Bir l(utlu Doğum Şaheseri MEVLIDve SULEYMAN ÇELEBI -=Edi törler Bilal l(emildi Osman Çetin
Mevlid ve Süleyman Çelebi Bi/al Kemikli-Osman Çetin Yayın No: 476 Sempozyum ve Paneller Serisi : 45 ISBN 978-975-389-649-8 -, 1 o.ci6.y.ooo5.476 Yayıncı Sertifika No: 15402 Bütün Hakları Türkiye Diyanet Vakfı'na aittir. 1. Baskı, Eylül 201 O, Ankara 1.000 Adet ilksay Kurulu'nun 09.02.2010 tarihve 2/5 sayılı kararıyla uygun görülmüş ve Türkiye Diyanet Vakfı Mütevelli Heyeti'nin 16.02.201 O tarih ve 1333 /16 sayılı kararıyla basılmıştır. Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Matbaacılık ve Ticaret işletmesi'nin dizgi, fotomekanik, ofset ve cilt tesislerinde hazırlanıp basılmıştır. TÜRKiYE DiYANET VAKFI Yayın Matbaacılık ve Ticaret işletmesi Alınteri Bulvan 1256 Sokak No: 11 Yenimahalle 1 ANKARA Tel: 0312. 354 91 31 (pbx) Faks:O 312 354 91 32 web: www. diyanetvakfiyayin.com.tr. e-posta: tdvyayin@diyanetvakfi.org.tr
Mevlid ve Süleyman Çelebi 1419 MEVLİD VE KÜLTÜREL GERÇEKLİGİMİZ: MEVLİD METNİNİ ANLAMAK Yrd. Doç. Dr. Kemal ATAMAN Uludağ Ü. İlahiyat Fakültesi, Bursa Kültür, bir toplumun zaman içinde geliştirdiği nispeten kalıcı, somut-soyut, rasyonel- irrasyonel ve fakat toplumca kabul gören, her türlü özelliğe ve bu özelikierin şekillendirdiği.değerlere, ortak duygu ve düşünce dünyasına, ortak davranış kalıplarına işaret eden bir kavramdır. Kısaca kültür, geleneğin bize aktarmaya değer bulduğu maddi ve manevi her şey olarak tanımlanabilirse de, aslında kültürün ozu geleneğin bize sunduğu bu değerleri nasıl algılayıp yorumlayacağımızla da doğrudan ilintilidir. İşte bir kültürü öteki kültürlerden ayıran şey tam da kültürle olan bu özel ilişki ve yaklaşım tarzıdır. Sempozyuma konu olan Mevlid üzerine sunulan tebliğler hakkındaki değerlendirmelerimi bu bakış açısıyla sunmaya gayret edeceğim. Hüseyin Algül Hocamızın özellikle sonuç bölümünde ele aldığı konular ve bu konulara yaklaşırnma ancak tümüyle katıldığıını söyleyebilirim. Hakikaten Mevlid tam anlamıyla bir şairin iç dünyasını, fikir dünyasından ziyade duygu dünyasını, dilin ve yazınının müsaade ettiği ölçüde, ifşa ederek ete kemiğe büründürdüğü bir eserdir, bir klasiktir. Bunu böyle görmek lazım diye düşünüyorum; ne fazla ne eksik. Mevlid metni, ne bir dinin kaynağı anlamında dini bir metin; ne felsefi anlamda felsefi bir metin; ne tasavvufi anlamda tam anlamıyla tasavvufi bir metin; ne de.fıkıh, hadis, tefsir gibi dini ilim dalları anlamında bir metindir... Fakat nedir? Tam anlamıyla bir şiirdir. Elbette bu şiir, bünyesinde tasavvufi öğeler barındırır; elbette bu şiirin içerisinde, beslendiği kaynağın özelliklerini yansıtan hadise, tefsire, fıkha, kelama ve hatta felsefeye dair öğeler vardır. Söz konusu öğeler bu metni ne fıkıh ne hadis ne de felsefe kitabı yapar. Bunun altını çizmemiz lazım.. Mevlid metnine bir metin olarak bakmamız gerektiğini tespit ettikten sonra her metnin kendi içinde bir bütünlüğü ve tutarlılığı olduğunu ve okuyucunun bir metinle yüzleştiğinde söz konusu bütünlüğü ve tutarlılığı beklerneye hakkı olduğunu da belirtelim.
420 1 Mevlid ve Süleyman Çelebi Yazarın kendisi de kendi metnine bu şekilde yaklaşılmasıru bekler. Dolayısıyla, bizim örneğimize dönersek, Mevlid metnindeki bazı konuları, yalnızca saf ve sığ bir akademik kaygıyla, metnin kendi iç tutarlılığını ve bütünlüğünü bozacak şekilde, cnnhızla seçip almak ve bu bakış açısıyla eleştiriye tabi tutmak, metne ve metnin yazarına yapılabilecek en büyük haksızlıktır. Oysa metni kendi edebi tarzında (genre) ve bir bütün olarak görmek lazım. Böyle görebildiğimiz vakit,. biraz önce de ifade ettiğim gibi, şiiri saf bir düşünce/fikir mahsulü. değil, ama duygu mahsulü olarak görebilirsek, orada dile getirilen konu ve. U:adeleri abartılı bulup yapıcı olmayan bir eleştiriye tabi tutmayız. Zira zaten şiirin kendisinde abarh vardır; şiir coşkulu ve sembolik bir. dille vücuda gelir. Şiirde metafor kullanılır. İşte bu metafordur ki, bu sembolik ifadedir ki, şiirin mesajını zaman ötesine taşır ve her kültürden insana, her coğrafyadan insana, hatta her dinden, mezhepten insana algı derecesine göre bir şeyler söyler. Bu duygusal boyuttur bunu sağlayan. Şimdi, bumetafordan arındırma, bir kısım insanlara göre mit'ten arınciırma teşebbüsü, aslında -tabiriıni hoşgörün- Batılı bir bakış açısının mahsulüdür. Benzer yaklaşımları, Bah dünyasından düşünürlerde de görmek mümkündür. Rudolf Bultman adlı ünlü bir Alman teolog ve İncil araştırmacısının, İncil'i mitolojiden arındırmak gibi bir teşebbüse giriştiğini biliyoruz. Söylemeye çalışhğı şey şuydu: Kutsal metni modem zamanlarda yaşayan insanın idrakine sunabilmek, ancak İncil' deki mitolojik unsurlaıı. arındırmalda mümkün olabilir. Oysa Bultman'ın.. çok iyi bildiği ve fakat özelde Türkiye' de ve genelde de Islam dünyasındaki araştırmacılarımızın belki de gözden kaçırdığı nokta şudur: Kutsal metinlerde olsun, bu tür şiir türüncieki eserlerde olsun, kullanılan metaforlar, tercih edilen figüratif ifade tarzları aslında kapalı olabileceği düşünülen mesajı açığa çıkarmaya yöneliktir. Okuyucu, araştırmacı metaforun lafzi anlaınına, literal anlaınına takılıp kalmak yerine, o metafor la hatta belki o mit'le hangi/ ne tür bir mesajin verilmek istendiğinin peşinde olması gerekir. Genelde bunun gözden kaçırıldığına şahit olmaktayız. Buradan hareketle son derece sığ, son derece objektivist hatta pozitivist bir tarihçilik ve yarumculuk anlayışı ortaya çıkıyor ve ortada kültüre dair bir şey kalmıyor, ortada gelenek diye bir şey kalmıyor, ortada bizi biz yapan, kültürümüzü bizim kültürümüz yapan pek de bir değer kalmıyor. Mevlidin İslam'ın temel kaynaklarından biri olup olmadığı meselesini tarhşmanın anlamsız bir tarhşma olacağı hususunda hem fikir olduğumuzu var sayıyorum. O zaman problem ne? Problem şu
Mevlid ve Süleyman Çelebi 1 421 kanaatimce: Din eğitiminin resmi olarak gerçekleştirildiği kurumlarda çalışan bizlerin, bizim dışımızdaki geniş kitlelerin -"Biz" ile imam-hatip, ilahlyat, Diyanet çalışanlarını kastediyorum- de anlayabileceği bir ortak dil oluşturma noktasında pek başarılı olduğumuz söylenemez. Tabii ki bu başarısızlığa dini kurumların dışındaki resmi ve gayri resmi kurumların verdiği katkıyı da göz ardı etmemem gerektiğirün bilincindeyim. Bu ortak dili oluşturamadığımız için kendi dünyam.ızla dış dünya arasında yani mesela cami ile okul arasında, hatta İmam-hatip okulları ile "normal" lise (dile bakınız!) arasına mesafeler koyduk bir şekilde... Bu da, bırakınız geçmişini, aynı zaman diliminde yaşayan bireylerin bile birbirini anlamasım imkansız hale getirdi. Toplumca ortak bir dil, ortak bir bakış açısı ve ortak bir dünya görüşü geliştiremiyoruz. Temel problemlerden birisi budur. Bu da, bizim kendi kültürüroüzde kendi dünyamızda, kendi geçmişimizle, geleneğimizle olan bağlarımızın kopmasından meydana geliyor. Bu ise, olandan daha değerli olan ve olacakları/ olasılıkları bünyesinde barındıran geleceğimizin elimizden kayıp gitmesi sonucunu beraberinde getiriyor. Bunun altını çizmeıniz gerekiyor. Abdurrahman Bey Hocamızın, tebliğinde zikrettiği. Batılı düşünürlerden yaphğı alıntılara katıldığını düşünmüyorum. Ama bir Batili bakış açısının yansıması olması hasebiyle de bir eleştiriyi hak ehniyor değil. Değerli dostlar, Batılı her şeyi bir araştırma objesi olarak ele alır. Son derece ideal, so~ derece soyut konuları bile bir araştırma objesi olarak ele almaya çalışır ve kendi metoduna, dünya görüşüne uygun olmayan her şeyin yanlış en azından geçersiz ve dolayısıyla değersiz olduğunu düşünür. Kendi metoduna ve dünya görüşüne uymadığını düşündüğü unsurları, hangi dil ve kültür ortamında gerçekleşeceği hiçbir zaman belli alamayacak, bir arındırma sürecine tabi tutmaya çalışır. Bunu yapmak geçmişle olan bağları koparmak anlamına gelir. Böyle bir teşebbüs tek taraflı bir bakış açısının, etnosentrik bir bakış açısının, hem tetikleyicisi hem de sonucudur. Bizler de aynı hataya düştüğümüz vakit, yalnızca kendi gelenek ve kendi kültürümüzle ters düşmüş olmakla kalmıyoruz, aynı zamanda kültürümüzün beslendiği öteki kültürlere de yabancı kalarak onları dışlamış oluyoruz. Yani bu noktada kaybın iki boyutlu olduğunu söyleyebiliriz. Şimdi, senkretizme vurgu yapıldı, senkretizmden bahsedildi. Yine tekrar ediyorum, bu benim kabul edemeyeceğim bir Batılı bakış açısıdır.
422 1 Mevlid ve Süleyman Çelebi Böyle bir yaklaşımda sanki her şey her şeyle layaslanabilir anlayışı hakimdir. Oysa karşılaştırılan konular sosyolojik anlamda ideal tipler kategorisinde bile ele alınamaz. Ama biz ne yapıyoruz? Batılı ne yapıyor ya da içimizdeki bazı Batılı bakış açısını yansıtanlar ne yapıyor? Tebliğde geçtiği şekliyle Batılı düşünürlerin fikirlerinin her ortamda ve her din ve kültür için geçerli olduğunu var sayarak, bunları gerçekmiş gibi algılıyor ve araştırmasının çatısını bu bakış açılarının üzerine oturtuyor. Şimdi "Bütün dinler senkretiktir" ifadesinin test edilebilir ve. doğrulanabilir bir ifade olmadığını düşünüyorum. Bu, Hernilton Gibb gibi büyük bir oryantalistin bile düştüğü hataya işaret eder. Gibb, Muhammedanism adlı meşhur kitabında Kur'an-ı Kerim ve İncil'lerdeki benzerlikleri şu şekilde ifade eder: Evet, Muhammed bir peygamber olabilir ve Hıristiyanların bunu kabul etinesi gerekir. Ancak Müslümanlar da kabul etmesi lazım ki Muhammed, Kur'an'ı Benzer görüşler oluştururken eski kutsal metinlerden istifade etmiştir. M. Watt tarafından da dile getirildi. Oysa bir şeyin daha altını çizmemiz lazım; biz burada konuşurken, İslami bir bakış açısıyla konuşuyoruz. İslami bakış açısı da bize şunu öğretir: İslam, öteki dinleri yok saymamıştır. İslam öteki mesajları yok saymamıştır, onları tasdik etmiştir. Dolayısıyla benzerlikleri, borç almaya değil, aynı kaynaktan besieniliğine hamletinerniz gerekir. Bunu itiraf edemiyor Batılı bakış açısı. Mevlid metninde geçen bazı konuların Hıristiyan görüşlerin İslam' a dönüşmüş şekli olarak algılanması da böyle bir bakış açısının Ürünüdür. Son olarak, sunumnın boyunca "Batı" kavramının bir coğrafi alana değil, bir dünya görüşüne işaret ettiğini ifade etmek isterim.