Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin? - Mutasarrıf demiş adam kabara kabara. - Sonra ne olacaksın? diye sormuş Nasrettin Hoca. - Herhalde vali olurum. diye cevaplamış adam. Daha sonra diye üstelemiş Hoca. 1 / 5
- Vezir demiş adam. - Daha daha sonra ne olacaksın? - Bir ihtimal sadrazam olabilirim. - Peki, ondan sonra -Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son makamını söylemiş: - Hiç. - Daha ne kabarıyorsun be adam. Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım: - Hiçlik makamında. Her şeyi ne güzel açıklıyor bu hiç kelimesi. Bu hayat aslında koskocaman bir hiç. Ama bunu anlamak çok uzun zamanımızı alıyor. Maalesef bazılarımızda bunu anlayamadan göçüp gidiyor bu hiçlik dünyasından. Ve arkasında ıstıraplarla dolu mutsuz bir hayat bırakarak. 2 / 5
Çoğumuz hayatımızdan memnun değiliz. Hep bir şeylerin ters gittiğini düşünürüz. Bitmek, tükenmek bilmeyen bir hırsın esiriyiz. Makam, mevki, şan, şöhret, mal, mülk peşinde koşar dururuz. Bütün bunları elde edince mutlu olacağımızı düşünürüz. Onun için bu uğurda amansız bir mücadelenin içine gireriz. Ne gariptir ki bütün bunları elde ettikten sonra bile mutlu olamayız. Çünkü gerçek mutluluk bunlarda değildir. Bunlar koskocaman bir hiçtir aslında. Oysa bizler bütün bir ömrümüzü koskocaman bir hiç için tüketiriz. Gerçek mutluluk ve huzurun anahtarını aslında bunların bir hiç olduğunu kabul ettiğimizde elde edebiliriz. O zaman mutluluğa, huzura ve sonsuz olana kapı aralarız. Hayatla mücadele etmez. Hayatın akışına ve ritmine ayak uydururuz. O zaman hayata eyvallah diyebiliriz. Allah tan(cc) gelen her şeye tevekkülle yaklaşırız. Bu dünyada çok az insana nasip olur bu hakikatin sırrına ermek. İşte o hakikatin sırrına erenlerin bir tanesi de Kanuni Sultan Süleyman dır. Kanuni Sultan Süleyman ın bir vasiyeti vardır: Ben ölünce bir elimi tabutumun dışına atın. İnsanlar görsünler ki, padişah olan Kanuni bile bu dünyadan eli boş gitmiştir. Kanuni Sultan Süleyman bu dünyada mal, mülk, şan, şöhret elde etmiş bir devlet adamıdır. Ama o aslında bütün bunların bir hiç olduğunun farkına varmıştır ve bütün insanlığa da bunun böyle olduğunu göstermek istemiştir. 3 / 5
Biz hep huzuru ve mutluğu dışta aradık. Malda, mülkte, şanda, şöhrette yani. Oysa huzuru dışımızda değil, içimizde aramalıyız. İçsel bir yolculuğa çıkmadıkça huzur ve mutluluk gelmez. Eckhart Tolle nin dediği gibi: Nihai olarak kuşkusuz her dışsal amaç er ya da geç başarısızlığa mahkûmdur. Çünkü o her şeyin geçicililiği yasasına tabidir. Dışsal amacımızın bize kalıcı bir doyum vermeyeceğini ne kadar çabuk idrak edersek o kadar çabuk iç huzuru yakalarız. Ve aslında Cenabı-ı Allah(cc) bizlere bunların yöntem ve yollarını da göstermiştir. Namaz, zekât, oruç iç huzuru sağlayan bir anahtar rolü üstlenmektedir. Ve İslamiyet bize sıklıkla bu dünyanın boş ve geçici olduğunu hatırlatmaktadır. Bu dünyaya bağlanıp kalmamamızı, ebedi ve sonsuz olanın peşinden koşmamız gerektiğini belirtmektedir. Ebedi ve sonsuz olana ancak sonu olan şeylerden vazgeçerek ulaşabiliriz. Eğer onlara takılıp kalırsak ve onlara önem atfedersek sonsuz ve ebedi olana ulaşamayız. Bunun içindir ki araçlar amacımız olmamalıdır. Bu dünyaya ait olan her şey gelip geçicidir. Sahibi olduğunu düşündüğümüz bedenimiz de bu dünyaya aittir ve dolayısıyla o da gelip geçicidir. Ve eninde sonunda toprak olacaktır. Yani yok olacaktır. O zaman bizler de yok olacak, toprak olacak bedene takılıp kalmamalıyız. Oysa nefis öyle demez. Adeta bizi hep bu dünyaya mahkûm etmeye çalışır. Çünkü onun yaşayabilmesi buna bağlıdır. Onun besin kaynağı bu dünyadır. Bu dünyanın geçici zevk ve hevesleri olmasa nefis varlığını sürdüremez. Geçici zevk ve hevesler hem bu dünyamızı hem de öbür dünyamızı yok etmektedir. Biz yükselmek istedikçe o ayaklarımızdan tutup bizleri aşağıya çekmeye çalışır. Ve bizler bunun olmaması için nefisle hep mücadele ederiz. 4 / 5
Hani zaman zaman bizler şöyle şeyler düşünürüz. Ben kendime dayanamıyorum., Ben kendimden nefret ediyorum., Ben kendime kızıyorum. Bütün bu düşünceler farkında mıyız bilmiyorum, ama sanki içimizde bizden başka bir varlık ya da başka bir kişi daha varmış izlenimi uyandırıyor. Yani aslında biz iki kişiyiz. Ben ve kendim. Bana verilen bu hayatı benimle birlikte yaşayan başka bir ben. Ve diğer yarım hep bana müdahale ediyor. Yani beni ikiye bölüyor. Bu bölünmüşlükte benim hayatımı alt üst ediyor. Benim içimde benimle birlikte yaşamaya çalışan ve bana müdahale eden diğer ikinci kişi hepimizin çok iyi bildiği kişidir aslında: Nefis. Nefsin kontrolünde gerçekleşen her türlü davranış, duygu, düşünce asıl beni rahatsız eder, huzuru bozar. Bu ikilikten kurtulmadıkça da huzura eremeyiz. O zaman yapmamız gereken şey ikilikten kurtulmaktır. Nefsi yok edemeyiz ama kontrol altına alabiliriz. Hayatımızı tek bir kişinin yani gerçek benin kontrolüne verirsek, yani nefsimizi kontrol altına alırsak sonsuz ve ebedi olana ulaşır ve iç huzurumuzu sağlarız. Peki, içimizdeki diğer beni yani nefsimizi nasıl kontrol altına alacağız? Bunun çeşitli yolları var ama en önemlisi hiç şüphesiz oruçtur. Bedenimiz bize hükmetmeye başlarsa onun istek ve arzuları bizim davranışlarımıza, duygu ve düşüncelerimize hükmetmeye başlarsa sonsuz ve ebedi olana ulaşamayız. İşte tamda bu noktada bir yanlışa düşüyoruz. Hemen nefsimize düşman kesiliyoruz. Ona eziyet ederek sonsuz ve ebedi olana ulaşabileceğimizi düşünüyoruz. Oysa sonsuz ve ebedi olana ulaşmak için ona ihtiyacımız var. Bunun içindir ki Allahu Teala kendi nefislerimize eziyet etmeyi yasaklamıştır. Burada asıl olan bedenimize ve nefsimize düşman olmak değildir. Bizim bilinçli bir şekilde bedenimizi ve nefsimizi kontrol altında tutmaktır. Yani tabiri caizse bedenimize efendinin kim olduğunu hatırlatmaktır. İşte oruç bedenimize efendinin kim olduğunu hatırlatması bakımından önemlidir. Ve bu da çok kolay bir mücadele değildir. Efendimizin(sav) söylediği gibi, nefisle mücadele büyük cihattır. Ve bu cihatta bizim en büyük silahımız da hiç şüphesiz oruçtur. 5 / 5