Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son 10-11 senesinde bizim de katkılarımızın olması bizi her zaman çok mutlu ediyor çünkü Avrupa da yaşayan ve bir Avrupa ülkesinin vatandaşı olmuş olan bir Türk insanı olarak her iki ülkenin de önyargılarına bütün bu süreci büyük çapta etkilediğini görmekteyim ve hem Avrupa da hem de Türkiye de müşahede ettiğim bir konu da şu: Evet, bu 3 gücün yanında medya 4ncü güç dense bile bence çok büyük bir güç çünkü toplumların fikirlerinin oluşmasında medya çok büyük bir rol oynuyor, hem Türkiye de hem Almanya da. Dolayısıyla bütün medya mensuplarının üzerine düşen rol de çok mühim burada. Ümit ederim 7
her iki toplumun medyasında da daha fazla bilgiyle daha az yorumla, daha enformatif bir şekilde kendi toplumlarının aydınlanması her iki tarafın da haklarının gelişmesinde çok büyük rol oynayacaktır. Malumunuz ben 5 senedir Avrupa Parlamentosu üyesiyim. Bu 5 sene içinde tabi bir sürü yeni bilgi birikimlerim oldu, yeni gözlemlerim oldu. Bu iki toplantı için de bazı konularda gerekli olduğu takdirde tecrübelerimi de sunmak isterim. Orada gördüğüm bir konu şu: önceden de biliyordum ama bu bilgim orada daha da güçlendi. Türkiye de Avrupa Birliği nin algılanmasındaki hataları bir daha gördüm. Şöyle ki, Türkiye de AB, ABD gibi sayılıp sanki ABD gibi bir güç gibi gösteriliyor, sanki bir devlet var karşımızda gibi. Ama Avrupa Birliği bir devlet değil devletler üstü bir yapı, bir medeniyet projesi, bir proses, bir süreç. Seneden seneye ağır ağır hareket ederek kendi toplumlarını daha müeffik bir toplum haline getiriyorlar, daha demokratik bir toplum haline getiriyorlar, bireysel özgürlükler her zaman ön planda. Tabi bu arada da belli bir yerde kontrol içinde olan bir serbest piyasa ekonomisiyle halklarını daha müeffik hale getiriyorlar. Türkiye ye baktığımız zaman ben şöyle bir tablo görüyorum ve güçlüğü de burada yaşamaktayım. Son günlerde bazı değerli köşe yazarları da bu konuya değindiler. Son bir ankete göre Türk toplumuna sualler sorulduğu zaman, hangi değerler sizin için mühim dendiği zaman %62 İslam demiş, demokrasi %13 demiş. Bir toplum değerlendirmesinde toplumun sadece %13 ü demokrasinin mühim bir unsur olarak görüyorsa gerçekten toplum içinde çok büyük sorun var bunu da kabul etmek gerekiyor. 8
Biz her zaman çok defa haklı olarak da Avrupa Birliği ülkelerinin tutumlarını tenkit ediyoruz. Gerçekten tenkit edilecek çok konu var çünkü Avrupa hukukunun temeli olan Latincesiyle Pacta sum Servanta bizim Arapçadan aldığımız ahde vefa kelimesinde bence Avrupa hukukunun temelinde yatan unsur anlaşmalara uymaktır. Ve her türlü toplantılarda Avrupa da bu soruyu sorduğum zaman gerçekten Avrupalı bazı dostlarımız da zorluk çekiyorlar çünkü bir kontrat yapıyorsunuz 2005 senesinde ülkeyle müzakerelere başlamak için karar alıyorsunuz. Bu karar konsey kararı ile alınıyor. 15 tane Avrupa ülkesinin başbakanı geliyor imzalıyor, ondan sonra 1-2 ülkede hükümet değişiyor, yeni gelen hükümet diyor ki hayır efendim özel ortaklık. Bu Avrupa hukukuna uyan bir durum değil yani buna ben şiddetle karşı çıkıyorum her zaman. Diğer bir konu da Avrupa Birliği deyince bizim Avrupa dan gelen misafirlerin bazen burada yaptığı konuşmalarda birisi bir şey söylediği zaman hemen bunu Avrupa Birliği adına kayıt etmemiz. Benim arkadaşım Lagendek geliyor bir laf söylüyor AB şimdi bunu dedi diyor veya İngiltere de bir milletvekili ki biz parlamentoda kendisini kaçık olarak yani biraz üşütmüş olarak görürüz açıkça amiyane tabirle kadın siluetinden bahsediyor bir de bakıyorum bazı gazete Avrupa şimdi, AB şimdi bunu istedi diyor. Hayır, bunu söyleyen bir milletvekili AB değil yani bir milletvekilinin lafını AB dedi gibi burada algılamak da çok yanlış bir algılama. Sonra AB deyince yani mesela Almanya çok büyük bir millet, ben de o ülkenin bir vatandaşıyım ama AB de 27 tane ülke var. Bu ülkelerin içinde bizden köylerden göç almış olan 5 tane ülkeyi bir tarafa bırakırsanız geriye kalan 22 ülke de Türkiye-Avrupa Birliği konularına 9
çok yakın bakıyorlar. Yani bugün bir Portekizli, bir İtalyan, bir İspanyol, bir İngiliz, İsveçli bakıyorsunuz, yeni katılan ülke Polonya hepsi Türkiye nin arkasında. Göç almış olan Almanya gibi, Fransa gibi, Avusturya, kısmen Danimarka, kısmen Hollanda, kısmen Belçika gibi ülkelerde belirli önyargılar oluşmuş. Bu konuya öğleden sonra gireceğim. Sözümün sonuna doğru şunu demek istiyorum: Eğer politikacılar bu konuyu politize etmeseler bilhassa bulunduğum Almanya daki Hıristiyan Demokratlar bilhassa Hıristiyan Sosyal Union ki Münih e 3 gün önce gittiğim zaman şaşırdım kaldım. Münih sokakları Türkiye ye karşı plakatlarla dolmuş Türkiye ye hayır, Türkiye hayır. Bu çok ayıp bir şey. Gerçekten ayıp bir şey çünkü o ülkenin başbakanı o ülkeyi temsil eden bundan 3 sene önce Türkiye ile müzakere başladı diye bir karar aldı. Bu olayların arkasındaki Posselt i de tanıyorum. Kendisiyle parlamento içerisinde sayısız tartışmam da olmuştur. Türkiye tarafına gelince Türk basınına da çok iş düşüyor. Aranızda bazı meslektaşlarınız açıkça söyleyeyim- az bilgiyle çok yorum götürerek bazen faşizm diyeceğim bir ortamda olayı algılıyorlar. Onlardan 1-2 tanesi ile ben bir televizyon tartışmasında karşı karşıya gelmiştim. Dolayısıyla bu toplantılar bence çok faydalı. Burada Türk gazetecilerin ve Avrupa gazetecilerinin karşı karşıya gelerek fikir teatisi yapma imkanını ortaya koyuyor, bilgi alışverişi oluyor ve ben her zaman şunu görüyorum. Türkiye ye gelip de Türkiye yi gören, Türkiye deki insanlarla temas eden gazeteciler döndükten sonra çok kritisch oluyorlar yani bir yerde konuları algılarken, duygular falan bir tarafa daha gerçekçi yorumlar getiriyorlar. Zaten bu bütün sahalarda olması gereken bir şey. Günün birinde Türkiye Avrupa Birliği ne girecekse 10
gireceğine ben şahsen eminim, üye olacaktır- her branşa ait insanların daha fazla bir araya gelip, halkların daha fazla bir araya gelip birbirlerini tanımaları gerekiyor. Avrupa halklarını kazanmadığınız müddetçe bu süreç çok daha uzayacaktır. Medya bu konuda her zaman -Almanların bir lafı vardır Vorreiter dedikleri- bir ön akıcı rol oynuyor. Dolayısıyla ben tekrar Konrad-Adenauer-Stiftung u ve Jan ı tebrik ediyorum ve kurmuş olduğum Alman-Türk Vakfı olduğu müddetçe ki tahmin ediyorum uzun müddet de yaşayacak her zaman bu toplantıları destek edeceğimi de ifade etmek istiyorum ve 2 gün sürecek güzel bir sempozyum diliyorum. 11