KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU 195



Benzer belgeler
Takvimdeki Deniz (Şiir İncelemesi)

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan :15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

Woyzeck: Öğleyin güneş tepeye çıkıp da dünya ateşe düşmüş gibi yanmaya başlayınca, işte o zaman korkunç bir ses bir şeyler diyor bana.

Mevlânâ dan Bilgelik Katreleri - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Günaydın, Bana şiir yazdırtan o parmaklar. ( ) M. Mehtap Türk

Sanatta Doğa ve İnsan İlişkisi

Hiçbir şey olmamış gibi çekip giden, kalpleri hunharca katlederek bırakanların bu hayatta mutlu olacağına inanmıyordum. Zamanla bu inanç alev aldı;

SEVGİNİN GÜCÜ yılında Manisa da doğan İlhan Berk, Türk şiirinin en üretken, usta şairlerinden

Ramazan Alkış. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

KRAL JAMES İNCİLİ 1611 APOCRYPHA DUA AZARYA & üç Yahudi şarkı. Azarya ve şarkının üç Yahudi duası

3. Yazma Becerileri Sempozyumu. Çağrışım: Senden Kim Çıkacak?

Mehmet Aydın 5. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

Yenişimdir Sözü Girişimdir Yönü İnsandır Özü:

Muzaffer Asiltürk. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

İntikam. Ölüm Allah ın Emri

Sevda Üzerine Mektup

BİR BAYRAK RÜZGÂR BEKLİYOR

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

11. Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma

SAHİP OLDUKLARIMIZI KORUMANIN 4 RUHSAL ADIMI

Yüreğimize Dokunan Şarkılar

iki sayfa bakayım neler var diye. Üstelik pembe kapaklı olanıydı. Basından izlemiştim, pembe kapaklı bayanlar için, gri kapaklı olan erkekler içindi.

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

Ömer Turhan. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

SAKA (SAtır KApama) Ağustos Umut & Yeşim Uludağ SAKA V. 1.0

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Cennet, Tanrı nın Harika Evi

SAN Kİ ÖNCELEYİN GÜL AŞIK OLMUŞTU. kadının yeniden yaratılmasına sebebiyet vermiştir, onlara olan eşsiz aşkıyla. Bir yandan bu

Evren Nağmesinde Bir Gelincik Tarlası

İSMEK İN USTALARI SANATA ADANMIŞ BİR ÖMÜR ETEM ÇALIŞKAN ETEM ÇALIŞKAN KALİGRAFİ SERGİSİ

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar.

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

DÜNYA İNSANLIK AİLESİNİN YÜZAKI YAZARLARINDAN!... Ekmel Ali OKUR; Hemşerimiz, Adanalı, Adam gibi adam! İnşaat Mühendisi,

Bir$kere$güneşi$görmüş$ olan$düşmez$dara$

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

ilkokulu E-DERGi si 23 Nisan ın Önemi Sorumluluk Okulumuzda 23 Nisan Hedef Siir: Egemenlik Ulusundur 2017 Nisan Sayısı Bu Sayımızda:

temlerini işlediği şiirlerinden bazıları: Yol Düşüncesi, Sessiz Gemi, Rintlerin Akşamı, Ufuklar, Mehlika Sultan.

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

Cennet, Tanrı nın Harika Evi

Maksut Genç. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERİSTESİ VAKFI ADIGÜZEL OKULLARI ÇEKMEKÖY ANAOKULU TAVŞANLAR SINIFI MAYIS AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

Erotik Şiirler Atlasım. Serkan Engin. (Derleme)

BAHARA MERHABA. H. İlker DURU NİSAN 2017 İLKOKUL BÜLTENİ

AŞKI, YALNIZLIĞI VE ÖLÜMÜYLE CEMAL SÜREYA. Kalsın. Mutsuz etmeye çalışmayacak sizi aslında, sadece gerçekleri göreceksiniz Cemal Süreya nın

Rafet El Roman. Amerika. Rafet El Roman. A memo. Burasý New York Amerika. Evler karýþtý bulutlara. Nasýl bir zaman. Nasýl bir yaþam.

En güzel 'Anneler Günü' şiirleri

Tuğrul Tanyol. Beyaz at. Sönmüş kentleri dolaştım sessizlikte Boş meydanları, kirli sokakları Herkes kendi yankısının peşinde

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

3. Zihinden atamadığınız tekrarlayan, hoşa gitmeyen düşünceler. 7. Herhangi bir kimsenin düşüncelerinizi kontrol edebileceği fikri

Eşeğe Dönüşen Kabadayı Makedonya Masalı (Herşeyin bir bedeli var)

DEĞERLER EĞİTİMİ SINIF İÇİ ETKİNLİK PLANI MAYIS-HAZİRAN AYI İŞLENEN DEĞER: AİLEMİZİ ARKADAŞLARIMIZI VE HAYVANLARI SEVMEK ARKADAŞ SEVGİSİ DOSTLUK

VÜCUDUMUZUN BİLMECESİNİ ÇÖZELİM

ŞİİR, HİKÂYE, MAKALE. Ekim 2013 Sayı 1. Yazar; HARUN ŞEN

ÇALIŞKAN ARILAR EKİM AYI EĞİTİM PROGRAMI 1.HAFTA NELER ÖĞRENECEĞİZ HAFTANIN KONUSU:OKULUMUZ

Cemil Kara. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular

YARATILIŞ MİTLERİ DR. SÜHEYLA SARITAŞ 1

Necip Fazıl ın Yaşamındaki Düşünce Labirentleri - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

MALTEPE SİHİRLİ GEMİLER ANAOKULU MAYIS AYI BÜLTENİ 3 YAŞ

MÜBDÎ. Allah MUHSÎ dir. MUHSÎ, her şeyin sayısını bilen demektir.

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Tanrı Herşeyi Yarattığı Zaman

Cadı böyle diyerek süpürgesine bindi. Daha yüz metre uçmadan. paldır küldür yere düştü. Ağaçtaki kargalar Gak gak diye güldüler.

Çiğdem Başar. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Aşkı Yorgunluktan Koruyan ve Taze Tutan 6 Kural - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Berk Yaman. Demodur. Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır

Sevilen Oğul bir Köle Oluyor

A NEW LIFE STYLE IN THE WORLD NEW S 15

Aynı kökün "kesmek", "kısaltmak" anlamı da vardır.

Herkese Bangkok tan merhabalar,

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

Tanrı Herşeyi Yarattığı Zaman

Gürkan Genç, 1979 yılının Ocak ayında dünyaya geldi. Hemen hemen her çocuk gibi en büyük tutkusu bisikletiydi. Radyo-Televizyon-Sinema bölümünden

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. İlk Kilisenin Doğuşu

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Minti Monti. Tilki Tilki Baksana. Bana bak! Hayır, bana bak! Yavru Tilki Neyin Peşindesin? Okula Hazırlık İçin 5 Öneri TİLKİ OKULU

Arapgirli Haşim Koç. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. İsa nın Mucizeleri

Demodur Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır.

...Bir kitap,bir mesaj!

Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin?

İNSANIN YARATILIŞ'TAKİ DURUMU

yaşam boyu bağlanırsanız.

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

66 Fotoğrafçı Etkinlik Listesi. 52 Haftalık Fotoğrafçılık Yetenek Sergisi

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Betül Tarıman. Öykü GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ. 2. basım. Resimleyen: Uğur Altun

"ben sana mecburum, sen yoksun."

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

Uğur Akkaş. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Başbakan Yıldırım, Mersin Şehir Hastanesi Açılış Töreni nde konuştu

Paragraftaki açıklamaya uygun düşen atasözü aşağıdakilerden hangisidir?

TİN SURESİ. Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ. 3 Bu güvenli belde şahittir;

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Duygu, düşüncelere bedenin içsel olarak karşılık vermesidir. Başka bir deyişle, beyne kalbin eşlik etmesidir.

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

Transkript:

_ KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU 195 NECİP FAZILIN ŞİİRİNDE BAUDELAİRE ETKİSİ Doç. Dr. Ali İhsan Kolcu 1 Türk edebiyatında Baudelaire adıyla birlikte üzerinde taşıdığı tesiri göstermesi bakımından adı zikredilen şairlerden biri de Necip Fazıl'dır. Şairin Baudelaire'le ünsiyeti yazılarından anlaşıldığına göre Paris yıllarına dayanmaktadır. Paris tıpkı Yahya Kemâl ve Tanpınar gibi Necip Fazıl'ı da büyüleyen bir şehirdir. Bu bakımdan Yahya Kemâl ile aralarında büyük benzerlikler vardır. Her ikisi de eğitim amacıyla bu şehre gitmişler ve bir 'diploma' sahibi olamadan Türkiye'ye dönmüşlerdir. Her ikisi de Paris'i bir 'flâneur' (gezgin) gibi dolaşmışlar, bu şehrin kültür ve hürriyet kokan sokaklarında suflî lezzetlerin peşinde koşmuşlardır. Yahya Kemâl zaman zaman ve yeri geldikçe Paris yıllarından ve bu yıllarda yaşadığı hayattan bahsederken Necip Fazıl'ın bu konuda daha ketum olduğunu görmekteyiz. Onun Babıâli adını verdiği hâtıralarında Paris yılları (1924-1925) Şairin deyimiyle "çilelerin en can yakıcısıyla hayat sürdüğü" 2 yıllardır. Necip Fazıl'ı Paris yıllarında, orada yakalandığını itiraf ettiği 'kumar' hastalığının sebep olduğu bir trajik hayat beklemektedir. Devlet bursuyla felsefe tahsili için Sorbon'a gönderilen şair, üniversitenin semtine bile uğramaz. Bütün günlerini uyuyarak, gecelerini de kumar oynayarak geçirir. "-Bütün mevsim, Paris'te gündüz ışığını görmedim. Paris'te gündüz nasıldır; haberim olmadı. Gün doğarken yatıyor, gecenin başlangıcında da hafakanlarla yatağımdan fırlayıp klübe koşuyordum." 3 Necip Fazıl, Paris günlerinde kendi ifadesine göre şehrin vaat ettiği hiçbir lezzete iltifat etmeden sadece kumar tutkusunun kölesi olarak yaşadı. "Arkadaşları karınca kararınca boşluklarını ve tesellilerini içki ve kadında ararken o, bunlardan hiçbirinde ıstırabının merhemini bulamamış ve yürek kızıyla ispati dokuzlusunda karar kılmıştı." 4 Necip Fazıl Paris'te çok fazla kalmamıştır, ama hafızasında ömür boyunca yetecek kadar fotoğrafla dönmüştür. O kendisinin 'çileli hayat' dediği iki yıllık Paris ikâmetinde adetâ dağarcığını bu şehirle doldurmuş olarak ülkesine geri döner. Daha sonra kaleme alacağı bazı şiirlerinin çekirdeğini Paris yıllarının yukarıda zikrettiğimiz 'fotoğrafları' oluşturacaktır. Necip Fazıl'ın Baudelaire ile olan ünsiyeti, hayatın uç noktalarına kadar nefsinin arzuladığı biçimde gidebilme cesaretine sahib olması noktasında birleşir. Baudelaire ömrünün sonuna kadar, zaman zaman şikâyet etmesine ve kaçıp kurtulmak istemesine rağmen, nefsinin emrinde yaşamış bir sanatkârdır. Onun nefsinin tutsak olduğu başlıca faktör şehvet ve kötülük tutkusudur. Necip Fazıl da ise bu tutku ömrünün sonuna kadar değişik biçimlerde devam edecek olan 'kumar' tutkusudur. Kumar, Necip Fazıl'da sadece kâğıt ya da zarların tayin ettiği bir 'oyun'un heyecana sürüklediği bir ruhun tatmini değil aynı zamanda bir hayat felsefesi ve yaşama biçimidir. Baudelaire'den Necip Fazıl'a tesir eden temel izlek onun bohemliğinin tezahürü olan bu 'kumar' tutkusudur. Necip Fazıl bu tutkudan nasıl bir türlü kurtulamadığını Babıâli adlı hâtırat kitabında sık sık dile getirir. Orda kendince bir felsefe yaratmaya çalışır. "Mustafa Sekip ona: -Kadına dal, diyor; ve istersen gece gündüz içkiye... Fakat şu, her türlü kıymet ve sıhhatinin 1 Doç. Dr. Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, öğretim Üyesi, Erzurum. 2 Necip Fazıl, Babıâli, Büyük Doğu yay. 3. bs. İst. 1985, s. 29. 3 Babıâli, s. 32. 4 Babıâli, s. 37.

196 KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU düşmanı kumarı bırak!. (...) "İşte bu 1928-29 devresi, Genç şairin içki ve kadına karşı bu tavrı ve kumara, bu teslimiyeti içinde, çoğu içgüdülerinin fikirsiz kölesi Babıâli kahramanlarıyle yan yana ve diz dize yaşadığı (Bohem) hayatını çerçeveler. Karargâh Fikret Âdil'in Beyoğlu'ndaki, Tünel tarafında, Asmalımescit sokağındaki pansiyon odasıdır. (...) Bu odaya Babıâli'den uğramadık kimse kalmamıştır. Fakat devamlı müşterileri, Genç Şair, Peyami Safa, İbrahim Çallı, Mesut Cemil, Eşref Şefik ve bazı ressam, dekoratör ve seramikçiler." s Necip Fazıl, Paris'in bohem hayatından sadece kumar tutkusu ile kurtulurken İstanbul'da menüsünü içki, kadın, kumar, afyon ve esrarın da bulunduğu tam bir bohem hayatının içine dalar. Fikret Adil'in yukarıda sözü edilen pansiyon odasında bugün her biri kendi sahasında bir şöhret bırakarak aramızdan göçmüş olan tanınmış isimlerin birlikte Baudelaire'in Yapma Cennetleri'nin nimetleriyle nasıl hem-hal olduklarını nakleder. "Beyza hanımefendi meselesi... Beyza Hanımefendi, adı ve sanıyle (kokain)... Küçük bir şişe içinde (naftalin) gibi pırıl pırıl, ince ve beyaz bir toz... Bu şişenin içine ruhu hapsedilen bir kadındır ve ismi Beyza Hanımefendi... Beyazlığından kinaye... Beyza Hanımefendinin etrafında beş kara sevdalı... Eşref Şefik, Fikret Adil, Mesut Cemil, Peyami Safa, Elif Naci. 6 "Genç Şair içkiden sonra bohem halkasının tepesine binen ve onları deve gibi güden Beyza Hanımefendi'den ne anladıklarını merak etmiş ve şu izahı almıştır. -Müthiş bir şey!... Burunda ve yanak adalelerinde hafif bir donma hissi ve peşinden dipsiz bir huzur, sulhçu, mizaç ve herşeyi bağışlama oluruna bırakma zevki... Bir hâl lâfla anlatılamaz. Bir kere iki kere çekmekle de anlaşılamaz; devam etmek ve onunla ünsiyet kazanmak lâzım. Tecrübe edersen anlarsın ve Beyzâ'nın sırlarını bizden daha güzel dile getirirsin... -Ben buna cesaret edemem! Baudelaire'in Sun'î Cennet'i, ruhu öksüz bırakıp uzviyet ahengini dışarıdan bozarak elde edilen bir görüş galatından, üzerine hacim gölgeleri çekilmiş bir dekor yalanından ibaret, bence... Dekordaki yollarda yürünemez, saraylarda oturulamaz. Kimyevî saadetlerden anlayamam. Bu türlüsüne uzak benim yaratılışım... -Ama kumara yakın, O da bize uzak... -Olabilir, o da dışarıdan dürtüklenmeye muhtaç olmadan nefsimin bir hali." 7 Necip Fazıl'in son cümlesi onda potansiyeli mevcut bohem hayatının nasıl 'sınırlandırılmış' bir çileye; çilenin de nasıl 'uzviyetin ahengini dışarıdan bozacak' bir dış uyarıcıya gerek duymadan sahip olduğu ve içinde yaşattığı büyük 'spleen'ini ülküleştirilmiş bir kumar tutkusuna dönüştürdüğünü görmekteyiz. O, iç sıkıntısını dış uyarıcıların yardımıyla değil iç dinamiklerini harekete geçirerek bertaraf etme arzusundadır. 8 Bu girişten sonra Baudelaire'in Necip Fazıl'm şiirine yaptığa etkiye geçebiliriz. Bu kısıtlı zaman içinde Fransız şairin Necip Fazıl'ın şiiri üzerindeki etkilerini birebir gösterme şansı bulunmadığından sadece genel olarak hangi şiirler üzerinde nasıl bir etkinin yapıldığından sözedilecektir. Tesbitlerimize göre Baudelaire'in Çalar Saat (L'Horloge) şiiri ile Necip Fazıl'ın Geçen 5 Babıâli, s. 85-86. 6 Babıâli, s. 88. 7 Babıâli, s. 89. 8 Necip Fazıl'ın bohem hayatı ilgili olarak Babıâli hatıratından başka, Fikret Adil, Asmalımescit 74 (Bohem Hayatı) Yenilik mat. İst. 1953; Fikret Adil, Avare Gençlik / Gardenbar Geceleri, İletişim yay. İst. 1990. kitaplarına baküabilir.

KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU 197 Dakikalarım şiiri arasında bir etkilenme söz konusudur. Baudelaire manzumesinde insan hayatı ile ona verilen ve adına ömür dediğimiz zaman arasındaki dengesiz ilişkiye dikkati çekiyor. Baudelaire'e göre, çalar saat iğrenç hortumlarıyla insan ömrünü emmektedir. Bunu yaparken zalimane ve hoyratça davranmaktadır. Baudelaire zamanın altın değerindeki kıymetine işaret ediyor. Ömür / zaman ancak değerli bir yaşantıya dönüştürülürse anlamına kavuşur. Baudelaire kendi yaşama biçiminin zevk ve sarhoşluğu içinde olmasını ve zaman aşımı bir zenginliğe dönüşmesini arzu ediyor. Böylelikle 'ömür' dediğimiz 'sınırlı zaman' gereği gibi değerlendirilecektir. Fakat insanın zaman karşısındaki bu aciz tutumu şairi derin derin düşündürüyor. Hayatı bir 'zaman ölçer' olan saatle kavrayıp değerlendirmeye çalışıyor. 'Zaman ölçer'in aynı zamanda bir 'hayat ölçer' olmasını da istiyor. Zira hayat yaşantı ile ilgili hazırlığını yapamadan zaman geçmektedir. Zaman hayata ayarlı bir kavram değil, hayat zamana ayarlı bir kavramdır. Necip Fazıl da tıpkı Baudelaire gibi geçip giden zamanın ardından ağıt yakmaktadır. Necip Fazıl'ın şiirinin Baudelaire şiirinden farkı birincisinde sonsuzluğa akıp giden dakikaların nerede olduğunun sorgulanması, ikincisinde ise zamanın zalim ve gaddar bir kavram olarak insan ömrünü tüketen bir karakteri haiz olmasıdır. Baudelaire'in hayıflanması zamana bir hayat yerleştirememek, yani anı yaşantıya çevirememektir. Necip Fazıl ise biten bir ömrün dakika cinsinden muhasebesini yapar. Seçtiği zaman birimi, yıl, ay, hafta ya da gün değil 'dakika'dır. Necip Fazıl'ın bu zaman arayışı kanaatimize göre Baudelaire'den gelme bir tesirdir. Baudelaire'in manzumesinin son kıtası zamanın ölüm hükmünde bir ferman vererek kişioğluna bu dünyayı terk etme zamanının geldiğini şairin sahip olduğu kaba, karamsar ve şiddet duygusu içinde hatırlatır. Geçen dakikalar ölüme yaklaştıran zamanın adımlarıdır. Zamanı bu tarz yani dakika cinsinden kullanma biçimi edebiyatımızda 'medenî / şehirli' bir zaman anlayışını da beraberinde getirir. Modern hayatın zamanla olan ilişkisi 'medeniyetin kendisi ile olan ilişkisiyle' alâkalıdır. Zira medeniyet bir zamanı kullanma sanatıdır. Necip Fazıl zamanı klâsik şark anlayışının süregeldiği bir uzamsızlık içinde (zira Tanrı'nın zamanı zamansızlıktır) değil de bir 'zaman ölçer'le yapması bu tesirin bir başka boyutunu gösterir. Necip Fazıl bu kavram üzerinde sürekli olarak düşünecek ve yazdığı başka şiirlerde zamanın hayat ve ömürle olan ilişkisini değişik açılardan irdeleyecektir. Saat XII şiirinde de zamanı tarif açısından Baudelaireyen bir tesir görülecektir. Necip Fazıl'ın bu manzumesi ile Baudelaire'in şiirinin şu kıtası arasında saati tanımlama ve zamanla olan ilişkisi açısından büyük bir benzerlik vardır. Baudelaire manzumesinde saat konuşur. Şair bu zaman ölçeri teşhis etmiştir ve insanlara (Şaire) birşeyler söyler. Zaman izleği açısından Baudelaire'in Necip Fazıl üzerindeki tesiri bu kadarla kalmaz. Onun Saat adını verdiği bir başka şiirinde de doğrudan doğruya Baudelaire'in bu manzumesinin tesirini görürüz. Baudelaire'in Necip Fazıl üzerinde tesirini gösteren temel izleklerden biri de 'şehvet' ve onu şiirlerinde kullanış biçimidir. Her ne kadar bahsimizin başında şairin hâtıratı olan Babıâli'den yaptığımız alıntılarda onun bohem hayatını tayin eden temel güdünün kumar olduğunu, Necip Fazıl'ın kendi ifadelerinden takip etsek de, her türlü renk ve kokunun geldiği bir bohem hayatından sadece bir tutkuyla sıyrılmanın inandırıcı veya en azından tatmin edici olmadığı açıktır. Bir tutkunun çok baskın olması ötekilerinin olmadığı kanaatine götürmez bizi. Özellikle Fikret Âdil'in Necip Fazıl'ın da içinde bulunduğu dönemin bohem hayatını ve müstear adla arkadaşlarını anlattığı Asmalı Mescit 74 (Bohem Hayatı) 9 Avâre Gençlik 10 isimli hâtıralarında fikrimizi destekleyecek ifadelere tesadüf etmekteyiz. '' Fikret Adil, Asmalımesoit 74 (Bohem Hayatı) Yenilik mat. İst. 1953. 10 Fikret Adil, Avare Gençlik / Gardenbar Geceleri, İletişim yay. İst. 1990.

198 KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU Öte yandan Necip Fazıl'ın şiir kitabı Çile'nin bir bölümünün adının da 'Kadın' olduğunu unutmamalıdır. Her ne kadar şair, kadını bir başka minval üzerinde değerlendirip işlemişse de bu onun karşı cins hakkında 'cinsiyetten tecrit edilmiş bir varlık' şeklinde algıladığını da göstermez. Necip Fazıl'ın ilk şiirlerinde kadın temel temalardan biridir. Daha sonra şiirini cemiyetin ve bir davanın hizmetine verdikten sonra, 'kadın'da metafizik olanı arayışın peşine düşmüştür. Onu 'dişilik' kavramının dışında erdemin tecelli ettiği bir kaynak olarak görür. Kadın" adlı bir beyitlik şiirinde; Kadından kendisinde olmayanı isteriz; Hasret yerinde kalır ve biz çekip gideriz. yada aynı adı taşıyan bir başka beytinde Bir ufuk ki, ne Mecnun varabildi, ne Ferhad 12 Bir ufuk ki, ilâhi sırrı bekleyen serhâd. diyecek, kadında olmayanı arayacak bir anlayışa gelecektir. Halbuki kadın temalı ilk şiirlerinde kadın daha çok 'dişiliği' ile ön plândadır. Baudelaire'de kadın temel izleklerden biridir. Onun şiirlerinde kadınlar, sevgili, fahişe, anne, saygı duyulan dost, kız kardeş, aşk ve güzellik unsuru olarak kadın yani bütün halleri ile yer alırlar. Necip Fazıl'ın Baudelaire tesirinde kaldığını düşündüğümüz manzumelerden biri Chanson D'Aprês-Midi (Öğleden Sonrasının Şarkısı)'dir. Öğlen Sonrasının Şarkısı 13 Gözleri alımlı, güzel büyücüm Hınzır kirpiklerin, sana, meleğe Hiç de benzemeyen bir hal verse de, Uçarı sevgilim, uçarı gülüm, Dehşetle tutkunu olduğum kadın Nasıl rahip tapıyorsa putuna Ben de öyle sofu, tapmışım sana. Çöl ve orman kokuyor sert saçların, Başın sanki bir giz ve bir bilmece Günnük buhurdanı donanır gibi Kokular dolanır, gezer tenini Su Perisi, karanlık, sıcak ece, Akşam kadar çekicisin, güzelsin. Oy; en keskin içkiler, sert şaraplar Baş döndüremez tembelliğin kadar, Okşayışınla ölüyü diriltirsin! Çıldırıyor kalçaların, sevdalı Göğüslerine ve tatlı sırtına, O bitkin ve baygın tavırlarınla Hayran bırakıyorsun yastıkları. Dindirmek için gizemli öfkeni, Donuk, ciddi halini hiç bozmadan Bol bol öpücükler sunarsın bazan, Bol bol öper ve ısırırsın beni; Esmerim beni parça parça yiyorsun Çile, s. 204. Çile, s. 205. Kötülük Çiçekleri, Alkan, s. 109-110. 111111111111şişş 12 13

» m KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU 199 Esirgemeyip alaycı sözünü, Sonra, o ay gibi tatlı gözünü Yüreğimin üstüne koyuyorsun. Büyük kıvancımı seriyorum ben Altına o atlas çoraplarının, O sevimli, ipek ayaklarının Altına dehamı seriyorum ben. Sensin yanan ışığım, sensin rengim, Ruhum yalnız seninle bulur şifa! Sen, ey kızgın, sen, ey sıcak patlama Şu kara Sibirya'm içinde benim! Baudelaire bu manzumesinde anlaşıldığına göre metresi Jeanne Duval'e olan hayranlığını cinsî öğeleri ön plâna çıkararak sesleniyor. Kadın Baudelaire'in gözünde cinsi iştihasını uyaran bir obje olarak anlam kazanmaktadır. Buna göre kadın, gözleri alımlı güzel bir büyücüdür. Rahip nasıl putuna tapıyorsa şair de bu kadına öyle tapmaktadır. Bu kadın akşam kadar çekicidir. Onun tembelliği sert şaraplar ve keskin içkilerin sağlayamayacağı bir baş dönmesi verir. Okşayışıyla ölüyü diriltir. Şair sonra kadının fiziki güzelliklerine ve bu güzelliklerin uyandırdığı duyguları nakletmeye geçer. Kadın, ruhundan uzak bir haz ve şehvet objesi olarak kalır. Bu kadın 'kişiliği 'ile değil 'dişiliği' ile önemlidir. Baudelaire tutkunu olduğu şehveti yüceltmek ve hayatının merkezine oturtmak için birçoğu ait olduğu toplumun dininin temel Öğelerini kullanır. Mukayese ettiği unsurlar ve mukayese biçimi bir 'hadd'i gösterir. O, kadınını 'tapılacak' bir tanrı / kutsal olarak görür ve rahibin tanrısı ile mukayese eder. Kadın, 'okşayışıyla ölüyü dirilten' (İsa)'dir. Şair şiir kurgusunu mukaddes olarak kabul edilen motifler üzerine kurarak şehvetin şiddetini arttırmayı amaçlıyor. Bu satırlarda Baudelaire tamamen teninin tutsağı durumundadır. Necip Fazıl da, Ben ve Ötesi adlı şiir kitabında ve gençlik dönemine tekabül eden şiirlerinde kadın imgesini sonradan Çile'de yer alan biçimiyle değil de Baudelaire'in de tesiri altında kalarak tamamen şehvet ve cinselliğin hâkim olduğu bir tarzda ele alır. Kadın Bacakları 14 Her kadının bastığı yerde sanki kalbim var, Kalbim ki vahşi bir zevk alır ezilişinden. Ömrümüzün geçtiği yolda, bana sorsalar Gidiyorum bir kadın bacağının peşinden. Bir kadının içinden ağlayışı, gülüşü, Gözlerinden ziyade bacaklarına yakın Bir lisandır onların, duruşu, bükülüşü, Kadınlar! onlar varken konuşmayınız sakın. İnce sütunlardaki ilâhi güzelliğe Bacakların ruhudur şekil veren, diyorum, Bacakları bir kalın örtüde saklı diye, Mermerde kalbi çarpan Venüs'ü sevmiyorum. Boynuma doladığım güzel putu görseler, İnsanlar öğrenirdi neye tapacağını. Kör olsam da açılır gözüm, ona sürseler İsa'nın eli diye, bir kadın bacağını... Bu dizelerde Necip Fazıl tamamen Baudelaire'in yukarıdaki manzumesinin tesiri altındadır. Şair fetişist bir yaklaşımla kadın bacaklarını hayatın gayesi ve şehvetin temel unsuru olarak 14 Ben ve Ötesi, s. 46-47.

200 KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU betimliyor. Kadın, tıpkı Baudelaire'in şiirinde olduğu gibi sadece 'dişili' ve cinselliği ile manzumeye girmektedir. Bu kadının 'insan' olarak ya da dişilikten soyutlanmış bir 'kadın' kişiliği ile yer alması söz konusu değildir. Necip Fazıl neredeyse Baudelaire'in bu manzumede kullandığı kelime dağarcığını aynen kullanır. Kadın tıpkı Baudelaire'in şiirinde olduğu gibi 'tapınılacak' bir fetiş kutsal öğedir. Baudelaire, Nasıl rahip tapıyorsa putuna Ben de öyle sofu, tapmışım sana. dizeleri ile metresine olan 'büyük' ihtirasını dini motiflerle dile getirmişti. Necip Fazıl'da Boynuma doladığım güzel putu görseler, İnsanlar öğrenirdi neye tapacağını. diyerek ustasından aşağıda kalmadığını ortaya koymaktadır. Yine aynı şekilde Baudelaire'in Hz. İsa'nın ölüyü diriltmesi mucizesine bir gönderme yaparak sevgilisinin nelere kadir olduğunu, onun okşayışlarının kendisi için ne anlama geldiğini dile getirmişti. Baş döndüremez tembelliğin kadar, Okşayışınla ölüyü diriltirsin! Necip Fazıl'da Baudelaire'in bu göndermesini aynen kullanır Kör olsam da açılır gözüm, ona sürseler İsa'nın eli diye, bir kadın bacağını... Bu büyük benzerlikler ya da 'intihal'den başka her iki şiire hakim olan fetişizmden söz etmek yerinde olacaktır. Baudelaire'in, Büyük kıvancımı seriyorum ben Altına o atlas çoraplarının, O sevimli, ipek ayaklarının Altına dehamı seriyorum ben. dizeleri erkeğin vücudunu kadının ayakları altına sermesinin ve kadını yüceltip erkeği alçaltmasının şiirde yer alan 'tapınma' kavramının bir uzantısıdır. Bir kadının ayakları altına serilme ya da 'ayak sevme' güdüsü bir putçuluk yani fetişizmdir. Baudelaire kadını putlaştırarak, onda bedenini tatmin etmenin ötesinde ruhunu da saran şehvet içgüdüsünü dindirmeye çalışmaktadır. Necip Fazıl'da aynı fetiş tavrı sürdürmektedir. Baudelaire'in kadında ve onun vücudunun tamamında toplanan fetiş tutkusu, Necip Fazıl'da sadece kadının 'bacakları'nda yoğunlaşmıştır. Kadın bacağı şair için 'tapılacak obje'dir. Onun bütün eziyetleri 'zevk'e dönüşür. Şehveti, sınırları zorlayıcı bir tarzda işlemek Necip Fazıl'a Baudelaire'den gelme bir tesirdir. Onun hemen hemen aynı temayı işleyen bir başka şiirinde de Baudelaire'in birçok manzumesinde dile getirdiği 'yakıcı' şehvetin varlığını ve yansımasını buluruz.

KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU 201 Hayal" Bu akşam bir ateş duyup etimde, Kadın, kadın diye içimi oydum. Ruhuma bir serin yer istedim de, Alnımı mermerin üstüne koydum. Birden karanlıklar sökülüverdi, Odama bir hayâl dökülüverdi, Karşımda gerinde, bükül üverdi, Onu gözlerimle çırçıplak soydum Artık ben ne günâh olsa işlerim, Yumuşak yatağa geçti dişlerim, Biran kadar sürdü can verişlerim, Ey kadın bu akşam sana da doydum... Necip Fazıl'ın bu şiirleri sonradan tek bir kitap halinde bir araya getirdiği Çile'ye alınmamıştır. Şair bu dönemde yazdığı şiirleri sonradan kendisini bir davanın hizmetine vermesi ve sanat anlayışını kökten değiştirmesi sebebiyle bir 'ayıklama'ya tabi tutmuştur. Şehvet, cinsellik ve sufli lezzetleri işleyen birçok şiir böylece Çile adlı kitaba girememiştir. Biz şairin sanatını bölünmüş bir hayatın parçası olarak kabul etme görüşünde değiliz. Şairin, sanatkârın kendi malı olan şiirlerini böyle bir tasnife tabi tutması el betteki en temel hakkıdır. Fakat şunu da unutmamalıdır ki bir eser yazarın kaleminden çıktığı an o artık toplumun malı olmuş demektir. Yazar da o eser karşısında artık bir 'okuyucu' durumundadır Necip Fazıl'm bu ilkeye pek uyduğu söylenemez. Zira yaşadığı süre boyunca şiirlerini durmadan değiştirmiş, geçirdiği fikrî değişimler sonucunda bazı şiirlerini kendi eliyle sansüre tabi tutmuştur. Biz bir şairin belli bir dönemde yazdığı şiirleri onun sonradan kaleme alacağı şiirlerin bir temeli ve arka plânı olarak düşündüğümüzden Necip Fazıl'ın bütün şiirlerini gözden geçirdik. Konumuzla ilgili bulduğumuz metinleri yazıldığı döneme ya da şairinin hüsn-i kabulüne mazhar olup olmadığına bakmaksızın ele almaya çalıştık. Necip Fazıl'da Baudelaire tesirini gösteren bir başka manzume Hortlak (Le Revenant)'dır. Şiirimizde Necip Fazıl'a gelinceye kadar cin, peri, iblis, hortlak, kabir, azap, Ölü, mezar, tabut gibi kavramlar Abdülhak Hâmid, Fikret ve birkaç istisna dışında bu denli yoğun ve ürkütücü biçimde ele alınmamış, bu kavramlar üzerinde ısrar edilmemişti. Bunun Necip Fazıl üzerindeki Baudelaire tesirinden geldiğini düşünüyoruz. Onun şiirlerindeki kelime kadrosuna baktığımız zaman 'karanlık ve sırlar' ülkesinin bu ürkütücü kahraman ve nesnelerini ona gelinceye kadar başkalarının, böylesine şiirinin temel malzemesi yapacak bir dikkatten ve uğraşıdan uzak olduklarını müşahede ederiz. Hortlak 76 Kızıl gözlü melek gibi, sana Tekrar geleceğim yatak odana Ve süzüleceğim sessiz sakin Gölgeleri ile gecenin; Ve bulacak seni, esmerim, Ay kadar soğuk öpücüklerim Ve okşayışlarım yılan gibi, Dolanıp da çepçevre seni. Külrengi sabaha eriştik mi, 15 Ben ve Ötesi, s. 19. I6, Ahmet Necdet, Kırk Kötülük Çiçeği, s. 57.

202 KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU Bulacaksın boş kalan yerimi, O yer, akşama kadar soğuyacak. Başkaları eğilse de sevgiyle, Senin hayatına ve gençliğine, Ben, hükmedeceğim dehşet saçarak. Le Revenant (Hortlak) şiirinde Baudelaire, öldükten sonra aklı sevgilisinde kalan bir ölünün geceleyin hortlayıp sevgilisinin odasına, yatağına sızdığını, geceyi onunla birlikte geçirdikten sonra sabah olmadan tekrar mezara dönüşü hikaye edilmektedir. Şiire hakim temel duygu ölünün dünyada kalan sevgilisine 'doyamamış' olması hadisesidir. Her ne kadar Baudelaire, bu 'dönüş'ü ürpertici ve 'âşıkane' olmayan bir üslûpla dile getirse de şiirin yüklendiği temel anlam konteksi içinde bu 'dönüş' temel de aşk duygusunun kamçıladığı bir eylem olduğundan kendi içinde bir uygunluk taşımaktadır. Manzume bir 'hortlak'la beraber düşünülecek bir kelime kadrosu ile kaleme alınmıştır ve manzumenin mümkün olduğu kadar 'soğuk', 'ürpertici' ve 'itici' olmasına özellikle dikkat edilmiştir. Bunu sevgilisinin yatağına giden ve ona sarılan hortlak-âşığın 'yılan' gibi olması açıklamaktadır. Necip Fazıl'da Bekleyen adlı şiirinde Baudelaire'den gelme bir esin ya da tesirle hemen hemen aynı konuyu işlemiştir. Bekleyen" Sen, kaçan bir ürkek ceylânsın dağda, Ben, peşine düşmüş bir canavarım! İstersen dünyayı çağır imdada; Sen varsın dünyada bir de ben varım! Seni korkutacak geçtiğin yollar Arkandan gelecek hep ayak sesim Sarıp vücudunu belirsiz kollar, Enseni yakacak ateş nefesim. Kimsesiz odanda kış geceleri İçin ürperdiği demler beni an! De ki: Odur sarsan pencereleri, De ki: Rüzgâr değil, odur haykıran! Göğsümden havaya kattığım zehir, Solduracak bir gül gibi ömrünü, Kaçıp dolaşsan da sen şehir, şehir Bana kalacaksın yine son günü. Ölürsün... Kapanır yollar geriye; Ben mezarla sırdaş olur beklerim, Varılmaz hayâle işaret diye, Toprağında bir taş olur, beklerim... Necip Fazıl konuyu Baudelaire'den almakla birlikte tıpkı Tanpınar ve Yahya Kemâl'de olduğu gibi onu 'ayıklayarak' alıp kullanmıştır. Baudelaire'deki hortlak Necip Fazıl'da 'canavar' olmuştur. Horüağın bütün vasıfları biraz değişmiş biçimiyle Necip Fazıl'da da aynen devam etmektedir. Buna göre o, sevgilisinin peşine düşmüş bir canavardır. Onun ayak sesleri sevgilisini korkutacak, belirsiz kollarıyla onu sarıp sarmalayacaktır. Şair, sevgilisinden kış geceleri kimsesiz odasında içi ürperdiği zamanlar kendisini anmasını istiyor. Pencereleri sarsan, rüzgârın yerine haykıranın kendisi olduğunu söylüyor. 17 Çile, s. 197.

KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU 203 Göğsümden havaya kattığım zehir, Solduracak bir gül gibi ömrünü, Kaçıp dolaşan da sen şehir, şehir Bana kalacaksın yine son günü. Şair son iki dörtlükte neredeyse Baudelaire'in manzumesinin son kıtasını aynen özetliyor. Buna göre Baudelaire şiirinde Hortlak'ın sevgilisini asla terk etmeyeceğini, dünyasının farklı olmasının bile bu duyguyu engelleyemeyeceğini ve ebediyyen onunla beraber olacağını söylüyor. Başkaları eğilse de sevgiyle, Senin hayatına ve gençliğine, Ben, hükmedeceğim dehşet saçarak. Necip Fazıl'da aynı duyarlıkla manzumesini 'ölüm' finaliyle tamamlıyor. Burada benzeşen taraf her iki manzumede de hortlak / canavar'ın sevgililerini asla terk etmeyecek olmalarıdır. Ölürsün... Kapanır yollar geriye; Ben mezarla sırdaş olur beklerim, Varılmaz hayâle işaret diye, Toprağında bir taş olur, beklerim... Görüldüğü gibi Necip Fazıl hem şiirinde kullandığı kelime kadrosu, hem işlediği konu, hem muhteva ve hem de kurgu bakımından Baudelaire'in tesiri altındadır. Bazı manzumelerde ya da dizelerde bire bir alıntılar (intihal) göze çarpıyorsa da bunları açık bir intihal olarak görmektense bir tesir ya da ilham / esin olarak görme taraftarıyız. Fakat buraya kadar ele aldığımız manzumelerde Baudelaire'in Necip Fazıl'ın şiir serüveninde en önemli tesir duraklarından biri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Necip Fazıl'ın Baudelaire tesirini taşıyan manzumelerden biri de Aynalar Yolumu Kesti'dir. Baudelaire'in, Kendini Cezalandıran Kişi (Heautontimorunrânos) adlı şiiri birçok bakımlardan Necip Fazıl'ın manzumesine esin kaynağı olmuştur. Kendini Cezalandıran Kişi 18 Yaracağım seni bir gün Nasıl kayaları Musa Değneğiyle yardı ise Duymadan ne öfke, ne kin Nasıl keserse koyunu Kasap Sahrama öyle ben Fışkırtacağım gözünden Büyük acının suyunu. Gözyaşlarında yüzecek Umutla dolu yüreğim, Uzaklaşmak için gemim Palamarını çözecek. Gözyaşları m o zaman bak Yüreğimde, esrik, özgür, Davul gibi, gümbür, gümür Nasıl ses verip coşacak! İtip kakan ve ısıran Alay öğretti: Ben neyim? Çatlak bir ses değil miyim? 18 Kötülük Çiçekleri, Alkan, s. 140.

204 KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU Kutsal uyumları bozan? Bu çığırtkan ses benimdir! Kara ağu kendi kanım Ben bir uğursuz aynayım, Bakan cadı bedenimdir! Yara ben'im, bıçak ben'im! Hem tokat, hem tokat yiyen! Çarmıh da ben, İsa da ben, Hem cellat'ım, hem kurban'im. Ben kendimin vampiriyim Gülümsemeyi bilmeyen, Sonsuz gülüşü bekleyen, -Terkedilmişlerden biriyim! Baudelaire bu manzumesinde kendisini sigaya çeken, bütün fena taraflarını ortadan kaldırıp sırf bir rûh özgürlüğüne kavuşmak için vicdanını ve karakterini sorgulayan bir adam görünümündedir. Kendisini hiçbir ruhsal ya da bedensel bir korumaya tabi tutmadan büyük bir samimiyet içinde ve aslında insanlığın büyük vicdanını da sorgulayan bir tarz geliştirir. Bu insanın kendi kendisiyle vicdan mahkemesinde hesaplaşmasıdır. Buna göre şair, Musa'nın öfke ve kin duymadan değneğiyle nasıl kayaları yarıp geçtiyse, kasap Sahrama nasıl koyunu yüzdü ise o da büyük acının suyunu yani gözyaşını gözünden fışkırtacak yani ağlayacaktır. Sonra bir deryaya dönüşen bu gözyaşları umutla dolu yüreği palamarını çözen bir gemi gibi uzaklaşacak. O zaman gözyaşları yüreğinde esrik ve özgür bir şekilde ses verip coşacaktır. Böylece şair yüreğinin ya da vicdanının sesini dinleyecektir. Buna göre, kendi kişiliğini tarif edecektir. Bu insanlığın büyük vicdanında kendi vicdanını bulan adamın feryadıdır. Buna göre, duyulan ses bu adamın kendi sesi, zehiri kendi kanı ve cadıya benzer bedeninin baktığı bir ayna gibidir. Şair vicdanî dikkatini sürdürüyor. Yara da, bıçak da, tokat da, tokadı yiyen de, çarmıh da çarmıha gerilen de cellat da kurban da kendisidir. Gülümsemeyi bilmeyen kendisinin vampiridir. Necip Fazıl'ın şiirinde de aynı anlam konteksini buluyoruz. Buna göre şair vicdanını Baudelaire gibi 'ayna' motifini kullanarak sorgulamaya çalışıyor. Aynalar Yolumu Kesti' 9 Aynalar, bakmayın yüzüme dik dik; İşte yakalandık, kelepçelendik! Çıktınız umulmaz anda karşıma, Başımın tokmağı indi başıma Suratımda her suç bir ayrı imza, Benmişim, kendime en büyük ceza! Ey dipsiz berraklık, ulvi mahkeme! Acı, hapsettiğin sefil gölgeme! Merhamet, suçumdan aşkın merhamet! Olur mu, dünyaya indirsem kepenk: Gözyaşı döksem, Nuh Tufanına denk? Çıkamam aynalar, aynalar zindan, Bakamam, aynada, aynada vicdan; Beni beklemeyin o bir hevesti; Gelemem, aynalar yolumu kesti Aynanın karşısında yakalanan adamın endişesi kendi vicdanına yakalanmasıdır. Onun vicdanı ile görülecek bir hesabı vardır. Ayna bu vicdanı yansıtmaktadır. Şair, Çile, s. 269.

KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU 205 Suratımda her suç bir ayrı imza, Benmişim, kendime en büyük ceza! Ey dipsiz berraklık, ulvi mahkeme! Acı, hapsettiğin sefil gölgeme! dizeleri ile büyük mahkemeye yani vicdana seslenmektedir. Peki ne yapmıştır şair? O, 'nur topu günlerin kanına girmiş' yani hayatını boşuna harcamış; kutsî emaneti yemiş bitirmiş ve daha birçok günâh işlemiştir. Şair kendisinden ve yaşadığı hayattan, tükettiği ömürden ve hayatını harcama biçiminden memnun değildir. Büyük bir mahkeme diye karşısına çıkan ayna ona bu günâhlarını, ihmallerini, yanlışlarını hatırlatmaktadır. Artık pişmanlık da işe yaramamaktadır. Şair büyük bir suçluluk duygusu içinde aynaların karşısına (büyük vicdan mahkemesine) çıkamamaktadır. Çıkamam aynalar, aynalar zindan, Bakamam, aynada, aynada vicdan; dizeleri bu feryadı dile getirir. Necip Fazıl'in bu manzumesinde Baudelaire tesirini gösteren bir başka unsur şairin, (Je suis le soufflet et la joue) Hem tokat, hem tokat yiyen! dizesi Necip Fazıl'ın Başımın tokmağı indi başıma aynı anlam etrafında seslendirilmiş dizelerdir. Gerek Baudelaire'in gerekse Necip Fazıl'ın şiirinde öne çıkan duygu 'ben'in arınması' bir türlü katharsis halidir. Her iki şairde kendi mahkemelerini kendi vicdanlarında görmek istemekte ve neticenin ne olacağını bildiklerinden telâşlı bir tavır sergilemektedirler. Baudelaire'in Seyahate Davet şiiri barındırdığı kaçış, uzak ülkelere gitmek, egzotik kokular, öte duygusu, ütopya ve saadet arzusu gibi konular itibariyle Türk şairlerini etkilemiş manzumelerden biridir. Şairlerimiz bu manzumeyi birkaç defa farklı imzalar ve isimler altında adetâ yeniden yazmışlardır denebilir. Her şair kimi zaman 'eksiltili' bir anlam öbeği içinde kimi kez 'ayıklayarak' kimi kez sadece bir esin kaynağı olarak kimi şairler de kendi şiir atmosferi içinde yeniden ve tamamen başka bir tema altında yorumlayarak şiirlerine vücut vermişlerdir. Seyahate Davet 20 Yavrum, zevkini düşün, Oraya gidip bir gün Yaşamanın birlikte! Sevmek, daima sevmek Sevmek, ölünceye dek Sana benziyen yerde Görünce göklerdeki Islanmış güneşleri Arasında sislerin, Sihridir beni saran Yaşlarla pırıldayan, Orda ne varsa nizam, Şehvet, sükûn, ihtişam ' Suut Kemal Yetkin, Tercüme der. nr. 57-58,1953, s. 27-28

206 KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU Gelip geçen yıllarla O parıldayan eşya Odamızın olacak. Bulunmaz çiçeklerin Kokuları, amberin Nefesine dolacak Tavanlar süslü, zengin Bütün aynalar derin, Şarkın ihtişamı var Orda herşey gizlice Kendi ana dilince Rûha birşey fısıldar. Orda ne varsa nizam, Şehvet, sükûn, ihtişam Bak, şu sular üstünde, Uyuyan gemilere! Hepsinin huyu gezgin. Gelmişler hiç durmadan Dünyanın bir ucundan En küçük arzun için. Batan gün ışıkları Bütün kırları sardı, Sular ve bütün belde Altın renginde artık; Dünya uyuklar ılık Bir parıltı içinde. Orda ne varsa nizam, Şehvet, sükûn, ihtişam Seyahate Davet şiiri Baudelaire'in Paris'ten, onun rûhları kirleten havasından bir 'kaçış'ı simgeleyen manzumelerinden biridir. Şair, sevgilisine seslenerek; düzenin ihtişamın, şehvetin sükûn ve huzurun bulunduğu, sislerin arasında ıslanmış güneşlerle dolu göklere sahip ve sevgilisine benzeyen o yerde, saadet içinde yaşamanın zevkini düşünmesini istiyor. Şairin tasvir ettiği öyle bir ülkeye kaçışının nedeni yaşadığı ortamdan hem beden hem de rûh olarak memnun olmamasıdır. Bu şiirinde şair hayâli bir ülkeden bir ütopyadan söz etmiyor. Onun gitmek istediği yer tanıdığı ya da önceden gördüğü (muhtemelen yarım kalan Hindistan yolculuğu sırasında) bir coğrafyayı işaret ediyor. Şairin yaptığı tasvirler gördüğü yerlerin görsel bir özeti gibidir. Burası süslü tavanlı, eşyası pırıl pırıl parlayan ve çeşit çeşit egzotik kokulu çiçeklerin olduğu bir yerdir. Orada her şey, herkes kendi Usanınca rûhlara birşeyler fısıldamaktadır. Şairin aradığı yer Paris'le zıd özellikler taşır. Baudelaire sürdürdüğü intizamsız, karmaşık, huzursuzluk ve acı veren hayattan kurtulmayı düşlüyor. Onun spleeni içindedir. Hangi mekân olursa olsun o spleenini beraberinde götürmektedir. Şairin bu kaçış için kullanmayı tasarladığı seyahat bir 'deniz yolculuğu'dur. Deniz, içinde barındırdığı sonsuzluk duygusu, özgürlük, egzotik diyarların kokusu ve güçlü tabiat imgesiyle insanları cezbeden bir kavramdır. Baudelaire tasarladığı yolculuğu sevgilisi ile birlikte yapmayı düşlemektedir. Orada bulacağı ya da olmasını istediği şeyler arasında Şairin sıkıntılarının baş sebeplerinden biri olan 'şehvet' de vardır. Onun spleenini oluşturan unsurlarından birini gideceği yerde aramak samimi bir 'kaçış' arzusunu değil bir 'serüven' isteğini gösterir. Bu bakımdan Baudelaire'in 'kaçış'ına bir tür kurtuluş arzusunun kamçıladığı spleeninden değil içindeki melali

KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU 207 kısmen dindirecek bir 'arayış' gözüyle bakmalıdır. Necip Fazıl da Takvimdeki Deniz şiirinde tıpkı Baudelaire'de olduğu gibi rüzgârın, meltemin, gemilerin, dalgaların süslediği bir deniz yolculuğunu hayâl eder. Takvimdeki Deniz 2 ' Hasreti denizlerin - Denizler kadar derin Ve o kadar bu çakı z Ta karşımda yapraksız, Kullanılmış bir takvim... Üzerinde bir resim: Azgın, sonsuz, bir deniz; Kaygısız, düşüncesiz, Çalkanıyor boşlukta. Resimdeyse bir nokta: Yana yatmış bir gemi Kaybettiği âlemi Arıyor deryalarda Bu resim rüyalarda Gibi aklımı çeldi; Bana sahici geldi. Geçtim kendi kendimden, Yüzüme, o resimden, Köpükler vurdu sandım; Duymuş gibi tıkandım, Ciğerimde bir yosun, Artık beni kim tutsun Denizler oldu tasam Yakar, onu bulmazsam, Beni bu hasret, dedim, Varırım, elbet, dedim, Bir ömür geze geze Takvimdeki denize Ne var bana ne oldu Odama nasıl doldu Birdenbire bu meltem? Ve dalgalandı perdem, Havalandı kâğıtlar Odamda kıyamet var! Ah yolculuk yolculuk! Ne kadar baygın, soluk O gün bende betbeniz; Ve ne titrek kalbimiz Ve eşyamız ne küskün! Yola çıktığımız gün, Bir sıraya dizilmiş, Bakarlar sinsi sinsi, Niçin o anda hepsi, Bir kuş gibi hafifler Arkadan geleyim der? Niçin o güne kadar Dilsiz duran ne kadar Eşya varsa dirilir Yolumuza serpilir? 21 Çile, s. 220.

208 KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU Necip Fazıl yolculuk tutkusunu sürrealist bir yaklaşımla eşyada değişen bir rûh halinin tezahürü olarak görüyor. Kullanılmış bir takvimin üstündeki deniz resmi onu hayâl ettiği bir 'yolculuk' güdüsüyle birleştirmekte ve birdenbire bir seyahat arzusu bütün şiddetiyle hem Şairin ruhunda hem de bu ruhtan taşan hallerle eşyada kendisine bir yankı bulmaktadır. Takvimdeki deniz şairin ütopyası / tutkusu / özlemi haline geliyor. Bu bir çeşit empresyonizmdir. Eşya içimizdeki rûh hali ile birleşmekte bize baskı yapmakta, içimizde uyuyor zannettiğimiz duyguları birdenbire depreştirmektedir. Şairin takvimdeki denizi arama tutkusu artık hayatının gayesine dönüşmüştür. Varırım, elbet, dedim, Bir ömür geze geze Takvimdeki denize Takvimdeki deniz şairin ifadeleri ile bir ferehlığı işaret eden yerdir. Yolculuğa çıkacağı gün eşyası küskün, kalbi titremektedir. O güne kadar dilsiz duran ne kadar eşya varsa dirilir ve şairin yoluna serilir. Bu yaşadığımız çevreden ve bağlı olduğumuz hayattan ve onun temel unsurlarından biri olan eşyadan kolay kolay kurtulamayacağımızı işaret eder. Halbuki şairin arzuladığı yolculuk bir 'sıkıntıyı bertaraf etme' eylemidir. Zira şair bu daveti kendi kendisine yaratmıştır. Ne hitabettiği bir sevgili, ne dost, ne bir arkadaş vardır, ne de gideceği yerin deniz ve onun çağrıştırdığı yer ve durumla ilgili somut bir adresi vardır. Bu duyguyu kamçılayan temel güdü spleen'dir. Necip Fazıl'ın spleeni yaşadığı cemiyetten büsbütün kopmak, ayrılmak, onu herşeye rağmen terk etmek değildir. Bunun için gidilecek yer bir ütopya değildir. O sadece fertte yoğunlaşan ve gelişmiş bir 'uzaklaşma' (kaçış değil) eylemidir. Baudelaire'in bu manzumesinin 'ayıklanmış' ve 'eksiltilmiş' bir tesirini şairin Yolculuk adlı şiirinde de görmekteyiz. Yolculuk 22 Yolculuk, her zaman düşündüm onu; İçimde bu azgın davet ne demek? Oraya, nerdeyse güneşin sonu, Uçmak, kayıp gitmek, kaçıp dönmemek. Altımda kaydırdı bir el minderi; Herkes yatağında ben ayaktayım Bir gece rüyada gördüğüm yeri, Gözlerim yumulu aramaktayım. Beni çağırmakta yabancı dostlar; Bu dostlar ne güzel, dilsiz ve adsız Eski evde, şimdi bir başka ev var; Avlusu karanlık, suları tadsız. Her akşam aynı yer, aynı saatta Güneşten eşyama düşen bir çubuk; Yangın varmış gibi, yukarı katta, Arkamdan gel diyor, sessiz ve çabuk! Başım, günden güne kayıtsız bana. Başım günden güne kayıtsız bana Dalında bir yaprak gibi dönüyor, Acı rüzgârların çektiği yana... Bu manzumesinde şair, yolculuğu her zaman düşündüğünü belirtmekte ve içinde 'azgın bir 22 Çile, s. 226.

KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU 209 davet'in varlığından söz etmektedir. Manzumenin daha ilk iki dizesinde şairin Baudelaire'in Seyahate Davet şiirinin başlığını özetlediğini görmekteyiz: 'yolculuk' ve 'davet', yani yolculuğa davet! Necip Fazıl bu şiirinde 'rüyada gördüğü yeri gözleri yumulu aradığını' söylemektedir. Şair şiirine refakat eden duygunun ne olduğunu son dörtlükte itiraf etmektedir. 'Başım, artık onu taşımak ne zor!' dizesi doğrudan doğruya mahiyeti belirlenmemiş bir spleeni işaret eder. Zira şair zamanı ve mekânı belirsiz bir yeri aramaktadır. Üstelik 'dilsiz ve adsız' dostlar tarafından çağrılmaktadır. Necip Fazıl'ın bildik gizemli üslûbu burada kendisini gösteriyor. Bu eksiltili ve ayıklanmış tesire rağmen spleenin sürüklediği ve sebeb olduğu şiire hakim olan havada bile bir Baudelaire kokusu sezilmektedir. Spleen hem Baudelaire'de hem de Necip Fazıl'da temel temalardan biridir. Baudelaire bir şehir psikozu olarak bu kavramı ortaya atıp yüceltirken aynı zamanda modern hayatın kritiğini de yapıyordu. İnsan gelişmişlik içinde kendisine bir 'hapishane' inşa etmektedir. Bunun adı 'şehir'dir. Ondokuzuncu yüzyılın Paris'i Baudelaire için bir cehennemdir. O soluklanamadığı, boğulduğu bu şehir ve onu oluşturan cemiyetten kaçmak için değişik yollara başvurmuştu. Necip Fazıl da kendi iç sıkıntısını bertaraf etmek için Baudelaire gibi kendisini şehirlerin dışına atmaya çalışır. Onun bu manzumesi istikameti değiştirilmiş ve 'ayıklanmış' bir tesiri göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Baudelaire'de sıkıntının kaynağı ve ondan kurtulmanın adresi kendi 'ben'ine çıkarken; Necip Fazıl'da sıkıntının kaynağı kendisi, yaşadığı yer, zaman ve toplum olmakla birlikte kurtuluşun adresi Allah'dır. O aldığı tesiri bertaraf etmek ve kendi şiir misyonuna yedirmek çabası içindedir. Yukarıda, Seyahate Davet ile Takvimdeki Deniz ve Yolculuk şiirlerinde şairin dış tesiri nasıl kendi şiirinin misyonuna yedirdiğini ve onu artık bir 'başka' manzume haline getirdiğini gördük. Şehirlerin Dışından 23 Kalk, arkadaş gidelim! Dereler yoldaşımız, Dağlar omuzdaşımız, Dünyayı seyredelim, Şehirlerin dışından Esmerden sarışından Kaçalım kurtulalım! Haydi yürü, bulalım; Kat kat çıkmış evlerin, O cam gözlü devlerin Gizlediği âlemi! Bir tüy gibi yel alsın Bir dal gibi sel alsın Bizden menhus âlemi Şair arkadaşına dünyayı şehirlerin dışından seyretmeyi teklif etmektedir. Onun şehirlerin dışına kaçmayı istemesinin birtakım somut sebepleri vardır. O, esmerden, sarışından ve bu menhus (uğursuz) âlemden kurtulmak için kaçmayı istemektedir. Şehir ona göre 'uğursuzlukların kol gezdiği bir mekânın adıdır. Şairin bu uğursuz dünyadan kaçıp kurtulmak istemesinin kendince haklı gerekçeleri vardır. İnsan kendi spleenini bertaraf edeceği mekânlar arar. Fuzuli; Gelin ey ehl-i hakikat çıkalım dünyadan Gayrı yerler gezelim, Özge safâlar görelim! Çile, s. 174-176.

210 KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU derken kendi spleenini ve onu bertaraf edecek çareyi de dile getiriyordu. Yunus Emre ise Baudelaire'in ya da Necip Fazıl'in tersine kendi spleenini ortadan kaldırmak için; Kasdım oldur şehre varam / Feryâd ü figân koparam! diyecek ve insanların bulunduğu bir mahşerde sıkıntısını paylaşmanın ya da içindeki düğümü çözmenin çaresini arayacaktır. Attığımız naralar Yol açsın karanlıkta Çekin bizi mağralar Bu derin ormanlıkta; Öttürüp sert bir ıslık Yılanları çağralım, Peşinden çığlık çığlık Çakallara bağralım Ötelim başkuşlarla Kızıl akşamüstleri Hicret eden kuşlarla Sema, deniz ve yeri Çepçevre iklim, iklim, Dolaşalım gezelim Yollar bizden bir izdir Ne duysak sesimizdir Ne görsek benzer bize Hiç şaşmayan bir saat Gibi işler tabiat Şair şiirinin bu bölümünde artık tabiatın kucağındadır. O sanki şehir hayatının insan ruhunu kirleten unsurlarından uzaklaşmak ve tabiatta arınmak arzusunu duyan J. J. Rousseau'nun Emile adlı eserine gönderme yapıyor gibidir. Tabiatın kucağında herşey 'kendisi'dir. Orada kirlenmenin ya da değişmenin zerresinden bile iz yoktur. Yollar onlardan bir iz, ne duysalar kendi sesleridir ve tabiat şaşmaz bir saat gibi işlemektedir. Bu ferdin iradesinin tabiata devri demektir. Uyarak kalbimize Mevsimler boğum boğum Sonu ölçülmez hayat... Hayvan, nebat ve cemat, Hepsi ilk gençliğinde, Ölen ölür, yıpranmaz; Giden, gider, aranmaz. Böyle geçer ömrümüz, Şair kendi iradesini tabiata devretmekten memnun görünmektedir. Zira orada şaşmaz bir denge ve düzen vardır. İnsanın ona uymaktan başka bir mutluluğu yok gibidir. Çünkü şehir insanın kurduğu düzenin ve dünyanın, tabiat ise Tann'nın kurduğu düzenin ve âlemin adıdır. Bir gün gelir ölürüz Haberimiz olmadan Ve o zaman, o zaman, Hayat neymiş görürsün! Bırak, keyfini sürsün, Şehirlerin köleler! Yeter bizi tuttuğu! Tükensin velveleler!

KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU 211 Şair şehrin ve onun sunduğu nimetlerin insanı köleleştirdiğini, onların sürdürdüğü 'şehirli' hayatın aslında bir keyif değil zulüm olduğunu ifade ediyor. Kalk arkadaş gidelim! İnsanın unuttuğu Allahı zikredelim; Gül ve sümbül hırkamız, Sular, kuşlar, halkamız... Şair yukarıda zikrettiğimiz dış tesirleri kendi şiirinin misyonuna yedirme ameliyesini burada da tekrarlıyor ve bir arayışın manzumesi Tanrı'nın mutlak saadet bahçesinde son buluyor. Böylece Necip Fazıl kendi spleenini Tanrı'nın sonsuz rahmetinde sefa bulacak bir misyon haline sokuyor. Ona göre bütün bu sıkıntıların kurtuluşa ereceği yer Tanrı'nın huzurudur. Baudelaire'in spleeni Necip Fazıl'da ideolojik ve mistik bir hüviyete bürünüyor. Bunun onun lügatindeki adı 'çile'dir. Yukarıda Baudelaire'in spleeninin kılık değiştirmiş bir halde Necip Fazıl'da görünümünden sonra şimdi de aşağıda spleenin doğrudan doğruya Necip Fazıl'da açık ve net bir şekilde tesirini görelim. Spleen 2 ' Basık, ağır gökyüzü tıpkı bir kapak gibi Sıkıntının kurbanı ruhumuza çökerken, Ve ufuk kucaklayıp sonsuz gök çemberini Geceden daha hazin kara bir gün dökerken; Dönüşürken nemli bir hücreye dünya, toprak, Umut, yarasa gibi, o ürkek kanadını Duvara çarpa çarpa ve başını vurarak Tavanlara, giderken, ve yağmur damlaları Çizgi çizgi düşerken loş bir hapisanenin Parmaklıkları gibi. örümceği andıran Dilsiz ve sağır bir halk karanlık ağlannı Beyinlerimizin dibine gerdiği zaman, Birdenbire öfkeyle, hiddetle sıçrar çanlar, Korkunç sesler çıkarıp ulurlar siyah göğe, Yurtsuz, başıboş gezgin ruhlara benzer onlar, İnatla, hiç susmadan başlarlar inlemeye. -Ve davulsuz, müziksiz, ağır ağır, upuzun Bir cenaze alayı geçit yapar usumda. Umut ağlar acımasız Sıkıntının çektiği Kara bir bayrak dalgalanır kafatasımda. Baudelaire bu manzumesinde adından da başlayarak bir ağrı'yı (spleen) dile getirir. Buna göre şair, basık, ağır ve tıpkı bir kapak gibi gökyüzü sıkıntının kurbanı ruhuna çökerken ve ufuk sonsuz gök çemberini kucaklayıp geceden daha hazin bir kara gün dökerken, dünya ve toprak nemli bir hücreye dönüşürken, umut bir yarasa gibi ürkek kanadını duvara çarpa çarpa ve başını vurarak tavanlara giderken yağmurlar loş bir hapishanenin parmaklıkları gibi çizgi çizgi düşerken, örümceği andıran dilsiz ve sağır bir halk ağlarını beyinlerimize gerdiği zaman çanlar birdenbire ve öfkeyle sıçrar. Onlar (çanlar) korkunç sesler çıkarıp göğe doğru ulurlar. Bu halleriyle başıboş gezen ruhlara benzerler ve inatla hiç susmadan inlemeye başlarlar. îşte bu sırada şairin aklından davulsuz, müziksiz ağır ağır ve upuzun bir cenaze alayı geçit töreni yapar. Şairin kafatasında umut acımasızca ağlar; sıkıntı (spleen) kara bir bayrak gibi dalgalanır. 14 Kötülük Çiçekleri, Alkan, s. 135.

212 KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU Manzumeden anlaşıldığına göre şair büyük bir spleen içindedir. Bu sıkıntının dış ve iç sebepleri vardır. Bir kere havada tam anlamıyla bir 'kasvet' ve 'uğursuzluk' hakimdir. Yağmur inceden inceye ve insanı rahatsız edici bir biçimde yağmaktadır. Halk umarsız, sağır ve dilsizdir. İç sebep olarak şairin umudu bir yarasa gibi tavanlara çekilmektedir. Geleceğe dâir bir beklentisi umudu kalmamıştır. İşte bu kaotik ortamda birdenbire çanlar çalmaya başlar. Çanların çalması spleeni ortadan kaldırmaz aksine arttırır. Zira çanlar bu yaşanılan mekâna mührünü vuran dinin hayata hakim unsurlarıdır. Baudelaire gibi dindar olmayan bir rûh için sıkıntı sebebidir. Çünkü ona hristiyanlığı ve onun tanzim ettiği hayatı hatırlatmaktadır. Necip Fazıl da Baudelaire'in şiirine mührünü vuran 'çan' motifinden hareketle ve kendi duyuş ve düşünüş çerçevesinde yeni bir şiir kurma arzu ve gayretiyle metnini vücuda getirir. Baudelaire'in şiirine hakim olan duygu dış ve iç insiyakların sürüklediği bir spleen idi. Necip Fazıl da kendine özgü spleenini yaratmakta ya da dile getirmekte gecikmez. Çan Sesi" Odamda yanan mumu üfledi bir çan sesi Gözlerim halka halka gördü bu uçan sesi. Açıldı köşelerde uzun, sonsuz dehlizler, Önümden bir hız geçti, akü ateşten izler, Şimşekler yanıp söndü, şimşekler sönüp yandı; Derindeki sarnıçta durgun sular uyandı. Karşımda sırıtarak açıldı bir sıra diş, Önünde haç taşıyan ak sakallı bir keşiş. 26 Duvardan geçti siyah papazların alayı, Küçük ses balonları uçuştu sayı sayı. Gökler ürperdi, sular ürperdi, tunç ürperdi 27 Çanlar, kocaman çanlar, korkunç korkunç ürperdi. Sağa sola sallanıp, dan, dan, dan çaldı çanlar; Durmadan çaldı çanlar, durmadan çaldı çanlar, Bu, kalbimi üşüten acı bir titremeydi Karanlıklardan bir el çıkıp alnıma değdi; Bu kimin eli rabbim, bu kimin eli rabbim Önümden geçip giden kimin eceli rabbim? Gördüm ki, adım adım, gölge gölge keşişler Ebedî karanlığın mahzenine inmişler... Manzumeye hakim olan kurgudan da anlaşılacağı üzere Necip Fazıl yine alışık olduğumuz bir yol izlemiş. Konuyu, ilhamı ve esini doğrudan doğruya Baudelaire'den almakla birlikte ona kendi şiir anlayışının hakim olduğu ürpertiyi yedirmiş ve Baudelaire'in spleeninden uzaklaşmıştır. Fakat özellikle 'çan sesi' papaz, haç taşıyan keşiş söz gruplarıyla Baudelaire tesirini taşımaya devam etmiştir. Baudelaire'in dış ve iç sıkıntıya bağladığı spleeni bir çan sesiyle daha da artar. Necip Fazıl ise doğrudan doğruya çan sesiyle başlar şiirine. Çan sesleri söz grubu beş kere tekrarlanır. Durmadan çaldı çanlar, durmadan çaldı çanlar, dizesi bir sıkıntının sürekliliğini gösterir. Ayrıca Baudelaire'in Ve davulsuz, müziksiz, ağır ağır, upuzun Bir cenaze alayı geçit yapar usumda. 25 Ben ve Ötesi, s. 26-27. 26 İtalik beyitler daha sonra Çile'ye alınmamış. 27 Çile'de 'Sular ürperdi, eşya ürperdi, tunç ürperdi' şeklinde değiştirilmiş.

KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU 213 dizelerini Necip Fazıl, Önümden geçip giden kimin eceli rabbim? şeklinde seslendirmiştir. Baudelaire'in manzumesinin sonunda Umut ağlar acımasız Sıkıntının çektiği Kara bir bayrak dalgalanır kafatasımda. dizeleri ile sıkıntıdan kurtulamadığını hâlâ ağır bir spleenin etkisi altında kaldığını anlıyoruz. Aynı şekilde Necip Fazıi'm şiirinde de manzumeye hakim olan 'kasvetli' ve 'ürpertici' havanın şiirin sonunda da devam ettiği görülmektedir. Gördüm ki, adım adım, gölge gölge keşişler Ebedî karanlığın mahzenine inmişler... Böylelikle Necip Fazıl üzerindeki Baudelaire tesirinin ufak tefek değişikliklerle devam ettiğine şahit oluyoruz. Baudelaire'in daha çok şehir ve onun günâh kokan boğucu havasından kaçıp kurtulmak ve içinde yaşadığı topluma yabancılaşmasının getirdiği ağır tazyikle birlikte, frengi ve diğer hastalıkların kurt gibi kemirdiği bir bünyenin varlığını unutmak ihtiyacından doğan büyük ve ağır spleeni yanında, Necip Fazıi'm daha çok ferdi plânda başlayan ve giderek toplumsal bir davanın savunuculuğunu yapmanın getirdiği baskının beslediği ve kimi zaman da bir tür sığınma ihtiyacından kaynaklanan manevi bir atmosferle birleşerek eninde sonunda mistikleşen bir spleenin varlığı söz konusudur. Necip Fazıl, ideolojik bir misyon yüklediği spleenini sosyal boyuta taşıyarak 'ben'inde duyduğu 'ağrı'yı toplumsal bir problem haline getirir. Onun Muhasebe şiirinde yer alan Cemiyet ah cemiyet yokedilen rûhuyle Ve cemiyet cemiyet yok eden gürûhiyle mısraları ile Baudelaire'in Spleen şiirinde yer alan Dilsiz ve sağır bir halk karanlık ağlarını Beyinlerimizin dibine gerdiği zaman, dizelerinde kitlenin, kalabalık, kalabalığın gürûh, sağır ve dilsiz oluşundan duyulan ortak rahatsızlık dile getirilmiştir. Yine Necip Fazıl'in Destan şiirinde yer alan Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak! feryadı da sosyal plânda aksini bulmuş ve kendisini bir davanın ön safında bulan bir öncünün spleenini işaret eder. Baudelaire'in Güz Şarkısı (Chant D'Automne) adlı manzumesi ile Necip Fazıl'ın Tabut şiiri arasında da bu türden bir benzerlik söz konusudur. Necip Fazıl'ın Baudelaire-Paris-Otel düzeneği içinde etkilenip yazdığı şiirlerden biri de Otel Odalan'dır. Baudelaire'in Paris Sıkıntısı adlı eserinde yer alan İki Kişilik Oda ismiyle yayınlanan mensur şiiri ile onun Babıâli adlı hâtırat kitabından aşağıya aldığımız Marsilya'da kaldığı üçüncü Sinif bir Oteli tasvir eden cümleleri ile hu manzume arasında büyük bir akrabalık olduğunu düşünüyoruz. Şimdi İki, Kişilik Oda adlı mensur şiiri Tahsin Yücel'in çevirisinden okuyalım.

214 KAHRAMANMARAŞ SEMPOZYUMU İki Kişilik Oda 28 Bir düşe benzeyen bir oda, gerçekten ruhsal bir oda, durgun havası hafiften pembe ve maviye kaçan. Pişmanlık ve arzu kokulandırılmış bir tembellikte yunar, burada rûh. -Alacakaranlığımsı, mavimsi, pembemsi bir şey; bir güneş tutulması sırasında bir haz düştü. Eşyaların biçimleri uzanık, çökük, bitkin. Eşyalar düşekalmış sanki; uyur-gezer bir yaşam sürüyorlar diyeceği gelir insanın, bitkiler, madenler gibi, gökler gibi, batan güneşler gibi. Duvarlarda hiç bir sanat pisliği yok. An düşle, çözümlenmemiş izlenimle karşılaştırılınca, tanımlanmış sanat, olumlu sanat bir küfürdür. Burada, uyumun yeterli aydınlığı ve çok güzel karanlığı var her şeyde. İnce mi ince bir koku yüzüyor havada, çok hafif bir ıslaklık karışıyor içine, rûh sıcak yer sıcak ser duyularıyla ığralanıyor. Pencerelerin önüne, yatağın önüne muslin yağıyor bol bol, karlı çağlayanlar gibi açılıp seriliyor. Bu yatağın üzerine Sevgili, düşlerin sultanı yatmış. Ama nasıl gelmiş buraya? Kim getirmiş? Hangi sihirli güç yerleştirmiş onu bu düş ve şehvet tahtına? Ne çıkar! İşte burada ya! onu tanıyorum. İşte alevleri alacakaranlığı delip geçen gözler, o anlaşılmaz ve korkunç gözler, tüyler ürpertici kötülüklerinden tanıyorum, onları! Kendilerini izlemeye dalan düşüncesizin bakışını çekiyor, egemenliği altına alıyor, yutuyorlar. Onları, merakı da hayranlığı da buyruk altında tutan o kara yıldızları sık sık incelemişimdir. Böyle gizemle, sessizlikle, huzurla, hoş kokularla kuşatılmamı hangi iyiliksever şeytana borçluyum? Ey göksel mutluluk! şimdi tanıdığım, dakikası dakikasına, saniyesi saniyesine tadını çıkardığım yüce yaşamla genel olarak yaşam diye adlandırdığımız şeyin hiç bir ortak yanı yok, en mutlu yayılışında bile. Hayır! dakikalar yok artık saniyeler yok! Zaman silindi: durasızlık egemen her şeye, bir hazlar durasızlığı! Ama korkunç ağır bir vuruş çınladı kapıda, tıpkı cehennemi düşlerdeki gibi, mideme bir kazma indi sanki. Sonra bir Hayalet girdi içeri. Bir yasa adamı, yasa adına işkence edecek bana; aşağılık bir kapatma yoksulluğuyla kafamı şişirmeye, yaşamımın bayağılıklarını, yaşamımın acılarına eklemeye gelmiş; ya da bir gazete yönetmeninin adamı, yazının gerisini isteyecek. Cennetsi oda, sevgili, düşlerin sultanı, büyük Rene'nin deyimiyle Sylphide, bütün bu büyü, Hayaletin sert vuruşuyla silindi. Korkunç! anımsıyorum! anımsıyorum! Evet! bu bize, bu bitmez sıkıntının otağı, benimkinden başkası değil. İşte, saçma, tozlu, kınk-dökük eşyalar; tükrüklerle kirlenmiş, alevsiz, korsuz şömine; tozlarına yağmur çizgiler sinmiş hüzünlü pencereler; yazılar; çizikler içinde, kalemin uğursuz tarihler çiziktirdiği bitmemiş defter! O bir başka dünya kokusunun, eksiklerden, kusurlardan arınmış bir duyarlık içinde beni sarhoş eden kokunun yerine, çok yazık! bilmem hangi mide bulandırıcı küfle karışmış, pis bir tütün kokusu aldı. Bu dar ama ağzına kadar tiksintiyle dolmuş dünyada, yalnız bir nesne gülümsüyor bana; laudanum şişesi; eski ve korkunç bir dost; bütün dostlar gibi, ne yazık ki! okşayışları da, acımasızlıkları da pek çok. Ya! Evet Zaman yeniden belirdi; Zaman hükümdar, Zaman hüküm sürüyor şimdi; çirkin ihtiyarla birlikte tüm o şeytansı topluluğu geri döndü: Anılar, Pişmanlıklar, Ispazmozlar, Bunaltılar, Karabasanlar, Öfkeler, Bunalımlar. İnanın bana, Saniyeler güçle, görkemle belirdi şimdi, saatten fışkırdıkça: - 'Ben Yaşamım, katlanılmaz, amansız Yaşamım' diyor herbiri. İnsan yaşamında bir muştu veren, herkeste anlatılmaz bir korku uyandıran iyi muştuyu veren bir tek Saniye vardır. Evet! Zaman hüküm sürüyor; gene başladı zora yönetimine. Sanki bir öküzmüşüm gibi sopasının iğnesiyle itiyor beni: -"Deh, deh, be, eşşek! Terle bakalım, tutsak! Yaşa bakalım, cehennemlik" 28 Charles Baudelaire, Paris Sıkıntısı, Çev. Tahsin Yücel, Adam yay. 5. bs. İst. 1998, s. 13-15.