul, 1994, s T. Ş. S., 1830, 42, 1, KIRPIK 1830 numaralı Şer iye Siciline Göre ( ) Trabzon Toplumunda Kadın s Halil İNALCIK, Adaletnâmeler, Belgeler, C.II, S. 3-4, ss numaralı sicilin konularına göre dağılımı için bk. EK: XVII. 333 Bu sicilin ayrıntılı bir dökümü için bk. EK: VI. 87

102 sicilde de 18 tane gayrimüslim nikâhı kaydı tesbit edilmiş olup bu oran da yaklaşık % 4 e tekabül etmektedir. 334 Yapılan bu tespitler tablo halinde şu şekilde gösterilebilir: Sicil No Belge Adedi Nikâh Sayısı Gayrimüslim Kaydı Oranı % % 4 Toplumda gayrimüslimlerin oranı yaklaşık % 45 dolaylarında olduğuna göre 335 gayrimüslimlerin çoğunun nikâhını kadı mahkemesinde tescil ettirmediği anlaşılır. Zira Gayrimüslimler özel hukuka ait işlerini cemaat içinde yapma imtiyazına sahipti. Ancak yine de kadı mahkemesine başvurup nikâhını şeriat mahkemesine kaydettirmek isteyenlere rastlanmaktaydı. Bu durumun sebebi kadı mahkemesine güven ve temin ettiği güvenceden yararlanma isteği olmalıdır. Evlenmenin resmen başlamasını sağlayan nikâh akdi, mahkemeden alınan izinname ile genellikle mahalle imamı tarafından iki şahidin huzurunda yapılır, daha sonra sicile kaydedilirdi. İslam hukukunda nikâh, tarafların ve şahitlerin huzurunda yapılan medeni bir sözleşmedir. Bu sözleşmenin gerçekleşmesi için ayrıca bir din adamına ihtiyaç yoktur. 336 Fakat gerek nikâh akdinin öneminden gerekse veliyy-i âmm olması hasebiyle Kadı nın nikâha müdahale edebileceği kabul edilmiştir. Kadı nın bir devlet görevlisi olduğu hesaba katılırsa bunun nikâha devletin denetleme anlamında müdahalesi manasına geldiği de kabul edilebilir. 337 Nikâhı imamın kıyması ise nikâhın geçerli olması için dini bir şart olmayıp imamların nikâh kıyılması işinde yer almaları, nikâhın geçerli olması için gerekli olan dini vecibeleri bildikleri ve nikâh sonrasında dua etmeleri içindi. Bu hükmü ortaya koyan en net gösterge ise nikâhı kıyan imamın da nikâh kıyılmasındaki iki şahitten biri olabileceğidir. Bu şahitler nikâhı kıyılan hâtib ve mahtûbenin usul ve füruu da olabiliyordu. Ancak bu kişiler daha sonra nikâh ile ilgili olabilecek bir davada şahitlikleri muteber olmadığı için şahit olarak pek tercih edilmezler şahitlerin yabancılardan olmasına dikkat edilirdi. 338 Nikâh akitlerinde müezzinler de sıkılıkla karşımıza vekil veya vekil şahidi olarak çıkmaktadırlar. Mesela 1064 tarihli kayıtta imam olan Seyyid Mustafa Çelebi ile Emine bint Mehmed in nikâhında vekil şahidi müezzin İbrahim Çelebi idi. 339 Anlaşılan 334 KIRPIK 1830 numaralı Şer iye Siciline Göre ( ) Trabzon Toplumunda Kadın, s numaralı sicili tarayan Sayın Cevdet Kırpık a teşekkür ederim. 335 Bk. Trabzon un İslamlaşması ve Türkleşmesi bölümü 336 Halil CİN, İslam Hukukunda Evlenme, s AKÖZ, Bir İmamın Nikâh Defteri, ss: Hanefi mezhebine göre nikâhı kıyılanların usul ve füruundan olan şahitlerin şahitlikleri nikâhı kıyılanların lehine olduğu zaman kabul edilmez aleyhine olduğu zamana ise kabul edilebilirdi. Burada her halde kişinin kendi akrabası lehine cibillî taraftarlığının olabileceği noktası göz önüne alınmış olmalardır. BİLMEN, Hukuku İslamiye ve Istılahtı Fıkhîyye Kamusu, C. II, s Trabzon dan bir örnek için bk. T. Ş. S., 1834, 20, 1, 2. 88

103 mahalle halkından gerekli izinnameyi almak üzere gidenler yanlarında mahallenin en sabit adamlarından olan müezzinleri de götürmektedirler. Bunlar ihtiyacı olan tarafların vekili veya vekil şahidi olmaktadırlar. Mahallede nikâh işlerinde müezzin gibi konumu olan bir de mahalle bekçileri vardır. Onlar da sıkılıkla nikâh işlerinde şahit olarak karşımıza çıkmaktadırlar. 340 Nikâhın Türk toplumu açısından kutsiyeti, nikâha verilen önem dönemin yabancı kaynaklarında da ifadesini bulmuştur. Mesela XVII. yüzyılda Osmanlı devletini gezen ve şahit olduklarını kaydeden İngiliz elçiliği görevlisi Paul Ricaut Osmanlı toplumunda evliliği ve ona verilen önemi Türkler arasında evlilik kutsaldır. Ancak imamlar bu kutsiyette yer almazlar. Evlilik Kadı huzurunda olur. Koca Kadı nın karşısında şu ya da bu kişiyi karılığa kabul ettiğini, ölümü halinde ona şu kadar servet bırakacağını beyan eder. (Mehir hükmü) Bu esnada kadın orada bulunmaz ama en yakın erkek akrabası ki bu çoğu zaman babası ya da erkek kardeşidir onun adına oradadır. Buradan Ricaut un imamın bu kutsiyette yer almadığı ifadesini imam bulunma şartının olmayışı; Kadı nın huzurunda nikâhın yapılmasını ise Kadı nın bir devlet görevlisi olarak nikâha müdahale yetkisi ve her nikâhın mutlaka kadı tarafından kaydedilmesi mecburiyeti, kaydedilmeyen nikâhların tanınmayacağı hükmü olarak okumalıyız. 341 Nikâhtan sonra yapılan iş ise nikâhın kaydedilmesi idi. Müslümanların nikâh kaydı genellikle şu şekilde oluyordu: El-zevce Mustafâ bin Nimetullah el-vekîl Beşir Çelebî ibni Osmân el-zevcetu'l- sebiyet-i Ayişe binti İbrâhîm el-vekîli anhâ Mahmûd Çelebî ibni Mehmed be şehâdeti Velî bin Abdullah ve Usta Ali el-mihr-i mu'eccel elf ve hamse mie dirhem hurrire fî Receb sene Kayıtta görülen Müslüman kadınların nikâh için mahkemeye bizzat gelmek yerine vekil aracılığı ile temsil edilmeleri, 343 erkeklerin ise vekil aracılığı ile temsil edildikleri gibi bizzat mahkemeye gelmelerinin de vuku bulması dönemin Osmanlı toplumu için sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. 344 El-zevce es-seyyid Mustafâ Çelebî el-imâm-i be câmi -i cedîd vekîli İbrâhîm Çelebî ibni Mehmed ezzevcete l-bikr Emîne binti Mehmed vekîlihâ ebû Mehmed bin el-hâcc Ahmed be şehâdet Astarpale? bin Abdullâh ve İbrâhîm Çelebî el-mü'ezzîn el-mihr-i mu accel sitte elf dirhem tahrîren fî t- târîhi'l- mezbûr 340 AKÖZ, Bir İmamın Nikâh Defteri, s Paul RICAUT, Osmanlı İmparatorluğu nun Hâlihazırının Tarihi (XVII. yüzyıl), s T. Ş. S., 1833, 76, 1, 2. Konu ile ilgili bir başka örnek: El-zevce Osmân bin Dervîş el-vekîl an Fazli bin Hamza el-zevcetu'lbikri s-sâbıka Hânım binti Dervîş el-vekîli anhâ Satılmış bin Ahmed be şehâdeti Süleymân bin Hamza ve Bestan bin Turgut el-mihr-i mu'eccel elf ve samen dirhem tahrîren fî evâhir-i şehr-i Recebu'l- ferd li sene sitte ve sittin ve elf T. Ş. S., 1833, 76, 1, Mesela 1830 numaralı sicilde kayıtlı 192 nikâh kaydında Müslüman kadınların hepsinin vekâlet vererek sicile kaydedildikleri görülmektedir. Erkekler ise bazen kendileri gelerek bazen de vekâlet vererek nikâhlarını sicile kaydettirmişlerdir. Gayrimüslim kadınlardan ise bir tanesi kendisi gelerek diğerleri ise vekâlet vererek kaydolmuşlardır. KIRPIK, 1830 numaralı Şer iye Siciline Göre ( ) Trabzon Toplumunda Kadın. s KIRPIK, 1830 numaralı Şer iye Siciline Göre ( ) Trabzon Toplumunda Kadın. ss

104 Gayrimüslim kadınların ise kendilerini vekil aracılığı ile temsil ettirebildiği 345 gibi nikâhı kaydettirmek için mahkemeye bizzat gelmeleri de vuku bulmaktaydı. Ancak bu durum Müslüman kadınların mahkemeyi kullanmada sıkıntı yaşadıkları şeklinde yorumlanmamalıdır. Çünkü Müslüman kadınlar da çeşitli sebeplerle mahkemeyi kullanmaktadır. Şu kadar var ki bu durum daha çok kadının kendi alacaklı olduğu, herhangi bir konuda hak kaybı yaşadığını düşündüğü durumlarda geçerli olmakta nikâhını kaydettirmek, vekâlet vermek hatta dava edilmek gibi durumlarda vekil göndermeyi tercih etmekteydi. Bu konuda çok ilginç bir örnek mevcuttur. Huzurdaki davada hem davacı hem de davalı kadındır. Davacı bizzat mahkemede yer alırken davalı vekil göndermiştir. Fakat dava sürecinde davalı kadına yemin teklif etmek gerektiğinde kadının evine yemin verdirmek amacıyla mahkeme görevlisi gitmişti. Olay şöyle gelişmişti: Evahir-i Safer 1054 tarihli kayda göre Mihriban bint-i Abdullah Rafiye Hatun bint-i İbrahim i dava etmişti. Mihriban davasında Rafiye nin ölen kocası Mustafa nın kendi kocasından 50 guruş borç aldığından bahisle kocasının alacağını istiyordu. Borcun inkârı üzerine Mihriban dan iddiasına uygun delil istendi. Mihriban delil getiremeyince bu sefer Rafiye ye yemin teklif etmek gerekmişti. Ancak Rafiye mahkemede vekili aracılığıyla temsil olunduğu için kadı Zülfikar adlı şahısla (muhtemelen şuhudu l-hal den olmalı) Mihriban ı Rafiye nin evine gönderdi. Rafiye de kocasının 50 guruş borcunu bilmediğine dair yemin etti. 346 Görüldüğü gibi kadınlar ancak kendilerince çok önemli olan işlerinde mahkemeye gitmekteydiler. Ancak gerektiğinde ise onları mahkemeye gitmekten alıkoyan bir şey yoktu. Öyle ki Gümüşhane ve Torul gibi uzak yerlerden dahi hak talebiyle Kadı nın huzuruna çıkmak için geldikleri oluyordu. 347 Özetle kadınlar daha çok borç-alacak işleri ve nafaka davalarında bizzat mahkemeye geliyorlardı. Bu durumun yine de mahremiyet anlaşılışıyla ilgisi olmalıdır. Yani Müslüman kadınlar nikâhı kaydettirmek gibi dava konusu olmayan bir iş için evlerinden çıkıp mahkemeye gitmemekte, 348 ancak bir hak bahis mevzuu olduğunda ise mahkemeyi kullanmaktan çekinmemektedirler. Bunun en sık rastlananı ise mehirle ilgili talepleridir Hatta gayrimüslim bir kadının nikâhının kaydı için kendisini Müslüman bir vekile temsil ettirmesi durumu dahi olabilmekteydi. Mesela 9 Şaban 1068 tarihli kayıt şöyledir: El-zevc Gorgur veledi Borok ile el-vekil Lefter veledi Mihayil el-zevcetiye Anitiye Zenbine binti Arslan el-vekîl Osmân Bâkî veledi Emîr iştihâdeti Adon veledi Yor ve Kuyumcibaşı Aleksandra veledi Yor el-mihr-i mu'eccel elf dirhem tahrîr fî'l- yevmu't- tâsi Şa bânu'l- mu azzam li sene semân ve sittin ve elf T. Ş. S., 1837, 10, 1, 3. Bu kayıt her iki toplumun bahse konu dönemde kaynaşmış olduğunun kayda değer bir örneğidir. 346 T. Ş. S., 1830, 57, 1, Bunlar dul ve belli bir yaşın üstünde olan kadınlardır. Böyle bir görüşme için önceden randevu alınmaz mahkemeye bir kadın gittiğinde hademe tarafından hemen içeri alınır. Derdini herkes huzurunda anlatır. Eğer kadıya özel bir şey anlatacaksa yaklaşır, diğer görevliler dışarı çıkarılır, odada kadı ve kadından başla kimse kalmaz ancak kapı açık bırakılır ve mahkeme memurları kapı önüne sıralanır. Herkes içeriyi görür. Kadın ile Kadı ise ancak birbirinin duyacağı alçak sesle konuşurlar. Bu konudaki ayrıntılı tasvirler için bk. D OHSSON, 18. Yüzyıl Türkiye sinde Örf ve Adetler, ss: Nikâhı kaydettirmek gibi konular dışında mesela mal alımı veya kendilerine mal hibe edilmesi gibi bir konuda da kadınlar mahkemeye gitmeye pek istekli değillerdir. Anlaşılan kadınlar mahkemeye gitmeyi zorunlu olmadıkça çok da arzu etmiyorlardı. Bu tanıma T. Ş. S., 1831, 8, 2, 2 de kaydı olan Cariyeyi 90

105 c) Mehir Nikâh ile ilgili hemen tüm kayıtlarda varlığı ile dikkatimizi çeken bir diğer konuda mehir konusudur. Evlenme anında erkeğin kadına verdiği veya daha sonra vermeyi taahhüt ettiği mal veya mal cinsinden kıymet ifade eden her türlü eşyaya mihr denilir. Hemen tüm toplumlarda olan mihr İslam hukukunda da geniş yer tutar ve İslam hukukuna göre mihr ile ilgili tüm tasarruf hakkı kendisi ile evlenilen kadına aittir. Kadın isterse mihrinin belli bir kısmını ya da tamamını kocasına hibe edebilir, ancak bunu yapması için zorlanamaz. Hanefi mezhebinde mihrin bir kısmı daha sonra da verilebilir. Eğer sonra verilecekse iki müddet denilen ölüm ya da boşama anına kadar tehir edilebilir. 350 Vefat eden eşin malından mehir talebi ise çok yaygın karşılaşılan bir durumdur. Anlaşılan Trabzonlu kadınlar hayatlarında iyi geçindikleri kocalarından Mehirlerini almak istememişler, ancak eşleri vefat ettiğinde mallarına da sahip çıkma konusunda gayretli olmuşlardır. Mesela 1832 numaralı sicilde..kaleli mahallesi sakinlerinden Emîne binti el-hâcc Süleymân nâm Hâtûn müteveffâ zevci Pulluk Abdî Beşe zimmetinde olan mihr-i mu'eccel ve semen-i hisse-i şer îyeyi mezbûr yediyle rehin vaz olunan mâlından altun avânini adva ve ahz ve kabz ve lede'l- hâce mürâfa a-i şer î olmağla işbu hafizu l-kitab Çelebî oğlu Mehmed Beşe'yi vekîl nasb ve ta yîn eyledikde. 351 ifadeleri okunmaktadır. Trabzon şer iye sicillerinde çok miktarda kadının kocasına mal ve mehir hibesine rastlamak mümkündür. Bu durumu şehirdeki aile hayatının sükûnet içinde cereyan ettiği ile geçimsizlik olaylarının azlığı ile yorumlayabiliriz. Bu noktada düşüncemizi destekleyen bir diğer veri de boşanma olaylarının azlığıdır. Mesela ( ) tarihleri arasını kapsayan 1832 numaralı sicilde 264 nikâh kaydına karşılık sadece 4 adet boşanma kaydı vardır. Yine aynı sicilde sadece 7 tane mehir davası vardır ki bu durum bizi Trabzon da bahse konu dönemde aile hayatının sükûnet içinde devam ettiğini düşündüren bir başka veridir. 352 Daha da ötesi ( ) dönemini kapsayan 1831 numaralı sicilde 442 nikâh kaydına karşılık sadece bir tane boşanma kaydı tesbit edilebilmiştir. 353 Mehir nikâh akdinin yapıldığı anda taraflarca belirlenip-belirlenmemesine göre farklı isimlerle anılır. Taraflarca konuşularak üzerinde anlaşmaya varılmış mihre mihri müsenna (belirlenmiş mihr) herhangi bir anlaşma yoluna gidilmeyip kadının emsaline zevcesine hibe edilmesi konusu örnek verilebilir. Burada cariye gibi maddi değeri yüksek bir yardımcı sahibi olmak da kadını mahkemeye gitmeye yönlendirememiştir. 349 Eşinin üzerinde olan Mihri muaccel ve küpe talebi T. Ş. S., 1832, 5, 2, BİLMEN, Hukuk-u İslamiye ve Istılâhat-ı Fıkhiyye Kamusu, s T. Ş. S., 1832, 4, 2, 3. Ayrıca bk. T. Ş. S., 1837, 14, 1, 1; T. Ş. S., 1844, 30, 2, 7; T. Ş. S., 1851, 37, 3, 5. Bu sicilde bahis mevzuu olan mehir akçe gibi şehirdeki en yüksek rakamlardan biridir. 352 Bk. EK: VI. 353 Bk. EK: XVII. 91

106 göre sonradan belirlenen mihre ise mihr-i misil denilir. (belirlenmemiş mihr) Yani mihr mutlaka verilecektir. Erkek tarafı evlenme esnasında mihr konuşulmadı diyemez. Evlilik anında mihr konuşulmadı ise mihr-i misil verilecektir. Bu mihr günün şartları, evlenen insanların ekonomik durumu, kadının yaş, güzellik, servet ve bekârlık-dulluk özelliklerine göre takdîren tesbit edilir. Tesbitte kadının ailesinden evlenmiş başka kadınların mehirleri de ölçü alınabilir. 354 İslam hukukuna göre sadece kadının kendi malı olan Mehir in ödenme şekline göre de ikiye muaccel ve müeccel olmak üzere iki çeşidi vardır. Evlilik anında verilen mehre muaccel yani acele verilen, hemen verilen; daha sonra verilecek olan mehre ise müeccel yani tecil edilen, sonra verilecek olan mehir denilirdi. Belgelerin incelenmesinden mehr-i mü eccelin, nikâh sırasında verilen mehr-i mu accelden, miktar olarak daha çok olduğu anlaşılmaktadır. Müeccel mehir boşama olursa o anda ya da vefattan sonra terekeden alınması tarzında ifa edilirdi. Boşama veya ölüm halinde ödeneceği vaat edilen bu mehir kadın için bir çeşit dulluk sigortası olup, kadın için daha önemlidir. Çünkü bu mehir toplumsal hayatta kadını koruyan uygulamalardan birisi idi. Bu sebepledir ki mehir nikâhın olmazsa olmaz şartıdır. Her nikâhta mutlaka mehir verilmelidir. Nikâh kayıtlarının şer iye sicillerindeki yaygınlığını göz önüne aldığımızda mehir konusunun da bir sicilde yüzlerde defa geçtiğini tahmin etmek zor değildir. Bu kadar yaygın olan mehir konusu müstakil olarak davalara da konu olmuştur. Bu davalar genellikle kadınların mehirlerini talep etmeleri şeklinde karşımıza çıkmaktadır. 355 Miktarının belirlenmesinde daha çok kocanın maddi durumu göz önüne alınmaktaydı numaralı sicilde geçen 5 mihr-i müeccel kaydından 4 tanesi akçe civarında olup birinde bedel akçedir. Bu bedeli veren Yeniçeri Mustafa dır. Unvanından askeri sınıftan önemli bir görevli olduğu anlaşılan Mustafa nın verdiği mehir de farklıdır. 356 XVII. yüzyılın ikinci yarısına ait incelenen sicillerde de benzer rakamlarla karşılaşılmıştır. Yapılan çalışmada tesbit edilen en düşük mehir 200 akçedir. 357 Fakat bu uç bir rakam olarak karşımıza çıkmakta buna benzer rakamlara pek de tesadüf edilmemektedir. Bu rakamın nasıl tesbit edildiği de yani mehri veren çok fakir bir kişi midir ya da hanımı dul bir kimse midir veya herhangi bir kusuru mu vardır sicilden anlaşılamamıştır. Bunun dışındaki mehirler genellikle 1000 ila 3000 akçe arasındaki rakamlardır. Tabi ki unvanından üst gelir gurubundan olduğu anlaşılan kişilerin bin akçelik mehirler verdiği de vaki olmuştur. Mesela Yeniçeri Mustafa akçelik bir mehir bedeli ile evlenirken 358 Halil Ağa akçe mehir ödemiştir. 359 Ancak görüldüğü gibi bu kişiler toplumun zengin kişileridir. 354 ZUHAYLİ, C. IX, s T. Ş. S., 1841, 38, 1; T. Ş. S., 1841, 38, 2; T. Ş. S., 1846, 87, 3; T. Ş. S., 1847, 33, 1, KIRPIK, 1830 numaralı Şer iye Siciline Göre ( ) Trabzon Toplumunda Kadın s T. Ş. S., 1851, 101, 1, T. Ş. S., 1851, 37, 3, T. Ş. S., 1851, 101, 1, 2. 92

107 Yüksek mehir ödeyenler bir başka deyişle toplumun zenginleri sadece Müslümanlar değildir gayrimüslimlerden de yüksek mehir ödeyenlere rastlamak mümkündür. Mesela Lazari v. Tarandakil eşi Sofia ya akçe mehir ödemişti. 360 Mehir miktarında bir üst sınır tesbit etmek ise mümkün değildir. Bu rakamların çok üstünde meblağlarla da karşılaşılabilmektedir. Mesela Hasan Ağa ibn-i el hac Mehmed Saliha hatun ibnet-i Ahmet Ağa ya tam akçe mehir vermişti. Ancak anlaşılan hem Hasan Ağa önemli ve zengin bir kişilik hatta hacı unvanına bakılırsa babası da aynı şekilde zengin bir şahsiyet hem de hanımı Saliha Hatun bir ağa kızıdır. 361 Yine H / M tarihli 1835 numaralı sicilde geçen bir mahlûfat listesinde vefat edenin eşinin terekeden akçe gibi çok yüksek bir rakam mehir alacağı görülmektedir ki gerek çok uzun tereke listesine gerekse Şeyh unvanına bakıldığında Hasan Efendi önemli bir kişidir. 362 Toplumdaki uygulama her zaman şer i hukukta hedeflendiği gibi olmuyordu. Yani mihrin tasarrufuna kadının ailesinin karışmaması ölçüsü bir yana başlık benzeri geleneklere dahi mahkemelerin itibar ettiği görülmektedir. Bu konuda Osmanlı kadısı yerel düzene ve geleneklere uymanın yerel düzeni bozup karışıklığa neden olmaktan iyi olduğunu düşünmüş olmalıdır. Her ne kadar Osmanlı hukukçuları aile hukuku ile ilgili bir eser kaleme aldığında klasik İslam fakihlerinin tesbit ettiği kuralları sadakatle tekrarlamış ise de uygulamada belirtildiği gibi esneklik ortaya çıkmaktaydı. Bu uygulama esnekliği aile hukukunun her alanında yani evleneme, boşanma ve zina davalarında rahatlıkla izlenebilir. Bu konu şer i olmayan namzetlik uygulamasının şeriat mahkemesinde dikkate alındığına dair bir örnekle açıklanabilir. Uygulama şu şekildedir: Kız çocuk küçükken babası tarafından birine namzet edilir karşılığında para veya mal alınır, çocuk büyüyünce namzedine verilirdi. Hiçbir İslami dayanağı olmayan bu uygulamada alınıp-verilen para ile ilgili çıkan ihtilafların şer iye mahkemelerine intikal ettiğini ve Kadı nın da bu olayları çözüme kavuşturmaya uğraştığını görüyoruz. Mesela İlber ORTAYLI nın tesbit ettiği olayda Ankara da Ethem adlı biri İskender veledi Devlet adlı zimmiden şikâyetçi oluyor ve 600 dirhem kefaletini ödemesini istiyor. Sicilden anlaşıldığına göre olay şöyle gelişmiştir. Ethem in Ayşe adlı bir kızı vardır. Bu kızını Kara Yeniçeri adlı biri istemiştir Ethem de kızın Simitçi Yusuf un namzedi olduğunu Ondan 600 dirhem namzetlik aldığını söylemiştir. Kara Yeniçeri bu parayı ben sana veririm demiş Ethem in kefil istemesi üzerine de bu İskender i kefil gösteriştir. Bunun üzerine Ethem de kızı Kara Yeniçeriye vermiştir. Ancak kızı alan Yeniçeri ortadan kaybolmuştur. Bu durumda Ethem 600 dirhemi Yusuf a vermek zorundadır ve parayı Kara Yeniçerinin kefili olan İskender den istemektedir. Mahkeme İskender in parayı vermesine karar verdiğine göre bu işi onaylamıştır. 363 Buradan 360 T. Ş. S,. 1851, 12, 2, T. Ş. S., 1851, 101, 2, T. Ş. S., 1835, 42, 1, A. Ş. S., nr.2, no.1314 naklen ORTAYLI, Osmanlı Toplumunda Aile, s

108 çıkarılabilecek sonuç Osmanlı devletinde kamusal alanda ve toprak düzeninde şer i hukukun yerini büyük ölçüde örfi hukuka bırakmasına rağmen aile hukukunda tam olarak uygulandığı görüşünün de tam olarak doğru olmadığıdır. Sözü edilen İslam hukukunun klasik uygulamalarının zincirinden çıkmış kararlara karşın tabii ki şeriat hükümlerine uygun kararlara da mahkeme kayıtlarında sıkça rastlanmaktadır. Mesela evlenme her yerde mahkeme siciline kaydedilmekte ve sicilde kaydı olmayanlar zina isnadı ile mahkemeye celp edilmekteydi. Bu durum imparatorluğun her yerinde aynı idi. 364 Bu konuda mesela Konya dan bir örnek verecek olursak, Süleyman Çelebi nin birlikte yaşadığı Ayni bint-i Abdi adlı kadın mahkemeye celp edilmiş sicile bakıldığında evlilik kaydı görülmemiştir. Kadın evli olduklarını nikâhlarının da Berkuk oğlu Lütfi adında biri tarafından kıyılmış olduğunu söylese de dikkate alınmamış ve subaşının kadın için mahkemeye müracaatı makul görülerek kadının durumu kayda geçirilmiştir. 365 d) Zina Bütün toplumlarda olduğu gibi Osmanlı toplumunda da evlilik dışı ilişkiler ve çocuk sahibi olmak hoş karşılanmamıştır. Ancak bu tür ilişkilerde İslam hukukunun verdiği şer i cezaların uygulanmasında esneklik gösterilmiştir. Zira zinaya verilecek recm veya had cezalarının uygulanması daha ilk dönemlerden itibaren çok ağır şartların oluşmasına bağlanmıştır. Mesela bu şartların biri zina isnat edilen kişilerin fiil-i şen i anında en az dört erkek tarafından bizzat görülmesi ve bu gören kişilerin her birinin mahkemede bu fiili bizzat gördüklerine yemin etmeleri gerekiyordu. Yine adam karısına zina isnat ettiğinde kadının yemin ve inkâr yoluyla bu isnattan kurtulması mümkündü. Bu sebeple Osmanlı kadıları genelde zinanın sübuta erdiği hükmüne varamamışlardır. Hatta mahallelinin evine baskın yapıp uygunsuz halde yakalayarak teşhir ve alayla mahkemeye getirdiği insanlar için dahi verilen hüküm zina isnadı şeklinde olup cezaları kürek ve hapis cezaları olmuştur. Bu konuda ülkenin her tarafında uygulama benzerliği vardır. Mesela konu ile ilgili İstanbul da yaşanan bir olay ile ilgili kayıtta.mehemmed nam imam mescitte namaz kılarken Hızır nam kimesnenin mezbur imamın hatunu ile muamelesi olmağın, mezkûr hatun ile evin içinde bulunmağın, mezbur küreğe, hatun haps-i müebbed olmak buyruldu ifadelerine rastlanmaktadır. Ancak babasız çocuk doğuran veya nikâhsız yaşayan hatunlar toplumca hoş karşılanmamış, şehrin asayiş amirinin gözetimine bırakılmışlardı. XVI. ve XVII yüzyıllarda taşrada bu gibi kadınların derhal subaşına teslim edildiklerini görüyoruz. Mesela Trabzon subaşısı böyle birisini yakalayıp mahkemeye getirmiş ve konuyu kayda 364 Trabzon Kadı Mahkemesine gelen davalara örnek: T. Ş. S., 1832, 4, 2, 4; T. Ş. S., 1846, 32, 1, K. Ş. S., nr: 5, s: 79, hk: 5 naklen ORTAYLI, Osmanlı Toplumunda Aile, s B. O. A., K. K., no.252, s

109 geçirterek kişi hakkında gözetim tedbiri çıkarttırmıştı numaralı sicilde yere alan kayıtta olay şöyle geçiyordu: nefs-i şehr-i subaşısı olan Tekeli Mehmed Beşe nâm racûl Ziyâde binti Mustafâ nâm avret muvâcehesinde takrîr-i da vâ idub mezbûre fi il-i şen i idub batnında zinâdan hamli zâhir olmağın hâlâ mezbûrenin takriri tahriri ve cevâbı tasvir olunmak matlubumdur Meseleye yaklaşım devletin başka bölgelerinde de aynı idi. Şehrin yöneticisi ahlaki zaaf içinde olduğundan şüphe ettiği insanları mahkemeye celp eder ve mahkeme kararı ile gözetimi altına alırdı. Böylece bu kişilerin toplum içinde serbestçe icrayı faaliyet etmelerinin önüne geçilmeye çalışılırdı. Subaşının müracaatı dışında kişinin kendisi de zina ya da tecavüzden hamile kaldığını beyan ettiğinde aynı muameleye tabii olur yani toplum içinde mağdur oluğunu iddia etse de serbestçe yaşamasına izin verilmezdi. Bu konuda Kayseri kadı mahkemesinin bir hükmü mevcuttur. Hükme göre Mahalle-i Bozatlu dan Zeman bint-i Ali nam avret, meclis-i şer a gelüb ben yabana un bulmağa gittüğümde bir kimesne gelüb benim gözümü ve elimi bağlayub, bana fi li şen i itti. Hamilim zuhur itti deyu ikrar etdiğü zaimu ş-şer olan subaşına muhzırında 368 Yine aynı şekilde hanesine yabancı kimseler gelip-giden kadınlardan rahatsızlık duyulur, bunların durumu ile ilgili olarak mahallelinin müracaatı dikkate alınarak tedbirler alınırdı. Böyle bir olay 7 Rebiyyü l-evvel 1080 tarihinde yaşanmıştır. Bu tarihte kayda geçen belgede Kindinar Mahallesi sakinlerinden Hayriye bint-i Hasan ve kaynanası Aişe nam hatunlar mahallelinin şikâyeti ile meclis-i şer e celb edilmiş ve durumları tesbit ile kendilerine tembihatta bulunulmuştur. 369 Diğer taraftan bu konuda problemin ortaya çıkmasını önleyici tedbirler de alınır, şehirlerde konut bölgesinde bekâr nüfusun bulunmamasına dikkat edilirdi. Büyük şehir İstanbul da bile çalışmak 367 T. Ş. S. 1837, 14, 1, 20. Belgenin tamamı için bk. EK: VII. 368 K. Ş. S., nr.8 naklen ORTAYLI, Osmanlı Toplumunda Aile, s Mahmiye-i Trabzon' da bi'l- fi il şehr-i subaşisi olan Mehmed Ağâ mahmiye-i mezbûre mahallatından Kindinar nâm mahallesi sâkinelerinden Hayriye binti Hasan ve Kayinanası Ayişe nâm Hâtûnlar ber meclis-i şer -i şerîfe ihzâr ve bi'l- müvâcehe takrîr-i kelâm ve ta bîr ani'l- merâm idub mezbûretân Hayriye ve Aişe kendi hallerinde olmayub ve nâmahremden ictinâb ve ihtirâz itmemekle sâkin oldukları menzillerine gece ve gündüz ecnebi ve nâ mahrem ne kimesneler bilâ iktizâ gelub gidenden hâlî olmayub mazanne-i töhmet oldukları şâyi olmağın hâlâ kendileri sual olunup vâkı hâl tahrîr olunması matlûbumdur didiği gıbbe's- suâl mezbûre Hayriye cevâbında işbu hâzır bi'l- meclis olan Yakûb Beşe ibni Ali sâkin olduğumuz menzile gider gelur hatta bir hafta mukaddem mezbûr gönderdi menzilimi yikub ve beni tutub cebren beni tasarruf ve bazı esvab ve eşmanı gasb idub alub gitti diyü ve merkûme Ayişe' ye dahi suâl olundukda cevâbında mezbûr Yakûb Beşe benim rizâen oğlum olub ve dahlim olmağla mezbûre Hayriye ile sakin olduğumuz menzile gecede ve gündüzde gidüp gelmeden hâlî değildir diyü taliaen ikrâr ve i tirâf eylediğinden sonra mahalle-i mezkûr cemâ âtinden işbu hâzırûn-i bi'l- meclis Seyyid Hasan Çelebî ibni Seyyid Mustafa Çelebî ve Hasan Beşe bin Perviz ve Osmân Ağâ bin Mehmed ve Ali bin Eyyûb ve Hasan bin Osman Beşe ve Selîm bin Ali nâm kimesnelerden ve gayrilerden dahi mezbueratan Hayriye ve Ayişe' nin keyfiyet hâlî suâl olundukda cevâblarında mezbûretân Hayriye ve Aişe kendi hallerinde olmayub gece ve gündüzün sâkin oldukları menzile ecnebi ve nâmahrem kimesneler gidüp gelmeden hâlî olmayub her biri mazanne-i fesâd olduklarını a lâ vechi'l- iştihâd ihbâr ve inhâ eylediklerinde mâ huve'l- vâkı bi't- taleb ketb olulndı fî'l- yevmu's- sâbi min rebi u'l- evvel li sene semânin ve elf T. Ş. S., 1846, 32, 1, 4. 95

110 için gelen bekâr erkek nüfus işyerleri yakınlarındaki bekâr hanlarında barındırılır bu sayede bir tür gözetim altında tutulurdu. 370 Nikâhla ilgili üzerinde durulabilecek bir diğer husus da nikâh izinnamesidir. İzinname kadıdan alınmaktadır. Bu izinname alma işi Kanuni Sultan Süleyman tarafından emredilmiştir. Ancak tabii ki bu nikâhın İslam hukuku açısından geçerli olması için bir şart olmayıp nikâh meselesini kayıt altına alma amaçlı bir ulu l-emr hükmüdür ve İslam hukukuna göre bu tür emirlere de uymak mecburidir. 371 Osmanlı devletinde nikâhlar mahkeme huzurunda gerçekleştirilebildiği 372 gibi kadı kontrolünde bir din adamı tarafından da -ki genellikle mahalle imamıdırgerçekleştirilebilmektedir. Ancak yine de imamlar kendi başlarına nikâh akdedemezler, evlenecek çiftlerin kadıdan veya naibinden izinname almalarını isterlerdi. Kadı izninin talep edilme nedeni tamamen evlenecek çiftlerin evlenmeye mani bir hallerinin olupolmadığını tesbit etmek ve nikâhı devlet tarafından kayda almak idi. 373 Nitekim bazı nikâhlarla ilgili sıhhat davası açılabiliyordu. Bu konuda 1841 numaralı sicilde yer alan 19 Cemâziye l-âhir 1082 tarihli sicil oldukça ilginçtir: Huzurdaki davada Aişe bint-i Mustafa ile evlenmek için vesika sahibi olan ve kendisiyle evlenen Derviş bin Mustafa, Süleyman bin Abdullah ı dava etmiştir. Süleyman Aişe nin daha önce kendi karısı olduğunu ve onu boşadığında sabi olduğunu bu sebeple talakının geçersiz olduğun iddia etmektedir. Derviş in mahkemeye hazır ettiği şahitler ise lehine ifade vermişler Süleyman ın Aişe yi kendi yanlarında boşadığında baliğ olduğunu itiraf ettiğine şehadet etmişlerdir. Sonuçta mahkeme talakın sahih olduğuna hükmetmiştir. 374 Tabii ki zaman zaman bu kurala uymama durumları da ortaya çıkmış imamların kendi başlarına kadı izni getirmeyenlerin nikâhını da akdettiği olmuştur. 375 Devlet bu durumu engellemek için kadı izni olmadan yapılan nikâhlarla ilgili bir ihtilaf olduğunda bu tür ihtilafların mahkeme huzurunda dinlenmemesini, bu tür ihtilaf yaşayanların 370 ORTAYLI, Osmanlı Toplumunda Aile, s AKÖZ, Bir İmamın Nikâh Defteri, s Kadılar mahkemelerde akdettikleri nikâhtan harç almaktadırlar. İlk defa Vezir-i Azam Çandarlı-Zâde Ali Paşa nın tavsiyesi ile mahkemede yapılan iller için harç alınması usulü getirilmiş olup nikâh akdi için alınan 12 akçedir. HOCA SAADETTİN EFENDİ, Tacü t-tevârih, C. 1, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1984, s Bu izinname işi tamamen nikâhı tesbit etmek amacına yönelik örfi bir emirdir. Bu emir titizlikle uygulanmıştır. Günümüzdeki resmi nikâh gibi işlev gören izinname ile nikâhın kayda alınmasında hassasiyet gösterilmesinin en önemli sebeplerinden birisinin nikâha dayalı çok sayıda vergi olması olduğu düşünülebilir. Nikâhla ilgili olarak Kanunnamelerde resm-i gerdek, resm-i arûs, arûsiyye, gerdek degürü, gerdek hakkı, evlü cürmü gibi değişik adlarla zikredilen vergiler bulunmaktadır. AKGÜNDÜZ, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukukî Tahlilleri, Kitap II, s ve T. Ş. S., 1841, 29, 8. Bk. EK: VIII. 375 Bu noktada imamların nikâhtan resmi olmasa da hediye türünden bir şeyler aldığı düşünülebilir. 96

111 ihtilafına çözüm bulunmamasını istemiştir. 376 Bu sebepten evlenmeden önce alınması gereken bu izin belgesi kuralına sıkılıkla uyulmuştur. 377 İzinname uygulaması şu şekilde yapılmaktadır: erkek kadıdan aldığı izin belgesi ile imama gider kendisi ve kadının velisi birlikte şahitler huzurunda evlenme isteğini beyan eder ve evlendirilirlerdi. Bundan sonra erkek ne zaman isterse düğün yapardı. Evlenme törenleri önemli bir toplanma vesilesidir. Bu törenlerde kadın ve erkekler ayrı olmak şartıyla çalgılı eğlenceler de yapılmış, genel adet olarak düğün yemeği yenilmiştir. Ancak bazı belgelerde kadın erkek bir arada cemiyyet edilmekte iken şeklinde yer alan ifadeler bu kuralın mutlak bir kural olmayıp Osmanlı toplumunda her zaman her yerde istisnaları ile karşılaşılabildiğini anlatmaktadır. 378 e) Müslim-Zimmi Evlilikleri Cemaatler arası ilişkilerin aile boyutuna baktığımızda karşımıza ilk olarak Müslim-Gayrimüslim evlilikleri çıkar. Müslüman erkekle Gayrimüslim kadının evliliğine her ne kadar İslam hukukunda cevaz varsa da Trabzon özelinde İmparatorluğun diğer bölgelerinde olduğu gibi bu yola pek gidilmediği görülmektedir. 379 Öte taraftan Gayrimüslimler de canla başla bunu önleme gayreti içinde olmuşlardır. 380 Bu çabaların da etkisiyle cemaatler arası evlilikler çok nadirdir. Mesela Jennings Maçka üzerinde yaptığı çalışmada 80 yıllık bir süre içerisinde sadece üç tane evlilik tesbit etmiştir. Bunlarda da erkeğin sonradan Müslüman olması ihtimali mevcuttur. 381 Nitekim bizler Müslim-Gayrimüslim evliliklerinden büyük ölçüde mahkemeye intikal etmişlerse haberdar olmaktayız. Cemaatler arası evliliğin tesisinde olduğu gibi Müslüman kocalarla Gayrimüslim kadınlar arasındaki evlilik bağının sona ermesinde de İslam hukukunun hükümleri geçerlidir. Gayrimüslimlerin evlilik ile ilgili iş ve işlemlerini kendi cemaatleri içinde yapabilmeleri için tahmin edilebileceği gibi her ikisinin de gayrimüslim olması şarttır. Gayrimüslimlerin evlilik süreçlerinin ne şekilde işleyeceği konusunda Metropolit atama beratlarında önemli hükümler bulunmaktadır. Bunlardan biri de Gayrimüslimlerin evlenme ve boşanmalarında iki taraf arasına şehrin Metropolitinden başkasının girmemesi hususunda yapılan tembihattır. Bu çerçevede ehl-i örfün de gayrimüslimlerin 376 Bu uygulama resmi nikâhı olmayanın mahkemede evli olarak dikkate alınmamasına benzemektedir. 377 Belki o zamanda günümüzdeki resmi nikâh işlemlerinde olduğu gibi izinname işlemine de şehirliler ve memurlar daha fazla uymuş olabildiler. Sonuçta devletle daha çok işi olan bu iki kesimdir. 378 ERGENÇ, XVI yy da Ankara ve Konya, ss: Nevzat ERKAN, 18. Yüzyılın İlk yarısında Üsküdar da Müslim-Gayrimüslim İlişkileri, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012, s.239 ve dipnot ORTAYLI, Osmanlı Toplumunda Aile, ss Ronald JENNINGS, The Society and Economy of Maçuka in the Ottoman Judical Registers of Trabzon , Continuity and Change in Late Byzantine and Early Ottoman Society, Editörs: Anthony Bryer-Heath Lowry, Washington, 1986, ss:

112 evlilik işlerine karışmaması sık rastlanan emirlerdendir. 382 Bu ifadelerin belge metinlerinde yer alması ise bize bu konuda sıkıntı yaşanabildiğini göstermektedir. 383 Anlaşıldığına göre evlenme ve boşanma ile ilgili hususlar tamamen metropolitlerin yetkisi dâhilinedir. Fakat metropolit bu yetkisini ancak iki tarafın rızası halinde kullanabilecek, taraflardan biri kadı mahkemesine gitmek isterse konu kadı mahkemesine götürülecektir. Gayrimüslimlerin kendi aralarındaki davalarda İslam mahkemesine başvurulması halinde kadı bu davaya bakmaktan kaçınamaz. Dava konusu ne olursa olsun (nikâh vb.) bu böyledir. Ancak Ebu Hanife ye göre nikâh davalarında iki tarafın da başvurması gerekir. Diğer her türlü davada ise bir tarafın kadı mahkemesine gitmesi kadının davaya müdahil olması için yeterlidir. Ancak uygulamada Hristiyanlar hemen her konuda kadı mahkemelerine başvurmuşlardır. Bunun bir sebebi kendi dinlerine göre eşlerinden boşanamayan Katoliklerin boşanma ihtiyacı ile tarafların İslami boşanma usullerindeki haklardan yararlanmak istemeleri olmalıdır. Bu konuda zimmileri kadı mahkemesine gitmeye teşvik eden faktörlerden biri de kadı mahkemesinin yaptırım gücünün fazlalığı olmalıdır. Mesela kocasının babasından kalan ineklere rızası dışında tasarruf ettiği gerekçesiyle şikâyetçi olan ve Artinike hakkını cemaat mahkemesine değil kadı mahkemesinde aramayı tercih etmiştir numaralı sicile yansıyan 1065 tarihli kayıtta Artinike Artinike nâm zimmiye meclisi şer î hatir lâzımu t-tevkîrde işbu sâhibu'l- vesila Manol Re'is nâib-i menâb zimmî muvâcehesinde takrîr-i da vâ idub babam mezbûr Petreşkove Re'is in bana ve kız karındâşım Hiristodelo nâm halike irsen intikâl iden üç ineği merkum Manol Re'is say ile hâlâ tasarrufında olmağla taleb iderum demiştir. 384 Hemen bütün eserlerde gayrimüslimlerin ahval-i şahsiye de kendi özel hukuklarına tabi oldukları ifade edilmişse de bu genel kabule itirazlar da yok değildir. Mesela KENANOĞLU bu tebaiyeti büyük ölçüde evlenme ve boşanma işleri ile sınırlı görür ve özellikle miras hukukunu bu ruhani reislerin yetkilerinin dışına çıkarır Boşanma Şer iye sicilleri incelendiğinde nikâh kayıtlarının sıklığına rağmen boşanma ile ilgili dava sayısı çok azdır. Mesela H /M tarihli 1831 numaralı sicilde sadece bir tane boşanma kaydı tesbit edilebilmiştir. 386 Kayıt sicildeki bir evlilik kaydı üzerinin Talak Talak (Boşama) şeklinde boydan boya yazılması şeklinde 382 B. O. A., A. DVN., MHM., nr. 8, hk TOSUN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Cemaatlerarası İlişkiler, s T. Ş. S., 1835, 58, 2, KENANOĞLU, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, ss: numaralı sicilin konulara göre tasnifi için bk. EK: XVII. 98

113 dikkat çekici tarzda kaydedilmiştir. Benzer şekilde 1830 numaralı sicili tarayan Cevdet KIRPIK bu sicilde sadece 4 tane boşanma davası tesbit etmiş bulunmaktadır. 387 Yine 1832 numaralı sicilde de boşanma ile ilgili sadece 4 dava olduğu tesbit edilmiştir. 388 Şüphesiz her üç sicilin kapsadığı yaklaşık ikişer senede de ayrılan çift sayısı sadece birkaç tane değildir. Çünkü bunlar mahkemeye intikal eden boşanmalardır. Boşamalar 389 ise herhangi bir alacak-verecek davasına konu olmadığında mahkemeye intikal etmemektedir. Boşamaları da hesaba kattığımızda sayı birkaç kat artsa dahi bu rakam şehirde ayrılık olayının çok nadir olduğu gerçeğini değiştirmez. Nikâh kaydı sayısının çokluğuna rağmen boşanma kaydının çok düşük olması ailenin sağlam temellere dayandığını göstermektedir. Buna ilaveten aile içi kavgalara dair herhangi bir kaydın bulunmayışı aile hayatının uyum içinde sürdüğünü düşündürmektedir. Bununla birlikte her evlilikte mihr-i müeccel miktarının tesbiti ve kaydı boşanma oranının düşüklüğünün bir sebebi olmalıdır. Boşanma sonunda kadının üç ay beklemesi konusundaki şer i hüküm ise genel bir uygulama olarak karşımıza çıkar. Bu müddetin sonunda ise kadının yeniden evlenmesi toplumda normal karşılanmıştır. Trabzon sicillerinde geçen boşanma ile ilgili kayıtlar incelendiğinde tüm kayıtların Müslümanlar ile ilgili olduğu görülmektedir. Anlaşılan gayrimüslimler boşanma ile ilgili davalarını kendi cemaat mahkemelerine götürmekteydi. Bununla birlikte onlar arasında da boşanmaların nadir görüldüğü düşünülebilir. Çünkü boşanma gayrimüslimler arasında Müslümanların aksine çok yaygın olsa idi kadı mahkemesinin sağladığı güvenceden yararlanmak isteyen kadınlar mahkemeye başvurmuş olmalılardı. Sicillerde eşlerin ayrı yaşaması ve ortak yaşamın bitişi için sıklıkla hüsn-ü zindegani olmamağla (iyi geçinememekle) beynimizde hüsn-i zindegânî ve musâfât olmamağla, beynimizde hüsn-i zindegânîmız olmayub şikâk vaki olub ve beynimizde adem-i zindegânîmız olmağla, beynimizde imtizâc olmayub, beynimizde ülfet ve hüsnü muaşeret olmayub tabirleri kullanılmaktadır. Boşanmalarda bahsedilen gerekçeler bunlar olup eşleri boşanmaya götüren geçimsizliğin sebep ya da sebepleri sicil kayıtlarında genellikle belirtilmemektedir. Bununla birlikte istisna olarak boşanma sebebinin açıkça yer aldığı kayıtlar da vardır. Mesela 1077 senesinde el-hac İsa b. el-hac Süleyman karısı Fatma b. Abdullah ı mahkemede ihzar ettirip, ben Of dışında iken Fatma benden izinsiz tüfeğimi satmış sual olunsun demiş mezbûre Fatma cevabında 8 dirhem 8 guruşa satıp yedim demiştir. Bundan sonra Hacı İsa mahkemede Fatma nın akçe mihrinden 900 akçesini tüfek parası için düşerek ve kalan KIRPIK, 1830 numaralı Şer iye Siciline Göre ( ) Trabzon Toplumunda Kadın, s Sicilin ayrıntılı dökümü için bk. EK: VI 389 Burada tek taraflı irade beyanı ile gerçekleşen talak türü boşanmalar kastedilmektedir. Eşlerin birbirlerinden talâk ile ayrılmalarının gerçekleşmesi için mahkeme kararına ihtiyaç yoktur. Talâkın tescil ettirilmesi de şart değildir. Talâk ile ilgili kayıtlarda boşanmanın daha önce yapıldığı, fakat bir olay sonucunda veya anlaşmazlık çıktığında mahkemeye müracaat edildiği ve hemen hemen tamamının kadınlar tarafından kaydettirildiği görülmektedir. 99

114 akçesini de vererek Fatma yı boşamıştır. 390 Burada boşanma sebebinin belli olması boşama sebebini kaydettirme arzu ya da ihtiyacından değil tüfeğin parasını takdir ettirip mihrden düşme arzusundan kaynaklanmış olduğu için böyle bir zorunluluk olmadıkça boşanma sebebi belli olmamakladır. Bu sicilden başka çıkarımlar da yapılabilir: Mesela İsa nın hem kendisinin hem de babasının hacı olduğu dolayısı ile toplumun üst tabakasından biri olduğu anlaşılmaktadır. 391 İsa nın zenginliğini gösteren diğer bir ölçüt de tüfek sahibi olmasıdır. Yine Fatma ya verdiği mehir önemli bir miktardır. İslam hukukunda evlilik üç şekilde sona erer: Talak, Muhâla a ve Tefrik. 392 Talak kocanın kendi iradesiyle eşini boşayıp evliliğe son vermesidir. Muhâla'a kadının evlilikten doğan bir kısım alacaklarından feragat etmesi karşılığında kocasını kendisini boşamaya ikna etmesidir. Tefrik ise evliliğin sürdürülemez duruma gelmesi halini tesbit eden Kadı nın evliliği sonlandırmasıdır. 393 a) Talak Kocaya verilen eşini boşama yetkisidir. Kocanın boşama iradesini ortaya koyan, beyanı kayıtsız şartsız olabileceği gibi, belirli bir şarta veya vadeye de bağlı olabilirdi. Bu yönüyle talâk, nikâhtan ayrılmaktadır. Talâkta kullanılan irade beyanı kayıtsız şartsızsa buna müneccez talak bir şarta bağlanmışsa muallâk vadeye bağlanmış ise de muzâf denilmektedir. 394 Evli erkekler herhangi bir olayın olması veya olmamasını şart koşarak, eşlerinden boşanacaklarına dair yemin edebilmekteydiler. Koca boşama yetkisini gerekli gördüğünde kullanabildiği gibi bu yetkiyi kadına da verebilir. Buna tefviz-i talak denir. Bu yetki kadına verildiğinde bir daha geri alınamaz ancak kocanın boşama yetkisi devam eder. Talak için kocanın akil-baliğ olması gerekir. Kadının da boşayan kocanın karısı olması gerekir. Yani iddet bekleyen bir kadın tekrar boşanamaz. 390 T. Ş. S., 1843, 53, 1, Suraiya FAROQHI hacca gitmenin hem kadınlar hem de erkekler için bir statü göstergesi olduğunu söylemektedir. Bursa ile ilgili yaptığı çalışmada söz konusu şehirden hacca gitmenin maliyetini de hesaba katarak hacıların zengin kişiler olduğu yorumunu yapmaktadır. Suraiya FAROQHI Köle Pazarından Arafat a: 15. Yüzyıl Sonunda Bursalı Kadınların Yaşam Öyküleri, Osmanlı Dünyasında Üretmek, Pazarlamak, Yaşamak, Çev. Gül ÇAĞALI GÜVEN, Özgür TÜRESAY, İstanbul, 2004, s. 392 Bunların XVII. yüzyıl Osmanlı toplumundaki uygulanışını bu yüzyılda Osmanlı devletini ziyaret eden Paul RICAUT şöyle anlatır: Türkler arasında üç çeşit boşanma vardır. Bunlar evlilik akitlerini kaleme alan kadı huzurunda gerçekleşir. Birincisinde karı kocanın sadece yatakları ve evleri ayrılır, koca karının ihtiyaçlarını karşılamaya devam eder ve isterse geri döner, ikincisinde mehir de alan kadının evlikle ilgili hiçbir bağı kalmaz ve isterse kocasıyla yeniden isterse de başkasıyla evlenebilir. Üçüncüne ise üç talak adı verilir ki daha zor şartlar altından gürültülü bir şekilde gerçekleşir ve koca karısını istese de bir daha alamaz. O kadar ki önce bir başkasının onunla birlikte olmasını kabul etmek zorundadır. Bu kocaların kararsızlık ve ciddiyetsizliklerini cezalandırmak için ortaya konulmuştur. RICAUT, Osmanlı İmparatorluğu nun Hâlihazırının Tarihi (XVII. yüzyıl), s Boşanma ile ilgili Ebussuud Efendi nin fetvaları için bk. Colin IMBER, Şeriattan Kanuna, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2004, ss: KIVRIM, 17. yüzyılda Osmanlı Toplumunda Boşanma Hadiseleri Ayntab Örneği; Talâk, Muhâla a ve Tefrik s

115 Hanefi mezhebi bu ikinci talakı da geçerli kabul ederek bir hakkın daha gittiğini ifade etmişse de fetva bu şekilde verilmiştir. 395 Kocanın evlilikte boşama hakkı üçtür. İlk ikisinde koca isterse karısına geri dönebilir. Bu geri dönüş bâin talakta 396 yeni bir nikâh ve mehir ile olabilirken, ric i talakta 397 buna da gerek yoktur. Üç boşama hakkını da kullanan bir koca ise ne yeni bir nikâhla ve ne de nikâhsız eşine bir daha dönemez ki buna beynûnet-i kübra -büyük ayrılık- denir. 398 Bu şekilde eşini boşayan bir koca ancak eşi bir başkası ile evlenerek ondan da boşanması halinde eski eşi ile evlenebilir yoksa eski eşi ile yeniden evlenemezdi. Sicilde geçen boşanma davalarının hangi tür boşanma şekline girdiğinin tesbiti boşanma ile ilgili farklı bir konularda bize fikir verir. Mesela İslam hukukunda geçerli olan boşanma şekillerinden ric i talakı Trabzon mahkemelerinde görmekteyiz. Şehrin sicil kayıtlarına yansıyan bir davada Rabia Hatun kocası Hasan ın kendisini boşsun diyerek evden çıkardığını, ancak hala zevciyyat muamelesi yaptığını bildirir. Hasan ın inkâr etmesi üzerine kadı Hasan a yemin teklif eder, ancak Hasan yemin etmekten kaçınır. Bu durumda Hasan davayı kaybeder. 399 Bâin talak ise evliliğe derhal son verdiği için eşler hemen ayrılmak zorundadır. Boşama vadeli mihrin vadesi gelmiş kabul edilir ve taraflar birbiri ile mirasçı olamaz. Ancak bunun bir istisnası vardır. Ölümcül hastalığa yakalanan kocanın eşini bâin talakla boşaması miras hakkını düşürmez çünkü bu halde erkeğin karısını miras hakkından mahrum etmek için boşadığı kabul edilerek, boşama hakkının kötüye kullanıldığı yorumu yapılır. Ne var ki bu mirastan mahrum etmeme işinin olması için ölümün kadının iddet süresi içinde gerçekleşmiş olması gerekir. 400 Bâin talakla ilgili bir diğer hüküm de küfür konusundadır. Şöyle ki İslam hukukunda dinden çıkan bir kimsenin nikâhı da düştüğünden kişinin yeniden Müslüman olması yetmez aynı zamanda nikâhını da yenilemesi gerekir. Yani tecdît-i imanın 395 Halil CİN, Eski Hukukunuzda Boşanma, S. Ü. Hukuk Fakültesi Yayınları, Konya, 1988, ss: Bâin Talak: Kocanın boşadığı eşine yeni bir nikâh olmadan geri dönmesini imkânsız kılacak şekilde ayrılık meydana getiren boşamadır. Bu boşama üçüncü boşama ise yeni bir nikâhla da olsa taraflar bir araya gelemez. Talakın bâin olabilmesi için nikâh yapılıp, zifaf olmadan boşama olması, tarafların anlaşarak boşanmış olmaları (muhâla'a) ya da üçüncü boşama hakkının kullanılmış olması gerekir. Bunların dışında Hanefi mezhebi şiddet ve aşırılığı ifade eden sözlerle olan boşamayı da bâin saymıştır. ZUHAYLİ, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, s Ric i Talak: Geri dönülebilir boşama şeklidir. Bu şekil boşama erkeğin karısına boşsun dedikten sonra yeni bir nikâh yapmadan tekrar aile hayatına kabul etmesi demekti. Hanefi fıkhına göre boşsun ifadesi bir talak sayılırdı. Bunun için talakın sarih ve şiddet içermeyen sözlerle ve zifaftan sonra yapılması gereklidir. Tabii bu talakın üçüncü talak olmaması da şarttır. Bu şartları taşıyan talaktan iddet süresi içinde herhangi bir yaptırıma maruz kalmadan vazgeçilebilir. İddet süresi biterse ric i talak bâin talaka dönüşür. CİN, Eski Hukukunuzda Boşanma, s. 55; ZUHAYLİ, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, s CİN, Eski Hukukunuzda Boşanma, ss: T. Ş. S., 1830, 40, 2, ZUHAYLİ, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, s

116 hukukî sonuçlarından birisi yukarıda da ifade edildiği gibi tecdît-i nikâhın gerekliğidir. Bu husus bir fetvada daha net olarak ifade edilmiştir ki şöyledir: "Tecdid-i iman lâzım geldügi yerde tecdîd-i nikâh dahi lâzım olur mu beyân buyurulub müsab oluna. el- Cevâb: Her kaçan tecdîd-i imân lâzım olsa tecdîdi nikâh dahi lâzım olur. 401 Bu konuya Trabzon mahkemesinde de rastlıyoruz numaralı sicilde İslam devletine isyan ettikleri için iman ve nikâhlarının gittiğine hükmedilen eşkıya için imân ve nikâhların tecdîd itmeleri takrîr-i şedîd ve tevbe ve salâhları olunca dahi habs-i medid olmaları lâzım gelur hükmü mevcuttur. 402 Bundan başka talakın Sünnî ve Bid i olmak üzere bir ayrımı daha vardır. Bu ayrıma göre Hz. Peygamberin bu konuda getirdiği ölçülere uygun olarak yapılan ric i boşama Sünnî, buna aykırı olanlar ise Bid i boşamadır. Ancak bu ayrım hukuki olmaktan ziyade dinidir. Yoksa her ikisi de aynı hukuki sonuçları doğurur ve aynı derecede geçerlidir. 403 b) Muhâla'a 404 Her ne kadar zoraki evlenme söz konusu değilse de boşanma ihtiyacı eksik olmuyordu. Erkeğin memnun olmadığı karısını hukuken boşaması kolaydı. Kadın ise boşanmak istediğinde evlilik sebebiyle sahip olduğu haklardan feragat etme karşılığında kocasının rızasını alır mahkemede boşanabilirdi. İslam hukuku evliliğin kendisi için çekilmez hale geldiğine inanan kadına evliliği sonlandırmak için iki imkân tanımıştır. Bunlardan biri kadının belirli bir mal -ki bu genellikle mihr alacağı olmaktadırkarşılığında kocasını kendisini boşamaya ikna etmesi demek olan muhâla a dır. 405 Hul da denilen bu usul kadının talakı belli bir bedel karşılığında kocasından satın almasıdır. Bu boşanma türünde kadın genelde mihri, iddet nafakası gibi haklarından vazgeçerek kocasına boşanma teklif eder, kocasının kabul etmesi üzerine de ayrılık gerçekleşirdi. Kadınların hul talebinde bulunmalarının en önemli sebebi evlilikte çektikleri sıkıntılardı. Evliliğinin sürmeyeceğine inanan kadın birçok hakkından feragat etmek suretiyle muhâla a yı kabul ve teklif ederdi. Ancak hul teklif eden sadece kadınlar olmuyordu. Her ne kadar erkeklerin herhangi bir sebep göstermeksizin karısını boşama imkânı olan talak varsa da, erkekler bu yolu tercih etmeye her zaman istekli değillerdi. Çünkü talâk hakkını kullanan koca bir takım malî yükümlülükleri (Mihr-i müeccel, iddet-i nafaka, me nûnet-i süknâ vb.) de üstlenmek zorundaydı. Hâlbuki muhâla a yaptığı zaman bu malî yükümlülüklerden kurtulduğu gibi, bazı hallerde karısından bir takım ilâve maddî taleplerde de 401 DÜZENLİ, Osmanlı Hukukçusu Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi ve Fetvaları, s T. Ş. S. 1843, 29, 2, AKÖZ, Bir İmamın Nikâh Defteri, ss: Muhâla'a konusunun Konya Şer iye sicilleri örneğinde ele alındığı bir çalışma için bk. İzzet SAK- Alaaddin AKÖZ, Osmanlı Toplumunda Evliliğin Karşılıklı Anlaşma ile Sona Erdirilmesi: Muhâla a (18. Yüzyıl Konya Şer iye Sicillerine Göre), S.Ü. Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S. 15, Bahar Diğer boşanma şekli tefrik tir. 102

117 bulunabilmekteydi. 406 Bu sebeple karısını boşamak isteyen ancak bu mali yükümlülüklere de maruz kalmak istemeyen erkekler de muhâla'a talebinde bulunmuşlardır. Ancak Muhâla'a için kocanın karısına baskı yapması yasaklanmıştır. Yani erkek karısını boşamak istediğinde karısına karşı yükümlülüklerinden kurtulmak için Onu hul yapmaya zorlamamalıdır. Bu konuda Kur an da Nisa suresi 19. ve 20 ayetlerinde kesin hüküm vardır. 407 Muhâla a karşılıklı kabule dayandığı için kadın kabul etmedikçe geçersizdir. 408 Bu şekilde yapılan boşanmalar her iki tarafın da isteği ile olduğundan bâin talak gerçekleşmiş olur sonrasında taraflar ancak yeni bir nikâh -ve tabii mehir- ile yeniden bir araya gelebilirdi. 409 Bu tür boşanmalar icab ve kabule dayalı olduğu için mahkeme kayıtlarına intikal etmiştir. Kayıtlar incelendiğinde muhâla'a ile ilgili çok sayıda belge bulunabilir. 410 Tabii ki bu durum Osmanlı devletinde boşanmaların çoğunun muhâla a olduğu ya da Osmanlı kadınlarının bir şekilde evlilik bağından kurtulmak için yoğun gayretle mali fedakârlık yapmaktan dahi çekinmedikleri şeklinde tevil edilemez. Belki talakın aksine muhâla'a nın çoğunlukla bir dava konusu olmasının da etkisiyle kayda geçirilmiş olması ile tevil edilebilir. Çünkü nihayetinde talak tek taraflı bir irade beyanı olup özellikle mehir konusunda bir alacak-verecek bahis mevzuu değilse kayda geçirilmeyebiliyordu. Şu kadar var ki muhâla a nın kayıtlarda en çok rastlanan boşanma çeşidi olması bize tefrikten daha yaygın olduğunu düşündürebilir. Zira uygulanması gereği tefrik tamamıyla kadı kayıtlarında mevcuttur. Bu noktada belki şu düşünülebilir: Evliliğin kendisi için sürdürülemez olduğunu düşünen kadın tefrik yoluna gitmeden önce kendisi için mali kayba sebep olsa da kısa olduğunu düşündüğü muhâla a yı öncelikle denemektedir. Mesela Evail-i Ramazan 1053 te İstanbul Şehremini mahallesinde oturan Saliha Trabzon da Yeniçeriler Serdarı Mustafa Çelebi yi vekil tayin etmişti. Vekil Mustafa Çelebi mahkemede. Davud Beşe müvekkilem Saliha yı Bila nafaka terk edüp Trabzon da sükûnet etmeğin, merkume Saliha mezkûr Davud Beşe zimmetinde mün akid olan mihr-i müeccelinden ve nafaka-i iddetinden ve zevciyata müteallik hukuk-u sairesinden kendiye talak verilmek üzere ala tarik-ül hul fariğa olub,. demişti. Davud Beşe de ifadesinde vech-i meşruh üzere mezbure Saliha yı tarik-ül hul bainen tatlik eyledim demişti. 411 Burada eşlerin birbirinden ayrı yaşadığı görülmektedir. Ayrıca Saliha nın vekilinin şehrin Yeniçeriler Serdarı olması, kocasının Beşe ünvanlı bulunması, her ikisinin de sosyal statüsünün yüksekliğini düşündürmektedir. Bunlardan başka Saliha nın nafaka gibi haklarından vazgeçmesi 406 Kocasından boşanmak için mehri ve iddet nafakasından vaz geçmenin ötesinde üste para da vermeye hazır olan bir kadın Hatice bint-i Şaban hakkında T. Ş. S., 1830, 65, 2, Ey iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helal değildir. Açık bir hayâsızlık yapmış olmaları dışında kendilerine verdiklerinizden bir kısmını onlardan geri almak için onları sıkıştırmayın. Eğer bir eşin yerine başka bir eş almak isterseniz öbürüne (mehir olarak) yüklerle mal vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şey geri almayın. Halil ALTUNTAŞ-Muzaffer ŞAHİN Kur an-ı Kerim Meali 4/19-20, DİB. Yayınları, 8. Baskı, Ankara, 2008, s CİN, Eski Hukukunuzda Boşanma, s Hayrettin KARAMAN, Mukayeseli İslam Hukuku, C. 1, Nesil Yayınları, İstanbul, 1996, s T. Ş. S., 1833, 8, 2, T. Ş. S., 1830, 32, 1,

118 ekonomik olarak güçlü bir aileye mensubiyetini düşündürmektedir. Yine de kadının kendi güvencelerinden vazgeçmesinde uğradığını düşündüğü haksızlığın bertaraf edilmesi arzusu belirgindir. Bir başka örnekte ise kadın kocasından boşanmak için cidden gayret içindedir. Evail-i Cemayize l-ula 1054 tarihli kayıtta Lazki (Laz demek olabilir) Mustafa İmaret-i Hatuniye Mahallesinden Hatice bint-i Şaban hakkında davacı olmuştu. Mustafa ifadesinde mezkûr Hatice benim zevcem olub hala kaht-ı nikâhımda iken zevce-i ahirime ermiştir. Benimle izdivac taallül ve bahane ider demektedir. Hatice cevabında Filvaki mezburun zevcesi ve menkuhesi idim. Tarih-i kitabdan mukaddem hul eyleyüb, zimmetinde münakid olan üç bin akça mihrimden ben fariga olub ve mir-i merkum üzerine beş guruş daha verüb ol dahi beni hul eyledi.. diye ifade verir. Mustafa olayı inkâr edince Hatice den iddiasına uygun beyyine (delil) istenilir. Mahkemeye gelen Hatice nin şahitleri Musa ve Ali Çelebi ifadelerinde Filvaki müddei-i mezkûr Lazki Mustafa bizim huzurumuzda zimmetinde münakid olan üç bin akça mihrinden mezbure fariga olub ve mir-i merkum üzerine beş adet riyali guruş dahi alub hul eylediler. Biz bu hususa şahitleriz şehadet dahi ideriz. dediler. 412 Anlaşıldığına göre Hatice kocasının kendi üzerine evlenmesinden hoşnut olmamıştı. Onunla ayrılmak için her yola başvurmaya kararlı olan Hatice boşanması karşılığında kendi hukuki güvencelerinden vazgeçmenin ötesinde üste para bile vermeye gönüllü idi. Her ne kadar kocası bunu inkâr etse de Hatice para alış-verişini şahitlendirmeyi unutmamıştı. Mustafa nın bu inkârının sebebi belki de ayrılmayı kabul ettiği eşinden yeniden para almak arzusu olabilir. Çünkü anlaşılan hem mihrinden vazgeçen hem de üstüne para veren Hatice nin maddi durumu iyi idi ve bu boşanma için daha da para harcamaktan çekinmeyecek kadar bu işte ısrarcıydı. Nihayetinde Hatice nin boşanmak için mihrinden vazgeçmek ötesinde üste para vermesinde İslam hukuki açısından herhangi bir sakınca yoktu. Çünkü İslam hukukunda mehir olarak geçerli olan her şey hul için de geçerli idi. Yani hul ün bedeli nakit olarak da ödenebilirdi. 413 Hul ile ilgili bir başka kayıtta ise kadın vekili aracılığıyla mahkemede hul ü gündeme getirmiştir. Mahkemeye gelen Rabia bint-i Mustafa nın vekili Mustafa çelebi ibn-i Mehmed 1500 akçe mir-i müeccelinden, nafaka-i iddetinden ve zevciyata müteallik bütün haklarından vazgeçtiğini bildirir. Mukabilinde kocası Üveys bin Ali bu tekliği kabul eder ve Rabia yı hul yoluyla boşar. 414 Görüldüğü gibi hul yoluyla boşanma kadın için önemli sayılabilecek birçok hakkından vazgeçmek anlamına geliyordu. Bundan anlaşılan hul yoluyla boşanmak isteyen bu kadınlar içinde bulundukları durumdan hiç hoşnut değillerdi. Hoşnutsuzluk sebeplerinden biri yukarıda geçtiği gibi kocanın ikinci bir hanımla evlenmesidir. Bir 412 T. Ş. S., 1830, 65, 2, BİLMEN, Hukuk-u İslamiye ve Istılahat-ı Fıkhîyye Kamusu, s T. Ş. S., 1830, 42, 2,

119 başka hul kaydında ise boşanma sebebi kocanın Trabzon a gelmesidir. Anlaşılan başka bir şehirde ikamet eden Belkıs Hanım kocası ile birlikte Trabzon a taşınmaya taraftar değildir. Bu sebeple ortaya çıkan anlaşmazlık ise taraflar arasına muslihûn tavassutu ile çözülmüş Belkıs Hanım Trabzon a gelmemek için evlilikten doğan şer i bütün alacakları üstüne bir de kocasının kendisine yaptığı tüm masraflar karşılığında 20 riyal kuruş vermişti. Sicilde her ne kadar kocası Ali Beşe nin görevi belirtilmiyorsa da unvanından askeri bir kişilik olduğu şehre tayinle gelmesinden ise üst rütbeli bir asker olduğu tahmin edilebilir. Zira dönem Trabzon unda Yeniçeriler dâhil hemen tüm askeri kesim mensupları yerelleşmiştir. Belkıs Hanımın hangi şehirden Trabzon a gelmek istemeyişi açık olmamakla birlikte taşraya gelmek istemediği düşünülerek Dersaâdet te yaşadığı tahmin edilebilir. Fakat şurası kesindir ki böyle mali tablosu yüksek bir anlaşma yaptığına göre maddi durumu çok iyi olmalıdır. 415 Ancak diğer davalarda hoşnutsuzluk sebepleri ile ilgili bize yeterince bilgi verilmemektedir. Her ne olursa olsun hul yoluyla boşanmada da kocanın rızası şarttı. Bundan başka hul yoluyla boşanmanın gerçekleşmesi için mahkeme kararının şart olmayışı 416 bize şehirde sicile geçmeyen başka hul yolu boşanmalarında olabileceğini düşündürmekte ise de yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi Mustafa Çelebi nin aldığı parayı inkâr etme durumu ile karşılaşmamak isteyen hul müracaatçılarının süreci mahkemeye kaydettirmek noktasında istekli olabilecekleri de akla gelmektedir. Kadınlar bazı durumlarda ise muhâla a ile boşandıktan sonra boşanma bedeli olarak vazgeçtikleri maddî kayıplarının peşine düşmekteydiler. Bunlar mahkemeye müracaat ederek, kocalarının kendilerini muhâla a ile değil talâk-ı selâse ile boşadığını ileri sürmekte ve boşanmanın sonucu olarak almaları gerektiği halde alamadıkları mihr-i müeccel ile diğer haklarının verilmesini talep etmekteydiler. Konu ile ilgili belgelerden de anlaşılacağı üzere, bu tür iddialarda bulunan kadınların asıl gayesi, boşanmanın ne şekilde olduğundan ziyade, kendisinin maddî olarak zararını asgarîye indirebilmek, hatta mümkün olur ise, boşandıktan sonra geçecek süre içinde kendi nafakasını sağlayabilecek maddî bir kazanç elde edebilmekti. Bu tür mücadeleye giren kadınların çoğu kez, belki de tamamı, davalarını kaybettikleri için herhangi bir maddî kazanç elde edememişlerdir. 417 c) Tefrik Sözlükte iki şeyi birbirinden ayırmak anlamındaki tefrik, fıkıhta kadının mahkemeye başvurması üzerine hâkim kararıyla evliliğe son verilmesini yani kazaî boşanmayı ifade eder. 418 İslâm hukuku çerçevesinde kadına boşanma konusunda en fazla esneklik tanıyan ayrılma tarzı, tefrik yani adlî/kazaî boşanmaydı. Hâkim kararıyla evliliğe son verilmesinde eşlerden birisi -ki bu genellikle kadın olmaktadır- mahkemeye 415 T. Ş. S., 1831, 32, 1, ZUHAYLİ, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, s SAK, AKÖZ, Muhâla a, s İbrahim ACAR, Tefrik D.İ.A., C. 40, TDV yayınları, İstanbul, 2011, s

120 müracaat ederek evliliklerinin artık yürüyemediğini ve boşanmak istediğini ifade etmekte, gerekçeleri inceleyen kadı da uygun bulması halinde evliliği sonlandırmaktadır. İslam hukukunda tefrik için gerekli şartlar arasında özür ve hastalık, nafaka temin edememe, 419 fena muamele ve geçimsizlik, gaiplik ve terk, seçim hakkının kullanılması 420 ile ila 421 ve lian 422 sayılmıştır. 423 Tefrikin uygulandığı bir diğer durum ise ihtida eden kadınların durumu idi. Ehl-i kitaptan olan gayrimüslim eşlerden erkeğin Müslüman olması halinde, mevcut evlilik devam ederdi. Zira Müslüman erkeğin, ehl-i kitap bir kadınla evlenmesine İslam hukukunda müsaade edilmişti. Nitekim kayıtlar incelendiğinde Gayrimüslim kadınların Müslüman eşlerinin baba isimlerinin çoğunluğunun Abdullah olması bize bu erkeklerin de mühtedi olabileceğini düşündürmektedir. 424 Ancak eşlerden kadının Müslüman olması halinde evliliğin devam edip etmeyeceği konusunda İslâm hukukçuları farklı görüşler ileri sürmüşlerdi. Osmanlı Devleti nin resmi hukuk olarak kabul ettiği Hanefî hukukçularının konuya ilişkin görüşleri ise gayrimüslim bir kadın Müslüman olduğunda, eşine Müslüman olması teklif edilir; İslam ı kabul etmesi halinde -başka bir evlilik engeli bulunmadığı takdirde- evlilik bağı devam ederdi. Müslüman olmayı kabul etmemesi halinde ise hâkim evliliğe son verirdi. 425 Her ne kadar bu yolun eşinden boşanmak isteyen gayrimüslim kadınlar için kocasından kurtulmak için izlenebilecek bir yol olduğu iddia edilmiş ise de siciller incelendiğinde ihtida sebebiyle kocasından ayrılma durumunun çok yaygın olmadığı görülmektedir. Gerçekten Trabzon şer iye sicilleri üzerinde yapılan bu araştırmada sadece bir-iki tane bu durumda olan kadın tesbit edilebilmiştir. 426 Bu konuda Ebussuud Efendi ye ait bir fetva örneği ise tam tersi bir durumu dile getirmektedir. Buna göre dinsizliğe temayül kadının, kocası arasındaki nikâhı direkt "fesh olmaktadır. Fetva şu şekildedir: Zeyd in karısı Hind kasıtlı olarak dinsizliğe başvurur. Zeyd boşanma (talak) meydana geldiğini düşünerek kendisine ait bazı eşyaları alır ve ayrılır. Gerçekte dönülmez bir boşanma olmuş mudur? Cevap: Boşama dinsizlik aracılığıyla oluşmaz. Eşler evliliğin feshi yoluyla ayrılmış olurlar. Ancak, etkili bir ceza 419 Mesela Ricaut XVII. yüzyılda gezip gördüğü Osmanlı devletinde boşanma konusunda Kadın, kocası ekmek, yağ, pirinç, odun ve elbiselerini dikmek için iplik verdiği sürece ondan ayrılamaz. Kanun kadının iyi bir ev kadını olmasını destekler. Ancak iktidarsızlık ve soğukluk gibi gerekçelerle boşanma talep edebilir demektedir. RICAUT, Osmanlı İmparatorluğu nun Hâlihazırının Tarihi (XVII. yüzyıl), s Küçükken velisi veya vasisi tarafından evlendirilen çocuğun buluğ çağına geldiğinde kendi isteği ile evliği sonlandırma yetkisine sahip olması demektir. 421 Kocanın Allah adına yemin ederek karısı ile en az dört ay münasebette bulunma andıdır. 422 Lian lanetleşmek anlamına gelir. İslami literatürde karısına zina isnat ederek bunu dört şahitle ispat edemeyen ve doğan çocuğun nesebini kabul etmeyen kocanın karısı ile kadı huzurunda yeminleşmesidir. 423 ZUHAYLİ, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, s TOSUN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Cemaatlerarası İlişkiler, s İbrahim PAÇACI, Sosyal Hayattaki Değişim Sürecinde İslâm Aile Hukuku (Evlenme ve Boşanma Örneği) İslâm Hukuku Araştırmaları Dergisi, S. 11, Nisan 2008, ss T. Ş. S., 1830, 47, 1, 2; T. Ş. S., 1868, 49, 1,

121 ile karısını tekrar İslam a döndürdükten sonra Zeyd icbari yolla evliliği yenilemeli ve (onu geri) almalıdır. 427 Tefrikin uygulandığı sahalardan biri de gaiplik mevzuudur. Maliki ve Hanbeli mezheplerinde kocasından uzun süre haber alamayan kadının nikâhının mahkeme tarafından feshedilerek başkasıyla evlenmesine cevaz verilmiştir. Osmanlı devletinde uygulanan Hanefi fıkhında yeri olmasa 428 da bu hüküm kadın lehine kolaylık oluşturduğu için mahkemelerde uygulama alanı bulmuştur. Mesela 1077 yılı Recep ayında Trabzon mahkemesine müracaat eden Ümmühan bint-i Abdullah kocası İshak Beşe ibn-i el-hac Musli nin on beş yıldır kayıp olduğunu, beş ay önce ise Girit adasında vefatının duyulduğunu belirterek yeniden evlenmek istediğini belirtmiş ve eşinden ayrılmış olduğuna karar verilmesi ile yeniden evlenmesine izin talep etmiştir. Bu konuya delil isteyen mahkemeye gelen şahitler el-hacc Yusuf Efendi ibn-i el-hacc İbrahim ve el-hacc Mûsâ bin Mehmed Çelebi nin kendilerinin beş ay önce Girit ten gelen bir kimseden İshak Beşe'nin orada vefat ettiğini duyduklarını belirtmeleri üzerine ise mahkeme Ümmühan ın iddetinin de bittiğine karar vererek yeniden evlenmesine müsaade etmiştir. 429 Burada dikkat çeken bir diğer nokta kadının tefrik kararı verilmesi için on beş senenin geçmesini değil kocasını ölümünü duymayı beklemiş olmasıdır. 430 Zaten tefrik çok sık uygulanabilen bir usul olmayıp Hanefilerin temsil ettiği eğilime göre gaiplik döneminde nikâhın feshine karar vermek evliliğin devamını kabul etmekten daha az sakıncalı değildir; Malikilerin temsil ettiği eğilime göre ise makul bir süre beklemenin ardından eşin talebi üzerine hâkim tarafından evlilik sona erdirilebilir. Tefrik kararı verilmeden alınabilecek tedbirler de vardır. Mesela evinden ayrılan kocanın yeri biliniyorsa hâkim o beldenin hâkimine yazı yazarak kocayı nafaka vermeye mecbur da edebilir tabii bu durumda tefrik kararı verilmez. 427 IMBER, Şeriattan Kanuna, s Fıkıhta talâk genelde kocanın tek taraflı irade beyanıyla evlilik birliğine son vermesi şeklinde anlaşıldığından ve bu hakkın kullanımına yasal anlamda ciddi bir engel de getirilmediğinden mahkeme hükmüyle evlilik birliğinin sona ermesini isteme kadına ait bir hak olarak görülür. Evliliğin iradî olarak sona erdirilmesinde kadına ve hâkime söz hakkı tanınması bir bakıma talâk yetkisinin kocaya tanınması ilkesiyle çeliştiği için kadının hangi durumlarda tefrik isteyebileceği ve hâkimin tefrike yetkili olup olmadığı İslâm hukukçuları arasında tartışılmıştır. Hanefîler ve kısmen Şafiiler, talâkın kocaya ait bir hak olduğu ilkesine ağırlık vererek kadının tefrik isteme ve hâkimin tefrike hükmetme imkânını epeyce sınırlı tutmuşlardır. Maliki ve Hanbelî mezheplerinde ise kadının mağduriyetini önlemek amacıyla bu konuda kadına ve hâkime oldukça geniş yetki verildiği görülür. ACAR, Tefrik, s. 279; Konu ile ilgili ayrıntılı değerlendirmeler için bk. ZUHAYLİ, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, s. 425 vd. 429 T. Ş. S., 1844, 30, 2, Ancak tabii ki tefrik isteyebilmek için gereken süre bu kadar çok değildir. Esasen tefrik isteyebilmek için gerekli asgari gaiplik süresi hususunda ihtilâf vardır. Maliki mezhebinde tercih edilen görüşe göre bir yıl, Hanbelilere göre altı ay kocasından ayrı kalan kadın tefrik isteyebilir. Ne var ki bunlar tefrik hükmü konusunda kadına ve hâkime geniş hareket imkânı tanıyan mezheplerin görüşleridir. Hanefi mezhebine göre ise emsalleri ölünceye kadar beklenilmesi gerekir. Hanefi fakihleri, hayatta olup olmadığı bilinmeyen kişinin savaş ve tehlike şartlarının bulunmadığı durumlarda -akranlarının yaş ortalamasına veya 62 ile 120 arasında değişen yaş kriterlerine göre- hayatından ümit kesilmedikçe hükmen ölümüne karar verilemeyeceği hususunda birleşmiştir. ACAR, Tefrik, s

122 Nitekim tefrik konusundaki ihtiyatlı görüşleri haklı çıkaran durumlar da olmuştur. Mesela Cemâziye l-ahir 1053 te Ketancı Mahallesi sakinlerinden Ali Beşe mahkemeye başvurarak dört yıl süre ile şehir dışına gittiğini, döndüğünde karısı Kerime nin Yusuf Beşe ile evli olduğunu gördüğünü belirterek karısını ister. Kerime ise Yusuf a nikâhlandığını ve Ali Beşe nin kendisini aramadığını belirtir. 431 Boşamanın olmayıp kocanın evi terk ettiği durumlarda ise kadın mahkemeye başvurarak kendisi, çocukları hatta köle ve cariyeleri için nafaka talep edebilmekteydi. Bu talebe verilen müspet cevap şehrin Müslüman halkını kapsadığı gibi İslam hukukunun tanıdığı bu imkândan gayrimüslimlerde yararlanabilmekteydi. Mesela böyle bir taleple mahkemeye gelen Alminosad veledi Nebil Feruka nam zimmiye gaip olan kocasının malının satılıp kendisi ve bakıma muhtaç küçük çocuğu için kisve ve nafaka talep etmiş talebi kabul görmüştür. 432 Sicillerde kayıtlı olan talâkla ilgili belgelerin büyük bir kısmı, daha çok talâktan sonra ortaya çıkan anlaşmazlıklar sebebiyle tescil ettirilmiş kayıtlardır. Bunların en önemlisi nafaka konusudur. Bu sebeple nafaka konusunda şu noktalar vurgulanabilir. 4- Nafaka Nafaka geçimi üstlenen kişinin karşı tarafa verdiği yiyecek, giyecek ve kalacak yer temin etmesini ifade ediyordu. İslam hukukuna göre boşama olsa dahi iddet bekleyen kadının ve her halükarda yani anne ile kalsın ya da kalmasın çocukların nafakaları babaya aitti. 433 Nafakanın bizzat verilmesi mümkün olduğu gibi para olarak verildiği de olurdu. Mahkemelere yapılan müracaatlar neticesinde kadıların takdir ettiği nafakalar ise genelde para cinsindendi. Kocası tarafından boşanan kadınlara bazı hakların verilmesi gerekmektedir. Bunlar; sonraya bırakılmış mihr (mihr-i mü eccel), hukuken tekrar evlenmesi yasak olan bekleme süresi nafakası (iddet nafakası) ile oturacakları yerdir (me ûnet-i süknâ). Bazen kocalar karılarına bu haklarını vermeden boşamaktadırlar. Kadınlarda bu haklarını mahkeme aracılığı ile almak istemekteydiler. Kadılar kadın ve çocukların toplum içerisinde başkalarına muhtaç olmamaları için nafaka taleplerini kabul ediyorlardı. Trabzon'da durum ne idi? Sicillere baktığımızda nafaka talebi ile Kadı mahkemesine her sene birkaç müracaat yapılmıştır. Ancak bu kabul mutlak mı idi? O konuda kesin bir açıklık görmek mümkün değildir. Gerçi Kadı nın kabul etmediği nafaka talebi ile karşılaşmadık ancak mesela 1063 senesi Zilkade ayında mahkemeye başvuran Kahramân binti Abdullâh gâib ani'l- meclis olan zevcem Ahmed Bölükbaşı nâm kimesne beni bilâ nafaka birakub nafaka ve kisveye eimme-i ihtiyâcım vardur demişti. Bu talep üzerine Kadı mezbûrenin nafaka ve kisveye ihtiyâcı mütehakkik olduktan sonra kaydını koyduktan sonra günlük beş 431 T. Ş. S., 1830, 24, T. Ş. S., 1832, 8, 2, ZUHAYLİ, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, ss ; IMBER, Şeriattan Kanuna, ss:

123 akçe nafaka takdir etmiş ancak kararının devamında hîn-i zaferde rücû a izn verilub... ifadesiyle Kahraman binti Abdullah ın durumunun iyileşmesi halinde bu hükümden rücu edilebileceğini kararlaştırmıştı. 434 Aynı şekilde mesela 1830 numaralı sicilde yapılan 7 nafaka talebinin de hepsinin kabul edildiğini görmekteyiz. Ancak yine burada da benzer kayıt karşımıza çıkar. Nitekim 1054 Muharremindeki kayıtta Orta Hisar mahallesi sakinlerinden Ayşe Hatun kızı Adile bint-i Piyale için nafaka ve kisve zarureti olduğunu ifade ile nafaka takdir olunmak muradımdır.. demişti. Kadı bu talep karşısında nafaka ve kisvesinin olmadığı indeş-şer it-tahkik olunub muhakkak olmağın beher yevm üç akça nafaka takdir olmağla şeklinde cevap vermişti. 435 Bu cevaptan anlaşılan yukarıdaki örnekte olduğu gibi Ayşe Hatun un kendinden doğma kızı için babası Piyale den nafaka istemesine mukabil Kadı her halükarda nafaka takdir etmeyip nafaka takdirini nafaka ve kisvesinin olmadığı indeş-şer it-tahkik olunub muhakkak olmağın şartına bağlamıştı. Fakat bu bir şart mı idi. Yani kadın zengin ise nafaka bağlanmayacak mı idi yoksa bu ifade kadı mahkemesinin kalıp ifadelerinden mi idi bu husus yeterince açık değildir. Çünkü talep edilip de bağlanmayan nafaka kaydına rastlanılmamaktadır. Nafaka günlük olarak takdir edilip çocuklar için 2-5 akçe kadınlar için ise 5-15 akçe kadar olmaktaydı. 436 Bu miktar nafaka verenin maddi durumu ile alakalıydı. Nafaka kadın ve çocuk için olabildiği gibi kadınların eli altındaki köle ve cariyeleri için de olabilmekteydi. Evasıt-ı Recep 1054 tarihli kayıtta mahkemeye başvuran Orta Hisar Mahallesi sakinlerinden Sabiha Hatun kocası Ömer in kendisini nafakasız bırakıp gittiğini belirterek nafaka talebinde bulunur. Mahkeme Sabiha nın nafaka ve kisve ihtiyacı olduğunu tesbit ederek kendisine günlük 15 akçe zimmetinde bulunan cariyesi için ise 5 akçe nafaka takdir eder. 437 Anlaşılan Ömer varlıklı bir kişi idi ki kendisine borç takdir edilen nafaka günlük 20 akçeyi bulmuştu. Sabiha Hatunun da en azından evli iken durumu iyi olmalı ki cariyesi de vardı. Bir başka kayıtta nafaka veren yine hem kadın hem de bu sefer kölesi için nafaka vermekle yükümlü tutulmuştu. Aliye Hatun kocası Mahmut Beşe den hem kendisi hem de kölesi için günlük 5 er akçe nafaka almıştı. Burada da Mahmut Beşe nin hem unvanından hem de karsının bir de 434 Bilâ nafaka bırakılan kadının nafaka talebi: Budur ki mahmiye-i Trabzon mahâllâtından câmi -i cedîd mahallesi sâkinelerinden Kahramân binti Abdullâh nâm hâtûn meclis-i şer -i hatîr lâzımu t-tevkîrde hâzıre olub takrîr-i kelâm ve ta bîr ani'l- merâm kılub işbu gâib ani'l- meclis olan zevcem Ahmed Bölükbaşı nâm kimesne beni bilâ nafaka birakub nafaka ve kisveye eimme-i ihtiyâcım vardur kıbel-i şer i şerîfde nafaka ve kisve takdîr olunması matlûbumdur didikde fî'l- vâkı tefahhus ve tetbi olundukda mezbûrenin nafaka ve kisveye ihtiyâcı mütehakkik olduktan sonra mezbûre Kahramân a işbu târîh-i kitâbdan yevmî beş akçe nafaka takdîr olunub vakt-i hacetde istidâne ve sarafa ve hîn-i zaferde rücû a izn verilub mâ huve'l- vâkı gibbe t-taleb ketb ve tahrîr olunub yed-i talibe def ve teslîm olunduğına lede'l- Hâce zikr ma cerâ ve müebyyin-i mamezzâ olundi tahrîren fî evâil-i şehr-i zi'l-ka de'i'ş-şerîf fî şuhûr li sene selâse ve sittin ba de temamu l-elf. T. Ş. S., 1853, 51, 1, T. Ş. S., 1830, 48, 2, Örnekler: T. Ş. S., 1831, 103, 1, 5; T. Ş. S., 1833, 102, 2,1; T. Ş. S., 1844, 52, 1, 3; T. Ş. S., 1846, 85, T. Ş. S. 1830, 73, 5 naklen KIRPIK, 1830 numaralı Şer iye Siciline Göre ( ) Trabzon Toplumunda Kadın, s

124 kölesi var olmasından maddi durumunu iyi olduğu anlaşılmaktadır. 438 Aynı şekilde Mehmed Çavuş, Aşağı Hisar sâkinelerinden karısı Havva bint Süleyman ı ve cariyelerini nafakasız bırakıp gitmiştir. Havva da kıbel-i şer'den nafaka bağlanmasını istemiştir. Neticede kıbel-i şer'den her birine 10 ar akçe bağlanmıştır. 439 Burada da yine gerek Mehmet Çavuş un ünvanından gerekse karısının birden çok cariyesi olmasından gerekse de her birine 10 ar akçe takdir edilmesinden Havva nın zengin olduğu anlaşılır. Nafaka talepleri sağ olan kişilerden yapılabildiği gibi müteveffaların mallarından da yapılabilmekteydi. Mesela Rebiyülevvel 1087 tarihinde mahkemeye müracaat eden Beşir Beşe kardeşi Ahmed Beşe nin malından vasisi olduğu yeğeni Süleyman a nafaka ve kisve takdir edilmesini talep etmiş talebi kabul edilerek Süleyman a günlük beş akçe nafaka bağlanmıştı. 440 Burada dikkati çeken bir diğer nokta da nafaka talep edenin küçüğün amcası olmasıdır. Bütün bunlardan anlaşılan ise hukuk kurallarının uygulanmasıyla kadın çocuk hatta köle ve cariyelerin mağduriyetlerinin önüne geçilmiş olduğudur. Böylelikle toplumun bütün katmanlarında huzurun temini yoluna gidiliyordu. 5- Miras Terekenin taksimi, İslam hukukuna göre öncelik sırasıyla şöyledir: Teçhiz ve tekfin (kefen ve defin masrafları), ölünün borçlarının ödenmesi, vasiyetlerinin yerine getirilmesi, varisler arasında terekenin taksimi. 441 Bu konularla ilgili davalar oldukça fazladır. Gerçekten miras davaları şer iye sicillerinde en çok karşımıza gelen dava türlerinden biridir. H /M tarihlerini kapsayan 1831 numaralı sicilde yer alan 1366 kayıttan 77 tanesi yani yaklaşık % 6 sı numaralı şer iye sicilinde yer alan 1104 hükümden 1062 tarihli 950 sinin 68 tanesi miras ile ilgili davalardır. Şehirde bir yıl içerisinde mahkemeye intikal eden davaların % 7 den fazlasının miras ile ilgili olması bize Trabzon da yaşayanların en çok ihtilaf ettikleri konulardan birinin miras olduğunu anlatmaktadır. 443 Trabzon sicillerde yapılacak genel bir incelemede de açık ara en büyük oranı oluşturan nikâh kayıtlarından sonra tımar ve 438 T. Ş. S, 1830, 71, 10 naklen KIRPIK, 1830 numaralı Şer iye Siciline Göre ( ) Trabzon Toplumunda Kadın, s T. Ş. S. 1831, 51, 2, T. Ş. S., 1851, 37, 3, 2. Sicilin tamamı için bk. EK: IX. Vefat edenlerin mallarından yapılan benzer talepler için bk. T. Ş. S., 1845, 31, 4, 1; T. Ş. S., 1848, 34, 1, Teçhiz ve tekfin masraflarının yapılması, borçlarının ödenmesi ve terekenin paylaşılması aşamalarının yer aldığı örnek bir tereke taksimi için bk. T. Ş. S., 1835, 42, 1,1. Sicilin tamamı için bk. EK: X. 442 Bk. EK: XVII. 443 Bk. EK: VI. Miras konularının dönemin siyasi olayları ile eşgüdüm içerisinde artış gösterdiği gibi bir yaklaşım da ileri sürülebilir. Mesela Trabzon un önemli bir saldırıya uğradığı 1664 yılına ait sicil defterinde miras konusu oransal olarak daha fazla yer bulmuştur. bu defterdeki 1280 kayıttan 117 tanesi yani yaklaşık % 11 kadarı miras ile ilgili konulardır. Bunlar içinde de taksimden çok ihtilaflar önem kazanmıştır numaralı şer'iye sicilinin konularına göre dağılımı için bk. EK: XVIII. 110

125 miras davalarının en çok karşılaşılan dava türleri olduğu anlaşılır. Bu da bize dönem Trabzon u halkının arasındaki problemlerin benzer bölgeler için olduğu kadar günümüz için de geçerli olduğu gibi mali kaynaklı sorunlar olduğunu ortaya koymaktadır. Vefat eden bir murisin terekesinden hayatta kalan erkek ve kız çocuklar, eş, anne-baba ve belli durumlarda kardeşler pay alma hakkına sahip olduğu için miras malları sıklıkla hemen parçalanırdı. İslam hukukunda tereke kaydının kadı huzurunda yapılması zorunlu değildir. Sadece ölenin bilinen bir mirasçısı olmadığı için terekesinin beytülmâle kalması veya mirasçılardan birisinin taksim esnasında hazır olmaması gibi durumlarda terekenin kayıt altına alınma zorunluluğu vardır. Bu zorunluluğun görülmediği olağan şartlarda ise terekenin hisselere bölünmesi esnasında görev alan kadıya verilecek olan resm-i kısmet i vermemek için taksim için kassam çağrılmıyordu. 444 Varislerin çoğunun miras işlerini kendi aralarında halletmiş olduklarını düşünebiliriz. Ancak taraflar arasında anlaşmazlık olduğunda ya da daha sıklıkla mirasta küçük çocuklar da pay sahibi olduklarında özellikle onlara vasi tayin etme işlemleri için kadıya başvurulurdu. Çünkü Kadıların vazife ve salahiyetleri arasında yetimlerin ve gaiplerin haklarını korumak da vardı. Bu sebeple vârisler arasında küçükler de bulunduğu takdirde kadı mirasa el koyar mirasçıların hisselerini tesbit edip küçüğün hissesini vasisine teslim ederdi. Kadının bundan sonra da küçüğün hissesini kontrol görevi devam eder vasinin tasarruflarını devamlı olarak kontrol altında tutar ve gerekli gördüğünde vasiyi değiştirirdi. Bu koruma gayrimüslimlerin küçükleri için de geçerli idi. 445 Kadı nın miras taksimi işinden belli bir ücret aldığını da göz önüne almamız gerekir. 446 Zaten genellikle bu sebeple kadıya başvurulmaya gerek bırakılmamaya çalışılırdı. Ancak kadıya verilecek resimden kurtulmak için mirasın resmen taksimi istenilmemesine rağmen diğer taraftan murislerden birinin malı zapt etmesine engel olmak ve tek başına satış yapmasının önüne geçilmek istenildiği durumlarda yine kadıya başvurularak mülkün hisseli olduğu kayda geçiriliyordu. Tabi böyle bir durumda kadıya %1,5 olan taksim ücreti değil çok daha makul olan hüccet tanzim ücreti veriliyordu. Bu yola sıkılıkla başvurulduğunu düşünebiliriz. Çünkü sonuçta mirasta her varisin ne oran alacağı belli idi. Nihayetinde konuyu kadıya intikal ettirmek kadıdan başka hiç kimseye bir şey kazandırmayacaktı. XVII. yüzyıl Trabzon u özelinde bu tahmini doğrulayacak çok sayıda sicil kaydı tesbit edilmiştir. Mesela 1061 senesi Recep 444 FAROQHI Köle Pazarından Arafat a: 15. Yüzyıl Sonunda Bursalı Kadınların Yaşam Öyküleri, s Ö. Lütfi BARKAN Edirne Askeri Kassamına Ait Tereke Defterleri Belgeler, C.III, S.5-6, 1966, s Kadı miras konusunda karar vermeden önce mirasa değer biçilmesi için uzmanlara da başvurabilirdi. Kadının miras taksim işinden alacağı pay yüzdelik olarak hesaplandığı için kadılar kendi hisselerini artırmak için mirasın değerini yüksek gösterme eğiliminde olmuşlardır. Tabii ki bu durum hem kadı ücreti hem de devlete bir takım yükümlükleri oransal olarak hesaplanan murislerin tepkisini çekiyordu. Kadının taksim işinden %1,5 aldığı hakkında KENANOĞLU, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, ss:

126 ayında vefat eden Ahmet Beşe'nin murisleri babalarından kalan evden kadıya pay vermekten kurtulmak için böyle bir yola başvurmuşlardı. 447 Bu noktada şunu hatırlamakta fayda vardır ki Trabzonlu reayanın miras taksim işini kadıya götürmek durumunda kalmaları toplam mirasa konu olacak işlemler içinde küçük bir yekûn teşkil etmektedir ki Trabzon için tereke defteri olmadığı anlaşılmaktadır. Gerçi Trabzon tereke defteri olmamasının her zaman tam olarak sebebi miras taksim işinin kadıya gönderilmemesidir diyemeyiz. Tespit edebildiğimiz ya da edemediğimiz başka birçok saiklerle şehir kadıları tereke defteri tutmamış olabilirler. Ancak şurası da göz önüne alınmalıdır ki gerek şehrin orta büyüklükte bir yerleşim yeri olmasından gerekse de kadı huzuruna intikal etme olayının toplam yekûn içinde küçük gurubu teşkil etmesinden şehre ait bir tereke defteri yoktur. Kadıya taksime gerek görülmeyen ancak varislerin yine de mahkemece kaydedilmesini istedikleri bir diğer durum da sonradan herhangi bir muris tarafından itiraza mebni olmasın diye varislerin terekeyi sorunsuz bölüştüklerini tescil ettirmeleri idi. Mesela 1077 yılında müteveffa olan kimsenin mâl ve eşyasını ahz ve kabz ettiğine dair kayıt 1844 numaralı sicile işlenmişti. 448 Tabi ki bu durumda da mülkün hisseli olduğunun kaydının yapılmasında olduğu gibi kadıya miras taksim ücreti verilmemiş kadı yine taraflara tanzim ettiği hüccet karşılığı resmi kısmet ile kıyas edildiğinde çok daha cüzi bir harç ile yetinmek zorunda kalmıştı. Bu konuda Fatih kanununda ve kuzat bir sicilde yedi akçe ve hüccetten otuz iki akça ve suret-i sicilden on iki akça ve imzadan on iki akça alalar ve kısmet-i emvalden binde yirmi akça ve nikahdan bikr ise otuz iki, seyyib ise on beş akça alalar şeklinde hüküm vardı. 449 Tahmin edilebileceği gibi kadılar bu şekildeki hüccet taleplerine çok da olumlu yaklaşmazlar terekeyi taksim etmek isterlerdi. Bu konudaki ihtilaflar yani kadıların taksim edilen terekelerden yeniden ücret aldıkları şikâyetleri kadılar hakkında en çok varit olan şikâyetlerdendir. Miras taksiminin ayrıntılarına bakıldığında XX. yüzyılın ortalarına kadar Orta Anadolu nun birçok beldesinde karşımıza çıkan kız çocukların mirastan pay alma hakkından mahrum edilmesi gerçeğini XVII. yüzyıl Trabzon unda göremeyiz. Nitekim kadınların mirastan paylarını alma konusunda istekli oldukları mahkeme kayıtlarında izlenmektedir. Gerçekten kadınların sıklıkla mirastan gerek boşama veya vefata kadar tecil edilmiş mehir olan mehr-i müeccel, gerekse rub hisse 450 almak için mahkemeye 447 Böyle bir kayıt için bk. Mülkün müştera mülkü olduğuna dair. T. Ş. S., 1832, 6, 1, T. Ş. S., 1844, 52, 1, AKGÜNDÜZ, Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri: 1. Kitap Osmanlı Hukukuna Giriş ve Fatih Devri Kanunnâmeleri, s rub dörtte bir demektir. Feraiz (miras taksimi) ilmine göre vefat eden eşin malından eşinin hakkı dörtte birdir. Bu oran murisin tek eş olması durumunda geçerli olup iki ve daha fazla eş varsa oranlar değişmektedir. Ancak incelenen dönem Trabzon'da tek eşlilik çok daha yaygındır. 112

127 başvurdukları görülmektedir. 451 Anlaşılan şeriata göre kadının mal varlığının kocasınınkinden ayrı tutulması genel olarak Osmanlı toplumunda özelde üç yüz elli sene öncesinde Trabzon da yaşayan toplumda uygulanma imkânı bulmuştu. 452 XVII. yüzyıl Trabzon sicilleri incelendiğinde mirasla ilgili hemen her konunun kadı önüne geldiği görülür. Sadece murisin malının cenazenin teçhiz ve tekfinine harcanması ile ilgili herhangi bir dava sicile yansımamıştır. 453 Ölen kişinin terekesinden defin masrafları çıkartıldıktan sonra kalan maldan ilk verilmesi gereken borçlarıdır. Normal şartlarda vasiyet ve borçların tasfiyesinden sonra miras taksiminin yapılması gerekmekle birlikte önce taksim yapılması için bir engel yoktur. Yani tahakkuk eden borçlar, taksimden sonra mirasçılar tarafından hisseleri nispetinde de ödenebilirdi. 454 Miras taksimi ile ilgili bir diğer dava konusu da alacaklıların durumu idi. Zaten ölenin tek bir mirasçısı varsa alacaklıları hesaba katmadan bütün terekeyi kendi üstüne alabiliyordu. Bundan başka aralarında anlaşabildikleri durumlarda da mirasçılar, alacaklıları göz önünde bulundurmadan terekeyi kendi aralarında paylaşabiliyordu. Gerek terekenin tek bir mirasçı tarafından zaptında gerekse mirasçıların anlaşması suretiyle yapılan taksimden sonra alacaklının ortaya çıkması ise sürtüşmeyi kaçınılmaz kılıyordu. Alacaklıyı dikkate almadan taksim yapılmasının çeşitli sebepleri vardı. Bu, mirasçıların iyi niyete yaraşmayacak şekilde alacaklıyı kasıtlı olarak saf dışı etme isteği olabileceği gibi tamamen iyi niyet çerçevesinde mirasçıların, ölenin alacaklısının olup olmadığı hakkında bilgilerinin bulunmaması da olabiliyordu. Bu noktadaki muhtemel ihtimaller arasında ise ölen kişinin sağlığında borcu hakkında mirasçılara bir şey söylememiş olması veya alacaklıların bir kısmı bilinirken diğerleri hakkında bir bilgi sahibi olunmaması sayılabilir. Nitekim mirasla ilgili gelen şikâyetlerin bir bölümünün bu şekilde bilgi eksikliğinden kaynaklandığı görülmüştür. Bu bilgi eksikliği, alacaklıların haklarını tereke taksimi esnasında alamamalarına sebep oluyordu. Borç terekeyi aşarsa varisler bu borç için ödeme yapmak zorunda değildi. Çünkü İslam miras hukuku, küllî halefiyet ilkesini benimsememiştir. Yani borçlardan mirasçılar değil, terekeler sorumludur. Bu yüzden müteveffanın borçları, mirasçılarına intikal etmezdi. 455 Dolayısıyla alacak davaları mirasçılara karşı değil ölenlere karşı açılır, alacaklı alacağını terekeden tahsil etmeye uğraşırdı. 456 Öyle ki alacak davalarının topluca ödenen cizye ve avarız gibi tekellüfleri yerine getiren bir cemaatin fertleri 451 Vefât-ı zevcden intikâl iden maldan mihr-i mu acceli ahz olunması taleb itmesi T. Ş. S., 1844, 30, 2, 7. Vereselerden mihri mu accel ve rub hisse talebi T. Ş. S., 1831, 7, 1, 4; T. Ş. S., 1831, 8, 1, 4; 452 Kayseri için örnekler: JENNİNGS. Women in Early 17th Century Ottoman Judical Records The Sharia Court of Anatolian Kayseri s TUĞLUCA, Osmanlı da Devlet - Toplum İlişkilerinin Açık Alanı: Şikâyet Mekanizması ve İşleyiş Biçimi ( ), s Hayrettin KARAMAN, Ana hatlarıyla İslam Hukuku, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2008, ss: Halil CİN, Eski ve Yeni Türk Hukukunda Tarım Arazilerinin Miras Yoluyla İntikali, Sevinç Matbaası, Ankara, 1979, s Müteveffanın oğlundan altın alacağı davası T. Ş. S., 1832, 5, 1,1. 113

128 tarafından cemaat içinden ölen bir kişiye karşı açıldığı, onun terekesinden yapılan toplu ödemeden müteveffaya düşen payın tahsiline uğraşıldığı dahi olurdu. 457 Fakat ne var ki her zaman terekeler borçları ödemeye kâfi gelmiyordu. Bu durumda ise alacaklıların mirasçıları sıkıştırması kaçınılmaz oluyordu. Bütün bu sebeplerin yanında alacaklıların, alacaklarını tahsil edememelerinin bir diğer nedeni de ölen kişi ile alacaklının aynı coğrafi mekânda bulunmamasıydı. Özellikle tüccarların şikâyetleri bundan kaynaklanıyordu. Mesela emanet bırakılan malın geri alınmasından evvel emanetçinin vefatı sorun çıkartabiliyordu. Çünkü emanetçinin varisleri emanet bırakılan malı esas sahibine vermeyi reddedebiliyordu. 458 Vefat edenin uzak yerde oluşu her zaman malını emanet bıraktıkları ile değil bazen vefat edene mekânsal yakınlığından kötü amaçla yararlanmak isteyenlerle de sorun çıkartabiliyordu. Mesela 1077 senesi Ramazan ayında Mustafa bin Mehmed ismindeki delikanlı mahkemede Ali Beşe nin bilâ veled vefatı sonrasında eşya emval ve nukudinden bir mikdarini gizleyen komşusunu dava etmişti. 459 Benzer şekilde 1833 numaralı sicilde yer alan başka bir kayıtta Müntakil bağçeyi fuzûli zabt edenden alınması taleb edilmekteydi. 460 Mirastan usulsüz yararlanmak isteyenler olduğu gibi zaman zaman mirasa konu malda hissesi olmadığı halde bir şekilde mirastan menfaat temin etmek isteyenler de olabiliyordu. Mesela 1847 numaralı sicilde yer alan böyle bir kayıtta Osman bin Abdullah miras yoluyla kendisine kalan malını ortaklığa vermesine mani olunmamasını talep etmişti. 461 Mirastan haksız olarak menfaat temin etmek isteyenler olduğu gibi murislerin vefat edenin bir takım mali yükümlülüklerini yerine getirmek istememesinden kaynaklı sorunlar da olabilmekteydi. Mesela kişinin ölümünden sonra, kefillikle ilgili sorunlar ortaya çıkabiliyordu. Ölen kişinin kefilliğini sağlığında yerine getirememesinden dolayı terekesinin varislere kalmasıyla, alacaklılar kefilliğin bedelini varislerden istiyorlardı. Ancak varisler bu kefilliği sürdürmeye pek de istekli olmadıkları için sorunun Divan a kadar ulaştığı dahi oluyordu. 462 Yine miras konusundaki anlaşmazlıkların eyalet divanlarında paşa huzurunda görüldüğü de vaki idi. Mesela Tufan oğlu Hasan Bey in muhallefâtına hibe yoluyla varis olan Hasan Bey e babasının akrabaları tarafından miras davası açılmış dava Trabzon valisi Mehmed Paşa nın divanında görülmüştü Müteveffadan cizye alacağı davası T. Ş. S., 1831, 11, 1, Müteveffadan müntakil menzilin vaz u'l-yedine dair T. Ş. S., 1846, 32, 3, 1; T. Ş. S., 1846, 32, 2, T. Ş. S., 1844, 52, 1, T. Ş. S., 1833, 51, 1, T. Ş. S., 1847, 12, 2, B. O. A., A. Ş. D., 29, 227, T. Ş. S., 1850, 36, 1,

129 Mirasla ilgili bir diğer dava konusu da vârissiz ölen kişilerin terekelerinin beytülmale kalmasıyla ilgiliydi. Bazı açgözlü kişiler, bu tip terekelerin beytülmale gitmesinden önce bunları kendi zimmetlerine geçirmenin yollarını arıyorlardı. Mesela 1087 Ramazan ayında Trabzon'da vârissiz ölen Meydan Gazi Mahallesinden Ahmet Beşe nin terekesi medine-i mezbûrede zabita olan Mehmed Çâvûş tarafından bilâ veled fevt oldi diyü beytül mâle kayd-i deyn edilmiş ancak Yomra nahiyesinden İshak bin Mustafa nâm müteveffânın sulbîye-i sagîre kızı kıbel-i şer den vekîl-i mütekarriri olan Mustafâ Ağâ bin Süleymân Ağâ nâm kimesneyi meclisi şer e göndererek Mehmed Çavuş üzerine dava edip mirasta hisse-i zevciyyet kaynaklı hak iddia etmişti. Ancak davasını ispat edememiş aksine Mehmed Çavuş un mahkemede hazır ettiği şahitlerin Ahmet in vârissiz öldüğüne şehadetleri üzerine Mustafa Ağa davadan men edilmişti. 464 Anlaşılan taşrada bulunan yeniçeri serdarlarının görevlerinden biri de taşrada vârissiz ölen askerîlerin terekelerinin tesbiti ve beytülmâle aktarılmasıydı. Bu iş için bazen de merkezden bir yeniçeri çavuşu görevlendiriyordu. Vârissiz ölenlerin olduğu gibi askeri kesimin de terekelerinin tesbiti ve hazineye intikali konusunda da Kadı nın vazifeli olduğunu görüyoruz. 465 Zaman zaman gönderilen fermanlarla kadılara bu görevleri hatırlatılmış, gerekli tembihat yapılmıştır. Mesela 1847 numaralı sicilde kayıtlı bir fermanda Trabzon çavuşu Şaban Efendiye hitaben Trabzon kazâsının umûr-i kısmet-i askeriyesi size sipâriş olunmuşdur gerekdur ki vâkı olan mevtâ-yi askeriyenin muhallefâtını tahrîr ve beyne'l- verese a lâ mâ farzu llâh-i Te âlâ taksîm idesiz denilmektedir. 466 Miras konusunda üzerinde durulması gereken bir diğer konu da gayrimüslimlerin mirası konusudur. Kilisenin miras hukukunda yetkisi; aile hukukuna göre mirasçıların listesini oluşturmaktan ibaret idi. Bunun yanında ruhban sınıfının mirasları ile ilgili meselelerde bir takım yetkileri vardı ki bu yetki kilise ve vakıf mallarının muhafazası amacını taşımaktaydı. Bunların haricinde gayrimüslim tebaanın mirası İslam hukukuna göre paylaştırtılıyordu. Mesela bu konuda Ebussuud Efendi ye sorulan bir fetva kendi hukuklarına göre miras hakkı bulunmayan bir Yahudi nin İslam hukukuna göre bu hakka sahipse kadıya başvurduğunda Kadı nın İslam hukukuna göre miras taksimi yapacağını hükme bağlamaktadır. 467 Gayrimüslimlerin miras taksimi işi ile ilgili olarak belgelerde çok sayıda kaydın varlığı bize uygulamada Kadı mahkemesinin kullanımının yaygın olduğunu düşündürmektedir T. Ş. S., 1849, 2, 1, Trabzon sancağı umûr-i askeriyeye ait mevtâ-i askeriyeye ait muhallefatlara dâir T. Ş. S., 1836, 7, 1, 3. Trabzon un umûr-i askeriyenin sipâriş olunması ve mevtâ-yi askeriyenin muhallefâtının tahrîr ve tevzi T. Ş. S., 1843, 29, 2, Örnekler için Mevadi askeriyeye tahrîr ve beyne'l- verese taksîmine dâir ta lîmât T. Ş. S., 1831, 6, 2, 4; Mevtâ-yi askeriye muhallefâtı tahririne dâir fermân T. Ş. S., 1847, 11, 2, 4; 467 KENANOĞLU, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, ss: Farklı konuları içeren örnekler için bk. Mürd olan Ermeni nin verâsetine dair T. Ş. S., 1831, 4, 1, 3; Zimmilerin verâset nizâ aı T. Ş. S., 1836, 18, 1,1; Nasraniyenin verâset da vâsı T. Ş. S., 1836, 18, 2,

130 Esasen Osmanlı devletinde miras taksimi işi murislerin ihtiyarına bırakılmış olup Müslüman olsun gayrimüslim olsun murisler miras taksimini kendi rızalarıyla yaptıklarında kadıların bu işe karışmaması emredilmiştir. Bu noktada gayrimüslim murisler rızalarıyla kendi dini reislerine başvurarak mirasın kendi dini hükümlerine göre taksimini isteyebilirler ve bu herhangi bir problem doğurmaz ancak miras taksiminde anlaşamazlarsa kadı mahkemesine gidecekler ve kadı da işi şeriat kurallarına göre çözecektir. Bundan başka murisler arasında yetim veya gaip olan varsa o zaman kadı bu işe karışmaya davet edilmeden bizzat müdahil olmalı ve yaptığı taksim için de binde on beş resim almalıdır. 469 Ruhbanlar miras taksiminde iki sınıfa ayrılmaktadır. Bunlardan biri manastırlarda münzevi yaşayanlardır ki bunlar manastıra girmeden her ne malı varsa malını akraba ve müteallikatına veya istediği yere vermekte serbest olup manastırda yaşamaya başladıktan sonra her ne mal kazanmış ise ölümünde bu mal ister manastırın içinde ister başka yerde olsun kiliseye aittir. Kiliselerde bulunan papaz sınıfının ise ölümünde haç ve ruhban eşyası gibi malları kiliseye verilir diğer eşyaları ise veresesine aittir. Bila-varis ölenlerin malları ise patrik veya metropolitler tarafından zapt edilirdi. 470 XVII. yüzyılın ikinci yarısı ile ilgili yapılan sicil taramasında bu dönemde şehirdeki hanlarda ya da farklı kişilerin evinde misafir iken ölen bir gayrimüslim misafire rastlanmamıştır. Bu tesbiti XVIII. yüzyıl sicillerini inceleyen ve bu yüzyıl boyunca Trabzon'da misafir iken ölen 15 gayrimüslim tesbit eden Miraç TOSUN da teyid etmektedir. Kayıları inceleyen TOSUN terekelerden öncelikle teçhiz ve tekfin masraflarının yapıldığını, misafirin kalmış olduğu hanın oda kiralarının ödendiğini kalan mallarını da açık artırma ile Trabzon çarsısında satılarak nakde çevrilip ölenin memleketindeki mirasçılara ulaştırılmak üzere kadı tarafından tayin ve tespit edilen bir vasiye teslim edildiğini kaydetmektedir. 471 Miras konusunda üzerinde durulabilecek son konu terekelerde hiçbir zaman hububat ekimi yapılan yerler mirasa konu olmadığıdır. Bununla birlikte raiyyet tarlasını ferağ yoluyla başkasına devredebilir. Ferağ ise ancak sipahinin izni ile olabilir. Bu ferağ ihtiyar bir köylü için kendi oğullarına toprağı devretme şekline de bürünebilir. Böylece bir nevi miras bırakılmış olunurdu. Bu ferağ işlemi kadı siciline kaydedilir ve köylü tapu resmine karşılık tarlanın yeni mutasarrıfından para alırdı. Sipahi de kanunda olmasa da verdiği izin mukabili bir miktar para talep ederdi Diyar-i aharda mürd olan zimminin terekesine dâir T. Ş. S., 1850, 43, 1, 1; T. Ş. S., 1850, 43, 2, KENANOĞLU, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, ss: Miraç TOSUN, Trabzon'da Misafir Olarak Bulunan Gayrimüslimlerin Terekeleri ( ), Uluslararası Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Çalışmaları Komitesi CIEPO-22. Sempozyumu 4-8 Ekim 2016, Trabzon, KTÜ Tarih Bölümü, Trabzon, Bu sebeple sipahi köylünün toprağını elinden almak için genel bir eğilim içindedir. Çünkü o toprağı yeni bir kişinin tasarrufuna verirken ondan tapu resmi alabilecektir. Halil İNALCIK Köy Köylü ve 116

131 Ferağ işleminin XVII. yüzyılda Trabzon'da da uygulanma alanı bulduğu görülmektedir. Mesela 29 Zilhicce 1091 tarihinde Trabzon Miralayı Mustafa babası Mehmed in tımarının Ahmed e tevcih edilmesini Dersaadet e arz etmişti Hibe Miras ile ilişkilendirilebilecek bir diğer konu hibe işlemleridir. Zira XVII. yüzyıl Trabzon unu anlatan kadı sicillerinde aynı aile üyeleri arasında yapılmış hibe sözleşmelerine sıklıkla rastlamaktayız. Siciller incelendiğinde bu tür hibe işlemlerine konu olan yerlerin ya mirasla intikal eden ya da alt soya yapılan hibeler açısından ele alındığında mirasa konu olabilecek yerler olduğu görülmektedir. Bu durum kişi zaten vefatıyla evladına kalacak olan malını sağlığında evladına bağışlamak suretiyle miras taksimini kendisi yapmaktadır. Özellikle sağlığında malını evladına bağışlayanlar açısından kişide hayatta iken malının evladının idaresinde oluşunu görmek veya kendisinden sonra evladını miras ile ilgili birçok mali yükümlükten kurtarmak isteği olduğu düşünülebilir. Nihayet ferağ işlemleri açısından ele alındığında kişi tasarrufunda olan miri arazinin intikalini garanti altına almak istemiş olmalıdır. Aile üyeleri arasında hibeleri gruplandırdığımızda ilk karşımıza gelen hibe türü karı-koca arasındaki hibelerdir. Mesela Yeni Cuma mahallesinden Neslihan bin Haydar kocasına iki odalı ev ve su ve eyvanı hibe etmişti. 474 Yine mesela 1068 yılı Receb ayında İmaret Mahallesi sâkinelerinden Yasemin bint-i Abdullah ın vekili olan Mahalle-i mezbûre İmamı el-hâcc es-seyyid Şaban Efendi bin Abdünnebi meclis-i şer de Yasemin in müteveffâ oğlu Mustafa'dan kendüye bi hasebu'l- irs intikâl iden bir bâb çardağı ve altında ahuri ve muttasıl iki bâb odayı ve sakıflı ve furuni ve bi r-i mâ yi ve bağçeyi ve hudûd-i mezbûr dahi zeytûn eşcârlarını vesâir eşcâr-i müsmire ve gayr-i müsmiresiyle cem -i tevâbi ve levâhikı ve tarayik ve mürafiki ile zevci merkûm Mürteza Beşe' ye hibe-i sahîh-i şer îye ile hibe ve temlîk ve tahliye ve teslîm eyledi demişti. 475 Örneklerini çoğaltabileceğimiz bu tarz kayıtlarda görüldüğü gibi kadınların kocalarına hibelerinin en önemli kaynağı kendilerine kalan miraslardır. Bundan başka kadınlar tarafından yapılan bir başka hibe türü de mehir alacağı hibeleridir. Bu türde ise herhangi bir mal devri gerçekleşmiyor sadece kadın dini nikâhın olmazsa olması mehir hakkından vaz geçmiş oluyordu. İmparatorluk V. Milletlerarası Türkiye Sosyal ve İktisat Tarihi Kongresi Ağustos 1989, İstanbul M. Ü. Türkiyat Araştırma ve Uygulama Merkezi, Tebliğler, T. T. K. Yayınları, Ankara, 1990, s B.O.A., A.E., SMMD, IV, 31, T. Ş. S., 1831, 30, 1, T. Ş. S., 1837, 5, 1,

132 Kadının kocasına hibesi olduğu gibi kocanın da karısına mal hibelerine rastlamak mümkündür. Sicillerde bu hibe türüne örnekler de bulmak mümkündür. Mesela böyle bir kayıtta 1831 numaralı sicilde koca karısına arsasını hibe etmiştir. 476 Bundan başka sık karşılaşılan bir diğer hibe türü de kişinin evlatlarına hibesidir. Mesela 1078 Şevvalinde mahkemeye başvuran Debbağhane Mahallesi sakinlerinden Ali Beşe ibn-i Arslan eşcâr-i müsmire ve gayri müsmireyi müştemil bir bâb tahtânî mülk-i menzilimi oda ve çardağı ile vesâir tevâbi i ve levâhikı ile kızım mezbûre Hanîfe' ye hibe ve teslîm ve tahliye eyledim 477 demişti. Örnekte görüldüğü gibi hibe olarak el değişen bu mal mirasa konu olan bir maldı ve kişi öldüğünde varisleri arasında bölüşülecekti. Burada aile içi hibe işlemlerinin en temel sebeplerinden biri karşımıza çıkmaktadır. Kişinin miras kalacak malında tasarrufta bulunarak varislerinden birini tercih ettiği anlaşılmaktadır. Aynı şekilde 1063 yılında da Ömer Efendi oğluna dükkanının yarısını hibe etmişti. Olayın ayrıntısına bakıldığında dükkanın diğer yarısnın neden hibe edildiği anlaşılmıyorsa da bu mal muhtemelen Ömer Efendiye miras yoluyla kalmıştı ve O da bu malı konusunda hakkını oğluna devretmişti. 478 Ancak alt soya yapılan her hibe işlemi varislerin birini diğerleri lehine korumak tarzında değildi. Bazen hibe yoluyla bunun ilerisine geçildiği de olurdu. Mesela yaşlı olduğu anlaşılan Orta Hisar Mahallesi sakinlerinden Hüseyin Beşe ibn-i Abdullah mülkünü babaları daha önce vefat etmiş olan torunları Ahmed ve Mehmed e hibe etmişti. 479 Burada muhtemelen isminden de önemli bir kişilik olduğu anlaşılan Hüseyin Beşe'nin birçok varisi vardı ve zaten İslam miras hukukunda vefat eden üzerinden miras devri olmadığından malının torunlarına kalması mümkün değildi. Anlaşılan Hüseyin Beşe kendi değerlendirmesi ile en çok ihtiyaç sahibi olduğunu düşündüğü torunları lehine pozitif ayrımcılık yapıyordu. Ancak zaman zaman murisin vefatından sonra yaptığı hibe işlemine karşı davalar da açılabilmekteydi. Malın bir kişiye hibe edilmesinden zarar gören murisler hibe edenin vefatından sonra hibeyi alan ile davalık olabiliyordu. Mesela Tufan oğlu Hasan Bey e yapılan hibeyi babasının akrabaları kabul etmemiş konu Trabzon valisi Mehmed Paşanın huzurunda dava konusu olmuştur. 480 Hibeyi alanlar hibe edenin vefatından sonra böyle bir durumla karşılaşmamak için hibeye konu mülkün hibe edenin sağlığında bizzat kendisi tarafından hibe edildiğini kayda geçirmek ihtiyacı duyabiliyorlardı. Mesela 1846 numaralı sicilde yer alan olayda 476 Zevcin zevcesine arsayı vekilen hibe ettiğine dâir T. Ş. S., 1831, 5, 1, Mülk-i menzili kızına hibe edilmesi T. Ş. S., 1845, 4, Babanın oğluna dükkanın yarısını hibe ettiğine dair T. Ş. S., 1833, 16, 1, T. Ş. S., 1834, 20, 2, 1. Örnek: Bahçe hibesi T. Ş. S., 1834, 25, 1, 5; Eşya hibesi T. Ş. S., 1833, 16, 2, 4; Mülk hibesi T. Ş. S., 1840, 32, 1, 3; T. Ş. S., 1846, 87, T. Ş. S., 1850, 57, 1,

133 böyle bir ihtiyaç ortaya çıkmış Mehmed Beşe menzil ve bağçenin ceddesinin sağlığında hibe olduğına dâir hüccet almıştı. 481 Hibe ile ilgili problemler sadece murisin vefatı sonrasında gündeme gelebilen ve bu sebeple de hibe alanın kaydettirmek için gayretli olmasına sebep olan sorunlar değildi. Kimi zaman hibe edenle hibe edilen arasında da sıkıntılar olabilmekteydi. Anlaşılan her hibe eden hibesinden memnun olmuyor sağlığında hibesine müdahale edebiliyordu. Bu durum ise hibeyi alan ile bağışçı arasında davalara konu olabiliyordu numaralı sicilde yer alan böyle bir kayıtta 1062 senesi şevvalinde mahkemeye başvuran Bostan Çelebi bin Ömer Beşe babası Ömer Beşe yi dava etmiş, mahkemede bundan akdem babam mezbûr Ömer Beşe nin taht-i tasarrufunda olub Sahâflar çarşusunda vâkı bir bâb dükkânın nıfsığın bana hibe-i sahîh-i şer îye ile hibe ve teslîm ve tahliye idub ben dahi kabûl ve kabz idub ile'l-an tasarufımda iken hâlâ tasarrufuma mâni olur şer le suâl olunub ihkâk-i hak olunması matlubumdur demişti. Mahkemeye getirdiği şahitler Ömer Beşe'nin dükkânı oğluna huzurlarında hibe ettiğine şehadet edince Kadı zikrolunan dükkânın hibe-i sahîha ile hibe edildiğine hükmetmişti. 482 Bostan Çelebi ile oğlu Ömer Beşe nin davası bununla sınırlı değildi. Oğluna evini de hibe etmiş olan Ömer Beşe bu hibeden de memnun olmamış ki onu da geri almanın derdinde idi. Aynı defterde bir sonraki kayıtta bu konu anlatılmakta idi. 483 Ancak Ömer Beşe nin oğlu ile arasındaki problemin ne olduğuna dair defterde bir ipucu bulunamamaktadır. Eğer bulunsa idi XVII. yüzyıl Trabzon unda bir aile içi sorununun kaynağına inme imkânımız olacaktı. Aslında bu durum secdece bu olay için de geçerli olmayıp şer iye sicillerinin genel karakteristiğidir. Yani olayın arka planı hakkında bize çok fazla bilgi vermezler. 484 Ancak bu durum doğal karşılanmalıdır. Sonuçta incelediğimiz evrak mahkeme kaydıdır ve mahkeme kaydında da işin doğası gereği dava konusu ve sonucu yer alacaktır. 7- Vasiyet İslam hukukunda vasiyet, ölüme bağlı olmak üzere bir şahsa bağış yoluyla bir malı veya hakkı bırakmak, mal veya mülk sahibi yapmak şeklinde tanımlanmıştır. Vasiyette mal veya hak bağış yoluyla, yani karşılıksız olarak birisine verilmekte ve bu verme, mülkiyeti nakil yoluyla olmaktadır. Ancak bağışı alacak kişinin vasiyet konusu mal veya hakka sahip olması vasiyet edenin vefatından sonra gerçekleşmektedir. Vasiyet ile ilgili bir diğer nokta da vasiyetname sahibinin servetinin en fazla üçte birini vasiyete 481 T. Ş. S., 1846, 32, 1, T. Ş. S., 1833, 16, 1, T. Ş. S., 1833, 16, 2, 1. Sicilin tamamı için bk. EK: XI. 484 Nitekim muhâla'a konusundaki kayıtlarda da eşler arasında gerçek problemin ne olduğu çoğunlukla anlaşılmaz. Kayıtlarda sorunun sebebi olarak hüsn-ü zindegani olmamağla (iyi geçim, anlaşma) genel geçer ifadesi kullanılır. Muhâla a nın anlatıldığı kısımda açıklandığı gibi çok nadir olarak muhâla a nın sebebi tesbit edilebilmektedir. Mesela 1830 numaralı sicildeki kayıttan anlaşıldığına göre muhâla'a talebinde bulunan Hatice kocasının kendi üzerine evlenmesinden hoşnut olmamıştı. T. Ş. S., 1830, 65,

134 konu yapabileceği idi. Kişi, bu orandan fazlasını vasiyet ederse varisler izin vermediği müddetçe vasiyet dikkate alınmazdı. 485 Vasiyetle mal bırakmanın önemli kaidelerinden birisi de vasiyet bırakılan kişinin mirasçı olmaması gereğidir. 486 Bu çerçevede kimi vasiyetler hayır işleri yapılmasına yönelikti. Bunlar kişi öldükten sonra terekesinden kendi adına bir miktar para ayrılması ve bu ayrılan parayla da bir hayır işinin yapılması şeklinde oluyordu. Vasiyet bırakan kişiler, çeşme yapılması, hacca gidilmesi, cüz tilavet edilmesi, vakıf kurulması gibi hayır işlerinin yapılmasını da isteyebiliyordu. Mesela 1847 numaralı sicilde yer alan bir kayıt Vücûh-u hayrda sarf olunmak üzre altın vasiyeti ile ilgili idi. 487 Mirasçılar ise bu durumdan bazen pek memnun olmuyor ve vasiyetin gerçekleşmemesi için uğraşıyorlardı. Bu yüzden miras bırakacak şahıslar, muhtemelen ölümlerinden sonra daha fazla pay vermek istedikleri mirasçılarına vasiyet yoluyla mal bırakamayacakları için hayattayken mallarının bir kısmını hibe yoluyla vermeyi tercih ediyorlardı. Bu şekilde yapılan hibeler de ölüm olayı gerçekleştikten sonra ihtilafa sebep oluyordu. Hibeyi yapan kişi öldüğü zaman diğer varisler devreye girerek yapılan hibeye muhalefet ediyorlardı. Mesela, Aişe adlı kadının şikâyetine göre babası Zülfikar, hayattayken bir mülk evini hibe-i sahîha-i şer iye ile kendine hibe ve teslim etmiştir. Aişe, evini kullanırken babası ölmüştür. Bu durumu diğer varisler kabul etmemiş ve Aişe yi rahatsız etmişlerdir. 488 Gayrimüslimler ise vasiyet konusunda Müslümanlar ile aynı şeriat hukukuna tabiidir. Yani bir gayrimüslim bütün malını bir varisine vasiyet etse bu Müslümanların vasiyetleri gibi ancak üçte bir oranında yerine getirilirdi. Kalanı için diğer murislerin itiraz etme hakkı vardı Vesayet Vesayet tabiri daha çok küçüklerin mal varlığının korunup yönetilmesi ile alakalı meseleleri tanımlar. Baba sağlığında vasi tayin etmişse buna seçilmiş vasi anlamında vasi-i muhtar, etmemişse hâkim tarafından atanan vasiye atanmış anlamında vasi-i mansub denilirdi. Baba vasi tayin etmemişse vasi baba dede olurdu. Dededen sonra ise onun tayin ettiği vasi olurdu. 490 İslam hukuku yetimlerin haklarının korunmasına özel önem vermişti. Bu konuda birçok ayette açık hüküm bulunmakta Müslümanlar yetimlere sahip çıkmaya teşvik 485 KARAMAN, Ana hatlarıyla İslam Hukuku, s BARKAN Edirne Askeri Kassamına Ait Tereke Defterleri s T. Ş. S., 1847, 12, 1, 3. Vasiyetle kurulan vakıflarla ilgili bir çalışma bk. İzzet SAK, Şer iye Sicillerine Göre Vasiyet Yoluyla Yapılan Hayır ve Vakıflar , Selçuklu Belediyesi Yayınları, Konya, B. O. A., A. Ş. D., 13, 27, KENANOĞLU, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, s Fethi GEDİKLİ, yıllarında Akçaabat ve Köylerinin Sosyal ve Hukuki Durumu Osmanlı Hukuku (Makaleler), Gündoğan Yayınları, İstanbul, 2012, ss:

135 edilmekteydi. 491 Toplumda bu işi kazada hukuki anlamda en üst otorite olan Kadının gözetiminde yapanlara vasi denilmekteydi. Bu amaçla sıkılıkla kadıya başvurulmuş, kadı da bu başvuruları değerlendirerek küçüklere vasi tayin etmişti. Başvuranlar incelendiğinde genellikle talebinin değerlendirilmesi neticesinde vasisi de olacak olan küçüğün birinci dereceden yakınları oldukları görülür. Mesela 1845 numaralı sicile yansıyan kayıtta Muteveffanın ardından mevruslerin mâl ve emvâlın hıfzı için vâsî tayini talebi kadı tarafından ikame edilmiştir. 492 Ancak her zaman yetime vasi tayini için akrabalarından birisi harekete geçmeyebiliyordu. Bu durumda mahallenin ileri gelenlerinden birisi -ki bu çoğu zaman mahallenin imamı oluyordu- veya şehrin yöneticilerinden birinden kazasında vesayet altına alınması gereken bir yetim olduğunu öğrenen kadı re sen harekete geçerek yetim için vasi tayin ediyordu. 493 Nihayetinde Kadı nın en önemli görevlerinden biri de sorumluluk sahasındaki tüm yetimlerin korunup, gözetilmesi idi. Kadı nın bu görevini Onun adına mahkemede tayin ettiği vasi yerine getirir, küçüğün nafaka temini başta olmak üzere ihtiyaçlarının karşılanması ile ilgilenirdi. Mesela Tekfur Çayırı Mahallesinden Beşir Beşe bin Mustafa Beşe vefat eden kardeşi Ahmed Beşe'nin oğlu Süleyman ın vasisi idi. Beşir Beşe vasi sıfatıyla mahkemede eşedd-i ihtiyâc ile nafaka ve kisve bahâya farz ve takdîr olunması matlubumdur demiş kadı da bu talebi mezbûr Ahmed Beşe mâlından yevmî beşer akçe nafaka ve kivse bahasiyçun farz ve takdir şeklinde verdiği kararla onaylamıştı. 494 Örnekte görüldüğü gibi vasi küçüğün geçiminin temininden, malının muhafazasından sorumlu olduğu gibi malının iyi bir şekilde işletilmesinden de sorumlu idi. Bu amaçla malı alım-satıma konu edebilir, borç olarak da verebilirdi. 495 Fakat küçüğün malının satılmasına ancak geçimi için gerekeli nakdin mirasında bulunmaması nedeniyle müsaade edilirdi. Bu konuda bir kural da küçüklerin mallarının satılmasına ancak açık artırma ile müsaade edilmesi idi. Bu sayede kötü niyetli olabilecek bir vasinin küçüğün malını anlaştığı birine satmasının ya da kendisine ucuz fiyatla mal etmesinin önüne geçilmiş olurdu. Ayrıca küçüğün büyüdükten sonra kendi malının satışına itiraz etme ve satışı iptal ettirme hakkı da vardı ve bu hakkın kullanıldığı da olurdu. 496 Bununla beraber vasinin küçüğün malını satması çok ender karşılaşılan bir durum değildi. Nitekim bir sonraki sicilde yine Mustafa Beşe yi bu sefer vefat eden kardeşi Ahmed Beşe den miras olarak kaldığı anlaşılan ev ve ağaçlı bahçeyi satarken görüyoruz. Bu satışta Mustafa Beşe kendisine asaleten vasisi olduğu Süleyman adına 491 Mesela Yetimlere mallarını verin. Onların mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin ayeti bu konuda açık hüküm ihtiva etmekteydi. Halil ALTUNTAŞ-Muzaffer ŞAHİN, Kur an-ı Kerim Meali 4/2, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 8. Baskı, Ankara, 2008, s T. Ş. S., 1845, 31, 4. Vasi tayini açısından siciller incelendiğinde çok sayıda kayıt tesbit edilebilir. Sagîre vâsî ta yînine dâir T. Ş. S., 1833, 102, 2, 2; Sagirelere vâsî nasbi T. Ş. S., 1840, 24, 1, Böyle bir kayıt örneği Eytâm için vâsî tayini T. Ş. S., 1831, 10, 1, T. Ş. S., 1851, 37, 3, Vasinin vesayeti altındaki küçüğün hakkını aramasına örnek: vesayetten karz-ı hasen olarak verilen malın ahz-u kabzı için T. Ş. S., 1832, 9, 1, FAROQHI, Osmanlıda Kentler ve Kentliler, ss:

136 vesayeten mülkte hissesi olan hanımı Ümmühan bint-i Aslan a ise vekâleten Kadı nın huzurundadır. Mahkemede.bahçe ve içinde vâkı olan harâbe müşrif evi ile eşcâr-i müsmire ve gayr-i müsmireyi müştemil mülki cem -i tevâbi ve levâhikı ile doksan beş kıt a esed-i guruşe tarafından icâb ve kabûli hâvî bey -i bât-i sahîh-i şer i ile bey idub kabz-i semen-i mahdûd ve teslîm-i meblağ-ı mahdûd eyledim ba de'l- yevm bağçe-i merkûme mezbûr Hasan Beşe'nin mülk-i menzili olmuşdur keyfemâyeşâ ve yehtâr mülkiyet üzre mutasarrıf olsun demişti. Kadı Mustafa Beşe'nin bu ifadelerini kayda geçerken asaleten ve vekâleten ve vesayeten ikrâr ve i tirâf eylediğini belirterek bundan sonra bahse konu mülkün satın alan Hasan Beşe ye aidiyetini onaylamıştı. 497 Vasi küçüğün malını belli şartlar çerçevesinde satabileceği gibi aynen kendi malı gibi terk ve teberru işlerine de konu edebilirdi. Mesela 1089 Zilhiccesinde Yorgi veledi Vasıl nâm zimmî mahkemeye başvurarak mülkü yanındaki araziye bina yapmak istediğini belirtir. Fakat Ona göre mülkü yanındaki yerin sahibi Sadık Beşe nin vefatı ile küçük oğulları Mehmed ve Derviş in vasileri Mustafa Beşe buna engel olmakta ve sorun çıkarmaktadır. Mahkemeden naib tayin edilen Mevlânâ es-seyyid Ebubekir ile mahalline giderler orada sagîrân-i mezbûrân ile mâbeynimizde olan yerde kali idub yerine divar binâ itmek murâd ittiğimde asıl üzerine binâ itmeğe kâbil olmazlar sual olunub mûceb-i icrâ olunması matlubumdur der Bunun üzerine Mustafa Beşe cemâ ât-i müslimîn nice ma kûl görürler ise kâilim şeklinde cevap verir. 498 Böylece Mustafa Beşe bu cevabı ile Vasıl isteğine vasileri adına onay vermiş olur. Hukuki bakımdan vasi, baba yerindeydi. Vasisi altındaki küçük adına her türlü hukuki davayı açar, takip eder, gerekirse feragat edebilirdi. Mesela 1835 numaralı sicildeki kayıtta vasi Ahmed Beşe vesayeti altındaki küçük kızın köprüden düşüp kaybolmasından dolayı kimse ile nizaı olmadığını kayda geçirmişti. 499 Vasi, kimi zaman diğer varisler olabildiği gibi kimi zaman da uzak bir akraba veya bir güvenilir zât da olabiliyordu. Ancak kişiye bir başkasının vasi olması daha az karşılaşılan bir durumdur. Vasiler genellikle kişilerin en yakınlarıdır. Diğer taraftan dikkat çeken bir başka durum da vekil olmada hemen hiç karşımıza çıkmayan kadınların vasi olmada çok etkin olduklarıdır. Anlaşılan küçüklere vasi tayininde kadınlar daha güvenilir bulunuyor olmalılar ki mesela 1830 numaralı sicilde yer alan toplam 12 vasi tayininde vasilerden 9 tanesi kadındır. Vasi olan kadınların kimliğine 500 bakıldığında ise sıklıkla kendi çocuklarına vâsi oldukları anlaşılır. Vasi tayininde amaç çocuğun 497 T. Ş. S. 1851, 20, 2, T. Ş. S., 1849, 19, 2, T. Ş. S. 1835, 58, 2, Burada kadının kimliğinden maksat ifadenin devamından da anlaşılacağı gibi kadının vasisi olduğu küçüğe yakınlığı anlamındadır. Yoksa sosyal statüsünü ifade etmek için değildir. Çünkü belgelerde kadınlar ile ilgili hemen hiçbir yerde unvan kullanılmamıştır. Sicillerde kadının askeri mi reaya mı olduğunu belirtecek bir işaret mevcut değildir. Nadiren kullanılan fahrü l-muhedderat unvanı ise sınıf belirleyici olmaktan uzaktır. Kadınlar bekâr ise babalarına evli ise kocalarına nispetle tanımlanmıştır. 122

137 haklarını korumak olduğu için çocuğun menfaatini en çok annesinin koruyacağı düşünülmüş olmalıdır. Bu konuda yani vasi olmakta Müslüm-gayrimüslim ayrımı yapılmamış olup zimmi kadınların da vasi tayin edildikleri oluyordu. Nitekim 1830 numaralı sicilde buna örnek olabilecek 3 kayıt vardır. 501 Nihayetinde vasi yetim kalan çocuğun haklarının muhafazası için hukuki yetkilerle donatılmış kişi demekti ve bu yetki ile donatmada kadınlar özellikle de küçüğün annesi en çok yetkilendirilen oluyordu. Özellikle annelerin vasi tayin edilmelerinden anlaşılan bir diğer nokta da annelerin yetim çocuklarını koruma görevlerini titizlikle yerine getirmiş olmalarıdır. Bilindiği gibi insan fıtratına en uygun durum da budur. Ancak annelerin koruyuculuk görevini hakkıyla yapabileceğinden endişeye düşüldüğünde vesayeti sonlandırılarak küçüğe yeni bir vasi tayini yoluna gidilebiliyordu. Bu çerçeveden olarak kadın başka birisi ile evlenirse vesayetin geri alınması karşılaşılan bir durumdu. Vasilerin işlerini hakkıyla yapıp yapmadıklarını kadılar denetliyor ve gerekirse azledebiliyordu. Bu konuda da sicillerde çok sayıda belge vardır. Çünkü bu vasilerin bir kısmı küçük varislerin haklarını koruyup gözetmek yerine onların haklarını gasbediyordu. Mesela Ahmed adlı kişinin şikâyetine göre, kendisi reşit değilken vefat eden babasından kalan mirastan alacağı olanlara hakları verilmiştir. Birkaç sene sonra vasisi babanın borcu ortaya çıktı diye yalancı şahitle beraber gelip babasından kalan malı alıp yemiştir. Ahmed, yaşı ilerleyip davaya kudreti olunca hakkını talep etmiştir. Vasisi, babanın borcuna ödedim diye inkâr etmiştir. 502 Bu tarz olayların tam tersi istikamette olaylarla da karşılaşılıyordu. Vasiliği döneminde hiçbir kusuru olmayan ve vasiliği ile ilgili muhasebesini eksiksiz teslim edenler de rahatsız edilebiliyordu. Bunların vasisi oldukları reşit olmayan çocuklar, büyüdüklerinde yalancı şahitlerle gelip vasilik dönemlerine yönelik haksız talepte bulunuyorlardı. 503 Vesayeti de kapsayacak şekilde küçüklerin her türlü iş ve işlemlerinin yürütülmesinden kadı sorumlu idi. Bu konuda sicillerde çok sayıda kayıt vardır. 504 Ancak kadının devlet adına toplumdaki her türlü dezavantajlı gurubun hamisi olması hasebiyle görevi sadece küçükleri koruyup gözetmekle sınırlı değildi. Her ne kadar vasi tayini genellikle küçükler için geçerli olsa da sadece küçüklere vasi tayin edilmiyor, Kadının mal ve emlaki koruması gaip olanların mallarını da kapsıyordu. Bu çerçevede gaip olduğu bildirilenlerin malları da kadı tarafından kayyum tayin edilerek koruma 501 KIRPIK, 1830 numaralı Şer iye Siciline Göre ( ) Trabzon Toplumunda Kadın, s TUĞLUCA, Osmanlı da Devlet - Toplum İlişkilerinin Açık Alanı: Şikâyet Mekanizması ve İşleyiş Biçimi ( ), s TUĞLUCA, Osmanlı da Devlet - Toplum İlişkilerinin Açık Alanı: Şikâyet Mekanizması ve İşleyiş Biçimi ( ), s Eytamın tesviye-i umuruna dair bir kayıt için bk. T. Ş. S., 1847, 85, 2,

138 altına alınırdı. Mesela 1843 numaralı sicilde yer alan Mefkûdun hâl-i mübeyyinesi oluncaya değin malına kayyum nasbi bunu teyid eder bir kayıttır. 505 Kadı vasiyi denetlediği gibi bazen vasinin üstüne bir de nâzır tayin ettiği de olurdu. Nadir karşılaşılan bu durumun sebebi belgelerde açıkça yer alamasa da muhtemelen küçüğe kalan malların miktarının fazlalığı bu ikinci tayine sebep olmalıdır. Bu tür tayine örnek olarak Konya sicillerinde geçen Esenlü Mahallesinden fevt olan Süleyman bin el-hac Mehmed in küçük çocuklarına kalan mallarının korunması ve muhafazası için kardeşleri Mehmed bin Süleyman ın vasi, üzerine kardeşi Veli bin Süleyman ın da nazır tayin edilmesi kaydı verilebilir. 506 B) XVII. YÜZYILDA TRABZON DA YAŞAMAK Belli bir dönemde bir ülkedeki sosyal ve ekonomik hayatı tanımak istediğimizde en önemli kaynakların şer iye sicilleri olduğunu düşünebiliriz. Özellikle tahrir dönemi sonrası için bu tesbit daha da önem arz etmektedir. Bu sebeple XVII. yüzyılda Trabzon'da sosyal ve ekonomik hayat çalışmasının temel başvuru kaynağı şer iye sicilleri olmuştur. Her ne kadar olması gerekeni değil de olanı ortaya koyması ile şer iye sicilleri şer'iye sicilleri büyük öneme sahip ise de sicil kullanımının da bir takım sınırlılıkları vardır. Her şeyden önce bunlar mahkeme kayıtlarıdır ve doğası gereği sorunları aksettirmektedirler. Yani doğal hali ile şehirde devam eden bir yaşam tablosunu sicilde göremeyiz. Mesela biz sicillere bakarak belli bir yılda Trabzon a kaç tüccar geldiğini öğrenemeyiz. Sadece kaç tüccarın sorun yaşadığını ve bu sorunların nasıl çözüldüğünü bulabiliriz. Hatta sicillerde çoklukla sorunların kaynağına da inemez sadece davayı ve kararı okuyabiliriz. Mesela Trabzon da belli bir senede mahkemeye intikal eden kaç boşanma oluğunu bulabiliriz. Ancak ne mahkemeye intikal etmeyen boşamaları ne de mahkemeye intikal etse de boşanmaların sebeplerini sicillerden bulabiliriz. İşte bu noktada sicillerin bize verdiği bilgileri başka kaynaklardan karşılaştırmak önemli olmaktadır. Yoksa sadece sicil kaynaklı olarak topluma bakış bize toplumda bitmek tükenmek bilmeyen bir sorunlar yumağı olduğunu düşündürebilir. Sicil dışındaki kaynaklar arasında bir şehrin doğal mecrasında devam eden günlük hayatını yansıtması bakımından seyahatnameler önemlidir. Bu sebeple bu bölümde öncelikle kısaca XVII. yüzyıl Osmanlı toplumu daha sonra ayrıntılı tasvirlerle Trabzonlulara yer verilmesi düşünülmüştür. XVII. yüzyılda Osmanlı ülkesini birçok batılı seyyah gezmiştir. Elçilik heyetleri ile birlikte yolculuk, ticaret veya sadece seyahat amaçlı olmak üzere gezme sebepleri farklı olsa da ayrıntılı tasvirlerle Osmanlı toplumunu anlatmışlardır. Bunlardan ilki 505 T. Ş. S., 1843, 44, 1, K. Ş. S., 51, 170/4, 5 Cemaziyülevvel 1141 naklen SOLAK, 51 numaralı Konya Şer iye Sicili, (H / M ) Özet ve Dizin, s

139 incelenen dönemin başlarında 1650 lerde Osmanlı ülkesini gezen Jean THÉVENOT tur. Ona göre Hristiyan dünyasında pek çok kişi Türklerin büyük şeytanlar, barbarlar, kâfirler olduklarına inanır. Ama onları tanıyıp konuşmuş olanların duyguları bundan çok farklıdır. Çünkü Türklerin iyi insanlar olduklarına ve kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma kuralına gayet iyi uyduklarına şüphe yoktur. Doğuştan Türk olanlar dürüst insanlardır ve dürüst insana ister Türk, ister Hristiyan, isterse Yahudi olsun, saygı duyarlar, bir Türk ü olduğu gibi bir Hristiyan ı da aldatmanın caiz olmadığını söylerler. Türkler dinlerine son derece bağlı ve hayırsever insanlardır. Din konusunda hepsi gayretlidir ve onu kâinata yaymak için uğraşırlar. Bir Hristiyan a saygı duyduklarında ya da onu sevdiklerinde Ondan Türk olmasını rica ederler. 507 Büyük bir saygı besledikleri hükümdarlarına gözü kapalı itaat ederler. Hükümdarına ihanet edip Hristiyanların safına geçen bir Türk e hiç rastlamazsınız. Aralarında hiç kavga etmezler öyle ki askerler bile şehirlerde kılıç taşımaz. Bu da iki büyük nifak tohumu şarap ve kumarı yasaklayan Hz. Muhammed in siyasetinin sonucudur. İyi Türkler hiç şarap içmezler içene de saygı gösterilmez. Son derce kanaatkâr olup et tüketiminde de aşırıya kaçmazlar. Thévenot bu tespitlerini şöyle tamamlar: ben Türklerden bahsederken her dinden onların dinine geçip, ellerinden her türlü kötülük gelenleri değil doğuştan Türk olanları kastediyorum. 508 İncelenen dönemin hemen sonunda Osmanlı ülkesini gezen M. de M. D OHSSON da Osmanlı toplumun anlatırken Türklerin gayrimüslimlere hoşgörüsünden bahseder. Ona göre Hristiyanlar en çok da Rumlar sık sık eğlence tertip ederler. Eski adetlerine uyarak her türlü kâğıt oyununu hem de bahisli olarak oynarlar. Müslümanlar kendi dinleri için asla müsamaha edilemeyecek bu tür şeyleri Rumların yapmasına ses çıkarmazlar. Onlara karşı büyük bir hoşgörüleri vardır. Ancak Müslümanlar bu eğlencelerin yapıldığı Hristiyan bayramlarına iştirak etmezler. Türklerin kendileri ise kâğıt oyunlarını bilmezler. Aralarında satranç ve güreş yaygındır. Ancak asla bahse tutuşmazlar. Kadınlar ise haremlerinde salıncakta sallanmak ve körebe gibi oyunları oynarlar katiyen erkeklere karışmazlar. 509 XVII. yüzyılda Osmanlı ülkesini gezen ve bir kadın olarak Osmanlı kadınının günlük hayatını görmek imkânı olduğu için bu sahada çok önemli bilgiler veren Lady Montaqu da Osmanlı toplumunun günlük hayatında kadın ve erkek ilişkileri hakkında çok ayrıntılı bilgiler verir. Tesbitlerine göre bütün İslam toplumlarında olduğu gibi Osmanlılarda da günlük hayatta kadın ve erkeğin yerleri ayrıdır. Erkek aile hayatı dışındaki günlük yaşamını camide, işyerinde, kahvehane, bozahane gibi umuma mahsus yerlerde hemcinsleri ile birlikte geçirirken kadınlar genellikle evdedir. Bunun dışında kadının sosyal yaşantısında hamamlar (hem temizlik hem eğlence yeri olarak) ve çeşitli 507 Jean THÉVENOT, Thévenot Seyahatnamesi, çeviren: Ali BERKTAY, İstanbul, Kitap yayınevi, 2009 ss: Dönemin tüm batılı metinlerinde Türk olmak Müslüman olmak manasında kullanılmıştır. 508 THÉVENOT, Thévenot Seyahatnamesi, s M. D OHSSON, 18. Yüzyıl Türkiye sinde Örf ve Adetler, ss:

140 vesilelerle yapılan toplantılar (nişan, düğün, bayram, hacı uğurlama cemiyetleri vs.) önemlidir. Kadınlar nadiren evden çıkarlar. Bunun tek istisnası hayatlarında bir defa gittikleri hacdır. Müslüman kadınların tüm eğlencesi, evinin işini görmek, iş işlemek ve çocuklarının terbiyesiyle uğraşmaktır. Dış temasları ve okuma imkânları olmadığından evlerinin dışında olup bitenden habersizdirler. Çıktıkları zaman da her taraflarını kaplayan ferace denen bir elbise giyerler. Hristiyan kadınlar bilhassa Rumlar bu konularda serbesttirler. Rum kadınlarını dışarıda görmek her zaman mümkündür. Ancak bazen onlar da Türk modasına uyar ve gizlenirler. Zaten imparatorlukta yaşayan kadınlar hangi milletten olursa olsun gerek davranış gerekse giyim bakımından son derece edebe uygun hareket etmeye mecburdur. Kadı ve yardımcıları bu hususta çok ciddidir ve sıklıkla münadiler aracılığı ile bu yasaklar halka hatırlatılır. Bu disiplin erkekleri bilhassa Müslüman olanları da kapsar. Ancak bu anlatılanlardan Osmanlı kadınının günlük hayatta esaret içinde yaşadığı anlamı çıkmamalıdır. O bu konuda Yabancı seyyahların Türk kadınlarının esaretine acımalarına şaşırıyorum. Kadınlar diğer ülkelerde olduğundan daha serbest ve hür olarak yaşıyorlar. 510 demektedir. Bu anlatılanlar XVII. yüzyılda Trabzon'da yaşayanlar da dâhil olmak üzere genel olarak Osmanlı toplumunu tanımlamaktadır. Bu noktada Trabzon özeline bakılması şer'iye sicilleri ışığında elde ettiğimiz bilgileri değerlendirmemize yardım edecektir. 1- Trabzon Şehrinde Günlük Hayat XVII. yüzyıl Anadolu sunun en büyük ve önemli liman kenti Trabzon u tanımak istediğimizde Kommenosların başkenti olmasının da etkisiyle müsteşriklerin özel ilgisini çeken şehri ziyaret eden seyyahların anlatımlarında ayrıntılı tasvirler buluruz. Bu tasvirler hemen benzer ifadelerle yüzyıllar boyu tekrar edilmiştir. Burada XIX. yüzyılın üç seyyahını hatırlayabiliriz. Bunlardan Teophile Deyrolle Trabzon kenti deniz kıyısında kademeli bir şeklide kurulmuştur. Denizden görünüşü çok güzeldir. Portakal zeytin ağaçları arasında zarif, mermer sütunlara benzeyen minareler yükselir, kentin başlıca çarşısı Hristiyan mahallesindedir. Bitpazarı denen çarşı Anadolu nun farklı yerlerinden tüccarları bir araya toplar 511 derken Fontainer Trabzon adı Trapez den gelir. Kayalıkların üzerine yerleşen kentin önünde bir liman yer alır. Ancak gemiler kış aylarında Platana ya (Pulathane) kaçmak zorunda kalırlar. Kimi özel evler saldırıya uğrayan ev sahibinin kaçmasına yarayacak özel geçitlerle birbirine bağlıdır. Kentin çevresi hayal edilemeyecek güzelliklerle doludur 512 şeklinde şehri tasvir etmektedir. XIX. yüzyılda şehre gelen bir diğer seyyah da Charles Texier dir. O 510 Lady MONTAQU, Türkiye Mektupları , çeviren: Aysel KURUTLUOĞLU, Tercüman 1001 Temel Eser, Tercüman Gazetesi Yayınları, İstanbul, Tarihsiz, s DEYROLLE, 1869 da Trabzon dan Erzurum a Seyahat, s Cüneyt AKALIN Batılıların Gözüyle Trabzon Bir Tutkudur Trabzon, haz. Zekeriya KURŞUN, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1997, s

141 da Trabzon dan bahsederken önce tüm diğer gözlemciler gibi kentin masa anlamına gelen Trapezus adını almasının nedeninin sur duvarlarının dört köşeli biçimde olmasını belirttikten sonra Trabzon şimdi üç tuğlu ve müşir unvanlı bir paşanın yönetimindedir. Bu paşa doğuda Gümüşhane ve batıda Giresun arasında kalan bölgeyi yönetir. 513 şeklinde anlatır. İncelenen dönemden sonra şehri gezerek fiziki coğrafya ve iklimi anlatan batılılardan sonra döneme bakıldığında ilk dikkat çeken seyyah Evliya Çelebidir. Çelebi şehrin anlatmaya kalesini tanınarak başlar: Trabzon kalesi Boztepe nin eteği ile Karadeniz arasında iki büyük kaledir. Üç bölüktür. Birine Aşağı Hisar, diğerine Orta Hisar, iç kalesine Kule Hisarı derler. Kule hisarı kalesi hepsinden sağlamdır. Çünkü Boztepe ye dayanmıştır. Dağ tarafında cehennem kuyusuna benzer derin bir hendeği vardır ki içine yetmiş yedi adam girer. Tamamen kesme kayadır. İçinde bir camii, bekçi evleri, mahzenleri ve cebehaneleri vardır. Orta Hisar a açılan bir kapısı vardır. Dışarı açılan kapı budur. Bir Uğrun kapısı var ise de daima kapalı olup lüzumunda açılır. Bu üç kat kalenin büyüklüğü çevre olarak dokuz bin adımdır. Trabzon evlerinin çoğu kuzey, yıldız ve batı tarafına bakarlar. Bütün evleri kırmızı kiremitlerle örtülüdür. 514 Evliya Çelebi nin tasvirlerine göre Trabzon 17. iklim kuşağında Karadeniz in doğusunda körfez gibi bir deniz üzerinde kurulmuş İrem bağlarına benzer süslü bir şehirdir. Şehrin su ve havasının güzelliğinden dağlarında şimşir, bağlarında servi ve Rum cevizi ağaçları bulunur. Kıblesinde olan Erzurum da kış kıyamet olduğu zaman burada gül, reyhan erguvan açar. Kış olmaz gayet ılıktır. 515 Yine bir başka Osmanlı yazarı Aşıkpaşazâde de Trabzon için Trabzon bahçelerinde türlü türlü güzel yemişler, bağlarında tatlı tatlı üzümler olur. Kiraz armudu, bey armudu, gül armudu, Sinop elması ve kirazı çok makbuldür. Bundan başka melker üzümü, parmak üzümü, frenk üzümü en güzel üzümleri olup patlıcan inciri eşsizdir. Turunç ve narı çoktur. Büyüklüğü kiraza benzer bir Trabzon a özgü bir yemişi olur ki karayemiş derler. Olgunu ve yanığı pek tatlıdır. Ham olanı ve yarı olgunu buruktur, ağzı büzer. şeklinde kayıt tutmuştur. 516 Trabzon un fiziki coğrafyası, iklimi ve ürünleri ile ilgili yapılan bu kısa hatırlatmalardan sonra asıl üzerinde duracağımız konu olan XVII. yüzyıla Trabzonlulara bakıldığında ziyaret edenlerin notlarında şu tespitleri buluruz: 513 AKALIN Batılıların Gözüyle Trabzon, s EVLİYA ÇELEBİ, s EVLİYA ÇELEBİ, s GÖKYAY, Mehmet Âşık a Göre Trabzon ss:

142 2- XVII yüzyılda Trabzon Halkı Trabzon ile ilgili olarak Gökbilgin, Jennings ve Lowry nin çalışmaları elimizdedir. Ancak bu yazarlar Trabzon halkının yaşayışından ve ticari faaliyetinden çok etnik ve dini değişimi ile ilgilenmişlerdir. Onların tesbitlerine göre Ortaçağda Bizans imparatorluğunun bağımsız bir parçası olan Trabzon, Osmanlılar tarafından fethedildikten sonra din değiştirmeler ve göçlerle hızla İslamlaşmıştır. Bunun günlük hayata yansımasını yani Trabzon un toplumsal katmanları ve onların gündelik hayatları hakkındaki en fazla bilgiyi ise seyahatnamelerde bulabiliriz. Bunlar içerisinde özellikle incelediğimiz dönemde yapılmış ziyaretleri anlatması sebebiyle önemli bir başvuru kaynağımız Evliya Çelebidir. Ona göre Trabzon halkı çeşit çeşit elbiseler giymekte olup bu görüntüleriyle gül bahçesini andırmakta ve eskiden beri yedi kısma ayrılmaktaydı: İlki güzel elbiseleri ve kürkleri olan âyân ve beyzâdelerdir, İkincisi ilim ile meşgul olan âlimler, üçüncüsü Azağa, Kazağa, Mikril e, Abaza ya, Çerkeş e ve Kırım a giden tüccarlardır. Dördüncü kısım sanat ehlidir. Beşinci kısım gemiciler olup bunlar Karadeniz içerisinde gezerek ticaret yapıp kâr ederler. Altıncı kısım bahçıvanlardır. Son kısım ise balıkçılardır. Hepsi ahlaklı ve garip dostu insanlardır. 517 Evliya Çelebi şehir halkından ve geçim kaynaklarından da bahseder. Trabzon denizlerinde nefis balıklar avlanır. Mezgit ve Kalkan balıkları enfestir. Ancak halkın en çok itibar ettiği kışın hamsin günlerinde avlandığı için hamsi adı verilen balıktır. Bu balığı avlamak için küçük sandallarla giden balıkçılar dönerken bunu avladıklarını halka bildirmek için bir boru öttürürler. İki-üç fersah mesafeden bu boru sesini duyan halk ölüsü-dirisine binip baş açık yalın ayak giderler. Bu balık bir karış kadar ince ve morca cilalı, gümüş gibidir. Trabzonlulara hastır ki kırk çeşit yemeğini pişirirler. Kebabı, çorbası, pilakisi, yahnisi, yemeği ve baklavası olur. Hamsi balığı Trabzon halkının günlük deyişlerine de yansımıştır. Trabzon dur yerümüz Ahça tutmaz elümüz Hapsi paluk olmasa Nice olurdu halumuz dörtlüğünün halk arasında bilindiğini sıklıkla söylendiğini kaydeder. 518 Halkın özellikle orta halli ve fakir kesimleri hamsi balığı ile o kadar içli dışlıdır ki Trabzon un kibar beyefendileri avamıyla hapsi balığı diye alay ederler. 519 Trabzon'da yaşayan insanlar günlük hayatta giydikleri kıyafetlerinden de tanınabilirlerdi. Osmanlıların tebaayı belli grupların üyesi olarak belirleme isteği mekâna ve giyim kuşama belirgin biçimler getirmişti. Gezinen, oturan ve birbiri ile 517 EVLİYA ÇELEBİ, s EVLİYA ÇELEBİ, s GÖKYAY Mehmet Âşık a Göre Trabzon s

143 konuşan kişilerden kimin devlet görevlisi, kimin reayadan olduğu anlaşılabilir, hangisi Müslüman hangisi gayrimüslim, kim din adamı kim esnaftan kim tüccardandır sezilebilirdi. Belgelerden anlaşıldığı kadarı ile her cemaat üyesinin giyeceği pabucun, makramanın, üstlüğün, gömleğin rengi ve biçimi belirlenmişti. Şerif Mardin e göre bunun sebebi yönetici sınıfın herkesin kendi yerini bilmesine verdiği önemdir. 520 Ancak bu kurallar her zaman çok da katı uygulanıyor değildi. XVII. yüzyılda Thévenot bazı renkler hariç Rumların Türklerle aynı tip elbiseleri giydiğini, ancak ister Hristiyan ister Yahudi olsun gayrimüslimlerin başlarına giydikleri serpuşlarda yeşili kullanmaya cesaret edemediklerini, fakat yeşilin dışında her rengi kullanabildiğini yazar. 521 Yeşil ve beyaz sarık sarmak ise Türklere mahsustu. Hristiyanlar ise mavi başlık kullanırlardı. Türklerin en fazla beğendiği renk yeşil ve beyazdır. Yeşil saten eyalet paşalarının resmi elbisesidir. Bunlar eyaletlerde padişahın vekilidirler. Bu konuda söylenecek son söz bu kuralların örfi kaynaklı olup, dini dayanağı olamadığıdır. Esasen bu düzenlemelerin asıl sebebi güvenliktir. Bu konuda kadılara gönderilen hükümlerde açıklamalar vardır. Buna göre reayanın sipahi gibi giyinmesinin bir takım suçları işleyenlerin yakalanmalarında suçu işleyenlerin tespitini zorlaştırdığı ifade edilmektedir. 522 XVII. yüzyıl Trabzonluları ile çok sonraki nesillerinin benzer özellikler taşıdığını düşünebiliriz. Nitekim XIX. yüzyılda Trabzon a uğrayan Deyrolle Trabzonlulardan bahsederken Anadolu nun muhtelif ırklarından olan tüccarlar arasındaki karakter farkları pek bariz görülür. Türk ciddi sessiz çubuğunu çekerek müşterisini bekler. Müşteri alacağı şeyi evirip çevirdikten sonra fiyatını sorar. Dükkâncının ağzından bir rakam düşer. Artık pazarlık etmek faydasızdır. Bütün sözlerin cevabı dükkâncının aşağı-yukarı bir baş hareketidir. Bu harekete dilin damağa çarpmasıyla çıkan bir de ses eklenir. Rum ve Ermeni ise tamamen başkadır. Müşteriye seslenirler. Esvabından tutup çekerler. Bir laf sağanağına tutarlar. Ona en yumuşak kelimelerle hitap ederler. Kardeşim Ruhum Dostum derler ve gösterdikleri malın iki misli değerini isterler. Bununla beraber Ermeni tüccar Rum dan daha ağır ve namusludur ifadelerini kullanmaktadır KENANOĞLU, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, s THÉVENOT, Thévenot Seyahatnamesi, s Reaya taifesinden bazısı yarar atlar ve yundlara binip ve kırmızı çuka yağmurluklar ve kırmızı çakşırlar ve dolamalar ve yarma mahmuzlu kesik çizme pabuçlar giyip ebna-i sebilin gece ve gündüz ahyanen yolları basıldıkta hırsız kim idüğü malum olmayıp KENANOĞLU, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, s Teophile DEYROLLE, 1869 da Trabzon dan Erzurum a Seyahat, s

144 3- XVII. yüzyılda Trabzon'da Köleler Köle alınıp-satılabilen miras bırakılabilen konuşan mal demektir. Herhangi bir ticari emtia gibi hukuki işlemlere konu olması bakımından maldır. Ancak iman, namaz, oruç, gibi şahsi dini mükellefiyetler bakımından hür insandan farkı yoktur. Mali özgürlüğe sahip olmadığından hac ve zekâttan ise masundur. 524 Köleliğin en önemli kaynağı savaş esirleridir. İnsanoğlu savaşmaya başladığı andan itibaren savaş esirlerini köle olarak kullanmaya da başlamıştır. Bu kaynak oluşa atfen Osmanlılarda köle kelimesi yerine esir kelimesinin de kullanıldığı görülmektedir. Bundan başka kaçırma, satın alma ve hediye etme de köle sahibi olmak için kullanılan diğer kaynaklardı. 525 Köleler XVII. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon toplumunda da varlıkları bilinen bir toplumsal kesimdi numaralar arasında yer alan 6 sicili kapsayan 12 senelik dönemde Trabzon mahkemesine köleler ile ilgili 103 dava kaydı yansımıştır. Bu kayıtlardan 62 tanesi köle azadına ilişkin kayıtlardır. 526 Anlaşılan İslam dininin köle azat etmeyi teşviki XVII. yüzyıl Trabzon unda karşılık bulmuştur. Mesela 1833 numaralı sicilde Kulini Allah için ıtlak eylediğine dâir kayıtta Trabzon yeniçeri zabiti Ebubekir Çavuş un Ebûbekir Çâvûş abd-i müterâlarından işbu elâ gözlü ve Kara kaşlu akçe benizli orta boylu Ali nâm kulun hasbeten illâh azâd ve ıtlâk eyledi diye vekîl-i mezkûr Süleymân Çelebî Bey cevâbı muharrer olunur kaydına rastlıyoruz. 527 Köle azat eden kişinin kimliğinde de görülebileceği gibi köle sahipleri genellikle üst tabakaya mensup kişilerdi. Bu durumu en rahat unvanlardan anlamaktayız. Zira teorik olarak her kesimden insanın köle sahibi olması mümkün ise de sicillerden anlaşıldığı kadarı ile beşe, çelebi, ağa ve hacı unvanlı kişilerin köle sahipliğinde belirgin bir üstünlüğünün varlığı dikkati çeker. Zira sicil incelemelerinde tesbit edilen köle satışlarından XVII. yüzyıl ikinci yarısı Trabzon unda bir kölenin fiyatının 100 kuruş civarında olduğu anlaşılmaktadır. Yine siciller üzerinden yapılacak bir tespitte bu rakam aynı dönemde şehirde ortalama bir ev fiyatıdır. Bu durumda köle sahibi olan bir kişinin en azından ortalamanın üstünde 528 bir ev sahibi de olduğu düşünüldüğünde gelir 524 Zübeyde GÜNEŞ YAĞCI, Karadeniz Köle Ticareti Tarih Boyunca Karadeniz Ticareti ve Canik Sempozyumu, ed. Osman KÖSE, C. II, Canik Belediyesi Yayınları, Samsun, 2013, s Civan ÇELİK, Beyaz Köle Ticaretinde Karadeniz Ticaret Yolu ve Canik, Tarih Boyunca Karadeniz Ticareti ve Canik Sempozyumu, ed. Osman KÖSE, C. II, Canik Bel. Yayınları, Samsun, 2013, s Aslı DELİKTAŞ, Toplumsal Algıda Abd-ı Memluk : Trabzon Şer'iye Sicillerine Göre Erkek Köle Kimliğini Şekillendiren Dini ve Sosyal Teamüller Uluslararası Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Çalışmaları Komitesi CIEPO-22. Sempozyumu 4-8 Ekim 2016, Trabzon, KTÜ Tarih Bölümü, Trabzon, T. Ş. S., 1833, 102, 2, Zira köle de ev halkından bir kişi olarak ev sakinleri ile aynı mekânda ikamet edeceğine göre dönem için dört-beş nüfuslu bir ev halkına yeterli olan bir ev kölesi de olan bir aileye yeterli gelmeyecektir. Nihayetinde Osmanlı evinin genellikle tek ya da çift odadan ibaret olduğu düşünüldüğünde ortalama bir evde yaşayan orta sınıf bir ailenin değil en az üç odadan ibaret büyük bir evde yaşayan bir ailenin kölesi 130

145 durumunun en azından orta-üst seviyede olması gerektiği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu rakamsal değerler imparatorluğun hemen her bölgesi için benzerlik göstermektedir. Mesela XVII. yüzyılın ikinci yarısında Konya da da bir kölenin fiyatı ila akçe arasında değişmektedir. 529 Köle sahiplerinin varlıklı kişiler olduğu başka bir okumayla da anlaşılabilir. Nitekim numaralı sicillerde tespit edilen 103 kölenin sahibinin 90 tanesi Trabzon merkezde ikamet etmektedir. Sadece kalan 13 köle sahibi Trabzon un köy ve kasabalarında yaşamakta olduğundan dönemde nüfusun çok büyük kısmının köy ve kasabalarda ikamet ettiği de göz önüne alındığında taşrada köle ile karşılaşılmasının nadir rastlanacak bir durum olduğu anlaşılmaktadır. Nihayetinde şehrin askeri yönetici kesimi şehirde yaşamakta ve köleler de onların konaklarında hizmetçi olarak bulunmaktadırlar. Kölenin Osmanlı toplumunun her kesiminin elinde yaygın olarak bulunması özellikle savaşlardan çok miktarda esir alındığı XVI. yüzyıl için geçerli olmalıdır. Başarılı geçen bir seferden sonra köle fiyatları çok düşer orta halli bir Osmanlı köylüsü bile köle sahibi olabilirdi. 530 Ancak bu durum geçmişte kalmıştı. Çünkü XVII. yüzyılın ikinci döneminde Osmanlı devletine köleler savaşta esir edilme yoluyla değil satın alma yoluyla geliyor, bu sebeple de köle sahibi olmak önemli bir mali gücü gerekli kılıyordu. Köle sahiplerine cinsiyet açısından yaklaşıldığında da zenginlik vurgusunun anlamlı izlerini görmek mümkündür. Nihayetinde kadınların en önemli gelir kaynağı erkek kardeşlerinin yarısı oranında aldıkları mirasları iken ticari hayatta faal olan erkeklerdi. Gerçi kadınların ticari hayata yer almalarının önünde bir engel yoktu ancak hemen toplumda ve her zamanda olduğu gibi ekonomik faaliyetler genellikle erkeklerin elindeydi. Bu durumun da etkisiyle mesela Trabzon'da mahkemeye intikal eden köle sahipleri arasında erkeklerin belirgin bir üstünlüğü vardır yılları arasındaki 12 senede mahkemeye köleleri ile ilgili konular için gelen köle sahipleri arasında 56 erkeğe karşın sadece 6 kadın vardır. 531 Bunların da şehrin önde gelen ailelerine mensubiyeti kölelerinin kendilerine miras olarak kalmış olabileceğini düşündürmektedir Kölelere yaptırılan iş bahsedildiği gibi sıklıkla nüfuzlu kişilerin konaklarında hizmetçilik oluyordu. Ancak İslam dinindeki köleye yediğinden yedirip, giydiğinden giydirme hükmünün etkisiyle kölelerin toplumda yaşam standartları fakir ve hür bir olduğu tahmin edilebilir. Burada ev nüfusu ve büyüklüğü için yapılan tahminlerle ilgili ayrıntılı mütalaa ve belgeler için bu tezin Osmanlı Evi, Osmanlı Ailesi kısımlarına bakılabilir. 529 OĞUZOĞLU, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında Konya Şehir Müesseseleri ve Sosyo-Ekonomik Yapısı Üzerine Bir Araştırma, ss: FAROQHI, Osmanlı da Kentler ve Kentliler, s DELİKTAŞ, Toplumsal Algıda Abd-ı Memluk : Trabzon Şer'iye Sicillerine Göre Erkek Köle Kimliğini Şekillendiren Dini ve Sosyal Teamüller 131

146 Osmanlı reayasının da üstünde olabiliyordu. Hatta Trabzon'da kölesine ev bağışlayan zenginlere dahi rastlanmıştır. 532 Osmanlı toplumunda kölelerin yaşam standartlarının yüksek oluşunun etkisiyle özellikle kıtlık zamanlarında kişilerin çocuklarını köle olarak satması durumu ile de karşılaşılabilmiştir. Köle olarak satmanın yanında hem bir meslek ve sanat öğrensin hem de geçimi ustasının üzerinde olsun diye özellikle fakir ailelerin çocuklarını çırak olarak belli bir zanaat ustasına yatılı çırak olarak verdikleri de oluyordu. Gündüz ustası ile atölyede çalışan bir çırağın akşam da ustasının evinde kaldığına göre evde de ustasının karısının emirlerine uymak zorunda olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda özellikle ailesi tarafından çırak olarak verilen küçük bir çocuğun da köle yerine konulması mümkün olabiliyordu. Aynı durum hizmetçiler için de belli bir noktaya kadar geçerli idi. Günlük yaşamda bir hizmetçi ile köle arasındaki ayrım çoğunlukla fark edilemeyecek kadar ince idi. Ancak ne var ki hukuki ayrım çok kesin ve netti. 533 Mesela hiçbir mahkeme kaydında gerek vak a şahidi olarak olsun gerekse şuhud ul hal olarak olsun köleleri şahit olarak göremeyiz. Yine hür bir kişi olmadığından mahkemede temsil salahiyeti olmayan kölelere karşı işlenen suçlarda da hakkını sahibinin aradığı anlaşılmaktadır. Böyle bir olayda Sürmene kasabası sakinlerinden Mustafa b. Derviş kölesinin Yunus Çelebi b. Ömer tarafından bıçakla yaralandığını dava ederek ihkâk-ı hak talep etmişti. 534 Osmanlı devletinde hiçbir Müslüman asla köle yapılamazdı. Bu konuda zaman zaman emirler gönderilerek bu durumda olan Müslümanların derhal azat edilmeleri istenmiştir. Nitekim Trabzon sicillerinde sadece çok az sayıda Acem asıllı köle mevcuttur ki İran ın savaş yapılan bir ülke olması sebebiyle diğer taraftan acemlerin mezhep ihtilafından dolayı köle yapılabildiği düşünülebilir. Zira özellikle savaş dönemlerinde İran ın sapık mezhep üzere olması dolayısıyla küfrüne fetva verilmesi vakıadır. Trabzon sicillerinden XVII. yüzyılın ikinci yarısında şehirde yaşayan ve ismi tesbit edilebilen 233 köleden 92 si Gürcü, 35 i Rus asıllı olup, 69 unun da milliyeti tesbit edilemediğine göre şehrin en önemli köle kaynağının Kafkasya dan şehre yapılan esir ticareti olduğu ortaya çıkmaktadır. 535 Bütün bunlarla birlikte Osmanlı devletinde kölelerin gerek hukuki gerekse günlük hayatın akışı içerisinde toplum hayatında durumlarının aynı dönemdeki Avrupalı köleler ile karşılaştırıldığında kıyas edilemeyecek derecede iyi olduğu anlaşılmaktadır. Her şeyden önce hukuk önünde eşitlik vardır. Yani suçların cezası herkes için aynı olduğu gibi herhangi bir mağduriyet durumunda da Kadı nın işlem tesis etmedeki tavrı 532 DELİKTAŞ, Toplumsal Algıda Abd-ı Memluk : Trabzon Şer'iye Sicillerine Göre Erkek Köle Kimliğini Şekillendiren Dini ve Sosyal Teamüller 533 FAROQHI, Osmanlı da Kentler ve Kentliler, s T. Ş. S., 1833, 102, 2, ÇELİK, Beyaz Köle Ticaretinde Karadeniz Ticaret Yolu ve Canik, s

147 aynı olmaktadır. Mesele herhangi bir ölüm hadisesinde ölen şahsın statüsü yani Müslüman veya gayrimüslim olması veya köle ya da hür olmasının yapılacak işleme tesiri yoktur. Ölen kişi kim olursa olsun mahkeme aynı prosedürü uygulamaktadır. 536 Mesela 1059 senesinde Trabzon valisi Mustafa Paşa nın mübaşiri Ahmed Ağa Zağanos köprüsünden düşerek ölen köle Fatma nın nasıl düşüp öldüğünün tespitinin yapılmasını istemiştir. Konu şahitlerle tesbit edilerek Fatma nın mecnun oluşu dolayısıyla tazminata gerek olmadığına hükmedilmiştir. Burada Fatma köle değil de hür bir kişi de olsa idi mahkemenin yapacağı işlem aynı olurdu. Zaten hükme esasa olmak üzere mahkemede incelenen fetvada aklı başında olmayan kadının kendisini yüksek yerden atması ile helak olması üzerine mahalleliden öşür talep olunur mu sorusuna olmaz cevabı verilmiş olup kişinin hür ya da köle oluşuna dair bir hüküm farkı mevcut değildir. 537 Yine başka bir örnekte unvanından askeri kesimden olduğu anlaşılan Mehmet Beşe Lefter v. Yuri nin gece suya giderken yaralanan cariyesinin hakkını aramaktadır. Anlaşılan cariye Katerina nın hem cariye hem gayrimüslim oluşu üstüne efendisinin de Müslüman olamayıp gayrimüslim olması onun hakkının aranması için bir engel teşkil etmemiş şehrin yöneticilerinden birisi onun hakkını aramak için mahkemeye başvurmuştur. 538 C) XVII. YÜZYILDA TRABZON'DA OSMANLI EVİ 1- Fiziki Yapı Trabzon evlerinin nasıl bir yapı arz ettiğini ortaya çıkaracak görsel malzemeden mahrum bulunmaktayız. Bunun muhtemel nedeni o dönemlerde büyük oranda ahşaptan olan evlerin ahşabın normal şartlar altındaki dayanıksızlığı ve yangınlar neticesiyle tamamıyla yok olması, bir diğer nedeni de modern zamanlarda arsa fiyatlarının çok önemli oranda artması neticesinde eski evler yıkılarak yerine çok katlı apartmanlar dikilmiş olmasıdır. 539 Bu eksikliğe rağmen dönemin Trabzon evleri hakkında yazılı kaynakların varlığı, söz konusu boşluğu bir ölçüde dolduracak malzemeyi vermektedir. Osmanlı tarihi çalışmalarında içerdikleri belge gruplarının zenginliği ile araştırmacılara geniş bir çalışma imkânı sağlayan şer iye sicilleri görsel malzemenin eksikliğini dolduran çok önemli bir kaynak grubunu oluşturmaktadır. Siciller incelendiğinde en fazla yer alan belge türlerinden birinin mülk satış belgeleri olduğu görülür. 536 Kenan İNAN, Taşrada Bir Yeniçeri Zabiti, Ebubekir Çavuş, Onyedinci Yüzyıl Ortalarında Trabzon'da Sosyal ve İktisadi Hayat, Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları, Trabzon, 2013, s T. Ş. S., 1831, 16, 2, 5; T. Ş. S., 1831, 16, 2, T. Ş. S., 1832, 3, 2, Turan AÇIK, Bir Yeniden İnşa Denemesi: 18. Yüzyılın Ortalarında Trabzon Evleri Hakkında Bazı Tespitler Trabzon Kent Mirası: Yer-Yapı-Hafıza, Ed. Ömer İskender TULUK-Halil İbrahim DÜZENLİ, İstanbul, Klasik Yayınları, 2010, s

148 Kadı nın gördüğü noterlik vazifesinin ürünleri olan mülk satış belgelerini günümüzün tapu kayıtlarına benzetmek mümkündür. Mülk satış belgelerinin dikkatle incelenmesi onların belli kurallara uygun olarak tutulduğunu göstermektedir. Kayıtların belli standartlar çerçevesinde tutulmuş olması araştırmacılara sistematik bir şekilde bilgi toplama kolaylığı sağlamaktadır. Nitekim bizim konumuz açısından bakıldığında belgelerin tamamında satılan mülklerin kaç katlı olduğu, sahip olduğu müştemilat sıralanmıştır. 540 Mesela 1831 numaralı sicilin 3. varağında arka arkaya yer alan Menzil ve cümle tevabiinin satışına dair kayıtlarda satılan menzil ile birlikte tevabii olarak ifade edilen zeytin ağaçları, su kuyuları, bahçeleri tek tek sayılmaktadır. 541 Bu incelemelerden elde ettiğimiz bir çıkarım mülk satışlarında ilk sırayı evlerin aldığı tespitidir. Mesela 1916 dan başlayıp 1922 ye kadar devam eden ardışık 7 sicilde yer alan 186 satışın ü (%72) ev satışlarına aittir. Turan AÇIK ın saydığı 7 sicilde var olan toplam 186 satış XVII yüzyılın ortaları için bir sicilde tesbit edilen 23 rakamı ile örtüşmektedir. Görüldüğü kadarı ile Trabzon'da bir yılda yaklaşık kadar satış işlemi yapılmaktadır. Bu tespitin bir diğer sonucu da yaklaşık 100 yıllık süre içerisinde şehrin nüfusunda ve ekonomik hareketliliğinde kayda değer bir değişim olmadığı şeklindedir. Konu bundan sonraki bölümde daha ayrıntılı mütalaa edilecek olup, şehrin ekonomik anlamda canlanması için Karadeniz ticaretinin yeniden uluslararası nitelik kazandığı XIX. yüzyılın beklenmesi gerektiği görülecektir. Gayrimenkullerin satış fiyatları resmen belirlenmeyip karşılıklı anlaşmaya bağlı serbest piyasa koşullarına göre oluşmakta rakamlar semte, taşınmazın özelliğine ve karlılığa göre değişmekteydi. 543 Sicillerde evlerin yapı malzemesi hakkında çok fazla açıklayıcı bilgi yoktur. Ancak Jennings Maçka üzerine yaptığı araştırmada evlerin genelde ahşaptan yapılmış olduğunu ve üzerlerinin de kiremitle kaplı olduğunu tesbit ettiğini söylemektedir. 544 Maçka ile ilgili bu tespitin aynı iklim koşulları ve yapı malzemelerine sahip Trabzon da da geçerli olduğunu düşünmememiz için bir sebep yoktur. Nitekim aynı konuda Kenan İNAN da Yapı malzemesi bölgenin coğrafi şartlarından dolayı ahşap ağırlıklıdır. Çatı yapıları ise genelde kiremittir. demektedir AÇIK, Bir Yeniden İnşa Denemesi: 18. Yüzyılın Ortalarında Trabzon Evleri Hakkında Bazı Tespitler ss T. Ş. S., 1831, 3, 1, 3; T. Ş. S., 1831, 3, 1, 4. vd. 542 AÇIK, Bir Yeniden İnşa Denemesi: 18. Yüzyılın Ortalarında Trabzon Evleri Hakkında Bazı Tespitler ss: ŞEN, Trabzon Tarihi, s Ronald JENNİNGS, The Society and Economy of Maçuka in The Ottoman Judical Registers of Trabzon ( ) (ed.) Continuity and Change in Late Byzantine and Early Ottoman Society, Washington, 1986, s. 130 naklen AÇIK, Bir Yeniden İnşa Denemesi: 18. Yüzyılın Ortalarında Trabzon Evleri Hakkında Bazı Tespitler, s Kenan İNAN, Kadı sicillerine göre Trabzon Şehrinin Fiziki Yapısı ( ), XVII. yüzyıl Ortalarında Trabzon'da Sosyal ve İktisadi Hayat, Trabzon Belediyesi Yayınları, Trabzon, 2013, s

149 Yapı malzemesi ile ilgili bir açıklık olmadığından ahşap olduğunu kuvvetle tahmin ettiğimiz bu malzemenin cinsi konusunda bir ipucu bulmayı düşünemeyiz. Ancak genel olarak Osmanlı evlerinde dünyanın en dayanıklı ağacı olan meşenin kullanıldığını biliyoruz. Meşe bölgede de olduğuna göre ev yapımında da kullanılmış olmalıdır. Bundan başka çok yakın zamanlara kadar Trabzon da kestane ağacından yapılmış evlerinde olduğu bilinmektedir. Hem dayanıklı oluşu hem de güvenin bu ağaca gelmemesi nedeniyle tercih edilen kestanenin XVII. yüzyılda da tercih edildiğini düşünebiliriz. Sonuçta evlerin fiziki yapısını iklim, tabiat şartları, gelenek, teknoloji ve nihayet şahsi tercih ve maddi imkânlar belirlemektedir. 2- Ev ve Müştemilatı Şehrin dar kıyı şeridine sıkışmış olması evlerin de iki katlı ve dar alanlara sıkışması sonucunu doğurmuştu. İki katlı Trabzon evlerinin üst katında odalar ve salon alt katında ise ahır ve kiler bulunuyordu. Mutfak genelde ana binadan ayrı olup avlunun bir köşesindeydi. Avlunun diğer köşelerinde ise su kuyusu ve tuvalet bulunurdu. Sicil kayıtları ölçü alınarak Osmanlı evinin prototipi çizilmeye çalışıldığında birbirine benzer şekilde nadiren tek ve sıklıkla iki katlı yapılarla karşı karşıya kalırız. Bu durum sicillerde fevkani ve tahtâni olarak ifade edildiği gibi, 18. Yüzyıl Trabzon evini araştıran Turan AÇIK ın tesbitlerine göre beyt-i ulvi ve beyt-i süfli olarak da ifade edilmiştir. Turan AÇIK beyt tabirinin hem ev hem de oda için kullanıldığını ifade etmiş ise de 17. yüzyıl sicilleri üzerinde yapılan çalışmada beytin her zaman ev karşılığı olarak kullanılmış olduğu görülmektedir. Bu durumda iki dönem arası anlam genişlemesi olabileceği düşünülebilir. Bu savı destekleyen bir açıklamaya Turan AÇIK ın çalışması üzerinde yapılacak dikkatli bir okumayla da ulaşılabilir. Şöyle ki AÇIK beyt tabirinin hem ev hem de oda için kullanıldığını ifade ederken çalışmasının dipnotunda genellikle Trabzon da beyte ev, İstanbul da ise oda denildiği şeklinde açıklama yapmaktadır. Bu durumda İstanbul anlamının zamanla ülkeye yayılmış olduğu düşünülebilir. 546 Odalar arası geçişi sağlayan sofalar ise hemen her evde bulunan birimlerdir. Sofaların günümüz kullanımında hol karşılığı olarak sadece odalar arası geçişi sağlayan birimler olmayıp günlük hayatın yaşandığı yerler olduğunu düşünmemiz için de bir takım veriler elimizde mevcuttur. Bu durumda çekirdek aile zihniyetinin yerleşememiş olduğu her bir evde geniş aile mantığıyla gümünüzdeki karşılığı ile birçok aile yaşadığı göz önüne alınırsa sofa birkaç kuşağın birlikle yaşadığı geniş ailenin ortak yaşam alanı, odalar ise her küçük ailenin belki de akşam istirahat ettiği özel yaşam alanı olmaktadır. Osmanlı evinde hemen hepsinde bulunan önemli bir eklenti de bahçe ve avlulardır. Evin tamamlayıcı bir unsuru olarak hemen her Osmanlı evinde yer alan ve 546 AÇIK, Bir Yeniden İnşa Denemesi: 18. Yüzyılın Ortalarında Trabzon Evleri Hakkında Bazı Tespitler s. 219 ve s. 231 de 20. dipnot. 135

150 kaynağını aldığı İslamiyet teki mahremiyet kavramını korumak için yüksek duvarlarla çevrili olan avlu, ev sakinlerine sokağı aratmayacak bir ortam sağlıyordu. Çamaşır ve bulaşık yıkama, kışlık yiyecekleri hazırlama, odun kesme, hayvan bakımı, yemek ve ekmek pişirme ve küçük çapta da olsa sebze ve meyve yetiştirme alanı olan bu yer her aile için vazgeçilmezdi. Günlük ihtiyaçların karşılanmasında çok önemli yeri olan avlu ve bahçelerde; fırın, kenef ve hamam odaları da bulunurdu. 547 Suraiya Faroqhi nin ailenin ayrılmaz bir parçası 548 olarak adlandırdığı avlunun Trabzon da çok önemli olduğu sicil kayıtlarındaki satışa konu avlulu evlerin toplam evlere kıyaslanması ile ortaya çıkmaktadır. Mesela Turan AÇIK ın incelediği 134 ev satışından 101 tanesi (%75) avlulu evlerdir. 549 Hatta kimi evlerde iki avlu olduğu görülmektedir. Tahmin edilebileceği gibi bu evler fiyat olarak da daha pahalı evlerdir. 550 Evlere dâhil olduğu anlaşılan bir diğer birim de samanlıklar ve ahırlardır. 551 Bunların mevcudiyeti evlerde hayvanlar da olduğunu düşündürmektedir. Nitekim bazı sicillerde ev ile birlikte ev hayvanları da satışa konu edilmiştir. 552 Ancak gerek bu satışların nadir yer alması gerekse genel anlamda Trabzon sicillerinde hayvan satışına dair kayıtların azlığı şehirde kişinin ihtiyaç duyduğu yük ve binek hayvanı ile çok çok birkaç baş sırf aile bireylerinin ihtiyacına yönelik bir hayvan varlığını bize düşündürmektedir. Çünkü Trabzon da bu dönemde olsun öncesinde ve sonrasında olsun ticari anlamda hayvancılık mevcut değildir. Trabzon gibi yağışlı mevkide ürünleri bozulmadan saklamak önemli bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacı karşılamaya matuf hemen her evde mahzen ve kilerler mevcuttur. Bundan başka yine ailenin ihtiyacını karşılamaya matuf çardak, mutfak, aşhane ve taşhane gibi birimler de evlerle birlikte satılmış maddi kıymetinden dolayı da kâtipler tarafında kayda geçirilmiştir. Bizler çok doğal olarak kâtibin eve maddi değer kazandıran önemli eklentileri kayda geçirdiğini düşünmekteyiz. Mülklere dâhil olarak satılan bir diğer birim de su kuyularıdır. Kaynakların bi r-i mai olarak kaydettiği su kuyuları satılan birçok evde bulunmaktadır. Hatta bazı evlerde iki kuyu olması, birçok evde çeşmelerin bulunması bize Trabzon halkının suyu çokça kullandığını izah etmektedir. Kuyuların çokluğu Trabzon da hanelerin su edinme konusunda sıkıntı yaşamadığını ve suyun Trabzon toplumunda özellikle önemsendiğini 547 Yılmaz CAN, İslam Şehirlerinin Fiziki Yapısı, TDV. Yayınları, Ankara, 1995, ss: Suraiya FAROQHI, Men of Modest Substance: House Owners and House Property in Seventeeth Century Ankara and Kayseri, Cambridge University Press, Cambridge, 1987, ss AÇIK, Bir Yeniden İnşa Denemesi: 18. Yüzyılın Ortalarında Trabzon Evleri Hakkında Bazı Tespitler s Çift avlulu fiyatı yüksek olan iki ev için T. Ş. S., 1920, 39, 5; T. Ş. S., 1920, 42, 3. AÇIK, Bir Yeniden İnşa Denemesi: 18. Yüzyılın Ortalarında Trabzon Evleri Hakkında Bazı Tespitler s Müntakil ev bâğçe ahur satışı T. Ş. S., 1833, 34, 1, Ev ve hayvanlarını satışına dâir T. Ş. S., 1846, 85,1,

151 göstermektedir. Bu durum yani suyun toplumda önemli yer tutması fetihten bu döneme gelinceye kadar şehrin İslami bir kimliğe büründüğünü de düşündürmektedir. 553 Su ile bağlantılı satışa konu bir başka mülk de ağaçlardır. Kaynaklarda sıklıkla meyveli-meyvesiz ağaçların da gerek ev ile birlikte gerekse de müstakil olarak satıldığı geçmektedir. 554 Bunlar başta zeytin olmak üzere dut, erik, nar, ayva, incir, turunç, limon ve karaağaç şeklinde sıralanabilir. Bunlardan özellikle zeytin sıklıkla geçmektedir. 555 Nitekim vakıfların gelir kaynaklarında zeytinin isminin zikredilmesi önemini açıklar. 556 Yine sicillerde bahçelerin çokluğu dikkat çeker. Bu durum şehrin fiziki yapısında yeşilin en hâkim görüntü olduğunu akla getirir. Bahçelerin büyüklükleri ile ilgili çok fazla veri elimizde yoktur. Turan AÇIK çalışmasında sadece bir kayıtta bir dönüm büyüklüğünde bir bahçe tesbit edilebildiğini söylemektedir ki bu Trabzon şartlarında büyük bir bahçedir Trabzonlunun Bakış Açısı İle Yaşam Alanı Bir başka açıdan bakıldığında evlerin Osmanlı insanının yaşam standardı ile uyumlu bir mimari gözettiği, Onun hayat felsefesini yansıttığı görülmektedir. Bu çerçeveden olarak mesela komşuluk haklarına uyulmaktadır. Kimsenin evi bir diğerinin içine bakmamakta, kimse kimsenin havasını, güneşini, göz hakkını kesmemektedir. 558 Osmanlı insanının hayat felsefesi açısından evine bakıldığında bir diğer önemli unsur doğayla barışık bir yapılaşma zihniyetinin varlığıdır. Evet, gerçekten Osmanlı evi tabiata çok müdahale etmeyen onunla uyumlu bir yapıdır. Yine aynı şekilde Osmanlı konut mimarisinin en önemli özelliklerinden birinin de mütevazılık olduğunu tesbit etmek yanlış olmayacaktır. Bu tesbiti 18. Yüzyıl Türkiye sini gezen D Ohsson da yapmıştır. Onun anlatımına göre inşaatlarda göze çarpan ilk şey sadeliktir. Süsleme yapmak istediklerinde bunu içte yaparlar. 559 Hiçbir zaman dışarıda halkın göreceği mekânda süsleme yapılmaz. Müslüman olsun gayrimüslim olsun hemen tüm tebaanın evleri siyaha boyanmıştır. Evler her tarafta ahşap yapılır, kırmızı kiremitle örtülür. Taş 553 TOSUN, Şer iye Sicillerine Göre Trabzon da Mülk Satışları (H: ), s Üzüm ve Ceviz eşcarının satışı T. Ş. S., 1832, 3, 1, Zeytin ve asmalı ağaç satışı T. Ş. S., 1848, 43, Mesela T. S. Ş., 1835, 42, 2, 3 de kayıtlı sicilde Evkâf arazisinde olan zeydin ağaçlarına verdiği zarara dâir dava kaydı mevcuttur. Konu hakkında ayrıntılı bilgi için bk. Kenan İNAN, 1831 Numaralı Şer iye Siciline Göre Trabzon da Mülk Satışları Türk Dünyası Araştırmaları, S.120, İstanbul, 1999, ss T. Ş. S., 1920, 8, 1. AÇIK, Bir Yeniden İnşa Denemesi: 18. Yüzyılın Ortalarında Trabzon Evleri Hakkında Bazı Tespitler s Haşim KARPUZ, Türk Evi, Osmanlı Evi, Yeni Türkiye, C. 34, S. 101, Osmanlı Özel Sayısı IV, 2000, s Ev içi süslemelerde de ahşap süslemeciliği kullanılmış olması dikkate değer diğer bir husustur. Bu Osmanlı insanının ağacı sevmesi ona hayatının her alanında yer vermesi olarak da okunabilir. 137

152 yapılar ise hemen hemen sadece camilerdir. 560 Gerçekten konutlarda anıtsal taş yapılara hemen hemen hiç yer verilmemiş, ihtişam ve israftan kaçınmak konut teknolojisinin temel dinamiklerinden biri olmuştur. Bu uygulamada, dünyanın faniliği düşüncesinin de payı olduğu düşünülebilir. Kısaca Osmanlı döneminin mekân anlayışı şerefü l-mekân bi l-mekin (mekânın kıymeti içinde oturanlarla ölçülür) 561 şeklindeki kelamı kibarla ifade edilmiş mekânı kıymetlendirmek için masrafa girilmesi yoluna gidilmemiş mekânın ihtiyacı karşılar standartlarda olması yeterli görülmüştür. Bu sebeple Osmanlı evleri genelde tek veya iki odalıdır. Osmanlı ahalisi gününü aynı odada geçirir, sohbet eder, misafirini ağırlar, yemeğini yer ve akşam olunca da yüklükten çıkarıp serdiği yatağıyla aynı odada yatar. Gerçekten XVII. yüzyılda Trabzon da satışa konu evlerde yapılan incelemeler sonucu elde edilen verilere göre satılan evlerin % 38 i tek, % 34 ü iki odalıdır. % 14 üç, % 9 dört odalı ev olduğu tesbit edilebilen dönemde satışa konu beş odalı ev sayısı ise sadece % 3 tür. Burada salonun ayrı bir birim olmadığını da nazara alırsak geniş diyebileceğimiz bir Osmanlı evi günümüzün iki oda bir salon şeklinde tarif ettiğimiz küçük bir evine denk gelmektedir. Ev içi nüfusun da günümüzle kıyaslanamayacak kadar çok olduğu nazara alınırsa Osmanlı ailesinin evini çok daha verimli kullandığını düşünmek yanlış olmayacaktır. 562 Mütevazılık konusunda bir başka nokta da evlerin yüksekliğine üst sınır getirilmiş olmasıdır. Buna göre Müslüman evleri 12 zira (9 m) Gayrimüslim evleri 9 zira (6,75 m) den daha yüksek olamayacaktı. Burada Müslümanların toplumsal hayatta üstünlüğüne vurgu yapılmış olması ayrıca dikkatimizi çekmektedir ki bu konuya Müslümanların ve gayrimüslimlerin dini hayatı ve birbirleri ile ilişkileri bölümlerinde ayrıca temas edilecektir. 563 Evlerde üzerinde durulacak bir başka konu da haremlik selamlık uygulamasına matuf bölümlerin çok nadir karşımıza çıkmakta oluşudur. Bu tarz evlerin yüksek olan fiyatları bize bu evlerin genellikle ağa, bey, beşe gibi üst tabakaya mensup insanların yaşadığı evler olduğunu düşündürmektedir. Bu tesbiti değerlendiren Turan AÇIK haremlik-selamlık uygulamasına üst tabaka insanların daha fazla önem verdiği gibi bir sonuca ulaşmış 564 ise de alt tabakaya mensup insanların oturduğu evlerde bu düzlenmenin hayata geçmemesinin nedeni olarak haremlik-selamlık olayına fazla önem 560 D OHSSON, 18. Yüzyıl Türkiye sinde Örf ve Adetler, s Mekânın kıymeti içinde oturan insanla ölçülür ifadesine farklı bir açıdan yaklaşırsak; Gayrimüslimlerin evlerinin Müslüman evlerinden daha yüksek olmaması konusunda emirler verildiği vaki olduğu dikkatimizi çeker. Bu konuda Ebussuud Efendinin bir fetvasında Müslümanlarla birlikte yaşayan gayrimüslimleri Müslümanlardan daha yüksek ve süslü evler yapmaktan, kıymetli libas ve yakalı kaftanlar giymekten, kürk giymek ve sarık sarmaktan men eden hâkimin ecir alacağından bahsedilmektedir. AKGÜNDÜZ, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukukî Tahlilleri, C. 4, s Turgut CANSEVER, Osmanlı Evi Yeni Türkiye, C. 34, Osmanlı Özel Sayısı IV, S. 101, 2000, s Yanmış ve yıkılmış evlerin yerine yenileri yapılırken Müslüman evlerinin 12 zira kefere evlerinin 10 ziradan yüksek olmayacağı hakkında B. O. A., C. BLD., 140, 6961, 15 zilkade AÇIK, Bir Yeniden İnşa Denemesi: 18. Yüzyılın Ortalarında Trabzon Evleri Hakkında Bazı Tespitler ss:

153 verilmemesinden çok, tek ya da çift odalı bir evde yaşayan ailenin bu tarz bir düzenleme yapmaya fiziki imkân bulamaması da düşünülebilir. Fiziki imkân bulunamaması Osmanlı ailesini haremlik selamlıktan mahrum bırakmamıştır. Nitekim XVIII. yüzyılın başlarında Osmanlı topraklarında bulunan Lady Montaqu da tespitlerinde evlerde küçük olsun büyük olsun mutlaka haremlik selamlık uygulamasına dikkat edildiğini ifade etmekte, küçük evlerin bile ayrı oda tahsisi itibariyle olmasa da kısım olarak ikiye ayrıldığını anlatmaktadır. 565 Aynı şekilde Osmanlı evinde küçük zanaat sahibi evin reisi ve diğer erkeklerinin mesleklerini evlerinin selâmlık bölümlerinde veya onun altındaki dükkânlarında gerçekleştirdikleri görülür. Nitekim selâmlık ve harem bölümlerinin aynı çatı altında olduğu durumlarda evin diklemesine iki bölüme ayrıldığı, bu bölümlerden selâmlık kısmının sokağa ve dış dünyaya yöneldiği, ayrı bir girişi bulunan haremin ise evin iç dünyasına açılan bahçe ile irtibatlandırıldığı anlaşılır. Ekonomik ve sosyal gücün arttığı zengin evlerinde bu ayırım, selâmlık ve harem adı altında iki ayrı yapının geniş bir bahçeye yerleştirilmesiyle daha da belirginleşmiştir. 566 Osmanlı konut mimarisinde bir diğer unsur da esnekliktir. Evler ihtiyaca göre birim birim büyüyebilmekte ve sonradan bölünebilmektedir. Bu ekler kimi zaman bir oda, kimi zaman bir duvar, kimi zaman da ailenin ihtiyacını karşılamaya yönelik bir fırın vs. olabilmekteydi. Genişleme sicillerden rahatça izlenebilmektedir. Bu durum insanların evleri kendilerinden sonraki nesillerini ve onların ihtiyaçlarını da hesaba katarak inşa ettiklerinin göstergesidir. Bu genişlemede dikkat edilen en önemli unsur ev sahiplerinin mahalledeki komşularını rahatsız etmeden evlerine ek yapabilmekte olmasıdır. Zira mekânda komşunun bireyselliğine veya mahalle halkının ortak kullanım alanlarına mugayir bir ek düzene muhalif olduğu için hoş görülmezdi. Mesela Bab-ı Pazar Mahallesinden Mahmud Ağa ibn Ahmed Ağa yine aynı mahalleden Molla Feyzullah bin Ahmed Efendiyi dava etmiştir. Dava konusu Molla Feyzullah ın evindeki keneften tarik-i âmm ın ortasından karîz (kanalizasyon) açtırmasıdır. Konu mahkeme tarafından gönderilen heyetçe mahallinde keşfedilmiş ve nihayetinde Molla Feyzullah a kendi başına açtırdığı anlaşılan karîzi yıktırması tenbih edilmiştir. 567 Anlaşılan şehirde mevcut bir kanalizasyon şebekesi vardı ve kişinin tek başına buna alternatif bir yol açtırmasına müsaade edilmiyordu. Burada dikkat çeken bir diğer unsur da mahalle halkından herhangi birinin bu konuda davacı olabilmesi ve mahkemenin bu ihbarı değerlendirip gereğini, hassasiyetle yerine getirmesidir. 565 MONTAQU, Türkiye Mektupları , ss: Deniz ESEMENLİ, Harem D. İ. A., TDV yayınları, İstanbul, C. 16, s AÇIK, Bir Yeniden İnşa Denemesi: 18. Yüzyılın Ortalarında Trabzon Evleri Hakkında Bazı Tespitler s

154 4- Osmanlı Toplumunda Şuf a Hakkı (Trabzon Uygulaması Örneği) Mahallenin geleneğin önemli temsilcilerinden biri olmasının en önemli sebeplerinden biri komşuluk hukukuna giren konuların mahallenin mevcut düzenini muhafaza etmekte mahalleliye sağladığı hareket kabiliyetidir. Sicilde ecnebi kelimesiyle ifade edilen yabancıların mahalleye ya da herhangi bir şahsın komşuluğuna dâhil olması noktasında kişilerin takdir yetkisi bulunmaktadır. 568 Kadı nın bu takdir yetkisinden kaynaklanan itirazlara her zaman cevap verdiği görülmektedir. Dolayısıyla devlet ve mahallelinin aynı zeminde buluştuğu şuf a hakkı mevcut düzenin korunmasında devletin mahalleliye sağladığı önemli bir haktır. Bir malın satın alandan aynı bedel üzerinden alınması 569 şeklinde tarif edilen şuf a hakkı sadece gayrimenkullerde geçerli olup, ortak ve komşular arasındaki ahengin yeni gelen tarafından bozulmasına karşı konulmuş bir tedbirdir. Anlaşılacağı gibi şuf a hakkına sahip olanlar; ortaklar, komşular ve irtifak hakkı 570 bulunanlar olmak üzere üç guruptur. Satın alan şahsın menfaatine ve satan şahsın rızasına ters bu hakta asıl hedeflenen ortak ve komşunun rahatsız olmaması ve zarara uğramamasıdır. Şuf a hakkı sahibi şöyle bir yol izler: Alıcıyı ve bedeli öğrendiğinde bu bilgileri öğrendiği mecliste şuf a talebi olduğunu belirterek bu talebini şahitlendirir sonra da Kadı nın huzurunda şuf a talebini dava eder. Mesela 1832 numaralı sicilde bir zimminin evini âhara sattığını duyan Hüseyin bin Mehmed şafii tutup Müslümanları iştişhâd edip şefiinin sicil olunmasını taleb etmiştir. 571 Örnekte görüldüğü gibi şuf a hakkını usulüne uygun olarak tesbit ettirip kayda geçirten şuf a hakkı sahibinin uygulamada ilgili mülke sahip olduğunu gösteren sicillerimizde çok kayıt vardır. Burada devletin hukuki bir kavram olan şuf a hakkı üzerinden bireysel ve toplumsal alanı muhafaza etmek suretiyle tanınabilirliği yüksek şahitler temin etmek yoluyla kadı mahkemesinin en önemli delili olan şahitliği en üst seviyede muhafaza etmek imkânına da kavuşmuş oluyordu. Çünkü her yabancı tanınabilirlik seviyesini azaltıyordu. Nitekim sicillerde şuf a hakkının kullanımı ile ilgili olarak menzilini ecânibe bey eylemek murad idermiş ve bağçesin ecânibe bey eyledüğün istimam olduğu saattir ki ifadelerinde kullanılan ecânib kelimesinin Trabzon eyaletine yeni gelenler 568 AÇIK, Gelenek ve Modernlik Arasında Bir Osmanlı Şehri: 17. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon da Siyaset, s Mehmet Zeki PAKALIN, Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. 3, 3. Baskı, MEB. Yayınları, İstanbul, 1983, s İrtifak hakkı; bir taşınmaz lehine diğer taşınmaz üzerinde kurabilecek haktır. Bir taşınmaz lehine diğer taşınmazda kurulabilecek haklar geçiş hakkı, sulama hakkı, suyolu açma hakkı olarak sıralanabilir. AYDIN, Türk Hukuk Tarihi, ss: ; Mehmet ERDOĞAN, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, İstanbul, Rağbet Yayınları, 1998, s T. Ş. S., 1832, 5, 2, 4. Sicilin transkripsiyonu şöyledir: Budur ki Hüseyin bin Mehmed mahfil-i şer e gelub Kaymaşa? Mahallesinde câr-ı mülâsıkım olan Por nâm zimmi evini âhara bey eylediği istimâ eyledim taleb-i muvâhebe ile şefi a tutub Müslümanları işhad eyledim şefi am sicil olunmak matlûbumdur didikde mezbûrûn şefi ası kayd-ı sicil olundı fî t- târîh-i mezbûr 140

155 kadar bahse konu mülke komşu olmayanları ifade ettiği düşünülebilir. 572 Çünkü şuf a hakkı sadece şehre yeni gelen yabancıyı değil mülke komşu olmayan herhangi bir şehir ahalisi aleyhine de talep ve dava edilebilirdi. Tabii ki şehre yeni gelen yabancılar da bu talebin kapsamına görülüyordu. Hatta belki uygulamada onlar aleyhine daha fazla şuf a talep edilmiş olması mümkündür. Neticede bu kişiler Trabzon halkı için hiç bilinmeyen kimselerdi ve nüfuslu şehirde esasen birbirini tanımayan da fazla yoktu. Ancak yine de şuf a komşu olmayan herkesi kapsamakta idi. Uygulamada bu hakkın komşu olunmak istenmeyen kişiler için daha şevkle kullanıldığını düşünebiliriz. Netice itibariyle mekânın organizasyonunda failin haklarından çok komşunun haklarının önemle korunduğu gözlemlenmektedir. Sicillerden şuf a hakkının oldukça sık talep edildiği anlaşılmaktadır. Bu durumun alıcıları daha çok komşu mülkleri almaya yöneldiği düşünülebilir. Mesela tarihleri arasında yapılan 164 mülk satışından 60 tanesi komşular arasında gerçekleştirilmiştir. Elbette bütün mülkleri komşular alamamaktaydı. Haklarından fedakârlık etmeleri neticesinde mahalleye yabancı da gelebilmekteydi. Şuf a taleplerinde asıl olan mekânın düzeninin muhafazasıdır. Buradaki mekân komşu evlerden müteşekkil fiziki mekân olmanın ötesinde komşuluk ilişkilerinin devam ettiği çevredir ki bu çevre birbirine birçok bağlarla bağlı olduğunu bildiğimiz mahalle olmalıdır. Bu nedenle gayrimüslimler de şuf a talebinde bulunabilmekte, hatta Müslüman bir alıcı aleyhine bu talebi tescil ettirebilmektedir. Dolaysıyla şuf a da asıl olan mülkiyet hakkından çok, bunun hâsıl ettiği ahengin muhafazasıdır. Nitekim mülk sahibi olan kişinin aleyhine şuf a sahibinin mülkiyet hakkı genişletilerek onun izni olmadan mülk sahibinin kendi mülkünü satmasının önüne geçilmektedir. Ancak bu durum mülk sahibi için bir zulüm değildir. Yani istediğinde onun mülkünü satmasına mani değildir. Sadece satış yapacak kişinin öncelikle komşularına sorması ve eğer satın alma talebi varsa bu talebin öncelikli olarak karşılanmasını içermektedir. Bu talep karşılanırken komşulara da değer bedel üzerinden satın alma zorunluluğu getirilmesi de diğer bir konudur. Böylece komşuluk ilişkisi içinde olan bireylerin mahalleden ayrılan bir komşu eliyle rahatsız edilecekleri yeni bir düzen kurulması engellemek suretiyle düzenin muhafazası hedeflenmiştir. Mevcut düzene müdahaleler komşunun mahremiyetine müdahale anlamına geldiğine sıklıkla kadı mahkemesinin önünde dava konusu olabilmekteydi. Bundan başka kişinin mimari açıdan komşunun güneş ışığını, havasını, manzarasını kesmemesine dikkat edilmekteydi. Bu durum Osmanlı kültüründe umumi olup aynı hassasiyeti mesela Mardin de de Safranbolu da da görülmektedir Güçlü TÜLÜVELİ, City, State and the Society: Trabzon, An Ottoman City in the Mid-Seventeenth Century, The University of Birmingham Centre for Byzantine, Otoman and Modern Grek Studies, Birmingham, 2002, s Cengiz BEKTAŞ, Türk Evi, Bileşim Yayınları, Ankara, 2007, ss:

156 Bunun yanında evin mimari yapısında yapılan kusur dolayısıyla komşuluk haklarına zarar verildiği iddiasıyla da davalar açılmıştır. Bu gibi durumlarda bina havalini bilür Müslümanlardan mesele sorulmakta onların şehadeti doğrultusunda hüküm verilmektedir. Konu ile ilgili örnekte Ömer Beşe nin evinin damlalığının suyu İbrahim Beşe nin evinin üstüne dökülmektedir. Bahsedildiği gibi konu bina havalini bilür Müslümanlardan sorulmuş, yerinde keşif yapılmış ve Ömer Beşe ye gerekli tembihat yapılarak mevcut durumu ıslah etmesi istenmiştir. 574 Yine aynı şekilde Aşağı Hisar Mahallesinden Mustafa b. Bilal in Mehmed Beşe nin duvarına yapışık bina yapması sebebiyle ortaya çıkan ihtilaf üzerine Kadı, Mustafa nın binasının üç ferş 575 duvardan ayrılmasına karar vermiş konu Mustafa ya tembih edilmiştir. 576 D) TRABZON'DA EĞİTİM HAYATI VE DİNİ HAYAT XVII. yüzyıl şartlarında gerek Müslümanlar gerekse gayrimüslimler için eğitim hayatı dini hayat ile birlikte mütalaa edilebildiğinden eğitim ve dini hayatın birlikte ele alınmasının uygun olduğu düşünülebilir. 1- Müslümanların Hayatı a) Cami ve Medresede Dini Hayat Osmanlı şehrinin tanımında özellikle yer alan Cuma kılınur ifadesi (Mesela Aşıkpaşazade de) şehrin dini hüviyetine doğrudan bir gönderme olarak düşünülebilir. Evet, gerçekten Osmanlı şehirlerinin en önemli göstergelerinden birinin camiler olduğu göz önüne alınırsa bu ifade daha iyi anlaşılır. Ancak bu ifadenin sadece dini bir hüviyet taşıdığı düşünülmemelidir. Bilindiği gibi Cuma namazı aynı zamanda siyasal içerikli bir namazdır ve bunun en önemli göstergesi hutbede hükümdarın isminin okunmasıdır. Dolaysısıyla Cuma kılınur ifadesi aynı zamanda o beldede hükümdarın iktidarının görünür olduğunun da bir ifadesidir. 577 Bu sebeple Osmanlı İmparatorluğunda Türk ve Müslüman olan şehirler genellikle bir cami etrafında toplanmıştır. Trabzon, Türk ve Müslüman olarak kurulan şehirlerden kuruluş yönüyle farklılık gösterse de Osmanlı hâkimiyetinin tesisi sürecinde İslam şehri hüviyetine bürünmüştür. Fethedilen şehrin merkezi Müslümanlara tahsis edilince merkez kiliseler de cami olmuştur. Bu camilerin etrafında medrese, imaret, misafirhane, hastane, hamam, han, tekke, zaviye ve mektep gibi dini ve sosyal içerikli tesisler konumlanmış, bunların dışında da dükkânlar, suyolları, fırın, değirmen, mum imalathanesi, boyahane, bayram ve pazar yerleri gibi 574 T. Ş. S., 1830, 42, 1, Ne miktar bir ölçü birimi olduğu kesin değilse de kulaç anlamında olabileceği tahmin edilmiştir. 576 T. Ş. S., 1842, 6, 2, AÇIK, Gelenek ve Modernlik Arasında Bir Osmanlı Şehri: 17. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon da Siyaset, s

157 iktisadi ve içtimai ihtiyaçları karşılayan tesisiler yer almıştır. Bu tesislerle birlikte şehrin dış mahallelerine doğru da evler yer almaktadır. Cami, Osmanlı toplumunda bir ibadet mahalli olmanın ötesinde Müslümanların işlerini gördükleri, devlet emir ve kararlarının görüşülüp halka tebliğ edildiği yer de olmuştur. Kısaca cami dini fonksiyonu yanında eğitim-öğretim işlerinde, kültür hizmetlerinde, kamu yönetiminde, adalet hizmetlerinin yerine getirilmesinde 578 ve nihayet askeri hizmetlerde kullanılmıştır. Çocukların Kuran-ı Kerim ile tanıştığı ve eğer tamamını ezberleyebilirse hafız olduğu Kur an Okulu camidir. Camide toplumun her kesiminden insanlar Kur an tefsiri, hadis, kelam ve hatta tasavvufla ilgili ulemanın halk için verdiği dersleri, konuşmaları serbestçe dinleyebilirlerdi. 579 Camide verilen eğitimin bir üst basamağı ise medrese eğitimi idi. Şu ana kadar medreselerin işleyişi, müderris, muid ve öğrencilerin durumları ile öğretim programları konularında yapılan çalışmalarda, genelde aynı bilgilerin tekrarlandığı görülmektedir. 580 Medreseler konusunda ihtiyaç duyulan bilgilerin eldeki vakfiyeler ve biyografi kaynaklarıyla doldurulmasının pek mümkün görünmediği noktada sistemin işleyişi ile ilgili konuları aydınlatmanın, mahkeme sicilleri sayesinde mümkün olabileceği ifade edilmiş ve bu düşünceden hareketle, belgelere yansıyan pek çok örnek değerlendirilerek geniş bilgiler elde edilmiştir. 581 Burada yeri gelmişken bu imkânların erkekler için olduğunu hatırlatmakta fayda vardır. Çünkü bütün toplumlarda olduğu gibi Osmanlı toplumunda da çocukların eğitimi evde başlar, ailenin maddi durumu ne olursa olsun kızların eğitimi evinde devam ederdi. Eğitimlerinde din ve ahlak kaideleri başlıca konuları teşkil eder, bazen okuma daha nadir olarak da yazma öğretilirdi. 582 Gerek seyahatnamelerdeki kayıtlardan gerekse sicillere yansıyan kayıtlardan anlaşıldığına göre Trabzon halkı Sünni İslam temelli bir dini hayatı benimsemiştir. Mesela incelenen dönemde şehre gelen Evliya Çelebi gayet mümin ve muvahhid ve ehl-i sünnet ve l-cemaat, halim ve selim âdemlerdir. 583 şeklindeki kaydı ile bunu ifade 578 Kadıların camide de dava bakabildiğini hatta şahsi olmanın ötesinde toplumun genelini ilgilendiren mesela toplumdaki sınıflar arası problemlerin ele alındığı önemli davalar için meclis-i şer in camide akdedildiğini hatırlayalım. 579 Jean Louis MICHON, Dini Kurumlar İslam Şehri, ed. R. B. SERJEANT, çeviren: Elif TOPÇUGİL, Ağaç Yayıncılık, İstanbul, 1992, s Bu çalışmalar Osmanlı biyografi kaynakları arasında en çok bilinen ve müderrislerin hayatlarına yer verdiği için daima müracaat edilen Şekâik, Mecdî, Atâî, Sicill-i Osmânî ve Osmanlı Müellifleri vs. tarzındaki eserlerden hareketle kaleme alınmışlardır. 581 HIZLI Anadolu'daki Osmanlı Medreseleri: Bir İcmal s D OHSSON, 18. Yüzyıl Türkiye sinde Örf ve Adetler, s EVLİYA ÇELEBİ, ss

158 eder. Bu ifadeleri destekleyen bir diğer kayıt da Aşıkpaşazâde de geçen 1515 tarihinde 13 nefer Kızılbaş bulunduğuna dair bir ifadedir. Her ne kadar kaynağı tesbit edilememiş olsa da ifadeyi doğru kabul ettiğimizde 584 Trabzon da gayri Sünni anlayışın marjinal olduğunu anlarız. Sünnilik dışı inanç değerlerinin marjinalliğini Trabzon sicillerindeki ifadelerden de tesbit edebilmekteyiz. Her ne kadar sicillerde Sünni İslam anlayışı dışındaki mezheplere mensup olanlar küfür ile itham edilerek genel geçer bir şekilde tanımlanmışsa da dikkatli bir inceleme ile bu küfür tanımından Şii mezhebinde olanların kastedildiği anlaşılmaktadır. Mesela sicilde küfür sözü söyleyenlerin -ki küfür sözünden maksadın Şii görüşleri olduğu anlaşılmaktadır- Îmân ve nikâhların tecdîd itmeleri takrîr-i şedîd ve tevbe ve salâhları olunca dahi habs-i medid olmaları lâzım gelur 585 ifadeleri ile iman ve nikâhını yenilemeleri lazım geldiğini belirtilir. Bunun yanında bazı sicillerde de doğrudan doğruya İsmail dailerinden bahsedilmesi küfür tanımlamasını açıklar. 586 Diğer taraftan Hanefi BOSTAN şehirde Sünni anlayışın hakim olduğu tezini çok daha ilginç bir şekilde ifade etmektedir. Ona göre şehir tahrir defterlerinde sıklıkla Bekir, Ömer ve Osman isimlerine rastlanması da halkın Sünni İslam anlayışına sahip olduğunu düşünmemizi sağlayan bir başka nedendir. 587 Ancak tüm halkın tam da resmi mahfillerin istediği gibi muttaki bir hal üzere olmadığı düşünülebilir. Bu durum kayıtlara yansıyan imalardan ya da doğrudan doğruya bu yönde yapılan tembihlerden anlaşılır. Mesela şehrin Müslüman ahalisinin namaz konusunda kimi zaman takındığı umursamaz tavır söz konusu kayıtlarda yerini bulurken farklılığın da altını çiziyordu. Nitekim bu konuda Trabzon valisinden kadısına yazılan bir buyruldu da şehirde bazı kimselerin namazın edasında aldırmazlık ve tembellik ettiklerinin duyulduğunu, bu kimselerin beş vakit namazı eda etmeleri için namaz vakitlerinde münasip yerlerde münadilerin nida etmelerinin gerektiği bu hususta imamlara da gerekli tembihte bulunulması, buna karşı çıkanların ise tarafına bildirilmesi istenmekteydi. 588 Burada da görüldüğü gibi namazın kılınması için resmi olarak tedbirler alınması devletin Sünni İslam anlayışını desteklediğinin en önemli göstergelerinden biri olmalıdır. Nitekim bu konuda Şeyhülislam Feyzullah Efendinin muhtemelen tüm imparatorluğu ilgilendiren mektubuna dayalı olarak yollanan bir hükümde iyiliği emretme ve kötülüğü defetmek ayeti ile din nasihattir hadisi şerifinin hükmünce evvela her beldede eimme ve huteba tarafından ehl-i sünnet ve l cemaat akidelerini bilmeyenlere ve Kur an-ı Kerimi tecvitli okuyamayanlara öğretilmesi, ayrıca köylülerin ve ahilerin levazım-ı ikamet-i cemaat için ilim tahsil eden talebelerden birini içlerinde iskân etmeleri suretiyle ibadetlerinin muattal kalmaması istenmiş, müftülere de ayrı bir 584 AŞIKPAŞAZÂDE s T. Ş. S., 1842, 6, 1, 2; Tövbe etmeleri gerektiğine dair. T. Ş. S., 1842, 13, 1, T. Ş. S., 1842, 13, 1, BOSTAN, XV. ve XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, T. Ş. S., 1871, 81, 2 naklen TOSUN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Cemaatlerarası İlişkiler, s

159 bahis açılarak kadı ile birlik olup gayret-i diniye içinde ahkâm-ı şer iye nin icrasında gerekli ihtimamı göstermeleri emredilmişti. 589 Gerçekten toplum tesanütünü dini bağların kuvvetli olmasında arayan resmi otorite dini vecibelere karşı gevşekliğe hiç de müsamaha etmeye taraftar değildi. Ancak bölgede yoğun olan gevşek İslami inançlar bu yeni İslam a ısınan beldede tesirini daha kolay gösteriyordu. Bu yönüyle Trabzon diğer eski Anadolu şehirlerinden belirgin bir şekilde ayrılmaktaydı. Bu farkın ortadan kalkması için XX. yy in gelmesi gerekecekti. Nihayetinde Trabzon Anadolu da en son Türklerin feth ettiği yer olarak her zaman önemli miktarda gayrimüslim nüfus barındırmıştı. Nitekim avarız defterlerine bakıldığında şehrin avarız yükümlülüğünün üçte ikisinin Müslimlerin üçte birinin ise gayrimüslimlerin yükümlülüğünde bulunmasının bize şehrin demografik yapısını aksettirdiği de düşünülebilir. Bu yapının değişmesi ancak XX. yüzyılda Osmanlı devletinin yıkılmasından sonra yeni Türkiye nin nüfus mübadeleleri ile gerçekleşmiştir. 590 Diğer taraftan namazın ikamesi hususunda cami görevlilerinin vazifelerini ihmal etmeleri de probleme sebep olmaktaydı. Ehl-i İslam-ı musallin bi-ecmaihim imzasıyla Trabzon valisine sunulan arz-u halde Trabzon daki hayır sahiplerinin inşa ettikleri cami ve mescitlerin ehl-i murtezikaları bir şekilde üçer-beşer gedik ele geçirmişler böylece yapmaları gereken cami hizmetlerini ihmal etmekteydiler. Bu suretle camiler yıkılmaya yüz tutmakta böyle bir belde-i muazzamada üç-beş camide ancak namaz kılınmaktaydı Validen istekleri durumun teftiş edilerek cami hizmetini aksatanların şer le haklarından gelinmesiydi. Bunu yaparsa Vali icra-i mazhar-ı dua-i hayr-ı cemaat-i müslimin ile karşılık bulacaktı. Bu arzuhale cevaben Vali Kadı ve Müftüye yazdığı buyruldu da Tevbe suresinin 18. Ayeti olan Allah ın mescitlerini ancak Allah a ve ahiret gününe iman edenler imar eder ayetini hatırlatarak durumun soruşturulmasını istenmiş, eğer hizmetini aksatanlar tesbit edilirse, hapsedilmeleri ve görevlerinin başkasına tevcih edilmesi emretmişti. 591 Bunlarla birlikte bazen de farklı mülahazalarla çoğunlukla da mevcut görevliyi yerinden ederek kendisine görev alanı açmak maksadıyla imamlar hakkında şikâyetler vaki olmuş, şikâyetçiler taleplerini İstanbul a kadar ulaştırabilmişlerdir. Mesela 1105 yılında bu tür iddialar ile başkente talebini bildiren Mehmed in ileri sürdüğü iddiaların doğru olmadığı anlaşılarak Fatih Sultan Mehmed Camii imamlığı görevi Ömer Halifeye tevdi edilmiştir. 592 İmamları şikâyet edenlerden başka bir de görevlerine haksız yere müdahale edenler vardı. Bunları da sıklıkla imamlar şikâyet ediyor ve görevlerine müdahale 589 T. Ş. S., 1866, 4, 1; T. Ş. S., 1866, 5, 1 naklen TOSUN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Cemaatlerarası İlişkiler, s Avarız kayıtları Trabzon'da ekonomi bölümünde mütalaa edilmiştir. 591 T. Ş. S., 1907, 134, 1 naklen TOSUN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Cemaatlerarası İlişkiler, s B. O. A., A. E., SAMD, II, 54, 24 Muharrem

160 edenlere müdahale etmemesi tembih ediliyordu. Siciller incelendiğinde göreve müdahale etmeme emirleri ile sıklıkla karşılaşılabildiği 593 gibi bu tür şikâyet ve davaların başkente iletildiği dahi oluyordu. Bu durumda da aynı şekilde ilgili kişinin görevine müdahale etmemesi emirleri başkentten geliyordu. Mesela 14 muharrem 1105 tarihinde İstanbul a ulaşan bir şikayete cevaben dersaadet Orta Hisar semtindeki Camii Kebir in imamlığına müdahale eden el-hac Hüseyin ile Mustafa nın men edilmesi ve camiinin imamlığına Ali Halife nin tayin edilmesini Trabzon kadısından istemişti. 594 Dini hayat denildiğinde imamlarla birlikte şehirde bir diğer önemli görevli müftülerdi. Üstlenmiş oldukları önemli ifa makamı onları mahkemelerde sıkça görünür kılmakta onları yönetim sürecine dâhil olmalarına imkân açmaktaydı. Mesela yukarıda örneği görülen kayıtta Trabzon halkının cami görevlerini ihmal eden imamları valiye şikâyet etmesi sonrasında vali gerekli tedbirlerin alınmasını hem kadı hem de müftüden istemekteydi. Bunlardan başka resmi görevi dışında da müftü şahsi işlerinden dolayı (alacak-verecek, satış) mahkeme kaydına konu olabilmekteydi. Trabzon şehrinde yaşayan dini gurupların sosyal hayatlarının bir göstergesi de ailelerin çocuklarına verdikleri isimlerdir. Çocuğun ismi bir ailenin önem verdiği, inandığı değerleri ifade eden en önemli göstergelerdendir. Bu konuda şer iye sicillerine müracaat ettiğimizde Müslüman ailelerin erkek çocukları için Mehmet, Abdullah, Osman, Musa, İbrahim, Halil, Süleyman, Ahmed, Ali, Numan, Mahmud, Mustafa, Abdi, Feyzullah, İsmail, Ramazan, Gazi, Hasan, Hüseyin, Hamza, Ömer, Murad, Yakup, Yusuf, Dursun ve Ayvaz isimlerini tercih ettikleri kızları için ise Ayşe, Hatice Saliha, Havva, Müslime, Şerife, Rabia, Afife, Fatma, Emine, Rukiye, Zeynep, Sabiha, Esma, Ümmühan, Ümmügülsüm ve Nesibe isimlerini tercih ettikleri görülecektir. Anlaşıldığı gibi bu isimler daha ziyade İslam büyükleri, peygamberleri, peygamber eş ve kızlarının isimleridir. Bu durum sosyal hayatta dinin belirleyiciliğini ifade eden en belirgin göstergelerden biridir. Son tahlilde Osmanlı toplumu kuşkusuz dini bir topluluktu. Burada din ile kastedilenin İslam olduğu izahtan varestedir. Bu sebeple kimi yazarlar tarafından Şer i hukuk ile örfi hukuk arasında var olan ayrımın Osmanlının neredeyse laikliğine vardırılacak kadar abartılması doğru değildir. 595 Nihayetinde örfi hukuk da kaynağını şeriatın kendisine açtığı alandan alıyor, ona aykırı olmamak kaydı ile padişah tarafından tesis ediliyor ve şeriat mahkemesinde Osmanlı kadısı tarafından tatbik ediliyordu. 596 Uygulamada örfi hukukun alanı ne kadar genişlerse genişlesin İslam hukukunu devre dışı bırakması gibi bir durum söz konusu değildi. 593 Örnekler için bk. T. Ş. S., 1836, 7, 4, 1; T. Ş. S., 1849, 12, 1, B. O. A., A E., SAMD, II, 89, 14 Muharrem Süleyman Hayri BOLAY, Osmanlı Dünyasında İnanç Bilgi İkilemi Anatomi Dersleri: Osmanlı Kültürü, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1995, s Uriel HEYD, "Eski Osmanlı Ceza Hukukunda Kanun ve Şeriat, Türk Hukuk ve Kültür Tarihi Üzerine, çeviren: Selahaddin EROĞLU s. 45 vd. 146

161 İslam vurgusu sosyal hayatın her alanında ve anında görünür haldedir. Bu görünürlük resmi olarak da tesbit edilmiş ve takip edilmektedir. Kişilerin kılıkkıyafetinden kendilerini ifade için kullandığı lakaplara kadar bu görünürlüğü okumak mümkündür. Mesela dini bir kisve olan sarık sarmak Müslümanlar için tanınan bir ayrıcalık olup bir gayrimüslimin sarık sarmasına müsaade edilmezdi. Yani İslami kimliği olan bir kisveyi bir gayrimüsliminin kullanması kanunen yasaktı. Yine lakaplara bakıldığında Müslümanların Zade, Efendi, Hacı, Seyyid, Molla, Şeyh, Paşa, Oğlu, Çavuş, Çolak, Demirci, Katırcı, Öksüz, Alemdar ve Çelebi gibi kişilerin dini konumları başta olmak üzere aile unvanlarını, fiziki durumlarını, ya da yaptıkları işleri ifade eden lakaplar kullandıkları görülür. 597 Burada dini konumun daha belirleyici olmasını ise en öncelikle onun ifade edilmesinden anlayabiliriz. Mesela kişi hem hacı hem de tüccar olsa onu tanımlayan lakapta kullanılan unvan her zaman öncelikle ve çoğu zaman da sadece hacı dır. XVII. yüzyıl Trabzon unda resmi kurumlardaki dini hayatın görevlileri arasında buraya kadar bahsi geçen imam, müezzin, müderris, müftü gibi görevlilerin yanında bugün örneklerini göremediğimiz görevlilere de rastlamak mümkündür. Bunların belli başlıları; en amhân, 598 fetihhân, 599 yasinhân, 600 ihlashân, 601 aşirhân, 602 cüzhân, 603 duâgu, 604 hafız-ı kütüb 605 ve kayyım 606 gibi görevlilerdir. Bunlarla ilgili gerek merkezin gönderdiği emirlerde gerekse şer iye sicillerinde çok sayıda atama beratına ve vazifelerinin icrası ile ilgili hükümlere rastlamak mümkündür. 607 Sicillerden 597 YILMAZÇELİK, XVIII. Yüzyılda Trabzon un Sosyal Durumu ss: En amhân: En am; en am suresi ile başlayan ve diğer sıklıkla okunan sureleri içinde barındıran kısa sureler kitabına verilen addır. En amhân ise bu kitabı ilgili camide okumakla görevli olan kimseye denilirdi. Mehmet Zeki PAKALIN, Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. 1, s Fetihhân: İlgili camide Fetih suresini okumakla görevli olan kimse 600 Yasinhân: İlgili camide Yasin suresini okumakla görevli olan kimse 601 İhlashân: İlgili camide İhlas suresini okumakla görevli olan kimse 602 Aşirhân: Kur an dan kısa surelere aşir denilir. Aşirhân ise ilgili camide bu kısa aşirleri okumakla görevli olan kişi demektir. 603 Cüzhân: İlgili camide Kuran-ı Kerim cüzü okumakla görevli olan kimse 604 Duâgu: "Dua eden, duacı" anlamındaki bu terim Osmanlılarda saray, merkez ve esnaf teşkilatlarında dua ile ilgili görevleri yerine getirenler için kullanılan resmi bir unvan niteliği kazanmıştır. Bazı kayıtlarda duacı, duahan şeklinde de adlandırılan bu görevliler günlük mesainin başlaması sırasında belirli merasim ve şenliklerde duruma uygun dualar okurlardı. Mehmet İPŞİRLİ, Duâgu D.İ.A., C. 9, T. D. V. yayınları, 1994, C. 11, s Hafız-ı kütüb: Camide sürekli Kuran okumakla görevli hafız kimse 606 Kayyım: Caminin maddi işlerine nezaret eden kimse 607 Trabzon daki Bab-ı Pazar Cami En amhân ı Ramazan Efendi nin beratının yenilendiği ve kendisine tayin olan yevmiyesini Trabzon iskelesi mukataasından alacağı B. O. A., A. E., SAMD, II, 1, 6, 23 M 1105 Trabzon daki Sultan Mehmed Han Camii Kayyumu Salih Efendi nin beratının yenilendiği ve kendisine tayin olan yevmiyesini Trabzon iskelesi mukataasından alacağı B. O. A., A. E., SAMD, II, 1, 8, 4 M 1105 Sultan Mehmed Han Camii Hâfız-ı Kütüb ü Ömer in ölümü ile yerine oğlu Mustafa Ali Halife nin tayin edildiği ve kendisine tayin olunan yevmiyesi Trabzon iskelesi mukataasından alacağı hakkındaki hüküm B. O. A., A. E., SAMD., II, 1, 6, 23 M 1105 Bu konuda sıklıkla bulabildiğimiz atama beratlarına bir örnek olması için bk. EK: XII Trabzon da vâkı Bâb-ı Pazar Camiinde Trabzon iskelesi mukataasından almak üzere vazife ile En amhân olana berati cedîd verilmesine dâir B. O. A., AE, SAMD, II, 1, 6, 23 M Şeyh Ahmed şemsi mahlûlinden cüzhanlık tevcîhine dâir T. Ş. S., 1843, 43,

162 anladığımız kadarı ile bu görevleri ifa edenler müstakil kişiler olabildikleri gibi bu görevler diğer resmi görevleri ifa edenlere ikinci görev olarak da tevdi edilebilmekteydi. b)tekkelerde Dini Hayat Müminlerin dayanışması, aynı kabileden gelen veya belli bir sosyal çevreye mensup kişilerin arasındaki bağların bastırılması ya da etnik, sosyal, mesleki sebeplerle yeni grupların oluşmasının engellenmesi anlamına geliyordu. Tarikatların öncülük ettiği aynı inancı paylaşma olgusu İslam dünyasında toplumsal birliklerin kurulmasına zemin teşkil etti. 608 Yani bir İslam toplumunda herhangi bir milletten olanları değil ama herhangi bir tarikatın bağlılarını bir arada görmek mümkündü. Osmanlı devletinde dinin sosyal hayatta konumu çok belirgindir. Bu belirginlikte resmi otoritenin belirleyiciliğinin yani sosyal hayatı din ekseninde şekillendirme çabasının da önemli bir yeri vardır. Padişah kendi gücünü daha doğrusu iktidarını bir ordu bir de din görevlileri ile kuvvetlendirmek istemektedir. Ulema da padişaha bağlı olmanın birliği meydana getiren en önemli unsur olduğu inancı ile birbirlerine ve padişaha bağlı kalmıştır. 609 Tabii ki din adamlarının bu bağlılığının geçerli olduğu yer medresedir. Medrese devlet felsefesinin kaidelerini koyar, tesbit eder ve uygularken devlet de medreseyi, ulemasını, öğrencisini her türlü korumaktadır. Böyle bir yapılanmada muhalefeti ise tarikatlar temsil ediyorlardı. Osmanlı devleti heterodoksiyi kendine rakip görmektedir. Devletin bu düşmanlığında bu akımların dış destekli oluşunun yani İran dan beslenmelerinin de önemli payı vardır. İran ın bu akımlara desteğinin Osmanlı devletinin içini karıştıran bir unsur olması Osmanlı devletini özellikle Heterodoks tarikatlara karşı cephe almaya yöneltmiştir. Bu cephe alış tahmin edilebileceği gibi Osmanlı-İran mücadelesinin şiddetlendiği dönemlerde daha da keskinleşmektedir. Trabzon gibi Osmanlı devletinin İran savaşlarında ikmal merkezi olarak kullandığı çok önemli geçiş noktası ise bu müsaadesizliği en yoğun yaşayan yerlerdendir. Anlaşılan Osmanlı devleti İran ile mücadelesinde kendisi için hayati önem taşıyan bu geçiş yolu üzerinde İran destekli bir kalkışma zemini oluşmasına asla müsaade etmemektedir. Bu ifadelerimizin yansımaları dönemin şer iye sicillerinde görmek de mümkündür. İran destekli tarikatlara meyledenler küfre girmekle suçlanmışlar ve haklarında ciddi takibatlar yapılmıştır. Bu iddialar genellikle küfür davası şeklinde kayda alınmıştır. 610 Ancak incelendiğine küfür ile itham edilenlerin genellikle Şii mezhebi görüşlerini benimseyen Heterodoks tarikatlara mensup kişiler olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum bazı kayıtlarda ise açıkça Örnek bir duâgu kaydı için T. Ş. S., 1850, 36, 3, 1, Trabzon iskelesi mukataasından almak üzre yevmî on akçe duagusi vazifesine mutasarıf olan Hasan zîde kadruhu vazîfesini deftere kaydını taleb edmesi 608 MICHON, Dini Kurumlar, s BOLAY, Osmanlı Dünyasında İnanç Bilgi İkilemi s T. Ş. S., 1833, 102, 1,

163 ifade edilmektedir. Mesela 1842 numaralı sicilde yer alan kayıtta İsmail dâilerinin 400 akçe ile tevkitinden bahsedilmektedir. 611 Devlet bu tür tarikatlara meyledenleri bir taraftan Kadı eliyle cezalandırırken diğer taraftan medreseler eliyle hizaya getirmeye yani aydınlatmaya çalışmaktadır. Tabii ki bu çabanın resmi belgelerdeki ifadesi hidayete vusulüne vesile olma şeklindedir. Ancak bütün tarikatlar devlet için problemli değildir. Resmi görüşle halkın yaşadığı İslam anlayışını bağdaştıran, Osmanlı insanını kucaklayıp, kültürel zenginliği yaygınlaştıran oluşumlar da vardır. Bunların içinde en önemlisi Nakşiliktir. Bir cihetten Nakşilik resmi tarikat ya da daha doğru bir ifadeyle devlet üst kademesinin tarikatıdır. Yani üst düzey bir görevli resmi işinin yanında akşamları manevi gelişimi için bir tarikat arıyorsa bu sıklıkla Nakşilik olurdu. Bu açıdan bakıldığında farklı tarikatların farklı sosyal tabakalardan müntesipleri olduğunu görürüz. Mesela bahsi geçtiği gibi Nakşilik elit tabakanın tarikatı iken Kadirilik daha çok esnafa yönelik bir tarikattır. Tarikatların müntesipleri gibi muameleleri de farklılık arz etmektedir. Mesela Nakşiler derin ilimleri okuyorken Kadirilerin daha fazla uygulamaya yönelik ayinleri olduğu anlaşılmaktadır. Tarikatlar arasındaki farklılıklar zaman zaman aralarında rekabete, çekişmelere de sebep olmuştur. Bu rekabet ve çekişme bazen Mevlevilerin Bektaşileri ayak takımı gibi görmesi sebebiyle iyi geçinememe tarzında olup açıktan açığa görünür olmasa da farklı tarikatlar arasında bazen bu rekabet düşmanlık boyutuna varır müntesipler işi birbirlerini tekfir etmeye kadar götürürlerdi. Mesela Nakşibendiler ile Bektaşiler iyi geçinememenin ötesinde birbirlerini tekfir (küfür ile suçlama) ederlerdi. 612 Osmanlı devleti ise tarikatları mümkün olduğunca kontrol altında tutmaya ve onlardan yararlanmaya çalışırdı. Tarikatların en büyük faydası İslamlaşma sürecinde görülmüştü. Trabzon gibi Anadolu da en son Türk hâkimiyetine giren ve önemli miktarda gayrimüslim nüfus barındıran bir şehirde İslamlaşmayı devlet teşviki ya da sürgün politikalarının ötesinde gayrimüslim halkın isteğiyle gerçekleştirecek yegâne araç olan tarikatlara büyük önem, değer ve çalışma imkânı verildiği anlaşılmaktadır. Osmanlı padişahları ile devlet adamları tarikat erbabına karşı her zaman büyük hürmet göstermiş, adlarına tekkeler açtırıp vakıflar tahsis etmişlerdir. Tabii ki bu tarikat ehlinin şehirlerin İslamlaşmasına katkısı devlet otoritesine katkısı şeklinde de okunabilir. Mesela Trabzon şehrinin İslamlaşmasına büyük katkısı olduğu kayıtlara da geçen Maraşlı Şeyh ismiyle bilinen Şeyh Osman günümüzde dahi şehrin gayrı resmi dini hayatında önemli bir figürdür. 613 Devletin İslam ı yaymak için tarikatları kullandığının önemli bir göstergesi de şehirde çok kalabalık bir gurupla temsil ediliyor olmalarıdır. 611 T. Ş. S., 1842, 13, 1, İlber ORTAYLI, Osmanlı da Kültür Kurumları Anatomi Dersleri: Osmanlı Kültürü, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1995, ss: ŞAKİR ŞEVKET, Trabzon Tarihi, s. 58, 98; GOLOĞLU, Trabzon Tarihi, s

164 Mesela Lowry nin tespitlerine göre 1553 tarihli tahrir defterinde mesleği ile ilgili bilgi verilen 133 Müslüman erkeğin 33 ü (% 24) din ile ilgili mesleklerde bulunmaktadır. Şehirde resmi İslam ın 20 temsilcisi varken -1 hatip, 3 hoca, 12 imam, 2 molla, 2 müezzin- halk İslam ının 13-2 çelebi, 8 derviş, 1 halife, 1 şeyh, 1 kalendercetemsilcisi mevcuttur. 614 Bundan anlaşılan XVII. yüzyılın ortalarına gelinmeden bir yüz yıl önce şehirde güçlü bir halk İslam ı eğilimi olduğudur ki XVII. yüzyıla gelindiğinde bu eğilimin devam ettiği belgelerden okunmaktadır. Nitekim gerek siciller tarandığında gerekse arşiv kayıtları incelendiğinde çok sayıda şeyh başta olmak üzere halife, çelebi ve derviş kaydına rastlanmakladır. Devletin tarikatları kontrol altında tutma çabasını şer iye sicillerinden izleyebiliyoruz. Bu amaçla her şeyden önce Kadıya tekkeleri denetleme hatta oralarda görev yapan şeyhleri imtihan etme suretiyle hem dini bilgilerini ölçme yani yeterliliklerini tesbit hem de devlet için zararlı bir şey öğretmemelerini temin amacıyla kontrol görevi verilmişti. Zaten göreve gelmeleri Kadı arzı ile oluyor, 615 görevleri süresince Kadı tarafından verilen beratı bulundurmaları gerekiyordu. Anlaşılan berat tekke görevlilerinin görev yapma izinleri gibi işlev görüyordu. Bunu beratını kaybeden bir şeyhin derhal kadıya başvurarak tecdîd-i berat talep etmesinden anlıyoruz. 616 Demek elinde beratı olmayan bir kişiye resmi görev yaptırılmadığı gibi tekkede şeyhlik de yaptırılmıyordu. Bu durumda tekke şeyhliği yarı-resmi bir görev oluyordu. Tekkede şeyhliğin dışında Osmanlı camilerinde gördüğümüz bugün mevcut olmayan görevler olan cüzhanlık, ihlashanlık, devirhanlık gibi görevleri ve görevlilerini çok daha fazlasıyla görebiliriz. Tabii burada Osmanlı kadısının camidekiler olduğu gibi tekkedeki bu tür görevlilerin tayin ve vazifeye devamları noktasında da yetkili olduğunu tesbit önemlidir. Mesela 1843 numaralı şer iye sicilinde yer alan Şeyh Ahmed şemsi mahlûlinden cüzhanlık tevcîhine dâir kayıt Kadı nın bu yetkisinin ürünü bir kayıttır Gayrimüslimlerin Eğitim ve Dini Hayatları Osmanlı yönetimi toplum üzerindeki yetkilerini ve kamu hizmetlerini yönetim, maliye, askerlik ve adaletle sınırlandırmıştı. Bunun dışındaki eğitim, haberleşme, sosyal güvenlik, nüfus, sağlık, dini işler ve yardımlaşma hizmetlerini millet teşkilatlarına ve bu amaçla kurulmuş vakıflara bıraktı. Gayrimüslimlerin ise kendi aralarındaki nikâh, çeyiz, nafaka, veraset, vesayet ve vasiyet işlerini millet teşkilatlarına bırakmıştı. Cemaat mahkemelerinin bu konularda verdikleri kararları devlet organları aynen uygulamak zorundaydı. Mesela Patrikhane Mahkemesi suçluları yalnız hapse değil, bazen sürgüne bazen de kürek cezasına mahkûm edebiliyordu. Mesela kürek cezasına mahkûm edilen bir 614 LOWRY, Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi ( ), ss: T. Ş. S., 1844, 5, 1,1. Evkâfı selâtîn vakfının şeyhinin mahlûlinden meşihati merkûmen tevcîhine dâir Şeyhlik vazifesinin tevcihine dâir T. Ş. S., 1844, 5, 1, İmarette şeyh olan beratını kaybetmiş yenilenmesine dair T. Ş. S., 1844, 6, 2, T. Ş. S., 1843, 43, 1,

165 mahkûmu Kaptan Paşanın almama şansı yoktu. Patrikhaneden kürek cezası gönderilen bir suçluyu küreğe gönderir ve Patrikhanenin belirlediği vakitten önce zincirini çözemezdi. 618 Osmanlı devleti gayrimüslimlerin dini alanına din olarak benimsedikleri şeylerde gayrimüslimlerin serbest bırakılması şeklinde ifade edilen genel İslam prensibine uygun olarak yaklaşmıştır. 619 Gerçekten Osmanlılarda gayrimüslimlerin uzun yıllar devlete bağlılığını salt askeri esaslarla açıklamak mümkün değildir. Yönetimle gayrimüslimler arasındaki ilişkilerin hukuki bir temele dayanan insani ve çağdaş yönlerinin bulunması ve bunların çok geniş çeşitli din ve ırklardan meydana gelen coğrafyada dış baskı ve saldırılara rağmen devletin ömrünü uzun kılan sebepler arasında olması düşünülmelidir. 620 Osmanlı devletinin toplumsal, siyasal ve yönetsel yapısı ırk esasına göre değil düşünce ve inanç temeline göre örgütlenmişti. Toplum Müslim ve Gayrimüslim olmak üzere iki ana sınıftan meydana geliyordu. Bireylerin toplumsal statüsünü belirleyen ana unsur dindi. Kısaca toplum inanç temelinde çeşitli milletlere ayrılmıştı. Herkes dini bir topluluğa üye olmak suretiyle Osmanlı toplumundaki sosyal sınıfını da belirlemiş oluyordu. Böylece din ve mezhebe dayalı bir idari yapı ortaya çıkıyordu. 621 Müslim ve zimmi tanımları bilhassa gayrimüslimlerin fıkhın zimmet hukuku içine yerleştirilmesinden kaynaklanmaktadır. Gerçekten Osmanlı kanunları hem Müslim hem gayrimüslim bütün tebaayı kapsayacak şekilde hükümler içermektedir. Ancak çok sınırlı hususlarda kefereye mahsusu ahvali beyan eder başlığı ile bir takım düzenlemeler yer almıştır ki bunların tamamen İslam hukukunun prensipleri ile alakalı hususlar olduğu görülür. 622 Sicillerde huzurdaki davada bahse konu kişi gayrimüslim ise bu durum Bozan nâm zimmî 623 örneğinde görülebileceği gibi doğrudan ve açıkça ifade edilmektedir. Yine cizye toplanmasına dair kayıtlarda zimmi reaya ifadesi kullanılmaktadır. Ayrıca zimmi taifesinde Nasranî taifesinden ve Ermeni taifesinden gibi ayrımlarda yapılmaktadır. Bu durumun cemaat yapılanmasından kaynaklanıyor olması muhtemeldir. Mezhep ekseninde bir ayrıma tabii tutulan Hristiyanlar Ortodoks ve Gregoryen olmalarına göre ayrı cemaatler halinde 618 Bilal ERYILMAZ, Osmanlı Devletinde Millet Sistemi, Ağaç Yayıncılık, İstanbul, Tarihsiz, s. 35. Burada yeri gelmişken Osmanlı devletinde sıkça uygulanan cezalardan kürek cezası konusunda şunları hatırlayabiliriz: Kürek cezası bazen umumi emirle, genel bir tedip olduğu gibi bazen de suçluyu zikrederek hususi bir şahıs hakkında da verilebiliyordu. Genel tedibe misal olarak Şevval 1018 de Anadolu daki kadılara gönderilen hükümde memleketi tahrip edip fesat ve şenaat işleyenlerin küreğe konulmalarının emredilmesi, hususi hükümle tedibe misal olarak da Cemâziye l âhir 1100 de fermana itaat etmeyen ismi yazılı dokuz kişinin ıslah-ı nefs etmeleri için altışar aylık süre ile küreğe konulmaları emredilmesi gösterilebilir. B. O. A., MD., 78, 624, 1609; B. O. A., MD, 98, 120, KENANOĞLU, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, s ERYILMAZ, Osmanlı Devletinde Millet Sistemi, s Bilal ERYILMAZ, Osmanlı Devletinde Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi, Risale Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1996, s KENANOĞLU, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, s T. Ş. S., 1834, 20, 2, 5. vd 151

166 teşkilatlandırılmıştı. Bu durum sicillerde muhtemelen Rumlar için Nasranî taifesinden Ermeniler için ise Ermeni taifesinden şeklinde bir ayrımla belirtilmiştir. Bu örnekten hareketle Rumlar Nasranî taifesi olarak isimlendirilmişlerdir. 624 Trabzon'da yaşayan gayrimüslim milletlerin başlıcaları Rum ve Ermenilerdir. Şehirde çok az sayıda Katolik Latin nüfus mevcuttur. 625 Rum ve Ermeniler İstanbul daki Patrikliklere bağlı idiler. Latinlerin dini hizmetlerini ise Roma kilisesine bağlı Papa tarafından atanan bir vekil yürütüyordu. Latinler imparatorlukta en çok İstanbul, Bosna ve Trabzon'da yaşamaktaydılar. Trabzon ve diğer yerlerdeki Katolikler bir merkeze bağlı olmadan her biri ellerindeki fermanlara göre yönetiliyordu. Bunlara millet statüsü de verilmedi. Bunun en önemli sebebi dini merkezlerinin Osmanlı toprakları dışında olması idi. Bilindiği gibi Rum, Ermeni ve Yahudilerin dini ve idari merkezleri İstanbul du. Bu milletlerin hükümetle olan ilişkileri İstanbul daki patrikleri eliyle yürütülmekteydi ve dolayısıyla faaliyetleri devletin gözetimi ve denetimi altındaydı. Bu cemaatlerin millet başları devletin memuru sıfatını taşımaktaydılar. Oysa Osmanlı Katolikleri Roma daki Papa ya bağlıydılar. Piskoposlarının tayini Papa tarafından yapılmaktaydı. Bu yüzden Hristiyanlardan Katolik mezhebine geçenlere iyi gözle bakılmazdı. Bu konuda zaman zaman bazı tedbirler de alındı. Mezhep değiştirme işinden en fazla etkilenen Osmanlı toplumu Ermenilerdi. Katolik mezhebine girmek isteyen Ermenilere karşı ilk tedbirler IV. Murat zamanında ( ) alınmaya başlandı. Bu tedbirler zamanla hem artırıldı hem de ağırlaştırıldı. Mesela Evasıt-ı Zilhicce 1113 (1702) ve Evasıt-ı Ramazan 1114 (1703) tarihli hükümlerde kendi ayinlerini terk ederek frenk ayinini tercih eden ve papazlarıyla ayrılığa düşen Ermenilerin küreğe konulmaları emredilmekteydi. 626 Yine bir başka belgede Ermeni ayinini terk ederek Efrenc ayinine tabi olan Ovannes isimli rahibin Revan da Üçkilise mahalline gittiği ve ahaliyi ifsatta bulunduğu anlaşıldığından tedibi isteniyordu. 627 İlginç olan Ovannes i şikâyet edenin Rum patriği olmasıydı. Anlaşılan Osmanlı devleti ruhani ve cismani merkezleri kendi topraklarında olan mezhepleri daha kolay denetleme imkânına sahip olduğundan Roma daki Papalık makamına dinen bağlı ve Papa nın atadığı piskoposlar marifetiyle dini işlerini yürüten Katolik mezhebinin yayılmasına karşı idi. Bu karşıtlığını kontrolü altındaki Hristiyan din adamlarına da yaymış onlardan da kendi amacına uygun faaliyet göstermesini istemekteydi. Görüldüğü gibi bu talebine olumlu cevap aldığı da vaki idi. 624 AÇIK, Gelenek ve Modernlik Arasında Bir Osmanlı Şehri:17. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon da Siyaset, s Fetihten sonra bu unsurların nüfus dağılımları, zaman içerisinde bu dağılımların değişimi hakkında tahrir defterleri örneğinde yapılmış ayrıntılı ve istatistiki bilgiler için bk. I. Bölüm. 626 B. O. A., M. D., 112, s. 216, hk. 1; B. O A., M. D., 112, s. 394, hk B. O. A., Y. B., 04, 4, 75, 7 Muharrem

167 Bahsedildiği gibi Katolik Ermenilerin en çok yaşadığı yerlerden olan Trabzon'da Ermenilerin yaşadığı temel problem mezhepsel-yönetimsel iken şehrin gayrimüslimlerinin büyük kısmını oluşturan Rumların yaşadığı problemler daha çok dini-vergi toplama kaynaklı idi. Dini meselelerin ilki ölen kilise papazlarının yerlerine kimin atanması gerektiğine dairdi. Mesela Trabzon kadısına gönderilen bir hükümden İstanbul Rum patriği Aramya nın (Ieremias) Trabzon da ölen kilise papazlarının yerine metropolitlerin atama yetkisinin kısıtlanarak ölenlerin hanımlarının şirrete salik olmakla kiliseleri zapt etmeye çalıştıkları şikâyetini öğreniyoruz. Burada çıkan emir Rumların dini uygulamaları ve beratlarına aykırı şekilde kilise tasarruf etmenin önlenmesi olmuştur. 628 Rumlar arasında dava konusu olan bir diğer ihtilaf gurubu da Kiliselerin yönetiminde bulunan keşişlerin atanması ile metropolitlikler arasındaki meselelerdi. Metropolitlerin tasarruflarına verilen kiliselere keşiş atama yetkisi metropolitlerin atama beratlarında ayrıntılı şekilde yazmaktaydı. Bu açıdan bu beratlara bir tür yönetmelik nazarıyla da bakabiliriz. Burada üzerinde durulması gereken belki en önemli konu Metropolitler ile keşişler arasındaki ve yine iki farklı metropolitlik arasındaki davaların kadı mahkemelerine gelmiş olmasıdır. Bilindiği gibi gayrimüslimler bu konuda özerkliğe sahipti ancak daha önce aile hayatı ile ilgili özellikle de boşanma ile ilgili konularda görüldüğü gibi gayrimüslimler burada da kadı mahkemesine itibar etmişlerdir. Bu itibarı özellikle vurgulamamıza sebep olan nokta ise özel hukuk alanına giren bir konu olmanın da ötesinde bizzat gayrimüslimlerin kendi dini alanlarına giren bu konularda kadı mahkemesinin itibar görmüş olması diğer bir ifadeyle bizzat gayrimüslimler tarafından meselenin içine katılmalarıdır. Buraya kadar anlattıklarımıza incelediğim dönem Trabzon undan örnek verecek olursak Rumlar arasındaki dini yetki tartışmalarının en önemlisi Gümüşhane ve Trabzon metropolitleri arasındaki çekişmede kendini gösterir. Temel sorun Gümüşhane metropolitinin sorumluluk sahasında yaşayan reayanın uzun süre Trabzon metropolitinin sorumluluk sahasında kaldığında ayinlerini hangi metropolitin icra ettireceği idi. Çıkan karar problemi çözmekten çok Trabzon ve Gümüşhane nin ayrı metropolitlikler olduğu vurgusu ve ayinlerin icrasında birbirlerine karışmamaları şeklindeki klasik uyarılar olmuştur. Esasen devlet bu tür dini meseleleri kendi ilgi sahasında mütalaa etmiyor, sadece idari manada kendisini ilgilendiren noktanın altını çiziyordu. 629 Anlaşılan gayrimüslim toplulukların dini icraatlarına genel toplum hassasiyetlerine dikkat edildiği sürece devletçe herhangi bir müdahale söz konusu değildi. Yani Osmanlı idaresi tebaası olan gayrimüslimlerin dini organizasyonlarını 628 B. O. A., K. K., nr. 2542, hk zilkade 1138, 22 Temmuz Burada Osmanlı devletinin sıklıkla yaptığı gibi kadimden olagelene atıf yoluna gidildiğini görüyoruz. Ancak dikkati çeken kadime yapılan atıfta sadece İslam kadimi-osmanlı geleneği değil dini bir konuda gayrimüslimlerin kadiminin de atıf yapılacak derecede gözetilmiş olmasıdır. Anlaşılan Osmanlı devletinin kadime itibarı şümullü olup, zimmilerin kendi iç işleri ile ilgili bir konuda onların âdetini de kapsamaktadır. 629 TOSUN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Cemaatlerarası İlişkiler, s

168 teşkil etmek, düzenliliğini sağlamak, idari-mali mesuliyet alanlarını belirlemek dışında kendi cemaatlerinin iç bünyesine ait uygulamalara genellikle müdahale etmemiştir. Haddi zatında bu durum Osmanlı idarecilerini çok da alakadar etmiyordu. Çünkü Osmanlı idarecisi için önemli olan tebaadan bir kişinin belli bir din koduyla bir cemaate ait olması idi. Aidiyet o kişinin tanınırlığını sağlıyor ve devlet için önemli olan noktayı yani kontrol edilebilirliğini mümkün kılıyordu. Yoksa kişinin inandığı din adına yaptığı uygulamalar devletin sorunu değildi. Ancak burada şunu hatırlatmakta fayda vardır ki kişinin inancı ve bu inancın uygulamaları Müslim de olsun gayrimüslim de olsun devlet için bir soru teşkil ettiği anda devlet buna müdahale emekte de bir beis görmüyor olayı din özgürlüğü kavramında değerlendirmiyordu. Buna Müslim halkın Rafızilik ve küfür suçlanmaları ile uğradıkları takibatlar 630 gayrimüslimler için ise özellikle Ermeni toplumunda Katolik mezhebinin yayılmasına devletin aldığı tedbirler örnek verilebilir. Diğer taraftan dini hayat ve uygulamalar Müslümanlar için olduğu kadar gayrimüslimler içinde hayatın en önemli referansıdır. Bunu en güzel kişilerin çocuklarına verdikleri isimlerde görürüz. Bilindiği gibi çocuğa verilen isim babanın idealini yansıtır. Sicillerden izleyerek dönemin gayrimüslim isimlerine bakıldığında Evrenakıs, Erasil, Estefor, Serasiz, Memuyun, Kostata, Tavtus, Ercisid, Bodrigor, Karabet, Evranik ve Arakeniş gibi isimlerin erkeklerde, Harim, Ceyavi, Meryem, Balese, Semyüre gibi isimlerin de kadınlarda tercih edilen isimler oldukları ve bunların tümünün de kaynağını kendi dinlerinden aldığı görülecektir. 631 Osmanlı devletindeki Gayrimüslimler sosyal hayatlarında temel referans aldıkları dini hayatları yönünden tamamen özerk idiler. Bu özerklikleri konusunda kendilerine gösterilen hoşgörünün tahmin edilginden de yüksek olduğuna bir delil Ebussuud Efendinin bir fetvasıdır. Buna göre kendi dinini anlatan bir gayrimüslim kendi dinini anlatırken İslam ın kutsal değerlerine dil de uzatsa cezalandırılmaz çünkü burada amacı İslam a hakaret değil kendi dinini anlatmaktır. 632 Ancak tabii ki bu hoşgörünün de sınırları vardı. Mesela Müslümanların Gayrimüslimlere Gayrimüslimlerin de Müslümanlara ait kıyafetleri giymesine müsaade edilmezdi. Bu cümleden olarak bir Gayrimüslim sarık saramazdı. Bundan başka Gayrimüslimlerin samur kürk, frengi kemha, kalpak ve atlas gibi lüks giysiler giymelerine müsaade edilmezdi. Bununla güdülen amaç donda, libasta ve tarz-ı üslupta kefere taifesini tahkir ve tezlil eylemekti. Ancak bu hükümler çoğu zaman teoride kalmış özellikle zengin Gayrimüslim tüccarlar Müslümanlar gibi lüks giyinmişlerdir Sicillerde küfür isnadına ait çok sayıda kayıt vardır. Örnek için bk. T. Ş. S., 1833, 102, 1, YILMAZÇELİK, XVIII. Yüzyılda Trabzon un Sosyal Durumu ss: Ebussuud Efendi nin bahse konu fetvası ve hakkında geniş bir değerlendirme için bk. Mehmet GENÇ, Osmanlıda Zanaat, Ahlak, İktisat İlişkisi, Anatomi Dersleri: Osmanlı Kültürü, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1995, ss: ERYILMAZ, Osmanlı Devletinde Millet Sistemi, s

169 Gayrimüslimlerle ilgili bir diğer yasak ise ata binmeleri ve silah taşımaları ile ilgili idi. Bunun en önemli sebebi güvenlik ile ilgili endişelerdir. Bu konuda bir başka sebepte silah kuşanıp ata binerek çarşılarda Müslümanlardan daha gösterişli bir tarz ile dolaşmalarının engellenmesidir. Ancak devlet adına belli bir işi yapmakla görevlendirilen zimmilerin bir yerden başka bir yere gidişlerinde ata binmelerine izin verilmiş ve geçecekleri yol üzerindeki kadılara durum bildirilerek rahatsız edilmemeleri istenmiştir. 634 Çok önemli bir yasak da siyasi faaliyetlerle ilgili olup gayrimüslimler siyasi işlere de asla karışamazlardı. Gayrimüslimlerle ilgili sınırlamalar sosyal hayata ilişkin idari düzenlemeler niteliğindeydi. Hukuki anlamda Müslümanlarla Gayrimüslimler arasında herhangi bir eşitsizlik yoktu. Kadı Müslümanlarla Gayrimüslimler arasındaki bir davada her iki tarafa aynı hükümleri uygulardı. Sicillerde Kadı huzurundaki davada gayrimüslimlerin kazanıp Müslümanların kaybettiği çok sayıda dava örneğine rastlanmaktadır. Bu durum sadece Trabzon için değil imparatorluğun her yeri için böyle olup bir devlet politikası olarak görülmelidir. Nitekim Kıbrıs şer iye sicilleri üzerine yapılan bir araştırmada arasındaki elli yıllık dönemde Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında kadı mahkemesinde görülen 7 davadan 6 sı Hristiyanlar lehine sonuçlandığı tesbit edilmiştir. 635 Daha da ötesi gayrimüslimlerin şahitliği ile Müslümanın şahitliğinin eşit tutulması ve gayrimüslimlerin aleyhinde şahitliği ile dava kaybeden Müslüman ın varlığı görülebilecek bir durumdur. Yani Müslüman ve Gayrimüslimlerin birbirleri lehine şahitlik yapmaları ya da aynı davada beraberce şahit bulunmaları karşımıza çıkmaktadır. Hatta İslam hukukuna göre Gayrimüslimlerin Müslümanlar aleyhine açtığı davalarda şahitlerin Müslüman olması gerekliği şartını yerine getirirken zorlanmadıkları görülmektedir. Mesela Rum karısına ait hisseye haksız yere sahip olduğu iddiasıyla açılan davada Mahmut ve İbrahim, Abdülbaki aleyhine şahitlik yapmaktadır. 636 Anlaşılan hukuk din üzere değil adalet üzere temellendirilmiş ve bu sadece teoride kalmamış halk tarafından da içselleştirilebilmiştir. Yani huzurda görülen davada haklı olanın dinine bakılmadan mahkemede haklı çıkabilmesi mümkündür. Yalnız burada hâkim unsurun dini lehine mahkemede bir ayrımcılık yapılmadığı vurgulanmak istenmektedir. Yoksa bu tesbit mahkemenin geçerli hukuk kurallarının şeriata dayalı olmadığını hatta mahkemede de İslam dininin daha üstün ve şerefli olmasının kabul edilmesi noktaları ifade etmemektedir. 634 KENANOĞLU, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, ss: H. Bedevi nin araştırma sonuçları için bk. KENANOĞLU Osmanlı Millet Sistemi Mit ve Gerçek, s T. Ş. S., 1830, 48, 2,

170 Bütün bu belgelerin dilinden anlaşılan Osmanlı devletinde Avrupa daki gibi milletlere göre farklı hukuk kuralları yoktu. 637 Gayrimüslim haklarının fermanla düzenlenmesi onlara bugünkü anlamda bir anayasa güvencesi veriyordu. Hiçbir yönetici veya memur bu fermanlara aykırı işlem yapamazdı. Gayrimüslimler böylece ehl-i örf denilen yöneticilerin haksız davranışları karşısında en üst düzeyden korunma imkânına sahip oluyorlardı. Nitekim Osmanlı hâkimiyetinde gayrimüslimlerin haklarına riayet konusunda sıklıkla belgelerde kayıtlara tesadüf edilir. Bu sayede gayrimüslimler toplum hayatına adapte olmak noktasında herhangi bir sıkıntı çekmemiş, idari makamlara haklarının teslimi konusunda rahatlıkla başvuru yapabilmiş ve mahkemelerde haklarını rahatça savunabilmişlerdir. Hatta adalet dağıtıcısı kadılar hakkında da rahatça şikâyette bulunabilmişlerdir. Osmanlı devleti bu konuda İslam ın temel prensipleri çerçevesinde hareket etmiştir. İslam hukukunda temel prensipler açısından zimmiler kendilerine eziyet edilecek horlanacak kendileriyle alaka kurulmayacak bir gurup değil, aksine Müslümanlara zarar vermedikleri müddetçe Müslümanlarla aynı haklara sahip insanlardır. Şayet kendileriyle alakayı kesmek arzu edilseydi o zaman onları cemiyet hayatından dışlayıcı hükümler konulması gerekirdi. 638 Zimmiler Osmanlı devletinin genelinde olduğu gibi XVII. yüzyıl Trabzon unda da İslam toplumunun onlara tanıdığı serbesti içinde yaşamışlardır. Şer iye sicilleri ışığında şu tesbiti yapabiliriz: Trabzon'da Müslim ve zimmi gruplar aralarında pek fazla anlaşmazlık olmadan hayatlarını sürdürmektedir. Bunu en rahat cemaatler arası dava sayısının azlığından anlıyoruz. Üstelik bu davalar alacak-verecek konuları gibi dini temelli olmayan davalardır. Bu sonucun ortaya çıkmasında medeni hukuk konusunda Müslümanlara sağlanan hakların gayrimüslimlere de sağlanmış, sosyal haklar yönünden güvence altına alınmış olmalarının da tabii ki önemli rolü vardır. Nitekim mahkeme gayrimüslimlere kesinlikle kapalı olmadığı gibi gayrimüslimlerin mahkemeye ulaşmasında herhangi bir engel de yoktur. Bu durum günlük hayata olumlu ve uyumlu ilişkiler olarak yansımıştır. Kayıtlar incelendiğinde Gayrimüslimlerin mahkemede davacı, davalı, şahit ve şuhudu l-hal olabildiği, aynı mahkemede hem Müslim hem de Gayrimüslim şuhudu l-hal in birlikte mahkemeyi izleyebildiği görülecektir. Zaten fetihten sonraki ilk yüzyıl içerisinde mahalleler karışık hale gelmiş, bu durum iki toplumun fertleri arası komşuluk ilişkilerini geliştirmiştir. 639 Bunun sonucunda gayrimüslimler uzun süredir birlikte yaşadıkları Müslüman aileleri örnek almak suretiyle Türk kültürünün büyük ölçüde tesirinde kalmışlardır. Hatta gayrimüslim unsurlar Türklerin kullandığı eşyaları kullanmanın ötesinde Türklerin kullandığı isimleri de kullanmaya başlamışlardı ERYILMAZ, Osmanlı Devletinde Millet Sistemi, s KENANOĞLU, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, s Kemal ÇİÇEK, Şer iye Sicillerine Göre Trabzon da Müslim-Gayrimüslim İlişkileri Trabzon Tarihi İlmi Toplantısı, (6-8 Kasım 1998) haz. K. Çiçek vd. 2. Baskı, Trabzon, 2000.ss: Türklerin kullandığı isimler ile dini kökenli olmasa da Türk milleti arasında yaygın olan isimler kastedilmektedir. Mesela Murad nam kefere... T. Ş. S. 1906, sf. 113, nu. 733 den naklen YILMAZÇELİK, XVIII. Yüzyılda Trabzon un Sosyal Durumu s Bu noktada Hanefi Bostan ın şu 156

171 Trabzon için geçerli bu hükümler taşra için daha fazla geçerlidir. Akdağ ın tesbitlerine göre Hristiyan köylerinde imam yerine papaz bulunduktan sonra bu köylerin kethüdaları da kendi dinlerinden kimseler idi. Bunun dışında her iki dinin mensubu köylüler arasında fark yoktu hatta her iki din mensuplarının aynı köylerde komşu olarak yaşadıkları da sıklıkla görülen sıradan bir durumdu. 641 Anlaşılan taşrada ilişkiler etnik ve dini olmanın ötesinde şehre göre çok daha fazla ekonomiktir. Esasen devlet de hepsini reaya saymaktaydı. Gayrimüslimlerin kendini rahatça ifade edebildikleri, kurumlarını kurdukları bir diğer alan da eğitimdir. Eğitim konusu içine anadilde eğitim olgusu da dâhildir. Zaten günlük hayatta her millet kendi dilini rahatça konuşabilmektedir. Eğitim ve dil serbestliği gayrimüslimlere kendi anadillerinde eğitim yapan kendi kurumlarını kurma imkânı da tanımıştır. Mesela incelenen dönemde şehirde yaşayan Rumlar Sevastos Kyminitis in 1682 yılında kurduğu Rum-Ortodoks patrikhanesinin gözetimindeki okulda Helen lisanı ile eğitim-öğretim yapmaktadır. 642 İlerleyen yüzyıllarda şehirde ticaretle uğraşarak zenginleşen Rumların çocuklarını yurt dışına göndermeye başlamalarına kadar uzun yıllar bu durum Osmanlı devletinin gözetiminde ancak müsamahası ile böyle devam etti. XIX. yüzyılda ortaya çıkan bu gelişmede yine Osmanlı devletinin gayrimüslimlerin eğitimi de kapsayacak şekilde ülkesinde yaşayan zimmilere verdiği geniş hareket serbestisinden güç alıyordu. Ne var ki bu müsamahanın ilerleyen yıllarda çok yıkıcı etkileri oldu. Gerçekten Avrupa ya tahsil için giden gayrimüslimler buradan Osmanlı devleti için çok yıkıcı fikirler getirdiler. 3- İhtida Trabzon Osmanlı devleti topraklarına Orta ve Batı Anadolu ya nazaran daha geç katıldığı gibi Orta ve Batı Anadolu daki birçok yerleşim birimi gibi Osmanlıya katıldığında Türk ve Müslüman kimliğine bürünmüş de değildi. Şehirde İslam ın yayılışı konusunda açıklandığı gibi Osmanlı devletinin İslamlaştırma politikasının zorba yöntemlerle ve ani kararlarla olmayıp İslamlaşmanın doğal mecrasında ilerlemesinin etkisiyle şehrin barındırdığı gayrimüslim nüfus uzun bir süre Müslüman nüfusun önünde gitmiştir. Nihayet 1586 yılında yapılan tahrire bakıldığında Müslüman nüfus tespitlerini de anlamlandırabiliriz. Ancak tüm mühtedilerin Rum ve Ermeni olduklarını söyleyemeyiz. XIV. yy kilise defterlerinde Türkçe ad taşıyan Hristiyanların da bulunması bize bunu düşündürmektedir. BOSTAN, XV. ve XIX. yüzyıllarda Maçka Kazasında Nüfus Hareketleri ve Nüfusun Etnik Yapısı s. 210 Bu durumda farklı kaynaklarda bahsedildiği gibi Türk Hristiyanlar olgusunun gerçekliğini ve bunlardan Trabzon da da bulunduğunu düşünmek gerekecektir. 641 Mustafa AKDAĞ, Türkiye nin İktisadi ve İçtimai Tarihi ( ), C. 2, Barış Yayınları, Ankara, 1999, s İlber ORTAYLI, 19. yüzyılda Trabzon Vilayeti ve Giresun Üzerine Gözlemler Osmanlı İmparatorluğunda Sosyal ve İktisadi Değişim: Makaleler, Turhan Kitabevi, Ankara, 2000, ss:

172 gayrimüslim nüfusu geçmiştir. 643 XVII. yüzyıla gelindiğinde Trabzon'da Müslimgayrimüslim nüfus dengesi büyük ölçüde şekillenmişti. Lowry nin çalışmasında tahrir defterlerine dayanarak XVI. yüzyıl sonu için ortaya koyduğu %54 Müslümana karşın % 46 Hristiyan nüfus oranıyla toplumun çoğunluğunun Müslüman olması olgusu yüzyıllar boyunca hemen hemen aynı oranlarla değişmeden kalmıştır. 644 Bu tesbiti yapabilmemize imkân sağlayan en önemli unsurun ihtida olaylarının hiçbir zaman nüfus yapısına etki edecek boyuta ulaşmamış olması olduğu anlaşılır. Nitekim XVII. Yüzyılın ikinci yarısı sicillerinde sınırlı sayıdaki ihtida olayları dışında fazla bir kayda rastlanılmamıştır. Esasen ihtida olaylarını sicilde takip etmenin bir kolaylığı vardır. Osmanlı kadıları genel bir anlayışla ihtidaları ihtida ilamı biçiminde sicil defterinin ilk veya son sayfalarına alt alta yazarak kaydetmektedir. Hatta bu kayıtlarda kullanılan ifadelerde kalıplaşmış kayıtta kişinin eski ve yeni isminin belirtilmesi ile kendi isteği ile Müslüman olduğu yazılmıştır. 645 Bu tesbit kolaylığının olması bize yılları arasında çok az sayıda ihtida olmuştur derken kolaylık sağlamaktadır. Gerçi Trabzon şer'iye sicilleri incelendiğinde bu kurala uyulmadığı anlaşılmaktadır. Muhtemelen ihtida olayı incelenen dönem için nadir olduğundan konu ile ilgili defter kuralına uyulmak ihtiyacı duyulmamış, herhangi bir gayrimüslim ihtida ettiğinde ve bu ihtidanın kayda geçirilmesi lüzumu olduğunda defterdeki izlenen tarih sırasında sıradaki yere yazılmıştır. Bu ihtidaların birisi 1832 numaralı sicilde yer almaktadır. Esasen bu sicildeki tek ilam da budur. İlamdaki kayıt Akçaabat nahiyesine tabi Haçuka karyesi sakinlerinden Yurdan nam zimmi şeref-i İslam ile müşerref ve dini İsa dan çıkub din-i Muhammedi kabul idüb ve ismi Mehmed vaz olunub fi evâsıt-ı Safer 1061 şeklinde olup görüldüğü gibi kişinin nerede ne zaman Müslüman olduğu ve hangi ismi aldığı kaydedilmiştir. 646 Aynı şekilde Miraç TOSUN un nezir defterlerini 647 örnek alarak yaptığı çalışmada XVIII. yüzyıl için yaptığı tespitlerde benzerlik göstermektedir. TOSUN a göre XVIII. yy ortalarında şehrin nüfusu yaklaşık kişi olup bunun yaklaşık 1/3 ü 643 Kenan İNAN, Trabzon'da İhtida Olayları ( ), Onyedinci Yüzyıl Ortalarında Trabzon'da Sosyal ve İktisadi Hayat, Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları, Trabzon, 2013, s Bu durum nefs-i Trabzon için geçerli olduğu gibi sancağın nahiyeleri için de aynı şekilde, aynı oranlarla geçerlidir. Mesela 1683 tarihli avarız defterini Maçka bağlamında inceleyen Hanefi Bostan 1683 te 812 avarız hanesinin 490 tanesinin (yaklaşık % 60 ı) avarızdan muaf olduğunu, bu muafların %54 ünün Müslüman kalanının ise Hristiyan olduğunu tesbit etmiştir. Bu rakamlar bize vergi tarhında Müslüman-gayrimüslim ayrımı yapılmadığını gösterdiği gibi Müslim-zimmi nüfus dengesini de gösterir. BOSTAN, XV. ve XIX. Yüzyıllarda Maçka Kazasında Nüfus Hareketleri ve Nüfusun Etnik Yapısı, s. 645 İNAN, Trabzon'da İhtida Olayları ( ), s T. Ş. S., 1832, 94, 1, 1; Dönemde ihtida kayıt örnekleri: T. Ş. S., 1834, 9, 1, 3; T. Ş. S., 1834, 47, 1, Örnekleri Trabzon sicillerinde de görülen nezir; merkezi idarenin asayişe yönelik önlemlerinin yetersizliği sonucu ortaya çıkan ve asayişi yeniden düzenlemek adına devletle toplum arasında daha önceki dönemlerde zımni olarak ortaya konulmuş sözleşmenin yazılı hale getirilmesi ve bunun ekonomik tehdit unsurlarıyla birleştirilmesinden ibarettir. Bir yüzyıl sonra imparatorluk sathına yayılan ve genel bir uygulamaya dönüşen nezre ait hüccet ve kayıtlar artık bu hususta müstakil bir defter tutmayı gerekli kılmış ve nezir defterleri adıyla yeni bir defter serisi ortaya çıkmıştır. Nezir defterlerinden de şehrin nüfusuna ait bilgiler çıkarılabilir ki buna göre bir nüfus hesabını TOSUN tezinde yapmıştır. 158

173 Gayrimüslim 2/3 kadarı da Müslümandır. 648 Şehrin nüfusu ile ilgili en sağlam veriyi ise bize 1834 nüfus sayımı verir. İmparatorluğun genelinde askere alınacak erkek nüfusun tesbiti için yapılan bu sayıma göre 649 şehirde yaklaşık kadar kişi yaşamakta ve bu nüfus da aynen geçen yüzyıldaki gibi 1/3 Gayrimüslim 2/3 Müslim şeklinde bir dağılım göstermektedir. 650 Bu dağılım daha sonra da fazla değişime uğramamıştır yılına ait Trabzon vilayeti salnamesinde de şehrin nüfusunun % 56 sı Müslüman %44 ü gayrimüslimlerden oluşmaktadır. 651 Aradan geçen iki yüz yıldan fazla sürede nüfus oranı değişmezken, nüfus yaklaşık dört kat artmıştır. Lowry nin tesbitlerine göre XVI. yüzyıl sonunda yaklaşık bin olan şehrin nüfusu XX. yüzyıl başına gelindiğinde kişidir. Nüfusta bu kadar ciddi değişim yaşanırken nüfus oranının hemen hemen aynı kalması bize şehir nüfusunun kendi iç dinamikleriyle doğal yollardan arttığını anlatmaktadır. Trabzon merkez sancağı için geçerli bu tesbit kazalarla ilgili tespitlerle de paralellik göstermektedir. Mesela Maçka kazasında nüfus hareketleri ve yapısını inceleyen Hanefi Bostan da çalışmasında XVII. yüzyıl boyunca kazada bir ihtida kaydına rastlanmadığı tespitini yapmaktadır. 652 Kısaca Trabzon un sancak merkezi olsun geneli olsun XVII. yüzyılda da XVI. yüzyıl gibi ihtida olgusu mevcut olup Müslümanlaşma eğilimi devam etmiştir fakat bu devam ediş hiçbir zaman fetih yüzyılı hızında olmamıştır. XVI. yüzyılda Trabzon u tahrir defterleri örneğinde inceleyen Lowry ihtida salgını adını verdiği Müslümanlaşma eğilimini bu yüzyılda Müslüman olmak Hristiyan kalmaktan daha ucuzdu. Diğer bir deyişle Hristiyan olanlar Müslümanlardan daha çok vergi veriyordu. şeklinde izah eder. 653 Lowry nin bu dediğinde tesbitinde hakikat payı varsa da yani devlet Müslüman olmayı her yönüyle teşvik etmiş ise de mesele bu kadar basit değildir. Her şeyden önce Gayrimüslimlerin ödediği cizye vergisi altından kalkılamaz bir bedel değildir. 654 Zaten ihtida edenler yalnız yoksul halk ve köylüler değildir. Zengin kişiler, Hristiyan beyler hatta din adamları arasında da ihtida olayları görülmüştür. Bu noktada fetihten sonra Trabzon metropolitinin Müslüman olması örnek teşkil etmektedir. Anlaşılan İslamlaşmada Müslüman dervişlerin İslam ın 648 TOSUN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Cemaatlerarası İlişkiler, s Bu amacın da etkisiyle defterlerin tanziminde ikili bir yapı mevcuttur. Müslümanlar defter-i İslam a Gayrimüslimler kâffe-i ehl-i zimmet reayanın tahrir defteri ne kaydedilmiştir. 650 TOSUN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Cemaatler arası İlişkiler, ss: Trabzon Salnamesi ss: naklen LOWRY, Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi, s BOSTAN, XV. ve XIX. yüzyıllarda Maçka Kazasında Nüfus Hareketleri ve Nüfusun Etnik Yapısı 653 LOWRY, Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi, ss: Cizye konusu ilerideki bölümde vergiler başlığı altında ayrıntılı olarak ele alınacaktır. Burada makam münasebetiyle bu kadar denilebilir ki edna, evsat ve ala olarak üç kategoride tahsil edilen cizye bedelleri 12, 24 ve 48 akçedir. Dönemin vakıf defterlerine bakılarak bir kile buğdayın 3-5 akçe olduğu göz önüne alınırsa bu adeta sembolik bir değerdir. 159

174 yayılması için gösterdiği samimi çabalar 655 davranışları daha etkin faktörler olmuşlardır. ve şehirde yaşayan Müslüman halkın Bütün bunlardan başka kilisenin resmi hiyerarşisinin zayıflığı da İslam ın yayılmasında zimmiler için iç etkendir. Yani bir zimmi için İslamlaşmada devletten ve Müslüman toplumundan kaynaklı etkenler olduğu gibi kendi toplumundan kaynaklı etkenler de vardır. 656 Trabzon şehrinde yaşayan Müslümanlar ile Gayrimüslimlerin münasebetleri oldukça iyi olup, Osmanlı devletinin topraklarında yaşayan Gayrimüslim halklara geniş bir dini müsamaha gösterdiği bilinmektedir. Trabzon şehrinde yaşayan Gayrimüslim halk da bu müsamahadan istifade etmek suretiyle kilise ve manastırlarında dini ibadetlerini serbest bir şekilde yapmaktadır. Bu dönemde Trabzon şehrinde yaşayan Müslim ve Gayrimüslim unsurların terekeleri karşılaştırılacak olursa Müslim ve Gayrimüslim terekelerinde geçen giyim, kuşam, oturma odası eşyası, yatak odası eşyası, mutfak eşyası, aydınlatma eşyası, silah, bıçak ve her türlü malzemelerin ve kullanım amaçlarının aynı olduğu görülecektir. Yani bir Müslim in evinde ne varsa bir Zimminin evinde de aynısı vardır. Bu durum şehirde yaşayan insanların kültürel açıdan kaynaştıklarını, uzun zamandır Türk kültürü içinde yaşayan zimmilerin artık bu kültürü benimsemiş olduklarını da gösterir. Bu tesbiti ifade eden bir örneği Trabzon u ziyaret eden seyyah Teophile Deyrolle şöyle kaydetmiştir hangi din ve milliyetten olursa olsun bütün Trabzon kadınları çarşaf giyerler. Zenginler beyaz üzerime geniş menekşe kareli çarşaf, yoksullar küçük beyaz ve mavi kareli çarşaf giyerler. 657 Anlaşılan şehirde yaşayan bir gayrimüslim Türk ün kullandığı eşyayı Türk gibi kullanmakta hatta Türk ün dininin motifini üzerinde taşıyan bir giysiyi de giymekten çekinmemektedir. Bu durumda Müslim ve gayrimüslimlerin birbirlerinin kıyafetlerini giyemeyeceğine dair Osmanlı kaynaklarında bahsedilen yasaklar ve bu konuda sıkı sıkıya yapılan tembihatların uygulamada çok dar bir sahada karşılığı olmaktadır. Yani bu kurallar sadece gayrimüslimlerin Müslümanlar gibi sarık sarmasına müsaade edilememesi veya Müslümanların gayrimüslimler gibi şapka takmasına hoşgörü ile yaklaşılmaması şeklinde uygulanmış diğer kılık kıyafet konularındaki düzenlemelerin uygulamadaki ihlallerine hoşgörü ile yaklaşılmıştır. Bu hoşgörünün her zaman büyük oranda gayrimüslim nüfusunun yaşadığı bu şehirde daha fazla karşılık bulduğu da düşünülebilir Bu kültürel kaynaşma Trabzon zimmilerinde kendi isteği ile Müslüman olma durumunu XVII. yüzyılın ikinci yarısında da sonrasında da devam ettiren bir neden olmuştur. 655 Daha önceki kısımlarda anlatılan Maraşlı Şeyh gibi gönüllülerin gayretlerini hatırlayabiliriz. İslam ın yayılmasında O nu yaşayanların olumlu etkisi her zaman önemli olmuştur. Anadolu daki tüm şehirler gibi Trabzon un da Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında mutasavvıf sûfilerin, dervişlerin büyük çabası vardır. Bu hususta ahiler, dervişler, âşıklar ve şeyhler önemli görev ifa etmişlerdir. Nihayetinde bir dinin en iyi tebliğcileri O nun güzelliklerini yaşayarak gösteren müntesipleridir. Burada Uzak Doğu ya İslam ın Müslüman tüccaralar vasıtasıyla yayıldığı da göz önüne alınabilir. 656 YILMAZÇELİK, XVIII. Yüzyılda Trabzon un Sosyal Durumu s DEYROLLE, 1869 da Trabzon dan Erzurum a Seyahat, s

175 XVII. yüzyılda da sonraki yüzyıllarda da İslam dinini kabul eden kimseler mahkemeye başvurarak bu durumlarını kaydettirmiş ve Müslüman adları almışlardır. Yani Müslüman adı alma sadece İslam ın gerek göçlerle olsun gerekse ihtida ile olsun hızla yayıldığı fetihten sonraki yüzyıl için geçerli bir durum olarak İslam ın toplumda görünür olması için yapılan bir uygulama değildir. Bir toplumun dini demografisi oturmuş olsa da toplumda İslam dinine geçen bir kişi Müslüman adı almaktaydı. Bu durum bütün Müslüman toplumlarında ve her zaman geçerli bir uygulama idi. Öyle ki mühtedilerin önceki isimlerinin Müslüman ve Türkler tarafından kullanılan isimler dahi olsa Müslüman olma ile birlikte isim değiştirilmektedir. Mesela 17 Muharrem 1155 (24 Mart 1742) günü Müslüman olan Murat isimli zimmi Süleyman ismini almıştır. 658 Hatta bu değişiklik sıklıkla baba isimlerini de kapsardı. 659 Bu cümleden olarak Müslüman olan bir kişi daha Gayrimüslim baba adı ile anılmaz resmi kayıtlarda Abdullah (Allah ın kulu) olarak isimlendirilirdi. Ancak belgelerde bu genel geçer tespitlerin istisnaları ile karşılaşmak da mümkündür. Mesela cizye ile ilgili bir kayıt münasebeti ile 1832 numaralı sicilde Simon veledi Duka nın oğlu Mehmed Çelebi nin mahallenin cizye defterini getirerek mahkemeye ibraz ettiğini görüyoruz. Burada Mehmed Çelebi nin mühtedi olduğu açıkça bellidir. Zaten döneme ait defterlerde bu şekilde mühtedi olduğu tesbit edilebilen çok az sayıda isim vardır. İlginç olan Mehmed Çelebi nin burada baba ismi veya genellikle olduğu gibi Abdullah kaydı ile değil Çelebi unvanı ile kaydedilmiş olmasıdır. Diğer bir nokta da bu yeni mühtedinin askeri kesimin önemli şahsiyetlerinin sahip olduğu Çelebi unvanını elde etmiş olmasıdır. 660 Bu yüzyılda İslam ı seçen gayrimüslimlerin ihtidasında yukarıda bahsedildiği gibi kültürel etkileşimin büyük payı vardır. Evet, gereğinde aynı sokakta oturan, aynı pazarda alış-veriş yapan birbirlerinden ev alıp satan kişilerin dini alanda etkilenmemeleri mümkün değildir. İktisadi sebepler din değiştirmede faktör olmuş ise de bu hiçbir zaman mutlak belirleyici olmak bir yana kültürel sebepler yanında belirleyici faktör dahi olmamıştır. Çünkü ihtidaları tamamen ya da büyük ölçüde maddi gayeler ile açıklarsak XVII. yüzyıl sonuna kadar geçen 200 yıllık süre içerisinde toplumun hemen tamamının Müslüman olması bu tarihe kadar Müslüman olmayan dinine çok bağlı gayrimüslimlerin ise asla Müslüman olmamaları gerekirdi. Hâlbuki Osmanlı devletinde toplu ihtida hareketleri sadece XV. ve XVI. yüzyıllarda Balkanlarda karşımıza çıkar. Bu ihtida olaylarında da devletin hiçbir zorlayıcı etkisi olmadığı düşünülebilir. Aksi halde devletin Trabzon gibi en son İslam toprağı olmuş olan ve bunun da etkisiyle en çok gayrimüslim unsurun yaşadığı Trabzon da da aynı zorlayıcı 658 Murad nam kefere şeref-i İslam ile müşerref oldukta Süleyman T. Ş. S., 1906, 113, 733 naklen YILMAZÇELİK, XVIII. Yüzyılda Trabzon un Sosyal Durumu s Baba ismi Abdullah olanlar konusu tezimizin Trabzon şehrinin İslamlaşmasının anlatıldığı ilk bölümünde ayrıntılı olarak mütalaa edilmiştir. Lowry gibi baba adı Abdullah olanların hemen tamamının mühtedi olduğunu düşünenler olduğu gibi Hanefi Bostan gibi kişinin mühtedi olduğuna dair açık bir kayıt yoksa sadece baba adının Abdullah olması ile mühtedi olduğunun düşünülemeyeceğini, baba adı Abdullah olanların birçoğunun köle ya da azatlı köle de olabileceğini iddia den tarihçiler vardır. Ayrıntı, tartışmalar ve ulaşılan beleğeler ışığında yapılan değerlendirmeler için bk. 1. Bölüm. 660 T. Ş. S., 1832, 3, 1,

176 çabayı göstermesi beklenebilirdi. Bu sebeple bu dönemde karşımıza çıkan tek tük ihtidanın zorla yapılmış olmasını düşünemeyiz. Bu tür bir ihtidanın İslam dini açısından uygun bulunmayışı sebebiyle dini gerekçelerle yapılması anlamlı olmayacağı gibi sayıca bir yekûn teşkil etmediği için siyasi ve idari olarak da anlamlı olmayan bu yeni Müslümanlaşmanın zorla olduğunu düşünmemiz için bir sebep yoktur. Zaten Osmanlı devletinin bu konudaki resmi görüşünün bir yansıması sicil kayıtlarına girmiştir. Buna göre zorla ihtida ettirildiği tesbit edilenlerin durumu mahkemece tesbit edilmiş ve irtidat suçundan cezalandırılmalarına gerek olmadığı sicile kaydedilmiştir. 661 Bursa da gerçekleşmiş bu olayın benzer bir vaka tekrarlanması halinde Trabzon'da da gerçekleşmesi düşünülebilir. Anlaşılan din ve vicdan hürriyeti açısından Osmanlı uygulaması oldukça istikrarlı ve gayrimüslimlerin gerek inançlarını sürdürmeleri gerekse her türlü ibadetlerini serbestçe yapmalarına imkân sağlaması açılarından günümüz terminolojisi ile ifade edecek olursak demokratik bir nitelik taşımaktadır. Bu noktada İnalcık Osmanlı devletinin hiçbir zaman İslamlaştırma politikası gütmediğini ifade etmektedir. 662 E) VAKIF HAYATI Müslüman Vakıfları a) Osmanlı Tatbikatında Vakıf (Trabzon Örneğinde) i. Vakfın Tanımı ve İslam Hukukunda Yeri: İslam hukukunda vakıf bir mülkün menfaatini halka tahsis edip Allah ın mülkü hükmüne koyarak temlik ve temellükten ebediyen mahrum etmektir 664 ifadeleriyle tanımlanmıştır. Vakfa benzer kurumlar Roma ve Bizans hukukunda da yer almasına rağmen vakıf müessesinin İslam a has özgün bir kurum olduğu bilim dünyasında genel bir kabul görür. 665 Bu sebeple vakıf ile ilgili İslami literatüre atıfla konu ele alınabilir. Vakıf müessesesi; asırlarca İslam devletlerinde büyük önem kazanmış, sosyal ve iktisadi hayat üzerinde önemli tesirler icra etmiş dini-hukuki bir müessesedir. Vakıflar İslam toplumunda çok önemli hizmetler yapmışlar, camilerin, medreselerin, zaviyelerin, hastanelerin bakımı hatta bazen inşa edilmesi vakıflar aracılığıyla olmuştur. Vakıflar 661 Osman ÇETİN, Şer iye Sicillerine Göre Bursa da İhtida Hareketleri ve Sosyal Sonuçları ( ) TTK. Yayınları, Ankara, 1994, s Halil İNALCIK, Fatih Devri Üzerine Tetkikler ve Vesikalar, TTK. Yayınları, Ankara, 2006, s. 141, Şehirdeki vakıflarla ilgili geniş bilgi ve değerlendirmeler için: Ronald JENNİNGS, Pious Foundations in the Society and Economy of Ottoman Trabzon JESHO, C. XXXIII, October, 1990, ss: BİLMEN, Hukuku İslamiye ve Istılahtı Fıkhîyye Kamusu, C. IV, İstanbul, 1971, s Fethi GEDİKLİ, İstanbul da Para Vakıfları ve Mudarebe Osmanlı Hukuku: Makaleler, Gündoğan Yayınları, İstanbul, 2012, s

177 dini ve sosyal hizmetlerin görülmesinin yanı sıra fethedilen yerlerde Türk kültürünün yerleştirilmesi, ordunun teçhiz edilmesi gibi maksatları da gözetiyordu. İslam a göre vakıflar şu kurallara göre tesis edilir, mütevelli heyeti tarafından Kadı gözetiminde idare edilirdi. Öncelikle vakfedilecek malın -ki bu çoğunlukla gayrimenkul olurdu- ne amaçla kullanılacağı vakfeden kişi tarafından tesbit edilirdi. Sonra vakıf sahibi tarafından tahsis edilen mal vakfeden tarafından tayin edilen mütevelli heyete teslim edilir ve bu malları vakıf amaçları doğrultusunda yöneterek geliri ile hedeflenen hayratı yapmaları beklenirdi. Vakıf malı olarak tahsis edilen bir mal ebediyete kadar vakıf malı olarak kabul edilir, hiçbir surette başkasına devredilemez ve bozulamaz yani vakıf halinden çıkarılamazdı. İslam a göre bir malın vakıf olarak tayini için sözlü bir açıklama yeterli olup, ayrıca yazılı bir belgeye gerek yoktur. Osmanlı uygulamasına bakıldığında ise vakıf sahipleri vakfiye denilen yazılı metinler oluşturarak vakfettikleri malları, mütevelli heyeti ve yapacakları görevleri yazmışlardır. Bu yazım kadı tarafından kayda geçirilmiş, konu ile ilgili, olarak hüccet düzenlenmiştir. 666 ii. Vakıf Yönetimi ve Yöneticileri: Kurulduktan sonra vakfedenin mülkiyetinden çıkan vakıf malının idaresi vakfın mütevellisi tarafından vakfiyede belirtilen şartlar çerçevesinde yapılırdı. Mütevelli bazen bir kişi olduğu gibi bazen de bir heyet oluyor vakıfla ilgili iş ve işlemleri takip eden en üst yönetici konumunda bulunuyor, sıklıkla da vakfı kuran tarafından tesbit ve tayin edilerek vakfiyede adları zikrediliyordu. Kadınlar vakıf kurucuları arasında her zaman önemli yer tutmuştur. Bunlara arasında saray kadınları kurdukları vakıfların hem sayıca çokluğu hem de imkânlarının genişliği ile faaliyet sahalarının büyüklüğü açılarından özellikle önemlidir. Osmanlı devletinin de her yerinde valide sultanlar başta olmak üzere saray kadınları tarafından tesis edilen vakıflara rastlamak mümkündür. Mesela Bursa'da vakıf kurucuları arasında kadınların, özellikle de hanedan kadınlarının çarpıcı bir yeri vardır. Şehirde XVI. yüzyılda vakıf kurucularının %14'ü, XVIII. yüzyılda ise %23'ü kadındır. 667 Vakıfları yönetimsel açıdan evladiyelik vakıflar ve hayrî vakıflar olarak ikiye ayırdımızda evladiyelik vakıflarda tevliyet babadan oğula geçse de hayrî vakıflarda kadı vakfiyedeki şartları taşıyan bir kişiyi vakfın yöneticisi olması için tesbit eder atanması için divana arz ederdi. Ancak burada Kadı nın arzı formaliteden ibaret değildi. Aksine sıklıkla onun arz ettiği atanırdı. Nihayetinde İstanbul un mahallelere kadar yayılan vakıfların yönetim işini takip etmesi imkânsızdı. Burada kadının arzı yerine getirilirdi. Anlaşılan vakfın mütevellisi herhangi bir şekilde görevden ayrılmak durumunda kaldığında da yeni mütevellinin tayini işinde yine Kadı ya ait bir sorumluluk 666 Örnek bir vakıf hücceti için bk. T. Ş. S., 1851, 21, 1, Cafer ÇİFTÇİ, Bursa da Vakıfların Sosyo-Ekonomik İşlevleri, Bursa, 2004, s. 50 vd. 163

178 bulunmaktadır numaralı sicilde yer alan kayıtta Hatuniye vakfı mütevellisinin ölümü ile yerine yeni mütevelli atanması konu edilmektedir. 668 Vakıf mütevellileri her zaman eceli ile ölen insanlar değildi. Hayrî vakıfların sıklıkla banilerinden olan üst düzey yöneticilerin çok da nadir olmayan bir şekilde suçlu bulunarak idamlarına ya da azli ve sürgünü ile birlikte malının müsaderesine karar verildiğinde el konulan malları defterdar emini marifetiyle hazineye gelir kaydedilirken kazasker de tesis ettiği vakıfların zaptı ile ilgilenirdi. Tabii taşrada kazasker namına bu işi yürüten kadı idi. Kadı vakıf malının harap olasını engelleyerek vakfın hayrî hizmetlerinin devamı için gerekli tedbirleri alırdı. Mütevellinin ya da diğer üst düzey vakıf yöneticilerinin ölümü dışında herhangi bir şekilde görevini ifa edememesi halinde de kadıya iş düşmekte bahse konu vakfın görevlisinin gâib olduğuna veya iş yapamaz hale düştüğüne kadı karar vermekte ve yerine kimin atanması konusunda teklif sahibi yine kadı olmaktadır numaralı sicilde bu konuda bir örnek mevcuttur. Buna göre vakıf görevlisi felç olmuş yerine başkasının görevlisinin tayini Trabzon kadısı tarafından arz edilmişti. 669 Bütün kamu mallarına olduğu gibi statü olarak kamu malı kabul edilen yani değiştirilemez, el konulamaz olan vakıf mallarına karşı yapılacak taarruzları önleme görevi de kadıya aittir. Bu konuda sicillerde belgeler yer almaktadır. Mesela 1843 numaralı sicilde Trabzon kadısının vakıf malına sipahinin el attığı iddiası ile ilgili müdahalesi ve vakıf malına sahip çıkması görülür. 670 Dikkati çeken bir diğer nokta da vakıf malına el atanın devlet görevlisi olmasıdır. Vakfa taarruz edenin sipahi olması ona müsamaha gösterilmesine yol açmamıştır. Diğer taraftan yukarıda görüldüğü gibi vakıf malı bir gayrimüslime dahi tahsis edilebilmektedir. Anlaşılan vakıf mülkleri ile ilgili konularda tasarruf edenin statüsüne değil vakıf malı tasarrufu kurallarına uyulmaktadır. Kadı vakıf mallarını korurken karşılaştığı yeni durumlar ile ilgili olarak da müftüden fetva alırdı. Şeriata göre fetva veren müftü böyle bir durumda vakfiyeyi de dikkate alırdı. Esasen şer i bir dayanağı olan vakfın tesisinde şeriata aykırı bir hüküm bulunamayacağından burada vakfiyeye de müracaat edilmesini, şeriatın dışına çıkılabildiği şeklinde okumamak gerekir. Böyle bir olayda Trabzon kadısı Sultân Selîm Hân tâbe serâhu vakfına ma mûlun bahasından ciheteyn tevcîhi sübût ve kuvvet bulmaya kâdir olmayan hayrâtdan fukarâya virilmeyub ve iki ciheti cem iden huddâmdan dahi hemân bir aş virile cihet başına birer aş verilmeye ve tasrîh olunmuş iken zikr olunan vakfın medresesinde bi'l- fi il müderris olan Müftî alâ nâm ve 668 Hatuniye evkafına mütevelli tayini T. Ş. S., 1834, 11, 1, 4. Bundan başka vakfın mütevellisinin vakfiyede belirtildiği şartlar çerçevesinde gerçekleşen değişiklikleri de kadı tarafından kaydedilmektedir. Vakfa mütevelli tayini T. Ş. S., 1831, 7, 1, T. Ş. S., 1851, 12, 2, 2. Vakfmandenin meflûç olmasıyla yerine başkasının tevcihine dair 670 T. Ş. S., 1843, 45, 1,

179 Şeyhülislam hazretleri nazırı ve emr-i Sultâni ile mustakil müftî ile olmağın hâlâ tasrîh-i merkûm üzre âmel olunmağa tenbîh ve te kîd buyurulduklarında cihet-i hüddâmdan iki ciheti cem iden ve ciheti kesb ve kârı olan mîrândan? Ömer ve Cahil dahi cihet-i aşta kanâ at ve vakfiye ma mûl bahâya ve ketb-i mutebere ile verilen cevâb-ı şer îye inad ve istihfâf ve ihafına ve istihzâna itâ at ile sâir anlara şer an ne lâzım gelur beyân buyurulub sâbit oluna diye sual etmişti. 671 Vakfın en üst yöneticiliği konumundaki mütevellilik gibi vakıftaki diğer görevlerin de devamlılığı ile ilgili Kadı nın görevleri vardır. Mesela Evkaf-ı Selatin vakfı şeyhinin ölümü üzerine Trabzon kadısı vazifelerinden birini ifa ederek şeyhlik vazifesinin başka birine tevcihini arz etmiştir. 672 Yine şehrin önemli vakıflarından olan Hacı Kasım vakfının merasının vazifelisinin vefatı ile kadı boş kalan göreve yeni bir kişinin getirilmesini sağlamış bunu kayda geçirmişti. 673 Vakıftaki bir diğer üst düzey görevli nazır idi. Nazır mütevellinin vakıf mallarını nasıl idare ettiğine nezaret eden yani görüp-gözeten kişiye verilen unvandır. 674 Nazır vakıfta tasarruf salahiyetini haiz olmayıp sadece mütevellinin vakfın şartlarına uygun olarak vakfın işlerini yürütüp-yürümediğini izler gerekli görürse mütevellinin davranışlarını kadıya şikâyet ederdi. Fakat nazırın vakıfta tasarruf yetkisi yoktu vakfın yönetimi tek başına mütevelliye aitti. Bazı yerlerde ise mütevelliye de nazır denilmiştir. Ancak bu durumda yani mütevelliye nazır denildiği durumda vakfa ayrıca bir de mütevelli görevlendirilmemiş yani nazır isminde mütevelli görevi yapılmıştır. 675 Bunun yanında ayrıca bir nazır tayin edilmeyip nazırlık vazifesini kadının yaptığı durumlar da yaygın olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak Sultan vakıfları gibi malı mülkü çok haliyle geliri de yüksek vakıfların idaresinde mütevellinin dışında her zaman bir de nazır bulunmuştur. Görev tanımından anlaşılacağı gibi Kadı nın her alanda ve tabii ki vakıfta yaptığı denetim işini nazır daha dar bir dairede yani sorumlu olduğu vakıfta yerine getiriyordu ve tahmin edilebileceği gibi kadı tarafından atanıyordu. Trabzon şer iye sicillerinde bu tür atamalara örnekler mevcuttur. Mesela 1845 numaralı sicilde sultanlar vakfına nazır atanmasına dair bir kayıt vardır. 676 Vakfın yöneticilerinden başka bir de görevlileri vardı. Vâkıf, vakfiyede genellikle vakfı hangi amaç için kurduğunu belirttikten sonra bu amaçları gerçekleştirecek kişileri belirlemekteydi. Bunların verilen görevleri ne kadar ücretle yapacakları da vakfiyelerle belirtiliyordu. Bunun miktarı vakfa ve göreve göre çok 671 T. Ş. S., 1843, 29, 1, 1. Maalesef suale ne cevap verildiği anlaşılmamaktadır. Bu bölüm kayıtta yoktur. 672 T. Ş. S., 1844, 5, 1, 1. Burada şeyh tayininin resmi olmayan dini hayatı da devletin kontrol altında tutma çabasının bir tezahürü olduğu da düşünülebilir. Ancak bahse konu şeyh vakıfta olması hasebiyle vakıf mensubu olarak zaten devlet gözetimi altındadır. Nihayetinde vakıflar tamamen özel teşebbüs olamayıp devlet kontrolündeki nihayet özerk kuruluşlardır. 673 T. Ş. S., 1834, 12, 1, 3. Hacı Kasım merasında vazifelisi vefat edip hâli kalan yerine tayin yapılması 674 PAKALIN, Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. 2, s BİLMEN, Hukuku İslamiye ve Istılahtı Fıkhîyye Kamusu, C. 4, s T. Ş. S., 1845, 5, 1,

180 çeşitlilik arz etmekteydi. Vakfın mürtezikaları diye ifade edilen bu kişiler kısaca vakfın çeşitli işlerini yapmaları karşılığında kurumdan ücret alan kişiler yani personeli idi. Sicillerde bu tarz personel ile ilgili kayıtlara da rastlamak mümkündür. Mesela 1063 yılında Hatuniye vakfına ait mektebe 5 akçe yevmiye ile muallim tayin olunmuştur. 677 iii. Vakıfların Denetimi: Vakıfların yönetimi her ne kadar özerk olsa da denetim konusunda devletin tam yetkisi vardı. Vakıfların denetiminde görevli kişilerin başında, taşrada birçok adli ve idari işleri yürütmekle görevli olan kadılar geliyordu. Vakıflar, her sene muhasebelerinin görülmesiyle bir nevi mali denetimden geçiyordu. Vakıf hesapları, Kadı nın gözetimi altında muhasebe ve kontrol ediliyordu. Bu kontrollerde ortaya çıkan her türlü usulsüzlüğe karşı lüzumlu görülen tedbirleri almak, gerektiğinde mütevelli heyetini azlederek yeni heyetin tayini için divana talepte bulunmak Kadı nın görevleri arasındaydı. Bu konuda gerek sicillerde gerekse Osmanlı arşivinde çok sayıda belge bulmak mümkündür. Mesela 1180 yılından Osmanlı arşivine yansıyan belgede Ilgın kasabasından Arnavut Mehmed Ağa nın bina eylediği Kiremitli han ve dükkânlar mütevellisi Osman vakfiye şurutuna riayet etmediği gibi mülklerin imarına da ehemmiyet vermediğinden ve hesabını görmeye de yanaşmadığından tevliyetin üzerinden kaldırılarak Seyyid Salih e tevcihini Ilgın Kadısı divana arz etmişti. 678 Yani Osmanlı toplumunda kamuya ait tüm malların koruyucusu olan kadı vakfedilmesiyle kamuya ait olmuş olan vakıf mallarının da koruyup kollayanı idi. Bu çerçevede mütevelli heyetini denetlemek, usulsüzlükleri tesbit edip gerekli tedbirleri almak Kadı nın görevleri arasındadır. Yine Trabzon Kadı sı yaptığı bir denetimde Vakfa ait olan imaret ve tımarların tasarrufları arasındaki ihtilaftan dolayı vakfa külli gadr isabet ettiğini tesbit etmiş ve gerekli tedbirleri almıştı. 679 Şikâyet defterlerinden anlaşıldığına göre yolsuzlukların açığa çıkması, muhasebelerin görülmesi, vakıf nazırlarının ve kadıların denetimleri, vakıf müfettişlerinin teftişleri, maaşlarını yolsuzluktan dolayı alamadıkları için hak sahibi mürtezikaların yaptıkları şikâyetler ve yeni gelen mütevellilerin eski mütevellilerin yaptığı yolsuzlukları açığa çıkartmaları suretlerinde gerçekleşmiştir. Yönetimle ilgili şikâyetlerden vakıfların tevliyetini ele geçirme, dönemin insanı için önemli bir amaç olarak görülmüştür. Bunu gerçekleştirmek için de haklı veya haksız gerekçelerle mücadele edilmiştir. Bu mücadeleler divana kadar iletilmiş ve divandan konu ile ilgili hükümler yayınlanmış, ilgili yerlere fermanlar gönderilmiştir. Böyle bir örnekte Karaman vilayeti Ilgın kazasında Feddani Zaviyesi evkafından Göstere karyesi hasılatını fuzuli yere Davud Ağa isimli bir kişinin zapt ettiği ve bu 677 T. Ş. S., 1833, 79, 1, B. O. A., C. BLD., 110, 5456, 29 Cemâziye l-ahir T. Ş. S., 1846, 32, 2,

181 yüzden vakfın çeşme ve ılıcasının harap olduğundan bahisle adı geçenin istirdadı ile vakfın harap olan hayratının tamiri için Ilgın kadısına ferman gönderilmiştir. 680 XVII. yüzyılda Trabzon Şer iye Sicillerine yansıyan davalardan şehirdeki vakıflardan kredi alışverişinde olan kişilerle yaşanan sıkıntılar izlenebilmektedir. Buradan anlaşıldığı kadarı ile vakıflarla şehrin önde gelen tüccarlarının bu alışverişlerinden kaynaklanan ihtilafların mahalli kadılar vasıtasıyla çözülmeye çalışıldığı gibi İstanbul a kadar da götürüldüğü tesbit edilmiştir. 681 Vakıflarla ilgili şikâyetler en fazla gelirlerle ilgili konularda yoğunlaşmıştır. Vakıflar, tarım işletmeleri, bina gelirleri ve nakit parayla gelir elde ediyordu. Vakıf gelirlerinin tahsil yöntemlerinden biri gelirin zabit marifetiyle toplanmasıdır. Bu usul, dirlik sisteminde olduğu gibi işliyordu. Zabitler, özellikle köy ve mukataa işletmelerinin gelirlerinin zaptı için görevlendiriliyor; vakfa ait mukataa ve köylerin vergi gelirlerini kanunlar ve defterler mucibince toplamaya koyuluyorlardı. Bu kişilerin vergi toplamak dışında vakıf topraklarından kaçarak başka köy, kasaba veya askeri çiftliklere giden reayayı tekrar vakıf topraklarına getirip iskân ettirmek gibi görevleri de vardı. İkinci gelir toplama yöntemi iltizamdır. Devletin sıcak para elde etmek için tarım vergilerini iltizama vermesi gibi vakıf yöneticileri de aynı yola başvurmuşlardır. 682 İstanbul a kadar giden şikâyetler her zaman vakıfların üçüncü kişilerle olan ilişkilerine ilişkin olmamış zaman zaman vakıf mütevellisi ile vakıf hademeleri arasındaki ihtilaflarda da İstanbul yolu tutulmuştur. Bu çerçevede mütevellinin tasarruflarından razı olmayanlar şikâyetlerini en üst makamlara kadar taşımışlar, divan da bunların taleplerine kayıtsız kalmamıştır. Mesela Taytekin karyesindeki, Şeyh Habip zaviyesi mütevellisinin vakıf hasılatını vakıf hademelerine taksiminden razı olunmamış ve bu konudaki şikâyet İstanbul a iletilmiştir. 683 Anlaşıldığı gibi bazı kişiler şikâyetlerine mahalli kadıların bulduğu çözümleri yeterli bulmamış konuyu İstanbul a götürmüşlerdi. Ancak konuyu Dersaadet e arz etmek her zaman mahalli kadının hükmünden memnun olmamaktan veya Kadının hükmünü icra edecek yaptırım gücüne ulaşamamasından kaynaklanmıyordu. Çünkü Kadı nın vakıf ile ilgili görevlerinin sınırları da vardı. Mesela vakıf topraklarının tasarrufu konusunda belirleyici olan vakfiye olduğu gibi vakıf toprağında gelir getirici bir ticari işletme tesisi için de İstanbul dan izin alınmalı idi. Bu konuda mahalli kadının izin verme yetkisi yoktu. İncelediğim döneme göre çok daha yakın bir tarihi ifade etmesine rağmen devletin meseleye bakışını anlamamıza yarayacak bir kayıtta İzmit in 680 B. O. A., C. BLD., 110, 5468, 29 Zilkade T. Ş. S. 1831, 92, 1, TUĞLUCA, Osmanlı da Devlet - Toplum İlişkilerinin Açık Alanı: Şikâyet Mekanizması ve İşleyiş Biçimi ( ), ss: B. O. A., C. EV., 162, 8057, 29 Zilhicce

182 Kullar köyündeki Aziz Mahmud Hüdai vakfına ait arazide değirmen inşa etmek isteyen Ohannes İstanbul dan izin almıştı. 684 Burada diğer bir ilgi çekici nokta ise bir İslam büyüğüne atfedilerek tesis edilen ve dini içeriği olduğu anlaşılan bir vakfın arazisi üzerinde bir gayrimüslimin bina inşasına müsaade edilmesi idi. Konu incelendiğinde Ohannes in daha değirmeni inşa etmeden evvel divana başvurarak bu arazinin vakıf arazisi olduğunun tesbit ve tescili ile kendisine tahsisini istediğini görürüz. 685 Bu şekilde tahsisi yapılarak vakıf topraklarının gelir getirici şekilde, vakfın yararı gözetilerek kullanılmasına müsaade edilmiştir. Yalnız görüldüğü gibi bu müsaade en üst makamdan, divandan alınmıştır. Yani yapılacak tasarrufun makul ve vakıf yararına olup-olmadığına divan karar verecektir. Bu konuda yerleşmiş içtihat hukukumuzda halen devam etmekte olup gümünüzde de benzer şekilde vakıfların hangilerinin kamu yararına çalıştığının tesbiti ve bu tesbit sonrasında kendisine vergi muafiyeti getirilmesi bakanlar kurulu kararına bağlı bir işlemdir. Tahsisi yapılmadan vakıf topraklarında yapılan tasarruflar ise gayrimeşru kabul edilmiştir. b) XVII. yüzyıl Trabzon unda Müslüman Vakıfları ve Faaliyetleri Dini ya da kamuya ait amaçlar için sürekli olarak bağışlanan mülkler yani vakıflar tüm Osmanlı şehirlerinde geniş alanlara yayılmışlardır. Vakıfların önem kazandığı yaygın olduğu şehirlerin birisi de Trabzon dur. Anadolu da İslam ile son tanışan belde olan Trabzon vakıfların İslam ın yaşanarak öğretilmesi, halka benimsetilmesi gibi amaçlarını uygulamak için mümbit bir zemin olmuş bu amaçlar şehirde tesis edilen birçok vakıf eliyle hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Çünkü vakıfların hizmetlerinden yararlanmak hususunda din ayrımı yapılmamış mesela bir vakıf aşevinden her milletin fakirine yiyecek yardımı yapılmıştır. Bu durum da İslam ın yayılması için önemli bir olumlu örnek teşkil etmiştir. Bu çerçevede fetihten hemen sonra şehirde vakıflar tesisine başlanılmış, bu vakıflara önemli gelirler tahsis edilmiştir. Trabzon da tesis edilen vakıfları en önemlisi Hatuniye vakfıdır. Şehirde vali olarak bulunan geleceğin Yavuz Sultan Selim inin annesi Gülbahar Hatun tarafından tesis edilmiş ve vakfa çok büyük gelir kaynakları tahsis edilmiştir. Bu kaynaklar İstanbul da yaptırdığı bir hamam istisna edilirse tamamen Trabzon da bulunuyordu. Bu mallar şu kalemlerden mürekkepti: 1) Bedesten geliri senede 6322 akçe 2) Saray-ı Amire Civarındaki çifte hamam senede 5833 akçe 3) Tekfur-çayırdaki hamam taksiti senede 400 akçe 4) Tekfur-çayırdaki saray bahçesi mukataası senede 1000 akçe 5) Tekfur-çayır mukataası senede 1500 akçe 6) Tekfur-çayırdaki saraydan Çelebi Sultan sarayına kadar uzanan zemin mukataası senede 1000 akçe 684 B. O. A.,. A. MKT., NZD., 173, 46, 28 Rebi ül-ahir B. O. A.. A. MKT., NZD., 173, 46, 15 Rebi ül-evvel

183 7) Namazgâh çayırı mukataası senede 40 akçe 8) Karos bahçesi mukataası senede 505 akçe 9) Mezarlık zeytunu mukataası senede 300 akçe 10) Yoncalık mukataası senede 500 akçe 11) Değirmen yanındaki çayır mukataası senede 360 akçe 12) Değirmen-deresi köprüsü yanındaki 6 göz değirmen mukataası senelik icarlar akçe 13) 124 göz dükkânın icarları senede akçe Yekûnu akçe olup vakfın ayrıca Akçaabat, Maçka ve Yomra nahiyelerinde vakıf köyleri mevcuttu. Vakfın Trabzon daki bu gelirlerinden başka bir de İstanbul da Sultan Beyazıt Camii yanındaki Yeni hamam mukataası gelir kaynağı idi ki senede akçe olan bu geliri diğer tüm gelirlerine bedel idi. 686 Anlaşıldığı gibi çok çeşitli gelir kaynaklarına sahip Hatuniye imareti zengin bağış dağıtımı ile de önemlidir. Evliya Çelebi de buna vurgu yapmış, vakfın yardımları örneğinde şehrin misafirperverliğini emsalsiz diye nitelemiştir. Seyahatnamedeki kayda göre İmarette her gün, herkese iki defa birer kâse çorba ve beyaz ekmek veriliyor, Cuma günleri buna zerde pilavı ve yahni de ekleniyordu. 687 Siciller incelendiğinde Hatuniye vakfı ile ilgili çok sayıda kayda rastlamak mümkündür. 688 Şehirde Hatuniye vakfından başka bir diğer önemli vakıf Sultan Mehmed vakfı idi. Vakfın amacı Orta Hisar daki Sultan Mehmet Han Camiini desteklemekti. Gelirleri üç hamam, birkaç dükkân, bazı topraklar ve Değirmendere deki su değirmenleri idi. 689 Amacı doğrultusunda en fazla meşguliyeti Sultan Mehmed Han camiinin faaliyetleri olduğundan belgelere Sultan Mehmed han camisi ile ilgili kayıtlarda yansımıştır. 690 Bunlardan başka şehirde vali vakıfları önemli yer tutmaktadır. Bunlar arasında İskender Paşa Vakfı, Yahya Paşa Vakfı, Hacı Kasım Vakfı ve Erdoğdu Camisi Vakfı sayılabilir. Bu vakıflar ve faaliyetlerinde de kısaca bahsedecek olursak; İskender Paşa Vakfı şehrin doğusunda Kâfir Meydanı veya Meydan-ı Şarki olarak adlandırılan bölgede vali İskender Paşa tarafından yaptırılan cami, çeşme, medrese ve Kur an Kursları hayratının devamlılığını sağlamak için tesis edilmişti. Bu büyük binalar kompleksi şehrin Müslüman toplumunun merkezinin doğuya kaymasına sebep olmuştur. Burada yukarıda bahse konu olan vakıf eliyle şehrin Türkleşmesi ve İslamlaşması olgusunu görürüz. Vakfın en önemli gelir kaynakları İskender Paşa 686 M. Tayyip, GÖKBİLGİN, Trabzon Şehrinde Evkaflar Vakıflar Dergisi, c. IV, s EVLİYA ÇELEBİ, ss: T. Ş. S., 1834, 11, 2, 3. İmâret-i hatuniye evkâfı mukâta asına dâir 689 ALBAYRAK, Trabzon da İki Tarihi Mekân Çarşı Camii-Pazarkapı Camii ve Çevresi, s Örnekler için bk. B. O. A., A.E, SAMD, II, 1, 38; B. O. A., A.E, SAMD, II, 1, 40 vd. 169

184 Kervansarayı ve iki hamamdı. Paşa vakfa gelir için kiralanabilen para da bağışlamıştı. Yani vakıf para kazanmak için para kiralıyordu. 691 Yahya Paşa Vakfı da Trabzon daki vali vakıflarından biridir. Ağaçlığı ve küçük bahçelerinin dışında asıl geliri para kiralamaktı. Bir diğer vali vakfı ise Hacı Kasım Vakfı idi. Tarihi net tesbit edilemese de Hacı Kasım 1561 ila 1578 yılları arasında Trabzon da valilik yapmıştı. Temel gelir kaynağı iki değirmeni ile bir merası idi. Erdoğdu Camisi Vakfı ise yine Trabzon'da valilik yapmış olan Erdoğdu Bey tarafından tesis edilmişti. Erdoğdu Bey; 1578 den itibaren uzun bir süre Trabzon valiliği yaptı. Şehrin batı yakasındaki camisi Tekfur çayırı bölgesinde idi. Şer iye Sicillerinde sıkça adı geçen vakfın önemli bir gayrimenkul mal varlığı yoktu. Anlaşılan nadiren görülebilecek geniş borçlanmalar yapıyordu. Yani özellikle Tekfur çayırı bölgesinin zenginlerine yüklü miktarda borç veriyordu. Nitekim böyle bir konu Trabzon kadısına intikal etmiş vakfın mütevellisi Ali Bey ibn-i Ebi Çavuş, Sakine bint Ali yi dava etmişti. Ali Bey, Sakine nin ceddi Mehmed ve kocası Mahmud Çavuşun vakfa iki bin beş yüz akçe borcu olduğunu belirterek bu parayı vefat eden Mahmud Çavuş un muhallefâtından istemişti. 692 Burada bahse konu rakamın büyüklüğü dikkate şayandır. Evet, iki bin beş yüz akçe cidden önemli bir meblağdır. Rakamı kıyaslamak için sicillere baktığımızda bu rakama satılan kıymetli olduğu müştemilatından anlaşılan evleri, bin-bin beş yüz akçeden başlayan mehirleri, iki yüz elli-üç yüz akçeye bir yıllık hizmet alımlarını görürüz. Vakıf binalarının tasarruf şekillerinin başında hiç kuşkusuz kiralama yöntemi gelmektedir. Kiralamayla ilgili hükümlerin geneli içerisinde en fazla icare terimi kullanılmıştır. Fıkhen vakıfların tek kiralama yöntemi olan icare-i sahîha çağın değişen şartları gereği yerini yeni kiralama yöntemlerine bırakmak zorunda kalmıştır. İcare-i sahîha ya göre topraklarda en fazla üç, diğer gayrimenkullerde ise bir yıllığına kiralama sınırı varken mukataa ve icareteyn şeklindeki kiralama yöntemleri daha uzun süre kiralamaya imkân tanıyordu. Çift kira anlamına gelen bu kiralama biçimi, işletilemeyecek duruma düşmüş bir vakıf gayrimenkulü kiralanabilmesine imkân veriyordu. Bu kiralama yöntemi, vakıf imkânları ile yeniden inşası veya tamiri mümkün gözükmeyen vakıf binalarının ihyası için geliştirilmişti. Buna göre kiracı, mütevelliye bir defaya mahsus olmak üzere icare-i muaccele (peşin kira) ödemekteydi. Bu miktar, vakıf emlakinin gerçek değerinin yarısına eşitti ve genellikle binanın tamirine harcanmaktaydı. Vakıf emlaki işletmeye alındıktan sonra ise kiracı icare-i müeccele (ertelenmiş kira) denilen ve normal kiradan oldukça düşük ve değiştirilmesi mümkün olmayan yıllık bir ücret daha ödüyordu Para vakıfları bir sonraki bölümde borç-alacak ilişkileri ve faiz konuları işlenirken ele alınmıştır. Kiralanması için para vakfeden başka paşalarda vardı. Bunların bıraktıkları paralar zaman zaman davalara da konu olabiliyordu. Böyle bir dava T. Ş. S., 1844, 52, 2, 2. Şaban Paşa nın vakfeyleydiği akçe davası. 692 T. Ş. S., 1833, 5, 2, Bahaeddin YEDİYILDIZ, XVIII. Yüzyılda Türkiye de Vakıf Müessesesi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2003, ss:

185 Bu kiralama yöntemi en çok vakıf binalarının savaştan kaynaklanan yıkımından dolayı yeniden yapımı, vakıf imkânları çerçevesinde mümkün gözükmediği zamanlarda vazgeçilmez oluyordu. Bu durumdaki gayrimenkulü icareteyn usulü ile kiraya vererek, vakıf gelirini canlandırma yolu tutuluyordu. Bunun için önce keşfinin yapılması, masrafın ne kadar tutacağının hüccet ile belirlenmesi gerekiyordu. Tamir masrafı, kiralamada alınan icare-i muaccele ile gerçekleştiriliyordu. Böylelikle hem vakıf, hem de tamir ettiren faydalanarak vakıf geliri kurtarılmış oluyordu. Ancak icareteyn yönteminin vakıf defterlerinden her birinin gerekçelerini tam olarak tesbit etmek mümkün olmasa da vakıf gelirlerine fazladan bir katkı sağlamak amacıyla sağlam durumdaki binaların da kiralanmasında kullanıldığı bilinmektedir. 694 XVII. yüzyılın ikinci yarısı gerek Rusların Karadeniz e yaptığı saldırılarla gerekse Celali isyanlarıyla Osmanlı devletinin Karadeniz vilayetlerinin yıkıma uğradığı bir dönemdi. Trabzon da bu yıkımdan fazlasıyla payını almıştı. Bu sebeple Trabzon da da atıl vaziyete gelmiş, ayağa kaldırılmaya muhtaç çok sayıda vakıf eserine rastlamak mümkündür. Bu sebeple Trabzon şer iye sicilleri ile yapılan çalışmada vakıf malını tamir edilerek kullanılmasına müsaade eden çok sayıda sicil kaydına tesadüf edilmiştir. Mesela 1831 numaralı sicilde yer alan Vakıftan icar olunan dükkânın tamir edip tamir edenin kullandığına dair 695 kayıt bunlardan birisidir. Vakıf mallarının muhafazasında izlenen tek yol harap olmuş malların icare yöntemi ile ayağa kaldırılması değildi. Vakıflarla ilgili kadı gözetiminde alınan tedbirler arasında vakfın hizmetlerinin devamı için yapılan çalışmalar da gelmekteydi. Bunlar arasında vakıf malının komşularının istifadesine sunulması da vardı. Nitekim 1843 numaralı sicilde Hatuniye vakfı ile ilgili olarak Vâkıf imaretde tabh olunan (?) dan imareti mezbûre kurbündeki mütemekkinlerine verilmesine müsaadesine dâir suale vakfın ma mûl bahasından binâ kerde imaretin tabh olunan (?) dan imaret-i mezbûre kurbündeki mütemekkinlere verilmesine dâir cevap verilmiş olduğu kayıtlıdır. 696 Şer'iye sicillerine yansıyan Trabzon vakıfları ile ilgili kayıtlardan vakıfların kurulması, idaresi, mallarının korunması ile mallarına taarruz olayları ve bunlara karşı alınan tedbirler ürerinde durulduktan sonra belgelerde fazla yer almayan onun için de sıklıkla işlenmemiş olan bir konuya temas edilebilir. Buradaki olayın farklı olan yönü hemen her zaman vakıf mallarının zarar gördüğü iddialarının aksine vakıftan zarar görülmesi olayıdır. Bahse konu olay Trabzon gümrük emini ile şehrin en büyük vakfının mütevellisi arasında geçmektedir. Şehrin önemli çarşılarından Balatina pazarının gümrük geliri Hatuniye vakfının malıdır. Keten ise gemi yapımının ana maddelerinden olduğu için Trabzon da sadece devletin tekelinde olan bir mamuldür ve dolayısı ile sadece iskelede ve belli bir resme tabi olarak iskele emini nezaretinde 694 YEDİYILDIZ, XVIII. Yüzyılda Türkiye de Vakıf Müessesesi, s T. Ş. S., 1831, 4, 2, T. Ş. S., 1843, 45, 2, 1; T. Ş. S., 1843, 45, 2,

186 satılmaktadır. Dava konusu şudur: İskele emini adı geçen pazarda keten alınıpsatıldığını tesbit etmiş ve bunun men edilmesini kadıdan istemektedir. Şikâyetçi olduğu konu vakfın Balatina pazarında keten alınıp satılmasına göz yummasıdır. Vakıf bu işten haksız kazanç elde etmektedir. Diğer taraftan resmi tarife üzerinden satış yapmak istemeyen tüccar, daha yüksek bedelle satış yapabildiği Balatina pazarını tercih edebilmektedir. Bu durum hem iskele emininin gelir kaybına hem de devletin keten temininde zorlanmasına sebep olmaktadır. Vakfın Câbisi cevabında Balatina pazarında keten alınıp-satılmasının eskiden beri yaygın bir işlem olduğunu ancak bu pazarda keten bağlanmayıp 697 keten bağlayanın hala iskele eminine vergi verdiğini söylemiştir. Sonunda her iki tarafın rızası ile sulh sağlanmıştır. Ancak belgenin sonu kopmuş olduğundan sulhun hangi esaslar üzere sağlandığını belgeden öğrenmek mümkün olmamıştır. Ancak eğer câbinin söylediği ispat edilmiş ve mûtad-ı kadim o şekilde ise Osmanlı mahkemesinin mutadı kadime referansının büyüklüğü göz önüne alınarak mutadı kadimin devam etmesine karar verilmiş olduğunu düşünmek yanıltıcı olmayacaktır Gayrimüslim Vakıfları İslam hukukunda Hanefi mezhebi Hristiyanların vakıf kurmalarına izin vermektedir. Bu sayede Osmanlı devletinde gayrimüslimlerin de vakıflar kurduğunu görmekteyiz. Belgelerden anlaşıldığı kadarı ile bir Hristiyan mülkünü kilise veya manastıra vakfedebilirdi. Yani tıpkı vakıf kurucusu Müslümanların camilerdeki hizmetlerin devamı yani caminin kandil ve yakacak masrafı veya görevlilerin maaşlarının verilmesi için mallarını tahsis edebildikleri gibi gayrimüslimler de mallarının bir kısmını kiliseleri veya kendi millettaşı olan fukaralar için ayırabilir ve bunu vakıf olarak tescil ettirebilirlerdi. Bu konuda patriklik ve metropolitlik beratlarında hükümler bulunmaktadır. Bir gayrimüslimin malını kiliseye vakfetmesi onu kiliseye bağışladığı anlamına gelmiyordu. Yani kilisenin mülkü olmaz vakıf olarak kalırdı. Bu şunun için önemli idi: Gelir getiren mülk kilisenin mülkü olsa özel mülk statüsünde olacaktı ancak vakıf mülkü olduğu halde diğer Müslüman vakıfları gibi kadının denetimine tabi idi. Bu durumda kadı bir gayrimüslimin vakfının kendi dininin amaçları doğrultusunda işletilmesini de denetliyordu. Tabii ki vakıf hayatı gayrimüslimlere tanınan özel hayat hükümlerine dâhildi. Yani gayrimüslimler vakıflarını kendi dini esaslarına göre kurar ve yönetilirlerdi. Kadının müdahalesi burada her türlü yolsuzluk ve usulsüzlüğe karşı idi. Mesela bu vakıfların tescili için temel şart gelir kaynaklarının kilise fukarasına harcanması idi ve bu durumda kadı paranın kilise fukarasına harcanıp-harcanmadığını denetliyor yani vâkıfın amacı doğrultusunda çalışıp çalışmadığını denetleme yoluyla 697 İhraç edilmek amacıyla yüklenmeyip anlamında olmalı 698 Trabzon bezzazistanında keten alıp satılmasının menine dair T. Ş. S., 1835, 42, 2, 6. EK: XIII. Bir başka sicil kaydı T. Ş. S., 1835, 42, 2, 3. Evkaf arazisinde olan zeytin ağaçlarının verdiği zarara dair Belgedeki kayda göre zeytin ağaçları komşu mülkün güneşini kesmektedir. 172

187 zimmi fukaranın koruyuculuğunu üstleniyordu. 699 Bu konuda gayrimüslimlere getirilen sınırlamalar ile Müslümanlara getirilen sınırlamalar benzerlik göstermektedir. Uygulamada gayrimüslim vakıflarına istisnalar dışında müdahale edilmemiş, aksine gerek ehl-i örf gerekse zimmilerce yapılan müdahaleler önlenmeye çalışılmıştır. 700 Müslüman vakıfları gibi gayrimüslim vakıfları da kadı tarafından tescil edilmiş ve gerek Müslim-Gayrimüslim vakıfları arasında, gerek gayrimüslim vakıfları ile Müslümanlar arasında gerekse de gayrimüslimlerin kendi vakıflarındaki iç ihtilafları tamamen şeri mahkemelerde çözüme kavuşturulmuştur. Bundan başka gayrimüslimlerin Müslümanların kurdukları vakıflardan da eşit olarak yararlanmaya hakları vardı. Mesela bazı para vakıflarının (Yahya Paşa vakfı gibi) hem Müslümanlara hem de Hristiyanlara kredi verdiğini biliyoruz. 701 Diğer taraftan Müslümanlar tarafından kurulan birçok vakıf hizmetlerini ifa ederken gayrimüslim görevlileri maaş karşılığı istihdam edebilmekteydi. 702 Vakıf hizmetlerinden yararlanma sadece Müslim vakıflarından gayrimüslimlerin yararlanması şeklinde karşımıza çıkmamaktadır. Osmanlı uygulamasında vakıf hizmetlerinden yararlanmak yardıma muhtaçlık ölçütüyle değerlendirilerek bir Müslümanın gayrimüslim bir vakfın hizmetinden yararlanmasının önü kesilmemiştir. Anlaşılan gayrimüslim bir vakfın hizmetlerinden Müslümanların yararlanması mümkün olup herhangi bir dini mahzuru yoktu. Vakıf hizmetlerinin her türlü teşekkülünde din ayrımı yapılmamasına dair bir diğer gösterge de zimmilerin ödediği bir kısım vergilerin Müslüman vakıflarına gelir olarak tahsis edilmesinde görebiliriz. Bunun örneğine XVII. yüzyıl ikinci yarısında Trabzon'da da rastlayabilmekteyiz. Mesela Hüseyin Ağa Camii vakfının gelirleri arasında manastıra ait zeytin ağaçları da vardır. Yani Manastıra ait zeytin ağaçlarının vergisinin bir Müslüman vakfının gelirini oluşturmasında herhangi bir mahzur görülmemiştir. 703 Gayrimüslim vakıfları ve durumları konusu Trabzon özelinde mütalaa edildiğinde ilk olarak Jennings in Trabzon daki 64 vakıftan 11 tanesinin Hristiyan kadınlar tarafından Meryem Ana ya vakfedildiğini tesbit ettiğini görürüz. 704 Ancak 699 Ahmet AKGÜNDÜZ, İslam Hukukunda ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi Osmanlı Araştırmaları Vakfı yayınları, İstanbul, 1996, ss: KENANOĞLU, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, ss: JENNİNGS Pious Foundations in the Society and Economy of Ottoman Trabzon, s Para vakıfları konusu Ekonomik Hayat bölümünde ele alınmıştır. Ayrıntı için bk. III. Bölüm 702 KENANOĞLU, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, s JENNİNGS Pious Foundations in the Society and Economy of Ottoman Trabzon, s JENNİNGS çalışmasında bu sayıyı arşiv belgelerinden tesbit ettiğini söylemiş ise de arşivde bu tarz bir kayda XVII. yüzyılın ikinci yarısı için rastlanılmamıştır. Aynı tesbiti Sebahattin Usta ve Miraç Tosun 173

188 yapılan aramada sicillerde bu vakıflar tespit edilememiştir. XVII. yüzyılın ilk yarısında Trabzon daki vakıf hayatı üzerine doktora çalışması yapan Sebahattin Usta da çalıştığı dönem için Trabzon'da gayrimüslim vakfı tesbit edemediğini, sadece daha eski dönem için yani XVI. yüzyıl için Meryem Ana Kilisesi Vakfı ile ilgili bir kayıt olduğunu, bu kaydın da vakfın tescil senedi tarzında bir kayıt olmayıp başka bir vesile ile yapılan bir kayıtta bu ifadenin geçtiğini söylemektedir. Konu ile ilgili olarak XVIII. yüzyılı çalışan bir başka araştırmacı Miraç Tosun ise XVIII. yüzyılda Meryem Ana Kilisesi Vakfı ile Aynaroz vakfının kayıtlarda geçtiğini ancak kendileri ile ilgili pek fazla bir malumat bulamadığını ifade etmiştir. Tosun benzer şekilde XVII. yüzyılın ikinci dönemi için şehirde bir gayrimüslim vakfı tesbit edemediğini belirtmektedir. 705 Bununla birlikte Meryem Ana Kilisesi Vakfı nın kaydına hem XVI. yüzyılda hem de XVIII. yüzyılda rastlanması XVII. yüzyılda da bu vakfın faaliyette olduğunu düşündürmektedir. Zira XVI. yüzyıl veya öncesinde kurulmuş bir vakfın XVII yüzyılda sönüp bir yüzyıl sonra canlandırılması pek de olağan görülmemektedir. Gerçi kurulmuş olan vakıfların zamanla işlevini yitirerek sönmesi olmayan bir durum değildir. Ancak bu tarz bir durumun gerçekleşmesi çok da mantıklı olmadığına göre böyle bir hüküm verilebilmesi için ancak bu durumun açıkça sicillerden veya vakıf defterlerinden tesbiti gerekir ki bu da mümkün olmamıştır. Bu durumda XVII. yüzyılda Trabzon da en az bir gayrimüslim vakfı vardır denilebilir. Ancak bu vakıf hakkında herhangi bir kayıt yoktur. Bu durumun sebebinin vakıfların gayrimüslimlerin özel alanı içinde yer alan bir konu olması ile ilgili olduğu düşünülebilir. Bu durumda vakıf çok faal ve büyük de değilse ve vakıfla ilgili herhangi dava konusu kayda girecek bir olay da olmadı ise kayıtlarda izlenememektedir. Bu konuda farklı bir durum da gayrimüslimler tarafından tesis edilen bir vakfın mütevellisinin ihtidası karşında nasıl tanzim edileceği konusudur. Böyle bir örneği Mehmet Ali ÜNAL Sinop kazasında tesbit etmiştir. Sinop un Karapınar köyünde mülk sahibi bazı gayrimüslimler 100 akçe değerindeki mülklerini Çelledâr adlı bir azize adamışlar ve evlatlık olarak vakfetmişlerdir. Ancak geçen zaman içinde evlatları Müslüman olmuştur. Ünal, 1560 ve 1582 tarihli defterlere göre bahse konu vakfı adı geçen azizin neslinden gelen Seyyid Hacı Fakih adlı bir kişinin padişah beratı ile tasarruf ettiğini tesbit etmiştir. Buna göre azizin evladının Müslüman olması onların Hristiyan vakfı tasarruf etmesine mani değildir. Zira asıl olan evladiyelik bir vakfı vakfedenin -ya da örneği görüldüğü gibi adına vakfedilenin- evlatlarının tasarruf etmesidir. 706 Trabzon için böyle bir örnek yoktur. Ancak benzeri bir durum vardır. Fetihten sonra Mumhaneönü semtindeki kilisenin camiye çevrilmesi buna örnektir. Çünkü bu da yapmaktadırlar. JENNİNGS Pious Foundations in the Society and Economy of Ottoman Trabzon, s Sebahattin USTA, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında Trabzon da Para Vakıfları, Uluslararası Osmanlı Öncesi ve Osmanlı Çalışmaları Komitesi CIEPO-22. Sempozyumu 4-8 Ekim 2016, Trabzon, KTÜ, Trabzon, 2016; TOSUN, Trabzon'da Misafir Olarak Bulunan Gayrimüslimlerin Terekeleri ( ) 706 Mehmet Ali ÜNAL, Osmanlı Devrinde Sinop, Fakülte Kitabevi, Isparta, 2008, s

189 kilise kilise olarak kullanılmak üzere Trabzon metropolitine bırakılmıştı, ancak O nun Müslüman olmasıyla camiye çevrildi ve Karabaş camii adını aldı. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM XVII. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA TRABZON DA EKONOMİK HAYAT A) ÜRETİM Osmanlı iktisat sisteminin oluşmasında, eski Anadolu uygarlıkları ve Türkistan tecrübesi olmakla birlikte, ilkeler ve kurumlar açısından İslâm ekonomisinin ve İslam devletlerinin büyük bir önemi vardır. Özellikle Selçuklular, İlhanlılar, Eyyubiler, Memlukler ve Anadolu Beylikleri bunların en yakınlarıdır. İkta-timar, mukataa, fütüvvet-ahilik- esnaf, hisbe-ihtisâb gibi kurumlar İslâm devletlerinden alınmıştır. 707 Osmanlıların karar veren elit düzeyinde ekonomiye bakışları çağdaşları olan merkantilist Batı dan ve aynı Batı nın ürünü olan çağımızdaki anlayıştan çok farklı özellikler taşımaktaydı. Osmanlıların zihin dünyalarında ekonomiye ilişkin tasavvur en genel anlamıyla ihtiyaçların karşılanması noktasında toplanıyordu. 708 Osmanlı iktisadi görüşünün temel değerlerinden biri eşitlikçiliktir. Sistemin yaşatılmasındaki temel rolüne bağlı olarak çok dar bir elite tanınan ayrıcalık dışında ekonominin tüm sektörlerine hâkim olan değer eşitliktir. Ziraat, madencilik, sanayi, ticaret ve esnaflıkta kaynakların bölüşümünde büyük farklılıkların oluşmaması esastı. Devletin üretim faktörleri üzerinde kurduğu denetimin en temel hedefi bu eşite en yakın dağılım esasını hayata geçirmekti. Mesela ekonominin en temel sektörü olan ziraatta toprağın üretici köylü arasında eşite yakın oranlarda bölüştürüldüğü görülür. Gerçekten Osmanlı sistemi topraksız köylü kadar büyük toprak sahiplerini de sistemin dışında düşünüyordu ve hedeflerini başarıyla uyguladığı klasik dönemde bunu hayata geçirebildi. XVII. ve XVIII. yüzyılların ayanları bir gerçeklikti ancak devlet her zaman bu gerçekliğin karşısında oldu. Toprakta mülkiyetin devlete ait olmasının amacı kaynak dağılımını eşitlikçi olarak sağlamaktı. Aynı eşitlik esnaf örgütleri içinde geçerlidir. Tek tek esnaflar birbirine yakın büyüklükte oldukları gibi esnaf örgütleri de hammadde, işçi ve tezgâh sayıları bakımlarından birbirine yakın büyüklüklere sahiptir. Bunun en temel sebebinin hiçbir ferdin ya da gurubun diğeri aleyhine güçlenerek onu hazmedip devlete karşı bir güç odağı haline gelmesini önlemek olduğu açıktır. Osmanlı ekonomi sisteminde bir değer de itidal ve aşırılık kutuplaşmasında itidali temel değer olarak yerleştirmiş olmalarıdır. Bu değerin iktisadi alandaki en güzel tezahürleri cezalarda kendini bulur. Nitekim kadıların narha, fiyat ve kalite ölçülerine 707 Ahmet TABAKOĞLU, Osmanlı İktisadî Yapısının Ana Hatları, Osmanlı, C. 3, Ankara 1999, GENÇ, Osmanlıda Zanaat, Ahlak, İktisat İlişkisi, s

190 uymayan hatalarda, suçlu görülenleri hemen cezalandırmak yerine bugün tahmin edilenin hilafına özellikle ilk defa işlenen suçların büyük dahi olsa genelde affettiklerini görüyoruz. Ceza genelde suça devamda ısrar edenlere veriliyordu. Ancak bu itidal hükmü itidalin kendisi için de geçerli olup aşırıya kaçan bir itidalcilik ya da daha doğru tanımı ile savsaklama göz yumma cezayı erteleme yani suçluyu kayırma anlamına gelen bir başıbozukluğa kapı açma da yoktu. 709 Osmanlı zihniyetindeki bir diğer değer demeti de rekabet ve çatışma yerine işbirliği ve dayanışma değerlerine öncelik tanımasıdır. Esnaf örgütleri bu değerlerin hayata geçirildiği temel örnekler arasındadır. Bu doğrultuda iktisadi hayatta da rekabetten kaçınılmış, fiyat, ücret, üretim alanlarında rekabet en aza indirilmiş gurup içi dayanışma esas alınmıştır. 710 Osmanlı devleti halkının refahını hedefleyen bir devletti. Bu çerçevede Avrupa daki kar amaçlı ekonomik faaliyetin yerini Osmanlıda refah amaçlı faaliyet almakta sultan bu faaliyetin koruyucusu konumunda bulunmaktadır. Bu amaçla çarşıpazarda sıkı bir denetim uygulanmış özellikle temel ihtiyaç maddelerinin her zaman bol ve ucuz bulunması sağlanmaya çalışılmıştır. Diğer yandan cülûs bahşişi gibi bazen resmi anlamı da olan sadaka dağıtımı ve vakıflar yoluyla servetin toplum içinde yeniden bölüşümü sağlanmaya çalışılmıştır. 711 Bu çerçevede Osmanlı devletinde geçerli ekonomik felsefeye bakıldığında iaşenin önemli bir ilke olduğu görülür. Esasen iktisadi faaliyetten doğan mal ve hizmet üretimine başlıca iki açıdan bakılabilir: Birincisi mal ve hizmet üretiminden doğan artı değeri pazarda satmayı ve kâr etmeyi amaçlayan görüştür ki modernleşen Avrupa nın iktisadi felsefesi budur. İkincisi ise Osmanlı devletinde de geçerli olan iktisadi hayata tüketici açısından bakan görüştür. Bu görüşe göre iktisadi faaliyetin temel amacı kâr etmekten çok piyasada bol ve ucuz ürün bulunmasını temindir. İaşe ilkesi diye tanımlanan bu görüşe göre iktisadi faaliyetin asıl amacı insanların ihtiyacını karşılamaktır. Olaya böyle yaklaşan bir devletin ihracatı değil ithalatı teşvik etmiş olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. 712 Bu çerçeveden bakıldığında piyasada bol ve ucuz ürün olması için ithalat her zaman teşvik edilmiş, ihracat ise bir mala içeride hiç ihtiyaç kalmaması şartıyla ancak yüksek bir gümrük vergisi alındıktan sonra yapılabilmiştir. Kaynağını oluşturan şartlar ve hizmet ettiği amaçlar uzun süre değişmeden kaldığı için iaşe ilkesi yüzyıllarca devam etti ve yeni bir ilkenin de temeli oldu: Gelenekçilik. Gelenekçilik sosyal ve iktisadi hayatta yavaş yavaş oluşan dengeleri 709 Mehmet GENÇ, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, 6. Baskı, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2009, ss GENÇ, Osmanlıda Zanaat, Ahlak, İktisat İlişkisi, s Halil İNALCIK, Osmanlı İmparatorlunun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, ss: Mehmet GENÇ, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, ss

191 muhafaza etmekti. Bu ilke herhangi bir değişme eğilimi ortaya çıktığında bu eğilimi ortadan kaldırma ve eskiyi tekrar tesis etme şeklinde uygulanıyordu. Mesela üretimde düşüş ya da tüketimdeki artış eğilimleri kolayca kıtlığa sebep olabileceği için sürekli kontrol altında tutulurdu. İktisadi hayatın türlü alanlarında doğan çatışma ve ihtilafların çözümü için XVI-XVIII yüzyıllarda verilen hemen tüm kararlarda kadimden olagelene aykırı iş yapılmaması tembih edilmiştir. 713 Konuya Trabzon özelinden bir örnek olarak 1059 Rebiyülevvelinde Trabzon bedestenindeki tüccarların dellaliye ödemeleri ile ilgili dava verilebilir. Burada kadı doğrudan doğruya kadimi kararında referans almıştır. Olay şöyle gelişmiştir. Bedesten tüccarlarından Kapucu İsmail ve Ermeni Varturan ve diğerleri dellalların bedestende şimdiye kadar sadece satanlardan dellaliye almakta iken şimdi alan müşteriden de dellaliye istediğinden şikâyet etmişlerdir. Şikâyetçilere göre bu âdete aykırıdır. Kadı konu ile ilgili olarak adet-i kadimi Udûl-u ricali müsliminden soruşturmuş ve satın alan tüccarlardan dellaliye alınmaması konusunda dellalları tembih etmiştir. 714 Osmanlı iktisat politikasının üçüncü ilkesi fiskalizm ise en genel anlamıyla hazine gelirlerini mümkün olan en üst düzeye çıkarmak ve ulaştığı düzeyin altına inmesini engellemek olarak tanımlanabilir. Osmanlı devletinin ekonomi zihniyetinden sonra üretimin farklı dallarına dikkat ettiğimizde Trabzon özelinde şu noktaların belirginleştiği anlaşılır: 1) Tarımsal Üretim Osmanlı devletinin ekonomik temeli tarıma dayanmaktaydı. Daha ilk dönemlerden başlayarak, yerleşik bir toplum düzeni ve gittikçe gelişen bir İdarî ve askerî düzen üzerinde oturmaya başlayan Osmanlılarda, tarım ağırlıklı bir İktisadî düzenin hâkim olduğu bilinmektedir. Tüm sanayi öncesi toplumlarda olduğu gibi tarım haricinde milletler arası, bölgeler arası ve bölge içi ticaret, kentsel ekonomik faaliyetler ve hayvancılık gibi geçim türleri ekonomide hâkim unsurlardı. Osmanlı devletinin ekonomik yapıdaki temel görevi, düzene koyduğu ve kurallarla sabit hale getirdiği ekonomik sistemin aksamadan yürütülmesi ve denetlenmesiydi. Devlet, ekonomik yapının bozulmasına meydan vermemek için kendine has bir takım İktisadî ilkeler takip etmekte, devlet ve toplum ilişkilerinin bozulmaması ve adalet sisteminin iyi işlemesi için bu ilkelerin ihmal edilmemesine özen göstermekteydi. 715 Geleneksel tarımın temeli olan çift-hane sisteminde vergi birimi olarak kabul edilen emek birimi, evlenmiş çoluk çocuk sahibi olmuş erkek köylünün simgelediği köylü ailesidir. Bir çift öküzü ve onun işleyebileceği kadar toprağı tapu rejimi kuralları 713 GENÇ, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, s T. Ş. S., 1831, 16, 2, Mehmet ÖZ, Osmanlı Klasik Döneminde Tarım, Osmanlı, C. 3, Ankara 1999, s

192 dairesinde tasarrufu altında bulunduran köylü ailesi zirai rejimin ana ünitesi olarak çifthane sisteminin temelini oluşturur. Bu ünite aynı zamanda bir ana vergi ünitesidir. 716 Ancak Trabzon örneğinde meseleye yaklaşıldığında şehirde tarımsal üretimin ticari boyutta değerlendirilecek önemde olmadığı görülür. Bunun temel sebebi coğrafi şartlardır. Şehrin dağlık yapısı verimine ve bölgeye göre 60 ilâ 150 dönüm arasında değişen büyüklüğe sahip olan çiftliklerin kurulması için elverişli değildir. Her ne kadar şehirde buğday, arpa gibi tarla ürünlerinin üretimi yapılsa da -ki biz bunlardan sicillere yansımalarıyla haberdar oluyoruz- 717 bu üretim kişisel ihtiyacı karşılamaya yönelikti. Bu sebeple Trabzon'da tarımsal üretim denildiğinde anlaşılabilecek olan genellikle bahçecilikten ibarettir. Doğal olarak bahçe üretimi de vergiye tabii olacak büyüklükte olmayıp ancak ev halkının geçimine hitap edebilecek büyüklükte idi. İklimin müsait olmasından dolayı eyalet sınırları içindeki bahçelerden çeşitli mahsuller elde edilmektedir. Başka bir ifadeyle tarımsal üretimin sınırlılığı iklim ve toprak koşullarından değil arazi koşullarından kaynaklanmakta idi. Bu sebeple Trabzon da ürün çeşitliliği çok geniş bir yelpazeye yayılmıştır. Gerek dönemde Trabzon u gezen seyyahların anlatımlarından gerekse sicillerden tesbit edebildiğimiz kadarı ile bahçecilik Trabzon halkının yoğun bir uğraş alanıydı. Mesela Clavijo Çevrede meyve bahçeleri ve şehrin varoşları vardır derken Mehmet Âşık daha ayrıntıya girmiş yetişen meyve ve sebzeleri uzun uzun saymıştır. Onun verdiği bilgilere göre Trabzon bahçelerinde türlü türlü güzel yemişler, bağlarında tatlı tatlı üzümler olur. Kiraz armudu, bey armudu, gül armudu, Sinop elması ve kirazı çok makbuldür. Unnab, Kiraz, Bey Armudu, Küllâbi Armudu, Üzüm, Yerelması, Patlıcan inciri, Karayemiş gibi meyveler çok boldur, tatlıdır. Bundan başka melker üzümü, parmak üzümü, frenk üzümü en güzel üzümleridir. Turunç ve narı çoktur. Büyüklüğü kiraza benzer Trabzon a özgü bir yemişi olur ki karayemiş derler 718 şeklinde ifade etmektedir. Bu ifadeler bahçeciliğin şehir hayatında önemli yeri olduğunu anlatmaktadır. Bahçeciliğin şehirdeki önemini sicillerden izlemek de mümkündür. Konu hakkında sicillere baktığımızda alım-satıma konu evlerin çoğunda bahçelerin müştemilata dâhil oldukları anlaşılır. 719 Mesela Turan AÇIK ın incelediği 134 ev satışından 101 tanesi avlulu evlerdir. Bu sayı % 75 gibi çok yüksek bir orana tekabül etmektedir. 720 Diğer taraftan bahçeler sadece ev müştemilatına dâhil olarak alım-satıma konu olmamış, müstakil olarak da satış işlemlerine konu olmuştur. 721 Bu da bahçelerin şehirde ticarete konu olacak kadar gelir getiren mekânlar olduğunu anlatır. Bunlardan 716 İNALCIK Köy Köylü ve İmparatorluk, s Zâyi olan buğdayın araştırılmasına dair T. Ş. S., 1833, 34, 2, 2; Deyne karşılık buğday verilmesi T. Ş. S., 1845, 31, 3, 2; T. Ş. S., 1845, 31, 3, 4; T. Ş. S., 1845, 31, 3, 5. Verilen buğdayın mecliste kıymet takdir edilmesi T. Ş. S., 1845, 31, 3, CLAVİJO, Timur un Hayatı Kadiz den Semerkant a Seyahat, s. 62; GÖKYAY Mehmet Âşık a Göre Trabzon, s Örnekler için bk. T. Ş. S. 1831, 103, 2, 3; T. Ş. S. 1831, 103, 2, 4; T. Ş. S. 1833, 11, 1, AÇIK, Bir Yeniden İnşa Denemesi: 18. Yüzyılın Ortalarında Trabzon Evleri Hakkında Bazı Tespitler, s T. Ş. S. 1833, 16, 2, 2; T. Ş. S. 1833, 34, 1,

193 başka bahçelerin getirdiği gelir kişilerin ilgilerini çekecek kadar olmuş olmalıdır ki fuzuli işgal davalarına konu olabilmiştir. 722 Bahçelerin Trabzon un ekonomik hayatındaki önemini ifade eden başka birçok dava vardır. 723 Bahçelerin büyüklükleri ile ilgili ise elimizde çok fazla veri yoktur. Turan AÇIK çalışmasında sadece bir kayıtta bir dönüm büyüklüğünde bir bahçe tesbit edilebildiğini söylemektedir ki Trabzon şartlarında bu büyük bir bahçe olup aynı zamanda tarımın ticari anlamda Trabzon için neden çok önemli bir gelir kalemi olmadığını izah etmektedir. 724 Trabzon'da tarım daha çok bahçecilik ile sınırlı olduğu gibi hayvancılık da sınırlıdır. Yapılan incelemelerde bahçeler gibi evlere dâhil olduğu anlaşılan bir diğer birimin de samanlıklar ve ahırlar olduğu ortaya konulmuştur. Bunların mevcudiyeti bize evlerde hayvanlar da olduğunu düşündürmektedir. Beslenen hayvanlar içinde sığır ve koyundan başka Hristiyanlar için domuz da vardır. Ancak potansiyel incelendiğinde bu varlığın kişinin ihtiyaç duyduğu yük ve binek hayvanları ile çok çok birkaç baş sırf aile bireylerinin ihtiyacına yönelik bir hayvan ile sınırlı olduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü Trabzon da bu dönemde olsun hatta öncesinde ve sonrasında olsun ticari anlamda hayvancılık mevcut değildir. 725 Nitekim sicillerdeki hayvan alım-satımı ile ilgili kayıtlara dikkat edildiğinde bahse konu işlemlerde sayının oldukça az sayıda olduğu görülür. 726 Bu durum bize hayvancılığın sınırlılığını anlatmaktadır. Tarım ve hayvancılığın sınırlı olduğu Trabzon'da balıkçılık ise yaygın olup halkın önemli bir geçim kaynağıdır. Balıkçılığın şehrin kültürel hayatında da önemli yeri vardır. Nitekim şehri gezen tüm seyyahlar balıkçılığın şehir halkı için ne kadar önemli olduğunu örneklendirmişlerdir. Bunlardan biri olan ve incelediğimiz dönemde şehri ziyaret eden başta Evliya Çelebi den olmak üzere 727 bundan önceki bölümlerde özellikle şehirde yaşam konusunda Trabzon halkı ve onun önemli geçim kaynaklarından balıkçılık ile ilgili birçok kıssa aktarılmış olduğundan burada kısa kesilerek sadece Evliya Çelebi nin şehirde balık emini de istihdam edildiğine dair kaydını hatırlamakla iktifa edilebilir. 728 Kanunnamelerde her cins balık için ayrı ayrı öşür miktarlarının tayin edilmesi ve Trabzon sancağı kanunnamelerinden olan Trabzon iskelesi kanunnamesinde geçen ve Trabzon Sancağında ne miktar balık olursa her cins balıkdan öşür alınur. 722 Bir nasraniyenin başkasına ait bağçeyi zabt edip kullandığına dâir T. Ş. S., 1836, 18, 1, 2. Bağçeyi fuzûli zabt edildiğine dâir iddi â T. Ş. S., 1833, 102, 2, Mülk-i eşcâr bağının satışı T. Ş. S., 1833, 5, 1, 1; Asmalı bahçe muvazaası T. Ş. S., 1846, 85, 1, T. Ş. S., 1820, 8, 1, 1 naklen AÇIK, Bir Yeniden İnşa Denemesi: 18. Yüzyılın Ortalarında Trabzon Evleri Hakkında Bazı Tespitler s AÇIK, Bir Yeniden İnşa Denemesi: 18. Yüzyılın Ortalarında Trabzon Evleri Hakkında Bazı Tespitler, s. 223; TEKİNDAĞ, Trabzon, s T. Ş. S. 1851, 1, 2, Evliya Çelebi ye göre halkın en çok itibar ettiği balık hamsi balığıdır. O hamsi balığının tarifini yapar ve hamsi ile yapılan bir de yemek tarifi verir. EVLİYA ÇELEBİ, s EVLİYA ÇELEBİ, ss: Evliya Çelebi, Trabzon un yedi kısımdan oluşan kâr u kesb ehlini anlatırken Azağa, Kazağa, Mikrile, Abaza ve Çerkez e giderek ticaret yapan (gemici) tüccarlar ile nice bin âdem seyyâd-ı mâhîdir dediği balıkçıları ayrı iki grup halinde anlatarak balıkçıların sayılarının çokluğundan ve bu çokluğun miktarını tespit edemediğinden bahsetmektedir. DEYROLLE, 1869 da Trabzon dan Erzurum a Seyahat, s

194 ifadesi şehirde balıkçılığın hem halk için önemli bir geçim kaynağı, 729 hem de devlet için önemli bir gelir kaynağı 730 olduğunu göstermektedir. 2) Trabzon'da Esnaf ve Zanaatkârlar a) İş Yerleri: Osmanlı kayıtlarında çoğunlukla Sûk veya Sûk-i Sultânî diye geçen Trabzon un merkez çarşısı veya çarşılar topluluğu, bünyesinde taşıdığı en iyi anlamlardan birini Cerasi nin ifadelerinde bulmaktadır: Osmanlı Levanten kenti tek ve temsili bir merkeze sahip olmasa bile, buna karşın çarşı alanı, kent cemaati ve günlük yaşamdaki her şey ile ilgili kent yaşamının kaynadığı yerdir. Osmanlı polietnik yapısında, dini ve kültürel etkinlikler bir tür belirsizlik içinde kapalı kalmışlardır; oysa çarşı kent sakinlerinin bütünü için özel, onu kullanan etnik ve dini cemaat için kamusal bir yerdir. Kentteki toplumsal kitlenin tümünün kamusal yaşamının geçtiği yerdir. Her tebaa için ve çevreden gelen köylüler için, özel olmayan ve dini alana girmeyen her tür konu, ticaretten idari uygulamalara, siyasal anlaşmazlıklardan bireysel iş tartışmalarına kadar, burada doğal ortamını bulur. Bütün Anadolu ve Balkan halklarının kullandıkları ortak dilde çarşı, carsija veya pazar kelimeleri kamusal, herkese açık olma ile eş anlamlıdır. Osmanlı kentinin hayat damarları başka hiçbir yerinde olmadığı kadar merkez-çarşıda atar; orada bütün sosyal gruplara ait erkek ve kadınlar karşılaşır, bütün dil ve diyalektler işitilir. 731 Trabzon şehri, Osmanlı topraklarına en son katılan bir Anadolu toprağı olduğundan, (1461) şehrin fiziksel gelişiminde Ergenç in ifade ettiği gibi câmi veya bedesten benzeri bir yapının merkezi konum teşkil ettiğini söylemek oldukça güçtür. Aynı şekilde, İslâm dini haricindeki dinlere ait herhangi bir dinsel yapının da Trabzon şehrinin gelişmesinde merkez rolü oynadığını söylemek imkânsız gibidir. Trabzon şehrinin oluşumuna bakıldığında -ki bu oluşumda Trabzon kalesi esas merkez konumdadır- şehrin yapılaşmasında Trabzon-Erzurum yolu ile deniz ulaşımının, kısacası coğrafi faktörlerin, dinsel veya ticarî faktörlere göre daha önemli olduğu anlaşılır. Meselâ, çok eski devirlerde kurulmuş olan Trabzon kalesinin ana giriş-çıkış kapılarına bakıldığında, bu kapıların bir kısmının doğu-batı yönünde denize paralel bir şekilde, bir kısmının da deniz ile irtibatlı bir şekilde inşa edildikleri görülür. Kalenin bu şekildeki yapılaşmasında şehrin doğu varoşlarında yer alan Kâfir Meydanı ile batı varoşlarında yer alan Kavak/Kabak meydanının önemli bir etkisi olmalıdır. 732 Kâfir meydanı, Trabzon merkezindeki irili ufaklı birçok limana oldukça yakın olup, tarihi Trabzon-Erzurum yolunun başlangıcı, İran dan gelen yolcu ve ticarî malların deniz ile buluştuğu ilk yerdir. Kalenin aşağı kısmında, diğer bir tabirle Aşağıhisar denilen 729 Zamanın nakil şartları göz önüne alındığında balık üretimi olsun tüketimi olsun sadece sahil kenarı olan yerleşim birimlerine has bir geçim kaynağı idi. Trabzon da bunlardan biri olarak balım yeme imkânına sahip yerlerden biri olduğu anlaşılmaktadır. 730 Trabzon Sancağı Kanunnamesi, B. O. A., T. T. D., no. 387, s Maurice CERASI, Osmanlı Kenti, çeviren: Aslı ATAÖV, İstanbul, 1999, s Seyahatnameler ve arşiv kayıtlarında Kâfir Meydanı, Gâvur Meydanı, Meydan-ı Şarki olarak geçen bu meydana günümüzde Taksim veya Belediye Meydanı denilmektedir. 180

195 kısmında yer alan Moloz, Pazarkapı veya Mumhane kapılarının deniz ulaşımına göre biçimlendiklerini anlamak hiç de zor değildir. 733 Çok daha geç bir tarihte şehri ziyaret eden Deyrolle denize göre biçimlenen Trabzon çarşı ve pazarları için şunları söyler: Sahil boyundaki kasaba ve köylerden gelenler her çeşit yüklerini Cenevizlilerden kaldığı söylenen rıhtım harabesi üzerine çıkarır. Polathane (Akçaabat) ve Sürmene den meyve, sebze ve her çeşit hububat gelir. Trabzon da pek çok yapılan çanak, çömlek ve kiremit yüklü sandallar da bu kasaba köylere doğru yola çıkar. Bir takım sandallara da köylüler dolar ki çeşit çeşit kıyafetleri bu deniz tablosuna başka bir tatlılık verir. Trabzon pazarına inen dağlılar sürülerinin mahsullerini, bahçelerinin meyvelerini ve içinde oturdukları ormanın ağaçlarını getirirler. Bunları omuzlarında getirirler yalnız çok ağırlarını atlara, manda ve öküz arabalarına yüklerler. Bu mahsulleri ekseriya kumaş, silah ve lüzumlu eşya ile değiştirirler. 734 Trabzon un en eski eserlerinden biri olan bedestenin Trabzon ticaret tarihinde ve sosyal hayatında önemli bir yeri vardır. Çarşı içinde bulunan Bedesten, özellikle Moloz limanına yakın olması sebebiyle XVIII. yy a kadar Taşhan ile birlikte şehir ticari hayatının en önemli merkezidir. Bedestenin mal mübadelesinin yapıldığı ve değerli eşyaların saklandığı binalar olma sıfatı XIX. yy a kadar devam etmiştir. 735 Kayıtlara göre Hatuniye İmareti akarlarından olan bedestenin bir ağası ve bir de kethüdası vardır. 736 Ekonomik hayatın kalbi konumunda olan bedestendeki faaliyet ile ilgili olarak sicillerde çok sayıda belge mevcuttur. Mesela 1061 yılı Zilkadesinde bedesten Ağası Mustafa yı Trabzonlu Ermeni tüccarlardan Eksakosta v. Berakuşe, Bogos v. İmprazi ve diğerleri bedesten ağası Mustafa yı dava ederek bedestendeki dellal taifesinin Ordu Pazar akçesini eskiden beri kendileri ile birlikte verdiğini ancak şimdi Mustafa nın kendilerinden Ordu Pazar akçesini tek başına istediğini söylemişlerdir. Davacılar bestendeki tüccar ve dellal taifesinin Ordu Pazar akçesini birlikte vermelerinin kadimden beri adet olduğunu, ellerince 1045 tarihli hüccet olduğunu söylemişler bu ifadelere karşı beyanda buluna Mustafa ise dellal taifesinin ordu Pazar akçesini bedesten ağasına müstakil olarak verdiğini belirterek tüccarlardan da akçe istediğini belirtmişti. Ancak davacıların elindeki hüccete itibar edilmiş ve ordu pazar akçesinin dellal ve tüccar taifelerinden müştereken alınması kararlaştırılmıştır. 737 Trabzon bedesteni bugün Çarşı Mahallesi olarak bilinen mahallede, denize yakın bir konumda yer almaktadır. Yıllık geliri, yıllarında akçe, 1583 yılında ise akçedir yılında, Rus Kazaklarının saldırıları sonucunda Trabzon bedesteni kullanılamaz hale gelerek sadece dört duvarı ayakta kalabilmiş ve daha sonra 733 AYGÜN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Ticaret, ss: DEYROLLE, 1869 da Trabzon dan Erzurum a Seyahat, ss: Ömer ŞEN, Trabzon un Turizm Kaynakları, Trabzon İl Turizm Müdürlüğü, Trabzon, 1993, s T. Ş. S., 1831, 95, 1, T. Ş. S., 1832, 41, 1,

196 onarılmıştır. 738 Evliya Çelebi ye göre, kargir bir bina olan Trabzon bedestenin sakinleri yani esnafları Arap ve Acem olup gayet zengin ve olgun muhteşem tüccarlardır. Bu esnafların uğraş alanları ise şunlardır: Abacı, Aşçı, Aşçıbaşı, Attar, Babuççu, Bakkal, Balıkçı, Berber, Bezzaz, Bıçakçı, Bostancı, Boyacı, Camcı, Cenger, Çakmakçı, Çamaşırcı, Çanakçı, Çıkrıkçı, Çizmeci, Çoban, Çuvalcı, Çörekçi, Çubukçu, Debbağ, Dellal, Demirci, Duhancı (Tütüncü), Esirci, Eskici, Etmekçi/Habbaz, Fırıncı, Hallaç, Hamamcı, Hammal, Hancı, Hasırcı, İplikçi, Kahveci, Kalaycı, Kalpak, Kalyoncu, Kantarcı, Kasap, Kavukçu, Kayıkçı, Kazancı, Kazzaz/Gazzaz, Keresteci, Kettan, Kundakçı, Kuyumcu, Kürekçi, Kürkçü, Lüleci, Mataracı, Mekari, Mıhçı, Mumcu, Mücellid, Neccar, Paçacı, Reis, Saatçi, Sandalcı, Sandıkçı, Sarraç, Semerci, Sıvacı, Şerbetçi, Tabancacı, Tarakçı, Taşçı, Terzi, Tokmakçı, Tuzcu, Varilci ve Yorgancı. 739 XVI. yüzyılda Trabzon da, Paşmakçılar çarşısı, Kuyumcular çarşısı ve Debbağîn çarşısı bulunmaktaydı. XVII. yüzyıla gelindiğinde ise Mutaflar çarşısı (kıl dokunan veya satılan çarşı), Kasım Beşe çarşısı, Yüncüler çarşısı, Abacılar çarşısı, Kazancılar çarşısı, Saraç çarşısı, Bakırcılar çarşısı, Attar çarşısı, Balıkçılar çarşısı, Gazazlar çarşısı, Haffaflar çarşısı ve Gaile pazarı (hububat pazarı) Trabzon da yer alan çarşı ve pazarlardı. 740 Trabzon çarşıları ile ilgili olarak verilen bilgilere dikkatlice bakıldığında Trabzon da XVII. yüzyılda on iki çarşı olduğu görülür. On iki çarşının varlığından da anlaşıldığı gibi XVII. yüzyılda ticari hayatı canlı olan şehirde ticari işletmeler çokça el değiştirmiş ve satışa her zaman en değerli mülkler olarak konu olmuşlardır. Bu durumda ticari hayatın canlılığını düşünmemizi sağlayan bir diğer unsurdur. Sicillere baktığımızda bu müesseseler üzerinde tasarrufta bulunanların ağa ve bey ünvanlı kişiler olduğu anlaşılır. Askerî kesimden ağalar bunları büyük meblağlar ödeyerek satın almışlardır. 741 Çoğu dükkân niteliğinde olan bu müesseseler genelde Trabzon un merkez çarşısı Aşağıhisar bölgesinde yoğunlaşmaktadır. Suk-u Sultani ismi ile anılan bu büyük çarşı bölgesinin değişik çarşılardan mürekkep bir bütünün ismi olduğu anlaşılmaktadır. 742 Bununla birlikte Trabzon un çeşitli mahallelerinde dükkân satışlarına da rastlanmıştır. Ancak çarşı merkezindeki satış fiyatları ile mahallelerdeki dükkân fiyatları arasında çok bariz farklar olması ticari hayatın belli bölgede kümeleştiğinin de en açık kanıtıdır. b) Trabzon Esnafları ve Faaliyetleri: i. Esnaf Teşkilatı: Osmanlı Devletinde kamusal alan özel alan ayrımı olmadığı gibi kamu sektörü-özel sektör veya kamu personeli özel personel ayrımı da devletin denetimi ve kontrolü anlamında yoktu. Yani devlet askerîyi ne kadar kontrol ediyorsa reayayı da o kadar kontrol ve denetimde tutar, faaliyetlerini üretim aşamasında 738 AYGÜN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Ticaret, ss EVLİYA ÇELEBİ, ss: AYGÜN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Ticaret, ss: Dükkân satışı ile ilgili kayıtlara örnekler: T. Ş. S., 1840, 19, 2; T. Ş. S., 1849, 51, 2, İNAN, 17. Yüzyılın Ortalarında Trabzon Esnafları ve Faaliyetleri, s

197 olsun satış aşamasında olsun takip ederdi. Bu takip işindeki aracısı ise esnaf teşkilatları idi. Bu örgütlenme en ince ayrıntısına kadar öngörülmüş ve kurumsallaşmıştı. Yani Osmanlı devletinde bir malın tüketime hazır hale gelinceye kadar geçirdiği üretim aşamalarının her biri ayrı bir esnaf birimi olarak örgütlenmişti. Mesela canlı hayvan ticareti yapan celepler, hayvanı kesen kasaplar, ham deriyi işleyen debbağlar, işlenmiş deriyi satan tacirler, nihai mamul olarak ayakkabı yapan ustalar ayrı ayrı örgütlendiği gibi, sığır ve koyun kasapları, ayakkabı imalatında çizme yapanlar ve pabuç yapanlar ile mest yapanların da ayrı ayrı örgütlendiği görülmektedir. Bu ayrım çeşitli dini zümrelere göre değişen farklı renk ve şekillerdeki mamulleri imal edenlere kadar uzamaktaydı. Mesela boyacılar kullandıkları boya ham maddesine ve boyadıkları renge göre ayrı ayrı örgütlenmişti. Osmanlı esnafının her biri bulunduğu şehirle örgütlü olup farklı bölgelerdeki esnaf teşkilatlarıyla bağlantıları yok gibidir. Genç e göre, debbağ esnafı hariç, esnaflar arasında bölge ve ülke çapında ilişkilere pek rastlanmaz. Hemen her yerde büyük çoğunluğu Müslüman olan debbağ esnafları ise Kırşehir deki Ahî Evren Zaviyesi şeyhinin manevi liderliği altında, zayıf bir bağlantı içinde bulunuyorlardı. 743 Her esnaf topluluğu, mesleki faaliyetinde bağlı bulunacağı özel kuralları, normal olarak kendisi kararlaştırır ve bütün ustaların ortak kararı olarak onaylanmak üzere kadıya sunardı. Kadı, alınan kararların şeriat başta olmak üzere kanunlara ve geleneklere aykırı olmadığını görürse, teklifi Divan a arz ederdi. Divan ın onayından sonra, ustalar tarafından hazırlanmış bulunan taslak, kendileri için bağlayıcı niteliği olan temel belge haline gelir bir anlamda iç hizmet kanunu olurdu. Hiyerarşik yapıda teşkilatlanmış olan esnaf sisteminde, esnaf şeyhi, esnaf kethüdası, yiğitbaşı, usta, kalfa ve çırak yer almaktaydı. Esnaf örgütlerinin en önemli fonksiyonu, İktisadî hayatın gündelik faaliyetlerinin, mümkün olduğu kadar az ihtilaf doğuracak şekilde, sosyal dayanışma ve ahenk içerisinde oluşmasını sağlamaktı. Böylece devlet, toplumu ve ekonomiyi düzen içinde tutma ile ilgili görevinin bir bölümünü esnaf örgütlerine devrederek, güvenlik ve düzeni sağlamak açısından, son derece pahalı ve muhtemelen etkinliği daha düşük olacak olan bürokrasiden kurtulmuş oluyordu. 744 Esnaf örgütlerinin tesbit ettiği kararları uygulamak için bir icra organı gerekli idi. Esnaf örgütünün uygulama organı nizam ustaları denilen ileri gelen ustalardan oluşurdu heyetin başkanlığını yine esnaf hayatince seçilen kethüda yapardı. Seçim için ustalar kadının huzuruna adayla birlikte giderler, Onu seçmiş olduklarını kadıya beyan ederler, kethüda adayı da esnafın yönetimin hakkaniyetle yapmaya söz verince kadı seçim tutanağı denilebilecek hücceti deftere kaydeder bir örneğini de esnafa verirdi. Seçim genellikle bir yıllık yapılır süre sonunda yenilenirdi. Süresi bitmeden kethüdanın değiştirilmesi için de aynı yol izlenirdi. Kethüdanın seçilmesi ve değiştirilmesinde yetkili merci kadılıktı. Ancak esnafın faaliyette olunduğu alandaki maliye görevlisine bilgi verilmesi ve onun onayı alınması zorunlu idi. Gayrimüslimlerden oluşan esnaf 743 GENÇ, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, s İNALCIK, Klasik Çağ ( ), s

198 örgütlerinde genellikle kethüda tabiri yerine ustabaşı tabiri kullanılırdı. Esnafın örgüt içi ilişkilerinde kethüdaya yardım eden bir de yiğitbaşı vardı. O da kethüda ile aynı usullerle seçilir ve kethüdaya yardım ederdi. Esnafın dış âlemle ilişkilerini ise kethüda bizzat yönetirdi. 745 Esnaf örgütü her türlü ihtilafta nasihat etme dışında bir yaptırım uygulama yetkisine sahip değildi. Nasihatle çözülmeyen problemlerde konuyu kadıya intikal ettirme dışında yetkisi yoktu. Mesela 1061 yılında ekmekçi esnafı buğday işlemek ve onun karını paylaşmak konusunda ihtilafa düşülmüş ve nizaın halli için Kadı nın huzuruna çıkmışlardı. 746 Anlaşılan loncanın iç işleyişinde tesbit edilen kurallara uyulmaması halinde dahi esnaf teşkilatının bağlayıcı otoritesi yani yaptırım gücü yoktu. Onların yetkisinden çok sorumluluğu denebilecek konu daha çok Muslihûn olma işlevi idi. Zaten kamu düzenini ilgilendiren konularda kadı re sen harekete geçerdi. Fakat kadının da yaptığı genelde nasihat etmek olurdu. Suç ne kadar büyük olursa olsun Osmanlı kadısının birkaç kere uyarmadan ceza verildiğine çok rastlamayız. Uyarılara rağmen olumsuz davranışını sürdüren olursa Müslümanlara genelde hapsetmek Gayrimüslimlere ise genelde küreğe mahkûm etmek gibi cezalar verilirdi. Ceza süreleri çok uzun olmaz genelde birkaç ay yeterli görülürdü. 747 Ancak bu ceza takdiri bahsedildiği gibi Kadı nın takdiri idi. Hoşgörü konusunda kamu otoriteleri ile esnaf örgütünün tavrı arasında ise genellikle büyük farklılık vardı. Kurallara uymayan üyelere karşı esnafın çoğu kere dükkân kapatma hatta esnaflıktan çıkarma talepleriyle kadıya yaptıkları müracaatlar kadı tarafından yapılan nasihatlerle geçiştirilmiştir. Kadının verdiği cezalar çoğu zaman kısa süreli tedbir cezaları olup meslekten men çok nadir verilen çok ağır bir ceza idi. Hatta sıklıkla kadı çalışma usulleri, ücret politikaları gibi konularda esnaf örgütüne muhalefet eden üyeyi ikaz eder, şikâyet edenle edilenleri barıştırarak işi yoluna koyardı. Siciller incelendiğinde mahkeme kararlarında tenbîh birle mâ vak a bi't- taleb ketb olundı ifadesi çok sık karşımıza çıkmaktadır. 748 Dükkân kapatma kararı verildiği zamanlarda da bu ceza genelde geçici olmuş cezası bitenin tekrar işine dönmesine imkân sağlanmıştır. Cezalar genelde belli süre ile sınırlı idi. Meslekten kesin olarak çıkarılma verilecek en ağır ceza olarak çok nadir görülürdü. Kadı genellikle kendisine yapılan şikâyeti ara bulma yoluyla halleder ufak tefek suçları affeder ilgili kişiye nasihat eder ve işi yoluna koyardı. Ağır cezalar mesleki suçlardan çok ahlaki konularda yaşanan olumsuzlukları engellemek için verilirdi. Esnaf gurubunda aykırı davranışlarda bulunan için verilecek en ağır ceza gurubun dışına atılmaktı. Ancak bu konuda gurubun yetkisi konuyu tesbit edip kadıya sunmaktan ibaretti. Mahalleden olsun esnaf örgütünden olsun atma yetkisi asla gurup 745 GENÇ, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, ss: Habbazlık sanatında müştereken kazancın taksimine dair T. Ş. S., 1832, 3, 1, GENÇ, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, ss: Örnekler için bk. T. Ş. S., 1833, 102, 1, 4; T. Ş. S., 1844, 52, 1, 1; T. Ş. S., 1846, 86, 1,

199 üyeleri tarafından kullanılamazdı. Guruba düşen uyum içinde yaşamayı sağlamaktı. Tabii Kadı nın takdirine karşı da her zaman divana itiraz hakkı mevcuttu. Cezalandırma konusunda guruba hiçbir yetki tanınmamış olmasının temel nedeni gurup içi klikleşmeyi önlemek ve ihtilafları kontrol altına almak olmalıdır. Zaten iktisadi hayatın türlü alanlarında doğan çatışma ve ihtilafların çözümü için verilen hemen tüm kararlarda kadimden olagelene aykırı iş yapılmaması tembih edilmiştir. ii. Trabzonlu Esnaf ve Tüccarlar: İlk olarak Trabzon da faaliyet gösteren esnafların kimler olduğuna bakarsak her şeyden önce herhangi bir Müslim-gayrimüslim ayrımı olmaksızın şehirdeki tüm nüfusun ticari hayat içinde yer aldığı yani esnaflık yapmaya olsun belli bir çarşıda yer almaya olsun dinin bir engel teşkil etmemiş olduğunu görürüz. Trabzon esnafındaki dinî çeşitlilik milliyete de yansımıştır. Trabzon bedesteninde Ermeni tüccardan Acem tüccara kadar her milletten ticaret ve zanaat erbabını görmek mümkündür. 749 Bahsi geçen esnafların neler ile uğraştıklarına dikkat edecek olursak Trabzon un en önemli geçim kaynağının balıkçılık ve zanaatkârlık olduğu gerçeği karşımıza çıkar. Bu tesbit o kadar dikkat çekicidir ki şehri anlatan tüm seyyahlar Trabzon daki esnaflar ve onların üretimlerinden, çarşılarından bahsetmişlerdir. Mesela Deyrolle bitpazarı denilen çarşı Anadolu nun türlü soydan tüccarlarını bir araya toplar ve karakter ayrılıklarını gözler önüne serer. Küçük küçük dükkânlarda hiç durmadan kahve ve nargile içilir. Şehirde sürekli tellal sesi duyulur. demektedir. 750 Trabzon şehrindeki sanayi kollarına bakılacak olursa bunların birincisi keten bezi imalatı idi. Eyalet köylerinde yetişen keten şehirde imal edilerek kumaş getiren tüccarlar vasıtasıyla Halep ten Bağdat ve Hindistan a kadar sevk ediliyordu. Bir diğer sanayi sahası ise mum imalatı idi. Gerek başka şehirlerden gerekse eyalet sınırları içinden gelen balmumu mumhanede işlenerek batmanı akçeden satılıyordu. Trabzon çarşılarında dünyaca tanınmış kuyumcular bulunur, buhurdanlık, kılıç, gülsuyu kutusu, Gorgoroğlu ve aşçı bıçakları burada işlenirdi. Trabzon baltası denilen çok aranan bir çeşit balta da bu çarşılardaki ustalarca yapılırdı. 752 Trabzon'da çok önemli bir başka sanayi kolu gemi yapımı idi. Bu sebeple zift ve boyacılık ta gelişmişti. MÖ 2300 lerde Karadeniz de hüküm süren Pontos krallarına ait Trabzon sikkelerinin bir yüzünde ilah Apollon un başı, diğer yüzünde ise bir gemi 749 Kenan İNAN, 17. Yüzyılın Ortalarında Trabzon Esnafları ve Faaliyetleri, s DEYROLLE, 1869 da Trabzon dan Erzurum a Seyahat, s Yaklaşık 6 ila 8 kilogram arasında değişen bir ağırlık birimidir. 752 TEKİNDAĞ, Trabzon s

200 demiri yer almaktaydı. Bu gösterge Trabzon ve çevresinde gemicilik ve denizcilik kültürünün köklülüğüne işaret etmektedir. Trabzon ve çevresi, doğa şartlarının bir sonucu olarak denize dikey, sık aralıklarla yerleşmiş olan vadiler tarafından bölünmüş, engebeli ve dik bir araziye sahip olduğu için eski devirlerden beri Trabzon un hem kendi merkezî sahil yerleşim yerleriyle ve hem de Kırım, Rumeli ve İstanbul ile olan bağlantıları çoğunlukla deniz yoluyla sağlanmıştır. 753 Ziraî üretim açısından kendine yeterli olmayan Trabzon ve çevresi halkının tüketim ihtiyaçlarının giderilmesi, Osmanlı devletinin Karadeniz ve çevresinde yer alan kale ve iskeleler arasındaki asker ve cephane sevki ile eski devirlerden beri İstanbul dan İran seferleri dolayısıyla İran taraflarına gönderilen asker, hububat ve cephanenin nakledilmesi Trabzon ve çevresinde kayıkçı tayfasının oluşmasına, kayıkçıların bir kethüda etrafında örgütlenmelerine ve gemiciliğin önemli bir uğraş alanı haline gelmesine yol açmıştır. Osmanlı devletinde donanmaya ait gemiler hakkında yeterli bilgiler mevcut olmakla birlikte 754 gemicilerin ve gemici tüccarların, başka bir deyişle özel sektörün sahip oldukları gemiler hakkında fazla bilgi mevcut değildir. Gemi inşa ettirmek padişah iznine tabi idi. Gerekçesi gemi sayısını bilmek olduğu kadar vergi kaybını önlemek de olmalıdır. Bu konuda 20 Safer 968/1560 tarihli Mühimme kaydında İznikmid kadısına yazılan hüküm konunun ne kadar ayrıntısıyla başkentte takip edildiğini anlatır. Bu hükme göre İznikmid de padişah emri olmadan bir gemi inşa edildiğini bildiren İznikmid kadısına anda kasaba-i mezbûrede bila-emr bir gemi bina olunduğunu bildirmişsin. İmdi buyurdum ki Vusul buldukta ol gemiyi girfit edüp ne asl gemi olduğun ve sahibi kimdir ve eni ve uzunı ne miktardır. Mufassal yazıp bildüresin denilmiştir. 755 Gemi sahiplerinin dinlerine bakıldığında her dinden gemi sahibi ile karşılaşabiliriz. Aynı durum gemi tayfaları için de geçerlidir. Hatta bir gemide Müslimgayrimüslim tayfalara aynı anda birlikte de sıklıkla bulunabilmekteydi. 756 Trabzon bölgesi tarım ve hayvancılık için verimli olmamasına karşın madencilik açısından önemli bir potansiyeli barındırmaktaydı. Bölgedeki zengin bakır yataklarından elde edilen bakır Trabzon atölyelerinde işlenmiştir. Şehirdeki atölyeler Ortaçağdan beri geleneksel olarak bakır, bronz ve pirinçten mutfak eşyaları yapımına devam etmekteydi. Trabzon da yetişen bakır ustaları hem başkent İstanbul hem de Anadolu nun çeşitli yerlerindeki atölyelere gidip çalışmaktaydılar Trabzon kanunnamesinde bunlarla ilgili hükümde şöyle denilir: ve şol raiyyet ki kazancılık ve 753 AYGÜN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Ticaret, ss Bu konuda bk. İdris BOSTAN, Osmanlı Bahriye Teşkilâtı: XVII. yüzyılda Tersâne-i Âmire, T. T. K. Yayınları, Ankara, B. O. A., M. D., ( / ) Özet ve Transkripsiyon, Ankara 1993, nr Murat ÇİZAKÇA, İslam Dünyasında ve Batıda İş Ortaklıkları Tarihi, çev. Ş. LAYIKEL, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1999, ss:

201 bezirgânlık etmek için ahaa vilayete gidip yılda bir veya iki yılda bir evine külli kar etmiş ola, anın gibilerden yüz elli akçe levendiye alına 757 Bakırcı ve kazancıların oluşturduğu işkolu gerek kentin gerekse bölgedeki diğer yerleşim merkezlerinin günlük hayatta ihtiyaç duyduğu çeşitli eşya ve mutfak kaplarını üretmekteydi. Bu üretim Trabzon un en büyük sanayi kolunu oluşturmaktaydı. II. Beyazıt döneminde yapılan Topkapı Sarayı Envanter Listelerinin de gösterdiği gibi Trabzon atölyelerinde üretilen bakır kap kacaklar sarayda dahi kullanılmaktaydı. 758 Trabzon bakırcıları Sarayın ihtiyacı dâhil günlük kap kacağı ürettikten başka savaş sanayii için ihtiyaç duyulan barut kazanlarını da üretmekteydiler. Bu konuda vali Ömer Bey e gönderilen hükümde şu kayıt dikkatimizi çekmektedir. Trabzon da bulunan barut kazanları ve dibekleri ile Trabzon a gönderilen sefer malzemesinin araba ve kira hayvanları ile Erzurum a gönderilmesi 759 Bakırcı ve kazancıların oluşturduğu iş kolu gerek kentin gerekse bölgedeki diğer yerleşim merkezlerinin günlük hayatta ihtiyaç duyduğu çeşitli eşya ve mutfak kaplarını üretmekteydi. Ancak bu iş kolunun ham maddesi bakır savaş dönemlerinde top dökümü için de vazgeçilmez ham madde olduğu için ticarete konu olması ve esnafın elinde bulunması yasaklanabiliyordu. Bu konuda özellikle savaş dönemlerinde sıkı tembihatlar yapılıyordu. Mesela Osmanlı arşivinde bulunan Trabzon ve Espiye iskelelerinde bulunan devlete ait bakırların İstanbul a gönderilmesi, ayrıca tüccarın elinde olan ve Rumeli ve diğer yerlerdeki panayırlara gönderilmek istenen bakırlara müsaade edilmeyip İstanbul a gönderilmesi emri tam da bu ihtiyacı ifade ediyordu. 760 Görüldüğü gibi savaş zamanlarında ihtiyaç duyulduğunda devlet esnafın elindeki ham maddeye de el koyabilmekteydi. Ancak üretimin hammadde kaynaklarını denetim, devletin her zaman yaptığı bir iş olmasına rağmen hammaddeye el koyarak esnafın eline geçmesini durdurma sadece belli mallar ve belli dönemlerle sınırlı idi. Onun dışında devlet, piyasa talebini karşılayabilecek miktarda ve kalitede uygun fiyatla üretim yapılmasını sağlamak amacıyla esnaf birliklerine çeşitli tekel hakları vermişti. Bunlar mutlak anlamda verilmiş bir tekel olmayıp hem tüketiciye ve hem de üreticiye fayda sağlamaması durumunda derhal lağvediliyordu. Esnaf için gerekli olan ham madde daha önceden belirlenmiş olan belirli pazarlara gelmekte, orada tartılıp vergilendirildikten sonra esnaf temsilcilerine dağıtılmaktaydı. 761 Trabzonlu esnafların devletle olan meseleleri tabii ki sadece savaş zamanlarında koyulan tahditlerle sınırlı değildi. Toplumun diğer kesimlerinin olduğu 757 Ömer Lütfi BARKAN, XV. ve XVI. asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Zirai Ekonominin Mali ve Hukuki Esasları, Kanunlar İ. Ü. Edebiyat Fakültesi Türkiyat Enstitüsü Yayınları, 1943, s Topkapı Sarayı Müzesi Arşiv Kılavuzu II, İstanbul, 1940, s B. O. A., M. D., 32, 102, hk Mart B. O. A., C.ML., s. 64 hk AYGÜN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Ticaret, s

202 gibi esnafın da devletle en önemli sorununu vergi konuları oluşturmaktaydı. Vergi konusundaki sıkıntılar esnafın devletle olduğu gibi birbirleri ile de sorun yaşamalarına neden olabiliyordu. Mesela 1061 senesinde Pazar akçesi toplanırken esnaflar birbirini taciz etmiş, büyüyen kavga yaralamaya kadar varmıştı. 762 Esnaf-devlet arasındaki sorunları büyük kısmı vergi konusunda toplandığı için o bölüme bırakarak esnafların birbirleri arasındaki meseleleri ele alabiliriz: Mesela 1061 yılında debbağ taifesinin bir ihtilafı Trabzon kadısına intikal etmişti. Anlaşıldığı kadarı ile Trabzon da işlenen derinin bir kısmı Erzurum dan getiriliyordu. Bu işi yapan Trabzonlu ve Erzurumlu esnaflar kâr paylaşımı esasına göre bir ortaklık kurmuştu. Ancak öngörülemeyen bir durum olduğunda yani zarar edildiğinde zararın nasıl paylaşılacağı sorun oluyor, taraflar zararın doğması noktasında yekdiğerinin kusurlu olduğunu iddia ile paylaşmaya yanaşmıyorlardı. Böyle bir konu Trabzon debbağları şeyhi Ahi Baba tarafından kadıya getirilmişti. 763 Yine Trabzon habbazları ekmekçi başı Mustafa dan şikâyetlerini kadıya arz etmişler ve onun değiştirilmesini kadıdan istemişlerdi. Kadı taleplerini karşılamış ve beraberlerinde huzura getirdikleri Muslu Beşe yi Ekmekçibaşı tayin etmişti. 764 Tüm bunların ötesinde Trabzon esnafının XVII. yüzyılın ikinci yarısındaki en büyük sıkıntısı Kazak saldırıları idi. Şehrin ekonomik hayatının can damarı olan Aşağı Hisar bölgesi yağma amaçlı Kazak saldırılarının en fazla yöneldiği bölge idi. Nitekim 1831 numaralı sicilde kazazlar çarşısındaki dükkânların Rus-u menhus tarafından yakıldığı sonrasında ise tamir edildiği anlatılmaktadır. 765 Yine Kazak saldırıları sonucu sûk-u sultanide de yanıp tekrar yapılan dükkânlar vardır. Ancak bu tahribatlara rağmen Trabzon esnafı ticari hayatın can damarı Aşağı Hisar bölgesini terk etmemiş faaliyetlerine burada devam etmiştir. 766 Bununla beraber şehirde bazı sanat erbabının yeteri kadar bulunmadığı kayıtlardan anlaşılmaktadır. Ancak bu sanatkârların Kazak saldırılarının oluşturduğu olumsuz ortamın etkisi ile mi şehirden ayrıldıkları yoksa zaten Trabzon da sayılarının yeteri kadar olmadığı mı konusu çok değildir. Bilinen Girit seferi için Samsun da inşa edilen kalyonlar için Trabzon'dan neccar ve demirci istendiğinde bu sanat erbabının şehirde bulunamayıp bu sebeple bu kişileri teminle görevli kapudan Abdi ağanın ahaliden 160 guruş toplayarak ustaları çevre şehirlerden kiralamış olduğudur T. Ş. S., 1832, 22, 1, T. Ş. S., 1832, 8, 1, T. Ş. S., 1832, 97, 1, T. Ş. S., 1831, 3, 2, Kenan İNAN, 17. Yüzyılın Ortalarında Trabzon Esnafları ve Faaliyetleri, s T. Ş. S., 1831, 87, 2, 5; T. Ş. S., 1832, 94, 1,

203 B) TİCARET Trabzon tarihin en eski devirlerinden beri ticaret yollarının kavşak noktasında olmuş, bu sebeple şehrin hâkimiyeti her zaman bölgesel güçlerin önem verdiği bir mücadele alanı olmuştu. İpek yolu Çin den Akdeniz bölgesine genel olarak kara ve denizden olmak üzere iki yoldan geçiyordu. Roma ile Hindistan arasında ise dört ana yol vardı. Bu yollardan birisi Anadolu üzerinden İran ın Fars eyaleti ve Belucistan hattıyla Hindistan a kadar uzayan kuzey yoluydu ki bu yolun İran dan Karadeniz e geçen şubesi üzerinde önemli bir şehir Trabzon du. Trabzon a uğrayan bir başka İpekyolu hattı İç Asya dan başlayıp, Siriderya nehri boyunu izleyerek Aral a oradan Volga boyunca ilerleyip, Ural dağları üzerinden Karadeniz in kuzeyindeki Azak a ulaşan Kuzey İpek Yolu idi. Bu yol Karadeniz i gemi ile aşıp Trabzon a uzanıyordu. Bundan başka Hazar denizini Karadeniz in kuzeyine bağlayan kol da Trabzon dan geçen bir başka İpekyolu bağlantısı idi. Anlaşıldığı üzere İpek Yolu tek bir yol olmayıp kendisine bağlı ve çeşitli zamanların siyasi şartlarına uygun olarak değişen önemi artan ya da azalan birden fazla ana ve onlara bağlı birçok tali yollardan oluşan bir yollar ağının ismidir. 768 Trabzon şehri de bu yolun gerek İran-Roma, gerek Aral-Hazar, gerekse Orta Asya-Karadeniz hatlarında ve daha birçok tali hatta bağlantı noktası olarak yer alan önemli bir durak yeri ve liman kentidir. Bu özelliği ile Trabzon ticaret mallarının doğu-batı hareketinde önemli bir depo görevi görmektedir. Bu sayede birçok liman ve metropolle irtibat halindeydi. Trabzon un Asya ya uzanan üçüncü kervan yolunun başında bulunması ise bu şehrin önemini bir kat daha artırıyordu. Çünkü tüccarlardan başka Ortadoğu ve Asya içlerine giden seyyah ve elçiler de buradan geçiyorlardı. 769 Anadolu ve Rumeli de üç ana kola ayrılan Osmanlı yol sistemi ana güzergâhları iç bölgelere ve liman kentlerine bağlayan tali yolları da kapsamaktaydı. Bununla birlikte bazı tali yollar bağlantı yoları olasına rağmen ana yollar kadar yoğun bir trafiğe sahipti ve ana yol konumundaydı. İşte Trabzon-Erzurum yolu da bu çerçevede değerlendirilecek yollardan birisi idi. Anadolu sol kolu Karadeniz e ulaştıran liman bağlantı yolu olsa da önemini her zaman korudu. Trabzon limanı Osmanlı döneminde ticari önemini devam ettirmekle birlikte ordunun lojistik ikmal merkezi olarak da öne çıkmıştır. İran ve Kafkasya ya yönelik seferlerde İstanbul, Rumeli, Eflak ve Boğdan da hazırlanan savaş malzemeleri ve yiyecek maddeleri deniz yolu ile Trabzon limanına taşınır buradan Bayburt-Erzurum güzergâhı ile sınıra ulaştırılırdı. Osmanlı-Rus savaşlarında ise aynı ihtiyaç maddeleri ve 768 Nebi BOZKURT İpekyolu D. İ. A., C. 22, İstanbul, 2000, s Şerafettin TURAN Karadeniz Ticaretinde Anadolu Şehirlerinin Yeri I. Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri, Ekim 1986, Samsun, 1988, s. 153; TEKİNDAĞ, Trabzon İ. A., ss:

204 asker aynı güzergâhtan Trabzon a gelir buradan da savaş alanına taşınırdı. 770 Bu bağlamda Osmanlı devletinin bölgesel stratejileri açısından Trabzon-Erzurum hattının yerini tutabilecek ikinci bir güzergâh yoktu. 771 Osmanlı devletinin İran seferlerinde sürekli Trabzon-Erzurum güzergâhının kullanılması başta at katır ve deve temini olmak üzere birçok resmi taleplerle karşılaşan bölge halkını ciddi sıkıntıya sokmaktaydı. Ayrıca yoğun sevkiyat sırasında yük hayvanı temininde de güçlük çekilmekteydi. Bu durum da zahire kıtlığına, zahire fiyatlarının yükselmesine, Trabzon daki ambarların zamanında boşaltılamamasına ve ambar sıkıntısına sebep olmaktaydı. 772 Bu sebeplerle XVII. yüzyılın Karadeniz ticaretinde pek parlak bir dönem olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumun temel sebebi siyasi şartlar idi. Bir yandan Osmanlı-İran savaşlarının olumsuz etkisi diğer yandan Kazak ve Abaza korsanlarının Osmanlı kıyılarına saldırılarının yoğunlaşması ve donanmanın Güney Karadeniz kıyılarının korunmasında yetersiz kalması Doğu Karadeniz ticaretini olumsuz olarak etkiliyordu. 773 Diğer taraftan Trabzon un iç bölgelerle kara yolu bağlantısı da XVII. yüzyılda kullanılamaz durumda idi. Bunun en önemli sebebinin eşkıyalık hareketleri olduğu düşünülmelidir. Eşkıyaların oluşturduğu olumsuz ortamın etkisiyle Trabzon un dış dünya ile ilişkileri tamamen deniz yolu işle sağlanmakta idi. Bu yüzyılda deniz yoluyla Trabzon a giden Evliya Çelebi de bu durumu doğrulamaktadır. Nitekim o geçtiği limanları ayrıntılı bir şekilde anlatırken bu limanların Anadolu bağlantılarından hiç söz etmemektedir. Bahsedildiği gibi Osmanlı devleti iaşe ilkesi doğrultusunda ithalatı teşvik eder, ihracatı sınırlamaya çalışırdı. Osmanlı devletinin dış dünyaya açıldığı bir şehir olan Trabzon un ticareti de bu çerçevede iç ticaret ve dış ticaret olarak iki başlıkta incelenebilir. Bu tanımlamadan sonra Kırım ve Kefe ile yapılan ticaret iç, Abazalarla yapılan ticaret ise dış ticaret olarak ifade edilebilir. İç ticaret yasal olmasına karşın dış ticaret büyük ölçüde kaçakçılığa dayanıyordu. Osmanlı temel iktisadi anlayışını, ticarete bakış açısını tanımladığımız ve incelediğimiz şehrin özellikle XVII. yüzyıldaki ticari potansiyelini ifade ettiğimiz bu girişten sonra XVII. yüzyılda Trabzon'da ticareti şer iye sicilleri ışığı altında inceleyelim: 770 B. O. A., A. DVN., 685, M. Yaşar ERTAŞ, Osmanlı Devletinde Trabzon-Erzurum Güzergâhına Alternatif yol Oluşturma Teşebbüsü ( ) Osmanlı İmparatorluğunda Sosyal ve İktisadi Değişim Makaleler I, Turhan Kitabevi, Ankara, 2000, ss: ERTAŞ, Osmanlı Devletinde Trabzon-Erzurum Güzergâhına Alternatif yol Oluşturma Teşebbüsü ( ) s FAROQHI, Osmanlı da Kentler ve Kentliler, s

205 1) İç Ticaret Trabzon un fethinden kısa zaman sonra Kırım ın da fethedilmesi (1474) ile Karadeniz Osmanlı devleti için bir iç deniz haline gelmişti. Bundan sonraki süreçte Karadeniz dış ticarete kapandı. Karadeniz de henüz iç ticaretin cari olduğu dönemlerde Trabzon limanının daha mütevazı olduğu görülmektedir. Gerçekten XVI. yüzyıldaki kanunnamelerde Trabzon limanının gümrük gelirleri akçedir. Limanın geliri 1036 da (1627) akçe, 1159 da (1746) ise akçe görülmektedir. 774 Bu rakamlar Karadeniz in yeniden dış ticarete açıldığı bir sonraki yüzyıl için çok mütevazı rakamlardır. Mesela 1800 lerin başlarında aynı gümrük akçe ile iltizam edilecektir. Bu durumun ortaya çıkmasında iç ticaret olarak değerlendirilebilecek Kırım Kefe ye dahi mal götürmenin yasaklanmış olmasının payı vardır. Belirtildiği gibi Osmanlı Devleti günümüz dış ticaret anlayışından çok farklı olarak ihracatı değil ithalatı teşvik edici bir ticaret politikasını benimsemişti. Bu sebeple ülke içiresindeki uzak bölgelere mal naklini dahi sınırlandırmaya çalışıyordu. Gerçi Kırım ve Kefe ye ticaretin sınırlandırılmasında kaçakçılığında etkisi vardı yani bir kısım tüccarlar malları Kırım ya da Kefe ye götüreceklerini beyan etmelerine rağmen götürmüyor, kaçak ihracata yöneliyorlardı. Bu sebeple malları yüklemelerine izin verilmeden önce tüccarlardan Kefe ve Kırım beylerinden bu mallara kendi bölgelerinde ihtiyaç olduğuna dair bir belge getirmeleri istendi. Tüccarların buna tepkisi ise denetimin çok daha iyi uygulandığı Trabzon limanından uzak durmak oldu. 775 Netice olarak Osmanlı devletinin iç ticareti genellikle İstanbul merkezli olup, başkentin iaşesine yönelikti. Bu çerçevede Trabzon'dan da İstanbul a önemli ölçüde mal sevkiyatı yapılmakta idi. Bu sevkiyat işinde deri ticareti önemli yer tutmaktadır. Trabzon da dericilik mesleği çok eski bir uğraş alanı olup bu sahadaki esnaflar tüm devlet içinde başka bölgelerdeki meslektaşlarına göre belirgin bir üstünlük sergilemekteydiler. Bu durumun ticarette de yansımaları olduğu, Trabzon da üretilen deri mamullerinin Osmanlı devletinin her bölgesinden talep edildiği anlaşılmaktadır. Bu çerçevede Erzurum ve çevresi tüccarları ile Trabzonlu tüccarlar arasında işlenmiş, cilalanmış deri olarak kabul edilen sahtiyan ticaretinin önemi dikkat çekmektedir. Trabzonlu tüccarlar genelde sahtiyanı Erzurum ve Erzincan dan satın almakta, bazen kendileri Trabzon da işlemekte ve bazen de Erzurum veya Erzincanlı tüccarlar adına âhara satmak üzere götürmekteydiler. 776 Deri ticareti ile ilgili birçok kayıt sicillere yansımıştır. Mesela bu kayıtların birisinde 1062 tarihli kayıtta Trabzonlu tüccar Ali 774 B. O. A., DVN. BŞM., TZG., nr Bâb-ı Defteri Başmuhasebe Kalemi Trabzon Gümrüğünden naklen İdris BOSTAN Karadeniz in Dış Ticarete Kapalı Olduğu Dönemde Trabzon Limanı Trabzon Tarihi İlmi Toplantısı, (6-8 Kasım 1998) haz. Kemal ÇİÇEK vd. 2. Baskı, Trabzon, 2000, FAROQHI, Osmanlı da Kentler ve Kentliler, ss ERTAŞ, Osmanlı Devletinde Trabzon-Erzurum Güzergâhına Alternatif yol Oluşturma Teşebbüsü ( ) s

206 Beşe mahkemede Mülkümde cârî olan yüz sincab deresi ve bir re's katırım sirka olunduğu demiş ve ye dinde bulduğu kişiden talep olunmasını istemişti. 777 Burada dikkat çeken bir başka nokta da deri ticareti ile ilgili kaydın kadı siciline adli bir mesele nedeniyle girmiş olmasıdır. Herhangi bir ticaret kaydının sicile girmesi genellikle istenmeyen bir durumu tanımlamaktadır. Bu durumda herhangi bir sorunla karşılaşılmamış bir ticari işlem sicillerde yer bulamayabilmektedir. Buradan ticari işlemlerin genellikle sorunlu olduğu sonucu çıkarılamayacağı gibi şehirdeki ticari hareketliliğin nicelik olarak sicillere yansıyan kadar olduğu sonucu da çıkarılamaz. Kadı kaydına girmemiş çok sayıda işlemin Trabzon'da gerçekleştiğini düşünmek yanıltıcı olmayacaktır. Dolayısı ile şehrin ticari potansiyelini tesbit için kadı kayıtları değil vergi kayıtları daha net bir bilgi kaynağıdır. Erzurum ve çevresi tüccarları Trabzon ile direkt olarak ticaret yaptıkları gibi, İstanbul ve Rumeli kıyılarına giderek ticaret yapmak için Trabzon u transit olarak da kullanmaktaydılar. Erzurum sakininden olup tüccar tayfasından olan Hacı Ali, Zenasr, Ahmet, Mehmet, Mustafa Çelebi, Muharrem, Musa ve Halil isimli tüccarlar birlikte İstanbul dan aktarlara mahsus eşya satın alarak Trabzon iskelesine gelirler ve gümrüklerini öderler. Ancak, Trabzon Subaşısı olan Bayraktar Ali isimli kimse, tüccarlardan gümrük vergisi haricinde bac namıyla ikinci bir vergi isteyince tüccarlar ile Trabzon subaşısı mahkemelik olurlar. 778 Trabzon köylerinde yetiştirilip, halkın geçim kaynaklarından biri olan keten şehirde imal edilerek tüccarlar tarafından başka yerlere sevk edilmekteydi. XVI. yüzyıl Trabzon Kanunnamelerine göre ( ) Trabzon a gelen tüccarlar mallarını sattıktan sonra keten bezi alıp gitmekteydiler. 779 Ancak bu alıp gidiş normal zamanlar için geçerli olup savaş zamanlarında devletin ticaret üzerindeki kontrolü daha da artardı. Bu çerçevede gemi yapımı için önemli olan ketenin dışsatımı düşmanların eline geçmemesi düşüncesi ile her zaman yasaklı olduğu gibi savaş zamanı iç ticareti de yasaklanır, hatta esnafın elindeki hammaddeye dahi el konulabilirdi. Mesela böyle bir ihtiyacın olduğu 1065 yılında ketenin Trabzon çarşısında alım-satımı yasaklanmıştı T. Ş. S., 1832, 5, 2, T. Ş. S., 1858, 34, 2, AKGÜNDÜZ, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, C. 6, ss T. Ş. S., 1835, 42, 2, 6. Trabzon iskelesi emini olan Mehmed Ağâ nâm kimesne meclis-i şer -i hatir lâzımu t-tevkîrde merhûme Hatuniye evkâfının mütevellîsi olan Mehmed Ağa ve vakf-ı mezbûrden Balatina Cabisi olan Ali Çelebî mahzarlarında takrîr ve da vâ idub kadîmden Kara ketan Trabzon Bezzâsistanında fürûht oluna gelurken hâlâ Selâtîn Pazarında bazı tüccar tâifesi ketan alub satmağla iltizâmı zarar müretteb olub etrâf ve eknada ketan alunub satılmamak bâbında emr-i şerîfim sâdır olmağın ber mûceb-i emr-i âli balatina bâzârında ketan alub satılmaya diyü tenbîh olunmuş idi el-hâlet-i hazihi men i ile memnû olmayub yine Pazar-i mezbûrede ketan alınub satılur imiş vâkı hâl suâl olunub lâzım-i emri olunmak matlubumdur demişti. 192

207 Osmanlı devletinde çok sayıda kurala ve ciddi sınırlamalara tabii olan ve Trabzon tüccarlarının da dâhil olduğu önemli bir iç ticaret metaı da hububat ticaretidir. Trabzon un hububat üretimi açısından kendi kendine yeter bir şehir olmadığı göz önüne alındığında şehir için hububat ticaretinin önemi daha iyi anlaşılır. Hububat üretim bölgelerinden Trabzon a yapılan buğday tedariki hiç şüphesiz en çok ekmekçi esnafını ilgilendirmekteydi. Bu amaçla ekmekçi esnafının hububat temini için devlete -yani kadıya- başvurularına rastlamak mümkündür. İnsanların temel tüketim maddelerinden olan hububatın ticareti Osmanlı devleti gibi ticarette mal bolluğu hedefi ile ihracatı değil ithalatı teşvik eden bir devlette çok ciddi kısıtlamalara tabii olduğu şüphesizdir. Osmanlı devletinde, her bir kazada üretilen hububatın ilk olarak o kazada tüketilmesi prensibi bulunmakla birlikte, hububat üretimi açısından yetersiz olan veya nüfus fazlalığından dolayı kendine yeterli olamayan şehirler, adalar ve devamlı asker yığılan serhat boylarına üretim sahaları veya üretim yapılan bölgelerden hububat ihracına müsaade edilirdi. Ancak bu, sıkı kurallara bağlı olup hangi bölgenin nereye ihraç edeceği önceden belli idi. Fakat her şeyden önce yapılacak ihracata (bu ihracatın dış ihracat değil bölgeler arası ihracat olduğunu hatırlayalım) ihtiyaç duyan kazanın kadısı durumu Divan a bildirerek adı geçen bölgeye hububat nakli için müsaade alırdı. Aynı şekilde, Osmanlı devleti sınırları içerisinde bölgeler arasında hububat ticareti yapacak olanların idarecilerden izin alması, hububatın gitmesi gereken yerden başka bir yere götürülüp satılmaması için taahhüt vermesi ve kendisine bir kefil göstermesi gerekmekteydi. 781 Trabzon tüccarının bir diğer ticari emtiası da maden ticaretidir. Bir önceki bölümde Trabzon esnafları ve uğraş alanları sayılırken Trabzon bölgesinin zengin bakır yataklarına sahip olduğu ve bu bakır yataklarından elde edilen bakırın Trabzon atölyelerinde işlendiği anlatılmıştı. Bu atölyelerde üretilen mutfak eşyaları Trabzonlu tüccarlar tarafından Osmanlı ülkesinin her yerine götürülüp satılmıştır. Ancak bu işkolunun hammaddesi bakır savaş dönemlerinde top dökümü için vazgeçilmez hammadde olduğu için ticarete konu olması ve esnafın elinde bulunması yasaklanabiliyordu. Bu çerçevede devlete ait olan bakırın kaçakçılara kaptırılarak esnafın eline geçmemesinin istenmesi vaki olabildiği gibi esnafın elindeki bakırın devlet namına zapt edilmesi veya esnafa tahsis edilmiş bakırın kendilerine verilmeyip devlet namına bunlara el konulması da istenebilmekteydi. Bu el koyma işlemlerinde el konulacak bakıra top dökülmesi için ihtiyaç olduğu da ayrıca vurgulanırdı. Mesela 21 Temmuz 1791 tarihinde Trabzon iskelesine gelen bakırların bir kıyyesinin dahi satılmayarak tophanede dökülecek toplar için gemilerle İstanbul a sevk edilmesi istenmişti. 782 Her ne kadar arşivde yer alan belge kaydı incelenen dönemden yaklaşık 781 Lütfi GÜÇER, Osmanlı İmparatorluğu Dâhilinde Hububat Ticaretinin Tâbi Olduğu Kayıtlar İktisat Fakültesi Mecmuası, S. 13, İstanbul, 1953, ss: B. O. A., C. AS., III, Ergani ve Keban madenlerinden çıkarılan bakırın, daha önce de bildirildiği gibi Erzurum ve Trabzon tüccarlarına satılmayıp İstanbul a gönderilmesi B.O.A., C. ML.,

208 bir yüz yıl sonrasını tanımlıyorsa da yüz yıl önceki dönemde de ihtiyaç duyulduğunda aynı sınırlamalara başvurulduğunu düşünmememiz için herhangi bir neden yoktur. Trabzon bölgesinde bakırdan başka bir diğer önemli maden de gümüş idi. Trabzon sancağına tabii Gümüşhane kazası bu madenin çıkarılıp, işlendiği en önemli merkezdi. Evliya Çelebi 1647 de ziyaret ettiği Gümüşhane ve çevresini betimlerken Buradaki gümüş madeni hiçbir yerde yoktur (...) bütün halkı her çeşit vergiden muaf olup, gümüş işletmekle görevlidirler (...) yetmiş kadar kimi terkedilmiş kimi işler gümüş maden ocakları vardır. Gümüşhane şehrinin gümüş damarları, yedi yerden kol kalınlığında olup, hepsi kurşunsuz saf cevherdendir diyerek şehir ve çevresindeki gümüş madenlerinin bolluğuna dikkat çekmiştir. 783 Belgelere bakıldığında Gümüşhane madeni mukataası ile ilgili çok sayıda hüküm bulunmaktadır. İncelendiğinde konuların genellikle mukataanın tahsisi 784 mukataayı işletenlerin kendi mülklerine tecavüz edenlerden şikâyetleri ve bu tecavüzlerin durdurulması istekleri 785 ile mukataadan maaşını alan görevlilerin istihkaklarını ahz ve kabz ettiklerine dair beyanları olduğu 786 görülür. Bu beyanlardan çok sayıda, farklı yerlerde ve farklı görevlerde kişilerin Gümüşhane mukataasından gelir temin ettiklerinin tesbiti ise bize bahsi geçen mukataanın büyüklüğü konusunda fikir verir. a) Trabzon'da Alım-Satım İşlemleri: İç ticaretin en önemli konularından biri de alım-satım işlemleridir. Bu sebeple Trabzon un ekonomik hayatını incelediğimiz çalışmada temelde sicillere yansıdıkları şekilleriyle alım satım işlemlerine temas edilecektir. Sicillere yansıyan alım-satım işlemleri arasında en büyük grubu mülk alım satımları oluşturmaktadır. Bunun en önemli sebebi kadıların görev tanımı içinde bugünkü noterlik hizmetleri olarak da tanımlanabilecek alım-satım sözleşme kayıtlarını tutmanın da olmasıdır. Siciller incelendiğinde toplam işlemlerin kayda değer bir kısmının bu satış işlemleri olduğu hemen her sicilde çok sayıda ev, bağ, bahçe gibi mülklerinin satışlarının konu edildiği görülür. 787 Bu işlemler genelde taraflar arası anlaşmazlıktan değil, sadece ilgili tarafların satımı, kanıtı her an ulaşılabilir bir yerde olsun diye kaydettirme isteklerinden kaynaklanmaktaydı. Yani sicillere baktığımızda hemen her konuyu mesela birkaç sayfa önce bahsettiğimiz ticari konuları sadece olumsuzluğu ile problem olarak mahkemeye yansıdığında görülebilmemize rağmen alım satım işlerini varlığı ile görebilmekteyiz. Bu sebeple sicillerin önemli bir kısmını 783 EVLİYA ÇELEBİ, ss: Her yıl darphaneye belli miktar gümüş ve bakır vermek şartıyla Gümüşhane ve tevabii mukataasının üç yıllığına Sâhib-i Ayar Hacı Yusuf a verilmesine dair tezkere B. O. A., A.E., SAMD, II, 4, 388, H Mehmed Murad ın Madencibaşılığına ve aidatına vaki olan taarruzun men i hakkında Gümüşhane kadısı, mukataa emini ve saireye buyruldu. B. O. A, A. E., SAMD., II, 13, 1462, H Arslan ın Gümüşhane mukataasından mutasarrıf olduğu ulufe müterakimini aldığına dair Tuzla kadısı Mehmed imzalı i lâm. B. O. A., A. E., SAMD., I, 352, 24682, H Bk. EK: IV numaralı sicilin tasnifi 194

209 mülk alım-satım kayıtları oluşturmaktadır. Mesela H /M tarihleri arasındaki 1831, H. 1062/ M tarihli 1832 ve H /M tarihli 1842 numaralı siciller örneğinde mülk satışlarının dağılımı aşağıdaki gibidir: 788 Sicil No Belge Adedi Mülk Satışı Oranı % 12, % 11,5 Siciller daha ayrıntılı olarak ele alındığında bu mülklerin toplumun hangi kesimleri tarafından hangi kesimlerine satıldığı yani alıcı ve satıcıların genel özellikleri, toplumsal kesimlerin ekonomik durumları, birbirleri ile ilişkileri, şehrin ekonomik hareketliliği, gelir ve gider kalemleri, demografik yapısı çıkarılabilir. Yine satışların din gurubuna, mevkiine, cinsiyete, vekil tayin etme hususiyetlerine göre dağılımı tesbit edilip bu tespitler anlamlandırılarak mesela şehirdeki Müslim-gayrimüslim veya askerireaya ilişkileri konularında bilgi sahibi olunabilir. Mülk satışlarının kaydedildiği sicillerde önce satış yapan kişinin ikamet ettiği yer, ismi, varsa vekili zikredilmiş sonra da alıcının ismi varsa vekili kaydedilmiştir. Daha sonra satışa konu mülke komşu mülkler mülk sahipleri ile birlikte ayrıntılı olarak zikredilmiştir. 789 Nihayet mülkün özelliği ayrıntılarıyla tarif edildikten 790 sonra fiyatı ve satış türü kayda geçirilmiş, kayıt tarih verilerek bitirilmiştir. Mülk satışı ile ilgili örnek bir sicil kaydı şöyledir: Budur ki mahmiye-i Trabzon sakinlerinden olub ve vilâyet-i Erzurum da Bilâ veledi Markur nâm Ermenî meclis-i şer-i hatir lâzımu t-tevkîrde işbu hafizu l-kitâb Mehmed Beşe nâm racûl muvâcehesinde ikrâr ve i tirâf idub medine-i Arzirum mahâllâtından Kinisa Mahallesi dimekle ma rûf mahallede vâkı bir haddi Manas mülkine ve iki haddi dahi Arasiye mülkine ve bir haddi tarika mülâsık olan bir bâb evimi ve bir tarafı dere dibinde karşu gelecek yeri ile mahalli t-tevâbi ve'lmürâfik mezkûr Mehmed Beşe' ye bey -i bât-i kat i ile altmış aded riyal-i kebîr guruşe bey idub kabz-i semen ve teslîm-i men -i musammen kıldım ba de d-dem mülk-i müşterasidir keyfemâ yeşâ ve yehtâr mülkiyet üzre mutasarrıf olsun didikde mukîr-i merkûmun vech-i muharrer üzre sudûr ider kelimâti ol mekûle el-mezbûr Mehmed Beşe 788 Bk. Ek: XVII; Ek: XVIII. Konu hakkında ayrıntılı bir çalışma için Kenan İNAN, 1831 Nolu Şer'iye Siciline Göre 17. Yüzyıl Ortalarında Trabzon'da Mülk Satışları, Onyedinci Yüzyıl Ortalarında Trabzon'da Sosyal ve İktisadi Hayat, Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları, Trabzon, 2013, s Günümüzdeki gibi ada pafta kayıtları yerine mülk komşu mülklerle tesbit ve tayin ediliyor 790 Mülklerin belirgin özelliklerinin ayrıntılı zikredilmesinin bir hikmeti ölçüm yerine çevre mülkler ile sınırını çizmek kullanılmış olmasıdır. Satışlar incelendiğinde mülklerin yüzölçümü bilgisine rastlanılmamaktadır. Bunun yerine etrafı falan kimselerin mülkü ve yol ile çevrili mülk olarak bir mülk tanımlanmış mülkün büyüklüğü için ayrıca bilgi verilmemiştir. Bu durum küçük yerleşim birimleri için kullanılabilir bir tanımlama şekli olmalıdır. Dönemin Trabzon unun yaklaşık kişilik nüfusu ile günümüz şartlarında küçük bir ilçeyi ifade ettiği göz önüne alınırsa bu mümkündür. Bu tanımlamanın yeterli olmasını sağlayan bir başka unsur da mahallelinin müteselsil kefillik gibi birçok faklı bağla birbirine bağlanmış birbirini tanıyan kişilerden oluşmasıdır. 195

210 bi'l- müvâcehe tasdîk idincek sıhhad-i iktirad ve bey ve şirâya hükm birle mâ vak a kayd olundu tahrîren evâhir-i şehr- i zi'l-ka de'i'ş-şerîfe li sene selâse ve sittin ve elf. 791 Görüldüğü gibi en kısa bir kayıt örneğine alıcı, satıcı, mülkün yeri, sınırları ve satış bedeli yer almaktadır. Mülk sahipliğinin toplumun katmanlarına göre dağılımı incelendiğinde askeri kesimden olan ağalar ve beşeler ön plana çıkmaktadır. Bu kesimlerin ekonomik durumlarının gayet iyi olduğu hem alıp-sattıkları mülk sayısından hem de bu mülklere verdikleri fiyatlardan anlaşılmaktadır. 792 Yine ilmiye mensuplarının da önemli miktarda mülk alıp-sattığı sicil kayıtlarından anlaşılmaktadır. İlmiye, vakıflardan ücretlerini düzenli alanlar olarak Osmanlı devletinde düzenli gelire sahip zümrelerin başında gelmekteydi. Bunların da alım-satım işlemleri incelendiğinde ekonomik durumlarının gayet iyi olduğu, mülklerini genelde askeri kesimin seyfiye kolundan olan ağalara sattıkları görülür. Buradan anlaşılan ilmiye mensuplarının kıymetli mülklere sahip oldukları ve bunları da ancak ekonomik durumu iyi olan diğer bir kesime sattıklarıdır. Şer iye sicilleri örneğinde Trabzon'da mülk satışlarını inceleyen Miraç Tosun un tespitleri de bahsettiğimiz noktayı yani özellikle kıymetli mülklerde alımsatım işinde ama özellikle alıcı tarafta yani mülk edinen, şehre yerleşen yatırım yapacak kadar mali gücü olan olarak askeri kesimin öne çıktığını desteklemektedir. Onun tespitine göre incelenen dönemin yaklaşık 100 yıl sonrasında XVIII. yüzyıl ortalarında Müslüman erkekler tarafından gerçekleştirilen 69 kayıttan sadece 4 üne herhangi bir unvan bulunmamaktadır. Osmanlı devletinde özellikle askeri kesimin her ferdinin konumuna uygun unvanlar ile anıldığı ve Osmanlı kadısının da unvanları yazmada çok gayretli olduğu göz önüne alınırsa alım-satım yapan Müslüman erkeklerin belirli bir sınıfa ve üst gelir gurubuna dâhil oldukları ve satışlara tamamen yönetici kesimlerin damgasını vurduğu anlaşılmaktadır. 793 Buna mukabil mülk satanlara baktığımızda kadınlar ve zimmilerin daha çok mülk satan konumunda yer aldığı görülür. Bu durumun anlaşılır izahını yapmak mümkündür. Şöyle ki kadınların en önemli mal edinme yolu mirastır. Her ne kadar mirastan erkek kardeşlerinin aldığı miktarın yarısı oranda mal almışlarsa da bu yolla 791 T. Ş. S., 1833, 51, 2, Mesela yukarıda örnek olarak kaydedilen satış işleminde alıcı unvanından askeri kesimden olduğu anlaşılan Mehmed Beşe dir. Yine Beşe'nin verdiği fiyat 60 esedî guruştur ki bu rakam guruş 120 akçe hesabıyla akçeye denk gelmektedir. Meblağın büyüklüğü sicillerde aynı dönemde birkaç bin akçeye çok miktarda ev alınıp-satılmasından başka Trabzon da günlük nafakanın 3-5 akçe olmasından da anlaşılabilir. Yine başka bir sicil kaydında Tekfur Çayırı Mahallesinden Ahmed Beşe b. Süleyman ın vefatından sonra oğluna vasi olan çocuğun amcası Mahmut Beşe 95 esedî guruşa Ahmed Beşe den müntakil ev ve ağaçları Mürteza Beşe ye satmıştır. Görüldüğü gibi burada hem alıcı hem de satıcı beşe unvanlıdır. Anlaşılan askeri kesimden olan bu iki şahıs şehrin en eski ve en değerli yerlerinden Tekfur Çayırı mahallesinde bir mülkü alım-satıma konu edebilecek kadar Trabzonludur. Yani şehre yerleşmiştir. T. Ş. S., 1851, 20, 2, TOSUN, Şer iye Sicillerine Göre Trabzon da Mülk Satışları (H: ), s Sadece istatistik bilgisi Miraç TOSUN un kaynak gösterilen tezinden alınmıştır. 196

211 ellerine önemli miktarda mal geçmiştir. Tabii mal sahibi olarak bu malı kullanmak istediklerinde başka gelir kalemleri de sınırlı olduğu için ellerindeki malı satan konumda olacaklardır. Diğer taraftan malın küçük hissesi kendilerinde olduğuna göre büyük hisse sahibi kardeşlerde bu hisseyi kendilerinden alarak malda tasarruf etmek isteyeceklerdir. Bu sebeple sicillerde çok sayıda kardeşine mülk satışına rastlamak mümkündür. Bahsedildiği gibi bu satışlarda çoğu zaman satan kız, alan erkek kardeştir. 794 Anlaşılan sicillerde kadınların dâhil olduğu çok sayıda alım-satım kaydı vardır. Mesela yıllarında Trabzon da gerçekleşen mülk ve arazi transferlerinde kadının hem satıcı hem de alıcı olarak büyük rol oynadığı görülür. Ancak kadının satıcı olduğu kayıtlar ile alıcı olduğu kayıtlar karşılaştırıldığında bu ifadelerimizi destekleyen anlamlı bir oran ortaya çıkar: Nitekim kayıtlara geçen 140 satıştan 56 (%40) tanesinde kadınlar satıcı, 10 (%7) tanesinde alıcı konumundadır. 795 Kadınların mülk sahibi olmalarının bir başka yolu da Mehir dir. Kadınlar bu yolla elde ettikleri mülklerinin de sahibi olma konusunda gayretlidirler. Bu durum da sicillerde çok sayıda yer alan mehir ve hisse-i şer iye yi talep davaları ile teyid edilmektedir. 796 Kadınlar hassasiyetle takip ve tahsil ettikleri mehirlerini kullanmak noktasında satış yöntemine de başvurmuşlar, bu noktada kocalarına da satış yapmışlardır. Evet, aile içi satışlar sadece kardeşler arasında olmamış kadınların kocalarına mülk satışları aile içi satışların önemli bir oranını oluşturmuştur. 797 Günümüzde dahi kulağa çok tanıdık gelmeyen bu uygulama kaynağını İslam hukukundan almakta ve Osmanlı toplumunda yaygın olarak yer alabilmektedir. Gerçekten İslam hukukunda mülkün şahsiliği esas olup kadın gerek miras gerek mehir gerekse de İslami açıdan yapmasında hiçbir mahzuru olmayan ticaret yoluyla elde etmiş olsun mülkünde özgürce tasarruf etme hakkına sahiptir. Osmanlı Devletinin kaynağını İslam şeriatından alan bu uygulaması XVII. yüzyıl Trabzon toplumunda da uygulanma imkânı bulmuştur. XVII. yüzyılda Trabzonlu kadın mülkünü istediği gibi tasarruf edebilmekte bunu engelleyen kanuni veya örfi bir sebep bulunmamaktadır. Bu hükmü kadının sıklıkla hem alıcı hem de satıcı olarak mahkemede bulunmasından anlarız. 798 Belgelerden anlaşıldığına göre her zaman müntakil mülkün tasarrufunun sağlanması için tapu tevhidi amacıyla kız kardeş mülkünü erkek kardeşe satmamıştır. Mehir ve ticaret gibi başka yollardan servet kazanan kız kardeşlerin erkek kardeşlerindeki hisseleri satın almış oldukları vaki olduğu gibi 799 müntakil mülkün 794 Sicillerde irsen mülk sahibi olan kız kardeş iki ayrı mülkünü ve bostanını satmış bunlar ardı ardına kayda geçirilmiştir. T. Ş. S., 1843, 29, 2,9; T. Ş. S., 1843, 29, 2, 10; T. Ş. S., 1843, 29, 2, 1. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. T. Ş. S., 1831, 53, 1, 4; T. Ş. S., 1832, 38, 1, KIRPIK, 1830 numaralı Şer iye Siciline Göre ( ) Trabzon Toplumunda Kadın ss: Örnek T. Ş. S., 1837, 14, 1, T. Ş. S., 1834, 29, 2, Jennings aynı tesbiti XVII. yüzyıl Kayseri si için de yapmıştır. JENNİNGS. Women in Early 17 th Century Ottoman Judical Records The Sharia Court of Anatolian Kayseri ss T. Ş. S., 1833, 102, 1,

212 taksimi amacıyla satıldığı da bir vakıadır. Bu konularda da sicillere çok sayıda kayıt bulmak mümkündür. 800 Bu durumun bir sonucu da alım-satım işlemlerinde satıcı sayısının alıcı sayısından fazla olmasıdır. Genellikle alıcı tek kişi iken satıcı bir kişi olabildiği gibi iki ya da çok daha fazla kişi olabilmektedir. Özellikle üç ya da daha fazla satıcının olduğu durumlar bize ortak bir mülkün satıldığından çok müntakil bir mülkün satımını düşündürmektedir. Satıma konu mülkün müntakil olduğunu düşündüren bir başka veri de satıcıların hisselerindeki farklılıklardır. Bunlar dahi zaman zaman davalara konu olabilmiş kişiler birbirlerini hisselerinden fazla almak ile intiham edebilmiştir. 801 Müntakil mülk satışları ile ilgili bir diğer konu da hisse satışlarıdır. Hissenin harice satışı için her şeyden önce diğer hissedarın rızası şarttır. Üzerinde durduğumuz ve Osmanlı uygulamasında büyük yeri ve önemi olan şuf a hakkının en kuvvetli olarak uygulandığı saha şüphesiz hisseli mallarda bir hissedarın mülkünü satması konusudur. Bunun için rıza senetleri düzenlemiş kişiler ortaklarının -ki bunlar genellikle diğer mirasçılardır- mülklerini satmalarına razı olduklarını beyan etmişlerdir. Bu işlemden sonra belli bir mülkün hisseli satışı da yapılabilmiştir. 802 Hisseli mal satışlarına en çok konu olan mülk gemilerdir. Fiyatı çok yüksek rakamlara varan bir geminin sahibi de genellikle birçok hissedar olduğundan bunların hisselerini satmaları kayıtlara geçmiştir. Mülk satanların diğer bir kesimi de zimmilerdir. İncelenen satışlarda Zimmilerden Müslümanlara yapılan satışlarda satışı yapılan mülklerin hemen yarısının tamamen Müslüman mülkleri ile çevrili olması dikkate değerdir. Mesela Frenk Hisarı Mahallesinden Alminosad v. Nebil Feruka nam zimmiye gaib olan kocasının mülkünü müteveffa Fevzi Beşe ye sattığını söylemişti. Bahsi geçen mülkün komşuları, Ali Beşe, Kadı Mirza, Talib ve Manol idi. Görüldüğü gibi zimminin mülkünün üç tarafı Müslümanlar tarafından mülk edinilmişti. Bu mülk sahiplerinin ikisinin unvanından askeri kesimin önemli şahsiyetleri oldukları da anlaşılmaktadır. Mahalle adının Frenk Hisarı olmasından dahi anlaşılan ise şehrin gayrimüslim mahallelerinden birinin bahis mevzuu olduğudur. Zaten mülkü alan da bir başka askeri mensubudur. 803 Yine bir başka kayıtta Hüseyin Beşe b. Abdullah, Koç Kiraspo köyündeki mallarını torunları Ahmed ve Mehmed e hibe ederken mülkünün etrafındaki mülk sahipleri Ahmed Çelebi ile İppaka nam zimmidir. Köyün gayrimüslimlerin yaşadığı bir köy olması yanında mülkün bir taraf komşusu zimmi diğeri ise yine kendi gibi askeriden bir çelebidir. 804 Dikkati çeken bir başka noktada Müslümanların mülk alımlarının bir noktadan başlayıp planlı bir şekilde ilerlemesidir. Yani zimmi mülkleri arasında bir mülk satın almak değil daha 800 Müşterek mülkün satışı: T. Ş. S., 1833, 16, 1, 1; Müntakil ev, bahçe, ahır satışı: T. Ş. S., 1833, 34, 1, Hissesinden ziyade alınan guruşa dair: T. Ş. S., 1835, 58, 2, Müşterek mal ve emlakin nısfının -yarısının- satışına dair: T. Ş. S., 1831, 103, 2, T. Ş. S., 1832, 8, 2, T. Ş. S., 1834, 20, 2,

213 önce alınmış bir Müslim mülkünün komşu parsellerinden birini zimmilerden satın almaktır. Bu tesbiti teyit eden çok sayıda kayıt vardır. 805 Tabii ki zimmiler her zaman mülk satan konumunda değildir. Alım yapan zimmilerde mevcut olup bunlar da kadı kaydına girmektedir. 806 Mesela Hacı Kasım Mahallesinden Ali Beşe b. İbrahim ağaç ve evini 105 adet sekiz dirhem guruşa Samaliyon v. Simon isimli rahibe satmıştır. 807 Burada satış yapanın askeri kesimden bir kişi alanın ise bir rahip olması yanında mülkün yüksek değeri de dikkat çekmektedir. Anlaşılan Müslüman din adamları gibi gayrimüslim din adamları da toplumun üst tabakası içinde kendisine yer bulabilmektedir. Zaten Osmanlı toplumunda her zaman Gayrimüslimler de Müslümanlar gibi ticari hayatta yer alabilmekte, yaptıkları işlemler ile ilgili olarak kadı kaydında olmanın güvencesini yaşamak istedikleri zaman mahkemelere başvurarak her türlü işlemlerini gerçekleştirebilmekteydi. Bu noktada onları kısıtlayıcı bir durum söz konusu değildi. Bu konudaki uygulamalar Osmanlı toplumunun değişik din ve ırklara mensup kimselere serbestçe mülk edinme ve istediği gibi tasarruf etme hakkını vermiş olduğunu göstermektedir. Zimmilere tanınan bu hak zimmi erkekleri kapsadığı genişlik ve rahatlıkta zimmi kadınları da kapsamaktadır. Hatta zimmi kadınların Müslüman kadınlara göre mahkemeyi daha rahat kullanmış olduğunu düşünebiliriz. Bunun en önemli sebebi mahkemeyi kullanma konusunda Müslüman kadını sınırlayan ve kaynağını büyük ölçüde İslamiyet ten alan mahremiyet anlayışının zimmi kadını sınırlamamış olmasıdır. 808 Zimmi kadınların mülk transferindeki konumuna gelince 1830 numaralı sicilde yer alan kadınlarla ilgili 66 kayıttan 20 (%30) tanesi zimmi kadınları ilgilendirmektedir. Bu kayıtların sadece 2 tanesinde zimmi kadınlar alıcı diğerlerinde ise satıcı konumundadır. Anlaşılan kadınların alıcı olmaktan çok satıcı olma durumu Müslüman kadınlar için olduğu kadar zimmi kadınlar için de geçerlidir. Bunun sebebini kayıtların incelenmesinden anlayabiliriz. Buna göre satış için mahkemeye gelen kadınların bir kısmı yasal varisi oldukları çocuklarının mülklerini satmaktaydılar. Bu tür kayıtların sıklığı bize kadının çocuğun ihtiyaçlarını karşılamak için mülk satışı yaptığını düşündürür. Mülkiyet transferinde alıcı konumundaki kadınların ise mali durumlarının iyi olduğunu tahmin edebiliriz. 809 Satıma konu mülkler genelde evlerdir. 810 Bu evlerin çoğunun iki katlı olduğu kayıtlardan anlaşılmaktadır. Mülk satışlarında kayda değer bir konuda satışa konu ağaç 805 T. Ş. S., 1832, 104, 1, 8; T. Ş. S., 1833, 23, 1, 1; T. Ş. S., 1833, 40, 1, 6; T. Ş. S., 1834, 12, 2, 4; T. Ş. S., 1848, 44, 2, 1; T. Ş. S., 1850, 60, 2, Mülkün zimmiye satışına dair T. Ş. S., 1842, 13, 1, T. Ş. S., 1851, 68, 1, Yine anlaşıldığına göre kadınlar gerektiğinde bizzat mahkemeye giderek davalarını takip de edebilmektedir. T. Ş. S., 1836, 49, 1, KIRPIK, 1830 numaralı Şer iye Siciline Göre ( ) Trabzon Toplumunda Kadın s T. Ş. S., 1849, 19, 1, 1; T. Ş. S. 1849, 19, 1, 3; T. Ş. S. 1849, 51, 1,

214 türlerinin tek tek sayılmasıdır. Burada özellikle zeytin ağaçlarının çokluğu dikkat çekmekte olup, 1831 numaralı sicili inceleyen Kenan İNAN da zeytin yetiştiriciliği üzerinde önemle durmuştur. 811 Zeytin ağaçlarının satışı sicillerde sıkça karşılaştığımız bir satış işlemi olduğu gibi 812 kıymet ifade eden bir mal olarak tereke listelerinde de yer almaktadır. Mesela 1065 senesi Zilkade ayının sonlarında mirası taksim edilen Şeyh Hasan Efendi Balat ta 640 kuruş kıymetinde bir zeytinliği de miras bırakmıştır. 813 Bu rakam ayrıca dikkat çekici bir değerdir. Şehrin merkezi yerlerinde bir evin kuruş değerinde olduğu göz önüne alındığında bahsi geçen zeytinlik ticari açıdan kıymet ifade eden bir mülk olmalıdır. Tabii ki satışa konu ağaçlar sadece zeytin ağaçları değildir. Trabzon da zeytin üretimi yanında ceviz ve üzüm üretimi de önemli olup ceviz ve üzüm ağaçları da ticari işlemlere konu olabilmektedir. 814 Bunların yanında muhtelif ağaçların satışları da kayıtlara girmiştir. Bunlar sicillerde meyveli ve meyvesiz eşcar şeklinde kaydedilmişlerdir. 815 Ağaçlarla birlikte satılan bir diğer mülk türü de bahçelerdir. Trabzon un yeryüzü şekilleri ve coğrafi yapısının çift-hane sisteminin etsisine çok da uygun olmadığını, bu sebeple şehirde tarlalara rastlanmasının çok da mümkün olmadığını üretim konusunda mütalaa edilmişti. Yine aynı bölümde tarlaların yokluğuna karşın bahçelerin şehirde yaygın olduğundan da bahsedilmişti. Genellikle evlerin müştemilatına dâhil bu bahçeler evlerle birlikte bazen de müstakil oldukları için müstakil olarak satış işlemlerine konu olmuşlardır. 816 Mülk satışlarında incelenen bir diğer konu da mülklerin fiyatlarıdır. Mülk fiyatlarının yer, verimlilik, yüzölçümü ve pazara yakınlık gibi unsurlar dikkate alınarak tesbit edildiğini düşünebiliriz. Bizim için burada en büyük açmaz sicillerde mülklerin yüzölçümü bilgilerinin yer almamış olmasıdır. Bu sebeple satış fiyatlarının yüzölçümüne dayalı bir muhakemesini yapmak mümkün değildir. Sadece farklı mahallelerdeki benzer özellikli mülklerin karşılaştırılması yoluyla mevkiinin mülkün fiyatındaki etkisi tahmin edilebilir. Ancak bahse konu satışlarda toplam mal bedelinin yer alması bizim için yine de önemlidir. En azından dönemdeki ticaret erbabının alım gücü noktasında bize fikir vermektedir. Mesela XVII. yy ortalarında Akçaabat ta satılan en değerli mülk 160 riyali kuruş iken en düşük değerli mülk 4 riyali kuruştur İNAN, 1831 Numaralı Şer iye Siciline Göre Trabzon da Mülk Satışları, ss: T. Ş. S., 1848, 43, 2, T. Ş. S., 1835, 42, 1, Üzüm ve ceviz eşcarının satışı hakkında: T. Ş. S., 1832, 3, 1, T. Ş. S., 1833, 16, 2, 3; T. Ş. S., 1833, 51, 2, Ev ve bahçe satışı: T. Ş. S., 1831, 103, 2, 1; Mülki Bahçe satışı: T. Ş. S., 1848, 34, 1, 9; Mülk Bağ satışı: T. Ş. S., 1834, 5, 1, Kenan İNAN, Kadı Sicillerine Göre Akçaabat ta Mülk Satışları ( ) Akçaabat Yazıları, Yedirenk yayınları, İstanbul, 2004, s

215 Yüksek fiyatlı mülklere bu fiyatları veren kişiler arasında ağa ve bey ünvanlı kişilerin yani Osmanlı yönetici sınıfına mensup kişilerin ön plana çıktığını görmekteyiz. Satış fiyatlarının ayrıntısına bakıldığında Trabzon'da en kıymetli yerin yönetici kesimin oturduğu Orta Hisar Mahallesi olduğu görülür. Mahalle ile ilgili dikkat çeken bir diğer nokta da burada ev alım-satımı yapanların tamamının Müslüman olduğudur. Anlaşılan şehrin tam merkezinde olan ve yönetici kesimin oturduğu mahalle fetihten iki yüz sonrasına gelindiğinde tamamen Müslümanlaşmıştır. Mahallede 1059 Rebiyülevvelinde bir ev ambarı, avlusu, kuyusu ile birlikte açık artırma sonucunda 500 guruşa satılmıştır ki bu şehrin orta halli kesimlerinin yaşadığı diğer mahallelerdeki satış rakamlarının en az 3 4 katı fazladır. 818 Anlaşılan ev şehrin yönetici kesiminden bir kişiye aittir. Çünkü Trabzon da bu rakamdan çok daha mütevazı fiyatlara ev sahibi olmak da mümkündür. Mesela hemen aynı tarihlerde yani 1060 yılı şevvalinde şehir dışında tahta duvarlı biri altta biri üstte olmak üzere iki odadan ibaret bir ev 15 guruşa alıcı bulabilmiştir. 819 Yapılan çalışmada tesbit edilen bir diğer husus da yüksek fiyatlı mülklerin tamamına yakını iş yeri niteliğinde oluşudur. Yani gelir getiren mülkler daha fazla fiyatlarla satılmıştır. Bu mülklerin mevkii konusunda ise Aşağıhisar ve ona bağlı çeşitli çarşılar ön plana çıkmaktadır. 820 Düşük fiyatlı mülklerle ilgili olarak ise belli noktalar tesbit edilebilir ki bunlardan ilki mülkün konumudur. Tahmin edilebileceği gibi bu mülkler de şehrin varoş tabir edilen dış mahallelerindeki mülklerdir. Bu tür mahalleler ile benzer özelikteki şehir merkezindeki mülkler arsında da belirgin bir fiyat farkı mevcuttur. Satışlarda bazı ticari işletmelerin vakıfların malı olduğu ve bunlar ile ilgili vakıf mütevelli heyetlerinin izinlerinin alındığı bilgisi de önemlidir. Bundan daha dikkat çekici olanı satış işlemlerinde ilmiye mensubu kişilerin de yer almaları ve hatta zaman zaman ortakları da olduğudur. Yani ilmiye mensupları ticaret hayatında aktif olarak yer almış hatta bu hayatta ticari ortaklıklar tesis etmişlerdir. İncelenen mülk satışlarında kişiler sadece kendi mülklerini değil, aynı zamanda Osmanlı toprak sisteminde miri arazi olarak adlandırılan arazileri de sâhib-i arzın 821 izni ile satmışlardır. 822 Mesela 1060 senesinde Maçka kazasına tabi Tanya köyünde bir ev, çardak, asmalı ağaçlar ve ziraata kabil boz topraklar sahib-i arz marifetiyle 40 guruşa 818 T. Ş. S., 1831, 18,1, T. Ş. S., 1831, 67, 1, Çarşı merkezinde ambar ve fırın satışı: T. Ş. S., 1847, 3, 2, 5; Dükkân satışı: T. Ş. S., 1849, 3, 1, Sâhib-i Arz toprağın sahibi anlamına gelmekte olup, tımar usulü cari olduğu zamanlarda tımar, zeamet ve has sahipleri için bu usulün lağvından sonra ise devletin toprak üzerinde sahip olduğu hak için kullanılmıştır. PAKALIN, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. III, ss: Konu hakkında Halil CİN, Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, Konya,

216 satılmıştır. Yine aynı yıl Yomra nahiyesinde Ömer Beşe b. Süleyman mülkünü sahib-i arz marifetiyle 50 guruşa zimmilere satmıştı. 823 Miri arazinin el değiştirmesinde sâhib-i arzın izni olmasının satış işlemini yasal hale getirdiğini vurgulayan Faroqhi, özellikle XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu durumun yaygınlaştığını, aynı yüzyıl sonlarından itibaren ise formalite şeklini aldığını söylemektedir. 824 Buna mukabil Kenan İnan 1650 li yıllarda Trabzon çevresinde miri arazi el değiştirirken tımar sistemi esaslarına aykırı hareketler eksik olmamakla birlikte sistemin esaslarına uyulmasının teoride amir hüküm olduğu aksi halde en azında kadı mahkemesinde hak aranabildiğini tespit etmiştir. Bu çerçevede 1060 şevvali ahirinde Aşağı Hisar Mahallesinden Satılmış Çelebi ibn-i El hac Ömer mahkemede tımarı karyelerinden Hoc karyesinde İtmekçizade Mehmet Çelebinin bir miktar boz toprak aldığını ancak kendisinden izin almadığını söylemiştir. Sorulan Mehmet Çelebinin de zikr olunan yerleri aldım ve sahibi arzdan marifet tezkeresi almadım demesi üzerine arz-ı mirinin sahibi arzın marifeti olmadan bey ve şirasının sahih olmadığının kanunu-ı kadim olduğu kayda geçirildi. 825 XVII. yy ortalarında yapılan mülk satışlarına baktığımızda satışların önemli bir kısmının sadece mülkleri değil aynı zamanda ziraata kabil toprakları da kapsadığıdır. Yani miri arazide mülk ile birlikte el değiştirmektedir. Bu işlem için gerekli sâhib-i arz marifeti de satışlarda zikredilmektedir. Ziraata kabil boz toprakların satışında ise sâhibi arz keyfiyeti aranmadığı görülmektedir. Bu tür kayıtlar XVII. yy ortaları itibariyle Osmanlı Devletinde miri arazinin el değiştirmesini belirleyen kuralların oldukça gevşemiş olduğunu göstermektedir. 826 Konu ile ilgili olarak 1060 Şevvali evahirindeki kayıtta Trabzon Aşağı Hisar mahallesinden Satılmış Çelebi ibn-i el hac Ömer mahkemede, tımarı karyelerinden Hoc karyesinde İtmekçizade Mehmet Çelebi nin bir miktar boz toprak aldığını, kendisinin izin ve marifeti olmadığını bildirerek meselenin sorulmasını istemiş sualden sonra Mehmet Çelebi zikrolunan boz yerleri aldım sâhib-i arzdan marifet tezkiresi almadım demiştir. Belgede bundan sonra arz-ı mirinin sâhib-i arz marifeti olmadıkça bey ve şirasının (satım ve alımı) sahih olmadığı ve bunun kanunu kadim olduğu bildirilmiştir. 827 Verilen misalde her ne kadar satışın geçersiz olduğu vurgulanmışsa da bu kayıt aynı zamanda bu tür hadiselerin olduğunun da göstergesidir T. Ş. S., 1831, 37, 1, 2; T. Ş. S., 1831, 59, 2, FAROQHI, Osmanlıda Kentler ve Kentliler, ss: İNAN, 1831 Nolu Şer'iye Siciline Göre 17. Yüzyıl Ortalarında Trabzon'da Mülk Satışları, s Halil CİN, Miri Arazi ve Bu Arazinin Özel Mülkiyete Dönüşümü, Konya 1987, ss: T. Ş. S. 1831, 67, 1, 7. Benzer dava örneklerine hemen her sicilde rastlanabilir. Boş kalan timar davası T. Ş. S. 1848, 34, 2, 5. Zeameti Talep davası T. Ş. S. 1845, 6, 1, Bu dönemde sâhib-i arz etrafında cereyan eden meseleler için bk. Mühimme Defteri 90, yayınlayan: N. AYKUT vd. İstanbul, 1993, hk. 211, 261, 294 vd. 202

217 b) Borç-Alacak İlişkileri: İslâm toplumunda fâizin olmadığı bir ortamda girişimcinin finanse edilmesi mali sistemin en önemli açmazıydı. Bu ihtiyacı tatmin için fâize dayalı kredinin yerine geçen malî araçlar tesisi edilmişti. Bunların ilki karz-ı hasen 829 olarak ifade edilen faizsiz verilen ödünç paradır. Diğerleri ise Mudarebe, 830 Murabaha 831 ve Bidaâ 832 dır. Bunlardan karz-ı hasen, ticari hayatta en çok karşılığı olan borç anlamına geldiği için bu bölümde, ticari ortaklık olarak değerlendirilebilecek olan diğerleri ise ticari ortaklıklar başlığı altında ele alınarak öncelikle tanımlanacak, İslam hukukundaki ve Osmanlı uygulamasındaki yerleri tesbit edildikten sonra şer iye sicilleri ışığı altında XVII. yüzyıl Trabzon undaki görüntüsü alınmaya çalışılacaktır. Modern anlamda kredi sisteminin olmadığı dönemlerde borç-alacak ilişkileri daha çok kişiler arası ilişkiler olarak cereyan etmekteydi. Bu açıdan bu ilişkiler ekonomik olmanın ötesinde sosyal bir ilişkiler ağını da kapsamaktaydı. Borç-Alacak konularından daha çok borcun ödenmemesi durumunda meselenin mahkemeye intikal etmesi neticesinde haberdar oluyoruz. Mesela 1062 yılı Sefer ayının sonlarında Trabzon kadısına başvuran Sefer Beşe b. Murad mahkemeye getirdiği Üstad Hüseyin b. Ali nin yüzüne karşı mahkemede; kardeşi Torul kazasından Yusuf Beşe nin İstanbul da vefat ettiğini, vefat etmeden evvel Hüseyin b. Ali ye doksan adet guruş-u kebir borç verdiğini, kendisinin müteveffa kardeşi Yusuf Beşe'nin küçük çocukları ve hanımının vekili olarak bu parayı istediğinde vermekten kaçındığını söyler. Hüseyin mahkemede de borcunu inkâr edince borcun vukuuna delil istenir. Borcun ispatı için iki şahidin şehadeti yeterli iken ve birçok olayda da iki şahit yeterli görüldüğü için daha fazla şahit olsa da mahkemeye celbine ihtiyaç duyulmadığından çoğu mahkemede iki şahit ifadesi yer alırken bu davada udûl-i ricâlden Mustafâ Beşe ibni Mehmed Beşe ve Mehmed bin Osmân ve Sinân bin Mehmed ve Osmân Beşe ibni Murâd Beşe mahkemeye bizzat gelerek eday-ı şehadet ederler. Mahkeme borcu sabit görerek ödenmesini tembih eder. 833 Görüldüğü gibi iki kişi arasında yapılan bir karz-ı hasen akdinden en az dört kişi tarafından şahit olunmuş olmasına rağmen bizler borçlunun, alacaklının ölümünden faydalanarak borçtan kurtulmaya çalışması ile haberdar olabiliyoruz. Tabii buradan anlaşılan bizim tesbit edebildiğimiz borç-alacak mevzuları sorunlu alacaklardır. Bunlar 829 Karz Arapçada faizsiz ödünç para vermek demektir. Hasen ise iyi, güzel demektir. Karz kelimesi diğer Osmanlı kayıtlarında olduğu gibi şer iye sicillerindeki her kaydında da karz-ı hasen olarak kullanılmıştır. Karz-ı Hasen Kur an-ı Kerimde Hadîd Suresi 11. ayette Allah a borç vermek anlamında geçer. Burada Allah a borç vermekten kastın zekât, sadaka gibi Allah yolunda harcama yapmak olduğu ifade edilmiştir. PAKALIN, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. 2, s Bununla faizsiz borç vermenin Allah yolunda harcama yapmakla bir tutulacağı ifade edilerek bu iş teşvik edilmek istenmiştir. 830 Emek-Sermaye Ortaklığı 831 Vakfa ya da küçüğe ait para ile peşin mal alıp vadeli satış yapmak. Burada da bir tür emek-sermaye birlikteliğinden bahsedilebilir. Nihayetinde girişimci finansman ihtiyacını mali imkânı olan ve bunu işletmek isteyen sermaye sahibinden karşılıyor, kendisi emeği ile ticari hayata katılıyordu. Burada işlemin faiz olarak adlandırılabilmesinin sebebi ya da mudarebeden farkı parayı verenin dönem sonunda eline geçecek para miktarının sabit olması idi 832 Vakfa ait parayı hayır amacıyla işletip karını tamamen vakfa vermek. Bu daha çok hayır işlerinde kullanılacak bir yoldu. Ticari anlamda pek karşılığı yoktu. 833 T. Ş. S., 1832, 9, 1, 2. Metnin tam transkripsiyonu için bk. Ek: XIV. 203

218 arasında borç verdiği nakit parayı borçlusundan tahsil edemeyen alacaklının tahsil edemediği alacağı için kadıya başvurma durumu 834 olduğu gibi alacağını kısmen aldığı için kalanını talep etme, 835 teslim edilen malın bedelinin alınamadığı durumları ifade eden davalar 836 gibi faklı türlerde alacak davalarını da görebiliriz. Tüm bunların ortak yönü alacağını gerek kısmen gerek tamamen tahsil edemeyen alacaklının kadıya başvurması ile görülmüş ve kayda geçmiş olmalarıdır. Buradan yapılabilecek bir tesbit de nakden elden verilen borçlar için olduğu kadar en azından belli oranda mal alımsatımında da kadı kaydına çok fazla riayet edilmediğidir. Bu durumun ilginç bir sonucu da bazen alacaklı alacağını aldığını kayda geçirmiş yani borçlunun zimmetini ibra etmiştir. 837 Bu tür kayıtların daha çok borcunu ödeyen borçlunun talebi üzerine kayda geçtiğini düşünebiliriz. Ancak çeşitli türleri belirtilen borç-alacak ihtilaflarının toplam borç-alacak ilişkilerine oranı ya da diğer bir deyişle ekonomik faaliyetin ayrılmaz bir sahası olan borç-alacak mevzuunun toplamı içinde nasıl bir yekûn tuttuğu dolayısıyla sosyal hayata nasıl yansıdığı konusunda yeterince fikir sahibi değiliz. Çünkü borçalacak kayıtları mülk satışları gibi Kadı nın kaydettiği konulardan değildir. Bu sebeple örneğin 1062 yılını kapsayan 1832 numaralı sicil defterinde tasnif edilen 950 kayıttan 44 (yaklaşık % 4,6 sı) tanesinin borç-alacak mevzuunda olması 838 bize sadece Trabzon da yoğun bir ticari ilişkiler ağı olduğunu anlatır. Bu tesbit incelenen dönemin başında bu şekilde olduğu gibi ilerleyen yıllarda da benzerlik göstermiştir. Bu konuda H /M tarihleri arasındaki 1831, H. 1062/ M tarihli 1832 ve H /M tarihli 1842 numaralı sicillerden istifade ile oluşturulacak tablo şu şekilde ifade edilebilir: 839 Sicil No Belge Adedi Borç-Alacak Kaydı Toplam İçinde Oranı % % 4, % 5,2 Bu ticari ilişkiler ağına Trabzon un her sosyal katmanından insan katılmıştır. Yukarıda karz-ı hasene örnek verdiğimiz sicilde borç veren askeri kesimdendir. Yine şahitlerinde ikisi beşe unvanlıdır. Diğer şahitler hakkında unvan zikredilmemişse de iki önemli kişi arasındaki borç-alacak davasına vakıf olabildiklerine göre onlar da şehrin önde gelenlerinden olmalıdır. Burada borç alan için kullanılan Üstad unvanı sicillerde çok karşılaştığımız bir unvan değildir. Hangi konumda kişileri ifade etmek için kullanıldığı net olmasa da kelime anlamı olarak bir işin piri en önde geleni manalarına 834 T. Ş. S., 1833, 102, 1, 3; T. Ş. S., 1834, 24, 2, 2; T. Ş. S., 1847, 12, 2, 3; T. Ş. S., 1849, 51, 2, Toprak satışından kalan paranın talebi T. Ş. S., 1845, 3, 1, Satışı yapılan dükkân bedelinin verilmekten imtina edildiği hakkında T. Ş. S., 1843, 29, 3, 6. Satışı yapılan mülkün semeninin talebine dair T. Ş. S., 1833, 51, 1, 4. Satışı yapılan koyunun bedelinin ahz ve kabz davası T. Ş. S., 1851, 37, 2, 4 Mülk satışından alacak davası: T. Ş. S., 1848, 32, 1, Alacağını aldığına dair: T. Ş. S.,. 1850, 36, 2, Bk. Ek: VI. 839 Bk. Ek: VI; XVII; XVIII. 204

219 geldiğinden herhangi bir esnaf grubunda önemli bir şahsiyet olduğu düşünülebilir. Bu durumda şehrin askeri kesimden bir Beşe si önemli bir ticaret adamına borç vermiş olmaktadır. Zaten genellikle askeri kesim üyeleri borç veren konumundadır. Bu durum temelde durumlarının iyi olmasından kaynaklanmaktadır. Burada askeri kesimin fertlerinin askeri işlerle meşguliyetinden ticari işlerle bizzat uğraşamadıkları, paralarını sermaye olarak vererek işlettirdikleri düşünülebilirse de siciller incelendiğinde bu pek gerçekçi görülmemektedir. Çünkü sicillerde çok sayıda hem askeri kesime ait ticaret kayıtları ile hem de memurların yerlerine gitmelerine dair emirler vardır. 840 Anlaşılan memurlar mahallindeki farklı işlerle meşguliyetten görevlerini aksatmaktadırlar. Yönetici kesim ile halk arasındaki borç-alacak ilişkileri her zaman ticaret erbabının askeriden aldığı nakitten kaynaklanmıyordu. Yöneticilerin alacaklı olduğu bir diğer alan da vergilerin ödenmesi kaynaklı alacaklardır. Bu durumda yöneticiye bir şahıstan çok köy halkı tamamen borçlu olmaktaydı. Diğer taraftan bu borç yöneticinin şahsından çok kamuya olan borçtu ve herhangi bir şekilde yöneticinin ölümü halinde kamu adına takip ve tahsili cihetine gidilirdi. Mesela 1067 yılında katl edilen eminin zeamet ve tımarlardan alacakların tahsili için tedbir alınmıştı. 841 Mali durumu iyi olduğu için genellikle borç verenler tarafında gördüğümüz askeri kesimden başka bir diğer borç veren kesim de kadınlardır. Kadınların borç veren tarafta olmalarının nedeni ise daha çok aktif ticari hayatın içinde olmayıp miras, mehir gibi çeşitli kaynaklardan elde etmiş oldukları mali imkânları değerlendirmek istemeleridir. Mesela böyle bir davaya 1083 yılında rastlarız numaralı sicile yansıyan davada Emine Hatun babasından miras kalan malı ortaklığa vermesine mani olunmamasını istemiş bu isteğini de kadı huzurunda kayda geçirmişti. 842 Anlaşılan kocası malında bir takım tasarruflarda bulunmak istemiş, Emine Hatun da buna mani olmak için tıpkı 1835 numaralı sicildeki kayıtta babası Petreşkove Reis in kızı Arted in kocası Manol Reis e karşı açtığı davada dediği babam mezbûr Petreşkove Reis? bana ve kız karındâşım Hiristodelo nâm halike irsen intikâl iden iki saçma topini ve üç ineği ile merkum Manol Re'is in hâlâ tasarrufında olmağla taleb iderum vâkı hâl suâl olunub icrâ-yi hak olunmak matlubumdur 843 ifadelerinin benzerini mahkemede 840 Mesela 1078 Şevvalinde Anadolu nun sol kolundaki kadılara -ki Trabzon kadısı da bunlara dâhildirve yeniçeri serdarlarına gönderilen hükümde İstanbul un muhafazasında görevli memurların mutlaka yerlerine gitmeleri, yeniçeri serdarlarının bu konuda dikkatli olup herkesin vaktinden önce yerinde olmasına nezaret etmeleri ve vazifesine dikkat etmeyenlerin şiddetle cezalandırılacağı bildirilmişti. Emirde geçen haklarından gelinmek mukarrerdur ana göre sâire kiyas itmeyub ziyâde takayyud ve basîret üzre olub hilâfından be gayet hazer eleyesin ifadeleri bu gibi durumlarda sıklıkla memurların yerlerine intikalinde sıkıntı yaşandığını, hilâf-i şer -i şerîf ve muagyir-i kânûn-i münîf bir ferdi rencide itturmeyesiz ifadesi ise bazen haksız yere görevli olmayanların göreviler yerine gönderilmiş olduğunu anlatmaktadır. T. Ş. S., 1845, 17, 2, 2. Bu türden emirlere sıklıkla rastlanmaktadır. Bir başka emir: Seferi hümayun için tüm memurların yerlerine dönmesi T. Ş. S., 1851, 57, 2,1. Benzer bir emir Ek. XV. 841 T. Ş. S., 1836, 7, 1, T. Ş. S., 1847, 2, 2, T. Ş. S., 1835, 58, 2, 5. Sicilden farklı manalar da çıkarılabilir. Mesela Arted in babası da kocası da reis unvanlıdır. Anlaşılan denizcilikle uğraşmaktadırlar. İsimlerinden Rum oldukları anlaşılan bu 205

220 söylemişti. Belki de Kadı bu durumlar için kullandığı kalıp ifadeyi hemen her davada aynen kullanıyor, davacının benzer sözlerini aynı kalıpla kayda geçiriyordu. Bir önceki konuda kadınların mülk sahibi olma yollarında da ifade edildiği gibi kadınlara mülk sağlayan dolayısı ile borç verecekleri parayı temin etmelerine imkân tanıyan bir başka deyişle kadıların alacaklı olduğu iki temel konu Miras ve Mehir di. Siciller incelendiğinde kadınların mirastan hisse-i şer iyeyi talep ya da mihrini talep ettiği çok sayıda dava ile karşılaşırız. 844 Mesela 13 Recep 1053 tarihli kayıtta Molla Siyah Mahallesinden Aişe bint-i Mustafa kocası Handan Bey in kendisini 20 gün önce boşadığını, ancak Onda akçe mihr-i müeccel alacağı olduğunu iddia eder. Handan Bey cevabında Aişe yi boşadığını kabul edip Onun kendisinde ilk nikâhtan sonraki nikâhından da olmak üzere toplam akçe alacağı kaldığını kabul eder. Mahkeme söz konusu miktarın ödenmesini tenbih eder. 845 Aynı sicilde bir aşağıda yer alan kayıtta ise Aişe bu sefer kocasına 80 guruş borç verdiğini ve alamadığını söylemektedir. Handan Bey ise cevabında 80 guruşun 40 guruşunu Ayşe nin kendisine hibe ettiğini, borcunun 40 guruş kaldığını beyan etti ise de buna uygun delil getiremeyince mahkeme 80 guruşun Ayşe ye ödenmesini tembih etti. 846 Evasıt-ı Cemaziyülahır 1053 tarihli kayıtta ise kadın yüklü bir miktar borç para vermiştir. Ancak bu yüksek miktar parayı verirken alacağını kaydettirmeyi unutmamıştır. Olay şöyledir: Ölen Kapucu Mehmed in karısı Fatma kardeşi Hasan b. Ali yi vekil tayin ederek alacak talebinde bulunur. Fatma nın vekili Hasan b. Ali Fatma nın Kapucu Mehmet te 910 guruş alacağının olduğunu iddia eder. Merhumun diğer varisleri borcu inkâr edince borcu muhtevi belgenin İstanbul Mahmut Paşa Mahkemesinde kendi huzurlarında düzenlendiğini söyler. Mahkeme bunun üzerine söz konusu paranın ödenmesini tenbih eder. 847 XVII. yüzyıl Trabzon toplumunda borç-alacak ilişkilerini tanımlarken üzerinde durulabilecek bir diğer konu da cemaatler arası borç-alacak ilişkileridir. Trabzon gibi Anadolu da en son Türkler tarafından fethedilen ve fetihten sonra da her zaman önemli kişilerin meşguliyeti Karadeniz in dış ticarete kapalı olduğu zamanda da Rumların deniz ticareti ile uğraştığı yönündeki bilgilerimizi destekleyen iki örnektir. Yine zimmilerin kadı mahkemesini kullananmış olmalarına, kadınların mahkemede bulunmalarına dair de örnekler sicilden tesbit edilebilir. İlgili bölümlerde kadınların özellikle alacaklı oldukları durumlarda mahkemeyi kullanmaya daha istekli oldukları ifade edilmişti. 844 Vefat eden eşinin malından alacaklı olduğu mihri talep davası: T. Ş. S., 1851, 3, 1, 5. Bu konudaki siciller miras ve mehir konularında tafsilen mülk edinme konusunda da icmalen beyan edildiği için onlara havale edilerek burada fazla ayrıntıya girilmemiştir. Şu kadar var ki belgelerde kadınlar ile ilgili davaların ve kayıtların çoğunun miras ve mehir konularından oluştuğu ifade edilebilir. 845 T. Ş. S., 1830, 30, 1, T. Ş. S., 1830, 30, 1, T. Ş. S., 1830, 25, 1, 7. Buradaki rakamın yüksekliği dikkat çekicidir. Şehirde iyi bir mevkide bir evin guruşa satıldığı göz önüne alınırsa rakamın büyüklüğü daha iyi anlaşılır. Anlaşılan askeri sınıfa mensup Kapuculuk gibi önemli bir görevde olan Mehmed in karısı da benzer şekilde önemli bir askeri şahsiyetin kızı olmalıdır ki kocasına bu kadar yüksek miktar borç verecek bir servete malik olabilmiştir. 206

221 miktarda gayrimüslim nüfus barındıran bir şehrin ekonomik tarihini incelerken cemaatler arası ilişkiye de bakmanın faydalı olacağı düşünülmelidir. Borç-alacak ilişkilerine cemaatler arası ilişki boyutundan bakıldığında yapılabilecek ilk tesbit toplumlararası evlilik çok nadir iken borç alıp-vermenin çok yaygın olduğudur. Jennings in Maçka üzerinde yaptığı çalışmada ( ) borç ilişkilerinde toplamın 2/3 ünden fazlasının toplumlararası olduğu görülmektedir. Bu ilişkinin ayrıntısına bakıldığında genelde borç verenlerin Müslüman olduğunu görürüz ki bu bizi Müslümanların ekonomik durumunun daha iyi olduğunu düşündürür. 848 Nitekim 1077 yılında Aişe Hatun bir zimmiye tam beş yüz guruş borç vermiştir. 849 Zaten Hanefi hukukunda Gayrimüslimlerin ticaret, eşya ve borçlar konularında Şeriat hükümleri uygulanmaktaydı ve cemaatlerarası borç-alacak ilişkisinin dinen bir mahzuru yoktu. Benzer uygulamalara Trabzon sancağına tâbi başka kaza ve nahiyelerde de rastlamak mümkündür. Mesela Akçaabat kazasındaki hukuki durum üzerine yazan Fethi Gedikli 1560 ile 1566 yılları arasında Akçaabat kazası ve tabii nahiye ve köylerde kayıtlara geçmiş 9 adet borç verme vakasından bahsetmektedir. Bu alacak verecek ilişkisinin tarafları Müslüman-Müslüman, Zimmî-Zimmî olabildiği gibi Müslüman-Zimmi ya da Zimmi-Müslüman da olabilmekteydi. 850 Ancak özellikle Jennings in tesbit ettiği toplumlararası borç alıp-vermenin toplam borç alış-verişlerinin çoğunu teşkil ettiği tespitinin gayrimüslim nüfusun Trabzon a göre çok daha fazla olduğu Maçka için geçerli olması gerekir. 851 Zira hemen belirtilmelidir ki bu konuyu çalışan araştırmacıların tesbiti din guruplarının kendi aralarındaki borç-alacak ilişkilerinin birbirleri ile olan ilişkilerinden daha yoğun olduğudur. 852 Aynı şekilde Trabzon Kadı Kayıtlarında halkın her tabakasından insanların birbirlerine çeşitli miktarlarda, çeşitli amaçlarla borç verdiklerine dair birçok kayıt bulunmaktadır. Kadı Defterleri üzerindeki incelemelere göre, aynı mesleklerden aynı toplumsal katmanlardan kişilerin birbirlerine borç verme işleminin daha sık olduğu anlaşılmaktadır. Kadınların kadınlara, ulemanın ulemaya veya esnafın esnafa borç vermede öncelik tanıması gibi bir uygulamanın varlığı hemen dikkat çekmektedir. Müslim-Zimmi borç-alacak ilişkilerinde üzerinde durulacak bir konu da şehrin önde gelen insanları ya da bizzat yöneticileriyle Gayrimüslim reayanın kurduğu borç- 848 JENNINGS, The Society and Economy of Maçuka in the Ottoman Judical Registers of Trabzon , s. 849 T. Ş. S., 1844, 30, 2, Fethi GEDİKLİ, yıllarında Akçaabat ve Köylerinin Sosyal ve Hukuki Durumu, s: Lowry nin tespitlerine göre arasındaki otuz yılda Trabzon da büyük değişim olmuş % 14 olan Müslüman nüfus % 46 ya yükselmiştir. Bu durum daha sonraki yıllarda da devam etmiştir. Sürecin devamının izine 1583 tahrir defterinde de rastlanmaktadır. LOWRY, Trabzon un İslamlaşması ve Türkleşmesi, s. 127 Maçka da ise İslamlaşma daha yavaştır. Maçka da Müslümanların çoğunluğa erişmesi için ise XVII. yüzyılın ikinci yarısına gelinceye kadar beklemek gerekecektir. Ancak 1683 e gelindiğinde çoğunluk Müslümanlara geçmişti. 42 ayrı köy iskân biriminde 348 hane Hristiyan 464 hane Müslüman olmak üzere toplam 812 avarız hanesi mevcuttu. BOSTAN, XV. ve XIX. yüzyıllarda Maçka Kazasında Nüfus Hareketleri ve Nüfusun Etnik Yapısı s Eyyub ŞİMŞEK, Şeriye Sicillerine Göre Trabzon da Borç-Alacak İlişkileri , Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Trabzon, Karadeniz Teknik Üniversitesi,

222 alacak ilişkileridir. Bu ilişkiler sicil kayıtlarından çok Mühimme ve Ahkâm defterlerine yansımıştır. Bu kayıtların devlet merkezine kadar ulaşıp Mühimme ve Ahkâm defterlerinde yer bulması hem miktarlarının yüksekliği hem de muhataplarının önemli kişiler olmasıyla açıklanabilir. 853 Borç ithamlarının bir bölümü de ölmüş kişilerin ardından yapılıyordu. 854 Borçluların hayattayken yaptıkları ödemelerin, yapılmadığını iddia ederek ölenin terekesini alan varislerinden tekrar tahsil edilmeye çalışılıyordu. Borç terekeyi aşarsa varisler bu borç için ödeme yapmak zorunda değildi. Çünkü İslam miras hukukuna göre kişinin borçları kendine ait olup varislerine intikal etmezdi. Yani borçlardan mirasçılar değil, terekeler sorumludur. 855 Nitekim bu şekilde yetersiz gelen terekeden herhangi bir pay alamayan mirasçıların, üstüne terekenin alacaklıları tarafından rahatsız edilmeleri de şikâyet defterlerine yansımıştır. 856 Borç-alacak kayıtlarının önemli bir kısmı da ispat edilemeyen borçlara aittir. Bu kayıtlardaki ortak uygulama borç verdiğini iddia eden kişi iddiasını ispat için delil ortaya koyamamışsa davalıya müdahalesinin önüne geçilmiştir. Mesela böyle bir davada Mustafa b. Mehmed adındaki delikanlı çocuğu olmadan ölen ağabeyi Ali Beşe nin vefatından sonra hanımı Melek ile komşusu Panaboz isimli gayrimüslimin müteveffanın emvâlinden çuka ve esvab ve avânî ve nukûdden bir mikdârına ihfâ eylediklerin istimâ eyledim demiştir. İtham edilenlerin iddiayı inkâr etmesi üzerine Mustafa dan delil istenilmiş Mustafa nın delil getirememesi üzerine yemin teklif edilen Panaboz un da yemin etmesi üzerine Mustafa davadan men edilmiştir. 857 Borçluların ifadesine göre, bazı durumlarda da borçlu borcunu vermeye razı iken alacaklılar, riba adıyla daha fazla para talep ediyorlardı. Şikâyetlerden anlaşıldığına göre, bazı şikâyetçiler talep edilen faizi vermişlerdir; ancak alacaklının talepleri buna rağmen bitmemiş ve asıl mal ve murabaha adıyla tekrar borçludan para talebinde bulunmuşlardır. Bu şekilde yedi-sekiz sene boyunca faiz ödeyen borçlularla ilgili şikâyetler görülmüştür. Divan, faiz alma şikâyetlerinin tahkik edilmesini ve faizle para alındığı sabitse iade edilmesini istiyordu. 858 Bunun yanında iddia edilen borcun bir kısmının kabul bir kısmının reddedildiği davalar da olabilmekteydi tarihli böyle bir olayda Ahmed Beşe emanet verdiği 853 TUĞLUCA, Osmanlı da Devlet - Toplum İlişkilerinin Açık Alanı: Şikâyet Mekanizması ve İşleyiş Biçimi ( ), s Verasetten alacak davası: T. Ş. S. 1832, 4, 2, 2; Vefat edenden müntakil maldan alacak davası T. Ş. S. 1833, 11, 2, CİN, Eski ve Yeni Türk Hukukunda Tarım Arazilerinin Miras Yoluyla İntikali, s TUĞLUCA, Osmanlı da Devlet - Toplum İlişkilerinin Açık Alanı: Şikâyet Mekanizması ve İşleyiş Biçimi ( ), s T. Ş. S., 1844, 4, 1, TUĞLUCA, Osmanlı da Devlet - Toplum İlişkilerinin Açık Alanı: Şikâyet Mekanizması ve İşleyiş Biçimi ( ), s

223 malın zayiinden bedelini kısmen aldığını kalanından ise feragat ettiğini belirtmişti. 859 Anlaşılan diğer birçok davada olduğu gibi borç-alacak davalarında da taraflar arasında çıkan anlaşmazlıkların bir kısmı sulh yoluyla çözümlenmiştir. Sulhun burada oynadığı rol alacaklının tüm alacağını alamasa da en azından bir kısmını kurtarma mantığıdır. 860 Bu durumla karşılaşılmamak için yani borcun ödenmesinde yaşanabilecek sıkıntıları aşmak için en sık başvurulan yol kefil gösterme usulüydü. 861 Borç-alacak kayıtlarının görünür olduğu dava manzumelerinden birisi de kefalete istinaden mahkemeye götürülen davalardır. Kefilliğin kayıtlı olduğu yer genellikle alacaklı tarafından verilen ve bir nevi senet olarak addedebileceğimiz deyn temessükleri dir. Bu temessüklere bakılarak kefilin kim olduğu anlaşılabilmekte ve sorunlar çözülebilmekteydi. Mesela 1063 yılında Trabzon mahkemesine intikal eden davada alacaklı alacağını tahsil etmek için Kadıya deyn temessükü sunmuştu. 862 Ancak her zaman kefiller mallarını vermek pahasına da olsa kefaletlerine sahip çıkmamışlar bazen de kefilliklerini inkâr yoluna gitmişlerdir. Bu sorun şahitlikler ve kadı hüccetleriyle çözülmeye çalışılmıştı. Kefalet konusunda bahsedilecek son konu ise bazı alacaklıların alacağını tahsil edeceğini umduğu ilgisiz kişileri kefil olarak göstermesi durumunda yaşanan ihtilaflardı. Belirtildiği gibi kefillik her zaman sorunu çözmeyebiliyordu. Bu sebeple borcun ödenmesini garanti etmek için başka yollar da tesbit ve tayin edilmişti. Bunlardan biri de rehin gösterme usulüdür. Buna göre borcu olan kişi borcuna karşılık genellikle rehin göstermekteydi. Rehinler gayrimenkul olabildiği gibi menkul kıymetler de olabiliyordu. Diğer taraftan bu işlemin de yeni davalara sebep olduğunu görüyoruz. Mesela Kirkor v. Aleksandır Mustafa b. Hüseyin Beşe ye dört guruş borcu olduğunu borcuna mukabil bir adet altın kolyeyi Hasan Çelebiye verdiğini söylemiş borcunu ödediğinden rehinini talep etmişti. Hasan Çelebi nin rehini iade etmemesinin sebebi ise kaybetmiş olması idi. O mahkemede kolyeyi koynundan düşürdüğünü, zayi olmasında ihmal ve kusurunun olmadığını belirtince kendisine yemin teklif edilmişti. Hasan Çelebi hıyanet eylemediğine yemin edince Aleksandır davadan men edilmişti. 863 Karar İslam hukukuna uygundu. Şöyle ki kişi kendisine emanet edilen malı muhafazada dikkatsizlik gösterirse malın zararını ödemeye mecbur ediliyor, ancak kendi malı gibi muhafaza ederken zayi olursa ziyandan sorumlu olmuyordu. Burada da Hasan Çelebi ziyandan sorumlu tutulmamıştı. 859 T. Ş. S., 1844, 4, 1, TOSUN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Cemaatler arası İlişkiler, s Osmanlı devletinde kefalet hakkında ayrıntılı bilgi ve değerlendirmeler için Abdullah SAYDAM, Osmanlılarda Kefalet Usulü, Tarih ve Toplum, S. 164, İstanbul, 1997, ss: T. Ş. S., 1833, 5, 2, T. Ş. S., 1833, 102, 1,

224 Borç alanın rehin vermesi uygulamasının en sık karşımıza çıktığı alan ise para vakıflarından borç alındığı durumlardı. Vakıflar alacağını garanti altına almak için bu yola başvururlardı. Bu noktada şahsi malından borç veren bir kimsenin borçlusunun gerek yakın akrabası olması gerekse yakından tanıması dolayısı ile verdiği mal ile ilgili rehin gibi ek garantilere ihtiyaç duymamasına karşın kendi malını değil umumun menfaati için kendi uhdesine emanet edilmiş bir mala tasarruf eden bir mütevellinin bu noktada daha hassas olması ya da gerek kadı gerekse toplumsal denetime tabi olduğu için yani bir noktada işine resmiyet girdiği için kayıt tutma mecburiyetinde dolayı kendini bu yola gitme zorunda hissetmesinin payı olduğu düşünülebilir. Fakat bütün borçlular borçlarını ödememe gayreti içinde değillerdi. Borçlunun çok yaygın olarak kullandığı ödeme usullerinden biri de takas usulüydü. Bu yola başvuran borçlular borçlarına karşılık gerek menkul gerekse gayrimenkul mallarını takas suretiyle alacaklılarına vermekteydiler. Bu usul incelediğimiz dönem Trabzon unda da uygulanma sahası bulmuştur tarihli bir kayıtta alacaklının elindeki deyn temessükü karşılığında buğday aldığı anlaşılmaktadır. 864 Peş peşe üç sicilde kaydedilen bu olay sonrasındaki kayıt da anlamlıdır. Ehl-i Hibre ye başvurularak bahse konu buğdayın kıymetinin takdir edilmesi istenmiştir. 865 Borç tahsilinde yapılan bir diğer uygulama ise havale işlemiydi. Bu da borçlu olanın bir başkasındaki alacağını kendi alacaklısına devretmesi şeklinde uygulanıyordu. Ancak bu usul ile ilgili özellikle vefatlar sonrasına anlaşmazlıklar yaşanmaktaydı. 866 Yaşanabilecek bütün bu anlaşmazlıkların önüne geçmek için ortaya konulan tedbirlerden biri de Bey bi l-vefâ uygulamasıydı. Bey bi l-vefâ bir çeşit ipotek olup daha çok taksitli mal satışlarında uygulanan ve kısaca mülkiyeti muhafaza kaydıyla satış olarak tanımlanabilecek satış usulüdür. Satış mülkiyetini teminat altına alma amacı güdülen bu uygulamaya göre borcun tamamı ödenene kadar satılan mal üzerinde satıcı asli alıcı fer i zilyed konumundadır. Bey bi l-vefâ yoluyla satımı yapılan bir malda satıcı satış bedeli olarak kendine verilen miktarı -ki bu o zamana kadar aldığı taksitlerdir- geri vererek satıştan istirdat (dönebildiği) edebildiği gibi alıcı da satılanı geri vererek verdiği bedeli geri alabilir. 867 c) Para Vakıfları: 868 Para vakfı ya da fıkıhtaki ismi ile vakfu n-nukûd bir kimsenin hayrî bir gaye için belirli bir miktar parasını vakfetmesi demektir. Para vakıflarını belli ihtiyaçlar ortaya çıkarmıştır. Bunların başında insanların kolay bir şekilde ve makul bir oranla borç bulma ihtiyacı gelmektedir. Nitekim Mustafa Akdağ 864 Deyne karşılık buğday verilmesi: T. Ş. S., 1845, 3, 1, 2; T. Ş. S., 1845, 3, 1, 4; T. Ş. S., 1845, 3, 1, Verilen buğdayın kıymetinin takdir edilmesi: T. Ş. S., 1845, 3, 1, Vefat edenin oğlundan alacak davası: T. Ş. S., 1832, 5, 1, Fethi GEDİKLİ, yıllarında Akçaabat ve Köylerinin Sosyal ve Hukuki Durumu, s Para Vakıfları konusunda tafsilatlı bir çalışma için bk. Hamdi DÖNDÜREN, Risk Sermayesi, Özel Finans Kurumları ve Para Vakıfları, Derleyen: Murat ÇİZAKÇA, İstanbul,

225 Osmanlı devletinde para vakıflarının devreye girmesiyle tefeciliğin önemli ölçüde azaldığını tesbit etmiştir. 869 Para vakıflarında bilinen klasik vakıflardan farklı olarak belli bir gayrimenkul değil de para vakfedilirdi. Para Hanefi hukukunda vakfedilebilecek mallar arasında sayılmıştır. Para vakıflarından temin edilen krediler muamele-i şer iye ye 870 göre veriliyordu. Bu muamele ile yapılan işleme bazı ulema muhalefet etmiş ise de Ebussuud Efendi cevaz vermiştir. Çünkü yetimin veya vakfın malını veli ya da mütevelli bir kimseye kârsız veremez. Faiz alması ise haram olduğundan meşru alım-satım akdi yapılarak menfaatleri sağlanmış olur. 871 Sistem şöyle işliyordu: Mesela Trabzon tüccarları keten bezi imal edenlerden para ile satın alarak malları gemi ile İstanbul a naklediyor, ödeme tüccarlar tarafından bir yıl sonra yapılıyordu. Buna göre vakıf parayı peşin vererek 100 liralık keten alıyor, bunları tüccarlara satıyor, tüccarlar da bir yıl sonra bezin parasını 110 lira olarak vakfa ödüyordu. Bu uygulamayı Osmanlı hukukçusu Ebussuud Efendi faiz saymayarak cevaz vermiştir. Osmanlı devleti de kadıların Hanefi mezhebinde sahih görülen görüşlere göre hüküm, müftülerin de yine aynı şekilde Hanefi mezhebinde sahih görülen görüşlere göre fetva vermesini benimsemiş olduğundan Osmanlı devletinde para vakıflarının önü açılmıştır. Nakit paralar muamele-i şer'iye usulü ile çalıştırılıyor, muamele sonunda elde edilen ek getiriye fıkıhçılar tarafından kâr deniliyordu. Onlara göre muamele faize benzese de faiz olmayıp ine satışı işleminden elde edilen kârı tanımlıyordu. Kanunnamelerde konu ile ilgili olarak muamele-i şer'iye ideler, onu on birden ziyade itdürmeyeler ve şer i muamele itmeden kat an riba itdürmeyeler ifadeleri ile muamele-i şer iyenin faizden farklı olduğu ifade edilmiş birincisinin meşru ikincisinin gayri meşru olduğu kayda geçirilmiştir AKDAĞ, Türkiye nin İktisadi ve İçtimai Tarihi ( ), C.II, ss Muamele-i şer iye, Osmanlı döneminde özellikle para vakıflarına ait paraların, karz verenin alacağını her an talep edebilmesi hükmüne takılmadan ve faiz yasağını açıktan ihlal etmeden belli oranda bir fazlalıkla ödünç verilmesine imkân sağlamak üzere uygulanan fıkıh literatüründe îne satışı olarak da bilinen bir formüldür. Buna göre, önce vâkıf, borç vereceği kişinin sembolik değere sahip bir malını kredi vereceği para kadar bir bedel karşılığında peşin olarak satın alır; hemen ardından bu mal, vakıf tarafından belli bir yüzde eklenmiş bedelle vadeli olarak aynı kişiye satılır. Bu formül aynı sonucu verecek şekilde kendi içinde başka türlü de düzenlenebilir. Mesela vakfa ait sembolik değere sahip bir mal önce vadeli işlemle satılır, ardından daha düşük bedelle peşin olarak geri alınır. Muamele-i Şer iye veya kısaca muamele adı verilen bu işlemle bir yandan karzdaki vade belirsizliği sorunu aşılmış, öte yandan kredi ihtiyaçları vakıflara belli bir gelir sağlayacak şekilde karşılanmış oluyordu. DÜZENLİ, Osmanlı Hukukçusu Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi ve Fetvaları, s BİLMEN, Hukuku İslamiye ve Istılahtı Fıkhîyye Kamusu, C. V, ss: Muameleyi savunur mahiyetteki ifadelerinde Ömer Nasuhi Bilmen şu hususlara dikkat çekmiştir: Bu, bir mahlas-ı şer îdir. Bununla haramdan ihtiraz edilmiş olur. Yetimin veya vakfın malını veli veya mütevelli, bir kimseye ribhsiz ikrâz edemez, faiz alması ise haramdır. Bu halde meşru bir bey ve şira vâsıtasıyla bunların menfaatleri temin edilmiş, riba suretiyle bir muâmele yapılmamış olur. Bu din-i hikmet-i karinde gösterilen bir vüs at, bir sühûlet, bir müsâade demektir. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimizden bunun bir misli mervîdir. Bununla emir buyurmuş oldukları rivâyet edilmiştir. Artık bu muâmeleyi, gayr-i meşrû bir hîle telakkî etmek doğru değildir. 872 Halil CİN-Ahmet AKGÜNDÜZ, Türk Hukuk Tarihi, C. II, İstanbul, 1990, ss:

226 Fakat bu uygulamayı günümüz birçok tarihçi ve iktisatçısı faiz sayar. Mesela Barkan a göre yapılan işlemin % 10 faiz ile borçlanmaktan bir farkı yoktur. 873 Bu işlem faiz olarak değerlendirildiğinde Osmanlı toplumunda fâiz ile borç para vermenin yaygınlığı bilinen bir gerçek olarak karşımıza çıkar. Çeşitli tarihlerde Osmanlı ülkesini gezen yabancı seyyahlarda bu durumu Osmanlı devletinde faize kesinlikle müsaade edilmez ancak söz konusu vakıflar ve küçükler ise buna izin vardır 874 sözleriyle ifade etmişlerdir. Borç verilirken fâiz miktarları arşiv kayıtlarına yansımamakta, bazı durumlarda ise meselâ % 10 fâizle borç para verilmişse bu durum, On u onbir den borç verdim 875 şeklinde yazılarak kaydedilmekteydi. Şevket Pamuk a göre ise para vakıfları nakitle kurulan ve borç vererek sağladıkları fâiz gelirleriyle amaçladıkları faaliyetleri yerine getirmeye çalışan kuruluşlardı. Ona göre mahkeme önüne gelen kişiler fâiz uygulamasını gizlemek veya hukukî engellemeleri aşmak için kendilerini her hangi bir oyuna başvurmak zorunda hissetmiyorlardı. 876 Konu ile ilgili olarak Trabzon uygulaması değerlendirilecek olunursa; XVII. yüzyıl Trabzon kadılarının ürettiği belgelerin dili incelendiğinde doğrudan doğruya vakfedilen akçe davası ibaresine rastlayabiliyoruz. 877 Kayıtların incelenmesinden anlaşıldığına göre Trabzon'da asıl uğraş alanı murabaha ile şehir esnafına kredi vermek olan vakıflara rastlamak mümkündür. Bunlar arasında faaliyeti yaygın olanı Sinan Paşa vakfıdır. Vakfa ait kayıtlardan murabaha miktarının % 20 lere kadar çıktığı anlaşılmakla birlikte rakamın % 10 dan fazlasına yapılan itirazlar kabul edilmiş ve murabaha miktarı düşürülmüştür. 878 Şehirde borç veren vakıflardan bir de Erdoğdu Bey vakfıdır numaralı sicilde yer alan kayda göre vakıf bir zimmiye 500 akçe borç vermiştir. 879 Anlaşılan vakıfların borç vermesinde Müslim-zimmi ayrımı yapılmamakta vakıftan borç almak bir imkân ise bundan tüm Trabzon esnafı eşit şartlarda yararlanabilmektedir. Para vakıflarından borç almada Müslim-zimmi ayrımı yapılmadığı gibi, kadınerkek ayrımı da yapılmamaktadır. XVII yüzyıl Trabzon unda kadınlar para vakıflarının kurucuları olarak da vakıftan borç alan olarak da yani vakıf hizmetlerinde yararlanıcı da karşımıza çıkabilmektedir. Vakıftan borç alanların aldıkları para ile genel olarak ticari 873 Ö. Lütfi BARKAN, Hüdavendigar Livası Tahrir Defteri, C. 1, TTK. Yayınları, Ankara, 1988, s John MANDAVİLLE, Faizli Dindarlık: Osmanlı İmparatorluğu nda Para Vakfı Tartışması, Türkiye Günlüğü, S. 51, Ankara, RICAUT, Osmanlı İmparatorluğu nun Hâlihazırının Tarihi (XVII. yüzyıl), s Yavuz ERCAN, Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler: Kuruluştan Tanzimat a Kadar Sosyal, Ekonomik ve Hukuki Durumları, Turhan Kitabevi Yayınları, Ankara, 2001, ss: Şevket PAMUK, 100 Soruda Osmanlı-Türkiye İktisadî Tarihi , Gerçek Yayınevi, İstanbul, 1993, s Şaban Paşa nın vakfeyleydi akçe davası: T. Ş. S., 1844, 52, 2, Kenan İNAN, Trabzon Şer iye Sicillerine Göre 17. Yüzyıl Ortalarında Borç-Alacak İlişkileri Onyedinci Yüzyıl Ortalarında Trabzon'da Sosyal ve İktisadi Hayat, Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları, Trabzon, 2013, s T. Ş. S., 1833, 4, 1,

227 faaliyetlerde bulunduğu göz önüne alındığında XVII. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon'da 8 vakfın banisi olan kadınların ekonomik hayatın her sahasında yer aldığı vakıflardan kredi çekerek büyük çaplı alım-satımlara giriştiği de ortaya çıkmaktadır. 880 Ancak Trabzon uygulamasını izleyebileceğimiz sicillere bakıldığında mesela karz-ı hasen in para vakfından kredi kullanımına göre çok daha yaygın olduğu karşımıza çıkmaktadır. Şehirde para vakıflarından kredi kullanan girişimcilerin genellikle kervan ve gemilerle uzak ülkelere giden ve karlı ticaret yapan büyük tüccarlar olduğu görülür. Bunlar elde ettikleri kârdan sermaye sahiplerine pay veriyorlardı. Bu kar payı ödemesinin faiz ile en önemli farkı % 10 civarında bulunması idi. Bu miktarın üstündeki oranlar doğrudan riba olarak adlandırılır ve kadı mahkemesinde iptal edilirdi. Şehirde yaşayanlar usulüne uygun olarak yapılan muameleleri gayet makul karşılar ve herhangi bir anlaşmazlıkta kadı mahkemesine taşımaktan çekinmezlerdi. Sıklıkla muamelede alacaklı olanın konuyu Kadı mahkemesine taşıması yapılan işlemin kabul edilirliği konusunda endişe taşımadığını Kadının yapılan işlemden alacaklı olduğunu kabul edeceğine inandığını göstermektedir. Mesela Erdoğdu Bey vakfı mütevellisi böyle bir alacağı için vakfa 2500 akçe borcu olan bir Müslümanı dava etmişti. 881 Fakat örnekteki gibi usulüne uygun yapılmayan işlemlerde kadı fazladan alınan miktarın riba olduğuna ve iptaline hükmedebiliyordu. Bu durum da bize Osmanlı devletinde para vakıflarının faiz müesseseleri değil sonucu aynı kapıya çıksa da işi kitabına uyduran kuruluşlar olduğunu düşündürmektedir. Örneklendirecek olursak 1062 tarihinde Trabzon sicillerine yansıyan davada Lefter mahkemede Süleyman Beşe yi dava ederek 6 yıl önce kendisinin 50 guruş borç aldığını şimdi ödemek istediğinde Süleyman Beşe nin 75 guruş aldığını iddia etmişti. Sual edilen Süleyman Beşe nin aldığı 25 guruşun bu kadar senenin murabahası olduğunu söylemesine itibar edilmemiş ve Süleyman Beşe'nin fazladan aldığı 25 guruşun reddine karar verilmişti. 882 Sicildeki karar çok farkı noktalardan değerlendirilebilir: Mesela verdiği rakamdan fazla talep edeninin bir vakıf olmayıp şahıs olması, para verildiği zaman bunun muamele-i şer'iye olduğuna dair taraflar arasında bir anlaşma olmaması Süleyman Beşe'nin haksız çıkması için farklı sebepler olmalıdır. Kararda dikkat çekebilecek bir diğer nokta da askeri kesimden olduğu anlaşılan beşe unvanlı bir kişi ile bir zimminin davasında zimminin haklı çıkmış olmasıdır ki şer'iye sicilleri üzerinde yapılacak kısa bir okumada bunun şaşılacak bir durum olmadığı görülebilir. Gerek siciller üzerindeki okumalardan gerekse vakıf defterlerinden tesbit edilebildiğine göre XVII. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon'da 28 tane para vakfı olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu vakıfların her birinin çok büyük sermayeli kuruluşlar olduğunu düşünmemek gerekir. Her ne kadar her bir vakfın sermayesinin miktarı tam 880 USTA, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında Trabzon da Para Vakıfları 881 T. Ş. S., 1833, 9, 1, T. Ş. S., 1833, 16, 1,

228 olarak tesbit edilemiyorsa da birkaç kuruş ile kurulan vakıfların da var olduğu anlaşılmaktadır. Para vakıfları arasında özellikle şehrin önde gelenleri olan bey ve paşalar tarafından kurulmuş Şaban Paşa vakfı, Erdoğdu Bey vakfı, Sinan Paşa Vakfı ve Yahya Paşa vakfı gibi 4-5 tanesinin ise maddi durumu çok iyi olup, 883 kaynakları arasında Trabzon dışında da bir takım mülkler bulunmaktadır. Mesela şehrin en büyük vakfı olduğu anlaşılan Yahya Paşa vakfının Samsun da akçelik bir sermayesi bulunmaktadır. Para vakıfları sermayeleri ile sadece borç para vermeyip hayır işleri de yapmaktaydılar. Bu çerçevede din görevlilerini ve medreseleri destekleme, cami ve mescitleri tamir de para vakıflarının uğraş alanında idi. d) Ticari Ortaklıklar: İslâm dünyasında girişimciye borç para veren vakıflar bulunmakla birlikte Trabzon mahkeme kayıtlarına göre, tüccar veya esnafın başka bir tabirle girişimcinin birbirlerinden veya başka zenginlerden borç para alması da kullanılan bir kredi sitemiydi. Tüm yasaklamalara rağmen iş hayatının gündelik akışında fâiz uygulamalarını içeren ticarî işlemlerden vazgeçilemediği bilinir. Ancak, özellikle tüccarlar arasında daha yaygın olan kökeni İslâmiyet'in ilk devirlerine kadar uzanan ve üst düzey devlet görevlilerinin dahi başvurdukları çeşitli ortaklık biçimleri bulunmaktaydı. İslâm tarihinde eskiden beri fâizin kredi sağlama işlevi iş ortaklıkları yoluyla başarılı bir şekilde yerine getirilmişti. Kurulan ortaklıkların ilk türü inan ortaklığıdır. İslam fıkhında geniş yeri olan bu ortaklık türünde ortaklar sermaye miktarına göre hem kar hem de zarara ortaktı. İki veya daha fazla kişiden oluşan her ortağın farklı miktarda yatırım yapma imkânına sahip olduğu dolayısıyla kâr ve zarar durumunda yapmış olduğu yatırıma göre sorumluluk aldığı bir İslâmî ortaklık biçimi olan inan ortaklığının tesisi için din farkı bir engel teşkil etmiyor, ortaklık Müslim-Gayrimüslim arasında da kurulabiliyordu. Hatta inan şirketleri Gayrimüslimlerin kendi aralarında veya şehre gelen yabancı tüccarlar ile de kurulabilmekteydi. 884 İkinci ortaklık türü mudarebe idi. Genellikle emek-sermaye ortaklığı denilen bu ortaklık taraflardan birinin sermayeyi diğerinin işletmeyi üstlenmesiyle oluşan ortaklık türüdür. 885 Mudarebe bir yatırımcı (sermayeyi veren/sermayedar/rabbü l-mal) ve bir işleticiden/aracıdan (mudârib) oluşan daha çok sermaye sahibinin kâr oranlarını ve diğer şirket kurallarını belirlemede etkin olduğu, sermayede değil sadece gerçekleştiğinde 883 Sebahattin USTA şehrin en büyük vakfının Yahya Paşa vakfı olduğunu tesbit etmiştir. Yine O Şaban Paşa vakfının sermayesinin akçe, Sinan Paşanın vakfı sermayesinin ise akçe olduğunu şehrin en çok kredi veren vakfının ise Erdoğdu Bey vakfı olduğunu söylemektedir. USTA, 17. Yüzyılın İkinci Yarısında Trabzon da Para Vakıfları 884 Hayri ERGİN, 18. Yüzyıl Fetvalarına Göre Osmanlı da Günlük Hayat, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006, s Cengiz KALLEK, Mudarebe D. İ. A. C.30, İstanbul, 2005, s

229 kârda yapılan bir ortaklıktı. Mudârebe ortaklığında şirket kurulurken ticaret edilecek sermaye (re s mâl) önceden belirlenerek işleticiye verilir, ortaklık devam ederken sermayeye gelen hasar eğer işletici sermayedarın ortaklık kurarken belirlemiş olduğu kuralların dışına çıkmamışsa sermayedar tarafından karşılanırdı. Mudârebe ortaklığında sermaye sahibinin muhakkak tüccar veya esnaf olması gerekmezdi. Parasını değerlendirmek isteyen herkes bu ortaklığı kullanabilmekteydi. Bu haliyle mudârebe ortaklığı bir tür emek-sermaye ortaklığı görüntüsü vermektedir. 886 Gerek inan ortaklığında olsun gerekse mudarebede olsun borç-alıp-verme işlemleri gibi ortaklıklara da genellikle bir problem ortaya çıktığında kayda girmekte ve sicillerde yer bulmaktaydı. Dolayısıyla bizler bu ortaklıkların sayısını, ticari hayattaki yoğunluğunu tam olarak tesbit edemiyoruz. Kesin olarak tesbit edebildiğimiz şey ise önemli miktardaki dava Muslihûn un araya girmesiyle ya da çeşitli vesilelerle sulh yoluyla çözülmüş olduğudur. 887 Sicilleri incelemek suretiyle tesbit edebildiğimiz diğer nokta da ortaklıklardaki sorun alanlarıdır. Mesela mudarebe usulü ile kurulan ortaklıkta mal zayii olduğu vakit eğer işleticinin herhangi bir kusuru yoksa tazmin yükümlülüğü de yoktu. Bu noktada şu tür ihtilaflar olabiliyordu. Malı zayii olan bir sermayedar işletici ile mudarebe usulü ile ortak olmadıklarını işleticiye borç verdiğini iddia edebiliyordu. Tabii bunun tersi de mümkün olabiliyor karz-ı hasen yolu ile para alan bir borçlu da mudarebe ortağı olduklarını ve malın kendi isteği dışında zayii olduğunu ifade edebiliyordu. Trabzon özelinde malın istek dışında zayii olmasına sıklıkla ticaret malı yüklü gemilerin denizde fırtınaya tutulup batması örnek verilmektedir. 888 Böyle bir olayda Ali Çelebi b. Mehmed Osman Beşe b. Ali den elli kuruş almıştı. Yirmi sekiz kuruşu ödeyen Ali Çelebi kalanını ödemeyince konu mahkemeye intikal etmiş Osman Beşe yirmi iki kuruş bakiye alacağının ödenmesini istemişti. Ali Çelebi mahkemeye verdiği cevapta parayı mudarebe tarikiyle aldım karz almadım demekteydi. Ancak şahitlerin aleyhine şehadeti üzerine mahkeme Ali Çelebi ye borcunu ödemesini tembih etti. 889 Görüldüğü gibi kısmen ödenmekle borç olduğu kabul edilen alacakverecek meselelerinde bile borçlu borçtan kurtulmak için bahse konu alacağın mudarebe olduğunu iddia edebiliyordu. Yine mahkemeye intikal eden bir sorun ile haberdar olduğumuz bir diğer ortaklıkta Platana karyesinden Hacı Ali, şirket-i mudârebe gereğince emanet ve borç vermemek şartıyla her nerede işletirsen işlet diyerek kendi malından 240 kuruşu işletmeci, yani mudârip konumunda olan Hasan Beşe ye teslim eder. Hasan Beşe ise mudârebe ortaklığından kaynaklanan 240 kuruşu aldıktan sonra hemen hemen her Trabzon tüccarı gibi İstanbul a giderek dokuz torba rezâkî kuru üzüm, on üç (...) pirinç, 886 AYGÜN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Ticaret, ss: Osmanlı kadısının önüne gelen hemen her konuda sulhun önemli bir yeri vardır. Bunlar arasında mali konular ise daha büyük yekûn teşkil etmektedir. 888 T. Ş. S., 1851, 43, 2, T. Ş. S., 1835, 40, 1,

230 8.000 (...) kuru incir, altı çuval kına ve benzeri mal alarak Makulzâde Reis in sefinesine yükler, kendisi ise muhtemelen piyasayı araştırarak mal satın almak için İstanbul da kalır. Trabzon a hareket eden gemi fırtınaya yakalanınca gemiye yüklenen mallar gemiyle birlikte deryada helak olur. Bunun üzerine sermaye sahibi Hacı Ali nin varisi Haşan Beşe den davacı olarak adı geçen 240 kuruşu talep eder. Haşan Beşe mahkemede Hacı Ali ile aralarında mudârebe ortaklığının var olmadığını ileri sürer. Bunun üzerine Mustafa oğlu Hüseyin in ifadelerine başvurulur. Mustafa nın Hacı Ali nin varisinin ifadelerinin doğru olduğuna şehadeti üzerine kadı adı geçen 240 kuruşun işletmeci Haşan Beşe tarafından ödenmesine karar verir. 890 Bu iki ortaklık şeklinden başka şehirde İslam hukukunun diğer ticari ilişki biçimi olan vedia ya da rastlamak mümkündür. Vedia bir şeyin emanet olarak verilmesi demektir. Emanet olarak verilen eşyaların iade edilmemesi dava konusu olabildiği gibi 891 sonradan herhangi bir ihtilaf çıkmasın diye emaneti sahibine iade edenler de emanet malını sahibine teslim ettiklerini kayda geçirtmek ihtiyacı duyuyor, kadı mahkemesine başvurarak iadelerini tescil ettirerek zimmetlerinin ibra edilmesini sağlıyorlardı. 892 Tabii ki tüm bu İslam ve Osmanlı kültürüne ait ortaklıklar yanında herhangi bir ticari işte olsun işletmede olsun bugün bildiğimiz manada ortaklığa da rastlamak mümkündür. Özellikle gemi sahipliği gibi büyük yatırım gerektiren işlerde ortak sahiplik olayı sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Bu durum gemi sahipliğinin mali açıdan büyük bir güç gerektirmesi ve bu güce ulaşmak için birlik olunmasının zorunluluğu kadar riskin dağıtılmak istenmesi ile de ilgili olabilir. XVI. ve XVII. yüzyıllarda gemiler genellikle iki veya daha fazla kişi tarafından malik olunmaktaydı. İki kişinin sahip olduğu gemilerde mülkiyet genellikle eşit paylara bölüşülmüştür. Ne var ki eşit paylaşılmayan ikili ortaklıklar olduğu gibi ikiden fazla ortaklı gemiler de bulunmaktadır. Bundan da ötesi bir geminin ortaklık payına bölüştürülüp üç ya da daha fazla ortağın her birinin farklı adette paya sahip olduğu çoklu ortaklıklar da mevcuttu. Nitekim gemiler bir bütün olarak satılabildiği gibi payları da satış işlemlerine konu olabiliyordu. Gemi payı ifadesi belgelerde sıklıkla geçmektir. Bu ifade ortak mülkiyette olan gemilerin belli sayıda eşit kısımlara ayrılmasını ifade eder. Bu paylar çeşitli değerlerde ve sayılarda olabilirdi. Mesela bir payın ya da akçe gibi bir gemi fiyatı ile karşılaştırıldığında çok düşük değerlerde dahi olabildiğini görüyoruz. Gemi fiyatlarının akçeden pek aşağı olmadığı, akçeye kadar da sıklıkla çıktığı bir piyasada bu değerler sermayeyi tabana yayma imkânı sağlamaktaydı. 893 Bu 890 T. Ş. S., 1873, 32, 1, 1. naklen AYGÜN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Ticaret, s Emaneten verilen eşyalara dâir da vâ T. Ş. S., 1843, 44, 1, Emanetin tahsiline dâir T. Ş. S., 1844, 36, 1, Bununla birlikte tek kişinin malik olduğu gemiler de hiç de az değildi. Tek kişinin sahip olduğu gemiler ile ilgili olarak ihtilaf mevzuu tahmin edilebileceği gibi daha azdı. Doğal olarak gemi sahibi gemisi ile ilgili tüm mülkiyet haklarını tek başına kullanmaktadır. Mesela Aişe Sultan bint. Murad 10 yük altın harcayarak 33 zira bir kalyonu tek başına yaptırmıştı. Galata Şer iye Sicili, 25, 29, 1, 2 den naklen 216

231 tür gemilerde bazen işletmeciler mudarebe karz gibi her türlü yolla sermaye topluyorlardı. Böyle durumlarda gemicileri mahkemede görüyoruz. Mahkemeye gidiş sebepleri ise ihtilafları çözmek çabasından çok daha fazlasıyla ileride çıkabilecek ihtilafları baştan engellemek için varılan anlaşmayı Kadı ya tescil ettirmektir ) Dış Ticaret Trabzon limanı Karadeniz kıyısındaki en büyük liman olarak tarihin her döneminde önemli bir dış ticaret üssü olmuştur. Trabzon en eski çağlardan beri İran vasıtası ile Orta Asya ve Hindistan dan gelen malların Karadeniz limanlarına, İstanbul a ve Avrupa ya ulaştırıldığı önemli bir transit ticaret merkezidir. Trabzon limanı üzerinden yapılan bu ticareti MÖ. VII. Yüzyıldan itibaren Yunan kolonileri XIII. ve XV. yüzyıllar arasında ise İtalyan şehir devletleri olan Venedik ve Cenevizliler yürütmekteydi. Cenevizliler Sinop, Samsun, Fatsa, Trabzon, Tuna ve Don Nehri ağzında ticaret kolonileri kurmuşlardı. Anadolu dan iplik ve dokumalar, deri ve sahtiyan ile şap, gümüş ve bakır satın alarak Batı ya aktarmaktaydılar. Tebriz den gelen ham ipek ve ipekli elbiseler ile Hindistan dan gelen baharat da Trabzon limanı kanalıyla Avrupa ya ulaşmaktaydı. 895 Osmanlı devletinin İstanbul u fethinden kısa zaman sonra tüm Karadeniz çevresinin Osmanlıların eline geçmesi İtalyan tüccarları bölgeden uzaklaştırdı. XV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren coğrafi keşiflerin başlaması Akdeniz deki ticari faaliyetleri açık denizlere kaydırınca Karadeniz ticareti önemli ölçüde geriledi. Trabzon un en önemli ticaret sahası İran ticaretidir. Bu konumunu uzun zaman sürdürmüştür. Öyle ki 1820 li yıllarda şehri gezen Fontainer Trabzon un dış ticaretini şu şekilde anlatmıştır: Şehir İran ile ticaret yapan tüccarların başlıca geçiş yeridir. Bu tüccarlar Karadeniz deki hemen tüm limanlardan yazın gemiye binip bu limana hareket eder, daha sonra Erzurum ve oradan da Tebriz e geçerler. Kış aylarında ise tersine karadan seyahat ederler ve yine Erzurum üzerinden Trabzon a gelirler. Trabzon da ticaret çoğunlukla Venedik ve Ceneviz gemileri ile yapılır. Bu gemiler genelde buğday ve tuz satarlar buna karşılık Anadolu ve Abhazya kıyılarından yükledikleri keresteyi İstanbul a taşırlar. Kaptanlar bir yandan da oldukça yüklü miktarda bakır kaçakçılığı 896 Fethi GEDİKLİ, XV. ve XVI. yüzyıllarda Osmanlı devletinde Deniz Taşımacılığına Dair Bazı Hukuki Terimler ve Düzenlemeler Osmanlı Hukuku, Gündoğan Yayınları, İstanbul, 2012, s GEDİKLİ, XV. ve XVI. yüzyıllarda Osmanlı devletinde Deniz Taşımacılığına Dair Bazı Hukuki Terimler ve Düzenlemeler, s AYGÜN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Ticaret, s Bakır savaş dönemlerinde top dökümü için vazgeçilmez hammadde olduğu için ticarete konu olması hatta esnafın elinde bulunması yasaktı. Devlet esnafın elindeki bakırı kamu adına toplatmış tüccara satılmasını ve dolayısı ile kaçakçılığa konu olmasını engellemeye çalışmıştır. Ancak ciddi kâr bırakması gemicileri bu metanın kaçakçılığına her zaman teşvik etmiştir. Devlet bakırın tüccarın eline geçmesini engellemek amacıyla zaman zaman sert tedbirler almış, şiddetli emirler göndermiştir. Bu konuda yayınlanmış emir örnekleri için bk. 949 numaralı dipnot. 217

232 yaparlardı. 897 Fontainer eserinde Trabzon da ticaret olukça büyük bir yere sahiptir. İstanbul a kenevir, bez, ip, balık ağları, tütün, balmumu ve kimi madenler yollanır, İstanbul dan ise sikke haline getirilmiş gümüş ve kumaş getirilir. Fakat en dikkat çekici ticaret köle ticaretidir. Köleler, Kafkasya barbarlarının elindeki savaş esirleri ile Mingreliye de ailelerinden alınmış çocuklardır. Bazen de aileler çocuklarını satmak için kendileri getirir 898 demektedir. Her ne kadar Fontainer in anlattığı dönem incelediğimiz dönemden yaklaşık iki asır önce ise de yıllar içinde Trabzon un ithalat ve ihracat ürünlerinde önemli bir değişim yaşanmamıştır. Osmanlı-Safevi ilişkilerindeki sürekli gerilim Trabzon merkezli Karadeniz ticaretinin gerilemesinde önemli bir etkendir. O kadar ki Trabzon limanı gümrük kayıtları incelendiğinde savaş dönemleri rahatlıkla tesbit edilebilmektedir. 899 Osmanlı ordularına yapılan satışlar bu etkiyi bir ölçüde azaltmış ise de orduya yapılan satışlar bir vergi ödeme biçimi 900 de olarak genelde piyasa fiyatlarının çok altındaki bedellerden yapıldığı için bu azaltma sınırlı olmuştur. Tüm bunların ötesinde bu durum kaçakçılık faaliyetlerini artıran ana unsur olmuştur. 901 Karadeniz limanlarının önemini artıran, Anadolu da çıkarılan şap, gümüş ve bakır gibi madenlerin Karadeniz limanlarından Avrupa ya ihraç edilmesi idi. Özellikle şap madeninin Şebinkarahisar da çıkarılması ve en yakın liman olan Trabzon dan ihraç edilmesi Trabzon un ticari açıdan önemini büyük ölçüde artırmaktaydı. 902 Şap gibi gümüş madeni de Doğu Karadeniz bölgesinin iç kesimlerinden Gümüşhane yöresinden çıkmaktaydı. Buradan elde edilen gümüş yine Trabzon dan ihraç ediliyordu. 903 Gümüşhane yöresinde temin edilerek Trabzon limanından ihraç edilen bir diğer mamul de kurşun idi. 904 Trabzon limanında en önemli faaliyet Tebriz den Karadeniz e Trabzon üzerinden gelen ürünlerin sevkiyatı idi. Tüccarların İran ipeğini İstanbul a ulaştırırken Trabzon-İstanbul denizyolu yerine Erzurum-Tokat-Bursa yolunu tercih etmeye başlamaları sonrasında Bursa nın gelişerek ipek ticaretinin merkezi konumuna gelmesi gittikçe bu yolun daha fazla tercih edilmesine yol açmıştır. XVII. yüzyıldan itibaren ise Bursa nın yanına İzmir de eklenmiş, İzmir batılı ipek tüccarlarının uğrak şehri olmuştur. 897 Günday KAYAOĞLU vd. (hazırlayan) Fontainer Trabzon da (Fontainer in Seyahatnamesinden Parçalar), Bir Tutkudur Trabzon, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1997, ss USTA, Anabasis ten Atatürk e Seyahatnamelerde Trabzon, ss: 95, Trabzon'da ticaret üzerine doktora çalışması yapan Necmettin AYGÜN bu konuda yaptığı tesbitleri tezinde gnişçe mütalaa etmiştir. Ayrıntılı bilgi için bk. AYGÜN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Ticaret 900 Önemli miktarda tahılın düzenli olmayan vergiler yoluyla Osmanlı ordusuna aktığını hatırlayalım. Trabzon'da tahıl üretimi sınırlı olsa da şehrin ordunun ikmal merkezi konumu dikkate alındığında bu tahılın Trabzon a geldiğini taşımacılığı işini Trabzonlu gemicilerin yaptığını görüyoruz. 901 ALBAYRAK, Trabzon da İki Tarihi Mekân Çarşı Camii-Pazarkapı Camii ve Çevresi, s Münir ATALAR, XIII. ve XIV. Yüzyıllarda Karadeniz Ticaretinde Trabzon un Yeri ve Önemi Trabzon Tarihi İlmi Toplantısı,(6-8 Kasım 1998), haz. Kemal ÇİÇEK vd. 2. Baskı, Trabzon, 2000, s TURAN Karadeniz Ticaretinde Anadolu Şehirlerinin Yeri s Gümüşhane den kurşun nakli: T. Ş. S., 1844, 44, 1,

233 Karadeniz ticaretinin gerilemesinde bir diğer etken de Kazak akınlarıdır. Osmanlı deniz kuvvetlerinin yetersiz kaldığı bu akınlar Kanuni devrinin son yıllarında başlamış ve XVII. yüzyılın ilk yarısında iyice artmıştır. Bu dönemde Karadeniz sahillerindeki korsanlara Abazalarda eklendi. Onlar da Kazaklarla birlikte korsanlık ve yağma hareketlerine başlamıştı. Bu gelişmelerin olumsuz etkisini Gönye Sancakbeyi ve kıyı muhafızları 1062 yılında İstanbul a bildirmişti. Gelirlerdeki azalma nedeniyle kale onarılamamış, güvenlik zaafı ortaya çıkmıştı. Bu zaafın birçok köylüyü kaçıracak boyuta ulaştığını ifade eden Bey yardım istiyordu. Kendisine verilen cevap genel geçer bir cevaptı. Nitekim beş yıl sonra şikâyetini yenileyen Bey yine aynı belirsiz cevapla karşılaşmıştı. 905 Osmanlı devletinden Abazaların almaya en istekli oldukları mallar özellikle silahtı. Osmanlı devleti ise Abazaların silah alımını önlemek için onlara tuz satılmasına bile izin vermemek eğilimindeydi. Çünkü Abazalar Osmanlı devletine karşı ilan edilmemiş bir harp içinde olup, küçük ve süratli tekneleriyle Osmanlı köylerine saldırıyor ve özellikle kadın ve çocukları esir ediyorlardı. 906 Abazalardan alınan mallar arasında ise sıklıkla esir sayılmaktadır. Esir başına beşte bir oranında pençik vergisi alındığı için bu ticaretle ilgili kayıtlar tutulmuştur. Anadolu ya kuzeyden Rusya ve Kırım dan gelen mallar arasında kürk ve köle önemli yer tutuyordu. Genellikle Trabzon'dan kısmen de Samsun dan karaya çıkarılan köleler karayolu ile Sivas a getirilir, buradan çeşitli ülkelere pazarlanırdı. Bu ülkelerin başında Mısır gelmekteydi. 907 Osmanlı toplumunda köleler hayatın vazgeçilmez bir parçasıydı. Köleler sadece ev hizmetlerinde değil, askerî ve ekonomik alanlarda da çalıştırılmaktaydılar. Tarım alanlarında ve sanayide istihdam edilmeleri, zamanla çeşitli şartlar dâhilinde özgürlüklerine kavuşmaları ve İslâmiyet in kölelerin azat edilmesini teşvik etmesi gibi yaklaşımlar köle ticaretinin devamlılığında önemli etkenlerdi. 908 İncelenen dönemde Karadeniz ticareti tam olarak Osmanlı devletinin kontrolünde olduğundan Karadeniz köle ticareti de Osmanlı devletinin kontrolündeydi. Devlet kölelerin ülkeye girmesi sırasında pençik resmi denilen bir vergi de almakta olduğu için köle kayıtlarını hassasiyetle tutmuştur. Zira Kuruluş ve Yükseliş dönemlerinde en önemli köle kaynağı savaşlar iken savaşların kaybedilmeye başlaması ancak köle ihtiyacının sürmesi köle ticaret yollarının doğmasına neden olmuştur. Bu 905 B. O. A., Ş. D., 2, 30; B. O. A., M. D., 92, 12, FAROQHI, Osmanlıda Kentler ve Kentliler, s ATALAR, XIII. ve XIV. Yüzyıllarda Karadeniz Ticaretinde Trabzon un Yeri ve Önemi s ÇİZAKÇA, İslam Dünyasında ve Batıda İş Ortaklıkları Tarihi, s

234 yolların en önemlilerinden birisi de Trabzon'dan geçmektedir. Esir ticareti ile uğraşanlar yani esirciler Kırım ile Kefe ve Ona bağlı Azak, Kerç ve Taman köle pazarlarından aldıkları köleleri Sinop ve Trabzon limanlarından Osmanlı devletine getirmekteydiler. Ayrıca Trabzon Asya dan gelen malların Avrupa ya pazarlanmasında da önemli bir ihraç limanı idi. Tebriz den Anadolu ya gelen kervanların büyük kısmı Avrupa ya gidecek yüklerini Trabzon limanında boşaltırlardı. Özellikle İtalyan tüccarları Trabzon pazarlarından aldıkları Uzakdoğu ürünü ipeği ve baharatı Kırım a İstanbul a ve Avrupa ya götürüp satıyorlardı. İncelediğimiz dönem Karadeniz in bir Osmanlı iç denizi olduğu dönemdir. XVII. yy boyunca hatta XVIII. yüzyılın son çeyreğine kadar Karadeniz bu konumunu sürdürmüştür. Karadeniz in Osmanlı tebaasındaki tüccarların tekelinde olması Küçük Kaynarca (1774) anlaşmasıyla son buldu. Bu anlaşmasıyla Rusya Karadeniz e açıldı. Bu durum özellikle Rum kökenli Osmanlı tüccarının zenginleşmesini getirdi. Trabzon limanı ile ilgili araştırmalar göstermektedir ki limanın uluslararası ticarete açılması ticaret hacminde önemli artışa sebep olmuştur. 909 Bu bilgiler ışığında Trabzon limanının uluslararası ticarete açılmadan önce bölgesel bir liman olduğu, kapasitesi itibariyle kendi kendine yeten bir konum sergilediği anlaşılır. C) VERGİ SİSTEMİ Osmanlı İmparatorluğu nda vergiler, şer i ve örfi olmak üzere iki hukukî dayanağa göre belirlenmişti. Bunların belli başlıları şu şekilde sıralanabilir: Şer i vergilerin başında öşür vergisi gelmektedir. Ürün üzerinden alınan bu verginin oranı, mahsule, ürüne, bölgeye ve dönemine bağlı olarak 1/10 ile 5/10 arasında değişiklik göstermiştir. Diğer bir şer i vergi de cizyedir. Gayrimüslim reayadan baş vergisi olarak alınan bu vergi karşılığında, bu tebaanın korunması ve savaştan muafiyeti sağlanıyordu. Örfi vergilerin başında sipahiye ödenen vergiler (rüsum-ı raiyyet) geliyordu. Bunlar, toprağa ve haneye bağlı olarak alınan çift resmi, çift resmi karşılığı olmak üzere gayrimüslim reayadan alınan işpençe resmi, toprağını terk eden reayadan alınan çiftbozan resmi, reayanın toprağı olmayan evli oğlundan caba bennak resmi, yarım çiftten az toprak tasarruf eden oğlundan ekinlü bennak resmi, bekâr oğlundan mücerred resmi idi. Bunlardan başka tapusuz toprakları işleyen reayadan alınan dönüm resmi (resm-i zemin), sipahinin tımarı toprağına kışlamak için gelen reayadan alınan tütün resmi, koyundan alınan ağnam resmi, değirmen resmi, gerdek resmi, kaçak hayvanların bulunmasından alınan yave ve kaçgun resmi de diğer vergilerdendi. Başlangıçta savaş gibi olağanüstü durumlarda, daha sonraki dönemlerde ise her mali sıkıntıda başvurulan avarız vergisi, örfi vergilerin diğer bölümünü oluşturur. Bu vergi, mal, hizmet veya para olarak alınıyordu. Hane hesabına göre belirlenen verginin oranı, gerçek hane hesabına göre değil, zamana, yere ve ihtiyaca göre 3 ilâ 15 gerçek hane arası, bir avarız hanesi 909 BOSTAN Karadeniz in Dış Ticarete Kapalı Olduğu Dönemde Trabzon Limanı, s

235 olmak üzere hesaplanıyordu. Devlet için yapılan bazı hizmetler karşılığında bu vergiden muaf olunabiliyordu. 910 Bu muafiyet konuları ekseninde ortaya çıkan ihtilaflar hem Müslim hem Gayrimüslim bütün tebaanın devletle olan ilişkilerinde en önemli problem alanını oluşturmaktaydı. Özellikle şahsa değil mahalle halkının tamamına ait olan öşr-ü diyet gibi vergiler problem olmuştur. Bu noktada konuya Trabzon özelinde bakıldığında şehrin Rumları ile Ermenilerinin, Müslüman mahalleleri ile Gayrimüslim mahallelerinin karşı karşıya geldiği olmuştur. Osmanlı devletinde toplanan belli başlı vergiler ve bu konudaki en önemli sorun alanının tesbitinden sonra XVII. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon da toplanan vergileri ve bu vergilerin toplanmasına ortaya çıkan sorunları ve çözümü için gösterilen çabaları inceleyelim. 1) Şer i Vergiler İslâm hukukunda arazi hem kamu mülkiyetine hem de ferdi mülkiyete konu olabilmektedir. Hanefilere göre savaş söz konusu olmaksızın ahalisi Müslüman olan arazi üzerinde yaşayan tebaanın özel mülküdür. Devletin bu gibi mülk araziler üzerinde hiçbir tasarruf ve mülkiyet hakkı yoktur. Devlet bunlardan yalnızca öşür alabilir. Bu arazilere de arâzî-yi öşriyye denilir. Barış yoluyla (sulhan) elde edilen araziler, gayrimüslim ahaliye mülkleri olarak bırakılmakta ve İslâm devleti bu çeşit araziden sadece haraç alabilmektedir. Savaş yoluyla (anveten) elde edilen araziler ise devlet reisinin kamu yararına göre yaptığı tercihle gazilere taksim ve temlik edilebileceği gibi yerli gayr-i müslim ahalinin mülkü olmak üzere ellerinde de bırakılabilir. Öşür arazisi veya harâcî arazi statüsüne tabi olmayan bir üçüncü grup arazi daha vardır ki, bunlara Hanefiler beytülmâl arazisi, arz-ı taz îf, arâzî-i memleket vb. adlar vermişlerdir. Osmanlı padişahları şer -i şerîfin kendilerine tanıdığı tercih hakkını kullanarak Anadolu arazisini bu statüye tabi kılmışlardır. 911 Tımar sistemi bu arazi türünün vergilendirilmesinde uygulanan bir sistem olması noktasında tüm Anadolu toprakları için uygulanan bir asker temini ve vergi toplama sistemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çerçevede incelenen dönemin büyük kısmında Trabzon da da tımar sistemi uygulanmakta olup belgelere bakıldığında tımar konularında çok sayıda davanın sicile yansıdığı görülmektedir. Öşür ve haraçtan başka İslam hukuku kaynaklı bir diğer vergi çeşidi de cizyedir. Hukuki statü itibariyle gayrimüslimlerin Osmanlı devletinin tebaası olduğunu gösteren alametlerden biri olan cizye İslam hukukunun askerlik hizmetinden muaf olan gayrimüslimlere askerlik hizmeti karşılığında yüklediği bir bedeldir. 912 Şimdi belgeler 910 Halil İNALCIK, Osmanlılarda Raiyyet Rüsumu Osmanlı İmparatorluğu Toplum ve Ekonomi, Eren Yayıncılık, İstanbul, 2010, ss: 31-65; Neşet ÇAĞATAY, Osmanlı İmparatorluğunda Reayadan Alınan Vergi ve Resimler, AÜ. DTCFD., S. 5, 1947, ss: ; Yavuz ERCAN, Osmanlı İmparatorluğunda Gayr-i Müslimlerin Ödedikleri Vergiler ve Bu Vergilerin Doğurduğu Sosyal Sonuçlar, Belleten, C. 55, S. 213, 1991, ss: DÜZENLİ, Osmanlı Hukukçusu Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi ve Fetvaları, ss: KENANOĞLU, Osmanlı Millet Sistemi: Mit ve Gerçek, s

236 ışığında XVII. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon'da şer i vergiler ve onlarla ilgili problemleri ele alalım: a) Öşür: Toprak tasarrufunda malikâne-divani sisteminin yürürlükte olduğu Rum vilayetinde vergilendirme oranı genellikle 1/5 ti ve salâriye alınmamaktaydı. Öşür sebze, meyve gibi dayanıksız ürünlerden alınıyor olup, arı kovanları, değirmen vergileri, koyun vergileri ve evlilik vergileri nakit olarak tahsil ediliyordu. 913 b) Haraç: İslami vergiler olan zekât ve öşür Gayrimüslimlerin muaf oldukları vergilerdendir. Ancak bu vergilere karşılık hemen aynı oranlarda haraç vermekle yükümlüdürler. Anlaşılan haraç toprak vergilerinin yani çift resminin ya da resmi dönümün karşılığı idi. Harac-ı muvazzafa ve harac-ı mukasseme olmak üzere iki türü vardı. Harac-ı muvazzafa çift akçesi harac-ı mukasseme ise öşür karşılığıydı. Mesela toprak yılda iki defa ekilse harac-ı mukasseme iki kez alınırdı. Toprak ekilmediğinde ise alınmazdı. Haraçta da tıpkı cizye gibi fakir orta halli ve zengin ayrımı yapılmıştır. Ebussuûd Efendi ise ilgili fetvasında bu tesbiti rakamsal ölçülerle tanımlamıştır. İlgili fetva şöyledir: Zimmî taifesinin ganisinden haraç kırk sekiz dirhem gümüş, vasatü'l-hâlinden yirmi dört dirhem, fâkîrü'l-hâlinden on iki dirhem alına" deyû buyurulan yerde gani ve vasat ve fakirden murâd nedir? el-cevâb: İki yüz dirheme malik olmayan fakirdir, iki yüz dirhemden on bine varınca vasatü'l-haldir, on binden yukarısı faikdir. 914 c) İspençe: Müslüman olmayanlardan alınan bir baş vergisidir. Ancak bu vergiyi ödeyen mükelleflerin gayrimüslim olmasının ötesinde hangi özellikleri taşıdıkları konusunda kaynaklarda açık bir ifade yoktur. Bu verginin Müslümanlardan alınan çift resmine mukabil olduğunu söyleyenler olduğu gibi bennak resmine mukabil olduğunu söyleyenler de vardır. Bunun sebebi imparatorluğun her vilayetinde ayrı şekilde tatbik edilmiş olmasıdır. 915 Hatta bazı bölgelerde ispenç resminin cizye ile birlikte tek bir vergi olduğuna dair tespitler de mevcuttur. Mesela Bahaeddin Yediyıldız Ordu kazası için böyle bir tespitte bulunmuştur. 916 Konumuz özelinden meseleye bakıldığında XVII. yüzyılın ikinci yarısında 25 akçe olarak şehirdeki tüm gayrimüslimlerden toplanmaktadır. Bu noktada ispençenin cizyeden daha geniş kapsamlı olduğu, buluğ çağına ermiş şehirli-köylü, evli-bekâr, topraklı-topraksız her gayrimüslim erkekten alındığı tespit edilmiştir. Ancak bu verginin de istisnaları mevcuttur. Nitekim 1845 numaralı sicilde yer alan kayıtta Todori nam zimmi kimsesiz olduğunu ve maddi durumunun yetersiz olduğunu kayda geçirmişti. 917 Trabzon da fetihten itibaren Osmanlı döneminin her devrinde önemli bir gayrimüslim nüfus yaşadığı ve XVII. yüzyılın ikinci yarısında da nüfusun yaklaşık üçte biri gayrimüslim olduğundan şehirde toplanan ispençe önemli bir yekûn teşkil etmekteydi. Bu yekûn 913 İSLAMOĞLU, Osmanlı İmparatorluğu nda Devlet ve Köylü, s DÜZENLİ, Osmanlı Hukukçusu Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi ve Fetvaları, s. 39, ÜNAL, Osmanlı Devrinde Sinop, s Bahaeddin YEDİYILDIZ, Ordu Kazası Sosyal Tarihi ( ), Ankara, 1985, s T. Ş. S., 1845, 3, 1,

237 sancak beyinin has gelirlerinin en büyük kalemini oluşturmaktaydı. Şehrin gayrimüslimleri 14 mahallede 1084 hane bive ve mücerretleri ile birlikte 1253 neferdi ve alınan vergi 25 akçeden akçe tutuyordu. 918 d) Cizye 919 Tüm İslam devletlerinde olduğu gibi Osmanlı devletinde de Müslümanlara yüklendiği halde Gayrimüslimlerin muaf olduğu en önemli görev askerlikti. Bu muafiyetleri karşılığı askerlik yapabilecek durumda olan Gayrimüslimler cizye verirdi. Anlaşılacağı gibi bu vergi sadece güçlü, sıhhatli erkek Gayrimüslimler için geçerli olup bir başka değişle bedelli askerlik ücretidir. Zaten kimlerden alındığına bakıldığında bu nokta açıklıkla görülebilir ki en kısa ifadesiyle cizye askere gidebilecek olanlardan alınmaktadır. Dolayısı ile kadınlar, çocuklar, köleler, hasta olanlar ve din adamları bu vergiden muaftı. Gayrimüslimlerin askerlikten muafiyetleri bir mecburiyet değil bir haktı. İsterlerse Gayrimüslimler de askerlik yapabilirler ve askerlik yaptıkları sürece cizyeden muaf olurlardı. 920 Ancak bu durumun çok nadir karşımıza çıkması bize cizyenin ya da şimdi kullanılan anlamıyla bedelli askerliğin gayrimüslimlere çok daha cazip geldiğini göstermektedir. Bunun en önemli sebebi cizye bedellerinin çok yüksek olmayıp rahatça ödenebilir bir miktar olmasında aranmalıdır. Mesela evsat cizyenin 5 kuruş yani 600 akçe olduğu dikkate alındığında birkaç küçükbaş hayvan parası gibi olan bu miktarı ödemek askere gitmeye nazaran çok daha cazip gelmiş olmalıdır. Nitekim XVII. yüzyıl Trabzon u üzerinde yapılan araştırmalarda da askere alınan bir gayrimüslime tesadüf edilmemiştir. Cizyenin toplanma zamanı hicri yılbaşıdır. Muharrem ayında cizye muhasebesi kaleminde hazırlanıp toplanacak olanlara teslim edilerek mahalline gönderilen bohçalar mahallinde kadı huzurunda açılarak vergiler toplanmaktadır. Cizyenin toplanması ve hazineye gönderilmesi ile ilgili konularda genel olarak kadılar yetkilidir. Bununla birlikte cizye toplanmasında sipahiler de kullanılmıştır. Bunların yanında vergi toplamaya memur edilen yeniçeriler de bulunmaktadır. Nefs-i Trabzon zimmîlerinin 1060 senesine mahsûb olmak üzere, cizyelerini toplamaya Dergâh-ı muallâ yeniçerilerinden Osman tayin edilmiş ve 838 cizye hanenin her bir hanesinden 290 akçe ve kendi maişeti için de 40 akçe toplaması emredilmiştir. 921 Yine bir yıl sonra Trabzon Vilâyeti zimmîlerinin 1061 senesine mahsûb olmak üzere cizyelerini toplamaya, Dergâh-ı muallâ yeniçerileri 20. bölük çavuşlarından Osman Çavuş tayin edilmiştir. 922 Hatta bazen cizyeler bu işi iltizam eden gayrimüslimler tarafında da toplanmıştır. Önemli bir nokta da cizyenin gayrimüslimin kendi elinden alınacağı şayet önemli bir maksatla için başka yere gitmişse kimin tarafından ödeneceğinin deftere kaydedilmesi gerektiğidir. Bu hüküm cizyenin alerruüs olduğunun bir başka delilidir. 918 GÖKBİLGİN, Trabzon Şehri Padişah Hasları, s İslam hukukunda cizye iki kısma ayrılmaktadır. Birisi maktu cizye diğeri ale r-rüûs cizyedir. Maktu cizye yeni fethedilen yerden alınan sulhen tayin edilen cizyedir. Sulh ile fethedilen yer yağmadan muaf olduğu için yağma yerine ne şekilde ve ne miktarda kararlaştırılmış ise öyle alınır. İkinci kısım ise malum olan ale r-rüûs cizyedir ki herkesin mali gücü oranında alınan baş vergisidir. İncelenen dönem Trabzon'da geçerli cizye bu kısımdır. CİN-AKGÜNDÜZ, Türk Hukuk Tarihi, C. I, İstanbul, 1990, s ERYILMAZ, Osmanlı Devletinde Millet Sistemi, ss: T. Ş. S., 1831, 86, 1, T. Ş. S., 1831, 97, 1,

238 1691 yılına kadar maktu olarak toplanan cizyeden bu tarihte evrak usulüyle toplamaya geçilmiştir. Bu yeni usulde zimmiler ekonomik durumlarına göre tasnif edilmiştir. Bu tasnif ala, evsat ve edna şeklindedir. Bütün gayrimüslimlere eşkâllerini ve hangi tür cizye vereceklerini açıklayan cizye kâğıtları verilmiştir. Bu tarihte cizye ile ilgili en önemli değişiklerden biri de evrak usulü gelene kadar cizyeden muaf olan rahiplerin de bu usulün gelmesiyle cizye mükellefi olmalarıdır. Ancak cizyenin çocuklardan ve ihtiyarlardan alınmaması uygulaması devam etmiştir. Trabzon cizye evrakının adedi Gönye ile birlikte yaklaşık 3300 kadardır. 923 Cizyedarlara verilen beratlarda cizye vergisinin nasıl toplanacağına dair günümüz anlamında adeta yönetmelik diyebileceğimiz hükümler mevcuttur. Bu beratların muhtevası itibariyle üç gruba yönelik hükümleri içerdiğini görürüz. Bunlardan ilki vergiyi ödeyecek Gayrimüslim reayadır. İkincisi vergiyi toplayan cizyedarların uyması gereken kuralları ihtiva eder. Üçüncüsü cizye toplama işlemleriyle ilgili bölge ileri gelenlerinin yapması gerekenleri içerir. Mesela 1064 yılı için bu konuda yapılacakları açıklayan böyle bir hüküm 1834 numaralı şer'iye sicilinde mevcuttur. 924 Cizye beratları genel olarak cizye miktarının belirlenmesiyle başlar. Bu miktar fakirden 12, orta halliden 24 ve zenginden 48 gümüş olarak karşımıza çıkar. XVII. yüzyıl Trabzon u için her 100 cizye evrakından 20 şerinin edna ve ala 60 kadarının evsat olarak tesbit edildiğini görürüz. Evrak dağıtımında bir kişinin dahi evraksız kalmamasına dikkat edilmiştir. Yüzyılın sonlarında bu miktarlar 10 ar edna ve ala 80 evsat şeklinde değiştirilerek ala cizye kâğıdına 4, evsata 2 ednaya 1 eşrefi altın bedeli konulmuştur. Kuruş karşılığı 10, 5 ve 2,5 şeklinde olan bu miktarları cizyedarların 923 Kamil Kepeci tasnifindeki cizye hazine defterlerinde yıl yıl imparatorluğun şehirlerindeki cizye evrak sayıları ile her kaleme ayrı olmak üzere cizyedarların isimleri ve hazineye yaptıkları ödemeler kayıtlıdır. Bu defterlerin Trabzon şehrine ait bölümü ilgili tasnifin 1770 yılına kadar olan kısmı için 3541 numaradan başlamakta ve seri halinde 3632 numaraya kadar devam etmektedir. Kimi zaman defterlerde cizyedarlara verilen beratların suretleri de bulunmaktadır. 924 Hükmün transkripsiyonu şöyledir: Vilâyet-i Trabzon keferesinin bin altmış dört senesine mahsûb olmak üzre cizyeleri cem ve tahsîl olunmak lazim ve mühim olmağın dergâh-i mu âllâm yeriçerileri cemâ âtından otuzunci bölükde yevmî yigirmi dokuz akçe ulûfe mutasarrıf olan Hüseyin İdris zîde kadruhu ye deruhde olunub eline mühürlü nişânlu defter sûreti verilmeğin mûceb zamân-i hulûl eyledikde cem i tahsîl ittirilmek emr idub buyurdum ki hükm-i şerîfimle vardukda siz ki velayet-i nefsi Trabzon'da bin sekiz yüz otuz sekiz cizyehane olub târîh-i mezbûre mahsûb olmak üzre her bir hânesinde ikişer yüz doksan akçe mîrî ve cem itmek mübâşir-i mezbûrun cihet-i ma îşetiyçun kırkar akçe ki cem an üç yüz otuzar akçe hesabi üzre cem ve tahsîl itturdum bundan ziyâde bir akçe almağa ve aldurmayasın ve mîrî ekün alınan altuni yüz on sekiz ve kâmil guruşi yetmiş sekiz ve residi guruş altmış sekiz ve zultayı otuz sekiz guruş ve çeyrak ve rub inin danesin on dörder akçeye aldurub ziyâde ve noksana aldurmayasın ve akça alundukda hâlisu l-ayar akçe aldurub zinhâr zebûn ve kırık ve kızıl akçe aldurmayasın ammâ hîn-i tahsil temâm itmâm idub kesr-i defterde ve nakz-i cizyeden ve fermânımdan ziyâde akçe alınmağı taleb olunmakdan be gâyet ihtirâz eyleyesiz ve cizye-i mezbûr içun bin altmış iki şevvâlinin on dördüncü gününde Mehmed zîde kadruhu yedinde on iki bin akçe ber vech-i peşîn teslîm-i hazîne olmuşdur şöyle bileler alameti şerîfe i timâd kılalar sene fî'l- yevmu't- tâsi aşere şevvâli'l- mükerrem li sene isnani ve sittin ve elf. T. Ş. S., 1834, 12, 1,

239 sürekli altın olarak tahsil etmekteki ısrarları ve bu konudaki sıkıntılar üzerine devlet altın olarak hesaplanan cizyenin kuruş karşılığı olarak da ödenebileceğini belirlemişti 925 Gayrimüslimlerin cizye vergisini ödenmede yaşadığı sıkıntılara çözüm olarak devletin cizye ödemede taksitlendirmeye gittiği de olmuştur. Buna göre 4 taksitteki cizye ödemeleri Ramazan ın 15 i, Kurban Bayramı, Rebiyülevvelin 15 i ve Cemaziyülahırın 15 inde yapılacaktır. Ancak reayanın taksitlendirme imkânını kötüye kullanmaması da istenmiştir. Bu kötüye kullanma ve vergiden kaçma çabaları cizye beratlarında kimi zaman ayrıntıları ile anlatılmaktadır. Örnek verecek olursak kimi cizye yükümlülerinin kendi kasabasında ala veya evsat iken başka kasaba ve köylere gidip oranın cizyedarından daha düşük cizye kâğıdı alması karşımıza çıkan bir durumdur. Diğer bir usulsüzlük ise gayrimüslim ileri gelenlerinin cizyedardan evrakı toptan alarak halka gelir dağılımına dikkat etmeden verdikleri, cizye tahsilini kendileri yaptıkları ve bu işten para kazandıklarıdır. Bunlardan başka kimi zamanda bazı nüfuz sahibi Müslümanların topraklarında çalıştırdıkları Gayrimüslimleri saklayarak cizye malına zarar verdikleri ya da cizye yükümlüsü halkın köylerde gizlenme yoluna gittikleri olmaktaydı. Buna karşı önlem olarak Trabzon valisinin cizyedara gönderdiği buyruldu da ehl-i zimmetin cizye evrakını almadıkça başka kazaya gitmesine ruhsat verilmemesi istenmektedir. Bu usulsüzlükleri Divana şikâyet eden Trabzon cizyedarı İbrahim evraksız zimmilere kâğıt vermek istediğinde bazı kudretli zuema ve çorbacıların kar-u kesbe muktedir olanlara ihtiyardır veya cizyeye müstahak oğlanlara sabidir diyerek sahip çıkmakta ve kendisine gadrettiğini ifade etmektedir. Çıkan emirde nassen ve ictihaden varidat-ı şer iyeden olan cizye vergisinin toplanmasına kim engel olur ve bu konuda ehl-i zimmete sahip çıkarsa beldelerinden sürüleceği ve cizye vermeyenlerin ise cezalandırılacağı bildirilmiştir. 926 Ayrıca cizye ödemekten kaçınan zimminin hapsi gerektiği konusunda fetva verilmiştir. Yine ödememekte ısrar edenlerden zoralım yoluyla tahsilat yapıldığı da olmuştur. e) Tımar Sistemi: Osmanlı Padişahları İslâm fetihlerinin başlangıcında olduğu gibi, fethedilen toprakların bir kısmının mülkiyetini halka bırakırken; bir kısmının rakabesini hazine için alıkoymuş ve sadece tasarruf hakkını ahaliye tefviz etmiştir. Bu suretle mirî arazi rejimi ortaya çıkmıştır. Sadece tasarruf hakkı ahaliye tefviz edilen bu tür arazinin gelirleri, askeri hizmet karşılığı muayyen kimselere tevcih edilerek tımar sistemi vücuda gelmiştir. Bu sistem ile idare edilen topraklar fetihle elde edildikten sonra fetheden askerlere temlik edilmediği için öşriyye, yerli gayr-i Müslim halka temlik edilmediği için de harâciyye değildir. Bu araziler şehir içerisinde bulunup mülkiyeti bütünüyle devlete ait olup, sipahiler aracılığı ile idare edilmektedir. Reaya buraları kiralama usulü ile çalıştırır. Yıldan yıla çift akçesi verir. Bunları işletirken satış, rehin, vakıf, hibe ve vasiyet gibi hukukî işlemlerde bulunamaz, vefatı halinde veresesine miras olarak intikal etmez. Kendisinden sonra çocukları bu arazileri yine babaları gibi icare usulü ile çalıştırırlar. Bu arazileri kiralayanlar istedikleri takdirde kira akdini feshedebilirler. Kadılar bu gibi yerlerin teslim-tesellümünü, alım-satım hücceti şeklinde değil sipâhî izniyle fülândan şu mikdar akçe alub yerin tasarrufunu ana tefvîz edüb 925 T. Ş. S., 1882, 182, 1, 1; T. Ş. S., 1882, 182, 1, 2 naklen TOSUN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Cemaatlerarası İlişkiler, s B. O. A., K. K., nr. 3511, s Beratlar imparatorluğun tüm şehirlerine aynı olarak gönderildiği için bu ifadelere bire bir olarak Bursa sicillerinde de rastlamak mümkündür. 225

240 sipâhî dahi hakk-ı karârın tapuya verdi şeklinde hüccet vermeleri gerekir. Reaya birini kullanmağa ya hıfz etmeğe bir kimesneye verüb diledügi vaktin yine almağa kâdirdir. Sipahilerin bu arazilerden aldıkları harâc-ı arzdır. Bunda da gelenek önemlidir. Kadîmden her ne mikdar alını geldiyse sipâhînin hakk-ı şer'îsidir. Nısfa değin harâc vaz olunmak meşrûdur ) Örfi Vergiler Osmanlı İmparatorluğumda şer i vergilerden sonra en büyük gelir kaynağını bu vergiler oluşturuyordu. Kaynağını şeriattan değil padişah buyruğundan alan bu vergiler değişik vergi kalemlerinden oluşuyor ve daha çok savaş zamanlarında toplanıyordu. Ancak devletin paraya ihtiyacı arttıkça barış zamanlarında da bu vergiler kullanılmıştır. Örneğin bunlardan birisi sırf savaş ihtiyaçları için konulmuş bulunan "imdâd-ı seferiye" dir. Bu tarz olağanüstü hal vergilerinin genel adı avarız vergileridir. Avarız sözlükte sonradan meydana gelen asli ve sabit olanın zıddı manalarına gelmektedir. Osmanlı maliyesinde ise olağanüstü hallerde özellikle sefer zamanlarında halkın devlete mecbur olduğu mali yükümlülüklerdir. 928 Avarız vergisine reaya ile birlikte mal mülk tasarruf eden ulema ve askeri kesim ile seyyidler ve hane reisi olan dul kadınlar da dâhildi. Yine yaptıkları çeşitli hizmetlerle bir takım vergilerden muaf olan mahallelerin avarızdan muaf olmaması da olabiliyordu. Mesela derbentçilik yapan Boztepe Mahallesi bunlardan biri idi. Konuya temas eden bir belgede Hristos Mahallesi sakinleri Gorgor adlı zimmiden davacı olmuşlar ve bu kişinin mahallelerine ait vergileri vermeye yanaşmadığını söylemişlerdi. Gorgor ise cevabında kendisinin derbentçi olan Boztepe Mahallesi sakinlerinden olduğunu ve vergilerini, o mahalle ile birlikte erdiğini söylemiştir. 929 Burada Gorgor un cevabında Boztepe mahallesinin derbentçi olduğunu özellikle vurgulaması dikkati çekmektedir. Bu cevabı ile Gorgor her ne kadar bahse konu vergileri Boztepe ile birlikte vermiş olsa da derbentçi olan mahallesinin başka vergilerden muaf olması dolayısı ile kendisinin vermediği vergilerin de olabileceğini ancak bu gerekçe ile rahatsız edilememesi gerektiğini mi kastetmiştir çok açık anlaşılır değil ise de göz ardı edilmemesi gereken bir yaklaşım olmalıdır. Avarız vergilerinin toplanmasında gereken özenin gösterilmesi ve vergileri vermemek için inat edenler ile ilgili de çok sayıda hüküm verilmiştir. Örnekler incelndiğinde vergi vermemekte inad edenler ile ilgikli çok sayıda cezalandıröma hükmü tesbit edilebielceği gibi bu konuda çok ilginç örnekelere de bulunabilir. Böule bir örnekte 1075 Rebiyülevvelinde Kürtün kazası Boyun boğuli? köyü sakinlerinden Molla Mustafa ibn-i Şeyh Kasım, Ramazan ibn-i Hamza ve Şeyh Hüseyin karye-i mezbûre re ayasının her zaman üzerlerine edası lâzım gelen avarız ve sâir emr-i şerîfle vâkı olan tekâlifleri virmede inâd ve muhâlefet üzre olub ve vâlî-yi vilâyet tarafından gelen subaşlarına karşı koyduklarından şikayet etmişlerdi. Kendilerinin de bu kazada yaşadıklarından bahisle kazaya gelebilecek cezalandırmalardan kurtulmayı murat ediyor 927 CİN, Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, ss: PAKALIN, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. I, s. 112; Halil SAHİLLİOĞLU, Avarız D. İ. A., TDV. Yayınları, C. 4, İstanbul, T. Ş. S., 1832, 52, 1,

241 olmalıydılar çünkü kazâ mezbûr ahâlîsinden keyfiyet-i ahvallimizi suâl olunub takrîrleri tahrîr olunmak matlubumuzdur demişlerdi. Talepleri üzerine durumları Tirebolu kasabası câmi İmamı ve hatibi Hüseyin Efendi ve dizdarı Muslî Ağa ve serdarı Mürteza Ağa ve Karakaya Yalı köyünden Osman Fakiye ve Trabzon dan El-Hâcc Ahmed ve kasaba-i mezbûreden Tonbili Ali Beşe ve sair kazâ-i mezbûr ahâlîsinden sorulmuş şahitler fî'l- vâkı karye-i mezbûre şahısları eyu ademlerdur kat an re âyânın eyledukleri şekâvetlerde alakaları yokdur demişlerdi. Kadı bu durumda davacıların hüsnü hallerini kayda geçirmişti. 930 Nakdi avarız vergilerini toplamak üzere merkezden görevliler atanır, yerel yöneticiler de bunlara yardımcı olurdu. Ayni vergilerin toplanmasından ve bunların istenilen yerlere naklinden ise kadılar sorumlu idi. Avarız yükümlüsü reayaya bu vergiler maddi gücü nispetinde tarh edilirdi. Ancak bazen celali istilası, hastalık, kuraklık, sel ve benzeri hallerde bazı bölgeler kısmı veya birkaç yıl süreli vergi muafiyeti getirildiği de olurdu. Mesela 1064 yılında Zirâ at ve hirâset Bedel tahsîl olunamayacak kadar harâb olan karyeye dâir gönderilen hükümler 1834 numaralı sicile kaydedilmişti. 931 Trabzon eyaletinin merkez sancağında avarız vergilerinin durumunu tetkik için başlıca kaynaklar Maliyeden Müdevver Defterler (MAD) ile Kamil Kepeci Mevkûfat Defterleri tasnifinde yer alan muhtelif avarız defterleridir. Bunlar arasında 1092 tarihli mufassal avarız defteri özellikle mufassal olması sebebiyle dönemin araştırılması için önemlidir yılında yapılan sefere ait tutulan bir defterde de bu avarız sayımı kullanılmıştır. Burada dikkat çeken husus İmaret, Tekfurçayırı ve Faroz gibi şehrin eski, önemli ve kalabalık mahallelerinin avarız listesinde yer almamasıdır. Bunun sebebinin bu mahallelerin avarızdan muaf olması olduğu düşünülebilir. Bu suretle defterde yer alan muaflarla birlikte sadece 138 Müslüman varlığının hikmeti anlaşılabilir. 932 Avarız vergilerinden muafiyet konusunda Oktay ÖZEL örfi bir vergi olduğunu belirttiği avarızdan çeşitli gerekçelerle muaf tutulan insan ve gurupların sayısının fazla olduğunu, öte yandan bu sayının dönemden döneme de ciddi oranda değiştiğini ifade ederek ayrıntılı avarız defterlerindeki sayıların vergi nüfusunun ne kadarını temsil ettiğinin tesbitinin zor olduğunu bu tesbitin yapılması için her bir deftere kaynaklık eden sayımların ayrı ayrı incelenmesi gerektiğini belirtmektedir. 933 Trabzon özelinde avarızdan muaf olan mahallelere dair izahat BOA KK nr ahkâm defterinin 56. Sayfasında yer alan 13 Safer 1137 tarihli kayıttan izlenebilmektedir. Buna göre Hatuniye ve imareti ile Kavakmeydanı, Ayasofya, 930 T. Ş. S., 1842, 16, 2, T. Ş. S., 1834, 3, 1, 1; T. Ş. S., 1834, 3, 2, TDV nin yayınladığı İslam Ansiklopedisinin Trabzon maddesinde Feridun Emecen ve Heath Lowry 1092 defterinin sadece 17 mahalle adı verildiğinden dolayı verdiği rakamların gerçeğin çok altında olduğunu esasen elimizdeki defter parçasının eksik olabileceğini söylemektedirler. LOWRY-EMECEN, Trabzon D. İ. A., C. 41, İstanbul, 2012, s Oktay ÖZEL Osmanlı Demografi Tarihi Açısından Avarız ve Cizye Defterleri, Osmanlı Devletinde Bilgi ve İstatistik, ed. H. İNALCIK-Ş. PAMUK, Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü, 2001, ss:

242 Tekfurçayırı ve Faroz 934 mahalleleri Hatuniye vakfına ait olup halkı avarız vergilerinden muaftır. Böylece bu mahallerin avarız tahririnde kayıt altına alınmama nedeni anlaşılır. Hristiyanlar arasında Rumlar dışında avarız vergisine dâhil olan bir grup bulunmamaktadır. Hâlbuki şehirde Ermeniler de yaşamaktadır. Bunun sebebinin Ermenilerin avarız vergisine dâhil olacak kadar emlake sahip olmamaları olmalıdır. Zira Ermeniler cizye defterlerinde vardır ve avarız emlak ve gelir üzerinden hesaplanan bir vergidir. Gerçekten mesela Hristos mahallesinin 24 olan avarız yükümlüsü cizye defterinde 28 e yükselmektedir. Aslında bu durum normaldir. Çünkü cizye belirli yaş aralığındaki tüm gayrimüslim erkeklerden alınırken avarız ekonomik potansiyele göre toplanmaktadır. 935 Aynı şekilde Ayavasil, Kemerkaya ve Çömlekçi mahallelerinde de bu farklılık karşımıza çıkmaktadır. 936 Trabzon ili örneğinde toplanan avarız vergilerine bakıldığında bu vergi grubunun avarız akçesi nüzül bedel-i nüzül sürsat bedel-i sürsat ve iştira gibi ayni ve nakdi yükümlülükler olduğu anlaşılır. Ayni ve nakdi yükümlülükler içinde sayılan sürsat, bedel-i sürsat ve iştira kısmi vergilerdir. Zira bu sürsat ve iştiraya konu olan maddelerin bedelleri devletin verdiği rayiç üzerinden mükelleflere ödenmektedir. 937 Ancak tahrirlerdeki resmi değerler ile piyasa değerlerinin ilişkisi sınırlıdır. Resmi değerler idari politikaya bağlı iken, politika piyasa değerimi oluşturan etkenlerden sadece birisi olduğundan piyasa değerleri resmi değerlerden yüksektir. 938 a) Avarız Akçesi Vergisi: Avarız akçesi memleket nüfusuna para olarak taksim edilerek tahsil edilen bir avarız vergisidir. Avarız akçesi başlangıçta genellikle savaş zamanı olmak üzere sadece olağanüstü hallerde mal ve hizmet olarak toplanırken daha sonra para şekline çevrilerek devamlılık arz etmeye başlamış XVI. yüzyıl boyunca gerçek hane başına tahsil edilmiş ve 20 ila 160 akçe arasında toplanmıştır. Toplanan miktarın tedricen yükseltildiği görülmektedir. XVII. yüzyıldan itibaren avarız hanesi başına toplanmaya başlamış ve 300 akçe ile 700 akçe arasında değişim göstermiştir. XVII. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon da avarız hanesi başına 400 akçe olarak toplanmıştır. Mesela 1090 senesinde Trabzon'daki kadılara gönderilen emirde şehirde 574,5 avarız hanesi olup her avarız hanesinden 400 akçe avarız vergisi ile 55 akçe daha aldırılması bundan hariç kimseden her ne ad altında olursa olsun akçe talep edilmemesi istenmekteydi. 939 Yine 1851 numaralı sicilde yer alan Zimemi nâsda olan akçelerin mîrî için tahsiline dâir sûret-i hatt-i hümâyûn da evâmir-i şerîflerim mûcebince şer le tahsîl ve kabz itdurmeği sa y ve ihtimâm eyleyesin ammâ tam -i ham sebebi ile 934 Faroz avarız dışındaki örfi vergilerden muaf değildir. Bunu mahalle sakinlerinin Divana yaptığı bir şikâyetten anlıyoruz 17 Rebiyülahir 1153 tarihinde mahallenin ileri gelenleri Divana başvurmuş, tekâlif-i örfiyye ve şakkadan mahallelerine isabet eden kısmı ödemelerine rağmen şehrin diğer mahalle ahalileri kendi mahallelerine düşen kısmı azaltmak için onlara müdahale ettiğini belirmişler ve bunun engellenmesi için emir çıkartmayı başarmışlardır. B. O. A., MAD., nr. 7608, s Şehrin asıl yerlileri Rumlardır. Bu sebeple Rumların mali durumunun daha iyi olduğu düşünülebilir. Ermeniler ise fetihten sonra gelmişlerdir muhtemelen de bulundukları yerlerin (Sivas gibi) fakirleridir. 936 TOSUN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Cemaatlerarası İlişkiler, ss: Ali AÇIKEL, Trabzon Sancağı Avarız Vergileri ( ) Uluslararası Giresun ve Doğu Karadeniz Sosyal Bilimler Sempozyumu, 9-11 Ekim 2008, C. 1, Giresun Belediyesi Yayınları, Ankara, 2009, ss: Mesela 1584 Karaman tahrir defterinde buğdayın bir kilesine 7 akçe değer biçilirken piyasa fiyatını yansıtan aynı tarihli mülk defteri aynı miktar buğdaya 20 akçe değer biçmektedir. İSLAMOĞLU, Osmanlı İmparatorluğu nda Devlet ve Köylü, T. Ş. S., 1851, 5, 1,

243 ahz ve celb için bir ferde zülm ve teaddi ve hilâf-i şer i şerîf akçe alınmakdan ziyâde ihtirâz eyleyesin sonra sen ki musamâhanızdan bilinub mes'ûl ve mu âteb olmak mukarrerdur ana göre takayyud idub emr-i şerîfim mazmûni münîfi ile âmel elyelesin şöyle bilesin alâmet-i şeirf i timâd kılasın denilmektedir. 940 b) Nüzül Vergisi: Nüzülün kelime manası bir yere inme, konma demektir. Askeri-mali terim olarak da bir askeri kıtanın beslenmesi için belirli miktardaki zahirenin temini ile konak denilen menzillerde hazır edilmesini ifade eder. Olağanüstü hallerde halktan toplanan avarız yükümlülüklerinin avarız akçesi adı ile nakde dönüştürülmesinden sonra da ordunun sefer ihtiyaçları için un ve arpa başta olmak üzere temel tüketim maddelerine ihtiyaç duyulmaktaydı. Bunların da yine halka ek vergiler konularak temin edilmesinden başka bir çıkar yol olmadığına göre nüzül vergisi ihdas edildi. Nüzülün toplanmasından ve ordu için ihtiyaç olduğu belirtilen yere nakledilmesinden kadı sorumlu idi. Kadı avarız hanesine dâhil kimseleri ala, evsat ve edna diye gelirlerine göre gruplara ayırır, her gurubun ne kadar vergi ödeyeceğini ilan eder, bu vergiyi toplar, yine halktan araba temin eder ve aynî vergiyi istenen yere naklederdi. Genel olarak bu verginin 2/3 veya 4/5 i buğday, kalan 1/3 veya 1/5 i ise arpa olarak ödeniyordu arasında Trabzon halkının nüzül vergisi olarak ne kadar un ve arpa temin ettiğine dair bir kayıt bulanamamıştır. Buradan çıkarılan sonuç bu dönemde Trabzon sancağı kazalarının nüzül vergilerini bedel olarak ödemiş olduğudur. Nitekim bu konuda Trabzon sicillerinde belge bulmak mümkündür. Mesela 1850 numaralı sicilde 1088 yılına ait nüzûlhane bedellerinin tahsili emredilmektedir. 941 c) Bedel-i Nüzül: Nüzül vergisi her ne kadar ordunun un ve arpa gibi temel tüketim maddeleri ihtiyacı olup aynen ödenmesi gerekli ise de imparatorluğun her bölgesi savaş alanlarına aynı yakınlıkta değildi. Nüzülün ödeyenler tarafından savaş güzergâhında ordu için ihtiyaç olan yere mükellefler tarafından nakledilmesi mecburiyeti de nazara alınırsa her bölgenin vergisini aynen ödemesi mümkün değildi. Dolaysıyla uygulamada nüzül savaş bölgesine yakın yerlerdeki ahali için ayni diğer ahali için nakdi olarak uygulanıyor, savaş bölgesi dışında olanlar bedel-i nüzül vergisi ödüyordu yılına ait avarız ve bedel-i nüzül defterine göre Trabzon livasındaki 532,5 avarız hanesinin bedel-i nüzülü 2904,5 kuruş, 1 kuruş 110 akçe hesabından ise akçedir. 942 Lütfi GÜÇER in tespitlerine göre aynı yıl içinde reayaya hem avarız hem de nüzül akçesi birlikte yüklenmemiştir. Bu vergiler ihtiyaca göre bazen biri bazen diğeri şeklinde toplanmıştır. 943 Diğer taraftan nüzül ve bedel-i nüzülün ordu iaşesinin kolay olduğu zamanlarda güvenlikle ilgili diğer hizmetlere kaydırıldığı da olmuştur. Mesela 1757 senesi Trabzon sancağına tabi Kürtün kazası bedel-i nüzülü Kürtün Kalesi muhafızlarına tahsis edilmişti. d) Sürsat Vergisi: Osmanlı mali terimi olarak sürsat hareket halindeki orduların iaşesinin bir bölümünü sağlamak üzere güzergâh üzerindeki belli noktalarda o civarda 940 T. Ş. S., 1851, 12, 1, T. Ş. S., 1850, 60, 1, AÇIKEL, Trabzon Sancağı Avarız Vergileri ( ), s Lütfi GÜÇER, XVI. ve XVII yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğunda Hububat Meselesi ve Hububattan Alınan Vergiler, İstanbul Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, 1964, s

244 oturan halkın un, ekmek, arpa, koyun, odun, yağ, bal, saman gibi maddeleri devletçe tesbit edilmiş fiyatlar ürerinden devlete satmak üzere yeterli miktarda bulundurması yükümlülüğüdür. Sürsatın taksiminde avarız akçesi ve nüzülün aksine avarız haneleri değil sürsata tabi kazanın tüm haneleri hesaba katılmaktaydı. Bu yüzden avarız hanesi tespitinde dikkate alınan ferdi veya toplu muafiyetler sürsat hanesi tespitinde dikkate alınmamaktaydı. Yani avarızdan muaf evkaf reayası veya madenci, menzilci gibi gruplar da sürsata dâhildi. Savaş hazırlığı sırasında her kazanın ne kadar malzemeyi nereye sevk edeceğine dair emirler kadılara gönderilir, kadı ordu belirlenen yere ulaşmadan bu malzemeyi istenen yere naklederdi. Nakil masrafları nüzülde olduğu gibi sürsatta da kaza halkına yüklenmişti. Kaza halkı adına kadı belirlenen erzakı belirtilen yere taşıtır, ordu görevlilerine teslim edip bedeli orada tahsil ederdi. Kadı bu işi tabii ki naibine de yaptırabilirdi. Bu bedel için sürsat akçesi terimi kullanılır ve bu sürsat akçeleri uzun zaman aynı kalırdı. Sürsat vergisi için bu genel kurallar Trabzon sancağı için de geçerli olmuştur ancak yine Trabzon halkının incelenen dönemde sürsat olarak ne miktar malzemeyi nereye naklettiğine dair bir belge bulunamamıştır. Buradan anlaşılan Trabzon halkının nüzül gibi sürsatı da bedel olarak ödediğidir. 944 e) Bedel-i sürsat: Sürsatın ülke çapında taksimi sırasında ordu ihtiyaçları karşılandıktan sonra kalan miktar nakde çevriliyor ve özellikle ordu menziline uzak yerlerdeki halktan bedel-i sürsat ödemesi isteniyordu. Trabzon sancağı sürsat yükümlülüğünü bedel olarak ödemiştir. Ayni vergi olan sürsat ve onun bedele çevrilmesiyle ortaya çıkan bedel-i sürsat ordu iaşesinin büyük mesele olmadığı yıllarda başka askeri mükellefiyetlere de dönüştürülebilmekteydi. Avarız akçesi dönemde avarız hanesi başına 400 akçe bedel-i nüzül ise 600 akçe olarak tesbit edilmiştir. Her iki vergi birlikte toplanmazken kısmi vergi sayılan sürsat ile nüzülün aynı yılda birlikle toplandığı olmuştur. 945 Şehrin sefer zamanındaki ihtiyaçları için olduğu gibi beylerbeyinin sair ihtiyaçları için de önceden tesbit edilmemiş çeşitli yükümlülükler olabilmekteydi. Mesela şehre gelen beye ikamet tahsisi ya da konaklayan askerinin konak masraflarının karşılanması bu kabildendi. Bu yükümlülükler de genelde mahallelik esasına göre toplanmaktaydı. Ancak vergi toplanma işinde dini ayrım yapıldığı da olmuştur. Bu durumda vergi tarhı itibariyle iki hisse Müslümanlara bir hisse Gayrimüslimlere isabet etmekteydi ki bu nüfus dağılımı ile doğru orantılıdır. Bu gibi dini ayrıma göre vergi tarhı çıkarıldığı kimi zaman Gayrimüslim taifesinin vergi toplaması için bir dindaşını vekil tayin ettiği hatta bazen de onunla ihtilafa düştüğü de olmaktaydı. 946 Avarız gibi olağanüstü durumlarda tarh edilen vergilerden başka da örfi vergiler mevcuttur. Her şeyden önce cizye haricinde şahsa bağlı vergilerin hemen tamamı örfi vergilerdendir. Bunların en bilinen ve yaygın olanları çift resmi ile bennak resmidir. Osmanlı imparatorluğunda çift denilen muayyen büyüklükteki araziyi tasarruf eden reayanın ödediği resme çift resmi denilir. Osmanlı idaresi arazinin verimlilik 944 AÇIKEL, Trabzon Sancağı Avarız Vergileri ( ), ss: Trabzon ilinden Avâriz bedellerinin cem ine dâir belge örneği T. Ş. S., 1850, 60, 2, TOSUN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Cemaatlerarası İlişkiler, s

245 durumuna göre 60 ila 150 dönüm arasındaki araziyi bir çift kabul etmektedir. 947 Bennak ise çiftliği olmayan evli ve Müslüman erkeğe verilen isimdir. Bennaklar nim-çiftten az yeri ekip biçebilir verdikleri vergi de bennak resmi olarak adlandırılır. 948 f) Trabzon Gümrüğü: Elimizde mevcut Trabzon iskele gümrüğüne ait muhasebe bilançolarından XVII. ve XVIII. yüzyıllarda Trabzon gümrüğünün hem gelirlerini hem de bu gelirlerin nerelere harcandığını öğrenmekteyiz. Buna göre Trabzon iskele gümrüğü de diğer pek çok gelir kalemi gibi mukataa usulü ile işletilmektedir. Mukataa emini askeri sınıfa mensuptur ve yeniçeri zümresindendir. Yani mukataa üzerinde devlet koruyucu ve kollayıcı konumdadır. Mukataa üzerinde devletin koruyucu ve kollayıcı oluşunun sebebini liman gelirlerinin sarf edildiği yerlere bakınca anlamaktayız. Mesela 1036 tarihli iskele gümrük defterine bakıldığında bütçenin en önemli kısmının masrafların nerelere harcandığını izah eden giderler bölümü olduğunu anlaşılır. Giderlerin mevacib kısmında ise ilk dikkati çeken Trabzon kalesini korumakla görevli beşlüyan cemaatinin iskele gümrüğünden maaş aldıklarıdır. Bu cemaat 20 şer kişilik beş cemaatten oluşmakta olup sayıları 100 kişidir. Her birinin günde 5 akçe yevmiye aldıklarına nazaran günlük 500 akçe masrafları vardır. Bunlardan başka yine kalede görevli iki Ebna-i Sipâhiyan a, beş topçuya ve Gönye Kalesi yeniçerilerine de Trabzon iskele gümrüğünden ödeme yapılmaktadır. Ayrıca Trabzon kalesindeki yeniçerilerin et ve zahire masrafları, beşlüyan cemaatinin barut, fitil, kurşun gibi mühimmat masrafları ile kalenin tamir giderleri, de iskele gümrüğünün gelirinden karşılanmaktaydı. Limanın gümrük gelirlerinden maaş alan bir diğer gurup da din görevlileri idi. Bunlar cami ve mescitlerin imam ve müezzinleri, enam-ı şerif okuyanlar ve duâgûyan sınıfı idi ) Trabzon'da Vergi Davaları Çalışmanın temel belge kaynağı şer'iye sicilleri olduğundan incelenen belgelerin daha çok sorunlar etrafında şekillenmesi tabii bir durumdur. Bu sebeple vergi konusundaki ihtilaflara bakılarak vergi toplamanın her zaman çok büyük bir sorun kaynağı olduğu iddia edilemezse de sorunların büyük bir kısmının mali konular, mali konular içinde de vergi tarhı ile ilgili davalar olduğu sonucu çıkarılabilir. Bu konuda belgelerin içeriğine bakıldığında usulsüz vergi tahsiline karşı sıkı tembihat yapılmakta ve gönderilen emirlerde sıklıkla reayanın haksızlıkla rencide edilmemesi istenmektedir. 4 Safer 1086 tarihli böyle bir emirde Caize akçesinden dolayı reayaya taarruz edilmemesi konusunda tembihat yapılmıştı. Bahse konu olayda Bodur Derviş Beşe ibn-i Mehmed Hatuniye evkafına tâbi Sürmene karyesinde sakinlerinden Küçük Sergis veledi Mîr Dervîş ve Kareko veledi Setvan ve Vanis veledi Kirkor ve karye-i Suğla(?) sakinlerinden Aratin veledi Veştevan ve Şehridan veledi Vertavaron ve Martoruz ve Simol ve Yomra karyesi sakinlerinden Markara veledi Serkis ve Arakil veledi Kirkol nâm zimmiler ve Hano Avanos ve Taranca ve Mursin ve Musenkıne ve Savirka isimli köylerin ahalisini dava etmişti. Derviş Beşe davasında bundan akdem Mûsâ Paşâ'nın 947 İNALCIK, Osmanlılarda Raiyyet Rüsumu, ss: BARKAN, XV. ve XVI. asırlarda Osmanlı İmparatorluğunda Zirai Ekonominin Mali ve Hukuki Esasları Kanunlar, s B. O. A., D., BŞM., TZG., nr

246 mütesellimi Ali Ağa merkûm karyeleri re âyâlarından çâyır akçesi iki yüz aded guruş taleb eyledi ben dahi Ali Ağa'ya çayır akçesi iki yüz aded esedi guruş virdum diyerek davacı olduğu reayanın kendisine iki yüz kuruş ödemesini istemekteydi. Ancak davasını ispat edemeyen Derviş Beşe reayayı rencide etmekten men edilmişti. 950 Bu konu o kadar klasikleşmiştir ki herhangi bir konuda tekâlif tahsilini emreden bir emirde toplanması gereken vergilerin toplanmasını ancak kimsenin haksız yere rencide edilmemesini istemek gelenek olmuştu. Cizye toplayanların da çeşitli su-i istimalleri kayıtlara yansımaktaydı. Reayadan haksız yere fazla cizye toplaması konusunda sıkı tembihat yapılmış buna uymayanlar cezalandırılmıştır. Trabzon kazası ehl-i zimmet taifesinin şikâyetine göre ödemeleri gereken cizyeyi ödedikleri halde cizyedarın mahalle ve köylere toptan kâğıt bırakıp, çeşitli miktarlarda kuruşlarını aldıktan sonra teftiş adı altında 2, 3, 5 kuruş daha topladığını ve bunu da geçen seneki cizyedar böyle yapmış ben dahi böyle yaparım diye savunduğu görülmekteydi. Bu şikâyete cevaben de reayaya maktu gibi toptan evrak dağıtmamak ve cizye parasından başka para toplamamak üzere Trabzon kadısına emir yazılmıştı. Bundan başka kâğıt dağıtımında İstanbul da oldukları için evrak alamayan ehl-i sanai ve tüccarların evlerine musallat olan cizyedarın kadınlarımıza ve şer an cizye gerekmeyen çocuklarımıza evrak verip cizye parası aldıklarından şikâyet edilmiştir. Ayrıca cizyedarın mahalle mahalle gezip kırk- elli kuruş tahsil ettiği ifade edilmektedir. Bu şikâyetlere karşın da Trabzon zimmilerinin bu konularda rencide edilmemelerine dair Trabzon kadısı ve mütesellimine ferman gönderilmişti. 951 Fakat her zaman reayadan vermesi gereken vergiden fazlasını talep edenler resmi görevliler değildi. Reayanın da kendi üzerine borç olan bir kısım vergilerde yükümlülüklerini hafifletmek için başkalarını sorumluluğa ortak etme çabalarına da rastlanabiliyordu. Böyle bir olayda Semerci taifesinden Murad Beşe ve Ermeni Sefer Maçka kazası sakinlerinden Todori, Yanol, Ali Beşe ve Mustafa Beşe yi dava etmişlerdi. Davacılar davalıların kendi yamakları olduklarını ve kendileri ile birlikte ordu ve Pazar akçesi vermeleri, gerektiğini iddia ediyorlardı. Buna mukabil davalılar cevaplarında dükkânlarının olmadığını belirtmişler bizlerden ordû Pazar harcı lazim gelmez ve kendimizde fetvâ-yi şerîfemiz vardur demişlerdi. Ellerindeki fetvaya bakan kadı Murad Beşe ve Sefer i muarazadan men etmişti. 952 Benzer bir olayda da Zibinluk Mahallesi sâkinlerinden Yordan veledi Karakol Maçka kazasından Simon veledi Duka dan cizye vermeye yanaşmadığı iddiasıyla davacı olmuştu. Duka cevabında ben anların mahallesi defterinde mukayyed ve mestûr değilim diyerek kendini savundu. Simon veledi Duka nın oğlu Mehmed Çelebi mahallenin cizye defterini getirerek babasının ve dedesinin isimlerinin Yordan veledi Karakol un mahallesinde olmadığını ispat edince davacı muarazadan men edilmiş ve mezkûr Simon kadîmden kimin ile baş harçları vire geldi ise anın ile virmek üzre tenbîh olunmuştu. 953 Ancak her zaman zimmiler birbirlerinden ayrı değil kimi zaman da birlikte cizye vermek talebinde bulunabiliyorlardı T. Ş. S., 1848, 34, 2, T. Ş. S., 1851, 5, 1, T. Ş. S., 1832, 7, 2, T. Ş. S., 1832, 3, 1, T. Ş. S., 1832, 11, 1,

247 Vergi konusunda karşı karşıya kalınan problemlerden biri de mahalleye sonradan göç edenlerin durumu idi. Bu konudaki şikâyetlerin rikab-ı hümayuna kadar ulaştığı da olmaktaydı. Göçle gelen reayanın vergilendirilmesi meselesine uzun yıllar çözüm bulunamamıştır. Mesela Trabzonlu Hıristiyanlar mahkemeye gelip şehrin etrafındaki köylerden ve Gümüşhane den göçle gelen dindaşlarının şehre yerleşip mal mülk sahibi olduklarını belirterek bunların artık göçmen statüsünden çıkarılarak şehrin asli unsuru sayılıp kendileri gibi tekâlif ve avarız vergilerine muhatap olmalarını talep edeceklerdi. Tabii bu vergiler topluca tahsil edildiğinden taşralı Hristiyanlar dâhil olsa kendilerinin oranı düşecekti. Taşralı Hıristiyanlar ise Trabzonlu olmadıklarını ileri sürerek vergilerini bağlı oldukları yerde ödedikleri için tekrar Trabzon da vergi vermeyi ret edeceklerdi. Mesele yeni göçmenleri şehirde vergi kapsamına girecek mal ve emlaki var ise vergi ödemeleri şeklinde çözüldü. 955 Avarız vergisi toplanması meselesinde problemlerin biri de kimi zaman yerel idarecilerin bu vergileri artırma girişimleriydi. Mesela 121 numaralı Mühimme Defterinde konu ile ilgili olarak Trabzon da sakin ehl-i zimmet reaya taifesi üzerlerine edası lazım gelen avarız ve sair emr-i şerifimle vaki tekâliflerin kanun ve defter mûcebince verip kusurları yoğiken cemine memur olan (?) nam kimesne Trabzon ayanından bazı kimesneler ile yek-dil ve yek-cihet ve hilaf-ı emr-u defter beher hane başına altışar ve yedişer guruş ziyade taleb ve külli akçelerin alıp cevr ve eziyetden hali olmadığın bildirip men ve def olunmak babında emr-i şerifim icra eyledikleri ecilden hilaf-ı emr defter te addi etdirilmemek için yazılmışdır. kaydı okunmaktadır. 956 Bu buyrukların zaman zaman tekrar etmesi bize bu sıkıntının hemen her dönem devam ettiğini düşündürmektedir. Bazen de bu durumun aksine Trabzon halkının ödemesi gereken verginin halkın zimmetinde kaldığı da oluyordu. Mesela 1115 senesi avarız ve bedel-i nuzül vergisi Trabzon için toplam 4556 guruş iken bunun 2896 guruşu halkın zimmetinde kalmıştı. Bunun tahsili için her avarız hanesinden 400, bedel-i nüzul olarak da 600 akçe toplanması talep edilmekteydi. 957 Siciller incelendiğinde vergi konusunda çok ilginç kayıtlara da rastlanmaktadır. Mesela Boztepe ye yerleşen Gayrimüslimlerin mahallenin avarız muafiyetinden yararlanmaları için mahalledeki Müslüman ahalinin yeni gelen zimmilere bu konuda yardım etmeleri ilginçtir. Burada dönemin Trabzon Kadı sının merkezdeki evraklara hâkim olmadığını ya da kendine bu evrakta cevabı olan meseleyi yine de bilmez görünerek merkeze yazdığı görülmektedir. Zira mahallenin Müslüman ahalisi Trabzon Kadısı İbrahim efendiye gelerek mahalleye yerleşen Penayot, Vasil, Paskal, Karakin, Yani, Tayak, Lefter, Pavla isimli zimmilerin Hristos mahallesindeki dindaşları tarafından bizimle maan verin deyu rencide edildiklerinden bahisle derbent olan mahallelerine gelip yerleştikleri için avarızdan muaf olmalarını talep etmişler İbrahim Efendi de bu konuyu arz etmiştir. İbrahim Efendi konuyu merkeze arz etmekte bir sakınca görmemiştir. Hâlbuki merkez bürokrasi mutad uygulamasıyla avarız defterine bakmış ve Boztepe nin defterde on nefer Müslüman nısf hane on iki nefer askeri ve bir nefer de imam yazıldığını zimmiyan olmadığını belirterek cevap vermiştir. Bahsi geçen 955 B. O. A., MAD., nr. 8507, s B. O. A., A. DVN., MHM., nr. 121, hk T. Ş. S., 1870, 11, 1, 2 naklen TOSUN, XVIII. Yüzyılda Trabzon da Cemaatlerarası İlişkiler, s

248 rakamlar avarız tahririndeki verilerle örtüşür. Zaten sicillerde Boztepe yoktur. Ancak bu bilgiden Kadı nın haberdar olmaması ilginçtir. Pek de mümkün görülmemektedir. Yine de bu talebi arz etmiştir. Ancak merkezde beklendiği gibi kabul görmemiştir. 958 Gümüşhane bölgesinde özellikle madencilik faaliyetlerinde bulunan reayaya vergi salınması yoluyla müdahale edilmemesi konusunda da çokça belge vardır. Yine bu reayanın da yerini bırakıp başka yere gitmeleri kesinlikle yasaklanmıştır. Hatta emirde kim nereye gitmişse bulunup geri gönderilmesi istenmektedir. Mesela bunlardan bir tanesinde Gümüşhane reayasının bir takrib ile ahar diyara tavattun etmeleriyle miri madenlerin tatiline bâis oldukları vurgulanıyordu. 959 Bir diğer husus da Trabzon a sefer zamanlarında dışarıdan sevk edilen zahire ve cephanenin muhafazasında karşılaşılan problemlerdi. Şehre gelen mühimmatın Müslümanlar gibi gayrimüslimlerin evlerinde muhafaza edildiği de vaki idi. Bundan başka sefer zamanında gayrimüslimlerin sefer hizmetlerinde görevli olduğu da oluyordu. Tımar sistemi ile ilgili meseleler de Trabzon'da sicillere yansımış merkezden iletilen şikâyetlerde başı çekmiştir. Trabzon şer'iye sicilleri ile ilgili yapılan kısa bir okumada bu yoğunluk kolaylıkla tesbit edilebilecektir. Mesela H /M tarihleri arasındaki 1831 numaralı sicilde kayıtlı 1366 belgeden 105 tanesi, H.1062/ M tarihli 1832 numaralı sicilde tasnif edilen 1062 yılına ait 950 adet kayıttan 90 tanesi ve H /M tarihli 1842 numaralı sicilde yer alan 1280 kayıttan 176 tanesi tımar ve diğer vergi davalarına aittir. 960 Bu sayılar doğası gereği en büyük yekûnu tutan nikâh kayıtlarından sonra en büyük rakamı teşkil etmektedir. Doktora tezinin hacmini büyük oranda arıtacağından ve ayrı bir araştırmanın konusu olduğundan dolayı XVII. yüzyılda Trabzon'da tımar sistemi ve uygulanışı konularına tezin konu bütünlüğü ve hacminin makul seviyede tutulması sebebiyle temas edilmemiştir. 958 B. O. A., MAD., nr. 8474, ss: T. Ş. S., 1866, 76, 1, Bk. Ek: VI; XVII; XVIII. 234

249 SONUÇ Osmanlı İmparatorluğunun 17. yüzyıldan itibaren gerileme sürecine girdiği tespiti uzun yıllar Osmanlı tarihçiliğinin ana eksenlerinden birini teşkil etmiştir. Ancak yapılan son çalışmalar XVII. yüzyıl boyunca sürekli bir gerilemeden bahsedilemeyeceği fikrinin ağırlık kazanmasını getirmiştir. Artık günümüzde Osmanlı tarihinin yükselişduraklama-çöküş şeklindeki eski açıklamasına karşı yöneltilen eleştiriler iyice artmış ve kent tarihi araştırmaları üzerinde de etkisini göstermiştir. XVII. yüzyıl Kent tarihi çalışmalarına bakıldığında ilk göze çarpan noktaların, değişen sistem, farklılaşan kaynak türleri ve zorunlu olarak değişen araştırma yöntem, teknik ve içerikleri olduğunu ifade etmek mümkündür. Artık XV. ve XVI. yüzyılın tahrir defteri serileri yoktur. Bununla birlikte XVII. yüzyıl ortalarından itibaren ortaya çıkan avarız defterleri, hemen tüm dönem için gayrimüslim nüfusa ait cizye defterleri, yine XVII. yüzyılın başından itibaren, muhafaza edilebilmiş koleksiyonlarının arttığını gördüğümüz mahkeme kayıtları, tereke defterleri, sayıları artan vakıf defter ve kayıtları, XVI. yüzyıla nazaran gittikçe artan seyahatnameler ve elçilik raporları, yerli yabancı ticaret erbabının tuttuğu hatıratlar ve ticarî kayıtlar gibi genişçe bir kaynak manzumesi, bu dönemin kaynaklarını oluşturur. Buna, merkezî idarenin taşrayla ilişkisinde her zaman gündemde olan Mühimme kayıtları ve taşradan haber veren şikâyet defterlerini de ilave etmek gerekir. Nüfus, iskân ve ekonomik tablonun birlikte sunulduğu tahrir defterleri serisinin yerini çeşitli türden ve farklı içerikli kaynakların alması, doğal olarak XVII. yüzyıl araştırmalarına da yansımış, çalışmaların nicelik ve nitelik olarak farklılaşmasına yol açmıştır. Hemen ifade etmek gerekir ki bu durum tarihçilerin "işini daha da zorlaşmış buna karşılık tutarlı bir tablo yakalanması için gereken soruların sorulmasına zemin hazırlamıştır. Hakkında cevaplanması gereken çok sayıda soru olan önemli merkezlerden birisisi de Trabzon dur. Karadeniz Bölgesi nde bilinen ilk yerleşim merkezleri olan Trabzon MÖ. VIII. yüzyılda kurulmuştur. Doğu Karadeniz bölgesinde bulunan Trabzon, tarihin ilk çağlarından itibaren bölgenin en önemli liman kentlerinden biri olarak önem kazanmıştır. Anadolu da XI. yüzyıldan XIV. yüzyılın başlarına kadar yaşanan İslamlaşma ve Türkleşme süreci Doğu Karadeniz bölgesinde yaşanmamış, Trabzon İmparatorluğu nun varlığı bölgenin Türkleşme ve İslamlaşma sürecini geciktirmiştir. Tüm Anadolu nun İslamlaşma ve Türkleşmesi tamamlandıktan sonra meydana gelen Trabzon un fethinden sonra bölgede Osmanlı devleti tarafından planlı bir şekilde başlatılan İslamlaşma süreci yaklaşık yüz yıl sürmüş Türkleşme ise daha ziyade İslamlaşmanın doğal bir sonucu olarak kendiliğinden ortaya çıkmış daha uzun bir sürede tesis edilmiştir. Fetihten sonra devlet öncülüğünde yapılan çalışma bir yandan göçlerle -ki bunlar hem Trabzon'dan gayrimüslimlerin başka yerlere nakli hem de Trabzon a Müslüman nüfus iskân etmek şeklinde olmuştur- İslamlaşmayı tesis, diğer 235

250 taraftan şehre, şehirde yaşayan Müslümanların dini ihtiyaçlarından çok daha fazla din adamı yerleştirerek ve onların faaliyetlerinin önünü açarak teşvik şeklinde olmuştur. Bu süreçte belirleyici olan devlet eliyle tesis edilen göçler olup ihtidaların İslamlaşmadaki etkisi sınırlıdır. Bu tespitin en somut delili şehirdeki Müslim-gayrimüslim nüfus dengesidir. Gerçekten devletin organize ettiği İslamlaşma çalışmaları şehrin demografik yapısının Müslümanlar lehine değişmemesiyle durmuş yüz yılda sağlanan bu üçte iki Müslüman nüfus çoğunluğu oranı sonrasında yüzyıllar boyunca hemen hemen değişmeden kalmıştır. Bu tespitin bir diğer göstergesi de Trabzon un önce merkezinin yani nefs-i Trabzon un sonra taşrasının yani tevabi-i Trabzon un İslamlaşmış olmasıdır. Kısacası incelenen dönemde her ne kadar Müslümanlar fazla ise de şehirde her zaman önemli sayıda gayrimüslim nüfus vardır. Bu durum özellikle batılı seyyahların fazlasıyla ilgisini çekmiştir. Kommenosların tarihi başkenti olmasıyla da batılılar için dikkat çekici bulunan Trabzon a bu ilginin sonucu; onlar tarafından yazılan çok sayıda seyahatnamedir. Bu seyahatnamelerde şer'iye sicillerindeki bilgilere farklı bir açıdan bakan çok sayıda malzeme olması bir yandan tezde ortaya konulan tespitlerin geçerliliğini artırırken diğer taraftan araştırmayı karmaşık ve dolayısı ile zorlaştırıcı etki yapmıştır. Trabzon bu kozmopolit yapısının etkisiyle geçmiş seyyahlar kadar günümüz yerli olsun yabancı olsun tüm araştırmacılarının da dikkatini çekmiş, üzerinde en çok durulan konu şehrin İslamlaşma süreci olmuştur. Aynı şekilde Trabzon demografik olarak farklı yapısının etkisiyle her zaman Müslim-gayrimüslim ilişiklerini inceleyen birçok araştırmanın laboratuvarı olmuştur. Bu noktada tez farklı bir bakış açısıyla XVII. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon şehrinin sosyal ve ekonomik hayatına şer'iye sicillerinin penceresinden bakarak şehirde olanı ortaya koymaya çalışmakta, temelde şehirdeki aile hayatını, günlük hayatı, çarşı pazardaki ekonomiyi ele almaktadır. Trabzon tanıtılırken Trabzon daki durum aynı dönemde benzer büyüklükteki Ankara, Kayseri, Antep ve Konya gibi illerle karşılaştırılmış, aynı şekilde Anadolu sahilinde olan diğer iki kente Sinop ve Antalya ya temas edilmiştir. Bu noktada imparatorluk bakiyesi olmasının da etkisiyle Trabzon un diğer ikisinden de çok daha büyük olduğu hususu açıklanmıştır. XVII. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon u ele alan bu çalışmada yapılan tespitler ve ulaşılan sonuçlar ise şu şeklide sıralanabilir: 1650 li yıllarda Trabzon un en önemli problemi Kazak saldırıları ve onun getirdiği bir problem olan valilerin şehirde olmayıp Azak muhafızlığına gidişleridir. Şehirde olmayan valiler şehrin yönetimini mahallinden seçtikleri mütesellimlere bırakmışlar bu yetkilendirmede de mahalli güç odaklarının doğuşunu hızlandırmıştır. Gerçekten Osmanlı tarihinde mahalli ayanın güç kazandığı dönem XVIII. yüzyıl bilinirken Trabzon da ayanlar çağının biraz daha erken başlamış olduğu tezin önemli bir 236

251 tesbiti olarak görülmelidir. Her ne kadar tezin konusu olan sosyal ve ekonomik tarih sahasında değilse de bu durumun sosyal, özellikle de ekonomik hayata etkisi önemlidir. Yine Trabzon un karşı karşıya olduğu dış tehdidin etkisiyle şehre özel bir durum da Kadı nın en çok uğraştığı işlerinden birinin zahire temin etmek olmasıdır. Gerçi Osmanlı kadısının her zaman en önemli vazifelerinden biri gerek savaş zamanında cepheye gerekse de zahiresinin temini Osmanlı bürokrasisi için önemli olan İstanbul için zahire temin etmek olsa da Trabzon kadısına bu görev çok daha yoğun bir meşguliyettir. Bu meşguliyetin özel sebebi XVII. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon un korsan saldırılarına maruz kaldığı için önemli miktarda askeri birlik barındırmak zorunda olması ise de bir diğer ve her zaman geçerli olan genel sebebi de şehrin doğu seferleri için temel ikmal üssü olmasıdır. Şehirde her zaman çok sayıda askeri birliğin bulunmasının bir sonucu da bu askerlerin ihtiyaçlarını temin için yapılan çalışmalar ve bu çerçevede yapılan hizmetlerdir. Tabi ki bu hizmetlerin varlığı şehide avarız konusunu önemli kılmış mahkemelerde bu minvalde şikâyetler fazlasıyla yer bulmuştur. Trabzon'da aile hayatına bakıldığında diğer Anadolu daki Osmanlı şehirlerine benzer şekilde huzurlu bir hayatın sürdüğü görülür. Bunun en net tesbiti şehirdeki evlilik ve boşanma sayılarından çıkarılabilir. Örnek verilirse incelenen dönemde bir yıl içerisinde 264 evlilik kaydına karşın sadece 4 boşanma kaydı tesbit edilebilmiştir. Rakamların daha net anlaşılması için günümüz istatistiklerine bakıldığında Konya ilinin merkez Karatay ilçesinde geçtiğimiz senelerde evlilik olayına karşın 616 boşanma olayının görülmesi bu değerleri okumamıza yarayabilir. Her ne kadar boşanmaların tümü kayda geçmemiş olabilirse de boşanma türleri arasında en yaygın olanlardan muhâla a nın tamamına yakının tefrikin de doğası gereği tamamının kayda girdiği talakın dahi sonradan ihtilafa neden olmaması amacıyla önemli bir kısmının kaydedilmiş olduğu düşünüldüğünde aile hayatının en azından ailenin kurulması ve dağılması açısından sakin olduğu görülür. Bu oranların mesela Antep ile benzerlik göstermesi de bize Trabzon un yoğun gayrimüslim nüfusunun bu orana olumsuz etkisinin olmadığını düşündürmektedir. Nihayetinde kadı mahkemesine gitme hakları olan gayrimüslimlerin de evlilikleri için sınırlı olsa da boşanmalarının şeriat mahkemesinin tanıdığı güvenceden yararlanma amacıyla kadı önüne geldiği ve kayda girdiği anlaşılmaktadır. Bu noktada hizmete ulaşmada Müslim ve gayrimüslimlerin uyum içinde olduğunu, mesela kadı mahkemesinden gayrimüslimlerin de rahatça yaralanabildiğini, Kadı nın Müslüman bir yetim ile gayrimüslim bir yetime aynı gayretle sahip çıktığını tabi ki buna mukabil Müslüman bir vakıf ile gayrimüslim bir vakfı aynı şekilde ve yetki ile denetleyebildiğini görmekteyiz. Bu eşitlik sadece mahkeme ile sınırlı olmayıp gerek devlet hizmetlerine ulaşmada mesela herhangi bir görev ifasından dolayı vergi muafiyetinde veya devletin bir mal ve hizmet alınımda gerekse de özel teşebbüsçe 237

252 oluşturulan hayrî hizmetlere ulaşmada geçerlidir. Mesela bir vakıf her millete aynı şekilde yardım etmektedir. Yani muhtaçlar için kurulmuş bir müessese Müslimgayrimüslim veya kadın erkek toplumun tüm kesimlerine sahip çıkmaktadır. İncelenen dönemde Trabzon'da toplumun farklı dini kesimleri uyumlu bir şekilde ortaklıklar tesis edebiliyorlar, ticaret yapabiliyorlar veya birbirlerine borç para verebiliyorlardı. Ancak bu uyumun sınırlarının da olduğu görülmektedir. Mesela borçalıp verme çok yaygın iken toplumlararası evlilik sınırlıdır. Konu daha ayrıntılı incelendiğinde Müslim-gayrimüslim evliliklerinde daha ziyade eşin mühtedi olduğu görülmektedir. Trabzon'da günlük yaşama bakıldığında şehirde önemli miktarda gayrimüslim nüfus olmasına rağmen yaşayışta diğer Anadolu şehirlerine benzeyiş dikkatimizi çekmektedir. Bu benzeyiş her sahaya mesela yaşanılan evlerin fiziki özelliklerine de yansımıştır. Özellikle kadınların neredeyse tüm günlük hayatlarının evin içinde cereyan etmesi sebebiyle evlerin tamamına yakının avlulu olması genel bir geçerliliktir. Şehrin Müslümanları açısından meseleye bakıldığında gayrimüslimlerden yaşayış konusunda etkilenişin sınırlı olduğu hatta ilk fetih döneminde yani mühtedilerin sonraki dönemlere göre sayıca fazla olduğu zamanda da bu tespitin geçerli olduğu görülmektedir. Anlaşılan yaşayışta dini referans daha belirgin olup mühtedilerin de yeni dine girmekle girdiği sosyal çevreye ayak uydurduğu görülür. Diğer taraftan egemenin kültürünün baskınlığı konusu Trabzon da da tesbit edilebilir. Her ne kadar zorlama olmasa da hatta tersine bir zorlamayla kılık kıyafet konusunda sınırlamalar olsa da Trabzon gibi gayrimüslimi çok bir beldede bu sınırlamalara fazla uyulmamış başlık gibi temel konulardaki bir iki istisna dışında toplumlar giyim-kuşam açısından iç içe geçmiştir. Trabzon da ekonomik hayat ile ilgili konularda tezde ele alınmıştır. Her şeyden önce incelenen dönemde Trabzon limanı uluslararası ticarete kapalıdır ve Trabzon ticareti bir iç ticaret tarzındadır. Bu noktada önemli bir tesbit de bu ticarette Müslüman tüccarların büyük payı olmasıdır. Yani Osmanlı tarihi konusunda bir genel kabul olan Türkler askerlik ve yönetim ile uğraşmışlar ticari sahalar gayrimüslimlere kalmıştır ifadesinin gayrimüslimlerin en yoğun yaşadığı bir şehir olan Trabzon için dahi geçerli bir önerme olmadığıdır. Trabzon daki ekonomik hayata ilişkin bir diğer tesbit de imparatorluğun hemen her yerinde geçerli olan çift-hane sistemi ile toprak işlenmesi olgusunun en azından nefs-i Trabzon için fazla uygulanma imkânı bulamamış olmasıdır. Bilindiği gibi sistemin uygulanışı için temel öge olan dönümlük toprak parçaları Trabzon un arazi şekillerinden dolayı pek bulunabilir değildir. Sanayi öncesi geleneksel toplumun en önemli iki geçim kaynağından biri olan tarımın sınırlı olduğu Trabzon da diğer geleneksel geçim kaynağı olan hayvancılık ise yine aynı sebeple yani arazi yapısının etkisiyle otlak, çayır, mera bulmaması sebebiyle neredeyse yoktur. Belgelerde geçen hayvan varlığı birkaç adet ile sınırlı olup daha çok kişinin kendi binek hayvanı ile evinin ihtiyacını karşılama amaçlı tabir edilen ev hayvanları ile sınırlıdır. Esasen Trabzon da tarihin hiçbir döneminde ticari anlamda hayvancılık olmamıştır. Geleneksel 238

253 temel geçim kaynakları yönünden fakir olan Trabzon halkının en önemli geçim kaynağı ise balıkçılıktır. Bundan başka şehirde zanaatkârlık gelişmiştir. Anlaşılan Trabzon un önemli bir ticaret ve zanaat merkezi oluşunda temel geçim kaynakları açısından imkânsızlığının da payı vardır. Bu durumun doğal bir sonucu da Trabzon ile ilgili bir diğer tesbit olarak kaydedilebilir ki hemen her yerde memurlar maaşlarını tımar gelirlerinden alırken Trabzon gümrüğünün önemli bir gelir kalemi olmasının neticesi olarak vazifelilerin maaşını Trabzon gümrüğü mukataasından alacağına dair birçok kaydın varlığıdır. Son olarak şehir tarihinin temel kaynakları üzerinden Trabzon a bakıldığında belli dönemlerde önemli sıkıntı kaynağı olan Kazak saldırıları ve Celali isyanlarının etkileri altındaki olağanüstü zaman dilimleri dışında şehirde huzurun var olduğu söylenilebilir. Bu sonuca ulaşmamızı sağlayan en net gösterge şehirdeki dava sayısının nüfusa göre azlığı yanında sicillere bakıldığında kayıtların çoğunun Kadı nın günümüzdeki noterlik vazifesinin karşılığı olan belgeler olmasıdır. Anlaşılan şehrin kozmopolit olması da bu durumu fazlaca olumsuz etkilememiştir. Çünkü Osmanlı devletinin sağladığı korumadan yararlanan gayrimüslim reaya en azından bu dönem için söyleyecek olursak azınlık isyanı diyebileceğimiz herhangi bir olumsuzluğa sebebiyet vermemiş, Müslüman halkla uyumlu bir şekilde hatta günlük hayatında ona benzeme isteğiyle yaşamıştır. 239

254 EKLER EK: I Trabzon İskelesi Kanunnamesi M. Tayyib GÖKBİLGİN, Trabzon Şehri Padişah Hasları Vakıflar Dergisi, C. IV, Ankara, Kurudan kumaş gelse Müslüman olsun kâfir olsun Trabzon da satsa yüz akçede üçer akçe alınur. İlla satmayub gemiye koyup ahar yere alub gitse, yüz akçede dört akçe alınur. ve harac-güzar olmayub Dar ül-harbden gelen bazirgan eğer kurudan ve eğer deryadan gelse, yüz akçede beşer akçe alınur. ve kantara çekmeye kabil meta gelse kantar hakkı bir akçe alandan ve bir akçe satandan alınur. ve Trabzon Sancağında ne miktar balık olursa her cins balıkdan öşür alınur. ve bir bazirgan ki gümrükten kumaş satılsa, siyaseten emin ve amil ol bulunan kumaşı alub, girift edüb, iki gümrük alınub yine sahibine verilürdi. Haliya girift olan kumaş beyliğe zabt olunmak emr olundu. ve Trabzon şehirlüsi kendi ketanın bey etmeyüp zira etdürüb kurudan gitmelü olsa yüz akçede üç akçe alınur. Eğer zira etdürüb derbaz gitmelü olsa dört akçe alınur yahud gitmeyüb şehirde yina ahara bey eyleyüb müşteri kurudan giderse müşteradan yek-ser alınur Zikr olan üslubdan hariç kimesneye te adi olunmaya Burada dikkat çeken unsur Müslim olsun Gayrimüslim olsun Osmanlı tüccarına aynı tarifenin uygulandığı yabancı ülke vatandaşlarına ise yine ülkesine bakılmaksızın aynı tarifenin uygulandığıdır. Ancak bu kanun bahsedildiği gibi Fatih devri için geçerli olup, sonra hemen her yabancı devletle kapitülasyonlar çerçevesinde münasebet kurulmuştur. Kapitülasyonda ise genelde kapitülasyon verilen devletin vatandaşı olan tüccara % 3 vergi konulmuştur. Yine Trabzon un yerlisi de malını ölçtürdükten sonra satmayıp kara tarafına gitse % 3 deniz tarafına gitse % 4 vergiye tabiidir. Kanun-name-i Dellaliye Şehirdeki Müslümanlar birbirine keten bezi satarlarsa resim alınmaz, şayet bir Müslüman bir Hristiyan a satarsa dellal 24 saat zarfında emin ve amile haber verecektir, aksi takdirde dellala ceza verilir ve bunu dellaliye amili alır. Trabzon a getirilip satılan ipekten alınan resim de Padişah haslarından idi. Trabzon mizan-ı harir kanununa göre bir tacir Trabzon a ibrişim getirdiğinde otuz lidre bir vezne tabir edilerek (120 dirhem bir lidre idi. Her vezne otuz lidreden mürekkep olarak 3600 dirhem idi.) 65 akçe alandan 65 akçe de satandan alınırdı. Ayrıca dörder akçe de taş akçesi adıyla tahsil edilirdi. Trabzon Şem hane resmi de padişah haslarından idi. Niyabet resmi naibe ait bir vergidir. Her şehrin hususiyetine ve gelir temini mümkün varidat kaynağına göre bir niyabet resmi ve bunun bir de mukataası mevcuttu. Trabzon da bu devirde cari olan niyabet resminin sancak beyine ait bulunduğu kanunnameden anlaşıldığına göre burada söz konusu naip sancak beyi naibidir. Bu kişi belki bir subaşı da olabilir. Bazı yerlerde Hristiyan reayadan cizyeyi toplayan kâfir naibi de bulunmaktaydı. Mesela XVI. yy Edirne sinde bu mevcuttur. 240

255 Ek: II Trabzon'dan gönderilen Müslüm ve gayrimüslim sayısı (1583) No İskân Edildikleri Yer Müslim Hane Sayısı Gayrimüslim Hane Sayısı Hane Yekûnu Nefer Sayısı Tahmini Nüfus 1 İstanbul Rumeli Bilinmeyen Niğbolu Tokat Hasköy Mardin Ayıntab Diyarbekir Barburd Harput Kemah Vulçıtrın Bayrmalu İskenderiye Bendereğli TOPLAM EK: III. T. Ş. S. 1836, 7, 1, 2. Karadeniz sahillerinden gelur geçer küffarın zarar vermemeleri için gereği gibi hıfz edilmesine dair Trabzon eyâletine mutasarrıfiât olan vezîrim Dâvûd Paşâ vâsıl olacak mâ lûm ola ki hâliya bu sene-i mübarekede Karadeniz yalılarının ve taht-i eyaletine tâbi olan mahallerin geçer ve mekr Ada-yi dîn eyyâm ve şer ve şûr küffar-i delâlet encâmında gereği gibi hıfz ve hirâset ve zarar ve hiyânetle olunamsı ehem-i muhimmât-idin devlet ve elzem-i levazimat-i sultânîde olmakla sen dahi kemâ-i mertebe basîret ve intibâh ve etvâr-i küffâr-i bed kirdârdan haberdar ve agâh olub eyâlet-i mezbûre tâbi olan yalıların ve mahfûz ve muhâzere olub muhâfazası lazim ve mühim olan yerlerin leyl ve nehar muhâfazasında ve ida-i dinde bir mahalli zakar gelmemesinden takayyud-i tâm ve dikkat ve ihtimâm ile mecd ve say i olunub sen ki muhâfazaya me'mûr olan tavaif-i asker ile muhâfaza itmekde ve her tarafa göz kulak tutub muhâfaza ittirmekde tenbîh ve takdîr eylemek bâbında fermân-i âlîşânım sâdır olmuşdur buyurdum ki vusûl buldukda bu bâbda sâdır olan fermân-i celîli l- kadrim mûcebince âmel idub dahi ihmal ve mesâhile ve te'hîr eyleyub sen ki muhâfazaya me'mûr olan tavaif-i asker ile leyle ve nehâr hıfz ve hirasetde kemâ yenbağı hazer ve siyânet idub ve eyâletine tâbi olan yalıların gereği gibi muhâfazasıyla takayyud ve ihtimâm eyleyub iyâzu bi'llâhi Te âlâ tefâfet ve tekâsüle sebeb ile geçer ve mekr ve düşmandan imhâli zarar itturmekeden begâyet ihtirâz ve ihtiyât eyleyesin bi'l- cümle ol yalıların muhâfazası ahvâli ehem-i umûr-i zarûrîir bir vecihle ihmal olunmayub gereği gibi muhâfazasıyla takayyud-i tâm eyleyesin şöyle bilesin amamet-i şerîfe i timâd kılasın tahrîre fî evahil-i şehr-i recebu'lmücerreb i sen eseba ve tis in ve elf 241

256 EK: IV T.Ş.S., 1852, 5, 1, 3 Trabzon sancağında vâkı olan kadılar tevkî -i refi -i hümâyûn vâsıl olacak mâ lûm olaki livâ-i mezbûrede vâkı çiftliklerin mevkûfat defteri mûcebince beş yüz yetmiş dört buçuk avâriz haneleri olub bin doksan senesine mahsûb olunmak üzre avârizleri cem -i ve tahsîl olunmak lazim ve mühim olmağın kıdvetu'l- emâsil ve'l- akrân zîde kadruhuye deruhde olunu eline mühürlü ve nişânlu mevkûfat defteri sûreti verilmeğin zamânı hulûl eylemeked mûcebince cem i ve tahsîl itturilmek emr idub buyurdum ki hükm-i şerîfimle müabşirin-i mezbûr vardukda bub bâbda sâdır olan emrim üzre âmel idiüp dahi livâ-i mezbûrede vâkı Kâdîlıkların ol mikdâr avâriz hânelerin târîh-i mezbûre mahsûb olmak üzre her bir hanelerinde dörder yüz akçe avarizleri irsâl olunan mühürlü ve nişânlu mevkûfat defteri sûreti mûcebince vakt-i zamânıyla cem i ve tahsîl itturdub hilâf-i emr-i defter kimesenye ta allul ve muhâlefet ittirmeyesin ve mübaşirin mîrîhanelerinden ellibeş akçe dahi aldurub bundan ziyâde bir akçe ve bir habbe almaya ve alturmayasız ve dahi tahsilin her yüz akçesini bir ayni esedi guruş aldurdub ziyâdeye ve noksân aldurmeyesiniz defterden ve tefiz hâneden ve fermândan ziyâde talebiyle zülm ve taaddiyatdan begâyet i tirâz eyleyesin şöyle bilesin alâmet-i şerîfe i timâd kılasın EK. V. T. Ş. S., 1834, 11, 2, 1. Yeniçerilere Serdar Tayini Hazreti Mevlânâ-yi şeriatu l-nisâbu l-âlem el-hâkim (silik) be kazâ-i Yoros zîde fazluhû inhâ ve ilham olunur ki olunan budur ki hâliya taht-i kazânızıda Yeniçeri seradir ref olunub yerine üslûb-i sâbık üzre (silik) ekinci cemâ âtinden Sefer nâm yoldâş bir dizdâr nasb ve ta yîn olunmağın işbu mektûb tahrîr olunub irsâl kılındı lede'l- vusul (silik) buyurub serdârlık umûrinde istihdâm idub âhari ve dahl itturmeyesiz ve ol cânibde yeniçeri ve acemi oğlanı ve topçi ve cebeci üzerlerine serdârlık umûrinde taşra ve zâyidden hâric vazi eylemeyub kat i ve müntefât olan ve tavâyif-i mezbûreden fet olub cânib-i mîrîye âid olan metrûkâtı merkûme ahz itturub ma rifeti ş-şer le sûk-i Sultânide fürûht itturdub hasil olan nukûdi müfredet defteri ile bu canibe irsâl ittiresiz velakin hilâf-i şer î şerîf ve mugâyir-i kânûn-i münîf bir ferd rehcide ittirmeyesiz bâkî himmet der sicilde şeri at müstedâm bâd tahrîren fî yevmu'l- aşir min şehr-i rebi u'l- evvel li sene erba a ve sittin ve elf EK: VI numaralı şer iye sicilinin konulara göre dağılımı Toplam 118 varak 3 varak kapak 95 varak tarandı YILLARI ARASI 1104 adet hüküm yer alıyor 1062 yılına ait 950 hüküm tasnif edildi. SIRA KONU ADET 1 Alacak Davası 44 2 Bâğ menzil enva-i Mülk satışı 23 3 Cizye ve hilâf-i kânûn ziyâde akçe talebi 8 4 Erbâb-ı Timâr ve Bedeli nuzul tahsîl ya da mahsûb da vâları 90 5 Bâğçe ve gibi mülki fuzûli zabt 9 6 Verâset 68 7 Olay yeri keşf ve muayenesi 3 8 Nikâh şahitliği Fi il-i şen i davası 3 242

257 10 Kaybolan ya da çalınan hayvân da vâsı 4 11 Mihr da vâsı 7 12 Hibe da vâsı 4 13 Re âyâ ve diğerlerinin noksân bahaya ticaretinin men edilmesine dâir fermân Darb ve cerh davası Def -i zülm içun emr-i şerîf 6 16 Boşanma davası 4 17 Mahalle sâkinân kendi halinde olub olmadıklarına dâir tahkikat 1 18 Akd-i nikâh da vâsı 6 19 Katl da vâsı 4 20 Abd-i memlûk ve Câriye da vâsı Münâza â davası Vazîfe tevcîhi ve nasb ve ta yîn Nafaka ve kisve davası 2 24 Gasb ve gâret davası 1 25 Mâl ifrazı 1 26 Vakfa dâir 1 27 Tahrîr 1 28 Sefer umûri içun 2 29 Şakilere dâir 3 EK: VII. Zinadan hamile kalan kadının davası T.Ş.S. 1837, 14, 1, 20. Budur ki bi'l- fi il vâlî-yi vilayed-i Trabzon cenâb-ı ed-devlet ve'l- ikbâl ittezlu Hasan Paşâ Hazretleri'nin taraf-ı re fetlerinden mütesellim olan Ömer Ağâ zîde mecdühû tarafından nefs-i şehr-i subaşısı olan Tekeli Mehmed Beşe nâm racûl meclis-i şer -i hatîr lâzımu t-tevkîrde mahmiye-i mezbûre mahâllatından Dervîş Ali zâviyesi mahallesi sâkinelerinden Ziyâde binti Mustafâ nâm avret muvâcehesinde takrîr-i da vâ idub mezbûre fi il-i şen i idub batnında zinâdan hamli zâhir olmağın hâlâ mezbûrenin takriri tahriri ve cevâbı tasvir olunmak matlûbumdur didikde gıbbe's- suâl mezbûre Ziyâde cevâbında fî'l- hakîka işbu târîh-i kitabdan iki ay mukaddem İshak Beşe oğlu Mehmed nâm kimesne seni kendüme nikâh iderum diyü beni ızlâl idub kendi halîme koyub beni makrûn eyledi haml-i mezbûr İshak Beşe oğlu Mehmed'den dur gayriden değildur diyü bi't- tav i r-ızâ lil bâkire ve tahyiren mukire ve mu terefe olduktan sonra mezbûr Mehmed Beşe celbiyle mâ vak a hıfz lil mekâ gıbbe't- taleb ketb olundı tahrîren fî târîhi'l- mezkûr Şuhûdu'l-hâl EK: VIII. Nikâh Muvazaası T.Ş.S. 1841, 29, 8. Medine-i Trabzon mahallatından Debbâğhâne Mahallesi sakinlerinden işbu sâhib-i vesîka Derviş bin Mustafâ nâm kimesne meclis-i şer -i hatir lâzımu t-tevkîrde Süleymân bin Abdullâh nâm şâb emred muvâcehesinde takrîr-i da vâ idub medine-i mezbûre sâkinlerinden Aişe binti Mustafâ nâm bikr-i bâliğa kendi rızâsı ve velîsi izniye târîh-i kitabdan bir gün mukaddem meclis-i şer de bana akd-i nikâh olunmuş iken mezbûr Süleyman merkume Aişe mukaddemâ benim nikâhlım idi bain-i talak eylediğim vakitde sabi idim hâlâ hakk-ı bâyi diyü mâni olur şer le suâl olunub mûcebi icrâ olunması matlûbumdur diyü fetvâ-yi şerîfe ibrâz idub nazar olundukda on iki yaşında 243

258 olan zeyd-i mürahikin bulûğa i tirafi müslimîn-i adilin şehâdetleriyle hâkim huzurunda sâbit olunmak hâkim bulûğına hükm eylemek sahîh olub zeydin talâk ve ikrârını mukir sahîh olur mu cevâb-i bâ sevâbında olur diyü buyurulmağın ber mûceb-i fetvâ-yi şerîfe müdde î mezbûr Dervîş den beyyine taleb olundukda ahrâr-i Müslimînden es-seyyid Ahmed Çelebî bin (boş) ve Dervîş Çelebî bin Fazlullah nâm kimesneler li ecli'ş- şehâde hâzirân olub iştihâd olunduklarında fî'l- hakîka mezbûr Süleymân târîh-i kitabtan üç gün mukaddem bizim huzûrumuzda menkûham olan Aişe binti Mustafâ nâm baliğayi bayini talâk tatlîk eylediğim vaktinde bâliğ oldum diyü i tirâf eylediğinde kitâb-i mezbûrde mezkûr müslimanın bulûğına tatlîk-i sahîh olduğına hükm birle ma vaka bi t-taleb ketb olundı fî'l- yevmu's- tâsi aşere min şehr-i cemâziyel ulâ li sene isneyn ve semânin ve elf Şuhûdu'l-hâl EK: IX. Müteveffa olan babanın malından şer i nafaka ve kisve talebi T. Ş. S. 1851, 37, 3, 2. Medine-i Trabzon mahâllatından Tekfur Mahallesi sâkinlerinden Beşir Beşe bin Mustafa Beşe nâm racul meclis-i şer -i hatîr lâzımu t-tevkîrde gelub takrîr-i kelâm idub mahalle-i mezbûrede olan bundan akdem fevt olan li ebeveyn karındaşım Ahmed Beşe'nin sülbisağîr oğlu Süleyman'ın vâsî-i şer îsi olduğum cihetle eşedd-i ihtiyâc ile nafaka ve kisve bahâya farz ve takdîr olunması matlûbumdur diyü taleb eylediğinde müteveffâ-yi mezbur Ahmed Beşe mâlından yevmî beşer akçe nafaka ve kivse bahasiyçun farz ve takdîr olunub vakft-i zarûrîyetde istidaneye ve hîn-i zaferde rücû a mezbûr Beşir Beşe'ye izin verilmeğin mâ vak a bi't- taleb ketb olundı tahrîren fi yevmu's-samen aşere min şehr-i Rebi ül-evvel lisene seb a ve semânin ve elf EK: X. Mahlufat listesi T. Ş. S. 1835, 42, 1, 1. El-merhûm Hasan Efendi İbn Şeyh kibeli s-sâkin bâ varaka-i hisâr ve tereke-i zevce Mükrime binti Mahmûd Ağa oğlu ibni el-hac li ebeveyn Mehmed Çelebi ve a lâ min verasetei münhasırate fehim ve'l- velâ vâriseyi bi z- zahir gayrihim vâkı i t-tahrîr fî evâhir-i şehr-i zi'l-ka de'i'ş-şerîf li sene hamse ve sittin ve elf. Mülk-i menzil ve bâğçe ve der karye sûk-i sof kıymet guruş Düreri-i arer kıymet 510 Mültaki kıymet 300 İsm-i nâ mâ lûm kile 3 kıyye 130 Def a kitâb aded kıymet 35 Yemeni yorgan 1 kıymet 318 Mâi dülbend 3 kıymet 510 Beyâz dülbent 1 kıymet 350 Yan kemesi kıymet 130 Alacak kaftan kıymet 100 Köhne yorgan kıymet 150 Yemeni kilim 1 kıymet 505 Köhne kahve tekli küreği kıymet 510 Yan keçesi 3 kıymet 330 Seccâde 1 kıymet 370 Kırmızili kilim 1 kıymet 130 Köhne Kara kaftan 1 kıymet

259 Yeşil Kara kaftap kıymet 160 Mor sof kıymet 285 Kırmızı entari hakşir 1 kıymet 315 Baaça kürk kıymet 1381 Köhne temur paçası kıymet 3136 Köhne dülbend kıymet 300 Beyâz yelek kıymet 95 Köhne şâl kıymet 61 Tüfenk kıymet 388 Kırmızı kimil 1 kıymet 85 Def a tüfenk kıymet 336 Köhne dülbent 1 kıymet 20 Köhne yasdık 3 kıymet 75 Dimi yasdık 3 kıymet 85 Köhne çarşab kıymet 38 Köhne dekrek kıymet 33 Küçük yasdık kıymet 18 Hammâm havlisi köhne kıymet 335 Dekrek kıymet 335 Peştamal kıymet 30 Def a peştamal kıymet 30 Dülbent kuşak kıymet 95 Dülbend kuşak kıymet 135 Çift minkal yorgan kıymet 150 Kahve ibriği kıymet 132 Leğen ma a ibrik kıymet 180 Kevgil kıymet 53 Ocak güğümi kıymet 185 Ocak demir ma a maşa kıymet 85 Güğüm kıymet 320 Kolli kazgan kıymet 510kahve tepsisi 3 kıymet 105 Kebâb tavası 1 kıymet 150 Kürek kıyye 60 Tencere küçük 3 kıymet 143 Börek tepsesi kıymet 130 Tutak tası kıymet 40 Küçük lengeri 150 kıymet 300 Kolli tava kıymet 130 Seferi sahan 3 kıymet 388 El leğen kıymet 170 Küçük kahve ibrihi kıymet 60 Küçük tepsi kıymet 55 Küçük ibrik kıymet 10 Kolli tepsi kıymet 83 Küçük tepsi kıymet 30 Sefer tâsi kıymet 60 Def a tapsi kıymet 80 Semer raht ma a döşeme kıymet

260 Def a semer raht döşeme kıymet 2975 Cedîd zerda kürk kablu menevis ferace kıymet 6800 Katır kıymet 1700 Zer yakut bugasi kıymet 70 Burğ üzengi kıymet 300 Macar sarrafkârı kıymet 1355 Bâğçe güveri paresi kıymet 306 Cam kâse kıymet 180 Tokat tası 50 Şâl köhne kıymet 61 Makrome kıymet 36 Sepet sanduğı kıymet 150 Köhne Nuam Dilaver kıymet 5100 Der kise nakd akçe kıymet 8500 Semer döşeme kıymet 340 Mercân tesbih kıymet 305 Bıçak kıymet 40 Kiriş direk vesâir kerâste kıymet 3000 Sırmalı dülbnet örtüsi kıymet 800 Minderi yorgan kıymet 340 Menkukş boğçası kıymet (silik) Balat da zeytunluk kıymet 640 Orta Hisar da mülk-i menzil kıymet Yekûn Minhu'l- ihrâcât Techîz ve tekfîn kıymet 7830 Dellâliye ve hammâliye meblağ 673 Cebç ve sicilat ve divit-i müteferrika kıymet 1085 Mihr-i mu accel li zevcetu'l- mezbûre kıymet Deyn-i müsbet Mahmûd Ağâ kıymet 2975 Deyn Ali Efendi bâ karâr vâris meblağ 2335 Deyn-i müsbet be tarîku s- sulh mezbûr Ali meblağ 850 Yekûn meblağ Sahhu'l- bâkî lil taksîm beyne'l-verese Resm-i âdî guruş 1320 Hisse-i Mükrime Hâtûn (silik) mezbûr guruş Hisse-i Ali ibni'l- ebi'l- mezbûr guruş Hisse-i Ali ibni'l- ebi'l- mezbûr guruş EK: XI. Mülk-i evin oğula hibe ve temliki T. Ş. S. 1833, 16, 2, 1. Mahrûse-i Trabzon sükkânından işbu râfi u l-kitâb Bostân Çelebî bin Ömer Beşe nâm kimesne meclis-i şer -i hâtır lâzımu t-tevkîrde babası Ömer Beşe ibni Ahmed nâm kimesne muvâcehesinde üzerien takrîr-i da vâ idub mezbûr Ömer Beşe sagîr olduğum hâlde beni sünnet itub Meydan-i şarki mahallesinde vâkı lede'l- ahâlî ve'l- cirân 246

261 ma lûmu'l- huddu olan eski evini bana hibe-i sahîh-i şer îye ile hibe ve temlîk ve ben dahi tesellum ve kabz idub ile'l- an zabt ve tasarrufumda iken hâlâ dahl ve ta arruz ider vâkı -i hâl suâl olunub ihkâk olunmak matlûbumdur didikde gıbbe's- suâl ve'l- inkâr ve akıbu'l- işhad udûl-i ricâlden Ahmed Çelebî Süleymân el-mü'ezzîn ve el-hacc Yusuf bin Hasan nâm kimesneler li ecli'ş- şehâde hâzirân olub fî'l- hakîka merkûm Ömer Beşe oğlu mezbûr Bostani sünnet eyledikden Meydan-i şarki mahallesinde olan eski evini mezbûr Bostana hibe-i sahîh-i şer îye ile hibe ve temlîk ve tahliye ve tesellum idub ol dahi kabz ve tesellum idub ile'l- an zabt ve tasarrufındadur bu husûsa şâhidiz şehâdet dahi ideruz edâ-i şehâdet-i şer îye ittüklerinde şâhidân-i mezbûrânın ba de't- tahdil ve'ttezkiye şehadetleri hîn-i kabûlde makbûle oldukdan sonra sıhhât-i hibeye hükm birle mâ huve'l- vâkı gıbbe't- taleb ketb ve terkîm olundı tahrîren fî evail-i şehr-i şevvâli'lmükerrem li sene isneyni ve sittin ba de temâmu l-elf. Ek: XII Trabzon da vâkı Bâb-ı Pazar Camiinde Trabzon iskelesi mukataasından almak üzere vazife ile En amhân olana berati cedîd verilmesine dâir B. O. A., AE, SAMD, II, 9, 1, 6. Derkenâr: Tıbk-ı asli l-e âli el-fakiru llâh Sübhâne ve Te âlâ Mehmed el-kadi be medine-i Trabzon Nişân-ı şerîf-i âlişân-ı sâmi mekân-ı sultânî ve tuğra-yı garrâ-yı cihan sultân-ı hâkânî hükmü oldur ki hâliya taht-i âlî-baht cülûs-i hümâyûn izzet-makrûnum olmağla umûmen tecdîd-i berât-i fermân-i şerîfim olmağın Trabzon' da vâkı Bâb-ı Bazar câmi -i şerîfinde Trabzon iskelesi mukâta ası mâlından almak üzre yevmî dört akçe vazîfe ile en âmhân olan işbu mührinde fermân-i hümâyûn Ramâzan mihr-i sa âdetümden berati cedîd verilmek reca eylemeğin hakkında mezîd inâyet-i Pâdişâhânem zuher götürüp atîk berâti mûcebince bin yüz iki senesi ramazânının yigirmi altıncı gününden mecelle berât-i hümâyûn verdim ve buyurdum ki mezbûr varub hizmet-i lâzımesini müvedda kılındıktan sonra ta yîn olunan yevmî dört akçe vazîfesin Trabzon iskelesi mukataası mâlından Emîn olanlarından alub mutasarrıf olub ve resm-i berâti emini yedinden teslîm-i hazîne olunmak fermânım olmuşdur şöyle bileler alâmet-i şerîfe i timâd kılalar tahrîren evail-i şehr-i ramazan ve selase ve ime ve elf emr-i be makâm-ı Mahrûse EK: XIII. Trabzon bezzazistanında keten alıp satılmasının menine dair Trabzon iskelesi emini olan Mehmed Ağâ nâm kimesne meclis-i şer -i hatir lâzımu ttevkîrde merhûme Hatuniye evkâfının mütevellîsi olan Mehmed Ağa ve vakf-ı mezbûrden Balatina Cabisi olan Ali Çelebî mahzarlarında takrîr ve da vâ idub kadîmden Kara ketan Trabzon Bezzâsistanında fürûht olunagelurken hâlâ Selâtîn Pazarında bazı tüccar tâifesi ketan alub satmağla iltizâmı zarar müretteb olub etrâf ve eknada ketan alunub satılmamak bâbında emr-i şerîfim sâdır olmağın ber mûceb-i emr-i âli balatina bâzârında ketan alub satılmaya diyü tenbîh olunmuş idi el-hâlet-i hazihi men i ile memnû olmayub yine Pazar-i mezbûrede ketan alınub satılur imiş vâkı hâl suâl olunub lâzım-i emri olunmak matlûbumdur didikde gıbbe'l-istintâk mütevellî-i mezbûr câbî-i merkûm Hüseyin cevâblarında zikr olunan Balatina pazarında re âyâ tâifesi ketanların götürüb bey eylemek mu tâd-i kadîmdir lakin ketan yüki bağlanmayub tüccâr tâifesi re âyâdan alduğı kettanin yine Trabzon'a götürüb çıkub 247

262 keten mahallinde gümrük iskele emînine vireler diyü ba de'l- yevm tarafeynin rızâları ile Balatina Pazarında re âyâ tafesi fürûht (devami yok) Ek: XIV. Karz-ı hasen ile alınan akçeye dâir T. Ş. S. 1832, 9, 1, 2. Torul kazâsı tevâbi inden Arkasa nâm karye sâkinlerinden iken bi emri'llâhi Te âlâ mahmiye-i İstanbul' da fevt olan Yûsûf Beşe bin Murâd nâm kimesnenin eytâm-i sigârının kıbel-i şer -i şerîfden vâsî-i mansûbi ve zevcesinin müsbet ve müseccel vekîl-i şer îsi olub müteveffâ-yi mezbûrun li ebeveyn karındaşı Sefer Beşe bin Murâd elmezbûr nâm kimesne mahrûse-i Trabzon mahâllâtından Tekfur dağı mahallesi sâkinlerinden Üstad Hüseyin bin Ali nâm kimesneyi meclis-i şer -i hatîr ve lâzımu t tevkîrde hazir idub mahzarında şöyle iddi â ve takrîr-i kelâm idub müteveffâ-yi mezbûr karındâşım Yûsûf Beşe' den merkûm Üstâd Hüseyin mahmiye-i mezbûrede târîh-i kitâbdan tahmînen iki sene mukaddem cihet-i karz-i şer îden doksan aded guruş kebîr alub kabz idub vech-i tahrîr üzre olub kabz eyledüğine husûs-i müsliminde mezbûr Üstâd Hüseyin mukîr ve materef? dahi olmuşken hâlâ ve hâlâ vesâyetim ve vekâletim hasebiyle meblağ-ı mezbûri vukû taleb iderum didikde ta allul ve nizâ ider suâl olunub takrîr ve tahrîr ve meblağ-ı mezbûri alıverilmek matlûbumdur didikde ba de s- suâl husûs-i mezbûri merkûm Üstad Hüseyin kat an bi'l- külliye münker olub müdde î mezbûrde takrîr-i meşrûhına mutâbık beyyine taleb olundukda menkûlât eseru liştihâde hâzırûn olub fi'l-hakîka mezbûr Üstad Hüseyin müteveffayı mezbûr Yûsûf Beşe' den mahmiye-i mezbûrede vech-i meşrûh üzre doksan aded guruş-i kebiri alub kabz eyleyub ba dehu Abdullâh ve Sabri Çelebî' ye def ve teslîm eyledi diyü bizim huzûrumuzda bi't- tav i s-sâf ikrâr ve itiraf eyledi bu husûse şâhidleriz ve şehâdet dahi ideruz diyü edâ-i şehâdet-i şer îye eylediklerinde ba de vekâye-i şerâyiti l-kabûl şehâdetleri hîn-i kabûlde vakii olmağın mâ vak a bit taleb ketb olundı tahrîren fî evâhiri şehr-i saferu'l-hayr li sene ihda ve sittin ve elf. EK: XV. T. Ş. S., 1845, 17, 2, 2. Astâne-i saadetin muhafazası için ta yîn olunan me'mûrların mahallerine gönderilmesine dâir Anadolunun sol kolunda vâkı Kuzât Efendi zîde kadruhu fuzluhum yeniçeri serdârları zîde kadruhum i lâm olunan budur ki işbu sene-i mübareke evvel baharda şevkeltu ve azimetlu Pâdişâh zi llullâhı hazretleri'nin devlet-i ikbâl ve sa âdet-i iclâliyle düşman-i dîn bed âyîn olan zindik? Keferesinin Girid ceziresinde vâkı Kandiye kal ası feth-i teshiri içun inân-i azîmde mesrudânları olmayanlara ma tûf ve masrûf buyurulub tevcîhi hümâyûnleri mukarrer ve muhakkak olmağın binâen aleyh adet-i kadîm üzre taht-i kazâ-i hükûmet-i şi ârlarımızda olan koruci ve oturak ve Astâne-i sa âdet muhâfazasına ve sermedlu olanlar dahi sefer-i hümâyûne emur olan neferâtların yeniçeri ve topçi ve cebecilerdir veleayetlerinde alıkonmayup herkesi ta yîn oldukları mahallerine sürüb göndermek içun mektûb vârid tahrîr ve kıdvetu'l- ve'l- akrân olan dokuzunci bölüküğün Ali Çâvûş zikde kadruhu ta yîn ve irsâl-i huzûrleri kılındı lede'l- vusûl taht-i hükûmet şi ârlarınizden mücemmi u n-nâs olan mahallerde muhkem tenbin ve nida itturdub seri an ve acilen koruci ve oturağı mu tâd-i kadîm üzre astâne-i sa âdet muhâfazasına ve yeniçeri ve topci ve cebeci olub serdâr olanlar serhadlarına ve seferlu 248

263 olanları sefer-i hümâyûne bir gün mukaddem irsâl ve îsâl ittirdessiz ki yeniçeri serdârlarına tavaif-i mezbûreyi vakt-i merkûmden evvel mahallernide ihrâc idub me'mûr oldukları mahallere gönderesiz şöyleki bundan sonra tavâif-i mezbûrenin bir ferdine himâye ve illet ve bahâne olanları yerlerinde sürdürülüb bu vecihle cevâba kâdir olmayub haklarından gelinmek mukarrerdur ana göre sâire kiyas itmeyub ziyâde takayyud ve basîret üzre olub hilâfından be gayet hazir eleyesin hilâf-i şer -i şerîf ve muagyir-i kânûn-i münîf bir ferdi rencide itturmeyesiz bâkî hemitte Alîme Dergâh-i şerîfde müstedam ve müstahkeme bâbında tahrirre yevmu'l- evâil-i şehr-i şevvâli'lmükerrem li sene semân ve seb în ve elf. EK: XVI. Kadının eşine bahçe ve evi hibe etmesine dair Budur ki mahmiye-i Trabzon mahâllâtından İmaret Mahallesi sâkinelerinden Yasemin binti Abdullâh nâm Hâtûn tarafından hibe-i âti'l- beyâni ikrâr a vekîl olan mezbûreyi ma rifeti ş-şer ile ârifân olan ma rûf Çelebi ibni Bünyamin ve Kayyum Satılmış Çelebî ibni Mustafâ nâm kimesneler şehâdetleriyle sâbitu'l- vekâle olan mahalli mezbûre İmâmı el-hâcc es-seyyid Şaban Efendi bin Abdünnebi nâm kimesne meclis-i şer -i hatîr lâzımu t-tevkîrde mezbûre Yasemin Hâtûn' un zevci olan işbu râfi u l- kitâb Mürteza Beşe bin Ahmed Bey nâm kimesne muvâcehesinde bi't- tavi s-sâf ikrâr ve i tirâf idub mümvekkilem mezbûre Yasemin in mahalle-i mezbûrede vâkı bir haddi Debbâğ İmruze Beşe ve iki haddi Piyale Bey zâde Mahmûd Çelebî mülklerine ve bir tarafı tarîk-i âmme müntehi olan müvekkilem mezbûre Yasemin in müteveffâ oğlu Mustafâ dan kendüye bi hasebu'l- irs intikâl ilden bir bâb çardağı ve altında ahuri ve muttasıl iki bâb odayı ve sakıflı ve furuni ve bi r-i mâ yi ve bağçeyi ve hudûd-i mezbûr dahi zeytûn eşcârlarını vesâir eşcâr-i müsmire ve gayr-i müsmiresiyle cem -i tevâbi ve levâhikı ve tarayik ve mürafiki ile zevci merkûm Mürteza Beşe' ye hibe-i sahîh-i şer îye ile hibe ve temlîk ve tahliye ve teslîm eyledi ba de'l- yevm mahdûd-i mezbûr cem i tevâbi iyle merkum Mürteza Beşe nin mülki- mevhûbidir keyfemâ yeşâ ve tahtâr mükliyet üzre mutasarrıf olsun didikde makır-i mezbûrun vech-i meşrûh üzre bi'lvekâle sudûr iden ikrâr ve kelimât-ı el-mukiri l-merkûm Murteza Beşe dahi inhab kabûl ve kabz eyledim didikden sonra sihhat-i ikrâra ve cevâb hibeye ve teslîm ve tesellüme hükmü birle haze'l- vesîka a lâ mâ huve'l- hakîka ketb ve terkîm ve yed-i tâlibe def ve teslîm olundu. Tahrîren fî evâsıt-i şehr-i recebu'l- fert li sene semane ve sittin ba de'l- elf EK: XVII H /M Tarihli 1831 Numaralı Şer'iye Sicili Konuları Varak Sayısı: 105 Belge Sayısı: 1366 KONU ADET 1. Nikâh 442 a) Zimmi Nikâhı Alım-Satım Miras Kayıtları Vergi Tahsil emirleri ve ihtilafları Tayin işleri Borç-Alacak Davaları Hibe İşlemleri Adli İşlemler Diğer İşlemler

264 EK: XVIII H /M Tarihli 1842 Numaralı Şer'iye Sicili Konuları Varak Sayısı: 97 Belge Sayısı: 1280 KONU ADET 1. Nikâh Alım-Satım Miras Kayıtları Vergi Tahsil emirleri ve ihtilafları Tayin işleri Borç-Alacak Davaları Hibe İşlemleri Adli İşlemler Diğer İşlemler

265 HARİTALAR XVII yüzyılda Trabzon Eyaleti Haritası buraya konulacak 251

266 XVII. yüzyılda Trabzon sancağı Haritası buraya konulacak 252

267 XVII. yüzyılda nefs-i Trabzon haritası buraya konulup Trabzon şehrinin mahalleleri işaretlenecek 253

TARİH BOYUNCA ANADOLU

TARİH BOYUNCA ANADOLU TARİH BOYUNCA ANADOLU Anadolu, Asya yı Avrupa ya bağlayan bir köprü konumundadır. Üç tarafı denizlerle çevrili verimli topraklara sahiptir. Dört mevsimi yaşayan iklimi, akarsuları, ormanları, madenleriyle

Detaylı

Ali Efdal Özkul KIBRIS'IN SOSYO-EKONOMİK TARİHİ ( ) *dipnot

Ali Efdal Özkul KIBRIS'IN SOSYO-EKONOMİK TARİHİ ( ) *dipnot Ali Efdal Özkul KIBRIS'IN SOSYO-EKONOMİK TARİHİ (1726-1750) *dipnot Ada ve Ebru'ya İçindekiler Kısaltmalar 9 Sunuş 13 Önsöz 15 Kaynaklar 17 1. BOA Kaynaklan 17 2. Kıbrıs Şer'iye Sicilleri 18 3. Yazmalar

Detaylı

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta İktisat Tarihi I 13-14 Ekim II. Hafta Osmanlı Kurumlarının Kökenleri 19. yy da Osmanlı ve Bizans hakkındaki araştırmalar ilerledikçe benzerlikler dikkat çekmeye başladı. Gibbons a göre Osm. Hukuk sahasında

Detaylı

GEÇMİŞTEKİ İZLERİYLE KAYSERİ

GEÇMİŞTEKİ İZLERİYLE KAYSERİ GEÇMİŞTEKİ İZLERİYLE KAYSERİ Prof. Dr. Mustafa KESKİN - Prof. Dr. M. Metin HÜLAGÜ İÇİNDEKİLER Sunuş Önsöz Giriş I. Tarihi Seyri İçerisinde Kayseri II. Şehrin Kronolojisi III. Kültürel Miras A. Köşkler

Detaylı

AKADEMİK ÖZGEÇMİŞ YAYIN LİSTESİ

AKADEMİK ÖZGEÇMİŞ YAYIN LİSTESİ AKADEMİK ÖZGEÇMİŞ VE YAYIN LİSTESİ 1. Adı Soyadı : Muharrem KESİK İletişim Bilgileri Adres : Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Telefon : (0212) 521 81 00 Mail : muharremkesik@gmail.com 2. Doğum -

Detaylı

Bu durum, aşağıdakilerden hangisin gösteren bir kanıt olabilir?

Bu durum, aşağıdakilerden hangisin gösteren bir kanıt olabilir? DÜNYA GÜCÜ OSMANLI 1. Anadolu Selçuklu Devleti zamanında ve Osmanlı İmparatorluğu nun Yükselme döneminde Anadolu daki zanaatkarlar lonca denilen zanaat gruplarına ayrılarak yöneticilerini kendileri seçmişlerdir.

Detaylı

EĞİTİM- ÖĞRETİM YILI NUH MEHMET YAMANER ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ 10.SINIF OSMANLI TARİHİ I. DÖNEM I. YAZILI SORULARI A GURUBU

EĞİTİM- ÖĞRETİM YILI NUH MEHMET YAMANER ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ 10.SINIF OSMANLI TARİHİ I. DÖNEM I. YAZILI SORULARI A GURUBU Ertuğrul Gazi 1) * Orhan Bey tarafından fethedilmiş olup başkent buraya taşınmıştır. * İpek sanayisinin merkezi konumundaki bu bölgenin fethiyle Osmanlı gelirleri. Yukarıdaki özellikleri verilmiş bölge

Detaylı

İktisat Tarihi I

İktisat Tarihi I İktisat Tarihi I 11.10.2017 12. asrın ikinci yarısından itibaren Anadolu Selçuklu Devleti siyasi ve idari bakımdan pekişmişti. XII. yüzyıl sonlarından itibaren şehirlerin gelişmesi ile Selçuklu ekonomik

Detaylı

Edirne Tarihi - Bizans Döneminde Edirne. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

Edirne Tarihi - Bizans Döneminde Edirne. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Edirne Tarihi - Bizans Döneminde Edirne Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Aralık 25, 2006 2 İçindekiler 0.1 Hadrianopolis ten Edrine ye : Bizans Dönemi.......... 4 0.2 Hadrianopolis Önce Edrine

Detaylı

ETKİNLİKLER/KONFERSANS

ETKİNLİKLER/KONFERSANS ETKİNLİKLER/KONFERSANS Anadolu'nun Vatanlaşmasında Selçukluların Rolü Züriye Oruç 1 Prof. Dr. Salim Koca'nın konuk olduğu Anadolu'nun Vatanlaşmasında Selçukluların Rolü konulu Şehir Konferansı gerçekleştirildi.

Detaylı

YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH BÖLÜMÜ LİSANSÜSTÜ PROGRAMLARI

YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH BÖLÜMÜ LİSANSÜSTÜ PROGRAMLARI YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH BÖLÜMÜ LİSANSÜSTÜ PROGRAMLARI TARİH TEZLİ YÜKSEK LİSANS Tezli yüksek lisans programında eğitim dili Türkçedir. Programın öngörülen süresi 4

Detaylı

ADI SOYADI: SINIFI: NUMARASI: PUANI:

ADI SOYADI: SINIFI: NUMARASI: PUANI: DOĞUBAYAZIT M. M. FAHRETTİN PAŞA ANADOLU İMAM-HATİP LİSESİ 2015-2016 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIFLAR SEÇMELİ TARİH DERSİ 1. DÖNEM 2. ORTAK SINAV SORULARI A GRUBU ADI SOYADI: SINIFI: NUMARASI: PUANI: SORULAR

Detaylı

KURTALAN İLÇESİ. Siirt deki Kültür Varlıkları

KURTALAN İLÇESİ. Siirt deki Kültür Varlıkları KURTALAN İLÇESİ Siirt deki Kültür Varlıkları 163 3.5. KURTALAN İLÇESİ 3.5.1. ERZEN ŞEHRİ VE KALESİ Son yapılan araştırmalara kadar tam olarak yeri tespit edilemeyen Erzen şehri, Siirt İli Kurtalan İlçesi

Detaylı

Dersin Adı İSLAM TARİHİ Sınıf 12 İSLAM TARİHİ

Dersin Adı İSLAM TARİHİ Sınıf 12 İSLAM TARİHİ Dersin Adı İSLAM TARİHİ Sınıf 12 İSLAM TARİHİ Tarihi Öğretim Yılı Dönemi Sırası 2014-2015 2 1 B GRUBU SORULARI 12.Sınıflar Öğrencinin Ad Soyad No Sınıf Soru 1: Aşağıdaki yer alan ifadelerde boşluklara

Detaylı

Kuruluş Dönemi Osmanlı Kültür ve Uygarlığı Flash Anlatım Perşembe, 12 Kasım :53 - Son Güncelleme Çarşamba, 25 Kasım :14

Kuruluş Dönemi Osmanlı Kültür ve Uygarlığı Flash Anlatım Perşembe, 12 Kasım :53 - Son Güncelleme Çarşamba, 25 Kasım :14 Kuruluş Dönemi Osmanlı Kültür ve Uygarlığı Flash Anlatım Kuruluş Dönemi Osmanlı Kültür ve Uygarlığı Ders Notu OSMANLI KÜLTÜR VE MEDENİYETİ (1300-1453) 1. OSMANLI'DA DEVLET ANLAYIŞI Türkiye Selçuklu Devleti

Detaylı

1-MERKEZ TEŞKİLATI. A- Hükümdar B- Saray

1-MERKEZ TEŞKİLATI. A- Hükümdar B- Saray 1-MERKEZ TEŞKİLATI A- Hükümdar B- Saray MERKEZ TEŞKİLATI Önceki Türk ve Türk-İslam devletlerinden farklı olarak Osmanlı Devleti nde daha merkezi bir yönetim oluşturulmuştu.hükümet, ordu ve eyaletler doğrudan

Detaylı

SÜLEYMAN ŞAH TÜRBESİ

SÜLEYMAN ŞAH TÜRBESİ 1 SÜLEYMAN ŞAH TÜRBESİ Gürbüz MIZRAK Süleyman Şah Türbesi ve bulunduğu alan Suriye'nin Halep ilinin Karakozak Köyü sınırları içerisindeydi. Burası Türkiye'nin kendi sınırları dışında sahip olduğu tek toprak

Detaylı

DURAKLAMA DEVRİ. KPSS YE HAZIRLIK ARİF ÖZBEYLİ Youtube Kanalı: tariheglencesi

DURAKLAMA DEVRİ. KPSS YE HAZIRLIK ARİF ÖZBEYLİ  Youtube Kanalı: tariheglencesi DURAKLAMA DEVRİ KPSS YE HAZIRLIK ARİF ÖZBEYLİ Youtube Kanalı: tariheglencesi 05.08.2017 OSMANLI DEVLETİ NİN GENEL DURUMU XVII.YÜZYILDA OSMANLI- AVUSTRYA VE OSMANLI- İRAN İLİŞKİLERİ a-avusturya ile İlişkiler

Detaylı

Devleti yönetme hakkı Tanrı(gök tanrı) tarafından kağana verildiğine inanılırdı. Bu hak, kan yolu ile hükümdarların erkek çocuklarına geçerdi.

Devleti yönetme hakkı Tanrı(gök tanrı) tarafından kağana verildiğine inanılırdı. Bu hak, kan yolu ile hükümdarların erkek çocuklarına geçerdi. Orta Asya Türk tarihinde devlet, kağan adı verilen hükümdar tarafından yönetiliyordu. Hükümdarlar kağan unvanının yanı sıra han, hakan, şanyü, idikut gibi unvanları da kullanmışlardır. Kağan kut a göre

Detaylı

Türklerin Anayurdu ve Göçler Video Ders Anlatımı

Türklerin Anayurdu ve Göçler Video Ders Anlatımı Türklerin Anayurdu ve Göçler Video Ders Anlatımı III. ÜNİTE TÜRKLERİN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI VE İLK TÜRK DEVLETLERİ ( BAŞLANGIÇTAN X. YÜZYILA KADAR ) A- TÜRKLERİN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞI I-Türk Adının Anlamı

Detaylı

BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ

BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ BÜYÜK SELÇUKLU DEVLETİ Selçuklu Devleti nin Kuruluşu Sultan Alparslan Dönemi Fetret Dönemi Tuğrul ve Çağrı Bey Dönemi Malazgirt Zaferi Anadolu ya Yapılan Akınlar Sultan Melikşah Dönemi Sultan Sancar Dönemi

Detaylı

Elveda Rumeli Merhaba Rumeli. İsmail Arslan, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2013, 134 Sayfa.

Elveda Rumeli Merhaba Rumeli. İsmail Arslan, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2013, 134 Sayfa. Elveda Rumeli Merhaba Rumeli İsmail Arslan, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2013, 134 Sayfa. Hamdi Fırat BÜYÜK* Balkan Savaşları nın 100. yılı anısına Kitap Yayınevi tarafından yayınlanan Elveda Rumeli Merhaba

Detaylı

İLK TÜRK İSLAM DEVLETLERİ

İLK TÜRK İSLAM DEVLETLERİ İLK TÜRK İSLAM DEVLETLERİ TALAS SAVAŞI (751) Diğer adı Atlık Savaşıdır. Çin ile Abbasiler arasındaki bu savaşı Karlukların yardımıyla Abbasiler kazanmıştır. Bu savaş sonunda Abbasilerin hoşgörüsünden etkilenen

Detaylı

Adı Soyadı: Ertan GÖKMEN Doğum Tarihi: 1967 Öğrenim Durumu: Doktora Öğrenim Gördüğü Kurumlar: Öğrenim Durumu Bölüm/Program Üniversite Yıl

Adı Soyadı: Ertan GÖKMEN Doğum Tarihi: 1967 Öğrenim Durumu: Doktora Öğrenim Gördüğü Kurumlar: Öğrenim Durumu Bölüm/Program Üniversite Yıl Adı Soyadı: Ertan GÖKMEN Doğum Tarihi: 1967 Öğrenim Durumu: Doktora Öğrenim Gördüğü Kurumlar: Öğrenim Durumu Bölüm/Program Üniversite Yıl Lisans Y. Lisans Doktora Tarih Öğretmenliği /Buca Eğitim Fakültesi

Detaylı

EMEVİLER VE ABBASİLER DÖNEMİ

EMEVİLER VE ABBASİLER DÖNEMİ EMEVİLER VE ABBASİLER DÖNEMİ DERS NOTLARI VE ŞİFRE TANER ÖZDEMİR DETAY TARİHÇİ TÜRK TELEKOM NURETTİN TOPÇU SOSYAL BİLİMLER LİSESİ TARİH ÖĞRETMENİ EMEVİLER Muaviye tarafından Şam da kurulan ve yaklaşık

Detaylı

Sakarya ili kültür ve turizm bakımından önemli bir potansiyele ve çeşitliliğe sahiptir. İlde Taraklı Evleri gibi

Sakarya ili kültür ve turizm bakımından önemli bir potansiyele ve çeşitliliğe sahiptir. İlde Taraklı Evleri gibi TARİH Tarihi kaynaklar bize, Adapazarı yerleşim bölgesinde önceleri Bitinya'lıların, ardından Bizanslıların yaşadıklarını bildirmektedir. Öte yandan, ilim adamlarının yaptıkları araştırmalara göre; Sakarya

Detaylı

Yrd. Doç. Dr. Sezai SEVİM YAYIN LİSTESİ

Yrd. Doç. Dr. Sezai SEVİM YAYIN LİSTESİ Yrd. Doç. Dr. Sezai SEVİM YAYIN LİSTESİ KİTAP - Osmanlı Kuruluş Dönemi Bursa Vakfiyeleri, Yayına Hazırlayanlar, Yrd. Doç. Dr. Sezai Sevim- Dr. Hasan Basri Öcalan, Osmangazi Belediyesi Yayınları, İstanbul

Detaylı

İktisat Tarihi I. 18 Ekim 2017

İktisat Tarihi I. 18 Ekim 2017 İktisat Tarihi I 18 Ekim 2017 Kuruluş döneminin muhafazakar-milliyetçi bir yorumuna göre, İslam ı yaymak Osmanlı toplumunun en önemli esin kaynağını oluşturuyordu. Anadolu'ya göçler İran daki Büyük Selçuklu

Detaylı

tarih ve 495 sayılı Eğitim Komisyonu Kararı Eki

tarih ve 495 sayılı Eğitim Komisyonu Kararı Eki 14.11.2013 tarih ve 495 sayılı Eğitim Komisyonu Kararı Eki Tablo 1 Sosyal BilimlerEnstitüsü İletişim Bilimleri Doktora Programı * 1. YARIYIL 2. YARIYIL İLT 771 SİNEMA ARAŞTIRMALARI SEMİNERİ 2 2 3 10 1

Detaylı

BALIKESİR KAZASI (1840 1845)

BALIKESİR KAZASI (1840 1845) 1 2 BALIKESİR KAZASI (1840 1845) 3 Tanzimat başlarında BALIKESİR KAZASI (1840 1845) (Demografik Durum) Zağnos Kültür ve Eğitim Vakfı Genel Yayın No:8 ISBN 975 94473 4 7 Kapak : Petek Ofset Matbaacılık

Detaylı

Derece Alan Üniversite Yıl Lisans İlahiyat Atatürk Üniversitesi 1979 Y. Lisans Tarih Atatürk Üniversitesi 1981 Doktora Tarih Atatürk Üniversitesi 1985

Derece Alan Üniversite Yıl Lisans İlahiyat Atatürk Üniversitesi 1979 Y. Lisans Tarih Atatürk Üniversitesi 1981 Doktora Tarih Atatürk Üniversitesi 1985 1. Adı Soyadı : MEHMET ÇELİK 2. Doğum Tarihi: 05 Haziran 195. Unvanı : Prof.Dr.. Öğrenim Durumu Derece Alan Üniversite Lisans İlahiyat Atatürk Üniversitesi 1979 Y. Lisans Tarih Atatürk Üniversitesi 1981

Detaylı

AKÇAABAD VAKFIKEBĠR NÜFUS KÜTÜĞÜ - (1835-1845)

AKÇAABAD VAKFIKEBĠR NÜFUS KÜTÜĞÜ - (1835-1845) AKÇAABAD VAKFIKEBĠR NÜFUS KÜTÜĞÜ - (1835-1845) C. Yunus Özkurt Osmanlı döneminde ilk genel nüfus sayımı, II. Mahmud döneminde 1831 (Hicri: 1246) yılında alınan bir karar ile uygulanmaya başlamıştır (bundan

Detaylı

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci; Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : OSMANLI TARİHİ II Ders No : 0310440158 Teorik : 2 Pratik : 0 Kredi : 2 ECTS : 4 Ders Bilgileri Ders Türü Öğretim Dili Öğretim

Detaylı

1 KAFKASYA TARİHİNE GİRİŞ...

1 KAFKASYA TARİHİNE GİRİŞ... İÇİNDEKİLER GİRİŞ... 1 I. ARAŞTIRMANIN METODU... 1 II. ARAŞTIRMANIN KAYNAKLARI... 3 A. Tarihler... 4 B. Vakayi-Nâmeler/Kronikler... 10 C. Sikkeler/Paralar ve Kitabeler... 13 D. Çağdaş Araştırmalar... 14

Detaylı

Kalem İşleri 60. Ağaç İşleri 61. Hünkar Kasrı 65. Medrese (Darülhadis Medresesi) 66. Sıbyan Mektebi 67. Sultan I. Ahmet Türbesi 69.

Kalem İşleri 60. Ağaç İşleri 61. Hünkar Kasrı 65. Medrese (Darülhadis Medresesi) 66. Sıbyan Mektebi 67. Sultan I. Ahmet Türbesi 69. İÇİNDEKİLER TARİHÇE 5 SULTANAHMET CAMİ YAPI TOPLULUĞU 8 SULTAN I. AHMET 12 SULTAN I. AHMET İN CAMİYİ YAPTIRMAYA KARAR VERMESİ 15 SEDEFKAR MEHMET AĞA 20 SULTANAHMET CAMİİ NİN YAPILMAYA BAŞLANMASI 24 SULTANAHMET

Detaylı

Tarih Anabilim Dalı Tezli Yüksek Lisans (Sak. Üni. Ort.) Programı Ders İçerikleri

Tarih Anabilim Dalı Tezli Yüksek Lisans (Sak. Üni. Ort.) Programı Ders İçerikleri Tarih Anabilim Dalı Tezli Yüksek Lisans (Sak. Üni. Ort.) Programı Ders İçerikleri 1. Yıl - Güz 1. Yarıyıl Ders İçerikleri Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntemleri TAR701 1 3+0 6 Bu dersin temel amacı belli

Detaylı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 10. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 10. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ KASIM EKİM 017-018 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 10. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ Ay Hafta Ders Saati Konu Adı Kazanımlar Test No Test Adı 1. 1. XIV. yüzyıl başlarında

Detaylı

OSMANLI BELGELERİNDE MİLLÎ MÜCADELE VE MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

OSMANLI BELGELERİNDE MİLLÎ MÜCADELE VE MUSTAFA KEMAL ATATÜRK T.C. BAŞBAKANLIK DEVLET ARŞİVLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayın Nu: 88 OSMANLI BELGELERİNDE MİLLÎ MÜCADELE VE MUSTAFA KEMAL ATATÜRK A N K A R A 2 0 0 7 1 P r o j e Y ö n e t i c

Detaylı

SORU CEVAP METODUYLA TEKRAR (YÜKSELİŞ-DURAKLAMA VE AVRUPA)

SORU CEVAP METODUYLA TEKRAR (YÜKSELİŞ-DURAKLAMA VE AVRUPA) SORU CEVAP METODUYLA TEKRAR (YÜKSELİŞ-DURAKLAMA VE AVRUPA) Osmanlı devletinde ülke sorunlarının görüşülüp karara bağlandığı bugünkü bakanlar kuruluna benzeyen kurumu: divan-ı hümayun Bugünkü şehir olarak

Detaylı

Osmanlı Devleti'nin kurucuları, Oğuzların Bozok koluna bağlı Kayı aşiretidir.

Osmanlı Devleti'nin kurucuları, Oğuzların Bozok koluna bağlı Kayı aşiretidir. Osmanlı Devleti'nin kurucuları, Oğuzların Bozok koluna bağlı Kayı aşiretidir. Kayı aşireti, Türkiye Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubat döneminde Ankara yakınlarındaki Kara- cadağ bölgesine yerleştirilmiştir.

Detaylı

Sultan Abdulhamit in hayali gerçek oldu BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU B İ L G İ. NOTU BALKANLAR 2 de İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI

Sultan Abdulhamit in hayali gerçek oldu BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU B İ L G İ. NOTU BALKANLAR 2 de İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI 5 te 7 de AZİZ BABUŞCU AK PARTİ İL BAŞKANI AK 4 te YIL: 2012 SAYI : 167 17-24 ARALIK 2012 BÜLTEN İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI T E Ş K İ L A T İ Ç İ H A F T A L I K B Ü L T E N İ 3 te 6 da Sultan

Detaylı

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler OLAY ÇEVRESINDE GELIŞEN EDEBI METINLER Oğuz Türkçesinin Anadolu daki ilk ürünleri Anadolu Selçuklu Devleti

Detaylı

OSMANLI ARAŞTIRMALARI

OSMANLI ARAŞTIRMALARI OSMANLI ARAŞTIRMALARI Kenan İnan, Mahmiye-i Trabzon Mahallâtından : Onyedinci Yüzyıl Ortalarında Trabzon da Sosyal ve İktisadi Hayat, Trabzon: Trabzon Belediyesi Kültür Yayınları, 2013, 374 s., ISBN 978-975-7770-40-4

Detaylı

10. SINIF TARİH DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

10. SINIF TARİH DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ KASIM EKİM 0. SINIF TARİH DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ AY HAFTA DERS SAATİ KONU ADI KAZANIMLAR TEST NO TEST ADI. OSMANLI DEVLETİ NİN KURULUŞU (00-5). XIV. yüzyıl başlarında Anadolu, Avrupa ve Yakın

Detaylı

TC. ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI'NDA TAMAMLANAN TEZLER

TC. ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI'NDA TAMAMLANAN TEZLER TC. ADNAN MENDERES ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI'NDA TAMAMLANAN TEZLER 2006 SARIBEY, Aysun, XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Aydın'da Yönetim, (Danış. Prof. Dr. Serap YILMAZ), Adnan

Detaylı

Arş. Gör. İlker YİĞİT

Arş. Gör. İlker YİĞİT CV Arş. Gör. İlker YİĞİT Çankırı Karatekin Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Araştırma Görevlisi Mail: iyigithg@gmail.com Tel: 0-376-218 11 23/5111 Faks: 0-376-218 10 31 WEB: http://websitem.karatekin.edu.tr/iyigit/sayfa/314

Detaylı

İstanbul u Fethinin Dahi Stratejisi - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

İstanbul u Fethinin Dahi Stratejisi - Genç Gelişim Kişisel Gelişim Fetih 1453 gösterime girdi. Yönetmenliğini ve yapımcılığını Faruk Aksoy'un yaptığı, başrollerinde Devrim Evin, İbrahim Çelikkol ve Dilek Serbest'in yer aldığı İstanbul'un Fethi ni konu alan Türk film 17

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ

ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ ÖZGEÇMİŞ Adı Soyadı Üniversite/Kurum Temel Alan ALPAY BİZBİRLİK MANİSA CELÂL BAYAR ÜNİVERSİTESİ SOSYAL, BEŞERI VE İDARI BILIMLER TEMEL ALANI Öğrenim Bilgisi Doktora 1992 1/Ocak/1996

Detaylı

Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak

Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak Hanlığı ve Kazakistan konulu bu toplantıda Kısaca Kazak

Detaylı

Yard. Doç. Dr. Ali AHMETBEYOĞLU

Yard. Doç. Dr. Ali AHMETBEYOĞLU Yard. Doç. Dr. Ali AHMETBEYOĞLU 1964 yılında Kayseri de dünyaya gelen Ali Ahmetbeyoğlu, 1976 yılında Kayseri Namık Kemal İlkokulu ndaki, 1979 yılında Kayseri 50. Dedeman Ortaokulu ndaki, 1982 yılında ise

Detaylı

LAZ VE MİGRELİ TARİHİ

LAZ VE MİGRELİ TARİHİ LAZ VE MİGRELİ TARİHİ Ünsal, V. (2006). "Doğu Karadeniz'in Tarihi Coğrafyası". Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 8 (2), 129-144, İpek, N. (1994). "Birinci Dünya Savaşı Esnasında Karadeniz

Detaylı

İÇİNDEKİLER. A. Tarih B. Siyasal Tarih C. XIX.yüzyıla Kadar Dünya Tarihinin Ana Hatları 3 D. Türkiye"nin Jeo-politik ve Jeo-stratejik Önemi 5

İÇİNDEKİLER. A. Tarih B. Siyasal Tarih C. XIX.yüzyıla Kadar Dünya Tarihinin Ana Hatları 3 D. Türkiyenin Jeo-politik ve Jeo-stratejik Önemi 5 İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ V GİRİŞ 1 A. Tarih B. Siyasal Tarih C. XIX.yüzyıla Kadar Dünya Tarihinin Ana Hatları 3 D. Türkiye"nin Jeo-politik ve Jeo-stratejik Önemi 5 BİRİNCİ BÖLÜM: AVRUPA SİYASAL TARİHİ 1 2 I.

Detaylı

III.BÖLÜM A - KARADENİZ BÖLGESİ HAKKINDA

III.BÖLÜM A - KARADENİZ BÖLGESİ HAKKINDA III.BÖLÜM Bu bölümde ağırlıklı olarak Kızılırmak deltasının batı kenarından başlayıp Adapazarı ve Bilecik'in doğusuna kadar uzanan ve Kastamonu yu içine alan Batı Karadeniz Bölümü, Kastamonu ili, Araç

Detaylı

İSLÂM ÖNCESİ İRAN DA DEVLET VE EKONOMİ -SÂSÂNÎ DÖNEMİ- (M.S )

İSLÂM ÖNCESİ İRAN DA DEVLET VE EKONOMİ -SÂSÂNÎ DÖNEMİ- (M.S ) İSLÂM ÖNCESİ İRAN DA DEVLET VE EKONOMİ -SÂSÂNÎ DÖNEMİ- (M.S. 226-652) Yrd. Doç. Dr. Ahmet ALTUNGÖK İSLÂM ÖNCESİ İRAN DA DEVLET VE EKONOMİ -SÂSÂNÎ DÖNEMİ- Yazar: Yrd. Doç. Dr. Ahmet Altungök Yayınevi Editörü:

Detaylı

Makedonya Cumhuriyeti ; 1991 yılında Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti nin iç savaşlara girdiği dönemde bağımsızlığını ilan etmiştir.

Makedonya Cumhuriyeti ; 1991 yılında Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti nin iç savaşlara girdiği dönemde bağımsızlığını ilan etmiştir. Makedonya Cumhuriyeti ; 1991 yılında Yugoslavya Sosyalist Federatif Cumhuriyeti nin iç savaşlara girdiği dönemde bağımsızlığını ilan etmiştir. Kuzeyde Sırbistan ve Kosova batıda Arnavutluk, güneyde Yunanistan,

Detaylı

ŞANLIURFA YI GEZELİM

ŞANLIURFA YI GEZELİM ŞANLIURFA YI GEZELİM 3. Gün: URFA NIN KALBİNDEN GÜNEŞİN BATIŞINA GEZİ TÜRKİYE NİN GURURU ATATÜRK BARAJI Türkiye de ki elektrik üretimini artırmak ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi ndeki 9 ili kapsayan tarım

Detaylı

I. TÜRK HUKUK TARİHİ KONGRESİ BİLDİRİLERİ

I. TÜRK HUKUK TARİHİ KONGRESİ BİLDİRİLERİ I. Türk Hukuk Tarihi Kongresi 21-22 Aralık 2012 - İstanbul I. TÜRK HUKUK TARİHİ KONGRESİ BİLDİRİLERİ Editör Prof. Dr. Fethi GEDİKLİ İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ... IX İÇİNDEKİLER...XIII Töre Yapmak, Âdet Çıkartmak:

Detaylı

OSMANLI YAPILARINDA. Kaynak: Sitare Turan Bakır, İznik

OSMANLI YAPILARINDA. Kaynak: Sitare Turan Bakır, İznik OSMANLI YAPILARINDA İZNİK ÇİNİLERİ Kaynak: Sitare Turan Bakır, İznik Çinileri, KültK ltür r Bakanlığı Osmanlı Eserleri, Ankara 1999 Adana Ramazanoğlu Camii Caminin kitabelerinden yapımına 16. yy da Ramazanoğlu

Detaylı

KAY 361 Türk İdare Tarihi. Ders 6: 20 Kasım 2006 Konu: Osmanlı Toprak Sistemi Okuma: Ortaylı, 1979, sf

KAY 361 Türk İdare Tarihi. Ders 6: 20 Kasım 2006 Konu: Osmanlı Toprak Sistemi Okuma: Ortaylı, 1979, sf KAY 361 Türk İdare Tarihi Ders 6: 20 Kasım 2006 Konu: Osmanlı Toprak Sistemi Okuma: Ortaylı, 1979, sf. 81-122. Osmanlı İmparatorluğu: Genel Bir Bakış 1243 Kösedağ Savaşı sonucunda İran İlhanlıları n tabi

Detaylı

Asya Hun Devleti (Büyük Hun Devleti) Orta Asya da bilinen ilk teşkilatlı Türk devleti Hunlar tarafından kurulmuştur. Hunların ilk oturdukları yer

Asya Hun Devleti (Büyük Hun Devleti) Orta Asya da bilinen ilk teşkilatlı Türk devleti Hunlar tarafından kurulmuştur. Hunların ilk oturdukları yer Asya Hun Devleti (Büyük Hun Devleti) Orta Asya da bilinen ilk teşkilatlı Türk devleti Hunlar tarafından kurulmuştur. Hunların ilk oturdukları yer Sarı Irmak ın kuzeyi idi. Daha sonra Orhun ve Selenga ırmakları

Detaylı

HAÇLI SEFERLERİ TARİHİ 3.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. HAÇLI SEFERLERİ Nedenleri ve Sonuçları

HAÇLI SEFERLERİ TARİHİ 3.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. HAÇLI SEFERLERİ Nedenleri ve Sonuçları HAÇLI SEFERLERİ TARİHİ 3.Ders Dr. İsmail BAYTAK HAÇLI SEFERLERİ Nedenleri ve Sonuçları Hristiyanlarca kutsal sayılan Hz. İsa nın doğum yeri Kudüs ve dolayları, VII. yüzyıldan beri Müslümanlar ın elinde

Detaylı

Bacıyân-ı Rum. (Dünyanın İlk Kadın Teşkilatı: Anadolu Bacıları)

Bacıyân-ı Rum. (Dünyanın İlk Kadın Teşkilatı: Anadolu Bacıları) Bacıyân-ı Rum (Dünyanın İlk Kadın Teşkilatı: Anadolu Bacıları) Varlığı Neredeyse İmkânsız Görülen Kadın Örgütü Âşık Paşazade nin Hacıyan-ı Rum diye adlandırdığı bu topluluk üzerinde ilk defa Alman doğu

Detaylı

Başkale nin Tarihçesi: Başkale Coğrafyası:

Başkale nin Tarihçesi: Başkale Coğrafyası: Başkale nin Tarihçesi: Başkale Urartular zamanında Adamma olarak adlandırılan bir yerleşme yeriydi. Ermeniler buraya Adamakert ismini vermişlerdir. Sonraları Romalılar ve Partlar arasında sınır bölgesi

Detaylı

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta İktisat Tarihi I 13-14 Ekim II. Hafta Osmanlı Kurumlarının Kökenleri İstanbul un fethinden sonra Osm. İmp nun çeşitli kurumları üzerinde Bizans ın etkileri olduğu kabul edilmektedir. Rambaud, Osm. Dev.

Detaylı

AVRUPA VE OSMANLI (18.YÜZYIL) GERİLEME DÖNEMİ

AVRUPA VE OSMANLI (18.YÜZYIL) GERİLEME DÖNEMİ AVRUPA VE OSMANLI (18.YÜZYIL) GERİLEME DÖNEMİ 1. Osmanlı İmparatorluğu nun Gerileme Devrindeki olaylar ve bu olayların sonuçları göz önüne alındığında, aşağıdaki ilişkilerden hangisi bu devir için geçerli

Detaylı

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü/Tarih Anabilim Dalı/Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü/Tarih Anabilim Dalı/Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı AYŞE DEĞERLİ YARDIMCI DOÇENT E-Posta Adresi : aysedegerli@artvin.edu.tr Telefon (İş) : 4662151043-2342 Adres : AÇÜ Şehir Yerleşkesi, Eğitim Fakültesi Sosyal Bilgiler Eğitimi ABD, Oda no: 108, Merkez/ARTVİN

Detaylı

c-1086 da Süleyman Şah ile Tutuş arasında yapılan savaşta Süleyman Şah yenildi ve intihar etti, oğulları esir alındı.

c-1086 da Süleyman Şah ile Tutuş arasında yapılan savaşta Süleyman Şah yenildi ve intihar etti, oğulları esir alındı. Anadolu Selçuklu Devleti Hakkında Bilgi (1075-1308) Süleyman Şah Dönemi: (1075-1086) a-1075'te İznik'i aldı ve devleti kurdu. b-büyük Selçuklu tahtını ele geçirmek amacıyla doğuya yöneldi. c-1086 da Süleyman

Detaylı

Tokat ın 68 km güneybatısında yer alan Sulusaray, Sabastopolis antik kenti üzerinde kurulmuştur.

Tokat ın 68 km güneybatısında yer alan Sulusaray, Sabastopolis antik kenti üzerinde kurulmuştur. Çekerek ırmağı üzerinde Roma dönemine ait köprüde şehrin bu adı ile ilgili kitabe bulunmaktadır. Tokat ın 68 km güneybatısında yer alan Sulusaray, Sabastopolis antik kenti üzerinde kurulmuştur. Antik Sebastopolis

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. Derece Bölüm/Program Üniversite Yıl. Lisans Hukuk Marmara Üniversitesi 1994. Y. Lisans Hukuk Marmara Üniversitesi 1998

ÖZGEÇMİŞ. Derece Bölüm/Program Üniversite Yıl. Lisans Hukuk Marmara Üniversitesi 1994. Y. Lisans Hukuk Marmara Üniversitesi 1998 ÖZGEÇMİŞ 1. Adı Soyadı: Abdullah Demir 2. Doğum Tarihi: 01 Ocak 1970 3. Unvanı: Doç. Dr. 4. Öğrenim Durumu: Derece Bölüm/Program Üniversite Yıl Lisans Hukuk Marmara Üniversitesi 1994 Y. Lisans Hukuk Marmara

Detaylı

İÇİNDEKİLER. Takdim...7 Önsöz...9 Kısaltmalar I. DEVLET...13 Adâletnâme...15 Kanun...19 Kanunnâme...29 Padişah...43

İÇİNDEKİLER. Takdim...7 Önsöz...9 Kısaltmalar I. DEVLET...13 Adâletnâme...15 Kanun...19 Kanunnâme...29 Padişah...43 İÇİNDEKİLER Takdim...7 Önsöz...9 Kısaltmalar...11 I. DEVLET...13 Adâletnâme...15 Kanun...19 Kanunnâme...29 Padişah...43 II. EYALET İDARESİ...53 Cizye...55 Çiftlik...65 Eyalet...69 İspence...77 Kırım Hanlığı...79

Detaylı

TARİH BÖLÜMÜ ÖĞRETİM YILI BAHAR DÖNEMİ DERS PROGRAMI 1. SINIF

TARİH BÖLÜMÜ ÖĞRETİM YILI BAHAR DÖNEMİ DERS PROGRAMI 1. SINIF A-TEKLER B- ÇİFTLER TARİH BÖLÜMÜ 201-201 ÖĞRETİM YILI BAHAR DÖNEMİ DERS PROGRAMI 1. SINIF in Kodu in Adı Kredi Kontenjan Öğretim Üyesi in Günü Saati Sınıf AKTS TAR102 Eski Batı Tarihi 200 Yrd. Doç. Dr.

Detaylı

Hazırlayan Muhammed ARTUNÇ 6.SINIF SOSYAL BİLGİER

Hazırlayan Muhammed ARTUNÇ 6.SINIF SOSYAL BİLGİER Hazırlayan Muhammed ARTUNÇ 6.SINIF SOSYAL BİLGİER SOSYAL BİLGİLER KONU:ORTA ASYA TÜRK DEVLETLERİ (Büyük)Asya Hun Devleti (Köktürk) Göktürk Devleti 2.Göktürk (Kutluk) Devleti Uygur Devleti Hunlar önceleri

Detaylı

GEVALE KALESĠ KAZI ÇALIġMALARI

GEVALE KALESĠ KAZI ÇALIġMALARI GEVALE KALESĠ KAZI ÇALIġMALARI Konya da Osmanlı ordusunun kenti fethettikten sonra yıktırdığı kabul edilen Gevale Kalesi nin kalıntıları bulundu. Buluntular kentin bilinen tarihini değiģtirecek nitelikte.

Detaylı

ESKİ GÜMÜŞHANE (SÜLEYMANİYE MAHALLESİ) VE PANAYIR ALANI

ESKİ GÜMÜŞHANE (SÜLEYMANİYE MAHALLESİ) VE PANAYIR ALANI ESKİ GÜMÜŞHANE (SÜLEYMANİYE MAHALLESİ) VE PANAYIR ALANI Tarihi geçmişi M.Ö. 3000 4000 lere ait olduğu belirtilen, Gümüş madeni yurdu Gümüşhane, Gümüş-hane, Kimişhane, vb. olarak bilinen bu diyarın bilinen

Detaylı

Roma ve Bizans Dönemi Tarihi Eserleri. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

Roma ve Bizans Dönemi Tarihi Eserleri. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Roma ve Bizans Dönemi Tarihi Eserleri Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Aralık 25, 2006 2 İçindekiler 0.1 Antik Yerleşimler......................... 4 0.2 Roma - Bizans Dönemi Kalıntıları...............

Detaylı

T.C. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Doktora Programı

T.C. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Doktora Programı T.C. Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Doktora Programı 1 Programının Amacı Programın amacı, öğrencilerin bilimsel araştırma yaparak bilgilere erişme, bilgiyi

Detaylı

Derece Bölüm/Program Üniversite Yıl Lisans Tarih Bölümü Ankara Üniversitesi 1997 Yüksek Lisans Tarih (Yakınçağ Tarihi) Ankara Üniversitesi 2000

Derece Bölüm/Program Üniversite Yıl Lisans Tarih Bölümü Ankara Üniversitesi 1997 Yüksek Lisans Tarih (Yakınçağ Tarihi) Ankara Üniversitesi 2000 ÖZGEÇMİŞ Adı Soyadı : Sezai BALCI Doğum Tarihi : 15 Temmuz 1976 Öğrenim Durumu : Doktora Derece Bölüm/Program Üniversite Yıl Lisans Tarih Bölümü Ankara Üniversitesi 1997 Yüksek Lisans Tarih (Yakınçağ Tarihi)

Detaylı

İÇİNDEKİLER GİRİŞ BÖLÜM 1 OSMANLI SARAYLARI. 1. Dersin Amacı ve Önemi... 1 2. Kaynaklar-Tetkikler... 2

İÇİNDEKİLER GİRİŞ BÖLÜM 1 OSMANLI SARAYLARI. 1. Dersin Amacı ve Önemi... 1 2. Kaynaklar-Tetkikler... 2 İÇİNDEKİLER GİRİŞ 1. Dersin Amacı ve Önemi... 1 2. Kaynaklar-Tetkikler... 2 BÖLÜM 1 OSMANLI SARAYLARI 1. OSMANLI SARAYLARININ TARİHİ GELİŞİMİ... 7 2. İSTANBUL DAKİ SARAYLAR... 8 2.1. Eski Saray... 8 2.2.

Detaylı

SAMSUN BAHRİYE MEKTEBİ

SAMSUN BAHRİYE MEKTEBİ SAMSUN BAHRİYE MEKTEBİ BAKİ SARISAKAL SAMSUN BAHRİYE MEKTEBİ 1880 yılının başında Samsun da açıldı. Üçüncü Ordu nun sorumluluğu altındaydı. Okulun öğretmenleri subay ve sivillerdi. Bu okula öğrenciler

Detaylı

Kent Devleti nden Akdeniz İmparatorluğuna: İtalya da Fetih ve Genişleme

Kent Devleti nden Akdeniz İmparatorluğuna: İtalya da Fetih ve Genişleme Kent Devleti nden Akdeniz İmparatorluğuna: İtalya da Fetih ve Genişleme Geçmiş İ.Ö. 5. yüzyıldan 3. yüzyıla kadar Roma, bir yandan sınıf çatışmalarına sahne olurken öte yandan İtalya yarımadasındaki diğer

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. 1995-2008 2008-2014 Profesör Tarih/Yakınçağ Celal Bayar Üniversitesi Fen Edebiyat Fak. 2014

ÖZGEÇMİŞ. 1995-2008 2008-2014 Profesör Tarih/Yakınçağ Celal Bayar Üniversitesi Fen Edebiyat Fak. 2014 ÖZGEÇMİŞ 1.Adı Soyadı : MUZAFFER TEPEKAYA 2.Doğum Tarihi : 20.10.1962 3.Unvanı : Prof. Dr. / Tarih Bölümü 4. e-mail : muzaffer.tepekaya@cbu.edu.tr Öğrenim Hayatı: Derece Alan Üniversite Lisans Tarih Selçuk

Detaylı

OSMANCIK OSB. Osmancık OSB

OSMANCIK OSB. Osmancık OSB OSMANCIK OSB 2 OSMANCIK Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerini batıya bağlayan ana yol üzerinde bulunan Osmancık, Çorum il merkezine 56 km, Samsun limanına 168 km, Ankara ya 268 km uzaklıkta olduğundan

Detaylı

HELLENİSTİK DÖNEM UYGARLIĞI 9.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. (Diadokhlar Dönemi ve İPSOS SAVAŞI)

HELLENİSTİK DÖNEM UYGARLIĞI 9.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. (Diadokhlar Dönemi ve İPSOS SAVAŞI) HELLENİSTİK DÖNEM UYGARLIĞI 9.Ders Dr. İsmail BAYTAK (Diadokhlar Dönemi ve İPSOS SAVAŞI) İskenderin ölümünden sonra imparatorluk 4 parçaya ayrıldı. Cassander Yunanistan'a, Creatus ve Antigonos Batı Asya'ya,

Detaylı

UZAKTAN EĞİTİM MERKEZİ Atatürk İlkeleri ve İnkilâp Tarihi 1 1.Ders

UZAKTAN EĞİTİM MERKEZİ Atatürk İlkeleri ve İnkilâp Tarihi 1 1.Ders UZAKTAN EĞİTİM MERKEZİ Atatürk İlkeleri ve İnkilâp Tarihi 1 1.Ders XIX. YÜZYIL ISLAHATLARI VE SEBEPLERİ 1-İmparatorluğu çöküntüden kurtarmak 2-Avrupa Devletlerinin, Osmanlı nın içişlerine karışmalarını

Detaylı

Başlangıç Meridyeni ve Greenwıch - İstanbul

Başlangıç Meridyeni ve Greenwıch - İstanbul Mustafa ŞAHİN 29 Eylül 2015 Başlangıç Meridyeni ve Greenwıch - İstanbul Geçtiğimiz hafta İngiltere de Londra nın güneydoğusunda şirin bir kasaba ve üniversite şehri olan Greenwich teydik. Kasabadan adını

Detaylı

II. MAHMUT (1808-1839) DÖNEMİ TANER ÖZDEMİR DETAY TARİHÇİ

II. MAHMUT (1808-1839) DÖNEMİ TANER ÖZDEMİR DETAY TARİHÇİ II. MAHMUT (1808-1839) DÖNEMİ TANER ÖZDEMİR DETAY TARİHÇİ TÜRK TELEKOM NURETTİN TOPÇU SOSYAL BİLİMLER LİSESİ TARİH ÖĞRETMENİ Halk arasında gâvur padişah ve püsküllü bela olarak adlandırılan padişah II.

Detaylı

C)Mevlana Celaleddin Rumi D)Yunus Emre

C)Mevlana Celaleddin Rumi D)Yunus Emre 1. I.Pasinler Savaşı II. Miryokefalon Savaşı III. Kösedağ Savaşı IV. Malazgirt Savaşı Yukarıdaki savaşlardan hangisi Selçuklularla Bizans arasında yapılmamıştır? A) Pasinler Savaşı B)Miryokefalon Savaşı

Detaylı

Edirne Camileri - Eski Cami. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

Edirne Camileri - Eski Cami. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Edirne Camileri - Eski Cami Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı Aralık 25, 2006 2 İçindekiler 0.1 Eski Cami (Cami-i Atik - Ulu Cami).............. 4 0.1.1 Eski Cami ve Hacı Bayram Veli Söylencesi.......

Detaylı

İktisat Tarihi I

İktisat Tarihi I İktisat Tarihi I 07.12.2017 İltizamın Yaygınlaşması 16. yüzyılın ikinci yarısında başlayan mali bunalım, 17. ve 18. yüzyıllarda da sürdü. Merkezi devletin taşradaki etkinliğini yitirmesi tarımsal artığı

Detaylı

OSMANLI İMPARATORLUĞU GERİLEME DÖNEMİ ISLAHATLARI XVIII. YÜZYIL

OSMANLI İMPARATORLUĞU GERİLEME DÖNEMİ ISLAHATLARI XVIII. YÜZYIL OSMANLI İMPARATORLUĞU GERİLEME DÖNEMİ ISLAHATLARI XVIII. YÜZYIL OSMANLI DA 18. YÜZYIL GERİLEME DÖNEMİ DİR. Yaklaşık 100 yıl sürmüştür. 18. Yüzyıldaki Islahatların Genel Özellikleri -İlk kez Avrupa daki

Detaylı

GÜLŞAH VARDAR HAMAMCIOĞLU Okan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Araştırma Görevlisi TÜRK MEDENİ KANUNU NA GÖRE YERLEŞİM YERİ

GÜLŞAH VARDAR HAMAMCIOĞLU Okan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Araştırma Görevlisi TÜRK MEDENİ KANUNU NA GÖRE YERLEŞİM YERİ GÜLŞAH VARDAR HAMAMCIOĞLU Okan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Araştırma Görevlisi TÜRK MEDENİ KANUNU NA GÖRE YERLEŞİM YERİ İÇİNDEKİLER SUNUŞ... vii ÖNSÖZ...ix İÇİNDEKİLER... xiii KISALTMALAR...xxi GİRİŞ...1

Detaylı

Aziz Ogan: Kültürel ve Tarihsel Hazinelerin İzinde Bir Arkeolog ve Müzeci

Aziz Ogan: Kültürel ve Tarihsel Hazinelerin İzinde Bir Arkeolog ve Müzeci Eylül 2017 Aziz Ogan: Kültürel ve Tarihsel Hazinelerin İzinde Bir Arkeolog ve Müzeci Aziz Ogan, 30 Aralık 1888 tarihinde Edremitli Hacı Halilzade Ahmed Bey'in oğlu olarak İstanbul'da dünyaya geldi. Kataloglama

Detaylı

YERELYÖNETİM TARKANOKTAY

YERELYÖNETİM TARKANOKTAY YERELYÖNETİM REFORMUSONRASINDA İLÖZELİDARELERİ Dünyadayaşananküreseleşme,sanayitoplumundanbilgitoplumuna geçiş,şehirleşmeninartışı,ekonomikvesosyaldeğişimleryönetim paradigmalarınıveyapılarınıdaetkilemektedir.çevrefaktörlerinde

Detaylı

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 9. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ YILLIK PLANI

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 9. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ YILLIK PLANI KASIM EKİM 07-08 EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 9. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ YILLIK PLANI Ay Hafta Ders Saati Konu Adı Kazanımlar Test No Test Adı TARİH VE TARİH YAZICILIĞI

Detaylı

Milli varlığa yararlı ve zararlı cemiyetler

Milli varlığa yararlı ve zararlı cemiyetler On5yirmi5.com Milli varlığa yararlı ve zararlı cemiyetler Milli varlığa yararlı ve zararlı cemiyetler nelerdir? Yayın Tarihi : 12 Kasım 2012 Pazartesi (oluşturma : 12/22/2018) Cemiyetler-Zararlı ve Yararlı

Detaylı

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...9 GİRİŞ...11

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...9 GİRİŞ...11 İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...9 GİRİŞ...11 BİRİNCİ BÖLÜM İLK TÜRK DEVLETLERİNDE EĞİTİM 1.1. HUNLARDA EĞİTİM...19 1.2. GÖKTÜRKLERDE EĞİTİM...23 1.2.1. Eğitim Amaçlı Göktürk Belgeleri: Anıtlar...24 1.3. UYGURLARDA

Detaylı

istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından sebepleri istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından gelişmesi istanbul'un fethinin türk

istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından sebepleri istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından gelişmesi istanbul'un fethinin türk , istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından sebepleri istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından gelişmesi istanbul'un fethinin türk ve dünya tarihi açısından sonuçları istanbul'un fethinin

Detaylı

YAZILI SINAV CEVAP ANAHTARI TARİH

YAZILI SINAV CEVAP ANAHTARI TARİH YAZILI SINAV CEVAP ANAHTARI TARİH CEVAP 1: (TOPLAM 2 PUAN) Savaş 2450-50=2400 yılının başında sona ermiştir. (İşlem 1 puan) Çünkü miladi takvimde, MÖ tarihleri milat takviminin başlangıcına yaklaştıkça

Detaylı

Kafiristan nasıl Nuristan oldu?

Kafiristan nasıl Nuristan oldu? Kafiristan nasıl Nuristan oldu? Afganistan'ın doğusunda Nuristan olarak anılan bölgenin Kafiristan geçmişi ve İslam diniyle tanışmasının hikayesi hayli ilginç. 10.07.2017 / 13:21 Hindikuş Dağları'nın güneydoğusunda

Detaylı