Türk Dil Kurumu nun sözlüğünde



Benzer belgeler
İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler

ESKİ TÜRK EDEBİYATI TARİHİ- 14.YÜZYIL TEMSİLCİLERİ

İSLAMİYETİN KABÜLÜNDEN SONRAKİ EĞİTİMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE

İSLÂMİYET ETKİSİNDE GELİŞEN TÜRK EDEBİYATI İSLÂMİ İLK ESERLER SORU PROĞRAMI AHMET ARSLAN

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

İnci. Hoca GEÇİŞ DÖNEMİ ESERLERİ (İLK İSLAMİ ESERLER)

DR. NURŞAT BİÇER İN TÜRKÇE ÖĞRETĠMĠ TARĠHĠ ADLI ESERĠ ÜZERİNE

10.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

ORTA ASYA (ANONİM) KURAN TERCÜMESİ ÜZERİNDE ÖZBEKİSTAN DA YAPILMIŞ BİR İNCELEME. ТУРКИЙ ТAФСИР (XII-XII acp) *

Yrd. Doç. Dr. Ali GURBETOĞLU İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi

OĞUZ KAĞAN DESTANI METİN-AKTARMA-NOTLAR-DİZİN-TIPKIBASIM

İçindekiler. İndeks. İKTİSADÎ DÜŞÜNCE TARİHİ 1. Giriş 1-19

MehMet Kaan Çalen, tarihinde Edirne nin Keşan ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Keşan da tamamladı yılında Trakya

İBRAHİM ŞİNASİ

ARİF NİHAT ASYA'NIN NESİRLERİ

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...7 KISALTMALAR GİRİŞ İran ve Türk Edebiyatlarında Husrev ü Şirin Hikâyesi BİRİNCİ BÖLÜM Âzerî nin Biyografisi...

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ü Ölümünün 78. Yılında Saygı ve Minnetle Anıyoruz

Zirve 9. Sınıf Dil ve Anlatım

TEMEİ, ESER II II II

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta

OSMANLICA öğrenmek isteyenlere kaynaklar

Türk Eğitim Tarihi. 2. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri. Dr.

O, hiçbir sözü kendi arzularına göre söylememektedir. Aksine onun bütün dedikleri Allah ın vahyine dayanmaktadır.

Yeni Osmanlılar Cemiyeti Kurucularından Mehmed Âyetullah Bey Dönem-İnsan-Eser

Gü ven ce He sa b Mü dü rü

Türk Eğitim Tarihi. 1. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri. Yrd. Doç. Dr.

Ana Stratejimiz Milletimizle Gönül Bağımızdır BÜLTEN İSTANBUL B İ L G. İ NOTU FİLİSTİN MESELESİ 12 de İÇİN 3 HEDEFİMİZ, 3 DE ÖDEVİMİZ VAR 3 te


Hacı Bayram-ı Velî nin Torunlarından Şair Ahmed Nuri Baba Divanı ndan Örnekler, Ankara Şehrengizi ve Ser-Güzeşt i

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 10. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

Aynı kökün "kesmek", "kısaltmak" anlamı da vardır.

İslamî bilimler : Kur'an-ı Kerim'in ve İslam dininin doğru biçimde anlaşılması için yapılan çalışmalar sonucunda İslami bilimler doğdu.

TÜRK EĞİTİM TARİHİ 3. Dr. Öğr. Ü. M. İsmail Bağdatlı.

MARMARA ÜNİVERSİTESİ ATATÜRK EĞİTİM FAKÜLTESİ EĞİTİM BİLİMLERİ BÖLÜMÜ PDR ANA BİLİM DALI 2018 BAHAR YARIYILI TÜRK EĞİTİM TARİHİ DERSİ İZLENCESİ

İLK TÜRK DEVLETLERİNDE HUKUK

TEŞKİLATLANMA VE KOLLEKTİF MÜZAKERE HAKKI PRENSİPLERİNİN UYGULANMASINA MÜTEALLİK SÖZLEŞME

OSMANLI BELGELERİNDE MİLLÎ MÜCADELE VE MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

STAJ ARA DÖNEM DEĞERLENDİRMESİ AYRINTILI SINAV KONULARI

ÜNİTE TÜRK DİLİ - I İÇİNDEKİLER HEDEFLER TÜRKÇENİN KİMLİK BİLGİLERİ

Hazırlayan Muhammed ARTUNÇ 6.SINIF SOSYAL BİLGİER

Kur'an-ı Kerimde tevafuk mucizesi Kainatta tesadüf yok, tevafuk vardır

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

Kütahya Gazeteciler Cemiyeti Ziyareti:

11. HAFTA 2.ARAŞTIRMA İNCELEME YAZILARI

Russell ın Belirli Betimlemeler Kuramı

İLK TÜRK İSLAM DEVLETLERİ

KURAN I KERİMİN İÇ DÜZENİ

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. Orta Asya Tarihine Giriş

İÇİNDEKİLER. Birinci Bölüm ÖABT Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Konu Anlatımlı Soru Bankası ESKİ TÜRK DİLİ VE LEHÇELERİ...

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Vergi incelemesinden maksat, ödenmesi gereken vergilerin doğruluğunu araştırmak, tespit etmek ve sağlamaktır.

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

Ýslâm Ahlak Teorileri (Ethical Theories in Islam)

Dönem : 4 Topiant, : 3 MİLLET MECLİSİ S. Sayısı : 194'e 2 nci Ek

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 9. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ YILLIK PLANI

Karahanlı Eserlerindeki Söz Varlığı Hakkında

Türklerin Anayurdu ve Göçler Video Ders Anlatımı

Atatürk'ün Kurduğu Söylenen İleri Görüşlülük Örneği Gizli Havacılık Birimi ve Dünyaya Kafa Tutan ANKA Projesi

GELENEKTEN SAPMALARIN KİTABI: OSMANLININ GÖRSEL ŞİİRLERİ

ŞİÎ-SÜNNÎ POLEMİĞİNDE EBÛ TÂLİB VE DİNÎ KONUMU. Habib KARTALOĞLU

EHL-İ SÜNNET'İN ÜSTÜNLÜĞÜ.

HAT SANATINDAN ENSTANTANELER İSMEK HÜSN-İ HAT HOCALARI KARMA SERGİSİ

Hüsn-i Hat yazı çeşitleri - İlyas Uçar - Ebû Rudeyha - Evvâh - Kişisel Bilgi Sitesi

Fikret BABAYEV * * Azerbaycan Anayasa Mahkemesi Başkanı

Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları

Tel: / e-posta:

Atatürk ün Kişisel Özellikleri. Elif Naz Fidancı

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...9 GİRİŞ...11

İÇİNDEKİLER SÖZ BAŞI...5 MEHMET ÂKİF ERSOY UN HAYATI VE SAFAHAT...9 ÂSIM IN NESLİ MEHMET ÂKİF TE GENÇLİK... 17

sınıflar için. Öğrenci El Kitabı

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

HALK EDEBİYTI IV AŞIK EDEBİYATINDA ÜSLUP

11.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

Göç yani hicret dini bir vazifedir.insanların dinlerini daha iyi yaşamaları,hayatlarını devam ettirebilmeleri için göç bir ihtiyaçtır.

Altın Ayarlı İslâmi Finans

Kazak Hanlığı nın kuruluşunun 550. yılı dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümümüzce düzenlenen Kazak

KİTABİYAT. Mevlānā Celāleddin-i Rumî, Mesnevî 1-2/3-4/5-6, Nazmen Tercüme: Ahmet Metin Şahin, Kaynak Yayınları, İstanbul 2006.

İÇİNDEKİLER BÖLÜM 1 BÖLÜM 2

15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye Salonu

EN ESKİ İNANÇLARDAN BİRİ OLAN ZERDÜŞTLÜK VE ZERDÜŞT HAKKINDA 9 BİLGİ

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bundan önceki mektuplar gibi. bunu da büyük şeyhi Bakibillah'a yazmıştır.

ARAPÇA YAZMA ESERLERİN DİZGİSİNDE TAKİP EDİLECEK YAZIM KURALLARI

ORTA DOĞU VE KAFKASYA UYGULAMA VE ARAŞTIRMA MERKEZİ

Türkçe Şair ezkirelerinin Kaynakları

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ PLANI

Ebû Dâvûd un Sünen i (Kaynakları ve Tasnif Metodu) Mehmet Dinçoğlu

MÂTÜRÎDÎ KELÂMINDA TEVİL

1-MERKEZ TEŞKİLATI. A- Hükümdar B- Saray

TÜRK DÜNYASI MÜHENDİSLER VE MİMARLAR BİRLİĞİ

MEHMET AKİF ERSOY UN EDEBÎ KİŞİLİĞİ 1

Revak Kitabevi, 2015 Tüm hakları Revak Kitabevi ne aittir. Sertifika No: Revak Kitabevi: 30 Bektaşîlik Serisi: 4. Fakrnâme Vîrânî Abdal

Akıl Fikir yayınlarından yeni kitaplar

3. SINIF PYP VELİ BÜLTENİ. (11 Mayıs -19 Haziran 2015 )

TÜRK EDEBİYATININ DÖNEMLERİ

ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ İNSANİ BİLİMLER VE EDEBİYAT FAKÜLTESİ ÇAĞDAŞ TÜRK LEHÇELERİ VE EDEBİYATLARI BÖLÜMÜ DÖRT YILLIK-SEKİZ YARIYILLIK DERS PROGRAMI

Devleti yönetme hakkı Tanrı(gök tanrı) tarafından kağana verildiğine inanılırdı. Bu hak, kan yolu ile hükümdarların erkek çocuklarına geçerdi.

ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ. Yüksek Lisans Bilimsel Hazırlık Sınıfı Dersleri. Dersin Türü. Kodu

Transkript:

21 Yusuf Has Hacip in, ünlü eseri Kutadgu Bilig neredeyse bin yıldır insanlara yol göstermeyi sürdürüyor Kutadgu Bilig, Avusturya Ulusal Kütüphanesi"nde Türk Dil Kurumu nun sözlüğünde atasözünün tanımı şöyle; Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmiş ve halka mal olmuş, öğüt verici nitelikte söz. Anonim özellik taşıyan, atalardan kaldığı kabul edilen ve toplumun yüzyıllar boyunca geçirdiği gözlem ve denemelerden, ortak düşünce, tutum ve davranışlarıyla dünya görüşünden oluşan, genel kural niteliğindeki kısa, özlü, kalıplaşmış söz. Bu tanımdan yola çıkarak Kutadgu Bilig için atasözü kitabı, yazarı Yusuf Has Hacip için de atasözlerinin atası diyebiliriz. 940 yıl önce tamamladığı bu ünlü eseri, günümüze gelinceye kadar insanlara yol göstermiş, varlığını sürdürmeyi bilmiştir. Onun kitabında okuduğumuz özlü sözler o kadar tanıdık ki, o zamana dek atasözü olarak belleğimize kazınmış olanlar böylece netleşip özdeyiş kimliğine bürünüyor. Balasagunlu Yusuf olarak da bilinen Yusuf Has Hacip, Türk düşünce tarihinin ilk büyük hümanisti sayılabilir. Aynı zamanda bir tarihçi, toplumbilimci ve ahlakçıdır. Büyük bir bilgi hazinesi olan Kutadgu Bilig de bilgeliği, doğruluğu ve yararlı olmayı savunmuş, kaderciliğe ve kötümserliğe karşı çıkmıştır. Ne yazık ki, yaşamına ilişkin bilgi yoktur. Milletimize özgü hasletlerden biri olan tevazunun etkisiyle olsa gerek, yazılarında kendinden bahsetmemiştir. Kutadgu Bilig den anlaşıldığına göre iyi bir öğrenim görmüş, Farsça ve Arapça * Selçuk Üniversitesi Atasözlerinin Atası öğrenmiştir. Eldeki bilgilere göre; M.S. 1017 Karahanlı Devleti nin Balasagun şehrinde dünyaya geldi. 1077 yılında Kaşgar da vefat etti. Türbesi bu kenttedir. Kutadgu Bilig, kutlandıran bilgi veya kutlu olma bilgisi demektir. Bilim çevrelerinde bu açıklama üzerinde anlaşmakla birlikte, kut kelimesinin anlamı üzerinde bir türlü fikir birliğine varılamamıştır. Vámbéry, Radloff ve Thomsen bu sözün saadet anlamında kullanıldığını ileri sürerken Barthold, majeste (haşmetmeab) olarak değerlendirmiştir. Arsal ve Kafesoğlu, kelimenin siyasi iktidar kavramını ifade ettiğini, talih, saadet, bahtiyarlık gibi karşılıkların ikinci planda kalan ve ancak sonraları ortaya çıkan tali anlamlar olduğu kanaatindedirler. Karamanlıoğlu, kut kavramının tamamen devlet sözünün bugün de ifade ettiği anlamlar karşılığı olduğunu kabul ediyor; yani, hem hükümranlık, hem saadet. Bu yorum, doğruya en yakın olanı gibi görünmektedir. Oysa Yusuf, bilerek böyle bir dil oyunu yapmış olabilir. Belki de, bu dil oyunu sayesindedir ki, Kutadgu Bilig felsefi yoruma daha uygun bir hale gelmiştir: Hükümdar olabilecek kişi, hükümdar olmakla, ancak kendini gerçekleştirebilir. Bu amaca eriştiğinde tamamlanmış olur ve aynı anda mutluluğa da kavuşur. Zira mutluluğun önündeki en büyük engel eksiklik tir. Bugüne kadar, eserle ilgili yapılan çalışma- Yrd. Doç. Dr. Sinan Gönen*

22 AYIN DOSYASI larda, üzerindeki Hint-İran, Çin, Yunan ve İslam etkileri vurgulanmıştır. Bunların hepsi mümkün olabilir. Türkler İslamiyet i doğrudan doğruya Araplardan değil, İranlılar vasıtasıyla almışlar ve özellikle Maveraünnehir deki İran kültürüyle ilişkide olmuşlardır. Çin i iki bin yıldır tanımaktadırlar ve kültür alışverişinde bulunmuşlardır. İslam felsefesi ise, Yunan felsefesinin en büyük mirasçısı olmuş; özellikle Aristoteles felsefesi, bu topraklarda, başta Fârâbî ve İbn-i Sinâ olmak üzere temsil edilmiştir. Ancak bu durumların hiçbiri Kutadgu Bilig in özgün olmadığını göstermez. Çünkü Kutadgu Bilig in önemi, hikâyesinde ve şeklinde değil, içerdiği tartışmaların konusudur. Sosyal hayat, ahlak, bilgi ve özellikle devlet anlayışı hakkındaki fikirler, tamamen eski Türk geleneklerinin sonucudur. Kutadgu Bilig de iyiliği telkin hâlâ bağlı kalmayı sürdüren bir dinin, gerçekten evrensel nitelikte bir dine dönüşmesine yardımcı olmaktır. K u t a d g u Bilig ve Türklük bilgisi: Türk dili ve edebiyatının olduğu kadar, Türk kültür tarihinin de en muazzam eserlerinden biri olan Kutadgu Bilig, hâlâ el sürülmemiş bir abide hâlinde, karşımızda durmaktadır. Bugüne kadar, yalnız Kutadgu Bilig in değil, ondan önce veya sonra yazıl mış pek çok eserin, güvenle yararlanılacak bir şekilde işlenmemiş olmalarının sebepleri vardır. Bu sebeplerden biri, Türklerin ayrı devir ve farklı kültürel alanlarda vücuda getirmiş oldukları bu gibi eserlerin doğru okunup anlaşıl masını temin edecek esasların hâlâ yeterince hazırlanamamış olmasıdır. Türk dil bilgisi, kısa müddet içinde, büyük adımlar atmış olmakla beraber, diğer filolojilere nispetle, daha yeni bir ilim şubesidir. Bu sahada ya pılmış; fakat dağınık bir hâlde bulunan araştırmaların neticelerini kontrolden geçirip kolayca müracaat edilebilecek el kitapları hazırlamak, henüz tam manasıyla gerçekleştirilememiştir. Kendi sahasındaki araştırmaları teşvik ve tanzim edecek bir teşkilata sahip olmayan bu ilim şubesi nin gelişmesi, feragatle çalışan ve sayıları sınırlı olan âlimlerin şahsi gayret ve imkânlarına bağlı kalmıştır. Diğer mühim sebeplerden biri de, Türklük bilgisi sahasında; bir taraftan kendi kolları, diğer taraftan da Türklük bilgisiyle çok yakından temasta bulunması gereken ilim şubeleri arasında sıkı iş birliğinin sağlanamamış ol masıdır. Kutadgu Bilig in Arap harfleriyle yazılmış olan nüshaları, tam ola rak, ancak son yıllarda yayınlanabilmiştir. Bu eser üzerinde bugüne kadar yapılan araştırmalara esas teşkil eden nüshanın, son devir Uygur harfleriyle yazılmış eden sözlerin dayanağı ise, bütün dinlerde ve ahlakçı felsefe sistemlerinde rastlanabilen evrensel ilkelerdir ve kimsenin malı değildir. Bu tartışmaların dışında, çok yeni olarak, eser üzerinde bir Sümer etkisinden söz ediliyorsa da, bunu temellendirmek oldukça güçtür; yine de hükmü zamana bırakmak gerekir. Kutadgu Bilig, geçmişe referansla geleceği kurma çabası; yüzyıllar boyunca imparatorluklar kurmuş, bozkır atlı kültürünün pratik zekâ ve zihniyetini teorileştirme denemesidir. Jean- Paul Roux ya göre, Türk kültürü bakımından tartışılmaz bir öneme sahip Kutadgu Bilig, bunun yanı sıra başka bir işlevi daha gerçekleştirmiştir. Bu da, kavmî ve dilbilimsel köklerine Türkler İslamiyet i doğrudan doğruya Araplardan değil, İranlılar vasıtasıyla almışlar ve özellikle Maveraünnehir deki İran kültürüyle ilişkide olmuşlardır. Çin i iki bin yıldır tanımaktadırlar ve kültür alışverişinde bulunmuşlardır. olması da, kendisinden geniş ölçüde istifadeye engel olmuştur. Eseri ilk okuma ve tercüme tecrübeleri, Türk dil bilgisinin daha başlangıcına ve çok eksik olan bir hazırlık devresine tesadüf etmiş tir. Bu ilk tecrübelerin en mühimini teşkil eden Rus oryantalist Vasili Vasilyeviç Radloff un neşrettiği çalışmada, muhitin alışmadığı bir alfabe ve transkripsiyon sistemi kullanılmıştır.

23 Türk dil bilgisi, kısa müddet içinde, büyük adımlar atmış olmakla beraber, diğer filolojilere nispetle, daha yeni bir ilim şubesidir. Bu sahada ya pılmış; fakat dağınık bir hâlde bulunan araştırmaların neticelerini kontrolden geçirip kolayca müracaat edilebilecek el kitapları hazırlamak, henüz tam manasıyla gerçekleştirilememiştir. Bu durumun eserin yazılmış olduğu dilin fonetiğine aykırı olması, sadece konuya ilgili olanların değil, aynı zamanda bu sahada çalışanların da bu emeğin mahsulünden istifadesini güçleştirmiştir. Onun için bu araştırmalar da, tıpkı eserin nüshaları gibi, geniş okuyucu kitlelerine ulaşamamış, ilim çevrelerinde de önemine yakışan ilgiyle karşılanmamıştır. Böylece eser hakkında şimdiye kadar bildikleri miz, asıl metnin incelenmesinden çok, şu veya bu münasebetle, parça-parça yapılan temas neticelerine dayanır. Bunun sonucunda, öne sü rülen fikirler bazen birbirini tamamlasa da, çok defa yanlış ve birbirine zıt bir nitelik de göstermektedir. Kutadgu Bilig in bir kenarda unutulup kalmasının sebeplerinden biri de, Türk-İslam muhitinin çok mühim bir merhalesini teşkil etmesine rağmen, bugüne kadar tamamen meçhul kalmış olmasıdır. Türk tarihinin hiçbir devri tam manasıyla işlenmiş, maddi ve ma nevi varlıkları, tarih çerçevesi içinde, ahenkli bir şekilde yerleştirilmiş değildir. Varılan neticelerin kendinden evvelki ve sonraki devirlerle bağlantısının kurulduğunu iddia etmek, bugün için, mümkün değildir. Bunların ne ana kay nakları taranmış ve kontrol edilmiş, ne de bu devrin kültür malzemesi herkesin istifade edebileceği bir hâle getirilmiştir. Bu vaziyette ele geçen herhangi bir eseri ve onunla bağlantılı olan meseleleri, muhit ve tarih çerçevesi içinde tetkik etmek çok güçtür. Barthold, Karahanlılar devletinin tarihine ait pek eser yazılmamış olduğu fikrindedir; buna delil olarak bilhassa Şark tarihçilerinin bu sa haya ait bütün malumatı İran da yazılmış eserlerden almış olmalarını göstermektedir. Kutadgu Bilig in şairi Yu s u f u n büyük Türk hü kümdarı Tonga Alp Er (Efrâsyâb) hakkındaki malumatı İran kay naklarından öğrendiğini kaydetmesi buna eklenebilir. Yusuf un Kutadgu Bilig de fikirlerine müracaat ettiği şahıslar ile isimlerini zikretmediği devlet adamlarının sözleri, halk arasında dolaşacak şifahi nakillere benzemediği gibi, Mahmud Kâşgari nin eserinde gördüğümüz edebî parçaların da hepsi, halk edebiyatı mahsulü olmasa gerektir. Mahmud un Türk şairinin adı diye tarif ettiği Çuçu, belki fazla izaha lüzum göstermeyen bilinen bir şahsiyetti. Türk milletinin ayrı ayrı devirlerini bildiren en mühim eserler, birer tesadüf eseri olarak keşfedilmiştir. Orhun abideleri ve hâlâ pek az kısmını görebildiğimiz muazzam Uygur edebiyatı bu şekilde öğrenilmiştir. Türk si yaset, edebiyat ve kültür tarihinin aydınlanması için, böyle tesadüfleri beklemek doğru değildir. Eski Türk kül tür merkezlerinde, bir plan dâhilinde, kazılara devam etmek zorunlu bir vazifedir. Aynı şekilde, dünya kütüphanelerinin tozlu rafları arasında, aynı tarzda yapılacak planlı araştırmalardan da çok ve rimli neticeler alınacaktır. Yusuf ile Mahmud, aynı devir ve ay nı muhitin yetiştirdiği Türk münevverlerinin temsilcileridirler. Eserlerini birbirlerinden uzakta yazmış, birbirlerini tanımamış ve bilmemiş olmalarına rağmen, ikisi de aynı malzeme üzerinde çalışmışlar ve birbirlerini tamamlamışlardır. Mahmud, bilhassa dil sahasında, devri için özgün, çağının ilerisinde bir filolog zihniyetiyle çalışmış, nispeten yeni olan mukayeseli dil tetkiki tarihinde mühim bir yer almağa hak kazanmıştır. M a h m u d u n ilgisi, yalnızca dil alanıyla sınırlı değildir. O Türk milleti ve Türk memleketleri hakkında tarihî malumatı ihmal etmediği gibi, kendi devri için de değerli gözlemlere sahiptir. Türk dünyası nın mühim bir kısmını dolaşmış, Türk halkının yaşayışını görmüş, bizzat göremediği Türk kavim ve ülkeleri hakkında bilgi top lamıştır. Geniş sahaya yayılmış olan bu kavimlerin oturdukları yerleri bir harita üzerinde tespit ve ayrı Türk boylarının birbirleriyle olan münasebetlerini tetkik etmiştir. Eserine, herhangi bir sözü belgelemek için koyduğu edebî parçalar yalnız bu maksatla toplanmış şeyler olmayıp icabında müracaat ettiği ve el altında bulundurduğu eserlerden alınmış olsa gerektir. Belki Mahmud bu eserlerden başka bir şekilde de yararlanmış olabilir. Muhakkak ki, Mahmud un yazmış olduğunu söylediği, fakat bugüne kadar meçhul kalmış olan gramer kita-

24 AYIN DOSYASI bından başka bilinmeyen eserleri de vardır. Mahmud un bize kadar gelmiş olan eserinden, onun daha çok Türk millî bünyesinin dış kısmıyla ilgili oldu ğu görülüyor. Yusuf ise, bu millî bünyenin iç kısmı üzerinde durmak tadır. O da milletinin tarihine ve Türk fikir mahsullerine yakından va kıftır ve sırası geldikçe bunlardan bol bol istifade eder. Türklerin içtimai teşkilatını yakından bilir. Gençliğinden beri devlet teşkila tı içinde mühim vazifeler görmüş ve belki de ölünceye kadar aynı teş kilat içinde çalışmaya devam etmiştir. Yusuf un eseri ilk bakışta doğrudan doğruya devlet teşkilatıyla ilgili görünse de, şair eserinde, tecrübenin verdiği bir olgunlukla, cemiyeti teşkil eden fertler ile bunların cemiyet içindeki mevki ve vazifelerini tayin etmeğe daha çok yer vermiştir. Burada Kutadgu Bilig in yazıldığı devir ve muhitin içtimai bünyesi, gerek ayrı fertler, gerekse ayrı sınıf ve zümrelerin bilgi ve fikir seviyeleriyle anlatılacaktır. Eserin tahlili sırasında bu sahalarda Türklerin geliştirdiği özellikler ile komşu millet ve kültür daireleriyle olan münasebetleri nin etkileri üzerinde de ayrıca durulacaktır. Yusuf bu meselelere, bazen bunlara tahsis etmiş olduğu ayrı bâblarda, bazen de dolaylı olarak temas etmektedir. Eserin esasını teşkil eden olgun insan kavram ve tarifi yanında, daha birçok faziletler vardır. Bunlar arasında her türlü bilgiyi edinmek, okumak, yazmak, güzel yazmak, bütün alfabeleri ve bütün dilleri bilmek, şiir yazmak, söz sanatları, hesap ve geometri öğrenmek, astronomi ilmine vâkıf olmak, tıp bil mek, rüya tabir etmek vb. gibi, devrin ilim şubelerini teşkil eden mevzuları vardır. Bunların yanı sıra, Türklere has avcılık, ok atmak, kuşçuluk ve satranç oyunları gibi maharetlere ait bahisler de vardır. Yusuf bunları bazen ayrı bir bilgi şubesi gibi vasıf landırıyor, bazen de bunların sosyal hayata uygulanması üzerinde du ruyor. Yusuf, münevver ve mütefekkir bir şahsiyet sıfatıyla, kendi devir ve muhitinde elde edilebilecek bütün bilgi ve fikirleri edinmeğe çalışmış, bunların bir kısmını bizzat elde etmiştir. Eserde kullanılan bazı terimler, Arapça ve Farsça eserlerden de istifade edildiğini göstermektedir. Eser incelendiği zaman Yusuf un Arapça ve Farsça bildiği, İslam dünyasını alakadar eden ilim şubeleri ile edebiyatlarını takip ettiği kolaylıkla anlaşılabilir. Kitapta bu muhitin eski Türk malze mesini teşkil eden burkancılık (Uygurların Budizme verdikleri ad; Burkan, Buda demektir) kültür ve felsefesine de aşina olduğunu belirten emareler vardır. Makam sahiplerinde ve bilhassa dev let başkanlarında bulunması gereken vasıflarda, Y u s u f ile İslam âlemi nin ilk ve büyük filozofu F a r a b i (ölümü, 950) arasında, çok sıkı bir yakınlık vardır (krş. Sadri Maksudi Arsal, Hukuk Felsefesi Tarihi, İstanbul, 1946, s. 130 vd.). Şairin soydaş ve vatandaşı olan Farabi nin eserlerini mütalaa etmiş ve onun fikirlerini belki herkesten daha iyi anlamış olduğunu kabul etmek mümkündür. X. ve XI. asırların baş lıca mümessillerinden olan bu iki mütefekkirin eserlerini mukayeseli bir tetkike tabi tutmak, bu yakınlığın nerelere kadar gittiğini göstereceği gibi, Türk fikir hayatının gelişmesini izaha yarayacak mühim sonuçlar da verebilecektir. Eserinde Bir Defa Adı Geçiyor Eserde kullanılan bazı terimler, Arapça ve Farsça eserlerden de istifade edildiğini göstermektedir. Eser incelendiği zaman Yusuf un Arapça ve Farsça bildiği, İslam dünyasını alakadar eden ilim şubeleri ile edebiyatlarını takip ettiği kolaylıkla anlaşılabilir. Yusuf kendi adını, eserinde yalnız bir defa zikretmektedir (bk. beyit 6627). Onun hâl tercümesi hakkında bildiklerimiz, Kutadgu Bilig i oku yuculara takdim etmek maksadıyla, sonradan eklenmiş olan manzum ve mensur mukaddimelerde verilen bilgilerden ibarettir. Bunlardan anlaşıldığına göre, şair Balasagun = Kuz- Ordu da (A ve C nüshalarını kopyalayanlar bu ismi artık bilmiyorlar) doğmuştur. Asil bir aileye mensup olup ilmi, faziletleri, dinin kurallarına hakkıyla uymasıyla cemiyetin içinde en yüksek hürmet mertebesine erişmiş bir zattır. Eserini Balasagun da yaz mağa başlamış, sonra Kâşgar a giderek, orada tamamlamış ve Tavgaç Kara Buğra hanlar hanının huzurun-

25 da okumuştur. Hükümdar, şairin kalem kudretini takdir ederek ona iltifat etmiş ve yanına alarak ona has hacip unvanını vermiştir. Bundan dolayı adı Yusuf Has Hacip veya Yusuf Uluğ Has Hacip diye anılmaya başlamıştır. Eserin içinde, şairin temas ettiği mevzulardan hayatının bazı noktalarını, bir dereceye kadar, tespit veya tahmin etmek mümkünse de, tam bir hâl tercümesini vücuda getirmeye imkân yoktur. Üze rinde 18 ay uğraştığı eserini 462 de (1069/1070) tamamladığına ve yaz maya başladığında 50 yaşlarında olduğuna bakılırsa, Y u s u f 410 (1019) yılı, civarında doğmuş olmalıdır. Ölümü hakkında malumat yoktur. Eserin ilave kısmında, kendisinden bahsederken, ihtiyarladığını hayatını insanlara hizmetle geçirerek, Tanrıya ibadette geç kaldığını söylemesinden, oldukça uzun yaşamış olduğu düşünülebilir. Eserin metni tamamen anlaşılmadan ve eserde geçen konular üzerinde mümkün olan bütün tahliller yapılmadan, ayrı ayrı parçalardan herhangi bir netice çıkarmaya kalkışmak, insanı yanlış yollara sevk edebilir. Nitekim bugüne kadar yapılan bazı tecrübelerde de bunu görmekteyiz. Bu ihtiyat kapısını açık bırakmak şartıyla, Kutadgu Bilig de kut (saadet, ikbal, devlet), Ay-Toldı; ukuş (akıl), Ögdülmiş in şahıslarında temsil edilmişse de aslında bu tanımlamalarda şairin kendisini tasvir etmiş olduğunu söyleyebiliriz. Bu ikisi hakkında eserden öğrendiklerimiz, Yusuf un şahsı hakkında bildiklerimize uymaktadır. Her türlü faziletlere sahip fakat kendi muhitinde bu faziletlerinden istifade edilemediği için vaktini boşa harcayan Ay-Toldı, bir gün hükümdar Kün-Toğdı nın iyiliklerini, meziyetlerini ve kendi etrafına faziletli adamları topladığını öğrenir. Onun hizmetine girmek, kendisine faydalı olmak amacıyla uzun ve eziyetli bir yolculuğa katlanarak, hükümdarın bulun duğu şehre gider. Servetine işaret eden yanında götürdüğü altın, onun sadece hükümdarın hizmetine girmek ona emeliyle harekete geçtiğini gösteriyor. Eserde bu seyahat ve yabancı şehirdeki ilk günler, şair tarafından, çok doğal bir şekilde ve hissedilerek yazılmıştır. Bu kısımda Ay-Toldı nın seyahati ve hakkındaki tasvir ile bu seyahate Eserin metni tamamen anlaşılmadan ve eserde geçen konular üzerinde mümkün olan bütün tahliller yapılmadan, ayrı ayrı parçalardan herhangi bir netice çıkarmaya kalkışmak, insanı yanlış yollara sevk edebilir. neden olan fikrin, şairin doğrudan doğruya kendi hayatı ve tecrübesinden çıkarılmış olması müm kündür. Şairin bu hükümdarı daha Taraz hâkimiyken yakından tanıdığı ve tahta çıkınca da yanına gittiği düşünülebilir. Kitapta Ay-Toldı nın bundan sonraki hususi hayatı hakkında bilgi yoktur. Yalnız ihtiyarlayarak, ölüm yatağına düşünce, daha genç yaşında olduğu anlaşılan oğlu Ögdülmiş meydana çıkar. Gerçi oğul tabiri, eserin bazı yerlerinde, genellikle küçüklere hitap için kullanıl maktaysa da, bu kelimeyi, 186. ve 190. beyitlerde Yusuf un kendi oğlu manasında anlamak da mümkündür. Şairin dağınık veya toplu hâlde kendi hâletiruhiyesini anlatan parçalar ile Ögdülmiş in hayatının son zamanları karşılaştırılırsa, Ögdülmiş in tasvirinde yine Y u s u f u n kendisini bulmak mümkündür. Bilhassa hayatının sonlarına doğru Ögdülmiş in, kendisini sıkı bir nefs muhasebesinden geçirerek, dünya işle rini bırakmak ve ibadetle meşgul olmak arzusu, şairin eserinin sonunda kendisi hakkında söylediği sözlere tamamen uymaktadır. Şairin Tasavvur Ettiği İdeal Hayat Bununla beraber Kutadgu Bilig in bir otobiyografi olduğu düşün cesine kapılmamak gerekir. Eserde tasvir edilen hayat ile idealize edilmiş olan şahısların, şairin kendi devrinden önceki bir zamana ait olduğu açıkça bellidir. Y u s u f, ideal fertlerden teşekkül eden cemiyet ve devleti gözler önüne serdikten sonra, kendi devrinden acı acı şikâyet eder; eserinde büyük bir meziyet olarak gösterdiği hareket ve düşüncelerin artık kalmadığını söyler: onlar o zaman adam idi iseler, bugünkü halk nedir; eğer biz adam isek, onlara şüphesiz melek demeli (bk. beyit 6427-6528). Eserin kaleme alınmasında asıl maksadın insanları şairin tasavvur ettiği ideal bir hayata kavuşturmak olduğu açıktır. Yusuf, inanmış bir Müslümandır. O Allah ın varlığına ve birliğine, gönülden inanır. Allah insanı seçerek yarat mış ve ona en büyük faziletleri vermiştir. Hayır ve şer Allahtan dır ancak, insan ne ekerse, onu biçer. İbadet lazımdır, fakat bu tek başına bir gaye değildir; insanın iyiliği,

26 AYIN DOSYASI onun toplum içinde faydalı olup olmamasıyla ölçülür (bu mevzuda, Ögdülmiş ile Odgurmış arasında geçen konuşma dikkate değerdir). Ölüm mefhumu, insanları iyi yola sevk etmek için, en mühim etkenlerden biridir. İyi ve kötü şahıslar için, sevap ve günah olarak, cennet ve cehennemden ziyade, insanların onlar hakkında, bu dünyada verdikleri hüküm önemlidir. İyi ad bırakarak ölmek ve öldükten sonra, iyi olarak anılmaya devam etmek, insan için en yüksek gaye ve asıl mükâfattır. Yukarıda da işaret edildiği gibi, Yu s u f, devrinin en geniş manada, bir âlim ve düşünürüdür. Onun askerî zümreyle alakası olmadığı, bu zümreye temas ettiği vakit kullandığı ifade tarzından bellidir. Y u s u f, gerek şair ve gerek mütefekkir sıfatıyla, kendi öneminin farkındadır ve bundan iftiharla söz etmekten geri kalmaz. Yusuf, Kutadgu Bilig in ithafiyesinde (bk. beyit 112 115) eserinin ebediyeti hakkında emin olduğunu söyler; aradan geçen dokuz asır onu haklı çıkarmıştır. Bu bile, şahsiyetinin kuvvetini göstermek için yeterli bir delildir. O tarihe karışarak unutulup gidecek bir hükümdara eserini ithaf ederek yeniden bir hayat bağışlamakla kalmamış, Türk tarihinin önemli bir devresi için, kendisinin severek kullandığı tabirle sönmeyen bir meşale yakmıştır. İsminden de anlaşıldığı gibi (kut-ad-gu bili-g), insana her iki dünyada, tam anlamıyla, kutlu olmak için gerekli olan yolu göstermek maksadıyla, kaleme alınmış bir eserdir. Birbiriyle çok sıkı bağlı olan fert, toplum ve devlet hayatının ideal bir şekilde tanzimi için lazım olan zihniyet, bilgi ve faziletlerin ne ol duğu, ne şekilde elde edileceği ve nasıl kullanılacağı üze rinde duran şair-düşünür, kendi devrinde gündelik hayatın üstünde yükselenlerin düşüncelerine de tercüman olmuştur. O, iyi olmaları için, makam sahiplerine tatsız mecazlarla ahlak dersi veren kuru bir nasihatçı değildir. Yu s u f bu eseriyle, hayatın manasını tahlil ve insanın cemiyet; dolayısıyla devlet içindeki vazifesini tayin eden bir hayat felsefesi sis temi kurmuştur. Yusuf un Kutadgu Bilig i ne sebeple kaleme aldığı açık olarak bilinmemekle beraber, eserde bunun dışarıdan ge len bir emir veya arzu üzerine yazılmış olduğunu gösteren bir işarete de tesadüf edilmez. O devirde Orta Asya da hanedan mensupla rının birbirine karşı mücadelelerinin kuvvetlenmiş olması ve bu iç kargaşa arasında, gerek fertlerin durumunun, gerekse cemiyet ve devlet esaslarının sarsıldığı göz önünde tutulursa, cemiye tin temelini teşkil eden ahlak prensiplerini yeniden düzenlemenin bir zaruret hâline gelmiş olduğu düşünülebilir. Y u s u f eserinin ayrı bir bâ bında; şairlerin yüksek makam sahiplerini överek veya kınayarak onlardan çeşitli çıkarlar sağladığını belirtir. Ancak, o bu şairler zümresinden değildir; eserini göze girmek, iltifat görmek ve ihsan koparmak maksadıyla, şahsi menfaat sağlamak için yazmamıştır. Yoksa eseri, bir methiye mecmuasından ibaret olurdu. Hâlbuki burada fert ve makam sahiplerinden, yerine getirilmesi her devirde güç olan fazilet ve fedakârlıklar istenilmekte; geçmişte var olduğu söylenen ideal bir cemiyetin tasviri yoluyla, şair kendi devrini tenkit etmiştir. Şahsî ihtiraslar ve geçici menfaatlerin arkasından koşuşan insanlar arasında, bu fikirlerin müdafaası kolay olmamıştır. Şair, bu eseri sayesinde, has hacip veya uluğ hacip mevkisini elde etmiştir. Fakat çevresindekilerin diken le ri Y u s u f u vakit vakit acı şikâyetlere sevk etmiştir. Günümüzde dahi böyle bir tezle ortaya çıkacak bir düşünürün karşılaşacağı zihniyet göz önüne getirilirse, eserin içten gelen bir duygu ve bulunduğu cemiyete karşı derin bir mesuliyetle kaleme alınmış olduğu düşüncesi kuvvetlenir ve şair bir mücahit mertebesine yükselir. Diğer Eserinde Aruz Kalıbını Kullandı Türk yazı dili malzemesine hâkim ve inceliklerine vâkıf olan; bu sahada Uygurların geleneklerini devam ve inkişaf ettiren diğer eserinde, İran sanatkârlarını örnek tutarak, aruz kalıbını kullanmıştır. Bunun kendisi için büyük bir meziyet veya kusur olduğu hakkında herhangi bir mütalaada bulunmadan önce, çağdaşlarının eserlerinin meydana çıkmasını beklemek daha doğru olur. Eser, şairin seçtiği, yarı hikâye-yarı temsil tarzındadır. Arada hareketi hazırlayıcı ve açıklayıcı mono loglar ve canlı tabiat tasvirleriyle süslenmiş sahneler, mükemmel bir üslûp ve mimari içine yerleştirilmiştir. Yusuf un, her şeyden önce, bir şair olduğunu unutmamak lazımdır. Kutadgu Bilig ne olayları nakleden bir tarih, ne şehirleri tasvir eden bir coğrafya, ne din âlimlerinin içtihatlarını toplayan bir telif, ne hâkimlerin fikirlerini savunan bir felsefe ve ne

27 Uygur alfabesininse, Orta Asya, Altın-Ordu ve İran sahalarındaki Türk devletle rinde XVII. asra kadar ve bazı hâllerde Fatih Sultan Mehmed devrinde İstanbul da bile kullanıldığı görülüyor. de şeyhlerin vecizelerine dayanan bir nasihat kitabıdır. Burada açıkça tarif edilen hiçbir isim yoktur. Bir edebî eserden böyle bir teferruatı beklemek ve esere, ayrı sahaların karanlık noktalarını aydınlatıp aydınlatmadığı bakımından paha biçmeye çalışmak dar görüşlülük olurdu. Yusuf, gündelik hayat kaygılarının üstüne çıkmış ve kendi muhitinin seviyesinden çok yükselmiş olmakla beraber, insan olarak, o muhitin bir semeresidir. Düşünce ve tasvirlerini, içinde bulunduğu muhitin anlayabileceği şekil ve usullerle terennüm etmek mecburiyetindedir. Şair eserinde, devrinin üslup ve tarzına uyarak, kendi fikirlerini takviye için, çok kişinin fikir ürünlerine müracaat etmiş görünmektedir. Eğer müracaat edilen bu şahıs ve eserler, bugün bizim için bir şey ifade et miyorsa, burada suç, öncelikle o günkü Türk muhiti ile bugün kü arasındaki seviye farkında aranmalıdır. Aynı önemde suçu olanlar, o devir hakkında bilgiye sahip olmadıkları gibi, bu yolda hiçbir esaslı teşebbüste bulunma yan bilim insanlarımızdır. Eserde çeşitli konulara ait fikirleri nakledilen ve cemiyetin muhtelif zümrelerine mensup şahısların isimleri geçmektedir. Bunla rın ya şairin devrinde yaşayıp eserleriyle tanınan ya da bu gibi vesilelerle böyle eserlerde adları geçen kimseler olduğuna şüp he yoktur. Mesela, bunlar arasında böke yavgusı (5043, 5523), ıla atlığı (841,1629, 2319), ıla begi (1779), ıla erkini (4752), il kend begi (216, 3460), Uluğ kend begi (5354), öge buyrukı (2941), Ötüken begi (1962, 2682), Türk buyrukı (1163), Türk hanı (3817), uç ordu begi (1594), uç ordu hanı (2966, 3815) ve yagma begi (1758) gibi, nispeten belirtilmiş olan şahsiyetler ve budun başçısı, ajun tutguçı, ajun ilçisi, ajunçı beg, ilçi beg, ilçi bügü, bügü beg, bügü bilge beg, bügü ilçi beg, törü bilmiş er, törü birgüçi vb. gibi, imalarla zikri geçen devlet adamları yanın da, âlim, hâkim, şair, muallim, kumandan, kahraman, dindar, tecrübeli ihtiyar, ruhaniler zümresine mensup zatlar ve başka birçok kimselerin fikirleri söylenmekte ve Arapça eserler (tazi tili) ile İran uleması (tejik bilgesi) zikredilmektedir. Hükümdar, akıbeti temsil eden Odgurmış ile görüştükten sonra Ögdülmiş e, dünyadaki hayatın ne olduğunu anlayarak, üzerindeki ağır yükü taşımakta devam etmek istemediğini söyler. Bunun üzerine, bu zat, hükümdarın yapacağı işleri hatırlatır ve ona iyi ad kazanması için yeni bir faaliyet sahası gösterir. Müslümanların birbi rleriyle kardeş olduklarını, onlara karışmamak lazım geldiğini, fakat kâfirlere karşı harekete geçmesini, ev-barklarını yakmasını, mallarının hazineye alınmasını, putları nı kırarak, yerine mescit yapmasını ve onlar arasında İslamiyeti yaymasını tavsiye eder. Şair bu eseriyle, Kâşgarlı yöneticilere, garb-i Türkistan devletlerinin iş lerine karışacak durumda olmadıklarından, şarka doğru, Burkancı (Budist) Uygurlar ve onların komşularına karşı harekete geçmelerini tavsiye eder. Ona göre bu, aynı zamanda dinî bir vazifedir. Kutadgu Bilig de askerî kuvvet hakkında yürütülen fikirlerden, bu devletin, pek büyük teşebbüslere girişecek durumda olmadığı sonucuna varılabilir. Kutadgu Bilig'in Asıl Nüshaları Kutadgu Bilig in bun dan sonraki tarihi de mühimdir. Eser, yazıldıktan bir müddet sonra unutulmuş veya çok dar bir muhitin istifadesine münhasır kalmıştır. Kutadgu Bilig iki defa, eserin kıymetini takdir eden zümrelerce tarihin karanlık perdesinin arkasından aydınlığa çıkarılmıştır. Her ikisinde de esere eklenmiş olan mukaddimeler, bunları yazanların fikir seviyelerini gösterdiği gibi, bu muhitlerin eser hakkındaki görüş lerini de ihtiva etmektedir. Bu sonradan yazılmış olan satırlarda, Türk tarihi ve bilhassa kültür tarihi için, istifade edebileceğimiz bazı nokta lar da vardır. Y u s u f kendi eserini kısa, fakat veciz bir şekilde takdim etmiştir (bk. beyit 350-352): Kitab atı urdum Kutadgu Bilig Kutadsu okıglıka tutsu elig

28 AYIN DOSYASI Sözüm sözledim men bitidim bitig Sunup iki ajunnı tutgu elig Kişi iki ajunnı tutsa kutun Kutadmış bolur bu sözüm çın bütün (Kitap, adını Kutadgu Bilig koydum / Okuyana kutlu olsun ve yol göstersin / Sözümü söyledim ve eserimi yazdım / Elini uzatan iki dünyayı kut ile tutarsa / o kutlu olmuş olur; bu sözüm doğrudur, inan) Eserin esasını teşkil eden dört şey (neng) ile bunları canlandıran sembolik şahsiyetler şunlardır: (bk. beyit 355-357); 1. Kün-Toğdı köni törü (doğru kanun), 2. Ay-Toldı kut (saadet, ikbal, devlet), 3. Ögdülmiş ukuş (akıl) ve 4. Odgurmış akıbet (hayatın sonu). Kitaba ilk ilave edilen manzum mukaddimede, bir taraftan eserin kendisi ve müellifi hakkında bilgi verilmekte, diğer taraftan mukaddimeyi yazanın fikirlerine göre, eserin en önemli kısımları tebarüz et tirilmektedir. Bu 77 beyitlik mukaddimeyi yazan şair, gerek kendisi, ge rek çevresi ve devri hakkında açık bir fikir edinmemize yarayacak hiçbir ipucu vermemiştir. Kutadgu Bilig in üslubunu benimsemiş olan bu şairin, eserin esas fikrini iyi kavramamış olmasına rağmen, terkip kud retine sahip bir sanatkâr olduğu görülüyor. Türk muhitinde daha sonraları umumî olan bazı yorum ve terimler dışında, manzum mukaddime nin dili Kutadgu Bilig inkine çok yakındır. Bu önsözden artık bu muhitte birçok Türkün Kutadgu Bilig in manasını doğrudan doğruya anlayamadıkları ve izaha lüzum görüldüğü anlaşılıyor. Eserin Buğra Han vakti içinde, han dilince, söylendiği ve Kâşgar ilinde tamamlandığı kaydıyla ile Arapça ve Farsçaya mukabil, bizim dilimiz ve kendi şiiri için Türkçe tabirlerini kullanmasından, mukaddimeyi yazan şairin, Kâşgar dışında ve daha sonraki bir devre mensup olduğu anlamı çıkıyor. Mukad dimeyi yazanın, Balasagun yerine, Kuz-Ordu ismini kullanmış olmasının da, devrini tayinde bir yardımı olacağı görülmektedir. Bu mukaddimeye göre, eser çok kıymetli bilgileri ve hâkimlerin sözleriyle teyit edilmiş fikirleri kapsayan, çok faydalı ve aziz bir kitaptır. Bu kitap herkesin işine yaradığı gibi, bilhassa hükümdarlara (burada ilig veya beg yerine melik tabiri kullanılmaktadır) memleket idaresi için gereklidir. Bir devletin ayakta durması veya yıkılmasının sebeplerini izah eder ve onu korumanın şartlarını anlatır. Memleketi idare etmek için lazım olan vasıfları, hükümdarların halka, halkın hükümdarlara karşı haklarını; halkın itaatli ol ması için, hükümdarların tebaasına nasıl muamele edeceği, kimlere yakın, kimlere uzak duracağı, idarede nasıl bir siyaset ve feraset kullanacağı anlatılır. Kitapta askerin tanzimi ve harp etmek usulleri ile düşmanın mağlûp edilmesi için çareler gösterilir. Çin ve Maçin hâkimleri ve Şark ilindeki bütün Türk ve Çin, bu kitabın faydalı bir eser olduğunda müttefiktirler. Şark meliki ve Maçin beylerinin hepsi bu kitabı benimsemişlerdir. Miras yoluyla kendilerine kalan bu eseri başkalarına vermemişlerdir. Ayrı memleket, şehir ve saraylarda bu illerin hâkimleri, kendi âdet ve usullerine göre, kitaba ayrı ayrı ad vermişler; Çinliler, Edebü l-müluk; Maçinliler Enisü l-memalik; Şark ilinin büyükleri Ziynetü l-ümera; İranlılar Şahname ve Turanlılar Kutadgu Bilig demişlerdir. Bunlardan anlaşıldığına göre, mukaddimeyi yazanın muhitinde Kutadgu Bilig bir nevi siyâsetname olarak telakki edilmektedir. etmektedir. Türklerin muhtelif zümrelerince esere verilmiş olduğu söy lenilen diğer isimler de, bunun bu şekilde anlaşıldığını göstermektedir. Eserin asıl önemli olan insanî ve beşerî kıymeti, bu suretle ikinci plana atılarak, kitapta çok tali bir yer işgal eden askerlik işleri gibi meseleler ön plana alınmıştır. Arapça ve Farsçada pek çok kitap olduğu halde, Şark ilinde, bütün Türk ve Çin de bunun gibi bir kitabın, bundan evvel ve sonra, yazılmamış olması kaydından da, bu mukaddi meyi yazanın irfanca pek parlak bir seviyede olmadığı anlaşılıyor. Eserin üzerine bina edilmiş olduğu 4 temelin (bu rada: nik şerif ) üçüncüsü olan ukuş, mukaddimede hired, dördüncüsü olan akıbet ise kanaat şeklinde geçmekte olup bu keyfiyet son zamanlarda Kutadgu Bilig in üzerinde uğraşanları yanlış yola sevk etmiştir. Eserin en mühim motiflerinden birini teşkil eden akıbet in burada kanaat (bazen kanaat ve afiyet ) şekline girmesinin sebebi, bir yanlış okuma neticesi olabilir; her hâlde mukaddimeyi yazanın buna yeni bir mana vermek istemiş olmasını tasavvur etmek müm kün değildir. Bunlardan anlaşıldığına göre, mukaddimeyi yazanın muhitinde Kutadgu Bilig bir nevi siyâsetname olarak telakki edilmektedir. Üçüncü Defa Sahnede Kutadgu Bilig in üçüncü defa meydana çıkarılması, daha sonraki bir devreye aittir. Bu defa esere manzum mukaddimenin eksik ve kötü bir özeti olan mensur bir önsöz eklenmiş; fakat bunun ne zaman ve nerede yazıldığı hakkında hiçbir bilgi verilmemiştir. Dil ve

29 üslup hususiyetleri, bu önsözün daha yeni bir devreye ait oldu ğu konusunda hiçbir şüpheye yer bırakmıyor. Mukaddimeyi yazanın, eser ve kıymeti hakkında, özel bir görüşü de yoktur. Eseri okuyan ve onu izah edenin, k i t a b ı n kendis i n d e n d a h a aziz olduğu kaydından, eserin bu devirde yeterince anlaşılamadığı sonucu çıkarılabilir. Coğrafya ve kavim isimleri burada daha çok basitleştirilmiş, millet ismi olarak, Türk tabiri büsbütün atılmış, yerine Çin, Maçin ve Meşrik tabirleri kullanılmıştır. Manzum mukaddimedeki melik tabiri yerine, padişah kelimesi tercih edilmiştir. Y u s u f u n doğduğu yer için Balasagun ismi kullanılmış ve şairin eserinden dolayı almış olduğu has hacip unvanı burada uluğ has hacip şekline girmiştir. Bu mukaddimelerden Kutadgu Bilig in ikinci ve üçüncü defa canlanmasının, eserin asıl yazılmış olduğu muhitin dışında ve birbirinden oldukça uzun aralarla gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Ancak bunları, zaman ve mekân bakımından, daha dar bir çerçeve içine almak şimdilik güçtür. Her iki mukaddimedeki coğrafi terimler, bunların Kâşgar ın batısında yazıl mış olduğunu göstermektedir. Türk ülkesinin şark bölgelerinde, böyle bir eserin dikkati yeniden üstüne çekmesine en uygun yer olarak, Türk kültür merkezlerinin en mühimi olan Semerkand düşünülebilir. Manzum mukaddimedeki bazı yeni sözcükler (örnek: ukuş yerine hired) bu merkezin İran etkisi altında bulunduğu devri hatırlattığı gibi, devlet idaresi ve bilhassa askerlik işlerinin ön plana alınmış olması da, mukaddimenin yazıldığı muhitin kargaşalık devrine tesadüf etmiş olmasıyla izah edilebilir. Kutadgu Bilig in bugün elimizde bulunan her üç nüshası, eserin bu üçüncü tedvinine aittir. Aynı nüshanın birer el yazması kopyası olan eli mizdeki nüshalar aralarındaki farklara bakılırsa, eserin yazıldığı tarih ten asırlarca sonra tespit edilmiş olan bu yeni metinlerin, ne gibi deği şikliklere uğramış olacağını tasavvur etmek güç olmaz. Mevcut nüsha ların birbirlerine olan münasebetleri hakkında bir hüküm vermek için daha erken olmakla beraber, Mısır ile Herat nüshalarının, Fergana nüs hasına nispetle, birbirine daha yakın olduğu söylenebilir. Türk dilinin XI. asırdan sonraki gelişimi göz önünde tutulursa, bu değişikliklerin eserin lehine değil, aleyhine olduğu kolayca tahmin edilebilir. Metinde, eserin yazıldığı tarihte bulun ması gereken bazı ses ve eklerin daha sonraki şekilleriyle karışık kullanılmasını, kafiye ve vezin bozuklukları ile yabancı sözcüklerin bulunmasını, Y u s u f un kaleminden ziyade, eserin geçirdiği bu maceralara atfetmek daha doğru olacaktır. Bunlara bir de el yazması metni yine el yazması olarak kopyalayanların bilerek veya bilmeyerek kattıkları uygunsuzluklar da eklenmelidir. Daha eski devirlere ait nüshalar, hiç olmazsa, eserin ikinci defa yazılmış şekli ele geçinceye kadar, eserde görülen uygunsuzlukları şair hesabına kaydetmek, ona karşı büyük bir haksızlık olacaktır. Bu Türk d i l i n i n tarihî gelişimi meselesini de lüzumsuz bir karışıklığa itecektir. Y u s u f u n, Kutadgu Bilig i yazarken, kullanmış olduğu alfabe sık sık tartışma konusu olmuştur. Bu devirde Kâşgar ve civarının İslam muhitiyle olan sıkı bağlılığı ve İslam edebiyatının buralarda kendine bir zemin hazırlamış olduğu da göz önüne alınınca, Türklerin o devirde, millî alfabeleri olan Uygur alfabesi yanın da, Arap alfabesini de yakın olmaları kabul edilebilir. Kutadgu Bilig in ithaf edildiği hükümdarın devrine ait Yârkend de tanzim edilmiş mah keme kayıtları arasında, Uygur harfleriyle yazılanlarla birlikte, Arap harfleriyle yazılmış Türkçe ve Arapça vesikalar da tespit edilmiştir. Bu vesikaların bazılarında şahitlerin imzaları Uygur harfleriyledir. Yusuf a gelince, yukarıda da işaret edildiği gibi, şairin bu alfabelerden ikisini de aynı kolaylıkla kullanacak durumda olduğu şüphesizdir. Yalnız Mahmud Kâş gari,bu muhitte, bilhassa resmî muamelede, hangi alfabenin esas olarak kullanıldığı meselesinde kesin hükme varmıştır. Mahmud un ifadesinden Türk yazısı olarak adlandırılan Uygur alfabesinin o muhitte artık Türkler arasında (eskiden kullanılmış olan diğer alfabeler yerine) tek bir yazı olarak kullanıldığı anlaşı lır. Kâşgar dan yukarı Çin e kadar, bütün Türk ülkelerinde hükümdar ve beylerin yarlığ (ferman) ve mektuplarının Uygur alfabesiyle yazıldığına bakı lırsa, idarede bu alfabenin hâkim olduğu anlaşılır. Uygur alfabesi ile yan yana kullanılan Arap alfabesinin hangi ta rihten itibaren hâkim vaziyete geçtiğini şimdilik bilmiyoruz. Uygur alfabesininse, Orta Asya, Altın-Ordu ve İran sahalarındaki Türk devletle rinde XVII. asra kadar ve bazı hâllerde F a t i h S u l t a n Mehmed devrinde İstanbul da bile kullanıldığı görülüyor. Bu durumda, Kutadgu Bilig in

30 AYIN DOSYASI hükümdara takdim edilen asıl nüshasının Uygur harfleriyle yazılmış olduğunu kabul etmek, şimdilik, daha doğ ru olur. Kutadgu Bilig in bizi burada alakadar eden ve bugün elimiz de bulunan nüshalarına esas olan üçüncü defa yazılışında kullanılan alfabeye gelince, bunun Arap harfleriyle yazılmış olduğunda şüphe edilecek bir cihet yoktur. Uygur alfabesi ile yazılmış olan Herat nüsha sının da Arap harfleriyle yazılmış bir nüshadan kopyalandığı muhakkaktır. Kutadgu Bilig in bugünkü nüshaları Kâşgar dan yukarı Çin e kadar, bütün Türk ülkelerinde hükümdar ve beylerin yarlığ (ferman) ve mektuplarının Uygur alfabesiyle yazıldığına bakı lırsa, idarede bu alfabenin hâkim olduğu anlaşılır. A. Herat n ü s h a s ı : Kutadgu Bilig in ilk malûm olan ve dolayısıyla bu eser üzerindeki çalışmalara esas teşkil eden nüshası Herat nüshasıdır ki, Arap harfleriyle kopyalanmış bir el yazmasından Uygur harflerine çevril miştir. Kopyalayan kişinin oldukça işlek yazabilecek bir şekilde Uygur alfabe sine vâkıf olduğu görülüyor. Ancak nüsha çok itinasız yazılmıştır. Belli başlı bir kütüphane veya şahıs için değil, sanki müsvedde olarak tasarlanmıştır. Bi r çok defa beyitlerin, mısraların yerleri değişmiş, kelime ve satırlar atlandığı gibi, zaman zaman satır tekrarları olmuştur. Sonra yanlışlığın farkına varılarak düzeltilmeye çalışılmış; eksik satırlar olması gereken yerde satır aralarına sıkıştırılmış ve mükerrer satırlar, itinasız bir şekilde üzerleri çizilerek iptal edilmiştir. Seyitleri ihtiva eden kısım eksiktir. Bunun, kopyalayan yazıcının dikkatsizliği yü zünden ileri geldiği düşünülebileceği gibi, bu kısmın kopya edilen nüshada da eksik olması ihtimali vardır. 98. sahifenin so nundan itibaren 2739.-3473. beyitleri ihtiva eden sahifeler, herhâlde tanzim edildikten sonra kaybolmuştur. Arap harfleriyle yazılmış olan esas nüshada noktaların bulunmaması veya bunların karışık olma sından ileri gelen yanlışlar da Herat nüshasında oldukça mühim bir yekün tutmaktadır. Kopyalayan büyük ihtimalle Kutadgu Bilig in metnini pek iyi okuyamamış; Uygur harflerine çevirirken, manalarını bilmediği ve bilhassa vokal işaretsiz yazılan kelimeleri çok defa kendi düşüncesine göre okumuş veya onların yalnızca şekillerini nakletmiştir. Bazı kelimelerin altında manalarını kaydetmeye lüzum görmesinden ve böyle yaparken, bazen yanlışlıklara düşmüş olmasından da, metni yeterince anlamadan kopyaladığı anlaşılmaktadır. B. F e r g a n a n ü s h a s ı: Kutadgu Bilig in ele geçen nüshaları ara sında en mühimi olan Fergana nüshası hakkında, nüshayı bulan Fitret, Maarif ve okutguçı mecmuasında, eser hakkında genel bilgiyle bu nüshanın 145. sahifesinin tıpkıbasımını vermiş; fakat nüshanın açıklamasını yapmamıştır. Bu makaleden yalnızca nüshanın sahifelerinin dağılmış ve sonradan bir araya getirilerek, dikilmiş olduğunu ve dörtlük lerin altın suyuyla yazıldığını öğreniyoruz. Bu nüshayı 1913 yılında Nemengân da bir şahsın özel kütüphanesinde görmüş olan A hmed Zeki Velidi de eserin ithaf kısmına ait bir başlık ile metinde Kutadgu Bilig in ismi geçen kıs mından üç beyit nakletmekle yetinmiş; fakat nüsha hakkında ayrıca malumat vermemiştir. Nakledilen başlık ve beyitlerdeki farklar her hâlde dikkatsizlik eseri olacaktır ve bunların aynı nüsha olduğunu kabul etmek mümkündür. Nüshanın baş ve son kısmı eksiktir. Nerede, ne zaman, kimin tarafından ve kimin için yazılmış olduğu hakkındaki kayıtlar da bu eksik sayfalarla birlikte kaybolmuştur. Yazıldığı tarih hakkındaki bilgimiz de yalnız tahminden ibarettir. Takriben 30 sayfalık bir kısım eksiktir. Birkaç sayfa dışında, nüsha çok iyi muhafaza edilmiştir. C. M ı s ı r nüshası : Kutadgu Bilig in Mısır nüshası 1896 da Kahire de, Hidiv (Osmanlının Mısır valisi) Kütüphanesinin o zamanki müdürü Alman âlimlerinden Moritz tarafından bulunmuştur. Bu kütüphane düzenlenirken, bodrum kata atılmış olan dağınık kitap ve sahife yığınları göz den geçirildiği sırada, Kutadgu Bilig e ait parçalar toplanarak, bir ara ya getirilmiş, böylece tesadüflerin yardımıyla, bu mühim nüs ha kaybolmaktan kurtarılmıştır. Radloff un verdiği bilgiye göre, bu nüshanın sayfaları 35 36 cm büyüklüğünde, satırları 18,5 cm uzunluğunda ve satır araları 1,5 cm genişliğindedir. Yazısı açık ve okunaklı nesih yazı karakteriyle yazılmıştır. Nüshanın başında ve ortalarında bazı sayfalar, rutubet etkisiyle zedelenmiş; büyük bölümü iyi muhafaza edilmiştir. Kitabın bulunması esnasındaki vaziyetten de tah min edilebileceği gibi, nüshanın bazı

31 kısımları zayi olmuştur. Nüsha çok dikkatle yazılmış ve atlanılmış kelime ve beyitlerin, yerleri işaretlenerek, sayfa kenarına eklenmiş olduğuna bakılırsa, nüsha yazıldıktan sonra, tekrar karşılaştırılmış olacaktır. Fotoğraflardan nüshanın ithaf sahifesi ile bâblarının başka bir renkte ve belki de altın suyuyla yazıl mış olduğu anlaşılıyor. D. Nüshalardan alıntı yapan mecmua: Kutadgu Bilig in bu üç nüshasından başka, bir de ayrı ayrı vesilelerle, eserdeki bazı beyitlerin zikredilmesine rastlanmaktadır. Bunlar dan iki beyit Ankara Milli Eğitim Bakanlığı Kütüphanesinde bir mecmuada bulunmaktadır. Fuat Köprülü incelemesi sonunda, mecmuanın 755 (1354) ten sonraki bir tarihte yazılmış olduğu kanaatine varmıştır. Mecmuadaki beyitler, o zaman artık Moğul hattı adıyla anılan Uygur harflerine ait fasılda bulunmaktadır. Kutadgu Bilig üzerinde çalışmalara başlarken, Fergana nüshası fotoğraflarının elde edilmesi için girişimlerde bulunulmuştu. 1934 yılında Türk Dil Kurultayı na iştirak eden Samoyloviç, Rus İlim Akademisi nin Kurultaya bir armağanı olarak, bu nüshanın bir fotoğrafını takdim etmiştir. Fakat aradan geçen zaman içinde bu fotoğraflar iyi muha faza edilememiş ve tıpkıbasımın yayını öncesinde, yeni bir fotoğrafa ihtiyaç duyulmuştur. Bu defa da fotoğraflar çekilirken, öncekin den daha dar bir karton çerçeve kullanılmış ve sayfalar, ister büyük ister küçük olsun, bu çerçeve içine sıkışmak durumunda kal mıştır. Böylece bazı sayfaların baş ve sol kenarları fotoğrafların dışında kalmıştır. M ı s ı r nüshası, yazı bakımından, nüshalar arasında en iyi ola nıdır ve fotoğraf tekniği bakımından da kusursuzdur. Onun için tıpkıbasımı hiçbir müdahale yapılmadan, basılabilirdi. Maalesef yayıncılar en çok bu nüsha üzerinde uğraşmışlar, silik görünen her nokta ve çizgi üzerinden kalem gezdirmişlerdir. İyi niyetle yapılan bu çalışmanın eserin lehinde olmadığını söylemeye lüzum bile yoktur. Buna bir örnek olmak üzere, 274 te noktasız t ile yazılmış olan tadung kelimesinin, böyle bir tashihten sonra, ladung şekline girmiş olmasını göstermek yeterlidir. Nüshalarda eserin ismini taşıyan başlıklara gelince; Herat nüshası nın ayrı bir baş sahifesi olmadığı görülüyor ki, bu hâl belki de nüsha nın müsvedde mahiyetinde yazılmış olmasından ileri gelmiştir. Fergana nüshasının ilk sayfası kaybolduğundan, nüshanın başında eserin isminin, herhangi bir şekilde, belirtilmiş olup olmadığını bilemiyoruz. Mısır nüshasına gelince, bunun baş sayfası mevcuttur; fakat eserin isminin bulunması gereken yerde, Okıgıl silig gibi, büsbütün başka bir ibare görülmektedir. Kutadgu Bilig metninin Herat nüshasına ait bir kısmını ilk defa neşretmiş olan Vambery, U ygur harfleriyle dizdirmiş olduğu kısımda Kutadgu Bilig isminin matbaa harfleriyle basılmış şeklini alarak büyütmüş ve bunu kırmızı renkle eserin baş sayfasına koymuştur. Radloff ise, aynı nüshanın so nunda İstanbul da ilave edilmiş olan bir kayıtta geçen Kutadgu Bilig kelimesini oradaki şekliyle büyüterek, bunu kendi yayınına başlık yapmıştır. Türk Dil Kurumu, tıpkıbasımları, Herat nüshasında görülen bu şekli aynen almış olduğu gibi, Fer gana nüshasının mensur mukaddimesindeki yazılış şeklini taklit ederek büyütmüş ve bunu Fergana ve Mısır nüshala rının kabında, bir başlık gibi, bastırmıştır. Hiç isabetli olmayan bu tarz, âdeta ananeleşerek devam etmektedir ki bunun okuyucuları şaşırtmak ve yanlış yollara sevk etmekten başka bir sonucu yoktur.