İMAR AFFIYLA YENİ FELAKETLERE DAVETİYE ÇIKARILMIŞTIR TMMOB NIN TÜRKİYE GÜNDEME İLİŞKİN AÇIKLAMALARI:



Benzer belgeler
Bahaettin SARI. İMO Yapı Denetim Komisyon Başkanı

MESLEK VE UZMANLIK ALANLARIMIZLA İLGİLİ ULUSAL ÖLÇEKLİ KONGRE, KURULTAY, SEMPOZYUM VE ÇALIŞTAYLAR

KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN TÜRKİYE DEKİ GELİŞİMİ

Yükseköğretim Kurumlarımızın Mühendislik Fakültelerinin Kıymetli Dekanları ve Çok Değerli Hocalarım..

Bursa Yakın Çevresi Deprem Tehlikesi ve Kentsel Dönüşüm

SANAYİ LOKOMOTİF SEKTÖR OLMAKTAN ÇIKTI

YETKİN MÜHENDİSLİĞE GENEL BİR BAKIŞ

KAMU POLİTİKASI BELGELERİ

Ülkemizdeki Güzel Sanatlar Fakültelerindeki Sanat Eğitimi ve

Doğal Afetler ve Kent Planlama

7. dönem çalışma raporu TMOOB KOCAELİ İKK ÇALIŞMALARI. EMO Kocaeli Şubesi 146

Mevzuat Değişikliklerinin Meslek Alanımıza ve Odamıza Yansıması

İBRAHİM ARAP. e-posta: Tel: / : Dokuz Eylül Üni. Sosyal Bilimler Enst.

GÜVENCESİZ ÇALIŞMA NEDİR?

ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ KADIN ARAŞTIRMALARI VE UYGULAMA MERKEZİ YÖNETMELİĞİ. BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

TÜRKİYE DEKİ KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN AKTÖRLERİ VE ÖRNEKLER. Ayaz ZAMANOV İrem BAHÇELİOĞLU

DANIŞMA KURULU emo izmir şubesi 30. dönem çalışma raporu 101

Avrupa Bölgesel Sosyal Güvenlik Forumu -1ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI FARUK ÇELİK:

TÜRKİYE DE TIBBİ CİHAZ SEKTÖRÜNÜN GELİŞİMİ VE SAĞLIK SİSTEMİNE ETKİSİ ÇALIŞTAYI 16 MAYIS 2017 BERA OTEL, ANKARA PROGRAM

ÖĞRENCİ İŞLERİ DAİRE BAŞKANLIĞI 2013 YILI FAALİYET RAPORU

bülten YIL: 26 SAYI : 270 Mart/2012

TMMOB ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI DİYARBAKIR ŞUBESİ 17. DÖNEM ÇALIŞMA RAPORU PANEL, ÇALIŞTAY, FORUM, SEMPOZYUM, KURULTAY, KONFERANS, KONGRE

KENTSEL POLİTİKALAR II. Bölüm

TMMOB ELEKTRİK MÜHENDİSLERİ ODASI DİYARBAKIR ŞUBESİ 16. DÖNEM ÇALIŞMA RAPORU TEMSİLCİLİKLERİMİZDEN

TÜRKİYE DE MESLEKİ EĞİTİM

20. Dönem Çalışma Raporu İçindekiler Dönem Çalışma Programı Çalışma Döneminde Örgütsel Durum ve İşleyiş...

ŞEHİRCİLİK ARAŞTIRMA VE EĞİTİM MERKEZİ

TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB

GAZİ ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ STRATEJİK PLANI

SWOT Analizi. Umut Al BBY 401, 31 Aralık 2013

MESLEKİ EĞİTİM, SANAYİ VE YÜKSEK TEKNOLOJİ

b. Mevzuat Çalışmaları ( Yasa ve Anayasa çerçevesinde yapılması gereken mevzuat çalışmaları )

Önceki dönemlerden süregelen çalışmalar ile birlikte henüz sonuçlandırılamayan çalışmaları,

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası, Yetkin İnşaat Mühendisliği Uygulama Yönetmeliği nin [10] bazı hükümleri aşağıda belirtilmiştir;

6 TEMEL İLKESİ. 1 Bilgi 2 Bilinç 3 Buluşma 4 Beklenti 5 Belirsizlik 6 Benimseme

YÖNETMELİK. Trabzon Üniversitesinden: TRABZON ÜNİVERSİTESİ PSİKOLOJİK DANIŞMA VE REHBERLİK UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETMELİĞİ BİRİNCİ BÖLÜM

ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SÜREKLİ EĞİTİM UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETMELİĞİ. BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

HABER BÜLTENİ DOSYA. JEOLOJİ VE JEOTEKNİK ETÜT RAPORU VE EKLERİ İLE İLGİLİ ESASLAR'a göre yapılması genelgede

YÜKSEKÖĞRETİM KALİTE KURULU BİLGİ NOTU

YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI ÖZÜRLÜLER DANIŞMA VE KOORDİNASYON YÖNETMELİĞİ

Beşiktaş Residence Tower / Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi

YÖNETMELİK. İstanbul Arel Üniversitesinden: İSTANBUL AREL ÜNİVERSİTESİ KARİYER PLANLAMA UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETMELİĞİ BİRİNCİ BÖLÜM

BODRUM DA BETON SEMİNERİ DÜZENLENDİ

MİLLİ EĞİTİMDE İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİNİN ÖNEMİ. Rafet ARIKAN, Yasin Dursun SARI Atılım Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, İncek, Ankara

YÖNETMELİK YÜKSEKÖĞRETİM KURUMLARI ÖZÜRLÜLER DANIŞMA VE KOORDİNASYON YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK

TMMOB METALURJİ VE MALZEME MÜHENDİSLERİ ODASI

YÖNETMELİK. İstanbul Arel Üniversitesinden: İSTANBUL AREL ÜNİVERSİTESİ PSİKOLOJİK DANIŞMA, REHBERLİK UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETMELİĞİ

Eğitim Bilimleri Enstitü Müdürleri Çalıştay Raporu

DÜZCE ÜNİVERSİTESİ Sanayi ve İş Dünyası İşbirliği Uygulama ve Araştırma Merkezi (DÜSİMER) Yrd.Doç.Dr. Ethem TOKLU

inşaat SEKTÖRÜ 2015 YILI ÖNGÖRÜLERİ

Taşeron işçinin hakları mutlaka düzenlenecek

İşyeri Temsilcileri Rehberi

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ MERKEZ KONSEYİ BAŞKANLIĞINA

TMMOB Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Katip Mustafa Çelebi Mah., İpek Sok., No: Beyoğlu/İstanbul Tel: Faks:

1 Şubat 2015 PAZAR Resmî Gazete Sayı : 29254

3.ORTAK AKIL TOPLANTISI SONUÇ RAPORU

Hayata Destek Derneği 27 Haziran 2014 Gezici ve Geçici Mevsimlik Tarımda Çocuk İşçiliği Toplantısı Politika Önerileri

BURSA TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SÜREKLİ EĞİTİM UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETMELİĞİ. BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

ULUSAL ÇALIŞTAY SONUÇLARI

SENATO 2016/12-II BİTLİS EREN ÜNİVERSİTESİ PROJE DESTEK OFİSİ YÖNERGESİ BİRİNCİ BÖLÜM. Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

6. Uluslararası Sosyal Güvenlik Sempozyumu İzmir de Başladı

ŞUBAT 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

T.C. ANTAKYA BELEDİYE BAŞKANLIĞI KENTSEL DÖNÜŞÜM MÜDÜRLÜĞÜ GÖREV, YETKİ, SORUMLULUK, ÇALIŞMA USUL VE ESASLARINA İLİŞKİN YÖNETMELİK

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI NA

TBD Antalya Şube Başkanı Akyelli: Özellikle yazılımcıların yatırımlarını Antalya da yapmamaları için hiçbir neden yok

1- İMO Meslekiçi Eğitim Kurulu ve Alt Organlarında Görev Alacak Kişiler;

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI

EMEK ARAŞTIRMA RAPORU-2

Bu bağlamda katılımcı bir demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanındaki çalışmalarımız, hız kesmeden devam etmektedir.

18. bölüm. basında bursa il koordinasyon kurulu

BAYINDIRLIK VE İSKAN BAKANLIĞI TEKNİK ARAŞTIRMA VE UYGULAMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ. Sevilay ARMAĞAN Mimar. Şb. Md. Tel: KAPSAM

mmo bülteni þubat 2005/sayý 81 doðalgaz temin ve tüketim politikalarý raporu da basýn mensuplarýna daðýtýlmýþtýr.

T.C. CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ DIŞ İLİŞKİLER BİRİMİ YÖNERGESİ. BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

ÇANKIRI KARATEKİN ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER OFİSİ YÖNERGESİ BİRİNCİ KISIM. Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

FEF LİSANS PROGRAMLARI DEĞERLENDİRME ÖLÇÜTLERİ

Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Lisans Programı

FIRAT ÜNİVERSİTESİ PROJE KOORDİNASYON VE DANIŞMANLIK OFİSİ YÖNERGESİ BİRİNCİ BÖLÜM. Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

KAPİTALİZMİN İPİNİ ÇOK ULUSLU ŞİRKETLER Mİ ÇEKECEK?

ÇANAKKALE NİN GELİŞME ALANLARINDA EKOLOJİK YAKLAŞIMLAR. İsmail ERTEN

TÜRK İŞGÜCÜ PİYASASI MESLEKİ EĞİTİM İSTİHDAM İLİŞKİSİ VE ORTAKLIK YAKLAŞIMI

2.5.ÖRGÜTLENME FAALİYETLERİ

Emekliler Gelecek Stratejileri Konferansı

7. dönem çalışma raporu ÜYE TOPLANTILARI. EMO Kocaeli Şubesi

KAMU-ÜNİVERSİTE-SANAYİ İŞBİRLİĞİ (KÜSİ) FAALİYETLERİ

BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ MESLEK YÜKSEKOKULLARI EĞİTİM UYGULAMA VE STAJ YÖNERGESİ. Birinci Bölüm Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

Yükseköğretim kurumları disiplin kurullarında sendika temsilcisi bulundurulmasını sağladık.

İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİNE GENEL BİR BAKIŞ

MÜHENDİSLİK EĞİTİMLERİNDE ÖLÇÜMBİLİM VE KALİBRASYON KONULARINDAKİ MEVCUT DURUMUN DEĞERLENDİRİLMESİ

SAMSUN ŞUBE tarihinde Şube Genel Kurulu ve tarihinde de seçimlerimiz gerçekleştirildi.

Sağlıklı Kentleşme, Nitelikli Yapılaşma, Kültürel, Tarihi ve Doğal Çevre Değerlerinin Korunarak Geliştirilmesi İçin

MEHMET AKİF ERSOY ÜNİVERSİTESİ DANIŞMA KURULLARI YÖNERGESİ. BİRİNCİ BÖLÜM Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

TMMOB PEYZAJ MİMARLARI ODASI nın PEYZAJ MİMARLIĞI EĞİTİMİNE BAKIŞI

TMMOB MADEN MÜHENDİSLERİ ODASI

EK-2: İnşaat Mühendisliği Öğrenci Anketi

YÖNETMELİK İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ HASTANELERİ YÖNETMELİĞİ BİRİNCİ BÖLÜM. Amaç, Kapsam, Dayanak ve Tanımlar

BURSA İLİ NİN DEPREMSELLİĞİ VE TARİHİ PANELİ

15 Nisan 2013 PAZARTESİ Resmî Gazete Sayı: YÖNETMELİK GEDİK ÜNİVERSİTESİ AVRUPA BİRLİĞİ UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ YÖNETMELİĞİ BİRİNCİ BÖLÜM

KAZIM KARABEKİR MESLEK YÜKSEKOKULU YEREL YÖNETİMLER PROGRAMI

Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek in Konuşma Metni

Transkript:

YÜKSEK ÖĞRENİM SİSTEMİ PARAMPARÇA Yeni YÖK Yasası Taslağı nın hazırlıkları tamamlandı. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan tasarı, Bakanlar Kurulu na sunulmaya hazır hale geldi. Taslak aynen kabul edilirse, YÖK ün yetkilerinin neredeyse tamamına tırpan vuruluyor. Bakan Hüseyin Çelik in son rötuşlarını yaptığı taslaktaki en büyük değişiklik, rektör ve dekan seçimleriyle ilgili. Buna göre, artık üniversite senatolarınca seçilen rektör adaylarını YÖK, Çankaya Köşkü ne gönderemeyecek. Adaylardan en çok oy alan üç aday direkt Cumhurbaşkanı nın onayına sunulacak. Dekan seçimleri ise öğretim üyelerince yapılacak. YÖK ün disiplin yetkilerinin de sınırlandırıldığı taslakta, rektör, dekan, öğretim üyesi ve öğretim görevlilerinin disiplin suçları konusunda Üniversite Disiplin Kurulları yetkili kılındı. Yasa taslağı ile üniversiteler, üniversite dışındaki kurum ve kuruluşlara para karşılığı projeye hazırlayıp satabilecek. Ellerindeki işletme imkanına göre kamu ihaleleri dahil ihalelere katılıp teklif verebilecek. ÖSYM ÖZERKLEŞİYOR YÖK e bağlı bulunan ve yapısında değişiklik öngörülen ÖSYM nin adı ise Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi haline dönüştürüldü. Taslak, mevcut yasada öngördüğü bir değişiklikle üniversitelere ait vakıflara da disiplin getiriyor. Vakıflar, üniversite işletmeleri bünyesine alınıyor. Yurt-Kur a ait öğrenci yurtlarının üniversitelere devredilmesi konusu ise üniversitelerin isteğine bırakılıyor. Bu gelişmeler doğrultusunda gündemine Yüksek Öğrenim sorununu alan, ODTÜ Mezunları Derneği Türkiye de Yüksek Öğrenim Sistemi Nasıl Olmalı? başlıklı bir panel düzenledi. KESK Eğitim-Sen de Üniversite A.Ş. başlıklı bir rapor hazırladı. Bu panel ve raporu, tartışmalara ışık tutması açısından özet olarak yayınlıyoruz. Sayfa 4-5 sayı 128 / 1 temmuz 2003 TMMOB İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI YAYIN ORGANIDIR YAPI DENETİMİ ÜZERİNE Yapı denetimi, yapı üretim sürecinin bütün aşamalarını kapsadığı ve niteliklerini artırdığı oranda anlamlıdır. Yapı denetimini salt güvenirlilik olarak algılamak doğru değildir. Yer seçimi, projelendirme, yapım koşulları, çevre güvenliği, kent planlaması, estetik, sağlık koşulları, ekonomi ve garanti süreleri yapı denetiminin asal sorunlarıdır. Kullanıcının veya tüketicinin talepleri ne yazık ki, bunların hiçbirini içermemektedir. Yer seçiminden, garanti sürelerine kadar her şey ranta tabi kılınmaktadır. Konut üretiminde esas beklenti ne kadar getiri üzerine kurulmaktadır. O kadar ki, depremlerin yıkıcı sonuçlarına rağmen konut sahipleri -kağıt üzerinde- ağır hasarlı yapılarını orta hasarlıya, orta hasarlı yapılarını hafif hasarlıya çevirmenin yollarını aramaktadırlar. Yapı projesini de sadece belediyelerden alacakları yapı ruhsatının tamamlayıcı unsuru olarak görmektedirler. Kısacası bu beklentiler yapı üretim sürecinin belirleyici öğeleri haline gelmektedir. Ekonomik / siyasal sistemimiz de bu gidişe çanak tutmaktadır. Çünkü sistem rant üzerine kuruludur. Bu olumsuz gidişi mimarların, mühendislerin ve kent plancılarının tersine çevirmesi mümkündür; eğer çağdaş, ilerici, demokrat mimarlar, mühendisler ve kent plancıları misyonları itibariyle süreçlere öncülük edebilirlerse. Onlar bu çarkı tersine çevirebilirler. Onlar, yapı üretim sürecinde bulundukları konumları ne olursa olsun ister kamuda, isten şantiyede, ister proje bürosunda olsunlar, imzalarının sorumluluğunu taşıma onuruna sahip çıkarak birçok yanlışı düzeltebilirler. Yani mesleklerini ve meslek etiğini koruyarak yurtseverlik örneği olabilirler. Felsefesi itibariyle yapı denetimi sadece yasal düzenlemeler sorunu değildir. Elbette ki, yasal düzenlemeler zorunludur. Çünkü yasal korumalar toplumsal örgütlenmelerin en önemli güvencesidir. Ne var ki bütün yasal düzenlemeler uygulayıcıların niyetinde anlam kazanır. Yapı denetimi olgusunun güncelini değerlendirirsek; 1999 Marmara Depreminden sonra siyasi iktidar 595 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun Hükmünde Kararname yi çıkardı. Ne yazık ki, bu kararname, depremin dehşetinden etkilenerek günü kurtarma adına çıkartıldı. Çok aceleye getirildi ve itirazlar üzerine Anayasa Mahkemesince iptal edildi. İkinci olarak, halen uygulanmakta olan ve aynı siyasi iktidar tarafından 4708 sayılı Yapı Denetim Yasası çıkartıldı. Bu yasanın da başarılı olduğu söylenemez. Nitekim, yasanın değiştirilmesi, kamuoyunun ve siyasi iktidarın gündemindedir. TMMOB ve bağlı odalar bu konuda yoğun bir çalışma sergilemektedir. İnşaat Mühendisleri Odası da Yapı Denetim Yasa Tasarısı hazırlayarak kamuoyunun bilgisine sundu. İnşaat Mühendisleri Odası nın, uzun yıllardır Yetkin Mühendislik konusunda çalıştığı bilinmektedir. Bize göre, Yetkin Mühendislik kurumsallaştığı zaman, yapıda, nitelikli üretim ve sağlıklı denetim olgunlaşacaktır. Bu bir perspektif sorunudur. Ancak yaşamı yönlendirmek her zaman bizim perspektiflerimizi beklemiyor. Dolayısıyla güncele müdahale etmek de görevlerimiz arasında bulunmaktadır. Bu bağlamda Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca hazırlanan Yapı Denetim Yasa Tasarısı taslağından beklentilerimiz: - Müteahhit doğru tanımlanmalıdır. - Yapı Denetim Komisyonlarında TMMOB temsilcisi bulunmalıdır. - Denetçi belgeleri TMMOB e bağlı odalar tarafından verilmelidir. - Meslek içi eğitimlerin TMMOB a bağlı Odalarca yapılmalıdır. - Yasa ülke çapında uygulanmalıdır. - Yapı Denetim Laboratuarlarında akreditite olma koşulu aranmalıdır. - Mali Sorumluluk Sigortası ve Mesleki Sorumluluk Sigortası getirilmelidir. - Yapı Denetim Yasası, Yetkin Mühendislik Yasası çıktıktan sonra yürürlükten kaldırılmalıdır. Bu genel taleplerimizle birlikte, uzun erimli olarak YETKİN MÜHENDİSLİK YASA TASARISI için TMMOB Kanununda değişiklik yapılmasına yönelik uğraş verilmelidir. TMMOB e bağlı odalar kendi program ve koşullarını belirlemek üzere siyasi iktidar, yasama organı ve tüm kamuoyuna yeteri kadar bilgi sunmalıdır. TMMOB, dinamiklerini harekete geçirerek YEKTİN MÜHENDİSLİK le ilgili çalışmaları mimarların ve mühendislerin gündeminin baş köşesine oturtmalıdır. Ahmet Göksoy İMO Yönetim Kurulu Sekreter Üyesi İMAR AFFIYLA YENİ FELAKETLERE DAVETİYE ÇIKARILMIŞTIR İmar affını da kapsayan Tasarının Yasalaşması üzerine TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Kaya Güvenç bir basın açıklaması yaptı ve gelişmeleri değerlendirdi. Konunun yaşamsal önemi nedeniyle Yasanın imar affı getiren 4. maddesine ilişkin görüşlerimizi bir kez daha kamu oyuyla paylaşmak gereğini duyuyoruz. İmar affı ile deprem arasındaki, yakın, ama her depremden kısa bir süre sonra unutturulmaya çalışılan ilişkiye yeniden göz atmamız yararlı olacaktır. Devamı sayfa 3 de. TMMOB NIN TÜRKİYE GÜNDEME İLİŞKİN AÇIKLAMALARI: - Doğrudan Yabancı Yatırımlar Yasa Tasarısı, Yabancı Sermayenin Ülke Çapında Tekel Oluşturmasını Engelleyen Düzenlemeleri Ortadan Kaldırmaktadır - Yeni İş Yasası ile Birlikte Kuralsızlaştırma Emekçilerin Haklarını ve Kamu Varlıklarımızı Yok Etmeye Devam Ediyor Sayfa 6 da - Mimarlık ve Eğitim Kurultayı - Okul Alanlarının Satışına Hayır - Bingöl Depremi Mustafa Çobanoğlu - Bir GATS Deneyimi Kenya Cemil Ertem 2 de 3 de 3 de 7 de - Aspendos Su Kemerleri 8 de YENİMAHALLE KÖPRÜLÜ KAVŞAK İNŞAATI ÇÖKTÜ Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından yeni ihale yasası yürürlüğe girmeden önce apar topar ihale edilen 22 adet katlı kavşaktan yapımı devam eden Yenimahalle 1. Durak Köprülü Kavşak İnşaatı nda 22 Haziran 2003 tarihinde 22:30 de beton dökümü devam ederken üzücü bir kaza meydana gelmiştir. Bir yurttaşımız göçük altında kalarak yaşamını kaybetmiştir. Kazada yaşamını yitiren yurttaşımızın yakınlarına baş sağlığı diliyoruz. Bu olayın haber alınması üzerine İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi ve Mimarlar Odası Ankara Şubesi ortak bir komisyon oluşturarak kaza yerine gittiler. Gerekli incelemeler ve tespitler sonucu 24 Haziran 2003 günü bir basın toplantısı düzenlediler. Basın toplantısında açıklanan metin sayfa 6 da.

2 1 Temmuz 2003 TÜRKİYE IV. ENERJİ SEMPOZYUMU 10-12 Aralık 2003 Milli Kütüphane - Ankara Küresel, Ulusal Kamusal, Enerji Savaşları Politikaları TMMOB adına düzenleyen: Elektrik Mühendisleri Odası TMMOB VE ODALARDAN gecesi, Karadeniz gezisi (Uzungöl / Çaykara turu ve Ayder / Sarp turu) ve piknik gibi sosyal etkinliklerin ağırlıkta olduğu toplantıda 17 Mayıs 2003 günü Mekansal Bilgi Sistemleri, Harita Mühendisliğinde Yeni Ödevler, Uluslararası mesleki kuruluşlar konulu söyleşiler gerçekleştirildi. Söyleşiler sonrası Genç Haritacılar Forumu öğrenciler tarafından düzenlenmiş ve yürütülmüştür. MİMARLIK VE EĞİTİM KURULTAYI - II Mimarlık ve eğitimi ile ilgili, karmaşık ve bağlantılı, yılların birikimi ile üst üste yığılmış sorunlar yumağının, demokratik ve katılımcı bir ortamda, ulusal ve uluslararası boyutları ile tartışıldığı Kurultay I de, sorunların tanımlanması ve açınımı ile yetinilmiş, çözümler ve çıkış yolları doğrultusunda öneriler değerlendirilmekle birlikte, sonuçlara ve mutabakatlara (uzlaşmalara), hele hele kararlara ulaşmak amaçlanmamıştı. Ancak, hem kurultay çalışmalarının kitap halinde derlenmesi ve değerlendirilmesinin bize verdiği ilham ve ivme, hem de ulusal ve uluslararası planda oluşan gelişmeler, II. Kurultay ın, hem yöntem hem de içeriği ve programı konusunda yeni bir yaklaşımı gerekli kılmıştır. GATS, hizmetlerin serbest dolaşımı anlaşmasının yürürlüğe girmesi, UIA Uluslararası Mimarlar Birliği düzeyinde, mimarlık eğitimi, profesyonellik, kesintisiz meslek içi eğitim gibi alanlarda geliştirilen, tavsiye, mutabakat belgeleri ve programlar, AB uyum yasaları ve ACE (Avrupa Mimarlar Konseyi) içinde sürdürülen çalışmalar, UIA 2005 kongresinin İstanbul da yapılacak olması dolayısıyla yoğunlaşmış olan uluslararası ilişkilerin bize kazandırdığı zenginlikler, Hepsinden önemli olmak üzere, ulusal düzeyde, mimarlık eğitiminde ve uygulamalarında, hemen hemen ilgili tüm tarafların mutabık oldukları sorunlar ve tıkanıklıklar, II. Kurutay da, süregiden durumun değiştirilmesinin ve aşılmasının hem mümkün, hem de gerekli olduğu düşüncesini ve umudunu yaratmıştır. Mimarlık ve Eğitim Kurultayı - II kapsamında atölyelerde aşağıda sıralanan konularda çalışmalar yürütülmektedir: Mimarlık Lisans ve Lisansüstü Eğitimi, Eğitimde Kuram - Uygulama Bağlamı, Meslek Pratiği (stajlar) ve deneyimi, Eğitimde Nitelik Yükseltme, Eşkredilendirme ve Özdenetim (Akreditasyon) Sürekli ve Kesintisiz Meslek İçi Eğitim, AB Uyum Yasaları ve GATS Bağlamında Meslek Uygulamaları. TEOMAN ÖZTÜRK Ü ANIYORUZ 1. ULUSAL YAZILIM MÜHENDİSLİĞİ SEMPOZYUMU Sempozyum, 23-25 Ekim 2003 tarihleri arasında İzmir de Ege Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü ve EMO İzmir Şubesi nce gerçekleştirilecektir. Sempozyumla ilgili Önemli Tarihler: Bildiri ve Eğitim Semineri Önerisi Özetlerinin Gönderilmesi: 16 Haziran 2003 Bildiri ve Eğitim Semineri Önerisi Tam Metinlerinin Gönderilmesi: 23 Haziran 2003 İletişim Adresi: uyms@emo.org.tr http://uyms.emo.org.tr Yazılımın stratejik önemi ve yazılım üretiminin karmaşık doğası yazılım mühendisliği disiplinini günümüzün en aktif araştırma ve uygulama alanlarından biri haline getirmiştir. Bu sürekli gelişen teori ve pratiğin ulusal yazılım sektörü tarafından özümsenmesi ve kullanılması, ulusal yazılım sektörünün rekabet gücünü arttırması ve yenilikci üretim yapabilmesi için yaşamsal önemdedir. Ulusal Yazılım Mühendisliği Sempozyumu ulusal yazılım üreticileri ve araştırmacılarının deneyimlerinin paylaşacağı bir platform olacaktır. GENÇ HARİTACILAR TOPLANDI TMMOB Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası 16-18 Mayıs 2003 günleri arasında Trabzon da Genç Haritacılar Toplanıyor konulu biri dizi etkinlik gerçekleştirdi. Karadeniz ADANA ŞUBE ŞUBE ETKİNLİKLERİMİZDEN Adana da 1998 yılında meydana gelen Seyhan-MİSİS Depreminin 5. yıldönümü Bölgemizin Deprem Riski ve Yapılarım Deprem Güvenliği konulu panel ile anıldı. Saat 09:30 da Seyhan Otel Salonlarında başlayan programda Sadi Sürenkök (İMO Adana Şube Başkanı), Yıldıray Arıkan (Seyhan Belediye Başkanı), Aytaç Durak (Adana Büyükşehir Belediye Başkanı), Kemal Önal (Adana Valisi) açış konuşmalarını yaptılar. Saat 11:00 de ise Çukurova Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Salih Kırkgöz ün yönettiği ve Cemal Gökçe (İMO İstanbul Şube Başkanı), Prof. Dr. Zekai Celep (İTÜ), Prof. Dr. Naci Görür ün (TÜBİTAK MAM), konuşmacı olarak katıldıkları panel yapıldı. ANTALYA ŞUBE Sosyal etkinliklerin arttırılması ve üyeler arasındaki kaynaşmanın sağlanması için şubemize gelen öneriler sonucu şube yönetimi bir dizi etkinlik planlamıştır. Bu etkinliklerin başlıcaları basketbol ve voleybol takımlarının oluşturulması, Türk halk müziği ve Türk sanat müziği korolarının kurulması gelmektedir. Bu çerçevede ayrıca üyelerimizin yoğun ilgisi ile bir Kapadokya gezisi düzenlenmiştir. 27-28-29 Haziran 2003 tarihlerinde yapılan Kapadokya gezisi 26 Haziran 2003 günü saat 21:00 de İMO Antalya Şubesi önünden hareketle başlamış ve üç gün sürmüştür. Gezinin birinci gününde Ortahisar, Göreme, Avanos, ikinci gününde Ürgüp, Zelve Vadisi, üçüncü gününde ise Kaymaklı Yer Altı Şehri ve Ihlara Vadisi gezilmiştir. 11 Temmuz 2003 günü TMMOB nin 1973-1980 arası başkanlığını yapan, mühendis ve mimar hareketinin toplumcu bir çizgiye sahip olmasında önder ve yiğit kişiliğiyle hep ön saflarda yer alan Teoman Öztürk ün ölümünün 9. yıl dönümünde bir anma programı düzenlenecektir. Ayrıntılı bilgi için www.tmmob.org.tr TEKNİK DERGİ CİLT 14 SAYI 3 TEMMUZ 2003 ÇIKTI - Mikroskopik Simülasyon ile Dinamik Sinyal Optimizasyonu Ahmet Akbaş - Lif Donatılı Yüksek Dayanımlı Betonlarda Kırılma Tokluğu ve Darbe Özgür Eren, Zeka Yılmaz - Daneli Zeminlerde Enjeksiyon Basıncı ve Dane Çapının Enjeksiyon Edilebilirlik Açısından Etkileri Suat Akbulut, Ahmet Sağlamer - Taşkın Yataklı Kesitlerde Seviye-Debi İlişkisinin Deneysel Analizi Galip Seçkin, Serter Atabay - Çatalan Hidroelektrik Santralında Teorik ve Deneysel Su Darbesi Analizi M. Salih Kırkgöz, Bülent Selek, Zeliha Selek DEPREMDE GÜVENLİ BİNALAR SEMİNERİ İstanbul, 22-23 Eylül 2003 İBB Cemal Reşit Rey Salonu www.imoistanbul.org.tr IBB (IMM) BİMTAŞ - IBB (IMM) AKOM - ZEYTINBURNU BELEDİYESİ (MUNICIPALITY) - AKAY DERNEĞİ (ASSOCIATION)

1 Temmuz 2003 3 OKUL ALANLARININ SATIŞINA HAYIR! TMMOB Şehir Plancıları Odasından BASIN AÇIKLAMASI Hükümeti sağduyulu olmaya çağırıyoruz. İşbaşına geldiği günden beri ekonomik krizden çıkmak için ülkenin geleceğini, halk adına devletin yönetiminde bulunan doğal değerleri satmaya çalışan hükümet şimdi de gözünü kent merkezlerinde bulunan okul alanlarına çevirdi. Hükümeti insaflı olmaya çağırıyoruz. Bahsedilen okul alanlarının hemen hepsi tarihi niteliklere sahip, bazıları Osmanlı döneminin, bazıları Cumhuriyetin kuruluş yıllarının mimari örnekleridir. Bu okulların satışı demek bu binaların yıkılarak yerlerine kar getirecek tesislerin yapılması demektir. Hükümeti kente karşı suç işlemekten vaz geçmeye çağırıyoruz. Bu okul alanlarının varlığı kent merkezlerindeki yapı yoğunluğunu azaltmaktadır. Çok katli binlerce insanin çalıştığı yüksek katli yapıların arasında bu alanlar kentin vahaları gibidir. Bir çoğunun bahçesi insanların rahat soluk alıp vermesini sağlayan yeşillikler ile doludur. Bu bahçelerin yok edilmesini mi istiyorsunuz. Kent merkezleri bugüne kadar bu tür özelleştirme kararları ile Süt Endüstrisi Kurumu nun, Et ve Balık Kurumu nun, Sümerbank ın satışı sonucundaki gelişmelerin kötü sonuçlarını yaşadı. Bu alanlar üzerindeki tesisler yıkılarak yerlerine yapılan büyük alışveriş merkezleri ile kent merkezlerindeki trafik yoğunlukları iyice artmış ve otopark sorunu daha da büyümüştür. Kent merkezindeki okul alanlarının bir çoğunun bahçesi eğitim saatleri dışında otopark olarak kullanılmaktadır. Bu durum okulların sürekli eğitim ve sosyal kültürel merkez olarak kullanılması gereği ile çelişse de otopark sorununa kısmı bir çözüm olmaktadır. Yasalara göre bir eğitim alanının kaldırılabilmesi için yine aynı bölgede (500 metre yürüme mesafesi içinde) yeni bir eğitim alanının düzenlenmesi gerekir. Şimdi hükümet bütün bunları yok sayıyor ve diyor ki ben okul alanlarını satacağım. Buralarda ticaret merkezleri, iş merkezleri yapılacak, para kazanılacak. Bu kabul edilemez bir durumdur. Sorumluluk sahibi, sağduyulu herkesi göreve çağırıyoruz. İMAR AFFIYLA YENİ FELAKETLERE DAVETİYE ÇIKARILMIŞTIR Sayfa 1 den devam TMMOB, Bingöl Depreminden hemen sonra yaptığı açıklamada, gündeme getirilen imar affı konusunda, İmar aflarının nelere mal olduğunu daha önce yeterince belirttiğimiz kanısındayız. Depremlerde can ve mal kayıplarının bu kadar yüksek olmasında imar aflarının birincil derecede önemli olduğu artık biliniyor olması gerekir. Bütçenin nakit ihtiyaçları halkımızın can güvenliği riske atılarak çözümlenemez tespitinde bulunmuştu. Yine 12-13 Haziran 2003 tarihlerinde Ulusal Deprem Konseyi tarafından düzenlenen ve konuyla ilgili kamu ve özel kesim kuruluşları ile sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin katıldığı Deprem Zararlarını Azaltma Çalıştayı sonrasında Konsey Başkanı Prof. Dr. Tuğrul Tankut imzasıyla yayınlanan basın duyurusunda da, Çalıştay da öne çıkan ve önemle altı çizilen başlıca görüşler arasında imar afları ile ilgili olarak şu görüşe yer verilmiştir: İmar afları, deprem güvenliği bakımından çok sakıncalı olan uzun dönemli sonuçlarıyla, deprem zararlarının azaltılması amaçlarıyla ters düşmektedir. Bu imar affı ile, işgalciler, yağmacılar ve kayıt dışı sektör ödüllendirilmektedir. Kente karşı suçlar için zemin hazırlanmaktadır. Kamu arazilerinin varlığı, kentsel gelişmenin planlı olarak yönlendirilmesinde, sağlıklı kent parçalarının yaratılmasında, kentleşmenin maliyetinin azaltılmasında ve düşük gelirli toplumsal grupların desteklenerek, gecekondulaşmanın önlenmesinde sağlıklı planlamanın önemli bir aracıdır. Bu nedenle, hazine arazilerinin kısa dönemli ekonomik çıkarlar uğruna elden çıkartılmasının, uzun dönemde, kentsel çevre üzerinde olumsuz etkileri olacaktır. Hazine arazilerinin satışı kentlerin geleceğini ipotek altına alacaktır. Belediyeler ve Valilikler gibi plan onaylayan merkezi ve yerel yönetimler üzerinde baskı oluşacak, planlama otoritesi ve sistemi zaafa uğrayacak ve parçacı planlarla gerçekte plansızlık teşvik edilecektir. Plan onaylayan kuruluşlar üzerinde, yerleşmeye uygun olmayan, afet riski taşıyan alanların imara açılması yönünde baskılar oluşması, altyapısız, donatısız bölgelerin yerleşime açılması kaçınılmaz olacaktır. Bütün bu olgulara karşın imar affının kabul edilmiş olması toplumun çıkarları açısından üzücü ve düşündürücüdür. Aslında bu yasayla, Hazineye gelir sağlamak uğruna, kaçak yapılaşma özendirilerek halkımızın can güvenliği göz ardı edilmiştir. 10 YILDA 130 OKUL YIKILDI 1 Mayıs Bingöl depreminde Çeltiksuyu Yatılı Bölge Okulu nun depremde çökmesi tüm gözleri Milli Eğitim binalarına çevirdi. Veriler, Türkiye de son on yıldaki 6 depremde 130 dan fazla okul binası yıkıldığını gösteriyor. Yakın geçmişte meydana gelen depremlerde yıkılan ve zarar gören okul binalarının bilançosu: 13 Mart 1992: Erzincan depremi, Sağlık Meslek Lisesi yıkıldı. 17 Ağustos 1999:Marmara depremi, İstanbul da 20 okul kullanılamaz hale geldi. İzmit te 27 okul tamamiyle yıkıldı. Gölcük te 2 okul, Sakarya da da 13 okul yıkıldı. Yalova da 13 okul harabeye döndü. 12 Kasım 1999: Bolu depremi, Bolu da il genelinde 27 okul yıkıldı, Düzce de 11 okul ağır hasar gördü. 3 Şubat 2002: Afyon depremi 14 okul hasar gördü. 27 Ocak 2003: Pülümür depremi, 1 YİBO yıkıldı. 1 Mayıs 2003: Bingöl depremi, 1 YİBO daha yıkıldı Son 10 yılda Erzincan, Dinar, Adana, Büyük Marmara (Adapazarı, Gölcük, Yalova), Çankırı, Afyon Çay, Pülümür, Bingöl olmak üzere 8 büyük deprem yaşadık. Çağımıza ve uygar olma iddiamıza yakışmayacak ağır sonuçlarla, büyük can kayıpları ile karşılaşıyoruz her defasında. Son depremde de büyük çoğunluğunu yatılı bölge okulu çocuklarının oluşturduğu ikiyüze yakın can kaybı oldu. Her deprem sonrasında olduğu gibi medya için iyi bir gündem oldu. Her deprem sonrasında olduğu gibi bir suçlu arandı. Her deprem sonrasında olduğu gibi azalan bir ivme ile hararetli tartışmalar yapıldı. Sonuçta ne oldu? Hiç bir şey olmadı. Konunun sıcaklığı geçmeden konu ile ilgili düşüncelerini aktarma telaşındaki uzmanlar düşünme fırsatı bulamadan daha önce bilinenleri tekrar ettiler. Yetkililer suskun kalıp, bu rüzgarında geçmesini beklediler. İstanbul tekrar akıbetini hatırladı. Ne yazık ki problemin çözümüne yönelik atılmış hiç bir adım yok. Yalnızca bir sebep ve bir müsebbib (sebep olan) arayanlar yatılı bölge okulunun hırsız müteahhidi ve rüşvetçi kontrol mühendislerini bir hayli andılar. Ancak yıkılan pansiyonu yapan müteahhidin kendisi ve yakınları için yaptığı iki binanın da yerle bir olduğunu yine medyadan öğrendik. Bu durum müteahhidi aklamaz elbette. Ama ailesinin oturduğu yapıyı dahi güvenli yapamayan kişinin yapı yapma konusunda rüştünden bahsedilemez. Reşit olmayan kişi ise sorumlu tutulamaz. Gelin bu reşit olmayan kişilerin eline nasıl olupta bunca çocuğun barındığı yapıyı teslim edebildiğimize bakalım. Ülkemizde inşaat sektöründe çalışan işçiler vasıfsız işçilerdir. Çoğunluğu halen köyde yaşayan, buğdayını tarlaya serptikten sonra, ek gelir arayışı ile şehre inen, çoğu feodal ilişkiler ağının dışına bile çıkamamış insanlardır. Elleri kalem tutmadığı gibi, anlatılanı anlamakta bile sıkıntı çekerler, içinde bulundukları yaşam yaptıkları işle ilişiksizdir. İşlerine yabancıdırlar. (İstisnaları vardır.) Kısaca, inşaat sektörü ülkenin gezer göçer, vasıfsız, eğitimsiz insanları için bir istihdam alanıdır. İnşaat sektöründe bir de mühendis olmalıdır. Eğitim görmüş, diploma almış, sorumlu kişi. Belirli düzeyde organize olmuş, uluslararası alanda iddia sahibi, yurt içinde ve dışında pek çok yatırımı başarı ile gerçekleştiren bir kısım inşaat sektörünü hariç tutarak, rahatlıkla söyleyebiliriz ki, inşaat sektöründe mühendis yoktur. İmzaları vardır, ancak kendileri yoktur. Yapılan işin içinde mühendisinin katkısı yok denecek kadar azdır. PEKİ BU NASIL OLUR? dediğinizi duyar gibi BİNGÖL DEPREMİ Mustafa ÇOBANOĞLU oluyorum. MÜHENDİS okulunda temel eğitimi alır. Ancak mühendisliği uygulamayı, sorumluluk anlayışını, yaptığı işin ciddiyetine vakıf olmayı, meslek ahlakını, işvereni kadar insanlığa karşıda sorumlulukları olduğunu hayatın içinde öğrenir. Bu görgüyü edinebileceği organizasyonlarda yer alabilen mühendisler şanslıdır. Ama çoğu okulunu bitirip, böyle bir ortamı hiç yaşamadan ustalar, kalfalar yada eğitimsiz müteahhitlerden işini öğrenir. Bu gün olup bitenlerin elbette baş sorumluluklarından olan mühendislerin çoğunun temel sorunu teknik bilgi yetersizliği kadar, sorumluluk anlayışının gelişmemesi, meslek ahlakı kavramı ile tanışmamış olması ve kendi yanlışlarının bedelini başkalarının ağır şekilde ödeyeceğini işini yaparken hissedememesidir. YETKİN MÜHENDİS derken kastedilen de bu vasıfların hepsine sahip olmaktır. Bu nedenle YETKİN lik sadece teknik yeterlilikten ibaret değildir. Son olarak İnşaat Müteahhidi ya da Türkçe deyim ile yüklenici kimdir? Cevap çok kısadır: Potansiyel olarak herkestir. Herkes inşaat müteahhidi olabilir. Zaten öyledir de. Köyünde yüklü miktarda toprak satmış sermaye sahibi, yıllar önce kapattığı tarlalar kente dönüşüp rant zengini olmuş gecekondu uyanıkları, sosyal ilişkileri yüksek mahalle berberi, yaptığı işten sıkılmış ek gelir elde etmek isteyen devlet memuru, uyanık işçi, birikimine en iyi kazancın inşaatta olduğuna inanan her türlü ticaret erbabı ve esnaf... Bu kişilerin müteahhit olabilmek için tek bir şeye ihtiyaçları vardır: Bir mühendis imzasına. Çocukluğundan beri babası gibi çalışarak değil, kalem oynatarak (imza atarak) para kazanacağı kafasına kazınmış, bu hayallerle mezun olmuş, dünyanın da farkında olmayan ama dünyalar kadar yetki ile donatılmış çiçeği burnunda mühendisin imzasına. Sistem bundan ibarettir. Eğer devlet müteahhidi olmak istiyorsanız, bir de imzası ile geçimini kazanmak isteyen emekli mühendisin karnesine ve bürokraside bir DAYI ya ihtiyaç vardır. İhaleye girmek için bir kısmı düzmece noter tasdikli belgeye, bir de bu işi yüzde şu kadar tenzilatla yaparım beyanına gerek vardır. Bu sürecin hiç bir yerinde teknik anlamda bir emeğe, referansa gerek yoktur. Sistem, mühendisi değil onun imzasını talep etmektedir. BU ŞARTLARDA DAHA İYİSİ CAN SAĞLIĞI Bu yazı www.odtumd.org.tr den alınmıştır Depremden Sonra Bingöl de Göç Başladı Bingöl Belediye Başkanı Feyzullah Karaaslan, Bingöl de depremin üzerinden 45 gün geçmesine rağmen, yıkılan binaların enkazlarının hala kaldırılmadığını söyledi. Ağır hasarlı binalara orta hasarlı, orta hasarlıya az hasarlı raporu düzenlendiğini belirten Karaaslan, Deprem sonrasında Bingöl den göç başladı dedi. Hükümeti Bingöl de göreve çağıran Karaaslan, Halkın şikayete mecali kalmadı, yıkık binaların enkazları olduğu gibi duruyor dedi. Karaaslan, çok yoğun bir göç var. Yetkililerin Bingöl ü göç ettirme gibi bir çalışması var diye düşünüyorum. Buna başka bir anlam vermek mümkün olmadığını söyledi.

4 1 Temmuz 2003 YÜKSEK ÖĞRENİM DÜZ TÜRKİYE DE YÜKSEK ÖĞRENİM SİSTEMİ NASIL OLMALI? Üniversitelerin tümünün bir örnek olması mümkün değildir. Buna da gerek yoktur. Üniversitelerin kademeleşmeli ve yerel üniversiteler yerel konulara ağırlık vermelidir. Prof. Dr. Şevket Ruacan ODTÜ Mezunları Derneği 2 Nisan 2003 günü bir panelle YÖK ve YEK sistemlerini tartışmaya açtı. Türkiye de Yüksek Öğrenim sistemi Nasıl Olmalı? sorusuna yanıt arandığı paneli Prof. Dr. Metin Ger yönetti. Panele konuşmacı olarak iki dönem Boğaziçi Üniversitesi Rektörü olarak görev yapmış, halen Sabancı Üniversitesi nde öğretim üyesi ve İstanbul Politikalar Merkezi Direktörü olan Prof. Dr. Üstün Ergüder, akademik yaşamını ODTÜ, Boğaziçi, Koç ve Bilkent Üniversitelerinde sürdürmüş olan, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) kurucu üyesi ve TÜBA Konsey Üyesi, Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Başkanı ve Türkiye nin Siyasal Hayatı ve Tarihi Merkezi nin Başkanı Prof. Dr. Metin Heper, yine TÜBA üyesi olan, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi ve YÖK Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Şevket Ruacan ile, uzun yıllar Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi nde görev yapmış, halen akademik yaşamını Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesi nde sürdüren Prof. Dr. Yahya Zabunoğlu katıldılar. İzleyicilerden ODTÜ eski Rektörü Prof. Dr. Süha Sevük, ODTÜ öğretim üyelerinden Prof. Dr. Metin Durgut, Prof. Dr. Bilgin Kaftanoğlu, Prof. Dr. Mustafa Tokyay ın da yerden katkıda bulunduğu panelde akademik, mali ve idari özerklik kavramları ve mevcut uygulamaların Türkiye deki yükseköğretim kurumlarına yansıması tartışıldı. Şevket Ruacan, Türkiye deki yüksekokul sayısının nüfusa kıyasla az olduğunu, arzın talep karşısında çok yetersiz kaldığını, 3-4 yıl gibi yakın bir gelecekte ÖSS sınavına giren aday sayısının 2,5 milyonu bulacağını, bunun da giderek artan sayıda genç potansiyele yükseköğrenim kapılarının kapanması anlamına geldiğine işaret etti. YÖK tarafından meslek liselerinin meslek yüksekokullarına devamı konusunun geç de olsa ele alınmış olduğunu belirterek Türkiye deki yükseköğretim kapasitesinin artacağının, yeni üniversitelerin açılacağının, eskilerinin de kapanmasının söz konusu olmadığının herkesçe bilinmesi ve kabul edilmesi gerektiğini vurguladı. Ruacan ayrıca Türkiye deki üniversitelerin çeşitliliğine dikkati çekerek üniversitelerin yerelleşmesi üzerinde durdu. Üniversitelerin tümünün bir örnek olmasının mümkün olmadığı, bunun da gerekmediğine işaret ederek üniversitelerin kademeleşmesini, yerel üniversitelerin yerel konulara ağırlık vermesini önerdi. Üstün Ergüder, Türkiye de yükseköğretimin çok heterojen bir yapıda geliştiği konusunda Ruacan a katıldığını ifade etti, ancak AB nin yükseköğretimde kalite komisyonunda görev yapmakta olduğunu hatırlatarak Türkiye de yükseköğretim düzeyinin kesinlikle küçümsenmemesi gerektiğine işaret etti. Genellikle sorunların içe dönük tartışıldığını, oysa sorunların karşılaştırmalı ele alınmasının çok daha yararlı olacağını belirtti. Ergüder; üniversitelerin amacının bilim yapmak olduğu, ancak meslek okulu kavramının Türkiye de yeterince gelişmemiş olması nedeniyle üniversitelerin meslek edindirme kurumları gibi de algılandığını belirtti. YÖK ün ilk yıllarında üniversitelerdeki bölümlerde derslerin nasıl okutulacağına karar verildiği bölüm isimlerinin bir gecede değiştirildiği, üniversitelerin dar kalıplara oturtulduğu bir süreç yaşandığı, ancak yıllar geçtikçe ülkede yükseköğretim sistemini düzenleyecek bir oluşumun çok da anlamsız olmadığının görüldüğünü belirten Ergüder, nüfusun yılda %2,5 oranında büyüdüğü bir ülkede yükseköğretim kurumlarının kontenjanlarının artırılması, yeni üniversitelerin kurulması için siyasi baskıların yoğunlaşmasının doğal olduğunu vurgulayarak YÖK te ciddi bir reform gerektiğini, ancak bunun sağlıklı olarak yapılmasının zor olduğunu, Türkiye deki heterojen yapının nasıl çözüleceği konusunda ciddi çalışmalar gerektiği, ancak reform çalışmalarının genellikle sloganlar düzeyinde kaldığını belirtti. Yükseköğretim sistemi konusunda Zabunoğlu, üniversitelerin hem birer eğitim kurumu, hem de birer hukuksal yapı ve yönetsel yapı olduğuna dikkati çekerek bu yapılanmalara ilişkin tartışmaların aynı anda ele alınmasının mümkün olmadığını belirtti. Osmanlı da medreselerde gelişmiş olan yükseköğrenimde 1933 de İstanbul Üniversitesi nin kuruluşuyla Batı tipi üniversite yapısına adım atıldığını, 1946 da çıkarılan 4936 sayılı yasa ile akademik yapılanmaya, akademik yükselmelere ilişkin düzenlemelerin getirildiğini belirtti. 6 Kasım 1981 de ise 2547 sayılı yasanın bütün hükümleriyle yürürlüğe girdiğini, akademilerin üniversite kimliğine büründüklerini, YÖK yasasının homojenlik ve merkezi yönetim kavramlarına dayandığını söyleyen Zabunoğlu, önceleri YÖK yasasıyla her şeyin çözümleneceğinin düşünüldüğünü, ancak sorun çıktıkça kanunda yer almayan düzenlemeleri kanun niteliğinde tüzük ve yönetmeliklerle kendileri yapmaya çalıştıklarını ve halen YÖK ile ilgili mevzuatın adeta izlenemez boyutlarda olduğunu belirtti. Metin Heper, üniversitelerin sorunlarının genellikle yönetsel özerklikte ve yetkilerin kimin elinde olacağı çevresinde döndüğünü, oysa üniversitelerin temel görevinin uluslararası düzeyde bilime katkıda bulunmak, ve bunun öğrencilere aktarmak olduğunu, bu çerçevede birinci önceliğin bilimsel mükemmeliyeti sağlamak olması gerektiğine dikkati çekti. Yönetsel özerklik kapsamında rektörün seçimle mi, atamayla mı gelmesi gerektiği tartışmalarının yoğunluk kazandığı, oysa öncelikle üniversitenin ne yapması gerektiğinin belirlenmesi, ardından da buna ulaşmak için nasıl bir sistem gerektiğinin tartışılabileceğini belirtti. Üniversite eğitimi sonucunda hızla gelişen dünyaya ayak uyduran, nasıl öğreneceğini bilen, iyi iş yapmaktan mutluluk duyan bireyler yetiştirmenin önemli olduğunu belirten Heper, 10 yıl önce sanayicilerin görüşleri sorulduğunda İngilizce nin yanında ufku geniş, bilgiyi nereden bulacağını bilen mezunlardan söz edilirken şimdi sanayicilerin ingilizce ve bilgisayar öğretin, gerisini biz öğretiriz şeklinde yaklaştıklarına işaret etti. Üniversiteleri yerelleştirmekten söz ederken kuralların ve kıstasların önemli olacağına da değinen Heper, standardizasyon adına her şeyin eşit olduğu bir dünyada en küçük paydada birleşmenin zorunlu olacağını hatırlattı. Birinci turun sonunda salondaki katılımcılara söz verildi. Bu kapsamda söz alan Süha Sevük, Türkiye de yükseköğretim sistemindeki temel sorunlara yönetim sisteminden başlamanın şart olduğunu dile getirerek Türkiye de bir güven sorunu olduğuna işaret etti ve üniversitenin yönetimiyle ilgili üst kurum ve makamların birbirlerine güvenmediğinden her şeyin yazılı kurallara bağlanmasına gereksinim duyulduğunu, bunun da bir mevzuat karmaşası oluşturduğunu dile getirdi. Rektörlerin atama yerine seçimle gelmesinin en az zararlı sistem olduğu için yeğlendiğini belirtti ve YÖK kurulduğundan bu yana geçen 20 yıl süresince yükseköğretime yönelik bir stratejik planlama çalışması yapılmadığının altını çizdi. Panelin ikinci turunda paneli yöneten Metin Ger, demokrasi adına seçimle gelen Rektörün de denetlenmesi gerektiği, bunun nasıl bir yapı içinde yapılabileceği, rektörün hem idari, mali amir, hem de akademik temeli olması gerektiğinden bu niteliklerin tümünü taşıyan adayların bulunmasının zor olup olmayacağı ve Türkiye deki yükseköğretim kurumlarındaki çeşitliliğin desteklenmesini sağlayacak esneklikte bir yapı içinde dahi üniversitelerin eşgüdümünün sağlanması gerekip gerekmediği üzerine panelistlerin görüşlerini istedi. Şevket Ruacan, Rektörlerin seçimle mi, atama ile mi gelmesi gerektiğinin tartışılmasından önce tepeden tırnağa sistemin tartışılması gerektiğine işaret ederek üniversite hocalarının seçim kampanyasının ardından sandığa gidip oy attıkları bir sistemi üniversitelere yakıştıramadığını belirtti. YÖK ün eşgüdüm ve denetim görevini yapamadığını, uygulamada eksik kalındığını belirterek üniversitelerin mutlaka denetlenmesi gerektiğini, ancak denetleme yönteminin ve denetleyecek kurumun hangisi olacağının ayrıca tartışılabileceğini dile getirdi. Üstün Ergüder, mali kaynak yaratmada çeşitli ülkelerden örnekler vererek üniversitelerin yapılarının, topluma hizmet veren ve aynı zamanda toplumdan kaynak yaratmaya çalışan kurumlar olmaları nedeniyle karmaşık olduğunu belirtti ve yurtdışında mezunların üniversitelerine büyük destek sağladıklarını, İspanya daki uygulamada üniversite bünyesindeki sosyal konsey in üniversitenin hizmetlerinden yararlanan toplum kesimlerinden kaynak sağlanması için çalıştığını dile getirdi. Uzun vadede rektör seçimlerinin popülizme dönüştüğünü, o halde seçim sistemi belirlenirken seçicilerin de kim olacağının belirlenmesi gerektiğini belirterek o üniversiteye kaynak aktarımında bulunanların da seçimde söz sahibi olmaları gerektiğine işaret etti. YÖK ün, belli bir üniversitedeki sorunu çözmek için mevzuat çıkardığını, mevzuatın tüm üniversiteleri boğduğunu söyleyen Ergüder, Boğaziçi Üniversitesi Rektörü iken kampusun yaz aylarında 4 aya yakın bir süre atıl kalması nedeniyle yaz okulu düzenlemek için girişimde bulunduklarını, düzenlenecek eğitimin ücretli olacağını, bunun karşılığında öğretim elemanlarına da emeklerinin karşılığı ücret verileceğinin Maliye Bakanlığı na kabul ettirmekte çok zorlandıklarını, gerekçenin Urfa daki üniversitede yaz okulu düzenlenirse bu ücretleri Urfalı nasıl versin şeklinde belirtildiği yolundaki bir anısını dile getirdi. Yahya Zabunoğlu, üniversitenin yapılanmasının mutlaka yönetsel, bilimsel ve mali özerkliğe dayanması gerektiğini belirterek bir üst organın da bu üç ilkeyi denetleyeceğine işaret etti. Üniversitelerarası Kurul un eşgüdüm ve gözetim yetkisi olduğuna, program geliştirmek, stratejik hedefleri belirlemek gibi misyonları olduğuna dikkati çekerek halen YÖK e tabi olan bu kurulun güdük kaldığı, kendisine tanımlanan görevleri yerine getiremediğini Üniversitelerin amacı bilim yapmaktır. Ancak meslek okulu kavramı Türkiye de yeterince gelişmemiş olduğu için üniversiteler, meslek edindirme kurumları gibi algılanmaktadır. Prof. Dr. Üstün Ergüder belirtti. Metin Heper, YÖK ün aslında görevinin yönetmek değil, değerlendirmek olması gerektiğini belirtti. Rektörün uluslararası normlar çerçevesinde üniversiteyi kurumsallaştırmaya çalışması gerektiğini dile getirerek üniversitelerin, kurumsallaşmada belli bir noktaya gelmesi halinde ulusal normların da oluşacağını, üniversitelerin bu normlara göre hareket edeceklerini belirtti. Panelin sonunda Metin Ger, panelde dile getirilenleri şöyle özetledi: 1. Bir üst kurul şarttır. Bu kurul, üniversitelerin yerelleşmesine, çeşitli modellerin denenmesine olanak verecek ölçüde esnek olmalı, ancak uluslararası normların uygulanmasını da denetlemelidir. 2. Üniversiteler meslek edindirmeyi amaçlamamalı, asli görevi bu olan meslek okulları desteklenmeli. 3. Rektörlük seçimlerinde bilim üretme, insan yetiştirme boyutu ön plana çıkmalı, popülist kampanya ortamına dönmemelidir. 4. Bir üniversitenin değerlendirilebilmesi için o üniversite bir süre yaşamalı, geleneklerini oluşturmalıdır. Gelenekten gelen güç çok önemlidir. İlgiyle izlenen panelde son sözü söyleyen Süha Sevük, izleyicilere ümit verdi: 80 yıl öncesinde harita kullanmanın yasak olduğu, otopsinin günah sayıldığı bir yükseköğretim sistemini varlığını düşünürsek Türkiye, 80 yıl içinde uluslararası bilim düzeyinde çok yol almıştır. Bunu asla unutmayalım.

1 Temmuz 2003 5 ENİMİZ PARAMPARÇA ÜNİVERSİTE A.Ş. Uluslararası anlaşmalarla (MAI ve GATS) şekillenen, yeni bir üniversite yasa tasarısı 58. Hükümetin Milli Eğitim Bakanı Erkan Mumcu aracılığıyla tartışılmaya başlandı. Üniversiteleri kapitalist odaklar durumuna getirecek yeni düzenlemenin bu döneme denk gelmesi rastlantı mıdır? Eğitimin paralı bir duruma getirilmesi, özelleştirme kıskacına alınmasının IMF ve Dünya Bankası direktifleriyle yapıldığı ne kadar açıksa, siyasi iktidarın ve önceki yasa tasarılarını hazırlayan YÖK ün de IMF den gelen isteklerin kararlı uygulayıcısı oldukları da o kadar açıktır. YÖK ile AKP arasındaki söz düellosu, nitelikten çok gücü kullanma ve paylaşma üzerine oturmaktadır. Yüksek Öğrenim Kurumlarına ilişkin tartışmalarda, vurgulanması gereken en önemli nokta üniversitelerdeki mali, personel ve idari sorunların yalnızca teknik (ekonomik) birer mesele olarak algılanıp günün ihtiyaçlarına uygun çözümlerin geliştirilmesi gerektiği yönündeki anlayıştır. Getirilen çözüm önerilerinin siyasi bir tercihten çok teknik bir mesele olarak sunulması bu yasanın doğurabileceği toplumsal sonuçları düşünülemez hale getirmektedir. Oysa her türlü hizmet alanının piyasaya açılmasını öngören GATS (Hizmet Ticareti Genel Anlaşması) rejimini arkasına alan bu yasa, özellikle kapitalizmin 70 lerin ortalarından bu yana girmiş olduğu yeniden yapılanma süreci düşünüldüğünde, çok önemli bir kesimi eğitim hakkından mahrum bırakmak yönünde yapılmış siyasi bir tercih olarak ortaya çıkmaktadır. Bugün üretimin ve hizmetlerin düzenlenmesi sürecine bilginin çok temel bir faktör olarak girmesiyle insan emeğine ihtiyaç azalmıştır. Dolayısıyla artan üretkenlik herkesin eğitilmesine ihtiyaç duymamaktadır. Belli bir kesimin yüksek düzeyde eğitim verilerek uzman olarak yetiştirilmesi yeterlidir. Bu anlamda üniversitenin bu yeni sürece uygun olarak yapılandırılmasını öngören yasa tasarısının sonuçları elbette siyasetin konusudur. Çünkü bilginin metaya, üniversitenin şirkete, öğretim elemanının satıcıya ve öğrencinin müşteriye dönüştürülmesi piyasa temelli bir toplumsal yeniden yapılandırmanın siyasetidir. ÖZERK, DEMOKRATİK ÜNİVERSİTE, ÖZGÜR BİLİM İSTİYORUZ Bu tasarıyla üniversitelerin öğrencilerine ve topluma kamusal hizmet üretmek sorumluluğundan tam olarak vazgeçilmekte, üniversite bir işletme, öğrenciler ise müşteri olarak tanımlanmaktadır. Artık üniversiteler fırsat eşitliği temelinde gençlerin bilgi ve yeteneklerini geliştirip, kendilerini gerçekleştirdikleri bir meslek edindikleri kamusal kuruluşlar olma kimliğini terk etmekte, üniversite eğitimi neredeyse varlıklı ailelerin çocuklarının bir ayrıcalığı haline gelmektedir. Üniversiteye kaynak sağlanması adına bildiğimiz üniversitenin sonu getirilmeye çalışılmaktadır. Küreselleşmenin getirdiği rekabet ve mücadele elbette eğitimli nüfusun oluşturulması ile güçlenmektedir. Ancak bu durum, üniversiteyi tabakalaştırmaktan geçmez. Üniversite bugün hiçbir zaman olmadığı kadar parasal kaynaklara muhtaçtır. Ancak, Türk üniversitelerin sorunu sadece parasal değildir. Üniversite, kendi içinde kendini üretecek potansiyeli yitirmektedir. Yeni yasa tasarıları, küresel rekabetle birlikte, üniversitenin 19 yıllık YÖK icraatının da iflasının ifadesi olmaktadır. YÖK ün orkestrasyonuna bırakılmış hantal bir üniversite, kendini yenileme yeteneğini yeniden kazanma sürecinde paralı eğitime geçerek sağlamaya çalışmaktadır. Üniversite eğitimi artık sadece paralı değil aynı zamanda da pahalı hale getirilmektedir. Her alanda olduğu gibi, ulusal perspektifte kaynak yaratmak yerine geniş toplum kesimlerinin aleyhine uygulamaları sistemlileştirmek üniversitede paralı eğitimin yürütülmesi, elbette toplumun kaynaklarının denetlenmesi ve planlanması sürecinde olumsuz bir etkiye sahip olacaktır. Son çıkan yasalarla birlikte düşünüldüğünde Türkiye önemli bir değişim ama şimdiye kadar olan değişimlerden farklı olarak yasal düzenekleri ile biçimlenen bir değişim sürecine girmiş bulunmakta. Özellikle dünya ekonomisi ile bütünleşmenin açığa çıkardığı bütünlüklü kriz eğilimleri, aynı zamanda surece egemen olan güç ilişkilerinin daha bir rahat hareket etmesine olanak sağlamıştır. Diğer bir deyişle ülke içinde egemen olan güç ilişkilerinin de içine girdiği bunalım koşulları, uluslararası sermayeler ve kurumların da destek ve müdahalesiyle yasal çerçevesi belirlenen yeni bir düzenlemenin olabilirliği doğrultusunda yasal düzenekler oluşturulmaya başlamıştır. Bir bütün olarak ulusal ve uluslararası sermayenin hareket alanını genişletme amacına yönelik ve devletin açık bir biçimde sermayenin devleti olacak şekilde yeniden kurgulandığı bu aşamada Yüksek Öğretim Kanunu na ilişkin tüm düzenleme önerilerinin, yeniden yapılanma projelerinin özenle analiz edilmesi gerekiyor. Yüksek Öğrenim Yasası için İlkeler ve Öneriler 1. Hiç kimse yükseköğrenim hakkından, bu öğrenimin gerektirdiği bilişsel yeterliklerin dışında kalan ekonomik, toplumsal ve kültürel nedenlerden ötürü yoksun kalmamalıdır. Düşünebilen, sorun çözebilen ve içinde yaşadığı toplumu ve dünyayı anlayabilen bireylerden oluşan bir toplum olabilmek, eğitimin kamu kaynaklarıyla finanse edilmesi ile olanaklıdır. 2. Kamu kaynaklarının vakıf üniversitelerine kaydırılması durdurulmalı, kamu kaynakları, devlet üniversitelerinin geliştirilmesi için kullanılmalıdır. 3. Kredi ve burs sistemi, üniversitelere bırakılmamalı, merkezi olarak işletilmeli ve işletme yönetiminde öğrenci katılımı sağlanmalıdır. 4. Üniversitelerimiz, 12 Eylül askeri rejiminin bir ürünü olan YÖK cenderesi altındadır. Özerk kuruluşlar olması gereken üniversitelerin bu özelliğinin ortadan kaldırılması, siyasal iktidarların ideolojik, politik ve kadrosal düzeyde tahakküm kurma girişimlerini kolaylaştırmıştır. YÖK kaldırılmalı, üniversitelerimiz yeniden özerk, demokratik, çağdaş ve bilimsel kurumlar olarak Türkiye nin geleceğini belirlemede söz sahibi haline getirilmelidir. 5. Üniversitelerin oturduğu zeminin demokratikleştirilmesi amacıyla yapılacak tüm düzenlemelerde ve uygulamada, öğrenci temsilcilerinin de aralarında bulunduğu üniversite bileşenleri söz-yetki ve karar hakkına sahip olmalı, bu hak örgütlü yapılar eliyle kalıcı hale getirilmelidir. 6. Üniversite çalışanları ve öğrencilerin ilk beklentisi Rektörlük seçimlerinden başlayarak tüm kurulların demokratik seçimle belirlenmesi, oy hakkının tüm üniversite bileşenlerinde olmasıdır. 7. Üniversiteler ticarethane değil, eğitim ve bilim kurumlarıdır. Parasız, özgür, katılımcı, insanlık yararına bilimsel bir eğitimin verildiği üniversite talebi temel bir insan hakkıdır. 8. Öğretim görevlilerinin, araştırma görevlilerinin, üniversite çalışanlarının iş yükü azaltılmalı, bunun için gerekli kadro yaratılmalı ve adil, eşit dağılım yapılmalıdır. 9. Araştırma görevlileri iş güvencesine kavuşturulmalı, tüm sosyal haklardan eksiksiz yararlanmaları sağlanmalı, asistanlık kurumu yeniden inşa edilmelidir. 10. Üniversiteler politik yatırımlar ve oy hesabı amacıyla kullanılmamalıdır. 11. Döner sermayenin kullanımı değiştirilmeli ve işlevsel, ihtiyaçları karşılayacak bir yönelime girilmelidir. ODTÜ ÖĞRETİM ELEMANLARI DERNEĞİ YÖK YASA TASARISINI TARTIŞIYOR ODTÜ Öğretim Elemanları Derneği tarafından YÖK Yasa Tasarısı tartışıldı. Panelde, konuşmacı olarak ODTÜ Rektörü Prof. Ural Akbulut, YÖK üyesi, Prof. Alpaslan Işıklı, Gazi Üniversitesi Öğretim Üyeleri Derneği Başkanı Prof. Mustafa Altıntaş, YÖK yasa tasarısının, üniversiteleri nasıl etkileyeceğini anlattılar. Öğrencilerin ve üniversite öğretim elemanlarının büyük ilgisini çeken, paneli Prof. Dr. Semih Bilgen in yönetti. Paneli düzenleyen ODTÜ Öğretim Üyeleri Derneği başkanı Doç. Dr. Çetin Göksu, açılıs konuşmasında, YÖK Yasa Tasarısının, üniversitelerde yeteri kadar tartışılmadan, üniversiteleri nasıl etkileyeceği bilinmeden, hızlı bir şekilde yasallaşma sürecinin başlatılmasının doğru olmadığını, bu paneli düzenleyerek tartışma ortamını başlatmayı düşündüklerini, üniversitenin değişik kesimlerinin düşüncelerini almak istediklerini, gelecek bilgiler ışığında, tasarının yeniden değerlendirilmesinde yarar gördüklerini belirtmiştir. Panelde ortaya çıkan en önemli sonuç, tasarının, Üniversitelerin bugünkü yapısını önemli ölçüde değiştireceği, devlet üniversitelerini paralı hale getireceği, eğitimin bir kamu hizmeti olmaktan çıkaracağından Anayasa nın sosyal devlet anlayışına uymadığı, özellikle yoksul ve başarılı ögrencilerin zaman içinde tasviye edilmek zorunda kalınacağını, üniversitelerin bilimi değil ticari ilişkileri öne çıkaran kurumlara dönüşeceği, bu nedenle Türkiyenin bilimsel gelişmesine sekte vuracağı, uzun vadede ülkenin bundan zarar göreceği şeklindedir. ÜNİVERSİTELERE ÖZGÜRLÜK Yükseköğretimin yeniden yapılanması gerektiğini belirten Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, demokratik ve özgür kurumlar olarak üniversitelerin önündeki engellerin kaldırılmasını istedi. İstanbul Üniversitesi nin 550. yıl kutlamalarına katılan Cumhurbaşkanı Sezer, konuşmasında, yükseköğretimin yeniden yapılanması gerektiğini söyledi. Sezer, Amaç, demokratik ve özgür kurumlar olarak üniversitelerin gelişmelerini ve varlıklarını sürdürmelerinin önündeki engellerin kaldırılması olmalı. Bu adımların uzlaşmayla atılması, Cumhuriyet in temel nitelikleriyle bağdaşması gerekir dedi. Uzlaşmayla başlatılmayan girişimlerin başarıya ulaşamayacağını belirten Cumhurbaşkanı, bu durumun sorun çözmek yerine, yeni sorunlar yaratacağına dikkat çekti. Gençlere de seslenen Sezer, Bilgiyi aklın ve bilimin süzgecinden geçirerek tartışın. Amacı belli olan yönlendirmelerin sizi etkilemesine izin vermeyin. İstekleriniz haklı, umutlarınız büyük. Sizlere sağlanan olanaklar, ne yazık ki beklentilerinizi tam karşılayamamakta diye konuştu. Zorunlu temel eğitim uygulamasının kesintisiz sürdürülmesini ve bir an önce 12 yıla çıkarılmasını isteyen Sezer, meslek liselerinin kendi dallarında yükseköğrenim görmelerinin önemli olduğunu da ifade etti.

6 1 Temmuz 2003 DOĞRUDAN YABANCI YATIRIMLAR YASA TASARISI HAKKINDA TMMOB GÖRÜŞLERİ Tasarı özetle, doğrudan yabancı yatırımları özendirmek için bütün koşulları ve izinleri ortadan kaldırmakta, yabancı yatırımcı tanımının kapsamını genişletmekte, uyuşmazlıklarda uluslararası tahkime başvurma yolunu açmakta, her türlü yetkiyi Hazine Müsteşarlığına bırakmaktadır. Ekonomik sorunlarımızın çözümü için sanayileşmenin önünün açılması gerektiği, bunun için sanayimizin rekabet gücünün yükseltilmesinin zorunlu olduğu, bunun ise ancak kendi araştırma geliştirme etkinliklerimize dayandırılan teknolojik inovasyonda yetkinlik kazanmamızla mümkün olacağı bilinmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde, özellikle de ülkemizde, yabancı yatırımların sanayiden çok hizmetler sektörüne yapıldığı, fiziki yatırımdan çok mevcut şirketlerin satın alındığı, yatırımlarda lisans, know-how, teçhizat satın alması gibi unsurların öne çıktığı gözlemlenmektedir. Yabancı sermaye, küresel işbölümü çerçevesinde, yatırım yaptığı ülkede ucuz işgücü, doğal kaynaklar ve gevşek çevre standartları aramaktadır. Çokuluslu şirketler, yatırımın yapıldığı gelişmemiş ülkelerin teknolojik yetkinliğinin gelişmesine çok az katkıda bulunmaktadırlar. Doğrudan yabancı yatırımları, ulusal bilim, teknoloji, inovasyon politikaları temelinde belirlenecek sanayileşme ve kalkınma politikalarının amaçlarına hizmet etmek durumundadır. Öncelikle hangi alanlarda hangi teknolojilerin hangi derinlikte olacağı belirlenmeli, doğrudan yatırımın bu gereksinmelere yanıt vermesi aranmalıdır. Günümüzde gelişmiş ülkeler ileri teknolojiye dayalı, yüksek katma değerli alanlara yatırım yaparken, gelişmemiş ülkeleri emek yoğun, çevre kirletici sanayi sektörlerine ya da hizmetlere yöneltmektedirler. Tasarı bu önemli konularda her hangi bir açılım getirmekten uzaktır. Tasarı, bu eksikliğin ürünü olarak, uluslararası sermayenin taleplerini gelişme-kalkınma ile aynı şey saymaktadır. Tasarı, yabancı sermayenin ülke çapında tekel oluşturmasını engelleyen düzenlemeyi ortadan kaldırmaktadır. Tasarı, yatırım için izin alma koşulunu da ortadan kaldırmaktadır. Oysa gelişmiş ülkelerin en serbest sayılacak düzenlemelerinde bile, kamu otoritesinin yerine getirilmesini ilgilendiren alanlarda, savunma sektöründe, toplumun güvenliğini, sağlığını ve kamu düzenini tehlikeye düşürebilecek alanlarda izin koşulu korunmaktadır. Tasarı, yabancı yatırımcılara, ülkemizin kalkınmasına hiçbir katkı sağlamayacak alanlarda, örneğin arsa spekülasyonu, borsa, vb. alanlarda elde edilen karların transferlerine olanak sağlamakta, karşılıklılık ilkesi göz ardı edilerek taşınmaz mal alımlarına izin vermekte, uyuşmazlıkların çözümünde Anayasal düzenlemelere aykırı olarak uluslararası tahkime yol açmaktadır. Yabancı yatırımlarla ilgili istihdam edilecek yabancı personele de ayrıcalık getirilmektedir. Tasanın amaç maddesinin, toplum yararını gözeten, kalkınma planlarımıza ve stratejilerimize, teknolojik düzeyin yükseltilmesine katkıda bulunan, istihdam yaratan, vb. yatırımlara izin verilmesi şeklinde değiştirilmesi gerekmektedir. Bu değişiklikler yapılmadan kamu yararının gözetilmesi de, ülke ekonomisinin geliştirilmesi de olanaksızdır. Siyasi iktidar IMF ye verilen niyet mektuplarındaki taahhütlerin ve FIAS (Yabancı Yatırımlar Danışmanlık Hizmetleri) tarafından belirlenen ilkelerin ürünü olan yaklaşımı tercih etmiştir. Ülkemizin sorunlarının uluslararası sermaye tarafından dikte ettirilen düzenlemelere bağlı kalarak çözülmesi mümkün değildir. İş Yasası nın TBMM de kabul edilmesi üzerine TMMOB Başkanı Kaya Güvenç bir açıklama yaparak Yasa hakkındaki TMMOB görüşlerini kamuoyuna duyurdu KURALSIZLAŞTIRMA EMEKÇİLERİN HAKLARINI VE KAMU VARLIKLARINI YOK ETMEYE DEVAM EDİYOR Tüm çalışanları ilgilendiren ve toplumsal açıdan önemli gelişmelere neden olacak bir yasa, İş Yasası, TBMM ince kabul edildi. Söz konusu yasa, bireysel çalışma ilişkileri sistemini kökten değiştirmeyi hedefleyen bir yasa olarak gündeme geldi. Toplumsal tarafları bir araya getirme ve üçlü katılıma dayalı bir uzlaşma arama çabasının sonucuymuş gibi çıkarılan yasa, açıklık ve iyi niyetten yoksun; içtenliksiz bir yasa olma özelliğini taşıyor. İş Kanunu sermaye çevrelerinin istekleri doğrultusunda değiştirildi. İşçi sendikaları konfederasyonlarının, meslek kuruluşlarının ve çalışanların diğer örgütlerinin karşı çıkmalarına karşın, işçilerin yıllar önce elde ettikleri kazanılmış haklarını geri alan, çalışma yaşamını esnekleştiren, kuralsızlaştıran düzenlemelerin yasalaşması yolunda önemli bir adım atılmış oldu. Mühendis ve mimarların büyük bir bölümünü doğrudan etkileyen İş Kanunu na kısaca baktığımızda; İşyeri kavramının muğlaklaştırılıp belirsizleştirilmesiyle işçi, belirsiz, her an değişebilecek bir iş yerinde çalışan gezici elemana dönüştürülüyor. İşyerinin ya da bir bölümünün devri düzenlemesi ile, işçiler, emekçiler tıpkı bir makina parçası gibi alınıp satılan bir meta haline getirilmektedir. İş güvencesine yönelik düzenlemeler sadece 30 ve daha fazla işçi çalıştıran işyerlerindeki işçileri kapsamaktadır. Bu haliyle ülkemizdeki sanayi kuruluşlarının küçük ve orta ölçekli kuruluşlar olduğu düşünüldüğünde çalışanların çok önemli bir bölümünü kapsayan ve korumaya daha çok muhtaç olan bir kesim kapsam dışı bırakılmıştır. Kanunla, işverenlere, ekonomik, teknolojik, yapısal ve benzeri nedenlerden dolayı toplu işten çıkarma hakkı verilmektedir. Altı işgünü çalışılarak elde edilen hafta sonu tatili hakkının uygulaması altı gün çalışmadan sonra koşulu kaldırılarak haftada herhangi bir gün olarak serbestleştirilmektedir. Özel istihdam büroları ve deneme sürelerinin düzenlenmesiyle, işçiler düşük ücretle, sendikasız, sigortasız çalışmaya zorlanmakta ve taşeronlaştırmanın yasal zemini yaratılmaktadır. Günümüzde temel rekabet unsurunun teknoloji olduğu gerçeğini göz ardı eden siyasi iktidar, ucuz işgücü ve kuralsız çalışma yaşamına bel bağlamıştır. İş Kanununda yapılan değişiklikler, daha geniş kapsamlı kuralsızlaştırma programının bir parçasıdır. Bilim ve teknoloji politikaları temelinde bir sanayileşme, sanayileşme temelinde kalkınma ve halkın gelir düzeyini yükseltme ve gelir dağılımındaki dengesizlikleri ortadan kaldırma anlayışından ve politikalarından yoksun siyasi iktidar, politikalarını uyguladıkları çevrelerin isteklerini yerine getirmek için bir yandan bütün alanları kuralsızlaştırmaya, diğer yandan da kamuya ait ne varsa hızla elden çıkarmaya çalışmaktadır. Ülke kaynaklarının uluslararası tekellerin emrine sunulması, işçilerin çalışma yaşamının kuralsızlaştırılarak, kölelik koşullarının kabul edilmesi; bir bütünün, bir ekonomi politikasının parçaları olarak gündeme getirilmektedir. Üyelerimizin büyük bölümünü ilgilendiren ve emekçiler için kölelik anlamına gelen İş Kanunu na, kuralsızlaştırma yoluyla emekçilerin haklarını ve kamu varlıklarını yok etmeye yönelik girişimlere karşı tüm emekten yana güçlerle birlikte mücadeleye devam edeceğiz. ÇÖKEN YENİMAHALLE KÖPRÜLÜ KAVŞAK İNŞAATI HAKKINDA BASIN AÇIKLAMASI Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından yeni ihale yasası yürürlüğe girmeden önce apar topar ihale edilen 22 adet katlı kavşaktan yapımı devam eden Yenimahalle 1.Durak Köprülü Kavşak İnşaatı nda 22 Haziran 2003 tarihinde 22:30 de beton dökümü devam ederken üzücü bir kaza meydana gelmiştir. Bir yurttaşımız göçük altında kalarak yaşamını kaybetmiştir. Kazada yaşamını yitiren yurttaşımızın yakınlarına baş sağlığı diliyoruz. NEDEN ÇÖKTÜ? Alınan bilgilere ve yerinde yapılan gözlemsel incelemelere göre, geçidin çöken kısmı 14 m eninde 26 m boyunda ve 1 m kalınlığında bir beton tabliye olup 6 m yüksekliğinde betonarme perde mesnetler üzerine oturmaktadır. Tabliyenin bitmiş ağırlığı yaklaşık 1000 ton civarındadır. Kaza anında tabliyenin üçte ikisi dökülmüş olup çöken kısmın ağırlığı yaklaşık 650 tondur. Çöken geçit özellikli bir yapı olduğu için her aşamasında deneyimli mühendisler ve mimarlar tarafından denetlenmesi gerekirdi. Yaklaşık 1000 ton betonu taşıyacak olan kalıp iskelesinin projesi ilgili teknik yönetmeliklerde de belirtildiği gibi yapılıp, onaylatılmalıydı. Onaylanmış projelerin aslına uygun uygulanıp uygulanmadığı müteahhit firmanın şantiye şefi ve idarenin kontrol mühendisi tarafından denetlenmeliydi. Her aşamada yapılması gereken bu denetimler ardından inşaatın bir sonraki aşamasına geçiş için yazılı izinler verilmiş olmalıydı. Beton döküm aşaması ise şantiye şefi ve idarenin kontrol mühendisi denetiminde yapılmalıydı. Geçidin çökme nedeni tabliyeyi taşımak üzere yapılan kalıp iskelesinin tabliyenin üçte ikisini bile taşıyamamış olmasıdır. Kaza sonrası iskelenin taşıyıcı elemanlarının ne kadar yetersiz olduğu enkaz arasından çıplak gözle bile tespit edilebilmektedir. 6 metre yükseklikteki tabliyeyi taşımak üzere yapılan iskelenin taşıyıcı elemanları ahşap ve boru dikme elemanlar karması ile yapılmaya çalışılmış ancak iskele tabliyeyi taşıyamamıştır. 21. yüzyılda inşaat teknolojilerinin ileri bir düzeye eriştiği bir dönemde kalıp ve iskele sistemlerinin seçim, uygulanış ve denetimlerinin bu kadar amatörce yapılmış olması kabul edilemez. KUSUR KİMDE? Çok titizlikle dökülmesi ve özel önlem alınması gereken bir yapı tipinin beton dökümü saat 19:00 sularında başlamıştır. Önceden yapılması gereken iş programı çerçevesinde beton dökümü bu saate mi planlanmıştı? Eğer böyle ise gece beton dökümü için gerekli iş güvenliği önlemleri alınmış mıdır? Yeteri kadar ışıklandırma yapılmış mıdır? Beton dökümü sırasında inşaat sahasında bulunması gereken şantiye şefi ve idare adına görevli kontrol mühendisi inşaat sahasında mıydılar? Eğer oradaysalar çökme şüphesi duyarak işçileri kalıptan uzaklaştırıp iskeleyi kontrol amacıyla riskli bir şekilde kalıbın altına giren ve bunu hayatıyla ödeyen Kazım Güler e kim izin verdi? Yıkımın ertesi günü dahi enkaz kaldırma çalışmaları yapılırken bir yetkiliye rastlanmadığı gibi hiçbir iş güvenliği önlemi alınmaması bu konudaki sorumluluk zincirinin nasıl işlediğinin açık göstergesidir. Kazanın asıl nedeni; topluma, bilime, teknolojiye, ülkenin mühendislik ve mimarlık birikimine meydan okumanın, her düzeyde iş yapana yansımasıdır. Bir belediye; Şehir ulaşım sistemine krokiler düzeyinde çizimlerle müdahale edebileceğini zannediyorsa; kaçak yapıları engellemesi gerekirken uygulama imar planlarını onaylatmıyor, ruhsat almıyorsa; mahkeme kararlarını dinlemiyor, kararlara rağmen inşaatları durdurmuyor, yıkım kararlarıyla dalga geçiyor, kendi iradesini topluma, yargıya, fiilen dayatabiliyorsa; inşaatlara o kadar hızlı başlıyor ve tamamlıyorum ki meslek odaları eskisi gibi dava açmaya zaman bulamıyor diyebiliyor, yargı denetiminden kaçtığını rahatlıkla söyleyebiliyorsa; tüm sistem de bu anlayışa göre şekilleniyorsa; ihale sistemi bir türlü şeffaflaşamıyorsa; kapalı devre iş yapma anlayışı, ben istediğimi yaparım yaklaşımı kendi etrafında kozasını örüyorsa; bu koşullarda toplum adına hangi yetkinin sağlıklı bir şekilde kullanılabileceği tartışılacaktır. Hangi kriterlerle nasıl seçildiğini kimsenin bilmediği firmalar grubu ihalelere davet edilmektedir. Daha önceki inşaatlarında kusurları olduğu bilinen bir firmaya iş verilebilmektedir. İhalenin ne şekilde yapıldığı, hangi sözleşmelerle nasıl bir şartname ile işin yapılacağı bilinmemektedir. Uygulama projelerinin varlığına, tamamlanmışlığına dair ciddi kuşkular taşımaktayız. Tüm bu dökümanların bir gün bile geçirilmeksizin kamuoyuna açıklanmasını, dökümanların tarafımıza iletilmesini istiyoruz. Her türlü engelleme ve susturma çabalarına rağmen kentin her türlü karar alanı ile ilgili birikimimizi paylaşma kararlığındayız. Basına ve kamuoyuna duyurulur

1 Temmuz 2003 7 BİR GATS DENEYİMİ... KENYA Cemil ERTEM 1989 yılına kadar tüm Kenya halkı, bedava sağlık hizmeti alma hakkına sahipti ve bu kullanılabilen bir hak durumundaydı. Fakat 1989 dan itibaren hükümetin kamu harcamalarını azaltma başlığı altında sağlık hizmetlerini kısmaya başlaması ile birlikte kullanıcı katkısı adı altında bir uygulamaya gidildi ve sigortasız hastalar, muayene ve tedavi giderlerinin önemli bölümünü ceplerinden ödemeye başladılar. Kamu sağlık hizmetlerinin nitelik ve niceliğinde ciddi bir gerileme başladı. Pek çok Kenya lı için ticari (özel) hastanelere ulaşmak imkansızlaşırken, sağlık hizmetleri çok daha zor ulaşılan bir alan haline geldi. Yabancı sigorta şirketleri gibi yabancı sağlık şirketlerinin açtıkları hastaneler de şehir merkezlerinde açılıyordu. Halbuki Kenya halkının yalnızca %20 si kent merkezlerinde yaşamaktadır. Kullanıcı katkısı uygulaması başladığından beri kırsal kesimde sağlık hizmetleri durma noktasına gelmiştir. Pek çok kamu kliniği ve sağlık bakım hizmetinin verildiği bina kullanımdan çıkarılmış ve bugün her 33.000 kişiye sadece 1 doktorun düştüğü, kent merkezlerinde de her 1700 kişiye 1 doktorun düştüğü bir dönem başlamıştır. Ayrımcılığın en yaygın yaşandığı yerler özel sağlık birimleridir ve örneğin; - Parası ve sigortası olmayan hastalar, yaşamsal riskin söz konusu olduğu hallerde bile, ilave test ve ilaçların parasını ödeyemiyorlarsa, hastaneden çıkarılmaktadırlar. Hastalığın tedavisinin her aşamasında ayrı ayrı, tedaviye başlamadan önce ödeme yapılması gerekmektedir. - Hastane faturasını ödeyemeyen hastalar faturayı ödeyinceye kadar ya hasta yataklarına zincirle bağlanmakta ya da borçları karşılığında hastanede çalışmak zorunda bırakılmaktadır. - Kaza kurbanları artık eskiden olduğu gibi kazanın olduğu yere en yakın hastaneye kaldırılamamaktadır. - Bir özel hastanedeki hizmetin bedeli, Nairobi deki devlet hastanesi bedellerinin on katına kadar çıkabilmektedir. Nairobi devlet hastanesinde bile hastalar günde 4 ABD $ ı ödemek zorundadırlar ve Kenya halkının %56 sı, günde harcayacak 1 $ ı bile olmayan, yoksulluk sınırı altında yaşamak zorunda bırakılmış insan yığınları durumundadır. Kenya Hükümeti, kamu borçlarının altından kalkabilmek gerekçesiyle ülkede kamusal sağlık birimlerinin yanı sıra özel şirket hastanelerinin de açılmasına göz yummuştur. Bu, ülkede gözle görülür bir çifte standart uygulamasının başlamasına yardım etmiş, kamu hastaneleri desteğin kısılması yüzünden hastaların tek kişilik yataklarda ikişer kişi olarak yatmaya başladıkları, doktorların topluma değil, yalnızca parası olanlara hizmet etmeyi tercih eder hale geldikleri ayrımcı ve eşitsiz bir sistem başlamıştır. GATS anlaşmasının ikinci turu tamamlandığında Kenya hükümeti muhtemelen tüm sağlık sektörünü piyasa ekonomisine açmayı taahhüt etmiş olacaktır. Oysa, Kenya halkı sağlığın kısmen özelleşmesi durumunda bile doktora, hastaneye ve ilaca hasret kalmış durumdadır. Kamusal sağlık hizmeti tamamen bittiğinde CESCR sözleşmesinin 12. maddesi yani insanlar arasında sağlık hizmeti verme konusunda ayrım yapılamayacağına ilişkin hüküm tamamen anlamını yitirecektir. Kenya gibi pek çok ülke, WTO ve GATS anlaşmasının yanı sıra uluslararası finans kurumlarının da baskısı altındadır. Bu baskılar, tıpkı WTO-GATS ın geri planında da olduğu gibi çok uluslu hizmet şirketlerinden gelmektedir. Varlıklı ve sağlıklı az sayıdaki Kenya lı, sağlık maliyeti risklerini dağıtmak için ticari sigorta poliçeleri satın almakta ya da Sağlık Bakım Örgütlerine katılmaktadırlar. Bu sigorta şirketlerinin hedef müşteri kitlesi yine kent merkezlerinde yerleşik, sağlıklı ve varlıklı nüfustur. British/Kenyan AAR gibi bazı yabancı sağlık sigortası şirketleri, poliçe sahiplerinden yıllık 190 ile 344 $ arasında değişen poliçe bedelleri almaktadır. Fakat, bu sigorta şirketleri AIDS ve benzeri ağır hastalıkları sigorta kapsamına almamaktadırlar. Örneğin bu uygulama kamu hastanelerindeki uygulamalarla taban tabana zıttır, çünkü devlet hastaneleri hastalık ayrımı yapmaksızın bütün hastaları kabul etmek zorundadır, en azından şimdilik. Özel sigorta şirketlerinin uygulamalarıyla ilgili bilgi toplamak son derece zor, hatta adeta imkansız bir iştir. Kenya hükümetinin elinde bile bu tip bilgiler bulunmamaktadır. Özellikle yabancı özel hastane şirketleriyle, yabancı sigorta şirketleri arasında sıkı bir ilişkiler silsilesi olduğu ve bu iki ayrı sektörün şirketlerinin hasta ve poliçe sahiplerine ait özel kayıtları birbirlerine aktarmak suretiyle karların her iki tarafta da artmasını sağladıklarından ciddi endişe duyulmaktadır. DEPREMDE KARANLIKTA KALINCA IŞIK VEREN SERAMİK ÜRETİLDİ 17 Ağustos depreminde Avcılar daki evinde enkaz altında kalan ve elektriğin kesik olduğu ortamda zor anlar yaşayan Hasan Erdoğan karanlıkta yol gösteren seramik üretti. Dünyanın ilk ışık veren seramiği Bursa da faaliyet gösteren seramik fabrikası Baküs tarafından üretildi. Seramikten yansıyan ışık anlamına gelen Dorelite adlı ürün, İspanya nın Valencia şehrinde yapılan Cevizama Yapı ve Dekorasyon Fuarı nda yılın ürünü seçildi. Işıklı seramik projesi 1 yıllık çalışma, bin deneme ve 60 bin dolarlık harcamadan sonra hayata geçirildi. Ürünün taklit edilmemesi için Türkiye ve Avrupa dan vakit kaybetmeden patentini aldıklarını belirten Erdoğan ürünün dünyada bir benzerinin daha olmadığını söylüyor. Işıklı seramiğin dünyanın birçok yerinden ilgi gördüğünü belirten Erdoğan ilk talebin de Amerikalılardan geldiğini ifade ediyor. Erdoğan İkiz kulelerin çöküşünden önce yayınlanan görüntülerde çıkış yolu bulmak için panik halinde kaçışan insanlar böyle bir ürün olsaydı belki de kurtulacaklardı. diyor. Erdoğan ın verdiği bilgilere göre karanlıkta ışık veren ürünler, plastik sanayii başta olmak üzere birçok sektörde kullanılabiliyor. Seramiğin üzerine her türlü desen işlenebiliyor. İhtiyaca göre; yangın esnasında zararlı gaz çıkışı, güvenlik tabelası, alarm ve diğer uyarıcı işaretler seramik üzerine resmedilebiliyor. 5 saniye gördüğü ışığı 6 saat yayıyor Dorelite seramiğin yapımında, bin 200 derece sıcaklığa dayanan renk pigmentleri kullanılmış. Sıcaktan soğuktan, dondan, sudan ve güneş ışıklarından etkilenmiyor. Radyoaktif, toksik, fosfor etkisi bulunmuyor. Dorelite seramik, aldığı ışık enerjisini 6 saat süreyle etrafa yayıyor. 5 saniye ışık görmesi 2 saat ışık yaymasına yetiyor. 200 metreden mor bir ışığı tanıyor. MÜHENDİSLİK YAYINCILIĞINDA; YENİ BİR YAYINEVİ, YENİ BİR ANLAYIŞ Mühendislik Yayınevi, Yapı Temelleri ve Zeminler, Yapı Metalleri ve Yapı Kalıpları isimli üç kitapla yayın dünyasına adımını attı. Kitaplar sorunlar ve çözümleri şeklinde düzenlenmiş, özellikle uygulamacı, şantiyeci mühendislere sesleniyor. Yayınevi on kitaplık bu ilk dizisini 1000 sorun 1000 çözüm Şantiyede Yapım olarak isimlendirmiş. Kitapların yayına hazırlanan diğer yedisinin isim ve konuları şöyle: - Yapıda yalıtım - Yapıda beton ve betonarme - Yapı bölme elemanları - Yapı kaplamaları - Yapı çatıları - Yapı boyaları - Yapı tamamlama işleri Yayınevi dizinin amacını, ilk kitabında söyle açıklıyor: Mevcut bilimsel bilgiyi uygulamacı mühendislerin çok kolaylıkla anlayabileceği ve elinin altında bulundurarak ulaşabileceği hale getirmektir. Bu kitap dizisine, mevcut bilginin kolay ve bir bütün olarak anlaşılabilmesi için bir çeşit biçim denemesi de denebilir. Mühendislik alışkanlığımızla formüle edersek, buna 3B formülü diyebiliriz (Basit, bütüncül,bilimsel). Yayınevi, mühendis ve mimarların günümüzdeki önemli sorunları için şu tesbiti yapıyor: Sanayi Devrimi nin bu gün geldiği noktada bilgiyi parçalayıp adına uzmanlık koyarak, toplumda tüm yaşamı etkileyip değiştiren bir yabancılaşmaya neden olmuştur. Kamu adına etik bir sorumlulukla mesleklerini yürütmesi gereken mühendis ve mimarlar da bu yabancılaşmadan etkilenerek etik kusurlar işler hale geldiler veya getirildiler. Mühendislik Yayınevi mühendis ve mimarların yabancılaşmadan kurtulmasını, bilginin bilimsellikten ayrılmadan ve bütünlüğünden soyutlanmadan anlaşılır hale getirilmesinde ve yeniden öğrenilmesinde görüyor. YAPI TEMELLERİ VE ZEMİNLER Kitap, inşaat mühendislerinin ve mühendislik öğrencilerinin oldukca zorlandıkları bir konu olan zemin ve yapı etkileşimini sorun ve çözümü anlayışıyla kolaylaştırarak anlatmaya çalışıyor. Kitapta, zeminin ve temellerin anlatıldığı diğer kitapların genel şemasından ayrılmadan ana konuları oluşturan alt sorunlar ve çözümlerinin sunulması konuyla ilgili bilgiye daha kolay ulaşılmayı ve anlaşılmayı sağlamış. Kitap ana konuları daha alt sorunlara bölerken genel bütünlükten kopmamaya hatta bilimin genelinden kopmamak için bazen zeminle yapı yalıtımı, killerin şekil verilebilme özelliğiyle sosyoloji ve tarih bilimleri arasında bile ilişkinin bulunduğuna değinmeler yapıyor. YAPI METALLERİ Kitap sekiz ana bölümden oluşmuş. Bu bölümlerin başında yapı metali olarak büyük önem taşıyan betonarme çelikleri ve hasır çelikler geliyor. Kitap özellikle inşaat mühendisliğinde önemli sayılabilecek fakat çeşitli nedenlerden dolayı ilgi ve bilgi alanı dışında kalmış konuları bulup çıkarmaya çalışmış. Örneğin çelik teller, betona çok önemli özellikler katmasına rağmen, sağladığı faydanın maliyetle karşılaştırılması bilgisine yaygın bir şekilde sahip olunmaması nedeniyle yeterince kullanılmamaktadır. Fiber donatılar çok büyük bir deniz kıyısı ve kıyı yapısı olan ülkemizde çoğu inşaat mühendisi tarafından bilinmemektedir.deniz yapılarındaki baş edilmesi çok pahalı ve zor olan korozyona karşı fiber donatılarla başarılı sonuçlar alındığı gelişmiş ülke deneylerinden biliniyor. Yapıda kullanılan genel yapı çeliklerinin hem kendi özellikleri, hem de birlikte bulundukları diğer malzemelerle olan ilişkilerinde yeterince bilgi sahipliği oldukça azdır. Depremle başı fena halde belada olan ülkemizde çelik yapılar genel olarak pahalıdır damgasını yiyerek çok yaygınlaşamamıştır. Bu konuya ilişkin yeterli bir sorgulama ülke politikası olarak yapılmadıysa bile, mühendis ve mimarlar bunu neden çok fazla gündemlerine almadılar? Bu konuların genel yanıtlar kitapta var. Kitaptaki en önemli konulardan birisi de Metallerde korozyon sorunu ve çözüm yolları isimli ana başlık. Bu konu bir çok ülkede milli bir politika olarak izlenmesine karşın bizde konuya sadece paslanma gözüyle bakan anlayış hakimdir. Kitap konunun önemine hacmi ölçüsünde çok doyurucu ve pratik yanıtlar vermeye çalışmış. Kitabın son bölümünde ise Türkiye de kullanılan betonarme çeliklerinin ne derece güvenli olduğu sorgulanmış. YAPI KALIPLARI Yapı kalıpları başlığı ve konusunda uygulamacıya yönelik bir kitap ülkemizde yayınlanmadı. Mühendislik Yayıncılığın bu kitabı küçük hacimli ancak, diğer kitaplarında olduğu gibi, küçük hacimde önemli bilgiler verme becerisi sağlanmış. Kitap dokuz ana başlıktan ve bu başlıkların altında oluşturulmuş 50 adet sorundan oluşmuş. Kalıpta güvenlik ve Kalıp ekonomisi ana başlıkları tam da mühendislik ve mimarlık tanımlarındaki bileşenlere oturur nitelikte ele alınmış. Gazetelerin manşete çıkardıkları Kalıp çöktü... ölü.. türü haberler, o işten sorumlu olan bir meslek sahibi olarak inşaat mühendislerinin vicdanlarında da derin yaralar açar ve kamu nezdindeki mühendislere olan güveni sarsar. Bu nedenle kalıpla ilgili daha kapsamlı kitaplar yazılmalı. Yayınlanan kitapların yazarı Mustafa Atmaca, yıllardır mühendisliğin politikayla ilişkisinin doğru kurulabilmesinin yolunun hem mesleğin, hem de politikanın iyi bilinmesinden geçtiğini savunuyor ve bu konuda aktif mücadele veriyor.

8 1 Temmuz 2003 4 FEET 8,5 INCH Dünyanın en gelişmiş ulaşım sistemi olan uzay gemilerinin füzelerinin genişliği 4 feet 8,5 inchmiş. (Yani yaklaşık olarak 1 metre 42 santim) Böyle modern bir araç için çok acaip olan bu rakamın çok ilginç ve biraz da efsanevi bir hikayesi var. Trenlerden başlayalım; Efendim, ABD de demiryollarının ray arası uzunluğu 4 feet 8,5 inchmiş. Niye 4 feet gibi düz bir rakam değil de, ölçümü, hasabı zorlaştıran küsürlü bir rakam seçilmiş? Bu garip uzunluk ABD de ilk demiryolları inşaatını yapanların İngiliz göçmenleri olmasına bağlanıyormuş. Çünkü İngiltere de ray genişliği bu uzunluktaymış. Peki İngilizlerin nedeni neymiş? Çünkü İngiltere de demiryolu inşaatı tüm ölçülerini tramvay inşa geleneğinden devralmış. Yani eskinin tramvaycıları yeninin trencileri olmuşlar. Zamanın mühendisi, işçisi de zorunlu değişiklikleri uygulamış, gerisini bırakmış. Bu arada ray genişliği yine 4 feet 8,5 inch kalmış. Peki tramvay rayları arası neden 4 feet 8,5 inch? Çünkü bu uzunluk at arabalarının şaşe genişliğiymiş. Zamanında tramvayın şasesi at arabalarının iki tekerlek arası uzunluğu baz alanarak belirlenmiş. Anlaşılan o zamanlar iki tekerlek arası denilince akla 4 feet 8,5 inch geliyormuş. Yabana atılması güç bir gelenekmiş bu. Çünkü bu uzunluğun İngiltere deki tarihi taa Roma İmparatorluğu nun Ada yı işgaline kadar uzanıyormuş. O zamana kadar atlı araba görmemiş olan Ada nın yarı medeni insanları, atların araba çekebileceğini Roma savaş arabalarında görmüş. Dolayısıyla İngiltere nin ilk yolları Romalı askerlerin savaş arabaları tarafından açılmış. İki derin tekerlek izinden oluşan bu yollar, daha sonrasında İngilizler tarafından yapılan at arabalarının şaşe genişliğini de belirlemiş tabii. Şaseyi kırmak istemiyorsan yoldaki at arabası izinin uzunluğunu ölçüp tekerlekleri, bu uzunluğa göre yerleştirmek zorundaymışsın. Tabii Avrupa da da tüm yollar standart olarak 4 feet 8,5 inch genişliğindeymiş. Peki Romalılar bu uzunluğu nerden çıkarmışlar? Tabii ki arabaya koştukları atın kıçından. İki atın kalça genişliği 4 feet 8,5 inch tutuyormuş. Başa dönelim, tüm bunların füze rampasıyla ilgisi nedir? Solid Rocket Boosters adı verilen füzeler, dünyada sadece tek bir firma tarafından yapılıyormuş. Thiokol adlı bu firmanın mühendisleri füzeleri ilk tasarladıklarında daha geniş bir şey yapmışlar ama hemen vazgeçilemeyen tarihsel 4 feet 8,5 inch genişliğine dönmek zorunda kalmışlar. Çünkü Utah taki fabrikada üretilen füzeler tren yoluyla taşınıyormuş ve demiryolu üzerindeki tünellerin genişliği mecburen iki atın kıçı genişliğinden biraz fazlaymış. Kısacası ulaşım tarihi boyunca iki atın kıçı uzunluğundan bir türlü kurtulamamışız. HİDROLİĞİN BİR BAŞYAPITI: ASPENDOS SU KEMERLERİ Son bilgisayar modelleri Roma dönemi hidrolik mühendisliğini sırlarını aralıyor. Nature da yeralan bir çalışmaya göre, şimdiye kadar gizemleri çözülemeyen su yolunda oluşturulmuş çeşitli yapay engel ve borulardaki deliklerin su akışını düzenlediği ortaya çıkarıldı. MS üçüncü yüzyılda, Roma mühendisleri Aspendos a su ulaştırma için bir depo ve su yolu sistemi inşa ettiler. Küçük Asya daki Roma ticaretin önemli kavşak noktalarından olan kent, nehirle de Akdeniz e bağlanıyor. Şimdi harabeleri kalmış bu su yolu sistemine ilişkin ilk bilgiler Roma lı yazar Vitrius a uzanıyor. Ancak o günün Latince ağırlıklı mühendislik terimlerinin kullanıldığı bu bilgilerde kullanılan Roma inşaat mühendisliği terimlerininin günümüze kadar ulaşmamış olmasından ötürü bugünün okurları için bir anlam ifade etmiyor. Santa Clara Kaliforniya daki CTC / United Defense firmasından Charles Ortloff ve Adonis Kassinos, Aspendos taki sifon sisteminin nasıl çalıştığı üzerine bir çalışma yapmışlar. 30 ar santimetrelik taş borular, 1.5 km lik bir vadi boyunca uzanan sukemerinin kuzey duvarından aşağı süzülüp tabanından akıp güney ucunda tekrar yüseliyor. Burada bir depoda toplanan su daha sonra şehre veriliyor. Kuzeydeki sukemeri (aqueduct) güneydeki depodan daha yüksekte inşa edilmiş; böylece oluşturulan enerji farkı suyun boru içinde ilerlemesini sağlamış. Ama işin garibi vadideki iki kemerli kule boru hattını tekrar yükseltip alçaltıyor. Peki Romalı mühendisler bu engelleri niye inşa etmişler? Ortloff ve Kassinos un hesaplarına göre, bu iki kule sifon sistemi üç adet daha kısa hatta indirgemiş. Böylelikle, oluşturulan enerji kaybı, oluşabilecek yüksek basınç nedeniyle boru hattının zarar görmesinin önüne geçilmiş. Araştırmacılar ikinci bir gizemin çözümü için de ipuçları elde etmişler. Vitruvius un kayıtlarına göre, sifon sisteminin başarısının anahtarı colliquiaria (artık kimsenin anlamını bilmediği eski bir Latince sözük). Ortloff ve Kassinos, colliquiara nın boru hattını oluşturan taş borularda açılmış olan 3 cm lik delikler olduğunu düşünüyorlar. Araştırmacılar oluşturdukları küçük ölçekte yaptıkları deneyler sonucunda, bu deliklerin hava ve suyun sızmasına izin vererek türbülünası engellediği kanaatine varmışlar. Araştırmacılar, aynı zamanda sifon sisteminin çalışmasının, boruların prüzülü yüzeyine bağlı olduğunu düşünüyorlar. Pürüzsüz yüzeyli borular, depolama tankında büyük dalgaların oluşmasına neden olabilirdi. Bu şekilde yaratılmış sürtünme kuvveti etkisiyle akış hızı düşürülmek isteniş olabilir. Kaynak: Ortloff, C. R. & Kassinos, A. Computational fluid dynamics investigation of the hydraulic behaviour of the Roman inverted siphon system at Aspendos. Journal of Archaeological Science, 30, 417-428, (2003). Dünyadaki Büyük Projeler Big Dig (Central Artery/Tunnel Project) Big Dig (Central Artery / Tunnel Project) projesi ABD tarihinde ihale edilen en karmaşık, ve teknolojik olarak en gelişmiş otoyol projesidir. Sekiz şeritli ve 3,5 mil uzunluğundaki merkez arter, tüneller aracılığı ile ana otoyolun altına gömülüyor. Yer altından sağlanacak akış için gaz çıkışları, hava kaynakları, aydınlatma koşulları, ilk yardım önlemleri farklı disiplinlerin ortak çalışması ile düzenleniyor. Proje tamamlandıktan sonra, trafik akışının önemli bir bölümü yer altına alındığı için, Boston ve diğer toplu yerleşim yerlerinde çevresel değişiklikler bekleniyor. Bu beklentilerin başında ise hava kalitesinde gelişmeler, parklar ve yeşil alanların artışı geliyor. Proje boyunca kazı yapılan yerlerde tarihi buluntular ortaya çıkarılmış arkeologlar bunlar üzerinde çalışmaya başlamıştır. Bu projeden önce projenin yapıldığı yerden günlük 200 bin araçlık bir akış yaşanmaktaydı. Yeri...: Boston, Massachusetts, ABD Uzunluk... : 3,5 mil Projenin Başlama Tarihi.: 1991 Kullanım Amacı. : Yol Tahmini Bitiş Tarihi...: 2004 Malzeme... : çelik, beton Yaklaşık Maliyeti...: 11 milyar USD TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Adına Sahibi Taner YÜZGEÇ Yazı İşleri Müdürü Zeki ERGİNBAY Zeki ERGİNBAY (1976-1977) Ahmet GÖKSOY TMMOB İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI NIN YAYIN ORGANIDIR. 15 GÜNDE BİR YAYINLANIR. ADRES: SELANİK CAD. NO:19/1 06190 KIZILAY / ANKARA TEL: 0.312.419 38 82 FAKS: 417 06 32 E-POSTA: imo@imo.org.tr WEB: www.imo.org.tr DİZGİ MİZANPAJ: TMMOB İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI YAYIN GÖREVLİLERİ: CEMAL ÇİMEN - ZÜHTÜ KAYALI - CELAL UYAR Teknik Güç de yayınlanan yazılar kaynak gösterilerek yayınlanabilir.