İnsan hep bir şeylerin özlemi ile yaşar. İçinde hep bir şeylerin özlemi vardır. Hasret insanoğlunun adeta içine işlemiştir. Biz bezm-i âlemden geldik ve hep oraların hasreti ile yanarız. Biz dünyaya gönderildik ama gönlümüz oraların hasreti ile yanıp tutuşmaktadır. İçinde bulunduğumuz dünya ayrılık yeridir. Bize ait bir yer değildir. Burada misafiriz. Burası bir gurbet. Asıl yerimiz öbür âlem. Bu hakikati kavrayan ruh acı çekmeye, özlem çekmeye başlar. Bu özlem ne kadar büyük olursa insan o oranda yükselir. Bu dünya kavuşmanın olmayacağı bir yerdir. Biz burada olduğumuz müddetçe kavuşma olmaz. Bizim bu âlemde yapabileceğimiz tek şey sevgiliye kavuşma anını beklemektir. Bu bekleyiş esnasında yanmak, tutuşmak ayrılık acısı ile acı çekmektir. Âşık sonuç ile ilgilenmez. Zaten sonucu bilemez. Kavuşmayı beklerken süreçten zevk almaya çalışır. Bizdeki büyük aşklarda birleşme, kavuşma hiçbir zaman olmamıştır. Seven ve sevilen bu dünyada kavuşmazlar. Çünkü kavuşmayı bilemezler. Kavuşma duygusunu yaşamazlar. Yaşayamazlarda zaten. Çünkü büyük buluşma yeri burası değil ve asla da olmayacaktır. İnsan bilmediği bir duyguyu anlatamaz. Onun içindir ki gerçek aşkı bilenlerde kavuşma yoktur. Kavuşma olmayınca da aşk dendiği zaman aklımıza hep hasret, üzüntü, keder, acı çekmek gibi duygular gelir. Gerçek aşıkın yaşadığı yegâne duygular bunlardır çünkü. Ney insana özünü hatırlatır. Dünyanın süsüne aldanan insan özünü unutur. İşte ney bize bu hakikati hatırlatır. Özünü unutma ey insanoğlu der ney bize. Dünyadan geç. Dünyadan geçmeden bu hakikat sırrına eremezsin. Neyin özü kamıştır. Kamış sazlıktan ayrılıktan sonra ayrılık acısı çekmeye başlar. Kamışı alır, içini boşaltırsan kamış inim inim inlemeye başlar. İnsan da tıpkı böyledir. Önce içini boşaltır yani vazgeçersen dünyadan o zaman erersin hakikat sırrına. O zaman Neyin içli sesi alır bizi bizden. Bizi bulunduğumuz âlemden alır götürür başka diyarlara. Ney özlemdir, hasrettir. Bu anlamda ney tercüman olur insana. Neyi dinlemeye başlayan yürek kabarmaya başlar. İçi ısınır, yürek yanmaya başlar. Gözler yaşarır. Çünkü ney bizi özlemeni çektiğimiz şeyleri hatırlatır. 1 / 7
Neyin içli ve yanık sesi gerçek âşıkların duygularına tercüman olmuştur. İnsan adeta neyle kendini özdeş görmüş kendisi ile ney arasında bir bağlantı kurmuştur. "Gönül neyindeki feryadın sırrını ancak sinesi delik olanlar, acı çekenler anlar." Ney denince bugün aklımıza hemen Mevlana gelir. Ney adeta Mevlana Hazretleri ile özdeşleşmiştir. Çünkü Mevlana musikiye ayrı bir önem vermiştir. Ney deyince akla gelen ilk isim olan Hz. Mevlana ya göre musiki Allah ın lisanıdır. Yüce yaratıcı Bezm-i Elest te ruhlara musiki ile seslenmiştir. Bu sebepten hangi milletten, hangi dilden olurlarsa olsunlar, insanlar musiki ile aynı duyguları paylaşabilirler. Hiçbir sanat insan ruhuna musiki kadar doğrudan doğruya ve içinden kavrayacak şekilde nüfuz edemez. Musiki, son derece değerli bir manevi temizlenme, ferahlama ve yücelme vasıtasıdır. Ney milattan önce 5000 yıllarından beri bilinen ve Mezopotamya dan dünyanın çeşitli yörelerinde yayılmış kamıştan yapılmış üflemeli bir sazdır. İsmini Farsça da kamış anlamına gelen nay sözcüğünden alır. Türklerin İslamiyet i seçmesi, özellikle Mevlana hazretlerinin neyi olgunlaşmanın sembolü olarak görmesi, değer vermesi Türklerin ney sazına bakış açısını değiştirmiş, sıradan bir saz olmaktan çıkarıp Tasavvuf musikimizin ve Klasik Türk musikisinin baş sazı haline gelmesine sebep olmuştur. (neysitesi.com) Sümer toplumunda M.Ö. 5000 yıllarından itibaren kullanıldığı sanılan bu çalgıya ait elimizdeki en eski bulgu, M.Ö. 3000-2800 yıllarından kalan bugün Amerika'da Philadelphia Üniversitesi Müzesi'nde sergilenen neydir. Çalgının o dönemlerde de dinsel törenlerde kullanıldığı sanılmaktadır. Günümüzde ney, Türk sazı olarak anılmaktadır ve tasavvuf müziğinin bir simgesi haline gelmiştir. Bir müzik aleti için kullanılan çalmak yerine, Ney için üflemek tabiri kullanılır. Burada 2 / 7
üflemenin mecazi bir anlamı vardır. Kaynağını İslam'da Allah'ın insanı yaratırken ruhu üflemiş olmasından alır. İnsanlarla ortak kaderi paylaşan ney in ortaya çıkışı ve onlar tarafından keşfedilişi hakkında, Mevlevî kaynaklarda şu temsili hikâye nakledilir: Peygamber Efendimiz, Allah ın kendisine ihsan ettiği esrar ve hikmet denizinden bir damlasını, ilmin kapısı Hazret-i Ali ye de emanet eder ve: Bu sırları sakın ifşa etme! diye sıkı sıkı tembihler. Hazret-i Ali, kendisine tevdi edilen bu emanete tahammül edemez, altında iki büklüm olur. Sahralara düşer. Derununda sakladığı esrarı bir kör kuyuya döker. Vakit olur kuyu suyla dolup taşar. Kuyudan taşan bu sular, çevresini zamanla bir sazlık hâline çevirir ve burada kamışlar biter. Bu sazlığın rüzgârda hoş nağmeler çıkardığını fark eden bir çoban, bunlardan bir tanesini keser ve ondan ney yapar. Fakat ney den çıkan bu ses, o kadar içli ve yanıktır ki, herkes bu sesin derin, duygulu ve yakıcı nağmelerine meftun olur. Onunla ağlar, onunla gülmeye başlar. Çobanın ünü kısa zamanda yayılır ve Arap kabileleri bu çobanı dinlemek için etrafında toplanmaya başlarlar. (Ahmed Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, II, 440) 3 / 7
Mevlana için Ney o kadar önemlidir ki, Ney adeta onunla bir kişilik kazanmıştır. Mevlana, Mesnevisinin ilk 18 beyitini Ney e ayırmıştır. Ve bakın o beyitlerde ne demiştir Ney için: 1- Şu Ney'in neler söylediğini can kulağı ile dinle, o ayrılıktan şikâyet etmededir. 2- Ney kendine has bir dille, hal dili ile diyor ki; beni kamışlıktan kestiklerinden beri,feryadımdan, duygulu olan erkekte, kadın da inlemekte, ağlamaktadır. Şu var ki beni dinleyen her insan, benim neler dediğimi anlayamaz. 3- Benim feryadımı duyamaz. Beni anlamak, beni duymak için, ayrılık acısı çekmiş, gönlü yaralanmış, içli bir insan isterim ki, acılarımı, dertlerimi ona anlatayım. 4- Aslından vatanından ayrı düşmüş, oradan uzaklaşmış kişi, orada geçirmiş olduğu mutlu zamanı arar, o zamanı tekrar yaşamak ister, ayrıldığı sevgiliye tekrar kavuşmak arzu eder. 4 / 7
5- Ben her mecliste, her toplulukta, inledim, ağladım, durdum. Ben huysuz insanlarla da, iyi insanlarla da düşüp kalktım. 6- Herkes, kendi anlayışına, zannına göre benim yaranım dostum oldu. Ama kimse benim gönlümde ki (Esrarı) sırları araştırmadı, öğrenemedi. 7- Hâlbuki benim sırrım, feryadımdan uzak değildir. Fakat her gözde onu görecek nur, her kulakta, onu işitecek, duyacak güç yoktur. 8- Ten candan can da tenden gizli değildir. Fakat kimseye canı görmek izni verilmemiştir. 9- Ney'in şu sesi, gönlü yakan bir ayrılık, bir aşk ateşidir. Kimde bu ateş yoksa o,maddi varlığından kurtulsun. Yok olsun. 5 / 7
10- Ney'in sesinde ki tesir, yakıcılık, onun içine düşen aşk ateşindendir. Hakikat şarabında bulunan, insanı mest eden halde, aşk coşkunluğundandır. 11- Ney, sevgilisinden ayrılmış olanın arkadaşıdır, dostudur. Onun yakıcı sesi, bizim Hakk'ka kavuşmamıza engel olan perdelerimizi yırtmıştır. 12- Ney gibi bir zehri, ney gibi bir pan zehri, ney gibi bir dostu, ney gibi bir aşıkı kim görmüştür? 13- Ney, kanlarla dolu bir yoldan, aşk yolundan bahsetmektedir. O sevgi yüzünden çöllere düşen Mecnun'un aşk hikâyelerini anlatmaktadır. 14- Bize, hak yolunu gösteren gerçek aşkın mahremi, dostu, aklını yitirmiş âşıklardan başkası değildir. Konuşan dile, kulaktan gayri müşteri, talip yoktur. 15- Gamlı geçen günlerimiz uzadı ve sona ermesi gecikti. 0 günler, mutsuzluk, acılar ve ayrılık 6 / 7
ateşi ile arkadaş oldu da, yandı, gitti. 16- Günler geçip gitti ise varsın geçsin. Gam yeme, onlara de ki Geçin, gidin, sizin gidişlerinizden bizim korkumuz yoktur... Ey mübarek, ey temiz dost... Sen kal, Sen var ol. 17- Hakk âşıkları, muhabbet deryasının balıklarıdır. Onlar vuslat suyuna kanmazlar, bu sebeple balıktan başka herkes suya kandı, nasibi olmayanın da günü, uzadıkça uzadı. 18- Ruhen yükselmemiş, ham kalmış kişi, yetişkin, olgun kişinin halinden anlamaz. Öyleyse sözü kısa kesmek gerekir vesselâm. 7 / 7